T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ADLİ TIP ENSTİTÜSÜ Tez Danışmanı Prof. Dr. Şahika YÜKSEL SIĞINMA EVİNDE KALAN KADINLARDA ŞİDDET ÖYKÜSÜ AÇISINDAN TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU, BENLİK SAYGISI VE BEDEN ALGISININ DEĞERLENDİRİLMESİ Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Master Tezi Psikolog Banu TORTAMIŞ İstanbul 2009 T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ADLİ TIP ENSTİTÜSÜ Tez Danışmanı Prof. Dr. Şahika YÜKSEL SIĞINMA EVİNDE KALAN KADINLARDA ŞİDDET ÖYKÜSÜ AÇISINDAN TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU, BENLİK SAYGISI VE BEDEN ALGISININ DEĞERLENDİRİLMESİ Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Master Tezi Psikolog Banu TORTAMIŞ İstanbul 2009 Şiddetten uzak bir hayatın mücadelesini veren tüm kadınlara… i Teşekkür Tez çalışmamın her aşamasında, bilgisi, araştırma anlayışı ve bakış açısıyla bana yol gösteren tez danışmanım Prof. Dr. Şahika Yüksel’e, Değerli görüş ve önerileriyle tezimin oluşmasına katkıda bulunan Prof. Dr. Nuray Karancı, Dr. Zeynep Belma Gölge ve Pınar İlkkaracan’a, Sığınma evinde kalan kadınlarla görüşmeler sırasında, gösterdikleri ilgi sayesinde işimi kolaylaştıran Mor Çatı Kadın Sığınağı’ndan Fatma M. Budak’a, Küçükçekmece Belediyesi Kadın Sığınma Evi’nden İlmiye Gezer ve Çiğdem Morgil’e, Eyüp Belediyesi Kadın Sığınma Evi’nden Saibe Kara’ya, Kadıköy Belediyesi Kadın Sığınma Evi’nden Zelal Eser ve Elif Zümrüt Bulamur’a ve SHÇEK Kadın Konuk Evi’nden Ayşegül Arslan’a, Verilerin kodlanması, istatistiksel analizin yapılması, tablo ve şekillerin hazırlanması konularındaki yardımları nedeniyle Noyan, Yeter, Gökçe ve Deniz’e, tez yazımının kontrol edilmesindeki emeği nedeniyle Eray’a, en bunaldığım anlarda yaşama gücüyle beni cesaretlendiren Nadide’ye, Her zaman olduğu gibi, tezimi hazırlarken de hep yanımda olan kardeşim Melisa’ya ve babama, Son olarak, şiddet yaşantılarını benimle içtenlikle paylaşmayı kabul ettikleri için sığınma evinde kalan kadınlara sonsuz teşekkür ederim. Banu Tortamış İstanbul-2009 ii İÇİNDEKİLER Teşekkür ...................................................................................................................................... i İçindekiler................................................................................................................................... ii Kısaltmalar ................................................................................................................................ iv Tablolar Dizini ........................................................................................................................... v Şekiller Dizini ........................................................................................................................... vi 1. GİRİŞ VE AMAÇ .................................................................................................................. 1 2. GENEL BİLGİLER................................................................................................................ 4 2.1. KADINA YÖNELİK ŞİDDET ....................................................................................... 4 2.1.1. Kadına Yönelik Şiddetin Farklı Görünümleri .......................................................... 5 2.1.1.1. Çocuk İstismarı ve İhmali ................................................................................. 5 2.1.1.2. Ensest ................................................................................................................ 9 2.1.1.3. Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet ....................................................................... 11 2.1.1.4. Cinsel Şiddet ................................................................................................... 13 2.1.2. Kadına Yönelik Şiddetin Dünyadaki ve Türkiye’deki Boyutu .............................. 16 2.1.2.1. Çocuk İstismarı ve İhmali ............................................................................... 16 2.1.2.2. Ensest .............................................................................................................. 17 2.1.2.3. Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet ....................................................................... 19 2.1.2.4. Cinsel Şiddet ................................................................................................... 20 2.2. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN KURAMSAL ARKAPLANI ................................. 22 2.2.1. Psikolojik Yaklaşımlar ........................................................................................... 22 2.2.1.1. Psikanalitik Teori ............................................................................................ 22 2.2.1.2. Sosyal Öğrenme Modeli .................................................................................. 23 2.2.1.3. Saldırgana Ait Psikolojik Özellikler ............................................................... 25 2.2.2. Psikiyatrik Yaklaşımlar .......................................................................................... 27 2.2.2.1. Psikopatoloji .................................................................................................... 27 2.2.2.2. Alkol ve Madde Kötüye Kullanımı ................................................................. 29 2.2.3. Sosyolojik/Ekolojik Yaklaşımlar ........................................................................... 31 2.2.3.1. Kaynaklar Teorisi ............................................................................................ 31 2.2.3.2. Sosyal Dezorganizasyon Teorisi ..................................................................... 33 2.2.3.3. Biyopsikososyal Model ................................................................................... 34 2.2.3.4. Aile İçi Şiddet Paradigması ............................................................................. 35 2.2.4. Feminist Yaklaşımlar ............................................................................................. 37 2.3. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ ................. 42 2.3.1. Kadına Yönelik Şiddet ile Travma Sonrası Stres Bozukluğu İlişkisi .................... 42 2.3.1.1. Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun Tanımı ................................................ 42 2.3.1.2. TSSB’nun Tanı Ölçütleri ................................................................................ 42 2.3.1.3. TSSB’nun Epidemiyolojisi ............................................................................. 44 2.3.1.4. TSSB’nun Etiyolojisi ...................................................................................... 44 2.3.1.5. Risk Faktörleri ................................................................................................. 46 2.3.1.6. Kadına Yönelik Şiddet ile TSSB İlişkisini Ortaya Koyan Araştırmalar ......... 47 2.3.2. Kadına Yönelik Şiddetin Benlik Saygısı Üzerine Etkileri ..................................... 51 2.3.3. Kadına Yönelik Şiddetin Beden Algısı Üzerine Etkileri ....................................... 54 2.3.4. TSSB-Benlik Saygısı-Beden Algısı İlişkisini Ortaya Koyan Çalışmalar .............. 55 2.4. KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE ......................................................... 57 2.4.1. Feminist Hareketin Kazanımları ............................................................................ 57 2.4.2. Kadına Yönelik Ayrımcılık ve Şiddetle İlgili Uluslararası Belgeler ..................... 61 2.4.2.1. Uluslararası İnsan Hakları Belgelerinde Kadın-Erkek Eşitliği ....................... 61 iii 2.4.2.1.1. BM Belgeleri ............................................................................................ 61 2.4.2.1.2. Avrupa Konseyi ve AB Belgeleri............................................................. 62 2.4.2.2. Kadın Hakları ile İlgili Uluslararası Sözleşmeler ve Belgeler ........................ 63 2.4.3. Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Türkiye’deki Yasal Düzenlemeler ........................ 67 2.4.3.1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası...................................................................... 67 2.4.3.2. Türk Ceza Kanunu .......................................................................................... 67 2.4.3.3. Ailenin Korunmasına Dair Kanun................................................................... 69 2.4.3.4. Sığınma Evleri ile İlgili Yasal Düzenlemeler ................................................. 70 2.4.4. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınma Evleri ................................ 71 2.4.4.1. Kadın Sığınma Evlerinin Tarihçesine Kısa Bir Bakış ..................................... 71 2.4.4.2. Kadın Sığınma Evlerinin Kuruluş Amaçları ................................................... 71 2.4.4.3. Kadın Sığınma Evlerinde Sunulan Hizmetler ................................................. 72 2.4.4.4. Türkiye’deki Kadın Sığınma Evlerinin Durumu ............................................. 74 3. GEREÇ VE YÖNTEM ........................................................................................................ 76 3.1. Araştırmanın Tipi .......................................................................................................... 76 3.2. Araştırmanın Yeri ve Zamanı ........................................................................................ 76 3.3. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi ............................................................................... 76 3.4. Veri Toplama Araçları .................................................................................................. 76 3.5. Araştırmanın Yöntemi ................................................................................................... 