Rusya'yı ve Ordusunu Doğru Tanıyor Muyuz? Açıklama: Kategori: Köşe Yazıları Eklenme Tarihi: 23 Şubat 2016 Geçerli Tarih: 18 Temmuz 2017, 17:47 Site: gazete anamur URL: http://www.gazeteanamur.com/yazar.asp?yaziID=2578 Rusya’yı ve Ordusunu Doğru Tanıyor Muyuz? “Uçak krizi”yle başlayan, gün geçtikçe tırmanan ve “Halep kuşatması”yla zirveye çıkan gerginlik, Rusya’yı yakından tanımayı zorunlu kılıyor. Bir “Türkiye-Rusya savaşı”ndan söz ediliyor. Bu ihtimali, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande gibi en yetkili ağızlar dile getiriyor. NATO üyesi Lüksemburg’un Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, “Türkiye’nin Rusya’yı askerî bir gerginliğe kışkırtması halinde NATO’ya güvenmemesi gerektiğini” söylüyor. Asselborn, “NATO müttefiklerini temsilen konuştuğunu” da ekliyor. “Savaş” ihtimali zayıf da olsa, bunları, o ihtimale karşı, “kuvvetli” ikazlar olarak görüyorum. Öte yandan, Lüksemburg Dışişleri Bakanı’nın sözlerinde çok dikkat çekici bir bölüm var: “Türkiye’nin Rusya’yı kışkırtması”! Türkiye, Rusya’yı kışkırtıyor mu? Nasıl kışkırtıyor? “Uçak krizi” üzerinden 3 aya yakın bir süre geçtiğine göre, Asselborn’un kastettiği o olmasa gerek! Peki, neyi kastediyor olabilir? Suriye’nin 40 kilometre içlerine kadar uzanan “topçu ateşi”ni mi? Bir başka kışkırtıcı unsur Azez kasabası mı? Başbakan’ın, Azez için, “Kasabanın YPG güçlerinin eline geçmesine asla izin verilmeyecek” uyarısında bulunduğunu biliyorsunuz. Bu ancak oraya girilerek sağlanabilir demiştik (18/02). Şimdilik, Türkiye kendisi girmiyor, Azez’e, “Suriye’li muhalif savaşçıları” gönderiyor. Kaç gündür dile getirilen bu iddiayı, nihayet, tecrübeli ve çok temkinli dış politika yazarı Sami Kohen de köşesine taşıdı: “500 muhalif savaşçının Türkiye’den Azez bölgesine sevkiyatı yapıldı. Bunun artması söz konusu”. (Milliyet, 20/02) Bu da Rusya’yı kışkırtıcı bir unsur sayılabilir mi? Kohen, öte yandan, aynı yazısında, “Türk Ordusu Suriye’ye girmeyecek” diyor. Gelgelelim, tecrübeli ve temkinli yazarın verdiği güvence benim endişelerimi gidermiyor. Evet, “düzenli”, “planlı” ve “ilan” edilerek bir “cephe savaşı”na girilmeyeceğini ben de biliyorum. Fakat “gerilim” öyle bir noktaya tırmanabilir ki “kıyamet”in kopması için bir kıvılcım “yeterli” olabilir! Meselâ; Suriye’ye sevk edilecek “muhalif savaşçıların sayısının artması” ne demek? Türkiye’de daha çok “Suriyeli muhalif savaşçı” var demek! Bunlar “gerekçe” gösterilerek veya bahane edilerek, Suriye tarafından da Türkiye’ye “atış”lar gelebilir mi? Hadi, iyimserliğimiz üzerimizde olsun ve böyle “direkt” atışların olmayacağını varsayalım… Fakat “Ankara patlaması” gibi hadiselerin artmasından kaygı duymayalım mı? Hatta “can yakıcı” “kaza”ların vaki olabileceğini hiç aklımıza getirmeyelim mi? Elbette “Ankara katliamı”nı Rusya yaptı demiyorum ama böyle eylemler yapabilecek, yaptırabilecek imkân ve kabiliyette olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Dolayısıyla, “gerginliğin” diğer tarafı olan Rusya’yı iyi okumamız lâzım! “Hasmımız” nasıl bir güç ve bu güç neler yapabilir, doğru hesaplamamız lâzım! Bölgeye ve dünyaya bakışını, imkân ve kabiliyetlerini iyi bilmemiz, görmemiz lâzım! Meselâ, “Biz Rusya’nın değil Suriye’nin topraklarını dövüyoruz, bundan Rusya’ya ne? Rusya bundan niçin tahrik olsun?” dersek büyük yanılgıya düşeceğimizi bilmeliyiz. Çünkü Rusya, Tartus Üssü’ne yerleştiği 1970’lerden beri Suriye’yi kendi toprağı gibi görüyor. 