252 Milliyetçi Siyasî Haf­ talık Gazete Pazar­ tesi Günleri çıkar. FİATİ : 250 KURUŞ 2 EYLÜL 1974 \ Türkeş : Sovyetlerden sonra bölgenin en güçlü devleti olmayı hedef almalıyız! MHP Genel İdare Kurulu : k Kıbrıs için her fedakârlığı göze aldığımızı dünyaya ilân etmeliyiz Ecevit Kıbrıs'ta Türk- Rum kardeşliğini bir avuç kışkırtıcının bozduğunu iddia etti Bozgunculara dikkat Türk milletinin topyekûn Kıbrıs'la ilgilendiği şu günlerde bizim yerli ko­ münistler bir hayli rahatlamış görünüyorlar. Genci - ihtiyarı, şehirlisi - köy­ lüsü, okumuşu - okumamışı dikkatlerini Kıbrıs üzerine toplayınca, kızılcıklar boşta kaldı. Anlaşılan fazla boş bırakmak ta yaramıyor. Kendi kellerine sü­ recek merhemleri varmış gibi, Türk devletine yol göstermeye, partilere ve çeşitli miilî kuruluşlara akıl satmaya başladılar. Gerçi komünist, Pavlof'un «Köpekleri» gibi alıştırılmıştır; «Dünya halklarının bağımsızlığı vede özgür­ lüğü» üzerine eylem yapmağa. Bu şartlandırılış Kıbrıs meselesinde de kendini elbette gösterecekti. Ancak komünistin verdiği akıl Türkiye'nin değil, Rus dayısının işine gelecek şekilde düzenlenmiştir. Elinde değil, öyle öğrenmiştir. Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhakını isteyen mi oldu? Veya böyle bir ihtimal mi belirdi!.. Rusya'dan önce bizim kızılcıkların çığUklarıtu duyarsınız. «Ameri­ kan emperyalizmi, dünya halklarının kardeşliği, emekçilerin özgürlükçü sa­ vaşı» faslından bir yığın zırvalar kulağınızı tırmalamaya başlar. Yunanistan'­ ca Makarios undan, Gizikis'ine, Samson'undan - Karamanlis'ine kadar hepsi bir ağızdan «Enosis» diye bağırır da kimsenin aklına bir şey gelmez. 9 milyon nüfuslu Yunanistan'ın, 800 Kim. uzaklıkta ve tarih boyunca Türkiye'nin va­ tan yaptığı. Ada hakkında sarfettiği bu sözler normal karşılanır. Ama, 40 milyonluk Türkiye kendisine 71 kilometre yakınlıkta olan ve zaten kendi malı bulunan Ada'nın ilhakından bahsetti mi bizim yerli komünistler ve on­ ların dümensuyuna girmişler, bir taraflarına bir şey batırılmış gibi basıyorlar yaygarayı. En hafifinden ayıp sayıyorlar. Üstelik 9 milyonluk Yunanistan'da Kıbrıs'ın «Enosis»ini isteyenler hep yetkili devlet adamları. 40 milyonluk Tür­ kiye'de ise Ada'nın tamamını isteyen bir tek yetkiliye rastlayamazsınız. Sa­ dece bir muhalefet partisi lideri olarak sayın Alparslan Türkeş bu görüşü savunuyor. Bu dahi Türkiye'ye çok görülüyor. Ada'nın tamamını isteyen Yu­ nanistan'a, Türkiye bugün 2/3'ünü teklif ediyor. Razı olmuyorlar. Türkiye'ye bırakılmasını istediğimiz 1/3'ü de istiyorlar. Yani Ada'nın 2/3'ü üzerinde tar­ tışma yok, Türkiye'nin hakkı dediğimiz 1/3'ü üzerinde anlaşmazlık vardır. Uçaklarım göncteremeyeeek kadar uzakta bulunan 9 milyonluk Yunanistan'a Türk sahillerinden görünen Kıbrıs'ın şu anda 2/3'ünü bağışlamış bulunuyo­ ruz. Kıbrıs olayları yerli komünistlerin iftira kampanyalarını yeniden hareke­ te geçirmelerine de fırsat verdi. Komünist hücreler marifetiyle yayıldığında şüphe olmayan ve kahraman ordumuzu küçük düşürücü uydurma hikâyeler ortahğa sürülüyor. Fısıltı gazetesi marifetiyle halkımızın arasına yayılan uydurmalar arasında, Kıbrıs harekâtı sırasında şehit olan subaylarımızla ilgili olanları da var. Sinsice düzenlenmiş bulunan iftiralarda subay, astsubay ih­ tilafı körüklenmekte, subaylar küçük düşürülmeye çalışılmaktadır. «Falan birlik komutanı teslim olalım demiş de, astsubay komutanı vurmuş ve birliği teslim etmemiş» Kıbrıs'ta kahramanlık gösteren isimlere göre bir bir uyduru­ lan yukardaki şerefsiz iftira yoluyla, Türk ordusu miletinin gözünde düşürül­ mek istenmektedir. Hikâyenin içine bir de subay astsubay motifi yerleştiri­ lerek başka bir fesat körüklenmektedir. Komünistler durmuyor. Bir de basında kendilerine sosyalist diyenlerin son günlerde açtıkları kampanya var. Bu kampayanın iki hedefinden biri Türkeş, diğeri de Rauf Denktaş'tır. Söyleyebilecekleri ciddi bir şey olmadığı için, her zaman olduğu gibi iftira yoluna başvurmaktadırlar. Türkeş niçin Kıbrıs'ın hepsi Türkiye'ye verilsin diyormuş ? Kabahati büyük Türkeş'in! Madem ki Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhakını istiyormuş, niçin Kıbrıs'a gidipte bunu gerçekleştirmiyormuş? Hem de Türkeş Kıbrıs'lı imiş. Adı eskiden Hüseyin Feyzullah iken son­ radan değiştirmiş miş v.s. Demek ki insan komünist veya sosyalist olunca hasmına hücum ederken de, Pavlof'un köpeküğini yapıyor. Kıbrıs Türklüğü­ nün lideri sayın Rauf Denktaş'a hapishane kaçkınlarının toplandığı bir ga­ zetede sosyalist dilber pek öfkelenmiş. Tabii Rus dayısı namına olması lâzım bu öfkenin. Denktaş, Rumlara 20 gün mehil vermiş. Görüşmelere gelmezseniz Kıbrıs Türk Cumhuriyetini resmen ilân edeceğiz diye. Vay efendim senmisin bunu diyen. Bizim sosyalist dilber açmış ağzını; Orta Doğudaki kuvvet dengesini bozacaksın... Kıbrıs'ın bağımsızlıkçı güçleri, Ada'nın bağımsızlığın­ dan fedakârlık etmezler... diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. Acaba şu meş­ hur kuvvet dengesi kimin lehine kimin aleyhine bozuluyor? Açık. Nota'nun lehine. Rusya'nın aleyhine. Türkiye Komünist tecavüzlerine karşı Nato ittifa­ kında kalma kararında bulunduğuna göre, kuvvet dengesinin böyle bozulma­ sı Türkiye'nin de işine gelir. Kim bu Ada'daki bağımsızlıkçı güçler. Komünist Akel ve Adek partileri. Kıbrıs olayları dolayısiyle pervasızlaşan komünist iftiracılara iktidarın dikkat etmesinde zaruret vardır. Belki Ecevit için onlar sevimli görünmeye devam ediyordur ama, devletin sağlam kuvvetleri vardır. Onların dikkati bi­ zim için daha makbuldür. Devlet DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa: 2 Sahibi : İbrahim METİN * Ya- berleşme Adresi: P.K. 284 Ba- Aylık 60 TL. * Dış Ülkeler zı İşleri Müdürü : Tevfik Fik- kanlıklar - ANKARA * İdare Ye- İçin : İki misli * İlânlar : Paret KILIÇKAYA * Neşriyat Mü- r i : Bedesten İçi, Bedesten Han zarlıga tâbidir * Dizgi - Baskı: dürü : Sadi SOMUNCUOĞLU * K a t : 4, N u . : 7, KONYA Yeni Işık Matbaası Tel: 12 58 10 İdari İşler: Osman ÇAKIR * Ha- ABONE : Yıllık 120 TL. Altı ANKARA * Dağıtım ı Gameda jyMVLkr l'.'ı l'L'UK KKN'İ)1..K DÖN ifiııiHiıımıııiMiıiMiiHiııııımııımıımıııııııııııııııiHiıımıımıııııııııııımıııııııımııı Bu zulüm durmalıdır Kıbrıs konusu bütün iç meseleleri ikinci plânda bıraktı. Bu durum millî dâvaların söz konusu olduğu hallerde milletçe bir ve bera­ ber olabildiğimizin kıvanç verici bir örneği ol­ makla beraber, ikinci plâna itilen meselelerin çeşitli şüphe ve endişeler doğuracak bir yö­ ne çekilmeye çalışması üzücüdür. Millî dâ­ vanın mevcudiyeti bâzı çevrelere dilediklerini yapabilme imkânı sağlamaz; bu çirkin bir istis­ mar olur. Elli yıldır karşılaşmadığımız savaş şartları iktisadî hayatımıza doğrudan tesir eden çeşitli zam kararlarını ve benzeri tedbirleri gölgede bırakmış, vatandaş bunların tümünü milletçe katlanılması zaruri fedakârlıklar cümlesinden kabul etmeye hazırlanmıştır. Bu millî tavır da­ hi, hükümeti yani, karar mercilerini çok daha dikkatli ve hassas hareket etmeye mecbur kıl­ ması gereken, başlıbaşına bir fazilet örneğidir. Bunlar bir tarafa, hükümet bünyesinden doğan öylesine hassas konular var ki, bunların Kıbrıs vesilesiyle bile olsa gölgede bırakılması ilerisi için telâfisi kabil olmayacak zararlar doğura­ bilir. Bunların başında kültür ve eğitim işleri­ mizin ilk sorumlusu olan Millî Eğitim Bakan­ lığı ve bu bakanlık bünyesinde cereyan etmek­ te olan korkunç öğretmen kıyımı gelir. Belli bir dünya görüşünün temsilcisi olan ve seçimle işbaşına gelen iktidarların her ko­ nuda olduğu gibi eğitim alanında da kendi dü­ şünce ve zihniyetlerinin uygulayıcısı olacakları tabiidir. Bizdeki manzaranın tabii olmayan yanı bu iktidarın evvelâ mütecanis bir görüş ve dü şünceyi temsil etmeyişidir. Gerek koalisyo­ nun bilinen bünyesi, gerekse CHP'nin yamalı bohça görünümüne sahip iç yapısı eğitim me­ selesinde umumî efkâra net ve müşahhas bir muhatap takdim etme imkânı bırakmamakta­ dır. Burası âdeta kapanın hâkim olduğu, mah­ kûm edilmiş bir derneğin merkez şubesi gibi idare edilen, aksi görüş ve düşüncelerin bü- tün hukuk ve kanun kuralları bir kenara iti­ lerek sindirilmeye çalışıldığı bir çiftliktir. Çiftli­ ğin ağası durumundaki bay bakan belki bilerek belki de zihnî kifayetsizliğinin tesiri ile cere­ yan eden olayları görmemekte direniyor. Ezil­ mek ve sindirilmek istenilen öğretmenler mensubu bulunduğu partinin hasmı sayılan bir düşünce sisteminin temsilcileri sayıldıkların­ dan her türlü hırpalanmaya müstehak kabul ediliyorlar. Koalisyonun diğer kanadı ise esasa müessir tedbirler aramak yerine seçmeni ka­ zanacak ucuz nümayiş gayretinden kurtulamı­ yor. Son olarak açıklanan ahlâk dersleri prog­ ramı bu teşkilât bünyesinin dramatik manza­ rasını müşahhas şekilde belirleyen bir görü­ nüşe sahiptir. Hâlen bünyesindeki öğretmen­ leri millî şuur ve düşünceyi meslek hayatları­ nın hâkim vasfı kıldıkları için takibat altında tutan, saçma sapan suallerle, gülünç suçla­ malarla oradan oraya süren bu teşkilâtın, prog­ ramda yer alan «Millî töre ve millet ülküsü» gibi esasları ne ölçüde tatbikata intikal etti­ receğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Türk milleti için Kıbrıs kadar, belki de daha fazla önem taşıyan eğitim konusunun vakit geçirilmeden ele alınması ve bu teşkilâ­ ta musallat olan unsurların bir Sultan İkinci Mahmut Han kadar köklü şekilde halledilmesi tek çıkar yoldur. Zira bu güruhun anlayabile­ ceği başka lisan yoktur. Daha birkaç yıl önce kıstırıldıkları kanun pençesinden ne tarzda kur tanıdıklarını unutmuş görünen ve her lürlü hakkın sadece kendi zihniyetlerinden olanlara ait bulunduğuna inanan bu adamların millî şuur sahibi öğretmenlerimize reva gördükleri işkenceleri durdurmak, Kıbrıs'ta Türkleri Rum mezâliminden kurtarmaktan daha az şerefli bir millî görev sayılamaz. mızdaki şekilde cevaplandırılabilecek yazılar çık­ tı. Kıbrıs olaylarının söz konusu edildiği bu yazı­ larda da gene sayın Türkeş ve partisi itham edil­ mekte, «Kıbrıs'lı Albay burada konuşacağınıza, Kıbrıs'ta dövüşünüz» şeklinde akıl ve mantık dışı teklifler yapılmaktadır. Türkiye'de hiçbir siyasî parti liderinin Kıbrıs'ta dövüşmek gibi bir durumu Türkiye'de,, 1960 yılından beri Alparslan TÜR- olamaz. Fakat şartlar böyle bir durumu icap etti­ KEŞ; 1965 yılından bu tarafa da gene sayın Türkeş rir hale gelirse kimin dövüşüp, kimin dövüşmeyece­ ve Milliyetçi Hareket Partisi, adeta kafası, beyni ği meydana çıkar. «Sineği incitmek» ten bile çekinen, satılmış, Rus işbirlikçisi marksist - solcuların en bü Kıbrıs Fatihi mi, hattâ sizler mi, yoksa Türkeş mi? Arşiv meraklısı beylere Türkeş'in 1960'tan bu yük düşmanları ve korkulu rüyaları olmuştur. daha Bu sebeple bütün sol yayın organlarmı karıştı­ yana Kıbrıs'la ilgili demeçlerini bir kere gözden geçirmelerini tavsiye ederiz. Türk Silâhlı racak olursak, yaşanılan günlerin havası neye uygun, ne tip sataşmayı gerektiriyorsa, o istikamet­ Kuvvetleriyle ilgili bildirilerini bir kere daha oku­ te yazılmış olan, Türkeş'i ve partisini kötüleyen ya­ sunlar, Türkeş, Kıbrıs meselesinde, herhalde daha dün cFantomtlara karşı çıkan zihniyet sahiplerin­ zılara rastlamamak mümkün değildir. Gene son günlerde başlatılan ve sistemli ola­ den haklıdır. Sizin bir marksist olarak kacga neyi rak yürütülen bir propaganda ile karşı karşıyayız. nize. Yunan kardeşlerde, kardeş kardeş yaşamak Devlet *in 249. sayısını yeniden gözden geçirecek varken, niye herkese, Kıbrıs'a döğüşmeye gitmeyi okuyucularımız, yeni kampanyanın mevzuunu, şek­ tavsiye ediyorsunuz? 249. sayıdaki yazı şöyle bitiyordu: tlt ürür, ker­ lini hemen anlıyacaklardır. Geçen hafta içinde de Pravda'lıkta yarışan iki solak gazetede 249. sayı- van yürür.» Ürmeleri kudurmalarındandır... Kudurun bakalım... KIBRIS DESTANI Ateş, kan içinde, yıllardır Kı_brıs, Urum'u Yunan'ı, dönmüş şaşkına! Yine kaşınmakta o kâfir İblis, Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!.. Havadan, denizden, karadan yaya, Aman verme kahpe palikaryaya! Tarihî hıncını, al doya doya, Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!.. İmanlı, vicdanlı, kutsal dilekli, Azimli, kararlı, çelik bilekli; Babacan, eroğlu, aslan yürekli, Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!.. Türk'lerin düğünü, mehterle başlar, Zaferlerle bitti nice savaşlar! Soylu soplu, anlı şanlı kardaşlar, Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!.. Oğuzhan, Alpaslan, bozkurt soyundan,! Fırla asker! Otağından, yayından! Haçlı örnek alsın kılıç payından, Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!.. Bayrak, vatan, ancak, özümüz bizim,! Yeşil ada gelin kızımız bizim! Silâh gürültüsü, sazımız bizim, Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!. Süleyman SÜRMENİ IHIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII IIMIIIIIIIIIIIIIIMIIIIIIIIIIIIIIIMIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIMIMIIIIIIIIMIIII VEFAT Değerli Türk milliyetçisi, ORTA DOĞU Gazetesinin kurucusu, ülküdaşımız Ömer Öztürkmen'in annesi; RABİA ÖZTÜRKMEN 26 Ağustos 1974 günü Kerkük'te vefat etmiştir. Hacı Rabia Öztürkmen bir müddet önce doğum yeri olan Ker­ kük'e ziyaret için gitmiş fakat ani ola­ rak rahatsızlanmıştır ve kurtulamıyarak Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Merhumeye Tann'dan rahmet, kıymet­ li arkadaşımız . Ömer Öztürkmen'e ve ailesine başsağlığı dileriz. DEVLET DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa: 3 Türkeş: Türk ordusunun kuruluş tarihinin Mete Han zamanına götürülmesi gerçeklerin ifadesidir Şu kopan fırtına Türk Ordusudur Yârabbi Senin uğruna ölen ordu budur yârabbi Tâ ki ezanlarla müeyyed nâmın Gââlip et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Baş­ kanı Alparslan Türkeş, zaferler ayı Ağustos'un önemi ve bu yıl kutlanma­ ya başlanan Silâhlı Kuvvetler Günü dolayısıyla basına yazılı bir beyanat vermiştir : MHP lideri Türkeş'in beyanatı şöyledir : bu konudaki «Ağustos ayının sonlarına geldiğimiz şu günlerde tarihimizin en muhteşem yıldönümlerini kutlayacağız. Ağustos ayı, büyük zaferlerimizin çoğunun ka­ zanıldığı bir aydır. Bunların en büyük­ lerinden ikisi, yani Anadolu'yu Türkle­ re kazandıran Malazgirt zaferi ile, yi­ ne Anadolu'yu kurtaran Dumlupmar za feri 26 Ağustos'ta başlayan kanlı sa­ vaşların sonunda kazanılmışlardır. BU KARAR MİLLETİMİZİ SEVİNDİRDİ Bütün zaferlerimizi milletimize ka­ zandıran Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ku­ ruluş yıldönümü de 26 Ağustos olarak kabul olunmuştur. Değerli komutanları­ mızın bu konudaki isabetli kararları Türk Milletini çok sevindirmiştir. Me­ selâ, Kara Kuvvetlerimizin kuruluş gü­ nü evvelce, Yeniçeri Ocağı'nın kuruluş günü olarak 6 asır evvelinden başlatıl­ mışken, bugünkü kuruluş tarihinin Me­ te Han zamanına götürülmüş olması il­ me ve gerçeğe uygun bir davranış ol­ muş ve aradaki zaman farkına müte­ nasip olarak milletimizin övüncünü de arttırmıştır. 