78 3.6. Veri Analizi ................................................................................................................... 78 4. BULGULAR ........................................................................................................................ 79 4.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulgular .................................... 80 4.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulgular ........................................................... 85 4.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulgular ..................................................... 99 4.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulgular .............................................................................. 100 4.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörlerin İncelenmesi ................................ 101 4.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulgular ......................................................................... 108 4.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulgular ..................................................... 115 5. TARTIŞMA ....................................................................................................................... 121 5.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulguların Tartışılması........... 121 5.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulguların Tartışılması .................................. 125 5.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulguların Tartışılması ............................ 128 5.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulguların Tartışılması ....................................................... 129 5.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörlerin Tartışılması ................................ 129 5.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulguların Tartışılması .................................................. 132 5.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulguların Tartışılması ............................. 135 6. SONUÇLAR VE ÖNERİLER ........................................................................................... 139 6.1. SONUÇLAR ............................................................................................................... 139 6.2. ÖNERİLER ................................................................................................................. 142 ÖZET ...................................................................................................................................... 146 ABSTRACT ........................................................................................................................... 147 KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 148 EKLER ÖZGEÇMİŞ iv Kısaltmalar TSSB: Travma Sonrası Stres Bozukluğu BM: Birleşmiş Milletler CEDAW: Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi WHO: Dünya Sağlık Örgütü DSM-IV: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Dördüncü Baskı KAMER: Kadın Merkezi KSGM: Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü AB: Avrupa Birliği v Tablolar Dizini Tablo 4.1.1. Kadınların Sosyo-demografik Özelliklere Göre Dağılımı ................................... 80 Tablo 4.1.2. Kadınların Evlilik Özelliklerine Göre Dağılımı .................................................. 81 Tablo 4.1.3. Birden Fazla Evlilik Yapmış Kadınların Önceki Evliliklerinin Sonlanma Nedenleri .................................................................................................................................. 82 Tablo 4.1.4. Kadınların Eşlerinin Sosyo-demografik Özelliklere Göre Dağılımı ................... 83 Tablo 4.1.5. Kadınların Hane Özelliklerine Göre Dağılımı ..................................................... 84 Tablo 4.1.6. Kadınların Anne-Babalarının Öğrenim Durumuna Göre Dağılımı ..................... 84 Tablo 4.2.1. Kadınların 18 Yaşından Önce Aile Üyelerinden En Az Birinin Duygusal Şiddetine Maruz Kalma Durumu ............................................................................................. 85 Tablo 4.2.2. 18 Yaşından Önce Yaşanan Duygusal Şiddete İlişkin Özellikler ........................ 86 Tablo 4.2.3. Kadınların Çocukluk Döneminde Babalarının Annelerine Duygusal Şiddet Uygulama Durumu ................................................................................................................... 87 Tablo 4.2.4. Kadınların Eşlerinin veya Erkek Arkadaşlarının Duygusal Şiddetine Maruz Kalma Durumu ......................................................................................................................... 87 Tablo 4.2.5. Kadınlara Eşleri veya Erkek Arkadaşları Tarafından Uygulanan Duygusal Şiddete İlişkin Özellikler .......................................................................................................... 88 Tablo 4.2.6. Kadınların Duygusal Şiddete En Son Maruz Kalma Zamanına Göre Dağılımı .. 89 Tablo 4.2.7. Kadınların 18 Yaşından Önce Fiziksel Şiddete Maruz Kalma Durumu .............. 89 Tablo 4.2.8. 18 Yaşından Önce Yaşanan Fiziksel Şiddete İlişkin Özellikler .......................... 90 Tablo 4.2.9. İlk Evlilik Yaşı 18 Yaş Altı Olan Kadınların 18 Yaşından Önce Eşlerinin Fiziksel Şiddetine Maruz Kalma Durumu ............................................................................................. 91 Tablo 4.2.10. Kadınların Çocukluk Döneminde Babalarının Annelerine Fiziksel Şiddet Uygulama Durumu ................................................................................................................... 91 Tablo 4.2.11. Kadınların 18 Yaşından Sonra Fiziksel Şiddete Maruz Kalma Durumu ........... 92 Tablo 4.2.12. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Fiziksel Şiddete İlişkin Özellikler ....................... 92 Tablo 4.2.13. 18 Yaşından Önce ve Sonra Yaşanan Fiziksel Şiddetin Özellikleri .................. 93 Tablo 4.2.14. Kadınların 18 Yaşından Önce Cinsel Şiddete Maruz Kalma Durumu .............. 94 Tablo 4.2.15. 18 Yaşından Önce Yaşanan Cinsel Şiddete İlişkin Özellikler ........................... 95 Tablo 4.2.16. İlk Evlilik Yaşı 18 Yaş Altı Olan Kadınların 18 Yaşından Önce Eşlerinin Cinsel Şiddetine Maruz Kalma Durumu ............................................................................................. 96 Tablo 4.2.17. Kadınların 18 Yaşından Sonra Cinsel Şiddete Maruz Kalma Durumu ............. 96 Tablo 4.2.18. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Cinsel Şiddete İlişkin Özellikler .......................... 97 Tablo 4.2.19. 18 Yaşından Önce ve Sonra Yaşanan Cinsel Şiddetin Özellikleri .................... 98 Tablo 4.3.1. Kadınların Sığınma Evinde Kalma Durumuna Göre Dağılımı ............................ 99 Tablo 4.4.1. Kadınların İntihar Girişimlerine Göre Dağılımı ................................................ 100 Tablo 4.5.1. Eğitim Durumlarına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ..................... 101 Tablo 4.5.2. Medeni Durumlarına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri .................... 102 Tablo 4.5.3. İlk Evlenme Yaşına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ...................... 103 Tablo 4.5.4. Babalarının Annelerine Duygusal Şiddet Uygulama Durumuna Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ...................................................................................................... 104 Tablo 4.5.5. Babalarının Annelerine Fiziksel Şiddet Uygulama Durumuna Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ...................................................................................................... 105 Tablo 4.5.6. Babalarının Annelerine Duygusal ve Fiziksel Şiddet Uygulama Durumuna Göre Kadınların 18 Yaş Öncesinde Annelerinin Duygusal ve Fiziksel Şiddetine Maruz Kalma Durumu................................................................................................................................... 106 Tablo 4.5.7. Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türlerine Göre İntihar Girişimleri ..................... 107 Tablo 4.6.1. Kadınların Olası TSSB Tanısı Açısından Değerlendirilmesi ............................ 108 Tablo 4.6.2. Olası TSSB Tanısına İlişkin Özellikler.............................................................. 108 vi Tablo 4.6.3. Yaş Gruplarına Göre Olası TSSB Tanısı ........................................................... 109 Tablo 4.6.4. Yaşanan Şiddet Türlerine Göre Olası TSSB Tanısı ........................................... 110 Tablo 4.6.5. Yaşam Boyu Şiddet Öyküsüne Göre Olası TSSB Tanısı .................................. 111 Tablo 4.6.6. 18 Yaşından Önce Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Olası TSSB Tanısı ................................................................................................................................................ 112 Tablo 4.6.7. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Olası TSSB Tanısı ................................................................................................................................................ 113 Tablo 4.6.8. Şiddete En Son Maruz Kalma Zamanına Göre Olası TSSB Tanısı ................... 114 Tablo 4.6.9. Kadınların İntihar Girişimlerine Göre Olası TSSB Tanısı ................................ 114 Tablo 4.7.1. Kadınların Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puanları .......................... 115 Tablo 4.7.2. Yaşanan Şiddet Türlerine Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları ............................................................................................................................ 116 Tablo 4.7.3. Yaşam Boyu Şiddet Öyküsüne Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları ................................................................................................................... 