HZ.MUHAMMED(SAV), DİN VE SAMİMİYYET eminyavuzyigit@hotmail.com UZMAN İMAM HATİP BAŞAKŞEHİR MÜFTÜLÜĞÜ DOLAPDERE SAN. SİT. CAMİİ BAŞAKŞEHİR/İSTANBUL HİCR SURESİ 99. AYET:SANA ÖLÜM GELİNCEYE KADAR RABBİNE İBADET ET َ الد اْ ْ َ م ِ ٰ َين ِع ْند ّٖ ا َِّن ِ ْ اّلل Şüphesiz Allah katında (tek)din İslâm‘(dini)dır. (Ali imran Suresi,19) • DİN NEDİR? • Din, insanlıkla yaşıttır. Onun mahiyetinin ne olduğu, her zaman merak edilen bir konu olmuştur. Ancak kesin olan şudur ki, dini kabul edenler kadar reddedenlerin de, onun insanlıkla beraber varolduğunu, insanlık var oldukça da varlığını sürdüreceğini kabul etmeleridir. Din gerçeği inkar edilmez bir nitelik taşır. Dine karşı takınılan tavır ne olursa olsun onu yok saymak imkansızdır. Bu durumda öncelikli olarak "din nedir?" sorusu cevaplandırılmalıdır. Bu soruyu doğru cevaplayabilmek için, ilk olarak din kelimesinin lügat anlamlarını tesbit etmek, sonra da Kur'an vahyinin bu kelimeye yüklediği mana ve muhtevayı ortaya koymak gerekir. • Arapça lügatlarda ve kaynaklarda din kelimesinin, "hükümranlık, itaat, ibadet, ceza, hesap, adet, inanç ve yol" gibi anlamlara geldiği bildirilir. Görüldüğü gibi din kelimesi, çok geniş kapsamlı ve çift yönlü bir kavramdır. Bu özelliğinden dolayı din kelimesi, hangi bağlamda kullanıldığına bakılarak manalandırılmalıdır. Çünkü o, bir yandan Yüce Yaratıcı'nın kudret, yetki ve hakimiyetini diğer taraftan da yaratıkların Yüce Varlık'a mutlak teslimiyetlerini ifade etmektedir. Allah'ın varlık ve oluşa hakim kıldığı ilkeler, O'nun iradesi yönünde bir seyir izlemektedir. • İşte bu ilkeleri insan hayatı ile ilgili olanlarına ve vahy tarafından tesbit edilenlerine din denilmektedir. Din, Allah'ın koyduğu yasaları, bu yasaların muhtevasını, inancın aslını, onun pratik hayata yansımasını ve insanın ibadet ettiği objeye karşı yaklaşımını ifade eder. Demek ki din, hayatın bir parçası değil tam aksine bütününü dolduran, bir kurumdur. Diğer bir ifadeyle din, insanın bütün hayatıdır. Bunun için İslâm alimleri dini, "akıl sahibi insanları, kendi serbest seçenekleriyle peygamberlerin tebligatını kabule çağıran, onları dünyada doğruluğa ve iyiliğe, ahirette de kurtuluşa götüren ilahi buyruklar manzumesi" diye tanımlamışladır • Hak din öyle bir inanç ve yaşama biçimidir ki o önce insan düşüncesini Allah'a yöneltir. Sunduğu hakikat bilgisiyle aklın ve ruhun susuzluğunu giderir, sonunda insan hayatının vazgeçilmez bir değeri haline gelir. Kur'an bu gerçeği fıtrat kelimesiyle ortaya koyar. Çünkü fıtrat, insanı Allah'a ve O'nunla ilgi kurmaya yönelten asli bir duygudur. • Allah insandan ömür boyu sürecek bir tutarlılık istiyor. Yaratmış, ölçüler koymuş ve hayat boyunca onlara uyulmasını bekliyor. Hem samimi olarak, hileye yönelmeden, yani hem "Allah'ı idare ederim, hem nefsimi" yanılgısına düşmeden... • Allah'ın insanoğlu için belirlediği hayat ölçülerine "Din" deniyor. Yine Kur'an'dan öğreniyoruz ki "din fıtrattır." Yani Allah'ın insanoğlunun özüne yerleştirdiği yaratılış kanunlarının çerçevesidir. Öyleyse dine göre yaşamak fıtrata göre yaşamaktır. Din dışına çıkmak ise, fıtratı, yaratılış kanunlarını zorlamaktır. Kur'an'ın ölçüsü şöyledir: • Kurana göre: • "O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında bir değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." • "Başkasından geçerek hep O'na gönül verin ve O'ndan sakının. Namaza devam edin ve müşriklerden olmayın." َ َ َ • اس لد ل ك ه ج و م ق ا ف ْ ِ ٰ َين َح ّٖنيفًا فِ ْط َرت َ ّٖ ِ ِ َ َ َّاّلل الَّ ّٖتى فَ َط َر الن ْ ِ الدين ا ْلقَ ِيم َول ِك َّن ا َ ْكث َ َر َ ِٰ ق ّٖ اّلل ذ ِل َك ِ علَ ْي َها َْ ت َ ْب ّٖدي َل ِل َخ ْل َ اس َْ يَ ْعلَم ون ِ َّالن «Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah'ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmizler.»(Rum Suresi,30) َ صلوةَ َو َْ تَكونوا ِم َن ا ْلمش ِْر ّٖك َ م ّٖن ّٖيب • ين َّ ين اِلَ ْي ِه َواتَّقوه َوا َ ّٖقيموا ال َ شيَعًا ك ُّل ِح ٍْْ ِب َما لَدَ ْي ِه ْم فَ ِرح َ ِم َن الَّ ّٖذ • ون ِ ين فَ َّرقوا ّٖدينَه ْم َو َكانوا « Allah'a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O'na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.» (Rum Suresi,31,32) • Rum suresi 30,31,32 . Ayetler, Allah'ın insanı "fıtrat" denen belirli özellikler üzerine yarattığını, fıtratta bir değişiklik olamayacağını, bu fıtrata göre bir din vazettiğini bildiriyor ve, insanın Allah'ı bir tanıyarak, başkasından geçerek sadece O'na gönül vermesini ve O'nun vazettiği dine bağlanmasını istiyor. "Dosdoğru din budur" diyor. Üstelik bu çağrıya uyulmayıp, "herkesin kendi elindeki ile mutlu olduğu parça parça edilmiş bir din anlayışına yönelmeyi", "Allah'a şirk koşmak" olarak değerlendiriyor • Kur'an'da çeşitli kullanım şekilleriyle 93 kez geçen din kelimesi, Allah ve İslâm'la irtibatlandırılır. Kur'an'ın tertip sırası itibarı ile birinci suresinin ilk ayetlerinde, Allah'ın "Din Gününün sahibi ve yargıcı olduğundan" ; nüzul sırasına göre en son inen suresinde de "Allah'ın dininden" söz edilerek din gerçeği ile Allah arasındaki ilişkiye dikkat çekilir. • DİNLE İLGİLİ AYETLERDEN BİR KISMINI ZİKREDELİM ْ اْ ْ َ م َو ََم َ الد َينَاُوتُوا َ فَالَّ ٖذ ِ ٰ َين ِع ْند ّٖ ا ِِ َّن ِ ْ اّلل َ َاَاختَل ْ ْ ْ َّ ْ ْ ُ َ ِ ََو ََم ْنَيَ ْكفُ ْر م ه َ ن ي ب َا ي غ ب َ م ل َ ع َال م ه ء ا ج َا م َ د ع ب َ ن َم َّل ا َ اب ت ك ال ْ ِ ً ِ ِ ِ ْ َ َ َ َ ُ َ ْ ُ ُ َ َ َ ِت ه َِ سا ب َْ س ٖري ُع ِ ِب ٰايَا َاّٰللَفَا َِّن َه َ َال ِح َ ََاّٰلل «Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.» (Ali imran Suresi,19) • َت َِين ه َ َُاّٰلل يَ ْبغ ِ س َٰم َوا َّ َوَلَهَُا َ ْسلَ َمَ َم ْنَفِىَال ِ َا َفَغَي َْر َٖد َ ون ْ َ َ َ ً ََ ُاَواِلَ ْي َِه يُ ْر َجع ون ه ر ك اَو ع و ط َ ض ر اَّل َو ً ْ ْ ِ ْ َ َ «Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez O'na boyun eğmişken ve O'na döndürülüp götürülecekken onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?.» (Ali İmran Suresi,83) َ ََِو َم ْنَيَ ْبتَغ ََدينًا فَلَ ْن ي ْقبَ َل ِم ْنه َو ُه َو َٖ َاَّل ْس ََل ِم ِ ْ غي َْر ٰ ْ ِف ْ َم َن ََ َالخَا ِس ٖر ين ِ ىَاَّل ِخ َر ِة «Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.»(Ali İmran Suresi,85) • َان َْ ص َرا ِنيًّاَ َو ٰل ِك ََ اَو َ ن َك َ َماَ َك ْ ََّلَن َ ًّانَاِب ْٰر ٖهي ُمَيَ ُهو ِدي ََ َال ُم ْْ ِر ٖك ين َْ َم َن َ َح ٖنيفًاَ ُم ْس ِل ًما َو َماَ َك ِ ان «İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da değildi.»(Ali İmran Suresi,67) • ّلل َوه َو ِ ٰ ِ و َِ َم ْن ا َ ْح َن ّٖدينًا ِم َّم ْن ا َ ْ لَ َم َو ْج َهه اّلل ٰ َم ْح ِ ٌن َواتَّبَ َع ِملَّةَ اِ ْبر ّٖهي َم َح ّٖنيفًا َوات َّ َخذ ً اِ ْبر ّٖهي َم َخ ّٖلي «Kimin dini, iyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim'in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, İbrahim'i dost edindi.» (Nisa Suresi,125) ْ علَ ْي ُك ُم ْ ُح ِر َم • ََاّٰللَ ِب ٖه ََِو َماَا ُ ِه َّلَ ِلغَي ِْر ه َ َت ِ َولَ ْح ُمَا ْل ِخ ْن ٖز َ ير َ َوالدَّ ُم َ َُال َم ْيتَة َسبُ ُعَاَِ ََّّلَ َما ََ َُو ْال ُمت َ َر ِديَة َّ َو َماَا َ َك َلَال َ َُوالنَّ ٖطي َحة َ ُ َو ْال َم ْوقُوذَة َ َُو ْال ُم ْن َخ ِنقَة ٰ ست َ ْق ِس ُمواَ ِب ْاَّلَ ْز ََّل ِم ََذ ِل ُك ْمَفَِ ْس ٌقَا َ ْليَ ْو َم َْ َ َوا َ ْنَت ُ ُّعلَىَالن ِ ص َ ََو َماَذُ ِب َح َ ب َ ذَ َّك ْيت ُ ْم ْ َو اخْ َْو ِنَا َ ْليَ ْو َم ا َ ْك َم ْلت لَك ْم َْ َ واَم ْن َٖدينِ ُك ْمَفَ ََلَت َ سَالَّ ٖذ ِ ينَ َكفَ ُر َ ِيَئ َ خْ َْو ُه ْم ُ ض َط َّر َ ّٖدينَك ْم َواَتْ َم ْمت ْ اْ ْ َ َم ّٖدينًا فَ َم ِنَا ِ ْ علَ ْيك ْم ِن ْع َم ّٖتى َو َر ّٖضيت لَكم َ َاّٰلل َ َص ٍة َر ٖحي ٌَم ََّ ََّلثْ ٍمَفَا ٍ ِغي َْرَ ُمت َ َجان ِِ ف ِن َه ٌ ُغف َ ٖفىَ َم ْخ َم َ ور «Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah'a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.»