3.ÜNİTE VARLIK FELSEFESİ(ONTOLOJİ) Varlık felsefesinin konusu: Varlık felsefesinin konusu varlıktır. Varlık, var olan her şeydir. Bu anlamda varlık ikiye ayrılır: 1.Gerçek varlık: Taş, toprak, insan gibi somut varlıklardır. Bunlar insan bilincinden bağımsızdır. 2.İdeal(Düşünsel) varlık: Üç, beş, pi, prizma gibi insan bilincinde olan ve insana bağlı olan varlıklardır. Yani düşünen insan olmasa bu varlıklar da olmaz. Gerçek varlık, gerçekliğini nesnelerden, olaylardan, kişilerden alır. Uzayda yer kaplar, zaman içinde değişir ya da yok olur Düşünsel varlık ise duyularla algılanamayan, uzay ve zaman dışı olan ve gerçekliği(somutluğu) bulunmayan şeylerdir. Bunlarda oluş ve değişme yoktur. Hep aynı kalırlar. Varlık felsefesi her iki türden varlığı da kendisine konu edinir. Varlığın ne olduğunu, özünü veya ana maddesini, ilk nedenlerini, var olup olmadığını araştıran felsefe dalına varlık felsefesi veya ontoloji denir. Ontoloji, ontos(varlık) ve logos(bilim) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş olup, varlık bilimi veya varlık felsefesi anlamlarına gelir. Aristotales felsefeyi “var olanların bilimi” diye tanımlar ve ona “ilk felsefe”(prote philosophia) der. Ontoloji varlık bilimi anlamına gelir ve en genel bilim olduğu kabul edilir. Aristotales, metafizik terimini bu anlamda kullandığından ontoloji ve metafizik uzun süre aynı anlamda kullanılmıştır. Aristotales’ten sonra metafizik Tanrı, ruh gibi konuları ele aldığından “duyularla kavranamayan şeylerin bilgisi” olarak görülmüştür. Ortaçağda metafizik ve ontoloji aynı anlama geliyordu. Çünkü varlıktan Tanrı, ruh ve evren anlaşılıyordu ve metafizik bunları kanıtlamalıydı. Kant “Salt Aklın Eleştirisi” adlı eserinde metafiziğe karşı olumsuz bir tutum takınmıştı. Kant’a göre Tanrı, ruh gibi konular aklın cevaplayabileceği sorular değildi. Pozitivistler bu görüşü devam ettirdiler. Ancak Hegel, Bergson gibi filozoflar metafiziğe karşı olumlu düşündüler. Metafiziği gerçekliğin bütününü, özünü kavrayan bir etkinlik olarak gördüler. Nicolai HARTMAN metafiziği problem metafiziği haline getirdi. Ona göre bilimlerde ve felsefede cevaplanamayan sorular metafiziğin konusu olmalıydı. Hartman, metafiziğin konusunun bilinmeyen sonuna kadar çözülemeyen ve çözülmesi imkansız olan problemlerden oluştuğunu söylemiştir. Metafizik ve ontoloji arasına kesin bir sınır koyulamaz. Ontoloji “Varlık var mıdır?” sorusuyla işe başlar. Metafizik ise varlığı kabul eder ve temel ilkelerini araştırır. Ontolojinin konusu yalnızca var olanlarla ilgilidir. Metafizik ,” var olan” yanında “fizik ötesi” ile de ilgilenir. Bu nedenle metafizik konusu itibariyle ontolojiden daha kapsamlıdır. Metafizik, “Meta ta Physika” (Fizik ötesi-Doğa ötesi) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Tanrı, evren, ruh alanında sorular sorar. (Ruh nedir? ,Ölüm sonrası yaşam var mıdır? ,evrenin başı/sonu var mıdır? ,Evren kendiliğinden mi oluşmuştur? Yoksa bir yaratıcısı var mıdır? ,Evrenin başı/sonu varsa evren olmadan önce ne vardı? ,Yok olunca ne olacak? Vb.) İspatlanması ya da çürütülmesi mümkün olmayan bu soruları akıl ne çözebilmekte, ne de yok sayabilmektedir. 