117 Tablo 4.7.4. 18 Yaşından Önce Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları ............................................................................... 118 Tablo 4.7.5. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları ............................................................................... 119 Tablo 4.7.6. İntihar Girişimine Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları ............................................................................................................................ 120 Tablo 4.7.7. Olası TSSB Tanısına Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları ............................................................................................................................ 120 Şekiller Dizini Şekil 1: Güç ve Kontrol Çemberi ............................................................................................. 12 Şekil 2: Bütünleyici bağlamsal gelişimsel kadına yönelik şiddet modeli ................................ 40 1 1. GİRİŞ VE AMAÇ Kadına yönelik şiddet, siyasal, ekonomik, yasal ve psikososyal kaynakları ve sonuçları nedeniyle disiplinlerarası bir yaklaşımla ele alınması gereken temel bir insan hakları ihlali ve toplumsal bir sağlık sorunudur (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006). BM (1993) tarafından “ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanmaktadır. Kadına yönelik şiddetin, farklı kültürel ve sosyoekonomik özelliklere sahip kadınlar arasında yaşanan ortak bir deneyim olduğu ortaya konmuştur (Watts ve Zimmerman, 2002). Genel nüfus tabanlı araştırmalar ve farklı örneklem grupları ile gerçekleştirilmiş epidemiyolojik çalışmalar, kız çocukların ve kadınların çocuk istismarı ve ihmali, ensest, aile içi kadına yönelik şiddet ve cinsel şiddet gibi farklı şiddet türlerine yaygın bir biçimde maruz kaldığını göstermektedir (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Heise ve ark., 1999; Jewkes, 2002; Rozee ve Koss, 2001; UN, 2006). Şiddete maruz kalmak, bedensel sağlık sorunlarının yanı sıra ruh sağlığı sorunları açısından da ciddi bir risk faktörü olmaktadır. Şiddet öyküsü olan kadınlarda olmayanlara göre daha yüksek oranda psikopatolojiye rastlanmaktadır. Şiddet gören kadınlarda yaygınlığı yüksek olan ruh sağlığı sorunlarının başında Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) gelmektedir (Cascardi, O’Leary, Schlee, 1999; Golding, 1999; Hanson, Borntrager, Self-Brown, Kilpatrick, Saunders, Resnick, Amstadter, 2008; Martin ve Mohr, 2000; Resnick, Kilpatrick, Dansky, Saunders, Best, 1993; Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy, 1997). Şiddete maruz kalmak düşük benlik saygısı ve beden algısı düzeyleriyle de ilişkilidir (Ackard ve Neumark, 2002; Aguilar ve Nightingale, 1994; Cascardi ve O’Leary, 1992; Ritter, Stewart, Bernet, Coe, Brown, 2002; Treuer, Koperdak, Rozsa ve Füredi, 2005; Weaver, Resnick, Kokoska ve Etzel, 2007; Wenninger ve Helman, 1998). Ağır psikososyal sonuçlarına karşın konunun akademik ilgi alanına girmesi uzun bir geçmişe sahip değildir. Kadınların hem kamusal alanda hem de özel alanda maruz kaldıkları şiddete dair farkındalığın gelişmesi ve konu ile ilgili bilimsel çalışmaların başlaması 1970’lerin 2 ortalarına denk gelmektedir. Sorunun görünür hale gelmesinde, feminist hareketin bilinçlendirme çabaları ile psikolojik travma konusunda çalışmaya uygun zemin hazırlayan siyasal bağlam etkili olmuştur (Herman, 2007). Böylece, çoğunluğu Avrupa ve Amerika’da yürütülmüş çalışmalardan elde edilmiş olan veriler konu ile ilgili geniş bir bilgi birikiminin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Kadına yönelik şiddetle mücadelenin önemli ayaklarından biri, şiddete maruz kalmış kadınlara ve varsa çocuklarına barınma, güvenlik, tıbbi, psikolojik ve hukuki destek gibi imkânlar sunarak, onları şiddet ortamından uzaklaştırmayı ve kendilerine şiddetten arınmış bir hayat kurma mücadelesinde onların yanında olmayı amaçlayan kadın sığınma evleridir (WAVE, 2007). Türkiye’de konu ile ilgili yazına bakıldığında, araştırmaların genellikle belirli bir dönemi ya da şiddet türlerinden sadece birini kapsayan şiddet olgularına odaklandığı görülmektedir. Buna karşın, yaşam boyu maruz kalınan şiddetin veya farklı şiddet türlerinin bir arada incelendiği çalışmalar sınırlı sayıdadır. Aile içi şiddetin, bu bağlamda özellikle fiziksel şiddetin ele alındığı çalışmaların ağırlıkta olduğu dikkat çekmektedir. Alan araştırmalarının dışında örneklemin daha çok klinik populasyon arasından seçildiği (Akyüz, Kuğu, Doğan ve Özdemir, 2002; Dişçigil, 2003; Vahip ve Doğanavşargil, 2006; Hasanhanoğlu, 1996); bunun yanı sıra çeşitli kurumlarda çalışan, sağlık hizmeti almak için sağlık merkezlerine başvuran veya çeşitli yollarla adli sistem içine dahil olan kadınlarla da çalışmalar yürütüldüğü görülmektedir (Aykut, 2006; Büyükgök, 2007; Hıdıroğlu ve ark., 2006). Türkiye’de sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş çalışmalara bakıldığında, sığınma evlerindeki halkla ilişkiler uygulamalarını ve sorunlarını (Uçar, 2006), evli kadınların sığınma evleri hakkındaki düşüncelerini (Demiröz, 1996), sığınma evinde kalan kadınların maruz kaldığı şiddetin boyutlarını ve buna bağlı olarak çeşitli psikolojik özelliklerini (Arslan, 1998; Çiftçi, 2007; Yıldırım, 1996) ele alan ya da sığınma evlerini antropolojik açıdan (Usta, 2007) inceleyen yüksek lisans ve doktora düzeyinde araştırmalar bulunduğu görülmektedir. Sığınma evinde kalan kadınlar arasında Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nu, benlik saygısını ve beden algısını bir arada veya tek tek değerlendiren bir çalışmaya ulaşılamamıştır. Bu çalışma kapsamında, sığınma evinde kalan kadınlarda yaşam boyu şiddete maruz kalma durumunu ve yaşanan şiddete ilişkin özellikleri saptamak ve şiddet öyküsü açısından Travma 3 Sonrası Stres Bozukluğu tanısını, benlik saygısı ve beden algısı düzeylerini incelemek amaçlanmaktadır. Araştırmanın amaç ve varsayımları şu şekilde sıralanabilir: Amaçlar 1. Sığınma evinde kalan kadınlar arasında yaşam boyu duygusal, fiziksel, cinsel şiddete maruz kalma sıklığını ve yaşanan şiddete ilişkin özellikleri saptamak 2. Şiddet yaşama durumu ile ilişkili olabilecek faktörleri ortaya koymak 3. Sığınma evinde kalan kadınlarda olası TSSB tanısının varlığını, benlik saygısı ve beden algısı düzeylerini belirlemek 4. Olası TSSB tanısının varlığını, benlik saygısı ve beden algısı düzeylerini demografik özellikler ve yaşanan şiddete ilişkin özellikler açısından değerlendirmek Varsayımlar 1. Birden çok şiddet türüne maruz kalan kadınların oranı, sadece tek bir şiddet türüne maruz kalan kadınlara göre daha yüksek olacaktır. 2. Şiddet öyküsü bulunan kadınlar sıklıkla olası TSSB tanısını karşılayacaktır. 3. Şiddet öyküsü bulunan kadınlarda benlik saygısı ve beden algısı düzeyleri düşük olacaktır. 4. Uzamış, tekrarlayan biçimde şiddete maruz kalan veya çoğul şiddet türlerini yaşayan kadınlarda düşük benlik saygısı ve beden algısına, ayrıca olası TSSB tanısına daha çok rastlanacaktır. 5. Şiddet öyküsü bulunan kadınlarda olası TSSB tanısının varlığı ile benlik saygısı ve beden algısı düzeyleri arasında ilişki bulunacaktır. 4 2. GENEL BİLGİLER 2.1. KADINA YÖNELİK ŞİDDET Farklı kültürel ve sosyoekonomik özelliklere sahip kadınlar arasında yaşanan ortak bir deneyim olan kadına yönelik şiddet, siyasal, ekonomik, yasal ve psikososyal kaynakları ve sonuçları itibariyle disiplinler arası bir yaklaşımla ele alınması gereken temel bir insan hakları ihlali ve toplumsal bir sağlık sorunudur (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006). BM (1993) tarafından “ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanmaktadır. Kadına yönelik şiddet başlığı altında toplanan ve geniş bir yelpaze oluşturan eylem veya eylemsizlikler arasında aile içi şiddet, evlilik içi tecavüz, ensest, namus cinayetleri, pornografi, toplumsal yaşamda cinsel taciz, kadın ticareti, fahişeliğe zorlanma, kadın genital mütilasyonu, cinsiyete bağlı kürtaj, kız çocuklarının öldürülmesi, iş gücünün sömürülmesi, yadsınma ve ayrımcılığa maruz kalma sayılabilir (BM, 1993; Koss, Heise ve Filipe Russo, 1994; Watts ve Zimmerman, 2002). Kadına yönelik şiddet olgusu, cinsiyet ayrımcılığı temelinde gerçekleştirilmesi nedeniyle, diğer şiddet türlerinden farklı bir biçimde kavramsallaştırılmaktadır. Kadınlara karşı ayrımcılık, “medenî durumlarına bakılmaksızın ve cinsiyet eşitliğine dayalı olarak, kadınların politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medenî haklarının ve diğer alanlardaki insan haklarının ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve kadınların bunlardan yararlanmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete dayalı olarak yapılan her türlü ayrım, dışlama ve sınırlama” olarak tanımlanmaktadır (CEDAW, 1979). Geniş bir yorumlamaya olanak veren bu tanıma dayanarak, çocuğa verilen değerin cinsiyetler açısından farklılaşmasından, kız çocukların okullaşma oranının düşüklüğüne, çalışma hayatında kadınların cinsiyetleri nedeniyle karşılaştıkları güçlüklerden, kadınlara cinsiyet eşitsizliği temelinde uygulanan şiddetin farklı biçimlerine kadar pek çok durum cinsiyet ayrımcılığının değişik görünümleri olarak değerlendirilmektedir. 5 2.1.1. Kadına Yönelik Şiddetin Farklı Görünümleri 2.1.1.1. Çocuk İstismarı ve İhmali Postman (1995), çocukluğun biyolojik bir kategori değil, toplumsal bir kurgu olduğunu ileri sürdüğü incelemesinde, çocukların gittikçe artan oranlarda fail ya da kurban olarak suç eylemlerinin içinde yer almasını çocukluğun yok olmakta olduğunun işaretlerinden biri olarak yorumlamaktadır. Çocukluk tasarımının yok olmakta olduğunu ileri süren bu teze karşın, 20. yüzyılın egemen çocukluk paradigması, çocukluğun, erişkinlikten farklı ve kendine özgü dinamikleri nedeniyle yetişkinlerin bakım ve gözetim sorumluluğunda bulunan bir evre olduğu varsayımına dayanmaktadır (Tan, 1993). Çocuklara özel ilgi ve yardım gösterme gerekliliği Cenevre Çocuk Hakları Bildirisi (1924), BM Çocuk Hakları Bildirisi (1959), İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (1948) gibi tüm temel insan hakları belgelerinde tanınan ve vurgulanan bir nokta olmuştur. Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989) ile taraf devletlere, başta temel yaşama hakkı olmak üzere çocukların hayatta kalmak ve gelişmek için gereksinim duydukları tüm hakların tanınması ve karşılanması yükümlülüğü getirilmektedir. Sözleşmenin 19. maddesi, çocuğun aile içinde istismar ve ihmale karşı korunması için gerekli önlemlerin alınmasını güvence altına almaktadır. Çocuğun yüksek yararının her koşulda gözetilmesi hususundaki ortak kabule karşın, çocuklar hem özel hem de kamusal alanda yetişkinler dünyasına ait şiddetin hedefi olmaya ve örseleyici yaşam olaylarının etkisi altında kalmaya devam etmektedirler. 20. yüzyıl, çocukların doğal afetler, hastalıklar, kazalar, göç ve yoksulluk gibi travmatik yaşam olaylarının yanı sıra doğrudan insan eli ile oluşturulan istismar ve ihmal yaşantılarının da mağduru olduğunu ortaya koyan çalışmaların başladığı ve bu konuda geniş bilgi birikiminin sağlandığı bir çağ olmuştur (Zoroğlu ve ark., 2001). Çocuklar, karşılaştıkları güçlüklere karşı koyma kapasitelerinin sınırlılığı ve yaşamlarını sürdürebilmek için yetişkinlere olan bağımlılıkları nedeniyle mağduriyete açıktırlar ve tam da bu nedenlerle sıklıkla aile fertlerinin ya da yakınlarının kötü muamelelerine maruz kalmaktadırlar (Finkelhor ve DziubaLeatherman, 1994). Yakın ilişkiler içerisinde çocuğa yönelik kötü muamele içeren tutum ve davranışların sınıflandırılmasında kullanılan temel kavramlar çocuğun fiziksel, cinsel, duygusal istismarı ve çocuk ihmali olmaktadır (Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004 (a), 2004 (b); Tyler, Allison ve Winsler, 2006; Wolfe, 1999). 6 Çocuğun fiziksel istismarı, “18 yaşından küçük bir çocuğun bir aile üyesi veya bakımından sorumlu herhangi bir yetişkin tarafından kaza dışı yollarla fiziksel zarara uğratılması ya da buna göz yumulması olarak” tanımlanmaktadır (Garbarino ve Ebata, 1976; akt. RodriguezSrednicki ve Twaite, 2004(a); 320). Böylece yetişkinin çocuğa doğrudan şiddet uygulamadığı fakat uygulanan şiddeti bilmesine rağmen engellemek için adım atmadığı durumlar da fiziksel istismar kapsamına girmektedir. İstismar, genellikle fiziksel zarar verme kastından ziyade çocuğu kontrol etme amacı taşımaktadır, bununla birlikte, fiziksel ceza ve sert disiplin yöntemlerinin kullanımı, şiddeti ve niteliği farklı derecelerde olan çeşitli yaralanmalarla sonuçlanabilmektedir (Wolfe, 1999). Fiziksel istismar vurma, çarpma, sarsma, yumruklama, tekmeleme, ısırma, tokat atma, saç çekme vb. saldırılar biçiminde ortaya çıkmakta ve çocuk üzerinde açıklanamayan yara, çürük, kırık, yanık, kesik gibi gözle görünebilen izler bırakmaktadır (Wolfe, 1999). Çocuğun cinsel istismarı, “18 yaşından küçük bir çocuğun yetişkinin cinsel ihtiyaç ve arzularının karşılanması amacıyla cinsel haz kaynağı olarak kullanılması” şeklinde tanımlanmaktadır (Green, 1996, akt. Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004(a); 326). Çocuğun güç ve baskı kullanımı ile cinsel davranışa zorlanmasının yanı sıra, bir çocuk ile kendisinden en az 5 yaş büyük biri arasında gerçekleşen ve görünüşte belirgin bir zorlama içermeyen cinsel etkinlikler de cinsel istismar başlığı altında değerlendirilmektedir (Browne ve Finkelhor, 1986). Bu tanımlarda, fiziksel temas olsun ya da olmasın, teşhircilikten tecavüze kadar cinsel haz temelli tüm eylemlerin gerçekleştirilmesinde çocuğun bir araç olarak kullanılması istismar olarak yorumlanmaktadır. Ebeveynlerin ya da bakım verenlerin duygusal istismar olarak kabul edilen yaklaşımları arasında reddetme, yalıtma, ahlaki açıdan yozlaştırma, küçümseme, kötüleme, günah keçisi ilan etme, lakap takma, tehdit etme, bağlama, küçük bir mekanda kilitli tutma gibi düşmanca tutum ve davranışlar yer almaktadır (Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004(b); Wolfe, 1999). Diğer istismar türleri ile karşılaştırıldığında, çocuğun duygusal istismarı ile ilgili hem daha düşük bir toplumsal farkındalığın bulunduğu hem de konuya gösterilen akademik ilginin sınırlı olduğu dikkat çekmektedir. Bu görünmezliğin olası nedenleri arasında duygusal istismarın fark edilmesinde ve adlandırılmasında karşılaşılan güçlükler ile duygusal istismarın fiziksel ve cinsel istismara göre daha az olumsuz etkide bulunacağına dair yanlış kanılar yer almaktadır (Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004(b)). 7 Çocuk ihmali, “çocuğun bakım, gözetim ve kontrolünden sorumlu yetişkinlerin, eğitim, sağlık, beslenme ya da çocuğun sağlıklı gelişimi için gerekli diğer alanlarda yeterli desteği sağlamakta ve çocuğun gıda, giyim ve barınma gibi yaşamsal gereksinimlerini karşılamakta devamlı olarak kayıtsızlığa ve dikkatsizliğe bağlı başarısızlık göstermesi” olarak tanımlanmaktadır (Monteleone, 1998; akt. Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004 (a); 343). Ayrıca çocuğun temel duygusal gereksinimlerinin sağlığını ve gelişimini ciddi zarara uğratacak ölçüde sürekli biçimde göz ardı edilmesi de ihmal olarak değerlendirilmektedir (Department of Health, 1999). Bu tanımlarda işaret edilen süreğenlik, kronik ve uzun süreli ihmal ile birçok ebeveynin çocuklarının ihtiyaçlarına ara sıra duyarsız kalması ya da kişisel/ailesel kriz zamanlarında çocuklarına uygun bakım vermekte zorlanması arasında ayrım yapılmasına yardımcı olmaktadır (Taner ve Turney, 2003). Çocuk ihmalinin çeşitli örnekleri arasında çocuğun beslenme, giyim, barınma ihtiyaçlarını karşılamamak, küçük bir çocuğu yalnız başına ya da güvenli olmayan bir mekanda bırakmak, terk etmek, evden kovmak, okul çağındaki bir çocuğu formel eğitimden alıkoymak, çocuğun süreğen okul devamsızlığına izin vermek, çocuğun sağlığına gerekli ilgiyi göstermemek ya da geciktirmek, çocuğun duygusal ihtiyaçlarına belirgin biçimde duyarsız kalmak, çocuğun alkol ya da madde kullanımına göz yummak yer almaktadır (Tyler, Allison ve Winsler, 2006; Wolfe, 1999). Çocuğun doğrudan şiddete maruz kalmadığı ancak aile üyeleri arasındaki şiddete tanık olduğu durumlar da, ikincil istismar adı altında çocuğa yönelik kötü muamele türlerinden biri olarak değerlendirilmektedir (Rodriguez-Srednicki ve Twaite, 2004(b)). Çocuklar, aile üyeleri arasındaki şiddeti sözel veya fiziksel yollarla durdurmaya çalışma, şiddet eylemine uygulayıcı olarak katılmaya zorlanma, görerek veya duyarak olaylara tanıklık etme gibi doğrudan ya da şiddetin mağdur üzerindeki birincil etkilerini fark etme, şiddet sonucunda hayatlarında oluşan değişikliklerden etkilenme, şiddet hakkındaki konuşmalara kulak misafiri olma gibi dolaylı biçimlerde şiddet yaşantılarına dâhil olmaktadırlar (Holden, 2003). Ayrı kategoriler altında yer alan davranış kalıpları genellikle bir arada ve iç içe geçmiş şekilde yaşanmaktadır; bu nedenle istismar bir dizi olaydan ziyade bir ilişki biçimine işaret etmektedir. İstismar ve ihmale maruz kalan çocuk ve gençlerin büyük bir bölümü birden fazla istismar biçiminden etkilenmektedir (Finkelhor ve Dziuba-Leatherman, 1994; Finkelhor, Ormrod, Turner ve Hamby, 2005). Çocuk istismarı hangi biçimde uygulanırsa uygulansın içinde duygusal açıdan zarar verici öğeler barındırmaktadır (Department of Health, 1999). Fiziksel istismara doğası gereği duygusal istismar ve ihmal eşlik etmektedir (UNICEF, 2006; 8 Wolfe, 1999). Aile içi şiddete tanıklık etmek, çocukların hem duygusal açıdan istismar edici bir çevrede yaşamaları dolayısıyla kötü muamelelerden psikolojik olarak etkilenmelerine yol açmakta hem de fiziksel ve cinsel istismara maruz kalmaları açısından önemli bir risk faktörü olmaktadır (Holden, 2003; Mitchell ve Finkelhor, 2001). İstismar ve ihmali uygulayan kişiler çocuğun yaşına ve olgunluğuna göre değişmekte ve genellikle ebeveynler, üvey anne-babalar, kardeşler, diğer aile üyeleri ya da bakım verenler arasından çıkmaktadır (UNICEF, 2006). İstismar ve ihmali uygulayan kişilerin çarpıcı bir çoğunluğunu (%82.4) çocuğun ebeveynlerinden biri ya da her ikisi birden oluştururken, ebeveynler dışındaki bakım veren kişiler küçük bir azınlıkta (%10) yer almaktadır (U.S. Department of Health and Human Services, 2008). Cinsiyetler arasında anlamlı farklılığın görüldüğü en önemli alan cinsel istismar olmaktadır. Buna göre, kız çocuklar ve ergenler erkek akranlarına ve yetişkin kadınlara oranla daha fazla cinsel saldırıya maruz kalmaktadır (Finkelhor, Ormrod, Turner ve Hamby, 2005; Hashima ve Finkelhor, 1999; UN, 2006). Çocuk istismarı ve ihmalinin toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile kesiştiği noktalarda alabileceği biçimlerin, kısa ve uzun vadeli etkileri bakımından, kadına yönelik yaşam boyu şiddet konusu ile birlikte düşünülmesi gerekmektedir. Erkek çocuğa verilen ekonomik ve psikolojik değer nedeniyle kız fetusların kürtajı ya da doğan kız bebeklerin öldürülmesi, kız çocukların eğitim olanaklarının kısıtlanması, bekaret kontrolü, genital mütilasyon, zorla evlendirilme, erken yaşta gebelikler, fuhuşa zorlanma gibi uygulamalar çocuklara yönelik kötü muamelenin kız çocuklarına özgü formlarını oluşturmaktadır (UN, 2006). Özellikle cinsel istismara maruz kalma açısından kız çocukları daha fazla risk altındadır (Finkelhor ve Dziuba-Leatherman, 1994; Finkelhor, Ormrod, Turner ve Hamby, 2005). Son olarak, çocukluk çağı istismar yaşantılarına sahip olma ile yetişkinlik döneminde maruz kalınan şiddet arasındaki reviktimizasyon mekanizmaları açık bir biçimde ortaya konmuştur (Lemieux ve Byers, 2008; Herman, 2007; Pico-Alponso, Garcia-Linares, Celda-Navarro, Blasco-Ros, Echeburua, Martinez, 2006). 