26 Ağustos Zafer Yıldönümünü ve şanlı Türk Silâhlı Kuvvetlerinin kuru­ luşunun yıldönümünü bütün milletimize ve Silâhlı Kuvvetlerimize kutlarım. Si­ lâhlı Kuvvetlerimizin bu yıl tarihimize kazandırdığı Kıbrıs Zaferlerimizi de kutlayarak, şehitlerimizi ve gazilerimi­ zi minnet, şükran ve saygıyla anarım. Türk Milletinin özü olan Türk Ordusu­ nun milletimizi koruma ve yüceltme yo lunda daha birçok zaferlere ulaşmasını dilerim. SİLÂH DENGESİ ALEYHİMİZE BOZULUYOR Bu vesileyle, bu büyük yıldönümünde Silâhlı Kuvvetlerimizin, düşmanları cay Hıncı, alıkoyucu niteliğini sürdürmek ve çoğaltmak için, en modern araç, ge reç ve silâhlarla donatılması gerekti­ ğini belirtmek isterim. Bütün komşula­ rımız yıllardan beri, henüz Türk Ordu­ sunda bulunmayan modern silâh, araç ve gereçlerle donatılmaktadır. Bu du­ rum aramızdaki dengeyi aleyhimize ola rak bozmaktadır. Bunun sonucu ge­ rek yurt içinde, gerek yurt dışında kendi bölgemizde korumak ve sürdür­ mek istediğimiz barışı tehlikeye düşür­ mektedir. Türkiye için Sovyetler Birli­ ği dışında kalan komşularından daha üstün savunma gücüne sahip olmak de­ ğişmez bir ilke olmalıdır. YARDIM KAMPANYALARINA HERKES KATILMALI Bugünün modern silâh, araç ve ge­ reçleri, ilim ve teknikteki hızlı geliş­ meler dolayısıyla devamlı değişmekte ve gelişmektedir. Modern silâhlar aynı zamanda çok da pahalı bulunmaktadır. Fakat barış içinde, hür ve bağımsız yaşamak için devamlı fedakârlığı göze almak mecburiyeti vardır. Türk Silâhlı Kuvvetlerini en modern silâh, araç ve gereçlerle devamlı donatılmış bulundur mak ve aksamadan, gecikmeden yeni­ likleri takip etmek için müttefiklerimiz den yardım sağlamalıyız. Ayrıca kendi imkânlarımızı da gerekli fedakârlığı göstererek kullanmalıyız. Bu gayeyle açılmış olan yardım kampanyalarına, milletçe, bütün vatandaşlarımız ve bü­ tün kurumlar yarış halinde cömertlikle Yahya Kemal BEYATLİ katılmalıdır. Bu yardımlar bir defaya mahsus olarak düşünülmemeli, uzun vâ deli olarak düzenlenmelidir. 26 Ağustos Büyük Zafer Yıldönümü ve muhteşem Türk Silâhlı Kuvvetleri­ nin kuruluş günü büyük milletimize kutlu olsun.. Tanrı Türk'ü korusun!» DÜNDAR TAŞER ZAFERLER AYI AĞUSTOS TİYATRO ARMAĞANI YARIŞMASI İKİNCİ MANSİYONUNU KAZANAN R e m z i Ö z ç e ü k le Bir' Konuşma Tiyatromuzda millî şuur hakim Kılınmalıdır ALTAYLI — Sayın Remzi Özçelik bize kendinizi tanıtır mı­ sınız? OZÇELİK — 1950 yılında Samsun'a bağlı Kavak kazasın­ da doğdum. İlkokulu Çalbaşı ve Cakallı köylerinde bitirdim. Daha sonra girdiğim Lâdik - Akpınar ilköğretmen Okulu'ndan İstanbul Yüksek Öğretmen Okuluna seçildim. 1972 yılında aynı okulun fizik bölümünü bitirdim. Bekleyenler, Sular da Ağladı, Tonga ve Büyük Köprü adlı dört eserim var. Evliyim, bir çocuk babasıyım. Halen Samsun - Terme Lisesi fizik öğ­ retmeniyim. ALTAYLI — Sayın Remzi Özçelik, «Büyük Köprü» de se­ yirciye ulaştırmak istediğiniz fikir nedir? OZÇELİK — Yorumlayana göre ulaştırılmak istenen fikir değişir. «Büyük Köprü» de, Orta Asya'ya çok benzeyen Ana­ dolu'nun yurt edimlisini, Alparslan'ın şahsında Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresine paralel olarak vermeye çalıştım. ALTAYLI — Bizde eserin üzerinde uzun zaman durama­ dığınız gibi bir intiba uyandı. Zira kişileştirme, kahramanların siyasî ve askerî durumları, çatışmaların zayıflığı ve bütün oyun kişilerinin umumiyetle şairane konuşmaları eseri monoton bir hale getirmektedir. İdeolojik bakış açısı doğru olan Büyük Köprü'de dramatik yapının tema'nın yanında güçsüz kalışı bir zaman darlığından mı oldu, yoksa araştırma noksanlığından mı? OZÇELİK — Eseri yazmaya 1970'in ekiminde başladım. Yarışmaya girdiği haliyle, dördüncü defa yazılmış oldu. Mev­ cut kaynakları mümkün mertebe inceledim. Bunlar içersinde Nizamülmülk'ün «Siyasetname» si de vardır. Şurasını takdir edersiniz ki, vak'a dokuz asır önce geçi­ yor. O zamana inmek her yönüyle zordur. Aslında büyük bir olayı dört perdeye hapsetmek çok güç iş. Eserim hakkında ilk tenkidi samimiyetine inandığım bir tiyatro yazarı arkadaş yaptı. Bunu İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları rejisörlerinden birinin eleştirisi takip etti. Fırsat buldukça bu işten anlayanların fikirlerine baş vardum. Yazı­ şım esnasında da İstanbul Üniversitesi profesörlerinden biri­ nin fikrini aldım. Bir konuda araştırma şüphesiz hiç bir zaman bitmez. Ama elimden geldiğince araştırdım sanıyorum. Zaman durumunu da yukarda belirttim. Bende merakını yitirmeyecek olan bu konu için hâlâ araştırmalarıma devam ediyorum. Bana yar­ dımcı olacaklara şimdiden teşekkürlerimi sunarım. Devamı: 10. da TÜRK TARİHİNDE DÖNÜM NOKTALARININ AĞUSTOS AYINDAKİ ZAFERLERLE MEYDANA GELMESİ KIBRIS ZAFERİNİN ÖNEMİNİ DAHA DA ARTIRIYOR Geçtiğimiz ay ve bilhassa bu ayın son haftası Türk tarihi bakımından büyük önem taşır. Tarihinde büyük zaferler kazanmış olan Türk milleti, bu zafer­ lerin en büyüklerini Ağustos ayında ka zanmıştır. Bu zaferlerin ilk plânda ak­ la gelenleri şunlardır : Kıbrıs'ın fethi (1 Ağustos 1571), 1. Anafartalar Zafe­ ri (10 Ağustos 1915). Estergon Kalesinin fethi (10 Ağustos 1543) Otlukbeli Zafe­ ri (10 Ağustos 1473), Trablusgarp'ın fet hi (15 Ağustos 1551), 2. Anafartalar Za­ feri (21 Ağustos 1915), Tunus'un fethi (22 Ağustos 1534), Hanya'nın fethi (22 Ağustos 1645), Çaldıran Zaferi (23 Ağustos 1516), Malazgirt zaferi (26 Ağustos 1071), Büyük Taarruz (26 Ağus­ tos 1922) ve Büyük Zafer (30 Ağustos 1922). Görüldüğü gibi Ağustos ayı Türk Milleti için hakikaten büyük zaferlerin müjdecisi olmuştur. Bilhassa dikkat edilecek olursa Türk milletine yeni va­ tanı ol_an Anadolu'nun fethi Ağustos ayında kazanılan Malazgirt zaferiyle başlamış, Türk milleti damgasını ba­ sarak kendine mal ettiği bu vatanı, Haçlı sürülerine karşı İstiklâl Savaşı ile korurken yine Ağustos ayında ka­ zandığı zaferlerle bu azmini zafere ulaştırmıştır. Zaferler ayı Ağustos'un Türk tarihinde önemli dönüm noktala­ rının meydana geldiği ay olması geç­ tiğimiz Ağustos ayında da doğrulanmış ve Türk devleti 50 yıllık bir aradan sonra yine tarihimizde bir dönüm nok­ tası meydana getiren Kıbrıs zaferini Ağustos ayında kazanmıştır. 2000 yılı aşan büyük ve şanlı bir tarihe sahip olan yüce Türk milletinin zaferlerinin devam etmesini Tanrı'dan diler, Kıbrıs zaferimizin Türk tarihin­ de yeni bir dönüm noktası olacağına inancımızı belirtiriz. DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa: 4 Ergenekon Mektupları İlhak haktır! Cezmi KIRIMLIOGLU Geçen haftaki yazımızda, Kıbrıs için yegâne kalıcı çözüm yolunun, Adanın Türkiye'ye ilhakı olacar ğım, çünkü biz hâlihazır işgalimiz altında bulunan yerlere razı olsak bile, Yunanistan'ın bu duruma razı olamıyacığını ve hattâ Barış gö­ rüşmelerinin «Enosisi engelleyecek çözüm yollarını reddetme ve zaman kazanma» kasdıyla Yunanistan ta­ rafından geciktirildiğini yazmıştık. Sağolsun Karaınanlis, bizi haklı çı karacak ve söylediklerimize itiraz edilmesine meydan vermeyecek şe­ kilde hedeflerinin Enosis olduğunu ve Enosisi gerçekleştirmek için ça­ lışacaklarını ifade etti. Yine ayni yazıda, Rusya'nın menfaatleri ile bizim menfaatlerimizin daima ça­ tışacağını ifade ile, Adanın tarafı­ mızdan işgaline veya Ada'da lehi­ mize olacak bir çözüm şekline Rus­ ya'nın itiraz edeceğini, bu sebeple de nihai hedefimiz bakımından Rus­ ya'yı pek nazarı itibare almamızın mümkün olamıyacağını ve gerekmiyeceğini ifade etmiştik. Ruslar da sağolsun! Onlar da bizi haklı çıkar­ dılar. Nato'yu suçlayarak Kıbrıs meselesini karıştırıcı ve fakat Yu­ nanistan'ın menfaatleri istikâme­ tinde bir çözüm tarzı teklif ettiler. Türkiye de bu teklifi reddetti. O halde, Kıbrıs meselesinin hal­ linde Türkiye'nin nazarı itibare ala cağı «Süper devlet» Amerika'dır. Ancak, iyi bir dış siyâset takibi ile, Amerika'nın menfaatleri ile Türki­ ye'nin menfaatleri Kıbrıs konusunda ortak, ve bizim de beynelmilel plân­ da kazancımız bu takdirde tam olabilir. Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhak edilme­ sini savunmak kolaydır. Çünkü; bir kere Kıbrıs'ı biz, Venediklilerden binlerce şehit vermek suretiyle al­ dık ve hiçbir harbe girmeden, Ada­ yı fethederken döktüğümüz kanların bedelini istemeden Ada üzerindeki haklarımızı teslime zorlandık. Şim­ di yeniden şehitler vermek suretiy­ le, haklarımızdan vazgeçmiyeceğimizi göstermiş olduk. Dolayısiyle, Ada üzerinde tarihî haklarımız var­ dır, buna karşılık Rumların hiçbir tarihî hakkı yoktur. İkinci olarak, Kıbrıs coğrafya ba­ kımından Türkiye'yi bütünleyen bir kara parçasıdır. Türkiye'nin gü­ venliği ve savunmasiyle yakından alâkalıdır. Beynelmilel güçlerin Lo zan'da, Osmanlı İmparatorluğuna tasfiyeye çalışırken sınırların tesbitinde, nüfus meselesinden çok coğra. fi bütünlüğün ve millî savunma en­ dişelerini söz konusu ettiği hatırla­ nırsa ve hatırlatılırsa, bu bakımdan da Ada'nın Türkiye'ye ilhakı hak­ kaniyete uygundur. Üçüncü olarak, Ada, Orta - doğu ve Akdeniz'de barışın sağlanmasın­ da önemli rolü bulunan bir kara parçasıdır. Bu bölgede, barışın sağ­ lanması da ancak kuvvetli bir Tür­ kiye Devletinin varlığına bağlıdır. Bu hal ise, Türkiye'nin güvenliği ile yakından alâkalı olan Kıbrıs Adasının Türkiye'ye ilhakını zarurî kılmaktadır. Nihayet, bunlar ve daha başka sebeplerle beynelmilel plânda Ada'­ nın Türkiye'ye ilhakı konusunda ge­ niş bir propoganda faaliyetine baş­ lamak lâzımdır. Yunanistan'ın en müşgül şartlarda bile «Enosis» diye haykırması, vahşetinin ve insanlık dışı tutumunun türlü belgelerinin dünya komu oyu tarafından seyre­ dildiği bir sırada «Enosisi gerçek Ieştirmek için gerillâ savaşına baş layacağını» iddia etmesi, bizim de ilhak için propoganda faaliyetine girişmemize sebep olmaktadır. Bu fırsatı kaçırmak ihanet sayılabilir. Bu noktada, Ada'nın ilhakına kar­ şı olanların ileri sürdüğü bir diğer sebep «Bizim ilhak talebimizin dün­ ya kamu oyunca nasıl değerlendiri­ leceğidir?» Bir kere açıkça Dünya Kamu oyundan neyi kasdettiğimizi ifade etmek gerekir: Dünya kamu oyu Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya mıdır? Yoksa, Birleş­ miş Milletlere üye olan 50 civarın­ daki müslüman ülkeler midir? Eğer dünya kamu oyundan kasıt sayıları iki elin parmaklan kadar dahi ol­ mayan devletler ise, bu konuda çok yanıldığımızı, bunların hiçbir zaman millî menfaatlerinin icabın­ dan başka ayni ve sabit bir ölçü­ nün savunucusu olmadığı takındığı tavrı göstermek yeter. Dolayısiyle Türkiye'nin kendi le­ hinde bir dünya kamu oyu meyda­ na getirebilmesi için tarihten bü­ yük ibretler alarak, önce bu ülke­ lerin kendi aralarındaki menfaat münasebetlerini, sonra da bu ülke­ lerle irtibatı bulunan milletler üze­ rindeki menfaatlerini iyi hesapla­ yıp menfaat çatışmalarını lehine kullanması lâzımdır. Bir kere, bü­ tün bloklar arası yumuşama faali­ yetlerine rağmen, hâlâ Rus ve Ame­ rikan menfaatlerinin çatıştığı inkârı güç bir gerçektir. İkinci olarak Fran­ sa ile Almanya arasındaki çekişme hâlâ devam etmektedir. Üçüncü olarak. hem Amerika'nın, hem İngil­ tere'nin ve hem de Almanya'nın Türkiye'nin manevî nüfuzu altında olabilecek müslüman ülkelerle men­ faat münasebetleri vardır. Rusya da benzer münasebetlere girmek gayretindedir. O halde, Türkiye'nin dünya ka­ muoyu denilen ve bir elin parmak lalından az fazla sayıdaki hristiyan devletlerini kendi yanlarına alabil­ mesi için en önemli tedbir; bir an önce Müslüman ülkelerle Türkiye arasındaki münâsebetleri düzenle­ mek ve Kıbrıs konusundaki tezimizi ve Kıbrıs'taki rum vahşetini önce bu ülkelere anlatmak ve bu ülkele­ rin müşterek bir deklerasyon yayın­ lamasını sağlamaktır. Aşikârdır ki, Türkiye'nin hâlâ haçlı zihniyetini taşıyan bazı batılı devletleri ikna etmesi müslüman ülkeleri ikna et­ mesinden daha güçtür. Üstelik, Devamı : 11. de Arkadaşımız Hacaloğlu ülkücü genç'er ve MHP Gençlik Kolları Başkanı birlikte. ile Rumlar bir Türk gazetecisini şehit etti Ecevit, Türk Rum kardeşliğini bir avuç kışkırtıcının bozduğunu ileri sürdü ! Türk ordusunun Kıbrıs'ta giriştiği ha­ rekâtı yerinde takip etmek için adaya giden Türk gazetecileri, Rumlar tara­ fından esir alınmışlar ve serbest bıra­ kıldıktan sonra ağır yaralı olup Tür­ kiye'ye iade edilen gazeteci Adem Ya­ vuz vefat etmiştir. Tamamen harp kaidelerine aykırı olarak tutuklanan ve günlerce Limasol'da hücrelerde aç susuz tutulan Türk gazetecilerinin; Türk ordusunun batı cephesindeki ha­ rekâtını takip etmeye giderken Rumlar tarafından Büyükkaymaklı civarında esir alındıkları öğrenilmiştir. 