PowerPoint Sunusu

advertisement
HZ.MUHAMMED(SAV),
DİN VE SAMİMİYYET
eminyavuzyigit@hotmail.com
UZMAN İMAM HATİP
BAŞAKŞEHİR MÜFTÜLÜĞÜ
DOLAPDERE SAN. SİT. CAMİİ
BAŞAKŞEHİR/İSTANBUL
HİCR SURESİ 99. AYET:SANA ÖLÜM
GELİNCEYE KADAR RABBİNE İBADET ET
َ ‫الد‬
‫اْ ْ َ م‬
ِ ٰ َ‫ين ِع ْند‬
ّٖ ‫ا َِّن‬
ِ ْ ‫اّلل‬
Şüphesiz Allah
katında
(tek)din
İslâm‘(dini)dır.
(Ali imran Suresi,19)
• DİN NEDİR?
• Din, insanlıkla yaşıttır. Onun mahiyetinin ne olduğu,
her zaman merak edilen bir konu olmuştur. Ancak
kesin olan şudur ki, dini kabul edenler kadar
reddedenlerin de, onun insanlıkla beraber
varolduğunu, insanlık var oldukça da varlığını
sürdüreceğini kabul etmeleridir. Din gerçeği inkar
edilmez bir nitelik taşır. Dine karşı takınılan tavır ne
olursa olsun onu yok saymak imkansızdır. Bu durumda
öncelikli olarak "din nedir?" sorusu
cevaplandırılmalıdır. Bu soruyu doğru cevaplayabilmek
için, ilk olarak din kelimesinin lügat anlamlarını tesbit
etmek, sonra da Kur'an vahyinin bu kelimeye yüklediği
mana ve muhtevayı ortaya koymak gerekir.
• Arapça lügatlarda ve kaynaklarda din kelimesinin,
"hükümranlık, itaat, ibadet, ceza, hesap, adet,
inanç ve yol" gibi anlamlara geldiği bildirilir.
Görüldüğü gibi din kelimesi, çok geniş kapsamlı ve
çift yönlü bir kavramdır. Bu özelliğinden dolayı din
kelimesi, hangi bağlamda kullanıldığına bakılarak
manalandırılmalıdır. Çünkü o, bir yandan Yüce
Yaratıcı'nın kudret, yetki ve hakimiyetini diğer
taraftan da yaratıkların Yüce Varlık'a mutlak
teslimiyetlerini ifade etmektedir. Allah'ın varlık ve
oluşa hakim kıldığı ilkeler, O'nun iradesi yönünde
bir seyir izlemektedir.
• İşte bu ilkeleri insan hayatı ile ilgili olanlarına ve
vahy tarafından tesbit edilenlerine din
denilmektedir. Din, Allah'ın koyduğu yasaları, bu
yasaların muhtevasını, inancın aslını, onun pratik
hayata yansımasını ve insanın ibadet ettiği objeye
karşı yaklaşımını ifade eder. Demek ki din, hayatın
bir parçası değil tam aksine bütününü dolduran,
bir kurumdur. Diğer bir ifadeyle din, insanın
bütün hayatıdır. Bunun için İslâm alimleri dini,
"akıl sahibi insanları, kendi serbest seçenekleriyle
peygamberlerin tebligatını kabule çağıran, onları
dünyada doğruluğa ve iyiliğe, ahirette de
kurtuluşa götüren ilahi buyruklar manzumesi"
diye tanımlamışladır
• Hak din öyle bir inanç ve yaşama
biçimidir ki o önce insan düşüncesini
Allah'a yöneltir. Sunduğu hakikat
bilgisiyle aklın ve ruhun susuzluğunu
giderir, sonunda insan hayatının
vazgeçilmez bir değeri haline gelir.
Kur'an bu gerçeği fıtrat kelimesiyle
ortaya koyar. Çünkü fıtrat, insanı Allah'a
ve O'nunla ilgi kurmaya yönelten asli
bir duygudur.
• Allah insandan ömür boyu sürecek bir tutarlılık istiyor.
Yaratmış, ölçüler koymuş ve hayat boyunca onlara
uyulmasını bekliyor. Hem samimi olarak, hileye
yönelmeden, yani hem "Allah'ı idare ederim, hem nefsimi"
yanılgısına düşmeden...
• Allah'ın insanoğlu için belirlediği hayat ölçülerine "Din"
deniyor. Yine Kur'an'dan öğreniyoruz ki "din fıtrattır." Yani
Allah'ın insanoğlunun özüne yerleştirdiği yaratılış
kanunlarının çerçevesidir. Öyleyse dine göre yaşamak fıtrata
göre yaşamaktır. Din dışına çıkmak ise, fıtratı, yaratılış
kanunlarını zorlamaktır. Kur'an'ın ölçüsü şöyledir:
• Kurana göre:
• "O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları
üzerinde yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın
yaratışında bir değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur.
Fakat insanların çoğu bilmezler."
• "Başkasından geçerek hep O'na gönül verin ve O'ndan
sakının. Namaza devam edin ve müşriklerden olmayın."
َ
َ
َ
• ‫اس‬
‫لد‬
‫ل‬
‫ك‬
‫ه‬
‫ج‬
‫و‬
‫م‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ف‬
ْ
ِ ٰ َ‫ين َح ّٖنيفًا فِ ْط َرت‬
َ
ّٖ
ِ
ِ
َ
َ َّ‫اّلل الَّ ّٖتى فَ َط َر الن‬
ْ
ِ
‫الدين ا ْلقَ ِيم َول ِك َّن ا َ ْكث َ َر‬
َ
ِٰ ‫ق‬
ّٖ ‫اّلل ذ ِل َك‬
ِ ‫علَ ْي َها َْ ت َ ْب ّٖدي َل ِل َخ ْل‬
َ ‫اس َْ يَ ْعلَم‬
‫ون‬
ِ َّ‫الن‬
«Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü
dine çevir. Allah'ın insanları üzerinde
yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah'ın
yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur.
İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların
çoğu bilmizler.»(Rum Suresi,30)
َ ‫صلوةَ َو َْ تَكونوا ِم َن ا ْلمش ِْر ّٖك‬
َ ‫م ّٖن ّٖيب‬
• ‫ين‬
َّ ‫ين اِلَ ْي ِه َواتَّقوه َوا َ ّٖقيموا ال‬
َ ‫شيَعًا ك ُّل ِح ٍْْ ِب َما لَدَ ْي ِه ْم فَ ِرح‬
َ ‫ِم َن الَّ ّٖذ‬
• ‫ون‬
ِ ‫ين فَ َّرقوا ّٖدينَه ْم َو َكانوا‬
« Allah'a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak
dine çevirin, O'na karşı gelmekten sakının, namazı
dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini
darmadağınık edip grup grup olan kimselerden
olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki
(dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.»
(Rum Suresi,31,32)
• Rum suresi 30,31,32 . Ayetler, Allah'ın insanı
"fıtrat" denen belirli özellikler üzerine
yarattığını, fıtratta bir değişiklik
olamayacağını, bu fıtrata göre bir din
vazettiğini bildiriyor ve, insanın Allah'ı bir
tanıyarak, başkasından geçerek sadece O'na
gönül vermesini ve O'nun vazettiği dine
bağlanmasını istiyor. "Dosdoğru din budur"
diyor. Üstelik bu çağrıya uyulmayıp,
"herkesin kendi elindeki ile mutlu olduğu
parça parça edilmiş bir din anlayışına
yönelmeyi", "Allah'a şirk koşmak" olarak
değerlendiriyor
• Kur'an'da çeşitli kullanım şekilleriyle 93
kez geçen din kelimesi, Allah ve İslâm'la
irtibatlandırılır. Kur'an'ın tertip sırası itibarı
ile birinci suresinin ilk ayetlerinde, Allah'ın
"Din Gününün sahibi ve yargıcı
olduğundan" ; nüzul sırasına göre en son
inen suresinde de "Allah'ın dininden" söz
edilerek din gerçeği ile Allah arasındaki
ilişkiye dikkat çekilir.
• DİNLE İLGİLİ AYETLERDEN BİR
KISMINI ZİKREDELİM
ْ ‫اْ ْ َ م َو ََم‬
َ ‫الد‬
َ‫ينَاُوتُوا‬
َ ‫فَالَّ ٖذ‬
ِ ٰ َ‫ين ِع ْند‬
ّٖ ‫ا ِِ َّن‬
ِ ْ ‫اّلل‬
َ َ‫اَاختَل‬
ْ
ْ
ْ
َّ
ْ
ْ
ُ
َ
ِ
َ‫َو ََم ْنَيَ ْكفُ ْر‬
‫م‬
‫ه‬
َ
‫ن‬
‫ي‬
‫ب‬
َ‫ا‬
‫ي‬
‫غ‬
‫ب‬
َ
‫م‬
‫ل‬
َ
‫ع‬
‫َال‬
‫م‬
‫ه‬
‫ء‬
‫ا‬
‫ج‬
َ‫ا‬
‫م‬
َ
‫د‬
‫ع‬
‫ب‬
َ
‫ن‬
‫َم‬
‫َّل‬
‫ا‬
َ
‫اب‬
‫ت‬
‫ك‬
‫ال‬
ْ
ِ
ً
ِ
ِ
ِ
ْ
َ
َ
َ
َ
ُ
َ
ْ
ُ
ُ َ
َ
َ
ِ‫ت ه‬
َِ ‫سا‬
‫ب‬
َْ ‫س ٖري ُع‬
ِ ‫ِب ٰايَا‬
‫َاّٰللَفَا َِّن َه‬
َ ‫َال ِح‬
َ َ‫َاّٰلل‬
«Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır.
Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim
geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve
aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim
Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki
Allah hesabı çok çabuk görendir.»
(Ali imran Suresi,19)
• َ‫ت‬
َِ‫ين ه‬
َ ُ‫َاّٰلل يَ ْبغ‬
ِ ‫س َٰم َوا‬
َّ ‫َوَلَهَُا َ ْسلَ َمَ َم ْنَفِىَال‬
ِ ‫َا َفَغَي َْر َٖد‬
َ ‫ون‬
ْ
َ
َ
َ
ً
ََ ُ‫اَواِلَ ْي َِه يُ ْر َجع‬
‫ون‬
‫ه‬
‫ر‬
‫ك‬
‫اَو‬
‫ع‬
‫و‬
‫ط‬
َ
‫ض‬
‫ر‬
‫اَّل‬
‫َو‬
ً
ْ
ْ
ِ
ْ
َ
َ
«Göklerdeki ve yerdeki herkes ister
istemez O'na boyun eğmişken ve O'na
döndürülüp götürülecekken onlar
Allah'ın dininden başkasını mı
arıyorlar?.»
(Ali İmran Suresi,83)
َ َِ‫َو َم ْنَيَ ْبتَغ‬
َ‫َدينًا فَلَ ْن ي ْقبَ َل ِم ْنه َو ُه َو‬
َٖ ‫َاَّل ْس ََل ِم‬
ِ ْ ‫غي َْر‬
ٰ ْ ‫ِف‬
ْ ‫َم َن‬
ََ ‫َالخَا ِس ٖر‬
‫ين‬
ِ ‫ىَاَّل ِخ َر ِة‬
«Kim İslâm'dan başka bir din
ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul
edilmeyecek ve o ahirette hüsrana
uğrayanlardan olacaktır.»(Ali İmran
Suresi,85)
• َ‫ان‬
َْ ‫ص َرا ِنيًّاَ َو ٰل ِك‬
ََ ‫اَو‬
َ ‫ن َك‬
َ ‫َماَ َك‬
ْ َ‫َّلَن‬
َ ًّ‫انَاِب ْٰر ٖهي ُمَيَ ُهو ِدي‬
ََ ‫َال ُم ْْ ِر ٖك‬
‫ين‬
َْ ‫َم َن‬
َ ‫َح ٖنيفًاَ ُم ْس ِل ًما َو َماَ َك‬
ِ ‫ان‬
«İbrahim, ne Yahudi idi, ne de
Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı
bir tanıyan, hakka yönelen) bir
müslümandı. Allah'a ortak
koşanlardan da değildi.»(Ali İmran
Suresi,67)
•
‫ّلل َوه َو‬
ِ ٰ ِ ‫و َِ َم ْن ا َ ْح َن ّٖدينًا ِم َّم ْن ا َ ْ لَ َم َو ْج َهه‬
‫اّلل‬
ٰ َ‫م ْح ِ ٌن َواتَّبَ َع ِملَّةَ اِ ْبر ّٖهي َم َح ّٖنيفًا َوات َّ َخذ‬
ً ‫اِ ْبر ّٖهي َم َخ ّٖلي‬
«Kimin dini, iyilik yaparak kendini
Allah'a teslim eden ve hakka
yönelen İbrahim'in dinine tabi olan
kimsenin dininden daha güzeldir?