9 2.1.1.2. Ensest Aralarında kan bağı ya da akrabalığa dayalı bir ilişki bulunan kişiler arasında gerçekleşen cinsel etkinlikler ensest olarak adlandırılmaktadır (Bixler, 1983). Bir cinsel eylemin ensest olarak değerlendirilmesinde, cinsel eyleme katılan kişilerin yaşlarına ve aralarındaki akrabalığın derecesine bağlı bir takım kültürel farklılıklar görülebilmesine rağmen, hemen her kültürde akrabalar arası cinsel ilişkiyi yasaklayan kurallar bulunmakta ve bu kurallar kişilerin cinsel yaşamını belirli bir kalıba sokma amacı taşımaktadır (Levi-Strauus, 1969; akt. Sezgin, 1997; 78). Ensest, antik çağlardan günümüze pek çok toplumda en güçlü tabulardan biri olagelmiştir; buna rağmen varlığını bir o kadar zamandır gizli bir şekilde devam ettirmektedir (Crosson-Tower, 1999; Demause, 1991). İlgili yazın gözden geçirildiğinde ensestin ortak bir tanımının bulunmadığı görülmektedir (Sezgin, 1997). Enseste net bir tanım getirme konusunda karşılaşılan güçlükler, kimler arasında ve hangi tür cinsel davranışların ensest kapsamında değerlendirilebileceğine ilişkin farklı yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır ve bu yaklaşım farklılıkları klinik ya da yasal tanımlardaki çeşitliliğe yansımaktadır (Crosson-Tower, 1999). Bir cinsel saldırıyı ensest olarak adlandırırken önemli olanın, saldırgan ile mağdur arasındaki kan bağı değil, güç eşitsizliklerinden kaynaklanan hakimiyet ve bağımlılık ilişkisi olduğu söylenebilir (Sezgin ve Öktem, 1996). Ensest, oral-genital-anal temas ya da penetrasyon, genital bölgelere ya da diğer mahrem beden bölgelerine dokunma, okşama, öpme, teşhir etme, gözetleme, cinsel eylemde bulunmaya ilişkin sözlü sataşmalar, pornografik fotoğraflar çekme ya da gösterme, cinsel içerikli yazıları okuma ve uygunsuz cinsel etkinliklere maruz bırakma gibi cinsel amaçlı temas ve etkileşimlerin tümünü içermektedir (Atwood, 2007). Yapılan farklı araştırmalar, ensestin en yaygın formunun baba-kız çocuk arasında gerçekleştiğini (Atwood, 2007; Browne ve Finkelhor, 1986; Herman ve Hirschman, 1981) ortaya koymaktadır. Bunu üvey baba-kız çocuk, amca/dayı-kız çocuk, baba-erkek çocuk, erkek kardeş-kız kardeş arasında yaşanan cinsel ilişkiler takip etmektedir (Bass ve ark., 2006; Russell, 1986). Yaygınlığına ilişkin belirsizlik bulunmakla birlikte, aynı cinsiyetten iki kardeş ya da anne ile erkek-kız çocuk arasındaki ensestin nadir görüldüğü bildirilmektedir (CrossonTower, 1999, Russell, 1986). Belirtilen akrabalık ilişkilerinin yanı sıra büyük baba, kuzen, 10 üvey anne ve üvey kardeşler de enseste dahil olan akrabalar arasında yer almaktadır (Atwood, 2007). Mağdurların %90’a yakınını kadınların, saldırganların %90’a yakınını ise erkeklerin oluşturduğu bilinmektedir (Russell, 1986). Bu bulgu, genel olarak cinsel şiddetin erkekler tarafından kadınlara karşı uygulandığı yönündeki bilgiyle tutarlıdır (Browne ve Finkelhor, 1986). Ensest yaşamın erken dönemlerinde, çoğunlukla da ergenlik dönemi öncesinde ya da erken ergenlikte başlamaktadır (Atwood, 2007; Darves-Bornoz, Berger, Degiovanni, Gaillard ve Lepine, 1999; Finkelhor ve Korbin, 1988). Cinsel istismar, neredeyse hiçbir zaman tek bir olayla sınırlı kalmamakta ve uzun yıllar boyunca -ortalama 4-5 yıl- devam etmektedir (Atwood, 2007). Tipik olarak ensest, küçük kız çocuğunun kendisinden yaşça daha büyük ve aile içindeki konumu bakımından kendisinden daha güçlü ve baskın olan erkek yakınları tarafından tehdit etme, şiddet kullanma, suçluluk duygusu yaratma, istismarı normalleştirme ya da ödüllendirme gibi kontrol mekanizmaları kullanılarak cinsel eyleme zorlanması biçiminde gerçekleşmektedir (Donolek, 2001). Ensestin temel motiflerinden biri çocuğun güven duygusunun ihlal edilmesidir (Blume, 1990; akt. Atwood; 2007; Sezgin ve Öktem, 1996). Çocuğun yalnızca bedenine değil, güven, sevgi ve yakınlık duygularına yönelik bir tecavüz de söz konusudur (Atwood, 2007). Çocuk ile saldırgan arasındaki fiziksel ve/veya sembolik güç eşitsizliklerine dayandığı için ensestin adlandırılması, dile getirilmesi ve sonlandırılmasına yönelik girişimlerde bulunulması çok daha zor olmakta ve ensestten gerçek anlamda bir kaçış mümkün olmamaktadır (Blume, 1990; akt. Atwood, 2007). Tüm bu süreçler çocuğu korku, utanç, suçluluk, kafa karışıklığı ve izolasyon duygularıyla baş başa bırakmakta ve iyileşmek için gerekli yardımı istemesinin ilk adımı olan istismarı açıklamayı engellemektedir (Donolek, 2001). Ensestin açıklanmasına toplumun, sağlık çalışanlarının ve ailenin verdiği inkar ya da görmezden gelme biçimindeki sessiz tepkiler, bu yaşantının süreklilik kazanmasına ve çocuk tarafından bir sır olarak saklanmasına yol açmaktadır (Haller ve Alter-Reid, 1986). Sonuçta ensest, çocuğun cinsel istismarının hem en az fark edilen ve bildirilen hem de en yıkıcı biçimlerinden biri olmaktadır (Haller ve Alter-Reid, 1986). 11 2.1.1.3. Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet Aile içi şiddet, bir ya da daha fazla aile üyesinin diğer aile üyeleri üzerindeki duygusal, fiziksel, cinsel ve/veya ekonomik istismarına karşılık kullanılan bir kavramdır (Nicolson ve Wilson, 2004). Bununla birlikte, yakın ilişki şiddeti (intimate partner violence) ya da eş istismarı (spouse abuse) şeklinde de adlandırılan aile içi şiddet genellikle, duygusal bir ilişkinin tarafı olan partnerler arasındaki şiddeti ifade etmek için kullanılmaktadır (Heise ve Garcia-Moreno, 2002). Bu tanımlar şiddet ilişkisi içinde cinsiyetlerin konumuna ve şiddetin yönüne dair bilgi vermese de, şiddetin mağdurunun çoğunlukla kadınlar, çocuklar ve yaşlılar gibi hiyerarşinin alt basamaklarına yerleştirilmiş gruplar (Levesque, 2002), uygulayıcısının ise hemen her zaman aile içinde kontrol ve güç olanaklarını elinde tutan erkekler olduğu bilinmektedir (Nicolson ve Wilson, 2004). Kadınlara duygusal partnerleri tarafından uygulanan şiddet, hem genel anlamda kadına yönelik şiddetin hem de aile içi şiddetin en yaygın, bu nedenle de üzerinde en fazla araştırma yapılan formunu oluşturmaktadır (Heise, Pitanguy ve Germain 1994; Watts ve Zimmerman, 2002). Kadınlar, bir yabancının saldırısına uğramaktan ziyade duygusal partnerlerinin şiddetine maruz kalma riski altındadırlar (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006). Duygusal partner terimi ile, eski/şimdiki yasal eşler ya da uzun/kısa süreli ilişki içinde bulunan sevgililer kastedilmektedir (Heise ve Garcia-Moreno, 2002). Şiddet, fiziksel saldırı, cinsel istismar, tecavüz, tehdit etme, gözdağı verme, aşağılama, küçük düşürme, psikolojik ve sözel istismar, temel gereksinimlerden mahrum bırakma, sürekli biçimde eleştirme ve azarlama gibi çok çeşitli görünümler alabilmektedir (Home Office, 2003; akt. Nicolson ve Wilson, 2004). Fiziksel saldırı içeren davranışlar arasında tokatlamak, yumruklamak, tekmelemek, bir silah kullanarak yaralamak ve cinayet yer alırken, cinsel şiddet kişiyi rıza dışı cinsel ilişkiye ya da istenmeyen cinsel etkinliklere katılmaya zorlamak biçiminde gerçekleşmektedir (Watts ve Zimmerman, 2002). Duygusal istismar, kadını ailesini ve arkadaşlarını görmekten alıkoymak, sürekli hakaretlerle küçük düşürmek ve sindirmek, kadının çalışmasını engelleyerek ya da kazandığı paraya el koyarak ekonomik kısıtlamalarda bulunmak gibi kontrol edici davranışları içermektedir (Watts ve Zimmerman, 2002). Kadına yönelik şiddet türlerinin tümü, erkeklerin kendilerinden daha az güce (fiziksel kuvvet, ekonomik kaynaklar, iş konumu vb.) sahip kadınlar üzerinde var olan güçlerini kötüye kullanmaları ekseninde gerçekleşen bir davranış dizisinin farklı noktalarında yer almaktadır 12 (Goodman, Koss, Fitzgerald, Russo, Keita, 1993). Bu noktada, Güç ve Kontrol Çemberi Modeli (Şekil 1) birbirinden ayrı görünen durumlar arasındaki bağlantıları ve etkileşimleri görebilmek için kapsayıcı bir çerçeve sunmaktadır (Yllö, 2005). Kadınlar şiddetin farklı türlerine eş zamanlı olarak maruz kalmaktadırlar (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Mor Çatı, 1997). Üstelik, bu olayların büyük bir bölümü ağır biçimlerde ve sıklıkla vuku bulmaktadır (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006). Şiddet yaşantısı zamanla artan sıklık ve sürelerde devam ederek sistematik bir hale gelmektedir (Mor Çatı, 1997). Şekil 1: Güç ve Kontrol Çemberi Modeli (Yllö, 2005’den alınmıştır.) Aile içi kadına yönelik şiddet varlığını yaş, eğitim düzeyi, gelir, din, cinsel yönelim, kültür ve etnik köken gibi değişkenlerden bağımsız olarak tüm dünyada sürdürmektedir (GarciaMoreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Goodman, Koss, Fitzgerald, Russo, Keita, 13 1993). Kentte yaşayan, eğitimli ve gelir sahibi kadınlar arasında şiddet yaşantılarının azımsanamayacak oranlarda görülmesi, varsayılanın aksine görece yüksek sosyo-ekonomik koşullara sahip olmanın koruyucu etkisinin sınırlı olduğunu ve kadınları aile içi şiddetten muaf tutmadığını göstermektedir. Buna karşın, etnik köken, sınıf ve toplumsal cinsiyet parametrelerinin kesişimi farklı sosyoekonomik özelliklere sahip kadınlar için farklı koşullar yaratmaktadır (Yllö, 2005). Azınlık grubuna mensup, göçmen ve/veya yoksul kadınlar, aile içi şiddete maruz kalma açısından olduğu kadar, şiddete karşı koyma açısından da dezavantajlı konumdadır (Bent-Goodley, 2004; Lee, 2007; Levesque, 2002; Raj ve Silverman, 2003; Yllö, 2005). Ayrıca özellikle hamile (Burch, Gallup ve Gordon, 2004; Jahanfar ve Malekzadegan, 2007), engelli (Brodwin ve Siu, 2007; Mays, 2006), psikiyatrik hastalık öyküsü bulunan (Friedman ve Loue, 2007) ve yaşlı (Levesque, 2002; Zink ve ark., 2004) kadınlar aile içi şiddete maruz kalma ve sonuçlarından etkilenme bakımından daha incinebilir ve savunmasız oldukları için marjinal risk gruplarını oluşturmaktadır. 