22 BİLİME GÖRE VARLIK Bilim varlığın var olup olmadığını sormaz. Bilim varlığı var kabul eder. Ayrıca bilim varlığı parçalara bölerek inceler. Yani farklı bilim dalları (astronomi, fizik, kimya, biyoloji gibi ) varlığın kendi alanına giren konularını inceler. Varlığı yöneten ilkeleri, yasaları, kanunları bulmaya çalışır. Bilim doğrudan gizlenemeyen nesneleri de (atom vb.) var kabul eder. Bilime göre varlık insan zihninin dışında, maddi olarak var olan bir şeydir. Bilimin ele aldığı nedensellik ilkesine(determinizm) göre açıklar. Her olayın bir nedeni vardır. Bilim varlığı araştırırken indirgemeci ve seçicidir. FELSEFEYE GÖRE VARLIK Felsefe genel olarak varlık kavramıyla ilgilenir. Varlığı bütünsel bir bakış açısı ile ele alır. Oysa bilimler varlığı parçalara ayırıyordu (fizik, kimya, biyoloji gibi). Felsefe, “Varlık var mıdır? “ sorusu ile işe başlar. Bilim ise varlığı var kabul ediyordu. Felsefe “Varlık varsa hangi cinstendir?” sorusunu sorar. Felsefe, varlığı akıl yoluyla çözümlemeye çalışır. Bilimler ise akıl yanında gözlem ve deneye de başvuruyordu. Felsefe hem somut hem de düşünsel varlığı konu edinir.Oysa bilimler sadece somut varlığı konu edinir. FELSEFENİN VARLIKLA İLGİLİ TEMEL SORULARI Ontolojinin(varlık felsefesi) temel sorusu “Gerçekte bir şey var mıdır?”(Varlık mıdır?) sorusudur. Ancak ilk çağ filozofları bu soruyu sormamıştır. Onlar varlığın var olduğunu kabul etmiş ve varlığın ne olduğunu araştırmışlardır. İlk filozof kabul edilen Tales(625–545) varlığın ana maddesinin (arkhe) su olduğunu söylemiştir. Anaximandros(610–546) varlığın sınırsız ve sonsuz bir maddeden(aperion) meydana geldiğini ve yine ona döndüğünü savunmuştur. Anaximenes(585–525) ‘e göre ana madde havadır. İlk düşünürlere göre varlık kendiliğinden vardır. Varlığın olup olmadığını tartışmak gerekmez. Buna “naiv realizm” (saf gerçekçilik) denir. VARLIĞIN NİCELİĞİ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLER Niceliksel anlamda varlık bir midir?Yoksa birden çok mudur?Bu soruya şöyle cevaplar verilmiştir. 1)Monizm(Tekçilik) :Var olan her şey tek bir gerçeklikten oluşmuştur. Örneğin,Thales’e göre her şey sudan oluşmuştur. 2)Dualizm(İkicilik) :Varlık anlayışı olarak birbirine indirgenemeyen iki varlık ilkesinin olduğunu kabul eder. Örneğin,Descartes’a göre varlığın temelinde iki ayrı töz bulunur.Bunlar madde ve ruhtur. 3)Pluralizm(Çokçuluk) : Gerçekliğin açıklamasının birden çok ilkeyle mümkün olduğunu ileri süren görüştür.Örneğin Empedokles’e göre ana madde toprak,ateş,hava ve sudur. 23 VARLIĞIN VAR OLUP OLMADIĞI PROBLEMİ a.Nihilizm(Hiççilik): Sofistler başta olmak üzere bazı düşünürler varlığın var olmadığını savunur. Bu görüşe Nihilizm(Hiççilik) denir. Nihilizme göre varlığın nesnel bir temeli yoktur. Nihilistler varlık konusundaki bu tavrını bilgi ve ahlak konusunda da sürdürür. (Herkesin kabul edebileceği doğru bilgi yoktur. Ve evrensel ahlak yasaları (ilkeleri) yoktur. ) Nihilist filozof Gogias(M.Ö. 483-376) görüşlerini üç cümle ile özetlemiştir: 1. Hiçbir şey yoktur. 2. Olsa da bilemezdik. 3. Bilsek bile başkasına bildiremezdik. Taoizm: M.