(Maide Suresi,3) • Kur'an'a göre din, sadece kişisel inancı değil, aynı zamanda toplumca paylaşılan inanç ve ameller sistemini de ifade eder. Kişisel inanç ve itaatle başlayan din gerçeği, gelişip şekillenince millet halini alır. İşte bu noktada din ile millet'in özdeşliği görülür. Değinilen gerçeğin en güzel anlatımını şu ayette buluruz. "De ki: Beni dosdoğru yola Rabbim iletmiştir. Doğru dine; dosdoğru bir tevhitçi olan İbrahim'in milletine (dinine)" • İslâm, hayat gerçeğine ve insanın varlık yapısına en uygun dindir. Allah, bu dinin ilk insanla başladığını ve son Peygamber HZ Muhammed Aleyhisselam'a kadar bütün peygamberler tarafından insanlara bildirilen din olduğunu açıkça beyan eder. Şu halde İslâm'dan yüz çevirenler, ömür sermayelerini boşa harcamış olurlar. Çünkü İslâm'dan uzak kalarak Allah'ın insandan istediği iyilikleri ve güzellikleri ortaya koymak mümkün değildir. Zaten Allah, hayatlarında İslâm'a gereken yeri ve değeri vermeyen toplumları İslâm şerefinden mahrum bırakır. Onların yerine "İslâm'a sahip çıkan, "Allah'ı seven ve O'nun tarafından sevilen" yeni nesiller getirir • Kur'an, insanın Allah'la ilişkisinde ihlaslı olması gerektiğini belirtir. Bunun için müslüman, her şeyden önce iman ve ihlas sahibi olmalıdır. Ayrıca Kur'an, İslâm dininde bir işi istek ve irade dışı yaptırmanın (ikrahın); zorluğun, insanı zora sürmenin olmadığını bildirir. Şu halde zorla din seçmek veya değiştirmek geçersiz ve temelsizdir. Dinin hükümlerini uygulama konusunda gevşeklik göstermek de bir yozlaşma belirtisidir. Kur'an, İslâm'a karşı olanların, onu ortadan kaldırıncaya kadar, mücadele etmekten geri kalmayacaklarını hatırlatarak, mü'minlerden İslâm'ın egemenliği için sonuna kadar mücadele etmelerini ister. • İSLAM DİNİ HAYATIN HER SAFHASINI İÇİNE ALIR VE ASLA BOŞ ALAN BIRAKMAZ… • Kurtuluşun, huzur ve güvenin tükenmez kaynağı olan İslâm, iman, doğruluk, adalet ve ahlak gibi yüksek değerlere dayalı toplumsal bir yaşam(düzen) önerir. Zaten ancak böyle bir düzende insan müslümanca yaşama imkanı bulur İslâm da orada canlı olur Şu halde İslâmî bir hayat tarzı inşa etme görevini üstlenen mü'minler, Peygamber Aleyhisselam'ın Allah'tan getirdiği dini ve onun kendi hayatı ile sunduğu örneği izlemek zorundadırlar. Çünkü Kur'an'da din, sosyal, siyasi ve iktisadi yapılardan ayrı düşünülmemiş, Hz. Muhammed'in tebliğ ve tesis ettiği sistem de sadece manevi bir irşad olarak kalmayıp tüm sosyal ve siyasî etkinlikler için sağlam çatı oluşturmuştur. Kısacası, Kur'an'da ve Peygamber Aleyhisselam'ın sünnetinde, hayatla ilgili hiçbir alan dinin dışında bırakılmamıştır • Allah'ı, hakimiyet, buyruk ve yasaklama sıfatlarından yoksun olarak kabul edip O'na olan imanı tarihi bir bilgi olmaktan öteye geçemeyen, hayatın idaresini İslâm yerine İslâm dışı sistemlere teslim eden bir toplumun, Allah'ın dinine göre yaşaması mümkün değildir. Nitekim, yanlış din anlayışına yenik düşen pek çok insan, küfür dedikodusunun telaşı içindedir ve günah tiryakisi olmuştur. Bunlar, ilmi benimsemek için dini inkar etmek kanısında olduklarını söylemekte ve çağdaş dinin vahiysiz olması gerektiğini savunmaktadırlar. • Bütün bu yanlışlıklardan ve olumsuzluklardan kurtulmak için, küfrün karanlığının, Kur'an'ın aydınlığı ile yok edilmesi ve İslâm'ın huzur dolu iklimine geçilmesi gerekiyor. Bilindiği gibi engeller, bir şeye anlamsızca karşı çıkmakla değil gereken gayreti göstermekle aşılır. Eğer fertleri müslüman olan bir toplumda, İslâm'ın hayata etkili olamaması gibi bir sorun varsa, bunun temel sebebi, dini sözde kabul edip fiilen onu hayattan ayrı tutmaktır. Kur'an, yeniliği eskimeyen eşsiz bir kitaptır. Onun rehberliğini kabul edenler müslüman olacak ve onun sunduğu İslâm'la hayat bulacaklardır • BURADA SAMİMİYYET(İHLAS) ORTAYA ÇIKMAKTADIR • İSLAM DİNİNİN DOĞRU YAŞANMASI İÇİN DOĞRU BİLGİYE İHTİYAÇVARDIR. • DOĞRU BİLGİ KAYNAĞI KURAN VE SÜNNETTİR • DOĞRU YAŞAMIN KAYNAĞI İSE KURAN VE SÜNNETE GÖRE HAYAT SÜRMEK VE İRTİDAT YOLLARINDAN YÜZ ÇEVİRMEKTİR.BİDATTEN YÜZ ÇEVİRMEKTİR. • İSLAMİ YAŞAMIN MERKEZİNE OTURAN EN ÖNEMLİ NOKTA İSE SAMİMİYYET (İHLAS)TIR. ُ َّ ْ َُينَلَه ل خ م َ َ ُواَاّٰلل د ب ع ي ل َ َّل إ َوا ر م َ ص َّ ُ ِ ِ ِ ْ َ ِ ُ َو َماَأ ِ ُ َ ُ ََويُؤْ ت َّ ََ واَالز َكاة ََّ َويُ ِقي ُمواَال َ الد ِ َ صَلة َ ينَ ُحنَفَا َء ْ ين ُ َوذَ ِل َكَ ِد “َالقَ ِي َم َِة «Halbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.» (Beyyine, Suresi,5) :عنَتميمَالداريَأنَالنبيَصلىَهللاَعليهَوسلمَقال َ هللَولكتابهَولرسوله: قلناَلمن؟َقال.َالدينَالنصيحة .وألئمةَالمسلمينَوعامتهم Temim ed-Dârî’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber : ‘Din, samimiyettir.’ Buyurmuştur. (Ravi der ki:) “Biz, ‘Kime karşı’, diye sorduk. O da ‘Allah’a, Kitabına, Rasulüne, Müslümanların önderlerine ve bütün Müslümanlara karşı’, buyurdular.” (Müslim,İman,95) • EDDİNUN NASİHAH ÇOK GENİŞ MANALARA GELİR • İbn Manzûra görede nasihat kelimesi Arapçada çok geniş manaları olan bir kelimedir. (İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 4438.) İbn Manzur’un da ifade ettiği gibi nasihat kavramını bir kelime ile izah etmek mümkün değildir. (İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 4437.) Zira anlam çerçevesi oldukça geniş olan bir kavramdır. • 1. Nasihat bir şeyi veya bir kimseyi içten ve gönülden sevmek, ona bağlanmak, ihlas, sadakat ve samimiyet demektir. • 2. Nasihat kelimesinin manaları insanları iyiye ve güzele sevketmek için yapılan güzel konuşma, va’az, öğüt, tavsiye, ihtar ve ibret verici ders ifadeleri ile anlatılmıştır. Türkçeye de sadece bu anlamı geçmiştir. (Şemseddin Sâmi,Kamus-i Türki, 1463; Ferid Devellioğlu, Lügat, 809.) • Nasihat kelimesine; ihlas, samimiyet, içten ve gönülden bağlanmak anlamı verildiği takdirde, zıt anlamı; aldatmak, kandırmak ve ikiyüzlü davranmak olur. • Nasihat kelimesini şefkat, rahmet, ülfet ve meveddet kelimeleri ile birlikte zikreden Hakim Tirmizi’de(Hakim, Nevâdiru’l-Usûl, II, 250.) kişinin herhangi bir kimsenin yüzüne karşı nasıl davranıyorsa, nasıl bir bağlılık ve samimiyet gösteriyorsa, gıyabında da öyle hareket etmesini nasihat olarak adlandırmıştır. (Hakim,Nevadir, I, 361.) • Nasihat, niyyetin her türlü muamelede kötü şaibelerden arınmasıdır. Zıddı aldatmaktır. (Kurtubi, el-Câmi’, V, 234.) el-Âcurri’nin nasihatin zıttı olarak “ğışş” yani “aldatmak” kelimesine yer verdiğine dikkat edilmelidir. Deylemi ise nasihatın zıttı olarak “adavet” yani “düşmanlık” kelimesini kullanmıştır. O, el-Firdevs adlı