GÜÇ KAVRAMI VE ORTADOĞU’DA DEĞİŞEN DENGELER ÜZERİNDEN GÜÇ OKUMASI ZELİHA SAĞLAM Giriş Uluslararası ilişkilerde bütün politikalar aslında güç politikalarıdır ve gücü içerir. Bir devletin kendi çıkarlarını koruma veya taleplerini karşı tarafa kabul ettirme konusunda sahip olduğu maddi ve manevi potansiyel olarak tanımlanan güç kavramı, devletler arası ilişkilerde oldukça önemli bir yer tutar. Bir devlete ait coğrafya, tarih, kültür, o ülkenin gücünü belirleyen unsurlardandır. Ekonomik gelişmişlik, teknolojik yapılanma, askerî kapasitesi ve yetişmiş insan sayısı gibi faktörler de gücün potansiyel unsurlarını oluşturur. Güç, engellerin üstesinden gelme ve sonucu etkileyebilme yeteneğidir. Etki genellikle zorlamayla gerçekleşmez, caydırıcılık da bir güç göstergesidir. Realistlere göre güç, aktörlerin karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkilerinde araç olarak kullanılır. Realistler potansiyel düşman olan bir devletin güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu önlemek için savaşa başvurmayı meşru saymaktadır. Liberal ve idealistler bireyin kendi çıkarları için çalışırken toplum çıkarları için de çalışılması gerektiğini savunur. Bu çalışma, uluslararası ilişkilerde çokça tartışılan ve kavrama her geçen gün yeni anlamlar yüklenen “güç”ü ele almakta, gücün çeşitlerini ve bileşenlerini açıklamaktadır. Son olarak kısaca Ortadoğu tarihindeki gelişmelere ve bölgedeki güç çekişmelerine değinmektedir. 1/8 Güç nedir? “Bir okçu vuracağı hedef çok uzak olduğunda, oklarının menzilini bilmesiyle hedeflerinin daha üstüne nişan alır. Amacı gerçek hedefi vurmaktır. Bununla beraber, hükümdarların yaşamaya başladığı şehirlerde hükümdarlığının bekasını sağlamada sahip olduğu kabiliyet, karşılaşacağı güçlüklerin derecesini belirleyecektir.”1 Uluslararası ilişkilerde güç kavramı, tarafların eylemlerinin ve kabiliyetlerinin tanımlanması için ele alınmaktadır. Tam anlamıyla tanımı yapılamayan ve her geçen gün anlamı genişletilen kavram, yine de uluslararası ilişkiler teorilerinde güç ve güç ilişkileri bakımından belirleyici bir unsurdur. Güç unsuru sadece savaş ve barış için değil ekonomik amaçlar için de kullanılan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kavramın bu derece yaygın kullanımına bakarak uluslararası ilişkiler literatüründe güç kavramının anlamı konusunda herhangi bir açıklığın var olduğunu söylemek ise çok zordur. Tam aksine, kavramın çok yüzeysel bir şekilde tanımlandığını ve bunun bir sonucu olarak güce yakın anlamları olan otorite, baskı ve şiddet gibi kavramların güç kavramı yerine kullanıldığını gözlemlemek mümkündür. 2 Güç kavramının tanımlanmasına ilişkin iki temel zorluktan söz edilebilir. Birincisi, güç kavramının geniş kapsamı ve belirsiz niteliğinin tanımlamalarda çok sayıda unsurun dikkate alınmasını zorunlu kılmasıyla ilgilidir. Gücün unsurları kendi içlerinde ayrıntılandırıldığında bir ülkenin sahip olduğu nitelik ve niceliğe ilişkin hemen her şey gücün tanımına girmektedir. Üstelik eğitimin ve diplomasinin kalitesi gibi bazı unsurların güce nasıl dönüştüğünün somut bir şekilde açıklanması da kolay değildir. Bu da gücü daha belirsiz ve tanımlanması zor hale getirmektedir. Tüm bunlara ek olarak gücün unsurlarının elde bulundurulmasının, güçlü olmak anlamına gelmeyeceğini ileri sürenler de vardır. Buna göre bu unsurların yanında bir de siyasi irade olarak ifade edilebilecek eldeki gücün kullanılma niyeti olmalıdır. Kullanılma niyeti olmayan güç, uluslararası politika analizlerinde bir anlam ifade etmez. Örneğin Amerikan gücünün uluslararası politikada anlam ifade etmesi için sahip olduğu gücün gerektirdiği rolleri üstlenme niyetinin 2. Dünya Savaşı’nın ardından 2/8 ortaya çıkması gerekmiştir.3 Zaman değiştikçe gücün tanımı ve anlamı da değişmektedir. Her gün yeni anlamlar yüklenen güç tanımı, aktörlerin çıkar ilişkilerindeki stratejileri farklılaştıkça yeni tanımlarla karşımıza çıkmaya devam edecektir. Peki, gücün uluslararası ilişkilerdeki yeri nedir? Güç, bir devletin kendi çıkarlarını koruma veya taleplerini karşı tarafa kabul ettirme konusunda sahip olduğu maddi ve manevi potansiyel olarak tanımlanabilir. Bir devletin gücünü belirleyen değişik unsurlar vardır. Coğrafyası, tarihi, kültürü o ülkenin gücünü etkileyen sabit unsurları oluştururken; ekonomik gelişmişlik, teknolojik yapı, askerî kapasitesi ve yetişmiş insan sayısı gibi faktörler de gücün potansiyel unsurlarını oluşturur. Devleti ve toplumu yönlendirme gücünü elinde tutan aktör, iktidar; yetkiyi elinde bulunduran organ, hükümettir. 4 Güç, engellerin üstesinden gelme ve sonucu etkileyebilme yeteneği olarak tanımlanabilir. Ulusal yeteneklerin bütünü veya etkilerin uygulanma süreci olarak da karşımıza çıkar. Etki genellikle zorlamayla gerçekleşmez, caydırıcılık da bir güç göstergesidir. Eğer bir aktörün etkileme potansiyeli varsa diğer ülkelerin misillemede bulunması pek mümkün değildir. Bütün kuramsal görüşler gücün önemini kabul etmektedir. Fakat realistlere göre güç, uluslararası ilişkilerde bir ülkenin değiştirme aracıdır. Uluslararası aktörlerin karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkilerinde araç olarak kabul edilir. Bu sebeple en çok da realistlerin güce bakış açısı üzerinde durulur.5 Realizme göre devlet adamını yönlendiren unsurlar korku, kuşku, güvensizlik-güvenlik ikilemi, üne kavuşma, prestij ve çıkar gibi unsurlardır. Kaldı ki realistler diğer bir devletin, bu aynı zamanda potansiyel bir düşman ise, güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu önlemek için savaşa başvurmayı meşru saymaktadır. Bunun en önemli örneği Thucydides’in çalışmasında görülmektedir. Thucydides Atina’nın güçlenerek