Kitabın Adı : JEOPOLİTİK Yazarı : Alexandre DEFAY (Paris I Üniversitesinde öğretim görevlisidir.) Çeviren : İsmail YERGUZ Yayınevi : Dost Kitabevi Yayınları. Yayın Yılı : 2005 a. Kitap, Giriş bölümü ve 3 Kısım ile Sonuç bölümünden meydana gelmiştir. Toplam 127 sayfadır. b. Kitabın özeti: (1) Giriş: 19’ncu yüzyılın son yılında İsveçli siyasal bilimler profesörü Rudolf Kjellen (1864-1922) tarafından kullanılmaya başlayan "jeopolitik" sözcüğünün kaderi yüklenen anlama ve kullanım özelliklerine bağlı olarak yere ve zamana göre değişmiştir. İkinci Dünya Savaşı'na kadar özellikle Almanya ve Anglo-Sakson dünyasında çok yaygın olarak kullanılan sözcük, bu savaştan sonra gözden düşmüş ve çatışmaların sorumlusu gibi görülerek Almanya ve Fransa'daki eğitim programlarında yasaklanmıştır. Bununla birlikte, 1970'lerin sonundan başlayarak gazeteciler, daha sonra araştırmacılar jeopolitik sözcüğünü yeniden gündeme getirmişlerdir. Jeopolitik, coğrafi alandaki etkileşimleri ve bunlardan kaynaklanan güç mücadelelerini irdeler. Çağdaş jeopolitik, özellikle belli bir coğrafi alandaki iktidar rekabetlerinin mevcut ve geçmiş etkileriyle ilgilenmektedir. (2) Birinci Kısım - Çalkantılı Bir Tarih (a) Birinci Bölüm - Pratikten Kavrama: Jeopolitik sözcüğü, kavram olarak ortaya çıkışından çok önce uygulanmaya başlamış, antikçağdan bu yana, imparatorluklar kuranların, ele geçirmek ya da kendilerine bağlamak amacıyla içinde yaşadıkları ortamın fiziki ve insani kaynaklarından, dönemin teknolojilerinden yararlanmışlardır. Nepoleon Bonaparte’ın ünlü “her devlet kendi coğrafyasının siyasetini yapar” ifadesinin anlam kazanabilmesi için, devletin coğrafyasının bir yandan kendi tasarımı, diğer yandan da yararlandığı insani ve ekonomik araçlarının olması gerekir. Aksi takdirde, bu ifadeden siyaseti belirleyen unsurun ortam olduğu anlamı çıkarılabilir ki, bu jeopolitiğin ilk kuramcılarının çoğunun düştüğü tuzaktır. Oysa jeopolitik kavramının, bilimsel, teknolojik ve siyasal olmak üzere üç temel unsuru vardır. (b) İkinci Bölüm - Başlangıçtan Sonuçlara: Jeopolitik düşünce ve analiz, İngiltere, Almanya ve ABD olmak üzere üç ülkede gelişmiştir. Sir Halford Machinder (1861-1947) İngiliz Jeopolitiğinin kurucusu olarak kabul edilir. H. Machinder, amiral, öğretim üyesi ve siyaset adamıdır. Coğrafya’yı doğa bilimleri ve insan bilimleri arasında bir sentez gerçekleştiren kavramsal bir bilim yapmak istemiş, böylece yeni kuşakların emperyal anlayışı sürdürmelerini amaçlamıştır. Almanya, 1860-1880 yıllarında siyasal alanda maceraya girmeyi kabul etmemiştir. Friedrich Fabri, 1884 yılında “Almanya’nın Sömürgecilere İhtiyacı mı var?” adlı yapıtında “Bu alanda da öteki ulusların yararına bilgi biriktirenlerin kuramcıları olmakla yetinmemiz mi gerekecek?” -1- demiştir. Friedrich Ratzel ise, klasik ve siyasal coğrafyanın temellerini atarken bilim ve eylem ilişkisi üstünde yoğunlaşmıştır. Jeopolitiğin bir başka öncüsü Amerika’lı Amiral Alfred Mahan’dır. Mahan, dünya ölçeğinde, denizlerin denetimi için ve Avrupa ve Asya’daki