30 Eylül 2015’ten beri ise, bunu anlamayanlara, en yüksek sesle ilan ediyor. Yani, içimize sinse de sinmese de, sınırlarımızın güneyinde bütün ağırlığıyla Rusya var. x x x ‘Dış politika, dayandığı askerî güçten daha kuvvetli olamaz’ Rusya’yı yönetenler; gidecek ama Rus Ordusu komşumuz daha demokratik değişmeyen unsur, Rusya olacak. Putin, Medvedev, Lavrov vd. bir gün kalacak. Hatta rejim değişebilir, kuzey bir yönetime kavuşabilir… Bu şartta dahi Devleti’nin “savaş makinesi”, ordusu Aynı durum bizim için de geçerli… Yöneticiler değişecek, ordunun komutanları da değişecek ama devletin belkemiği Silahlı Kuvvetler kalacak. Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün “Strateji ve Güvenlik” ders kitabına girmiş bir makalesi ve onun içinde bir sözü var. Diyor ki Büyükelçi; “Ne kadar yetenekle yürütülürse yürütülsün dış politika dayandığı askerî güçten daha kuvvetli olamaz.” (Milliyet, 27 Kasım 1994) Rusya, bugün milletlerarası arenada bir şeyler yapıyorsa, bunu elbette devletinin büyük askerî gücüne dayanarak yapabiliyor. Tarihte böyle yaptı, bundan sonra da öyle yapacak. Bugünlerde, gerek yazılı ve görsel medyada, gerekse sosyal medyada “savaş çığırtkanlığı”na, “vururuz, kırarız, gireriz” gibi kışkırtmalara-alkışlamalara sıkça rastlanıyor. Türkiye’nin “reaktif” (ne demekse?), “atak”, hatta “gözü kara” bir dış politika uyguladığı yazılıp çiziliyor. Güzel! Güzel de karşınızdakinin “gözü ak” politika uyguladığını nereden çıkarıyorsunuz? Ya sizden daha “gözü kara”ysa! Bunu anlamak için yüzlerce yıl öteye gitmeye, derin “analiz”ler yapmaya da hiç hacet yok… Rusya’nın, sadece son 1-2 sene içinde yaptıklarına bakmak yeterli. Meselâ, Suriye’deki “aktivitesi” bir fikir vermiyor mu? Ya Ukrayna’daki hamleleri, hele hele, birkaç saatlik bir oldubittiyle Kırım’ı ilhak edivermesi! Ne dersiniz? Bunlar az “gözü kara” iş ve eylemler mi? x x x “Barış” her iki ülkenin de menfaatinedir “Uçak krizi”yle başlayan gerginliğin sonucu ortada: Her iki ülkenin de ekonomik, sosyal ve kültürel olarak ne kadar zarar gördüğü, görmekte olduğu son derece açık! Bu zararlara bir de “askerî” boyut eklemek akıl kârı mı? Böyle bir “çatışma” felaket olmaz mı? Uluslararası ilişkilerde “duygusallığın”, “takıntı”ların yeri ve anlamı yoktur. Akıl ve mantık, her iki ülkenin çıkarının da “barış”ta, barışmakta olduğunu âdeta haykırıyor. Bu feryada kulaklarımızı tıkamayalım. Buna kulaklarını tıkayanlar tarih önünde sorumlu olacaklardır. İstenirse, barışmanın şartları oluşturulabilir, yolları bulunabilir. Bizim naçizane bir tavsiyemiz, geçen haftaki, “Rusya-Türkiye nasıl barışır? Bir kazankazan önerisi” başlıklı makalemizde mevcuttur. İsmail Hakkı Cengiz hacengiz@gmail.com