eserinde şöyle der: “Her âlimle oturmayın! Sadece sizi beş şeyi terk edip beş haslete davet eden; yani şekten yakin’e, kibirden tevazuya, riya’dan ihlasa, rağmetten rahbete, adavetten nasihata davet eden âlimlerle oturun.” (Deylemi, el-Firdevs, V, 56.) Kurtubi’ye göre ise nasihatin zıttı ihanettir. Buna göre Allah’a, Rasulüne ve kitabına karşı nasihat içinde olmayanlar ihanet içindedirler. (Kurtubi,el-Câmi, X, 166.) Beyhakî’ye göre Müslümanlara karşı nasihat içinde olmanın üç alameti 1. Kalbin Müslümanların elem ve kederlerinden dolayı hüzün duyması, 2. Müslümanların acılarına katlanmak, 3. Müslümanları, faydalı olan her maslahata irşad etmek. (Beyhaki, Şuabu’l-İman, VII, 523.) • Bütün bunlara rağmen gerek Türkiye’de, gerekse İslam âleminin diğer bölgelerinde nasihat kelimesinin aldatılmak,kandırılmak, ihanet,adavet ve ikiyüzlü davranmanın zıttı olarak “ihlas, samimiyet içten davranmak ve gönülden bağlanmak” anlamı değil de “öğüt, vaaz ve tavsiye” anlamı öne çıkmış ve bu hadis “din samimiyettir” yerine “din vaaz ve irşattır” şeklinde anlaşılmıştır. • Kur'an'ın pek çok yerinde "dini sadece Allah'a has kılma, O'na tahsis etme" görevi yüklenir insana. Dinde "îhlas" sahibi olmak, samimi olmak istenir. Allah'tan başkasının insan hayatı için belirleyeceği ilkeler dışlanır, kabul görmez. Kur'an ayrıca, "Dini Allah'a tahsis etmek"le, iman arasında koparılmaz bir bağa işaret eder. • Peygamber Efendimiz bir hadislerinde dini, ‘ الدين النصيحةDin, samimiyettir.’ şeklinde tanımlamışlardır. Bunun içindir ki İslam dini ihlası, Müslümanların ibadet ve davranışlarının Allah nezdindeki temel değerlendirme kriteri olarak benimsemiştir. ‘ الدين النصيحةDin, samimiyettir.’ Hadisi, mana ve muhteva bakımından İslam’ın temeli (medâr-ı İslam) olarak kabul edilen dört hadisten biri kabul edilmiştir. • Samimiyetin zıttı olarak aldatma, kandırma, iki yüzlülük gibi davranışlar, zaten İslam ahlâkıyla asla bağdaşmayan niteliklerdir. Bu bakımdan samimiyet ve ihlas, Müslümanlığın özünü oluşturmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz انما . اْعمال بالنياتAmeller niyetlere göredir buyurmuştur. Dinin özünün samimiyet ve ihlas olduğunu gösteren pek çok ayet ve hadis bulunmaktadır. Dinin özü samimiyettir. Bunun içindir ki Hz. Peygamber dini samimiyet olarak tanımlamıştır. Samimi olmayan iman, ibadet ve amellerin Allah yanında hiçbir değeri olmaz. ُ َ ْ َاَولَ ِك ْنَيَنَالُهَُالت َّ ْق ََوىَ ِم ْن ُك ْم ََ اَوَّلَ ِد َما ُؤ َه ه م و ح ل َ َاّٰلل ل َا ن ي َ ن ل َّ َ ُ َ ُ َ َ َ َعلَىَ َماَ َهدَا ُك ْم َََّ س َّخ َر َهاَلَ ُك ْمَ ِلت ُ َك ِب ُر َ َواَاّٰلل َ ََكذَ ِل َك ْ َوبَ ِْ ِر .ين ََ َِال ُم ْح ِسن «Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.» (Hac,Suresi,37) HABİL VE KABİLİN SAMİMİYYET TESTİ Din ve Samimiyyet insanlık tarihinin başlangıcı Hz Adem AS peygamberin iki oğlu Habil ve kabille başlamıştır. Habil ve Kabil olayı kısaca şöyledir; • Siyer müelliflerinden çoğu ve İbn İshâk'ın rivayetine göre Hz. Havva yirmi batında, ikizler hâlinde kırk çocuk doğurmuştur. Bu ikizlerden biri oğlan, diğeri kız oluyordu. Allah Teâlâ Âdem (a.s)'a, bu ikizlerden her birinin kız ikizini, diğer ikizin erkeği ile evlendirmesini vahyetmişti. Bu hükme uyularak, Âdem (a.s)'ın büyük oğlu Kâbil ile daha küçük oğlu Hâbil de birbirinin kız ikiziyle evleneceklerdi. Fakat Kâbil'in ikizi olan kız (Aklimâ), Hâbil'in ikizinden daha güzeldi. Bu sebeple Kâbil bu değişmeye razı olmamış, Aklima ile kendisi evlenmek istemişti. Âdem (a.s) bu isteğin gayr-i meşrû olduğunu ne kadar izah etti ise de Kâbil'e söz dinletemedi. Sonunda Kâbil'in ikizi Aklimâ hakkında birer kurban takdim etmelerini, hangisinin kurbanı kabul görürse Aklimâ ile onun evlenmesini çare göstermiş, bunun üzerine birer kurban takdim etmişlerdi (Tecrid-i Sarîh terc., IX, 84). • Tefsirlerde ve diğer İslâmî eserlerde geçtiği gibi Kâbil ziraatçı, Hâbil ise çobandır. Kâbil'in kurbanı değersiz cılız başaklardan oluşan bir demetti. Üstelik cılız başaklar arasındaki dolgun bir başağı kurban etmeğe kıyamayarak yemiş, Hâbil ise beğendiği bir koyunu, hem de geciktirmeden, kurban etmişti (Hasan Basri Çantay, Kuran-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, I, 162). Hâbil'in kurbanı kabul görmüş, o zaman âdet olduğu üzere gökten inen beyaz bir ateş parçası Hâbil'in kurbanını yakmıştı (Tecrîd i Sarîh tercümesi, IX, 84; İbn Kesir, Tefsir, III, 76-79). • Kıssanın bundan sonrası Kur'an-ı Kerîm'de şöyle ifade edilir: "Onlara Âdem'in iki oğlunun kıssasını hakkıyla oku (çünkü onlar bu kıssanın tıpatıp uyduğu kimselerdir). Hani Âdem'in iki oğlu birer kurban takdîm etmişlerdi de (her nedense) birinden kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, diğerine; Ahdim olsun) seni katledeceğim' dedi. Diğeri ise, Allah ancak muttakîlerden (kurban) kabul eder. Öyleyse Allah'tan kork, niyetini düzelt. Eğer sen, beni öldürmek için elini kaldırsan bile, ben seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim. Çünkü ben Rabbü'l-âlemîn olan Allah'tan korkarım. Dilerim ki sen, kendi günâhınla birlikte benim günâhımı da yüklenesin ve de cehennemlikler den olasın. İşte zalimlerin cezası budur' dedi. َُصدُو ِر ُك ْمَأ َ ْوَت ُ ْبدُوه ُ َقُ ْلَ ِإ ْنَت ُ ْخفُواَ َماَفِي ََُُاّٰلل َّ يَ ْعلَ ْمه «De ki: ‘İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki her şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.»(Ali İmran,29) ع َم َرَب ِْن ْ َاّٰللَِ • سو َل َّ َِالر ْح َم ِنَ َع ْبدَ َّ َاّٰللَِبْنَ َ ُ َر ُ َع ْنَأبيَ َع ْبد َّ َالخَطا َ ِ بَرضيَهللاَعنهماَقالَ : س ِم ْعتُ َ َارَفَدَ َخلُوَهُ ,فَان َحدَ َر ْ تَ َم َّم ْنَكانَقَ ْبلَ ُك ْمَ َحتَّىَأَوا َ ُه ُم َْ َر ْهطٍ ِ َال َم ِبيتُ َ ِإلَىَغ ٍ َيقُولَُ :انطلقَثََلَثَةُ َ تَ َعلَ ْي ِه ُم ْ َمنَ ْ سدَّ ْ عواَ ص ْخ َرةَِإَّلَأنَت َ ْد َُ َارَفَقال :وهللاَإنهَُ َ َال َجبَ َِ َّلَ يُ ْن ِجي ُك ْم ِ ص ْخ َرة ٌ ِ َم ْنَ َه ِذ ِهَال َّ ل ,فَ َ َ َالغ َ اّٰللَتَعا َ غبُ ُقَ يرانَ ,و ُك ْنتُ ََّلََأ َ َْ صا ِلحَِأ َ ْع َما ِل ُك ْم َم ْن ُه َُم :اللَّ ُه َّمَكان ِليَأ َ َب َوانَ َ َّ َقالَر ُج ٌل ِ ليَ ِب َ ْ ْيخَانَ َك ِب َ َ َ َ َوَّلََ َماَّل .فَنَأَىَبِيَ َ بَال َّ ْ َج ِرَيَ ْو ًماَفَلَ َْم أ ُ ِر ْحَ َعلَ ْي ِه َماَ َحتَّىَنَا َما ,فَ َحلَبْتُ َلَ ُه ََماَ طلَ ُ قَ ْبلَ ُه َماَأ َ ْهَلً َ تَأنَأو ِق َ َوإنَأ َ ْغَبُقَ َقَ ْبلَ ُه َماَأ َ ْهَلًَأ َ ْوَماَّلَفَلَ ِبثْتُ َََ -و ْالقَدَ ُحَ َغبُوقَ ُه َماَفَ َو َج ْدت ُ ُه َماَنَا ِئ ِمينَََ ,و َك ِر ْه ُ ظ ُهما َ َ ظ ُه َماَ َحتَّىَبَ ِرقَ ْ الصَْبيَةَُيَتَضاَغ َْونَ َ ِع ْندََقَدَ ِميَ -فَا ْست ََْيقَ َ أنتظ ُرَا ْستِيقَا َ ظاَ َعلَىَيَدِيَِ - َو ِ َالفَ ْج ُر َ َم ْنَ َه َِذ ِهَ فَْ َِر َباَ َغبُوقَ ُه َما .اَللَّ ُه َّمَإنَ ُك ْنتُ َفَ َع ْلتُ َذَ ِل َكَا ْب ِتغَا ََء َو ْج ِه َكَفَفَ ِر ْجَ َعنَّاَ َماَن َْح ُنَ ِفي ِه ِ ْ ْيئًاََّلََيَ ْست َ ِطيعُونَ ْ ص ْخ َرةَِ ,فَانفَ َر َج ْ َم ْن َهُ .قالَاآلخَرَ :اَللَّ ُه َّمَكانتَ ِليَابنةَ َع ٍمَكانتَ تَ َ َال ُخ ُرو َج ِ ال َّ س َهاَ َالنسا َ َءَفَأ َ َر ْدت ُ َهاَ َعلَيَنَ ْف َِ تَأحبهاََ َكأََْدَِماََيُ ِح َُّ َر َوا َيةٍَُ :ك ْن َ الرجا َ ِل ِ أحبَالنَّ ِ ب ِ يََ .