tüm hegemonya girişimlerine karşı Britanya’yla ittifak içinde olunmasını önermiştir. Ona göre, özellikle Almanya’nın denizlerdeki üstünlüğüne ve sömürgeciliğine karşı çıkmak ve bu ülkeyi Avrupa kıtasına hapsetmek gerekmektedir. Öte yandan Mahan, özellikle de Japonya’nın hırslarının engellenmesi için bir Amerikan-Avrupa ittifakı da istemiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra unutulan jeopolitik sözcüğü, Soğuk Savaş sırasında Fransa’da De Gaulle’ün iktidara geçmesi, Fransa’nın Nato’nun askeri kanadından çekilmesi, Tito’nun Yugoslavya’sının Bağlantısızlar Hareketinin öncüsü olması,1973 ve 1979 petrol krizleri Çin’in 3’ncü güç olarak dünya sahnesine çıkması ve buna benzeyen dünyadaki çalkantılı dönemlerde tekrar kullanılmaya başlanmıştır. Ancak, 1979 İran Devriminin iki süper gücün etkisi ve kontrolü dışında gerçekleşmesi, SSCB’nin dağılımı ve ortaya çıkan tek süper gücün (ABD) ve küreselleşmeyle birlikte jeopolitiğin incelemesi ve tanımının tekrar yapılmasının zorunluluğu ortaya çıkmıştır. (3) İkinci Kısım- Çağdaş Jeopolitik: Yeni Yaklaşımlar, Yeni Bağlam Çağdaş jeopolitik, yaklaşımlarını yenilemiş ve geçmişin sonuçlarından dersler çıkararak genellemelere gitmekten kaçınmaktadır. Çağdaş jeopolitiğe göre; jeopolitik sahnesinde yer alan aktörlerin sayısı artmasına rağmen, ekonomik ve kültürel küreselleşme, bazı siyasal karar merkezleri- hatta tek bir merkezi bütün dünyanın kaderini belirleme noktasına doğru götürmektedir. (a) Üçüncü Bölüm - Yeni Yaklaşımlar: Yeni jeopolitiğin öncülerinden Fransız coğrafyacı ve diplomat Michel Foucher, coğrafyanın doğal verileriyle devletlerin siyaseti arasındaki ilişkilerin incelenmesiyle yetinmeyerek, jeopolitiğin 3 alanını incelemektedir. Bunlar, tasarım olarak jeopolitik, pratik olarak jeopolitik ve yöntem olarak jeopolitiktir. Yeni jeopolitik, siyasetin coğrafi ortamı biçimlendirmesi olgusuna dayanır. Adlandırmalar ve haritalandırma sözcükleri de kendisinin ifadelerinde önemli yer tutar. Örneğin, Fransızların Manş Denizi’ne İngilizlerin "English Channel" demeleri bir art niyet gösterisidir. İranlıların Basra Körfezine Arap Körfezi demeleri de aynı niyetin ve gizli amaçların göstergesidir. Harita ise, diğer bir manipülasyon aracıdır. Yeni jeopolitik, diğer bilimlerden de yararlanarak (antropoloji, siyaset bilimleri vb.) eski jeopolitik tanımına göre daha faydalı işler yapmaktadır. (b) Dördüncü Bölüm - Yeni Bir Bağlam, Alanın Çağdaş Anlamda Siyasallaşması: 1945’te 51 olan BM’deki üye devlet sayısı, 1964'te 104’e, 1978'de 150'nin üstüne çıkmıştır. BM’nin bugün 191 üyesi vardır. Bu rakamların büyümesi, 1960'larda ve 1970'li yılların başında Avrupa sömürge imparatorluklarının sona ermesi, daha sonra 1990'larda SSCB ve Yugoslavya'nın parçalanması gibi siyasal gelişmeler, alandaki parçalanmanın önemli aşamalarını göstermektedir. Sömürge imparatorluklarının dağılması sonucu bağımsızlıklarını kazanan ülkeler, Avrupa ulus devlet modelini benimsemişlerdir. Ancak dünya sahnesine çıkan bu ülkeler ya komşu güçlü devletlerin