Allah, İbrahim'i dost edindi.»
(Nisa Suresi,125)
ْ ‫علَ ْي ُك ُم‬
ْ ‫ُح ِر َم‬
• َ‫َاّٰللَ ِب ٖه‬
َِ‫َو َماَا ُ ِه َّلَ ِلغَي ِْر ه‬
َ َ‫ت‬
ِ ‫َولَ ْح ُمَا ْل ِخ ْن ٖز‬
َ ‫ير‬
َ ‫َوالدَّ ُم‬
َ ُ‫َال َم ْيتَة‬
َ‫سبُ ُعَاَِ ََّّلَ َما‬
ََ ُ‫َو ْال ُمت َ َر ِديَة‬
َّ ‫َو َماَا َ َك َلَال‬
َ ُ‫َوالنَّ ٖطي َحة‬
َ ُ ‫َو ْال َم ْوقُوذَة‬
َ ُ‫َو ْال ُم ْن َخ ِنقَة‬
ٰ ‫ست َ ْق ِس ُمواَ ِب ْاَّلَ ْز ََّل ِم‬
َ‫َذ ِل ُك ْمَفَِ ْس ٌقَا َ ْليَ ْو َم‬
َْ َ ‫َوا َ ْنَت‬
ُ ُّ‫علَىَالن‬
ِ ‫ص‬
َ َ‫َو َماَذُ ِب َح‬
َ ‫ب‬
َ ‫ذَ َّك ْيت ُ ْم‬
ْ ‫َو‬
‫اخْ َْو ِنَا َ ْليَ ْو َم ا َ ْك َم ْلت لَك ْم‬
َْ َ ‫واَم ْن َٖدينِ ُك ْمَفَ ََلَت‬
َ ‫سَالَّ ٖذ‬
ِ ‫ينَ َكفَ ُر‬
َ ِ‫يَئ‬
َ ‫خْ َْو ُه ْم‬
ُ ‫ض‬
َ‫ط َّر‬
َ ‫ّٖدينَك ْم َواَتْ َم ْمت‬
ْ ‫اْ ْ َ َم ّٖدينًا فَ َم ِنَا‬
ِ ْ ‫علَ ْيك ْم ِن ْع َم ّٖتى َو َر ّٖضيت لَكم‬
َ َ‫اّٰلل‬
َ َ‫ص ٍة‬
‫َر ٖحي ٌَم‬
ََّ ‫ََّلثْ ٍمَفَا‬
ٍ ِ‫غي َْرَ ُمت َ َجان‬
ِِ ‫ف‬
‫ِن َه‬
ٌ ُ‫غف‬
َ ‫ٖفىَ َم ْخ َم‬
َ ‫ور‬
«Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan,
(henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe
sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve
yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar
üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız
size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah'a itaatten kopmak)tır.
Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler.
Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi
kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din
olarak İslâm'ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır,
günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah
çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.»(Maide Suresi,3)
• Kur'an'a göre din, sadece kişisel inancı
değil, aynı zamanda toplumca paylaşılan
inanç ve ameller sistemini de ifade eder.
Kişisel inanç ve itaatle başlayan din gerçeği,
gelişip şekillenince millet halini alır. İşte bu
noktada din ile millet'in özdeşliği görülür.
Değinilen gerçeğin en güzel anlatımını şu
ayette buluruz. "De ki: Beni dosdoğru yola
Rabbim iletmiştir. Doğru dine; dosdoğru bir
tevhitçi olan İbrahim'in milletine (dinine)"
• İslâm, hayat gerçeğine ve insanın varlık yapısına en
uygun dindir. Allah, bu dinin ilk insanla başladığını
ve son Peygamber HZ Muhammed Aleyhisselam'a
kadar bütün peygamberler tarafından insanlara
bildirilen din olduğunu açıkça beyan eder. Şu
halde İslâm'dan yüz çevirenler, ömür sermayelerini
boşa harcamış olurlar. Çünkü İslâm'dan uzak
kalarak Allah'ın insandan istediği iyilikleri ve
güzellikleri ortaya koymak mümkün değildir. Zaten
Allah, hayatlarında İslâm'a gereken yeri ve değeri
vermeyen toplumları İslâm şerefinden mahrum
bırakır. Onların yerine "İslâm'a sahip çıkan,
"Allah'ı seven ve O'nun tarafından sevilen" yeni
nesiller getirir
• Kur'an, insanın Allah'la ilişkisinde ihlaslı olması
gerektiğini belirtir. Bunun için müslüman, her
şeyden önce iman ve ihlas sahibi olmalıdır. Ayrıca
Kur'an, İslâm dininde bir işi istek ve irade dışı
yaptırmanın (ikrahın); zorluğun, insanı zora
sürmenin olmadığını bildirir. Şu halde zorla din
seçmek veya değiştirmek geçersiz ve temelsizdir.
Dinin hükümlerini uygulama konusunda gevşeklik
göstermek de bir yozlaşma belirtisidir. Kur'an,
İslâm'a karşı olanların, onu ortadan kaldırıncaya
kadar, mücadele etmekten geri kalmayacaklarını
hatırlatarak, mü'minlerden İslâm'ın egemenliği
için sonuna kadar mücadele etmelerini ister.
• İSLAM DİNİ HAYATIN HER SAFHASINI İÇİNE ALIR VE ASLA
BOŞ ALAN BIRAKMAZ…
• Kurtuluşun, huzur ve güvenin tükenmez kaynağı olan
İslâm, iman, doğruluk, adalet ve ahlak gibi yüksek
değerlere dayalı toplumsal bir yaşam(düzen) önerir. Zaten
ancak böyle bir düzende insan müslümanca yaşama
imkanı bulur İslâm da orada canlı olur Şu halde İslâmî bir
hayat tarzı inşa etme görevini üstlenen mü'minler,
Peygamber Aleyhisselam'ın Allah'tan getirdiği dini ve
onun kendi hayatı ile sunduğu örneği izlemek
zorundadırlar. Çünkü Kur'an'da din, sosyal, siyasi ve
iktisadi yapılardan ayrı düşünülmemiş, Hz. Muhammed'in
tebliğ ve tesis ettiği sistem de sadece manevi bir irşad
olarak kalmayıp tüm sosyal ve siyasî etkinlikler için
sağlam çatı oluşturmuştur. Kısacası, Kur'an'da ve
Peygamber Aleyhisselam'ın sünnetinde, hayatla ilgili
hiçbir alan dinin dışında bırakılmamıştır
• Allah'ı, hakimiyet, buyruk ve yasaklama
sıfatlarından yoksun olarak kabul edip O'na olan
imanı tarihi bir bilgi olmaktan öteye geçemeyen,
hayatın idaresini İslâm yerine İslâm dışı
sistemlere teslim eden bir toplumun, Allah'ın
dinine göre yaşaması mümkün değildir. Nitekim,
yanlış din anlayışına yenik düşen pek çok insan,
küfür dedikodusunun telaşı içindedir ve günah
tiryakisi olmuştur. Bunlar, ilmi benimsemek için
dini inkar etmek kanısında olduklarını söylemekte
ve çağdaş dinin vahiysiz olması gerektiğini
savunmaktadırlar.
• Bütün bu yanlışlıklardan ve olumsuzluklardan
kurtulmak için, küfrün karanlığının, Kur'an'ın aydınlığı
ile yok edilmesi ve İslâm'ın huzur dolu iklimine
geçilmesi gerekiyor. Bilindiği gibi engeller, bir şeye
anlamsızca karşı çıkmakla değil gereken gayreti
göstermekle aşılır. Eğer fertleri müslüman olan bir
toplumda, İslâm'ın hayata etkili olamaması gibi bir
sorun varsa, bunun temel sebebi, dini sözde kabul
edip fiilen onu hayattan ayrı tutmaktır. Kur'an,
yeniliği eskimeyen eşsiz bir kitaptır. Onun rehberliğini
kabul edenler müslüman olacak ve onun sunduğu
İslâm'la hayat bulacaklardır
• BURADA SAMİMİYYET(İHLAS) ORTAYA
ÇIKMAKTADIR
• İSLAM DİNİNİN DOĞRU YAŞANMASI İÇİN
DOĞRU BİLGİYE İHTİYAÇVARDIR.
• DOĞRU BİLGİ KAYNAĞI KURAN VE
SÜNNETTİR
• DOĞRU YAŞAMIN KAYNAĞI İSE KURAN VE
SÜNNETE GÖRE HAYAT SÜRMEK VE İRTİDAT
YOLLARINDAN YÜZ ÇEVİRMEKTİR.BİDATTEN
YÜZ ÇEVİRMEKTİR.
• İSLAMİ YAŞAMIN MERKEZİNE OTURAN EN
ÖNEMLİ NOKTA İSE SAMİMİYYET
(İHLAS)TIR.
ُ
َّ
ْ
َُ‫ينَلَه‬
‫ل‬
‫خ‬
‫م‬
َ
َ
‫ُواَاّٰلل‬
‫د‬
‫ب‬
‫ع‬
‫ي‬
‫ل‬
َ
‫َّل‬
‫إ‬
َ‫وا‬
‫ر‬
‫م‬
َ ‫ص‬
َّ
ُ
ِ
ِ
ِ
ْ َ ِ ُ ‫َو َماَأ‬
ِ ُ َ
ُ ‫ََويُؤْ ت‬
َّ
ََ ‫واَالز َكاة‬
ََّ ‫َويُ ِقي ُمواَال‬
َ ‫الد‬
ِ
َ ‫صَلة‬
َ ‫ينَ ُحنَفَا َء‬
ْ ‫ين‬
ُ ‫َوذَ ِل َكَ ِد‬
“‫َالقَ ِي َم َِة‬
«Halbuki onlara, ancak dini
Allah’a has kılarak, hakka yönelen
kimseler olarak O’na kulluk
etmeleri, namazı kılmaları ve
zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte
bu dosdoğru dindir.»
(Beyyine, Suresi,5)
:‫عنَتميمَالداريَأنَالنبيَصلىَهللاَعليهَوسلمَقال‬
َ‫ هللَولكتابهَولرسوله‬:‫ قلناَلمن؟َقال‬.َ‫الدينَالنصيحة‬
.‫وألئمةَالمسلمينَوعامتهم‬
Temim ed-Dârî’den rivayet edildiğine
göre, Hz. Peygamber : ‘Din,
samimiyettir.’ Buyurmuştur. (Ravi der ki:)
“Biz, ‘Kime karşı’, diye sorduk. O da
‘Allah’a, Kitabına, Rasulüne,
Müslümanların önderlerine ve bütün
Müslümanlara karşı’, buyurdular.”
(Müslim,İman,95)
• EDDİNUN NASİHAH ÇOK GENİŞ MANALARA GELİR
• İbn Manzûra görede nasihat kelimesi Arapçada
çok geniş manaları olan bir
kelimedir. (İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 4438.)
İbn Manzur’un da ifade ettiği gibi nasihat kavramını
bir kelime ile izah etmek mümkün değildir. (İbn
Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 4437.) Zira anlam
çerçevesi oldukça geniş olan bir kavramdır.
• 1. Nasihat bir şeyi veya bir kimseyi içten ve
gönülden sevmek, ona bağlanmak, ihlas, sadakat
ve samimiyet demektir.
• 2. Nasihat kelimesinin manaları insanları iyiye ve
güzele sevketmek için yapılan güzel konuşma,
va’az, öğüt, tavsiye, ihtar ve ibret verici ders
ifadeleri ile anlatılmıştır. Türkçeye de sadece bu
anlamı geçmiştir. (Şemseddin Sâmi,Kamus-i Türki,
1463; Ferid Devellioğlu, Lügat, 809.)
• Nasihat kelimesine; ihlas, samimiyet, içten ve
gönülden bağlanmak anlamı verildiği takdirde, zıt
anlamı; aldatmak, kandırmak ve ikiyüzlü
davranmak olur.
• Nasihat kelimesini şefkat, rahmet, ülfet ve
meveddet kelimeleri ile birlikte zikreden Hakim
Tirmizi’de(Hakim, Nevâdiru’l-Usûl, II, 250.) kişinin
herhangi bir kimsenin yüzüne karşı nasıl
davranıyorsa, nasıl bir bağlılık ve samimiyet
gösteriyorsa, gıyabında da öyle hareket etmesini
nasihat olarak adlandırmıştır.
(Hakim,Nevadir, I, 361.)
• Nasihat, niyyetin her türlü muamelede kötü şaibelerden
arınmasıdır. Zıddı aldatmaktır. (Kurtubi, el-Câmi’, V, 234.)
el-Âcurri’nin nasihatin zıttı olarak “ğışş”
yani “aldatmak” kelimesine yer verdiğine dikkat
edilmelidir.
Deylemi ise nasihatın zıttı olarak “adavet”
yani “düşmanlık” kelimesini kullanmıştır. O,
el-Firdevs adlı eserinde şöyle der: “Her âlimle oturmayın!
