NATO'nun Gizli Orduları, Daniele Ganser http://www.youtube.com/watch?v=R-ybQITAtww Bu yazıyı ne amaçla ve hangi kaynaktan yayınladığım altta belirteceğim gerekçede açıklanmıştır. TÜRKİYE'DE GİZLİ SAVAŞ Türkiye"deki gizli ordu, Batı Avrupa"daki diğer tüm gölge ordulardan daha zorba bir tarihe sahip. Etnik Türk milliyetçi hareketiyle sıkı sıkıya bağlantılı olan bu şiddetin kökleri yirminci yüzyılın başlarına dayanmakta. 1923"te Osmanlı İmparatorluğu"nun yerine, çok daha küçük bir ülke olan yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve saltanata son verildi. Ancak farklı toplulukların yoğunlaştığı bölgelerde, çatışmalar patlak vermeye devam etti. Yeni başkent Ankara"daki yönetici zümreyi ve nüfusun yüzde 80"ini temsil eden Türk etnik grubu, homojen bir ulus yaratmakta kararlıydı; yasama, yürütme ve yargı organları da bu doğrultuda organize edildi ve çalıştırıldı. Yeni Türk devletinin güç savaşıyla başlayan doğumu, Türk Komünist Partisi"ni de vahşice hedef aldı. 1921 "de yeni kurulan Komünist Parti"nin tüm liderleri Karadeniz"de öldürüldü ve parti yüzyıl boyunca yasal olarak yasaklandı. Milliyetçi Türkler, Birinci Dünya Savaşı"ndan sonra, Osmanlı İmparatorluğu"nun çöküşü nedeniyle pek çok Türk"ün yeni Türk devletinin sınırları dışında "tutsak Türkler" olarak yaşamak zorunda kalması gerçeğini sorgulamaya devam ettiler. İdeolojilerini, on dokuzuncu yüzyılda, Çin"in batısından İspanya"nın belirli bölümlerine kadar uzanan tüm Türkleri tek bir çatı altında birleştirme hayali kuran Pantürkizm hareketine dayandırmaktaydılar. Osmanlı İmparatorluğu"nun yıkılmasının ardından bu "tutsak Türkler"in" çoğunluğu yeni Komünist Sovyetler Birliği"nde ve Kıbrıs"ta kaldı. Pantürkizm hareketinde birleşen ve Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra tüm tutsak Türkler"i daha geniş bir Türk devleti içinde toplamayı ümit eden Türkler için, Sovyetler Birliği ve komünizmin çökertilmesi, baskın antikomünist ideolojinin yanı sıra, bu nedenle de bir zorunluluk haline geldi. Her ne kadar Türkiye İkinci Dünya Savaşı süresince resmi olarak tarafsız kalmış ve ancak 1945"te, kazananların tarafında olmak adına Almanya"ya savaş ilan etmiş olsa da; Pantürkizm hareketi içinde Hitler ve Mussolini"yi destekleyen çok sayıda milliyetçi vardı. Almanya"daki faşist hareketin ırkçı teorilerinin etkisi altında kalan Pantürkizm, Türk insanlarının ortak ırksal bağlarını giderek daha fazla vurgulamaya ve ırksal üstünlük doktrini vaazları vermeye başladı! Almanya"nın 1941 "de Sovyetlere saldırması, Pantürkizm hareketi tarafından açıkça selamlanıp göklere çıkarıldı. Ve 1942"de Stalingrad"ın düşeceği beklentisiyle, Pantürkizm örgütleri, Sovyetler Birliği"nin çöküşünü avantajlı bir durumda karşılamak amacıyla Kafkas sınırına birlikler yerleştirdi.2* Sovyetler Birliği İkinci Dünya Savaşı"nı çökmek bir yana zaferle noktalayınca, büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Ancak yarım yüz yıl sonra, 1991 "de, Sovyetler Birliği çöktüğünde, Pantürkizm örgütleri Türkiye"nin doğu komşusu Azerbaycan"da Pantürkizm düşüncesini destekleyen bir rejim kurulmasını sağladı.3* İkinci Dünya Savaşı"nın sona ermesinin ardından, Birleşik Devletler"in Türkiye"yle ilgili öncelikli düşüncesi, ülkeyi Batılı antikomünist savunma sistemine entegre etmek oldu. Coğrafi konumu nedeniyle, Türkiye çok değerli stratejik bir bölgeydi. ---Hem Soğuk Savaş süresince hem de sonrasında ABD ve NATO"nun Ortadoğu ve Kafkasya"daki petrol ülkelerine yönelik operasyonları için, özellikle de 1991" deki İkinci Körfez Savaşı sırasında önemli bir balkon görevi gördü. --Daha da ötesi ülke, Soğuk Savaş boyunca NATO"nun en doğu karakolu durumundaydı. Kuzeydeki Norveç dâhil hiç kimse, Moskova"ya daha yakın değildi; dolayısıyla Türkiye yüksek teknoloji ürünü tertibatla donatıldı ve dinleme noktası olarak kullanıldı. Türkiye, NATO"yla Varşova Paktı ülkeleri arasındaki toplam sınırın üçte birine korumalık ettiği için; Türk elitleri Birleşik Devletler askeri sanayisi için mükemmel bir müşteri haline geldi ve aynı zamanda milyarlarca dolarlık ABD yardımı aldı. Soğuk Savaş süresince Birleşik Devletler tarafından silahlandırılan Türkiye, Avrupa"daki en büyük, NATO"daki ABD"den sonraki ikinci büyük silahlı kuvvetleri kurdu. Birleşik Devletler 1961 "de gözü kara bir kumar oynayarak, Türkiye"ye Sovyetler Birliği"ni hedef alan nükleer füzeler bile yerleştirdi. Sovyet lideri Nikita Kruşçev, bir yıl sonra gözü kara stratejiyi kopyalayıp Küba"ya Birleşik Devletler"i hedef alan füzeler yerleştirince, Küba Füze Krizi patlak verdi ve Dünya nükleer savaşın eşiğine geldi. Başkan Kennedy, Kruşçev"in nükleer füzeleri Küba"dan çekmesi karşılığında, Jüpiter füzelerini Türkiye"den çekme sözü vererek krizi barışçıl yollardan çözdü.4* Birleşik Devletler, Türkiye"nin NATO"daki varlığını sağlama bağlamak için, baskın Pantürkizm hareketini kullandı. Pantürkizm hareketinin de çıkarlarına uyan bu süreçte, aşırı sağcı Kurmay Albay Alpaslan Türkeş merkezi bir rol oynadi. Türkeş, İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman Naziler"in Türkiye"deki bağlantı kişisiydi. Ülke çapında ismini ilk kez 1944"te, antikomünist bir gösteriye katılma suçlamasıyla yanındaki 30 kişiyle birlikte tutuklandığında duyurdu. Genel de ırk üstünlüğü teorisine, özelde de Türkler"in üstünlüğüne inanan Albay Türkeş, kariyeri süresince beyanatlarının çoğunda Hitler"in Mein Kamp! (Kavgam) kitabından alıntılar yaptı. Savaşın ardından 1948" de CIA ile bağlantıya geçti ve söylenenlere göre bu süre boyunca, CIA emirleri doğrultusun "Türkiye"de gizli bir gölge ordu kurma çalışmalarına katıldı. Birleşik Devletler"le işbirliği güçlendikçe, karizmatik lider Albay Türkeş ülkesiyle Birleşik Devletler arasında mekik dokumaya başladı ve hem Pentagon"la hem de CIA"yla samimi bağlantılar kurdu. 1955"ten 1958"e kadar NATO"yla ilgili Türk askeri görevi nedeniyle Washington"da görev yaptı.5* Türkiye 4 Nisan 1952"de NATO"ya katıldığında, Alb. Türkeş"in de katkılarıyla ülkede çoktan bir gizli ordu kurulmuştu. Karargâhın adı Seferberlik Tetkik Kurulu"ydu (STK" ve Amerikan Askeri Yardım Heyeti"nin (JUSMATT) Ankara Bahçelievler"deki binasında faaliyet gösteriyordu. Seferberlik Tetkik Kurulu 1965"te yeniden yapılandırıldı ve adı Özel Harekat Dairesi (ÖHD) olarak değiştirildi. 1990 Gladyo açıklamaları sırasında Türk gizli askerlerin komuta merkezi bu adla anılıyordu. Özel Harp Dairesi, teşhir edilen bu ismi bir kez daha değiştirmek zorunda kaldı ve Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) adıyla faaliyet yürütmeye başladı.6* Paris"te bulunan Intelligence Newsletter 1990"da "Türkiye"de "Gladyo"nun Kökenleri" başlığıyla "Batı Avrupa "stay behind" ya da "Gladyo" şebekelerini meydana getiren, çok gizli statüsünden henüz çıkarılmış orijinal strateji belgelerinden birini" ele geçirdiklerini bildiriyordu: "ABD Ordusu Genelkurmay Başkanlığı, Çok Gizli, 28 Mart 1949, Kapsamlı Stratejik Görüşler." JSPC 891/6 sayılı ekli belgenin "B" Bendi"nde Türkiye"ye özel bir atıfta bulunularak, pantürkizm hareketinin stratejik olarak Birleşik Devletler tarafından nasıl kullanılabileceğine dikkat çekiliyordu. Pentagon belgesinde Türkiye "gerilla birimleri ve Gizli Ordu Rezervleri"nin kurulmasına fazlasıyla uygun bir ülke" olarak tanımlanıyordu. "Türkler politik anlamda güçlü bir milliyetçi ve antikomünist anlayışa sahipler. Ve Kızıl Ordu "nun Türkler içinde varlık göstermesi milliyetçi duyguların kabarmasına neden olacaktır." Intelligence Newsletter ardından Türk gizli ordusu kontrgerillanın Özel Harp Dairesi tarafından idare edildiğini ve beş daldan oluştuğunu belirtiyordu: "Sorgulama ve psikolojik savaş tekniklerini de kapsayan Eğitim Kurulu, 1984"ten bu yana Kürtler" e karşı yürütülen operasyonlarda uzmanlaşan Özel Birim, Kıbrıs"taki operasyonları yürüten Özel Seksiyon, Üçüncü Büro olarak da anılan Koordinasyon Kurulu ve İdari Bölüm."7* CIA tarafından finanse edilen Özel Harp Dairesi "nin Soğuk Savaş süresince bir kaç kez ismi değiştirilmiş olsa da; liderlerinin direktifleri doğrultusunda sayısız operasyon düzenlemekten ve gizli düzensiz harp yürütmekten ibaret görev ve stratejileri değişmedi. Klasik tarz gerginlik yaratma operasyonlarından biri, Türk gizli askerlerinin, 6 Eylül 1955"te Atatürk"ün Selanik"teki evine bomba atmasıydı. Türk gölge ajanlar kanıt bırakmaksızın gerçekleştirdikleri eylemin ardından suçu Yunan polisinin üzerine attılar. Yanlış yönlendirme operasyonu işe yaradı; Türk hükümeti ve basını, saldırıdan Yunanlılar"ı sorumlu tuttu. ****************** Dip notlar: "Doğan Bayazıt ve Kemal Yılmaz 3 Aralık 1990"da yapılan basın toplantısında Özel Harp Dairesi"nin beş birimini a) Karargâh, b) Öğretim-Eğitim Grubu, c) Özel Kuvvetler, d) Özel Hava Grubu, e) Bölge Başkanlıkları olarak tanımlamaktadır. Özel TİM, Özel Kuvvetler"in alt birimi olarak gösterilmekte, Bölge Başkanlıklan "nın alt birimleri ise savaşta teşkil edilecek unsurlar, gerilla, yeraltı, kurtarma kaçırma olarak tanımlanmaktaydı (ç.n.). *********** Özel Harp Dairesi ve kontrgerillasının resmi görevi şöyle ifade ediliyordu: "Komünist işgal ya da ayaklanma durumunda, işgale son vermek için gerilla yöntemlerini ve mümkün olan tüm yeraltı faaliyetlerini kullanmak."9* Ancak gölge görevler, yurtiçi kontrol ve yanıltma operasyonlarıyla o kadar içe geçti ki; kontrgerillaları teröristlerden ayırt etmek giderek zorlaşmaya başladı. CIA ve Adnan Menderes hükümeti arasında 1959"da imzalanan askeri bir anlaşmada gizli ordun yurtiçi görevi ifade edilirken, gizli askerlerin "rejime karşı iç ayaklanma durumunda da" harekete geçirileceği belirtiliyordu. CIA ordusu gerçekten askeri bir darbeyi engellemek için mi oluşturulmuştu? Böyleyse bile, başarıdan hayli uzak bir yapılanma olduğu kesin. Çünkü Türkiye, 27 Mayıs 1960"da askeri bir darbe yaşadı; CIA liyezon askeri Kurmay Albay Türkeş"in de aralarında bulunduğu 38 asker hükümeti alaşağı edip Başbakan Adnan Menderes"i tutukladı. Gizli savaş uzmanı Selahattin Çelik, Türk ordusunun Özel Harp Dairesi" "gizli duvarları arkasından seçilmiş hükümetlere defalarca müdahale ettiğini belirterek, ÖHD"nin Türk demokrasisini korumak için oluşturulmuş bir birim olmaktan çok, Türk demokrasisinin karşı karşıya bulunduğu en büyük tehdit olduğunu söylemektedir. Türk ordusu generalleri, çok gizli Özel Harp Dairesi komutanlığına getirilmeden önce, kural olarak resmen "emekli" ilan ediliyordu; böylelikle gizli komutanlık görevini görünmezlik zırhı altında sürdürebiliyorlardı.11 Çelik, "Özel Harp Dairesi"nin en önemli faaliyetleri, üç askeri darbeydi" yorumunda bulunuyor.12* Birleşik Devletler"in, 1960 darbesindeki rolünün tam olarak ne olduğu net olmamakla birlikte, bugüne kadar elde edilen kanıtlar Beyaz Saray"ın darbeyi hoşgörüyle karşıladığını çünkü Türkiye"nin NATO üyeliğinin tehlikeye atılmayacağı konusunda kendisine daha önce garanti verildiği gösteriyor. Fikret Aslan ve Kemal Bozay Pantürkizm hareketi analizlerinde "Birleşik Devletler askeri darbeden haberdar olduğu ve özel ikili anlaşmalar gereği, yasal olarak müdahale hakkı bulunduğu halde, hiçbir şey yapmadı" notunu düşüyorlar. "Darbecilerin çoğunun, Birleşik Devletler"e ve NATO"ya karşı olmadığını biliyorlardı."13* Darbeden sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral Cemal Gürsel yönetimindeki Türk darbeciler sözlerini tuttular; darbe sabahı, Kurmay Albay Alpaslan Türkeş"in Türk Silahlı Kuvvetleri adına Ankara Radyosu"ndan yaptığı açıklama şu sözlerle bitiyordu: "Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO"ya inanıyoruz ve bağlıyız CENTO"ya inanıyoruz ve bağlıyız.14* Aslın da Türkiye"de bir askeri darbe hazırlığı yürütüldüğüne dair ipuçları, yıllar önce yaşanan bir olayla da açığa çıkmıştı.1957 yılında Türkiye "nin gündemine damgasını vuran ve "Dokuz Subay Olayı" diye adlandırılan bir skandal yaşandı. Samet Kuşçu adlı bir subay, Aralık 1957"de Başbakan Adnan Menderes" e giderek, ordudan bir grubun darbe hazırlıkları yürüttüğü ihbarında bulundu ve bu gruptan dokuz subayın ismini verdi. Kuşçu "nun, başlangıçta bu gruba dâhil olmak istediği, ancak sonradan vazgeçtiği belirtiliyordu. Askeri mahkemede, ordu içinde gizli bir ihtilal hazırlamak suçlamasıyla yargılanan subaylar, altı ay sonra beraat ettiler. Samet Kuşçu, yanlış ihbarı nedeniyle iki yıl hapis cezası aldı.15* Darbeden sonra CIA"nin Türkiye"deki bağlantısı Kurmay Albay Türkeş, Cemal Gürsel"in sağ kolu ve kişisel sekreteri oldu. Demokratik yapıların yok edildiği süreci Türkeş yönetti. Tutuklanan Başbakan Adnan Menderes, dört siyasi liderle de idam edilirken, toplam 449 politikacı ve hâkim tutuklanarak ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ardından darbeyi gerçekleştiren 38 subay arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Albay Türkeş, yanındaki bir düzine subayla birlikte, Pantürkizm vizyonuna sadık kalarak otoriter bir devlet yapısı kurulmasını isterken darbeci askerlerin çoğunluğu ülkede hukukun ve düzenin yeniden sağlanması için yeni bir anayasa hazırlanmasından ve seçimlere gidilmesinden tavır aldılar. ********** Not: Yazarın yer verdiği Türkçe demeç veya açıklamalarda, mümkün olduğunca orijinal metinlere yer verilmiştir (ç.n.). *********** Kurmay Albay Türkeş, Hindistan Yeni Delhi"de ki Türk büyükelçiliğine askeri ateşe olarak gönderilerek siyasi arenadan soyutlandı. Darbeci yönetiminde kalan diğer subaylar yeni bir anayasa oluşturdular ve anayasa Temmuz 1961" de yapılan referandumla kabul edildi. Yaşamı boyunca kendisine ilham veren Pantürkizm vizonundan asla sapmayan Türkeş, 1963 Mayıs ayında Hindistan"dan döndükten sonra, subay arkadaşı Talat Aydemir"le birlikte bir kez daha hükümeti devirme girişiminde bulundu. Darbe girişimi başarısız oldu ve ikili tutuklandı. Aydemir ölme mahkûm edilirken Türkeş "kanıt yetersizliği nedeniyle serbest bırakıldı. 16* Türkeş, başarısız darbe girişiminden hemen sonra politikaya geri dönerek, önce sağcı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi"nin (CKMP) başına geçti, ardından, 1965"te aşın sağcı Milliyetçi Hareket Partisi"ni (MHP) kurdu. MHP"nin kuruluşu Türkeş"in sonraki on yıllarda sahip olduğu güce de taban oluşturdu. Demokratik prosedürlere ve şiddet dışı çözümlere tamah etmeyen Türkeş, MHP"nin "Gençlik Örgütü" kisvesi altında, silahlı sağcı kuvvet Bozkurtlar"ı oluşturdu. Bozkurtlar isimlerini ve amblemlerini (Bozkurt başı), Pantürkizm hareketine uygun olarak, Asya"dan Anadolu"ya göç sırasında Türkler"e yol gösterdiği inanılan bozkurt efsanesinden alıyorlardı. Nüfusun yüzde 80"inin Türk etnik gruptan oluştuğu Türkiye"de, Kurmay Albay Türkeş, milliyetçi ve sağcı ideolojisiyle milyonlarca kişinin yüreklerinde ve akıllarında yer etmeyi başardı. Bozkurtlar"ı onaylamayanlar ise onlardan korkuyorlardı. Bozkurtlar bir gençlik örgütü olmaktan çok, Pantürkizm ülküsü uğruna şiddete başvurmaya hazır silahlı ve eğitimli adamlardan oluşan, pek de acıması olmayan bir şebekeydi. Örgütün resmi dergisi Bozkurt"ta yer alan "Bozkurt Amentüsü"nde şöyle deniyordu."Biz kimiz? Bozkurtçularız! İdeolojimiz nedir? Bozkurt Türkçülüğü! Bozkurtçular neye inanır? Türk ırkının ve Türk milletinin, her ırktan ve her milletten üstün olduğuna. Bu üstünlüğün kaynağı nedir? Türk kanıdır! Türk doğuştan mı üstündür? Türk doğuştan üstün ve kabiliyetlidir. Türk, zekâsını, yiğitliğini, askeri dehasını ve her hususta büyük kabiliyet ve istidadını kanından alır. Bu üstünlük kaybolabilir mi? Kötü idare ve kötü muhitin tesiriyle az alırsa da bu muvakkattir. Türk, kendi gelişmesini temin edecek iyi bir idare ve iyi bir muhit yaratır yaratmaz, bu üstünlüğü yeniden parlar. Bu üstünlük ne vakit büsbütün kaybolur? Eğer Türk"ün kanı, yabancı kanlarla bulanırsa Bu takdirde melez ve karışık kanlı olarak doğacak nesiller, Türk"ün maddi-manevi hususiyetlerini taşımazlar ve öz bir Türk gibi üstün soydan olmazlar... " Kökenini Osmanlı İmparatorluğu"nun çöküşüne ve Türklerin çeşitli ülkelere dağılmasına kadar dayandıran yazıda Pantürkist mücadeleye de vurgu yapılıyordu: "Bozkurtçular Türkçü müdür? Evet! Bozkurt Trükleri"nin mukaddes hedefi Türk devletinin 65 milyonluk bir nüfus haline geldiğini görmektir! Bunun için hangi haklı nedeniniz var? Bozkurtçular bu meseleyle ilgili ilkelerini uzun zaman önce açıklamıştır: "Hakkın olan verilmiyorsa, kendin alacaksın!" Bozkurtlar hedeflerine ulaşmak için özellikle şiddet kullanmaya yönlendiriliyordu: "Savaş mı? Evet, gerekirse savaş. Savaş büyük ve kutsal bir tabiat ilkesidir. Bizler savaşçıların oğullarıyız. Bozkurtçu savaş, militarizm ve kahramanlığın, en yüce itibara ve methiyelere layık olduğuna inanır."17* CIA"nın Türkiye"deki gizli orduyu oluştururken kullandığı ve desteklediği hareket, işte bu milliyetçi faşist hareketti. Batı Avrupa"da NATO gizli ordularının keşfedilmesinin ardından Türkiye"de, CIA irtibat subayı Türkeş"in kontrgerilla altında faaliyet gösteren gizli gölge orduyu ağırlıkla Bozkurtlardan oluşturduğu açığa çıkartıldı. Ancak gerek Bozkurtların sahip olduğu geniş halk desteği gerekse de 1990"lı yıllarda bile zorbalıklarını devam ettirmiş olmaları nedeniyle, Türkiye"den çok az kişi meseleyi açıkça dile getirme cesareti gösterebildi. Bu cesareti gösterenlerden biri subay Talat Turhan"dı. Talat Turhan 1960 darbesinde yer alan isimlerden biriydi. Dört yıl sonra ordudan Topçu Kurmay Yarbay rütbesiyle emekli edildi. Türk emniyet sisteminin en karanlık yıları hakkında konuşmayı sürdürdüğü için, 1971 darbesinden sonra ordu Turhan"ı ortadan kaldırmaya çalıştı ve kontrgerillanın işkencesine maruz kaldı. Daha o zamanlar Turhan şu açıklamada bulunmuştu: "Bu, NATO ülkelerinin gizli birimidir." Ancak 1970"lerin Soğuk Savaş konseptinde kimse Turhan" ı dinlemeye yeltenmedi.18* Kontrgerilla işkencesinden sağ kurtulan Turhan, yaşamını kontrgerilla gizli ordusunu ve Türkiye"deki örtülü faaliyeti araştırmaya adadı. Ve konuyla ilgili üç kitap yayımladı.19* "1990"da İtalya"da NATO tarafından organize edilmiş CIA tarafından desteklenen Gladyo adlı bir yeraltı örgütü bulunduğu ve bu örgütün ülkede düzenlenen terör eylemlerle bağlantılı olduğu ortaya çıktığında, çok sayıda Türk ve bancı gazeteci bana ulaşarak açıklamalarımı haber yaptı. Çünkü bu alanda 17 yıldır araştırma yaptığımı biliyorlardı. Turhan, Türkiye"deki faili meçhul cinayetler göz önüne alındığında kontrgerillanın faaliyetlerinin ve CIA, Türk istihbarat servisi ve Savunma Bakanlığı"yla bağlantılarının ivedilikle araştırılıp tüm detaylarıyla su yüzüne çıkarılması gerektiğini ısrarla vurguluyordu. Ancak üç askeri darbe yaşayan ülkede silahlı ordu, paramiliter güçler ve istihbarat servisinin Türk toplumunda eşi benzeri görülmemiş bir güce sahip oldğu herkesçe bilinen bir gerçekti; dolayısıyla kontrgerillayla i1gli hiçbir soruşturma yürütülmedi. Turhan "Türkiye"de Gladyo biçimindeki özel kuvvetler, halk tarafından kontrgerilla adıyla la bilinir" diye açıklıyor ve "tüm çabalarıma ve siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve medyanın girişimlerine karşın, kontrgerilla hala soruşturma altına alınmadı" diyerek Avrupa Birliği"ni konuyla ilgili soruşturma yürütmeye davet ediyordu.21* Turhan, Bozkurtların kontrgerilla yapısına dâhil olduğuna, İstanbul"un Erenköy semtinde bulunan Ziverbey Köşkü"ndeki işkence odalarında, ilk elden tanık oldu. Köşk,1950"lerde eski Sovyet ülkelerinden, özellikle de Bulgaristan ve Yugoslavya"dan insanları "sorguya çekmek" için kullanılmaktaydı ve kontrgerilla, işkence teknikleri üzerine ilk eğitimini bu köşkte almıştı. Köşkün karanlık odalarında, izleyen yıllarda da, kontrgerilla tarafından öldürülen ya da sakat bırakılan yüzlerce insanın çığlıkları yankılandı. Turhan yaşadıklarının bir bölümünü, "İstanbul Erenköy"deki işkence köşkünde, MİT sorgu timi şefi emekli subay Eyüp Özalkuş "un işkence timi gözlerime gözbağı taktıktan sonra ellerimi ve kollarımı bağladılar. Sonra bana "artık Ordu üst yönetimi emrinde, anayasa ve yasalardan bağımsız faaliyet gösteren bir kontrgerilla biriminin ellerinde" olduğumu söylediler. Bana beni bir savaş esiri gibi gördüklerini ve ölüme mahkûm edildiğimi" söylediler. ""22* sözleriyle aktarıyordu. Turhan, içinde bulunduğu durumu, öncelikle yaşadığı travmatik deneyimi tanımlayarak kavramıştı. "Bu köşkte ellerim ve ayaklarım bağlı, bir yatağa zincirlenmiş vaziyette bir ay geçirdim ve bir anın tasavvur etmesi güç işkencelerden geçtim" diyordu. Turhan "Kontrgerilla ismiyle ilk kez bu koşullar altında tanıştım" diye açıklıyor ve ardından Bozkurtların kontrgerillaya doğrudan bağlı olduğunu belirtiyordu ve: "Kendilerine kontrgerilla diyen işkencecilerin çoğunluğu, Türk istihbarat servisi MİT"ten ve Bozkurtlardan çıkma adamlardı. Bu gerçekler meclisin gündeminde olduğu halde, bugüne kadar su yüzüne çıkarılmadı [1977]"23* diyerek devam ediyordu. Türk istihbarat servisi MİT"in (Milli İstihbarat Teşkilatı)pek çok üyesi, Pantürkizm hareketi ve Türklerin ırksal üstünlüğünden aldıkları ilhamla kontrgerilla içinde faaliyet göstermekteydi ve Bozkurt dostlarından zorlukla ayırt edilebilir durumdaydı. Türkiye" deki gölge yapı araştırmasında, MİT ve kontrgerilla birimlerinin CIA sponsorluğunda kapalı bir kutu olan Özel Harp Dairesi komutasında faaliyet gösterdikleri, başka bir anlatımla kurumsal anlamda iç içe geçmiş iki yapı oldukları ortaya çıktı. Özel Harp Dairesi"nin eğitim ve komutasını üstlendiği, uygulaması ise MİT ve kontrgerillaya düşen özel harp metotlarının "açık ve sinsi faaliyetler" tanımı altında adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, şike, kötürüm hale getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık ve şantaj" faaliyetlerini kapsıyordu.24* MiT 1965"te Milli Amele Hizmeti (MAH) gizli servisi yerine kuruldu. Her iki teşkilat da ağırlıkla ordu mensuplarından oluşuyordu ve CIA"ya aşırı derecede bağımlıydı. Soğuk Savaş sırasında MiT personelinin üçte biri silahlı kuvvetler mensuplarından, geri kalanı emekli subaylardan oluşuyordu. Genelkurmay Başkanlığı ya da Özel Harp Dairesi tarafından Seçilen MiT başkanı yasalar uyarınca silahlı kuvvetler mensubu olmak zorundaydı. CIA"mn gerek MİT ve diğer Türk istihbarat servisleri üzerinde kurduğu egemenlik gerekse de gizli yoldan siyasete müdahale etme yeteneği Soğuk Savaş süresince Türk sivil görevliler tarafından eleştiri konusu edildi. Pentagon Sahra Talimnameleri"nde (Field Manuals, kısaca FM) -özellikle çok gizli FM 30-31 talimnamesinde- açıkça ABD gizli servisi ve Türk gizli servisi arasındaki yoğun işbirliği, ülke üzerindeki Amerikan nüfuzunun öncelikli bileşeni olarak gösteriliyordu. ABD gizli servis ajanları ve Özel Kuvvetleri için yazılan Sahra Talimnamesi"nde "İç savunma stratejileri bağlamında ABD askeri gizli servisi tarafından geliştirilen iç istikrar operasyonlarının başarısı, büyük oranda ABD personeliyle ev sahibi ülke personeli arasındaki anlayış düzeyine bağlıdır" deniliyordu. Talimnamede CIA"yave ABD"nin diğer gizli servislerine ev sahibi ülkedeki kirli işleri dikkat çekmeden yürütmeleri için lokal gizli servisi nasıl kullanacakları anlatılıyordu: "ABD personeliyle ev sahibi ülke personeli arasındaki karşılıklı anlayış ne kadar yüksek olursa, ABD askeri gizli servisinin, problemlerinin çözümü için gerekli faaliyetlerde ev sahibi ülke gizli servisinin ajanlarını ikna etme ve harekete geçirme kabiliyeti de o kadar sağlam temellere oturtulmuş olur. Ev sahibi ülke gizli servisinde uzun süredir görev yapan ajanlar gibi kıdemli istihbarat mensuplarına yönelik angajman faaliyeti bu nedenle son derece önemlidir. "25* FM 30-31 direktifleri uyarınca Türk ve Amerikan askeri ile gizli servis kuvvetleri arasında kuvvetli ilişkiler geliştirildi ve Askeri Destek Programı ve Uluslararası Askeri Eğitim ve Terbiye Programı kapsamında 1950 ile 1979 yılları arasında tam 19 bin 193 Türk"e ABD tarafından eğitim verildi.26* FM 30-31 "de "Söz konusu servislerde uzun süredir görev yapan ajanlara yönelik angajman faaliyetinde özellikle üzerinde durulması gereken bir grup" olduğu ifade edilerek bu grup "ABD askeri eğitim programlarına aşina olan, özellikle de doğrudan Birleşik Devletler"de eğitim almış olan askerler" kategorisi altında tanımlanıyordu.27* CIA, Türk gizli servis yapısına öylesine nüfuz etmişti ki MİT"in önde gelen mensupları dahi Beyaz Saray"a bağlı olduklarını kabul ediyorlardı. MİT Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Savaşman, 1977"de CIA hesabına casusluk yaptığı gerekçesiyle tutuklandıktan sonra yaptiğı açıklamada, böyle bir suçlamanın gülünç ve Türk güvenlik sisteminin en temel gerçeklerinden bihaber kimseler tarafından yapılabileceğini söylüyordu. Savaşman, "CIA"dan MİT"le birlikte çalışan en az 20 kişilik bir grup vardı ve bunlar MİT içindeki en yüksek organı oluşturuyorlardı" diye açıklıyordu. "Hem istihbarat alış verişini, hem de Türkiye içi ve dışındaki ortak harekâtlara dönük işbirliğini sürdürmekle görevliydiler." Savaşman işbirliğinin kendi görev süresi esnasında başlamadığını ısrarla vurguluyordu: "Bizim istihbarat servisimizle CIA"nın işbirliğinin geçmişi 1950"lere dayanıyor... Teşkilatın kullandığı bütün mekanik malzemeler CIA tarafından temin edilmiştir. Birçok personel Amerikalılar tarafından yurtdışındaki kurslarda eğitilmiştir. Teşkilat binası CIA tarafından kurulmuştur." Savaşmanın ifadelerinden CIA"nın Türkler"e işkence aletleri de verdiği ortaya çıkıyordu: "Sorgu odalarındaki tüm aletler, en basitinden en kompleks yapıdakilere kadar CIA" dan temin edilmişti. Bu çalışma içinde ben de vardım, oradan biliyorum." MİT personelinin "yıllardan beri CIA gibi çalışmakta ve "Amerikan Servisi hesabına görev almakta" olduğunu belirten Savaşman, özellikle vurguluyordu: "[Personel] yurt içi ve yurtdışındaki operasyonlarda ücret kabul etmektedir."28* "Gizli servisin Türk toplumunun tüm yapısına derinden nüfuz ettiğine" dikkat çeken gizli savaş uzmanı Çelik, "gizli servisler ağı Türkiye" deki en etkili güçtür... Çalıştırdıkları insan sayısı hiçbir zaman halka açıklanmamıştır. Ancak... Bir kaç yüz bin gibi bir rakama ulaşıldığı tahmin edilmektedir... "diye açıklıyor. Türk emniyet yapısının tabi olduğu bu güçlü ABD nüfuzu nedeniyle CIA ve MİT harekâtlarına ilişkin nadir araştırmalar yapıldı. İstanbul"daki CIA istasyon şeflerinin belki de en güçlüsü olan 1932 doğumlu Duane Clarridge, 1997 yılında yayımlanan A Spy for All Seasons (Tüm Zamanların Casusu) adlı otobiyografisinde MİT ajanı Hiram Abbas"a hizmetleri nedeniyle özel bir yer biçiyordu. Clarridge, Abbas"ı "onunla iyi arkadaş olmuştuk, örgütlerimizden emekli olduktan sonra neredeyse kardeş gibiydik" sözleriyle anıyor ve devam ediyordu: "Hiram eşsiz biriydi Kendi döneminde, Türkiye"nin en iyi istihbarat memuruydu. Bu görüşü onu tanıyan bütün yabancı istihbaratçılar paylaşırdı. Sonunda, Türk istihbarat servisinin başkan yardımcısı oldu; bu göreve getirilen ilk sivildi." Birleşik Devletler"de örtülü faaliyet operasyonları üzerine eğitim alan Abbas, bir MİT ajanı olarak adını ilk kez Beyrut"ta, İsrail gizli servisi Mossad"la yürüttüğü ortaklaşa operasyonlarla duyurdu. Abbas 1968 ile 1971 yılları arasında Filistin halkına yapılan sayısız kanlı saldırı içinde yer aldı. Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Savaşman, duruşmada Abbas"ı "Lübnan"da CIA"yla beraber operasyonlara katılan, Onllardan yüklü ücret ve ikramiyeler temin eden, Filistin kamplarındaki solcu gençleri hedef alan faaliyetlerde gösterdiği başarı sonucu mükafatlandırılan"30* bir kişi olarak tanımlıyordu. Abbas Türkiye"ye döndükten sonra CIA"yla yakın ilişkileri sayesinde MİT hiyerarşisi içinde hızla yükseldi ve hassas terör operasyonları yürütmeyi sürdürdü. Akıl hocası CIA istasyon şefi Clarridge İtalya"daki CIA istasyon şefliğine atandıktan sonra bile yükselişi devam etti. Clarridge 1981" de Başkan Reagan ve CIA şefi Bill Casey emri altında çalışmaya başladığı sırada dahi Abbas"la irtibat halindeydi. O sıralarda CIA genel merkezi Latin Amerika masasında görev li olan Claridge ABD"nin Nikaragua"daki Kontralar"a sunduğu destekle ilgileniyordu. İran Kontra skandalı sırasında Clarridge, Amerikan Kongresi önünde yaptığı açıklamada bu faaliyetle ilgili yalan ifadeler vermişti. Türk CIA ajanı Abbas"ın kilit rol oynadığı Türkiye"deki gizli operasyonlardan biri, 30 Mart 1972"deki Kızıldere olayıydı. Abbas harekâtı, daha sonra MİT karşı istihbarat dairesi başkanlığına getirilecek olan MİT ajanı Mehmet Eymür"le birlikte yönetti. Eymür olayı şöyle aktarıyor: "28 Mart saat 10.00 civarında Ünye"ye ulaştık. Öğleden sonra MİT Müsteşarı Korgeneral Nurettin Ersin, Ankara Bölge Daire Başkanı ve Ankara Bölge"den 6-7 kişilik bir ekip ile birlikte Ünye"ye geldi. Müsteşar gerekli temaslarda bulunarak sorgulamanın MİT mensuplarınca yapılmasını, Jandarmanın ise alınan sonuçlarla koordineli olarak yakalama ve baskın işlerini yürütmesini emretti." Eymür emri verilen sorgulama işlemleri sırasında gözaltına alınanların "bir an önce netice almak için biraz fazla hırpalanmış" olduklarını belirterek, aranan solcu militanların kesin yerlerini öğrenmek için işkenceye başvurulduğunu yumuşak bir dille aktarıyordu. Sorgulama sonucu yerleri tespit edilen militanlar arasında Mahir Çayan"da bulunmaktaydı. Eymür, "çayan ve arkadaşları marşlar söylemeye ve zaman zaman askerlere laf atmaya başladılar" diye devam ediyor. "Bizi sivil pantolonlarımızdan tanımışlar. "Sam amcanın adamları", "Faşist MİT"çiler" gibi sözlerle bizleri kızdırmaya çalışıyorlardı. Aramızda 150-200 metre kadar mesafe vardı. Biz de onlara cevap veriyorduk. - Erlere ise dokunaklı laflarla tesir etmeye çalışıyor, faşist subayların emriyle hareket etmemelerini telkin ediyorlardı.31* -Ardından başlatılan katliamda dokuz solcu militan öldürüldü. Türkiye"nin bazı en büyük problemlerini çözmek için şiddetin şart olduğuna kani Mehmet Eymür, daha sonra kitaplaştırdığı anılarında Ziverbey Köşkü"ndeki sorgulamalar sırasında uygulanan işkencelerde ne kadar başarılı olduklarını da gururla anlatıyordu.32* Türk militan sol hareketi öcünü sam Amca"nın adamı" Abbas"ı öldürerek aldı. Eski CIA istasyon şefi Clarridge, Abbas"ın mezarını ziyaret etmek için bir daha Türkiye"ye geldi.33* Türk kontrgerilla uzmanı Çelik"e göre, ABD her ne kadar Türk Kontrgerillası"nın yaratıcısı ve MİT ile Özel Harp Dairesi"nin sponsoru olsa da, Beyaz Saray"ın Soğuk Savaş boyunca Türkiye" deki gizli askeri kuvvetler üzerinde mutlak bir hâkimiyete sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Çelik "Kontrgerillayı sadece ABD tarafından verilen emirlere itaat eden salt ABD ürünü bir yapı olarak tanımlayarak, konuyu fazlasıyla basite indirgemiş oluruz""34* demektedir. Türk gizli askerlerinin hemen hepsini ortak bir paydada birleştiren Pantürkizm ideolojisi nedeniyle, NATO"nun Türkiye" de ki gizli gölge ordusu, Batı Avrupa ülkelerindeki diğer gölge; şebekelerle kolay kolay karşılaştırılamayacak bir karaktere sahiptir. Çelik "Türk kontrgerillasının diğer NATO ülkelerinde ki ordularla bir tutulamayacağına" dikkat çekiyor. "Bunları aynı tanım içinde ele alarak meselenin gerçek boyutlarının uzağına düşeriz" diyen Çelik, her şeyden önce birimin zorbalığının ve kurumsal anlamda devlet yapısıyla iç içe geçmişliğinin hafife alınmış olacağını, "çünkü Türkiye"de kontrgerillanın tüm devlete nüfuz etmiş bir mekanizma olduğunu vurguluyor35*. Aynı meseleye bir başka açıdan yaklaşan Türk Savunma Bakanı General Hasan Esat Işık, Beyaz Saray"ın sahip olduğu nüfuza dikkat çekerek milli egemenliğe AB sponsorluğundaki kontrgerilla aracılığıyla darbe vurulmasını sert bir dille eleştiriyordu: "Fikir planında geçerli ve doğru. Kontrgerilla her ülkede var. .. Yalnız şu durumlar var: 1- Fikri ABD vermiş. 