وفي ِ ِ اسَ ِإلَ َّ جا َءَتْنِيَفَأ َ ْع َ َمنِيَ َحتَّىَأَلَ َّم ْ امتَنَ َع ْ علَىأنَ ارَ ََ َالسنِينَ َفَ ََ َمنَ ِ سنَةٌ ِ ت ِ فَ ْ تَ ِب َهاَ َ َو ِمائَةََدِينَ ٍ ط ْيت ُ َهاَ ِع ْْ ِرينَ َ يَو َبيْنَ َنَ ْف ِس َهاَفَفَ َعلَ ْ َر ْجلَيْهاََقالَ َر َوا َيةٍَ :فَلَماََقَ َعدْتُ َ َبيْنَ َِ تَ َحتَّىَإذاَقَدَ ْرتُ َ ََ تُخ َِل علَ ْي َهاَ .وفي ِ ِ يَ َب ْي ِن َ َ ض ْ َبَ اسَ ِإلَ ََّ ص َر ْفتُ َ َع ْن َه ََ : َوَّلََتَفُ َّ يَأحبَالنَّ ِ يَ ,وت َ َر ْكتُ َالذَّه َ َالخاَت َ َمَإَّلَ ِب َح ِق َِه ,فَان َ اتقَهللا َ َ اَو ِه َ الَّذِيَأ َ ْع َ جتَِ ك ,فَا ْف ُر ْجَ َعنَّاَ َماَن َْح ُنَ ِفي ِهَفَانفَ َر ََ َو ْج ِه ََ ط ْيت ُ َها ,اَللَّ ُه َّمَإنَ ُك ْنتُ َفَ َع ْلتُ َذَ ِل َكَا ْب ِتغَا َء ََ ص ْخ َرةَُ َغي َْرَإن ُه ْمََّلََيَ ْست َ ِطيعُونَ ْ ث :اَللَّ ُه َّمَإنيَا ْست َأجرتُ َأجرا َءَ َم ْن َهاَ .وقالَالَث َّا ِل َُ َال ُخ ُرو َج ِ ال َّ َوأ َ ْع َ َب ,فَث َ َّم ْرتُ َأجرهَُ َحتَّىَ َكث ُ َر ْ َم ْنهَُ َُوذَه ََ ت ِ َو ِ ط ْيت ُ ُه ْمَأجر ُه ْمَ َغي َْر َ احدٍَت َ َر َكَالَّذِيَلَه َ َر ُج ٍل َ َأجركَ: ىَم ْن ينَفَقالَ :يَاَ َع ْبدَ َّ َ يَأجري ,فَقُ ْلتُ َُ :ك ُّلَ َماَت َ َر ِ األموال ,فَ َجا َءَنِيَبَ ْعدَ ِ َح ٍ َاّٰللَِأَدَِ ِإلَ َّ َّلََت َ ْست َ ْه ِز ْ ئ ِب َكَ ئَ ِبي! فَقُ ْلتُ ََّ :لََأ َ ْست َ ْه ِز َُ َاّٰللَِ َ الر ِقي َِ ِمنَ ق .فَقالََ :ياَ َع ْبدَ َّ َو َّ َو ْالغَن َِم َ َاإلبلَو ْال َبقَ ِر َ َ َو ْج ِهك َ,فَا ْف َُر ْجَ َعنَّاَ َماَ َم ْنهَُ َ فَأخذهَُ ُكلَّهَُفَا ْستَاقَهَُفَلَ ْمَ َيتْ ُر ْك ِ ْ ْيئًا ,اَللَّ ُه َّمَإنَ ُك ْنتُ َفَ َع ْلتُ َذَ ِل َكَا ْبتِغَا َء َ ص ْخ َرةَُفَخ ََر ُجواَيَ ْم ُ ْونَ َ. ن َْح ُنَفِي ِهَفَانفَ َر َجتَِال َّ SAMİMİYYET İNSANI KARANLIKLARDAN AYDINLIK GELECEĞE TAŞIR: CENNETE VE CEMALULLAHA • EFENDİMİZİN (SAV) ANLATTIĞI BU KISSA İNSANIN İÇİNİN DIŞA YANSIMASINA MÜTHİŞ BİR ÖRNEK TEŞKİL EDİYOR: «İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir.»(Ali İmran, 29) SAMİMİYYET ABİDESİ ÜÇ İNSAN; Ebû Abdurrahmân Abdullah ibn Ömer ibni’l Hattâb (Allah Onlardan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyururken işittim demiştir: “Sizden önceki yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar, geceyi geçirmek için bir mağaraya sığındılar, dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı, bunun üzerine birbirlerine şöyle dediler: “İyi amellerinizle dua etmekten başka sizi bu kaya parçasından hiçbirşey kurtaramaz.” • İçlerinden birisi :Allah’ım benim çok yaşlı annem ve babam vardı; onlardan önce ne çocuklarıma ne de hizmetçilerime akşam sütünü içirmezdim. Birgün uzak bir yere odun toplamaya gitmiştim, onlar uyuyuncaya kadar dönemedim, akşam sütlerini sağıp yanlarına gelince onları uyur halde buldum, onları uyandırmayı ve onlardan önce ev halkının birşey yeyip içmesini uygun görmedim, süt kabı elimde olduğu halde onların uyanmalarını bekledim, nihayet şafak söktü, çocuklar açlıktan sızlanıyorlardı, derken annem babam da uyandılar ve akşam sütlerini içtiler. Allah’ım eğer bu işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam bu kaya sıkıntısını bizden uzaklaştır, diye yalvardı kaya biraz aralandı, fakat çıkılacak gibi değildi. • İkinci kimse şöyle dedi: Allah’ım amcamın bir kızı vardı, onu herkesten çok seviyordum (başka bir rivayete göre : bir erkek bir kadını ne kadar severse ben de onu o kadar seviyordum.) Ona sahip olmak istedim, o kabul etmedi, bir kıtlık yılı amcamın kızı çıkıp geldi, kendisini bana teslim etmek şartıyla ona yüzyirmi altın verdim, kabul etti ona sahip olacacağım zaman (diğer bir rivayete göre cinsi muameleye başlamak üzereyken) dedi ki: “Allah’tan kork, haksız olarak bekarlık mührümü bozma” ben de Allah’tan korkarak bu çok sevdiğim kadından uzaklaştım. Verdiğim altınları da ona bıraktım. Allah’ım eğer ben bu işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam, bu belayı üzerimizden gider diye yalvardı. Kaya biraz daha açıldı fakat çıkılacak gibi değildi. • Üçüncüleri de :Allah’ım vaktiyle birçok işci tuttum, ücretini almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim, ücretini almadan giden işcinin ücretini çalıştırdım, bu ücretten pekçok mal çoğaldı, birgün bu adam çıkageldi ve bana “Ey Allah’ın kulu ücretimi ver” dedi. Ben de ona: “Şu gördüğün develer, koyunlar ve köleler senin ücretinden meydana gelmiştir” dedim. “Ey Allah’ın kulu benimle alay etme” deyince, “Seninle alay etmiyorum diye cevap verdim. Bunun üzerine o; malların hepsini sürüp götürdü, hiç birşey bırakmadı. “Rabbim eğer bu işi sırf senin rızanı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar” diye yalvardı mağaranın ağzını kapatan kaya iyice açıldı onlar da çıkıp gittiler. (Buhârî, Büyu’ 98; Müslim, Zikir 100.) • Bu hadisi şeriften cıkarılacak sonuca baktığımızda ihlas ve samimiyyetle yapılan davranışların Allah’ü Tealayı hoşnut ettiği belirtilmektedir.Onun bu hoşnutluğun insanı hem dünyada hem ahirette bir çok sıkıntılardan kurtarmakta , her iki cihanda da bahtiyar olmasını sağlamaktadır. • Efendimizin(SAV) anlattığı bu kıssada ana babaya hizmet, nefse hakimiyyet ve insak hakkına hürmetin önemi belirtilmektedir. • Samimiyyetle yapılan ve dine uygun fiiller her zaman ve her yerde sahibini şereflendirdiğini görmemize ve buna göre bize hareket alanı tayin etmemize yardımcı oluyor. • Her şeyin başı SAMİMİ olmaktan geçer. • َُصدُو ِر ُك ْمَأ َ ْوَت ُ ْبدُوه ُ َُُ ْلَ ِإ ْنَت ُ ْخفُواَ َماَفِي ََُُاّٰلل َّ يَ ْعلَ ْمه «De ki: ‘İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki her şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.»(Ali İmran,29) • EFENDİMİZİN (SAV) ANLATTIĞI BU KISSA İNSANIN İÇİNİN DIŞA YANSIMASINA MÜTHİŞ BİR ÖRNEK TEŞKİL EDİYOR: «İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir.»(Ali İmran, 29) SAMİMİYYETS İ Z ÜÇ İNSAN; 1)ŞEHİT 2)ALİM 3)ZENGİN SAMİMİYYET EDEPLE BAŞLAR: EDEP YAHU لَّ : س ِم ْع ُ ضىَيَ ْو َمَ • سو َلَهللاَ يَقُو َُ ع ْنهَُقَا ََ َر ُ إن ََأ َ َّو َلَالنَّ ِ اسَيُ ْق َ و َ لَ : ت َ َ،ر ُج ٌلَا ْست ُ ْْ ِهدََ،فَأ ُ ْ َ ل: يََِب ِهَ،فَعَ َّرفَهَُنِ ْع َمتَهَ،فَعَ َرَفَ َهاَ،قَا ََ ت ه ي ل ع َ ة م ا ي ق ال ْ ِ ِ ِ ِ َ َ َ َ َ يكَحتَّى ا ْست ُ ْْ ِه ْد ُ ل :قَات َ ْل ُ ْتَ، تَ،قَا ََ تَفِي َهاَ؟َقَا ََ تَفِ َ لَ :كذَب َ ع ِم ْل َ فَ َماَ َ علىَ بَ ََ تَأل َ ْنَيُقا ََ َول ِكنَّ َكَقَات َ ْل َ لَ :ج ِريء!ٌَ،فَقَ ْدََِقي َلَ،ث ُ َّمَأ ُ ِم َرَ ِب ِهَ،فَ ُ س ِح َ َو ْج ِه ِهَ َحتَىَأ ُ ارَ .و َر ُج ٌلَتَعََلَّ َم ْ ْ آنَ، َُ،وقَ َرأ َ َْ يَفيَالنَّ َِ ق ل َالقُ ْر َ ِ َو َ علَّ َمه َ َال ِع ْل َم َ َ فَأ ُ ل :تَعََلَّ ْم ُ تَ تَ ِفي َها؟َقَا ََ يَ ِب ِهَ،فَعَ َّرفَهَُ ِنعَ َمهَُفَعَ َرفَ َهاَ .قَا ََ ت ع ِم ْل َ ِ ل :فَ َماَ َ َ ْ ْ ْ ْ َّ ُ َ ُ َ َ َ ُ ل: تَ ِليُقَا ََ ْت ب ذ ك : َ ل ا ق َ، َ آن ر ق َال يك ف َ ت أ ر ق َُ،و ه ت م ل ع َو م ل ع ال َ َ َ َ،ول ِكنَّ َكَتَعَلَّ َْم َ َ ِ ِ ْ ْ َ َ َ َ َ َ ْ ُ ْ ُ ُ َ َ َ َ َ ْ بَ ح َ س ف َ، ه ب َ ر م َأ م ث َ، ل ي ق َ د َ ق ف ئَ، ار ق هوَ : َ ل ا ق ي ل َ آن ر ق َال ت قرأ َ ُ َ َ َ ِ ِ ِ ِ ِ ُ ْ َ َ َّ َ ِ َ،و َ ِ عا ِل ٌَم! َ َ،وأ َ ْع َ َم َْ ن َو ََّ طاهُ ِ س َعَهللاَ َ َ يَفيَالنَّ ِ علَ ْي ِه َ َ،و َر ُج ٌل َ ار َ ع َ لىَو ْج ِه ِهَ َحتَّىَأل ِق َ َافَال َما ِلَ،فَأ ُ َ تَفَِي َهاَ؟َ يَ ِب ِهَفَعَ َّرفَهَُنِعَ ََمهَُ،فَعَ َرفَ َها .