himayesinde, ya da bir örgüt veya topluluk içine girerek hayatta kalmaya çalışmaktadırlar. -2- Küreselleşmenin yansımaları ülkelere göre farklılık göstermektedir. Küreselleşme daha çok jeoekonomik nedenlerden dolayı yeni bir jeopolitik durum yaratmaktadır. Sermaye birikimine sahip ülkeler (Avrupa, Japonya, ABD) yüksek kazançlı faaliyetler peşindedir. Bu ülkeler, dünya ekonomisini dolayısıyla siyasetini yönetebilmek için her alanda çaba sarf Küreselleşmeyle beraber kaçakçılık, uyuşturucu, kara para aklama gibi etmektedir. yasadışı yollarda ülkelerin gündemine gelmiştir. Küreselleşme sadece ekonomik değil kültürel anlamda da emperyalist tutum içindedir. Hiç şüphesiz ABD, bu emperyal tutumun baş aktörüdür. Devletler, kültürel küreselleşmeye karşı dillerini korumak, üretmek, bu bağlamda lojistik ve finansal destek sağlamak amacıyla somut önlemler almışlardır. El-Kaide gibi terörist örgütlenmeler, bu emperyalist tavra şiddet yoluyla cevap vermiştir. Bazı gözlemciler, bu terörist faaliyetlerin temelinde büyük ekonomik kaynaklara sahip Arap Yarımadasına sahip olma isteğinin olduğunu ileri sürmektedir. (4) Üçüncü Kısım - Çağdaş Jeopolitik: Süreklilikler, Değişimler ve Dönüşümler (a) Beşinci Bölüm - Bölgelerin Süreklilikleri Jeopolitik Üstüne: Süreklilikler ve Kesintiler: Devletin en önemli amacının, sürekliliğini sağlamak olduğundan devletin mantığı da bir güç mantığıdır. Devlet bu gücünü artırmak için iki yolu benimseyebilir. Bunlar, ya doğumu ve ekonomik etkinlikleri teşvik ederek kendi bölgesinde refahı yaygınlaştırmak ya da güç kullanarak yeni kaynaklar sağlayacak yeni yerler fethetmektir. Alan bağlamında, bunun anlamı, devletin topraklarının bütünlüğünü korumakla yükümlü olmasıdır. Ayrıca, devletin kendisini her türlü parçalanma tehlikesine karşı koruması, her türlü dış saldırı girişimine karşı caydırıcı olması ve bir yandan da kendi dış saldırı planlarını yapması gereklidir. Ayrıca, devletin özellikle finans kaynaklarını güçlendirmesi ya da en azından koruması gerekmektedir. Sınır, devletin egemenliğini uygulamasının alanını belirler ve bu egemenlik alanını kendi görevlileri ile korur. Sınırlar, egemenlik alanını belirtmesi yanında bu sınırı geçenlerden o ülkeye ait sınırlamaları ve kuralları uygulamaya başlamasının istendiği ilk yerdir. Bu bağlamda, kimilerine göre sınırları genişletmek, kimilerine göre ise savunmak söz konusudur. (b) Altıncı Bölüm – Değişimler: Değişimden kasıt; devletin egemenlik hakkını kullandığı toprakların daralması – genişlemesidir. Bu durum, tarihsel olarak koşullara göre jeopolitik alanın parçalanmasıyla ve sınırların çoğalmasıyla ya da, tersine, yeni gruplanmalarla, sınırların yer değiştirmesiyle ya da ortadan kalkmasıyla yansımıştır. Görünüşte bir paradoks olan bugünkü dönemin belirgin özelliği, jeopolitik değişimler sonucu geleneksel aktörler yanında küreselleşme ile yeni aktörlerin ortaya çıkışıyla ilişkilidir. Parçalanma ayrılıkçı denen iç taleplerin meyvesi olduğunda, çoğu zaman dışarıdan teşvik edilir ve desteklenir. İlgili devlet bu