Ö. 6. yüzyılda Çin’de Lao Tse tarafından ileri sürülmüş bir görüştür. “Tao” yol, doğruluk, yaratıcı ilke, evrenin düzeni, mutlak kudret” anlamına gelir. Tao, görülmez, işitilmez, kavranmaz, mahiyeti anlaşılmaz. Tao ancak hissedilir. Tao bütün değişimlerin ardında yatan ilkedir. Ancak bu ilke betimlenemez; tanımlanamaz. Tao deneyle ya da düşünceyle bilinemez. O ancak mistik yaşantı ile kavranır. Friedrich Wilhelm NİETZSCHE(1844–1900): Nietzsche Alman ahlakından yola çıkarak var olan bütün ahlaklara, Alman dini Hıristiyanlıktan yola çıkarak bütün dinlere karşı çıkar. Toplumsal değer ve normların insanı köleleştirdiğini savunarak onları reddeder. b.Realizm(Gerçekçilik): İnsan zihninden bağımsız bir gerçekliğin var olduğunu savunan görüşe realizm denir. Realizm dış dünyadaki her şeyin insan zihninden bağımsız olarak var olduğunu savunur. Bu görüşün karşıtı olan görüşe ise idealizm denir. İdealizm varlıkların yalnızca insan zihninde var olduğunu, zihin dışında var olamayacağını ileri sürer. Böylece varlık felsefesinin ikinci önemli sorusu “Varlığın mahiyeti(içeriği) nedir?” sorusu gündeme gelir. Filozoflar bu soruya varlık oluştur, varlık ideadır, varlık maddedir, varlık hem idea(ruh) hem maddedir, varlık fenomendir gibi cevaplar vermişlerdir. 24 VARLIK FELSEFESİNİN SORDUĞU SORULAR Varlık var mıdır? Varsa mahiyeti nedir? Varlık değişken midir? Varlık bir midir? Çok mudur? Evrende bir düzen var mıdır? Evrende özgürlük var mıdır? Evren sonlu mudur? Sonsuz mudur? “Varlık var mıdır?” sorusuna “Varlık vardır(realizm)” şeklinde bir cevap verildiğinde ikinci bir soru ile karşılaşıyoruz : “Varlık nedir? (Varlığın ne olduğu problemi)”. Bu soruya aşağıdaki gibi cevaplar verilmiştir: a.Varlığı “oluş” olarak kabul edenler: Herakleitos(M.Ö: 540–480) :Ona göre evrenin ana maddesi(arkhe) ateştir. Evren de sürekli bir oluş ve değişme içindedir. Herakleitos bunu “Her şey akar(Pante rei).” sözüyle özetler. Yani bu dünyadaki hiçbir şey olduğu gibi durmaz. Her şey, her zaman değişir. “Bir ırmağa iki kez girilmez.” sözüyle bu değişimi anlatmaktadır. Herakleitos aynı zamanda “karşıtların birliği” düşüncesini de savunur. Evrendeki değişme karşıtların savaşı olarak bize gözükür. İyi-kötü, gece-gündüz, yaz-kış, savaş-barış vb. Evrendeki değişme, oluş süreci gelişigüzel gerçekleşmez. Her şeyi düzenleyen “logos(tanrısal akıl)”tur. Evrende karşıtların birliğinden oluşmuş bir düzen vardır. Örneğin; yaşam dişi ve erkekten oluşur, otun yok olması koyunun yaşamasını sağlar. Bu görüşüyle diyalektiği ortaya koyan ilk düşünürdür. Alfred Nort WHITEHEAD(1861–1947):Statik varlık anlayışına karşı çıkar ve evrende sürekli bir oluş ve değişimin olduğunu söyler. Varlığı anlamak için doğaya yönelmek gerekir. Doğa mekanik, soyut ve yapma bir varlık değil, dinamik ve canlı bir oluştur. Bu oluş içinde her şey birbiri ile ilişkilidir, birbirine bağımlıdır. Doğanın iki özelliği vardır. Bunlardan biri yaratıcılık, diğeri de sürekliliktir. b.Varlığı “idea” olarak kabul edenler: Varlığın ilk ve en önemli ögesinin idea(düşünce) olduğunu öne süren öğretiye felsefede idealizm denir. İdealizm var olan her şeyi düşünceye dayandıran insan düşüncesinden bağımsız bir gerçekliği ya da nesneler dünyasını yadsıyan(inkar eden) felsefi öğretidir. PLATON(M.Ö: 427–347): Platon’a göre iki ayrı dünya vardır: 1.