güç dengesini bozma olasılığına karşı Sparta ve müttefiklerinin savaşa başvurmasını bir zorunluluk olarak görmektedir. Machiavelli’de haklı ve haksız savaş gibi kavramlar üzerinde durulmamaktadır. Eğer bir savaş, ulusal çıkarın korunması için gerekliyse yapılmalıdır.6 Ulusların çıkarı siyasi, askerî, ekonomik, kültürel olarak gerçekleştirmek istediği hedeflerdir. Bu çıkarlar için realistler gücü devlet hegemonyası kurma ve uluslararası ilişkilere yön verme yetkisini elinde tutma aracı olarak görmektedirler. İdealistler ise politikanın ahlaki normlarla yapılmasını savunurlar, bu yönüyle de gücün kullanımında realistlerden ayrılırlar. Liberal veya idealistler bireyin kendi çıkarları için çalışırken toplum çıkarları için de çalışmış olmasını savunurlar. İdealistler uluslararası ilişkilerde devletlerin nasıl davranmaları gerektiği üzerinde durur ve gücü felaketlerin yaşanmaması için politikalar üretmek, hukuksal ve kurumsal düzenlemeler yapmak için kullanılmasını öncelerler. Öte yandan öncesinde realist sonrasında Marksist olan İngiliz tarihçi Edward Hallet Carr, liberal ve idealistlerin kendi çıkarlarını gizlemek için “evrensel çıkar” adı altında dünyayı etkilemeye çalıştıklarını vurgulamıştır. Konstrüktivist yaklaşıma göre ise devletlerin davranışlarını şekillendiren temel unsur, kanılar/ fikirler ve çıkarlardır. Burada çıkar kavramı somut ve objektif bir kavram olarak ele alınmamaktadır. Çıkarı maddi güçle (askerî ve ekonomik) özdeşleştiren realizmin aksine konstrüktivizmde çıkarlar fikir ve kanılarla ilişkilendirilir. Çıkarlar objektif olarak var olamaz ve belirli fikirler ve algılamalar etrafında şekillendirilir. Gücün maddi unsurları ise bu tanımlanan çıkarlar doğrultusunda bir anlam ifade eder. Belirli fikirler, ilişkiler, algılamalar ve tercihler etrafında şekillenen çıkarlar doğrultusunda kullanılmaksızın tek başına güç çok fazla anlam ifade etmez. Örneğin üzerinde yaşanan coğrafyanın, sahip olunan doğal kaynakların veya ordunun bir güç unsuru mu yoksa bir zafiyet mi olduğu, o ülkeyi çevreleyen ülke ve sorunların algılanışı ve onlara ilişkin kanılar, fikirler ve ilişkiler bağlamında bir anlam ifade eder. Gücün unsurları da tanımlanan çıkarların korunması ve geliştirilmesine yönelik olarak belirlenen politika bağlamında anlam kazanır. Devletlerin güce yaklaşımı, onu algılamaları ve kullanma niyetleri, fikirler, kanılar ve bu doğrultuda tanımlanan çıkarlar çerçevesinde şekillenir.7 Uluslararası ilişkilerde bütün politikalar aslında güç politikalarıdır ve gücü içerir.8 Bu politikalarda sadece güçlü olan tarafın gücü zayıf üzerinde nasıl kullandığı değil iki güçlü tarafın birbiriyle güç çekişmesi üzerinde durulur ve buna “güç yaklaşımı” denir. Uluslararası politikayı “güç”, devletlerarası ilişkileri de “güç çekişmesi” ile açıklamaya çalışan bu yaklaşım ilk defa Hans J. Morgenthau (1904-1980) tarafından getirilmiştir. Bu yaklaşıma göre, uluslararası politika, tüm politikalar gibi bir güç ve iktidar mücadelesidir. Askerî güçle siyasi güç arasında ayırım yapan Morgenthau, siyasi gücü insanın diğer insanların düşünce ve davranışları üzerindeki kontrolü olarak tanımlamış ve bunun psikolojik bir ilişki türü olduğunu belirtmiştir. Buna göre; sahip olunan psikolojik etki, taraflardan birinin diğeri üzerinde istediklerini yaptırabilmesine imkân sağlamaktadır. Fayda beklentisi, zarar korkusu ve aktöre saygı gibi etkenler psikolojik ilişkide taraflardan birinin diğerinin isteklerini yerine getirmesini sağlamak için gerekli koşullardır. Böyle bir psikolojik etki yaratılabilmiş ve bu tür bir ilişki kurulabilmişse burada bir güç ilişkisinden söz edilebilir. Bu durumda emir, tehdit, karizma veya bunların bileşenleri kullanılarak istenen sonuçlar elde edilebilir. Şiddet kullanılması ise psikolojik ilişkiye son verilmesi ve istenenlerin zor yoluyla elde edilmeye çalışılması anlamına gelmektedir. Ancak taraflar arasında fiilen şiddet uygulanmaksızın sadece şiddet uygulama olasılığı içeren bir psikolojik etki metodu da geliştirilebilmektedir. Aktörler bu etkiyi genellikle diplomasi üzerinden gerçekleştirmektedir. Diplomasi, aktörlerin ilişkilerini kendi çıkarlarına uygun biçimde yürütmek için kullandıkları ilişki biçimidir. Karar alıcılar arasındaki anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözmeyi öngören bir dış politika aracıdır. Müzakerelerle başlayan sorun çözmeye yönelik girişimlerde aktörlerin yerini temsilciler, diplomatlar almaktadır. Diplomasinin beş ana işlevi; çatışma yönetimi, problem çözümü, kültürler arası iletişim, müzakere ve pazarlık ve program yönetimi dış politika kararlarında etkilidir. Müzakere iki adımı içerir: İyi niyete dayalı bir anlaşmaya ve müzakere dışında da çalışmalara devam etmek. Taraflar çatışmanın çözümünü tehdit ve güç kullanımı üzerinden veya pazarlıkla anlaşmaya varılması, üçüncü bir hakemin çözüm üretmesi, aktörün hüküm vermesi yoluyla da gerçekleştirebilir. Taraflar birbirlerini etkilemek için ekonomik araçları -para yardımı, ambargo, ekonomik ödül veya ceza- sıklıkla dolaylı olarak kullanmaktadır. Diplomasinin beş ana işlevine göre müzakereci ve caydırıcı girişimlerle takınılan tavır ya da yürütülen siyaset değiştirilmeye çalışılmaktadır. Thucydides, Machiavelli ve Hobbes, uluslararası ilişkilerde güç tanımını en keskin yapan isimlerdir. 