talepleri güç kullanarak önlemeye çalıştığında ayrılıkçılık adını alır. Parçalanma barışçı yoldan, hatta tarafların anlaşmasıyla gerçekleştiğinde ayrılma, dış güçler tarafından empoze edildiğinde de bölünme adını alır. Parçalanma, bölünme, ayrılık, bağımsızlık, katılım, birleşme gibi unsurlar, son yüzyılda büyük devletlerin coğrafi alanlarında değişikliğe yol açmıştır. (Kore, Vietnam vb.). -3- Diğer bir unsur olan gruplaşmalar ise, daha önceden birleşik olan devletlerin (Almanya gibi) günün koşulları ve siyasal nedenlerden doğan ayrılıklarını, yine siyasal nedenlerden dolayı sonlandırmaları ve eski coğrafi alanlarına dönmeleridir. 16’ncı yüzyılın başından itibaren Avrupalılar ucuz kaynak sağlamak ve nüfus fazlasını yerleştirmek amacıyla başka kıtaları sömürgeleştirmeye başlamışlardır. Sömürge anlayışı, 19.yy da meydana gelen özgürleşme hareketiyle sona ermiş ise de, teknolojik gelişmeler sürekli yeni pazarların fethedilmesini gerekli kıldığından, yeni enformasyon ve iletişim olanakları ile deniz ve kara kuvvetlerinin sahip oldukları yeni donanımlar sayesinde çok uzak yerlerin bile denetlenebilmesiyle emperyalizme dönüşmüştür. (c) Yedinci Bölüm - Çağdaş Dönüşümler: Son yirmi yılda eski Yugoslavya ile Lübnan'daki çatışmalar, jeopolitik düşüncenin hareketlenmesine katkıda bulunmuştur. Bu bağlamda, Balkanlaşma ve Lübnanlaşma terimleri ortaya çıkmıştır. Balkanlaşma terimi, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkler'in Balkanlar'dan çekilmesinden sonra patlayan Balkan savaşlarını belirtmek ve Yugoslavya Federasyonu'nun parçalanmasıyla birlikte görülen çatışmalar vesilesiyle ortaya atılmıştır. Lübnanlaşma ise 1975-1990 arasında Lübnan'da baş gösteren iç savaştan sonra kullanılmaya başlamıştır. Balkanlaşma, bir devletin etnik ve dini sorunlarının dış güçlerin tahrik ve desteği ile çatışmaya dönüştürülerek parçalanmasını; Lübnanlaşma ise, bir ülkede daha çok bölgesel ve/veya küresel güçlerin empoze ettiği kültürel ve dini farklılıklardan kaynaklanan çatışmaları ve bölünmeyi anlatmak için kullanılmaktadır. Sanayi devriminden sonra ortaya çıkan bir başkan güç unsuru “Finans-Para”dır. Güçlü finansal güce sahip ülkeler bu gücü kullanarak istedikleri ülkede o ülkenin egemenlik unsurlarından olan ülke parasını olumsuz yönde etkileyerek ülke egemenliğine kafa tutabilecek ve istikrarını bozacak duruma gelmişlerdir. 20’nci yüzyılda güç sahnesine giren sivil toplum kuruluşları, medya ve iletişim araçlarını da arkalarına alarak ulus devletlerin egemenliğini ve jeopolitik oyunlarını bozmaktadır. Bu süreçte ortaya çıkan illegal örgütlenmeler (ETA, IRA, Filistin kaynaklı örgütler) ise, terörist faaliyetler içinde bulunarak iktidarı ele geçirmek ve/veya iktidarlarını korumak amacıyla bunlara destek veren güçsüz ülkelerin de desteğiyle amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadırlar. ABD'nin bir süper güç olduğu konusundaki söylemlere rağmen, hangi devlet olursa olsun, dünyanın tamamı tek bir devlet tarafından denetlenemez. ABD'nin üstesinden gelmek zorunda olduğu