2.1.1.4. Cinsel Şiddet Cinsel şiddet; zorlama, fiziksel güç kullanımı ya da zarar verme tehdidi ile ya da ruhsal hastalık, zihinsel gerilik ve alkol-madde etkisi nedeniyle yargılama yetisinin olmadığı durumlarda bir çocuğa, ergene veya yetişkine karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel eylem ya da cinsel eylem girişimi olarak tanımlanmaktadır (Yüksel, 2008; 114). Kişinin rızası ya da seçimi dışında cinsel eyleme doğrudan dahil olmaya ya da izleyici olarak katılmaya zorlanması cinsel şiddetin temel özelliğini oluşturmaktadır (Idisis, Ben-Davis ve BenNachum, 2007; Rozee, 1993). Erkeklerin de cinsel şiddet mağduru olduğunu bildiren yayınların sayısında gittikçe artan bir yükselme bulunmakla birlikte (Harvey, Garcia-Moreno, Butchart, 2007), cinsel şiddet, erkekler tarafından kadınlara uygulanan bir şiddet türü olarak kavramsallaştırılmaktadır (Koss, Heise ve Russo, 1994; Watts ve Zimmerman, 2002). İstem dışı cinsel eylemler, mağdura yakınlığına bakılmaksızın, kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin cinsel şiddet olarak değerlendirilmektedir (Jewkes, Levin, Mbananga, Bradshaw, 2002). Saldırgan mağdurun tanıdığı herhangi bir kişi olabileceği gibi mağdura yabancı biri de olabilmektedir (Harvey, Garcia-Moreno, Butchart, 2007). Cinsel şiddeti uygulayan tanıdıklar, mağduru tanıyan fakat saldırı öncesinde mağdurla aralarında cinsel-duygusal ilişki bulunmayan kişiler, aile üyeleri, çoğu zaman da sevgililer (date rape) ve eşler (marital rape) olmaktadır (Koss, Dinero, Seibel, Cox, 1988; Weingourt, 1985). Cinsel 14 şiddet, kişinin yaşamı boyunca çocukluk çağı cinsel istismarından tecavüze kadar çok çeşitli biçimler alabilmektedir (Harvey, Garcia-Moreno, Butchart, 2007). Tecavüz, penis, diğer vücut organları ya da nesnelerle gerçekleştirilen oral, vajinal ya da anal penetrasyon ve penetrasyon girişimlerini kapsamaktadır (Jewkes, 2002). Tecavüz, kadının bedensel bütünlüğüne ve temel insan haklarına yönelik ihlallerin en ağır biçimlerinden biri olarak varlığını tüm dünyada sürdürmektedir (Koss, Heise ve Russo, 1994). Evrenselliğine ve kökeninde yatan cinsiyetçi ideolojinin ortak olmasına karşın, farklı kültürlerde ve toplumlarda farklı görünümler altında gerçekleştirilmektedir (Koss, Heise ve Russo, 1994). Dünyanın farklı bölgelerindeki tecavüz vakalarını, içinde gerçekleştikleri sosyokültürel bağlamı dikkate alarak tanımlamaya ve sınıflandırmaya yönelik çabalar sonucu iki temel kategori ortaya atılmıştır: normatif ve norm dışı tecavüzler (Rozee, 1993). Norm dışı tecavüz terimi, “yasalar ve toplum tarafından yasaklanan ve bağışlanmayan, hem kadının isteğini hiçe sayarak hem de sosyal normları ihlal ederek gerçekleştirilen cinsel saldırılar” için kullanılmaktadır (Rozee, 1993; 504). Bu tanım, kadının tanımadığı yabancı kişi/kişilerin cinsel saldırısına maruz kaldığı durumları tasvir etmektedir. Normatif tecavüz ise, “kadının seçimi dışında gerçekleşen, ancak sosyal normlar tarafından çeşitli biçimlerde desteklenen cinsel saldırılar” olarak tanımlanmaktadır (Rozee, 1993; 503). Evlilik içi tecavüz (Weingourt, 1985), kadınlar üzerinde sosyal kontrol ve disiplin sağlama amacıyla uygulanan cezalandırıcı tecavüzler-örneğin çete tecavüzleri ya da devlet eliyle bir işkence yöntemi olarak uygulanan cinsel şiddet- (Porter ve Alison, 2004) ve tecavüzün bir savaş silahı ve “etnik temizlik” yöntemi olarak kullanılması (Gottschall, 2004) bu bağlamda değerlendirilmektedir (Rozee, 1993). Kişilerin, tecavüz olgusunu algılamaları ya da tecavüz mağduruna ve saldırgana yönelik tutumları, dünyanın hemen her yerinde benzer özellikler taşıyan tecavüze ilişkin mitlerle (rape myths) yakından ilişkilidir (Koss, Heise ve Russo, 1994). Tecavüze ilişkin mitler, erkeklerin kadınlara yönelik saldırganlığını yadsımayı ya da haklı çıkarmayı amaçlayan önyargılı, stereotipik ve yanlış inançlardan oluşmaktadır (Lonsway ve Fitzgerald, 1994). Bu inançlar, kadınlar ve erkekler arasında hüküm süren güç eşitsizlikleri ve kadınlara yönelik cinsiyetçi önyargılar tarafından teşvik edilmekte ve aynı zamanda onları beslemektedir (Costin ve Kaptanoğlu, 1992). 15 Tecavüze ilişkin mitlerin en yaygın olanları şu şekilde sıralanabilir: Tecavüz nadir gerçekleşen bir olaydır. Saldırganlar, ya dengesi bozuk ya da kadınların baştan çıkarıcılığı karşısında kontrolünü kaybetmiş, ama her koşulda mağdura yabancı kişilerdir. Tecavüzcüler seks düşkünü sapkın kişilerdir. Eğer bir kadın gerçekten karşı koyarsa tecavüzü durdurmayı başarabilir. Kadınlar derinlerinde bir yerlerde tecavüze uğramayı arzularlar. Sadece “kötü” kadınlar tecavüze uğrarlar. Evlilik içi tecavüz yoktur. Tanıdık birinin özellikle de eşin tecavüzüne maruz kalmak travmatik bir yaşantı değildir (Costin ve Kaptanoğlu, 1992; Koss, Heise ve Russo, 1994; Lonsway ve Fitzgerald, 1994; Weingourt, 1985). Böyle bir çerçeve, tipik bir tecavüzün ruh sağlığı yerinde olmayan bir yabancı tarafından gerçekleştirilen ve saldırganlık içeren bir cinsel eylem olduğu kanaatine yol açmaktadır (Idisis, Ben-Davis ve Ben-Nachum, 2007). Bu düşüncenin aksine, cinsel şiddet konusunda yapılan çalışmalar, tanıdık tecavüzünün (acquiantance rape) yabancı birinin saldırısına (stranger rape) göre daha yaygın olduğunu ve her zaman fiziksel şiddetle birlikte ortaya konmadığını göstermektedir. (Koss, 1985; Koss, Heise ve Russo, 1994; Lonsway ve Fitzgerald, 1994; Weingourt, 1985). Tecavüze ilişkin mitler, bir yandan tecavüze gösterilen toplumsal tepkilere zemin hazırlamakta, bir yandan da kadınların kendi deneyimlerini nasıl adlandırdıkları üzerinde belirleyici rol oynamaktadır. Belirtilen inançlara aşırı bağlılık, tecavüz mağdurlarına karşı düşmanca yaklaşımların benimsenmesine ve kadınların mağduriyetlerinden sorumlu görülerek suçlanmalarına (saldırganı baştan çıkartma, ayartma, olup bitenlere zemin hazırlama vb. bahanelerle) neden olmakta ve saldırganı mazur görme eğilimine yol açmaktadır (Idisis, Ben-Davis ve Ben-Nachum, 2007; Lonsway ve Fitzgerald, 1994). Öyle ki, evlilik içi tecavüz yasal açıdan suç kapsamında ele alınmasına rağmen, pek çok kişi tarafından tecavüz olarak değerlendirilmemekte ya da ciddi bir suç olarak görülmemektedir (Auster ve Leone, 2001; Koss, Heise ve Russo, 1994). Tanıdıkları kişilerin tecavüzüne uğrayan kadınların büyük bir bölümü de, yasal tecavüz tanımını karşılamasına rağmen yaşadıkları deneyimi tecavüz olarak adlandırmakta zorlanmaktadırlar (Kahn, 2004; Koss, 1985; Koss Dinero, Seibel, Cox, 1988). Tipik bir tecavüzün, karanlık ve tehlikeli bir ortamda yabancı birinin ani saldırısı şeklinde gerçekleşeceği varsayımına sahip olan kadınlar, saldırı tanıdıkları ve güvendikleri birinden geldiğinde “tecavüz” etiketini kullanmaktan kaçınmaktadırlar (Kahn, 2004; Koss, 1985). 16 2.1.2. Kadına Yönelik Şiddetin Dünyadaki ve Türkiye’deki Boyutu 2.1.2.1. Çocuk İstismarı ve İhmali Kültürlerarası çalışmalardan elde edilen veriler, yaşadıkları evlerde fiziksel biçimde cezalandırılan çocukların oranının %80’den %98’e kadar çıkabildiğini ve bu çocukların üçte birinin de herhangi bir alet kullanımı yoluyla daha ağır biçimlerde cezalandırıldığını göstermektedir (UN, 2006). Her yıl dünya çapında, 133 ile 275 milyon arasında değişen sayıda çocuk aile içi şiddete tanıklık etmektedir (UNICEF, 2006). WHO tarafından yürütülen bir çalışmada, 15 yaşından küçük kız çocukların %1 ile %21 arasında değişen bir bölümünün cinsel istismara maruz kaldığı bulunmuştur (Garcia-Moreno, Heise, Jansen, Ellsberg ve Watts,2005) ABD’de her yıl yaklaşık olarak 3 milyon çocuk istismar ve ihmal nedeniyle zarar görmekte ya da zarar görme tehlikesi altında yaşamaktadır (Sedlak ve Broadhurst, 1996; akt. Wolfe, 1999). 2006 yılında istismar ya da ihmalden kaynaklanan çocuk ölümlerinin sayısı 1530’dur (U.S. Department of Health and Human Services, 2008). 2002-2006 yılları arasında ABD’de 52 eyalette yer alan çocuk koruma servisleri tarafından incelenen 905.000 çocuğun (bu rakam tüm vakaların %25.2’sini oluşturmaktadır) çeşitli istismar ve ihmal yaşantılarına sahip olduğu görülmektedir (U.S. Department of Health and Human Services, 2008). ABD’de temsil edici bir örneklem grubunda 2-17 yaş arası çocuk ve ergenlerin yaşadıkları şiddet deneyimlerini geniş bir spektrum üzerinde değerlendiren bir başka çalışmada çocuk kötüye kullanımının herhangi bir biçimine maruz kalma oranı 1/8 olarak bulunmuştur (Finkelhor, Ormrod, Turner ve Hamby, 2005). 14-19 yaş arası Afro-Amerikalı ergenlerle yapılan bir çalışmada, tecavüze maruz kalma yaygınlığı %32.1, cinsel zorlama yaşama yaygınlığı %33.7, tecavüz girişimine maruz kalma yaygınlığı %10.8 olarak bulunmuştur (Cecil ve Matson, 2005). Farklı araştırmalardan elde edilen bulgular, çocuğun kötüye kullanımının en fazla bildirilen türünün ihmal (%64.1-%70) olduğunu; fiziksel istismar (%16-%30), cinsel istismar (%8.8%15) ve duygusal istismar (%6.6-%18) mağduru çocukların tüm vakaların yaklaşık yarısını oluşturduğunu ortaya koymaktadır (Sedlak ve Broadhurst, 1996; akt. Wolfe, 1999; U.S. Department of Health and Human Services, 2008). Türkiye’de konu ile ilgili ülke çapında gerçekleştirilmiş bir araştırma bulunmamaktadır. Klinik dışı ergen populasyonunda gerçekleştirilen bir çalışmada (Zoroğlu Tüzün, Şar, Öztürk, 17 Kara, Alyanak, 2001), ergenlerin %16.5’i ihmal, %15.8’i duygusal istismar, %13.5’i fiziksel istismar ve %10.7’si cinsel istismar (ensest dahil) öyküsüne sahip olduklarını belirtmişlerdir. İlköğretim çağındaki çocuklar arasında yapılan bir başka çalışmada, yaşamları boyunca en az bir kez fiziksel şiddete uğradığını belirten çocukların oranı %74, son bir yıl içinde fiziksel şiddete uğradığını belirtenlerin oranı %43.4 olmuştur (Deveci, Açık ve Ayar, 2007). Sağlık ocağı tabanlı bir çalışmada (Hıdıroğlu, Topuzoğlu, Ay, Karavuş, 2006), kadınların %76.7’si çocuklarına fiziksel şiddet uyguladığını ifade etmiştir. Üç kuşağın geriye dönük incelenmesi yoluyla aile içi şiddetin değerlendirildiği bir başka çalışmada (Vahip ve Doğanavşargil, 2006), psikiyatri polikliniğine başvuran kadınlarda çocukluk döneminde aile içi fiziksel şiddete maruz kalma yaygınlığı %63, çocukluk döneminde anne-baba arasında fiziksel şiddete tanık olma yaygınlığı %38, çocuğuna fiziksel şiddet uygulama yaygınlığı %51 olarak saptanmıştır. 