2- Finansmanını yapmış. 3- Bu örgüte sızmalar olmuş. Bu sızmalar, Pentagon"dan başlar CIA"nın sızmasına kadar sürer... Yabancı bir milletin Türkiye"deki örgütleri denetlemesi, etki etmesi ve şekillendirmesine müsaade edilmesi noktasına nasıl gelinebilir, bunu anlamak mümkün değil."36* Kontrgerilla ordusu Türkiye içinde ve dışında pek çok yerde eğitim aldı. Paramiliter eğitim merkezleri arasında Ankara, Bolu, Kayseri, İzmir yakınlarındaki Buca, Çanakkale ve 1974"ten sonra Kıbns"taki okullar bulunuyordu. Bolu"daki dağ komando su okulunda, Vietnam savaşı hazırlıkları yürüten Yeşil Berelilerle ABD Özel Kuvvetleri subayları kontrgerillayla birlikte eğitim aldılar. Bazı seçilmiş kontrgerilla askerleri ABD "ye giderek Amerika Okulu"nda (School of Amerika -SOA) eğitimden geçtiler. 1946"da Panama"da açılan "Özel Kuvvetler ve teröristlerin eğitim merkezi SOA 1984"te Atalanta"nın 85 mil güneyinde bulunan Georgia"daki ABD Ordusu Fort Benning"e taşındı. Gölge askerlerin yanı sıra yaklaşık 60 bin Latin Amerikalı eri de eğitimden geçiren okul, şiddet üretim merkezi olarak dünya çapında ün kazandı. SOA"da üç yıl eğitim veren ABD"li Binbaşı Joseph Blair sonraları o yılları pişmanlıkla anacaktı: "Erlere insanları yakalayıp bir otobüsün arkasına atabilecekleri ve kafalarının arkasından vurabilecekleri öğretiliyordu."37* Avrupa"dan SOA"ya gelen gizli askerler eğitim sırasında ideolojik propaganda çalışmasına da tabi tutuluyordu. Gizli ordu araştırmacısı Çelik, gizli askerlere "komünistlerin saldırganlık ve yıkıcı faaliyetlerini tanıtan filmler" gösterildiğini belirtiyor. ABD"deki SOA terör eğitim merkezinin, öğretilen metotlar açısından, Usame Bin Ladin"in Afganistan"daki El-Kaide terör eğitim merkezleriyle birebir aynı olduğu belirtilerek, "Yeşil Bereliler komutasında Meksika sınırındaki Matamoros"ta patlayıcı kullanımını öğreniyorlardı; onlara birini sessizce nasıl öldürecekleri, bıçaklayacakları ya da boğacakları öğretiliyor" deniliyordu.38* Eğitim talimnameleri arasında, Pentagon gizli servisi DIA"da görevli terörizm uzmanları tarafından yazılan ve çeşitli dillere çevrilen ünlü Sahra Talimnamesi 30-31 ile ekleri FM 30-31 A ve FM 30-31 B"de bulunmaktaydı.39* Yaklaşık 140 sayfalık talimnamede sabotaj, bombalama, öldürme, işkence, terör ve sahte seçim alalarında yürütülebilecek faaliyetlerle ilgili kesin dille yazılmış tavsiyeler bulunuyordu. FM 30-31 "de bulunan belki de en dikkat çekici tavsiyede, gizli askerlerden barış zamanlarında şiddet eylemleri gerçek leştirip suçu komünist düşmanın üzerine atarak korku ve alarm durumu yaratmaları isteniyordu. Talimname gizli askerlere, alternatif bir yol da gösteriyordu; sol hareketlerin içine sızılarak şiddet eylemlerini bizzat onların gerçekleştirmesi de sağlanabilirdi. Talimnamede, bu tür yanlış yönlendirme operasyonlarına ihtiyaç duyulacak ortam "Ev Sahibi Hükümetleri"nin komünist yıkıcı faaliyetler karşısında edilgenlik ya da kararsızlık gösterdiği ve yeterince hızlı davranamadıklarında ABD gizli servisleri tarafından kanaat getirilen zamanlar da olabilir" cümlesiyle tanımlanıyordu. "ABD ordusu istihbaratı, gerek ev sahibi ülke hükümetini gerekse halkını, ayaklanma tehlikesinin gerçekliği konusunda ikna edecek özel operasyonlar yürütme kabiliyetine sahip olmalıdır. Bu hedefe ulaşmak amacıyla ABD ordusu istihbaratı, özel olarak görevlendirilmiş ajanlar vasıtasıyla isyancı harekin bizzat içine girmeli, bu ajanların görevi isyancıların en radikal öğeleri arasından seçilmiş özel faaliyet grupları oluşmak olmalıdır." Düşman hareketine sızan ajanlar daha sonra şiddet eylemlerine ağırlık verecek, bu da düzenli kuvvetler ve kontrgerillanın harekete geçmesine neden olacaktı. "İsyancıların liderliğine ajan sokma başarısı gösterilemiyorsa, yukarıda belirtilen hedeflere ulaşmak amacıyla aşırı solcu örgütleri gerçekleştirilecek faaliyete alet etmek de faydalı olabilir.40* FM 30.231" de Pentagon bağının hiçbir koşul altında açığa çıkmaması gerektiği özellikle ve açıkça vurgulanıyordu: Bu özel operasyonlar sırasında katı gizlilik kuralları uygulanması şarttı... ABD ordusunun söz konusu müttefik ülke iç işlerine müdahalesinden sadece ve sadece devrimci ayaklanmaya karşı faaliyet gösteren kimseler haberdar olmalıdır. ABD askeri kuvvetlerinin müdahalesinin daha derinlere uzandığı gerçeği hiçbir koşul altında ortaya çıkmamalıdır.41* PM 30-31 ve eklerindeki "gereken kadarını bil" ilkesi, talimnamelerin kopyalarının "sadece dağıtım listesinde adları belirtilen insanlarla sınırlı tutulması" katı koşulunu zorunlu kılıyordu. En iyisi yazılı hiçbir delil bırakmamaktı "Mümkün olduğu sürece, bu ekte belirtilen detaylı bilgiler sözlü olarak aktarılmalıdır. Bunun son derece hassas bir konu olduğu vurgulanmalıdır."42* Ancak hiçbir sır sonsuza kadar sır olarak kalamaz... 1973"te Barış gazetesi Türk toplumunu felce uğratan esrarengiz şiddet olaylarının ve vahşetin ortasında PM 30-31 talimnamelerini yayınlayacağını duyurdu. Ancak gizli talimnameyi ele geçiren Barış muhabiri ortadan kayboldu ve bir daha kendisinden haber alınamadı. İki yıl soma Talat Turhan, var olan açık tehlikeye karşın çok gizli PM 30-31 "in Türkçe çevirisini yayımladı; ardından ABD"nin bu terör talimnamesi İspanya ve İtalya"da da yayımlandı43* Gizli NATO ordularının tüm Avrupa"da açığa çıkartılması sonrası, araştırmacılar FM 30-31 ile gölge ordular arasındaki doğrudan bağ üzerinde çalışmaya başladı. Allan Francovich, BBC için hazırladığı Gladyo belgeselinde üst düzey ABD"li yetkililere PM 30-31 B "nin bir kopyasını gösterdi. 1960"lı yıllarda CIA İstihbarat Başkan yardımcılığı görevinde bulunan Ray Cline, "bu güvenilir bir belgedir" sözleriyle belgenin varlığını teyit ediyordu. 1973"ten 1976"ya kadar CIA şefliğini yürüten ve Gladyo Operasyonu"yla hem genel anlamda hem de ülkesel bazda içli dışlı olan William Colby, kamera karşısında ülkesinin karanlık yüzüyle karşı karşıya gelmekten kaçınarak "hiç duymadım" demekle yetiniyordu. CIA propaganda uzmanı Michael Ledeen de hassas belgeyi reddedenler arasındaydı ve bu bir Sovyet oyunu olduğunu iddia ediyordu. Öte yandan İtalyan Özgür Masonlar örgütü üyesi ve antikomünist P2 lideri Licio Gelli, Francovich" e dürüstçe bir açıklamada bulunuyordu: "Bunu bana CIA vermişti."44* 12 Mart 1971" de Türk ordusunun sağ kanadı bir muhtıra yayınlayarak İkinci Dünya Savaşı sonrası ülkedeki ikinci askeri darbeyi gerçekleştirdi ve ardından Türkiye"de cumhuriyet tarihinin o zamana kadar gördüğü en zorba döneme girildi. Darbeyi izleyen on yıla, ordu ve politik sağ koruması altındaki kontrgerilla, Bozkurtlar ve MİT"in sol siyaseti bitirme girişimiyle başlattığı aşırı şiddetli çarpışmalar damgasını vurdu ve ülke resmen bir iç savaşın eşiğine geldi. Tahmini rakamlara göre, 1970"lerdeki terör olaylarında, çoğunluğu sağcı komandolar tarafından düzenlenen terör saldırıları ve cinayetler sonucu ölenlerin sayısı 5 bin civarındaydı. 1978 yılına ilişkin bir istatistiğe göre, o yıl 3 bin 319 faşist saldırı gerçekleştirildi; bu saldırılarda 831 kişi öldürüldü, 3 bin 121 kişi Yaralandı.45* İzlemciler, Hava Kuvvetleri"nin 1971 darbesi öncesi ve dokuz yıl somaki üçüncü darbe öncesi Washington" a bir temsilci gönderdiğini kaydediyor. 1971 darbesi arifesinde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, 1980 darbesi arifesinde de Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya Washington"a birer ziyaret gerçekleştirmişti.46* Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil (1965- 1971 ve 1975-1978 yıllan arası bu görevde bulundu), daha sonraları darbeyi şöyle tanımlayacaktı: "12 Mart"ta CIA vardır. Büyük ölçüde vardır... 12 Mart, haşhaş vardır. CIA, Papadopulos"da vardır. CIA, Gizikis"de vardır. CIA"nın nasıl hareket edeceği tahmin edilemez. Türkiye, kendi istihbarat gücünü kuvvetlendirmek için, İsrail istihbaratı ile Amerikan istihbaratı ile İran istihbaratı ile daimi ve organik münasebetler içindedir. Bunlar, gizli gizli her sene kendi şefleriyle toplanırlar. Washington"da, Tahran" da, Telaviv" de (istihbarat) mübadelesi yaparlar. Organik bağları bulunmayan, fakat inandıkları başka istihbarat örgütlerinden de istişari mütalaa alırlar. Şimdi, istihbaratçılar Amerikalılar "la organik münasebetler içinde olduğuna göre, Amerikalı, "şu adam benim adamım, şunu yerleştirelim solcuların arasına" diye rahatça işbirliği yapabilir. İstihbaratçılık alanında bu iş rahat yapılabilir. Sonra, hiçbir istihbaratçı, herhangi bir haberi her yere götürmez. Dışişleri Bakanına başka söyler, Devlet Reisi"ne başka söyler, Genelkurmay Başkanına başka söyler. İstihbarat bünyesindeki profesyonel dejenerasyon, her hareketin tesiri altındadır. İstihbaratçı, kendi gözünde çok mühim adamdır. Herkesten çok mühimdir... Her şeye de kadirdir. Bu kompleks istihbarat işiyle uğraşanların hepsine, en başından kahvecisine kadar aynıdır. Onun için Dışişleri Bakanıyken, istihbaratçıların, Bakan ve Genel sekreter dışındaki Dışişleri memurlarıyla temas etmesini men etmiştim. Şimdi nasıl yapar CIA? CIA yapar, organik bağlarıyla yapar. Sözünü ettiğim psikoloji vardır istihbaratçı arasında. Benim istihbarat şefim, kendisi farkında bile olmadan CIA benim altımı oyar. Elinde imkân var adamın. Onun için hiç şaşmam, aramam da, bulamam ki; nasıl yaptı, bulamam... 41* Emekli Albay Talat Turhan, Özel Harp Dairesi kontrgerilla ve MİT"in Birleşik Devletler katkısıyla kurulmasına dikkat çekiyor; bu yapıların üyelerinin FM 30-31 doğrultusunda eğitimden geçirildiğini de vurgulayarak, ABD"yi 1970"lerde Türkiye"yi kıskacına alan zorbalığı körüklemekle suçluyordu. Turhan, "Kanımca çoğunluğu anayasa ve yasalarla bağdaşmayan bu yönergede işaret edilen öneriler 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin ardından neredeyse tamamen yürürlüğe konmuştur" eleştirisini getiriyor ve devam ediyordu: "Yönergeler anayasamızla çelişmektedir ve Amerikan gizli servisinin ülke iç işlerine müdahale ettiği açıkça kanıtlamaktadır.48* Kontrgerilla gölge ordusu operasyonlarını yaygınlaştırdığı da, hükümeti 1973"te devralan Başbakan Bülent Ecevit kendi ifadesiyle "tamamen tesadüf eseri" gizli kuvvetten haberdar edildi. Ecevit daha sonraları, 1974"te dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar"ın, ABD desteğinin kesilmesi nedeniyle, "acil bir ihtiyaç için Başbakanlık"ın örtülü ödeneğinden bir kaç milyon dolar istemesiyle" başlayan ve kendisini "dehşete düşüren" bilgilendirilme sürecini şöyle aktaracaktı: "O yıllarda milyonlar büyük paraydı ve benden istene miktar da örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı. .. Genelkurmay"dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. "Özel Harp Dairesi için istiyoruz" yanıtı geldi. "Öyle bir resmi dairenin, o zamana kadar adını bile duymamıştım... "Şimdiye kadar bu dairenin giderleri nereden karşılanıyordu?" diye sordum. O zamana kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD"nin karşıladığı; ancak artık ABD"nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle başbakanlığın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi... Özel Harp Dairesi"nin nerede bulunduğunu sordum. "Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada" yanıtını aldım... 49* Aldığı yanıt nedeniyle "hayrete düşen ve kaygılanan" Ecevit, ordudan söz konusu dairenin işlevleri ve kuruluş biçimi hakkında bilgi istemiş, bunun üzerine kendisine bir brifing verilmişti. "Öz sunuş (brifing) toplantısına rahmetli Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık"la birlikte katıldım. Bilgi vermek üzere de rahmetli Genelkurmay başkanı Semih Sancar"la, o sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olduğunu öğrendiğim General Kemal Yamak ve bir-iki subay katıldı." Ecevit brifingde anlatılanları özetle şöyle aktarıyordu; "Özel Harp Dairesi, Türkiye"nin veya bir kısım topraklarımızın düşman istilasına uğraması" durumunda, istilacılara karşı gerilla yöntemleriyle ve her türlü yeraltı etkinliğiyle mücadeleye hazırlanmak üzere kurulmuştu. "Adları gizli tutulan bazı "vatansever gönüllüler" de Özel Harp Dairesi"nin sivil uzantısı olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirilmişlerdi. Gereğinde bu gönüllü sivil vatanseverlerin kullanmaları için de, Türkiye"nin bazı yerlerinde gizli silah depoları oluşturulmuştu."50* "Brifingde verilen bilgiler çok gizli olduğu için; o acı devlet sırrını bir zehir gibi içimde saklamak zorunda kaldım" diyen Ecevit"in kaygılarının ne kadar doğru olduğu zamanla ortaya çıkacaktı. 1977 yılında Türkiye" de büyük bir katliam yaşandı. 1970"lerin terör yılları boyunca Türkiye"deki işçi sendikaları konfederasyonları uluslararası işçi günü 1 Mayıs "ta Taksim Meydanı"nda büyük eylemler gerçekleştirmişlerdi. 1976"da süregelen ve artan terör olaylarına karşın eyleme 100 bin kişi katılmış ve barışçıl bir gösteri yapılmıştı. 1977" de ise meydanı 500 bini aşkın eylemci doldurmuştu. Dehşet saatleri gün batımında, konuşmacıların bulunduğu platforma, meydana hâkim konumda bulunan Sular İdaresi"nin duvarları üzerinde ve İntercontinental Otel"in çatısında mevzilenmiş meçhul kişiler tarafından kalabalığa ateş açılmasıyla başladı. Kabalık panikledi ve yaşanan olaylarda otuz sekiz kişi öldü yüzlerce insan yaralandı. Silah atışı 20 dakika boyunca devam etmiş, ancak alanda bulunan bir kaç bin polisten hiç biri müdahale etmemişti. CIA istasyon şefi Clarridge"le "kardeşten öte" bir ilişkisi olan Türk CIA ajanı Hiram Abbas 1 Mayıs katliamında bizzat yer almıştı.51* İntercontinental Otel, Şili"de 1973"te Allende hükümetine karşı girişilen darbenin de finansörlerinden olan ITT grubuna aitti. 1 Mayıs"tan üç gün önce otelin tüm müşterileri boşaltılmış ve yeni rezervasyonlar kabul edilmemişti. 1 Mayıs günü otele yabancı bir grup geldi. Katliamdan otel başka bir şirket tarafından satın alınarak ismi "The Mamara"olarak değiştirildi. Soruşturma sırasında, video ve ses kayıtları birdenbire ortadan kayboldu.52* O sırada Başbakanlık koltuğunu Süleyman Demirel"e devretmiş olan ve ana muhalefet partisi lideri olarak mecliste bulunan Bülent Eevit katliamın hemen ardından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk"ü ziyaret ederek kendisine Özel Harp Dairesi"yle ilgili bilgileri aktarmış ve terör eyleminde gerillanın parmağı olduğundan şüphelendiğini bildirmişti. Korutürk meseleyi Başbakan Süleyman Demirel"e açmış. Ancak Demirel iddiayı ciddiye almadığı gibi "büyük bir tepki de göstermişti."53 * 1978" de yeniden başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra da Özel Harp Dairesi "nin "sivil uzantısı ve gizli silah depolarının" izini sürmeye devam eden Ecevit, kuşkularını doğrulayan bir anıyı da aktarıyordu: "1978-1979"daki Başbakanlığım sırasında bir Doğu ilçemizi ziyaret ederken, oradaki Askeri birliğin komutanı olan generalle görüşüyordum. Kendisinin bir ara Özel Harp Dairesi"nde çalışmış olduğunu öğrenince, kuşkularımı belirterek, kendisinden bilgi almaya çalıştım. Generalin kuşkularımı yersiz bulması üzerine bir soru yönelttim: "Farzımuhal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket Partisi(MHP) Başkanı aynı zamanda Özel Harp Dairesi"nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı? General, "Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir vatansever bir arkadaşımızdır" yanıtını verdi."54 * Aynı dönemde Albay Türkeş"in sağcı partisi MHP, kontrgerilla, Özel Harp Dairesi ve terör olayları arasındaki bağlantıyı araştırmaya başlayan bir isim daha vardı: Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz. Araştırma sonrası hazırladığı nihai raporda Öz, "Bütün bu çalışmalar içinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla, Genel Kurmay Harp Dairesi"ne bağlıdır" diyor ve ekliyordu: "Kontrgerilla il ve ilçelerde, seferberlik işlemini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir. Bu konuda en çok, aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır. Sivil güvenlik güçleri içinde Mit elemanları ve 1. şube görevlileri kullanılmaktadır. ----------------------------*Çeviride 17 Kasım 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesi haberinden yararlanılmıştır (ç.n.). **Çeviride, 28 Kasım 1990 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajdan yararlanılmış, söyleşi daha ayrıntılı aktarılmıştır (ç.n.). -----------------------" Her iki kesimin de "Gerillaya karşı eğitim, ideolojik eğitim ve halk içinde gelişme ve halktan kadrolar oluşturma eğitiminden" geçirildiğini belirten Öz, "goşist sol hareketleri de bunların yönlendirdiğinden, ardından bunlara karşı savaşım vererek tabanı kazandıklarından ve demokrasi karşıtı eğilimleri geliştirip örgütlediklerinden" kuşku duyduğunu vurguluyordu. Öz devamla "Bütün bu çalışmalar, siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir" diyordu. Doğan Öz raporda, söz konusu karmaşık yapılanmanın geniş halk kitleleri içindeki örgütlenme biçimine ilişkin bulgulara da yer veriyordu: "Geniş halk kitlelerine girmeyi de AP"nin şemsiyesi altında MHP ve onun yan örgütleri olan Ülkü Ocakları, Ülkü-Bir, Ülkücü Teknik Elemanlar, İşçi Sendikaları (MİSK), bazı işveren kuruluşları ve esnaf dernekleriyle gerçekleştirme çalışmaları içinde görünmektedirler. Ortaöğretim kurumları, yüksek öğretim kurumları, yurtlar, işyerleri gibi kurum ve kuruluşlarda, gizli örgütlerce yönlendirilenler OBA-OCAK-SANCAK gibi hiyerarşik örgüt yapısıyla çavuştan başlayarak Albaylığa kadar rütbeli biçimde etkinlik göstermektedirler. Legal yan kuruluşlarda başarılı görülenler illegal çalışmalara yönelmektedirler. Bunlar bu işi aynı zamanda 10 bin Türk Lirasından başlayarak ayda 30-40 bin Türk Lirası"na varan aylık ücretler karşılığında yapmaktadırlar." Öz devamla bu ücretlerin karşılanmasını sağlayan mali kaynakları sıralıyordu: -a. Okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL"lik ödentilerle bağışlar, -b. Mahalle esnafından ve küçük zanaatkârlardan alınan bağış ve ödentiler, -c. İşe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli miktarı, -d.Mahalle arasında evlerden toplanan bağışlar. -e.Devlet ihalelerinden alınan yüzdeler, -f.Silah, afyon kaçakçılığı ile beyaz kadın ticaretinden vurulan vurgunlar, -h.Bazı iş çevrelerinden alınan bağışlar, -i.CIA, AID ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan desteklemeler.55 * (Sol dergisinden alıntı.Mart 2005(ç.n) Bu çok gizli sırrı açığa çıkartan Savcı Doğan Öz, 24 Mart 1978" de uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdi. Katili ülkücü İbrahim Çiftçi"nin yargılanması tam yedi yıl sürdü ve bu süre içinde Ankara Sıkıyönetim 1 No"lu Askeri Mahkemesi dört kez Çiftçi"ye oybirliği ile ölüm cezası verdi. Karar her defasında Askeri Yargıtay tarafından bozuldu. Yerel mahkeme son kararda şu kaydı düşerek davayı kapattı: "Sanık İbrahim Çiftçi"nin... Doğan Öz"ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüştür. Ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulunduğundan... Sırf bu hukuki zorunluluk nedeniyle sanık İbrahim Çiftçi"nin beraatına... Karar verilmiştir.56* İbrahim Çiftçi" Avukatı tüm yargılama boyunca müvekkilinin "normal" Vatandaş olmadığını dile getiriyordu. Serbest bırakılan Çiftçi son olarak 1997 yılında MHP genel başkanlığına adaylığını koydu. 1970"lerde kontrgerillanın bilinen en kötü üne sahip üyesi ise Bozkurtçu Abdullah Çatlı" dır. Sokak çeteleri vahşetinden mezun olan Çatlı, doğrudan Özel Harp Dairesi emrinde faaliyet gösteren kontrgerillanın üyesi olarak Bozkurtlar"ın acımasız tatbikçilerinden biriydi. 1971 askeri darbesinin ardından Çatlı hızla emir komuta zincirinin üst basamaklarına tırmandı ve 1978"de ikinci adam haline geldi. Aynı yıl, polis Çatlı"nın yedi solcu öğrencinin öldürülmesiyle bağlantılı olduğunu ortaya çıkarması üzerine yeraltına çekilmek zorunda kaldı. Çatlı diğer sağcı teröristlerin de yardımıyla İtalyan sağ kanat terörist Stefano Delle Chiaie"yle irtibata geçti ve ikili birlikte Latin Amerika ve Birleşik Devletler"i gezdi.57* Türkiye ve yurt dışındaki terör operasyonlarında ciddi roller üstlenen Çatlı, Türk elit kesimi içinde mükemmel bağlantılara sahipti. 3 Kasım 1996" da Türk devletinin üst düzey yöneticilerle birlikte yolculuk ederken Susurluk yakınlarında geçirdiği trafik kazası sonucu öldü.58* Korkulan bir başka Bozkurt mensubu da Haluk Kırcı"ydı. Kırcı, grup içinde, 1970"lerde binlerce kişiyi katleden Uganda diktatörüne atfen "İdi Amin" lakabıyla biliniyordu. 20 yaşında Ankara Üniversitesi"nde öğrencilik yaptığı sıralarda bile Alpaslan Türkeş"in antikomünist Pantürkist ideolojisinin sadık takipçilerinden biri olan Kırcı, 8 Ekim 1978"de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi yedi öğrencinin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamını gerçekleştirenlerden biriydi. Toplu katliam suçuyla uluslararası düzeyde arananlar listesinde bulunan Kırcı daha sonra pişmanlık yasasından yararlanmak amacıyla verdiği ifadede katliamı şöyle anlatacaktı: "Eve girdiğimizde içeride beş kişi vardı... Sonradan iki kişi daha geldi... Bunları alıp arabaya götürdük... Arabayı durdurup ikisini dışarı çıkardık, yol kenarındaki tarlanın içine götürüp yüzükoyun yere yatırdık. Her ikisinin de kafasına üç kurşun Sık... Sonra eve geri döndüm. Diğer beş kişi baygın vaziyette yerde yatıyordu... Önce bir tanesini telle boğarak öldürmeyi denedim, ama işe yaramadı. Sonra yüzüne havlu bastırarak öldürdüm... Diğer dördünün üzerine silahımı boşalttım.59* Ülkücü lider Çatlı"nın arabası 1996"da Susurluk"ta kaza geçirdiği esnada Kırcı, yandaki bir grup korumayla birlikte Çatlı"nın Mercedes"ini takip ediyordu. Çatlı"nın Mercedes de sıkıştığını gören Kırcı panikleyerek Ülkücü hareketin tüm önde gelen isimlerine telefon açmış ve yardım istemişti. Şef ağır yaralı. Ölüyor." Boşuna. Çatlı öldü ve Kırcı Bozkurt1ar"ın liderliğini aldı. 60* Bozkurtlar"ın ve kontrgerillanın en az Çatlı kadar ünlü bir başka üyesi de arkadaşı Mehmet Ali Ağca"ydı. 13 Mayıs 1981"de San Peter"s Meydanı"nda Papa II. Jean Paul"e suikast girişiminde bulunan Ağca, böylelikle dünya çapında bir üne sahip oldu. Saldırıda ağır yaralanan Papa hayatta kalmayı başardı. 1970"lerin ikinci yarısındaki öğrencilik yılları " boyunca iyi bilinen faşist militanlar arasında sayılan Ağca en hafif şiddet eylemlerinden birinin, bir yurt baskını sırasında iki öğrenciyi ayaklarından vurması olduğu belirtiliyor. Teröist çevrelerde, solcuların defalarca kendisini öldürmeye çalıştığı, ancak başaramadığı kulaktan kulağa dolaşan efsaneler arasındaydı. Ağca, Çatlı"yla birlikte 1 Şubat 1979"da Türkiye"nin en saygıdeğer yazı işleri müdürü Abdi İpekçi"ye düzenlenen suikastta yer aldı. İpekçi, Türk sağının terör bağlantıları ve bu teröre yönelik CIA desteğiyle ilgili ciddi araştırmalar üzerine odaklanmıştı. Kendisinin CIA istasyon şefi Paul Henzo"yu şiddeti durdurmaya çağırdığı da ifade ediliyordu. İpekçi, devletin en karanlık sırlarını ve vahşetin asıl kaynağını açıklarken hayatını riske atan Türk gazetecilerden biriydi. Bu cesur gazetecilerden biri de Uğur Mumcu"ydu. Mumcu"ya Ziverbey Köşkü"ndeki işkence seansları sırasında şu bilgi veriliyordu: "Biz kontrgerillayız. Bu devletin Cumhurbaşkanı bile bize dokunamaz." Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde kontrgerilla ile ilgili bilgileri açığa çıkartmaya devam etti; 1993"te arabasına konulan bir bombayla katledilene kadar61* İpekçi suikastının ardından Ağca tutuklanarak suçunu derhal kabul etti. Ancak mahkemede "olayın gerçek sorumlularının" isimlerini vereceği tehdidini savurarak gerekli yerlere gerekli sinyalleri gönderdi. Ertesi gün bir grup ülkücü Ağca"nın bulunduğu yüksek güvenlikli cezaevinin sekiz kontrol noktasını da geçerek, ünlü teröristi kaçırdı. Çatlı 1985 yılı Eylül ayında Roma"da verdiği ifadede Ağca"ya sahte pasaport sağladığını ve Papa suikastında kullanılan silahı bizzat kendisinin verdiğini açıkladı. Eğer Papa suikastı ertesinde Bozkurtlar"la ilgili ciddi bir soruşturma yürütülmüş olsaydı, Türk gölge ordusu kontrgerilla kesinkes açığa çıkacaktı. Ancak CIA Bozkurtlar"ın KGB tarafından kullanıldığını iddia ederek dikkatleri başka yöne çekince bu gerçekleşmedi.62* Uzun süredir Türk gölge ordusu kontrgerillayla ilgili ciddi kaygılar taşıyan Ecevit, 1977" de yeniden başbakan seçildikten sonra, dönemin yeni Genelkurmay Başkanı Kenan Evren" e giderek Özel Harp Dairesi ile ilgili edindiği bilgileri ve bu dairenin sivil uzantısı ve gizli silah depoları hakkındaki kuşkularını paylaşmıştı. Ardından Evren"e, "Özel Harp Dairesi"nin demokratik hukuk devleti kurallarına ve açık rejime uygun biçimde çalışır duruma getirilmesi ve çalışmalarının asli işleviyle sınırlandırılması konusundaki" isteklerini bildiren Ecevit, "Sayın Evren kaygılarımı paylaştığını söyledi ve isteklerimi yerine getireceği sözü verdi. Daha sonra her sorduğumda da, isteklerimin gereklerini yapmakta olduğuna dair bana güvence verdi" diye anlatıyordu görüşmelerini. Ecevit bu görüşmenin ardından kamuoyuna, "Türk Silahlı Kuvvetleri"ne saygı göstermeli ve politika dışında kalma istekleri konusunda onlara yardımcı olmalıyız" açıklamasında bulunacaktı.63* Orgeneral Kenan Evren orduyu politika dışında tutmak bir yana, 12 Eylül 1980"de yeni bir askeri darbe gerçekleştirerek bizzat hükümetin başına geçecekti. Bu arada NATO"nun Türkiye"deki Müttefik Seyyar Kuvvetleri, Anviel Ekspress manevralarını gerçekleştirdi.64* Evren anılarını topladığı kitapta daha sonraları, darbe öncesi başbakanlık koltuğunu bir kez daha Ecevit"ten devralmış olan Süleyman Demirel"le 5 Mayıs 1980 günü yaptığı görüşmeyi şöyle aktarıyordu: "(Demirel) Özel Harp Dairesi "ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yapmak suretiyle öldürülmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanıldığını söyledi. (1971 Sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan personeli kastediyor u). Bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım. Büyük emeklerle kurulan bu teşkilatın görevinin bu olmadığını, vaktiyle yanlış kullanıldığını, ben Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Özel Harp Teşkilatını esas görevine yönelttiğimi, tekrar kontrgerilla söylentilerinin ortaya atılmasına müsaade edemeyeceğimi söyledim .. (Kenan evren, Anılar sf 431.Çevirmen tarafından yazarın bilgisi dâhilinde eklenmiştir.) 1990"da Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir röportajında bu görüşmeden bahseden Evren, ayrıca şu eklemede bulunuyordu: "Kanaatim o ki, Genelkurmay Başkanlığım sırasında, bu teşkilat görevi dışında kullanılmadı. Ama belki, bana intikal ettirilmeden, bazı yerlerde gayrı resmi olarak teşkilattan bazı kişiler bu işe bulaşmış olabilir. Bunu bilemem. (Hürriyet,26 Kasım 1990.Çevirmen tarafından yazarın bilgisi dâhilinde eklenmiştir.) Ancak aşırı sağcı bir militan yargılaması sırasında1970"lerdeki terör olaylarının ve katliamların Evren ve ordunun sağ kanadını iktidara getirmek için düzenlendiğini iddia ediyordu: "Katliamlar MİT tarafından yapılan provokasyonlardı. MİT ve CIA tarafından gerçekleştirilen provokasyonlarla 12 Eylül darbesine zemin oluşturuluyordu.65* Daha sonraları Orgeneral Evren"in, darbe sırasında Özel Harp Dairesi"ne başkanlık ettiği ve gizli kontrgerilla ordusuna komuta ettiği ortaya çıktı. Orgeneral Evren kendisini Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ilan edip savaş elbiselerini takım elbise ve kravatla değiştirdikten sonra, tüm terörist saldırılar anında sona erdi.66* Alttaki gazete kupüründe de kendisinin Pentagon"da eğitim gördüğünü zaten anlatmış. Türkiye"deki darbe başlatıldığı sırada ABD Başkanı Carter operadaydı. Haberi aldığında, CIA"nın Türkiye istasyon şefliğinden henüz bir kaç ay önce ayrılıp Washington"a dönen ve CIA Türkiye masasında Carter"ın güvenlik danışmanlığını yapmaya başlayan Paul Henze"yi aradı. Carter telefonda Henze"ye zaten bildiği bir bilgiyi nakletti."Senin adamlar az önce bir darbe yaptı.67* Başkan haklıydı. Paul Hanze, CIA" deki arkadaşlarına darbeden bir gün sonra muzaffer bir edayla şöyle diyecekti: "Bizim çocuklar başardı!"68 Kontrgerilla uzmanı Çelik"e göre Henze "12 Eylül 1980 darbesinin baş aktörüydü.69 Yıllar sonra Carter "12 Eylül hareketinden önce Türkiye, ülke savunması bakımından kritik bir durum içindeydi. Afganistan"daki müdahale ve İran monarşisinin devrilmesinin ardından, Türkiye"yi istikrara sokan hareket avuntumuz oldu, yorumunda bulunacaktı.70 Carter"ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniev Brzezinski Henze"yi destekliyordu. 