3/8 Thucydides, Sparda ve Atina arasında süren savaşın analizini yapan çalışmasıyla askerî ve politik güç hesaplaşmalarını ilk realist bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Hobbes insanın doğası gereği hayatta kalma mücadelesi verdiğini bu sebeple toplumda anarşinin var olduğunu vurgulamıştır.9 İnsan insanın kurdudur, insan insanın düşmanıdır; bu sebeple toplumsal sözleşmeyle insanların elindeki gücü bir hükümdara devretmesi gerektiğini belirtmiştir. Aksi halde insanlar arasında var olan kuşku, korku ve şiddet kargaşaya sebep olacaktır. Machiavelli, gücü elinde bulunduran hükümdarın, diğer hükümdarlar arası ilişkilerinde, amaca ulaşmak için her türlü, iyi veya kötü, aracı kullanabileceğini söylemektedir. Bu düşünceden hareketle uluslararası ilişkilerde gücün tanımının bileşenler üzerinden yapıldığı ve amaca ulaşmak için her bir bileşenin önemli olduğunu söylenebilir. Güç Kavramının Bileşenleri Robert Dahl The Concept of Power adlı eserinde, bir aktörün (x) aksi takdirde yapamayacağı şeyi başka bir aktöre (y) yaptırabilme kapasitesini güç olarak tanımlamış; Steven Lukes ise, mevcut ilişkinin güç odaklı gerçekleştiğini söylemek için x’in y’nin davranışlarını, ikna yöntemi kullanmadan, kendi çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde değiştirebilmesi gerektiğini belirtmiştir. Lukes, ikna yöntemini; davranışı değişecek y aktörünün kendi lehine bir durumu algılaması ve bundan dolayı davranışı sergilemesi ihtimali üzerine güç kullanımı ile bir tutmamıştır. Bu noktada, zarar verilmeden ve dirençle karşılaşılmadan uygulanan güç kavramının; çatışma, direniş ve şikâyetin olmadığı güç uygulamalarının en etkin yöntem olduğu fikri karşımıza çıkmaktadır. 10 Peki güç uygulanırken hangi bileşenleri kullanır. Gücü tanımlarken onu sadece bir yönüyle değil birçok bileşeni ile açıklayabiliriz. Bir ulusun yetenekleri somut elementlerle ölçülebilir. Bu elementler nüfus, büyük kara parçası, demografi, doğal kaynaklar, ekonomi ve askerî güçtür. Soyut elementler ise bir ülkenin politik, sosyal, doğal kaynaklarının kullanımı bakımından ekonomik gelişmişliktir. Aktörlerin kaynaklarıyla yeteneklerini kullanmaları da diğer aktörlerin diplomatik müzakereler ve pazarlıklarında etkilidir. Bir devletin soyut yeteneklerinden elde ettiği itibarı da güvenilirlik sağlar. 4/8 Aşağıda gücün en önemli bileşenleri şu şekilde sıralanmıştır: a) Gücün doğal kaynakları11 Coğrafya: Devletler her zaman büyüklüklerine göre değerlendirilir. Bu devletler ister süper güç olsun ister orta veya küçük, yine büyüklüklerine göre ölçülürler. Uluslara ait büyük kara parçaları devletlerin gücünü gösteren merkez elementlerdendir. Devletlerin yeteneklerinin ölçülebilmesinde coğrafyası etkilidir. Büyük kara parçaları, hem verimli doğal kaynakları hem de nüfus yoğunluğunu içinde barındırır. Bu sebeple tarım ve endüstriyel verimlilik de sağlanmış olur. Bir devletin büyük kara parçasına sahip olması, onun başka bir devlet tarafından işgal edilmesini zorlaştırır. Napolyon ve Hitler’in orduları Moskova’ya ilerlediğinde bunu deneyimlemişlerdi. Diğer taraftan 1990 yılında Kuveyt topraklarının Irak saldırısına açık olması, sahip olduğu küçük kara parçasıyla açıklanabilir.12 Doğal kaynaklar: Bir ülkenin petrol, kömür, doğal gaz gibi enerji kaynakları endüstriyel güç için önemliyken özellikle enerji için uranyum, kobalt ve çelik yapımı için krom üretimi gelişmişlik için ciddi etkenlerdir. Nüfus: İnsan kaynağına sahip olmak bir ülkenin coğrafyasının büyüklüğü kadar önemlidir. İnsan sayısı kadar sahip olunan bireylerin yaşı, bölgeye göre dağılımı ve kalitesi de gücü etkiler. İnsanların yetenekleri eğitim ve iyi bir sağlık hizmeti ile ülkenin ekonomik, askerî ve kültürel gücünün gelişmesine katkı sağlar. Bir ülkenin süper güç olması için nüfus ve coğrafya her zaman gösterge değildir. Lüksemburg, Singapur, Belçika ve Danimarka az nüfusa sahip olmalarına rağmen varlıklı ülkeler arasındadır. b) Maddi güç Endüstriyel gelişme: Bir ülkenin ekonomisi dünya politikasını etkilemede oldukça önemli bir faktördür. Bir devletin ekonomik büyüklüğü ve performansı gayrisafi millî hasılasıyla ölçülür. Aynı zamanda ekonomik büyüme ve sermayenin kullanımı doğal kaynaklara ulaşılabilirlikle ilgilidir. Askerî güç: Realistler için merkezî gösterge olan askerî güç, devlet gücünün can alıcı bileşenidir. Bü- yük orduya sahip olmak millî gücün hesaplanması için önemlidir. Çin, Rusya ve ABD’nin silahlı ordu nüfusu oldukça fazladır. Tüm bu yumuşak güç unsurları, aktörler tarafından dış politikada enstrüman olarak kullanılmaktadır. Lakin “en büyü k orduya sahip olan devlet, dünyanın en güçlü devletidir” demek doğru değildir. Çok büyük bir orduya sahip olmak, uluslararası alanda istediklerini her zaman yaptırabilmek anlamına gelmez. 1. ve 2. Dünya Savaşları ve Soğuk Savaş dönemi, çok güçlü ordulara sahip olmalarına rağmen, politikalarını başka ülkelere benimsetmekte çok zorlanan ülke örnekleriyle doludur. Ama diğer taraftan, askerî gücü tamamen dışarıda bırakarak sadece GSMH, büyüme hızı ve dış ticaret hacmi gibi ekonomik verilere bakılarak da güç hesaplaması yapmak mümkün değildir… Bir devletin salt ekonomik gücünü öne çıkararak bölgesel ve küresel hedeflerine ulaşmasına imkân yoktur.13 a) Sert güç: Askerî güç kullanmak, zor kullanmak ve müdahale etmek sert gücü tanımlayan eylemlerdir. Thomas Schelling sert gücü tehdit ve ikna olarak iki ana kaynakla ifade eder. İkna için ödül ve hediyeler tehditten daha hoş karşılansa da etkili olan yöntem tehdit olarak görülmektedir… Zorlayıcılık ve ikna kiralamayı, sindirmeyi, satın almayı ve pazarlık etmeyi içerir.15 Güç başlıca beş çeşit olarak sınıflandırılır; baskı, ikna, otorite, zorlama ve manipülasyon. Gerçekte sadece zorlama ve manipülasyon gücün tartışmasız unsurlarıdır.16 Machiavelli askerî gücü şöyle açıklar; her devletin temel kurumlarının varlığı, iyi kanunlara ve güçlü ordulara sahip olmasına bağlıdır. Hükümdar güçlü ordulara sahip olmadan iyi kanunlara sahip olamaz. İyi kanunlar, güçlü ordulardan sonra gelir.14 