2.1.2.2. Ensest WHO (2006) tahminlerine göre, her yıl yaklaşık 150 milyon kız ve 73 milyon erkek çocuk, cinsel ilişkiye zorlanma ya da fiziksel temas içeren başka bir biçimde cinsel şiddete maruz kalmaktadır (UN, 2006). Şiddetin kaynağı çoğunlukla çocuğun aile üyelerinden biri ya da çocuğun birlikte yaşadığı ve ona bakım sağlamakla yükümlü bir başka yakını olmaktadır (UN, 2006). 21 ülkede yapılmış epidemiyolojik araştırmaların gözden geçirildiği bir çalışmada kadınların %7-%36’sı, erkeklerin %3-%29’u çocukluk çağı cinsel istismar öyküsü tanımlamıştır (Finkelhor, 1994). Aynı çalışmada, kız çocukların %14-%56 oranında ve erkek çocukların %25’e kadar çıkan oranlarda ebeveynleri ve akrabaları tarafından istismar edildiği ortaya konmuştur. Farklı kültürlerde yürütülmüş çalışmalardan elde edilen veriler ensestin evrenselliğine işaret etmektedir. Güney Afrika’da tüm nüfusu temsil edici bir örneklemde, 15-49 yaş aralığındaki kadınların %1.6’sı 15 yaşından önce cinsel şiddete maruz kaldığını belirtirken, bu vakaların %33’ünde saldırgan çocuğun öğretmeni, %21’inde akrabalarından biridir (Jewkes, Levin, Mbananga, Bradshaw, 2002). Koreli ergenlerle gerçekleştirilen kesitsel bir araştırmada ensest yaygınlığı %3.7 olarak bulunmuştur (Kim ve Kim, 2005). Türkiye’de ensestin yaygınlığına ilişkin bilgi birikimimiz, genellikle yasal olgular nedeniyle açığa çıkan ensest ilişkilerinin yer aldığı dava dosyalarının ve adli raporların geriye dönük 18 olarak incelendiği tarama çalışmalarına ya da psikiyatri kliniğine başvuran ensest mağdurları ile yapılan görüşmelere dayanmaktadır. Bu araştırmalarda saldırganlara ve mağdurlara ait demografik özellikler tanımlanmakta, olayın gerçekleşme biçimine ve sürece ilişkin ayrıntılar açığa çıkarılmaktadır. Bunun yanı sıra, ensestle ilgili sınırlı sayıda vaka incelemesi bulunmaktadır (Aycan, Cansunar, Balcıoğlu, 1997; Ersoy, Donat, Çelikkol, 2003). Adli sistem içine dahil olan ya da klinik ortama yansıyan ensest vakalarının tam bir kaydına ulaşmak mümkün olmadığından elimizdeki veriler, Türkiye’de ensestin sıklığı konusunda tahminlerde bulunmamız için yeterli değildir, ancak “görünmez” olanı görebilmemiz için bazı ipuçları sunmaktadır. Sezgin (1993), 46 yasal, 23 klinik ensest olgusunu psikososyal ve adli yönden incelemiştir. İpek (1996) tarafından, 1990-1995 yılları arasında İstanbul Adliyeleri Ağır Ceza Mahkemelerine yansıyan ve karara bağlanmış dosyaların incelenmesi sonucunda ensestle ilgili 82 dosya saptanmış, bu dosyalardan 47’sine ulaşılmış ve bilgi toplama çalışması yapılmıştır. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na 1990-1996 yılları arasında başvuran ve şiddet deneyimleri hakkında yeterli bilgiye sahip olunan 538 kadının 48’i ensest yaşantısı tanımlamışlardır (Sezgin, 1997). İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Psikososyal Travma Programı’na başvuran 70 ensest mağduru ile genel psikiyatrik görüşme yapılmıştır (Sezgin, 1998). Bir başka tarama çalışmasında, Adli Tıp Kurumu Gözlem İhtisas Dairesi’nde 1994–1998 tarihleri arasında yazılmış 2517 gözlem raporunu gözden geçirilmiş ve ensest öyküsünün yer aldığı 31 dosyayı incelenmiştir (Öztürk, Güzelhan ve Ortaköylü, 2000). Bu çalışmalardan elde edilen bulgular genel olarak literatürle uyumludur. Mağdurların ezici bir çoğunluğu kadın (%91-100), saldırganların neredeyse tamamı (%99-100) erkektir. Öz baba ensesti en fazla rastlanan (%21-58) ensest ilişki türüdür. Ensest ilişkinin başladığı sırada mağdurların yaşı 3-45 gibi geniş bir aralıkta değişmekle birlikte, çoğu 15 yaşın altındadır. Ensest, nadiren tek bir izole olay şeklinde yaşanmakta, genellikle tekrarlayıcı nitelik taşımaktadır. Toplam süresi 1 ay-17 yıl arasında değişmektedir. Cinsel istismara sıklıkla fiziksel şiddet ve tehdit kullanımı da eşlik etmektedir. Saldırganların profilini çıkarmaya yönelik bilgilere bakıldığında, bu kişilerde alkol-madde kullanımının yaygın olduğu, ancak patolojik düzeyde ruhsal bozukluk öyküsünün sınırlı düzeyde kaldığı göze çarpmaktadır (İpek, 1996; Öztürk, Güzelhan, Ortaköylü, 2000; Sezgin, 1993; Sezgin 1997; Sezgin, 1998). 19 2.1.2.3. Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet Genel nüfus tabanlı kültürlerarası araştırmalar kadınların aile içinde farklı şiddet türlerine yaşam boyu maruz kalma riskinin oldukça yüksek olduğunu (%10 ile %71 aralığında değişen oranlarda) ortaya koymaktadır (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Heise, Ellsberg, Gottemoeller, 1999). Varolan yazın büyük oranda batı toplumlarında yaşayan kadınlarla yapılan görüşmelerden elde edilen bulgulara dayansa da, farklı kültürlerde sorunun ciddiyetine işaret eden yeteri kadar çalışma bulunmaktadır. Amerika’da yaşayan Koreli göçmen kadınların yaklaşık %30’u son bir yıl içinde eşlerinin fiziksel saldırısına, %72.8’i psikolojik saldırısına maruz kaldığını belirtmiştir (Lee, 2007). Nikaragua’da en az bir defa evlenmiş kadınların %52’si yaşamlarının herhangi bir anında eşlerinin fiziksel şiddetine uğradığını ifade etmiştir (Ellsberg, Caldera, Herrera, Winkvist, Kullgren, 1999). Uganda’nın kırsal kesimlerinde kadınların %30’u şimdiki duygusal partnerlerinin fiziksel saldırısı ya da fiziksel zarar verme tehdidi ile karşılaşmıştır (Koenig ve ark., 2003). İran’da sağlık hizmeti almak için hastanelere başvuran hamile kadınlar arasında fiziksel, duygusal ve cinsel şiddete maruz kalma yaygınlığı %60.6 olarak bulunmuştur (Jahanfar ve Malekzadegan, 2007). Filistin’de kadına yönelik şiddetle ilgili ulusal çapta yürütülen bir araştırmanın sonuçları, son bir yıl içinde kadınların %16-%74 arasında değişen bir bölümünün eşlerinin duygusal şiddetine, %7-%37’nin eşlerinin fiziksel şiddetine, %30-%33’ünün eşlerinin cinsel şiddetine çeşitli biçimlerde maruz kaldığını göstermektedir (Haj-Yahia, 2000). Altınay ve Arat’ın (2007) “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet” araştırması, Türkiye genelinde yaşayan evli kadınların şiddet ve kadın-erkek eşitliğine dair görüşleri, şiddet deneyimleri ve şiddetle mücadele pratiklerine ilişkin çarpıcı bilgiler sunmaktadır. Bu araştırmaya katılan her üç kadından biri eşinden dayak yediğini belirtirken, bu kadınların yaklaşık yarısı bu durumdan daha önce kimseye söz etmediğini ifade etmiştir. Doğu Anadolu Bölgesi’nde kadının aile içindeki konumunun farklı boyutlarıyla incelendiği bir alan araştırmasının sonuçlarına göre kadınların dörtte üçü eşlerinin sözel şiddetine, yarısından fazlası ise eşlerinin fiziksel, duygusal ve cinsel şiddetine maruz kalmaktadır (İlkkaracan, 1998). Araştırmaya göre, şiddete maruz kalma açısından kırda-kentte yaşama anlamlı bir değişken değildir. Kadının ve eşinin eğitim düzeyinin şiddet deneyimleri üzerinde etkili olduğu, buna rağmen yüksek eğitim gruplarında da önemli oranda şiddet yaşandığı görülmüştür. Aynı araştırmada evli kadınların daha düşük oranlarda da olsa, eşinin erkek 20 akrabalarından en az birinin, eşinin kadın akrabalarından en az birinin ya da kumasının fiziksel şiddetine maruz kaldığı da ortaya çıkan sonuçlardan biri olmuştur (sırasıyla %5.5, %2.3, %0.8). Eşinin ailesindeki akrabalardan ya da kumalarından duygusal şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı ise daha yüksektir (sırasıyla %56.7, %11.9, %3.7). Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na 1990-1996 yılları arasında yapılan başvurulara ait temel özelliklerin değerlendirildiği çalışma, sorunun boyutlarını anlamamıza katkıda bulunmaktadır (Mor Çatı, 1997). Şiddet alanı içinde bulunma oranı %88.2 olan kadınların %55.3’ü fiziksel şiddete, %44.5’i de diğer şiddet türlerine maruz kalmıştır. Kadınların eşlerinden şiddet görme oranı %68.1, birlikte oldukları kişilerden şiddet görme oranı %6’dır. 2.1.2.4. Cinsel Şiddet WHO tarafından dünyanın farklı ülkelerinde yürütülmüş genel nüfus tabanlı bir çalışma, kadınların %6 ile %59 arasında değişen bir bölümünün yaşamları boyunca en az bir defa duygusal partnerleri tarafından cinsel ilişkiye zorlandığını ya da cinsel ilişkiye zorlanma teşebbüsü ile karşılaştığını göstermektedir (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006). 15 yaşından büyük kadınlar arasında, yakın ilişkiler dışında cinsel şiddete maruz kalma sıklığı %1-%12 arasında değişmektedir (Garcia-Moreno, Heise, Jansen, Ellsberg ve Watts,2005). Farklı kaynaklardan elde edilen verilere göre, kadınların %14-%25’i yaşamları boyunca en az bir defa tecavüze ya da cinsel şiddetin başka bir formuna maruz kalmaktadır; dahası saldırganın mağdurun tanıdığı biri olma ihtimali ve saldırının çocukluk ya da ergenlik döneminde gerçekleşme ihtimali oldukça yüksektir (Koss, 1985; Koss, Heise, Russo, 1994). ABD’de yüksek öğrenim grubunu temsil edici bir örneklem üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmada, üniversite öğrencisi kadınların %27.5’i 14 yaşından sonra yasal tecavüz tanımını karşılayan bir olaya mağdur, üniversite öğrencisi erkeklerin %7.7’si böyle bir olaya uygulayıcı olarak dahil olduklarını belirtmişlerdir (Koss, Gidycz, Wisniewski, 1987). Sistematik verilerin yetersizliğine rağmen, endüstrileşmemiş toplumlarda kadınların tecavüze uğrama yaygınlığının %43’den %90’a kadar değiştiği görülmektedir (Rozee ve Koss, 2001). Watts ve Zimmerman (2002), Tanzanya, Güney Afrika ve Yeni Zelanda’yı kapsayan 21 kültürlerarası çalışmalara dayanarak, bu ülkelerde ilk cinsel deneyimlerinin baskı ve zorlama içerdiğini bildiren kadınların oranını sırasıyla %28, %40, %7 olarak aktarmaktadır. Kaba tahminlere göre, her yıl yaklaşık 700.000 ile 2 milyon arasında değişen sayıda kadın ve kız çocuğu uluslararası kadın ticaretinin mağduru olmakta ve fahişeliğe ya da cinsel köleliğe zorlanmaktadır (Jewkes, 2002). Güney Afrika’da kliniklere başvuran tecavüz mağdurlarının %27’si toplu tecavüz olarak adlandırılan ve birden fazla saldırgan tarafından cezalandırma amacıyla gerçekleştirilen olaylara maruz kaldığını bildirmektedir (Swart, 2000). Yaygınlığı hakkında kesin veriler bulunmamakla birlikte, İkinci Dünya Savaşı’ndan Liberya, Uganda, Ruanda, Yugoslavya gibi ülkelerdeki silahlı çatışmalara ve yerel savaşlara kadar çeşitli savaş zamanlarında ya da dünyanın farklı ülkelerinde yer alan mülteci kamplarında, kadınlara karşı işlenen tecavüz suçlarının azımsanamayacak boyutlarda olduğu tahmin edilmektedir (Gottschall, 2004; Jewkes ve ark., 2002; Watts ve Zimmerman, 2002). Türkiye’de cinsel şiddetin yaygınlığını belirlemeye yönelik çalışmalar kısıtlıdır. 