İdealar dünyası 2.Fenomenler(Görünüşler) dünyası İçinde yaşadığımız evren fenomenler ya da nesneler evrenidir. Bu evrenin bilgisini duyu organlarımızla elde ederiz. Anca bu bilgi aldatıcıdır. Nesneler dünyasında hareket, değişim, oluş ve bozuluş vardır. Bu evrenin bilgisi duyusal olduğu için yaratıcı ve eksiktir. Oysa asıl bilgi Platon’a göre ideaların bilgisidir. Çünkü asıl gerçek idealar evrenidir. Platon’a göre bu evrende her şeyin (insan, hayvan, at, bitki, iyilik, güzellik, varlık vs.) idealar dünyasında birer ideası vardır. Bu evrende duyularla algılanan ne varsa idealar evreninde var olan kendi ideasından pay alır. Çünkü bu evrendeki her varlık, idealar evrenindeki ideaların gölgesi ve görüntüsüdür. İdealar eksiksiz ve yetkin varlıklardır. Onların öncesi ve sonrası yoktur. Şekil ve sayı bakımından değişikliğe uğramazlar. 25 ARİSTOTALES(M.Ö. 384–322):Aristo’ya göre dış dünyadaki varlıklar iki öğeden meydana gelmiştir. 1.Madde(beden) 2.Form(idea) Aristo’yu hocası Platon’dan ayıran en önemli özelliği onun formları, nesnelerin üstünde mutlak bir varlık olarak değil, bizzat nesnenin özü olarak kabul etmesidir. Gerçekte var olan nesnelerin içindeki bu özlerdir. Aristotales genel kavramların varlıkların içindeki özler olduğunu savunur. Aristo’ya göre herhangi bir şeyin var olması için genel bir ideanın olması zorunlu değildir. Çünkü gerçek var oluş bireyseldir. Aristo idea’ya form adını vermiştir. Ona göre formsuz bir madde düşünülemez. Madde bir olanaktır. Form bu olanağın gerçekleşmesini sağlar. Örneğin tahta bir maddedir ve masa olma olanağı taşır. Masa formu onun masa haline gelmesini sağlar. Hiçbir oluşum madde ve formsuz olamaz. Aristo’ya göre en yüksek varlık salt formdur. Salt form ise maddesizdir. Ve mutlak mükemmelliktir. Öncesiz ve sonrasız, mutlak mükemmelliği olan her şeye ilk hareketi veren idea Tanrı’dır. Bütün varlıklar oluşlarını bu salt formdan almıştır. FARABİ (M.Ö. 870–950):Farabi varlığı ikiye ayırır: 1.Zorunlu varlık(Tanrı-Vecib’ül Vucud) 2.Mümkün varlık(Tanrı dışındaki her şey) Zorunlu olan Tanrı var olmak için başka bir varlığa ihtiyaç duymayan varlıktır. Maddeden ve biçimden bağımsızdır. Tanrı tüm varlıkların nedenidir. Farabi, varlığı Tanrı’dan taşma ile (sudur etme) oluşan bir akıl teorisi ile temellendirir. Tanrı ilk varlıktır. Ondan on akıl taşar. Bu on akıl madde taşımaz. Onuncu akıldan mümkün varlıklar meydana gelir. Mümkün varlıklar madde taşır.Tanrı’ya en uzak olan varlık belirsiz olan maddedir. George Wilhelm Friederich HEGEL (1770–1831): Hegel’ de tüm evren bir ilkenin, bir temelin kendini açması, belli bir amaca doğru gelişmesidir. Her şeyin temelinde bulunan bu ilkeye Hegel, “geist(ide, akıl, töz ya da ruh)” der. Asıl varlık olan ide önce kendi kendine gizli olan gücünü henüz gerçekleştirmemiştir (tez aşaması). Ancak kendini bilmesi, tanıması için gerçeklik kazanması gerekir. Bu gerçekliği doğa ile kazanır(Anti tez aşaması). Doğa oluş dünyasıdır. İde doğada gerçeklik kazanmış ancak özgürlüğünü yitirmiştir.İde, doğadan sonra insan aklında son şeklini bularak gerçekleşir ve kendi bilgisine ulaşır. Yani ide özgürlüğü kazanmak için ruhsal ve tinsel dünyaya, kendine geri döner(sentez aşaması). Sentez aşaması üç basamakta gerçekleşir: 1.Tek tek insanların yaşamında gerçekleşir. (öznel ruh) 2.İde kendisini tarih, toplum ve devlet olarak gerçekleştirir(nesnel ruh). 3.