Sadece sizi beş şeyi terk edip beş haslete
davet eden; yani şekten yakin’e, kibirden tevazuya,
riya’dan ihlasa, rağmetten rahbete, adavetten nasihata
davet eden âlimlerle oturun.” (Deylemi, el-Firdevs,
V, 56.)
Kurtubi’ye göre ise nasihatin zıttı ihanettir.
Buna göre Allah’a, Rasulüne ve kitabına karşı nasihat
içinde olmayanlar ihanet içindedirler. (Kurtubi,el-Câmi, X, 166.)
Beyhakî’ye göre Müslümanlara karşı
nasihat içinde olmanın üç alameti
1. Kalbin Müslümanların elem ve
kederlerinden dolayı hüzün duyması,
2. Müslümanların acılarına katlanmak,
3. Müslümanları, faydalı olan her
maslahata irşad
etmek. (Beyhaki, Şuabu’l-İman, VII, 523.)
• Bütün bunlara rağmen gerek
Türkiye’de, gerekse İslam âleminin
diğer bölgelerinde nasihat kelimesinin
aldatılmak,kandırılmak, ihanet,adavet
ve ikiyüzlü davranmanın zıttı olarak
“ihlas, samimiyet içten davranmak ve
gönülden bağlanmak” anlamı değil de
“öğüt, vaaz ve tavsiye” anlamı öne
çıkmış ve bu hadis “din samimiyettir”
yerine “din vaaz ve irşattır” şeklinde
anlaşılmıştır.
• Kur'an'ın pek çok yerinde "dini
sadece Allah'a has kılma, O'na tahsis
etme" görevi yüklenir insana. Dinde
"îhlas" sahibi olmak, samimi olmak
istenir. Allah'tan başkasının insan
hayatı için belirleyeceği ilkeler
dışlanır, kabul görmez. Kur'an ayrıca,
"Dini Allah'a tahsis etmek"le, iman
arasında koparılmaz bir bağa işaret
eder.
• Peygamber Efendimiz bir hadislerinde dini, ‘ ‫الدين النصيحة‬Din,
samimiyettir.’ şeklinde tanımlamışlardır. Bunun içindir ki İslam
dini ihlası, Müslümanların ibadet ve davranışlarının Allah
nezdindeki temel değerlendirme kriteri olarak benimsemiştir.
‘ ‫الدين النصيحة‬Din, samimiyettir.’ Hadisi, mana ve muhteva
bakımından İslam’ın temeli (medâr-ı İslam) olarak kabul
edilen dört hadisten biri kabul edilmiştir.
• Samimiyetin zıttı olarak aldatma, kandırma, iki yüzlülük gibi
davranışlar, zaten İslam ahlâkıyla asla bağdaşmayan
niteliklerdir. Bu bakımdan samimiyet ve ihlas, Müslümanlığın
özünü oluşturmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz ‫انما‬
. ‫اْعمال بالنيات‬Ameller niyetlere göredir buyurmuştur. Dinin
özünün samimiyet ve ihlas olduğunu gösteren pek çok ayet ve
hadis bulunmaktadır. Dinin özü samimiyettir. Bunun içindir ki
Hz. Peygamber dini samimiyet olarak tanımlamıştır. Samimi
olmayan iman, ibadet ve amellerin Allah yanında hiçbir değeri
olmaz.
ُ
َ
ْ
َ‫اَولَ ِك ْنَيَنَالُهَُالت َّ ْق ََوىَ ِم ْن ُك ْم‬
ََ ‫اَوَّلَ ِد َما ُؤ َه‬
‫ه‬
‫م‬
‫و‬
‫ح‬
‫ل‬
َ
‫َاّٰلل‬
‫ل‬
‫َا‬
‫ن‬
‫ي‬
َ
‫ن‬
‫ل‬
َّ
َ
ُ
َ
ُ
َ
َ
َ
َ‫علَىَ َماَ َهدَا ُك ْم‬
َََّ
‫س َّخ َر َهاَلَ ُك ْمَ ِلت ُ َك ِب ُر‬
َ َ‫واَاّٰلل‬
َ َ‫َكذَ ِل َك‬
ْ ‫َوبَ ِْ ِر‬
.‫ين‬
ََ ِ‫َال ُم ْح ِسن‬
«Onların etleri ve kanları asla Allah’a
ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a
karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır.
Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki,
size doğru yolu gösterdiğinden dolayı
Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri
müjdele.»
(Hac,Suresi,37)
HABİL VE KABİLİN
SAMİMİYYET TESTİ
Din ve Samimiyyet insanlık
tarihinin başlangıcı Hz Adem
AS peygamberin iki oğlu Habil
ve kabille başlamıştır.
Habil ve Kabil olayı kısaca
şöyledir;
• Siyer müelliflerinden çoğu ve İbn İshâk'ın rivayetine
göre Hz. Havva yirmi batında, ikizler hâlinde kırk
çocuk doğurmuştur. Bu ikizlerden biri oğlan, diğeri kız
oluyordu. Allah Teâlâ Âdem (a.s)'a, bu ikizlerden her
birinin kız ikizini, diğer ikizin erkeği ile evlendirmesini
vahyetmişti. Bu hükme uyularak, Âdem (a.s)'ın büyük
oğlu Kâbil ile daha küçük oğlu Hâbil de birbirinin kız
ikiziyle evleneceklerdi. Fakat Kâbil'in ikizi olan kız
(Aklimâ), Hâbil'in ikizinden daha güzeldi. Bu sebeple
Kâbil bu değişmeye razı olmamış, Aklima ile kendisi
evlenmek istemişti. Âdem (a.s) bu isteğin gayr-i meşrû
olduğunu ne kadar izah etti ise de Kâbil'e söz
dinletemedi. Sonunda Kâbil'in ikizi Aklimâ hakkında
birer kurban takdim etmelerini, hangisinin kurbanı
kabul görürse Aklimâ ile onun evlenmesini çare
göstermiş, bunun üzerine birer kurban takdim
etmişlerdi (Tecrid-i Sarîh terc., IX, 84).
• Tefsirlerde ve diğer İslâmî eserlerde geçtiği gibi
Kâbil ziraatçı, Hâbil ise çobandır. Kâbil'in kurbanı
değersiz cılız başaklardan oluşan bir demetti.
Üstelik cılız başaklar arasındaki dolgun bir başağı
kurban etmeğe kıyamayarak yemiş, Hâbil ise
beğendiği bir koyunu, hem de geciktirmeden,
kurban etmişti (Hasan Basri Çantay, Kuran-ı Hakîm
ve Meâl-i Kerîm, I, 162). Hâbil'in kurbanı kabul
görmüş, o zaman âdet olduğu üzere gökten inen
beyaz bir ateş parçası Hâbil'in kurbanını yakmıştı
(Tecrîd i Sarîh tercümesi, IX, 84; İbn Kesir, Tefsir, III,
76-79).
• Kıssanın bundan sonrası Kur'an-ı Kerîm'de şöyle ifade
edilir: "Onlara Âdem'in iki oğlunun kıssasını hakkıyla
oku (çünkü onlar bu kıssanın tıpatıp uyduğu
kimselerdir). Hani Âdem'in iki oğlu birer kurban
takdîm etmişlerdi de (her nedense) birinden kabul
edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul
edilmeyen, diğerine; Ahdim olsun) seni katledeceğim'
dedi. Diğeri ise, Allah ancak muttakîlerden (kurban)
kabul eder. Öyleyse Allah'tan kork, niyetini düzelt.
Eğer sen, beni öldürmek için elini kaldırsan bile, ben
seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim. Çünkü ben
Rabbü'l-âlemîn olan Allah'tan korkarım. Dilerim ki sen,
kendi günâhınla birlikte benim günâhımı da yüklenesin
ve de cehennemlikler den olasın. İşte zalimlerin cezası
budur' dedi.
َُ‫صدُو ِر ُك ْمَأ َ ْوَت ُ ْبدُوه‬
ُ َ‫قُ ْلَ ِإ ْنَت ُ ْخفُواَ َماَفِي‬
َُ‫َُاّٰلل‬
َّ ‫يَ ْعلَ ْمه‬
«De ki: ‘İçinizdekini gizleseniz
de, açığa vursanız da Allah onu
bilir. Göklerdeki her şeyi,
yerdeki her şeyi de bilir. Allah
her şeye hakkıyla gücü
yetendir.»(Ali İmran,29)
‫ع َم َرَب ِْن ْ‬
‫َاّٰللَِ •‬
‫سو َل َّ‬
‫َِالر ْح َم ِنَ َع ْبدَ َّ‬
‫َاّٰللَِبْنَ َ ُ‬
‫َر ُ‬
‫َع ْنَأبيَ َع ْبد َّ‬
‫َالخَطا َ ِ‬
‫بَرضيَهللاَعنهماَقال‪َ :‬‬
‫س ِم ْعتُ َ‬
‫َارَفَدَ َخلُوَهُ‪ ,‬فَان َحدَ َر ْ‬
‫تَ‬
‫َم َّم ْنَكانَقَ ْبلَ ُك ْمَ َحتَّىَأَوا َ ُه ُم َْ‬
‫َر ْهطٍ ِ‬
‫َال َم ِبيتُ َ ِإلَىَغ ٍ‬
‫َيقُولَُ‪ :‬انطلقَثََلَثَةُ َ‬
‫تَ َعلَ ْي ِه ُم ْ‬
‫َمنَ ْ‬
‫سدَّ ْ‬
‫عواَ‬
‫ص ْخ َرةَِإَّلَأنَت َ ْد َُ‬
‫َارَفَقال‪ :‬وهللاَإنهَُ َ‬
‫َال َجبَ َِ‬
‫َّلَ يُ ْن ِجي ُك ْم ِ‬
‫ص ْخ َرة ٌ ِ‬
‫َم ْنَ َه ِذ ِهَال َّ‬
‫ل‪ ,‬فَ َ‬
‫َ‬
‫َالغ َ‬
‫اّٰللَتَعا َ‬
‫غبُ ُقَ‬
‫يران‪َ ,‬و ُك ْنتُ ََّلََأ َ َْ‬
‫صا ِلحَِأ َ ْع َما ِل ُك ْم‬
‫َم ْن ُه َُم‪ :‬اللَّ ُه َّمَكان ِليَأ َ َب َوانَ َ‬
‫َّ‬
‫َقالَر ُج ٌل ِ‬
‫ليَ ِب َ‬
‫ْ ْيخَانَ َك ِب َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َوَّلََ َماَّل‪ .‬فَنَأَىَبِيَ َ‬