c) Soyut güç Ulusal imaj: Bir devletin diğer devletlere verdiği imajla ilgilidir. Kültürel zenginlik, ekonomik güç, üretilenlerin kalitesi, kaliteli nüfus yoğunluğu, insan hakları ve düşünce özgürlüğü karşısındaki tutum, entelektüel kapasiteye sahip olma, bilim ve teknoloji üretmeye yönelik çalışmalar, turizm sektörünün aktifliği gibi unsurlar yumuşak gücün belirleyici unsurlarındandır. Bu unsurları bünyesinde barındıran ülkeler üniversiteleriyle, sinema ve TV filmleriyle reklamlarını dışarıya taşıyabilmektedir. Halk desteği: Bir ülkenin halk desteğine sahip olması o ülkenin dünyadaki imajını da etkilemektedir. Liderlik: Karizmatik ve vizyon sahibi liderler gücü etkileyen unsurlardan biridir. Hindistan’da Mohandas Gandhi, Fransa’da Charles de Gaulle, ABD’de Franklin Roosevelt, Almanya’da Otto von Bismarck, İngiltere’de Winston Churchill karizmatik liderlere örnek verilir. Gücün Çeşitleri b) Yumuşak güç: Uluslararası alanda istediği hedeflere kaba güç kullanarak ulaşmak yerine diğer aktörleri ikna yoluyla ulaşma anlayışı uygulayan aktörlerdir. Bir aktörün kendi çıkarını diğer aktörlerin çıkarlarıyla örtüştürüp kabiliyetlerini de kullanarak amaca ulaşmak için kullandığı yöntem olarak da ifade edilebilir. Kavram ilk kez 1990 yılında Harvard Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Joseph Nye tarafından Bound to Lead kitabıyla üzerinde konuşulmaya başlanmıştır. O günden bu yana yumuşak gücün tanımı geliştirilmektedir. Hollywood’un ürettiği sinemaların dünyaya verdiği imaj, Amerika’da bulunan dünyanın en iyi 10 üniversitesinin etkileri, Hindistan ve Malezya’nın bilgisayar parçası üretimindeki bilinirliği, sadece turizmi ile kendisini dünyaya tanıtan Maldivler, yumuşak güce örnek olarak verilebilir. c) Akıllı güç: Güç kullanımının modern zamanda farklı şekilde uygulaması için yapılan tanımdır. Akıllı gücü uygulayan aktör başarıya odaklanır, asıl hedef için bazı küçük hedeflerden vazgeçebilir, diğer aktörlerle iyi ilişkiler kurar, korkutmaktan çok teşvik ederek elindeki tüm imkânları sonuna kadar kullanır. Bunları söylerken Machiavelli’nin hükümdarda bulunması gereken şu sözlerini vurgulamak gerekir: “Hükümdar, hayvani bir şekilde nasıl davranması gerektiğini öğrenmeye zorlandığında bu bilgiyi tilki ve aslandan alır. Çünkü aslan tuzaklara karşı, tilki ise kurtlara karşı savunmasızdır. Tuzakları ortaya çıkarmak için tilki, kurtları korkutmak için de aslan olmak gerekir.”17 5/8 Joseph S. Nye akıllı gücü ne sert ne de yumuşak, ikisinin ustalıkla birleşimi olarak belirtmiş, ABD için hazırladığı çalışmada da akıllı gücün anlamının sert ve yumuşak gücü birleştirerek Amerikan hedeflerine ulaşacak araçları kullanarak entegre olabilen bir strateji geliştirmek olduğu tespitinde bulunmuştur. Bu yaklaşım güçlü bir askerî yapılanmaya ihtiyacı gösterirken aynı zamanda güçlü ittifaklar, ortaklıklar ve kurumlar kurarak her düzeyde Amerikan etkisini genişletmeyi ve eylemlerinin meşruiyetini sağlamayı hedefler.18 Akıllı güç aynı zamanda akıllı bir diplomasi demektir. John Zogby’e göre akıllı bir diplomasi diğer ülkelere karşı saygı göstermek ve istekli bir şekilde bölgesel ihtiyaç ve sorunlarını anlamaktır. Ortadoğu’ya Bakış Ortadoğu19 olarak adlandırılan coğrafya; Türk İran havzası (Türkiye, İran Afganistan), Arap Yarımadası (Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman, Katar, Yemen), Bereketli Hilal (Hilal-i Münbit) diye tabir edilen bölge (Irak, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye) ve Afrika kıtasındaki Mısır’dan oluşmaktadır. 20 Tarihte Ortadoğu’ya ilk ağır darbe Moğol İstilası’yla vurulmuştur. Bu dış müdahale İslam dünyasında sorunlara yol açmış ve sorunlu akımlar bu saldırılardan sonra ortaya çıkmıştır. Haçlı Seferleri ile bölgeye yapılan saldırılarla durum ağırlaşmıştır. Osmanlı dönemi bölgenin dinamikleriyle oluşmuş bir yapıyı tarih sahnesine çıkarmıştır. Ortadoğu’da 400 yıl devam eden Osmanlı yönetiminin ardından 2. Dünya Savaşı sonunda bölgede Batılıların eliyle parçalanma meydana gelmiştir. İsrail’in 1948 yılında kurulmasıyla sorunlar katlanarak büyümeye başlamış, bölgeye yapılan dış müdahaleler ise her zaman problemleri ağırlaştırmıştır. parçalanması anlamına gelmektedir ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bölgenin dinamiklerini bastırarak oluşturulmuştur. Arap hareketleri, tam da yapılandırılmış olan bu düzeni bir açıdan altüst eden ve geriye doğru değerlendirme ve sorgulamaya götürecek bir olay olma özelliği taşımaktadır. İngilizler ve Fransızlar, Akdeniz’den İran’a ve körfeze kadar 19. yüzyılda uygulamaya başladıkları ulus devlet modelini Ortadoğu’da yeni oluşturulmak istenen yapılar üzerinde devreye sokmuşlardı. Fakat bölgenin kültürü, yapısı, geleneği, dini Batı’nın bu dayatmasına uygun değildi. Bu dayatmacı politikalar sonucunda Arap dünyasında parçalanma hızlandı, Araplar kendi aralarında da bölündü. İrili ufaklı on altı devlet; aralarında Türkiye, İran gibi köklü devlet geleneğine sahip olanların da bulunduğu ülkelerin çoğu Irak, Ürdün, Suriye, Suudi Arabistan, Lübnan, Filistin ve Kuveyt 20. yüzyılın ilk yarısında, o döneme yön veren sömürgeci Avrupa devletlerinin çizdiği suni sınırlarla kurulmuştu. Jeopolitik anlamda Anadolu da Mezopotamya’dan ayrılmış ve bunun sonucunda Türkler Araplardan uzaklaştırılmıştı. Kürtler Türkiye, Irak, Suriye ve İran Kürtleri olmak üzere dörde ayrılmıştı. Yahudilerin Filistin’e göçünü resmileştiren ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasının ilk adımını oluşturan Balfour Deklarasyonu23 da bölgeye vurulan en bölücü darbe oldu. Tunus’ta başlayan ve 2011 Ocak ayında zirveye ulaşan halk hareketleri Sykes-Picot düzeninin geriye dönüşü olarak da yorumlanmaktadır. Arap dünyasının kendi iç dinamikleriyle başlayan bu hareketler Arap dünyası denen jeopolitik alanın sunduğu düzen ve o düzenin ürettiği düzenler Sykes-Picot Antlaşması21 sonrası oluşturulmuştur. 