1979"da Ayetullah Humeyni"nin iktidara geldiği İran" daki durum Ulusal Güvenlik Konseyi"nde ele alındığı sırada, Brzezinski "Gerek Türkiye gerekse de Brezilya için en iyi çözüm askeri bir darbe olacaktır" görüşünü dile getiriyordu.71 Uluslararası basın organları darbeden bir gün sonra Washington"daki bir Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün "Birleşik Devletler"in askeri darbeden önce, ordu tarafından iktidara el konulacağı konusunda bilgilendirildiğini teyit" ettiğini yazdı. Türk subayları ise daha önce Washington"un rızasını almamış olsalar, müdahalede bulunmayacaklarını açıkladılar.72 Askeri darbe sırasında Türkiye"de yaklaşık 1.700 Bozkurt örgütlenmesi ve bu örgütlenmelerde kayıtlı yaklaşık 200 bin üye ile 1 milyon ülkücü sempatizan bulunuyordu.73 Bunlar darbeye zemin oluşturan 1970"lerdeki gerginlik stratejisi operasyonları için vazgeçilmez birer araçtılar. Ancak artık güvenlik tehlikesi oluşturuyorlardı ve Kenan Evren iktidarını pekiştirmek amacıyla sağcı MHP"yi yasaklayarak diğer bazı MHP üyeleriyle birlikte Alpaslan Türkeş"i ve çok sayıda Bozkurtu tutuklattı. Türk askeri hükümeti, MHP aleyhine Mayıs 1981 "de açılan davanın iddianamesinde MHP"nin 220 üyesini ve yandaşlarını işlenen 694 cinayetten sorumlu tutuyordu.74 Alpaslan Türkeş tutuklanmasına karşın popülaritesini korudu ve 4 Nisan 1997"de hastanede kalbine yenik düşüp öldüğünde cenazesine yarım milyon insan katıldı, Bozkurtlar cenazeye katılmak isteyenler için dünyanın dört bir yanından uçaklar kaldırdılar. Dönemin İslamcı Başbakanı Necmettin Erbakan, Türkeş"in ölümüne kadar Türk siyasi yaşamına damgasını vuran bir kişi olduğunu belirterek; vefakâr yaşamı ve hizmetleri nedeniyle daima büyük övgüyle anılacağını ifade etti. Türkeş"i tarihi bir kişilik olarak tanımlayan dönemin Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, kendisinin Türkiye"nin demokratik tarihinde özel bir yere konulmaya layık olduğunu söyledi ve Türkeş"le kişisel ilişkilerinin her zaman çok iyi olduğunu ekledi. Eski Emniyet Genel Müdürü Kemal Yazıcıoğlu "Başbuğum, her şeyi senden öğrendim!" dedi.75* Çok sayıda tutuklamanın ardından Türk cezaevleri Bozkurtlar"la doldu; ardından MİT ajanları eski silah arkadaşlarını ziyaret ederek onlara çekici bir teklif getirdiler: Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Kürt azınlıkla mücadele etmeleri karşılığında cezaevinden çıkma ve tatmin edici bir gelir. Çoğu teklifi kabul etti ve 1984"te silahlanıp dağa çıkan sol kanat Kürt hareketi PKK ile savaşmaya başladı.76* İki taraf arasındaki ihtilaf, giderek artan nefret ve radikal şiddet olaylarıyla tırmandı. Toplam 25 bin kişinin hayatını kaybettiği çatışmalarda, Türk gölge ordusu kontrgerillanın da yer aldığı belirtiliyordu. Birleşik Devletler"den Ankara"ya silah, helikopter savaş uçakları gönderilirken milyonlarca Kürt de zorunlu göçe tabi tutuldu. ABD Başkanı Billi Clinton böylesi bir ortamda Türkiye için "Kültürel çeşitliliğin erdemleri üzerine dünyaya gösterilebilecek parıldayan bir örnek" benzetmesini yaptığında, kurbanların aileleri hiç de mutlu olmamıştı.77 NATO"nun gölge ordusunun Kürtler"e karşı girişilen katliamlarda yer alması bugün bile Türkiye ve Washington"daki en büyük sırlar arasında. PKK"ya karşı mücadelede yer alan Türk paramiliter birimlerin eski komutanlarından Binbaşı Cem Ersever, yayımladığı kitapta kontrgerilla ve diğer paramiliter birimlerin PKK "ya karşı mücadelede yürüttüğü gizli savaş ve terör yöntemlerini anlatıyordu. Afganistan"dan batıya gönderilen uyuşturucuların geçiş yolu Türkiye"de, terör birimlerinin "Eroin Yolları"ndan kazandığı vergilerle nasıl zenginleştiğini açıklıyordu. Ersever"in açıkladığı kontrgerilla harekâtları arasında, PKK gerillaları kılığına girmiş kontrgerilla üyelerinin köylere saldırıp kadınlara tecavüz ettiği ve insanları gelişigüzel öldürdüğü yanlış yönlendirme harekâtları da bulunuyordu. Bu, bölgede PKK"ya verilen desteği zayıflatmak ve halkı PKK"nın karşısına almak için kullanılan bir yöntemdi. Ersever ek çok eski Bozkurtçu ve benzeri aşırı sağcı kimselerin doğrudan ceza evinden alınarak gölge ölüm timlerine dâhil edildiğini teyit ediyordu. Bunlar arsında itirafçı PKK"lılar ve İslamcılar da bulunuyordu. Ersever durumu tüm gerçekliği ile ortaya koyduktan sonra,1993 yılı Kasım ayında klasik kontrgerilla metotlarına uygun biçimde öldürüldü. Ersever"in işkenceye uğramış ve kafasından vurulmuş cesedi elleri arasından bağlanmış vaziyette bulundu. SON. Not: Bu yazı NATO"NUN GİZLİ ORDULARI adlı kitaptan alıntılanmıştır. Alıntılama gerekçesi olarak ta yazarın tanıtım amacı ile kısmi alıntılama yapılabilir notuna istinadendir. GÜNCEL YAYINCILIK: 245 Açık Tanışma: 11 ISBN 975-6117-21-4 NATO"nun Gizli Orduları Kitabın Orijinal Adı: NATO's Secret Armies Operation Gladio and Terrorism in Western Europe Genel Yayın Yönetmeni: Aysel Akdaş Kapak Tasarımı: Talip Aktaş Birinci Basım: Ekim 2005 Ofset Hazırlık Güncel Yayıncılık Ltd. Baskı ve Cilt: Kayhan Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Davutpaşa Cad. Güven San. Sitesi D Blok No: 155 Topkapı / İstanbul/Tel: O 212 576 0136 © Güncel Yayıncılık Ltd. Şti. 2005 © Taylor and Francis Group 2005 Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. GÜNCEL YAYINCILIK LTD. ŞTİ. Çatalçeşme Sk. No: 54/3 Cağaloğlu - İstanbul Tel: O 212511 2237Fax: O 2125228668 e-mail: info@guncelyayincilik.com.tr --------------Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz ilkesine sadık kalınarak bu kitaptan sadece tanıtım amaçlı bazı alıntılar yapılmıştır. Derleme: Ahmet Dursun *********** Özellikle Cumhuriyet tarihi açısından Türk Milliyetçiliği kavramları üzerine yazılmış yazılardan bir derleme yaptım. Bu yazıları değişik ortamlarda da bulabilirsiniz ancak kendi arşivimden de içlerinde katkılar bulacaksınız ve topluca bulma imkânı elde etmiş olacaksınız. Türk Milliyetçilik Anlayışı üzerine araştırmalar BAŞBUĞ'DAN MEKTUP VAR! "Devlet Bahçeli MİT Ajanı!" Turan davasının büyük lideri Başbuğ Alparslan Türkeş, 26.7.1983 tarihinde GATA'da tedavi görürken bir grup ülkücü, Albay'ı hapisten kurtarmak için çalışma yürütmektedir. Kendisine bu ekipteki isimler bildirilir. Merhum Türkeş, bunlar hakkında kanaatlerini belirten bir mektup kaleme alır. ASLI, MEŞHUR BİR DAVA ADAMINDA! Mektubun sansürsüz aslı, ülkücülerin saygı duyduğu bir dava adamında. Zamanlama açısından yaşanan gecikme bu dava adamını sıkıntıya sokacağı için şimdilik kendi ismiyle açıklamak istemiyor. Ancak lider seviyesindeki bazı ülkücülerin de bu mektubu arşivlerinde tuttuğunu ve haberdar olduklarını araştırmalarımız neticesinde öğrendik. BAHÇELİ'Yİ BU BELGEYLE Mİ SUSTURUYORLAR? Bizim elimize geçen bu belge, muhtemeldir ki, devletimizin istihbarat birimlerinin de arşivindedir. Daha da korkuncu yabancı entelijans servislerinin elinde bulunmasıdır. Acaba MHP liderini bu belgeyle mi susturuyorlar? Samimi ve milli tepkiler gösteren bakanlar teker teker görevden alınırken, bu belge Ülkücü Hareketin elini kolunu bağlamakta bir tehdit olarak mı kullanılıyor? Bu belgeyi açıklamakla, kulislerde Bahçeli'nin MİT ajanlığı konusunda yapılan spekülasyonlara da bir virgül koymak istiyoruz. Sayın Bahçeli, aksini iddia ederse hatamızı kabul edip, kendisinden özür dileyeceğimizi şimdiden belirtiriz. Ama belge doğru ise kendisinden bu tarihi hareketin liderliğinden ayrılmasını isteme hakkımız saklıdır. MİT AJANI OLMAK ONURDUR AMA... MIT ajanlarının herhangi bir yasadışı örgüt içine sızmasına karşı değiliz. Aksine gereklidir. Ancak yasal bir hareketin liderliğini ele geçirmesi kabullenilemez. Sayın Bahçeli'nin MİT müsteşarı olmasını da memnuniyetle kabul ederiz. Ama MHP yönetimini deruhte etmek, devletin değil ülkücülerin hakkı ve görevidir. Bu açıdan saygıyla baktığımız bir kurum olsa dahi MİT'i de açıklama yapmaya davet ediyoruz. MEKTUBUN METNİ Pek değerli ve Sevgili Oğlum Bu gün, muhterem arkadaşımız ... mektubunuzu getirerek beni çok sevindirdi. Yazılarınızı okuyarak gerçek durum hakkında aydınlandım. Teşekkürler ederim. Ara sıra yazmanızı ve bana bilgi vermenizi rica ederim. Malum olduğu üzere davamız Türk-İslam davasıdır. Her hareketimizin gayesi Allah'ın (c.c.) rızasını kazanmak ve asil milletimize hizmet etmektir. P.. imanlı iyi bir arkadaşımızdır. A.E de temiz ve ihlaslı bir Anadolu Türkmeni'dir. Avşardır, benim aşiretimden boyumdandır. Denenmiş fedakar bir kimsedir. Göze çarpan kusuru kendisine zarar veren içki tutkunluğudur. M.Ü. ise gayet temiz, dürüst, imanlı, aydın bir kişidir. Bunlar milliyetçilik yolunda, geçmiş yıllarda sessizce hizmet vermişlerdir. A.G., A.A. tarafından gösterilen hatalı davranışı anlamak mümkün değildir. Devlet Bahçeli'nin bunlarla aynı davranışa girişmesi mümkün şey. Devlet Bahçeli,MİT'dendir. Arkadaşlarımız MİT'den uzak olmalı, bunlara hiç itimat etmemelidir. Ne ise çok şükür şuurlu arkadaşlarımızın sayesinde fesat yatışmış oldu. Fakat bu tatsız şeyleri yapanlar, ya Anavatan Partisi ile işbirliği sebebi ile kışkırtılmışlardır veya MİT tarafından kullanılmışlardır. Mesele üzerine dikkatle eğilmek lazımdır. Ermenilerin cinayetlerine karşı bazı MİT memurları içerde ve dışarda ülkücüleri kullanmak teşebbbüsünde bulunuyorlar. Bunları asla kabul etmemeli, hiçbir eyleme karışılmamalıdır. Önce yönetim Milliyetçilere karşı giriştiği baskıyı, yanlış uygulamayı değiştirmeli ve resmi makamlar, görev teklif etmelidirler. Bu takdirde devletimizin desteğini ve tasvibini arkamıza alarak eyleme girişmek kabul olunmalıdır. Aksi halde MİT (?) memurlarının el altından yaptıkları teklifleri kabul etmek zararlıdır. Bunu herkese münasip şekilde anlatmalıdır. Şimdi sizden özel bazı ricalarım olacaktır. Eşim Seval hanımı tanıyorsunuz. Gerek sizin ve gerek muhterem ... hanımın arada bir telefonla aramanızı kendisine (okunamadı) ilgi ve destek vermenizi rica ederim.Güvenilir iyi bir de şöför temin etmeye çalışmanızı rica ederim. Mahsus selamlar ederek sevgilerle gözlerinizden öperim. Cenabı Hakka emanet ederim. Alparslan Türkeş (İmza) KONUNUN TRAJİ-KOMİK TARAFI... Bu belgenin, Bahçeli'nin başbakanlığı konuşulmaya başlandığı bir dönemde gündeme gelmesi ilginçtir. Mektubun doğru olduğunu varsayarsak ve Sayın Bahçeli de başbakan olursa, MİT Müsteşarı ile aralarında bir ast - üst sorunu yaşayacakları kesin! Haydi halledin bu kısır döngüyü!.. gercekergenekon.4t.com ********* Gladio, II. Dünya Savaşı sonrasında İtalya"da örgütlenen stay-behind operasyonunun kod adı. Latince"de kılıç anlamına gelen Gladio sözcüğünü isim olarak kullanan örgüt, Amerikan ve İngiliz kontrgerilla örgütlenmesi olan Stay Behind tarafından 1952 yılında kuruldu. CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen örgüt, 1956 yılında ABD ile işbirliği içinde, casusluk ve gerilla savaşı yapmak üzere örgütlendi. Sardunya"da örgütün ilk eğitim kampı kuruldu ve Kuzey İtalya"da 139 yerde silah ve mühimmat depoları oluşturuldu. Resmi adı Müttefik Koordinasyon Komitesi (Allied Coordination Committee) idi. 1956 sonrasında ikisi kadın 622 kişi ABD ve İngiliz gizli servisleri tarafından eğitildi. 1990 yılında Gladio"yu ortaya çıkaran soruşturmalar esnasında bu 622 kişinin grup liderleri oldukları, her bir grup liderinin belli sayıda kişiyi idare ettiği, böylece toplam sayının 15.000"e yaklaştığı ortaya çıktı. Soruşturmaların ünlü yargıcı Felice Casson, gizli servis arşivinde yaptığı incelemelerde, 1972 yılındaki bir bombalamanın kesinlikle NATO destekli bazı gizli örgütlerce yapıldığı sonucuna ulaştı. Yargıç Başbakan Andreotti"nin bilgisine başvurdu, 1972"de bu olay tesbit edildiği için Başbakan örgütün varlığını kabul etti, ancak 1972"de kapatıldığını söyledi. Araştırmalara devam edilince Gladio"nun faaliyete devam ettiği ortaya çıktı. Eylemlerin en büyüğü 1980 Ağustos ayında Bologna tren istasyonunda patlayan bomba ile 85 kişinin ölümü idi. İtalya"da 1969-80 arasında 4.298 terör olayı meydana gelmiştir. Yapılan soruşturmalar sonucu, bunların önemli bir bölümünden Gladio sorumlu gösterilmiştir. Bazı eylemleri bizzat yapmakla, bazısında patlayıcı ve silah sağlamakla, bazısında da tahrik ve yönlendirme yapmakla suçlanmıştır. Avrupa Parlamentosu bile sorunla ilgili karar tasarısında şu sözlere yer vermek durumunda kalmıştır: "Avrupa Topluluğu"na üye pek çok ülkede gizli, paralel istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerinin 40 yıldır var olduğu Avrupa hükümetleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kırk yıldır bu örgütlerin demokratik kontrolden kurtulduğu ve NATO ile işbirliği halinde ABD gizli servislerince yönetildiği anlaşılmıştır." Örgütün İtalya"daki adı Gladio (Kılıç) idi. Yunanistan"da B-8 ya da SheepSkin (Koyun Postu), Belçika"da SDRA-8, Hollanda"da NATO Command, Batı Almanya"da Gehlen Harekatı, Stay Behind ya da Sword, Avusturya"da Schwert, Fransa"da Rüzgar Gülü, İspanya"da Anti-Terör Kurtarma Grubu (GAL), İngiltere"de ise Secret British Network olarak bilindiği bu ülkelerin yetkililerince açıklandı. Örgüt, Türkiye"de Kontrgerilla olarak biliniyor. ******* ŞAHLARIN LABİRENTİ;12 EYLÜL BELGESELİ Belgeselde, yaşananları sağ-sol çatışmasından ibaret saymanın o dönemin üzerine perde çekmek olacağı düşüncesine yer veriliyor. Alttaki adreste konuyu vermiş idik, http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=345.msg5906#msg5906 Lakin yine de indirmek ve arşivinde saklamak isteyenler olur ise konu kapatılmadan tamamını indirebilirler. Türk Silahlı Kuvvetleri "Düşükler Yassıada"da" diye bir film gerçekten çekti mi? İdam fotoğrafları gazetelere ne kadara satıldı? http://rapidshare.com/files/309347726/Shlrn.Lbrnti.6.blm-.part2.rar http://rapidshare.com/files/309347908/Shlrn.Lbrnti.6.blm.part1.rar ------------- İdam, sürgün, işkence sebebiyle büyük acıların yaşandığı o dönemde pek çok gencin kirli oyunlara kurban verildiği ve bu sebeple 12 Eylül sonrasında apolitize bir gençlik yetiştirildiği düşüncesinden hareketle Türkiye"nin geleceği olan bu gençliğin yakın tarihinde nelerin yaşandığını bilmek zorunda olduğunun altı çiziliyor. -650 bin kişi göz altına alınmış. http://www.megavideo.com/?v=E4WJFH1B Önceki verdiğim bu adres engellenmiş durumda. Buradan bakınız. trt.net.tr (http://www.trt.net.tr/Galeri/Video.aspx?GaleriResimKodu=884e97f6336f-4173-b526-dbd18f6e1fe1&KategoriKodu=d6387ba0-a0e3-4b7e-bafc-139998dd4523) ********* Türkeş"in gerçek adı,Hüseyin Feyzullah"dır. Devletin resmi sitesinden alınmıştır. Bakınız... Yazıcıoğlu"nun F.Gülen hakkındaki konuşma videosu. Helikopter kazası Allahın millete uyarısı mı? Değerli dostlar, Bir zamanlar (Cubbeli değil) cüppeli lâkabı ile tanınan (ben ona bir ulema artığı diyorum) biri vardı. Ne diyordu? Gölcük depremi inançsızlara bir ceza imiş vs... gibi abuk sabuk söylemler... Şimdi de helikopter kazası için aynı abuk sabuk söylemleri biz de aynı sapkınlıkla mı dile getireceğiz? Elbet ki hayır. Düşünün ki devlet erkini elinde bulunduranlar milyarlarca dolarlık harcamalar yaparak odamızdaki konuşmaları dahi dinleyebilecekler ancak bir helikopterin yerini bulamayacaklar. Bu aklınıza yatıyor mu? Aklınıza diyorum dikkat ediniz. Çünkü (inananlar açısından) Kur"an onlarca kez akla vurgu yaptığına göre elbet ki ben de aklınıza yatıyor mu diye soracağım. Akıl kelimesinin geçtiği ayetler. Başbakan"ı protestoya 11"er yıl hapis kararı çıkmış. Ne içinmiş? Başbakan hakkında protesto gösterisi yaptığı için. Polise, adalete kalkan elleri elbet ki kıracaksınız. Bu kesinlikle böylede olmalı. Fakat sadece başbakanı protesto için ise yazıktır. Salt başbakanı protesto ettiği için yargılanan, başbakan gelecek diye hukuksuzca gözaltında tutulan çiftçileri de unutmadık elbet. Adaleti yargılamak peşinde hiç değilim elbet ki. Ancak yukarda belirttiğim üzere aklınızı kullanmanızı tavsiye ederek yargı konusunu geçiyorum. Helikopter meselesi bir cumhurbaşkanı, bir başbakan gibi daha gözde bir mevkideki insan için olsaydı Türk devletinin dünyadaki durumu ne olurdu? İşe bakın ki NASA helikopterin yerini belirlemiş. Tabii ki turktime.com"un haberi kesin ise. Hasbel kader o mevkie gelemeyen bizim gibi sıradan insanları zaten hiç konu dahi etmiyorum. Ey aziz milletim, Hangi görüşten olursa olsun inanıyorum ki yaklaşık 70 milyon insanımız Sayın Yazıcıoğlu ve beraberindekilerin kurtulması için dua ediyordur. Allah 70 milyon insanın duasını kabul etmiyor diyebilir misiniz? Tabii ki hayır. Ancak hangi Allaha dua ettiklerini tartışmaya gerek dahi yoktur. Nasıl inanırsa inansın milletimizin temiz duygularla içten gelerek bir ümit için dua ettiğine ben inanıyorum. Görülüyor ki bu işler Allahın üzerine atılamayacak durumlardır. Boş vermişlikle, vurdumduymazlıkla devlet yönetmeye kalkan ulema benzerleri ile Türkiye Cumhuriyeti yönetilemiyor. Hiç değilse çıkıp bir özür dilenseydi de demiyorum. Çünkü <<Özür / suçu, eksikliği ortadan kaldırmak / veya uyarmak için. (MÜRSELAT SURESİ/6)>> yeterli olmadığı açıkça belli olmuyor mu? Bana göre bu beceriksizler acilen istifa etmelidirler. Onlar bu durumu göremiyorlar. Kalpleri vardır bununla kavrayıp - anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (A"RAF SURESİ/179) Gördüğünüz gibi ben demiyorum... Elbet ki hak ettikleri cezayı yine milletimiz verecektir. Tabii ki Allahın vereceği cezayı bekliyoruz diyenler varsa o başkadır. O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah"ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir. (NUR SURESİ/25) İnanıyorlarsa bundan hiç şüphe duymasınlar. Helikopter olayından bir hayırlı haber hepimiz bekliyoruz elbet ki. Muhsin Yazıcıoğlu"nu siyaseten tasvip etmek başka, insan olarak, insanlık adına hayırlı haber beklemek başka şey elbet ki. Hayırdan her ne infak ederseniz - haksızlığa, zulme uğratılmaksızın - size eksiksizce ödenecektir. (BAKARA SURESİ/272) Biz Sayın Erdoğan gibi zalim değiliz. Zalim diyorum çünkü kendisine muhalif olduğunuzun anlaşıldığı an işiniz bitiveriyor. Ya Ergenekon ile ilişkilendiriliyorsunuz ya da başka bir konu ile... Tıpkı Uğur Dündar"ın dün açıkladığı gibi... Allah, zalim olanları sevmez. (AL-İ İMRAN SURESİ/57) Değerli dostlar, Bir zamanlar liderler sultasından dert yanan Sayın Erdoğan, şimdilerde liderlik sultasının keyfini doyasıya sürdürmekte bir sakınca görmemektedir. Hatta iki dönemden fazla liderlik bizim partide olmayacak gibi vaatlerde bulunduğunu acaba hatırlıyor mu dersiniz? Söze sadakat insan olmanın erdemidir. Bunu yakında göreceğiz. Özetle Allah yüce milletimizi uyarmaktadır. Ben şahsım olarak buna inanıyorum. İmamlarla ülke yönetilemeyeceğini anlamamız için bu elim helikopter olayı yine Allahın bizlerin aklını kullanması için bir uyarı olduğuna inanıyorum. Çünkü (inananlar için) Kur"an da diyor ki. Biz Kitap"ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. (EN"AM SURESİ/38) Artık AKP"nin hak ettiği cezayı sandıkta veriniz. Hesap günü geldiğinde tüm bu yapılanların hesabını sizler de AKP ile birlikte vermek zorunda kalmak istemiyorsanız, Allahın uyarıcılığına kulağınızı tıkamayın derim. Saygı ile... 27 Mart 2009 Ahmet Dursun ********* CIA,TÜRKEŞ'İ MBK'YA YERLEŞTİRDİ. Altta sunacağım bir başlık ile grubumuzda bir tartışmaya başladık. İşte yazışmalarımız. ---------- Gündem Ankara'da 'Derin Devlet'in dehlizlerine inildi "CIA, TÜRKEŞ'İ MBK'YA YERLEŞTİRDİ" "ALPARSLAN TÜRKEŞ, CIA TARAFINDAN EĞİTİLDİ" "MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ'Nİ CIA KURDU" "MÜDAHALELERİN ARKASINDA AMERİKA VAR" "AMERİKA, SİSTEMİN HER ALANINA YERLEŞTİ" İNÖNÜ: DEVLETİ HERKESE GÖSTERMEK İÇİN RESMİMİ PARAYA BASTIM "İNÖNÜ KUKLAYA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ" AMERİKAN KABUĞU KIRILMADIKÇA, PROVOKASYONLAR DA BİTMEYECEK! "BÜTÜN GENERALLERİ TOPTAN YOK ETMEYİ DAHİ DÜŞÜNDÜK" "NE MAOCU, NE DE LENİNCİ, BEN DEVRİMCİYİM!" "TÜRKİYE KÜRTLERİ ERBİL'E DEĞİL, ANKARA'YA BAKARLAR" "TÜRKİYE'Yİ KİMSE KISIR KAVGALARA MAHKÛM EDEMEZ!" 1960'lı yıllardan günümüze Türkiye'nin derin dehlizlerinde tasarlanıp, sahnelenen oyunların arkasındaki güçler deşifre oluyor. MHP ve Alparslan Türkeş'in CIA ile ilişkisi, askeri müdahalelerde Amerika'nın rolü, solcuların İslamiyet hakkındaki yanılgıları, İnönü'nün niçin paraya fotoğrafını bastırdığı, Ömer Gürcan niçin bütün genarelleri öldürmeyi dahi düşünebildiklerini ve Türkiye'nin içinde bulunduğu kuşatılmışlığı nasıl aşacağı Gündem Ankara'da konuşuldu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iki eski subayı, 68 kuşağı öğrenci hareketlerinin iki aktif ismi Sarp Kuray ve Ömer Gürcan, Kanal A Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan'ın hazırlayıp sunduğu Gündem Ankara'da, derin devletin Türkiye tarihindeki izlerine yönelik ilginç tespitlerde bulundular. Ö.Gürcan ----------Sevgili Arkadaslar, su siralar, gündemde ( genel anlamda ) mhp ve Türk milliyetciligine yönelik karalama amacli haberlerden gecilmiyor. Bu tür haber ve bilgilerin mesafeli ve süpheci bir yaklasim ile okunmasini tüm öbekdaslarimdan rica ederim. Hani belgesi, c i a dan diplomasi , iddianin kaniti derseniz, ortaya hic bir sey cikmayacagindan emin olabilirsiniz. Sayin Ö.Bey,affiniza siginarak yazdigim bu satirlar icin, kusuruma bakmamanizi rica ederim. Saygilarimla, efendim.J.Macer ---------Belge mi istiyorsunuz? TÜRKİYE'DE GİZLİ SAVAŞ Devamı yazının sonundadır. Bu belgeye henüz itiraz gelmemiştir.Bu nedenle de geçerliliğini ya da iddialarını hala koruyor demektir.saygı ile...A.Dursun ----------Ahmet bey, Alparslan Turkes Kurt degil bir kere. Bu uyduruk belgeleri birakin. Nelere inanarak bu yasa gelmissiniz. Lutfen yani.NKavcar --------Ohooo!... Ahmet Bey!..... Siz muhatabınızı bu belgeler kesmez: CIA'dan diploma,Öyle "tif" dosyası, hatta fotokopi bile kesmez kendisini... .... Aslında orjinali DE kesmez ya, hatta ses bandı da kesmez,"sahte", "düzmece", "komplo" der!.... Kulak ve gözden beyne giden sinirleri yoktur kendisinin... A.Vaizoglu ---------Ben yine de arşivlediğim bazı yazıları paylaşayım o halde.İsteyen inansın istemeyen kendi bilir. ALPARSLAN TÜRKEŞ, ABD'DEN PARA ALDI MI? http://ahmetdursun374.blogcu.com/turkes-alparslan-turkes-abd-den-para-aldi-mi/1695186 --ALBAY TÜRKEŞ VE CIA BAĞLANTISI http://ahmetdursun374.blogcu.com/turkes-albay-turkes-ve-cia-baglantisi/1817239 --TÜRKEŞ:HALA KÜRDÜZ ALLAH'A ŞÜKÜR http://ahmetdursun374.blogcu.com/turkes-hala-kurduz-allah-a-sukur/1902607 --ALBAY TÜRKEŞ:KONULU YAZIYA YORUM http://ahmetdursun374.blogcu.com/albay-turkes-konulu-yaziya-yorum/2152775 --------Sanık Üsteğmen Alparslan Türkeş'e hakim soruyor. http://ahmetdursun374.blogcu.com/7946861/ Sağlığında yayınlanan hatıralarında ( Sabah Gazetesi, Hulusi Turgut), adının Ali Arslan konduğunu, daha sonra öğretmeninince Alparslan'a dönüştürüldüğünü kendisi söylemiştir. "Alp Arslan ( Arslan soyadı olarak)" takma ad kullandığını Star televizyonundaki Kırmızı Koltuk programında Ahmet Altan'ın başka bir konu ile ilgili sorusu üzerine arada kendisi söylemiştir. Ayrıca harbiye öğrencisi iken İnönü'ne gönderdiği Alp Arslan imzalı mektuplar basında da yayınlanmıştır. Helikopter kazası Allahın millete uyarısı mı? türkeş'in bilinmeyen anıları o yıllar'da! pkk:dtp ile ilk önce türkeş görüşmüş. fethullah ve alparslan türkeş menderes, cemal gürsel’in sansürlenen mektubu fethullah:gulen uzerıne bır yazı almanak; türkiye 1980, tarih tekerrürden ibarettir. -------------Sayın Kavcar, Önce de söylediğim gibi benimle siszin farklı bir söylemimiz yoktur. Suçlama falan da yapmış değilim. Öyle bir niyetim asla olmadı,olmaz da. Anlamak istediğimi sormuş idim. Birkez daha yineliyorum. Siz de ben de yaklaşık aynı sevdayı seslendiriyoruz. Ülkümüz Türk varlığı,milletimiz,devletimiz,ebediyen var olacağına inandığımız bir dava. Yani Türklüğün var oluş mücadelesi. Başkaca bir şeklini de zaten düşünemiyorum. Ancak neden farklı algılıyoruz? Ya da neden farklı şeyleri söylüyormuşuz gibi algılanıyoruz? Acaba bir zihin kontrolü ile karşı karşıyayız da biz birbirimizi anlamakta mı zorlanıyoruz? Kemikleşmiş bir Türklük bana göre hastalıkla iştigaldir. Doğru olan ise,Türk varlığına olan umumi düşmanlıktır. Bu düşmanlığın adı ya da adresi her kim olursa olsun benim için hiç fark etmez. Direkt olarak karşısında dururum. 50 yaşıma rağmen hala söylediklerimi anlatamıyor isem,hala ifadelerimde bir kısır döngü mevcut ise sanırım ki bu benden kaynaklı bir hata olmalıdır. Biz Türkler için düşman millet,düşmanlaştırılmış halk yoktur. Bu vatanı seven herkes bizim kardeşimizdir. Bu nedenle yüce Atatürk'ün"Ne mutlu Türküm diyene"ilkesini düstur edindik. Bu ilkeye sonuna kadar bağlı olan herkes bizim kardeşimiz,dostumuz,canımızdır. Bunun dışında ne MHP,ne CHP,ne de Başka bir siyasal görüş benimsemiyorum. Benim benimsediğim tek siyasal görüş vardır. O görüş te ulu önderim Mustafa Kemal'in düsturudur. Bunun dışnda kalan her çeşit fikir,akım,görüş benim metrelerce uzağımdadır. Burada anlaşılmaz bir ifadem var mıdır? Buna istinaden,adı milliyetçi,faşist,komünist,liberal,dinci,ılımlı ya da ılımsız islamcı vs... ne olursa olsun beni bağlamaz. Atatrük ilkelerine doğrudan ya da dolaylı olarak,her çeşit hülle kullanarak,takıyyeci her çeşit oluşum,komüsnist,faşist,AB'ci,ABD'ci,herhangi bir mandacı,teslimiyetçi,vs...hiç bir zihniyet,Atatürk ilkelerini candan özümsemiş hiç bir Türk evladının kabul edeceği bir olgu değildir,olamaz da. Evirip çevirmeye,kıvırtıp,sağa sola yalpalamaya hiç,ama hiç ihtiyaç duymayan,dosdoğru insanların ancak ve ancak bu milleti makuz talihinden kurtaracağına olan inancım tamdır. Öncelikle söylenmesi gereken şey şudur ki;ya bu milletimin ebediyen varlığı için canı dahil her şeyini feda edeceksin,ya da milleti her ne ad ile olursa olsun,bölücü akımlara yeltendirmeyeceksin. Bu benim şahsi düşüncemdir. Tabii ki başkasını bağlamaz. Lakin,mesele vatan ise,yazdığım ve yazdığımız hermen herşey teferruat tır. Teferruat ta takılmayalım diyorsanız sonuna kadar arkanızdayım. Yok MHP,CHP,AKP,vs..lerin savunuculuğunu yapmak istiyor isek ben bunda en azından şimdilik yokum. Ta ki tam bağımsızlık mücadelemiz son bulana kadar. Saygı ile selamlıyorum. Ahmet Dursun -------Türkeş olayında çok az bilinen ve her tür yoruma açık 2 olay var ; 1...Türkeş, ne tabur ne de alay komutanlığı yapmadığı halde albay rütbesine yükseltildi. 2...Türkeş hapis cezası almış olduğu halde kurmay olmasına,TSK geleneği ve kuralları çiğnenerek izin verildi.. Onu yakından tanıyan bir em. subay büyüğümüz kesin olarak doğru diyor,Türkeş'i abd'nin koruyup kolladığı ve de kullandığı konusunda !! B.SAVAŞ -----------Benim bildigim emperyalizm bir ulkede mili hassasiyeti olan kisilerin yetismesini istemez. Yukarida yazdiginiz gibi cumleler bende kurabilirim. Atis serbest bir stil. Fakat o cumleleri kurarken dikkatli olmak gerekir. Dikkatimi cekiyor, Kurt-Turk, Laik-Antilaik ayrimini yeterli gormeyenler var. 80 once ki catisma ortamini eski tufekler ile geri getirebilir miyiz ozleminde olanlara prim yaptirmamak gerekir. Turkiye'nin 1. problemi AB, 2. Problemi AKP'dir. Hedef saptirmayalim.NKavcar -----------Her sey e maydanoz olmak, Arkadaslar,yasım itibari ile olayların icindeyim. Belki genctik.Olayları su anda ki gibi yorumlıyamadık ama icinde olduk. 1960 yıllarında ,hergünKızılayda özgürlük diye bagıran kisiydim veya Siyasal da veya Hukuk fakültesindeki olaylarda ordaydım. Fakat ,ihtilal sonrası gelisen olaylar ı tasvip etmedim. Ordu -Genclik el ele sloganları ve Yassıada yargılamaları,Roma lıların ,galdyatörlerin savasına benzedi.Adil degildi. DPnin sucu varsa CHP nin de vardı. Daha sonra ,birtakım genclerin ,Istanbulda ve Ankara da hergün gösteri yapması da anlamsızdı. polisin zavallı hale getirilmesi de. 3 -4 genc Ankara hergün olay cıkarıyor ,polis müdahale edemiyor.Ve bu gencler ,kücük bir mahalle olan , Ayrancıda bir eski senatörün evinde saklanıyorlar.Yakalanamıyorlar. Bu ara da sag da örgütlendi.Polis zavallı.Hergün ODTU lü lü,sakalı bitmemis 100-200 genc Kovboy ülke haber merkezini bombalıyor.Ülkücü gencler ,kahvelerde,pastanelerde toplantı yapıyor. Fakültelerde örgütleniyor. Polisin müdahale edemedi yerde ,bizim tosunar müdahale etti.Site yurdu,baskı altına alındı. Bu is diger yurtlara sıcradı. Ve sag-sol catısması basladı. Ülke ,senelerce bu catısma yı yasadı. Türkes olmasaydı,Büyükres olurdu.Biri si olacak. Ceteler saldıracak,Büyükanıt olmazssa ,kücük anıt olacak. Yavas yavas ,Iranla catısmaya gidiyoruz. Bu da gercek.Ustalar satrancı buna göre oynuyor. RTE ,olmazssa ,baskaları hazırlandı.Bunu anlattım.AKP mantıgı devam edecek. Bir grup manevi degerler dedi,solcularmaddi deger dedi.Fakat Erbakan ekibi,hem manevi hem maddi deger dedi,kavgaya katılmadı. Ve en sonunda iktidar a geldiler. Oyun un ,Kovboy ülkede planlandıgı hatta kendi adamlarına ODTU üniversiteinde kendi Elcisinin arabasının yaktırıldıgını ögrendik. Ogrenciler olay cıkarıyor.Yurtlar bosaltılıyor.5000 ögrenci stadyumda toplanıyor ve etrafı binlerce Jandarma tarafından sarılmıs,herhalde Kürkcü idi ,olyların lideri,elini kolunu sallıyarak Isvece gidiyor. Agca nın Maltepe ceza evinden cıkısı gibi. Evet simdi anlıyoruz. Süper gücler ,satranc oynuyor ve sah diyor. Sıra bizde bizde satranc oynıyalım. Bos konusmaya gerek yok.Allah sadece insanın ,biyolojisini düzenlemiyor.Onun sosyal davranısları da düzenleniyor. Ne kadar inkar etseniz de dünya hem dönüyor ,hemde galaksi ile birlikte hareket halinde. G.Guvendag ----------Sayın Kavcar, Siz MHP'nin yaptıklarını tasvip ediyormusunuz? Evet diyorsanız o halde 1.öncelikli sorun başka ne olabilir ki? Zaten soruncu başına(AKP)pirim vern yine MHP'in yönetimi değil mi? Tabandan bahsetnediğimi sanırım siz de farkındasınız. yani Türk milliyetçiliğinin ne isim babasıdır,ne de önderidir MHP yönetimi. Bu AKP'den memnun değil iseniz o halde MHP'den nasıl memnun olabiliyorsunuz ki? Dikkatimi cekiyor, Kurt-Turk, Laik-Antilaik ayrimini yeterli gormeyenler var. 80 once ki catisma ortamini eski tufekler ile geri getirebilir miyiz ozleminde olanlara prim yaptirmamak gerekir Demişsiniz. Doğrudur. Yakında Laz,Pontus vs..ayrımları da gündemdedir. Çok kısa süre sonra bunlarda devreye girecek. Eski tüfekler dediniz mi ucu biraz bana da dokunuyor da o nedenle bunları söylüyorum. Eskiye rağbet olsa...... Doğru bildiğimiz,inandığımız değerler ayrı birşey,yanlış olana yanlış demek ayrı birşey. Bize Türklüğü,Türk milliyetçiliğini ne ABD ne AB ne de onlardan cevaz alan diğer partiler öğretemez. CHP'nin gnel başkanı da aynı cenahtan değil mi?Yani AB'ye karşı olanlar bu partite barınamaz diyen Baykal deyil mi? Bahçeli ile Baykal'ın ne farkı var ki? Daha doğrusu Türk milletini düşündüğünü iddia eden hangi vekile güveneceğiz? Çıkarları olduğunda jet hızı ile kararlar alan,muhaletef olduğunu unutan,iktidar yandaşı kesilenlerle nereye gideceğiz? hangisinin neresini svunacağız ki? Siyasetin de bir ahlakı vardır. Sizi ve bizleri tabiiki kastetmiyorum.Zira siyasetçi değiliz. lakin siyasetin de ahlaklı olanını sevmiyormuyuz? Lütfen salt savunmak için değil,milli değerlerimiz için yazalım,söyleyelim. Sizin inandığınız değerlerin dışında bir değere inanmış olarak yazmadığımı da biliyorsunuz. Özetle aynı vatanı seviyoruz. Ama nasıl oluyor da farklı anlamlar çıkartabiliyoruz onu anlamış değilim. Çıkar desem,aynı çıkardayız.Vatan. Menfaat desem yine aynı. Nedir o halde farklı görüş açımız acaba bende bir nedret mi var?Ahmet Dursun --------------Sayin Dursun hatırlatmis ve de CHP henuz kurultayda iken su soruyu yeniden sormamız gerekiyor galiba : SIZCE CHP POLITIK YELPAZENIN NERESINDEDIR ARKADASLAR ? Ç.