İde din, sanat ve felsefeyle gerçekleşir. İde böylece kendi kendini tanımış olur. Bu felsefeye diyalektik idealizm denir. George BERKELEY(1695–1753): Berkeley’e göre “var olmak algılanmış olmaktır”. Herhangi bir şeyin varlığı, zihinde tasarlanıp algılanmasından ibarettir. 26 c.Varlığı “madde” olarak kabul edenler: Tek gerçekliğin madde olduğunu ve her şeyin maddeden oluştuğunu söyleyen felsefi materyalizm denir. Materyalistlere göre ilk ve tek varlık maddedir. Düşünce maddeden sonra gelir ve varlığı maddeye bağlıdır. Materyalizm ikiye ayrılır: 1.Demokritos, Thomas Hobbes, De la Mattrie (mekanik materyalistler) 2.Karl Max (diyalektik materyalizm) varlıklar, maddenin çatışma ve etkileşimi sonucu oluşur. DEMOKRİTOS(M.Ö. 460–370): Varlığın atomlardan meydana geldiğini söyler (atom=bölünemeyen). Atomlar sonsuz sayıda ve sonsuz küçüklüktedir. Atomlar boşlukta kendiliğinden hareket ederler. Evren de tam bir mekanizm ve determinizm hakimdir. Demokritos ruhu da atomlarla açıklar. En düzgün, en ince, en hareketli atomlar ruhu oluşturur. Atomlar çokluk halinde birleşince duygu kazanırlar(beyin, kalp, karaciğer gibi). Atomlar hareketini dış güçten değil, kendi özlerinden alır. Bu yüzden evrende rastlantıya yer yoktur. T. HOBBES(1588–1679): Ona göre varlığın en temel öğesi hareket halindeki maddedir. Hatta ruh bile madde cinsindendir. T. Hobbes madde ve hareket şeklinde iki varlık kategorisinin olduğunu söyler. Madde düşünceden tamamen bağımsızdır. Yer kaplamayan mekanik olmayan bir ruhtan söz edilemeyeceği için var olan her şeyin bir tür makine olması gerektiğini ileri sürer. T. Hobbes maddeden ziyade hareketi öne çıkarır. Ona göre her şey adeta harekettir. Julian Offray de La METTRİE (1709–1751): Yer kaplayan, duyarlı ve hareket eden tek bir tözün varlığını kabul eder. İnorganik(taş, toprak) ve organik(bitki, hayvan, at, insan) bütün varlıklar bu maddi tözden türemiştir. De la Mattrie insanı da bir makine gibi görür. İnsan için “makine insan” ifadesini kullanır. Ona göre maddeden bağımsız bir ruhu düşünmek saçmadır. İnsanı dünyanın bir parçası olarak görür. İnsanın ruhsal hayatını bedene ve maddeye indirgeyerek açıklar. Ona göre ruhsal olayların hepsi organik yaşamın eseridir. Ruh bedenin türevidir. Karl MARKS(1818-1883): Madde her varlığın temelinde olan bir şeydir. Madde ve ondan meydana gelen dış dünya insan bilincinden bağımsız olarak vardır. Marks’a göre madde durağan değildir. Devamlı hareket ve değişme halindedir. Yani tez, anti tez, sentez şeklinde ilerler. Buna varlığın diyalektik ilerleyişi denir. Marks’a göre madde olmadan hareket, hareket olmadan madde olmaz. Marks evrende bulunan her şeyi karşıt güçlerin çatışması olarak açıklar. Demokritos, T. Hobbes, De la Mattrie mekanik materyalisttir. Oysa Karl Marks diyalektik materyalisttir. d.Varlığı hem madde hem ruh olarak kabul edenler: Varlığın var olduğunu ama iki ayrı cevherden oluştuğunu savunan görüşe ikicilik(dualizm) adı verilir. Rene DESCARTES(1596-1650): İki ayrı cevher kabul eder. Ruh ve madde, ruhun temel niteliği düşünme, maddenin temel niteliği ise yer kaplamadır. Ruhla madde birbirlerinden özce ayrı olan, temel nitelikleri bakımından birbirleriyle uzlaşamayan cevherlerdir. Bunlar ancak varlıkta bir arada bulunurlar. Maddesel dünyadaki her değişme bir yer değiştirme, bir harekettir. Oysa madde kendiliğinden hareket etmez, çünkü kuvvetsizdir. O halde hareketin nedeni nedir? Bu neden Tanrı’dır. Tanrı, maddesel dünyayı belli bir hareketle yaratmıştır. Ve bu hareket miktarı değişmez. Hareket doğa yasalarına göre bir yerden bir yere aktarılır. Doğa, basınç ve çarpma yasalarına göre işleyen bir makine gibidir. 