22 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi ulus devleti kuruldu. Arap-İsrail ve Filistin sorunu bu şekilde üretildi. Osmanlı Devleti’nin bölünmesiyle oluşturulan bu suni ulus devletler kaçınılmaz olarak devletler içinde aşiretlerin, mezheplerin, dinlerin, hanedanların Batı sistemiyle irtibatını sağlamış, onun yönetimi altında bir düzen oluşturulmuştu. İç düzenlerde totaliter ve otokratik yapılar devletlerin başındaydı ve demokrasiden beslenen Batı tarafından desteklenmekteydi. Batı, sert güç kullanımıyla yeni oluşturulan bu devletçikleri kontrol atında tutuyor, demokrasi ve çoğulculuğun ihlal edildiği azınlık yönetimlerinin ayakta kalabilmesi için otokratik yapıları besliyordu. Soğuk Savaş’ın ardından bazı Ortadoğu ülkelerinde de polis devletleri oluştu. Irak’ta Baas Partisi’nin yönetimi ve Suriye rejimi bunun en tipik örnekleridir. Bu antlaşma 400-500 yıl siyasi, iktisadi, idari ve kültürel bütünlük arz eden bölgenin dış müdahaleyle 1900’lü yılların ortalarında Avrupalı ülkeler tarafından sınırları çizilen Ortadoğu ülkeleri, tek tek bağımsız- 6/8 lıklarına kavuştu. Fakat dünya 1945’ten sonra yeni bir sürece girdi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle İngiltere ve Fransa’nın dünya siyasetinden çekilmesinin ardından, dünya kesin çizgileriyle (1945-1947) ABD ve Sovyetler Birliği’nin çevresinde iki kutuplu bir yapıya dönüştü. Bu kutuplaşma güçler dengesini (balance of power) doğurmuş, büyük ve orta büyüklükteki devletlerin hemen hepsi iki blok içinde toplanmıştır. Taraf olan bu devletlerin aralarındaki anlaşmazlık ve çatışmanın doğrudan silah kullanılmadan sürdüğü bu dönem, Soğuk Savaş olarak adlandırılmış ve etkisini tüm dünyada hissettirmiş, hissettirmeye de devam etmektedir. Bu süreçte ilişkiler güç gösterisi üzerinden sürdürülmüştür. Dünya siyasetinde merkezî rol oynayan Ortadoğu, Soğuk Savaş döneminde de gücü elinde tutmak isteyen tarafların çıkar çatışmalarına sahne olmuştur. Temel enerji kaynağı olan petrolün bölgede bol miktarda çıkması, Ortadoğu üzerinde etki kurma mücadelesini körüklemiştir. Petrol, Ortadoğu’daki Amerikan-Sovyet mücadelesinin temel sebeplerinden biri olmuştur. Sovyetler kendisine yetecek miktarda rezerve sahip olmasına rağmen Ortadoğu’daki petrolün Batı’ya akışını engellemeye çalışmış, ABD’de Ortadoğu petrolünün Sovyet kontrolü altına girmemesi için mücadele etmiştir. Bu mücadele hâlâ devam etmektedir. ABD ve şimdilerde Rusya, kendi güçleri için Ortadoğu ülkeleri üzerinden siyaset yürütmektedir. Ortadoğu’da Değişen Dengeler ve Güç Politikaları Ortadoğu, 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta yaşayan 26 yaşındaki seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin eylemiyle sarsıldı. Bir polisin Buazizi’nin tezgâhını dağıtması ve ona şiddet uygulaması, genç adamın herkesin gözü önünde kendisini yakmasıyla sonuçlanmıştı. Geri dönüşü olmayan bu davranış, Ortadoğu’da Arap halk hareketlerinin24 başlangıcı oldu. Bu hareket, Ortadoğu’daki ülkelerin iç siyaset dengelerini alt üst ederken bölgesel dengelerin sömürge döneminde inşa edilen ve sonrasında statükonun bölge ülkelerdeki hâkimiyetlerinin- de sorgulanmasını sağladı. Bu anlamda Ortadoğu’nun son yüzyılda en karışık dönemden geçtiği söylenebilir. Tunus’taki halk hareketinin başlamasından bir ay sonra Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin bin Ali Tunus’u terk etti ve halk hareketi, başladığı ilk ülkede “yumuşak güç” kullanılarak başarıya ulaştı. Tunus’tan sonra Mısır’da başlayan halk hareketleri de kararlılıkla devam etti. 15 Ocak 2011’de başkent Kahire’nin Tahrir Meydanı’nı dolduran kalabalıklar 15 gün boyunca oradan ayrılmadı, ardından Mısır’ı yöneten Hüsnü Mübarek iktidarı bıraktı. Yemen’in ardından Şubat 2011’de Libya’da başlayan hareketlenme ile Kaddafi aşırı güç kullanmış ve demokratikleşme talep eden halka sert bir şekilde karşılık vermişti. 18 Mart 2011’de Fransız ve Amerikan uçakları Kaddafi’nin sert tutumunu kırarak -sözde halkı desteklemek için- Libya’ya saldırdı. Libya’ya büyük oranda zarar veren bu saldırılar sonucunda askerî ve teknolojik altyapı yıkıldı. Diktatör Muammer Kaddafi bu saldırılarda yaralandı ve kendi halkı tarafından linç edilerek öldürüldü. 2011’in başında Suriye’deki halk hareketleriyle başlayan iç savaş ise hâlâ devam etmekte ve dışarıdan yapılan desteklerle daha da derinleşmesi beklenmektedir. Ürdün’de Kasım 2012 itibarıyla bir karışıklık yaşanırken İsrail hükümeti de yaklaşan seçimlerde avantaj sağlamak için Gazze’yi bombalamakta. Dışarıdaki güç dengelerinin Ortadoğu’daki halk hareketini yönlendirmeye çalışması da bölgenin kendi geleceğini tayin etme hakkını tehlikeye atmaktadır. Yumuşak ve akıllı güç kullanarak bölgedeki hareketleri kendi çıkarları doğrultusunda yönetmek isteyen ABD, Rusya, Çin ve Avrupa ülkeleri Soğuk Savaş dönemindeki gibi kamplaşmalara sebep olmaktadır. Binali’nin devrilmesinden önce Tunus’ta dramatik bir şekilde gelişen olaylar karşısında büyük şaşkınlık yaşayan ABD’nin gelişmeler karşısında net bir tutum geliştiremediği ve tereddüt ettiği biliniyor. Ancak Binali’nin devrilmesiyle birlikte ABD Başkanı Obama, Tunus halkını destekleyen bir tutum sergileyerek halkı şaibesiz bir seçim yapmaya ve demokratik bir rejim kurmaya davet etmekte gecikmedi. Bundan sonra ABD, geçici Tunus hükümetinin oluşturulması sürecini yakından takip etti ve Kurucu Ulusal Meclis seçimlerine büyük ilgi gösterdi. Nitekim Binali’nin devrilmesinin üzerinden iki ay geçtikten sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bulunan Ortadoğu Ortaklık Girişimi Ofisi, Tunus’un dönüşümünü desteklediğini bu dönüşüme katkı sağlayacak 20 milyon dolar tahsis ettiğini açıklayarak gösterdi. Ofis bu desteği medya, sivil toplum, siyasi partiler ve diğer alanlar arasında 7/8 bölüştürdü. Girişim Ofisi, ABD’li sivil toplum kuruluşları ve yerel aktörlerle birlikte kararlaştırılan bazı programları aşamalı olarak hayata geçirmek için çalışmalara başladı. Ayrıca ABD, Binali’nin devrilmesinden seçimlerin yapılmasına kadarki süre zarfında, güvenlik alanı dışında kullanılmak üzere, Tunus’a bu dönüşüm sürecine katkı sağlayacak olan 55 milyon dolar yardımda bulundu. 