Çalış ---------Solcu degilim, hic olmadim. Fakat sol dediginiz kavramdan artik bugun bir anlami kaldiysa ilericilik, cagdaslik vs anliyorsaniz. Herkes bunlari istiyor. Baykal dun solcu idi. Bugun Dunyayi iyi okuyor ve solculuk denen sey ile sanal sanal dolasmaktansa gercek uzerinden siyaset yapiyor. Deniz Baykal'ın 2002 deb beri iki buyuk hatasi oldu. İlki Erdogan'a yol verdi digeri "İkiz Yaslarda" AKP'ye destek verdi. Bugun bunu biliyor, ona gore yon ciziyor kendisine. Bizde ki partilerin hatasi degil de ABD gibi binlerce stratejisyen ve gri propagandist karsisinda yonlerini sasirma olarak bakiyorum olaya. Solcu, suncu buncu degil, oncelikle Turkiye'yi cirkeften cikarmak gerekir. Gelin bana kulak verin. ONCE TURKİYE'Yİ KURTARALİM: SONRA YONETİMİ İCİN KAVGA EDELİM. Dumende Washington varken, guvertede sizinle savasmak sacma olur. Ve ben sol ne ise bir tehdit olusturmadigini bilirken bunu yapmam.NKavcar --------------Yelpaze mi kaldı Çetiner Abi? Bence kavramlar yozlaştırıldı dolayısıyla da içerik kayboldu. Bir bakıyorsun bilmem ne ülkesinde, iktidardaki partinin adı komunist parti ama herşey kapitalist. CHP Türk Devrimlerine sahip çıksın, Kemalizm temelinde yeniden yapılansın ve bu çerçevede politikalar, projeler üretsin yeterli bence. Hatta demokrat olmasına bile gerek yok, bu kavram da bende hep politik fahişeliği çağrıştırmaya başladı. İşgalcilerin ellerindeki İnciller çoktan Demokrasi Risalelerine dönüşmüş durumda. AKIL CAGI.com ---------“Saf MHP’liler” mi var; yoksa saf yerine mi konuluyorlar?-Arslan BULUT http://www.ilk-kursun.com/2008/04/26/saf-mhpliler-mi-var-yoksa-saf-yerine-mikonuluyorlar-arslan-bulut/ ------------Ömer Gürcan: MHP'yi CIA kurdu! http://www.kanalahaber.com/haber_detay.asp?Pro=nEo3_1&haber=14090&G=21_g ---------Ne guzel en nefret ettiginiz iki kavrami bir araya getirmissiniz? Bu mektup yazilmis mi belli degil? Veya hangi tarihte? Biliyoruz ki cemaat ilk okulu 1994 de Azerbaycan'da acti. O yillarda herkes cemaatle iyiydi hatirladigim kadariyla. 3 yil sonra da Turkes vefaat etti. 1997 dede ic yuzleri ortaya cikmisti bir cogumuz icin. Simdi siz ne cevabi bekliyorsunuz? Bence buradan size ekmek yok.NKavcar ---------Alparslan Türkeş'ten "iş arkadaşı"na bir mektup... Ne guzel en nefret ettiginiz iki kavram Bana mı yazıyorsunuz Sn Kavcar... Öyle farzederek yanıtlıyorum: 1994 Fetoş İlk Okulu 1994 de AÇMADI!.... YANLIŞ BİLİYORSUN!.... Ayrıca,"Yine 80 öncesini karıştırma" diyeceksin ama: 80 Öncesi, Fetoş daha Fetoş olmamışken neler yapıyordu??? Biliyor musunuz? .............. Hayranlarınızı memnun etmek uğruna "körükörüne" MHP ve BOŞBUĞ'u temize çıkarmaya ve bunu sağlamak için "deneme""sınama""sallama" metodu kullanmaya ha? O DA İYİ A.Vaizoğlu ---------Türkeş olayında çok az bilinen ve her tür yoruma açık 2 olay var ; 1...Türkeş, ne tabur ne de alay komutanlığı yapmadığı halde albay rütbesine yükseltildi. 2...Türkeş hapis cezası almış olduğu halde kurmay olmasına, TSK geleneği ve kuralları çiğnenerek izin verildi.. Onu yakından tanıyan bir em. subay büyüğümüz kesin olarak doğru diyor, Türkeş'i abd'nin koruyup kolladığı ve de kullandığı konusunda !! B.Savaş ---------Sayin Savas,siz bu yorumunuzla Turkes'i degil, TSK'ni vuruyorsnuzu farkinda misiniz? TSK'de demek hak etmedigi hald Turkese Albaylik rutbesi verildi. CIA istedigi icin .İlginc. Yapmayin bunu. Elde , avucta saglam bir tek TSK i var. Onu yipratmayiniz. N.Kavcar -------Bak Nevval.... Kendini kasıyorsun,Saygı bekliyorsan, yazdıkların saygın olmalı... Ne şimdi bu?Siz bu yorumunuzla Turkes'i degil, TSK'ni vuruyorsnuzu farkinda misiniz Burhan Savaş yakın tarihteki bir olgu / olayı aktarıyor, Yanlış ise olayı yanlışla, yalan de vs.. ne biliim... Benim Türkeşin Fetoşa yazdığım mektubu yanlışlar gibi... SEN BURHAN SAVAŞ'I YANLIŞLIYORSUN!... Ne yaani,Bildiği /elinde olduğu halde bunu bizimle paylaşmasın mı? A.Vaizoğlu ----Siz iki kimlikli mi yaziyorsunuz? Fikir uretelim efendiler. Yazdigim dogrudur. TSK nde o oyle istedi diye kimseye ulufe dagitilir gibi albaylik verilmez Alli Bey. Yazacak sey bulamayinca hakaretvari konusmak.. Burhan beye nicin inaniyoruz? Etkisi, yetkisi nedir bilelim. Tekrarliyorum ve sizi kiniyorum. TSK i hedef aliyorsunuz. Simdi oturup bende mektup yazayim bari. Inonu'nun Said-i Nursiye yazdigi. Kaynagi bosverelim. Ne bileyim kuyruk acimin oldugum kisilerin kuyrugunu CIA ya baglayayim vs. Fakat Lutfen TSK i ni uzak tutarak Simdi anladim Sol niye yerlerde. Omega falan kar etmez size. Sayin Savas, TSK nde kisilerin onunun kesilmesi baskadir, albayligi haketmedigi halde albaylik rutbesine yukseltmek baskadir. O satirlari okurken soyle dusundum. Sanki vatandas askere yazilmis , derken CIA diyor ki "BUnu albay yapin" mantik nerede? TSK de boyle rutbe verimi olur mu? Elbette bu ulkede CIA her tasin altinda. Fakat TSK nde yok diyorum. Turkes'i bedavadan Albay yaptilar soylemi, TSK ne saygi ve sevgiyi birakir mi? Hedefte TSK i yoksa, satirlariniza dikkat gerekir. Ki Olmadigini daha evvelki yazilarinizdan biliyorum. Simdi Turkes CIA ajani olsa, nicin tabani bu kadar Turk Milliyetcisi. Bugun ki Amerikan politikalarina karsi ciksin diye mi? Mantik nerede? Siz basarisiz dediniz ya googleden taradim. "1948 yılında Genel Kurmay tarafından açılan imtihanları kazanmış ve bütün eğitim dönemindeki başarılarıda gözönüne alınarak Amerika'ya tahsile gönderilmiştir.Amerika'da piyade okulu ve Amerikan Harp Akademi'sinde tahsil görmüş buralardan da iyi dereceler ile mezun olmuştur. 1955'de kurmay binbaşı olan Alparslan Türkeş (Amerika'da) Washıngton'da bulunan daimi gurup nezninde Türk Genelkurmayı'nın Temsil Heyeti üyeliğine tayin edilmiştir. 1957 yılının sonuna kadar vazifesini sürdürmüştür. Bu süre içerisinde Üniversity of America (Amerika Üniversitesi)'ya devam etmiş, International Economics tahsili görmüştür. Daha sonra yurda dönen Alparslan Türkeş, 1959'da Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilmiş, bu okulu da başarı ile bitirmiştir." Ortada bedavadan terfi gorunmuyor? N.Kavcar -------Amerika'dan türlü çeşitli diploma almıyan mı var ? NBC -nükleer-biyolojik - kursları, çoğu. Yazmayı unuttuğum önemli bir şey var. İşlerine gelene güzel kıdemler ayarladılar amerika'da kurs, eğitim v.s ile.. arkadaşı bnb. iken albay olan pek çok !! Tahsin Yazıcı diye şişirilen Kore generalini Menderes'in niye milletvekili yaptığını da mı yazsam acaba? Tugay-6.000 kişden oluşur- yarı yarıya imha ettirildi bir kaç günde. Açtırmayın şu kapağı fazla. abd'nin TSK'ya yaptıklarını, operasyonlarını burada keselim de canımızı daha fazla sıkmıyalım.. Teknik ve Milli Ordudur Mustafa Kemal'in ideali.. abd mahvetti TSK'mızı.. Suçun yarısı -en az- bizim.. Bugünkü Gen. Kur.Karargâhı eskiye göre bin defa daha fazla bizim TSK peşinde zaten.. Ama, öyle bir kapana girmişiz ki Allah yardımcımız olsun.. ABD gibi ordumuzun tüm ihtiyacını karşılıyacak bir özel sektör yarattırmadı bize nato-yani amerika !Bakın bugün akp tamamen abd'nin operasyonuyla % 47 alıyor.. Bildiğimiz her şeyi de yazmıyoruz içimiz fazla acımasın diye.. Milli bir iktidar bu işleri birgün mutlaka rayına sokacaktır. Halk ve yeterli sayıda insanımız geçmişte bu yazdıklarımızı bilebilse, öğrenebilse her şey çok farklı olurdu.. Bizde nato'dan beri hem ordu'da hem sivilde elitler ve yeteneklilerin çoğu yarı yolda uygun yöntemlerle ! imha ediliyor, küstürülüyor, bıktırılıyor. Yurt dışında yaşıyan sayısız TSK'dan erken koparılmış ne cevherler var.. ahmet yüksel özemre yobazı demirbaş nükleer komisyonlarında yıllardır. o milletvekili bile olmadan komisyonlardadır hem de .. Teknik ve Milli TSK için hepimiz gece gündüz uğraşmalıyız. Meclise niye sadece 3-5 mühendisten fazlası sokulmaz. Kim çalışacak teknik savunma meclis komisyonlarında ? avukat, iktisatçı, imamlar mı ? Hep öyle oluyor nato'ya girdiğimizden beri.. bu konuları tartışmalı bu tip '' akıl '' grupları..asıl temel konular bunlar.. B.Savaş. -------DEĞERLİ ARKADAŞLAR; KONU SİLAHLI KUVVETLER OLUNCA BİR MENSUBU OLARAK AÇIKLAMA İHTİYACI DUYDUM. Silahlı kuvvetler hepimizin.Silahlı kuvvetler hakkında bilerek yıpratıcı yayın yapanlar öncelikle kendilerini aşağılar, kendilerini küçük düşürür, ki herkesi bundan tenzih ederim. Lütfen bilmeden de genelleme yaparak bu hataya düşmeyelim. Burhan bey, "işlerine gelenlere güzel kıdemler ayarladılar, amerikada kurs, eğitim vs. ile. arkadaşı bnb.iken arkadaşı albay olan pek çok." cümleniz külliyen yanlış. Bu bilgiyi nereden aldıysanız sizi kandırmışlar. Bu konuda bir örnek dahi veremezsiniz. Yurt dışı kurslar için öncelikle lisan sınavı yapılır, sonraki aşama belli bir sicil notu ortalaması olmasıdır. Sınavda yeterli lisan puanı alanlardan sicil notu ortalamasını da geçenler arasından yapılan seçimler artık komutanlığın bir tercihi olabilir, ama bu seçilenler de mutlaka yurt dışı kursa gitmeye hak kazanmış kişilerdir. Ben de amerika'ya 3 aylık kısa bir kursa böyle gittim. Ama arkadaşı binbaşı iken albay rütbesiine terfi ettirilen bir kişi dahi yoktur. Yurt dışı görevlerde yabancı ajanların kendilerine hizmet edecekleri kişilere yanaşma ve elde etme taktikleri her zaman olmuştur ve olacaktır. Elde edilme olayı kişilerim süt ve kan bozukluğuna bağlıdır. Bu kişiler tesbit edildiğinde hem yasal hem idari işlem yapma hem de teşhir etme herkesin görevidir. Silahlı Kuvvetlerde yanlış yapanları eleştirmek, Silahlı Kuvvetler içindeki çürük elmaları temizleyerek daha da güçlenlenmesine hizmet eder ki ben iki kitap yazarak, yanlış yapanları ismen ve rütbe ve makamları ile teşhir ederek bunu yapmış kişiyim. Ama lütfen bilmediğimiz konularda ve genelleme yapmaktan kaçınalım. Bildiğimiz her türlü yolsuzluk, Silahlı Kuvvetleri yıpratan her türlü olay, kişiler ve makamların üzerine de çekinmeden gidelim ki ordumuz her zaman Türk Milletinin en güvenilir kurumu olmaya devam etsin. SELAM VE SAYGILARIMLA A.ULUDAĞ E.Kur.Alb. ---------MHP Marks Türkeş sağ sol vb. Madem ki sanal evrendeyiz öyleyse şöyle bir kaç dakikalığına kendimizi bir "Liberal" "Dinci" "AB'ci" "Soroscu" "ABD'ci" birinin yerine koyarak günümüzde yapılan bu türden “sanal alem tartışmaları"nı izlesek ne hissederdik acaba ? Belki anımsarsınız çocukken çevremizde hoşlanmadığımız kişiler birbirleriyle dalaşırken kenara çekilir başparmaklarımı zın tırnaklarını birbirine sürerek “daha fazla kızışmalarını, birbirlerini yemelerini” dilerdik. *** Bu sabah bir arkadaşa yazdığım kısa bir yazıdan bir bölümü aşağıya alıyorum. yalnız orada yazmayı ıskaladığım bir kaç satırı da ekleyerek yolluyorum: (...) “Gün "kan davası" günü mü allahesen. Bak karşıdaki ortakların karşılıklı olarak çok daha fazla nedeni varken dalaşmak için, hiç onları konu yapıyor, dalaşıyorlar mı. Bir hafta sürmedi hemen "barışıverdiler" "can ciğer kuzu sarması"lar yine.. Neden ? Çünkü "Kemalister" onları birbirine yaklaştıran, ortaklık kurduran "müşterek hedefleri" de ondan. Yani Kemalizm "olmazı olduruyor, zıtları birleştiriyor" tutkal görevi görüyor. (Belki onlar da çok iyi biliyorlar "Kemalizm ve Kemalistler"den kurtuldukları , yani "varlık nedenleri" ortadan kalktığı gün başlayacakları nı birbirlerini yemeye.) Yalnız başkalarının tutkalı olan Kemalizm nedense kendisini savunanlara "Kemalistler"e tutkal olamıyor bir türlü.” *** "Sağ" "sol" “Kemalistler” ayrıntılara saplanmasını seviyor, "öz"de birleştiklerini unutuyorlar; "tartışma" içgüdüsü ağır basıyor; “öz” birdenbire “ayrıntı” oluveriyor. Ve ilginç olan taraflar bunu “Kemalizm adına" içtenlikle, iyi niyetle yapıyor; onu böylece "bozulmaktan, saptırılmaktan" "oportunizm"den kurtardıklarını söylüyorlar. Yani herkes “haklı” olduğunu öne sürüyor. “Herkes haklı olduğu zaman herkesin haksız” olabileceğini unutuyorlar Günümüzde "Bunlar" “parti” üyelerinden “yahoo” üyelerine kadar uzanan geniş bir açıyı oluşturuyor.. Hem de gün ne eski defterleri karıştırma, ne de kan davası gütme günüyken.. Ayrıca herkesin defterinde olumlu olumsuz başka başka şeyler yazdığı zaten bilinirken.. Ve bu dalaş sarmal bir şekilde uzuyor, yenileniyor; yenilenmezse birileri tarafından “hatırlatılıyor”. . Aydoğan ----------Helal olsun sana Aydogan Kardes. Bu internet müthis bir sey.Kafamız yazarken calısıyor.Okumak da ,yazmak da önemli. Binlerce kitab okuduk.Bir kac daire parasını kitablara yatırdık. Ama yazmalıyız. Büyük ,güclü ,demokratik ve adil Türkiye icin yazmalıyız. Istemem ama,belki bir gün , Emperyalist gücler ve paralı adamları gelecek.Susun Lan diyecekler. Neymis Büyük güclü Türkiye ve Halkın refahı.Adil yönetimmis,demoksiymis.İyi yönetimmis.. Siz ,''kötü ''adamsınız. Bizim emrimizdekiler'' iyi'' adam lar diyecek. Bizde birbirimizle catıstıgımız icin pisman olacagız ama is isten gececek.Istemem ama ,medya yazacak. su kadar kötü adam temizlendi diye. Irakta olmuyormu? Olaylara evren genisliginde bakmak önemli. Kendi icine sıkısmıs ,dünya yı kendi dünyasıında gören,cahiliye devri adamları bir birleri ile bogusup duruyorlar.O ,o ,na saldırıyor . Empati önemli bir sanat. Bir de olaylara ,Manhattan da yasıyan otuz bin ailenin gözünden baksak veya Moskova dan ,Berlinden ,Londra dan veya Tokyo ve ya Pekinden baksak ne olur. Kendimiz Bagdattaki vatandasın yerine koysak.Gazze seridinde olsak. Güny Afrika da AIDS lilerin dünyasına gitsek. Meksika ,kovboy ülke sınırında olsak. Milyonlarca dönüm arazileri Bir kac bin ailenin elinde Latin ülkesinde olsak. Benim gördügüm kadarı ile ,yanlıs lar da olsa dogrular da olsa.Türk dünyası fikrini,inanc la savunan,kıymetli bir sahsiyettir ,Türkes. Daha ,uyumlu,catısmasız,akıllı bir politika izlenirmiydi? Bilemiyorum. Toz duman bir ortamda ne yapılabilirdi? Hatırlıyorum gülüyorum.Bir Albay cıkıyor,2000 Harbokulu ögrencisini alıyor ve Türkiye de ihtilal yapmaya kalkıyor. Bu kisiyi,o zaman Basbakan Inönü,hava kuvvetlerin kullanıp durduruyor. Simdi böyle sey mümkünmü? Ankara da cın cın mahallesine hakim olamzasın. Gözümüzü dünya ya cevirelim. Rakı şişesinde balık olmanın anlamı yok.G.Guvendag ---------Can Dündar'ın "Alpaslan Türkeş" Belgeseli... Oldukça aydınlatıcı... Not: Can Dündar'ı sevmem , ancak seneler önce hazırladığı bu belgesel çok şey anlatıyor. Ancak o dönem seyrettiğimde CIA den 2-3 defa eğitim aldığı vurgulanmıştı. Bu sürüm de sansürlenmiş görünüyor veya ben atladım. Saygılarımla Linkler... http://www.youtube.com/watch?v=C5plXT4t4pU&feature=related bölüm 1 http://www.youtube.com/watch?v=kWFr8uCKG0c bölüm 2 http://www.youtube.com/watch?v=1j4vGkJGeVE bölüm 3 http://www.youtube.com/watch?v=4-Awms1KHD0&feature=related bölüm 4 http://www.youtube.com/watch?v=M1Q53fv1gWg&feature=related bölüm 5 Sarı Zeybek ******* Yazıcıoğlu, Türkî Cumhuriyetlerde Latin ABC"si yerine Arap Elifba"sının kabul edilmesi uğraşısına girince TÜRKEŞ"LE yolları ayrıldı. Bir arkadaşımızın yazışma sırasında ilginç bir tespiti olmuş. Muhsin Yazıcıoğlu için demiş ki; 12 Eylül"den önce ÜGD Başkanı idi, son dönemde BBP Başkanı. Hem milliyetçi, hem dinci. Bozkurtlara karşı, üç hilalci; 12 Eylül"den sonra hapisten çıkınca daha az milliyetçi, daha çok dinci. Bu süreçte, Türkî Cumhuriyetlerde Latin ABC"si yerine Arap Elifba"sının kabul edilmesi uğraşısına girince TÜRKEŞ"LE yolları ayrıldı. Son dönemlerde ılımlı İslamlaşarak, yeniden milliyetçilik oranını artırmış, adı Fetullah"la birlikte çok sık anılır olmuştu. En sevdiği gazete Zaman gazetesi imiş. Nedense! ERGENEKON iddianamelerinde adının geçmesinden çok sakındılar savcılarımız. B. Savaş -----------Konu hakkında başka bir açıklama için bakalım. Erdoğan Musa Peygambere benziyor. Bu iddianın sahibi Başbakanlık Sözcüsü Beki. İşte Beki"nin kaleminden paralellikler. Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan"a en yakın isimlerden biri. Son günlerde aslında 2003 yılında yayımladığı "Erdoğan"ın Harfleri" adlı kitabıyla da gündeme geliyor. Kitap, yayımlandığında Kanal 7"de gazetecilik yapmakta olan Beki"nin dilbilimi tutkusundan derin izler taşıyor. Beki, kitabındaki bir bölüm için, "Düzyazı-epik anlatım karışımı bir kurgu ve simgesel bir dille kaleme alınan bir tür fantastik öykü bu..." nitelemesinde bulunmuş. Bu fantastik öykünün kahramanı tabii ki Recep Tayyip Erdoğan... Beki, kitabının ilk bölümünde, Hurufilik, yani Muhyiddin İbn Arabî"nin harfler çizelgesine göre Erdoğan"ın hayatıyla ilgili tahlillerde bulunuyor ve Başbakan"ın durumunu şöyle saptıyor: "Yıldızı Müşteri, harfi Dad. Harfler hiyerarşisinde bu mertebeye tekabül eden ilahi isim, Âlim. Bu mertebenin peygamberiyse Musa. Günü perşembe, yaradılışın beşinci günü, göklerde ikinci kat. Madeni ise su, harflerden Sin. Bu mertebede tecelli eden ilahi isimse Muhyi." Halk, Erdoğan"ı kurtarıcı olarak görüyor Beki, bu saptamanın ardından şu analizi yapıyor: "Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi şahsiyetlerinden biri, Necmettin Erbakan"ın yanında yetişiyor. Onu liderliğe götüren süreç, kazara işlediği bir suç, iyi niyetle okuduğu bir şiirle başlıyor. Cezaevine gidiyor, halkın umudu olarak geri geliyor. Siyasi yasağı önce büyük bir kötülük gibi gözüküyor, sonra Erdoğan için yeni bir başlangıca dönüşüyor. Kendi yolunu çiziyor. Kaderin garip cilvesine bakın ki (böylesine Hurufiler ancak tevafuk (birbirine uyma) diyebiliyor) yasakları başladığı yerde, Siirt"te bitiyor. Yasaklandığı yerden başbakan olarak çıkıyor. En çok oligarşinin korkularından çekiyor, öcü gibi gösteriliyor, siyasi yaşamı boyunca bununla mücadele ediyor. Ve oligarşinin korkuları (bu anlamda kehanet) gerçek oluyor. Erdoğan iktidara geliyor. Ama onu son umut ve kurtarıcı olarak gören halkının oylarıyla." Beki, kitabında İbn Arabî"nin Musa Peygamber"in kardeşi Harun ile olan ilişkisini nasıl anlattığını da aktarıyor. Peygamber, kardeşi Harun"u, konunun aslını anlamadan insanlar önünde küçük düşürerek suçluyor. Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül"ün dava arkadaşlıklarını Musa Peygamber ile kardeşi Harun"un ilişkisine benzeten Beki şu uyarıyı yapıyor: "Ve Musa Peygamber"le Tayyip Erdoğan"ın yaşamındaki en inanılmaz paralellik tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Tayyip Erdoğan iktidarını Abdullah Gül"le, en az 30 yıllık bir geçmişe dayanan yol arkadaşıyla paylaşıyor. Bu yorumdan yola çıkan bir Hurufi, Tayyip Erdoğan"la Abdullah Gül"ün de aralarındaki iktidar paylaşımında benzer sorunlar yaşayabileceklerini söyleyip Erdoğan"a fitneciler karşısında sabır tavsiye edebilir." Arapça da kullanılıyor Beki, kitabın diğer bölümlerinde, Erdoğan"nın zihin serüvenini dil-zihin ilişkileri açısından ele alırken şu tespitleri yapıyor: "Erdoğan"ın zihin serüveni 1928 harf devrimiyle başlıyor. Sadece Arap elifba"sının 28 harfi Latin ABC"siyle değiştirilmedi, aynı zamanda Arap-Müslüman aklın zihin süreçlerine kendi şeklini verecek olan yeni gramer mantığı getirilmiş oldu. İkinci dil zihne asıl şeklini veren anadilin mantık şablonunu etkileyebiliyor. Erdoğan örneğinde bunu görmek mümkün. Bilindiği gibi Erdoğan Rizeli ve anadili Türkçe. Zihin mekanizmaları Türkçe gramere göre çalışıyor. Erdoğan bir imam hatip liseli. Temel düzeyde de olsa Arapça eğitimi gördü ve Kuran"ı Arapçasından okuyabiliyor. Muhafazakâr bir çevrede yetiştiği için de dini terminolojiye hâkim. Erdoğan"ın konuşma dilinde kendini açığa vuran mantık, Arapçanın dünya görüşünden ne tür emareler ya da izler taşıyor?" Erdoğan"ın bazı konuşmalarını aktararak analiz eden Beki, "Erdoğan olaylara siyah-beyaz olarak bakmıyor. Gri tonları görebiliyor. Vermek istediği mesajı güçlendirmek için her iki dilin (Arapça ve Türkçe) gramatik imkânlarından yararlanıyor." Beki"ye göre, Erdoğan, konuşmalarında Arapçanın mübalağa yeteneğinden yararlanıyor. Mesela, "Bizim bu anlayışta olmayacağımızı söylüyorum" yerine Arapça düşünme tarzına uygun olarak, "Şunu söylüyorum ki, katiyen bu anlayışın içinde olmayacağız" diyor. Göklerden beklenen kurtarıcı Kitabın ilginç bölümlerinden biri de, "Beklenen Kurtarıcı: Göksel Değil Dünyalı" adını taşıyor. Bu bölümün başında, Erdoğan"ın gelişerek değişiminin 1994 yılından itibaren başladığını anlatan Beki, AKP hareketinin projesiyle, dindar kitlenin kurucu düzenle barıştığı tespitinde bulunuyor. "Deccal ve Mehdi" örneklerini vererek kurtarıcı inanışını anlatan Beki, Erdoğan"ın siyasi öyküsünü bu inanışın sembolleri üzerinden şöyle özetliyor: "Göklerden beklenen kurtarıcı insanların arasından zuhur etti. Göksel değil dünyevi bir kurtarıcı, bir siyasi lider olarak. Mucizelerle gönderilen göksel bir varlık yerine oylarla sandıktan çıkarılan bir kurtarıcı. Büyük bir kitlenin umudu. Seçilmiş biri ama seçmenleri tarafından..." Türk siyaseti, yakınındaki isimlerin, liderlerine yaptıkları övgülere alışıktır. Beki, sadece bu geleneğin devamı olarak değil, "siyasette simgesel anlatıma dayalı övgü" türünün de yaratıcısı olarak tarihe geçecek gibi görünüyor. Milliyet -------------Not: Yukarıda mavi ile tespitlediğim kısım arkadaşımız Sayın Savaş"ın tespitiyle örtüşüyor mu dersiniz? Ahmet Dursun HUKUK a) Kimse, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerin den dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Anayasa, mad. 24/3/ b) Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Anayasa, mad. 25/ c) Herkes düşünce ve kanaatlerini; söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Anayasa mad. 26 d) Şiddet çağrısı içermedikçe sözlü ve yazılı ifadedeler cezalandırılamaz. Bu düşünceler şok edici bile olsa... (Yargıtay Genel Kurul Kararı.) ******* ACİL ya da NEREDEYİM yazıp yeriniz bulunabilir mi? Selamlar arkadaşlar, dunden bu yana BBP lideri Sn Muhsin Yazıcıoğlu ve helikopterdeki diğer arkadaşlarının bulunamamasını konuşmaktayız. Benim uyarım başka bir olay olacak konuşma sırasında belli ki yanlarınca cep telefonu var arayıp nerede olduklarını algılayana kadar şunu yapsalardı daha çabuk ulaşılabilirdi, Ben Turkcell de denedim çalışıyor.. aynen aktarıyorum... M.Öztürk iletisinden.... -----------Ceptelefonu abonelerine bir servis yapıldı. Şu an aktif. Herhangi bir şekilde kaybolan kişi; ACIL ya da NEREDEYIM yazıp 7777 veya 2222 numarasına mesaj gönderirse, kendisine BULUNDUGU YER GAYET AYDINLATICI BIR SEKILDE mesaj olarak gönderiliyor. Normalde 2sms/4 kontör. Fakat kontörünüz olmasa da mesaj gönderiliyor. Tüm Ceptelefonu abonelerinin bilmesinde fayda var. KAYBOLMAK veya en yakın polise, jandarmaya veya sağlık kuruluşuna acil ihtiyaç olabilir. Hepimizin başına gelebilecek bir olaydır... Cep Telefonuna Gelen Cevap Mesaj Örneği; BULUNDUGUNUZ BOLGE: Istanbul,Kadikoy,Icerenkoy, Karaman Ciftlik Yolu caddesi COGRAFI KONUMUNUZ: (40 derece 58 dk 44 sn Kuzey, 29 derece 06 dk 22 sn Dogu) SIZE EN YAKIN NOKTALAR: Tem Polis Buro Amirligi 103 m (+902164104113), Ozel Avicenna Hastanesi 225 m (+902165741000), Infotech Bilisim ve Iletisim Teknolojileri .S. 32 m (+902165740505) Polis Imdat 155, Alo Jandarma 156, Hizir Acil 112, Itfaiye 110 ******** Muhsin Yazıcıoğlunun sonu,Takdiri ilâhi ya da Maraş"ın intikamı. Kaza ve sonrası Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, geçtiğimiz hafta seçim çalışmalarında bulunduğu Kahramanmaraş"tan Yozgat"a dönerken içinde bulunduğu helikopter, Kahramanmaraş"ın Göksun ilçesi yakınlarında düştü. Kaza sonrasında aradan iki gün geçmesine rağmen enkaza 47 saat sonra ulaşıldı. Yazıcıoğlu ve yanındakilerin öldüğü tespit edildi. Zorlu doğa koşulları ve hava şartları nedeniyle arama çalışmalarında büyük güçlüklerle karşılaşıldı. Ancak buna rağmen devlet tüm imkanlarıyla Yazıcıoğlu ve beraberindekileri bulabilmek için resmen seferberlik başlattı. Yazıcıoğlu"nun geçirdiği kaza, seçimlerin hemen öncesinde yoğunlaşan seçim çalışmalarını da etkiledi. Tüm partiler düzenlemeyi planladıkları mitingleri iptal ederken BBP?Genel Merkezi de siyasi liderlerin destek ziyaretlerine sahne oldu. Hattâ MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile BBP?Genel Merkezi"ni bizzat ziyaret ederek arama çalışmaları hakkında bilgi aldı ve geçmiş olsun dileklerini sundu. Kaza ve sonrasındaki süreçte dikkati çeken bir nokta daha vardı. O da Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili yapılan haberlerdi. Hemen hemen bütün gazetelerde kaza haberi olması gerektiği gibi birinci sayfadan ve manşetten verildi ve arama çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgiler yer aldı. Ancak dikkati çeken asıl nokta Muhsin Yazıcıoğlu üzerine yapılan haber ve yorumlardaydı. Yapılan haber ve yorumlarda öyle bir hava estiriliyordu ki, sanki Türkiye en büyük siyasi önderlerinden birini kaybetmişti. Bu haberlerde Muhsin Yazıcıoğlu"nun ne kadar mümtaz bir şahsiyet olduğu, vatan-millet aşkıyla dolu olduğu, ne kadar büyük bir lider olduğu ve aslında ne kadar hisli bir insan olduğu anlatıdı durdu. Hattâ bu haberlerin yanına kendisinin Mamak Cezaevi"nde yazdığı bir şiiri de iliştirdiler ki, Yazıcıoğlu"nun ne kadar hisli bir insan olduğunu cümle alem anlasın. Gerçi kendisinin ne kadar şair ruhlu olduğunu Hrant Dink öldürüldükten sonra Hrant için yazdığı şiirden de biliyorduk. Her neyse, medya her ne kadar Muhsin Yazıcıoğlu"nu mümtaz bir şahsiyet ve büyük bir lider gibi göstermeye çalışsa da Yazıcıoğlu"nun geçmişi bizde farklı şeyler çağrıştırıyor, kan ve gözyaşı gibi. Şimdi isterseniz Yazıcıoğlu şahsında Türkiye tarihinin küçük bir kesitinde yolculuğa çıkalım ve kim neymiş onu görelim. Yazıcıoğlu"nun kanlı geçmişi 12 Eylül darbesi öncesinde yaşanan sağ-sol çatışmasının en önemli aktörlerinden biri aslında Muhsin Yazıcıoğlu. Türkiye"yi darbe ortamına götüren ve kardeş kanının aktığı yıllarda faşist saldırıların bir numaralı adamı olan Muhsin Yazıcıoğlu, öldürülen binlerce gencin ve onlarca aydının katilidir aynı zamanda. Katilidir dediysek Yazıcıoğlu binlerce insanı elleriyle öldürmemiştir; ama o dönemde yaşanan toplumsal olayların hemen hepsinde Muhsin Yazıcıoğlu"nun Genel Başkanlığı"nı yaptığı Ülkü Ocakları Derneği ve Ülkücü Gençlik Derneği, olayları kışkırtan ve katliamlara imza atan örgüt olarak öne çıkıyor. Özellikle Yazıcıoğlu"nun Ülkü Ocakları Derneği ve Ülkücü Gençler Derneği"nin (ÜGD) genel başkanlığını yaptığı 1977 ve 1978 yılları ülkücülerin solculara yönelik şiddet eylemlerini artırdığı yıllar olarak toplumsal hafızaya kazındı. Bu dönemin belli başlı olayları şunlardır: Malatya olayları: Olaylar Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu"nun kendisine Ankara"dan gönderilen bombalı paketin elinde patlaması sonucu öldürülmesiyle başladı. Başkan Fendoğlu muhafazakar kesimin sevdiği bir isimdi ve onun öldürülmesinden sonra sahneye çıkan ÜGD ve MHP bildiriler yayınlayarak gerginliği artırdılar ve aynı gün akşam saatlerinde solculara yönelik saldırılar başladı. Başta TÖB-DER ve TÜM-DER lokalleri olmak üzere onlarca mekan yakıldı ve yağma edildi. Malatya olaylarının tipik bir ülkücü provokasyonu olduğu ise sonradan anlaşıldı. Hamit Fendoğlu"na gönderilen bombanın ÜGD Eski Başkanı Muharrem Semsek tarafından gönderildiği tespit edildi. Mehmet Semsek iddiayı yalanladı ama ülkücü itirafçı Ali Yurtarslan 1980"deki itiraflarında Fendoğlu"nu öldüren bombanın Fen Fakültesi Atom Araştırma Merkezi"nde bizzat Semsek"in gözetiminde imal edildiğini itiraf etti. İkinci bir olay ise Yazıcıoğlu"nun memleketi Sivas"ta başlamıştı. 4 Eylül 1978"de başlayan olaylar öncesinde gözlenen önemli bir husus, başta Muhsin Yazıcıoğlu olmak üzere ÜGD ve MHP yöneticilerinin son günlerde sık sık şehri ziyaret etmeleriydi. Sivas"ta başlayan olaylar Elazığ"a da sıçradı ve aralıklarla iki ay kadar devam etti. Olayları bilançosu ise 20"nin üzerinde ölü ve onlarca tahrip edilmiş işyeri oldu. Maraş Katliamı: Muhsin Yazıcıoğlu"nun Genel Başkanlığı"nı yürüttüğü ve mahkeme kararıyla terör örgütü ilan edilen ÜGD"nin karıştığı en büyük toplu katliam eylemi ise 1978 Maraş Katliamıdır. 19 Aralık 1978"de sonradan soyadını Şendiller olarak değiştiren Ökkeş Kenger"in Çiçek Sineması"na attığı bombanın patlaması olayları başlattı. Bombayı attıktan sonra Ankara ÜGD Genel Başkanlığı"nı arayan Kenger, genel merkez"den yardım talebinde bulundu. 21 Aralık"ta iyice alevlenen olaylar katliama dönüştü ve 25 Aralık akşamı sona erdi. 111 kişinin öldüğü belirlenen olaylarda 270 ev ve 170 işyeri tahrip edilmişti. Bu olayların baş aktörü olan Ökkeş Kenger, Muhsin Yazıcıoğlu"nun en has adamlarından biriydi. Muhsin ile Ökkeş daha sonra da birlikte milletvekili seçilecekler ve yine MHP"den de birlikte ayrılarak BBP"yi kuracaklardı. Suikastler Bütün bunların yanısıra Muhsin Yazıcıoğlu"nun başında bulunduğu ÜGD"li faşistlerin düzenlediği suikastlerde onlarca aydın hayatını kaybetmişti. Bunlardan en bilineni Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz"ün katledilmesidir. 24 Mart 1978"de gerçekleştirilen suikastin faili olan ÜGD"li İbrahim Çiftçi verdiği ifadede suikast emrini Ankara ÜGD yöntiminden aldığını itiraf etmiştir. Özellikle 1978"in ikinci yarısı, bilimadamlarına yönelik suikastların yoğunlaştığı bir dönem oldu. 15 Haziran 1977"de Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Orhan Yavuz öldürüldü. 7 Nisan 1978"de ise Server Tanilli suikasta uğradı ve tekerlekli sandalyeye mahkum oldu. Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert"in ağabeyi olan Doç. Bedrettin Cömert de 11 Temmuz 1978"de Ankara"da düzenlenen suikast sonucu hayatını kaybetmişti. 20 Ekim"de İTÜ Elektrik Fakültesi dekanı Prof. Bedri Karafakioğlu, 26 Kasım"da ise Trabzon"da KTÜ öğretim üyesi Necdet Bulut öldürüldü. Yine Kasım ayında Milliyet gazetesi çizeri Bedri Koraman uğradığı silahlı saldırı sonucu yaralandı. 8 Ekim tarihinde ise Ankara"da ÜGD?İkinci Başkanı Abdullah Çatlı"nın da katıldığı Bahçelievler katliamı yaşandı. Ülkücü militanlar tarafından evleri basılan 7 TİP"li genç, katledildi. Yine bu dönemin önemli olaylarından biri Balgat katliamıdır. Balgat"ta solcuların gittiği kahvehaneler bombalanır. Bilanço 5 ölü, 17 yaralıdır. Olaydan sonra Abdullah Çatlı ve Mustafa Pehlivanoğlu gözaltına alınır. Emniyeti arayan Yazıcıoğlu, "Bu size son ihtarım. Abdullah Çatlı"yı bırakmazsanız Ankara"nın 150 yerinde bomba patlatacağız" diye emniyeti tehdit etmiştir. Buraya kadar yazdıklarımız Muhsin Yazıcıoğlu"nun ÜGD başkanlığı yaptığı dönemde meydana gelen olayların belli başlı olayları. Yazıcıoğlu bu olayların içinde önemli bir aktördü. Eylemlerin koordine edilmesinden kaçak militanlara para sağlanmasına, eylemlerde kullanılan silahların ortadan kaldırılmasına kadar bütün işleri o hallediyordu. Türkiye"yi 12 Eylül"e götüren süreçte terörü bir strateji olarak kullandı. Kurduğu ÜGD, mahkeme kararıyla terör örgütü olarak tescil edildi. Yani kendisi aynı zamanda bir terör örgütü kurucusu ve lideriydi. Muhsin Yazıcıoğlu için kim ne der, arkasından kim ağlar bilmiyoruz ama biz kendisini bu olaylarla hatırladık. O eli kanlı, sol düşmanı bir katildi ve sonu da 111 kişinin kanına girdiği Maraş"ta geldi. Buna ister takdiri ilâhi deyin ister Maraş"ın intikamı. http://www.turksolu.org/230/isbecer230.htm ******** FETHULLAH"TAN FETVA; "ALPERENLER SOKAĞA DÖKÜLECEK MÜSADE EDİN" Fethullah Gülen"in "Muhsin Yazıcıoğlu kazasından şüphelenin" sözlerini birçok medya kuruluşu yayınlandı. Ancak hepsi Gülen"in "Alperenler sokağa dökülür müsade edin" sözünün üstünden atladı. Gülen"in fetvasının şifrelerini Taraf"ın polis yazarları Önder Aytaç ve Emre Uslu çözdü. "Yazıcıoğlu"nun helikopteri düşürüldü" diyen Aytaç-Uslu ikilisi, önümüzdeki dönem yapılacak tertipleri ve milliyetçi-muhafazakarların tahrik edilerek sokaklara kaosun hakim olacağını yazdı. İşte Fethullah Gülen"in fetvası ve Gladyo"nun önümüzdeki aylarda yapacağı tertipler. "BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu kazasından şüphelenin!" Fethullah Gülen"in Yazıcıoğlu"na suikast yapıldığını ima ettiği bu sözleri medyada geniş yer buldu. Gülen"in "Alperenler sokağa dökülür buna müsade edin" açıklamalarını ise hiçbir yayın kuruluşu görmedi... Gülen"in sözleri şöyleydi; "O insanı sevenler, böyle yaralı oldukları bir dönemde ağızlarını dillerini kontrol altına almaktan zorlanabilirler. Sokaktaki insanlar kaba kuvvetle telkin etmemeli. Yürüyorlar bağırıyorlarsa örneğin, "Alperenler, Başbuğular ölmezler" diye haykırıp boşalıyorlarsa onların hakkıdır buna müsaade edilmelidir". Fethullah hocanının şifreli bu sözlerini Taraf gazetesinin polis yazarları Önder Aytaç ve Emre Uslu çözdü. 