13 Türk gazetecisinden 3'ü diğerlerinden ayrı olarak daha önce esir alınmışlardır. Elleri ve gözleri bağlandıktan sonra arabaya bindirilirken Adem Yavuz isimli muhabir makinalı tüfek ate­ şiyle karnından ağır yaralanmıştır. Diğer yaralı gazeteci Ergin Konukse­ ver ile birlikte hastaneye götürülen Adem Yavuz rumlar tarafından ame­ liyat edilmiş ancak gerekli tedavi ve bakım yapılmadığı için durumunun ağırlaşması üzerine diğer gazetecilerden sonra Türkiye'ye iade edilmiştir. An­ cak Adem Yavuz kurtarılmamış ve şe­ hit olmuştur. Gazetecilerden birisi Ecevit'e rumlarm kendisini çok sevdiğini söylemiş ve bir rum arkerinin Ecevit'e bir sigara hediye ettiğini söyleyerek Ecevit'e si­ garayı vermiştir. Bu sözler üzerine Ecevit çok duygulanmış ve sigarayı hiç vakit geçirmeden yakmıştır. Sözle­ rinden çok duygulandığı anlaşılan Bü­ lent Ecevit bunun üzerine şunları söy­ lemiştir: «Kıbrıs harekâtını başlatır­ ken bunun bir barış ve kardeşlik hare­ kâtı olduğunu bütün içtenliğimizle, inancımızla söylemiştik ve öteden beri de şuna inanıyorum ki, Kıbrıs'taki ça­ tışmalar yalnız rıımlarla Türkler ara­ sında değil son yıllarda rıımlarla rum­ lar arasında aslında mahdut kışkırtıcı bir zümrenin çağdışı birtakım ihtiras­ lar besleyen kimselerin eseridir. Onla­ rın kışkırtmalarının eseridir. Yoksa Türk, rum bütün ada halkının kardeş­ çe ve barış içinde özgürlük içinde ya­ şamaktan başka bir arzuları olmaya­ cağına, başka bir arzu beslemenin han­ gi milletten olarsak olalım insanlık do­ ğasına, tabiatına aykırı düşeceğine ina­ nıyorum. Sizin bu getirdiğiniz armağan ve o armağandan daha değerli haber ve sözler benim insanlığa olan inancı­ mı da pekiştirmiş oldu.» ADEM YAVUZ ŞEHİT OLDU Esir düşen Türk gazetecileri arasında ülkücü arkadaşımız Sabah gazetesi mu­ habiri Yücel Hacaloğlu'da bulunmakta­ dır. Gazetecilerin verdiği bilgilere gö­ re Lefkoşe'den bir araba ile Limasol'a götürülen muhabirler, burada, Lefke'den getirilen yüzlerce Türk esirin bu­ lunduğu bir hapishaneye konulmuşlar­ dır. Gazeteciler, burada esir Türklerin her lürlü sıhhi şartlardan mahrum olarak yaşadıklarını ve beton zemin üzerinde yattıklarını belirtmektedirler. Göz yaşartıcı sahnelerin halâ gözlerin­ den gitmediğini söyleyen gazetecile­ re esir bulundukları 6 gün zarfında günde bir parça ekmek ile birkaç zey­ tin ve küçük bir domatesten müteşekkil yemek verilmiştir. Türk gazetecileri rumlar tarafından esir bırakıldıktan sonra yurda dön­ müşler ancak, yukarda da belirttiğimiz gibi Adem Yavuz isimli gazeteci ağır yaralı olduğu için serbest bırakılma­ mıştır. Daha sonra durumu gittikçe kötüleşen Yavuz, serbest bırakılmış, ancak kurtarılamamıştır. ECEVİT MALÛM TEKERLEMELERDEN VAZGEÇMİYOR Gazeteciler Yurda Başbakan Eceveit'le döndükleri gün görüşmüşlerdir. Ecevit'in bilinen romantik duyguları­ nın eseri olan bu sözlerde ne büyük hatalara düştüğünü görmemek imkân sızdır. Daha birkaç hafta önce TRT'de Devamı : 12. de Kıbrıs'ta esir düşen gazetecilerden biri­ si olan Sabah Gazetesi muhabiri arka­ daşımız Yücel Hacaloğlu. DEVLET - S a y ı : 252 - 2 EYLÜL 1974 - S a y f a : 5 MHP Genel idare Kurulu : Kıbrıs için her fedakârlığı göze aldığımızı dünyaya ilân etmeliyiz Milliyetçi Hareket Partisi Genel İda­ re kurula, 26 Ağustos 1974 günü başla­ yan ve 2 gün devam eden toplantısın­ da Kıbrıs olaylarını görüşmüştür. Top­ lantılardan sonra yayınlanan bildiride Kıbrıs'ın Türkiye için önemi belirtil­ mekte ve bu milli mesele için her fe­ dakârlığın göze alınması istenmekte­ dir. Ayrıca MHP, askerî ve diplomatik alanda acilen alınması gereken tedbir­ leri de belirtmekte ve Kıbrıs'ı terketmiş Türklerin adaya dönmesinin sağ­ lanmasını istemektedir. MHP bildirisi aynen şöyledir : «Kıbrıs'taki tarihî ve millî haklarımı­ zın kazanılmasını Türklüğün varlık dâ­ vası olarak görüyoruz. Türklüğün var­ lığının son bağımsız Anadolu Türk Devletinin her türlü düşmanca niyet­ lerden korunmasıyla ayakta kalabilece ği inancı içindeyiz. Kıbrıs'sız Türkiye'­ yi düşünmek mümkün değildir. Türki­ ye denize açılan batı ve güney sınır­ ları boyunca mütecaviz komşusu Yuna­ nistan tarafından abluka altına alın­ mak istenmektedir. Böylece Akdeniz ve Ege Deniziyle irtibatı kesilen Ana­ dolu yarımadası stratejik ve jeopoli­ tik önemini kaybedecektir. Coğrafya­ dan doğan kozlarını kaybeden Türkiye' nin mütecavizlere karşı toprak bütün­ lüğünü dahi koruması son derece güç­ leşecektir. O halde 400 yıl süreyle vatan yap­ tığımız Kıbrıs'ın kazanılması için her bedeli ödemeğe, her fedakârlığa kat­ lanmağa millet ve devlet olarak hazır bulunduğumuz başta Yunanistan olmak üzere bütün dünyaya ilân edilmelidir. YUNANİSTAN TOPYEKÛN SAVAŞA HAZIRLANIYOR Kıbrıs meselesi bugün çok nazik bir duruma sürüklenmiş bulunmaktadır. Topraklarını büyütme hırsı peşinde ko­ şan Yunanistan, adadaki Türk hakla­ rının verilmesi konusundaki bütün is­ teklerimize karşı çıkmakla gerçek ni­ yetini ortaya koymaktadır. Nitekim Yu nanistan Başbakanı Karamanlis verdi­ ği beyanatta, «Hayatımı Kıbrıs'ın ilha ki dâvasına adadım» demekte mahzur görmemiştir. Buna ilâve olarak Yuna­ nistan'ın Türkiye ile harp halinde ol­ duğu ve bunun gereği olarak gerillâ savaşının yapılacağı resmen ilân edil­ miştir. Aldığımız haberlere göre ha­ len Kıbrıs'ta ve Batı Trakya'da yaşa­ yanlar barbarca katledilmektedirler. An laşılan, hedefine ulaşmak isteyen sal­ dırgan Yunanistan, zamana ihtiyaç duymaktadır. Gerillâ savaşını sürdür­ mek suretiyle ihtiyacı olan zamanı ka­ zanacağını hesap etmektedir. Alınan haberlere ve açıklanan resmî tebliğle­ re göre, bugün Yunanistan askerî ve diplomatik plânda hızlı bir faaliyete başlamıştır. Yunanistan'ın bu tutumun dan anlayabileceğimiz tek husus şu­ dur : Yunanistan adanın tamamını ken di topraklarına katmak gayesiyle Tür­ kiye ile topyekûn savaşa hazırlanmak­ tadır. Bugün askerî güç ve dünya ka­ mu oyu bakımından kendini yeterli görmemektedir. Böyle bir tehlikeli tu­ tumdan vazgeçirilemeyenlere karşı alı­ nacak tedbirlerin gerekçesi ve şekli açıktır. Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'da kuvvet dengesini ve barışı korumak; müttefiklerimiz ve memleketimiz açı­ sından daha vahim durumların doğma­ sını önlemek gayesiyle bazı âcil ted­ birlerin alınmasına zaruret vardır. Bunlar : ACİL TEDBİRLER ALINMALI 1 — Askerî tedbirler : Adadaki kat­ liama son vermek ve Yunanistan'ın va­ him neticeler verebilecek saldırısını önlemek, Şimdiden Kıbrıs'ın tamamının kont­ rol altına alınması; gerekli askerî ha­ rekâtın başlatılması. Ordumuzun en modern silâhlarla donatılması için dost ve müttefik devletlerle müzakerelere girişilmesi, Türk ordusunun yüksek bir caydırıcı güce sahip kılınması. 2 — Diplomatik tedbirler : Toprakla­ rını büyütmek hevesinden, Birinci Dün ya Savaşından bu yana vazgeçmeyen Yunanistan daima saldırgan durumda bulunduğundan bölgedeki barışı ve kuvvetler dengesini bozmak temayülü göstermektedir. Dost ve müttefikleri­ mizle karşılıklı olarak Kıbrıs meselesi ele alınmalı ve tarafların endişelerini giderici anlaşmalara varılmalıdır. İkili görüşmeler halinde yürütülmesi gere­ ken diplomatik faaliyetlerin gerçekler­ den ayrılmadan düzenlenmesinde zaru­ ret vardır. Çağımızın gerçekleriyle bağdaşmayan romantizmle hiçbir neti ce alınamayacağı gözden uzak tutul­ mamalıdır. 3 — Dünya kamu oyunu gerçekler istikametinde aydınlatıcı geniş, şümul lü ve sürekli propoganda yapmak. Her türlü kitle yayın araçlarından; (sirema, televizyon, kitap, gazete, broşür gibi) faydalanılarak bütün ana diller­ de Kıbrıs dâvası dünyaya anlatılmalı dır. Diplomatik anlaşmalardan sonra bu faaliyetlerin yürütülmesi son dere­ ce kolaylaşacaktır. 4 — Nüfus politikası : Rumların te­ cavüzlerine dayanamayıp Adayı terket mek zorunda kalan ve çeşitli ülkelere dağılan Kıbrıs'tı Türklerin tekrar ken di vatanlarına dönebilecekleri ilân edil meli, hattâ hükümet bunu gerçekleş tirmek için tedbirlere süratle girişme lidir. FEDERASYON GÖRÜŞÜ GÖZDEN GEÇİRİLMELİ Bu tedbirler vakit geçirilmeden sü­ ratle alınmalıdır. Hiçbir tarihi ve coğ­ rafi hakkı bulunmadığı halde Kıbrıs'­ ın tamamı peşinde koşan Yunanistan'a karşı Türk hükümetinin tezi olan coğ­ rafi esasa bağlı federasyon formülü tekrar gözden geçirilmelidir. MHP'li milletvekillerinin Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada «MSP'nin himmeti ve bü­ yük gayretiyle» îmam - Hatip Okulla rının orta kısımlarının tekrar öğreni­ me başlayacağını büyük bir tantana ile seçmenlerine ve halka övünme ve­ silesi yaparak söylemişti. Halbuki işin gerçek yüzü hiç de böyle değildir. Erbakan'ın iddialarının aksine, İmam Hatip Okullarının orta kısmı kapatıl- kanun teklifi Millî Savunma Sanayii Yatırım Kurumu kurulmalıdır Milliyetçi Hareket Partisine mensup üç milletvekili 28 Ağustos 1974 günü Millet Meclisi Başkanlığına bir kanun teklifi vermişler ve Millî Savunma Sanayii Yatırım Kurumu adıyla bir kurumun kurulmasını istemişlerdir. MHP Genel Başkanı ile MHP Ankara Milletvekili Genel Sekreter Mustafa Kemal Erkovan ve MHP Yozgat Mil­ letvekili, Genel Sekreter Yardımcısı Ali Fuat Eyüboğlu'nun imzasını taşı­ yan kanun teklifinin 1. maddesinde, kurulması istenen kurumun gayesi şöy­ le açıklanmaktadır : «Çağdaş savaşların, ileri teknoloji gerektiren, erkek - kadın bütün top­ lum fertlerini hedef alan, gerektiğinde kadınların da muharip olmalarını mec­ buri kılan savaşlar olduğu dikkate alınarak kadınların askerlik mükellefiye tine bedel ödeyerek katılmaları ve bedel lerin sadece savaş endüstrisinin kurul­ masında değerlendirilmesi öngörülmüş­ tür.» Teklife göre kadınlar evli, bekâr ve dul tefrik edilmeksizin Bağ - Kur, SSK ve Emekli Sandığı kanunlarına göre Sosyal güvenlik primi ödedikleri süre­ ce işe girişlerinden itibaren 5 yıl (alt­ mış ay) süre ile Millî Savunma Sana­ yii primi ödeyeceklerdir. Ancak emek­ li oldukları veya işten ayrıldıkları tak- İmam Hatip Okullarının orta kısmı yeniden açılıyor,, iddiası seçmenlere hoş görünmek gayesini güdüyor Son günlerde Kıbrıs konusunun ön plâna geçmesi sebebiyle bazı gelişme­ ler Türk kamuoyunda gereğince anla şılmamakta, siyasî iktidar yetkililerinin bazı karar ve icraatlarının tam değer­ lendirmesinin yapılamaması dolayısıy­ la bazı konular halka yanlış intikal et­ tirilmektedir. Bu vesileyle Türkler arasında başgösteren yiyecek sıkıntısının giderilme si konusundaki düşüncelerimizi de açıklanıakta fayda görüyoruz. Kısa va­ dede, Türklerin ihtiyacı karşılanıncaya kadar, Rumlara yiyecek yardımı yapılmaması. Uzun vadede, Türkiye'­ den taşıma yoluyla Kıbrıs'lı Türklerin ihtiyacı karşılanamayacağı için, Kıb­ rıs topraklarının üretime açılması ga­ yesiyle gerekli yatırımcı tedbirlerin alınmasına zaruret vardır. Tarım kesi­ minde yapılacak faaliyet Kıbrıs'ın yi­ yecek ihtiyacını karşılayabilecek du­ rumdadır.» malarından önceki haliyle açılmamıştır. Bu iddiamızı doğrulayan bazı vesika­ lar ve icraattan kısaca bahsetmeyi ye­ rinde buluyoruz. 5 Ağustos 1974 tarihli ve 243.0/5986 sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Din Eği­ timi Genel Müdürlüğü başlığı altında Din Eğitimi Genel Müdürü Mustafa Çinkılıç'm valiliklere gönderdiği bir tamimi inceleyecek olursak Erbakan'ın açıldığını iddia ettiği İmam - Hatip Okullarının orta kısmı hakkındaki mev zuat lıalckında bilgi sahibi oluruz. Tamimden anlaşıldığına göre 9. Millî Eğitim Şûrasının 22 ve 91 numaralı ka­ rarlarına göre «Aynı ortaokul prog­ ramı ye haftalık ders dağıtım çizel­ gesinin genel meslekî ve teknik ortaöğretim okullarının bünyelerindeki okul- dirde prim ödeme mükellefiyetleri kal­ kacak, işe yeniden girdikleri takdirde mükellefiyet kaldığı yerden devam ede­ cektir. Kanun teklifine göre maaş mik tarına göre kesilecek prim % 3 ile % 6 arasında değişecektir. Kanun teklifi­ nin 4. maddesine göre toplanan meb­ lağlar savaş sanayilerinin kurulmasın­ da kullanılabilecek hiçbir şekilde üre­ tim faaliyeti giderlerinde ve cari har­ camaların finansmanında kullanılama­ yacaktır. 5. maddeye göre savaş sa­ nayiinin kapsamına her türlü gemi, uçak, ağır elektronik elektromekanik araç, muhabere araçları imalatı gir­ mektedir. Kanun teklifine göre Kurum; bu konudaki yatırımları plânlayacak ve yürütecektir. Kanunun yayın tari­ hinden 3 ay içinde kurum kurularak faaliyete geçecektir. Ayrıca kurum teknik personel, kalifiye eleman ihti­ yacını karşılamak için her türlü fa­ külte, meslek okulu ve çırak okulları açmak yetkisine sahip kılanacaktır. Ka nunun geçici 1. maddesine göre bu ka­ nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay zarfında Türk Hava, Deniz ve Kara Kuvvetleri vakıflarında toplanan meblâğlar ve onlarla ilgili kanunî kay­ naklar kuruma devredilecektir. MHP Genel Başkanı ve milletvekille rinin imzaladığı teklif Millet Meclisi Başkanlığına verilmiştir. larda da aynen uygulanacağı; bu okullarda seçmeli dersler yerine • ikinci devrelerin amaçlarına ve özelliklerine uygun olarak meslek derslerinin okutulacağı» karar altına alınmıştır. Bilindiği gibi 9. Millî Eğitim Şûrası, ortaokullarda seçmeli ders sistemini ge­ tirmiştir. Buna göre ortaokul dersleri dışında, ortaokuldan sonra öğrencinin gitmeyi düşündüğü meslekî ve teknik liseye göre öğrenci gideceği bu okul­ lara hazırlıklı olması için haftada 8 saat meslekî ders okuyacaktır. Alınan kararın kısaca tefsirinden bu netice çıkmaktadır. Ortaokuldan sonra gidile cek meslekî okullar arasında İmam Hatip Okullarının 2. kısmı da bulun­ maktadır. Ortaokulu bitirince İmam Hatip Lisesine gitmek isteyen bir öğ­ renci ortaokulda İmam - Hatip Lisesi­ ne hazırlık olmak üzere haftada 8 saat din dersi, 9 saat Kur'an - Kerim, 9 saat da Arapça okuyacaktır. İşin asıl önemli tarafı bu dersleri okuyarak or­ taokulu bitiren öğrenci kanunî bakım­ dan «İmam - Hatip Okulu mezunu» de­ ğil, ortaokul mezunu sayılacaktır. İşte Erbakan'ın açıldığını iddia etti­ ği İmam - Hatip Okullarının birinci devresi bu niteliktedir ve mezunlarına «İmam - Hatip Okulu» mezunu statüsü bile tanımayacaktır. rnıınnınHnftfifiıiNuııtıiHiHiiiııiHimııtfml Ö Z L E Y İ Ş Kıbrıs'taki yer isimleri üzeıibir inceleme: ~ Nato öncesinde dünya ve Türkiye . = H İ E y S E s 5 s §? li | | § y f İ 1 y I | 3. p E E | E | | § I F P 1 | | | I | | 1 I I 1 y I | ö § I | I = | p | Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1923 yılını takiben Türkiye'nin güvenliğini sağlamak üzere, milletlerarası bir askeri, iktisadî, siyasî bir ittifakm kurulmasını gerektiren şartlar doğmamıştı. Sovyet Rusya kendi sınırları içine aldığı mil­ letleri hazımla ve komünizmi baskıyle, tedhişle yerleştirmeğe uğraşıyor, öldürmeler ve komünizm felâketiyle ölümler, açlık, yoksulluk Rusya'yı kap I