25 ABD sadece Tunus’ta değil halk hareketlerinin yaşandığı diğer ülkelerde diplomasi çalışmalarıyla ekonomik ve siyasi ilişkilerini çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmaktadır. Bölgedeki iki önemli aktör; Türkiye ve İran da halk hareketlenmelerini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmaktadır. Prof. Dr. Peter Jones, İran’ın Arap isyan hareketlerine üç temel perspektif üzerinden yaklaşmaktadır. Bunlardan birincisi dinî lider tarafından da paylaşılan Arap Baharı’nı gerçek anlamda bir İslami uyanış olarak gören yaklaşımdır. İran Dışişleri Bakanlığı ise Arap Baharı’nın Batılı güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda Arap devrimlerini manipüle ve provoke ettiğini öne süren ikinci yaklaşıma yakın durmaktadır. Öte yandan daha bağımsız analizcilerin benimsediği üçüncü yaklaşım; Arap isyan dalgasını yozlaşmış rejimlere karşı gerçekleşen bir halk hareketi olarak görmektedir. İran’da bugün ilk iki yaklaşımın daha yaygın olduğunu belirten Jones, ülkeden ülkeye bu yaklaşımların dış politikadaki ağırlığının arttığını ifade etmektedir. Jones’a göre, İran’ın yumuşak gücü bölgeyi etkisi altına alan isyan dalgasıyla birlikte büyük zarar gördü. Özellikle Suriye krizinin İran’ın bölgesel imajını olumsuz etkilediğini dile getiren Jones, Arap Baharı’nın ardından İran’ın bölgedeki etkisinin daha da azalacağı yorumunda bulundu. Jones bu yorumunu destekleyecek iki unsur belirtti: “Öncelikle Arap Baharı’yla birlikte yükselişe geçen İslami hareketler, artık İran’ın yaptırımlarla daha da güç kaybeden ekonomik ve siyasi modelini benimsememekte, kendi modellerini üretmektedir.” İkinci olarak Arap Baharı’yla birlikte bölgede düşüşe geçen ABD etkisi, Jones’a göre, İran’a fayda sağlamayacaktır. Zira Tunus ve Mısır’da iktidara gelen İslami kökenli partiler, Filistin gibi bölge meselelerini daha çok sahiplenerek, dış politikada daha millî bir duruş sergileyeceklerdir. 8/8 Bu da İran’ın emperyalizm ve Amerikan karşıtı dış politika retoriğinin tekelini kıracaktır. 26 İran, nükleer görüşmelere ve nükleer enerji çalışmalarına devam etmektedir. İsrail’in İran, İran’ın da İsrail üzerinden güç gösterisi yapma yarışı birbirini düşmanlık üzerinden besleyen bir politikaya dönüşmüş görünmektedir. Lübnan’da Hizbullah, kendi meşruiyetinin de sorgulanmasına sebep olacak şekilde Suriye rejimine destek vermektedir. Esad giderse Hizbullah sadece çok önemli bir hâmisini kaybetmiş olmayacak, aynı zamanda Lübnan siyasetinde de mevzi kaybedecek. İsrail’in bu fırsattan yararlanmayı ihmal etmeyeceği açıktır. 27 2003 yılından sonra Türkiye’nin Orta Doğu politikası “komşularla sıfır sorun” üzerine kuruldu. Dört tarafımız düşmanlarla çevrili anlayışından dört tarafımızda partnerlerimiz var anlayışına geçiş sürecinde, Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerde yeni bir döneme girildi. Bir Güneydoğu Asya ülkesi olan Malezya’nın Müslüman ülkeler arasındaki popülaritesini artırmak için 2000’li yıllarda cesurca yaptığı çıkışlar -ki bu çıkışların önemlisi İsrail’in Ortadoğu bölgesindeki meşruiyetini sorgulatan Mahatir Muhammed söylemleri- bir yumuşak güç aracı olarak kullanılıyordu. Türkiye, bölgede yükselen bir trend olma yolunda ilerlerken özellikle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2009 yılında Davos’ta İsrail Devlet Başkanı’na karşı Filistinli insanların haklarını savunmak üzere yaptığı çıkışıyla Ortadoğu ülkelerinin ve Müslüman ülkelerin takdirini topladı. Ayrıca Ortadoğu’nun bir çok bölgesinde çalışma yapan Türkiyeli STK’lar da Türkiye’nin yumuşak gücünü besleyen unsurlar arasında sayılabilmektedir. Özellikle 11 Eylül sonrasında Afganistan, ABD işgalinin ardından Irak, 1948’lerden bu yana sorunlu olan Filistin, son yıllarda Tunus, Mısır, Libya, Suriye’de Türkiyeli STK’lar tarafından gerçekleştirilen insani yardımlar bunlara örnek verilebilmektedir. Bunun yanında son yıllarda Türkiye’deki dizi ve filmlerin Ortadoğu’da gösterime girmesi, Ortadoğu’daki Türkiye algısını yönlendiren etkenler arasındadır. 31 Mayıs 2011 tarihinde İsrail’in Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırıda 9 insani yardım gönüllüsünü katletmesi ve 54 kişiyi yaralamasının ardından Türkiye’nin İsrail’e sert tepki vermesi, bölgede Türkiye’ye olan güveni arttırdı. Türkiye’ye 2003 yılında gelen Arap turist sayısının 431.203’ten 2001 yılında 2.053.104’e yükselmesi algının iyi yönde geliştiğinin bir göstergesi olarak görülmektedir. 28 Suriye’de başlayan halk hareketleri ardından Türkiye ve İran’ın çıkarlarının çatışması ve bölge üzerinde hâkimiyet kurma çabaları, Türkiye’de üretilen bölgede “sıfır sorun” politikasına zarar vermiştir. Yumuşak güç politikasıyla Ortadoğu ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirme yolunda adımlar atan Türkiye, Suriye’de yaşanan iç savaşa karışmakla suçlanmakta ve bölgeye yön vermek isteyen Osmanlı mirası olarak yorumlanmaktadır. Körfezdeki emirlikler, Suudi Arabistan’ın desteğiyle iç hareketlenmeleri bastırırken Hürmüz Boğazı’nın niteliği konusunda Suudi Arabistan’la İran arasında gerilim gün geçtikçe artmaktadır. Suudi Arabistan İran’a karşı silahlanmakta, Ortadoğu ülkeleri sert güç kullanma yolunda adımlar atmaktadır. 