30 Mart"taki köşelerinde önümüzdeki aylarda Türkiye"de siyasi cinayetler işleneceğini belirten Aytaç-Uslu ikilisi, milliyetçi-muhafazakar tabanın tahrik edileceğini iddia etti. Muhsin Yazıcıoğlu"nun helikopterinin bu çerçevede düşürüldüğünü söyleyen Taraf"ın "F tipi" yazarları, helikopterin düşmesini ve önümüzdeki dönem yapılacağını öne sürdükleri suikastleri Ergenekon"a yıktı. Önder Aytaç ve Emre Uslu gelecek aylarda gladyonun tertiplerini ifşaa etti. 1) İlk operasyon kabinedeki Ergenekoncu bakanlara yapılacak. Tayyip Erdoğan kabineden Ergenekon uzantısı "efendileri" uzaklaştıracak. 2) AKP"ye kapatma davası açılacak. Kapatma nedeniyle sokaklarda kaos ortamı hazırlanacak. 3) Kitlesel eylemler ve sarsıcı cinayetlerle tansiyon yükseltilecek ve ülke karıştırılacak. 4) Sarsıcı eylemler milliyetçi-muhafazakar tabanı tahrik edece, galeyana getirecek cinayetler ve olaylar tasarlanacak. 5) Başbakan Erdoğan merkezli AKP"ye, kısmen MİT"e, bütünüyle emniyete ve Fethullahçı denilen kesimler sindirilecek. 6) Muhsin Yazıcıoğlu"nun helikopterinin düşürülmesi bu çerçevede düşürülebilir. Yazıcıoğlu sonrasında Alperen Ocakları"na çok ama çok dikkat etmeli. Bütün bunlar önümüzdeki dönem Fethullah ve Gladyo"nun yapacağı tertiplerin işareti. Gladyo, tertiplerinde Ergenekon"a yıkacağını da Önder Aytaç ve Emre Uslu"nun ağzında itiraf ediyor. Amerika"dan fetva gelince Büyük Birlik Partisi Lideri Muhsin Yazıcıoğlu"nun hayatını kaybettiği helikopter kazasının sabotaj olabileceği tartışması başlatıldı. Fethullahçı kesim başta olmak üzere birçok medya kuruluşu "suikast ihtimali" üzerine yoğunlaştı. Haber Türk, Star ve Sabah gazeteleri de bugünkü birinci sayfalarını Yazıcıoğlu"nun hayatını kaybettiği helikopter kazasındaki şüphelere ayırdı. Haber Türk "Suikast mı?", Star "Esas Skandal", Sabah ise haberinde "Vahim Kuşku" başlığını kullandı. Bu arada BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu ve 6 kişinin hayatını kaybettiği helikopter kazasından iki saat sonra Anadolu Ajansı"nın yayınladığı bir haber 8 gün sonra iptal edildi. Haberin kaynağı Kayseri Valisi"ydi ve Yazıcıoğlu"nun kurtarılarak hastaneye getirilmek üzere olduğunu söylüyordu. HABER-ULUSAL KANAL ALPERENLER DİKKAT !! CIA "nın OYUNUNA GELMEYİN Paylaşım.İ.Teker. Fetullah Gülen, bu durumu nereden biliyor? Kendi istihbarat teşkilatı mı var? Yoksa Alperenler kendi emri altında mı? Hani diyordu ya, her yere sinsi sinsi sızıp, tamamen kuvvetlenmeden kendinizi açığa çıkarmayın. Alperen bölümü göz önüne çıkmaya hazır mıdır? Saygıyla... Korgun MAVİ -----------Aynen öyledir. Alperen bölümü değil bölüğü,belki de göz önüne çıkmaya hazırdır. Yazıcıoğlu"nun F.Gülen hakkındaki konuşma videosunu kaybettim. Elimde olsaydı paylaşacaktım. Bu F.G" yi sadece Muhsin değil, bu güne kadar kimler desteklemiş diye bakarsak zaten ülkenin nasıl ve kimler tarafından yıllarca bölünme zemini hazırlandığı da kendisini gösterecektir. Saygı ile... A.Dursun Kürt Said bir zamanlar,"Atatürk Nur Risalelerinin tokadı sonucu ölmüştür" diyordu. DEMİREL ise "Said Nursi büyük âlimdir. Büyük âlim değildir diyenin alnını karışlarım" demiş hızını almayıp, Türk Millettin aklını, nurcuların ise oyunu almak için, "Atatürk"ün kurduğu devlet, laik devlet değildir. İslam devletidir", demişti. http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=4524.0 ------------ATATÜRK"ÜN AĞZINDAN UYDURULANLAR http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=346.0 ------------YECÜC-MECÜC; Said-i Nursî, Nurculuk ile Türk Milliyetçiliği Bağdaşır mı? http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=532.0 -------Atatürk"ün komünist düşünceleri suç sayıp saymama konusunda gizli oturumda... http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=3991.0 ---------"SAYIN" sözcüğündeki gizem http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=293.0 -------Müslüman"ın afyonu: Yahudi nefreti "“ Bölüm - I http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=4589.0 ------ATATÜRK"E DECCAL DİYENLER http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=857.0 ----------ATATÜRK Deccal idi. http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=283.0 Yazıcıoğlu"nun F.Gülen hakkındaki konuşma videosu.(İzlence) http://www.metacafe.com/watch/2397425/ DOÇ.DR.NECİP HABLEMİTOĞLUNU FETHULLAH GÜLEN NURCULAR ÖLDÜRTTÜ http://www.metacafe.com/watch/1716957// Hüseyin Feyzullah (Alparslan Türkeş) şeriatçı Fethullah"ı Kolluyor. http://www.metacafe.com/watch/1546802// Türkeş’in gerçek adı, Hüseyin Feyzullah’dır. Devletin resmi sitesinden alınmıştır. Tarih boyunca Araplar Türklerin başına bela oldu ama yahudiler Türklerin arasında pek sorun çıkmadı. Bu günkü şartlarda Türkiyenin İsrail ile dost olması gerekir ( 12 Nisan 1994) Türkeş. "Türkle Kürt etle tırnak gibi kardeştir, kız alıp vermişiz, biz ne kadar Türksek onlarda o kadar Türk, onlar ne kadar Kürtse biz de o kadar Kürdüz. ALPARSLAN Türkeş TAKMA ADLI (Hüseyin Feyzullah) Kürtler bizim öz kardeşlerimizdir. Biz onları herkesten fazla sever, düşünürüz. Onlar da elhamdülillah müslümandırlar, hepimiz aynı kıbleye secde ediyoruz, hepimiz aynı peygamberin ümmetiyiz, aynı kutsal kitaba bağlıyız." ALPARSLAN Türkeş TAKMA ADLI (Hüseyin Feyzullah) "Laz, kürd, Çerkez, Abaza, Çeçen bir agacin dallarıdır ve bu ağacın adida TÜRK"tür. Eğer bizden Kürdü, Lazı Arabı Çerkezi ayırırsak geriye ne kalir? Kuru ve dalsı bir agaç! Kısacası sonumuzu kendimiz hazırlamış oluruz." ALPARSLAN Türkeş TAKMA ADLI (Hüseyin Feyzullah) Türkeş :"Tarih boyunca Araplar Türklerin başına bela oldu ama yahudiler Türklerin arasında pek sorun çıkmadı". Bu günkü şartlarda Türkiyenin İsrail ile dost olması gerekir ( 12 Nisan 1994) Türkeş Karabağı işgal ederek Azerbaycan Türklerini katleden Ermeniler bir yıl sonra buğday sıkıntısına girince Ermenistan"a buğday yardımı yapılıyor. Türk milliyetçilerinin bu duruma tepki vermemesi için Alparslan Türkeş"i ziyaret eden Ermeni Samson Özararat'a Türkeş şunları söylüyor: Ermenilerle 600 senelik beraberliğimiz var. Birlikte türküler, yemekler icad ettik. Kız aldık, kız verdik. Malazgirt savaşını Türklerin Ermenilerle birlikte kazandığını biliyormusun? İstanbul"un alınmasında Ermenilerin yaptığı kahramanlıklardan haberin varmı? Çanakkalede Ermenilerde bizim için savaştı. Bunları söyleyen Türkeş ayağa kalkarak Ermeni Samson Özararat"ı yanaklarından öpmüş. En kötüsü de kendine milliyetçi denen bir grubun önderinin; kızlarının birini bir İngiliz olan Peter Hall"a, diğerini ise kürt aşiret reisi Hamit Homriş"e vermiş olmasıdır...Tabi bunu ülkücülerin hemen hemen hiçbirisi bilmezler.Çünkü "sorgulamak" gibi bir lüksleri yoktur.Sorguladıklarında ise çay ocağında eski bir gelenek olan "falaka"ya tabii tutulurlar... Kaynak: http://ulkuculerveturkeskimdir.wordpress.com/ --1917'de Kıbrıs'ta dünyaya gelen Alparslan Türkeş, 1944'teki Turancılık Davası'ndan yargılanarak hapis yatan genç bir üsteğmen iken 27 Mayıs 1960'taki askeri darbede ihtilalin kudretli albayı oldu. Türkeş, ihtilali yapan askeri heyet içindeki ihtilafların ardından 13 arkadaşı ile tasfiye edildi. Hindistan'a askeri ataşe olarak sürgün edilen Türkeş, Türkiye'ye döndükten sonra siyasete atıldı. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne giren Türkeş, bilahare Genel Başkan oldu. Partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi. Türkeş, 1970'lerdeki Milliyetçi Cephe Hükümetleri'ne koalisyon ortağı olarak katıldı, Başbakan Yardımcılığı görevlerini üstlendi. Arusiler Türkeş'i sevdi 1980'de Türk Silahlı Kuvvetleri siyasal şiddet olayları ve siyasal istikrarsızlık gerekçesiyle yönetime el koydu. Türkeş ve diğer MHP yöneticileri de askeri mahkemelerde yargılanarak yıllarca hapis yattılar. 1989'da siyaset yasağının kaldırılmasının ardından Türkeş MÇP'nin başına geçti. 1991'deki seçimlerde Necmettin Erbakan'ın RP'si ile seçim ittifakı yaparak yeniden Meclis'e girdi. Bu arada MÇP'nin ismi de MHP olarak değiştirildi. 1995 seçimlerinde parlamento dışı kalan Türkeş, bu dönemde uzlaşmacı bir lider profili çizerek ülke siyaseti üzerinde etkili oldu. Türk siyasi hayatının en tartışmalı liderlerinden biri olan Türkeş 1997"de vefat etti. Türkeş"in siyasi kimliğinin yanı sıra ruh dünyası da ilginçti. Türkeş"in bazı cemaat liderlerini ve tarikat şeyhlerini gizlice ziyaret ettiği ülkücü camia içerisinde konuşuluyordu. Türkeş"in çok yakın çevresinin bildiği bu ilişkiler vefatından sonra parça parça da olsa ortaya çıktı. Türkeş"in büyük yakınlık duyduğu tarikatlerden biri de Arusilik"ti. Türkeş, Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurduğu Arusiliğin şeyhleriyle 1960"lardan vefatına kadar görüştü. İlk adı Hüseyin Feyzullah Hüseyin Efendi"nin Türkeş"in ailesi ile tanıştığı da ortaya çıktı. Ailenin tanışıklığını açıklayan sıradan bir kişi değil, Türkeş ailesinin yakından tanıdığı ve saygı duyduğu Mehmet Faik Erbil'di. Erbil, Arusiler'in en önde gelen isimleri arasında yer alıyor. Erbil, Türkeş'in sağlığında sık sık ziyaret ettiği bir kişi. Erbil, yıllardır dile getirilen bir iddiaya da açıklık getiriyor. İddia, Alparslan Türkeş'in ilk adının Hüseyin Feyzullah olduğudur. Hüseyin Küçük Hüseyin Efendi'ye, Feyzullah ise Küçük Hüseyin Efendi'nin şeyhi Feyzullah Efendi'ye nispettir. Bu ismi Türkeş'in babası Ahmet Hamdi Bey ve annesi Fatma Zehra Hanım koydu. Türkeş'in dedesi Tuzlalı Arif Ağa da Şeyh Feyzullah Efendi ile aynı dönemde Sultan Abdulaziz tarafından sürgün edildi. Arif Ağa Kayseri'den Kıbrıs'a, Nakşi Şeyhi Feyzullah Efendi ise İstanbul'dan Midilli'ye gönderildi. 'Bu çocuğa dikkat edin' Türkeş'e Hüseyin Feyzullah ismin verilmesinin hikayesini Mehmet Faik Erbil şöyle anlatıyor: "Bildiğim kadariyle rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'in nüfus kaydındaki ismi Hüseyin Feyzullah'tır. Bunun aslı şudur: Biz işin aslını biliyorduk ama vesile teşvik etmişken kendisinin 1989 senesinde bize söylediği bir sözü burada nakledelim: 'Ankaralı Büyük Evliyâ'dan Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna kendisi 7-10 yaşları arasında iken ebeveyni tarafından getirilmiş ve mübârek zât kendisine bakarak, şahâdet parmağı ile işaret eyleyip 'Bu çocuk... Bu çocuğa dikkat edin. Türk tarihi bu çocuğu altın harflerle yazacaktır' diye buyurmuşlardır. Buradaki incelik şudur: Alâkaları sebebiyle daha önce ebeveyni oğullarına huzuruna getirdikleri mübâreğin ve mürşidinin ismi şeriflerini koymuşlar." Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil"in sözünü ettiği Küçük Hüseyin Efendi 1930"da İstanbul'da vefat ederek Eyüp Sultan Mezarlığı"nda toprağa verildi. Küçük Hüseyin Efendi'nin mütevazi mezarının hemen yanında ise Mareşal Fevzi Çakmak ve ailesinin kabristanı yer alıyor. Küçük Hüseyin Efendi'nin ÜNLÜ MÜRİTLERİ Mehmet Faik Erbil Efendi, Küçük Hüseyin Efendi'nin yanısıra tarikatlere mensup ünlü isimleri açıklıyor: "Yolumuzun ulularından Arif-i Zât-ı Billah Esseyyid Mevlâna Küçük Hüseyin Efendi'ye ve Halife-i Hassası Zât Mürşidi Esseyyid Ömer Fevzi Mardin Hazretleri'ni zikrettikten sonra terbiyesinde yetişmiş pekçok değerli dervişlerinden birkaçının isimlerini burada dercetmek istiyoruz: Eski Başvekillerimizinden vatanperver Hüseyin Rauf Orbay, beynelmilel tıp ilmi ile mücehhez Ord. Prof. Dr. Hasan Reşat Sığındım, yine tıp âleminden Ord. Prof. Dr. ve aynı zamanda Paşabahçe Tezyin-i Sanatlar Hocası muhterem Ahmet Süheyl Ünver, Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün, eski Adliye ve Hariciye Vekillerimizden Ord. Prof. Dr. Yusuf Kemal Tengirşenk, Sağlık eski Bakanlarından Tıp Profesörü Dr. Nihat Reşat Belger, Atina Büyükelçimiz Enis Akaygen, Müzeler Umum Müdürü Prof. Dr. Burhan Toprak ve Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ve teğmen rütbesi ile huzuruna varıp mübareğin kendisine gösterdiği keramet üzerine ömrünün son demine kadar mum ışığında Kur'ân-ı Kerîm okuyan Balıkesir Kumandanı Korgeneral Kurtcebe Noyan Paşa. Bu vesile ile ayrıca belirtmiş olalım ki Halvetî Tarîkati'nden Şark Orduları Başkomutanı Kazım Karabekir Paşa, Mevlevî Tarîkati'nden Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun (Paşa) ve aziz şeyhimin "Ordumuzun en değerli paşası Faik Türün Paşa'dır" diye buyurduğu 1970 ve 1973 arasında İstanbul 1. Ordu Kumandanı Org. Faik Türün Paşa da birer mübarek tarîkat mensubudurlar. Cenab-ı Allah bu şerefli zâtların cümlesine gâni gâni rahmet eylesin. Beşiktaş'ta T. Arıburun Paşa ile görüştüğümüzde "18 oy daha alsaydınız, bugün Cumhurbaşkanı'ydınız, paşam" dediğimde bana cevap olarak "Hakk tazyik edilmez ki" demeleri üzerine kendilerini tebrik ettim. Not: Rahmetli Mareşal M. Fevzi Çakmak vasiyeti üzere, mürşidi Ankaralı Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin türbesinin yanında medfun olup, dolayısıyla damadı rahmetli Prof. Dr. Burhan Toprak da aynı sıradadır." Koç'larla aile dostları Ord. Prof. Hasan Reşat Sığındım (Ender Mermerci'nin babası), İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın babası Mühürdar Mehmet Emin Paşa, Nurettin Topçu'nun şeyhi Abdulaziz Bekkine, Musevi doktor Salih Arazraki, Üzeyir Garih'in diş hekimi babası Azra Garih, Devlet Bakanı Ali Babacan'ın halası Hatice Suat Babacan'ın annesi Naciye Hanım (Şeyh Yahya Dergahı'nın son postnişini Abdulhay Öztoprak'ın eşi) da Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden. Koç Holding'in duayenlerinden Can Kıraç'ın eşi İnci Kıraç da Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından. Sevgi (Koç)Gönül de Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından Sabiha Hanım'ın aile dostları arasında yer aldığını açıklamıştı. Başbakan Ürgüplü de mezarı ziyaret ederdi Mehmet Faik Erbil, İsmet Paşa döneminin bakanlarından Suat Hayri Ürgüplü ve babası Şeyhülislam Hayri Efendi'nin Küçük Hüseyin Efendi ile ilişkisini şöyle anlatıyor: "Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna, büyük bir evliya olduğunu öğrenen Ürgüplü'nün babası o devrin Şeyhülislâmı Hayri Efendi gelirler. Hayri Efendi: "Efendim tahsiliniz nedir?" diye sorarlar. Mübarek şu cevabı verirler: "Maksûd." Bunun üzerine Hayri Efendi istihza ile güler ve şöyle söyler? "Aman efendim. Benim odacım dahi maksûd dersini çoktan geçti." Akabinde alaycı bir tavırla anlayamadığını ifade eder. Mübarek yine "Maksûd evladım" cevabını verirler. Şeyhülislâm Efendi huzurundan ayrılırlar, fakat maksûd kelimesi kendilerini ömürleri boyunca meşgûl eder. Aradan onbeş sene geçer ve maksûdun yüce ifadesini bir hâl üzere Kur'ân'dan öğrenmiş olurlar. O da şudur: "Maksûd, âlem-i cemâle intikâl etmeden önce dünyasında iken Rabbını gören Allah'ın saltanatlı velileridir. Zirâ onlar daha dünya hayatında iken maksûda ermişlerdir." Bunun üzerine Hayri Efendi ah-vah eder, cehlini itiraf için mübareğin huzur-u şeriflerine girmek ister. Bir dostu "Peki, bu arzunu yerine getireyim. Haydi kalk gidelim"der. Eyüpsultan'a gelirler ve oradan kabristana yönelirler. Bu esnada Hayri Efendi durur. "Yoksa mübârek bu âlemden çekildi mi?" diyerek refikine sorarlar. "Evet. Türbesine gidiyoruz" cevabını alınca aynın şöyle dövünürler. "Eyvah! Hayri Efendi, sen ne halt ettin? Meğerse ben ne kadar cahilmişim." Türbe-i Şerif'i ziyaretten sonra oğlu Suat Ürgüplü'ye şu vasiyette bulunurlar: "Ey oğlum. Bir gün başın sıkışırsa Eyüp tepesinde türbesi bulunan mübarek zât Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'ni ziyaret et, müşkülünün halli için o mübârek kapıda Allah'a yalvar. Muhakkak Allah yardımcın olacaktır." Ürgüplü Tekel Bakanı iken hakkında açılan dava karşısında Küçük Hüseyin Efendi'nin makam-ı şerifine giderek Allah'a şu niyazda bulunur: "Ey Allahım. Suçlu değilim. Aile şerefimiz ayaklar altına alınmak isteniyor. Huzurunda bulunduğum mübaret zatın yüzü suyu hürmetine bu iftira davasından beni kurtar" diyerek hüngür hüngür ağlayarak, yapıştığı türbenin demirleri dua esnasında devamlı salıncak gibi sallanır. Ve tam yedi gün sonra her türlü baskıya rağmen beraat kararını almıştır. Ondan sonra mübareği unutmamış ve fırsat buldukça ziyaretine gitmiştir. milliyetciforum ---------ÜLKÜCÜLER GERÇEKTEN TÜRK MİLLİYETÇİSİ MİDİRLER? http://ulkuculerveturkeskimdir.wordpress.com/2008/11/16/ulkuculer-gercekten-turkmilliyetcisi-midirler/ --------Alparslan Türkeş mason olmak istedi http://www.sabah.com.tr/2004/12/10/gnd109.html ---------Türkeş'in gerçek adı Hüseyin Feyzullah'tı sözüne itiraz. Birçok sitede çok tartışılan bir konu ve Ülküdaşlarımızın bir kısmı bundan habersiz. İnşallah tüm Ülküdaşlar güzelce okur ve gerekli yerlerde paylaşır. Başbuğa atılan iftiralara oğul ve kızı Türkeş"ten cevaplar Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan Alparslan Türkeş hakkında iftira ve yalan dolu haberlere Başbuğumuzun Oğlu Tuğrul Türkeş ve kızı Umur Türkeş"den tekziptir... Tüm Ülküdaşlarımız dikkatle okusunlar lütfen"¦ `Türkeş`in Gizli Dünyası` dizisiyle ilgili bir açıklama yapan merhum Türkeş`in oğlu Tuğrul Türkeş, 1970`li yıllardan beri bilinen `Türkeş`in gerçek adı Hüseyin Feyzullah`tır` iddiasının gerçekle bağdaşmadığını, babasının ilk adının Alparslan olduğunu, Soyadı Kanunu`yla birlikte ailesinin Türkeş soyadı aldığını kaydetti. `Türkeş`in Gizli Dünyası` başlıklı dizide yer alan ibarelerle ilgili olarak merhum Türkeş`in kızı Prof. Umay Türkeş de gazetemize bir açıklama yaparak, babasının herhangi bir kişiyle şeyh-mürit ilişkisi içinde olmadığını belirtti. Umay Türkeş`ten tepki `Arusi tarikati şeyhini kaynak kabul ederek rahmetli babamın bu tarikatın üyesi olduğunu anlatmaktasınız. Vefat ettiği için kendi adına cevap veremeyecek bir insanla ilgili yazı yayınlamak fevkalade sorumluluk ister. Rahmetli Türkeş, doktrin sahibi bir siyasetçi ve devlet adamıydı. Ben tasavvuf konusunda araştırma yapmış, yıllarca ders vermiş bir ilim kadını olarak bir tarikat üyesi olmak için öncelikle o tarikat şeyhine `irade teslimiyeti` gerektiğini bilmekteyim. Türkiye ve Türk dünyasının kalkınması, çağdaş medeniyette üretken ve katılımcı olması için strateji geliştirmiş, bu konuda doktrin ortaya koyarak bir ömür çalışmış olan, dünyadaki olağanüstü bilimsel gelişmeleri ve uluslararası ilişkileri de bilen rahmetli Türk dünyasının Başbuğu Alparslan Türkeş`in iradesini ne Arusi şeyhine ne de bir başka kişiye teslim etmediğini ve etmeyeceğini kızı olarak bilmenin ötesinde, bilimsel olarak da böyle bir şeyin mümkün olmadığını bilmekteyim. Rahmetli babam bir politikacı olarak kendisini tanıdıklarını ve babamın müritleri olduğunu iddia eden zatlarla milyonlarca kişiyle görüştüğü gibi üç beş kere görüşmüştür. Kendisi her insanı ve Türk milletinin her ferdini saygıdeğer kabul eden bir üslupla iletişim kurduğu için bu zatlar, onun zarafetine yanlış anlamlar vermiş olmalıdırlar. Ayrıca, bu zatlar, kendi mensubu oldukları tarikatlarını tanıtmak ve övmek istiyorlarsa bunu kendi adlarına yapmaları uygun olurdu, diye düşünüyorum. Yunus Emre`nin şu birkaç dizesini kendilerine hatırlatmak isterim: `Senin ben demekliğin ma`nide usul değil, Bu kapı kullarına şaşı bakmak yol değil; Yetmiş iki milletin maşuku oldurur, Aşıkı maşuktan ayırmak fal değil; Küfrünü atar iken imanın vurma sakın, Hırs bizimle düşmandır, bilişlidir, el değil.` Arusi Şeyhi Sayın Mehmet Faik Erbil`in özellikle doktorların durduramadığı kanı durdurarak mucize yaratacak makamda olduğunu açıklaması kendisinin takdiridir. `Babam, hiç din istismarı yapmadı` Rahmetli, hayatının her döneminde ilme inanmış ve Büyük Atatürk`ün `Hayatta en hakiki mürşit ilimdir` sözünü `Türk milletinin en büyük iki düşmanı cehalet ve yoksulluktur` diyerek teyit etmiştir. Hastaneye gitmek yerine hocaya gitmek, hayatımızın hiçbir safhasında yer almamıştır. Yine rahmetli, hayatının hiçbir döneminde din istismarı yapmamış, bu türlü yaklaşımları da zararlı bulmuştur. Dini vecibelerin yalnızca insanın kendisi ile Allah arasında olması gerektiğini biz kendisinden ve annemizden görmüş ve öğrenmişizdir. Bu sebeple ve bir bilim kadını olarak yazı dizinizdeki bilgi ve hükümlerin hiçbir belgesinin bulunmadığının kamuoyuna açıklanması gerektiği kanaatindeyim. Bir basın mensubu olarak sizlerin de Allah`ın rahmetine ulaşmış kişilerle ilgili objektif belgeler olmadıkça onların yanlış tanıtılmasına ve kullanılmasına vesile olacak hükümlü yorumları yayınlamakta dikkatli olmanız gerekir diye düşünüyorum. ` ******** Türkeş"in gerçek adı Alparslan Türkeş değilmiş! MAVİ Marmara gemisi gündeme gelince, 27 Mayıs darbesi ile ilgili tehir edilen, birinci kısmından sonra yarım kalan yazımıza, zaman zaman devam edeceğiz. Evet, Kadir Mısıroğlu ile 27 Mayısı konuşuyorduk. Sözü muhterem Kadir Mısıroğlu" na vermeden bir hatırlayalım. Rukiye Yıldız Erdoğmuş/HABERVAKTİM (BİLMEDİĞİMİZ NELER VARMIŞ 2) Kadir Mısıroğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Reşat Akşemsettinoğlu, ihtilalin ikinci günü Necip Fazıl"ın evinde idiler. Sayın Mısıroğlu"nun anlatımı ile Akşemsettinoğlu ihtilalin ikinci günü Necip Fazıl "˜ın evine gelmiş, konuşuyorlardı, Akşemsettinoğlunda idi söz sırası. Parkta bekleyen Türkeş ile arasındaki konuşmaları anlatmış, akabinde şunları söylemişti: "Şimdi ihtilal oldu Türkeş en öne planda gözüküyor, aslında o bu işe istekli değildi, hükümetin buna engel olucu bir fiili olamayacağını anlayınca aralarına girdi. Bu halk partililerin ve İsmet Paşanın işidir, o kadronun çoğu onun tensip ettiği adamlardır. Bu onları tasfiye eden bir hareket yapar, ben ondan sonra gidip teslim olurum, şimdi teslim olmaya niyetim yok" demiş. Necip fazıl: "Sende tehlikedesin bende tehlikedeyim" deyince bu gitmişti. Evet söz Mısıroğlunda: " Aradan yirmi sene geçti, bu Almanya"ya geldi Akşemsettinoğlu, şimdi ölmüştür. Bende seksen ihtilalinde kaçtım. Bununla karşılaştık "sen benim sünnetimi tatbik ettin" dedi. "Hayırdır "dedim, "Hani biz ihtilalin ikinci üçüncü günü Necip Fazıl"ın evinde karşılaşmıştık ya, "Evet "dedim, "Ben bekledim üç gün beş gün baktım Türkeş bir şey yapmıyor, gittim teslim oldum, fakat Yassıada da hastalandım, beni Numune Hastanesine kaldırdılar. Mahkemenin seyrinde gördüm ki, bunlar bizi dişleriyle parçalayacaklar, öyle haşinler. En ağır cezayı yiyeceğimizi anladım, bir plan yaptım hastaneden kaçtım. Trene bindim Sirkeciden tebdili kıyafet yurtdışına kaçıyordum. Tam Yunan hududuna geldik, bizim persenol ayrılıyor Yunan personeli geliyor, bir kondüktör: "Aa ağbi sen burada mısın?" dedi Eyvah dedim yakalandık. Kondüktör: "Ver şu elini öpeyim" dedi. Şaşırdım, " sen beni nerden tanıyorsun?" dedim. "Ağbi bu işe beni sen koymuştun" dedi . Yani öyle kritik bir noktaydık ki, o adam benim işe koyduğum biri olmasaydı hemen treni durdurup teslim edeceklerdi. Fakat elimi öptü bende Yunan hududuna girdim, sonra geldim Almanya"da yaşadım. "Şu Türkeş"in işi nasıl olmuştu?" diye sordum. O da demin anlattığım gibi aynen anlattı : "Ben ümitlenmiştim ondan" dedi. Bende, dedim ki: "Ben sana başka bir şey ilave edeyim, sekiz kasımda, ( 27 Mayıs"da ihtilal oldu ), sekiz Kasım"da bir tarfik kazasında Milli Birlik Komitesi üyesi, adını unuttum, soyadı Koçtuğ, milli birlik komitesinden bir general, İstanbul"dan Ankara"ya giderken, bu soy ismi Koçtuğ olan General, giderken Kargasekmez denilen bir yer vardı, böyle virajlı, şimdi otobanla o kalktı orada çok kaza oluyordu. (ismi hatırladı, İrfan Baştuğ ya da irfan Koçtuğ) o Kargasekmez"e gelince trafik kazası yaptı ve öldü, biz İstanbul"daki milliyetçiler, ( o günkü tabirle o dindar diyemiyoruz milliyetçiler diyoruz, milliyetçi bir hamurdu o zaman,) çok üzüldük ve o zaman bizden büyük olanlar şimdi Mehdi Sungurlu var, o zaman Üst Teğmendi, Türkeşle İstanbul"daki Milliyetçiler arasında posta görevi yapıyordu, bizde bu İrfan Baştuğ liderliğinde, Milli Birlik Komitesi dağıtılarak yeni bir Milli Komite kurulmasını bekliyorduk. Siz içerde iken Türkeş"in yakınlarından duyduğumuza göre Türkeş bir hareket yapacak Cemal Gürsel"i devirecek bu İrfan Baştuğ riyasetinde yeni bir komite teşekkül edecekti. Fakat sekiz kasımda bu kaza olunca, ölünce eyvah! Bizim plan suya düştü diye, bizim ekip Mehmet Emin Afkanlar, Sait Bilgiçler İsmet Tümtürkler bir ekiptik Cağaloğlu"nda, kan ağladık"¦ Sonra on dörtler hadisesi olunca, bundan altı gün sonra on dört kişi komiteden atıldı. Türkeşin yapmasını beklediğimiz hareketi Cemal Madanoğlu yaptı" dedim. "tabii siz yassı adada olduğunuz için bunları bilmiyorsunuz dedim. Bunları da ben size anlatayım" dedim. Cemal Madanoğlu niye bu ihtilali yaptı biliyor musunuz? Milli Birlik Komitesi, hem meclis yerine kaim, hem hükümet yerine kaim idi, yani kanun çıkarıyor, 38 kişi oturup karar veriyor, kanun çıkarıyor çok kanun çıkardılar, hatta hala o kanunlardan hala meri olanlarda var. Sıfırdan başlattılar, üç yüz beş yüz kanun çıkardılar. Sonra, birisi teklif ediyor diyor ki: "Milli Birlik Komitesine giren her subay ordudaki görevinden istifa etti, artık Milli Birlik Komitesi üyesi olacak, senatör olacak, ama içlerinden sadece Cemal Madanoğlu görevinden istifa etmedi, Garnizon Komutanlığı görevinde, o da istifa etsin, herkes etti" diye milli birlik komitesi başkanlığına dilekçe veriyor. Bu dilekçeye de on dört kişi imza atıyor, herkes zannediyor ki on dört kişi kafi, herkes zannediyor ki bu on dört kişinin hepsi Türkeş"in adamıdır, hayır değildir, yarısı Türkeş"in yarısı Madaoğlu"nun vazifeli adamları. Cemal Madanoğlu bu dilekçeyi alıyor, Cemal Gürsel"e gidiyor, emrinde ordu var ya, öbürleri sivil"¦ "Bu dilekçeyi veren, imzalayan, 14 kişiyi komiteden atıyorsun, geri kalanlarla bu komiteyi yeniden komite kuruyorsun" , icbar etti emrindeki askeri güçle"¦ Cemal Gürsel hüsnü niyetli idi, muhalifti falan ama ahmağın tekiydi, mesela idamlara karşıydı. Cemal Madanoğlu radyo evinde kendi sesinden millete bir bildiri okudu: "Şu tarihte teşkkül edilen, Milli Birlik Komitesi, lağv edilmiştir, ikinci bildiri aşağıdaki şahıslardan itibaren tekrar kurulmuştur," aşağıdaki şahıslar kim, o on dört kişi eksik.. Her tarafa kim nerdeyse emirler yağdırıldı, bu on dört kişiyi aileleri ile bile görüştürülmeden hemen yurt dışına sürüldü, Türkeş Yeni Delhi"ye, Dündar Bey Bon"a, herkese bir yer tayin etmiş... Muharrem İhsan Kızıloğlu"da Dahiliye vekili bu emri derhal tatbik etti, Türkeş i Konya"da Mustafa Kemal lehine konferans verirken otelde pijamaları ile yakaladılar, ailesi ile bile görüşmesine fırsat vermeden hemen yurtdışına sürdüler. Abdulhamid"i "˜muzır gördüğü adamları yurtdışına sürerdi" diye tenkit eden adamlar, ondan 60 sene sonra aynı işi yaptılar. Bu Türkeş bu komite içine nasıl niye dahil oldu, ne maksatla dahil oldu? Noktasından o umumi değerlendirmeden sonra bunlar az bilinen şeylerdir. Böyle az bilinen biri iki şey daha anlatayım. Söylenecek söz 27 Mayısala ilgili çoktur. İşte gençleri kıyma makinesinde kıydılar, diye söylendi, bir general ben basın toplantısında bulundum, bu general adını unuttum, bu İstanbul Vali makamında oturan General, gazetecileri topladı vilayetin merdiveninde konuştu " bunlar öyle hain, 28 nisanda nümayiş yapan talebeleri toplayıp, Ortaköy"de et kombinası vardı, orda kıyma makinesinde öldürdüler. Böyle yalan. Aynı şeyi Sıddık Sami"de söyledi, Beyazıt meydanına " şehitlerimiz bir tane değildir, daha çok var bunları bulacağız. !" , diye bağırdı. Sekme kurşunla Turan Emeksiz diye bir pislik ölmüştü, sekme kurşunla öldüğü Yassıada davalarında sabit oldu. Millitürk Talebe Birliğinin önüne heykelini diktiler. Celal Bayar"ı mesul etmek için, -kanun makabiline şamil olur- diye fetva verdiler, bunları herkes bilir, herkes nasıl ayak uydurdu, nasıl destekledi herkes bilir. Ama alt tabakada herkes neler çekti, kimse bilmez. Ben Harbiye"de hapis yattığım için onların, alt tabakanın neler çektiğini gördüm. Demokrat Partiye gönül vermiş adamların, Halk Partinin adamlarının ihbarı ile araştırma yapmadan ne adamlar süründü. Yüzlerce adamı sayarım, daha birkaç gün önce buraya geldi Nazım Durmuşoğlu talebe idi, bizimle beraber, adam adım atamıyor, ne gözü görüyor, ne bacağı tutuyor, adamın şuuru bozuldu. Bir buçuk sene Balmumcuda yattı, bir aydan fazla hücrede yattı, dosyası yanlışlıkla Yassıadaya gitmiş, bundan dolayı. Öyle karışık bir devirdi. Çok insan eziyet gördü.. On dörtler hadisesi olduğu gün, 14 kasım 1960 ben Havadis Gazetesindeydim, Şerefefendi Sokakata Demekrat Partiyi tutan gazete idi. Bu gazetenin bütün yazarını çizerini tevkif ettiler. Gazetede iki tane gece sekreteri genç kaldı, biri Hami Tezkan, biri Gökhan Evliyaoğlu, bunlar gece sekreteri olmalarına rağmen esi yazıları koyarak falan gazeteyi devam ettiriyorlar. Hükümet el koydu, kapattılar, gazeteyi kapattılar, matabayı da aldı onlar geçtiler, Mehmet Ali Yalçın diye birinin Son Havadis Gazetesine geçtiler, onla anlaşamadılar, Nazım"ın teyzezadesi idi. Anlaşamadılar. Sonra Son İstanbul Gazetesine geçtiler vs. Son safhada ben ordaydım o zaman Türkeş, Dündar Seyhan" ın hatırlarında da var, kimsenin elde etmediği makamı elde etti, en son bize katıldı halde Baş Vekalet Müsteşarı oldu, bunun başbakanlık demek olduğunu sonra fark ettik demişlerdi. Türkeş"in tecrübesi var kırküç, kırk dört ihtilal hareketinde bulunmuş Gerçek adı Alpaslan Türkeş değildir, Türkeş Kıbrıslıdır, adı Hüseyin Feyzullah dır. Adı Hüseyin"dir, babasının adı Feyzullah"tır, Kıbrıslılar soyadı kullanmadığı için babasının adını soyadı gibi kullanırlar. Sonradan bu kırk üç, kırk dört Turancılık hareketinden sonra adı Alpaslan Türkeş olmuştur. Tükeş Başbakan olur olmaz, Türkeş tecrübeli bu işe hesaplı girmiş, emniyete Dahiliye Vekili İhsan Kızıoğlu olduğu halde. Emniyete hep kendi adamlarını yerleştirmiş. İstanbul emniyet müdürü de birinci şube müdürü, birisi Abdulvahit Erdoğan onlada benim şahsi hatıralarım çok, anlatsam vakit yetmez. Ama üsteğmen Eşref Dirlik diye bir adam, Üsteğmen sıfatıyla birinci şube müdürü olmuş, şimdi Türkeş onu sık sık gönderiyor havadis gazetesine, diyorki: " bu ihtilal Halk Partisini iktidar yapmak için yapılmadı, (o zaman böyle yazıları birde Haldun Dormen yazıyordu.) Halk Partisini iktidar yapmak için yapılmadı, kötü bir gidişe "˜dur" demek, kardeş kavgasını önlemek için yapıldı. Havadis gazetesine bu Eşref