‫بَال َّ‬
‫ْ َج ِرَيَ ْو ًماَفَلَ َْم أ ُ ِر ْحَ َعلَ ْي ِه َماَ َحتَّىَنَا َما‪ ,‬فَ َحلَبْتُ َلَ ُه ََماَ‬
‫طلَ ُ‬
‫قَ ْبلَ ُه َماَأ َ ْهَلً َ‬
‫تَأنَأو ِق َ‬
‫َوإنَأ َ ْغَبُقَ َقَ ْبلَ ُه َماَأ َ ْهَلًَأ َ ْوَماَّلَفَلَ ِبثْتُ َ‪ََ -‬و ْالقَدَ ُحَ‬
‫َغبُوقَ ُه َماَفَ َو َج ْدت ُ ُه َماَنَا ِئ ِمينََ‪َ ,‬و َك ِر ْه‬
‫ُ‬
‫ظ ُهما َ َ‬
‫ظ ُه َماَ َحتَّىَبَ ِرقَ ْ‬
‫الصَْبيَةَُيَتَضاَغ َْونَ َ ِع ْندََقَدَ ِميَ‪ -‬فَا ْست ََْيقَ َ‬
‫أنتظ ُرَا ْستِيقَا َ‬
‫ظاَ‬
‫َعلَىَيَدِيَ‪ِ -‬‬
‫َو ِ‬
‫َالفَ ْج ُر َ‬
‫َم ْنَ َه َِذ ِهَ‬
‫فَْ َِر َباَ َغبُوقَ ُه َما‪ .‬اَللَّ ُه َّمَإنَ ُك ْنتُ َفَ َع ْلتُ َذَ ِل َكَا ْب ِتغَا ََء َو ْج ِه َكَفَفَ ِر ْجَ َعنَّاَ َماَن َْح ُنَ ِفي ِه ِ‬
‫ْ ْيئًاََّلََيَ ْست َ ِطيعُونَ ْ‬
‫ص ْخ َرةَِ‪ ,‬فَانفَ َر َج ْ‬
‫َم ْن َهُ‪ .‬قالَاآلخَرَ‪ :‬اَللَّ ُه َّمَكانتَ ِليَابنةَ َع ٍمَكانتَ‬
‫تَ َ‬
‫َال ُخ ُرو َج ِ‬
‫ال َّ‬
‫س َهاَ‬
‫َالنسا َ َءَفَأ َ َر ْدت ُ َهاَ َعلَيَنَ ْف َِ‬
‫تَأحبهاََ َكأََْدَِماََيُ ِح َُّ‬
‫َر َوا َيةٍَ‪ُ :‬ك ْن َ‬
‫الرجا َ ِل ِ‬
‫أحبَالنَّ ِ‬
‫ب ِ‬
‫يَ‪َ .‬وفي ِ ِ‬
‫اسَ ِإلَ َّ‬
‫جا َءَتْنِيَفَأ َ ْع َ‬
‫َمنِيَ َحتَّىَأَلَ َّم ْ‬
‫امتَنَ َع ْ‬
‫علَىأنَ‬
‫ارَ ََ‬
‫َالسنِينَ َفَ ََ‬
‫َمنَ ِ‬
‫سنَةٌ ِ‬
‫ت ِ‬
‫فَ ْ‬
‫تَ ِب َهاَ َ‬
‫َو ِمائَةََدِينَ ٍ‬
‫ط ْيت ُ َهاَ ِع ْْ ِرينَ َ‬
‫يَو َبيْنَ َنَ ْف ِس َهاَفَفَ َعلَ ْ‬
‫َر ْجلَيْهاََقالَ‬
‫َر َوا َيةٍَ‪ :‬فَلَماََقَ َعدْتُ َ َبيْنَ َِ‬
‫تَ َحتَّىَإذاَقَدَ ْرتُ َ ََ‬
‫تُخ َِل‬
‫علَ ْي َها‪َ .‬وفي ِ ِ‬
‫يَ َب ْي ِن َ‬
‫َ‬
‫ض ْ‬
‫َبَ‬
‫اسَ ِإلَ ََّ‬
‫ص َر ْفتُ َ َع ْن َه ََ‬
‫‪:‬‬
‫َوَّلََتَفُ َّ‬
‫يَأحبَالنَّ ِ‬
‫ي‪َ ,‬وت َ َر ْكتُ َالذَّه َ‬
‫َالخاَت َ َمَإَّلَ ِب َح ِق َِه‪ ,‬فَان َ‬
‫اتقَهللا َ‬
‫َ‬
‫اَو ِه َ‬
‫الَّذِيَأ َ ْع َ‬
‫جتَِ‬
‫ك‪ ,‬فَا ْف ُر ْجَ َعنَّاَ َماَن َْح ُنَ ِفي ِهَفَانفَ َر ََ‬
‫َو ْج ِه ََ‬
‫ط ْيت ُ َها‪ ,‬اَللَّ ُه َّمَإنَ ُك ْنتُ َفَ َع ْلتُ َذَ ِل َكَا ْب ِتغَا َء ََ‬
‫ص ْخ َرةَُ َغي َْرَإن ُه ْمََّلََيَ ْست َ ِطيعُونَ ْ‬
‫ث‪ :‬اَللَّ ُه َّمَإنيَا ْست َأجرتُ َأجرا َءَ‬
‫َم ْن َها‪َ .‬وقالَالَث َّا ِل َُ‬
‫َال ُخ ُرو َج ِ‬
‫ال َّ‬
‫َوأ َ ْع َ‬
‫َب‪ ,‬فَث َ َّم ْرتُ َأجرهَُ َحتَّىَ َكث ُ َر ْ‬
‫َم ْنهَُ‬
‫َُوذَه ََ‬
‫ت ِ‬
‫َو ِ‬
‫ط ْيت ُ ُه ْمَأجر ُه ْمَ َغي َْر َ‬
‫احدٍَت َ َر َكَالَّذِيَلَه َ‬
‫َر ُج ٍل َ‬
‫َأجركَ‪:‬‬
‫ىَم ْن‬
‫ينَفَقالَ‪ :‬يَاَ َع ْبدَ َّ‬
‫َ‬
‫يَأجري‪ ,‬فَقُ ْلتُ َ‪ُ :‬ك ُّلَ َماَت َ َر ِ‬
‫األموال‪ ,‬فَ َجا َءَنِيَبَ ْعدَ ِ‬
‫َح ٍ‬
‫َاّٰللَِأَدَِ ِإلَ َّ‬
‫َّلََت َ ْست َ ْه ِز ْ‬
‫ئ ِب َكَ‬
‫ئَ ِبي! فَقُ ْلتُ َ‪َّ :‬لََأ َ ْست َ ْه ِز َُ‬
‫َاّٰللَِ َ‬
‫الر ِقي َِ‬
‫ِمنَ‬
‫ق‪ .‬فَقالَ‪َ :‬ياَ َع ْبدَ َّ‬
‫َو َّ‬
‫َو ْالغَن َِم َ‬
‫َاإلبلَو ْال َبقَ ِر َ‬
‫َ‬
‫َو ْج ِهك‪ َ,‬فَا ْف َُر ْجَ َعنَّاَ َماَ‬
‫َم ْنهَُ َ‬
‫فَأخذهَُ ُكلَّهَُفَا ْستَاقَهَُفَلَ ْمَ َيتْ ُر ْك ِ‬
‫ْ ْيئًا‪ ,‬اَللَّ ُه َّمَإنَ ُك ْنتُ َفَ َع ْلتُ َذَ ِل َكَا ْبتِغَا َء َ‬
‫ص ْخ َرةَُفَخ ََر ُجواَيَ ْم ُ‬
‫ْونَ َ‪.‬‬
‫ن َْح ُنَفِي ِهَفَانفَ َر َجتَِال َّ‬
SAMİMİYYET İNSANI KARANLIKLARDAN
AYDINLIK GELECEĞE TAŞIR:
CENNETE VE CEMALULLAHA
• EFENDİMİZİN (SAV) ANLATTIĞI BU KISSA İNSANIN
İÇİNİN DIŞA YANSIMASINA MÜTHİŞ BİR ÖRNEK
TEŞKİL EDİYOR: «İçinizdekini gizleseniz de, açığa
vursanız da Allah onu bilir.»(Ali İmran, 29)
SAMİMİYYET ABİDESİ ÜÇ İNSAN;
Ebû Abdurrahmân Abdullah ibn Ömer ibni’l Hattâb
(Allah Onlardan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyururken
işittim demiştir: “Sizden önceki yaşayanlardan üç kişi bir
yolculuğa çıktılar, geceyi geçirmek için bir mağaraya
sığındılar, dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını
kapattı, bunun üzerine birbirlerine şöyle dediler: “İyi
amellerinizle dua etmekten başka sizi bu kaya
parçasından hiçbirşey kurtaramaz.”
• İçlerinden birisi :Allah’ım benim çok yaşlı annem ve
babam vardı; onlardan önce ne çocuklarıma ne de
hizmetçilerime akşam sütünü içirmezdim. Birgün uzak
bir yere odun toplamaya gitmiştim, onlar uyuyuncaya
kadar dönemedim, akşam sütlerini sağıp yanlarına
gelince onları uyur halde buldum, onları uyandırmayı
ve onlardan önce ev halkının birşey yeyip içmesini
uygun görmedim, süt kabı elimde olduğu halde
onların uyanmalarını bekledim, nihayet şafak söktü,
çocuklar açlıktan sızlanıyorlardı, derken annem babam
da uyandılar ve akşam sütlerini içtiler. Allah’ım eğer bu
işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam bu kaya
sıkıntısını bizden uzaklaştır, diye yalvardı kaya biraz
aralandı, fakat çıkılacak gibi değildi.
• İkinci kimse şöyle dedi: Allah’ım amcamın bir kızı
vardı, onu herkesten çok seviyordum (başka bir
rivayete göre : bir erkek bir kadını ne kadar severse
ben de onu o kadar seviyordum.) Ona sahip olmak
istedim, o kabul etmedi, bir kıtlık yılı amcamın kızı
çıkıp geldi, kendisini bana teslim etmek şartıyla ona
yüzyirmi altın verdim, kabul etti ona sahip olacacağım
zaman (diğer bir rivayete göre cinsi muameleye
başlamak üzereyken) dedi ki: “Allah’tan kork, haksız
olarak bekarlık mührümü bozma” ben de Allah’tan
korkarak bu çok sevdiğim kadından uzaklaştım.
Verdiğim altınları da ona bıraktım. Allah’ım eğer ben
bu işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam, bu belayı
üzerimizden gider diye yalvardı. Kaya biraz daha açıldı
fakat çıkılacak gibi değildi.
• Üçüncüleri de :Allah’ım vaktiyle birçok işci tuttum,
ücretini almadan giden biri dışında hepsinin ücretini
verdim, ücretini almadan giden işcinin ücretini
çalıştırdım, bu ücretten pekçok mal çoğaldı, birgün bu
adam çıkageldi ve bana “Ey Allah’ın kulu ücretimi ver”
dedi. Ben de ona: “Şu gördüğün develer, koyunlar ve
köleler senin ücretinden meydana gelmiştir” dedim.
“Ey Allah’ın kulu benimle alay etme” deyince,
“Seninle alay etmiyorum diye cevap verdim. Bunun
üzerine o; malların hepsini sürüp götürdü, hiç birşey
bırakmadı. “Rabbim eğer bu işi sırf senin rızanı
kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz
sıkıntıdan bizi kurtar” diye yalvardı mağaranın ağzını
kapatan kaya iyice açıldı onlar da çıkıp gittiler.
(Buhârî, Büyu’ 98; Müslim, Zikir 100.)
• Bu hadisi şeriften cıkarılacak sonuca baktığımızda
ihlas ve samimiyyetle yapılan davranışların Allah’ü
Tealayı hoşnut ettiği belirtilmektedir.Onun bu
hoşnutluğun insanı hem dünyada hem ahirette bir
çok sıkıntılardan kurtarmakta , her iki cihanda da
bahtiyar olmasını sağlamaktadır.
• Efendimizin(SAV) anlattığı bu kıssada ana babaya
hizmet, nefse hakimiyyet ve insak hakkına hürmetin
önemi belirtilmektedir.
• Samimiyyetle yapılan ve dine uygun fiiller her zaman
ve her yerde sahibini şereflendirdiğini görmemize ve
buna göre bize hareket alanı tayin etmemize yardımcı
oluyor.
• Her şeyin başı SAMİMİ olmaktan geçer.