9/8 Sonuç Niccolo Machiavelli “The end justifies the means/ Amaç araçları mubah kılar” cümlesiyle uluslararası ilişkilerdeki asıl hedefi ortaya koymuştur. Uluslararası ilişkilerde aktörler realizmin vurguladığı ulusların çıkarlarına göre hareket etmektedir. Çıkarlar için ahlaken yapılmaması gereken birçok şey, atılmaması gereken birçok adım atılabilmektedir. Ortadoğu’nun, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupalı devletler tarafından bölünmesi, parçalanması ve bölgede yapay sınırlar oluşturulması buna örnektir. 1900’lü yılların ortalarında bağımsızlığını kazanmaya başlayan bu ülkelerin Soğuk Savaş dalgasıyla ABD ve Sovyetlerin güç çekişmelerinin arasında savrulmaları, 1917’deki Balfour Bildirisi’yle Ortadoğu’nun, İsrail’in kurulmasına karar veren hegemonik güçlerin dayatmalarına maruz kalması ve şizofren bir İsrail’in tehditleriyle yaşamaları gibi. Bölgede çıkan bol miktarda petrolün hesabını yapan başta ABD ve Rusya da kendi güçlerini artırmak için bölgeyi rahat bırakmayı hiç düşünmüyor. Amaçlarına ulaşana dek bölgede hâkimiyet kurmak için her türlü gücü kullanabiliyor. Dışarıdan müdahalelerle kendi içlerinde ayrışmaya giden Ortadoğu ülkeleri, şimdilerde yeni bir yol arayışına girdi. Arap halkı kendilerini sömüren ülkelerin geride bıraktıkları totaliter rejimlere karşı bir başkal- 10/8 dırı gerçekleştiriyor. Arap Baharı olarak adlandırılan bu yeni durum 2010 yılında Tunuslu bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başladı. Bölgede, özgürlük ve adalet arayışı olarak ortaya çıkan bu halk hareketleri, sonrasında Mısır’a, Yemen’e, Libya’ya ve Suriye’ye ve son zamanlarda küçük ölçekli de olsa Ürdün’e sıçradı. Tunus ve Mısır’da yumuşak güçle iktidar değişikliği yaşandı, ülkeyi yönetenler halkın isteklerine boyun eğmek zorunda kaldılar. Sert güç kullanılan Libya’da iktidar Batı’nın “yardımı”yla devrildi, Suriye’de ise iktidar-halk çatışması halen devam ediyor. Bölge son yüzyılda en hareketli dönemini yaşıyor. Ortadoğu’da Soğuk Savaş dönemi boyunca ve sonrasında devam eden ABD-Rusya arasındaki güç çekişmeleri mevcudiyetlerini korumak için halk isyanlarını teşvik eden veya bastıran stratejiler ve siyaset güdüyor. Yine bu çekişmelerin bölgede belirginleştirdiği diğer aktörler; İran, İsrail ve belki Türkiye, Ortadoğu siyasetinde güç dengelerini (ABD-Rusya) farklı merkezlere yayacağa benziyor. Kendi kaderini tayin etme hakları bu güç dengelerinin arasında hapsedilen Arap halkları, bundan sonra nasıl bir yol izleyecek, halkın talepleri hangi yönde yerine getirilecek ve yeni güç dengeleri nasıl oluşacak bunu ilerleyen günlerde, Ortadoğu’daki bu tarihî olayın şahitleri olarak, hep birlikte göreceğiz. Sonnotlar 1 Niccolo Machiavelli, Hükümdar, İstanbul: Şule Yayınları, 2007, s. 43. Ortadoğu (Middle East) kavramını ortaya atarlar. Kavramın kullanılmaya başlanmasının temelinde yatan sömürgeci kaygılar bu bölgenin geleceğinin şekillenmesinde etkin rol oynar. Atilla Eralp, Devlet ve Ötesi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2011, s. 53. 2 Yrd. Doç. Dr. Haluk Özdemir, “Uluslararası İlişkilerde Güç: Çok 3 Ömer Turan, Tarihin başladığı nokta Ortadoğu, İstanbul: Step 20 Boyutlu Bir Değerlendirme”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, cilt 63, no. 3, 2008, s. 117. Ajans, 2002, s. 15. 21 Ahmet Emin Dağ, Uluslararası ilişkiler ve Diplomasi Sözlüğü, Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları, İngiliz hükümeti adına Mark Sykes ile Fransız hükümeti adına Georges Picot tarafından imzalanan 16 Mayıs 1916 tarihli gizli antlaşma ile paylaşılmıştır. Buna göre Fransa Suriye, Lübnan, Kilikya ve Musul bölgelerini; İngiltere ise Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i eline geçirmekteydi. Filistin’in geriye kalan toprakları üzerinde uluslararası bir rejim ve sınırları belli olmayan bir de Arap devleti kurulacaktı. Gerçekte, Sykes-Picot Antlaşması, İngiltere’nin daha önce Araplarla yaptığı Ortadoğu düzenlemelerine aykırı düşmekte, İngiltere’nin ikiyüzlü dış politikasını göstermekte ve bölgede bugüne kadar sürecek anlaşmazlık tohumlarını atmaktaydı. Çünkü İngiltere Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmalarını sağlamak ve böylece yükünü hafifletmek için Arapları kendi yanına almayı tasarlamış ve bunun için de Mekke Şerifi Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Mc Mahon arasında, şimdi İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmış bulunan topraklar üzerinde, bir Arap krallığının kurulması yönünde bir antlaşma imzalanmıştı. Öteki gizli antlaşmalarla birlikte Sykes-Picot antlaşmasının da Bolşevikler tarafından 1918 ilkbaharında açıklanması, özellikle Ortadoğu’da büyük karışıklıklar çıkaracak ve bir yanda Araplarla öte yanda diğer Batılı devletlerle arası açılacaktır. Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’E, İstanbul: İmge Kitabevi, 2008, 17. Baskı, s. 382-383. 4 İstanbul: Anka Yayınları, 2004, s. 370. Karen A. Mingst, Essentials of Internatioanl Relations, New York: London: Norton Company, Fourth Edition, 2008, s. 107. 5 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, http://www. kisiseldepresyonanlari.com/2010/12/09/uluslararasiiliskiler-teorileri-tayyar-ari-4/ 6 Haluk Özdemir, Uluslararası İlişkilerde Güç: Çok Boyutlu Bir Değerlendirme. 7 Walter Carlsnaes, Thomas Risse & Beth A. Simmons (ed.), Handbook of International Relations, London: Sage Publications, 2005, s. 177. 