geliyor orada yatıyor, böyle bir perde vardı, onu açtın mı, orada yatak vardı, bazen Menderes"de orada yatarmış. Bu Eşref orayı karargah yapmış. Bizde demokrat partiyi tutuyoruz ya, gidip geliyoruz görüyoruz onu. Askeri elbise ile orada yatıyor. Eşref diyor ki böyle yazın, yani Türkeş"in istikamet vermek istediği rota buydu. Bunu bir vaka ile de teyit edeyim: Günün birinde ihtilalin ilk günlerinde, radyodan " Sabık ve sakıt cumhurbaşkanı Celal Bayar, sabık ve sakıt Başbakan Adnan Menderes, tevkif edilmiştir. Sayın İsmet İnönü evinde istirahat halindedir." Bizde dedik ki "˜bu ne ya"¦ Bunlar sabık ve sakıtta, bu da evinde istirahat"¦" bizim Türkeşle bağlantılı olan grup dedi ki, İsmet Paşa ihtilalin ikinci günü İsmet Paşa Çankaya"ya geçmiş oturmuş, Reisicumhur olacak. Albay Türkeş orayı bir kısım askerle sarmış " paşam siz burada emniyette değilsin, evinizde istirahat buyurun, biz sizi korumaya alacağız, bu demokrat partililer size bir şey yapar" diye alayı vala ile almış evine götürmüş. Tabii bu anlatılanlar doğruysa, doğruysa çünkü biz ezanı Arapçaya çevrildiği gün biz ihtilale karar verdik deyince, bizim ağbilerden bazıları "o kendini belli etmemek için tam onlardan gözüküyor, onun için böyle konuşmuştur Cevat Fehmi"ye onun gerçek düşüncesi değildir, " dediler. Bunu diyenler Türkeşi benden daha çok tanıyanlar Mehmet Emin Afkan falan, O zaman bu ne oluyor, İsmet Paşayı koruyor? Meğer İsmet Paşayı alıp evine getirmiş ki İsmet Paşa"nın dışları çıkmasını engelliyormuş. O zaman duyduğumuz iş, doğru yanlış bilemem. Ama on dörtlüler hadisesi olunca, bunun ne yaptığının farkına varan Cemal Madanoğlu daha o gün onun bütün adamlarını, emniyetteki adamlarını görevden aldı. 14 kasımda ben Yeni Havadis, Son Havadis, adı sonradan Son Havadis oldu, neyse ben Havadis gazetesine gittiğim zaman Eşref beyle orada karşılaştım. Daha evvelde görüşüyorduk. Ünüversitede benim adım gazetelerde çok geçiyormuş, aleyhime çok ihbar varmış. Dedi ki: " İyi ki seni gördüm, ben bu gün görevden alındım. Devir teslimden evvel bir sürü ihbar mektubunu yaktım sobada, dedi, (demek kasım ayıya sobada var) sobada yaktım seninle ilgili ihbarları iki celsede yaktım" dedim. Sen kaçar mısın, gizlenir misin bilmem ama ilk fırsatta seni içeri alırlar Halk Partili gençler senin çok düşmanın, her gün senin hakkında bir ihbar yapılıyor, aradan çok geçmedi, o zaman vefada Vefa Talebe Yurdunu çalıştırıyordum, Rızapaşa Yokuşunda alacağım bir şey vardı, orada o kapıdan girdim, üniversite bahçesinden geçiyorum, baktım heykelin önünde bir toplantı var, Faruk Güventürk o zaman Garnizon Komutanı İstanbul"da, o, bir konuşma yapıyor, etrafında gençler var elli yüz kişi, diyor ki " küllü mızzrrun yuktel" sonradan onunla başka maceralarımda oldu, öyle biraz mesmuat kabilinden dini bilgisi de var. Her muzır şey katlonulur! "Bunları biliyoruz, temizleyeceğiz," "ne oluyor?" dedim. Dediler ki diye bağırıyor. Baktım bizim çocuklarda var aralarında, "Ya bu Nadir Nadi ile Aziz Nesin arasında bir münakaşa mesele var ya" . "Evet" dedim. "Bu Aziz Nesin düpedüz komünistliği savunuyor, ona bir şey olmuyor bizde dedik ki, bir beyanname yayınladık, "˜ bu 27 mayıs ihtilali komünistlerin içindeki zehri kusmaları için mi yapıldı?! Diye" Halk partili gençler bu beyannameyi alıyorlar teksir ediyorlar, Taşlıtarlada vs dağıtıyorlar, sonra ihbar ediyorlar ki, yani şu manayı veriyorlar, o zaman kuyruklar deniliyor, "işte bu beyanname ile komünistleri tahrik ediyorlar" diye. Halbuki bizimkiler orada dağıtmamışlar Taşlıtarlada dağıtmamışlar, üniversitede, dağıtmışlar. Bende dedim ki: "Beyler yanlış yaptınız, bu işten başınız ağrır, dağılın çekilin bir şeye karışmayın. Bu ihtilal bir dişli gibi dişlinin arasına bir girersen bir daha çıkamazsın. Ve oradan Süleymaniye tarafındaki kapıdan çıktım yurda gittim. Öğlenden sonra çıkan gazetelerde benim adımı görmüş biri, aldı gazeteyi getirdi ki, bu işi ben planlamışım, Halk Patililerin beyanına göre gazete yazmış, bu işi ben planlamışım, aranıyormuşum, tevkif edilecekmişim, ( bu polise yön vermektir, aynı Kılıçdaroğlu meselesinde basının yön vermesi gibi.) Anladım başım ağrıyacak, hiç alakam yok ama oradan tesadüf geçerken gördüm. Yıldız da da bir talebe yurdu çalıştırıyordum, iki talebe yurdu çalıştırıyordum, önce Yıldız"a gittim sonra bu Şazeli Tekkesinin imamı benim ahbabımdı, "gel burada saklan" dedi, orada saklandım. Bir iki gün sonra bir dergi getirdiler Metin Toker"in dergisi. Ortadan uzun boylu, yeşil gözlü biri, beni tarif ediyor, bu işi o tertip etti, sonra " dağılın" dedi, yazıyor, hiç alakam yok, bizim yurtta bir çocuk kalıyordu BURSALI o bana yurttan Şazeli Dergahına yemek falan getirirdi o dedi ki, Gel seninle Bursa"ya gidelim dedi. Hadi gidelim dedik ama giderken bir tanıyan çıkarda yakalanırsak şansa"¦. Gittik Bursa"ya, Çekirgede Yeni Hayat Oteline gittik bir banyo yaptık o da evine gitti"¦. Kadir Mısıroğlu Bursa"da neler yaşadı, yakalanacak mı? Kadir mısıroğlu Balmumcu Hapishanesinde neler yaşadı? Kadir Mısıroğlu"na "oğlun oldu" haberi gelince hapishanede ne yaptı? Sivil polisler kimleri takibe almış? Ve habervaktim yazarı Rukiye Yıldız Erdoğmuş"un özel soruları. Yazının devamında"¦ habervaktim.com ************* MUHSİN YAZICIOĞLU. Bizim ulkemiz gariptir; ulke insanimiz ise daha bir garip. Mesela olen sanatcilarimiz vardir. Olmeden once kimsenin umrunda degildir, oldukten sonra ise "Inanilmaz buyuk sanatciydi vah vah!" denilir. Soz konusu sanatci, gercekten buyuk mudur bilinmez ama, bizim halkimizin genelinin bu konuda bir zaafi oldugu muhakkaktir. Muhsin Yazicioglu"nu bilirsiniz. Bir helikopter kazasi sonucu, hayatini kaybeden ilginc bir adam. Onun ilgincligini sonra irdeleyecegim de; olum haberi gelmeden once ve geldikten sonra medya kuruluslarinin takindigi tavir, cok daha ilginc ve igrenc. "Muhsin Baskan"in kendi sesinden siiri" basligi atilip, adamin bir sure once okudugu "acikli" siir yayinlanir ya da "Oyle bir hayat ki..." diye bir baslik atilip, Muhsin Yazicioglu ovule ovule bitirilemez. Sevgi pitircigidir sanki Muhsin Yazicioglu, sanki Nobel Baris Odulu sahibi... Olen insanin ardindan genelde uzulmek lazimdir. Bize boyle ogretilmistir. Yani biz Anadolu"da yetisen, bu kulturu alan insanlar olarak olumlere uzuluruz, peslerinden agitlar yakariz, insanlar genelde siyah giyer de belli eder yaslaini; bir manada kara gunlerdir olumlu gunler. Ancak belki de, sirf "insan olumu"ndan bu kadar tiksindigimiz icin, sahsim adina soyluyorum ki; uzulmedim Muhsin Yazicioglu"nun olumune. "E nasil bir celiski bu?" diye soracaksiniz ve ben hemen durumu ozetleyecegim. Muhsin Yazicioglu"nun temsil ettigi, ugruna partiler kurdugu fikirleri zehirliydi. Abdullah Catli"nin dostudur Muhsin Yazicioglu. Abdullah Catli"nin nasil bir insan oldugunu, sozde vatanseverlik maskesi altinda gencleri nasil oldurdugunu, iplerle bogdugunu bilmeyeniniz yoktur sanirim. Abdullah Catli yakalanir. Emniyeti arayan Muhsin"dir. Der ki: "Catli"yi birakmazsaniz, Ankara"nin her yerinde bomba patlatiriz." Bircok katliamla ilgili kendisine dava acilmistir. Ancak neredeyse tum benzer gorusu savunanlar gibi, kendisi de bu davalardan beraat etmis ve ayni kisi, meclise milletvekili olarak girebilmistir, parti kurabilmistir. Soz konusu katliamlarin itirafcilari, "Emirleri Muhsin Yacicioglu"ndan aldik" demistir ancak ne deseler bostur. Gelin gorun ki; olan, 20"sinde hayata veda eden genclere olmustur. Yaziktir; varsa ilahi adalet gunahtir. Yine ayni itirafcilar ve bir zamanlarin Ulku Ocaklari Hukuk Masasi sefleri, Sivas Katliami"nin planlayicilari icerisinde de Muhsin Yazicioglu"nun oldugunu ifade eder. Hatta bizzat, katliam sirasinda Sivas"ta olup olaylara onderlik ettigi soylenir. Bu denilenler itirafcilarin "deme"sidir de bir de katliami yasayanlarin anlatimi vardir. Madimak Oteli"ndeki yangindan kacip, yan taraftaki Buyuk Birlik Partisi binasina siginmak isteyen bircok kisi, parti pencerelerinden uzanan elleri kalasli gencler tarafindan dovulmustur. Bircok insan oracikta can vermistir. BBP"den yukselen "Geberin pislikler!" sesleri ise hic dinmemistir. Maras Katliami"ni bilirsiniz. Oyle bir katliamdir ki bu; sirf alevi ve solcu olduklari icin hamile kadinlarin karinlari desilip icerisindeki ceninler duvarlara yapistiriliyor. Oyle bir katliamdir ki bu; cocuklar bile kafalarindan agaclara cakiliyor. Oyle bir katliamdir ki bu; insanlar baltalarla paramparca ediliyor. Oyle bir katliamdir ki bu; 505 kisi hayatini kaybediyor, binlercesi yaralaniyor. Katliami gerceklestirenlerin ve halki kiskirtanlarin ulkucu ceteler oldugunu bilmeyeniniz var mi? Ya ulku ocaklarinin basinda Muhsin Yazicioglu"nun oldugunu bilmeyen? Cok mu uzak verilen ornekler? Peki gelelim birkac yil oncesine. Hrant Dink; ermeni bir aydin. Iki halkin kardesce yasayabilecenigi her firsatta soyleyen, bu amac ile cabalayan bir gazeteci. O da katledildi. Cinayeti azmettirenleri de hepimiz yakindan taniyoruz. Erhan Tuncel ve Yasin Hayal de bu azmettiricilerden; cezaevindeler. Erhan Tuncel, Muhsin"in Trabzon"daki miting ve toplantilarini organize eden ve Trabzon"da onun korumaligini ustlenen bir kisi. Bu durum resimlerle de ispatlidir.* Yasin Hayal de, her mahkemede "Yasasin Buyuk Birlik Partisi" diye slogan atan bir kisidir ki*; BBP"nin hem kurucusu hem de her seyidir Muhsin Yazicioglu. Hem, Yasin Hayal Mc Donalds"a bomba atarken ve bu durum emniyet kayitlarinda sabitken, Muhsin "Yasin Hayal, Mc Donalds"a maytap atmis" deyiveriyor ki, maytap nerde, bomba nerde... Ve yine Soylemeden edemeyecegim ki, Yasin Hayal ifadelerinde "Cezaevindeyken BBP MKYK uyesi Halis Egemen ve BBP Il Baskani Yasar Cihan"dan 1000 YTL para ile giyecek ve esya yardimi aldim" demis ve bu sozlerin ortaya cikmasindan sonra, kamuoyu Muhsin Bey"den bu iki gorevliyi gorevinden ihrac etmesini beklerken, Muhsin: "Arkadaslarimi infaz etmem" demistir.* Gecmisi karanlik olan bir insandir Muhsin Yazicioglu. Kazasi nedeniyle, duygu somurusu yapilip da "Musum insan" imaji cizmeye gerek yok. Olulerin ardindan o kadar gozyasi doktuk ki; olduren zihniyetin temsilcilerine, elbette gozyasi dokmeyecegiz. Ve ben elbette uzulmeyecegim. Ilk bakista "acimasiz" gibi gorunse de bu dediklerim; kimlerin acimasiz oldugu gun gibi ortadadir. Sadece gercekleri gormek icin hangi acidan bakmamiz gerektigini bilelim. G.Doğan. --Sağlığında yayınlanan hatıralarında ( Sabah Gazetesi, Hulusi Turgut), adının Ali Arslan konduğunu, daha sonra öğretmeninince Alparslan'a dönüştürüldüğünü kendisi söylemiştir. "Alp Arslan ( Arslan soyadı olarak)" takma ad kullandığını Star televizyonundaki Kırmızı Koltuk programında Ahmet Altan'ın başka bir konu ile ilgili sorusu üzerine arada kendisi söylemiştir. Ayrıca harbiye öğrencisi iken İnönü'ne gönderdiği Alp Arslan imzalı mektuplar basında da yayınlanmıştır. wikipedia ********** Muhsin Yazıcıoğlu da Turgut Özal gibi bir Nakşibendi idi! Neden Taceddin Dergahı"na gömüldü? Gürkan Hacır gurkan.hacir@aksam.com.tr Şüphelerle dolu bir helikopter kazasında yaşamını yitiren Yazıcıoğlu, vasiyeti gereği Taceddin Dergahı bahçesine defnedildi. Peki, Yazıcıoğlu"nu İstiklal Marşı"nın yazıldığı o dergaha çeken neydi? Sadece milli bir tavır ya da Akif sevgisi mi? Yoksa daha derin bağlar mı? BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu"nun beklenmedik ölümü halen tartışılıyor. Kaza mı yoksa suikast mıydı net bir şey söylemek imkansız. Kimilerine göre Yazıcıoğlu, hiç kullanmadığı helikopter konusunda zorla ikna edilmiş ve sorunlu olan bu araca binmesi sağlanmıştı. Kimine göreyse pilot önceden verilen ilaçlarla etkisiz hale getirilmiş, helikopterin düşmesi planlanmıştı. Kaza ihtimalini dillendiren ise az sayıda kişi var. Yazıcıoğlu"nun cenazesi tüm bu tartışmaların gölgesinde kaldırıldı. Türkiye"nin dört bir yanından gelen Nizam-ı Alem Ocağı"ndan gençler Ankara sokaklarını doldurdular ve liderlerine son görevlerini yerine getirdiler. Ve naaşı, Mehmet Akif Ersoy"un İstiklal Marşı"nı yazdığı Taceddin Dergahı"nın bahçesine defnettiler. Yazıcıoğlu"nun sağlığında, defnedilmek üzere vasiyet ettiği Taceddin Dergahı"nın özelliği neydi ? Sadece Milli Şair"e ev sahipliği yapmış olması mı bu ünlü ülkücü-aksiyoneri buraya çekmişti ? İsterseniz Taceddin Dergahı"nın hikayesine bir uzanalım... Öncelikle belirtmem gerek. Muhsin Yazıcıoğlu"nun yaşamında Mehmet Akif Ersoy"un yeri başkaydı. Sadece İstiklal Marşı"nın yazarı olması değil, yaşamı ve İslami düşüncesini de kendine yakın buluyordu. Üstelik her ikisi de veterinerlik okulunda okumuşlardı. (Yazıcıoğlu Veterinerlik Fakültesi"ni bitiremedi.) Ama onları aynı dergahta buluşturan sebep bu değildi. CELVETİYE TARİKATI: Halk içinde hakla birlikte... Celvetiyye tarikatı, Bayramiyye tarikatının bir koludur. Bayramiyye ise Nakşibend" lik ve Halvetiliğin birleşimi olarak kabul edilir. Bayramiyye ismini Hacı Bayram-ı Veli"den alır. Yani Nakşibend" lik ve Celvetilik birbiri içine geçmiş bir haldedir. BBP liderinin defnedildiği Taceddin Dergahı da Celveti tarikatının dergahıdır. Milli Mücadele yıllarında Mehmet Akif Ersoy"u evinde ağırlayan da bir Celveti şeyhiydi. Yani Ersoy, İstiklal Marşı"nı bir Celveti tekkesinde yazmıştı. Taceddin Dergahı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Hacı Bayramı Veli"nin kurduğu Bayramiyye tarikatının bir kolu olan Celvetiler için yaptırılmıştı. Taceddin Dergahı, Celvetilerin olduğu kadar Nakşibend" ler için de önemli dergahlardan biridir. Muhsin Yazıcıoğlu, hayattayken ölümü halinde Taceddin Dergahı"na gömülmesini, eğer orası olmazsa Hacı Bayram Camii haziresine, orası da olmazsa Yazıcıoğlu Camii"ne defnedilmesini istemişti. Peki, Nakşibend" ler için önemli sayılan bu Celveti tekkesine defnedilmek neden Yazıcıoğlu"nun vasiyeti olmuştu? Yazıcıoğlu, Nakşibend" lerin lideri konumundaki Esat Coşan"ın yakınıydı. Coşan, Menzil Şeyhi olarak bilinen Mehmet Zahit Kotku"dan sonra cemaatin lideriydi. Her fırsatta Muhsin Yazıcıoğlu"yla bir araya geliyordu. Buluşmaları kamuoyundan pek gizlenmiyor, Coşan"ın verdiği yemeklerde Yazıcıoğlu hemen yanında onur konuğu olarak yer alıyordu. KADERLERİ AYNI OLDU Türk siyasi yaşamında önemli yer tutan İskenderpaşa cemaati,Coşan"ın liderliğindeydi. Bugün AKP"nin birçok kadrosu bu cemaatin talebesiydi. Ancak Coşan"ın ismi hep Yazıcıoğlu"yla anılıyordu. Esat Coşan"ın da kaderi tıpkı Yazıcıoğlu gibi oldu. O da Avustralya"nın Sdyney kentinde geçirdiği bir trafik kazasında yaşamını kaybetti. EN YAKIN DOSTU NEYZEN TEVFİK"Tİ Mehmet Akif Ersoy"un yaşamı ilginçliklerle doluydu. Türklüğün en önemli şairlerinden gösterilen Akif, aslen Arnavut"tu. Arnavutluk"un İpek Kasabası"ndan Tahir Efendi"nin oğluydu. Asıl adı Ragıyf"tı. Söyleniş zorluğundan ötürü doğum yeri olan İstanbul Fatih"teki arkadaşları Akif demeyi uygun buldular. Mısır günlerinde en yakın arkadaşı ünlü hiciv şairi Neyzen Tevfik"ti. Ayrı mizaçta gözükseler de dostlukları apayrı yaşam tarzlarından etkilenmedi. Neyzen Tevfik alkol bağımlısıydı. Hayatı boyunca defalarca alkolizm tedavisi görmesine karşın sirozdan yaşamını yitiren Mehmet Akif Ersoy oldu! (Akif"in ortanca oğlu Mehmet Emin Ersoy da alkol bağımlısı oldu ve sefalet içindeki yaşamı bir kamyon kasasının üstünde son buldu.) Taceddin Dergahı"ndaki Mehmet Akif Evi"nin açılış töreninde tabelayı Neyzen Tevfik"in kardeşi Ahmet Şefik Kolaylı çaktı. Muhsin'i iyi bilmezdik/Evliya değil TERÖRİST Türk Solu dergisi grubu vefat eden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu"nu kapağına taşıdı. Derginin 231. sayısında merhum Yazıcıoğlu"nu "İyi Bilmezdik" başlığı ile kapak yapan Türk Solu dergisi kamuoyunda büyük tepkiye yol açtı. Derginin söz konusu sayısında Yazıcıoğlu aleyhinde birçok yazıya yer verildi. Türk Solu dergisinin 231. sayısında Ali Özsoy imzası ile merhum Yazıcıoğlu"nu konu alan "İyi Bilmezdik" başlıklı bir yazı yayınlandı. Özsoy yazısında Yazıcıoğlu"na "terörist" diye savunarak şu ifadeleri kullanıyor: SANKİ EVLİYA "Muhsin Yazıcıoğlu öldükten sonra öyle hikayeler anlatıldı ki, inanılır gibi değil. Ölen bildiğimiz Muhsin Yazıcıoğlu değil de sanki evliya. Veya büyük bir düşünce adamı, toplumu birleştirmiş bir önder... Ya da memleketi defalarca uçurumun kenarından kurtarmış savaşlar kazanmış bir komutan... Bu tantanayı kimler çıkarıyor? MUHSİN GAZINA BASIYORLAR İstisnasız hepsi iktidar borazanı gazeteler, Kürt-İslam faşizminin bezirganları... Zaman gazetesi, Vakit, Sabah, Star v.s... AKP"nin seçimde oylarının keskin bir şekilde düşmüş olmasının verdiği sıkıntıyla bu cephe Muhsin gazına bastıkça basıyor. Kitlelerini böyle motive etmeye çalışıyorlar. "O çok namusluydu", "büyük vatanseverdi", "hep dik durdu", "ilkelerinden taviz vermedi", "tüm millet onu severdi", "demokrasi şehidi oldu..." Başbakan Recep Tayyip bile çıktı ne büyük vatan evladı olduğundan bahsetti. İnsan sormadan edemiyor. Madem bu kadar mükemmel bir adamdı küçücük partisine oy verseydiniz. Bir de güya bu adam bir muhalefet lideri. Neden iktidar borazanları hüngür hüngür ağlıyor? Başbakan bile çıkıp sanki AKP"li biri ölmüş gibi nutuk çekiyor. TERÖRİSTE VEFA BORCU Muhsin Yazıcıoğlu Terör Örgütü Ülkücü Gençler Derneği"nin kurucusuydu. Solda onun yakın arkadaşı ülkücü katil Haluk Kırcı. Yukarda ise Muhsin"in son dönem arkadaşlarından PKK"lı terörist Leyla Zana. Yazıcıoğlu hep teröristlerle birlikteydi. Elbette ki bu tantananın nedeni Muhsin Yazıcıoğlu"nun ve BBP"nin siyasi başarıları veya memlekete hizmetleri değil. Sağcı-gerici cephe bir zamanlar çok kullandıkları bir tetikçi çetesinin önde gelen isimlerinden birine vefa borçlarını ödüyor. Öyle ya 1980"den önce binlerce devrimcinin kanına girilmeseydi bugünkü sömürü düzeni kurulabilir miydi? Zaten Kürt-İslam cephesinin son zamanlarda pek bir konuşkanlaşan lideri Fethullah Gülen ağzındaki baklayı çıkarıyor. Muhsin için bakın neler diyor: "Anadolu insanı belli bir dönemde İslam"a ve Türk dünyasına karşı gelen şer güçlere karşı koydu." TÜRK HALKI OLARAK İYİ BİLMEZDİK Bizler onu iyi tanıyoruz. Kardeş kavgasının müsebbibiydi. Hayatının her döneminde faşist ve gerici oldu. Hayatının her dönemi Atatürk"e karşı oldu. Türkçü değil ümmetçiydi. Hep türbancı hep tarikatçıydı. Solcu Türk"e karşı kaplan kesilir, Kürde ve Ermeniye ise kardeşlik şiirleri yazardı. Fikir adamı değildi. Tek bir fikri yoktu. Sadece 1980 öncesi eylemleriyle ismi sivrilmişti. Şiirleri vardı. Ama onlar da kötüydü. Kürt-İslamcılar üzülmekte haklı olabilirler. Ama Türk halkına bunu dayatamazlar. Bu millet vatan için, Cumhuriyet için, bağımsızlık için Ata"sının yolunda şehit olanları saygıyla anıyor. Tek bir Türk evladını bile unutmuyor. Ama Muhsin"i nasıl bilirdiniz diye sorarlarsa kusura bakmasınlar. Biz iyi bilmezdik". Kaynak: http://www.ensonhaber.com/medya/198832/muhsini-iyi-bilmezdik.html Muhsin Yazıcıoğlu"nun Helikopteri "elektromanyetik silahla düşürüldü" Yazıcıoğlu kazasıyla ilgili şok rapor!"Helikopter elektromanyetik silahla düşürüldü" 09.11.2009 08:43 Muhsin Yazıcıoğlu"nun da aralarında bulunduğu altı kişinin hayatını kaybettiği helikopter kazasını incelemek için görevlendirilen araştırma ekibi, yeni bir iddia ortaya attı: "Helikopterin düşmesine elektromanyetik silah neden oldu" GAZETE HABERTÜRK BÜYÜK Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve 5 kişinin hayatını kaybettiği helikopter kazasıyla ilgili şok bir rapor hazırlandı. Parti tarafından görevlendirilen araştırma ekibinde yer alan havacılık uzmanı Volkan Sürmeli, soruşturmayı yürüten Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcılığı"na gönderdiği raporunda, helikopterin düşmesine elektromanyetik silahların neden olduğunu ileri sürdü. Sürmeli, Meclis Araştırma Komisyonu"na da bilgi verecek. "˜HER 5 SANİYEDE BİR ARANDILAR" Alman bir uzmanla yaptıkları çalışmalarda, helikopterin kesinlikle düşürüldüğü kanaatine vardıklarını belirten Sürmeli "Helikopterde bulunan 6 kişinin cep telefonları, kazadan önce hiç konuşma yapılmadan 5"er saniye aralıklarla aranmış. Bu yöntemle helikopterin koordinatları belirlenmiş. Daha sonra, yerden yüklü bir miktarda elektromanyetik dalga gönderilerek helikopterin elektronik aksamları stop ettirilmiş" dedi. Genelkurmay"a elektromanyetik konusunda danışmanlık yapan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Şeker de daha önce elektromanyetik silahlara dikkat çekerek, bu silahlarla değil uçak uyduların dahi düşürülebildiğini açıklamıştı. ********** PSİKOLOJİK HARP http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1127.0 -------BEYİN KONTROLÜ Açıklanmış bir Beyin Kontrolü Operasyonu Emekli Amerikan Haber Alma Örgütü ( CIA ) Ajanı Julianne Mc Kinney Açıklıyor. http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1122.0 ********** ALPARSLAN TÜRKEŞ, O Bir Arusi Tarikatı mensubuydu ve gerçek adı Hüseyin Feyzullah'tı. Türkeş Arusiler'le gizlice görüşürdü 25 Ağustos 2001 günü, Musevi kökenli ünlü iş adamı Üzeyir Garih Eyüp Mezarlığı'nda bıçaklanarak öldürüldüğünde, herkes Garih'in Müslüman mezarlığında ne işi olduğunu tartıştı. Garih'in cesedinin Mareşal Fevzi Çakmak'ın kabrinin yanıbaşında bulunması çeşitli komplo teorileriyl e yorumlandı. Cesedin yakınlarında bir kabir daha vardı: Küçük Hüseyin Efendi'nin kabri. İlk gün gözden kaçan bu küçük ayrıntı, ertesi gün Garih olayının göbeğine oturdu. Garih'in Eyüp Mezarlığı'nda yatan Nakşibendi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrini düzenli olarak ziyaret ettiği ortaya çıktı. 1930 yılında vefat eden Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin Garih'in babası ile yakın dost oldukları, hatta iki kişi arasında neredeyse şeyh-mürit ilişkisi olduğu iddiaları gündeme geldi. Üzeyir Garih'in Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarını yaptırttığı da ortaya çıktı. İddialara göre Garih'in babası gizlice Müslüman olmuştu. Öte yandan yaptığımız araştırmalar sonucunda Musevi işadamı Üzeyir Garih ile yakın ilişkisi bulunan MHP'nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş'in Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurucusu olduğu Arusilik'le yakın ilişkisini ortaya çıkarmış, hazırladığımız bir kitapta bu bilgileri kamuoyuna aktarmıştık. Böylece kamuoyu Arusilik adıyla anılan tasavvufi akımın varlığına tanık oldu (Öldüren Sır: Garih/Sıradışı Bir Musevinin Portresi, Bakış Yayınları, Kasım 2001). ARUSİ SEVGİSİ MEZARA KADAR 1917'de Kıbrıs'ta dünyaya gelen Alparslan Türkeş, 1944'teki Turancılık Davası'ndan yargılanarak hapis yatan genç bir üsteğmen iken 27 Mayıs 1960'taki askeri darbede ihtilalin kudretli albayı oldu. Türkeş, ihtilali yapan askeri heyet içindeki ihtilafların ardından 13 arkadaşı ile tasfiye edildi. Hindistan'a askeri ataşe olarak sürgün edilen Türkeş, Türkiye'ye döndükten sonra siyasete atıldı. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne giren Türkeş, bilahare Genel Başkan oldu. Partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi. Türkeş, 1970'lerdeki Milliyetçi Cephe Hükümetleri'ne koalisyon ortağı olarak katıldı, Başbakan Yardımcılığı görevlerini üstlendi. Arusiler Türkeş'i sevdi 1980'de Türk Silahlı Kuvvetleri siyasal şiddet olayları ve siyasal istikrarsızlık gerekçesiyle yönetime el koydu. Türkeş ve diğer MHP yöneticileri de askeri mahkemelerde yargılanarak yıllarca hapis yattılar. 1989'da siyaset yasağının kaldırılmasının ardından Türkeş MÇP'nin başına geçti. 1991'deki seçimlerde Necmettin Erbakan'ın RP'si ile seçim ittifakı yaparak yeniden Meclis'e girdi. Bu arada MÇP'nin ismi de MHP olarak değiştirildi. 1995 seçimlerinde parlamento dışı kalan Türkeş, bu dönemde uzlaşmacı bir lider profili çizerek ülke siyaseti üzerinde etkili oldu. Türk siyasi hayatının en tartışmalı liderlerinden biri olan Türkeş 1997"de vefat etti. Türkeş"in siyasi kimliğinin yanı sıra ruh dünyası da ilginçti. Türkeş"in bazı cemaat liderlerini ve tarikat şeyhlerini gizlice ziyaret ettiği ülkücü camia içerisinde konuşuluyordu. Türkeş"in çok yakın çevresinin bildiği bu ilişkiler vefatından sonra parça parça da olsa ortaya çıktı. Türkeş"in büyük yakınlık duyduğu tarikatlerden biri de Arusilik"ti. Türkeş, Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurduğu Arusiliğin şeyhleriyle 1960"lardan vefatına kadar görüştü. İlk adı Hüseyin Feyzullah Hüseyin Efendi"nin Türkeş"in ailesi ile tanıştığı da ortaya çıktı. Ailenin tanışıklığını açıklayan sıradan bir kişi değil, Türkeş ailesinin yakından tanıdığı ve saygı duyduğu Mehmet Faik Erbil'di. Erbil, Arusiler'in en önde gelen isimleri arasında yer alıyor. Erbil, Türkeş'in sağlığında sık sık ziyaret ettiği bir kişi. Erbil, yıllardır dile getirilen bir iddiaya da açıklık getiriyor. İddia, Alparslan Türkeş'in ilk adının Hüseyin Feyzullah olduğudur. Hüseyin Küçük Hüseyin Efendi'ye, Feyzullah ise Küçük Hüseyin Efendi'nin şeyhi Feyzullah Efendi'ye nispettir. Bu ismi Türkeş'in babası Ahmet Hamdi Bey ve annesi Fatma Zehra Hanım koydu. Türkeş'in dedesi Tuzlalı Arif Ağa da Şeyh Feyzullah Efendi ile aynı dönemde Sultan Abdulaziz tarafından sürgün edildi. Arif Ağa Kayseri'den Kıbrıs'a, Nakşi Şeyhi Feyzullah Efendi ise İstanbul'dan Midilli'ye gönderildi. 'Bu çocuğa dikkat edin' Türkeş'e Hüseyin Feyzullah ismin verilmesinin hikayesini Mehmet Faik Erbil şöyle anlatıyor: "Bildiğim kadariyle rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'in nüfus kaydındaki ismi Hüseyin Feyzullah'tır. Bunun aslı şudur: Biz işin aslını biliyorduk ama vesile teşvik etmişken kendisinin 1989 senesinde bize söylediği bir sözü burada nakledelim: 'Ankaralı Büyük Evliyâ'dan Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna kendisi 7-10 yaşları arasında iken ebeveyni tarafından getirilmiş ve mübârek zât kendisine bakarak, şahâdet parmağı ile işaret eyleyip 'Bu çocuk... Bu çocuğa dikkat edin. Türk tarihi bu çocuğu altın harflerle yazacaktır' diye buyurmuşlardır. Buradaki incelik şudur: Alâkaları sebebiyle daha önce ebeveyni oğullarına huzuruna getirdikleri mübâreğin ve mürşidinin ismi şeriflerini koymuşlar." Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil"in sözünü ettiği Küçük Hüseyin Efendi 1930"da İstanbul'da vefat ederek Eyüp Sultan Mezarlığı"nda toprağa verildi. Küçük Hüseyin Efendi'nin mütevazi mezarının hemen yanında ise Mareşal Fevzi Çakmak ve ailesinin kabristanı yer alıyor. Küçük Hüseyin Efendi'nin ÜNLÜ MÜRİTLERİ Mehmet Faik Erbil Efendi, Küçük Hüseyin Efendi'nin yanısıra tarikatlere mensup ünlü isimleri açıklıyor: "Yolumuzun ulularından Arif-i Zât-ı Billah Esseyyid Mevlâna Küçük Hüseyin Efendi'ye ve Halife-i Hassası Zât Mürşidi Esseyyid Ömer Fevzi Mardin Hazretleri'ni zikrettikten sonra terbiyesinde yetişmiş pekçok değerli dervişlerinden birkaçının isimlerini burada dercetmek istiyoruz: Eski Başvekillerimizinden vatanperver Hüseyin Rauf Orbay, beynelmilel tıp ilmi ile mücehhez Ord. Prof. Dr. Hasan Reşat Sığındım, yine tıp âleminden Ord. Prof. Dr. ve aynı zamanda Paşabahçe Tezyin-i Sanatlar Hocası muhterem Ahmet Süheyl Ünver, Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün, eski Adliye ve Hariciye Vekillerimizden Ord. Prof. Dr. Yusuf Kemal Tengirşenk, Sağlık eski Bakanlarından Tıp Profesörü Dr. Nihat Reşat Belger, Atina Büyükelçimiz Enis Akaygen, Müzeler Umum Müdürü Prof. Dr. Burhan Toprak ve Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ve teğmen rütbesi ile huzuruna varıp mübareğin kendisine gösterdiği keramet üzerine ömrünün son demine kadar mum ışığında Kur'ân-ı Kerîm okuyan Balıkesir Kumandanı Korgeneral Kurtcebe Noyan Paşa. Bu vesile ile ayrıca belirtmiş olalım ki Halvetî Tarîkati'nden Şark Orduları Başkomutanı Kazım Karabekir Paşa, Mevlevî Tarîkati'nden Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun (Paşa) ve aziz şeyhimin "Ordumuzun en değerli paşası Faik Türün Paşa'dır" diye buyurduğu 1970 ve 1973 arasında İstanbul 1. Ordu Kumandanı Org. Faik Türün Paşa da birer mübarek tarîkat mensubudurlar. Cenab-ı Allah bu şerefli zâtların cümlesine gâni gâni rahmet eylesin. Beşiktaş'ta T. Arıburun Paşa ile görüştüğümüzde "18 oy daha alsaydınız, bugün Cumhurbaşkanı'ydınız, paşam" dediğimde bana cevap olarak "Hakk tazyik edilmez ki" demeleri üzerine kendilerini tebrik ettim. Not: Rahmetli Mareşal M. Fevzi Çakmak vasiyeti üzere, mürşidi Ankaralı Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin türbesinin yanında medfun olup, dolayısıyla damadı rahmetli Prof. Dr. Burhan Toprak da aynı sıradadır." Koç'larla aile dostları Ord. Prof. Hasan Reşat Sığındım (Ender Mermerci'nin babası), İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın babası Mühürdar Mehmet Emin Paşa, Nurettin Topçu'nun şeyhi Abdulaziz Bekkine, Musevi doktor Salih Arazraki, Üzeyir Garih'in diş hekimi babası Azra Garih, Devlet Bakanı Ali Babacan'ın halası Hatice Suat Babacan'ın annesi Naciye Hanım (Şeyh Yahya Dergahı'nın son postnişini Abdulhay Öztoprak'ın eşi) da Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden. Koç Holding'in duayenlerinden Can Kıraç'ın eşi İnci Kıraç da Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından. Sevgi (Koç)Gönül de Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından Sabiha Hanım'ın aile dostları arasında yer aldığını açıklamıştı. Başbakan Ürgüplü de mezarı ziyaret ederdi Mehmet Faik Erbil, İsmet Paşa döneminin bakanlarından Suat Hayri Ürgüplü ve babası Şeyhülislam Hayri Efendi'nin Küçük Hüseyin Efendi ile ilişkisini şöyle anlatıyor: "Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna, büyük bir evliya olduğunu öğrenen Ürgüplü'nün babası o devrin Şeyhülislâmı Hayri Efendi gelirler. Hayri Efendi: "Efendim tahsiliniz nedir?" diye sorarlar. Mübarek şu cevabı verirler: "Maksûd." Bunun üzerine Hayri Efendi istihza ile güler ve şöyle söyler? "Aman efendim. Benim odacım dahi maksûd dersini çoktan geçti." Akabinde alaycı bir tavırla anlayamadığını ifade eder. Mübarek yine "Maksûd evladım" cevabını verirler. Şeyhülislâm Efendi huzurundan ayrılırlar, fakat maksûd kelimesi kendilerini ömürleri boyunca meşgûl eder. Aradan onbeş sene geçer ve maksûdun yüce ifadesini bir hâl üzere Kur'ân'dan öğrenmiş olurlar. O da şudur: "Maksûd, âlem-i cemâle intikâl etmeden önce dünyasında iken Rabbını gören Allah'ın saltanatlı velileridir. Zirâ onlar daha dünya hayatında iken maksûda ermişlerdir." Bunun üzerine Hayri Efendi ah-vah eder, cehlini itiraf için mübareğin huzur-u şeriflerine girmek ister. Bir dostu "Peki, bu arzunu yerine getireyim. Haydi kalk gidelim"der. Eyüpsultan'a gelirler ve oradan kabristana yönelirler. Bu esnada Hayri Efendi durur. "Yoksa mübârek bu âlemden çekildi mi?" diyerek refikine sorarlar. "Evet. Türbesine gidiyoruz" cevabını alınca aynın şöyle dövünürler. "Eyvah! Hayri Efendi, sen ne halt ettin? Meğerse ben ne kadar cahilmişim." Türbe-i Şerif'i ziyaretten sonra oğlu Suat Ürgüplü'ye şu vasiyette bulunurlar: "Ey oğlum. Bir gün başın sıkışırsa Eyüp tepesinde türbesi bulunan mübarek zât Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'ni ziyaret et, müşkülünün halli için o mübârek kapıda Allah'a yalvar. Muhakkak Allah yardımcın olacaktır." Ürgüplü Tekel Bakanı iken hakkında açılan dava karşısında Küçük Hüseyin Efendi'nin makam-ı şerifine giderek Allah'a şu niyazda bulunur: "Ey Allahım. Suçlu değilim. Aile şerefimiz ayaklar altına alınmak isteniyor. Huzurunda bulunduğum mübaret zatın yüzü suyu hürmetine bu iftira davasından beni kurtar" diyerek hüngür hüngür ağlayarak, yapıştığı türbenin demirleri dua esnasında devamlı salıncak gibi sallanır. Ve tam yedi gün sonra her türlü baskıya rağmen beraat kararını almıştır. Ondan sonra mübareği unutmamış ve fırsat buldukça ziyaretine gitmiştir. MHP lideri Türkeş yaşamı boyunca Arusiler'e şükran duydu.1964'de siyasete atılırken Arusi Şeyhi Mustafa Aziz Çınar'a danışan Türkeş, bu özel görüşmede neler konuşulduğunu sır gibi sakladı. 