قَا ََ ت ن ص أ ع ِم ْل َ ِ ِ ْ ل :فَ َماَ َ َ بَأ َ ْنَيُ ْنَفَقَ َ ِفيهاَإَّلََّأ َ ْنفَ ْق ُ ل :ماَت َ َر ْك ُ ل: ك .قَا ََ تَ ِفي َهاَلَ ََ قَا ََ س ِبي ِلَت ُ ِح ُّ ت ِ َم ْنَ َ بَ ل :هوَ َج َوا َدٌ!ََ،فَقَ ْدَقِي َلَ،ث ُ َّمَأ ُ ِم َرَ ِب ِهَفَ َُ تَ ِليُقَا ََ ْتَ،ول ِكنَّ َكَفَعَ ْل َ َكذَب َ س ِح َ ُ ار. يَفيَالنَّ َِ ق َأل م لىَو ْج ِه ِهَث ِ َ َّ ع َ َ Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun), Rasûlullah (SAV)’i şöyle buyururken işittim demiştir. Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi şehid düşmüş kimse olup Allah'ın huzuruna getirilir. Allah'ta ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve nail olduğu nimetleri itiraf eder. Allah: - Peki bunca nimetlere karşı ne yaptın? Buyurur. - Ya Rab senin yolunda savaştım ve şehid düştüm, deyince: - Hayır yalan söylüyorsun, sen cesur desinler diye savaştın. Neticede bu söz de senin hakkında söylenmiştir. Sonra bu kişi verilen emir üzerine yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılır. Diğer bir adam ise ilim öğrenip öğretmiş, Kuran okumuş bir kimse olup o da Allah'ın huzuruna getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Allah: - Peki bu nimetlere karşılık ne yaptın? Buyurur. - İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum, cevabını verir. Allah da buyurur ki: - Yalan söyledin. Sen alim desinler diye ilim öğrendin, ne güzel okuyor desinler diye Kur’an okudun. Zaten bu sözler de senin için söylenmiştir. Sonra emredilir de yüzüstü cehenneme atılır. Daha sonra Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkan verdiği bir kimse Allah'ın huzuruna getirilir. Allah verdiği nimetleri ona hatırlatır o da onları itiraf eder. Bunun üzerine Allah: - Peki ya sen bu nimetlere karşılık neler yaptın? Buyurur. - Senin rızanı kazanmak için sevdiğin yollarda harcadım, deyince Allah kendisine: - Yalan söylüyorsun, halbuki sen bütün yaptıklarını, “ne cömert adam” desinler diye infak ettin. Bu söz de senin hakkında gerçekten söylenmiştir, buyuracak ve arkasından Allah'ın emri üzerine bu kimse de yüzüstü cehenneme atılır. (Müslim, İmara 152) ْ َّ َ ُ ْ ْ ُ ُ َ َ ُ • ََواألذَىَ َكالَّ ِذيَيُن ِف ُق ن م ال ب َم ك ت ا ق د ص َ ا و ل ْط ب ت َ َّل َ ا و ن م َآ ين ذ اَال ه ي يَاَأ ُّ َ ِ ِ ِ َ ِ َ َ َ ِ َ َ ِ َوَّلََيُؤْ ِم ُنَ ِب َان ِ َو ْاليَ َْو ِم ِ ََُّرئَاءَالن َ ََاآلخ ِرَفَ َمثَلُهَُ َك َمث َ ِل ٍ صَْف َو ِ َمالَه َ اّٰلل َ اس ََي ٍَء ِم َّما ََ ََُُوا ِب ٌلَفَت َ َر َكه َ ص ْلدًاََّلََّيَ ْق ِد ُر ٌ علَ ْي ِهَت ُ َر َ َون َ َ َ ابَفَأ ْ َْعلَى َ صابَه ْ يَالقَ ْو َم ْ َواّٰللََُّلََيَ ْه ِد ََ َال َكافِ ِر ين َ َك َ ْسبُوا «Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kafirleri doğru yola iletmez.» (Bakara,Suresi,264) ْ ع ْب ِد َّ ِ ع ْب ِدَ ع َُ ْن َاّٰللَب ِْنَعب ِ َأبيَالعَب ِ َّاسَب ِْنَ َ َّاسَ َ ْ َّ ال ط م صلىَهللاَُ ع ْنَرسولَهللاَ ََ ُ ُ ضيَهللاَعنهماَ َ، لبَر ِ ِ َ َّ ْ َ َوتَعَالَىَ ك ار ب ت ََ، ه َ َرب ن ع وىَ ر ي يماَ ف مَََ، سل َ ِ ِ ْ َ َ َ َ علَ ْي ِهَو َ ِ َ َ ب ْ تَث ُ َّمَبَي ََّنَذلكَ: سَِيئا ِ َالحسنا ِ تَوال َّ قَا َلَِ « :إ َّنَهللاَكت َ َ ار َكَ اَاّٰللَُ ِع ْندَهَُتَبَ ََ سن ٍةَفَل ْمَي ْع َم ْل َهاَكتَبَ َه َّ ف َم ْنَه َّمَ ِب َح َ َو ِإ ْنَه ََّمَب َهاَفَعَ ِملَ َهاَ َكتَبَ ََهاَ َوتَعَالَىَ ِع ْندَهَُحسنةً ِ َكاملةً َ ضعَ ٍَ اف فَ ِإلَىَأ َ ْ َض ْع ٍ َّ اّٰللَُ َ س ْب ِع َماَِئ ِة ِ سنَاتٍَ ِإلَىَ َ ع ْْرَ َح َ ع ْندَهَُ اَاّٰللَُ َِ سيئ َ ِةَفَلَ ْمََيَ ْع َم ْل َهاَ َكتَبَ َه َّ ََ،و ِإ ْنَ َه َّمَ ِب ِ كثير ٍة َ سَِيئَةًَ ََ،و ِإ ْنَ َه َّمَ ِبهاَفعَ ِمل َهاَ َكتَبَ َه َّ سنَةً ِ اَاّٰللَُ َ َح َ َكاملَةً َ احدََة ً». )َ (Buhârî, Rikâk ,31و ِ • Ebü’l–Abbâs Abdullah İbni Abbâs İbni Abdülmuttalib radıyal–lahu anhümâ’dan nakledildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı: Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb–ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb–ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar. Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb–ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb–ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar. (Buhârî, Rikâk ,31) ْ إَنَّ َم:ََاّٰلل ِ سو ُل • َت ِ اَاَّلَ ْع َما ُلَ ِبالنِيَّا ُ َر َ َُيَاّٰلل ِ عنَعمرَر َ قَا َل:عنهَُقال َ َ ض ْ َفَ َم ْنَ َكان،ئَ َماَن ََوى ِ َسو ِل ِه ج َرتُه َْ َتَ ِه ُ َو َر ْ َوإنَّ َماَ ِل ُك ِل ٍ َام ِر َ َُالىَاّٰلل ْ َو َم ْنَ َكان، ِ صيبُ َهاَأ َِو فَ ِه ْج َرتُه ُ َو َر ِ َُتَ َِه ْج َرتُهَُاِلىَدُ ْنيَاَي َ سو ِل ِه َ َُالىَاّٰلل .ْام َرأةٍَيَ ْن ِك ُح َهاَفَ ِه ْجرتُهَُالىَ َماَ َها َج َرَإلَ ْي َِه • Hz. Ömer (RA) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v) buyurdular ki: «Ameller, niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.» (Buhari, Bed'u-l Vahy, 1; Müslim, İmare, 155) َ َ ْ ْ ْ َ َ َّ َ َ َ ْ ق ح ل ا ب ف أ ا ِإن • اّلل د ب ع ا ٍا ت ك ل ا ك ي ل إ ا ن ل ْن ِ ْ َ ِ َ ِ ِ َ َّ ِ َ الد ين ِ م ْخ ِلصا ً لَّه «Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dîni Allâh'a has kılarak ihlâs ile kulluk et!..» (Zümer,Suresi,2) ُ َ َ ً ْ ْ ُ • ََاّٰللَ ُمخ ِلصا َْ قُ ْلَ ِإنِيَأ ِم ْرتَأنَأ ََّ َعبُد ََ الد ين ِ َُلَّه «De ki: Ben, dîni Allâh'a has kılarak ihlâslı bir şekilde O'na kulluk etmekle emrolundum.» (Zümer, 39/11) • Huzûr-i ilâhîden kovulan iblîs: ُ َ َ َّ َز • َض ر أل يَا ف َ م ه ل َ ن َ َ ن ي ِ ْ ِ ِ َر ِ بَ ِب َماَأ َ ْغ َو ْيتَنِيَأل ُْ َ قَا َل ينَ ِإَّْ ِعبَاد ََك ِم ْنهم ا ْلم ْخلَ ِصين َ َوأل ُ ْغ ِويَنَّ ُه ْمَأ َ ْج َم ِع «Dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günâhları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!..» (Hicr, Suresi,39-40) • ِئ َل َر ول: هللا ْب ِن قَ ْيس األشعري قال َ وع َْن أبي مو َى ِ ع ْب ِد َُّ ً أ,ً َويقَاتِل ِريَاء,ً َو يقَاتِل َح ِميَّة,ش َجاعَة ي َ الرج ِل يقَاتِل ِ َّ هللا ع َِن َ َم ْن قَات َ َل ِلتَك: هللا اّلل ِ َّ ون َك ِل َمة ِ اّلل فَقال َر ول َّ ذَ ِل َك فِي َ ِبي ِل . اّلل ِ َّ ي ا ْلع ْليَا فَه َو ِفي َ ِبي ِل َ ِه Ebû Mûsâ Abdullah ibn Kays el Eşarî (Allah Ondan razı olsun) şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e biri cesaretini göstermek diğeri milletini korumak öteki ise kendisine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu da Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şu cevabı verdi. “Kim İslâmiyet (tevhid kelimesi) daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır. (Yani şehid ona denir).” (Buhârî, İlim 45; Müslim, İmâra 150.) َ ين يقَا ِتل َ ٍ الَّ ِذ • صفًّا َ ون ِفي َ ِبي ِل ِه ُّ اّلل ي ِح َ َّ ِإ َّن ٌ ََكأَنَّهم بني وص ٌ ان َّم ْرص «Muhakkak ki Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.» (Saff Suresi, 4) ASHABIN SAMİMİYYET ÖLÇÜLERİ; CANLARINI HZ MUHAMMED’İN YOLU UĞRUNDA HER NE OLURSA OLSUN FEDA ETMEKTEN SAKINMADILAR VE DÜŞMANLA İŞ BİRLİĞİ YAPMADILAR. YA SEN? «Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!..» (Hicr, Suresi,39-40) MÜSTESNA BİR YİĞİT ...HUBEYB BİN ADİYY…!!! Tevhid inancının inatçı düşmanları, gözlerini kamaştıran İslam nurunu gölgelemeye güçlere yetmeyince, çeşitli hilelere başvurmaktan geri durmadılar. Bilhassa Bedir gibi Uhud’da da elebaşlarını kaybedince iyice azdılar ve intikam