• َُ‫صدُو ِر ُك ْمَأ َ ْوَت ُ ْبدُوه‬
ُ َ‫ُُ ْلَ ِإ ْنَت ُ ْخفُواَ َماَفِي‬
َُ‫َُاّٰلل‬
َّ ‫يَ ْعلَ ْمه‬
«De ki: ‘İçinizdekini gizleseniz
de, açığa vursanız da Allah onu
bilir. Göklerdeki her şeyi,
yerdeki her şeyi de bilir. Allah
her şeye hakkıyla gücü
yetendir.»(Ali İmran,29)
• EFENDİMİZİN (SAV) ANLATTIĞI BU KISSA
İNSANIN İÇİNİN DIŞA YANSIMASINA
MÜTHİŞ BİR ÖRNEK TEŞKİL EDİYOR:
«İçinizdekini gizleseniz de, açığa
vursanız da Allah onu bilir.»(Ali
İmran, 29)
SAMİMİYYETS İ Z ÜÇ İNSAN;
1)ŞEHİT
2)ALİM
3)ZENGİN
SAMİMİYYET EDEPLE BAŞLAR:
EDEP YAHU
‫ل‪َّ :‬‬
‫س ِم ْع ُ‬
‫ضىَيَ ْو َمَ •‬
‫سو َلَهللاَ يَقُو َُ‬
‫ع ْنهَُقَا ََ‬
‫َر ُ‬
‫إن ََأ َ َّو َلَالنَّ ِ‬
‫اسَيُ ْق َ‬
‫و َ‬
‫ل‪َ :‬‬
‫ت َ‬
‫‪َ،‬ر ُج ٌلَا ْست ُ ْْ ِهدَ‪َ،‬فَأ ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ل‪:‬‬
‫يََِب ِه‪َ،‬فَعَ َّرفَهَُنِ ْع َمتَه‪َ،‬فَعَ َرَفَ َها‪َ،‬قَا ََ‬
‫ت‬
‫ه‬
‫ي‬
‫ل‬
‫ع‬
‫َ‬
‫ة‬
‫م‬
‫ا‬
‫ي‬
‫ق‬
‫ال‬
‫ْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫يكَحتَّى ا ْست ُ ْْ ِه ْد ُ‬
‫ل‪ :‬قَات َ ْل ُ‬
‫ْت‪َ،‬‬
‫ت‪َ،‬قَا ََ‬
‫تَفِي َهاَ؟َقَا ََ‬
‫تَفِ َ‬
‫ل‪َ :‬كذَب َ‬
‫ع ِم ْل َ‬
‫فَ َماَ َ‬
‫علىَ‬
‫بَ ََ‬
‫تَأل َ ْنَيُقا ََ‬
‫َول ِكنَّ َكَقَات َ ْل َ‬
‫ل‪َ :‬ج ِريء!ٌ‪َ،‬فَقَ ْدََِقي َل‪َ،‬ث ُ َّمَأ ُ ِم َرَ ِب ِه‪َ،‬فَ ُ‬
‫س ِح َ‬
‫َو ْج ِه ِهَ َحتَىَأ ُ‬
‫ار‪َ .‬و َر ُج ٌلَتَعََلَّ َم ْ‬
‫ْ‬
‫آن‪َ،‬‬
‫ُ‪َ،‬وقَ َرأ َ َْ‬
‫يَفيَالنَّ َِ‬
‫ق‬
‫ل‬
‫َالقُ ْر َ‬
‫ِ‬
‫َو َ‬
‫علَّ َمه َ‬
‫َال ِع ْل َم َ‬
‫َ‬
‫فَأ ُ‬
‫ل‪ :‬تَعََلَّ ْم ُ‬
‫تَ‬
‫تَ ِفي َها؟َقَا ََ‬
‫يَ ِب ِه‪َ،‬فَعَ َّرفَهَُ ِنعَ َمهَُفَعَ َرفَ َها‪َ .‬قَا ََ‬
‫ت‬
‫ع ِم ْل َ‬
‫ِ‬
‫ل‪ :‬فَ َماَ َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ل‪:‬‬
‫تَ ِليُقَا ََ‬
‫ْت‬
‫ب‬
‫ذ‬
‫ك‬
‫‪:‬‬
‫َ‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ق‬
‫‪َ،‬‬
‫َ‬
‫آن‬
‫ر‬
‫ق‬
‫َال‬
‫يك‬
‫ف‬
‫َ‬
‫ت‬
‫أ‬
‫ر‬
‫ق‬
‫ُ‪َ،‬و‬
‫ه‬
‫ت‬
‫م‬
‫ل‬
‫ع‬
‫َو‬
‫م‬
‫ل‬
‫ع‬
‫ال‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫‪َ،‬ول ِكنَّ َكَتَعَلَّ َْم َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫بَ‬
‫ح‬
‫َ‬
‫س‬
‫ف‬
‫‪َ،‬‬
‫ه‬
‫ب‬
‫َ‬
‫ر‬
‫م‬
‫َأ‬
‫م‬
‫ث‬
‫‪َ،‬‬
‫ل‬
‫ي‬
‫ق‬
‫َ‬
‫د‬
‫َ‬
‫ق‬
‫ف‬
‫ئ‪َ،‬‬
‫ار‬
‫ق‬
‫هوَ‬
‫‪:‬‬
‫َ‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ق‬
‫ي‬
‫ل‬
‫َ‬
‫آن‬
‫ر‬
‫ق‬
‫َال‬
‫ت‬
‫قرأ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َّ َ ِ‬
‫‪َ،‬و َ‬
‫ِ‬
‫عا ِل ٌَم! َ‬
‫‪َ،‬وأ َ ْع َ‬
‫َم َْ‬
‫ن‬
‫َو ََّ‬
‫طاهُ ِ‬
‫س َعَهللاَ َ‬
‫َ‬
‫يَفيَالنَّ ِ‬
‫علَ ْي ِه َ‬
‫‪َ،‬و َر ُج ٌل َ‬
‫ار َ‬
‫ع َ‬
‫لىَو ْج ِه ِهَ َحتَّىَأل ِق َ‬
‫َافَال َما ِل‪َ،‬فَأ ُ‬
‫َ‬
‫تَفَِي َهاَ؟َ‬
‫يَ ِب ِهَفَعَ َّرفَهَُنِعَ ََمهُ‪َ،‬فَعَ َرفَ َها‪ .‬قَا ََ‬
‫ت‬
‫ن‬
‫ص‬
‫أ‬
‫ع ِم ْل َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ْ‬
‫ل‪ :‬فَ َماَ َ‬
‫َ‬
‫بَأ َ ْنَيُ ْنَفَقَ َ ِفيهاَإَّلََّأ َ ْنفَ ْق ُ‬
‫ل‪ :‬ماَت َ َر ْك ُ‬
‫ل‪:‬‬
‫ك‪ .‬قَا ََ‬
‫تَ ِفي َهاَلَ ََ‬
‫قَا ََ‬
‫س ِبي ِلَت ُ ِح ُّ‬
‫ت ِ‬
‫َم ْنَ َ‬
‫بَ‬
‫ل‪ :‬هوَ َج َوا َدٌ!‪ََ،‬فَقَ ْدَقِي َل‪َ،‬ث ُ َّمَأ ُ ِم َرَ ِب ِهَفَ َُ‬
‫تَ ِليُقَا ََ‬
‫ْت‪َ،‬ول ِكنَّ َكَفَعَ ْل َ‬
‫َكذَب َ‬
‫س ِح َ‬
‫ُ‬
‫ار‪.‬‬
‫يَفيَالنَّ َِ‬
‫ق‬
‫َأل‬
‫م‬
‫لىَو ْج ِه ِهَث‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫ع َ‬
‫َ‬
Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun), Rasûlullah (SAV)’i
şöyle buyururken işittim demiştir. Kıyamet günü hesabı
ilk görülecek kişi şehid düşmüş kimse olup Allah'ın
huzuruna getirilir. Allah'ta ona verdiği nimetleri
hatırlatır, o da hatırlar ve nail olduğu nimetleri itiraf
eder. Allah:
- Peki bunca nimetlere karşı ne yaptın? Buyurur.
- Ya Rab senin yolunda savaştım ve şehid düştüm,
deyince:
- Hayır yalan söylüyorsun, sen cesur desinler diye
savaştın. Neticede bu söz de senin hakkında
söylenmiştir.
Sonra bu kişi verilen emir üzerine yüzüstü
sürüklenerek cehenneme atılır.
Diğer bir adam ise ilim öğrenip öğretmiş, Kuran
okumuş bir kimse olup o da Allah'ın huzuruna
getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O
da hatırlar ve itiraf eder. Allah:
- Peki bu nimetlere karşılık ne yaptın? Buyurur.
- İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’an
okudum, cevabını verir. Allah da buyurur ki:
- Yalan söyledin. Sen alim desinler diye ilim
öğrendin, ne güzel okuyor desinler diye Kur’an
okudun. Zaten bu sözler de senin için söylenmiştir.
Sonra emredilir de yüzüstü cehenneme atılır.
Daha sonra Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkan
verdiği bir kimse Allah'ın huzuruna getirilir. Allah
verdiği nimetleri ona hatırlatır o da onları itiraf eder.
Bunun üzerine Allah:
- Peki ya sen bu nimetlere karşılık neler yaptın? Buyurur.
- Senin rızanı kazanmak için sevdiğin yollarda harcadım,
deyince Allah kendisine:
- Yalan söylüyorsun, halbuki sen bütün yaptıklarını, “ne
cömert adam” desinler diye infak ettin. Bu söz de
senin hakkında gerçekten söylenmiştir, buyuracak ve
arkasından Allah'ın emri üzerine bu kimse de yüzüstü
cehenneme atılır.
(Müslim, İmara 152)
ْ
َّ
َ
ُ
ْ
ْ
ُ
ُ
َ
َ
ُ
• َ‫َواألذَىَ َكالَّ ِذيَيُن ِف ُق‬
‫ن‬
‫م‬
‫ال‬
‫ب‬
َ‫م‬
‫ك‬
‫ت‬
‫ا‬
‫ق‬
‫د‬
‫ص‬
َ
‫ا‬
‫و‬
‫ل‬
‫ْط‬
‫ب‬
‫ت‬
َ
‫َّل‬
َ
‫ا‬
‫و‬
‫ن‬
‫م‬
‫َآ‬
‫ين‬
‫ذ‬
‫اَال‬
‫ه‬
‫ي‬
‫يَاَأ‬
ُّ
َ
ِ
ِ
ِ
َ
ِ
َ
َ
َ
ِ
َ
َ
ِ ‫َوَّلََيُؤْ ِم ُنَ ِب‬
َ‫ان‬
ِ ‫َو ْاليَ َْو ِم‬
ِ َّ‫َُرئَاءَالن‬
َ َ‫َاآلخ ِرَفَ َمثَلُهَُ َك َمث َ ِل‬
ٍ ‫صَْف َو‬
ِ ‫َمالَه‬
َ ‫اّٰلل‬
َ ‫اس‬
َ‫َي ٍَء ِم َّما‬
ََ َُ‫َُوا ِب ٌلَفَت َ َر َكه‬
َ ‫ص ْلدًاََّلََّيَ ْق ِد ُر‬
ٌ ‫علَ ْي ِهَت ُ َر‬
َ َ‫ون‬
َ
َ َ ‫ابَفَأ‬
ْ َْ‫علَى‬
َ ‫صابَه‬
ْ ‫يَالقَ ْو َم‬
ْ ‫َواّٰللََُّلََيَ ْه ِد‬
ََ ‫َال َكافِ ِر‬
‫ين‬
َ ‫َك‬
َ ْ‫سبُوا‬
«Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe
inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse
gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız
hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu,
üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki,
sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak
pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar
kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah,
kafirleri doğru yola iletmez.» (Bakara,Suresi,264)
‫ْ‬
‫ع ْب ِد َّ ِ‬
‫ع ْب ِدَ‬
‫ع َُ ْن‬
‫َاّٰللَب ِْنَعب ِ‬
‫َأبيَالعَب ِ‬
‫َّاسَب ِْنَ َ‬
‫َّاسَ َ‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫ال‬
‫ط‬
‫م‬
‫صلىَهللاَُ‬
‫ع ْنَرسولَهللاَ ََ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ضيَهللاَعنهما‪َ َ،‬‬
‫لبَر ِ‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َوتَعَالَىَ‬
‫ك‬
‫ار‬
‫ب‬
‫ت‬
‫َ‪َ،‬‬
‫ه‬
‫َ‬
‫َرب‬
‫ن‬
‫ع‬
‫وىَ‬
‫ر‬
‫ي‬
‫يماَ‬
‫ف‬
‫مََ‪َ،‬‬
‫سل‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫علَ ْي ِهَو َ‬
‫ِ‬
‫َ َ‬
‫ب ْ‬
‫تَث ُ َّمَبَي ََّنَذلكَ‪:‬‬
‫سَِيئا ِ‬
‫َالحسنا ِ‬
‫تَوال َّ‬
‫قَا َلَ‪ِ « :‬إ َّنَهللاَكت َ َ‬
‫ار َكَ‬
‫اَاّٰللَُ ِع ْندَهَُتَبَ ََ‬
‫سن ٍةَفَل ْمَي ْع َم ْل َهاَكتَبَ َه َّ‬
‫ف َم ْنَه َّمَ ِب َح َ‬
‫َو ِإ ْنَه ََّمَب َهاَفَعَ ِملَ َهاَ َكتَبَ ََهاَ‬
‫َوتَعَالَىَ ِع ْندَهَُحسنةً ِ‬
‫َكاملةً َ‬
‫ضعَ ٍَ‬
‫اف‬
‫فَ ِإلَىَأ َ ْ‬
‫َض ْع ٍ‬
‫َّ‬
‫اّٰللَُ َ‬
‫س ْب ِع َماَِئ ِة ِ‬
‫سنَاتٍَ ِإلَىَ َ‬
‫ع ْْرَ َح َ‬
‫ع ْندَهَُ‬
‫اَاّٰللَُ َِ‬
‫سيئ َ ِةَفَلَ ْمََيَ ْع َم ْل َهاَ َكتَبَ َه َّ‬
‫َ‪َ،‬و ِإ ْنَ َه َّمَ ِب ِ‬
‫كثير ٍة َ‬
‫سَِيئَةًَ‬
‫َ‪َ،‬و ِإ ْنَ َه َّمَ ِبهاَفعَ ِمل َهاَ َكتَبَ َه َّ‬
‫سنَةً ِ‬
‫اَاّٰللَُ َ‬
‫َح َ‬
‫َكاملَةً َ‬
‫احدََة ً»‪.‬‬
‫)‪َ (Buhârî, Rikâk ,31‬و ِ‬
‫•‬
Ebü’l–Abbâs Abdullah İbni Abbâs İbni Abdülmuttalib
radıyal–lahu anhümâ’dan nakledildiğine göre, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’dan rivayet ettiği
bir hadiste şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan
sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı:
Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb–ı Hak
bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa,
Cenâb–ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz
misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar.
Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb–ı Hak
bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu
yaparsa, Cenâb–ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak
yazar. (Buhârî, Rikâk ,31)
ْ ‫ إَنَّ َم‬:َ‫َاّٰلل‬
ِ ‫سو ُل‬
• َ‫ت‬
ِ ‫اَاَّلَ ْع َما ُلَ ِبالنِيَّا‬
ُ ‫َر‬
َ َُ‫يَاّٰلل‬
ِ ‫عنَعمرَر‬
َ ‫ قَا َل‬:‫عنهَُقال‬
َ
َ ‫ض‬
ْ ‫َفَ َم ْنَ َكان‬،‫ئَ َماَن ََوى‬
ِ
َ‫سو ِل ِه‬
‫ج َرتُه‬
َْ ‫َتَ ِه‬
ُ ‫َو َر‬
ْ ‫َوإنَّ َماَ ِل ُك ِل‬
ٍ ‫َام ِر‬
َ ‫َُالىَاّٰلل‬
ْ ‫َو َم ْنَ َكان‬،
ِ
‫صيبُ َهاَأ َِو‬
‫فَ ِه ْج َرتُه‬
ُ ‫َو َر‬
ِ ُ‫َتَ َِه ْج َرتُهَُاِلىَدُ ْنيَاَي‬
َ ‫سو ِل ِه‬
َ ‫َُالىَاّٰلل‬
.‫ْام َرأةٍَيَ ْن ِك ُح َهاَفَ ِه ْجرتُهَُالىَ َماَ َها َج َرَإلَ ْي َِه‬
• Hz. Ömer (RA) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v)
buyurdular ki:
«Ameller, niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey
vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resûlüne ise,
onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de
elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir
kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.»
(Buhari, Bed'u-l Vahy, 1; Müslim, İmare, 155)
َ
َ
ْ
ْ
ْ
َ
َ
َّ
َ
َ
َ
ْ
‫ق‬
‫ح‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ب‬
‫ف‬
‫أ‬
‫ا‬
‫ِإن‬
• ‫اّلل‬
‫د‬
‫ب‬
‫ع‬
‫ا‬
ٍ‫ا‬
‫ت‬
‫ك‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ك‬
‫ي‬
‫ل‬
‫إ‬
‫ا‬
‫ن‬
‫ل‬
ْ‫ن‬
ِ
ْ
َ
ِ
َ
ِ
ِ
َ َّ
ِ
َ ‫الد‬
‫ين‬
ِ ‫م ْخ ِلصا ً لَّه‬
«Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb'ı
sana hak olarak indirdik. O halde
sen de dîni Allâh'a has kılarak
ihlâs ile kulluk et!..» (Zümer,Suresi,2)
ُ
َ
َ
ً
ْ
ْ
ُ
• َ‫َاّٰللَ ُمخ ِلصا‬
َْ ‫قُ ْلَ ِإنِيَأ ِم ْرتَأنَأ‬
ََّ َ‫عبُد‬
ََ ‫الد‬
‫ين‬
ِ َُ‫لَّه‬
«De ki: Ben, dîni Allâh'a
has kılarak ihlâslı bir
şekilde O'na kulluk etmekle
emrolundum.» (Zümer, 39/11)
• Huzûr-i ilâhîden kovulan iblîs:
ُ
َ
َ
َّ
َ‫ز‬
• َ‫ض‬
‫ر‬
‫أل‬
‫يَا‬
‫ف‬
َ
‫م‬
‫ه‬
‫ل‬
َ
‫ن‬
َ
َ
‫ن‬
‫ي‬
ِ
ْ
ِ
ِ ‫َر‬
ِ ‫بَ ِب َماَأ َ ْغ َو ْيتَنِيَأل‬
ُْ
َ ‫قَا َل‬
‫ينَ ِإَّْ ِعبَاد ََك ِم ْنهم ا ْلم ْخلَ ِصين‬
َ ‫َوأل ُ ْغ ِويَنَّ ُه ْمَأ َ ْج َم ِع‬
«Dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni
azdırmana karşılık ben de yeryüzünde
onlara (günâhları) süsleyeceğim ve
onların hepsini mutlaka azdıracağım.
Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların
müstesnâ!..» (Hicr, Suresi,39-40)
• ‫ ِئ َل َر ول‬: ‫هللا ْب ِن قَ ْيس األشعري قال‬
َ ‫وع َْن أبي مو َى‬
ِ ‫ع ْب ِد‬
َُّ ‫ً أ‬,‫ً َويقَاتِل ِريَاء‬,‫ً َو يقَاتِل َح ِميَّة‬,‫ش َجاعَة‬
‫ي‬
َ ‫الرج ِل يقَاتِل‬
ِ
َّ ‫هللا ع َِن‬
َ ‫ َم ْن قَات َ َل ِلتَك‬: ‫هللا‬
‫اّلل‬
ِ َّ ‫ون َك ِل َمة‬
ِ ‫اّلل فَقال َر ول‬
َّ ‫ذَ ِل َك فِي َ ِبي ِل‬
. ‫اّلل‬
ِ َّ ‫ي ا ْلع ْليَا فَه َو ِفي َ ِبي ِل‬
َ ‫ِه‬
Ebû Mûsâ Abdullah ibn Kays el Eşarî (Allah Ondan
razı olsun) şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’e biri cesaretini göstermek diğeri milletini
korumak öteki ise kendisine yiğit adam dedirtmek
için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır?
diye soruldu da Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem) şu cevabı verdi. “Kim İslâmiyet (tevhid
kelimesi) daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah
yolundadır. (Yani şehid ona denir).” (Buhârî, İlim 45;
Müslim, İmâra 150.)
َ ‫ين يقَا ِتل‬
َ ‫ٍ الَّ ِذ‬
• ‫صفًّا‬
َ ‫ون ِفي َ ِبي ِل ِه‬
ُّ ‫اّلل ي ِح‬
َ َّ ‫ِإ َّن‬
ٌ َ‫َكأَنَّهم بني‬
‫وص‬
ٌ ‫ان َّم ْرص‬
«Muhakkak ki Allah, Kendi
yolunda, sanki birbirlerine
kenetlenmiş bir bina gibi saf
bağlayarak çarpışanları sever.» (Saff
Suresi, 4)
ASHABIN SAMİMİYYET ÖLÇÜLERİ; CANLARINI HZ MUHAMMED’İN YOLU
UĞRUNDA HER NE OLURSA OLSUN FEDA ETMEKTEN SAKINMADILAR VE
DÜŞMANLA İŞ BİRLİĞİ YAPMADILAR. YA SEN?
«Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların
müstesnâ!..» (Hicr, Suresi,39-40)
MÜSTESNA BİR YİĞİT ...HUBEYB BİN ADİYY…!!!
Tevhid inancının inatçı düşmanları, gözlerini kamaştıran İslam nurunu
gölgelemeye güçlere yetmeyince, çeşitli hilelere başvurmaktan geri
durmadılar. Bilhassa Bedir gibi Uhud’da da elebaşlarını kaybedince
iyice azdılar ve intikam hıncıyla tutuştular.
Lihyanoğullarıyla anlaşan Adal ve Kare kabilesinden bir grup,
Müslüman olduklarını söyleyerek Peygamberimize müracaatta
bulundular: “Yâ Resûlallah, İslamiyet kabilemiz arasında yayılmaya
başladı. Sahabilerinden birkaçını bizimle gönder de bize Kur’ân
öğretsinler, İslamiyet’i anlatsınlar.”
Bu masum ve makul isteği cevapsız bırakmayan Peygamberimiz, Hz.
Mersed bin Ebî Mersed (r.a.) başkanlığında, Suffe Ashâbı’ndan 10 zatı
bu işle vazifelendirdi.
• İrşat heyeti, Mekke’den gelenlerle yola çıktı. Uhud
Savaşı’ndan dört ay sonraydı. Hicret’in 4. senesi Sefer ayı
başlarıydı… Kafile Recî Suyu’nun başına gelince, âdi bir hıyanetle yüz yüze geldiler. Lihyanoğullarından 100 kadar
gözü dönmüş nasipsiz, bu masum ve müdafaasız kimselere
saldırmaya yöneldiler. Durumun vahametini anlayan Hz.
Mersed, arkadaşlarını yakınlarındaki dağa çekti. Etraflarını
saran düşman, onları sıkıştırmaya başladı. Onlar da
kılıçlarını çekip kendilerini savunmaya çalıştılar. Fakat çok
geçmeden yedi sahabi şehit düştü. Geriye kalan Hubeyb bin
Adiyy, Zeyd bin Desinne ve Abdullah bin Târık (r.a.),
müşriklerin öldürmeyeceklerine dair söz vermeleri üzerine
teslim oldular.
• Hileci sahtekarlar, bu üç sahabiyi sıkıca bağladılar.
Mekke’nin yolunu tuttular. Esir olarak götürüp satacaklardı.
Direnip gitmek istemeyen Hz. Abdullah bin Târık karşı
koydu. Elini çözerek kılıcına sarıldı. Fakat müşrikler fırsat
vermediler, bu yüce insanı taşlayarak şehit ettiler.
• Ellerinde kalan Hz. Hubeyb ile Hz. Zeyd’i Mekke’ye götürdüler. Hz.
Hubeyb, Hicret’ten önce Müslüman olmuştu, Ensar’ın ileri
gelenlerindendi. Bedir Savaşı’nda üstün kahramanlık göstermiş,
müşriklerin büyüklerinden Hâris bin Âmir’i öldürmüştü. Uhud’da
da büyük fedakârlıklar sergilemişti.
• Lihyanoğulları, Hz. Hubeyb’i Hâris bin Âmir’in çocuklarına 100
deve karşılığında sattılar. Hâris’in üvey kardeşi Huceyr de, Hz.
Hubeyb’i, cariyesi Mâviye’nin evine hapsetti. Gayeleri, bir
müddet işkence yapıp eziyet çektirdikten sonra öldürmekti.
• Dünyayı kucaklayacak güçlü bir imana sahip olan Hz. Hubeyb,
İlahî takdire boyun eğerek, derin bir sabır ve tam bir tevekkül
içinde Rabb’ine kavuşacağı günü bekliyordu. Çünkü o, Resûlullah
tarafından yüce bir gaye için vazifelendirilmişti. Yeni Müslüman
olanlara Allah’ın kelamını öğretmek, İslam’ın güzelliklerini
anlatmak için yola çıkmıştı. Bu uğurda başına gelecek her şeyi
tam bir rıza ile karşılaması gerekirdi. Hayatta kalıp vazifesini
yapsa da kârdaydı, bir ihanete kurban gitse de kazançlıydı. Çünkü
şehadet mertebesini kazanacaktı.
• Hz. Hubeyb’i aç susuz bir şekilde yalnızlığa terk etmişlerdi.
Kaçmaması için de zincire vurmuşlardı. Fakat Hubeyb’i, Rahim
olan Rabb’i aç bırakmadı. Ev sahibi Mâviye bir gün Hz. Hubeyb’in
yattığı hücrenin kapısını aralayınca şaşkına döndü. Hubeyb’in
elinde, dünyada benzeri görülmeyen koca bir üzüm salkımı vardı.
Sakin bir şekilde tane tane yiyordu.
Daha sonra Müslüman olan Mâviye, bu durumu şöyle anlatıyordu:
Ben Hubeyb’den daha hayırlı bir esir görmedim... O mevsimde
değil Mekke’de, dünyada dahi bir üzüm tanesi bulunmazdı. Kendisi
zincire vurulmuş olduğu hâlde, elinde bir insan başı büyüklüğünde
üzüm salkımı vardı. Herhâlde bunu ona rızık olarak Allah
veriyordu…”
• Mâviye bir defasında gelerek, gizliden Hz. Hubeyb’e ihtiyacı olup
olmadığını sordu. Hubeyb asla nefsini düşünmüyordu. İmanına
bir zarar gelebileceği endişesini taşıyordu: “Bana tatlı su içirip,
putlar adına kesilmeyen hayvanların etinden yedirmenden ve bir
de, beni öldürecekleri günü önceden haber vermenden başka
senden bir şey istemiyorum.”
• Mâviye anlatıyor: “Hubeyb’in öldürüleceği gün
kararlaştırılmıştı. Vallahi ölüm haberini duyunca onun
yüzünde zerre kadar bir üzüntü, durumunda en küçük bir
endişe görmedim. Sadece ölmeden önce vücut temizliğini
yapmak üzere benden emanet olarak bir ustura istedi.
İsteğini yerine getirdim.”
• Bütün Mekke halkı toplanarak Hz. Hubeyb’i öldüreceklerdi.
İntikamlarını vahşi bir şekilde bu masumdan alacaklardı.
• Gün aydınlanmış, sabah olmuştu. Menfur emellerine
kavuşmak isteyen bir grup Kureyş putperesti, Hz. Hubeyb’in
zincire vurulduğu eve geldiler. İntikam ateşinden alev alev
olmuş gözlerini Hz. Hubeyb’in üzerine diktiler. İman çağlayanı büyük sahabi, bir melek masumiyeti içinde bekliyordu.