25 yıl boyunca sakladığı sırrı bir başka Arusi şeyhine açan Türkeş, 12 Eylül öncesinde ülkücü gençlerin öldürülmesinden kendisinin sorumlu tutulduğunu gözbebekleri dolarak anlatarak partisinden istifayı düşündüğünü söyledi. MHP lideri ve ülkücülerin Başbuğu Alparslan Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer tutan Arusilik Tunus/Libya kökenli bir tasavvuf hareketi. Arusiler Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarıyla tanınıyorlar. Birinci Dünya Savaşı'nın yanısıra Kurtuluş Savaşı'nda da maddi ve manevi olarak Türkiye'yi desteklediler. Tarikate adını veren Ahmed bin Arus'tur. Tarikat asıl ününü, Ahmet Bin Arus'un müridi Selim Feyturi'nin oğlu Seyyid Abdusselam El Esmer ile kazandı. Ahmed bin Arus Horasan'dan Afrika'ya gelen Şeyh Fethullah-ul Acemi'yyul Horasani'ye intisab etti. Ahmed bin Arus Tarikat-i Sazeliyye'den de halifelik almış olmakla birlikte, Medyeniyye, Sazeliyye, Cestiyye ve Kadiri tarikatlarinin bazı özelliklerini birleştirerek müstakil bir hüviyet kazandı. Seyyid Abdusselam ise 1460-1560 tarihleri arasinda yaşadı. Dergahı Libya Zileytin kasabasındadır. Arusuilik Osmanlı zamanında Afrika'da yayılabildi. Girit, İzmir gibi yerlere değişik zamanlarda Arusi şeyhleri gönderildi, ancak İstanbul'da zuhur etmesi 1900'lerin ortalarını buldu. İstanbul'da Arusiliğin ilk müntesibi Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi'ydi. İlk Arusi Filibeli Ahmet Hilmi Sultan 2. Abdülhamid tarafından Fizan'a sürgün edilen aydın, yazar ve bilim adamı Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, burada iken Arusi tarikatine intisap etti. Ahmet Hilmi Bey, 1913'te Şeyh Mihriddin Arusi adıyla, 'İki Gavs-ı Enam: Abdülkadir ve Abdüsselam' isimli bir broşür yayınladı. Bu eserinde Abdülkadir Geylani ve Şeyh Abdusselam'ı tanıttı. Bir iddiaya göre masonların faaliyetlerini deşifre eden Ahmet Hilmi zehirlenerek öldürüldü. Ancak Arusilik asıl olarak soyu Abdülkadir Geylani'ye dayandırılan ve Mardin'de Şirin Dede namı ile maruf Kadiri şeyhi zatın torunlarından, Sultan 2. Abdülhamid devrinde kazaskerlik yapan, İmam-ı Gazali'nin İhya-i Ulum-iddin adlı eserine ondokuz cilt Türkçe şerh yazan Yusuf Sıdkı Efendi'nin torunu Ömer Fevzi Mardin tarafından kuruldu. Ömer Fevzi Mardin, hem aile çevresi içinde manevi terbiye ile yetişti, devrinin askeri okullarından mezuniyet ile orduya katılarak binbaşılık rütbesine kadar yükseldi. Teğmenlik yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katılan Ömer Fevzi Mardin, Osmanlı Devleti'nin İtalyanlar ile yaptığı Trablusgarb Harbi'nde Hamidiye kahramanı namını Rauf Orbay ile paylaştı. Dönemin hükümeti tarafından ödüllendirilmek istenen Mardin, sadece Hamidiye Zırhlısı'nın savaştaki bayrağını kabul etti. Hamidiye bayrağı Mardin'in yakınları tarafından daha sonra Deniz Müzesi'ne bağışlandı. Mardin Teşkilat-ı Mahsusa'da çalıştı Mustafa Kemal Atatürk, Enver Paşa ile birlikte Trablusgarp Savunması'na gönüllü olarak katılan Ömer Fevzi Mardin, bu dönemde silah ve cephane sevkiyatıyla meşgul oldu. Avrupa'dan temin ettiği silah ve cephaneyi bir tekneye yükleyerek Mısır yoluyla İskenderiye Limanı'na geldi. Amacı cephaneyi deve kervanı ile Libya'ya sokmaktı. Ne var ki İngilizler sevkiyatı haber alarak tekneye el koydular. Ömer Fevzi Mardin, İskenderiyeli kabadayılarla birlikte tekneye baskın yaparak cephaneyi Libya'ya ulaştırmayı başardı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir süre Tahran Sefareti Ataşemiliterliği'nde bulunan Ömer Fevzi Mardin, Teşkilat-ı Mahsusa'nın emriyle İran'ın İngiltere ve Rusya'nın nüfuzundan kurtarılması için çok önemli girişimlerde bulundu, hatta bu yüzden iki kez başarısız kalan suikastlere hedef oldu. Mardin'in İran'daki faaliyetleri Almanlar'ı da rahatsız etti. Bu nedenle Mardin'e yönelik suikast girişimlerinde Almanlar'dan da kuşkulanıldı. İran'da iken Sünni ve Caferi mezhepleri arasındaki uzlaşmazlıkları çözümlemek için ulema ile temaslarda bulundu. Caferiler'in Hacc taleplerinin karşılanması için Osmanlı Hükümeti nezdinde aracılık yaptı. Mardin'in iki mezhep arasındaki ilişkileri geliştirme çabaları Osmanlı Devleti'nin savaştan yenik çıkmasıyla akim kaldı. Şeyhi ölene kadar bekledi Bir süre Harbiye Mektebi'nde öğretmenlik yapan Mardin, Rauf Orbay'ın tavsiyesiyle İstanbul'da Kocamustafapaşa semtinde Nakşibendi-Halidi şeyhlerinden Küçük Hüseyin adı ile maruf Hüseyin Hüsnü Ankaravi'ye intisab etti. Bilahare şeyhinden Nakşibendi icazeti aldı. Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi'nin 1930'da vefatına kadar talebe almayan Ömer Fevzi Mardin, 1940'dan itibaren Nakşibendi, Kadiri, Mevlevi, Şabani dersi verip halifeler ve müridler yetiştirdi. Arusi kaynaklarına göre Ömer Fevzi Mardin'in Arusi tarikatindan ilk ders verdiği kişi, daha sonra halifesi olan Mustafa Aziz Çınar'dır. Böylece Arusi Selami Ömeriyye Türkiye'de Ömer Fevzi Mardin ile baslayıp, Mustafa Aziz Çınar ve Şeyh Necmettin Oyman ile devam ederek bugünlere ulaştı. Yine cemaat kaynaklarına göre Afrika dışında kalan ülkelerde Arusilik ile ilgili tasarruf Ömer Fevzi Mardin'e ve bu koldan yetişen halifelerine verildi. Libya Arusileri klasik esma tertibi usulu ile diğer Arusiler ise Ömer Fevzi Mardin'e Uveysiyye tecellisi ile verilmis esma tertibi yoluyla seyri süluk görüyorlar. Bu nedenle Arusilik Türkiye'de Arusi-SelamiÖmeriye olarak nitelendiriliyor. Mardin'in Kadıköy Kalamış'taki evi dönemin fikir ve bilim adamlarının katıldığı sohbet halkasına sahiplik etti. Kadıköy Toplantıları'nın müdavimleri arasında Küçük Hüseyin Efendi'nin talebelerinden Prof. Hasan Reşat Sığındım ile Prof. Süheyl Ünver'in yanısıra Mehmet Ali Ayni, Prof. İsmail Hakkı İzmirli ve Cami Baykut da yer alıyordu. MHP'den istifasını Şeyh Erbil önledi MHP lideri Türkeş 1989'da kendisine yönelik eleştirilerden iyice bunalır, siyaseti bırakmayı dahi düşünür. Türkeş, içini ne zaman bir sıkıntı sarsa Arusi Şeyhlerini ziyaret ederdi. Bu kez de öyle yaptı. Arusi şeyhlerinden Mehmet Faik Erbil'e içini açan Türkeş'in gözbebekleri doldu. Erbil, Türkeş ile arasında geçen özel görüşmeyi yakın çevresine şu sözlerle anlatıyordu: "Türkeş Bey sohbet esnasında bir ara sıkıntılı ve üzüntülü olduğundan bahisle şöyle dediler: 'Efendim, ülkücü gençlerimizin, evlatlarımızın şehâdeti hususunda sanki suçlu ben imişim gibi gösterilmek isteniyorum. Bundan da çok üzüntü duyuyorum. Eğer müsaadeniz olursa şimdi buradan telefonla genel merkeze hemen istifamı bildireyim ve yarım saat içinde hizmetlerimi burada noktalamış olayım.' Cenâb-ı Allah'ın izni şerifiyle cevabımız şöyle oldu: 'Hayır. Zâtınızın üzüntüsünü, kederini mucip olacak hiçbir vebâliniz yoktur. Hazret-i Peygamber Efendimiz o vatan şehitlerinin hepsini kanatları altına almıştır. Bundan daha büyük saadet olur mu. Siz yiğit bir insan ve büyük bir vatanperver olarak hizmete devam ediniz' deyince çok rahatlayıp, memnun kaldılar ve bu ifademiz üzerine 'peki efendim' dediler ve istifa etmekten vazgeçtiler. 1989 senesinde genel başkanlıktan ayrılması da böylece önlenmiş oldu. Sinemizde saklı nice gerçeklerin en küçüklerinden birisi budur. O gün beraber geldikleri refikası da bu konuşmayı olduğu gibi duydular." NOT: Dizinin dünkü bölümünde Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden olduğu belirtilen, Şeyh Yahya Dergahı'nın son postnişini Abdülhay Öztoprak Bey'in eşi Naciye Hanım'ın kızı olduğu ifade edilen Hatice Suat'ın Devlet Bakanı Ali Babacan'ın halası Hatice Babacan olmadığı ve Babacan ailesiyle herhangi bir akrabalık bağının bulunmadığı aile kaynakları tarafından kaydedildi. Düzeltir, özür dileriz. Türkeş'in 25 yıllık büyük sırrı Ömrü boyunca Türkiye'deki Arusi şeyhlere yakınlık duyan ve her zaman istişarelerde bulunan MHP lideri Alparslan Türkeş, Hindistan'dan sürgünden döndükten sonra siyasete atıldı. Türkeş siyasete atılma kararını gizlice ziyaretine gittiği Arusi Şeyhi Mustafa Aziz Çınar'a da açarak fikrini aldı. Arusiler'in önde gelen isimlerinden Mehmet Faik Erbil Efendi, şeyhi Aziz Çınar ile Türkeş arasında geçen görüşmeyi şöyle anlatıyor: "1964 senesinde rahmetli Alparslan Türkeş suret-i mahsusada şeyhim Arif-i Billah Mustafa Aziz Çınar Hazretleri'nin huzuruna gelir ve birlikte akşam yemeği yerler. Bir ara Türkeş Bey kendilerine siyaset yolu ile memlekete hizmet etmek arzusunda olduklarını ifade ederler. Mübârek şeyhimden aldıkları cevap aynın şöyledir: 'Alparslan Bey, siz siyaset yapmıyorsunuz. Sizin yaptığınız vatan müdafiiliğidir. Bu yolda hizmete devam ediniz.' Yirmibeş sene sonra yani 1989 senesi içerisinde fakirhanemizi ziyaret günlerden birinde idi ki akşam yemeğini müteakip âcizaneme evveliyatını bilmediğim ve o esnada muhatap olduğum yukarıda bahsedilen aynı suali soran rahmetliye cevabımız şu oldu: 'Sizin yaptığınız siyaset değildir. Siz hizmetlerinizi vatan müdafaasına hasretmişsiniz. Yolunuza devam ediniz. Allah muvaffak eylesin' deyince, rahmetli bunun üzerine birdenbire heyecanlandı ve 'Allah Allah, Allah Allah' diyerek dedi ki: 25 seneden beri sakladığım bir sırrı şimdi ben de size açıklayacağım. 1964 senesinde Şeyh Aziz Çınar Hazretleri'nin bana söylediğini tam 25 sene sonra yani 1989'da siz de aynen söylüyorsunuz." Türkeş'i idamdan Arusi şeyhi kurtarmış Arusiler beni yalnız bırakmadı Türkeş yaşamı boyunca manevi desteklerini aldığı Arusiler'e şükran duyguları taşıdı. 11 Aralık 1987'de Mevlana İhtifali vesilesiyle Ankara'ya giden Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil'le Bulvar Palas'ta özel bir akşam yemeğinde bir araya gelen Alparslan Türkeş, Arusiliğe olan sevgisini ve bağlılığını dile getiriyordu. Yemekte Türkeş'in eşi Seval Türkeş Hanım da vardır. 12 Eylül döneminde askeri mahkemelerde idamdan yargılandığını ve Arusiler'in kadim şeyhlerinden Abdusselam El Esmer'in himmetiyle kılpayı kurtulduğunu belirten MHP lideri Türkeş, Mehmet Faik Erbil'e başından geçen olayları heyecanlı bir şekilde şöyle aktarıyor: "Hakkımdaki idam fermanı önceden verilmiş ve üç bacaklı sehpa kurulmuştu. Çok büyük bir evliya olan Hazreti Pir Seyyid Abdusselam el Esmer Sultan'ın yüzü suyu hürmetine bu belanın üzerimden ref-i def olması için Allah'tan niyaz ettim. Cenâb-ı Allah'ın izni iledir ki, Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm el Esmer Sultan'ın çok himmetini gördüm ve üç bacaklı idam sehpasına mübareğin attıkları bir tekme ile idamdan döndüğüm gibi bugün dimdik ayaktayım. Kendilerine medyun-u şükranım. İkincisi, haksız yere yattığım hapisten sonra çoluk çocuğumla Avrupa'ya gittim. Alman hükümeti, yapılan fitne üzerine, hava meydanından geri dönmemi istedi. Yarım saat içerisinde Seyyid Abdusselam Hazretleri'nin himmetini gördüm. Alman İstihbarat Başkanı benden özür diledi ve Frankfurt'a girdim. Üçüncüsü, İngiltere'ye gitmek üzere iken Fransa'ya inmek zarureti hasıl oldu. Aynı şekilde Paris'e girmeme müsaade edilmedi. Yine o mübarek pîrin himmetleri ile on beş dakika içinde bizzat Paris Emniyet Müdürü gelerek özür diledi. Paris'e, oradan da İngiltere'ye geçtim. Ya Allahım! Bu büyük evliyayı nasıl sevip de ona hürmet etmeyeyim. Beni herkesin terkettiği en kara günlerimde ve en zor zamanlarımda gerçek bir karagün dostu olduğunu unutmam mümkün değildir. Evlatlarımın, katillerin, vatan hainlerinin zalim kurşunlarına hedef olmaması hususunda bize gösterdiğin alaka beni çok mütehassis etmiştir. Allah senden razı olsun." MHP lideri Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960'daki askeri darbede yer aldığı için 1970'li yıllarda Demokrat Parti'nin devamı olarak bilinen Adalet Partisi'nin mensupları tarafından hep eleştiriye maruz kaldı. İkinci bir eleştiri konusu da Said-i Nursi'nin naaşının askeri idare tarafından Urfa'daki mezarından bilinmeyen bir yere nakledilmesiydi. Bu iki eleştiri de MHP lideri Türkeş'i hep rahatsız etti. Türkeş, 27 Mayıs ve Said-i Nursi olayı hakkında çeşitli açıklamalar yaptı. Başbakan Adnan Menderes'in idamına karşı çıktığını, Said-i Nursi'nin naaşının ise kendisinin sorumluluğu dışında nakledildiğini belirtti. Said-i Nursi'nin mezarının herkesçe bilinmeyen bir yere defnedilmesi hususunda talebelerine vasiyeti vardı. Yine de naaşının 27 Mayıs'tan sonra askeri idarenin talimatıyla bilinmeyen bir yere nakledilmesi Nurcu çevrelerde eleştiri konusu yapıldı. Türkeş, Said Nursi'nin kayıp mezarı hakkında sorulara muhatap kaldı. Uzun yıllar suskunluğunu koruyan Türkeş, gazeteci Hulusi Turgut'a 1995 yılında anlattığı anılarında kayıp mezarla ilgili açıklamalarda da bulundu. "Menderes'i İsviçre'ye göndermeyi düşünüyorduk" Mehmet Faik Erbil 27 Mayıs hakkında Türkeş'in söylediklerini şöyle anlatıyor: "Rahmetli 27 Mayıs 1960'ı, özetli ifade edersem şöyle anlattılar: "27 Mayıs harekâtı doğruydu ve makbulümdür. Zirâ halkımız kardeş kavgasına sürükleniyordu. Nitekim, kahvelerine kadar kamplara ayrılmıştı. Vatanın bütünlüğü tehlike arzediyordu. İçeride hainler, dışarıda düşmanlarımız, sevinç tezahürleri göstermekteydi. Rahmetli Adnan Menderes'i ziyaretimde kendileri bana harekâtı tasvip ettiklerini ve imzasını taşıyan kendi el yazısıyla bunu teyid etmek istediklerini beyan ettiklerinde sanki biz tazyikle bunu yazdırmışız gibi bir durum meydana gelir düşüncesi ile olduğu kadar aynı zamanda fitneye de yol vermemek için isteği kabul edemeyeceğimi söyledim. Ayrılırken rahmetlinin düşmanı olmadığımızı ve haklarında müspet düşündüğümüzü kendisi de farketmişlerdi. Asıl fikrimiz; fitnenin bertaraf edilerek, kardeş kavgasını önlemek ve vatanın bütünlüğünü korumak için üç sene iktidarda kalıp, bu arada tahsisatını vermek suretiyle rahmetli Adnan Menderes'i İsviçre'ye göndermek ve vaziyet normale avdet edince tekrar vatana dönmesini teminen seçimlere girmesini sağlamaktı. Maalesef, bu temiz düşüncemiz ihanete uğramıştır. 28 Mayıs 1960'ı şiddetle reddediyorum. Zira, zulüm yapıldı ve nahak yere cana kıyıldı. Tarihi vesika olarak Hindistan- Yeni Delhi'den devlet müşaviri sıfatı ile çektiğim telgrafta ve yazdığım mektupda idamlarını suret-i katyede tasvip etmediğimi bildirdim. Ben 27 Mayıs'a kendilerine çok itimat beslediğim değerli bir paşamızın isteği ile dahil oldum. 'Eğer sen aramızda olmazsan, bunlar iki satırı yazıp bir araya getiremezler' dedi. Paşamız da benim gibi iyi duygular sahibi idi. Bunun için kabul ettim." Said-i Nursi olayını MBK'ya getiren Kızıloğlu idi Türkeş, 1995'de gazeteci Hulusi Turgut'a Said-i Nursi'nin naaşının naklinin Milli Birlik Komitesi toplantısında gündeme geldiğini belirtiyordu. Konuyu gündeme getiren - İçişleri Bakanı emekli general İhsan Kızıloğlu'ydu. Türkeş şöyle diyordu: "İhsan Paşa elinde bir dosya ile geldi. Bir konuda bilgi vermek istediğini söyledi. Paşanın Komite'ye anlattıklarına göre, 27 Mayıs'tan önce, Urfa'da vefat edip, oraya defnedilen Said Nursi'nin kardeşi, kendilerine bir dilekçe vermiş, ismi Mehmet olabilir, ama soyadı, kardeşinin soyadına benzemiyordu. Dilekçe sahibi, 'Ben Konya'da oturuyorum, oysa ağabeyimin mezarı Urfa'da. Sık sık ziyaret etmek istiyorum, iki şehrin arası uzak olduğu için her zaman ziyaret imkanı bulamıyorum' demiş. Paşa bize bunları anlattıktan sonra, 'Said Nursi'nin kardeşi kabir nakli istiyor' dedi. Dilekçe MBK'da Kızıloğlu tarafından okundu. Komitenin izin vermesi halinde, Cemal Gürsel Paşa'ya da arzedileceğini belirtti. Milli Birlik Komitesi kabrin nakline izin verdi. Olayın bize yansıyan şekli budur. Olayı böyle biliyoruz. Kızıloğlu'nun verdiği bilgi dışında ayrıntı alamadım. Zaten 13 Kasım oldu, biz yurt dışına çıkarıldık." Said-i Nursi'nin mezarını ikinci Kabe olmasın diye naklettik Türkeş bu konuyu Arusilerin önde gelen isimlerinden Mehmet Faik Erbil'le de konuştu. Mehmet Faik Erbil, Said-i Nursi'nin naaşının bilinmeyen bir yere nakledilmesi hususunda MHP Lideri Türkeş'ten bilgi alıyor. Erbil, Said-i Nursi'nin naaşının nereye nakledildiğini belirtmekten kaçınıyor. Erbil, Said-i Nursi Olayı'nı da Türkeş'in ağzından şöyle aktarıyor: "Said-i Nursi bahsine gelince; Urfa'da Makam-ı İbrahim'den naaşını alıp..... nakletmemiz belki de doğru değildi. Kabir nakli gece uçakla üç kişi tarafından yapılmıştır. (...) İkinci bir Kâbe yapılmasından korktuğumuz için böyle davranmak zaruretini duymuş olduk. Burada niyetliyim halistir. Hata yaptığımı düşünmüyorum. Varsa, Allah'tan af dilerim." 'Babamın ilk ismi Alparslan' MHP Lideri Alparslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş, babasının ilk isminin Hüseyin Feyzullah olduğunu reddetti. Aile içinde böyle bir hususun bilinmediğini ifade eden Tuğrul Türkeş şunları söyledi: "Bu iddia 20-25 yıldır sol cenahtan rahmetli babamın Kıbrıslılığına yönelik bir itham olarak gündem geldi. Ben babama ve kendime pasaport çıkartmak için Kıbrıs'a gittiğimde nüfus kayıtlarına baktım. Böyle bir şeye rastlamadım. Benim gördüğüm kayıtlarda Alparslan olarak yer alıyor. O yıllarda Alparslan ismi Kıbrıs'ta pek kullanılmıyor. Bu nedenle Ali Arslan olarak bir ara kullanılmış aile etrafında. Soyadı kanunu çıkınca Türkeş soyadını almışız. Amcamlar o dönemde Adana'da oturuyorlardı. Haberleşme imkanı kıtlığı yüzünden bir yanlış anlama nedeniyle amcamlar Türkiş soyadını almışlar. Babamın Lefkoşe'de doğduğu yıllarda çocuklara iki isim veriliyor, birisi babanın ismi olur hep. Bu durumda Alparslan Ahmet Hamdi olması lazımdı. Hem babama bu iki zatın ismi verilmiş olsaydı, neden değiştirsinler ki, bu zatlara saygısızlık olmaz mı?" Ünlü kadın yazar Cahit Uçuk, üstadı Mardin'i unutamadı Mehmet Faik Erbil'in verdiği bilgilere göre Ömer Fevzi Mardin'in müritleri arasında Türkiye Öğretmenler Birliği genel başkanlarından Ahmet Sami Ayral da var. Buna göre Ayral, Arusi-yi Selami Tarikati'nin önde gelen isimlerinden. Mardin'den sonra şeyhlik makamına oturan eski Kadıköylü olarak bilinen GS Divan Üyelerinden Bedirhani'lerden Mustafa Aziz Çınar (vefatı 1979). Yine Abdulkadir Paşa olarak bilinen Kadri Yıldırım Paşa Kadiri tarikatine mensup iken Arusi oldu. 1980'de vefat eden Paşa Arusi şeyhlerinden biriydi. Gümrük ve Tekel eski bakanı MHP'li merhum Gün Sazak'ın eşi Nilgün Sazak da Arusilere yakınlık duyan isimler arasında. Ömer Fevzi Mardin'in sohbet halkalarına katılan ünlü isimlerden birisi de kadın romancı-yazar Cahit Uçuk. 1909'da Selanik'te dünyaya gelen Cahit Hanım 2003 Ocak'ında Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Erkekler Dünyası'nda Bir Kadın Yazar" isimli anılarında Ömer Fevzi Mardin'den şöyle söz ediyor: "Şimdi masamın üzerinde bana yıllardan beri en ümitsiz günlerimde güç veren sıcacık ve alçakgönüllü gülümseyişiyle bakan, adının üstüne sadece 'Allah kulu' diye imzasını atan sevgili, aziz büyüğüm Ömer Fevzi Mardin'in resmi var. 'Bu kalem senin elinde mi? Sen yazmaya devam et çocuğum' sözleri kulaklarımda çınlamakta." Arusi şeyhi 'Mardinizade' Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin'in Varlık Vergisi'nin uygulandığı 1940'larda zorda kalan Museviler'e yardım edilmesini tavsiye ettiği ifade ediliyor. İsmet İnönü'nün "siyasete karışmazsanız hayatınız garanti altındadır" dediği Ömer Fevzi Bey, DP'nin kuruluşuna kadar siyasi konulardan uzak kaldı, talebelerine de aynı şekilde davranmalarını tavsiye etti. Ömer Fevzi Bey, 1946'da Demokrat Parti'nin kurulmasından sonra halk arasında demokrasi bilincinin kökleşmesi için kitaplar yazdı. 1942'de Kadiköy'de kurduğu İlahiyat Kültür Telifleri Derneği, Müslümanlar ve gayr-ı müslimler arasındaki diyalogda etkili oldu. Mardin, 1950'de DP iktidarında Kore'ye asker gönderilmesi kararını da savunan bir din adamı olarak dikkat çekti. Bu amaçla, "Kore Savunmasına Katılmamızda Dini ve Siyasi Zaruret" isimli kitabı yazdı. Ömer Fevzi Mardin'in mensubu olduğu Mardinizadeler'den bazı ünlü isimler şunlar: Ord. Prof. Ebulula Mardin, Prof. Şerif Mardin, Betül Mardin, Yusuf Mardin ve Arif Mardin. Arif Mardin, Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden olduğu söylenen Merhum Büyükelçi Münir Ertegün'ün oğlu Atlantic Records'un patronu Ahmet Ertegün'ün ABD'deki yakın çalışma arkadaşı. Ünlü plak yapımcısı Arif Mardin meslek yaşamının 7'nci Grammy ödülünü aldı. Atlantic Records şirketinin başkan yardımcısı, yapımcı ve bestekar Arif Mardin, Los Angeles'ta düzenlenen galada Grammy özel liyakat ödülü olan 'Trustees' ödülünü de aldı. Ömer Fevzi Mardin'in annesi Osmanlı'nın Hariciye Nazırları'ndan Halil Şerif Paşa'nın kızı Leyla Şerife Hanım. Şerife Hanım Osmanlı döneminin ilk kadın roman yazarı olarak biliniyor. MHP lideri Alparslan Türkeş'in Arusi Şeyhleri Mustafa Aziz Çınar ve Mehmet Faik Erbil'le sık sık görüştüğü ortaya çıktı. Erbil, Türkeş için "Ekseriye tek başına ve ara sıra da refikası ve evlatları ile beraber sık sık fakirhaneye ziyarete gelirdi" diyor. Kaptan-ı Derya Turgut Reis'in soyundan gelen Erbil'in babası Ahmet Faruk Erbil de Rıfai-Uveysi idi. Muhabere çavuşu Ahmet Faruk Efendi, eniştesi Alay Kumandanı Miralay İbrahim Hakkı Ertan ile Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı'na katıldı. Heyemola adlı denizci türküsü de Erbil'in ninesinin babası Bahriye Albaylarından Hacı Ali Kaptan için yazılmış. Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa, Korgeneral Şükrü Naili Paşa, Ruşen Eşref Ünaydın, Trablusgarb Valisi Turgut Bey, Ticaret eski Bakanı Zeyyat Mandalinci, Kaptan-ı Derya Cafer Paşa, İçişleri eski Bakanı Şükrü Kaya, Prof. Mehmet Uluç da aynı aileden. Son yıllarında Türkeş Türkiye'nin tutkalı oldu 1930'larda Ömer Fevzi Mardin ile başlayan ve Bedirhani Mustafa Aziz Çınar ile devam eden ArusiSelami-Ömeriye tarikatinin son şeyhi olan Mehmet Faik Erbil, Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer tutuyor. Erbil, önümüzdeki günlerde neşredilecek olan Mir'at'ül Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli eserinde Arusilik ve Türkeş hakkında son derece özel bilgilere şöyle yer veriyor: "Hakikat hayatına dair bir misal: Alparslan Türkeş Bey'in kendisine, bir büyük şehrin tapusunu sana verelim, dünyaya döner misin deseler, başını çevirip bakmaz bile. (..)Hususi görüşmelerimizden birinde bize 'Müslümanım ve Müslüman olarak yok denildiği ve yerildiği zamanlarda varlığını dile getirdiğim Türk ırkının mevcudiyetinin sağlam düşünce ve berrak fikirle isbatı üzerine uğradığım dahili ve harici bütün tasallutlar eğer suç teşkil ediyorsa ben buna çoktan razıyım' diyen merhum Türkeş'e şöyle dedik: 'Cenâb-ı Allah itibarınızı ziyadesiyle iade edecektir.' Nitekim, fuzûli yasakların kaldırılmasından sonra vefatına kadar geçen zaman dilimi içerisinde üç-beş arkadaşı ile birlikte merhum Türkeş Türkiye'nin tutkalı, âdeta gizli bir cumhurbaşkanı gibi herkes tarafından, hattâ bir dönem katı muhaliflerince bile mütalaâ ve kabul edilmişti. Kur'an üzerine yemin Cennet mekân rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'e dedim ki: 'Yahudi ve Hıristiyan devletleri dahi tahrif edilmiş Tevrat ve İncil üzerine meclislerinde, senatolarında el basıp yemin ederken Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hemen hemen tamamına yakın Müslüman olduğu halde Büyük Millet Meclisi'nde ve eğer varsa Senatosu'nda tahrifi muhal olan Allah Kelâmı Kur'ân-ı Kerîm üzerine niçin yemin edilmez ki! Hal böyle devam ettiği müddetçe Meclis'te yapılan yeminlerin hiç birisi Allah katında değer taşımadığı için sizler de o yaptığınız yeminlerden katiyen mesul değilsiniz. Tabiatıyle, hoş manzara değildir. Bir de şöyle düşünün: Yemin etmek üzere Kur'ân-ı Kerîm'e el basanın muhakkak surette istese de, istemese de içine bir korku düşer ki, üç kötülük yerine bir kötülük yapmakla iktifa etmek zorunda kalır. Ta ki ahlâk düzelene kadar bu dahi millet-memleket hizmetinde kazanç değil midir?' Merhum Türkeş, bu ifadelerimize ciddiyetle aynen iştirak ettiklerini söylemişlerdir. Vesile teşkil etmişken belirtelim. Biz Allah adamıyız. Allah işçisiyiz. Siyasetle zerre misâli alâkamız yoktur. Bu sebeple muhterem zatın ne evinin, ne bürosunun, ne parti merkezinin ve ne de herhangi bir parti teşkilatının yolunu bilmeyiz. Allah'a, Peygamber Aleyhisselâm'a, Din-i İslâm'a ve Kur'ân-ı Kerîm ile Ehl-i Beyti Resulullah'a, Enbiyâ ve Evliyâ'ya büyük hürmet taşıyan ve içinden çıktığı ordusuna toz konduramayacak kadar vatan sevgisi ile dolu olan bu muhterem zât, aslında kesilecek bir horozun kanını görmemek için dahi sırtını dönecek kadar yufka yürekli, merhametli, her yönüyle devlet adamlığı vasıflarını haiz, dürüst, vefalı, edepli, terbiyeli ve bilgi bir zât idi. Türkiye'de cumhurbaşkanlığına en lâyık bir kimse olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Türkiye Devleti Cumhurbaşkanı olmasını çok arzu ettim. Ancak, bu bir rıza lokmasıdır sırrından Cenâb-ı Allah'ın sunduğu nimeti yemesini bilemedi. Fakat, bu dünyadaki en büyük beşeri makamdan çok daha ziyadesi Gerçek Hayat'ta kendisine ikrâm edilmiştir. Bu hikmeti tefekkür etmekte güzellikler vardır. Rahmetli Fatihâ-ı Şerifesi'ni beraberinde götürmüştür. Hiçbir kimseye nasip olmayan tarzda bu dünyadan göç etti. Şöyle ki, cenaze merasimi müddetince üzerine evvela kar yağdı, arkasından sulu kara çevirdi ve son olarak da yağmur dediğimiz rahmetle noktalanarak uğurlandı. Bu Rabb'ın kendisine bir iltifatı idi. Nâhak yere tutuklu kaldığı 12 Eylül'den sonraki hayatı, vefatına kadar kendisine göre kemâlât içerisinde geçmiştir. Bilhassa gösterdiği olgunluk, ciddiyet ve mert tavrı buna ne güzel misâldir. Sinemize gömdüğümüz bize verdiği çok değerli bilgileri bu âlemden göç ile Hakikat hayatına taşımış olacağız. Hikmet sahibi Ulu Tanrı'ya sığınarak deriz ki, bu devlet güzel hizmetler için başında bir Eştürk-Türkeş görür, inşaallah. Celâl ve Cemâl sıfatlarının mâliki olan Allah'a hamdimiz ve şükrümüz büyüktür. 'Küçük oğluna Keskinkılıç ismini koydum' Bu vatanda cumhurbaşkanlığına her bakımdan en lâyık bir zât idi. Zaman zaman kendilerine inşallah devlet başkanı olursunuz derdim ve refikası Sayın Saadet Seval Türkeş'e de 'Siz buna hazırlanın' ifadesinde bulunduğumda hiç cevap vermez, sadece tebessüm ederlerdi. Küçük oğluna (Keskinkılıç) ismini koydum. Sünnetini takiben birgün müddetince kan kaybına uğramış ve ne yapmışlarsa kanı durduramamışlar. Bundan büyük endişe duyarak çocuğu fakirhâneye getirdiler. Kısa bir duayı müteakip kan derhal durdu ve böylece çok rahatladıklarını ifade ettiler. Ey Allah kulları! Kim olursanız olun, duayı asla küçümsememenizi ve dua etmekten uzak durmamanızı tavsiye ederiz. Zirâ, Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Allah önemine bianen dua üzerinde durduğunu buyurur. İşin farkına epeyce bir müddet sonra vardıklarını müşâhede ettim. Meğerse bu örtü altında bize verilen vazife cennet mekân rahmetliyi ukbâ hayatına hazırlamakmış. Cenâb-ı Hakk'a hamdimiz- şükrümüz ziyâdedir." Milli İstihbarat'a önem verirdi Mehmet Faik Erbil: İçinden geldiği ordumuzu çok sevdiği gibi bunun yanısıra emniyet kuvvetlerimizi de takdir eder ve kendilerine sevgi ve muhabbet beslerlerdi. Bilhassa Milli İstihbarat'a çok önem verirdi. Yakın-uzak, partili-parti dışı, asker-sivil olmak üzere hüsnüniyetle iyilik ettiği pekçok kimseden gördüğü ihanet ve nankörlükten başka çeşitli kesimlerden kulaklarına nice kirli fitne lafları, yalan sözler geldiği içindir ki uzunca bir müddet haklı olarak eşhasa karşı duyduğu itimatsızlık şüpheciliğe yol açmıştı. Cenâb-ı Allah'ın yardımı ile zaman içerisinde bunlardan mümkün mertebe arınmıştır. Kendileri mazbut bir aile hayatı içerisinde, gayet edepli idi ve bir gün dahi olsun bacak bacak üzerine attığını görmedim. Daima iki eli dizleri üzerinde otururlardı. Acırım kendisine dünyada iken zulmedenlerin gerçek hayattaki hallerine!... Mail Büyükerman: Beni Mardin'e Cahit Uçuk gönderdi DSP Eskişehir eski Milletvekili Mail Büyükerman da üniversite yıllarında tanıştığı Ömer Fevzi Mardin'in sohbet halkalarında yetişti. Mail Büyükerman'la Ömer Fevzi Mardin'i konuştuk. Büyükerman hıçkırıklar ve gözyaşları içinde "Üstadım" dediği Mardin'i anlattı. Sizi kim tanıştırdı? Hukuk Fakültesi üçüncü sınıftaydım. Edebiyata ilgim vardı. Şeytanın Kuklaları isimli bir tiyatro yazmıştım. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Dramaturg Heyeti'nin önüne çıktım. Heyet, oyunumun Şehir Tiyatroları'nda sahneye konulup konulmayacağına karar verecekti. Heyetin önünde oyunumu okumaya başladım. Kapı açıktı, biraz sonra şık ve güzel bir hanım girdi içeriye. Okumayı durdurdum. Heyettekiler kadına büyük ilgi gösterdiler. Cahit Uçuk'muş. Ünlü romancı, hikayeci ve oyun yazarı. Oyunumda ilahiyatla ilgili ibareler vardı. Bu vesile ile Cahit Hanım onlara Ömer Fevzi Mardin'den söz etti. Israrla Mardin ile tanışmalarını istedi. Benden de mutlaka Mardin ile tanışmamı istedi, kendisinin de bu konuda yardımcı olacağını söyledi. İlk karşılaşmanız nasıl gerçekleşti? Ruhi bir arayış içindeydim. Kadıköy Çukurbostan'da, 31 Ağustos Sokak'ta 31 numaralı evin kapısını çaldım. Narin, ince yapılı, rahibe gibi bir kadın açtı kapıyı. İçeri girdim. Tanıştık. Cahit Uçuk hanımın tavsiyesiyle geldiğimi söyledim. "Ben buraya bir tecessüs, merak için gelmedim, manevi ihtiyacım için geldim" dedim. Pek sevindiler. Sohbet ettik. Bana kendi yazdığı ilahiyat külliyatından verdi. Kıştı. Çıkarken paltomu tuttu, engellemek istedim, "Ben tutacağım, ev sahipliğinin gereğidir, hem bana mutluluk verir" dedi. Ziyaretlerim haftada bir devam etti. Sohbetlerde tarikat lafı edilir miydi? Katiyetle. Hiçbir gün ne Nakşilik'ten ne de Arusilik'ten söz etti. Sadece Kur'an'ın insancıllığından bahsederdi. Okulu bitirip 35. dönem yedeksubaylık hizmetimi yaparken vefat ettiğini öğrendim. Üzeyir Garih cinayeti işlendikten sonra üstadımın Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin müridi ve halifesi olduğunu o zaman öğrendim. Benim bir gazetede Ömer Fevzi Mardin'le ilgili bir açıklamam üzerine İstanbul'dan bir telefon geldi. Bir sanatkarmış, ismini söylemeyeceğim. Çocukken sık sık mezarlıkta barınırmış. Üstadımın mezarını kelli felli adamların sık sık ziyaret etmeleri dikkatini çekmiş. Daha sonraki yıllarda Üstadım'ı araştırmış, kim olduğunu öğrenmiş. Bu şekilde Üstadım'a karşı muhabbet duymuş. Ben bir kitap yazdım Birinci Otuz diye. Kitapta İncil, Zebur, Tevrat ve Kur'an'ın ortak yönlerini inceledim. Bu kitabın meydana gelişinde Üstadım'ın bana öğrettiklerinden çok istifade ettim. Önsözünde "Üstadım büyük insan Ömer Fevzi Mardin'i rahmetle anarım" dedim. Nasıl biriydi? Ömer Fevzi Bey'in gözleri derinlere, uzaklara, sonsuza doğru bakardı. Her zaman güleçti, tebessümlüydü. Sesinde bir şefkat ve rikkat vardı. Kim olursa olsun herkese iyilik yapmayı tavsiye ederdi. Sade ve mütevazı bir kişiliği vardı. Zengin bir aileye mensup olmakla birlikte küçük bir evi vardı. Üstadım'la ilgili konularda bir şey söylemeyi ve anlatmayı vecibe, vazife sayarım. MHP lideri Türkeş'le özel ilişkisi bulunan Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil, Amerikan savaş gemisi Missouri'nin 1946'de Türkiye'nin ilk Washington Büyükelçisi Münir Ertegün'ün cenazesini İstanbul'a getirmesi konusunda ilginç bir açıklama yapıyor. Ertegün ABD'de görev başında iken vefat etmişti. Washington'un bir Türk diplomatın cenazesi için en ünlü gemisini tahsis etmesi önemli bir gelişmeydi. Oysa Arusi Şeyhi Erbil'e göre olay şöyleydi: "ABD'nin suikaste uğrayan başkanlarından Franklin Roosevelt'i öldürmek niyetiyle üzerine ellidört veya ellibeş santim mesafeden suikastçinin sıkmış olduğu beş kurşun biiznillah re'sen himmetiyle hedef değiştirmiş ve bu suikastten Roosevelt böylece kurtulmuştur. Çünkü Tarikat-i Nakşiye'den meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin dervişanından Washington Büyükelçimiz rahmetli Münir Ertegün vasıtasıyla Roosevelt'i himayesine almış; onun gizlice İslamiyet'le müşerref olmasına vesile-i rahmet olmuştur. Amerika'da vefat eden muma-ileyhe, ABD tarihinde ilk ve son olarak Missouri gemisiyle cenazesinin İstanbul'a kadar getirilmesi bu himmetin minnet duygusunu ifade eden bir kadirşinaslıktır" Roosevelt de müritmiş! Erbil, Ömer Fevzi Mardin"in Eva Peron hakkında da mevlit okunabileceği fetvasını verdiğini de kaydediyor. Erbil, Mir'at'ül Hakaik isimli kitabında Roosevelt'in Müslüman olduğunu şu sözlerle anlatıyor: "Ömer Fevzi Mardin Müslüman, Musevi ve İsevi olmak üzere insanları üç koldan irşat etmişlerdir. Zira bu ulu zat Veli-yi Mürşid-i Ekber'dir. Şeriflerine bir misal olarak Tarikat-i Nakşiye'den meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin dervişanından Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün Rahmetullah-ı Vasia vasıtasıyla Amerika Başkanlarından rahmetli Roosevelt'in gizlice İslamiyet'le müşerref olmasını zikredebiliriz. Vesile teşkil etmişken, şu bilgiyi de verelim. Ahir ömründe huzuruna gelip zikr-i şerife dahil olan meşhur şairi azam merhum Abdülhak Hamit Tarhan'ı da bu meyanda yadederiz. Her üçüne de Allah rahmetini ziyade eylesin." "(..)Suikaste uğrayan ABD Başkanlarını konu edinen 12 bölümlük bir tv dizisinde Roosevelt'in eşi, yerli yabancı basın mensupları, eşinin hangi dinden olduğunu sorup, Hıristiyan olup olmadığını öğrenmek istediklerinde, Başkan'ın eşi, kocasının Hıristiyan olduğunu söylemeyince bu kez ısrarla, o zaman hangi dinden olduğunu sual ettiklerinde cevap vermeyip sükut ediyor. Bu da Ömer Fevzi Hazretleri'ni gayet açık olarak teyit etmiyor mu? Ruhani âlemde madde olmadığı için toprağı bol olsun diyemeyiz. O sebeple gerçek İslam terbiyesi içinde Allah kendisine rahmet eylesin demek gerekir. Öyle ise Allah rahmet eylesin. Türkeş Gizli Cumhurbaşkanı idi ARUSİLER VE TÜRKEŞ MHP lideri Alparslan Türkeş'in Arusiler'le ilişkisini konu alan dizimiz, birinci elden Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil'in tanıklığına dayanıyor. Türkeş'in bilinen siyasi kişiliğinin yanısıra, bilinmeyen yönlerinin de bulunduğu gün ışığına çıktı. Kamuoyu tarafından pek bilinmeyen Arusilik tarikati hakkında da önemli bilgiler yer aldı dizide. Arusi şeyhleri arasında ünlü Kürt ailesi 'Bedirhani'lerden Mustafa Aziz Çınar'ın yanısıra Ahmet Sami Ayral da Arusiler'in önde gelen isimleri arasında. Öte yandan dizideki tarikatin dini yaklaşımlarına ilişkin anekdotlar (kerametler gibi) tasavvufla ilgilenen bilim adamlarının sahasına giriyor. Bu anekdotlara sadece yer verdik, yorumlamadık. Anekdotlar, din-siyaset, din-toplum ilişkileri bakımından önemli. Ayrıca tarikatler ve siyaset üzerine çalışma yapmak isteyenler için zengin bir malzeme sunduk. Türkeş, Arusi Tarikati'ne ilişkin bilgilerin yer aldığı Mehmet Faik Erbil'in Mir'at'ül Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli eseri ilgilenenler için önemli bir kaynak. Eva Peron için İstanbul'da mevlit Ağır bir hastalığa yakalan Eva Peron için 8 Aralık 1951 tarihinde İstanbul Şişli Camii'nde şifa bulabilmesi için mevlit okutuldu. Mevlit 13 yıl Arjantin'de yaşayan bir Türk tarafından düzenlendi. Mevlide Beyoğlu müftüsü, Arjantin'in İstanbul Başkonsolosu ve cemaatın yanısıra 25 kadar Arjantinli de katıldı. Bir gayrimüslüm için mevlit okutulup okutulamayacağı o dönemde tartışma konusu oldu. Ömer Fevzi Mardin de Peron için mevlit okutulabileceği görüşünü savundu. Resmi bir görevi olmamasına karşılık Sağlık ve Çalışma Bakanı gibi davranan Eva Peron, Arjantin sosyetesinin yardım derneğine devletin bütçesinden ayrılan ödeneği kendi adına kurulan vakfa aktararak sayısız hastane, okul, bakımevi yaptırırken Arjantin'in en büyük camiini de inşa ettirmişti.. Arjantin'de bilhassa üst sınıfın nefretinin odak noktasında yer alan Eva, Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron'un eşiydi. Arusi şeyhlerin gelecek senaryoları Şeyhim (Ömer Fevzi Mardin)14 Mayıs 1950 senesinde DP'nin iktidara gelmesini himmetiyle temin etmişler ve şöyle buyurmuşlardır: "DP intikal partisidir. DP intikal edecektir. Hazreti şeyhim ise (Mustafa Aziz Çınar) 1965'de AP iktidara getirildiğinde şöyle söylediler: Adalet Partisi intikal edecek. Artık bundan sonra DP hükümeti gibi hükmetler uzun ömürlü olmayacak, ömürleri kısa olacak." Acizanem: "CHP ufalanıp, dağılacak." İran ortasından ikiye bölünecek Mübarek Şeyhim (Aziz Çınar) 1977 yılında Ekim-Kasım aylarında yine buyurmuşlardır ki "Müslüman Türk devletine karşı hoş bir tutumu olmayan hudut komşumuz İran Güney-Kuzey Wietnam ve GüneyKuzey Kore gibi ortadan ikiye bölünecektir." Acizanemin bu kibarı kelamla alakalı düşüncesi şudur: "İran'ın Türkiyeye karşı muamelesini değiştirip samimi ve kardeş bir devlet gözüyle bakması kendi menfaati gereğidir. Umarız, ıstırap çekmez." Rusya parçalanacak 1945 ve 1953 senesi Mart ayı başına kadar Piri-i Sani ve Pir makamında Ömer Fevzi Hazretleri şöyle buyurmuşlardır: "Rusya 30, 32, 33, 34 devlete bölünüp parçalanacaktır". Has halifesi Şeyh Mustafa Aziz Hazretleri devamen ve teyiden buyurmuşlardır ki: Rusya 30, 32, 33, 34 ve 37 devlete bölünüp dağılacaktır" Bugün eğer bu rakam mevcutsa dağılma tamamlanmıştır. Değilse parçalanma 37'ye kadar devam edecektir. http://www.yenisafak.com.tr/diziler/turkes/index.html ********** Gladyo'nun hedefi TSK NATO ve ABD tarafından kurulduğunu Savcının da kabul ettiği Gladyo,12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980"de iki askeri darbe yaptı. "Komünizme karşı mücadele" gerekçesiyle binlerce devrimciyi işkenceden geçirdi. İdamlar uyguladı. Fakat en büyük darbeyi 5000 Kemalist subayı işkenceli sorgularla TSK"dan tasfiye ederek gerçekleştirdi. En büyük darbeyi orduya vurdu. Şimdi de, bu Ergenekon soruşturması ile, bu defa TSK"yı bütünüyle hedef alıyor, TSK"yı "suç örgütü" ilan ediyor. İşçi Partisi Genel Sekreteri Av.Nusret Senem"in savunmasından alıntıdır. Paylaşım:A.S.Bolat -------------Bir yorum: Değerli Dostlarım Bazı dostlarımın bildiği üzere ben de 12 Eylül döneminde Harp Okulu"ndan sol grup içinde öne çıkan kişi olan tasfiye edilenlerden biriyim. Kişisel olarak Ordudan ayrılmanın beni üzdüğünü söylemem doğru olmaz, tersi doğrudur. Ayrılırken ve ayrıldıktan sonra yaşadığım sıkıntılara rağmen. Örneğin Üniversiteye devam yasağı getirip er olarak ceza askerliği yaptırmaları ve ceza askerliği sırasında ölüme varan tehlikeler... Ama hayatım boyunca unutamadığım bir anım, bir Kara binbaşısı ile sabaha karşı kendisi demir parmaklıklar arkasında iken yaptığım söyleşidir. Rütbeleri sökülüp bir gece vakti Kasımpaşa deniz hastanesinde, askerlikten kaçınan erleri akıllandırmak için kullanılan bir bölmeye atılmıştı. Yine kasımpaşa"da yaşayan ailesinin kendisinin nerede nasıl olduğundan haberi yoktu. Ailesine durumunu bildirmek ve o sevgili ağabeyimin isteklerini iletmek için evlerine gittiğimde, insanların gözlerinde gördüklerimi ömrüm boyunca unutamayacağım. Türk Ordusunun gerçekten ihtiyacı olan böylesine yüksek ahlaklı, halkına ülkesine yüksek sevgi besleyen subayların bir paçavra gibi kör zindanlara atılması, bu kimin suçudur. Biliyorum dostlarım kimileriniz darbeyi ABD yaptırdı, ABD emperyalizmidir suçlu diyeceksiniz. Kusura bakmayın, bu alçaklığı Ordu"nun tepesindeki birkaç kişiye ve ABD emperyalizme söverek geçiştirmeyi ve onlara yıkmayı çok hatalı bulurum. 12 Eylül faşist askeri darbesi, bu ülkede bu alçak düzenin devamı için yapılmıştır. Halkımızın tepesindeki bir komprodor büyük sermaye sınıfının çıkarı için. Bu durum halkımızın ülkemizin düşmanı bu alçakların o zamanki beyanlarında, 12 Eylül sonrasında gerçekleştirilenlerde çok açık olarak görülmektedir. Bugün gerçekleştirilen Ergenekon tertibi, yine bu alçak düzenin devamı içindir. Bu düzen ancak daha karanlık ve daha küçük bir Türkiye ile devam ettirebilir düşüncesidir tertibin arkasındaki düşünce. Ve bu tertip ancak gerçekten devrimci bir karşı mücadele ile boşa çıkarılabilir. Devrim dediğimizde, bu şebekenin tepelenmesi kaçınılmazdır. Şebeke, dışarıdaki ABD-İsrail"in içimizdeki varlığıdır. Yeni bir ekonomik sosyal düzen kurmalıyız. Bu yeni bir Türkiye demektir. Dolaylı referansları bırakıp doğrudan bu yeni Türkiye üzerine konuşmalıyız. Bunu yaparken de bütüncül bir programımız olmalıdır. "İşçimize iyi ücret verilecek, köylümüze gülümsenecek" yollu güzel sözler, ikna edici olmaktan uzaktır. Bu düzeni değiştireceksek, bileceğimiz hiçbir şeyin aynı kalmayacağıdır. Peki Nasıl bir Türkiye dendiğinde, çalışanların gelirlerinin ve sosyal olanaklarının oldukça geri olduğu ülkelerdeki düzenleri çağrıştırmaktan da uzak durmalıyız. Sonuçta "sol" dediğimizde "boş laf kalabalıklarını" değil "emekçilerin yüksek hayat standartlarına sahip olduğu, geleceğine güvenle baktığı, her alanda ve her aşamada yönetime etkin olarak katıldığı" düzeni düşünüyor olmalıyız. Yüksek ahlak, akıl ve estetiğin egemen olduğu bir düzen. Sevgilerimle K.Şimşek ******** ABD Ulusal Güvenlik Arşivi Belgeleriyle Ortadoğu"da Amerikan Propagandası"nın İçyüzü Deniz Yalçın ABD"nin Soğuk Savaş"ın ilk yıllarından itibaren Ortadoğu"da yürüttüğü psikolojik savaş operasyonlarının iç yüzü ortaya çıkıyor. ABD Ulusal Güvenlik Arşivi, 1950"den sonra ABD"nin Ortadoğu"da izlediği propaganda ve psikolojik savaş taktiklerinin birçoğunu açığa vuran 148 gizli belgeyi yayımladı. ABD Büyükelçilikleri"nin bu operasyonların merkezinde oldukları, gizli yazışmalardan bir kere daha anlaşılıyor. Yapılan yazışmalar özellikle Irak, İran, Suudi Arabistan merkezli propaganda ve psikolojik savaş taktiklerini açığa vuruyor ve aynı stratejiye Türkiye"nin de dahil olduğu "Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi" nde açıkça ifade ediliyor. Amerikan Propagandası Neyi Amaçlıyor? Söz konusu belgelerde ABD"nin Ortadoğu"da 50"li yıllarda geliştirdiği propaganda stratejisi "komünizmle mücadele" olarak ifade ediliyor ve bu amaçla her türlü faaliyet meşru görülüp uygulanıyor. Bunun yanında izlenen strateji, komünizmle mücadele adı altında yükselen Amerikan karşıtlığının dizginlenmesi ve Ortadoğu"nun tamamıyla ABD emperyalizminin denetimine girmesi. 16 Mayıs 1952 tarihinde Irak"taki ABD Elçiliği"nden ABD Dışişleri Bakanlığı"na gönderilen ve "Irak için Enformasyon Programı" başlığını taşıyan 62 no"lu gizli yazışmada, Irak"ta Amerikan propagandası ile "Batı karşıtlığının üstesinden gelmek için duygusal bir ortam geliştirmek ve böylece ortak bir düşman (komünizm) yaratarak Irak halkı ile Batılı güçler arasında kopmaz bir bağ yaratmak" amacının güdüldüğü açığa vuruluyor. Yine 1952"de İran"daki ABD Elçiliği"nden Dışişleri Bakanlığı"na gönderilen "İran İçin Enformasyon Programı" başlıklı gizli yazıda da, "Batı ile yakın ilişkilerin en sağlıklı ve karlı yol olduğu propagandası" nın İran"da teşvik edilmesi kararlaştırılıyor. "Devrimci ve Milliyetçi Güçleri Kazanın" 23 Temmuz 1954"te yayımlanan "Yakındoğu"da Amerikan Hedefleri ve Politikaları" başlıklı ABD Ulusal Güvenlik Konseyi raporunda ise, Ortadoğu"da ABD propagandasının hedefinin "kamuoyundaki Amerikan karşıtı dalgayı tersine çevirmek ve bölgedeki devrimci ve milliyetçi güçleri, Batı karşıtı olmayan ılımlı kanallara sevk etmek" olduğu açıkça ifade ediliyor. Nitekim Müslüman coğrafyada Komünizm"le mücadele stratejisi öncelikle Komünizm ile Siyonizm arasında yakın ve güçlü bağ olduğu yönündeki propagandayla etkin kılınmaya çalışılıyor. Ancak o tarihte bu taktiğin başarılı olmadığını yine ABD itiraf ediyor. Öyle ki 5 Nisan 1954 tarihli 120 no"lu gizli yazışmada, Irak"ta Komünizm ile Siyonizm arasında bağ kurmayı hedefleyen propagandanın beklenenden daha az etki yarattığı vurgulanıyor ve yeni hedefin milliyetçi güçler olduğu şöyle ifade ediliyor: "gazete makalelerinde ve broşürlerde, Komünizm"in Siyonizm yanlısı olduğu propagandası yerine "milliyetçilik düşmanı" olduğu propagandası işlensin." 24 Temmuz 1958 tarihli 132 no"lu ABD Ulusal Güvenlik Konseyi memorandumunda ise ABD Haber Servisi Başkanı"nın şu sözlerine yer veriliyor: "ABD Ortadoğu"daki milliyetçi güçlerle uzlaşma yoluna girsin." Hedefe Ulaşmak: ABD Propagandası Feodalizm"le Kol Kola Milli demokratik devrimini tamamlayamayan ülkelerde emperyalist propagandanın yaşam alanı bulduğunu, feodalizmin ve toprak ağalığının emperyalizmin en önemli müttefikleri arasında yer aldığını ABD gizli belgeleri açığa vuruyor. Nitekim 28 Nisan 1952"de İran"daki ABD Elçiliği"nden ABD Dışişleri Bakanlığı"na gönderilen "İran İçin Propaganda Planı" nda, ABD propagandasının hedef kitlesi şöyle tanımlanıyor: "Yoksul, okuma yazma bilmeyen kırsal nüfus, siyasal ve iktisadi seçkinler, profesörler, öğretmenler, meslek sahipleri, mollalar ve diğer düşünce önderleri." Görüldüğü üzere ABD, aydınlar üzerinden ideolojik hegemonya kurma ve kendi çıkarlarını herkesin çıkarı olarak yansıtma hedefi için feodalizmin yarattığı yoksulluk ve cehalet ortamından besleniyor. Zira hedef kitle içinde ilk sayılanlar, "yoksul, okuma yazma bilmeyen kırsal nüfus" . Bu da feodalizmle mücadelenin emperyalizmle mücadele anlamına geldiğini bir kere daha kanıtlıyor. Bu noktada 60 no"lu belgede, propaganda faaliyetlerinin başarıya ulaştırılması için "bilginin denetlenmesi ve yorumların yönlendirilmesi" gerektiği de vurgulanıyor. Nitekim Irak"ta bu programın adı şöyle konuluyor: Antikomünist Beyin Yıkama Programı (26 Mayıs 1953, 95 no"lu belge). Basının Rolü Amerikan çıkarlarını Ortadoğu"da hakim kılmak için geliştirilen ideolojik aygıtlar arasında, basın-yayın organlarının önemli yer işgal ettiği belgelerden anlaşılıyor. Örneğin 30 Kasım 1951 tarihli elçilik yazışmasında, ABD Dışişleri Bakanlığı"na, özel bir yayınevi sahibiyle kurulan işbirliğinin daha da güçlendirileceği bildiriliyor. 125 no"lu gizli yazışmada ise, "Kuveyt"te sol görüşlü, antiemperyalist içerikte kitaplar satan kitabevinin ve sahibinin acilen izlemeye alınması" talimatı veriliyor. 61 ve 96 no"lu belgelerde ise, İran"da gazetecilere para karşılığı Sovyetler Birliği karşıtı yazılar yazdırıldığı ilan ediliyor. 62 no"lu belgede ifade edilen "Irak"ta Propaganda Faaliyetleri" arasında ise, "Irak halkını Sovyet emperyalizminin tehditleri konusunda uyanık tutmak ve Batı ile askeri ittifak yapmaya ikna etmek amacıyla bir dergi çıkartılacağı" sayılıyor. 29 Ocak 1954 tarihli gizli yazışmada da, Irak"ta ABD"nin antikomünist yayın faaliyetlerinin deşifre olduğu, bu nedenle faaliyetlerin Iraklı yetkililer aracılığıyla yürütülmesi gerektiği vurgulanıyor. Musaddık"ı Devirmenin Dayanılmaz Hafifliği ABD Ulusal Güvenlik Arşivi"ndeki gizli belgeler, İran"da ulusalcı Musaddık yönetimini 1953"te deviren darbenin arkasında ABD"nin olduğunu bir kere daha gözler önüne seriyor. 2 Eylül 1953"te ABD"nin İran Elçiliği"nden yapılan gizli yazışmada şu sözlere yer verilmesi boşuna değil: "İran"da darbe, propaganda faaliyetleri için büyük olanaklar yaratacak." 15 Eylül 1953 tarihli gizli yazışmanın başlığı ise "İran konusunda Medya Rehberliği" . Amaç darbe sonrasında propaganda faaliyetlerini güçlendirmek. 2 Ekim 1953 tarihli yazışmada ise, Musaddık sonrası Şah yönetimini başarılı kılmak için izlenmesi gereken propaganda taktikleri tartışılıyor. 114 no"lu belgede, ABD merkezli New York Times, Newsweek ve Time gibi yayın organlarının ABD propagandası açısından nasıl bir araç olarak görüldüğü de gözler önüne seriliyor. 7 Kasım 1953 tarihli söz konusu yazışmada şu ifadelere yer verilmiş: "İran"da ABD elçiliği, İngiliz ambargosu sonrası kötüye giden İran ekonomisinin durumundan Musaddık yönetimini sorumlu tutmak için New York Times, Time ya da Newsweek"de yayımlanmak üzere bir makale hazırlıyor." Peki Musaddık kimdi ve ABD"nin İran"daki propaganda faaliyetlerine dönük nasıl bir tehdit oluşturuyordu? Muhammed Musaddık, İngiltere yönetimindeki Anglo-İran Petrol Şirketi"ni 1951"de millileştirmiş ve ardından İran"ın ulusalcı güçleriyle ve TUDEH"le işbirliği yaparak Ortadoğu"daki ABD ve İngiliz çıkarlarının gerçekleşmesini önlemişti. Dolayısıyla Musaddık ülkesinde halk desteğini arkasına alan bir liderdi. Musaddık ABD Devlet Başkanı Eisonhower"ın onay verdiği Ajax Operasyonu sonucunda, CIA ve İngiliz Gizli Servisi tarafından 1953"te devrilmişti. Musaddık"ı deviren darbenin CIA operasyonu olduğuna dair belgeler de ABD Ulusal Güvenlik Arşivi"nde yayınlandı. Elçilikler: Psikolojik Savaş"ın "Diplomatik" CIA"ları Musaddık"ı devirmeye dönük operasyondan ve sonrasında uygulanan yöntemlerden de anlaşıldığı üzere, ABD"nin antiemperyalist güçleri karalama kampanyalarını Ortadoğu"daki Amerikan Elçilikleri bizzat yönlendiriyor. Bu noktada Elçiliklere para ile köşe yazarlarını satın almak yetmiyor, bir de köşe yazarlarının "köşe" lerini satın alarak kendi hazırladığı yazıları yayımlatıyorlar. Bunu yine söz konusu belgelerdeki gizli yazışmalardan anlıyoruz. Örneğin 21 Ekim 1969 tarihli Beyaz Saray Memorandumu"ndaki şu ifadelere bakmak yeterli: "İran Şahı"nın ABD Başkanı Nixon"u öven ifadelerinin basında yer alması için "dost köşe yazarları" na ulaşılmalı" . Görüldüğü üzere Musaddık"ın devrilmesinden sonra iktidara gelen İran Şahı için ABD, "dost köşe yazarları" nı harekete geçiriyor. Emperyalizm"in izlediği taktikler, bu bakımdan süreklilik gösteriyor. ABD ve AB emperyalizminin dost köşe yazarlarının Türkiye"de para karşılığı emperyalizm adına propaganda yapan yazılar yazdıkları, zaten Karen Fogg"un e-postalarında kanıtlanmıştı. Karen Fogg da AB"nin Türkiye nezdindeki elçisiydi. Görülüyor ki emperyalizm, psikolojik savaş operasyonlarını elçilikler aracılığıyla yönetmeyi sürdürüyor. Bir diğer ilgi çekici belge ise, 28 Eylül 1979 tarihinde CIA tarafından gönderilen "Sovyet karşıtı Gösteri" başlıklı not. Bu notta Hindistan"ın Yeni Delhi şehrinde CIA tarafından Sovyet karşıtı bir protesto gösterisi örgütlendiği ve gösteriyle amacın Afganistan"a yönelik Sovyet müdahalesini protesto etmek olduğu ifade ediliyor. Gerek gösterinin gerekse bunun Hint medyasına yansımasının rapor edildiği bu yazışma da, CIA"nın yöntemlerini açığa vurması bakımından oldukça önemli. Not: Bu yazı 9 Temmuz 2006 tarihli Aydınlık dergisinde yayımlanmıştır. İleti:N.Kaptan ******** ABD Özel Kuvvetleri'ne ''Türkiye'ye Sız!'' Emri... ABD"nin küresel komutanlıklarından en büyüğü olan CENTCOM"un başında olan General Petraeus tarafından 30 eylül tarihinde gizli bir emir yayınlandı. "Joint Unconvential Warfare Taskforce Execute Order" (Birleşik Paramiliter Savaş Görev Gücü Emri) ismi açıklanmayan bir dizi Orta Doğu ülkesi ve diğer ülkelerde gerçekleştirilecek özel istihbarat ve gözlem operasyonlarını kapsıyor. 7 sayfalık direktif, ABD Özel Kuvvetleri"ne şunu emrediyor.. "Müttefik ülkeler dahil bölgedeki ülkelere küçük gruplar halinde sızılarak , bölgedeki yerel gruplarla bağlantı kurularak, terörist faaliyetlere/gruplara karşı bilgi toplamayı , yöresel gruplarla bağları güçlendirmeyi ve kalıcı durumsal bilinç yaratmak" New York Times"in haberine göre sözkonusu emir, ABD"nin İran"la olası bir savaş durumunda, hem İran"a yönelik , hem de bölgedeki diğer bölgelerde ortaya çıkması muhtemel gelişmeleri önlemeye yönelik bir zemin hazırlama çalışması. Yetkililer, Bush döneminde de özel gizli operasyonlar için emirler yayınlandığını fakat Petraeus"un son emrinin bu özel operasyonları sürekli ve kalıcı kılacağını belirtiyorlar. Sözkonusu istihbarat operasyonlarının; CIA"den bağımsız gerçekleştirilecek olması, ABD Devleti içerisinde CIA ile Pentagon arasındaki istihbarat savaşları açısından da anlam ifade ediyor. Türkiye"yi üs olarak kullanan ve açık veya gizli belli protokoller çerçevesinde faaliyetlerini sürdüren ABD güçlerinin ötesinde; görev tanımları gereği "sızma" çalışması gerçekleştirecek bu özel ekiplerin, gözlem ve istihbarat çalışmaları için bu tarz bir resmi protokol arayışı içinde olmayacakları ortada. Sözkonusu birliklerin PKK kamuflajı altında bölgeye sızacağını ve "yöresel gruplarla kalıcı durumsal bilinç arttırıcı çalışmalar yürütme" emri çerçevesinde yerel aşiretlerle temaslar kuracaklarını tahmin etmek için uzman olmak gerekmiyor. Bu grupların faaliyetleri çerçevesinde, yeni Dağlıca saldırılarının olasılığı artıyor. Yaşar Büyükanıt"ın kefil olduğu Petraeus"un; bu emrin varlığı ortaya çıktıktan sonra ilgilileri arayıp, kendilerine içlerini rahatlatacak güvenceler verip vermediği; bu güvenceler sonrasında ilgili yetkililerin çıkıp, "Türkiye"ye sız emrine" karşı Petraeus"a kefil olup olmayacakları ise merak konusu. Açık İstihbarat *********** NATO"nun Gizli Orduları / III. (Gladio) BAŞLARKEN Almanya ve İtalya"nın malûbiyetinden Gale Başkan Harry Truman"ın Hiroşima ve Nagazaki"ye attığı Iki atom bombası sonu Japonya da dağıtma oldu. ABD ekonomik olarak zarar görmek BİR Yana, cok gelişmiş ve DÜNYANIN en Büyük Gücü olarak çıktı savaştan bir araya geldi. Böylece, Hitler Mussolini birliğine Karşı İttifak Yapan ABD - İngiltere - Sovyetler Birliği savaştan Gale dünyayı paylaşmaya giriştiler. Ancak, ABD gelişmekte olan komünizmi BİR Saç olarak görüyordu. Afrika"da, Asya"da PEK cok ülke bağımsızlıklarını Ilan ediyorlardı. İran"da Musaddık ulusalcı BİR devrim yapıyordu. elinden kayıyor DÜNYANIN Üçüncü Dünya emperyalist, Sovyetler Birliği alanlarda etkinliğini arttırıyordu bir araya geldi. Eski dostlar arasında BİR düşmanlık ve Buna bağlı olarak BİR Soğuk Savaş başladı. ABD, bölünen Avrupa"da yerleşmesini CIA ile gerçekleştirmeye çalışırken, Sovyetler Birliği de bunu önlemek, kendi alanını genişletmek tıklayın KGB"yi devreye sokuyordu. Truman komünizme Karşı Gizli BİR orduyla savaşmak ve Avrupa"ya "demokrasinin" yerleşmesinin sağlanması gerektiğine inanıyordu. CIA BİR denemeyi Çin"de yaptı, CIA"nın direktörlerinden William Colby, Komünist Partisi ile iktidara Mao"nun 1949 yılında yapılan denemeyi çökerttiğini söylüyor gelen bir araya geldi. CIA, aynı şeyi Sovyetler Birliği"nde ve DİĞER sosyalist ülkelerde de denedi AMA tutunamadı. Tamamı... http://www.kuyerel.com/modules/AMS/article.php?storyid=4195 ********* Devrimci bir kurmay subayın etkinlikleri. Talat Turhan .../... Bu arada "Kontrgerilla" hakkında yeni ifşaatlar ortaya çıkıyor. Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN ilk kez kamuoyuna açıkladığı belgelerle "Kontrgerilla"nın Cumhurbaşkanlarına da görevler yüklediğini ispatlıyor... ST 31"“15 nolu talimnameye göre Cumhurbaşkanı, "Kontrgerilla" faaliyetlerinde koordinasyon görevi üstleniyor... Bu bilgiyle birlikte, geçmişte Cumhurbaşkanlığı yapan Cemal GÜRSEL"in, Cevdet SUNAY"ın, Fahri KORUTÜRK"ün, Kenan EVREN"in ve Turgut ÖZAL"ın "Kontrgerilla" faaliyetlerine dolaylı da olsa bulaştıkları ortaya çıkıyor. ST 31"“15 kodlu talimname "Gayri nizami kuvvetlere karşı harekat" başlığı altında düzenlenmiş. Bu talimname, ABD savunma bakanlığının hazırladığı aynı kod ve isimli talimnamenin çevirisinden oluşuyor. PENTAGON kaynaklı talimname 1964 yılında Türkçeye çevrilmiş ve Kara Kuvvetleri komutanı Ali KESKİNER tarafından imzalanarak yürürlüğe sokulmuş. Talimname özetle, herhangi bir saldırı anında düşman kuvvetlere karşı gerçekleştirilecek bütün faaliyetleri düzenliyor. Talimnamenin en önemli noktası Cumhurbaşkanlarına görev yüklemesi! "Bu faaliyetler tek bir ülkenin işi değildir ve müşterek bir çalışmayı gerektirir" denilen talimnamede, müşterek bir çalışmanın şeklinde Cumhurbaşkanlarınca düzenleneceği anlatılıyor... Böylece "Kontrgerilla" faaliyetlerinin ülkeler arasındaki koordinasyonundan Cumhurbaşkanlarının sorumlu olduğu ortaya çıkıyor. İşte tam da bu noktada emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN sorulması gereken soruyu soruyor: "Bu talimname yürürlükte olduğu 1965 yılından bugüne kadarki cumhurbaşkanlarına sormak gerekir, bu talimnamedeki görevlerinizi yerine getirdiniz mi, getirmediniz mi? Anayasa dışındaki bir talimname sana görev veriyor" Sorulması gereken soruları çoğaltmak mümkün: " Acaba şimdiye kadar hiçbir Cumhurbaşkanı, kendisine bazı görevler yükleyen bu talimnamenin kaynağını hiç merak etmedi mi? Askeri talimnamenin çıkış noktası üzerinde hiç kimse kafa yormadı mı? "Yoksa yıllardır süregelen Cumhurbaşkanı asker mi, yoksa sivil mi olsun? tartışmalarının bu talimnameyle yakından ilgisi mi var? Bu talimnameyi biraz eşeleyecek olan Cumhurbaşkanı, gerçek gücü görmekte gecikmeyecekti, Cumhurbaşkanlarına görevler yükleyen bizzat ABD"nin kendisiydi... "Kontrgerilla"yı CIA finanse ediyordu. "Kontrgerilla" faaliyetlerini düzenleyen talimnameler ise PENTAGON kaynaklıydı... TÜRKİYE"de bir biri ardına asker kişilerin Cumhurbaşkanlığı makamına oturması herhalde tesadüf değildi. ABD en rahat askerlerle anlaşılıyordu ve onlara daha kolay söz geçirebiliyordu" 1980 sonrası Kenan EVREN dönemini düşünün, ABD 50-60 yılda alamadığı mesafeyi 6-7 yılda fazlasıyla katetti. Taviz üstüne taviz kopardı, askerlere istediği hemen her şeyi yaptırttı! Zaten askerleri de eğiten ABD değil miydi? Bu durumda askerlerin de hayır deme şansları bulunmuyordu. Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN ayrıca köşkte bulunan "Kontrgerilla"cılara da dikkat çekiyor ve "Danışman sıfatıyla orada bulunan bu kişilerin gerçek görevi Cumhurbaşkanına yüklenen görevi yürütmek" diyor. "Kontrgerilla" yalnızca köşkte mi? Hayır, TURHAN, Başbakanlıkta da "Kontrgerilla" bulunduğunu söylüyor. Nokta Dergisinin 13 ARALIK 1992 tarihli sayısında TURHAN, Başbakana verilen bir görev olup olmadığı sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Bugüne kadar hangi başbakan kontrgerilla faaliyetleriyle ilgili iddialar için bir şey yaptı? İddiaları duymamazlıktan gelmek, araştırmamak ve saklamak anlamına gelir ki, herhalde bu da bir görev olmalı" Darbe Olur da Kontrgerilla Olmaz mı? .../... Tamamı... http://www.talatturhan.com/eylul%201993.htm Alternatif adres... http://www.talatturhan.com/makale-89.html ********* Türkiye'de NATO'nun bir şeyi ol, Başbakanı ol, tetikçisi ol, süpürgecisi ol Tayyip Erdoğan Pınarhisar cezaevinde zulüm gördü. Dışarıdan getirilen garsonlar tarafından kendisine balık partisi yapılması zulmünü hiç unutmadı. O yüzden halden anlar. Türkiye'de NATO'nun bir şeyi ol. Ne olduğun önemli değil. Başbakanı ol, tetikçisi ol, süpürgecisi ol. Affedersiniz boku bile olabilirsiniz. Ol bir şeyi de. Halden anlayan Tayyip sayesinde çıktılar. Türkiye'de NATO'nun katili olmak varmış. İtibarlı adam olursun. Elini kolunu sallaya sallaya gezersin. Kontr-Hizbullahçı ol, NATO-Gladio'nun tetikçisi ol. İşadamı olur, önünde ceket düğmelerler. Unuttunuz mu yoksa Kahraman Maraş Katliamı sanıklarından Ökkeş Kenger- sonradan soyadını değiştirdi-Şendiller oldu. Bak Milletvekili de olursun! Eli kanlı katil değil, dili şen biri olur çıkarsın. Devrimci siyasi partinin genel başkanı olmak, yazar olmak, asker olmak, bilim adamı olmak senin neyine? Türkiye hiç böyle ilerler mi? Türkiye hiç böyle kendini korur mu? Yatacaksın hem de 3,5 m2'lik hücrede. Elinde satırın, tetiğini indirdiğin silahın, domuz bağını yapmayı bileceksin. Türkiye ve milletimiz böyle ilerler, böyle kurtulur! Haydi, daha ne duruyor musun? NATO'ya-Gladio'ya koş! Görev al. Kes öldür, tertip düzenle ray ban gözlüklerin ile elini kolunu sallaya sallaya gez işadamı olarak rangers siyah film kaplı cipler yetmez, 7 tane özel uçağın da olur! ************************************* AKP 7 TİP’ linin katillerini serbest bıraktı AKP'nin "3'üncü Yargı Paketi", "Bahçelievler katliamı" davasının 2 hükümlüsünü tahliye ettirdi. Ankara 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi, Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu hakkındaki ceza infazının durdurulmasına karar verdi. Ankara 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi, "Bahçelievler katliamı" davasının hükümlülerinden Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu hakkındaki cezanın infazının durdurulmasına karar verdi. Böylece katliamının iki hükümlüsü tahliye edildi. Adanalı ve Osmanağaoğlu'nun avukatları, "3'üncü Yargı Paketi"nin yürürlüğe girmesinin ardından, cezanın infazının durdurulması için mahkemeye başvurdu. Avukatlar, müvekkillerinin 14 yıldır cezaevinde bulunduklarını belirterek, 6352 Sayılı Yasa'dan yararlandırılmalarını istedi. Tahliye talebini değerlendiren savcı Halil Maçkaya da, düzenlemenin sanıkların lehine olduğunu bildirdi. Savcı, cezanın durdurulmasına istedi. Mahkeme heyeti, 7 TİP'linin katillerinden olan Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu'nun cezalarını durdurarak tahliyelerine karar verdi. Türkiye İşçi Partisi'ne üye 7 öğrenci, Ankara'nın Bahçelievler semtinde 9 Ekim 1978'de evleri basılarak öldürülmüştü. Bahçelievler katliamı'nda kurbanlarından biri yastıkla boğularak, dördü kafa hizasından kurşuna dizilerek, diğer ikisi de Eskişehir yolunda öldürülmüştü. Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu, 7 kişiyi tasarlayarak öldürdükleri gerekçesiyle 7 kez idam cezasına çarptırılmıştı. İdam cezasının kaldırılmasının ardından cezaları ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmişti.(ulusalkanal.com.tr) Kemalistler.net http://www.kemalistler.net/gundem/908-katiller-serbest-aydnlar-askerlertutsak.html#.T_zGDcxVg4k.facebook