27 e.Varlığı fenomen olarak kabul edenler: Fenomenoloji hem özün bilinebileceğini ileri süren bir öğreti hem de öze ulaşmak için kullanılan bir yöntemdir. Fenomen; genel anlamıyla algılanan ya da bilinen, görülen bir şey olup gözlemlenebilir olay ya da olgudur. Fenomenoloji ise görüngü bilim anlamına gelir. En önemli temsilcisi E. Husserl’dir. Fenomenoloji görünenin kavranılabileceğini ileri sürer. Görünenle ilgili doğru bilgiye ulaşmanın yolu görünen varlıklarla ilgili önceden oluşan her türlü ön kabulü bir kenara bırakıp, zihinsel bir deneyimle, görünenin doğru bilgisine ulaşılabileceğini savunur. Edmund HUSSERL(1859-1938): Gerçek varlığı fenomenlerin içinde gelişen öz olarak ifade etmektedir. Varlık kendini fenomenlerde gösterir. İnsan varlığa değerler yükleyerek yaklaştığında onun özüne hiç yaklaşamaz. Bu öze yaklaşmak ve onu kavramak için varlığa verilen değerlerden varlığın arındırılması gerekir. Yani fenomenlerin, olgulardan, duygusal yaşantılardan ayıklanması gerekir. Husserl bu ayıklama işlemine “paranteze alma” der. Paranteze alma; bir nesnenin özüne ulaşabilmek için onun özüne ait olmayan özelliklerin bir kenara konulması demektir. Bu sayede özlerin kendisine ulaşılır. Bu ise günlük yaşam din, bilim, tarih alanlarındaki tüm görüş ve önyargılarımızın paranteze alınması ile mümkün olabilir. Bu nedenle fenomenolojinin konusu duyularımızla algıladığımız nesneler değil, onların özleridir. Örneğin bir masayı ele aldığımızda mekânın belli bir yerinde bulunan, duyularla algıladığımız bir nesneyi değil, tersine masanın bütün duyusal niteliklerini yok ettiğimizde yani paranteze aldığımızda geriye kalan şey bu masanın özüdür. İşte bu öze Husserl “fenomen” der. ÇAĞDAŞ VARLIK GÖRÜŞLERİ 1-Yeni Ontoloji: Yeni ontolojinin amacı materyalizm ile idealizm arasındaki karşıtlığın üstesinden gelmektir. Başlıca temsilcisi N. Hartman’dır. Hartman’a göre insan, varlık ilişkilerinin oluşturduğu geniş bir sistem içindedir. Kendisini bu ilişkilerden soyutlarsa içinde yaşadığı dünyayı kavrayamaz. Bu nedenle var olanı olduğu gibi inceleyen bir varlık bilimi gereklidir. Nicolai HARTMANN(1882-1950): Hartmann’a göre varlık düzeninde alttan üste doğru sıralanan dört katman vardır: 1.Maddi katman: Cansız nesnelerin bulunduğu varlık alanıdır. Bu katmanı konu edinen bilim fiziktir ve algıyla irdeleme söz konusudur. 2.Örgensel(organla ilgili) katman: Organik varlıkların bulunduğu tabakadır. Bunlar biyolojinin konusunu oluşturur. Yaşamın geçerli olduğu bu alan sezgi ile irdelenir.Yaşam alanının özelliği çoğalma, büyüme, gelişme ve beslenmedir. 3.Ruhsal katman: Bilinçli varlıkların alanıdır. Bu alanla psikoloji ilgilenir ve tanıma ile irdelenir. 4.Tinsel(manevi) katman: Burada insanın ürettikleri ve değerleri gibi tinsel varlıklar bulunur. Bu alanla felsefe ilgilenir ve bilme söz konusudur. Felsefenin en büyük yanılgısı, temel ilkelerin bunlardan yalnızca birinde araması olmuştur. Sorunun yanıtını materyalizm maddi basamakta, metafizik ve idealizm ise tinsel basamakta aramışlardır. Oysa bu basamaklar birbirine indirgenemez ve birinin yasaları diğerine uygulanamaz. 