• Gayet rahat ve sakindi. Üzerinde en ufak bir telaş
eserini görmek mümkün değildi. Müşrikler bağlı
olduğu prangadan çözerek onu hücresinden çıkardılar.
Mekke’ye iki fersah uzaklıkta bulunan Ten’im mevkiine
götürüp idam etmek üzere yola çıktılar.
• Müşrikler, avını ele geçirmiş aç canavar hâletiyle
menhus bir sevinçle ilerlerken, Hz. Hubeyb de,
mazlum bir eda, fakat metin ve vakur adımlarla Allah’a
kavuşacağı mekâna gidiyordu. Yolda Hz. Zeyd bin
Desinne ile karşılaşmış, birbirlerini teselli etmişlerdi.
• Ten’im âdeta bir panayıra dönüşmüş, çoluk çocuk,
genç ihtiyar, kadın erkek oraya dökülmüştü. Bu iki
mazlumun öldürülüşünü seyredecek, Bedir’in ve
Uhud’un acısını dindireceklerdi güya…
• Derince bir çukur kazdılar. Kurumuş koca bir ağaç bedenini
getirerek diktiler. Bu bir idam sehpasıydı. Hz. Hubeyb’i idam
sehpasının yanına götürdüler. Hz. Hubeyb bir müddet durdu.
Müşriklerden hiçbir talepte bulunmamıştı. Fakat son olarak
Rabb’inin huzuruna çıkmak istiyordu, “Müsaade ederseniz,
bırakın da iki rekât namaz kılayım.” dedi. Müsaade edildi.
• Hz. Hubeyb, âdap ve erkânına dikkat ederek huşu içinde iki
rekât namaz kıldı. Selam verdikten sonra müşriklere
dönerek, “Vallahi eğer ölümden korktu da namazı uzattı
zannına kapılmayacak olsaydınız, namazı uzatır ve
çoğaltırdım!” dedi. Bu hâldeyken bile imanla bağdaşmayan
korkaklık eserini kabul etmiyordu.
• Böylece, İslam tarihinde idamdan önce iki rekât namaz
kılma âdetini Hz. Hubeyb başlatmış oldu…
• Müşrikler, Hz. Hubeyb’i tutup darağacına bağladılar. Yönünü
ise Medine’ye çevirdiler. Belki ölümden korkar da
inancından vazgeçer düşüncesiyle son olarak şu teklifte
bulundular:
• “Muhammed’in dinini terk et, sana eman verip serbest
bırakalım.”
• HZ HUBEYB ÇAĞLAR ÜSTÜNE HAYKIRIYORDU…ÇÜNKÜ
ONUN ÖĞRETMENİ HZ MUHAMMED(SAV)Dİ «SAĞ ELİME
GÜNEŞİ SOL ELİME AYI VERSENİZDE BU DAVAMDAN ASLA
VAZ GEÇMEM DİYEN HZ MUHAMMEDİN TALEBESİYDİ
HUBEYB NASIL AYKIRI DAVRANABİLİRDİKİ….!!!!
• Hz. Hubeyb, hiç böyle bir teklif beklemiyordu. Bunu kabul
etmek, onun için ölümlerin en kötüsüydü. Vakur bir sesle
gürledi: “Hayır, vallahi dinimden dönmem, hattâ bütün
dünyayı da bana verseniz vazgeçmem!”
• Alay dolu bir teklif daha yaptılar: “Doğru söyle, şimdi senin
yerine Muhammed’in öldürülmesini, senin de evinde çoluk
çocuğunun arasında sağ salim yaşamanı isterdin, değil mi?”
• SATARMI HUBEYB DAVASINI DÜNYA GÜCÜ VE MENFAATİ İÇİN
EBEDİ CENNET VARKEN…!
• Kalbi Peygamber sevgisiyle dolup taşan Hz. Hubeyb’in verdiği
cevap, canileri ürküttü: “Vallahi Peygamberimin ayağına bir
diken batmaktansa, canımdan olmaya razıyım!”
• DİNİ SAMİMİYYETLE YAŞAYAN ASHABIN KURAN VE PEYGAMBER
TERBİYESİ SONUÇLARI NASIL ETKİLEDİĞİNE BİR BAKIN EY
GAFLETTE OLAN MÜSLÜMANLARI BIRAKIPTA İSLAM
DÜŞMANLARINI DOST EDİNENLER…!
Daha sonra şöyle devam etti:
“Allah yolunda olunca, hayatımın hiçbir ehemmiyeti yoktur.
Vallahi ben imanımdan dolayı öldürülecek olduktan sonra, vurulup hangi yanım üzerine düşersem düşeyim, gam yemem. Çünkü
bunların hepsi Allah uğrunadır. O dilerse, parça parça olan
vücudumu feyze eriştirir.”
• Müşrik topluluğu fedakârlığın ne olduğunu bilemiyorlardı.
Ortalığı bir ölüm sessizliği kaplamıştı. Bu sözlere sadece istihza ile
gülüp geçiyorlardı. Şirkin bütün çirkinliği suratlarına aksetmişti.
• Haksız yere canına kıydıkları için Hz. Hubeyb, onlara içten gelen
bir beddua etti: “Allah’ım, Kureyş müşriklerini mahvet!
Topluluklarını darmadağın et! Birer birer canlarını al, hiçbirisini
sağ bırakma!” Bu beddua Ten’im mevkiinde yankılanınca
müşriklerin kimisi kulağını tıkadı, kimisi yere kapaklandı. Daha
sonra günlerce müşrikler arasında bu beddua çalkalandı durdu.
• Hz. Hubeyb’in imanındaki sebatını ve kararlılığını gören müşrikler,
Uhud’da babaları öldürülen eli mızraklı 40 gence hücum emrini
verdiler. Dört bir yandan fırlatılan mızraklar Hz. Hubeyb’in
vücuduna batıyordu. Bağlandığı ağaç kımıldayınca yüzü Kâbe’ye
döndü. Hz. Hubeyb’in bu duruma sevindiği hissedilmişti. Hâlâ
dua ediyordu: “Allah’ım, eğer ben Senin katında hayırlı bir kul
isem, yüzümü kıbleden başka tarafa çevirme!” diyordu. Artık
kimse ondan sonra yüzünü çeviremedi.
• SAMİMİ OLANIN SELAMINI RESÜLÜLLAHA CEBRAİL GÖTÜRÜR
• ACABA BİZİM SAMİMİYYETİMİZ ALLAH’A VE RESULÜNE KARŞI NASIL
SELAM GÖNDERSEK CEBRAİL EŞLİK EDERMİ YOKSA?
• Ruhunu teslim edeceğini anlayan Hz. Hubeyb, son olarak Resûlullah’a
selam göndermek istedi. Fakat orada selamını ulaştıracak kimsecikler
yoktu. “Allah’ım, Sen bize Resûlünün peygamberliğini tebliğ ettirdin. Bize
reva görüleni de sabahleyin o Resûlüne eriştir. Allah’ım, selamımı
Resûlüne ulaştıracak kimseyi bulamadım. N’olur, selamımı Sen ulaştır!”
diye niyazda bulundu.
• Peygamberimiz o sabah sahabileriyle sohbet ediyordu. Birden üzerinde
vahiy hâli belirdi, “Ve aleyhisselâm” dedi. Sahabiler, “Kimin selamını
aldın, yâ Resûlallah?” diye sorunca, Peygamberimiz, “Kardeşiniz
Hubeyb’in selamını… Müşrikler onu şehit etti!” buyurdu. Selamı tebliğ
eden, Cebrâil’di (a.s.).
• Bütün müşrik gençleri, ellerindeki mızrakları atıp bitirdiler. En sonunda
Hâris bin Âmir’in oğlu Ukbe gidip mızrağını Hz. Hubeyd’in göğsüne
sapladı, mızrağın ucu arkasından çıktı. Hz. Hubeyb, Şehadet Kelimesi
getirerek cennete uçtu.
• Müşrikler, gelen geçen görsün, her tarafa yaysın diye, Hz. Hubeyb’in
cesedini darağacından indirmediler. Bu vaziyeti haber alan Peygamberimiz,
Hubeyb’in cesedini indirmek için Hz. Amr bin Umeyye’yi (r.a.)
vazifelendirdi ve kendisine cenneti müjdeledi.
• Cesedin yanında bekçiler vardı. Bir gece gizlice yaklaşan Hz. Amr, cesedi
çözdü, indirdi, sırtına alarak uzaklaşmak istedi. Durumu fark eden bekçiler,
Hz. Amr’ın peşine düştüler. Hz. Amr, Hz. Hubeyb’in cesedini yere bıraktı.
Ceset yere düşünce, ne bekçiler gördü, ne Hz. Amr… Cenâb-ı Hak, tekrar
müşriklerin eline geçmemesi için, büyük şehidin cesedini gizlemişti!
• SEN AŞIK OLURSAN SAMİMİYYETLE ALLAH’A VE RESULÜNE CENNETTE
KOMŞU OLURSUN HZ MUHAMMED(SAV)’E
• Hz. Hubeyb’i “şehitlerin ulusu” olarak vasıflandıran Peygamberimiz, “O
benim cennette komşumdur.” buyurmuştu.
(Sîre, 3: 178-179; Üsdü’l-Gàbe, 2: 103-105; Tabakât, 2: 55-56; 4: 249; 8:
301-302; İstiâb, 1: 432; Buhârî, Megâzî: 30.)
• HADİ YİĞİDİM HUBEYB GİBİ SAMİMİYETLE ALLAH YOLUNDA YÜRÜMEYE
VARMISIN SANA AĞUŞUNU AÇMIŞ DURUYOR PEYGAMBER EDASIYLA
YÜRÜ YİĞİDİM YÜRÜ
• YİNE SAMİMİYYET ABİDESİ HZ. HABBAB BİN ERET RA
«Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!..» (Hicr,
Suresi,39-40)
• NE OLURSA OLSUN DOĞRUYU SÖYLEYEN VE BUNDAN ASLA
ÇEKİN MEYEN SAHABİDİR O HZ HABBAB BİN ERET RA
İlk Müslüman sahâbîlerden.
• Hazret-i Habbâb demirci olup, kılıç yapardı. Peygamber
efendimiz onun dükkânına gider, onunla görüşürdü. Bu
görüşmelerinin netîcesinde Hazret-i Habbâb Müslüman olmuş,
ebedî saâdet yolunu tutmuştu.
Müşriklerden hiç çekinmedi
• Hazret-i Habbâb koruyucusuz olmasına rağmen, Müslüman
olduğunu açıklamaktan çekinmemişti. Kureyşli müşrikler onun
İslâma girdiğini duyunca, ona işkence ve eziyet etmeye
başladılar.
• Çıplak vücuduna demir gömlek giydirip, en sıcak günde,
Ramdâ’da, vücudunun yağı eritilircesine, güneş altında
tutulduğu da olurdu.
• Güneşten kızgın hâle gelmiş, ya da ateşle kızdırılmış
olan taşa, çıplak sırtı bastırıldığı hâlde, söyletmek
istedikleri küfrü gerektiren sözleri, ona
söyletemezlerdi! O büyük bir îmânla;
• - Allah birdir, Muhammed aleyhisselâm O’nun
Peygamberidir, diye haykırırdı.
• Bunun üzerine müşrikler hırslarından deliye döner,
daha fazla işkence yapmaya başlarlardı. Nitekim
müşrikler, bir gün, onu yakalayıp soydular. Düz bir
yerde yaktıkları ateşin içine, sırtüstü yatırdılar.
İçlerinden biri, ayağı ile onun göğsünün üzerine basıp,
ateş sönünceye kadar, kendisini o hâlde tuttu.
• Yıllar geçtiği hâlde bile, Habbâb’ın sırtındaki yanıkların
izleri, alacaları kaybolmadı!
• Hazret-i Ömer, Halîfeliği sırasında, Habbâb’a, müşriklerden
çektiği işkenceyi sormuştu. Habbâb dedi ki:
• - Ey mü’minlerin emîri! Bak sırtıma!
• Hazret-i Ömer, onun sırtına bakınca buyurdu ki:
• - Doğrusu ben, insan sırtının bugünkü gibisini hiç
görmemiştim!
• Bunun üzerine, Habbâb dedi ki:
• - Benim için bir ateş yakmışlardı da, ben, onun üzerine
sürüklenip atılmıştım. O ateşi, ancak benim sırt etimin yağı
söndürmüştü!
• BÜ GÜN YİĞİT OLMA ARZUSUNDA OLANLAR YÜZÜNÜ
NEREYE DÖNÜYOR ASHABA VE HZ
MUHAMMED(SAV)MEMİ YOKSA EHLİ KÜFREMİ?
• GENÇ SAHABEDEN SAMİMİYYET ÖRNEĞİ; HAYATINI
İSLAMA ADAMIŞ 14/15 YAŞLARINDA BİR GENÇ SAHABİ:
• HZ.TULEYB BİN UMEYR RA
«Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!..»