birçok mesele ancak öteki devletler ile yapacağı işbirliğiyle çözüm bulacaktır. (5) Sonuç: Jeopolitik Belirsizlikler: 21’nci yüzyılın başında birçok jeopolitik sorun ağırlığını hissettirmektedir. ABD, liderliğinin tartışılamayacağını ve bu liderliğin dünyanın istikrar, güvenlik ve refahının en önemli güvencesi olduğunu ileri sürmekte ve çok kutuplu bir dünyayı reddetmektedir. Çin gibi geleneksel anlamdaki öteki güçlerin bu hegemonyayı ya da bu "merkeziyetçiliği" reddedip etmeyecekleri belirsizdir. AB ise henüz yol kavşağındadır. AB’nin mevcut durumu itibariyle, ABD ile gerçek anlamda bir diyalog kurup kuramayacağı veya birlik içinde bölünmelerin yaşanıp yaşanmayacağı belirsizliğini korumaktadır. -4- Dünyanın jeopolitik gelişmesi konusunda da bazı belirsizlikler vardır. Bloklar döneminde kontrol altında tutulabilen nükleer yayılmanın denetlenmesi zorlaşmıştır. Uluslararası terörün kısa süre sonra saldırılarında atom silahlarına başvurabileceğinden kaygı duyulmaktadır. Terörizm sorununu çözmek, Batı ve İslâm dünyası arasındaki çatışmanın nedenlerini ortadan kaldırmaz. Bunun nedenlerinin "Kuzey-Güney" dengesizliğinde aranması gerekir. Yakındoğu’daki çatışmanın müzakereler ve uluslararası camianın desteğiyle çözülmesi sadece Arap dünyasının değil tüm İslam dünyasının ötesinde jeopolitik istikrarın öncelikli şartıdır. "Bu arada, İslâm ve Batı arasındaki uçurum, gözlerimizin önünde derinleşmektedir, öfke şiddetlenmektedir. Süper güç Amerika ve ötekilerin zayıflığı arasındaki gitgide artan orantısızlık da her şeyin olabileceğini göstermektedir." Kitapözeti.com’un Değerlendirmesi: Soğuk Savaş sonrası uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan kırılganlıklar ve belirsizlikler yanında küreselleşmenin getirdiği olumsuzluklar, terörizmi ve bazı ülkelerdeki etnik ve dini sorunları hareketlendirmiş ve ülkelerin kendi içindeki çatışmalar diğer sorunlarla birlikte yoğunluk kazanmıştır. Ayrıca, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi eski hegemon güçler, ABD’nin tek süper güç olarak tanımlandığı yenidünya düzenindeki gelişmeler karşısında AB’nin geleceğini belirlemek üzere jeopolitik kavramını yeni duruma göre düzenlemek ve bağımsız bir disipline dönüştürmek üzere çalışmalar yürütmektedir. Fransız bilim adamı Alexandre DEFAY’ın bu kitabının da, yeni jeopolitik kavramı konusunda başlatılan çalışmaların genel bir çerçevesini çizdiği ve bu konuda özlü bir giriş metni niteliği taşıdığı değerlendirilmektedir. İlk kez 19’ncu yüzyılın sonuna doğru İsveçli bilim adamı Rudolf Kjellen’in kullandığı jeopolitik sözcüğü o günden bu yana siyasi coğrafyanın bir alt dalı olarak uluslararası ilişkilerdeki hassas dengeleri tanımlamıştır. Ülkeler arasındaki siyasi kırılganlıklar ve sınır ilişkileri çerçevesinde sürekli tanım ve biçim değiştiren jeopolitik kavramı, günümüzde daha da geniş bir alan bilgisine dönüşmüştür. Bu itibarla, ulusal ve uluslararası güvenlik alanında analiz yapanların jeopolitik kavramının yeni boyutlarını göz önünde bulundurmaları önem taşımaktadır. -5-