iyon! ıı. Sovyet Rusya, henüz kızıl emperyalizmin vahşî dişleri arasına komşularını almak için, vak­ tin gelmediğini biliyordu. Bu sebeple ve henüz nükleer silâhlar bilinmediği için, Batı Avrupa ve Türkiye üzerine ağır bir baskı yapamıyordu. Arap memleketlerinde de henüz ağır bir etkisi yoktu. Henüz İsrail devleti kurulmadığından, Ortadoğu da menfaatler, ihtiraslar fazla göze çarpmıyordu. Yalnız petrol sahalarının çoğu Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa v.b. tekelinde ve sömürmesiııdeydi. Türkiye için ne Batı ve ne de Doğu'dan gelecek açık ve kesin bir tehlike o si­ ralarda fazla mevcut değildi. Bu hal İkinci Cihan Savaşına kadar sürdü, İkinci Cihan Savaşından az önce karşılıklı milletlerarası ittifaklar kendisini gösterdi. Türkiye her iki ittifaka karşı varlığım ve bağımsızlığını koruma çabasındaydı. Başta emperyalist devletler, Amerika Birleşik Devletleri, İngiliz İmparatorluğu, Sovyet Rusya, sömürgeci Fransa v.b. karşısında Alman, İtalyan ve Japon emperyalizmi v.b. amansız bir boğuşmaya, kanlı bir savaşa girişmişlerdi. Nihayet A.B.D., Sovyet Rusya ve İngiliz İmparatorluğu savaşı kazanma yolunda ilerlerken, Dünyanın muhtelif bölgelerini, sömürülecek yerleri bölüşmek üzere görüşmelere başlamışlardı. Yalta'da bu nüfuz ve işgal ve sö­ mürme bölgeleri üzerinde ilk anlaşmayı yaptı 1ar. Böylece Sovyet Rusya, İkinci Cihan Savasinin galipleri arasında kalarak, hür, bağım­ sız yüz milyon nüfuslu, Avrupa milletlerini, Fin­ landiya'nın bir bölümünü, Letonya, Litvanya ve Estonya'yı (ilk başta ve daha önce) zaptetmişti. Boyunduruk altına giren Avrupa devletlerinin sayısı arttı. Güya batılı devletlerin (İngiltere, Fransa) nm Almanlara savaş açarak kurtarmağa koş tukiarı Polonya'yı Sovyet Rusya'ya teslim ettiler. Mmanyanııı bir kısmı, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan ve Romanya.. Bu kızıl çemberin içinde kaldı. Sovyet Rusya her yıl nüfuz ve işgal sahasını, Nazi ve Faşist emperyalistlerle yarışan bir dehşetle, hattâ onları geride bırakan bir vabsetle genişletti. Biz bunların tarihçesi üzerinde faz la duracak değiliz. Sözü Türkiye'ye getireceğiz. Türkiye ile Sovyet Rusya arasında 17 Eylül 1925 tarihinde imzalanan «Dostluk ve Saldırmazlık» antaşmalarını, tek taraflı olarak 19 Mart 1945 de fesheden komünist emperyalist Rusya, Türkiye'ye karşı düşmanlığını daha fazla gizlemeğe lüzum görmedi. Hani güya İstiklâl Savaşımızda yardım etmişlerdi? Türkiye'ye dosttular, Çarlık poinikası geride kalmıştı. Türkiye'nin başarılı bir İstiklâl mücadelesi içinde olduğunu gören Sovyet Rusya, bulanık suda balık avlamak hevesiyle, o da kendi cebinden çıkmadan Sovyet Rusya'daki Türk soydaşlarımızdan toplanan ve üstelik yarısı Moskova emrine alıkonan bir para yardımı vardı.. Batıdan o zamanlar tecrit edilen Sovyet Rusya, Türkiye'yi önce batı emperyalizmi karşısında destekler görünerek, onlarla anlaşma yapma başarısizliği karşısmdaydılar. Türkiye'yi komünistleştirmek üzere bir yandan kendi ajanlarını göndermiş1er, bir yandan bir komünist parti kurulmasını teşvik etmişlerdi. Bu muydu dostluk! Atatürk ve arkadaşları bütün Kızıl Rus oyunlarını zararsız hâle getirmeği başarmışlardı. IIIMI!l!imilll!lll!IIIUflil!lilllllllilt[!!llfinmn!tllllllil!ll!llt!ll(!!!ll!!!;i!!!!l!lin!!milUlllin!ISlf! Prof. Dr. Hikmet TANYU İkinci Cihan Savaşmda, Amerika ve mütte­ fiklerinin geniş yardımlarıyla kendisini toparlayıp, savaştan İkinci Cephe ve onların başkaca des­ tekleri sayesinde galip çıkan Sovyet Rusya mey­ danın kendisine kaldığını sanarak Türkiye'ye kar­ şı emellerini açıklamakta bir engel tanımadı. Tür­ kiye'den arazi ve üs isteklerinde bulundu (1945). Kars ve Ardahan'ı ilk istenen hedef yapmıştı. Montrö antlaşmasını da çiğneyerek boğazlardan üs istemişti. Fakat Türkiye, o zamanlar tek ba sına kaldığı halde büyük bir cesaretle karşı koy­ du. Çarlık emperyalizmiyle 13 savaş yapan Tür­ kiye, bu defa (Dünya insanlarına özgürlük ve emekçiye hak, barışçı insanlık !) yalanlarıyle or­ taya çıkan kızıl emperyalizme karşı, ilk defa «Hayır» diyen şanlı ve tarihine yakışır bir devlei oldu. Bir defa daha anlaşılmıştı ki, Çarlık Rusya emperyalizmi ile, komünist Rusya emperyalizmi arasındaki fark, komünist Suvyet emperyalizmi­ nin çok daha merhametsiz, çok daha kanlı ve vahşî, üstelik çok daha kurnaz ve yalancı olma­ sıydı. Türkiye, siyasî - coğrafya ve tarihî mevkii ba kımından çok önemli bir yerdeydi. Üstelik kızıl emperyalizmin pençesindeki tutsak Türklerin sayı sı 50 milyonun üzerinde idi. Sovyet Sömürgeler imparatorluğunun hedefi, son bağımsız Türk Dev­ letini kana bulanmış bir Sovyet sömürgesi haline getirmekti. Emperyalist Sovyetler, savaş içinde lâğvettik leri «Komintern» in yerine 1947 yılında «Komin form» u kurmuşlardı. Hedeflerinin ülkeler elde etmek, hür milletleri yutmak olduğunu apaçık be­ lirttiler. Kominform'un amacının, batılı demokra tik rejimleri çökertmek, onları yoketmek olduğu­ nu ve içten kışkırtmalarla, isyanlar, ihtilâller çı­ kartacaklarını övünerek söylüyorlardı. Gerçekten de Sovyet Rusya 1945 ten sonra bir taraftan sınıf çatışmalarını daha fazla kışkırtmış.. 1974 yılında Kıbrıs olaylarında desteklediği Yunanistan'ı, yıllarca önce bir iç savaşa sürükle­ mişti. Aynı işi 1968 -1971 yıllarında da Türkiye'de de yapmıştı. İran'da da bir ara kendisine uygun kukla bir hükümeti iktidara getirme çabasındaydı. Çekoslovakya ve Macaristan'ı kanlı bir baskı al­ tına almıştı. Truman doktrini 12 Mart 1947 de ilân edilerek, Türkiye ve Yunanistan'a 400 milyon dolar kadar bir yardım yapılarak savunmaları güçlendirilmek istenildi. 17 Mart 1948'de Sovyetlere karşı, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, «Brük­ sel» anlaşmasını imzaladılar. Sovyetlerin 250 milyonu aşan nüfusu ve dört milyonu bulan kara kuvvetleri - 200 tümen - ve bunun yanında zoraki uydu sömürgelerden çıkarı­ lan 60 tümen ve 250 si atom enerjisiyle işleyen 400 den fazla denizaltı, ve yüzlerce savaş gemileri, 12.000'i aşan savaş uçağı ve peyk memleketlerden katılan 2.000 uçak, binlerce, ağır nükleer başlık­ larla teçhiz edilmiş orta ve uzun menzilli güdümlü mermiler karşısında, yalnız Türkiye değil, her hür, bağımsız kalmak isteyen millet elbirliği ile tedbir almak ihtiyacı içindeydi. Yarı Avrupa'nın, Akde­ niz'in, Ortadoğu'nun ve Türkiye'nin hatta Ame­ rika Birleşik Devletleri'nin güvenliği bile büyük bir örgütün savunma ve savaş birliğinin kurulmasiyle mümkün olabilirdi. Türkiye de kendi millî, insanî güvenliğini sağlamağa ve şerefle, insan hak ve hürriyetlerini koruyarak yaşamağa azimli idi. Önümüzdeki yazımızda NATO'nun kuruluşu ve Türkiye'nin NATO içinde nasıl hareket etmesi ge­ rektiği üzerinde duracağız. Kıbrıs, bir parsıdır Doç. Dr. Mdet ERÖZ 16 Ağustos 1974 Cuma günü, kahraman Türk Ordusu, şanlı atası «Attilâ» nın ismini vererek plânladığı «Attilâ Hattı» nı, Yunanlı'nın ve Rumun anladığı dil olan silâhla çizerek, Kıbrıs'ın ku­ zeyini aldı. yeni bir zafer daha kazandı ve Kıb­ rıs Türklerini kurtardı. 1571 yılında Magosa'ya giren Türk kumandanı, «Lala Mustafa Paşa» ol­ muştu. 1974 yılında Magosa'ya giren Türk ku mandanı, «Osman Fazıl Polat Paşa» olmuştur. Dörtyüz yıl sonra Türk askeri Magosa'ya girer­ ken, eskisinden farklı olarak, Magosa Kalesi'nde bir aydır mahsur durumda kalan, yiyecek ikma­ li yapmaktan mahrum, fakat kendisini yiğitçe sa vunan 13.000 Kıbrıs Türk'ünün sevinç gözyaşları içinde karşılandı. Kale duvarlarından Türk bayrak­ ları sallanıyor, Türk askerinin üzerine çiçek ya­ ğıyordu. Kıbrıs'ın kuzeyi ikinci defa fethedilmiş­ ti. Birinci fetihte, Türkiye'den Türk cemaatleri­ nin getirilip, Kıbrıs'a yerleştirilmesi söz konusu idi. Bu sefer, esasen Kıbrıs'ta oturan Türk'leri, Attilâ Hattı'nin kuzeyinde kalan yerleşme bölge­ lerine bir plân dahilinde, akıllıca yerleştirmek ge­ rekiyor. Magosa, Serdarlı Sancağı, Lefkoşe, Girne, Lefke Türkleri, zaten yerli yerinde kalacaklar. Lârnaka, Limasol ve Baf Türklerini de buralara getirmek, iktisadî hayatı canlandırmak ve Türk cemaatine refah ve mutluluk getirmek, bu iskân siyasetinin gayesini teşkil edecektir. Bunun da başarılacağından emin bulunuyoruz. Biz bu ma­ kalemizde, dört asır önceki Kıbrıs fethinden son­ ra takip edilen iskân siyasetinden bahsedeceğiz. 1571'DEN SONRA KIBRIS'A TÜRKLERİN YERLEŞTİRİLMESİ Osmanlı Türk Devleti, çok yüksek bir iskân siyaseti takip etmiş, fethettiği yerlere Türk nü­ fusu sevkederek, oraları Türkleştirmiştir. Rumeli'­ de; yolların, geçitlerin, derbentlerin emniyetini sağlamak, yeni köyler kasabalar kurulmasını te­ min etmek, alman yeni toprakları şenlendirmek, ordunun arkadan vurulmasını önlemek gibi düşün çelerle, Anadolu'dan çok kalabalık sayıda Yörük Türkmen oymakları getirilip, yerleştirildi. Bu sa­ yede, Rumeli, Türk diyarı olmuştu. Aynı iskân si­ yasetini Kıbrıs'ta da tatbik eden Osmanlı Dev leti, oraya da Türk göçebelerini gönderiyordu. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş oluyordu. Bir yandan, yerleşik halka huzur vermeyen Yörük'ler­ den kurtulunmuş oluyor, diğer yandan bu Yörük­ ler, Kıbrıs'ı Türk yapıyorlardı. Türk askerlerin­ den başka, çadırları ve sürüleri ile buralara sü­ rülen göçebe Türkler. Kıbrıs'ın çehresini değiş­ tirmişlerdi. Çoğu göçebeliği bırakıp, köyler, kasa­ balar kuruyorlardı. Kıbrıs'ın birçok yeri, taşıyla toprağıyla Türk olmuştu. Bu sürgünlerden biri, 1708 yılında olmuştur. İçel, Antalya taraflarındaki köyler halkını, ekin­ lerini, ağaçlarını, koyun ve keçileri ile harap et­ tikleri ve zararlara ve kavgalara sebep oldukları için, birçok Yörük oymağının Kıbrıs'a sürülmele­ rine ferman çıkmış, emre itaatsizlik ettikleri tak dirde, «katillerinin caiz olduğuna» dair, Şeyhülis lâm Abdullah Ei'endi'den bir de fetva alınmıştır. Adı geçen fetvada, «Taifei mezbureyi ahiz ve serlerini def ve Kıbrıs ceziresine iskâna me'mur olan Zeyd Vali taifei mezbureyi ahz ve Kıbrıs ce­ ziresine iskân murad itdikde mezburlar şer'i şe­ rife ve emri sultanîye itaat itmeyüb muharebe sadedinde olsalar emri veliyyül emr ile taifei mezbure ile mukatele idüb serlerini def içün kat­ letmek caiz» olduğu belirtiliyordu. Bunun üzerine Yörükler, Antalya'dan gemilere bindirildi. Yolda, bir kısmı gemi kaptanlarını öldürüp kaçtılar. Bir kısmı da, adaya geldikten sonra, Aydın, Mente­ şe, Saruhan ve Kütahya taraflarına kaçarak ora­ lara dağıldılar. İki yıl sonra, 1710 da, çeşitli bas­ kı ve tehditlerden sonra, ziraat ve hayvancılıkla uğraşmak, kendi hallerinde oturmak şartiyle af­ folundular. Bir kısmı iskânı kabul ederek, köyler kurdu ve ziraate başladı, bir kısmı da göçebeliğe devam ederek hayvancılık ve dağlarda odun kes­ mekle uğraştılar (1). Hayvancılıkla uğraşanlara, gene «Yörük», odunculukla uğraşanlara «Tahta­ cı» denildi. Ege ve Akdeniz dağ eteklerinde bu­ gün bile aynı mesleği yürüten «Tahtacılar», Ki zılbaş Türkmenlerdir. Demek ki, Türk göçebeleri­ nin bir kolu böylece Kıbrıs'a gidip yerleşmiş, di­ ğer kolu Türkiye'de kalmıştır. Bu iskân ve sür­ gün hareketinin, diğer bir misalini Silifke Lima­ nından (Taşucu'ndan) yapılan sefer teşkil etmek­ tedir (2). Osmanlı arşiv vesikalarında, bu iskân faaliyetine dair pek çok vesika olduğu bilinmek­ tedir. Yukarıdaki bir iki misâl, bu konuda bir fi­ kir vermek için nakledilmiştir. KIBRIS'TA YER ADLARI (3) Yer adları, iskânla, yerleşme ile sıkı sıkıya ilgilidir. Bir toprağa yerleşen insanlar, kültürle­ rine göre, oraları isimlendirirler. Bu hususta Türk ler çok hassas ve ileridir. En ufak bir arazi par­ çasını bile, bir coğrafyacı, bir haritacı gibi belli eder ve adlandırırlar. Köy ve kent isimlerinden başka, dağ, tepe, yayla, geçit, bel, belen, dere, ırmak, göl ve diğer arazi parçaları, Türklerin ha­ fızasında, şifahî bir harita gibi belirtilmiş ve kaydedilmiştir. Atalarımızın bu meziyet ve titiz­ liği bizde yok. Bizler, idarecilerimiz eliyle, bu güzelim isimleri birer birer kurban ediyor, köy adlarını rastgele değiştiriyoruz. Bunu çeşitli ya­ zılarımızda, misalleri ile açıkladık, yakındık. Kimsenin duyduğu yok. Kıbrıs'a yerleşen Türkler de, kurdukları köy­ lere ve bulundukları yerlere, Türk geleneğine gö­ re isim verdiler. Türk geleneğinde yer adı, şu kaidelere göre konur : 1 — Orta Asya, Azerbay­ can'daki bir yer adının, Anadolu ve Rumeli'deki bir yere konması, 2 — Ulus, uruk, boy ve oymak adının, yerleşilen köyün adı olarak kabul edilme­ si, 3 — Bir totem (ongun, töz) adının, yer adı ola­ rak kabulü, 4 — Yerleşme sırasındaki bir vak'anın, bir oluşun, köy adına tesiri, 5 — Yerleşilen arazi şekline göre isim verme. Kıbrıs'ta bu kaidelere uygun şekilde yer ve köy adlarının alınmış olduğunu, vereceğimiz bazı misâllerle gösterelim. Aydın'la Mersin arasından I sürülen Yörükler, buradaki yer adlarını ve kendi oymak adlarım, adadaki köy ve arazi parçaları­ na verdiler. Bunlardan bazılarını şöylece sırala­ yıp, açıklayabiliriz. Beşparmak Dağları. Aydın'la Muğla arasın­ da uzanan çok sarp dağlara, Beşparmak Dağları denir. Buraları çete savaşı için çok elverişlidir. Çakırcalı'nın ve diğer zeybeklerin yıllarca barın­ dığı yerler buraları idi. Son yıllarda, «Kır gerillâ­ cıları» ndan «Şafak Grubu» na mensup olanlar da buralarda saklanmıştı. Sıkı bir komando ha­ rekâtı ile ele geçirildiler ve bugün «Affı Şahane» ye mazhar oldular. Kıbrıs'a giden Türkler, Tür­ kiye'deki Beşparmak Dağları'na çok benzeyen dağlara da aynı adı verdiler. Son zamanlarda Rum çetecilerinin üssü olmuştu. Gene, yiğit ko­ mandolarımızın sıkı bir askerî harekâtı neticesin­ de, Türklerin eline geçti. Kızılbaş Bölgesi. TÖRE dergisinde geçen yıl veya daha önceki yıl yazdığımız bir makalede, Türklerde baş giyimine uyularak, oymak ve boy ismi alındığını göstermiştik. Kazaklar arasında «Kızılbörklü», «Konurbörklü» oymakları vardı. Ay­ rıca, Afganistan'da, İran'da ve Türkiye'de «Ak­ baş» ve «Kızılbaş» ismi alan oymak ve boylar olduğu bilinmektedir. Sonradan, Kızılbaş adı Alevî Türkmenlere verilmiştir. Kıbrıs'taki bu Kızılbaş Bölgesi, bu isimdeki Yörük oymağının yerleşme­ sinden ötürü konulmuş olabileceği