28 Hartmann’ın, varlığın bütün basamaklarını kapsadığını varsaydığı temel varlık formlarının bilinemeyeceğini iddia eder. Böylece varlık felsefesinin temel sorununu (madde mi, ruh mu sorunu) devre dışı bırakır. 2-Yeni Pragmacılık: Temelleri Charles Pierce(1830-1914) tarafından atılmıştır. Bir düşüncenin değerinin, o düşüncenin pratik sonuçlarına bağlı oluşunu ortaya atan yasa “peirce yasası” olarak anılmaktadır. Pragmatizmin diğer önemli temsilcileri William TAMES ve John DEWEY’dir. William JAMES(1842-1910): James’e göre insan yaşamının bir amacı vardır. Bundan dolayı bütün öğretiler insan yaşamına bir katkı yaptıkları, insanın amacına yardımcı oldukları zaman doğrudur. Kuramlar somut bir yarar sağladıkları sürece anlamlıdır. Bir düşüncenin anlamı yararlılığı ile belirlenir. Ona göre yararlı sadece bireyin maddi ihtiyaçlarının karşılanması değil aynı zamanda insanın ve toplumun gelişmesine katkıda bulunması ile ölçülür. John DEWEY(1859-1952): Dewey’e göre düşünce ve bilgi çevreye uymayı, doğadan yararlanmayı ve mutlu olmayı sağlayan bir alettir. Dewey’in bu görüşüne enstrümantalizm(aletçilik) denir. Bir düşünce ya da teorinin doğruluğu, onun yararlılığına bağlıdır. Yani onlar uygulamada işe yaradıkları ölçüde doğrudur. 3-Var oluşçuluk(Egzistansiyalizm): Hayatın anlamını ve izini süren, bireyin değerinin ne olduğunu anlamaya çalışan bir felsefe akımıdır. 1. Var oluşçuluk diğer birçok akımın tersine bireye kavram gibi yaklaşmaz 2. Bireyin öznelliğini(kendine has oluşunu), nesnelliğinin (somutluğunun) üstünde tutar. 3. Bireyin var oluşunu özünden önce tutar. Yani insan önce var olur, sonra kendini tanıyıp bilerek özünü oluşturur. 4. Varoluşçuluğa göre hayatın anlamı ve bireyin özel tecrübesi ile ilgili sorular diğer bütün bilimsel ve felsefi alanlardan önemlidir. Soren Aabye KIERKEGAARD(1813-1855):Felsefe tarihinin soyut kurgularla geliştiğini, bu nedenle bireyin gerçek yaşamını gözden kaçırdığını öne sürer. Kierkegaard’a göre var oluş somut ve öznel insan yaşamıdır. Bu nedenle felsefe somut düşünmeye yani var oluşa yönelmelidir. Martin HEIDEGGER(1889-1976): Heidegger kendisini belirleyen temel konunun insan değil varlık olduğunu söyler. Varlık hakkında bilgi edinebilmemizi, insana dair çözümlemeler sağlar. Bilgi felsefesinin değil varlık felsefesinin temel olduğunu söyleyen varlık sorusu, en iyi şekilde insanın bakış açısından sorulmalıdır. Çünkü insanın varlığı yalnızca var olmaz, ne olduğuna dair bir kavrayışa da sahiptir. Jean Paul SARTRE(1905-1980): Sartre’ye göre insan diğer canlılardan farklıdır. “İnsanda var oluş özden önce gelir”. Yani insan önce var olur, daha sonra seçimleriyle kendisi belirler. “Varlık ve Hiçlik” adlı eserinde madde ve bilinci temsil edecek şekilde iki kavramdan söz eder: “Kendinde varlık ve kendi için varlık” Kendinde varlık, bir şey ne ise odur ve herhangi bir gizeme sahip değildir Kendisi için varlık ise bilincin varlığını ifade eder. Ve kendinde varlığın karşısındadır. O, var oluşunun bilincinde olan, dünyayı anlamlandıran, dili ve kültürü yaratan, bir gün öleceğinin de farkında olan “insan”dır. 29