8 Brian C. Schmidt, Competing Realist Conseptions of Power, 9 Millennium: Journal of International Studies, Vol. 33, no. 3, 2005, s. 527. Bekir Aydoğan, Güç Kavramı ve Kamu Diplomasisi, Ekopolitik 10 Uluslararası İlişkiler Masası, Rapor no. 11-02, Haziran 2011, s. 11. Cengiz Çandar, Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul 22 11 Karen A. Mingst, Essentials of Internatioanl Relations, New Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. York: London, Norton Company, Fourth Edition, 2008, s. 109. 2 23 Russett, Starr, Kinsella, World Politics: The Menu for Choice, 12 2000, s. 94. Çağrı Erhan, Dış Politikanın Yürütülmesinde Askerî Gücün Önemi, 13 15.08.22012 http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2756 14 Niccolo Machiavelli, Hükümdar, Şule Yayınları, İstanbul, 2007, s. 70. Joseph S. Nye, Jr., Soft Power, Hard Power and Leadership, 15 27.10.2006, http://www.hks.harvard.edu/netgov/files/talks/ docs/11_06_06_seminar_Nye_HP_SP_Leadership.pdf 16 Bu kavram; Arap Baharı, Arap Uyanışı, Arap İsyanı, Arap Devrimi 24 olarak da adlandırılmaktadır. Batı’da kullanılan mevsimsel adlandırmanın politik olduğu ve bu hareketin yönünü değiştirerek kış, yaz, sonbahar olarak Batı’nın çıkarları doğrultusunda manipüle edilebileceği kanaatiyle kavramın bu çalışmada Arap Hareketleri olarak kullanılması uygun görülmüştür. Iain Mclean, Alistair Mcmillian, The Concise Oxford Dictionary of Politics, United States, Oxford University Press, s. 433. 17 Niccolo Machiavelli, Hükümdar, İstanbul: Şule Yayınları, 2007, s. 93. 25 Richard L. Armitage & Joseph S. Nye, Jr., CSIS COMMISSION ON 26 18 SMART POWER: A smarter, more secure America, http://csis. org/files/media/csis/pubs/071106_csissmartpowerreport.pdf Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından Siyonist lider Lord Rotschild’e gönderilmek üzere kaleme alınmıştır. İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması için tüm imkân ve çabalarını kullanacağını açıklayan belgenin vaatleri; Filistin’de ulusal vatanın temini konusunda İngiliz desteği, ve iş birliği, Filistin’de Yahudi olmayan bir ülkedeki Yahudilerin sahip olduğu haklara ve statüye zarar verecek herhangi bir şeyin yapılmaması yönündeydi. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2787 h t t p :// w w w. s e t av. o r g /p u b l i c/ H a b e r D e t ay. a s px?Dil=tr&hid=132268&q=iran-arap-baharina-nasil-bakiyor http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2744 27 19 Ortadoğu kavramı birçok siyasi kavram gibi ilk olarak 20. yüzyılın başlarında İngilizler tarafından kullanılmaya başlanır. Yakın Doğu kavramının (Near East -o dönem için Osmanlı Devleti’nin kapladığı coğrafya) yetersiz kaldığını düşünen İngilizler, Osmanlı Devleti’yle Hindistan arasında kalan bölgeyi kapsayacak Cüneyt Mengü, “Türkiye - Arap Dünyası Turizm İlişkilerinde 28 Durum ve Beklentiler”, Ortadoğu Analiz, Haziran 2012, Cilt 4, Sayı 42, s. 106; http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/ Yazilar/Dosyalar/2012615_cuneytmengu.pdf 11/8 Kaynakça Arı, Tayyar. Uluslararası İlişkiler Teorileri, http://www. kisiseldepresyonanlari.com/2010/12/09/uluslararasi-iliskilerteorileri-tayyar-ari-4/ Armitage, Richard L. & Nye, Joseph S. CSIS COMMISSION ON SMART POWER: A smarter, more secure America, http://csis. org/files/media/csis/pubs/071106_csissmartpowerreport.pdf Aydoğan, Bekir. Güç Kavramı ve Kamu Diplomasisi, Ekopolitik Uluslararası İlişkiler Masası, rapor no. 11-02, Haziran, 2011. Carlsnaes, Walter. Risse, Thomas. & Simmons, Beth A. (eds.), Handbook of International Relations, London: Sage Publications, 2005. Çandar, Cengiz. “Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen”, İstanbul Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. Dağ, Ahmet Emin. “Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü”, İstanbul: Anka Yayınları, 2004. Machiavelli, Niccolo. Hükümdar, İstanbul: Şule Yayınları, 2007. Mclean, Iain, Mcmillian, Alistair. The Concise Oxford Dictionary of Politics, United States: Oxford University Press. Mengü, Cüneyt. “Türkiye - Arap Dünyası Turizm İlişkilerinde Durum ve Beklentiler”, Ortadoğu Analiz, Sayı 42, Haziran 2012. http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/ Dosyalar/2012615_cuneytmengu.pdf Mingst, Karen A. Essentials of Internatioanl Relations, New York: London, Norton Company, 2008. Nye, Joseph S. Jr. Soft Power, “Hard Power and Leadership”, 27.10.2006. http://www.hks.harvard.edu/netgov/files/talks/ docs/11_06_06_seminar_Nye_HP_SP_Leadership.pdf Özdemir, Haluk. “Uluslararası İlişkilerde Güç: Çok Boyutlu Bir Değerlendirme”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 63, 2008. Russett, Starr, Kinsella, World Politics: The Menu for Choice, 2000. Eralp, Atilla. Devlet ve Ötesi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2011. Sander, Oral. Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 2008. Erhan, Çağrı. “Dış Politikanın Yürütülmesinde Askerî Gücün Önemi”, 15.08.2012. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2756 Schmidt, Brian C. “Competing Realist Conseptions of Power, Millennium: Journal of International Studies”, Vol. 33, no. 3, 2005. -------. Son Yüzyılın En Kanlı ve Karışık Orta Doğu’su, 02.08.2012. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2744 Ferhavi, Fuad. “ABD’nin Tunus’a Artan İlgisi: Görünenler ve Nedenler”, 22.09.2012. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=2787 12/8 Seta Panel, İran Arap Baharına Nasıl Bakıyor?, 7 Kasım 2012. http://www.setav.org/public/HaberDetay. aspx?Dil=tr&hid=132268&q=iran-arap-baharina-nasil-bakiyor Turan, Ömer. Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, İstanbul: Step Ajans, 2002.