(Hicr, Suresi,39-40)
• Hz, Tuleyb (r.a.) cevval, atılgan ve cesur bir gençti. Ruhu şirk
dumanlarıyla kararmayan temiz bir delikanlıydı. Henüz 14-15
yaşlarında, çocuk denecek bir çağda olmasına rağmen akl-ı
selimi ona yardım etmiş, Peygamberimizin nuruyla müşerref
olma bahtiyarlığını kazanmıştı.
• İslam’ın ilk yıllarıydı… Peygamberimiz, Hz. Erkam’ın evinde
bulunuyor, gizli olarak hakka daveti sürdürüyordu. Hz.
Tuleyb, hiç kimseden çekinip ürkmeden, Resûlullah’ın
ikamet ettiği eve gitti. Kâinatın Efendisi’ne teslim olarak
iman etti, hidayet halkasına girdi.
• Hz. Tuleyb heyecanlıydı. İmanın kutsi feyzi kalbini
aydınlatmış, Peygamber’in engin şefkati gönlünü
ışıklandırmıştı. Bu müjdeyi en çok sevdiği annesine
açmak için sabırsızlanıyordu. Fakat annesinin bunu
nasıl karşılayacağını merak ediyordu. Acaba kendisine
kızar mıydı? Çünkü ona haber vermeden İlahî davete
icabet etmişti.
• Eve geldi, annesini görür görmez, “Anneciğim, ben
Müslüman oldum. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dinine
girdim, ona tabi oldum!” diye sevincini dile getirdi.
• Asil bir aileye mensup olan ve Sevgili Peygamberimizin
halası bulunan annesi Erva, biricik oğlunun sevincini
paylaştı. Onu tebrik ettikten sonra şöyle konuştu:
• “Oğlum, hiç şüphesiz, dayının oğlu, senin yardımına
herkesten daha çok layıktır. Vallahi eğer onu erkeklere karşı
korumaya gücümüz yetseydi, her türlü tecavüze karşı koyar,
onu korurduk!”
• Annesinin kendisini anlayışla karşıladığını görünce Hz.
Tuleyb, daha da cesaretlendi. Annesi henüz Müslüman
değildi, ama kardeşinin oğluna bir zarar gelmemesini içten
arzu ediyordu. Hz. Tuleyb bu tatlı havadan istifade ederek
annesine de iman balını tattırmak istedi, “Anne,” dedi,
“senin Müslüman olmana ve ona uymana engel olan şey
nedir? Bak işte, kardeşin Hamza da Müslüman oldu.”
• Oğlunun bu teklifi karşısında anne biraz yumuşadıysa da,
eski inançlarını terk etmek kolay olmuyordu. “Ben şimdi
bekleyeyim, kız kardeşlerim ne yaparsa ben de öyle yapar,
sonra onlardan birisi olurum.” dedi.
• Annesinin tereddüt içinde olduğunu gören Tuleyb için yapacak bir
şey yoktu. Onun hidayeti için dua etmekten başka bir şey
yapamazdı. Daha sonra şöyle dedi:
• “Öyleyse anneciğim, sen İslamiyet’i kabullenip onu tasdik edinceye
ve ‘Allah’tan başka ilah yoktur.’ diyerek şehadet getirinceye kadar
ben de senin için Allah’a niyazda bulunur, dua ederim.”
• Oğlunun bu candan temennisini boş bırakmak istemeyen Erva bint-i
Abdülmuttâlib hemen şehadet getirdi ve Müslüman oldu.
• Hz. Tuleyb yaşından beklenmeyen bir atılganlıkla mücadelede
bulunuyor, Resûlullah’a dil uzatan, onun aleyhinde konuşan
müşrikleri susturmak için çalışıyordu. Bir seferinde Peygamberimize
eziyet verip sıkıntıya sokmak için her türlü yola başvuran Ebû Cehil’i
gözüne kestirmişti. Başına sert bir darbe vurarak yardı, kanlar içinde
bıraktı. Etrafta bulunan müşrikler Hz. Tuleyb’i yakalayıp bağladılar.
Dayısı Ebû Leheb onu müşriklerin elinden kurtardı, salıverdi.
• Daha sonra bazıları Hz. Erva’nın yanına giderek oğlunun aşırı
hareketinden dolayı şikâyette bulundular: “Oğlun Tuleyb’in
yaptıklarını görmüyor musun? Kendisini Muhammed’in
yoluna adamış.”
• Hz. Erva, müşriklere karşı şu cevabı verdi:
• “Onun en hayırlı günleri Muhammed’e (a.s.m.) yardımcı
olduğu günlerdir. Çünkü Muhammed (a.s.m.), Allah
tarafından hak Peygamber olarak gönderilmiştir.”
• Müşrikler büsbütün şaşırmışlardı. İyice emin olmak için
“Sen de mi Muhammed’e tabi oldun yoksa?!” diye sordular.
Aldıkları cevap “Evet.” oldu.
• Sonra oradan Ebû Leheb’e giderek, kız kardeşinin Müslüman
olduğunu bildirdiler.
• Kız kardeşinin Müslüman olduğunu haber alan Allah düşmanı
Ebû Leheb, yanına gelerek çıkıştı, azarladı ve atalarının dinini
bıraktığı için ayıpladı.
• Bunun üzerine Hz. Erva da ona karşılık olarak, “Beni azarlamayı
bırak da, git, sen de kardeşinin oğlunun başında bulun. Ona
yardımcı ve destek ol veya onun dinine gir.” dedi.
• Bu söz üzerine Ebû Leheb, “Onun ortaya çıkardığı yeni din
yüzünden bütün Arap kabilelerine karşı koymaya bizim takatimiz
var mı?!” diyerek inkârında ısrar etti. Sonra da çekip gitti.
• Hz. Erva, Peygamberimize dil uzatanlara gerekli cevabı veriyor,
ona gelecek tehlikelere mâni olmaya çalışıyordu. Biricik oğlunu
da teşvik ediyor, Resûlullah’tan ayrılmamasını tembih ediyordu.
Ana-oğul kendi aralarında güçleri nispetinde, şirke karşı
mücadele ediyorlardı.
• Bir seferinde müşriklerden Avf bin Sabre’nin Peygamberimize
kötü söz söylediğini duyan Hz. Tuleyb, eline geçirdiği bir deve
çenesi kemiğiyle kafasına vurarak onu yaralamıştı. Yine annesine
şikâyete gittiklerinde, Hz. Erva, “Tuleyb, dayısının oğluna yardım
eder. Ondan ne canını esirger, ne de malını…” diyerek müşrikleri
yüzüstü geri çevirmişti.
• Küçük yaşta olduğu için Mekke’de serbest bir şekilde dolaşan Hz.
Tuleyb, bir defasında müşriklerden Ebû İhâb bin Üzeyr’in
Kureyşlilerle anlaşarak Peygamberimize suikast düzenleyeceğini
öğrendi. Bu menhus emelini yerine getirmek için Ebû İhâb’ın yola
çıktığını haber alır almaz önünü kesti, ansızın fırlattığı bir taşla
başını yaraladı. Böylece çirkin niyetinin duyulduğunu sezen
müşrik, suikastten vazgeçti.”
• Hz. Tuleyb’in böyle fedaice davranışları müşriklerin
mukavemetini kırıyordu. Fikren İslam’ın yayılmasına güç
yetiremeyen müşrikler, hiç ummadıkları bir mukavemetle
karşılaşınca şaşkına dönüyorlardı.
• Kureyşliler tarafından göz altına alınan Hz. Tuleyb, ikinci Muhacir
kafîlesiyle Habeşistan’a hicret etti. Üç ay kadar orada kaldı.
Mekke müşriklerinin Müslüman oldukları şaiyasını duyunca
tekrar Mekke’ye geldiler. Fakat haber asılsızdı. Medine’ye hicret
başlayınca Hz. Tuleyb de hicret etti. Medine’de Abdullah bin
Seleme’ye misafir oldu. Daha sonra Peygamberimiz, Tuleyb’le
Münzir bin Amr (r.a.) arasında kardeşlik akdi yaptı.
• Müşriklere karşı cihat emri başlayınca Peygamber ordusunda Hz.
Tuleyb de yer aldı. Bedir Savaşı’nda üstün kahramanlıklar
göstererek Allah düşmanlarına karşı dinini korudu. Bundan sonra
daha pek çok muharebeye katıldı.
• Peygamberimizin vefatından sonra Bizanslılarla yapılan Ecnâdin
Savaşı’nda mücahitler arasında Hz. Tuleyb de bulunuyordu. Zafer
kazanılmıştı, fakat üç bin kadar şehit verilmişti. Şehitler arasında
Hz. Tuleyb de vardı. Tarih Hicret’in 13. yılı, Cemaziyelevvel ayı idi.
Hz. Tuleyb bu sırada 35 yaşındaydı.
(Tabakât, 3,123,el-İsâbe, 2, 233)
ْ ‫مث َ ُل‬
ُ ‫ينَفِيَت َ َو ِاد ِه ْمَوت َ ََرا ُح ِم ِه ْمَوتَعا‬
• َ‫َ َمثَ َ ُل‬،َ‫ط ِف ِه ْم‬
َ ِ‫َال ُمؤْ ِمن‬
ْ ‫عىَلهَُسا ِئ ُر‬
ْ
َ‫َالجس ِد‬
‫ج‬
‫ال‬
ْ ‫ع‬
ُ َُ‫ىَم ْنه‬
ِ ‫س ِدَ ِإذَاَا ْْت َ َك‬
َ ‫ض ٌوَتَدا‬
َ َ
ْ ‫بالس َه ِر‬
‫َوال ُح َّمى‬
«Müminler birbirlerini sevmekte,
birbirlerine acımakta ve birbirlerini
korumakta bir vücuda benzerler.
Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman,
diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa
ve ateşli hastalığa tutulurlar.» (Buhari, Edep
27
‫ّلل‬
ِ ِ ‫اي َو َم َماتِي‬
َ ‫ق ْل ِإ َّن‬
َ َ‫ص َتِي َون ِكي َو َم ْحي‬
َ ‫ٍ ا ْلعَالَ ِم‬
‫ين‬
ِ ‫َر‬
«Ey Muhammed! De ki; Şüphesiz
benim namazım, ibadetlerim,
yaşamım ve ölümüm Âlemlerin
Rabbi olan Allah içindir.» (En’am,162)
• SAMİMİYYET İLKELERİ ÖZETLE;
1)Duygularına samimiyyet katan ve
hareketlerinde samimi olanlar amacına
ulaşırlar.
2)Samimiyyet ve ihlas her türlü amel ve
ibadetin özüdür.
3)Her hangi bir ibadet ve amelin kabulu
samimiyyet ve ihlasa bağlıdır.
4)Amellerin özü samimiyyet ve ihlastır.
5)Samimi ve ihlaslı kulu Allah hiçbir zaman
mahçup etmez ve onu yardımsız bırakmaz.
6)Samimi ve ihlas ile yapılan her iş, sahibinin ahlakını
güzelleştirir ve güzel ahlak sahibi olanlarda manen
olgunluğa erişir.
7)Samimi ve ihlaslı kullara Allah her zaman yakın olur.
8)Samimiyyet ve ihlas kulluğun derecesini gösterir.
9)Kullak vazifelerimizi ve insani görevlerimizi
samimiyyetle ve ihlas ile yapmamız lazım ki insani
olgunluğa ve kemale erişebilielim.
10)İbadetlerde sevap elde etmek istiyorsak , Allah’ın
rızasını kazanmak ve insani ilişkilerde huzur istiyorsak
,hem Yaratana karşı ve hemde yaratılana karşı samimi
olmamız şarttır.
VESSELAM
• DUAMIZ
• EY RABBİBİZ BİZE DÜNYADA GÜZELLİKLER İYİLİKLER
VER VE SIRATI MÜSTAKİM YOLUNDAN AYIRMA
• EY RABBİMİZ BİZE AHİRETTEDE GÜZELLİKLER
İYİLİKLER VER VE AHİRETTE KAYBETMEYENLERDEN
OLMAYIDA İHSAN EYLE
• EY RABBİMİZ SAMİMİ OLMAYI , YOLUNDA SADIK
OLMAYI , SANA VE RESÜLÜNE TESLİM OLMAYI
BİZLERE İHSAN EYLE
• EY RABBİMİZ EHLİ KÜFRE MEYLETMEKTEN BİZİ,
ÜMMETİ MUHAMMEDİ KORU.DİNİ DOĞRU VE
SAMİMİ YAŞAMAYI BİZE İHSAN EYLE AMİN
(Not:Bu vaaz Diyanet meali, ve Diyanet dergisi şubat sayısıdan çok çeşitli
kitaplardan,lisanül arap ve Doç. Dr. Fahreddin Yıldız’ın makalesinden
faydalınarak hazırlanmıştır.)
Download