gibi, Kızılbaş Türkmen oymaklarının yerleşmesinden de alınmış olabilir. Kızılbaş ismi Türkiye'de mânâsız bir kor­ ku havası yaratır, üzerinde konuşulması adetâ ta­ budur. Bunu başka makalelerimizde açıklığa ka­ vuşturmağa çalışacağız. nin değiştirilmesi iyi olmamış. Kıbrıs Türkleri, bunu belki de Rumca bir isim zannederek değiş­ tirmişler. Türkiye'deki idareciler ise, bundan mis­ li misli ihtiyatsız. Arayıp sormadan yüzlerce isimi değiştiriveriyorlar. Burdur'daki «Oğuzhan» ismini «Bucak» yapıveriyorlar. Burada saymağa imkân olmayan nice güzelim isimleri yok ediyorlar. Baf'a Bağlı Köyler : Yalya (Yayla), Kukla (Sakarya) köyleri. Kurtaka (Kurtağa). İkibin yıl önceki Orta As­ ya Türkleri, büyüğe, babaya «Aka» derlerdi. «Kurt» isimli bir oymak beyinin bu köyü kurmuş olması muhtemeldir. Lârnaka'ya Bağlı Köyler : Tatlısu, Terazi, Bahçalar, Mormenekşe köyle­ ri. Bu köylerin adı da, arazinin şekline, topra­ ğın biçimine, akarsulara göre alınmıştır. Girne'ye Bağlı Köyler : Ağıda (Ağıdağ), Kambilli (Hisarköy), Kömür­ cü. «Kam», eski Türklerde, Şamanizmde, din adamlarına verilen ad idi. Buradaki köyün adı­ nın onunla ilgisi olup olmadığını bilmiyoruz. Limasol'a Bağlı Köyler : Lefkoşe'ye Bağlı Köyler ; Çamlıköy. Çamlık bir malıdır. Burada verdiğimiz lerdir. (Rumca asıllı olup len köy isimlerini buraya arazide kurulmuş ol­ köy adları eski isim­ sonradan Türkçeleştirialmıyoruz.) Küçükkaymaklı. Türkiye'de «Kaymak, peynir, yağ, yün, ayran, süt» le anılan pek çok köy ve kent ismi vardır : Ayrancılar, Sütçüler, Yoğurtçu­ lar, Yağcılar, Peynirciler gibi. Adı geçen Yörük oymağının ihtisaslaştığı konuyu gösterse gerektir ve ona göre oymak isim almıştır. Oymak yerle­ şince, köye de aynı isim veriliyor. Burada da öyle olmuş. Ayrıca, Büyükkaymaklı da olacak. Dizdarköy, «Dizdar», Farsça «Kale muhafızı» demek imiş. Doğu Anadolu'da, Sultan Alparslan devrine soylarını çıkaran «Dizdaroğulları» var­ dır. Bu köyde de böyle bir gelenek bulunsa ge­ rektir. Beyköy. Anadolu'da, göçebeliği terkedince ve­ ya y a n göçebe haline gelince, boy (aşiret) bey­ lerinin oturduğu köye, «Beyköy» deniliyor. Dinar Türkmenleri arasında gezerken, böyle bir bey kö­ yüne rastladık. Onlar da aynı şeyi söylediler. Kıbrıs'taki «Beyköy» e de aynı şekilde yerleşil­ miş demektir. Gönyeli. (Yeni adı : Gönenli), Softalar (Yeni adı : Düzova), Hamitmandralar (Hamitköy). Bun­ larda da bir oymak adı, bir oymak beyinin adı, köy adı olarak alınmıştır. Lefke'ye Bağlı Köyler : Alevkaya. Arazi şekliyle ilgilidir. Gaziviran. «Ören» veya «Viran, veran», bir yerdeki eski eserleri, yıkık yerleri ifade eder. Böyle bir yerde köy kurulunca, köyün adı bu ke­ limelerle meydana gelir : Karacaören, Kızılcaören, Akören, Akviran, Belören v.s. gibi. Adı ge­ çen köyde de aynı geleneği buluyoruz. Buradaki «Gazi» ismi, bir savaşla ilgili olabileceği gibi, Gazi isimli bir şahsın adı ile ilgili olabilir. Magosa'ya Bağlı Köyler : Bahçalar, Kaleburnu, Kukla (Yeni adı : Köp­ rü), Sandallar. Bu köy adları da, arazinin şekli­ ne ve oymak isimlerine göre alınmış olmalı. Aytuna (Mersinli), Gilân (Ceylân), (Mutlukaya) köyleri. Muttakaya Son olarak üç köy üzerinde duracağız. Lefke civarındaki «Doğancı» Köyü, doğan kuşu ile ilgi­ lidir. Bu isimde pekçok Türkmen, Yörük oymağı biliniyor. Arapköy. Lefkoşe ile Magosa arasında bir köydür. Arap ırkı ile ilgisi yoktur, Türk köyü­ dür. Türkler, yağız çehreli insanlara «Arap» der­ ler. Takma ad olarak pek çok kimseye verilir. Bu isimle anılan şahısların oymak beyi olması halinde, Türk geleneğine göre, oymak aynı adı alır. Tarihî vesikalarda, bu isme rastlıyoruz. Balı­ kesir civarında oturan pekçok «Araplı» yörüğü vardı. Birinci Murad ve Yıldırım devrinde, Ru­ meli'nin iskânı sırasında bu Araplı'ların rolü bü­ yük oldu. Aşıkpaşazade Tarihi ve diğer Osmanlı tarihleri, bohur - buğur (çift hörgüçlü damızlık er­ kek deve, Türkistan'daki adı : Buğra) besleyen Araph Yörüklerinin, zorla kafileler halinde Ru meli'ye götürüldüklerinden ve Selanik tarafları ile, Bulgaristan'da Filibe taraflarına yerleştiril­ diklerinden bahsederler. Araplı Yörüklerinin bir kolu Ege'de kalmıştı. Bugün Aydın İlinde, on ka­ dar «Araplı» köyü vardır ki, isimleri değiştiril­ miştir. Tarihi vesikalarda, bu oymaklara mensup, şahısların, çok eski Türkçe isimler almış olduk­ larını görüyoruz. Adı geçen boy veya oymağın bir kolunun Kıbrıs'a yerleşmiş olduğu anlaşılıyor. Merhum Prof. Z. V. Togan, Özbekler arasında da bir «Araplı» oymağının olduğunu kaydeder. Çerkez. Limasol'a bağlıdır. «Çerkeş», bir Türk boyunun adıdır. Kıpçak Türklerinin Kü­ çük Yüz (Kiçicüz) koluna bağlı Bayulu (Baycğlu) tâbi boylardan birinin adı, «Çerkeş» tir (4). Gerçekten, Kıpçak Türklerinden olan Kırım Ta­ tarlarının, Kırım'da, Bahçesaray'da kurmuş ol­ dukları köylerden birinin adı da «Çerkez» dir. Türkçe konuşan Kuman - Kıpçak, Peçenek Türk­ leri tarafından kurulmuştur. Anadolu'da da, «Çer kez» isimli Türk köyleri vardır. Vamberi, Batı Türkistan'da, Yomut Türkmenleri'nin beyi olan «Kolçak Han» in kardeşinin adının «Çerkeş Bey» olduğunu söyler (5). Demek ki, Batı Anadolu'da bulunan Türkmen oymakları arasında bir oyma­ ğın adı«Çerkez» idi ve Kıbrıs'ta bir köy kurdu. Gömeç. Yörükler, . balın peteğine «Gömeç» derler. Petekli bal yerine de gömeçli bal derler. Bu köyün adı da, bu hususla ilgili olabilir. Kıbrıs'ta, Türklerin dere, ırmak, göl gibi isimler dikkatle tesbit çekici neticeler alınır. ra mümkün olabilir. oturduğu bölgelerde, dağ, arazi parçalarına verilen edilmiş olsa, çok dikkat Bu da artık bundan son­ Sinde (Yeni adı : İnönü). «Sinde», «Sinde!» in bozulmuş şekli olmalı. «Sindel», bir Türkmen oy­ mağının adıdır. Kayseri'nin Pazarören Kazasında yerleşen Avşarlar'm bir oymağının «Sindel» idi ve «Sindelhöyük Köyü» nü kurdular. Biz bu köye gittik. Bergama'nın, Yörük köylerinden birinin adı da «Sindel» dir. Bir araştırmaya konu ol muş, fakat araştırıcı ismin nereden olduğunu bil­ meksizin konuyu işlemiş, Yörük oymağının adı olduğunu anlayamamıştır. Galiba Fehmi Aksu'­ nun «İsparta İli Yer Adlan» isimli kıymetli ese­ rinde, Yörük - Türkmen oymakları arasında, «Sin del» de sayılmaktadır. Bu bakımdan bu köy adi­ (1) Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, İs­ tanbul, 1930, sf. IX ve 145. (2) Prof. Ö. L. Barkan, «Osmanlı İmparatorlu­ ğunda..», İktisat Fakültesi Mecmuası, c. , 11, sf. 551 - 52. (3) Öğrencilerimizden Kıbrıs'lı Şirin Hayrettin ve Necmi Mehmet'in hazırladığı vazifeden ve büyük bir Kıbrıs haritasından faydalanıyoruz. (4) Prof. Abdülkadir İnan. Makaleler ve İncele­ meler, Ankara, 1968, sf. 4 - 5 . (5) Vambery, Travels in Central Asia, London, 1864. sf. 79. DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa : 8 Kıbrıs olaylarının başından beri açıkça Yunanistan'ı destekleyen Rus teklifinin adeta kabul edilmesi hayretle karşılandı Türkiye'nin Kıbrıs harekâtı sırasın­ da, açıkça Yunanistan'ı desteklemediği için Amerika'ya cephe alarak Rusya ile birlikte hareket etmeye başlayan Yunanistan, adada Türkiye ile savaşa devam edileceğini açıklarken, Rusya'­ nın Kıbrıs konusunda ileri sürdüğü tek lif Türkiye tarafından cevaplandırıl­ mıştır. Bilindiği gibi Rusya ilân ettiği teklifinde, Kıbrıs görüşmelerinin «Dar NATO çerçevesinden kurtarılarak BM Güvenlik Konseyi üyeleri ile 3 garan­ tör devletin katılmasıyla düzenlenecek bir konferansta görüşülmesini» iste­ mektedir. Rusya'nın bu teklifine Ame­ rika ve İngiltere karşı çıkmış menfaat­ lerine uygun olduğu için Yunanistan kabul etmiştir. Türkiye bu teklifi ara­ dan geçen bir kaç günün sonunda ni­ hayet cevaplandırmış ve «Rusya'nın teklifini ihtiyatla karşıladığını» açık­ lamıştır. Türk hükümetinin, Rusya'nın teklifi­ ni cevaplandırırken Rusya'nın «Kıb­ rıs'ın NATO'ya ilhak edileceği» yolun­ daki endişelerini gidermeye çalıştığı dikkati çekmiştir. Türk görüşünde bu konuya şöyle temas edilmektedir : «Eğer Kıbrıs'ın bir bölümü veya tümü bu ittifakın üyesi bir ülkeye ilhak edilmiş olsa idi o zaman Kıbrıs'ın NATO ortak güvenlik sistemine katılma sı ihtimali ortaya çıkabilirdi ve Tür­ kiye geçmişte olduğu gibi böyle bir il­ hakı önlemeye kararlıdır. Türkiye'nin Yunanistan'ın «Enosis» idealini veya Kıbrıs'ın taksimi ihtimaline karşı çı­ kışının başlıca nedenlerinden biri Kıb­ rıs'ın içişlerinde olduğu gibi dış ilişki­ lerinde de bağımsız kalması konusun­ daki hassasiyetidir. Aynı anlayış için­ dedir ki Türkiye Kıbrıs anlaşmazlığının başlangıcından beri Sovyetler Birliği'nde takınılan yapıcı tutumu şükranla karşılarken Kıbrıs sorununa çok sayıda devletin karıştırılması yolundaki Sov­ yet önerisini ihtiyatla karşılanmakta­ dır.» Yukardaki pasajda da görülmüş ola­ cağı gibi Türk hükümeti cevabında âdeta «Türkiye Kıbrıs konusunda siz­ den farklı düşünmüyor» demek iste­ mektedir. Cevapta devamlı olarak Rus görüşündeki gibi Kıbrıs'ın bağımsızlığı, hiçbir bloka bağlı olmaması, NATO hakimiyetine girmemesi konuları iş­ lenmekte ve bu konularda Rusya'nın görüşünden farklı sayılmayacak şekil­ de ifadeler kullanılmaktadır. Halbuki dünyada herkes bilmektedir ki Rus görüşü, Yunanistan'ı destekle yen Sovyetler Birliği'nin Yunanlılarla birlikte hazırladığı bir tekliftir ve Tür­ kiye'nin bu konuda insiyatifini azalt­ mak ve hattâ yok etmek gayesiyle ha­ zırlanmıştır. 3 Devletin katıldığı gö­ rüşmelerde . Türkiye'nin durumu ile Kıbrıs konusuyla hiçbir ilgisi bulun­ mayan 15 Güvenlik Konseyi üyesi dev­ letin katılacağı görüşmelerdeki Türki­ ye'nin durumu muhakkak ki değişik olacaktır. Güvenlik Konseyi'nden daha önce çıkmış olan Türkiye aleyhindeki karar da gözönüne alınırsa böyle bir toplantıda Yunanistan'ın menfaatleri­ nin korunacağı bellidir. Yunanistan ve Rusya'nın gayesi de zaten budur. RusYunan ortak teklifinde güdülen gaye­ ler bu olduğu halde Türkiye'nin bu gö­ rüşe en şiddetli red cevabını vermesi beklenirken İngiltere ve Amerika ka­ dar bile sert çıkış yapamaması ve muğlak ve silik bir red cevabı ver­ mesi hayretle karşılanmaktadır. Kıbrıs buhranının doğuşundan beri Türk düş­ manı bir politika takib eden Rusya'­ ya; ingiltere ve Fransa'ya gösterilen sert tepkinin gösterilmemesi tâbi ve korkak politika ile izah edilebilir. Sonra Türkiye'nin, Kıbrıs adasının NATO ittifakına katılmasına bu kadar ısrarlı şekilde karşı çıkmasının sebebi nedir? Bir devlet, kendisinin dahil bu­ lunduğu bir ittifaka güvenliği ile ya­ kından ilgili bir adanın katılmasını ni­ çin istemez? Türkiye'nin içinde bulun­ duğu NATO ittifakına Kıbrıs'ın da ka tılması Türkiye'nin işine gelir, Rusya'­ nın işine gelmez. Rusya'nın kendi mil­ lî menfaatleriye ilgili bu teklifinin Tür kiye'nin hararetle kabullenmesi de hayreti muciptir. İPEKÇİ'NİN YORUMU Öte yandan âdeta iktidarın akıl ho­ cası durumunda olan Ipekçigillerden Abdi İpekçi 29 Ağustos tarihli yazısın­ da yukardaki görüşlerimizi doğrula­ mak istercesine şunları söylemektedir : «Ama, Ankara'nın bu şekilde aldığı vaziyeti açıklarken ortaya koyduğu gerekçeler, Sovyetler Birliği'nin Kıbrıs için savunduğu - ya da savunur gö­ züktüğü - ilkelere dayanmaktadır. Türkiye, cevabi notasında Kıbrıs'ın bağımsız, bloksuz, tarafsız bir devlet niteliğini koruması görüş ve kararında bulunduğunu belirtmiştir. Enosis ve Taksim çözümlerine kesinlikle karşı çıktığını, NATO'nun Kıbrıs işine hiçbir şekilde karıştırılmaması gereğini savun duğunu bildirmiştir. Bunlar, tamamen Sovyet tezini yan­ sıtan ilkelerdir. Öyle sanıyoruz ki Moskova, Türkiye' nin cevabını okurken, bu belgede ken­ di savunduğu tezin Türkiye tarafından verilmiş sağlam güvencelerini bula­ cak, bir yandan da, Yunanistan'ın iç­ tenliği üzerinde düşünmek gereğini du­ yacaktır.» Görüldüğü gibi Türk Hükümetinin, Rusya'ya verdiği cevap, Rus görüşle­ rinin reddine taallûk etmeyip, görüşme lere katılacak devletlerin sayısı konu­ sundaki fikir ayrılığına dayanmaktadır. Netice olarak Türkiye'den bu konu­ da sert bir çıkış bekleyenler adeta hüs­ rana uğramışlardır. Türkiye'nin, açık­ ça Yunanistan'ı desteklediği ortada olan Rusya'ya karşı böyle millî konu­ larda böylesine cılız ve karanlık mahiyetli çıkışı Türk devleti açısından za­ rarlı olmuştur. ücii gençlik: paylaşanlar düşünsün Ülkücü gençliğin Kıbrıs olayları do layısıyla yurt çapında giriştiği faali­ yetlerin devam etmekte olduğu bildi­ rilmektedir. Gelen haberlere göre ül­ kücü dernekler yayınladıkları bildiriler ve tertipledikleri gecelerde Türk Mil­ letine Kıbrıs meselesinin önemini an­ latmakta ve Kıbrıs zaferini kutlamak­ tadırlar. Erzurum'a bağlı Ilıca Bucağında faaliyet göstermekte olan Ilıca Kültür Derneği Kıbrıs harekâtında şehit dü­ şenler için Çarşı Camiinde bir mevlid okutturmuştur. Kalabalık bir halk top­ luluğunun katıldığı mevlidden önce ay rica bir de bildiri halka dağıtılmıştır. Ilıca'lı ülkücüler, bildirilerinde özetle şöyle demektedirler : ANKARA'DAKİ ZAFER GECESİ «Türk gençliği olarak, «Nerede bir Türk varsa oraya» sözünü rehber edi­ nen Türk milliyetçileri olarak «Barış ve özgürlük» lâflarının, «Bağımsız Kıb rıs» tekliflerinin Türk milletinin hisleri­ ne tercüman olduğuna inanmıyoruz. Ne dost ve müttefik dediklerimizin, ne -:;^PBPS^^^^ Bu arada Kıbrıs ihtilâfının doğduğu günden beri Yunanistan'la arasındaki ilişkileri düzeltmeye başlayan Rusya'­ nın, Yunanistan'a kuzey sınırındaki Bulgar birliklerinin çekileceğine dair teminat verdiği bildirilmektedir. Bilin diği gibi Kıbrıs ihtilâfı doğduğu gün­ lerde Bulgaristan Yunan sınırına yığı­ nak yapmaya başlamıştı. Ancak Yuna­ nistan'ın NATO'dan çıkması ve Rusya ile münasebetlerini düzeltmesi sonunda bu birliklerin geri çekilmeye başladığı ifade edilmektedir. Bu arada komünist ülkelerin basını, Kıbrıs konusunda Tür kiye ve NATO aleyhinde yayınlar yap­ maktadırlar. Türkiye'nin Rus teklifine verdiği cevapta «Rusya'nın Kıbrıs ko­ nusundaki yapıcı tutumunu şükranla karşıladığını» bildirdiği günlerde ko­ münist âlemin Türkiye karşısında açıkça safını belli etmesi bu bloka mensup ülkeleıin ve bunların başında Rusya'nın tutumunun hiç de «Şükran­ la karşılanacak» biçimde olmadığını göstermektedir. Bu görüşümüzü kuv­ vetlendiren en son örnek komünist «Bizim Radyo» nun Kıbrıs konusunda­ ki yayınları olmaktadır. Bu radyo ya­ yınlarında devamlı olarak Türk birlik­ lerini «İşgal kuvvetleri» olarak nite­ lendirmekte, Türk kuvvetlerinin ada­ dan çekilmesi gerektiğini iddia etmek­ te, Yunanistan'ın NATO'dan ayrılma kararını desteklemektedir. asırlık düşmanlarımızın ne de kuvvetli­ nin istediğini yaptığı, mazlum milletle­ rin haklarını almaktan âciz Birleşmiş Milletlerin bize birşey verebileceğinin lâftan ibaret olduğunun bilinmesini is­ tiyoruz. Dünya sulhunu, dünya nimet­ lerini paylaşanlar düşünsün.» Dünya sulhunu dünya nimetlerini 26 Ağustos 1974 akşamı Ankara'da MHP Gençlik Kolları tarafından Ata­ türk Spor Salonunda «Kıbrıs Zafer Ge­ cesi» düzenlenmiştir. Binlerce Ankaralı'nın salonu doldurduğu gecede Kıbrıs zaferi ile ilgili şiirler okunmuş, halk türküleri, Türk sanat musikîsi ve Türk folklorunun en güzel örnekleri sunul­ muştur. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in de katıldığı ve binlerce ki­ şinin coşkun sevgi gösterileriyle karşı­ landığı gecede Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu «Malazgirt marşı» ve son ola­ rak yazdığı «Vuruşacağız» şiirlerini al­ kışlar arasında okumuştur. Ayrıca ge­ cede marşlar ve kahramanlık türkü­ leri söylenmiş, tarihî mehter takımının gösterileri büyük alâka ile takib edil­ miştir. Komünist blok karşımızda ! DİYARBAKIR'DA AŞIRI SOLCULAR HALKTAN ZOR KURTULDU Milliyetçi Hareket Partisi Diyarbakır Gençlik Kolu tarafından düzenlenen mevlid büyük bir kalabalık tarafından ilgiyle takib edilmiştir. Kıbrıs harekâ­ tında şehid düşen askerlerimizin, mü­ cahitlerimizin ve Kıbrıs'lı masum soy­ daşlarımızın ruhlarına ithaf edilen mev lidden sonra manâlı bir dua okunmuş tur. Halka ülkücü gençler tarafından dağıtılan «Mevlide davet» bildirisi aşı­ rı solcular tarafından yırtılmış, ancak bu birkaç kişi halk tarafından dövülmekten, ülkücü gençler tarafından kur­ tarılmışlardır. .^m*»*. M * > îdfcıfiSıffl* ADANA ÜLKÜ OCAĞI'NIN TELGRAFİ Gelen haberlere göre Adana Ülkü Ocağı 19 Ağustos 1974 günü İkinci Or­ du ve Sıkıyönetim Komutanı Örgene rai Suat Aktulga'ya bir telgraf çekmiş ve kahraman ordumuzun başarısını kutlamıştır. Adana Ülkü Ocağı Baş­ kanı Sabri Erdem imzasıyla çekilen telgraf şöyledir : «Sayın komutanım; Büyük zaferlerle dolu tarihimize bir yenisini daha ekleyen şanlı ordumuzun başarısını takdirle karşılar, yüksek ko­ mutanlık örneği deruhte ettiğiniz şahsı­ nızda, silâhlı kuvvetlerimize şükranla­ rımızı arz ederiz.» MHP Gençlik Kolunun Diyarbakır'da düzenlediği mevlidden den bir görünüş. önce camı- DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa : 9 Nihat Sami Banarlı'yı kaybettik Türk edebiyatının büyük simalarından, değerli edebiyatçı Nihat Sami Banarlı 13 Ağustos 1974 günü Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. 1907 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Nihat Sam iBanarlı, 1872 yılında İstiklâl Lisesini bitirmiş daha sonra öğreni­ mine Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı bölümün­ de devam ederek 1930 yılında mezun olmuştur. Meslek hayatı sırasında Edirne, İstanbul Kabataş ve Galatasaray Liselerinde öğretmenlik yapan Banarlı 1947 yılında İstanbul Eğitim Ensti­ tüsünde hocalık yapmaya başlamıştır. Yüksek İslâm Enstitüsü'nde de bir ara öğretmenlik yapan merhum Banarlı, bu arada yazarlık ve araştırmacılık faaliyetlerini de ihmal etmemiştir. Çeşitli dergi ve gazetelerde edebiyat konularında yazıları çıkan Nihat Sami Banarlı, kurucuları arasında bulunduğu Yah­ ya Kemal Enstitüsünün, vefatına kadar müdürlüğünü de yap­ mış bulunmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda Yahya Kemal'in 9 kita­ bını hazırlayarak yayınlayan Banarlı 1969 yılında Enstitüye bağlı olarak Kubbealtı Akademi Derneğini kurmuştur. 1971 yılında arkadaşlarıyla birlikte Kubbealtı Edebiyat Mecmuası isimli 3 aylık bir dergi çıkarmaya da başlayan merhum, de­ vamlı olarak Türk edebiyatının İçinde bulunduğu buhran ve kısırlık üzerinde durmuş, bu dergi çevresinde yeni bir akım yaratmaya gayret etmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş 26 Ağustos Ankara'da yapılan «Kıbrıs Zafer Gecesi» nde salona girerken. gecesi Türkeş: Yunanlıların vahşi saldırıları Türk milletinin iradesine çarparak parçalandı Milliyetçi Hareket Partisi Genel Baş­ kanı Alparslan Türkeş, 30 Ağustos Za­ fer Bayramı dolayısıyla basına yazılı bir beyanat vermiş, bu zaferin, Türk'e Anadolu kapılarını açan Malazgirt za­ feri gibi kesin sonuçlu olduğunu belirt­ miştir. Türkeş'in beyanatı şöyledir : Yurdumuzun saldırgan düşman kuv­ vetlerinden kurtuluşunu sağlayan 30 Ağustos Zaferinin 52. yıldönümünü kut lamaktayız. 52 yıl önce Yunan emper­ yalizminin, Anadolu'da Bizans İmpara­ torluğunu yeniden kurma hayalleriyle giriştiği vahşi, zalim saldırılar Türk Mileti'nin büyük iradesine çarparak pa ramparça olmuştu. Bugün, Kıbrıs'ta soydaşlarımıza yapıldığı gibi, o zaman da genç, ihtiyar, kadın, çoluk çocuk demeden masum insanlar en kanlı şe­ kilde yok edilmiş ve köyler, şehirler yakılmış, yıkılmıştır. Birinci Dünya Savaşından galip çık­ mış olan batılı devletlerin beslediği, do nattığı ve kışkırttığı Yunan sürüleri Türk Milletini yok etmek ve Türk va­ tanını sömürge yapmak için Ankara ön­ lerine kadar gelmişti. Fakat milletimi­ zin yetiştirdiği büyük komutan olan Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün komutasında milletimiz, ye­ ni bir şahlanış meydana koyup, bütün Türk Milleti kadınıyla, erkeğiyle ordulaşarak düşmana yıllarca süren geniş ve amansız bir savaş verdi. Bu savaş 30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar'da Başkomutanlık Meydan Savaşmda bü­ yük bir zaferle sona erdi. Bu zafer Anadolu'nun kapılarını Türk Milleti'ne açan Malazgirt Zaferi gibi kesin sonuç­ lu büyük bir zafer olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri bu zafer üze­ rinde kurulmuştur. Milletimiz Kıbrıs'ta giriştiği son Ha­ rekât ile de böyle büyük zaferler ka­ zanmaya her zaman yetenekli olduğu­ nu yeniden göstermiştir. Tarihimizin bu mutlu ve büyük Zafer Gününü, 30 Ağustos Zafer Bayramını bütün vatandaşlarımıza ve Silâhlı Kuv­ vetlerimize, Kıbrıs'taki soydaşlarımıza kutlarım, saygılar sunarım. Tanrı Türk'ü korusun!..» TÜRKEŞ'İN TELGRAFLARI Öte yandan MHP Genel Başkanı Tür­ keş, Zafer Bayramı dolayısıyla Cum­ hurbaşkanı , Korutürk, Genelkurmay Başkanı Sancar ve Kuvvet Komutanla­ rına da birer telgraf çekmiş ve kendi­ lerini kutlamıştır. Türkeş'in Cumhurbaşkanı Korutürk'e çektiği telgraf şöyledir : «Türkiye Cumhuriyeti Devletinin te­ mellerinin atılışını sağlayan 30 Ağus­ tos Zaferinin 52. yıldönümünü ve Bü­ yük Türk Milleti'nin Zafer Bayramını yüksek şahsınızda kutlar, saygılarımı sunarım.» MHP Genel Başkanı Alparslan Tür­ keş; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, Deniz Kuvvetleri Komu­ tanı Oramiral Hilmi Fırat, Hava Kuv­ vetleri Komutanı Orgeneral Emin Alpkaya ile Kara Kuvvetleri Komutanı Or general Eşref Akıncı'ya gönderdiği telg rafta da şöyle demektedir : «Büyük Türk Milleti'nin ve şanlı Türk Silâhlı Kuvvetlerinin, tarihimizde ka­ zandığı en büyük zaferlerden biri olan, 30 Ağustos Dumlupınar Zaferinin ve Zafer Bayramının 52. yıldönümünü yük­ sek şahsınızda kutlar, saygılarımı su­ narım.» Banarlı, bu çalışmaları sırasında 1940 yılından bu yana lise ve dengi okullarda halâ okutulmakta olan Metinlerle Türk Edebiyatı (1.2.3.) Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı (1.2.3.) Me­ tinlerle Edebî bilgiler ve Edebi Bilgiler isimli ders kitapları yazmıştır. Banarh'nım diğer eserlerinden bazıları da şunlar­ dır: Resimli Türk edebiyatı Tarihi, Yahya Kemal Enstitüsü mecmuası, Yahya Kemal Yaşarken ve Yahya Kemal'in Hatı­ raları. 70 yıla yaklaşan ömrü boyunca Türk edebiyatına büyük hizmetleri olan ve bütün imkânlarıyla Türk edebiyatının ge­ lişmesi ve içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarılması için ça­ lışan Banarlı'nın bu hizmetleri unutulmayacak ve merhum Banarlı Türk edebiyatında lâyık olduğu yeri alacaktır. Merhum Nihat Sami Banarlı'ya Tann'dan rahmet, yakınlarına ve ülkü arkadaşlarına baş sağlığı dileriz. "GERİLLA SAVAŞINI BAŞLATACAĞIZ,, DlYEN RUMLARA KARŞI SON SÖZ YİNE ORDUMUZA DÜŞÜYOR Türk birliklerinin Kıbrıs'ın bir bö­ lümünü hakimiyet altına almasından sonra diplomatik alanda durumlarının zayıfladığını ve eğer masa başına o turulursa Türkiye'nin eskisinden daha kuvvetli olacağını anlayan Yunanis­ tan'ın meseleyi oyalamakta olduğu ve konuyu Birleşmiş Milletler'e götürmek için çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu arada Yunanistan Başbakanı Karamanlis, Yunan halkına hitaben yap­ tığı bir konuşmada «Kendimi Enosise adadım» demiştir. Kıbrıs Rumlarının lideri Klerides'in de «Kıbrıs'ta gerillâ savaşını başlatacaklarını» ilân etmesi, Yunanlılar ve Kıbrıs Rumlarının bu konuda Türk hükümetinin gösterdiği «Barışçı» tutuma iltifat etmediklerini ve Yunanistan menfaatlerine aykırı bir çözümü, yani Enosis dışında bir hal tarzını reddettiklerini ortaya koymak­ tadır. Görüldüğü gibi Yunanistan hem za­ man kazanmak, hem de isteklerini Türkiye ve diğer ülkelere kabul ettir­ mek için kesif bir faaliyete başlamış bulunmaktadır. Karamanlis bir yandan meseleyi Birleşmiş Milletler Genel Ku­ ruluna götürmeye çalışmakta, böylece diplomatik bakımdan hazır hale getir­ diği Birleşmiş Milletler'den lehine bir karar çıkarmak istemekte, bir yandan da Enosis'in gerçekleşmesi için Kleri des'le birlikte Kıbrıs'ta Türkiye ile o lan savaşın devam ettirileceğini ilân etmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum liderinin açıklamalarından sonra, Kıb rıs'ta Rumlar arasında gerillâ savaş l a n için asker toplamaya başlanıldığı, toplanan Rumların dağlarda eğitime başladıkları öğrenilmektedir. Gelen haberlere göre Kıbrıs'ta Limasol başta olmak üzere bir çok yer­ de idare, EOKA'cılara geçmiş bulun­ makta, gerillâ savaşı için bütün ha­ zırlıkların ilerlemekte olduğu ve ya­ kın bir gelecekte Rumların Türk birDevamı : 11. de DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa : 10 Rumlar Türklere her kötülüğü yaparken Ecevit 'in romantizmi " Kabak t a d ı , , vermeğe başladı Kıbrıs'ta Rumların Türk birliklerinin hakimiyeti dışında kalan Türk bölge­ lerinde yaptığı zulüm ve katliamın bü­ tün şiddeti ile devam etmekte olduğu bildirilmektedir. Gelen haberlere göre yabancı ajans­ ların muhabirleri Türk birlikleri tara­ fından 2. harekâtta elde edilen bazı Türk köylerinde hiçbir insana rastlanamadı­ ğını bildirmektedirler. Gaziviran'da bir Türk Albayı, bu yerde 157 Türk'ün ka­ çan Rumlar tarafından rehine olarak götürüldüklerini ve akıbetleri hakkında bilgi alınamadığını söylemiştir. Ayrı­ ca Adanın doğusundaki Maratağa ve Sandallı köyleri halkının ortadan yok olduğu ifade edilmektedir. Bu iki köy­ de yaşayan 200 civarındaki Türk'ün ya Rumlar tarafından esir alındığı veya toplu halde katledildikleri ihtimali üze­ rinde durulmaktadır. Öte yandan Peristerona köyü yolun­ da bulunan 3 Türk köyünde bir tek canlının bile bulunmadığı, bu köyler ahalisinin de rehin olarak götürüldüğü veya toplu halde öldürüldükleri bildi­ rilmektedir. Bu arada bu köylerden bi­ rinde 30 Türk'ün bir çukura doldurul­ muş cesedi bulunmuştur. LARNAKA'DA KATLİAM ! Yine gelen haberlere göre Larnaka'ya bağlı Dohni köyünde Rumların 83 Türk'ü kurşuna dizerek bir çukura dol­ durdukları iddia edilmektedir. Fuat Hü şeyin isimli bir Türk gencinin bir Türk köyüne sığınarak anlattığına göre köy halkı Rumlar tarafından toplu halde Ayafila Palathia denilen mevkie götü rülmüşlerdir. Daha önce hazırlanmış çukurun başına getirilen Türklerin bu­ rada kurşunlanarak çukura doldurulduk larını anlatan genç, daha sonra bir buldozerle çukurun kapatıldığını söyle­ miştir. Verilen bilgiye göre Rumların elinde nalen 137 Türk köyü bulunmaktadır. Rumlar işgal ettikleri bu Türk köyle­ rindeki Türk ahaliyi toplama kampları­ na göndermektedirler. Rumların bütün sivilleri topladıkları ve kurulan kamp­ larda insanlık dışı muamelelere maruz bıraktıkları bildirilmektedir. Rumların ve Yunanlıların Türklere karşı giriştiği insanlık dışı bu hareket­ ler karşısında Türk askerleri elde edi­ len Rum köylerinde Rum halka büyük yardımlar yapmakta, Türk - Rum ayrı­ mı gözetmeden Kızılay ve Kızıl - Haç kanalıyla gelen yardımları bütün aha­ liye dağıtmaktadırlar. Rumlar tarafın­ dan Magosa'da Türklere ait bir su de­ posunun uçurulduğu haberleri gelirken, Türklerin susuz Rum köylerine tan­ kerlerle su taşıdıkları öğrenilmektedir. Türklerin çektiği ızdıraplar devam ederken, gazetelerde Rum işgalindeki bölgelerde Rumların yiyecek vermeme­ si dolayısıyla Türklerin açlıktan öldü­ ğü haberleri gelirken; Türkiye'nin Rum lara karşı uyguladığı bu muamele mil­ letimiz arasında «lüzumundan fazla in­ sancıl» olarak nitelendirilmekte pek hoş karşılanmamaktadır. Rum doktor­ larının tedavi etmemelerinden dolayı Türkler ölmekte, Türkler toplama kamplarında her türlü işkenceye ma­ ruz bırakılmakta, buna karşılık Türk hakimiyetine geçen Rum köylerini terkeden Rumlar rahatlığı duymuş olacak­ lar ki Rum idaresi altındaki yerleri bı­ rakarak Türk idaresindeki bölgelere geri dönmektedirler. Türk ordusunun hakimiyeti altındaki yerlerde Rumların bu derece rahat bir hayat sürmeleri ve kendilerine, Türklere yapılan muamele­ den farksız muamele yapılması düşma­ nın kahpeliği ve ahlâksızlığı yanında mânâsız kalmaktadır. Milletimiz, en az Rumlar Türklere iyi muamele edince­ ye, esirleri serbest bırakıncaya kadar Türk idarecilerinin Rumlara bugünkün­ den sert davranılmasını istemektedir. Bu, Rumlara işkence edilmesini, malla rınm yağma edilmesini, toplama kamp lan kurulmasını gerektirmemektedir. Türk Milleti zaten istese de Yunanlı ka dar alçalamaz. Bu, onun ırkî özelliğidir. Fakat Rumlar elindeki Türklerin selâ­ meti için bazı tedbirlere ihtiyaç oldu­ ğu da ortadadır. Soydaşlarımızı inim inim inleten tarihî düşmanlarımız bu