hıncıyla tutuştular. Lihyanoğullarıyla anlaşan Adal ve Kare kabilesinden bir grup, Müslüman olduklarını söyleyerek Peygamberimize müracaatta bulundular: “Yâ Resûlallah, İslamiyet kabilemiz arasında yayılmaya başladı. Sahabilerinden birkaçını bizimle gönder de bize Kur’ân öğretsinler, İslamiyet’i anlatsınlar.” Bu masum ve makul isteği cevapsız bırakmayan Peygamberimiz, Hz. Mersed bin Ebî Mersed (r.a.) başkanlığında, Suffe Ashâbı’ndan 10 zatı bu işle vazifelendirdi. • İrşat heyeti, Mekke’den gelenlerle yola çıktı. Uhud Savaşı’ndan dört ay sonraydı. Hicret’in 4. senesi Sefer ayı başlarıydı… Kafile Recî Suyu’nun başına gelince, âdi bir hıyanetle yüz yüze geldiler. Lihyanoğullarından 100 kadar gözü dönmüş nasipsiz, bu masum ve müdafaasız kimselere saldırmaya yöneldiler. Durumun vahametini anlayan Hz. Mersed, arkadaşlarını yakınlarındaki dağa çekti. Etraflarını saran düşman, onları sıkıştırmaya başladı. Onlar da kılıçlarını çekip kendilerini savunmaya çalıştılar. Fakat çok geçmeden yedi sahabi şehit düştü. Geriye kalan Hubeyb bin Adiyy, Zeyd bin Desinne ve Abdullah bin Târık (r.a.), müşriklerin öldürmeyeceklerine dair söz vermeleri üzerine teslim oldular. • Hileci sahtekarlar, bu üç sahabiyi sıkıca bağladılar. Mekke’nin yolunu tuttular. Esir olarak götürüp satacaklardı. Direnip gitmek istemeyen Hz. Abdullah bin Târık karşı koydu. Elini çözerek kılıcına sarıldı. Fakat müşrikler fırsat vermediler, bu yüce insanı taşlayarak şehit ettiler. • Ellerinde kalan Hz. Hubeyb ile Hz. Zeyd’i Mekke’ye götürdüler. Hz. Hubeyb, Hicret’ten önce Müslüman olmuştu, Ensar’ın ileri gelenlerindendi. Bedir Savaşı’nda üstün kahramanlık göstermiş, müşriklerin büyüklerinden Hâris bin Âmir’i öldürmüştü. Uhud’da da büyük fedakârlıklar sergilemişti. • Lihyanoğulları, Hz. Hubeyb’i Hâris bin Âmir’in çocuklarına 100 deve karşılığında sattılar. Hâris’in üvey kardeşi Huceyr de, Hz. Hubeyb’i, cariyesi Mâviye’nin evine hapsetti. Gayeleri, bir müddet işkence yapıp eziyet çektirdikten sonra öldürmekti. • Dünyayı kucaklayacak güçlü bir imana sahip olan Hz. Hubeyb, İlahî takdire boyun eğerek, derin bir sabır ve tam bir tevekkül içinde Rabb’ine kavuşacağı günü bekliyordu. Çünkü o, Resûlullah tarafından yüce bir gaye için vazifelendirilmişti. Yeni Müslüman olanlara Allah’ın kelamını öğretmek, İslam’ın güzelliklerini anlatmak için yola çıkmıştı. Bu uğurda başına gelecek her şeyi tam bir rıza ile karşılaması gerekirdi. Hayatta kalıp vazifesini yapsa da kârdaydı, bir ihanete kurban gitse de kazançlıydı. Çünkü şehadet mertebesini kazanacaktı. • Hz. Hubeyb’i aç susuz bir şekilde yalnızlığa terk etmişlerdi. Kaçmaması için de zincire vurmuşlardı. Fakat Hubeyb’i, Rahim olan Rabb’i aç bırakmadı. Ev sahibi Mâviye bir gün Hz. Hubeyb’in yattığı hücrenin kapısını aralayınca şaşkına döndü. Hubeyb’in elinde, dünyada benzeri görülmeyen koca bir üzüm salkımı vardı. Sakin bir şekilde tane tane yiyordu. Daha sonra Müslüman olan Mâviye, bu durumu şöyle anlatıyordu: Ben Hubeyb’den daha hayırlı bir esir görmedim... O mevsimde değil Mekke’de, dünyada dahi bir üzüm tanesi bulunmazdı. Kendisi zincire vurulmuş olduğu hâlde, elinde bir insan başı büyüklüğünde üzüm salkımı vardı. Herhâlde bunu ona rızık olarak Allah veriyordu…” • Mâviye bir defasında gelerek, gizliden Hz. Hubeyb’e ihtiyacı olup olmadığını sordu. Hubeyb asla nefsini düşünmüyordu. İmanına bir zarar gelebileceği endişesini taşıyordu: “Bana tatlı su içirip, putlar adına kesilmeyen hayvanların etinden yedirmenden ve bir de, beni öldürecekleri günü önceden haber vermenden başka senden bir şey istemiyorum.” • Mâviye anlatıyor: “Hubeyb’in öldürüleceği gün kararlaştırılmıştı. Vallahi ölüm haberini duyunca onun yüzünde zerre kadar bir üzüntü, durumunda en küçük bir endişe görmedim. Sadece ölmeden önce vücut temizliğini yapmak üzere benden emanet olarak bir ustura istedi. İsteğini yerine getirdim.” • Bütün Mekke halkı toplanarak Hz. Hubeyb’i öldüreceklerdi. İntikamlarını vahşi bir şekilde bu masumdan alacaklardı. • Gün aydınlanmış, sabah olmuştu. Menfur emellerine kavuşmak isteyen bir grup Kureyş putperesti, Hz. Hubeyb’in zincire vurulduğu eve geldiler. İntikam ateşinden alev alev olmuş gözlerini Hz. Hubeyb’in üzerine diktiler. İman çağlayanı büyük sahabi, bir melek masumiyeti içinde bekliyordu. • Gayet rahat ve sakindi. Üzerinde en ufak bir telaş eserini görmek mümkün değildi. Müşrikler bağlı olduğu prangadan çözerek onu hücresinden çıkardılar. Mekke’ye iki fersah uzaklıkta bulunan Ten’im mevkiine götürüp idam etmek üzere yola çıktılar. • Müşrikler, avını ele geçirmiş aç canavar hâletiyle menhus bir sevinçle ilerlerken, Hz. Hubeyb de, mazlum bir eda, fakat metin ve vakur adımlarla Allah’a kavuşacağı mekâna gidiyordu. Yolda Hz. Zeyd bin Desinne ile karşılaşmış, birbirlerini teselli etmişlerdi. • Ten’im âdeta bir panayıra dönüşmüş, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek oraya dökülmüştü. Bu iki mazlumun öldürülüşünü seyredecek, Bedir’in ve Uhud’un acısını dindireceklerdi güya… • Derince bir çukur kazdılar. Kurumuş koca bir ağaç bedenini getirerek diktiler. Bu bir idam sehpasıydı. Hz. Hubeyb’i idam sehpasının yanına götürdüler. Hz. Hubeyb bir müddet durdu. Müşriklerden hiçbir talepte bulunmamıştı. Fakat son olarak Rabb’inin huzuruna çıkmak istiyordu, “Müsaade ederseniz, bırakın da iki rekât namaz kılayım.” dedi. Müsaade edildi. • Hz. Hubeyb, âdap ve erkânına dikkat ederek huşu içinde iki rekât namaz kıldı. Selam verdikten sonra müşriklere dönerek, “Vallahi eğer ölümden korktu da namazı uzattı zannına kapılmayacak olsaydınız, namazı uzatır ve çoğaltırdım!” dedi. Bu hâldeyken bile imanla bağdaşmayan korkaklık eserini kabul etmiyordu. • Böylece, İslam tarihinde idamdan önce iki rekât namaz kılma âdetini Hz. Hubeyb başlatmış oldu… • Müşrikler, Hz. Hubeyb’i tutup darağacına bağladılar. Yönünü ise Medine’ye çevirdiler. Belki ölümden korkar da inancından vazgeçer düşüncesiyle son olarak şu teklifte bulundular: • “Muhammed’in dinini terk et, sana eman verip serbest bırakalım.” • HZ HUBEYB ÇAĞLAR ÜSTÜNE HAYKIRIYORDU…ÇÜNKÜ ONUN ÖĞRETMENİ HZ MUHAMMED(SAV)Dİ «SAĞ ELİME GÜNEŞİ SOL ELİME AYI VERSENİZDE BU DAVAMDAN ASLA VAZ GEÇMEM DİYEN HZ MUHAMMEDİN TALEBESİYDİ HUBEYB NASIL AYKIRI DAVRANABİLİRDİKİ….!!!! • Hz. Hubeyb, hiç böyle bir teklif beklemiyordu. Bunu kabul etmek, onun için ölümlerin en kötüsüydü. Vakur bir sesle gürledi: “Hayır, vallahi dinimden dönmem, hattâ bütün dünyayı da bana verseniz vazgeçmem!” • Alay dolu bir teklif daha yaptılar: “Doğru söyle, şimdi senin yerine Muhammed’in öldürülmesini, senin de evinde çoluk çocuğunun arasında sağ salim yaşamanı isterdin, değil mi?” • SATARMI HUBEYB DAVASINI DÜNYA GÜCÜ VE MENFAATİ İÇİN EBEDİ CENNET VARKEN…! • Kalbi Peygamber sevgisiyle dolup taşan Hz. Hubeyb’in verdiği cevap, canileri ürküttü: “Vallahi Peygamberimin ayağına bir diken batmaktansa, canımdan olmaya razıyım!” • DİNİ SAMİMİYYETLE YAŞAYAN ASHABIN KURAN VE PEYGAMBER TERBİYESİ SONUÇLARI NASIL ETKİLEDİĞİNE BİR BAKIN EY GAFLETTE OLAN MÜSLÜMANLARI BIRAKIPTA İSLAM DÜŞMANLARINI