icraatlarına pervasızca devam eder­ ken, Türk idaresindeki yerlerde yaşa­ yan ve diğer Rumlardan zihniyet iti­ barıyla hiçbir farkı olmayan Rumla­ rın, koz olarak ileri sürülmesi gerek­ mektedir. Ellerine fırsat geçtiği anda diğer Rum katillerinden hiç de aşağı kalmayacak olan bu kişilere tarih bo­ yunca yaptığımız iyiliğin hangisi takdir edilmiştir ki bu takdir edilsin? Bu se­ beple bu derece «Yumuşak» ve «Ba­ rışçıl» tutumlardan dolayı Yunan mil­ letinin yüzünün kızaracağına ve do­ layısıyla bizim lehimize bir netice ve receğine inanmıyoruz. Remzi Özçelik'le Bir Konuşma Baştarafı : 3. de Şairane konuşmalara gelince, o za­ manın dilini, belki bir parça olsun ve­ rebilirim kanaatiyle bu yola baş vur­ dum. ALTAYLI — Günümüz Türk tiyatro­ sunu özü ve biçimi ile nasıl buluyor­ sunuz? ÖZÇELİK — Günümüz Türk Tiyatro su'nun özü ve biçimi hakkında aslında çok şeyler söylenebilir. Andre Antoine' nin dediği dördüncü duvarı yıkan Türk Tiyatrosunu üzülerek belirteyim ki gö remiyorum. Bu dördüncü duvarda za­ man zaman açılan gedikleri hemen ka­ patılıyor. Bizce bu günün Türk Tiyatrosu eski­ ye nazaran fazla bir mesafe kat et­ miş değil. Devlet, şehir ve özel tiyat­ rolar tek elden idare edilir gibi bir görünüm içinde. Tiyatromuzdaki bu te kelci zümrenin yaşı ne olursa olsun, di­ rendiklerini ve kendilerini bir geçer akçe olarak gösterdiklerini zaman za­ man görüyoruz. Tiyatro tarihlerini incelediğimiz za­ man bir kişiye rastlarsınız ki mühim kişidir bu. Türk tiyatrosunun kurulu­ şunda emeği geçen bu zat, gencecik olan bu san'at daimin ölümünü de yi­ ne kendisi hazırlamıştır. Bunun içindir ki, tiyatromuz devamlı bir arayış içi­ ne itilmiştir. Aradan bunca zaman geç meşine rağmen bu arayış bir türlü bit­ memiştir. Bizce, bu tekelci zümrenin gi dişi, istenen Türk tiyatrosunun doğuşu olacaktır. Yukarda kısaca bahsettiğim grubun başı Muhsin Ertuğrul'dur. İşte dördün­ cü duvar daha ilk günlerde onun yü­ zünden seyircinin önüne çekilmiştir. O, kendine göre mükemmel dediği «Hort­ laklar» adlı eseri oynarken, bu mille­ te ecdada nasıl küfredilir onu öğretmiş tir. «Hortlaklar» geçmişi kötüleyen bir eserdir. Muhsin Ertuğrul, «Hortlaklar, artık mezarlar arasmda beyaz kefene bürünmüş olarak dolaşan bir korkunç gölgeyi değil, dedelerinin huylarım ve hastalıklarını taşıyan, onlardan bir tür İü silkinemeyerek kurbau giden insan­ ları hatırlatacaktır. Ben hortlakları oy­ namakla idealime doğru bir adım da­ ha attım. Keşke, mümkün olsa da her sınıflan bütün ahaliye Hortlaklar'ı oy­ naşanı» derken fikri nedir? Eser oynanırken biz kime küfrü öğ­ rendik. Bizi rahatsız eden ecdadımız mıdır? Yoksa içimizi yakan, onlara lâyık olamayış mıdır? Bu küfür zihni­ yetinin durumu hepimizce malûm. Muhsin Ertuğrul, «Eserden sonra her kes istediği gibi konuştu. Tanıdıklarım arasında herkes bana, bu eseri oyna­ dığım için memleketi tanımadığımı söylediler. Kendi aleyhimizde buluna­ bilmemiz için, bundan daha büyük id­ dia olamazdı dediler.» Derken neyi kastediyor acaba? Refik Ahmet Sevengil'in Tiyatro tarihi adlı eserini okuyunuz daha ne ibret levhaları göre­ ceksiniz. Her san'atseverin bunun gibi tiyatro tarihlerini okumasında fayda gördüğüm için sayfa belirtmiyorum. İs­ teyenlerin gözleri önüne serebilirim. Bizce, Türk Tiyatrosu, şu gencecik haliyle bir hortlaklar gurubunun ra­ hatsız edişine her gün muhataptır. Özel tiyatrolara gelince, onlar da yu­ karda izah ettiğimden farklı değil. Za­ ten çoğu bir «Bildiri Tiyatrosu» veya bir «Buf» türünden ibaret oyunlarla meşgul oluyorlar. ALTAYLI — Milli kültürümüze bağ­ lı olarak dinamik bir tiyatro geleneğini nasıl kurabiliriz? Bu konuyla ilgili olarak devlete, yazarlara, tenkidçilere ve seyirciye ne gibi görevler düşebi­ lir? ÖZÇELİK — Milli kültürümüze bağ­ lı olarak dinamik bir tiyatronun kuru­ luşunda devlete düşen görevleri kısa­ ca şöyle sıralayabiliriz. Aslında tiyatromuzu Türk olmayan unsurlar başlatmıştır. Devlet tiyatroya ancak 1936 yılında el atabilmiştir. Darül Bedayi'de olduğu gibi bu tiyatro da perdelerini Türk olmayan bir yazarın (Goldoni - Otelci Kadın) eseriyle açmış tır. Tiyatromuza artık Türk unsur ha­ kim olmalıdır. Bunu da en iyi devlet yapar. Bu meyanda, her nevi siyaset­ ten uzak, özüne bağlı, millî kültür sa­ hibi kişilerin tiyatromuzun başına ge­ tirilmesi gerek. Oysa, tarih bize dev­ lete bağlı bir müessesenin siyasî ikti­ darlara paralel olarak bir idarî kad­ roya teslim edildiğini gösteriyor. İşte asıl kayıplardan birisi de budur. Devlet, tiyatromuzu dünyaya tanıt malıdır. Bu da içimizdeki ezikliği yen­ memize bir vesile olur hem. Ama, bu zamana kadar sanatçılarımız Molier veya Shakespeare'i alkışlatmışlardır dış temaslarda. Devlet, kendine bağlı bu kuruluşta ısmarlama eserlerden ziyade seçme eser oynanmasını sağlamalıdır. Meselâ yarışmalar tertip edebilirler. Yetkililerin belki unuttuğu, belki de ihmal ettiği ^hususlardan birisi de şu : Türk Tiyatro eserleri bir noktada batı eserlerinden daha üstündür. Türk tiyat ro eserlerinde kahramanlar içtimai; fakat, batı eserlerinde ferdiyatçıdır. Türk askerlerinin Rumlara su taşıma­ ları biraz fazla değil mi?.. Türk tiyatro eserlerinde kahramanlar toplumu y^şar. Batıda kahraman ken­ dini yaşar. En ünlüsünden en zayıfına kadar bir inceleme yapınız. Bunu der­ hal göreceksiniz. Uzatılacak bu misâller daha çoktur. Ama, Atatürk'ün şu sözü bize en iyi yolu gösterir. «Milletimizin yüksek ka rakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını,ilme bağlılığını, güzel san'at lara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen her türlü vasıta ve ted­ birlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.» İşte bu hedefe güzel san'atların bir dalı olan tiyatromuzu götürecek en bü­ yük kuvvet devlettir. Yazarlara düşen görevlere gelince : Yukarda kısmen de olsa temas ettik. Aslında Türk yazarlarının imkânları kı­ sıtlanmış, bir noktada da seyirci du­ rumuna düşmüştür. Onun en büyük şanssızlığı kendisinin kıymetini bilme­ yen bir Devlet - Millet ikilisinin ara­ sında ezilişidir. Bu ezilişten kurtulmak için o, bazen batı yazarlarının kos­ tümlerini giyip sahneye çıkan bir oyuncu olmuştur. Bunun sebebi de millî benliğinden uzak kalışıdır. Esasında, millet tiyatrolarını yazar­ lar kurar. Fransız tiyatrosu deyince Molier, İngiliz tiyatrosu deyince de Shakespeare akla gelir. Türk yazarları ısmarlama iş gören bir siparişçi durumundan kurtuldukla­ rı an, bizce güçlü olacaklardır. Yazarlarımız zümreci değil, toplumcu olmalıdırlar. İnsana ve milletine hitap etmeyi öğrenmeleri veya etmeleri, on­ ları güçlü kılacaktır. Kısaca diyebiliriz ki,x sıhhatli ve güç İü bir nesli kalemleriyle yaratacak olan yazarlar, milletinin dertlerini, be­ yinlerinde Allah'ın vermiş olduğu ilham ile yoğuran, gerçekleri gün ışığına çı­ karan, onların kıvranışlarını gözler önüne seren kişiler olmahdır. Onlar, şairane his ve şahsî söyleyişle değil; toplumsal bir his ve millî bir deyişle hareket etmeliler. Tenkidçiler, bir yol gösterici ve ta­ mir edici olmalıdırlar. Herşeyden önce san'at hürmeti ve emek kıymeti olan kişi ancak tenkitçi olabilir. Değer yar­ gısı sağlam olanlar tenkitçi olabilir. Seyircilere gelince, onların durumu­ nu bence en güzel Carle Ebert belirtir. Carle Ebert şöyle der : «Tiyatroyu sev­ mek demek, yurdunu sevmek demek­ tir, milletini sevmek demektir. İnsan­ ları sevmek demektir. İnsanın kendi kendisini sevmek demektir. Kendisini sevmesini bilmeyenden kimseye hayır gelmez. Tiyatroyu seviniz.» Bizce, tiyatroyu millî bir temaşa ha­ line getirmek seyirciye düşer. Seyirci­ ler yazarlara ve oyunculara şahsiyet vereceklerini hiç bir zaman unutmama­ lıdırlar. T DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa: 11 Kıbrıs olayları ve politik göstergedeki değişiklikleri Genel değerlendirme - 1 SADİ SOMUNCUOĞLU Kıbrıs'ta 15 Temmuz günü Rumların başlattığı darbe hareketinden ikinci Cenevre görüşmelerinin tarihi olan 8 Ağustos'a kadarki gelişmeleri özet ha­ linde bundan önce yayınlanan beş ya­ zıda ele almıştık. Şimdi bu dönemin toplu bir değerlendirmesini yapmaya ça lışacağız. 1. Kıbrıs'ta başgösteren buhranla, dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gi­ bi, yine Amerika ve Rusya çok yakın­ dan ilgilendiler, ingiltere'nin rolü 1960 Ü. î . D. GAZETE ÇIKARACAK Ülkücü İşçiler Derneği'nin «İş­ çi» isimli bir gazete çıkarmak üzere hazırlıklarını devam ettir­ diği öğrenilmiştir. Ülkücü işçiler Derneği Genel Başkanı Salih Dilek bu konuda şunları söyle­ miştir. «12 Mart öncesi üniversitele­ rimize çöreklenmiş olan kökü dışarda ideolojiler Ülkücü Türk gençliğinden ve kahraman or­ dumuzdan gereken dersi aldık­ tan sonra çalışmalarındaki ağır­ lığı işçi kesimimize kaydırmışardır. Türk işçisinin bitmeye» çilesini istismar ederek onu hain emellerine tutsak etmek ve komünizmi bir «İşçi ihtilâli» neticesinde yurdumuza sokmak çabasındadırlar. Millî birliğe en çok ihtiyacımız olduğu şu gün­ lerde bile küstahlıklarına devam etmektedirler. Fakat Türk işçisi oyuna gel­ meyecektir. Çünkü millî ve dinî değerle­ rine sahip çıkarak büyük Türk ülküsü etrafında kenetlenmiş ülkücü Türk işçisi bir çığ gibi büyümektedir. Bu uğurda yapılan kutsal mü­ cadelenin yılmaz savaşçılarına müjdeliyoruz : Sesimizi daha güçlü duyuracak, her şeyin Türk için, Türke göre, Türk ta­ rafından prensibiyle yapılması ve yürütülmesi uğruna çalışa­ cak, haftalık «İşçi» gazetesi ç* karıyoruz. Sayfalarımız Türklük ve islâmiyet kokan her türlü yazı, şiir desen ve karikatür çalışmalarına açıktır.» ADRES: Meşrutiyet Cad. Hatay Sokak No: 10/15 Kocatepe/ANKARA andlaşmasıyla kendisine verilen «Ga­ rantör» devlet oluşundan ileri gelmiştir. İlgisinin sebebi bu olmakla beraber ge­ nel olarak Amerikan siyasetinin kuyru­ ğundan ayrılmamıştır. 2. Amerika ve Rusya'nın 15 Temmuz da Rumların yaptığı darbeden ikinci Cenevre görüşmelerine kadar takip et­ tiği politikada bazı değişiklikler olmuş­ tur. Ancak değişmeyen bir gerçek orta­ ya çıkmıştır ki, Amerika ile Rusya daima karşı tezleri savunmuşlardır, iki süper devleti daima karşı karşıya getiren unsurun millî çıkarlar olduğuna şüphe yoktur. kontrolcularının kulakları çınlasın) Bü yük bir orduya, toprağa ve kudretli bir geçmişe sahiptir. Bulunduğu coğrafya­ nın stratejik ve jeopolitik önemi çok fazladır. 1948 den bu yana Amerika Türkiye münasebetleri güven verici bir seyir takip etmiştir. Buna karşılık Yu­ nanistan'ın nüfusu 9 milyondur. Toprak larını genişletmek hırsıyla ölçüsüz ha­ reketler yapmaktadır. Batı ülkeleriyle komünist blok arasındaki zıtlaşmayı hudutsuz olarak istismar etmiş ve et­ mektedir. Yunanistan'ın bu tutumu bölgedeki barışı ve kuvvetler dengesi­ ni her an bozabilecek bir karakter gös termektedir. Bu durumda iki ülke ara sında bir tercih yapmak icap ederse, rahatlıkla Türkiye üzerinde karar ver­ mek zarureti vardır. Amerika da bunu yapmıştır. Yunanistan'ın Türkiye'yi tut­ tuğu gerekçesiyle Amerika aleyhine estirdiği düşmanlığı, elçi öldürecek ka­ dar ileri götürmesi, batımn bu milleti hangi ölçüde şımarttığını göstermesi bakımından ilgi çekicidir. 4. Rusya'nın takib ettiği siyaset sık sık değişme göstermiştir. Başlangıçta Makarios'tan başkasını tanımam diyen Rusya, bu ısrarında bir süre devam et­ 3. Amerikan siyasetinin başlangıç­ miştir. 15 Temmuz darbesi sonucunda ta, Samson'un darbesine göz yummak Türkiye'den etkili bir çıkış yapılmadı­ ve işi bir emrivaki halinde taraflara ğını gören Rusya, Ada'nın Yunanis kabul ettirmek esasına dayandığı anla­ tan'a ilhak edilmek üzere olduğu telâ şılıyor. Amerika Makarios'un Rus yan­ sına kapılmış ve harekete geçmiştir. lısı siyasetinden duyduğu endişe üze­ Ankara Büyükelçisi Devlet Başkanımız rine Ada'daki darbeye yeşil ışık yakı­ Korutürk'ü ziyaret ederek, Türkiye'nin seyirci kalamayacağını, yor. Ama Ruslar meseleyi Makarios'un bu duruma devrilmesinin ötesine götürüp, Türk Yunanistan'ın düpedüz ilhaka gittiğini bölgelerine saldırıya geçerek Kıbrıs'ın söylüyor. Bu görüşme üzerine Türk ba­ Yunanistan'a ilhakına başlayınca orta­ sınında (Solcu basında tabii) «Rusya ya Türkiye - Yunanistan meselesi çık­ emrimize şu kadar asker vermiş», «Tür tı. Amerika'nın siyasetindeki darbe kiye'nin yüzde yüz destekçisi olacağını yanlısı görünüş bu safhada değişti. Bu söylemiş» kabilinden yapılan propogantarihten itibaren Türkiye'nin yanında dalarda tamamen solculuk gayreti oldu yer aldı. Ancak bu yeralışı destekle­ ğu kısa süre sonunda görüldü. Ortada me ve kesin tavır şeklinde anlamamak Türkiye'yi destekleyen bir Rusya de­ ilhak edilirse lâzımdır. Amerika açısından bakılınca ğil, Ada Yunanistan'a NATO'nun istifade sahasına kayar. Akbu politika değişikliğini haklı görme mek mümkün değildir. Çünkü Türkiye denizde üs arayan Rusya için büyük 40 milyonluk nüfusa sahiptir. (Nüfus bir fırsat kaçmış olur diyen bir Rus­ ya vardı. Daha sonraları Rus politi­ kası Türkiye'yi desteklemekten uzak­ laştı. Kıbrıs'ın eski statüsüne dönülme sini isteyen Rusya, Türk kuvvetlerinin Ada'dan çekilmesini savunmaya başla­ dı. Türkiye'ye bir hafta önce «Niçin Kıbrıs'a müdahale etmiyorsun» diyen politika şimdi, «Çabuk askerlerini çek, müdahaleyi durdur» tezini savunuyor­ du. Birinci Cenevre görüşmeleri Rus­ ya'ya tekrar endişeli dakikalar yaşat­ tı. Ada'nın taksim edileceği gibi bir vehme kapılan Ruslar hemen hareke­ te geçerek Cenevre'ye bir müşahit yol­ Baştarafı : 9. da lamışlardı. Toplantı hakkında sağlam bilgi alamayan, veya ters bilgi edinen Rus müşahit, «Cenevre'de hayasızca liklerine saldırıya geçecekleri ifade e pazarlıklar yapılıyor» şeklinde yakışık dilmektedir. almaz bir küfürbazlığa kadar işi gö­ Öte yandan Kıbrıs Türklerinin lideri türmüştü. Cunta'nın askeri hükümeti­ Rauf Denktaş. Yunanistan'ın Kıbrıs nin değişip yerine Karamanlis'in sivil meselesini BM Genel Kuruluna götür­ kabinesi oturunca zaten Rus siyasetin­ mesi halinde Bağımsız Kıbrıs Devleti, de yavaş yavaş bir değişmedir başla­ ilân edileceğini söylemiştir. Rumların dı. Sonund.a da Rusya açıkça Yunanis­ bir gerillâ savaşı başlatmaları halinde tan'ı destekleme politikasına girdi. Ar Ada'nın Türklere geçeceğini ihtar etık Makarios'tan söz edilmiyor ama den Denktaş, «Bu takdirde bağımsız bağımsız ve üslerden arınmış bir Kıb­ Kıbrıs Türk Devletini ilân edeceğiz» rıs devletinin yeniden kurulması için demiştir. Yunan taraflısı görünüm başlıyordu. Netice olarak, Başbakanlığa gelişi Böylece Rusya, önce Türkiye'yi, des­ Yunanistan'a Ecevit başta olmak üzere bütün ikti­ tekledi, sonra bize de da karşı tavır aldı, daha sonra da Yu­ dar çevrelerinde sevinçle karşılanan Bu ve kendisine tebrik mesajları gönderi­ nanistan'ı desteklemeye başladı. len Karamanlis «Faşist cunta» ve «Fa­ kısa vadede bu değişiklikler olurken enşist Samson» dan farklı düşünmediğini terasan beyanlar da ortaya atıldı. ortaya koymuştur. Türkiye'nin men­ İngiltere Ada'daki Rum ihtilâline faatine hiçbir çözüme yanaşmayan, ak sine masa başında değil, savaş mey­ karşı Amerika'nın başlangıçta takındı­ danlarında Enosisi gerçekleştirmek i- ğı tavrı aynen benimsemişti. Ecevit'in çin hazırlık yapan düşmanlarımız kar­ Londra'ya çağrılması ve orada geçen şısında son sözün yine kahraman or­ iki gün, neticede Türkiye'nin yalnız bı­ rakılması, Kıbrıs'taki ihtilâlin oldu dumuza düşeceği inancındayız. Gerilla savaşını başlatacağız diyen Rumlara bitti haline getirilmesi için harcanan gayretlerden başka bir şey değildir. Gerçi ingiltere'nin bazı resmi ağızların dan verilen beyanatlarda Makarios'un tekrar görevi basma dönmesi gerektiği yolunda görüşler yeralmıştır; ama me­ seleye daha dikkatli bakıldığı zaman bunun belki Makarios'u Rusların safı­ na atmaktan kurtarmak, maksadının belki de meşhur İngiliz siyasetinin ka­ rakteri olan kimseyi küstürmemek pren sibinin icabı olduğu görülür. Genel hat­ ları itibariyle Amerikan politikasının emrinde hareket eden ingiltere, Ce­ nevre görüşmelerinde hep Yunanistan tarafına yontmuştur. Meseleyi Türkiye'­ nin % 18 nisbetinde soydaşının bulun­ duğu bir Yunan adasında, onlara ge­ rekli güven ortamının hazırlanması ola­ rak ele almaya çalışmıştır. Bu tutu­ muyla ihtilâfa bakışı Amerika'dan ay­ rılmaktadır. Cenevre konferansından sonra gazetecilerin sorularına verdiği cevapta Callachan şunları söylüyor : «Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi karar alırsa Barış Gücü Türkiye'ye kar şı fiilen tavır alabilir. Ama Güvenlik Konseyi bu kararı alamaz. Çünkü 15 üyesinden bir kısmı hıristiyanlardan, bir kısmı da müslümanlardan meydana gelmektedir. Savaş kararı ittifakla ah' nacağına göre Konsey böyle bir ittifa­ kı sağlayamaz.» Bu sözlerin altında, büyük ve kökü tarihin derinliklerinde yatan gerçekler vardır. Demek ki, ba­ tılının beyninin en gizli taraflarında hâlâ haçlı zihniyeti bütün dehşetiyle yatmaktadır. (Devam edecek) r İlhak haktır > Baştarafı : 4. de Arap - İsrail harbinde müslüman kanadın bir başarı elde edememesi­ ne karşılık Türk Ordusunun Ada'ya müdahalesinde büyük bir üstün­ lük sağlaması da, müslüman ülke­ lerin en kısa zamanda bizim Kıbrıs tezimizin yanında yer almasını sağlayacaktır. Dolayısiyle, Türkiye hariciyesi, milletler arası münâse­ betlerin menfaat ilişkilerine dayalı olduğunu idrak etmeli ve batılı dev­ letleri menfaatleri açısından baskı altına almalıdır. Türkiye, İstiklâl Harbi sırasında, Hindistan müslümanlarının (bugünkü Pakistanlıla­ rın) lehimizdeki nümayişleri dola­ yısiyle, aleyhimizdeki İngiliz dev­ leti görünüşte lehimize dönmüş, en azından Yunanistan'ı desteklemek­ ten vazgeçmiştir. Ayni şekilde, Rus­ ya da ihtilâlden sonraki sıkıntılı devrede, içindeki müslüman Türk unsurunun ayaklandırmamak için bizimle ilk anlaşan devletler sırası­ na girmiştir. Şimdi, Kıbrıs mesele­ sinin lehimize hallinin dünya kamu oyunun bizim yanımızda yer alması om ancak ve ancak Türkiye'nin müs (uman ülkeler arasındaki gerçek ye­ rini almasına bağlı olduğu açıktır ve bu takdirde hak olan Ada'nın ilhakı gerçekleşebilecektir. Ama tabii ki, herşeyden evvel Türk Hükümetinin ilhakın hak oldu­ ğuna inanması şarttır. Ecevit hata üstüne hata işlemiştir Ahmet SEFEROĞLU Açıksözlü ve yiğit politikacı olarak lanse edil­ mek istenen Ecevit, ikinci Atatürklüğü de benimse­ miş görünmektedir. 28 Ağustosta Kocaeli'nde ver­ diği beyanla tamamen Atatürk'ün edasına ve hava­ sına bürünmüştür. «Kıbrıs'taki siyasî ve askerî za­ ferlerimiz bize ekonominin önemini unutturmamahdır» derken İzmir iktisat kongresinde konuşan M. Kemal'i hatırlamamak mümkün değildir. Aynı ak­ şam CHP televizyonu da varlık sebebini yitirmiş, bu konuşmaya âit görüntüyü temin etmek için ha­ berleri on dakika geç başlatmış, birinci haber ola rak Ecevit'in siyasî nutkunu bize sonuna kadar dinletmiş, sonra aynı haberi görüntü ve ses olarak tekrarlamıştır. Açıksözlü, adalet âşığı Ecevit'in te­ levizyonunun bu tutumuna ne diyeceğini bir tarafa bırakıp şimdi bu kahramanın işlediği hataları göz­ den geçirelim : 1. Bu politikacı ucuzluk vadiyle iktidara gel­ miş, fakat Türk milletinin şimdiye kadar görmedi­ ği bir zam furyasıyla karşısına çıkmıştır. Ve bu açıksözlü başbakan «Dünyanın ve memleketimizin iktisadi şartları böyle gerektirdiğinden muhalefet­ teyken verdiğimiz ucuzluk vadini tutamadık» diye­ memiş, zamların refah yaratacağını iddia etmiştir. 2. Bu demokrasi düşkünü başbakan, meclisi ve demokrasiyi çiğneyerek komünist eylemcileri affetmiş: devlet güvenlik teşkilâtlarının ve adalet mercilerinin vatan hainliği suçlarını tâkibetme şev­ kini kırmıştır. Şimdi komünistler; Kıbrıs'taki Türk ordusuna «Yabancı ve emperyalist kuvvetler» diye bilmekte, buna karşılık Yunan ordusunun emekçi­ lerden oluştuğu için ödlek ve korkak olamıyacığını iddia edebilmekte. Türk şehitleri yerine Sampson'un öldürdüğü sosyalist ve emekçi rumlara yas tuta­ bilmektedir. (27 Ağustos tarihi Kitle Gazetesi) 3. Kıbrıs'ta gayri meşru 15 Temmuz darbesiyle bir Türk düşmanı iktidara gelerek Zürih ve Londra anlaşmalarını çiğnemiş, bizim yiğit başbakan he­ men müdâhale kararı veremiyerek İngiltere'de ken­ disini İngiliz başbakanının karşılamasını dahi temin edemiyerek Türk devletinin itibarını zedelemiş ve ikinci Atatürklüğe özenen bu politikacı Atatürk'ün hiçbir devlet adamının ayağına gitmediğini de unutmuştur. Kıbrıs'a müdâhale kararında çekimser oy kul lanmıştır. Müdâhale kararı, hükümetten 12 çekim­ ser, 7 lehte oyla çıktığı halde açıksözlü Ecevit, bunu açıklamak cesaretini hâlâ gösteremiyor. Öy­ le sanıyoruz ki komünistler, «Emekçi halkımızın sır­ tından çıktığını» iddia ettikleri Kıbrıs harekâtında harcanan 10 milyar liranın hesabını sorarak kendi­ sini sıkıştıdıkları zaman, Ecevit çekimser oy kul­ landığını söylemek suretiyle sorumluluğu üzerinden atmağa çalışacaktır. Tarihten gelen ses Ey Türk! İlk yaprağımı yazan millet! Atan Oğuz Kağan'dan sana ileteceklerim var dinle! Sevgili oğlum; Sen yer yüzünün en eski, en büyük ve en asil milletisin. Bunu Tanrı biliyor. İki bin yıldan beri •ıpoîi ,>sıpı:i| >to5jıq nonzn puıpııuos uepuıStM] Bunlardan ders almalısın. Bütün milletlerin sen­ de kuyruk acısı var; onun için zayıfladığın an­ larda şunu iyi bil ki leş kargaları gibi basma üşüşeceklerdir. Dostunu düşmanını iyi tanı. Kendi ülkelerinde barış temin edemiyenler, kendi öz evlâtlarının arasına mezhep ve ırk ay­ rımı sokarak birbirlerine kırdıranlar birer barış sembolü kesildiler. Şunu çok iyi bil, onlar hep haçlıdır ve tarihi unutmamışlardır. İt, iti ısırmaz. Yunanlı da Batı denen tabanı Grek medeniyetine dayalı, hristiyan taassubu ile yoğrulmuş bir medeniyetin şımarık çocuğu. Batı hiç dur der mi ona? Teknik insanlısın ortak malıdır. Medeniyet ise büyük din veya iklim topluluklarına hastır. Mil­ letler de ona katkıda bulunurlar. Bu sebeple tek- 5. Vaktinden önce ateşkes kararı alarak, Kıb­ rıs Türklerinin yüzde yetmişini Yunan sürülerinin eline teslim etmiş, bu yetmiyormuş gibi 20 bin Meh­ metçiğin de Girne - Lefkoşe hattında sıkışmasına sebep olmuştur. Kara Kuvvetleri Komutanı Akıncı Paşa'nın ifadesine göre o sırada vuku bulacak bir düşman hava akını Türk ordusunun yarısının mal olabilirdi. Evet, müdâhale kararının çekimser Ecevit'i, birinci ateşkes kararında baş roldedir. 6. Cenevre görüşmeleriyle 25 gün daha zaman kaybedilmiş, bu süre içinde Rum bölgesindeki Türk­ ler katliâma mâruz bırakılmıştır. Cenevre görüş­ melerinden bir sonuç alınamıyacağının bilindiğini sonradan başbakanın kendisi de ifade ederek kaybe­ dilen zamanın sorumluluğunu yüklenmiştir. Al­ man televizyonuna verdiği beyanatta, ikinci hare­ kâta Genel Kurmay Başkanlığının karar verdiğini ifade etmesinden anlaşılmaktadır ki bu oyalama taktiğini bizzat ordumuzun kararı bozmuştur. 7. Ancak ikinci ateşkes kararının alınması sı­ rasında Ecevit'in aklı başına gelmiş ve bu kararı Genel Kurmay Başkanlığına danışmak suretiyle al­ dıklarını ifade etmek zorunda kalmıştır. 8. Bu alçakgönüllü başbakan her iki harekât sırasında, yarım saatte bir radyosunun mikrofonla­ rında, akşamları da televizyonunun ekranlarında ar­ zı endam, bazan da Mehmet Barlas'la «Yârenlik» ederek millî bir hareketi, şahsına ve partisine ait bir propaganda malzemesi haline getirmiş, bu pro­ pagandalar yüzünden Kıbrıs davasındaki haklılığı­ mızı dünyaya anlatmak fırsatını bulamamıştır. At­ lılar köyü katliâmından t altı gün sonra bundan ha­ bersiz olduğunu ifade eden Valdaym'm sözleri bunun en iyi tanığıdır. 9. Şimdi de Türkiye'nin Kıbrıs'ta çizilecek sı nırlar hakkında kesin bir görüşü olmadığını ifade ederek Mehmetçiğin kanı pahasına aldığı toprakları hibe eder görünen, adı kararlıya çıkmış tavizci başbakan, bu beyanları yüzünden karşı tarafın sa­ vaş tehditlerine mâruz kalmaktadır. Yunan hüküme­ tinin iddiaları «Sonuna kadar savaş ve Kibrisin ta­ mamen Yunanistan'a ilhakı» sözleri ile ifadesini bu lurken, Ecevit hükümeti «Aldığımız toprakların bir kısmını bırakabiliriz, sınırlar hakkında kesin bir görüşümüz yok, biz Ada'ya Kıbrıs'ın tamamını veya bir kısmını ilhak maksadıyla çıkmadık» sözleriyle politikasını belirlemekte, daha doğrusu belirsizleş tirmektedir. Bütün bunlardan sonra şu hükmü artık rahatça verebiliriz : Kıbrıs harekâtının başından beri kazandığımız her başarı Türk ordusuna, yapılan her hatâ Ecevit'e aittir. nikte ilerlemek istiyorsan çok çalış, fakir kalma. Ama sakın onların medeniyetini alma. Çünkü kin, menfaat ve vahşet doludur. Bir çirkeftir, mânâsız bir taş yığınıdır. Senin medeniyetin ise Türk - İs­ lâm medeniyetidir. İyilik, yardım, şefkat, merha­ met ve insanlık doludur, Tanrı'nm istediği mede­ niyetidir, ondan ayrılma... Ne acıdır ki seni yüzelli seneden beri kendi medeniyetinden saptırmak isteyen, seni onlara benzetmek isteyen bedhahların oldu. Yine söylü­ yorum hatunu tekniğini al, medeniyetini asla! Tek­ nikle medeniyeti karıştırma!. Sevgili oğlum, Kıbrıs'ta seni yine gördüm. Mehmetçiğim yine aynı Mehmetçik. Ölürsem şehit kalırsam gaziyim diyordu. Buna çok memnun ol­ dum. Sevgili oğlum, senden kopmuş yarı aydın kim­ selerin, liderlerin arkasmdan sakın gitme. Sen gibi düşünmeyen, sen gibi yemiyen içmeyen, giymeyenlerin ardından gitme. İnançlarma hürmet etnıiyen, seni hakir görenleri de başına geçirme. Çünkü uçuruma gidersin. Şimdilik söyleyeceklerim İt ii kadar. Şunu unutma Atan olarak daima seni gözlüyorum. Başarına seviniyor, kayıplarına üzü­ lüyorum. Titre ve kendine dön!.. Kıbrıs - 3 Ağustos 1974 Mehmet Hakan Akay Rumlar bir Türk gazetecisini şehit etti Baştarafı : 4. de kendisiyle yapılan bir konuşmada «Yu­ nanlılar ve Kıbrıs'lı rumlar arasında ben Enosis'e karşıyım, ben İstanbul'un alınmasına karşıyım diyebilecek bir politikacı olamaz. Böyle diyen kişi vatan haini sayılır» diyen Ecevit'in şimdi de «Oumlarla Türklerin kardeş­ çe yaşamak istediklerini, fakat bir grup kışkırtıcının bunu önlediğini» iddia et­ mesi ne büyük bir çelişkiye düştüğü­ nü gösteriyor. Bu kafa ile yola çıkılırsa Kıbrıs me­ selesinin Türkiye lehine, Türk milletini tatmin edecek bir çözüme ulaşacağını sanmak hayalperestlikten başka birşey değildir. Türk milletine olan tarihî düşmanlık fert fert bütün yunanlılara işlemiştir. Yunanlılar romantik Ecevit gibi Türkleri değil kardeş, insan bile saymamaktadırlar. Yunanistan'ın baş­ bakanı Karamanlis bile «Kendisini Enonis'e adadığını» beyan etmektedir. Düş manimizin bu kadar bilenmiş ve şuurlu Türk düşmanı olduklarını Ecevit niye halâ görmezlikten gelmektedir? Ecevit'in bu sakat ve bir noktadan sonra kabak tadı vermeye başlayan romantizminin adada halen katledilen ve büyük ızdıraplar içinde yaşayan Türkleri kurtaramadığını hep birlikte görüyoruz. Ecevit'in bu sözleri söy­ lediği günden sonra Adem Yavuz'un elleri gözleri bağlı şekilde kurşunlan­ dığı ve şehit olduğu görüldü. Larnaka'da rum doktorların tedavi etmediği 2 Türk'ün daha şehit olduğunu duyduk. Bunlar Ecevit'in sakat mantığını he­ pimize göstermektedir. Esir düşen ga­ zetecilerden Mete Akyol'un serbest bı­ rakıldıktan sonra günler geçtiği halde halâ bu olayların heyecanını üzerin den atamadığı ve zaman zaman gözyaş­ larını tutamadığı söylenmektedir. Me te Akyol'un arkadaşlarına dostlarına «Bu esaret bize birçok şeyi öğrettin dediği duyulmuştur. Düne kadar gaze­ tecilik hayatında hangi fikir için mü­ cadele ettiğini herkesin bildiği bu ga­ zetecinin, bugün hislerinin bn derece değişmesinin bir mânâsı olsa gerektir. Ancak Ecevit ve kendisi gibi sakat dü­ şünen kişiler bile bile «İnsanlıktan» ve daha kötüsü bütün samimiyetleriyle «Türk - Rum kardeşliğinden halâ bah sedebilmektedirler. Gazetecilerin ifadelerine göre Rum köylerinde bütün halk, Türk gazeteci­ lerini linç etmek istemiştir. Demek ki rumlar bu derece şuurlu ve bilenmiş Türk düşmanlığı yapmaktadır. Rum­ lar doktoruyla, çobanıyla ve Başbaka­ nıyla bu zihniyetlerinden hiç taviz ver­ mezken, asıl zulme uğrayan, asıl hak­ kı yenen ve asıl haklı olan Türkiye'­ nin başbakanının halâ herkesin bıktığı ve sinirlenmeye başladığı malûm kar­ deşlik tekerlemelerinden vazgeçmeme­ sini geleceğimiz açısından zararlı ve mahzurlu neticeler verebilecek nitelikte bulunuyoruz. Ana Neşriyat ve Dağıtım A. Ş