DOST EDİNENLER…! Daha sonra şöyle devam etti: “Allah yolunda olunca, hayatımın hiçbir ehemmiyeti yoktur. Vallahi ben imanımdan dolayı öldürülecek olduktan sonra, vurulup hangi yanım üzerine düşersem düşeyim, gam yemem. Çünkü bunların hepsi Allah uğrunadır. O dilerse, parça parça olan vücudumu feyze eriştirir.” • Müşrik topluluğu fedakârlığın ne olduğunu bilemiyorlardı. Ortalığı bir ölüm sessizliği kaplamıştı. Bu sözlere sadece istihza ile gülüp geçiyorlardı. Şirkin bütün çirkinliği suratlarına aksetmişti. • Haksız yere canına kıydıkları için Hz. Hubeyb, onlara içten gelen bir beddua etti: “Allah’ım, Kureyş müşriklerini mahvet! Topluluklarını darmadağın et! Birer birer canlarını al, hiçbirisini sağ bırakma!” Bu beddua Ten’im mevkiinde yankılanınca müşriklerin kimisi kulağını tıkadı, kimisi yere kapaklandı. Daha sonra günlerce müşrikler arasında bu beddua çalkalandı durdu. • Hz. Hubeyb’in imanındaki sebatını ve kararlılığını gören müşrikler, Uhud’da babaları öldürülen eli mızraklı 40 gence hücum emrini verdiler. Dört bir yandan fırlatılan mızraklar Hz. Hubeyb’in vücuduna batıyordu. Bağlandığı ağaç kımıldayınca yüzü Kâbe’ye döndü. Hz. Hubeyb’in bu duruma sevindiği hissedilmişti. Hâlâ dua ediyordu: “Allah’ım, eğer ben Senin katında hayırlı bir kul isem, yüzümü kıbleden başka tarafa çevirme!” diyordu. Artık kimse ondan sonra yüzünü çeviremedi. • SAMİMİ OLANIN SELAMINI RESÜLÜLLAHA CEBRAİL GÖTÜRÜR • ACABA BİZİM SAMİMİYYETİMİZ ALLAH’A VE RESULÜNE KARŞI NASIL SELAM GÖNDERSEK CEBRAİL EŞLİK EDERMİ YOKSA? • Ruhunu teslim edeceğini anlayan Hz. Hubeyb, son olarak Resûlullah’a selam göndermek istedi. Fakat orada selamını ulaştıracak kimsecikler yoktu. “Allah’ım, Sen bize Resûlünün peygamberliğini tebliğ ettirdin. Bize reva görüleni de sabahleyin o Resûlüne eriştir. Allah’ım, selamımı Resûlüne ulaştıracak kimseyi bulamadım. N’olur, selamımı Sen ulaştır!” diye niyazda bulundu. • Peygamberimiz o sabah sahabileriyle sohbet ediyordu. Birden üzerinde vahiy hâli belirdi, “Ve aleyhisselâm” dedi. Sahabiler, “Kimin selamını aldın, yâ Resûlallah?” diye sorunca, Peygamberimiz, “Kardeşiniz Hubeyb’in selamını… Müşrikler onu şehit etti!” buyurdu. Selamı tebliğ eden, Cebrâil’di (a.s.). • Bütün müşrik gençleri, ellerindeki mızrakları atıp bitirdiler. En sonunda Hâris bin Âmir’in oğlu Ukbe gidip mızrağını Hz. Hubeyd’in göğsüne sapladı, mızrağın ucu arkasından çıktı. Hz. Hubeyb, Şehadet Kelimesi getirerek cennete uçtu. • Müşrikler, gelen geçen görsün, her tarafa yaysın diye, Hz. Hubeyb’in cesedini darağacından indirmediler. Bu vaziyeti haber alan Peygamberimiz, Hubeyb’in cesedini indirmek için Hz. Amr bin Umeyye’yi (r.a.) vazifelendirdi ve kendisine cenneti müjdeledi. • Cesedin yanında bekçiler vardı. Bir gece gizlice yaklaşan Hz. Amr, cesedi çözdü, indirdi, sırtına alarak uzaklaşmak istedi. Durumu fark eden bekçiler, Hz. Amr’ın peşine düştüler. Hz. Amr, Hz. Hubeyb’in cesedini yere bıraktı. Ceset yere düşünce, ne bekçiler gördü, ne Hz. Amr… Cenâb-ı Hak, tekrar müşriklerin eline geçmemesi için, büyük şehidin cesedini gizlemişti! • SEN AŞIK OLURSAN SAMİMİYYETLE ALLAH’A VE RESULÜNE CENNETTE KOMŞU OLURSUN HZ MUHAMMED(SAV)’E • Hz. Hubeyb’i “şehitlerin ulusu” olarak vasıflandıran Peygamberimiz, “O benim cennette komşumdur.” buyurmuştu. (Sîre, 3: 178-179; Üsdü’l-Gàbe, 2: 103-105; Tabakât, 2: 55-56; 4: 249; 8: 301-302; İstiâb, 1: 432; Buhârî, Megâzî: 30.) • HADİ YİĞİDİM HUBEYB GİBİ SAMİMİYETLE ALLAH YOLUNDA YÜRÜMEYE VARMISIN SANA AĞUŞUNU AÇMIŞ DURUYOR PEYGAMBER EDASIYLA YÜRÜ YİĞİDİM YÜRÜ • YİNE SAMİMİYYET ABİDESİ HZ. HABBAB BİN ERET RA «Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!..» (Hicr, Suresi,39-40) • NE OLURSA OLSUN DOĞRUYU SÖYLEYEN VE BUNDAN ASLA ÇEKİN MEYEN SAHABİDİR O HZ HABBAB BİN ERET RA İlk Müslüman sahâbîlerden. • Hazret-i Habbâb demirci olup, kılıç yapardı. Peygamber efendimiz onun dükkânına gider, onunla görüşürdü. Bu görüşmelerinin netîcesinde Hazret-i Habbâb Müslüman olmuş, ebedî saâdet yolunu tutmuştu. Müşriklerden hiç çekinmedi • Hazret-i Habbâb koruyucusuz olmasına rağmen, Müslüman olduğunu açıklamaktan çekinmemişti. Kureyşli müşrikler onun İslâma girdiğini duyunca, ona işkence ve eziyet etmeye başladılar. • Çıplak vücuduna demir gömlek giydirip, en sıcak günde, Ramdâ’da, vücudunun yağı eritilircesine, güneş altında tutulduğu da olurdu. • Güneşten kızgın hâle gelmiş, ya da ateşle kızdırılmış olan taşa, çıplak sırtı bastırıldığı hâlde, söyletmek istedikleri küfrü gerektiren sözleri, ona söyletemezlerdi! O büyük bir îmânla; • - Allah birdir, Muhammed aleyhisselâm O’nun Peygamberidir, diye haykırırdı. • Bunun üzerine müşrikler hırslarından deliye döner, daha fazla işkence yapmaya başlarlardı. Nitekim müşrikler, bir gün, onu yakalayıp soydular. Düz bir yerde yaktıkları ateşin içine, sırtüstü yatırdılar. İçlerinden biri, ayağı ile onun göğsünün üzerine basıp, ateş sönünceye kadar, kendisini o hâlde tuttu. • Yıllar geçtiği hâlde bile, Habbâb’ın sırtındaki yanıkların izleri, alacaları kaybolmadı! • Hazret-i Ömer, Halîfeliği sırasında, Habbâb’a, müşriklerden çektiği işkenceyi sormuştu. Habbâb dedi ki: • - Ey mü’minlerin emîri! Bak sırtıma! • Hazret-i Ömer, onun sırtına bakınca buyurdu ki: • - Doğrusu ben, insan sırtının bugünkü gibisini hiç görmemiştim! • Bunun üzerine, Habbâb dedi ki: • - Benim için bir ateş yakmışlardı da, ben, onun üzerine sürüklenip atılmıştım. O ateşi, ancak benim sırt etimin yağı söndürmüştü! • BÜ GÜN YİĞİT OLMA ARZUSUNDA OLANLAR YÜZÜNÜ NEREYE DÖNÜYOR ASHABA VE HZ MUHAMMED(SAV)MEMİ YOKSA EHLİ KÜFREMİ? • GENÇ SAHABEDEN SAMİMİYYET ÖRNEĞİ; HAYATINI İSLAMA ADAMIŞ 14/15 YAŞLARINDA BİR GENÇ SAHABİ: • HZ.TULEYB BİN UMEYR RA «Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!..» (Hicr, Suresi,39-40) • Hz, Tuleyb (r.a.) cevval, atılgan ve cesur bir gençti. Ruhu şirk dumanlarıyla kararmayan temiz bir delikanlıydı. Henüz 14-15 yaşlarında, çocuk denecek bir çağda olmasına rağmen akl-ı selimi ona yardım etmiş, Peygamberimizin nuruyla müşerref olma bahtiyarlığını kazanmıştı. • İslam’ın ilk yıllarıydı… Peygamberimiz, Hz. Erkam’ın evinde bulunuyor, gizli olarak hakka daveti sürdürüyordu. Hz. Tuleyb, hiç kimseden çekinip ürkmeden, Resûlullah’ın ikamet ettiği eve gitti. Kâinatın Efendisi’ne teslim olarak iman etti, hidayet halkasına girdi. • Hz. Tuleyb heyecanlıydı. İmanın kutsi feyzi kalbini aydınlatmış, Peygamber’in engin şefkati gönlünü ışıklandırmıştı. Bu müjdeyi en çok sevdiği annesine açmak için sabırsızlanıyordu. Fakat annesinin bunu nasıl karşılayacağını merak ediyordu. Acaba kendisine kızar mıydı? Çünkü ona haber vermeden İlahî davete icabet etmişti. • Eve geldi, annesini görür görmez, “Anneciğim, ben Müslüman oldum. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dinine girdim, ona tabi oldum!” diye sevincini dile getirdi. • Asil bir aileye mensup olan ve Sevgili Peygamberimizin halası bulunan annesi Erva, biricik oğlunun sevincini paylaştı. Onu tebrik ettikten sonra şöyle konuştu: • “Oğlum, hiç şüphesiz, dayının oğlu, senin yardımına herkesten daha çok layıktır. Vallahi eğer onu erkeklere karşı korumaya gücümüz yetseydi, her türlü tecavüze karşı koyar, onu korurduk!” • Annesinin kendisini anlayışla karşıladığını görünce Hz. Tuleyb, daha da cesaretlendi. Annesi henüz Müslüman değildi, ama kardeşinin oğluna bir zarar gelmemesini içten arzu ediyordu. Hz. Tuleyb bu tatlı havadan istifade ederek annesine de iman balını tattırmak istedi, “Anne,” dedi, “senin Müslüman olmana ve ona uymana engel olan şey nedir? Bak işte, kardeşin Hamza da Müslüman oldu.” • Oğlunun bu teklifi karşısında anne biraz yumuşadıysa da, eski inançlarını terk etmek kolay olmuyordu. “Ben şimdi bekleyeyim, kız kardeşlerim ne yaparsa ben de öyle yapar, sonra onlardan birisi olurum.” dedi. • Annesinin tereddüt içinde olduğunu gören Tuleyb için yapacak bir şey yoktu. Onun hidayeti için dua etmekten başka bir şey yapamazdı. Daha sonra şöyle dedi: • “Öyleyse anneciğim, sen İslamiyet’i kabullenip onu tasdik edinceye ve ‘Allah’tan başka ilah yoktur.’ diyerek şehadet getirinceye kadar ben de senin için Allah’a niyazda bulunur, dua ederim.” • Oğlunun bu candan temennisini boş bırakmak istemeyen Erva bint-i Abdülmuttâlib hemen şehadet getirdi ve Müslüman oldu. • Hz. Tuleyb yaşından beklenmeyen bir atılganlıkla mücadelede bulunuyor, Resûlullah’a dil uzatan, onun aleyhinde konuşan müşrikleri susturmak için çalışıyordu. Bir seferinde Peygamberimize eziyet verip sıkıntıya sokmak için her türlü yola başvuran Ebû Cehil’i gözüne kestirmişti. Başına sert bir darbe vurarak yardı, kanlar içinde bıraktı. Etrafta bulunan müşrikler Hz. Tuleyb’i yakalayıp bağladılar. Dayısı Ebû Leheb onu müşriklerin elinden kurtardı, salıverdi. • Daha sonra bazıları Hz. Erva’nın yanına giderek oğlunun aşırı hareketinden dolayı şikâyette bulundular: “Oğlun Tuleyb’in yaptıklarını görmüyor musun? Kendisini Muhammed’in yoluna adamış.” • Hz. Erva, müşriklere karşı şu cevabı verdi: • “Onun en hayırlı günleri Muhammed’e (a.s.m.) yardımcı olduğu günlerdir. Çünkü Muhammed (a.s.m.), Allah tarafından hak Peygamber olarak gönderilmiştir.” • Müşrikler büsbütün şaşırmışlardı. İyice emin olmak için “Sen de mi Muhammed’e tabi oldun yoksa?!” diye sordular. Aldıkları cevap “Evet.” oldu. • Sonra oradan Ebû Leheb’e giderek, kız kardeşinin Müslüman olduğunu bildirdiler. • Kız kardeşinin Müslüman olduğunu haber alan Allah düşmanı Ebû Leheb, yanına gelerek çıkıştı, azarladı ve atalarının dinini bıraktığı için ayıpladı. • Bunun üzerine Hz. Erva da ona karşılık olarak, “Beni azarlamayı bırak da, git, sen de kardeşinin oğlunun başında bulun. Ona yardımcı ve destek ol veya onun dinine gir.” dedi. • Bu söz üzerine Ebû Leheb, “Onun ortaya çıkardığı yeni din yüzünden bütün Arap kabilelerine karşı koymaya bizim takatimiz var mı?!” diyerek inkârında ısrar etti. Sonra da çekip gitti. • Hz. Erva, Peygamberimize dil uzatanlara gerekli cevabı veriyor, ona gelecek tehlikelere mâni olmaya çalışıyordu. Biricik oğlunu da teşvik ediyor, Resûlullah’tan ayrılmamasını tembih ediyordu. Ana-oğul kendi aralarında güçleri nispetinde, şirke karşı mücadele ediyorlardı. • Bir seferinde müşriklerden Avf bin Sabre’nin Peygamberimize kötü söz söylediğini duyan Hz. Tuleyb, eline geçirdiği bir deve çenesi kemiğiyle kafasına vurarak onu yaralamıştı. Yine annesine şikâyete gittiklerinde, Hz. Erva, “Tuleyb, dayısının oğluna yardım eder. Ondan ne canını esirger, ne de malını…” diyerek müşrikleri yüzüstü geri çevirmişti. • Küçük yaşta olduğu için Mekke’de serbest bir şekilde dolaşan Hz. Tuleyb, bir defasında müşriklerden Ebû İhâb bin Üzeyr’in Kureyşlilerle anlaşarak Peygamberimize suikast düzenleyeceğini öğrendi. Bu menhus emelini yerine getirmek için Ebû İhâb’ın yola çıktığını haber alır almaz önünü kesti, ansızın fırlattığı bir taşla başını yaraladı. Böylece çirkin niyetinin duyulduğunu sezen müşrik, suikastten vazgeçti.” • Hz. Tuleyb’in böyle fedaice davranışları müşriklerin mukavemetini kırıyordu. Fikren İslam’ın yayılmasına güç yetiremeyen müşrikler, hiç ummadıkları bir mukavemetle karşılaşınca şaşkına dönüyorlardı. • Kureyşliler tarafından göz altına alınan Hz. Tuleyb, ikinci Muhacir kafîlesiyle Habeşistan’a hicret etti. Üç ay kadar orada kaldı. Mekke müşriklerinin Müslüman oldukları şaiyasını duyunca tekrar Mekke’ye geldiler. Fakat haber asılsızdı. Medine’ye hicret başlayınca Hz. Tuleyb de hicret etti. Medine’de Abdullah bin Seleme’ye misafir oldu. Daha sonra Peygamberimiz, Tuleyb’le Münzir bin Amr (r.a.) arasında kardeşlik akdi yaptı. • Müşriklere karşı cihat emri başlayınca Peygamber ordusunda Hz. Tuleyb de yer aldı. Bedir Savaşı’nda üstün kahramanlıklar göstererek Allah düşmanlarına karşı dinini korudu. Bundan sonra daha pek çok muharebeye katıldı. • Peygamberimizin vefatından sonra Bizanslılarla yapılan Ecnâdin Savaşı’nda mücahitler arasında Hz. Tuleyb de bulunuyordu. Zafer kazanılmıştı, fakat üç bin kadar şehit verilmişti. Şehitler arasında Hz. Tuleyb de vardı. Tarih Hicret’in 13. yılı, Cemaziyelevvel ayı idi. Hz. Tuleyb bu sırada 35 yaşındaydı. (Tabakât, 3,123,el-İsâbe, 2, 233) ْ مث َ ُل ُ ينَفِيَت َ َو ِاد ِه ْمَوت َ ََرا ُح ِم ِه ْمَوتَعا • ََ َمثَ َ ُل،َط ِف ِه ْم َ َِال ُمؤْ ِمن ْ عىَلهَُسا ِئ ُر ْ ََالجس ِد ج ال ْ ع ُ َُىَم ْنه ِ س ِدَ ِإذَاَا ْْت َ َك َ ض ٌوَتَدا َ َ ْ بالس َه ِر َوال ُح َّمى «Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.» (Buhari, Edep 27 ّلل ِ ِ اي َو َم َماتِي َ ق ْل ِإ َّن َ َص َتِي َون ِكي َو َم ْحي َ ٍ ا ْلعَالَ ِم ين ِ َر «Ey Muhammed! De ki; Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.» (En’am,162) • SAMİMİYYET İLKELERİ ÖZETLE; 1)Duygularına samimiyyet katan ve hareketlerinde samimi olanlar amacına ulaşırlar. 2)Samimiyyet ve ihlas her türlü amel ve ibadetin özüdür. 3)Her hangi bir ibadet ve amelin kabulu samimiyyet ve ihlasa bağlıdır. 4)Amellerin özü samimiyyet ve ihlastır. 5)Samimi ve ihlaslı kulu Allah hiçbir zaman mahçup etmez ve onu yardımsız bırakmaz. 6)Samimi ve ihlas ile yapılan her iş, sahibinin ahlakını güzelleştirir ve güzel ahlak sahibi olanlarda manen olgunluğa erişir. 7)Samimi ve ihlaslı kullara Allah her zaman yakın olur. 8)Samimiyyet ve ihlas kulluğun derecesini gösterir. 9)Kullak vazifelerimizi ve insani görevlerimizi samimiyyetle ve ihlas ile yapmamız lazım ki insani olgunluğa ve kemale erişebilielim. 10)İbadetlerde sevap elde etmek istiyorsak , Allah’ın rızasını kazanmak ve insani ilişkilerde huzur istiyorsak ,hem Yaratana karşı ve hemde yaratılana karşı samimi olmamız şarttır. VESSELAM • DUAMIZ • EY RABBİBİZ BİZE DÜNYADA GÜZELLİKLER İYİLİKLER VER VE SIRATI MÜSTAKİM YOLUNDAN AYIRMA • EY RABBİMİZ BİZE AHİRETTEDE GÜZELLİKLER İYİLİKLER VER VE AHİRETTE KAYBETMEYENLERDEN OLMAYIDA İHSAN EYLE • EY RABBİMİZ SAMİMİ OLMAYI , YOLUNDA SADIK OLMAYI , SANA VE RESÜLÜNE TESLİM OLMAYI BİZLERE İHSAN EYLE • EY RABBİMİZ EHLİ KÜFRE MEYLETMEKTEN BİZİ, ÜMMETİ MUHAMMEDİ KORU.DİNİ DOĞRU VE SAMİMİ YAŞAMAYI BİZE İHSAN EYLE AMİN (Not:Bu vaaz Diyanet meali, ve Diyanet dergisi şubat sayısıdan çok çeşitli kitaplardan,lisanül arap ve Doç. Dr. Fahreddin Yıldız’ın makalesinden faydalınarak hazırlanmıştır.)