1990-1996 yılları arasında Mor Çatı’ya başvuran kadınların evlilik içi cinsel şiddete maruz kalma oranı %31.7’dir (Mor Çatı, 1997). İlkkaracan (1998) tarafından Doğu Anadolu Bölgesi’nde gerçekleştirilen alan araştırmasının sonuçlarına göre, evli kadınların %16.3’ü sık sık, %35.6’sı nadiren eşlerinin cinsel şiddetine maruz kalmaktadır. Aile içi şiddetin bazı ruh sağlığı sorunları üzerindeki etkisinin araştırıldığı bir çalışmada, araştırmaya katılan kadınların %9.7’sinin eşlerinden cinsel şiddet gördüğü belirlenmiştir (Bilgili Aykut, 2006). Psikiyatri polikliniğine başvuran evli kadın hastalarda, sosyodemografik ve klinik bazı özelliklerle aile içi şiddet ilişkisinin araştırıldığı bir çalışmada, olguların % 30.7’sinde cinsel şiddet saptanmıştır (Akyüz, Kuğu, Doğan ve Özdemir, 2002). Psikiyatri örnekleminde yürütülen bir başka çalışmada, aile içi fiziksel şiddet yaşadığını belirten kadınların %22’si aynı zamanda cinsel şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir (Dişcigil, 2003). Sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş bir çalışmada, kadınların %60’ının cinsel şiddet yaşadığı belirlenmiştir (Çiftçi, 2007) . 22 2.2. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN KURAMSAL ARKAPLANI 2.2.1. Psikolojik Yaklaşımlar Kadına yönelik şiddete kuramsal bir bakış açısı geliştirmeye çalışan psikolojik yaklaşımlar, şiddet uygulayan ve uygulamayan erkekler ya da şiddete maruz kalan ve kalmayan kadınlar arasındaki bireysel farklılıklara odaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle psikolojik yaklaşımların analiz birimi bireydir. Bu bölümde, kadına yönelik şiddet konusu ile ilgili psikolojik yaklaşımlar psikanalitik teori, sosyal öğrenme modeli ve saldırgana ait psikolojik özellikler başlıkları altında değerlendirilecektir. 2.2.1.1. Psikanalitik Teori Psikanalitik yazın, saldırganlık konusunu ayrıntılı bir biçimde tartıştığı halde, şiddet, özellikle de aile içi şiddet konusu ile sınırlı ve dolaylı bir biçimde ilgilenmiştir (Vahip, 2007). Vahip (2007), konuyla ilgili kısıtlı sayıda bulunan psikanalitik görüşlerden yararlanarak aile içi şiddeti değerlendirdiği çalışmasında, birey olma sürecinde cinsiyetin rolü, kimlik gelişimi, şiddetin kuşaklararası aktarımı ve özdeşim süreçleri ekseninde şiddeti doğurduğu düşünülen psikolojik mekanizmaları tartışmaktadır. Aile içi şiddete maruz kalan ya da tanık olan çocuklarda içselleştirilen korku, öfke, çökkünlük duyguları ve bu duygularla şekillenen ruhsal yapı, şiddetin farklı biçimlerini ortaya çıkaran bir saldırganlık kaynağı yaratmaktadır, böylece şiddet kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır (Vahip, 2007). Anne ve baba ile özdeşim, aile içinde istismar ve ihmale maruz kalan ya da aile içi şiddete –çoğu zaman da babaları tarafından annelerine yöneltilen şiddete- tanık olan çocuklar açısından karmaşık bir doğaya sahiptir. “Özdeşim nesneleri arasındaki ilişki biçimi kurban-saldırgan ilişkisi olduğunda”, hem kız hem de erkek çocuklar içselleştirilen saldırganlıktan, öfkeden, çaresizlikten ve boyun eğmeden farklı görünümler altında da olsa payını almaktadır (Vahip, 2007; 93). Freud, histeri vakalarıyla gerçekleştirdiği erken dönem çalışmalarında, kadın hastaları tarafından dile getirilen ensest öykülerinin gerçekliğinden şüphe duymamış ve hastalarda görülen nevrotik belirtileri geçmiş travmanın bastırılması olarak ele almıştır (Rollins, 1996). Ancak ilerleyen dönemlerde, babaları ya da diğer erkek akrabaları tarafından cinsel istismara maruz kaldığını ifade eden kadınların anlatımlarının gerçek yaşantılara değil, kendi cinsel fantezilerine dayalı olduğunu ileri sürmüştür (Wolf ve Alpert, 1991). Ensest öyküsünün gerçekdışı fantezilerin bir ürünü olduğu yönündeki bu görüş, psikanalitik kuramın çocukluk 23 çağı cinsel istismarına bakış açısını belirleyen temel kabullerden biri olmuştur (Rollins, 1996). Wolf ve Alpert (1991), Freud sonrası psikanalitik literatürü tarayarak çocukluk çağı cinsel istismarının doğası ve etkileri, ensestin görüldüğü ailelerdeki aile dinamikleri, tedavi sorunları ve sonuçları vb. konuların psikanalitik yaklaşımla nasıl ele alındığını incelemişlerdir. Buna göre, psikanalitik yaklaşım ensestin ortaya çıkmasında ve sürmesinde annenin sorumluluğuna merkezi bir rol atfetmektedir. Ensestin yaşandığı ailelerde yer alan anneler çocuklarına yetersiz bakım sağlayan, pasif, uzak ve depresif kişiler olarak tanımlanmakta, ayrıca annebaba arasındaki evlilik ilişkisinin annenin cinsel isteksizliği nedeniyle gergin ve mesafeli olduğu vurgulanmaktadır. Bu dinamikler baba-kız çocuk arasındaki ensest ilişkinin öncülü olarak yorumlanmaktadır. Bu ailelerde yer alan babaların ise genellikle öfkeli, tehdit edici, saldırgan ve alkol kötüye kullanımı bulunan kişiler olduğu ve duygularını cinsel eylemler dışında ifade etmekte yetersizlikler yaşadığı bildirilmektedir (Wolf ve Alpert, 1991). Young ve Gerson (1991), eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kalan kadınların şiddet içeren ilişkilerini neden sonlandıramadıkları ya da ayrıldıkları eşlerine neden geri döndükleri sorusunu, mazoşizm kavramından yararlanarak psikanalitik bir bakış açısı ile yanıtlamaya çalışmaktadır. Young ve Gerson (1991), mazoşizmi, kavrama geleneksel psikanalitik teori tarafından yüklenen anlamından ve dolayısıyla olumsuz çağrışımlardan sıyırarak, erken dönem istismar yaşantıları ile ilişkilendirerek tartışmaktadır. Buna göre, çocukluk çağında ebeveynleri tarafından istismar edilmiş kadınlar acı çekmekten zevk aldıkları için değil, bağlanma figürleri ile kurdukları travmatik bağlanmalar ve şiddet döngüsü nedeniyle ilişkilerini bırakmakta zorlanmaktadırlar. 2.2.1.2. Sosyal Öğrenme Modeli 1970’li yıllarda aile içi şiddet konusunun sosyal bilimlerin araştırma alanına girmesiyle birlikte, sosyal öğrenme modeli de yakın ilişkilerde görülen şiddet davranışlarına uyarlanmıştır (Dutton, 1999). Bandura (1969, 1977, 1986) tarafından geliştirilen sosyal öğrenme modeline göre, önemli rol atfedilen diğerlerinin doğrudan gözlenen davranışları ve bu davranışlar üzerine geliştirilen yorumlar, bireylerin gelecekteki davranışlarına yön vermekte ve model alınan davranışlar etkili sonuçların varsayıldığı durumlarda kullanılmaktadır (Corvo, 2006). Klasik sosyal öğrenme modelinde, kişilerarası saldırganlık, 24 ailelerin çocuklarına ilettiği istismar edici davranışlar yoluyla bir kuşaktan diğerine aktarılan bir davranış paterni olarak kavramsallaştırılmaktadır (Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980). Birbirlerine ve çocuklarına karşı şiddet uygulayan ebeveynler, çocuklarına, saldırganlığın stres yaratan durumlarla ve engellenmelerle başa çıkmak için kullanılabilir uygun bir araç olduğu konusunda model olmaktadır (Wareham, Boots, Chavez, 2009). Çocuklarını fiziksel olarak istismar eden ebeveynlerin kendi çocukluk dönemlerinde fiziksel istismarın da dahil olduğu çeşitli kötü muamelelere maruz kaldığı görülmektedir (Milner, 1998). Bu ebeveynlerin, kendi çocukluk yaşantıları nedeniyle, çocuk yetiştirme tutumları açısından sınırlı bir repertuara sahip olduğu ve çocukları ile ilgili gerçeğe uygun olmayan beklentiler geliştirdiği, bu nedenle etkili ve zararsız disiplin yöntemlerini kullanmakta ve çocuklarının gelişimlerini sağlıklı biçimde yönlendirmekte başarısız olduğu düşünülmektedir (Crosson-Tower, 2000). Çocukluk çağı fiziksel ve cinsel istismar öyküsü, ensest ilişkilerde saldırgan konumunda yer alan erkeklerde de yaygın olarak bildirilmektedir (Milner, 1998). Akers (1998), normlara uyan ve normlardan sapan davranışları ortaya çıkaran öğrenme süreçlerinin dört temel kavramla açıklandığı bir sosyal öğrenme teorisi geliştirmiştir: taklit, tanımlamalar, ayrımsal ilişkiler ve ayrımsal pekiştirme. Taklit, kişi için önemli rol modellerinin, özellikle de çocukluk döneminde ebeveynlerin davranışlarının doğrudan gözlenmesi biçiminde gerçekleşmektedir. Tanımlamalar, kişilerin uygun olan ve olmayan davranışlar hakkında sahip olduğu tutum ve inançlara tekabül etmektedir. Ayrımsal ilişkiler, kişinin düşünce ve davranışları üzerinde etkide bulunan diğerleri ile kurduğu birincil, ikincil ve üçüncül derecede önemli ilişkilerdir. Ayrımsal pekiştirme, davranışın muhtemel olumsuz sonuçları ve beklenen kazançları arasındaki dengedir. Buna göre, somut ya da soyut ödülle sonuçlanması beklenen eylemlerin gerçekleştirilme olasılığı daha yüksektir (Wareham, Boots, Chavez, 2009). Sellers, Cochran ve Branch (2005), Akers’in sosyal öğrenme modelinden hareket ederek, yakın ilişkiler içinde görülen şiddeti açıklayan faktörleri belirlemeye çalışmışlardır. Buna göre, rol modellerinin partnerlerine uyguladığı saldırganca davranışlara tanık olan, yakın ilişkilerde görülen şiddeti onaylayıcı ya da zayıf bir biçimde reddedici tanımlamalara sahip olan, partnerlerine şiddet uygulayan ya da bu şiddeti destekleyen kişilerle sosyal ilişkilerde bulunan ve son olarak da şiddet sonucu elde edecekleri somut ve sosyal kazançların şiddetin 25 maliyetinden daha fazla olduğunu düşünen bireylerin eşlerine/sevgililerine karşı şiddet uygulama olasılığı daha yüksektir (Sellers, Cochran, Branch, 2005; 383). Çocukluk çağında aile içi şiddete maruz kalmak ve şiddete tanıklık etmek, kadınların yetişkinliklerinde eşleri tarafından şiddete maruz kalmalarını, erkeklerin de yetişkinliklerinde eşlerine şiddet uygulamalarını arttıran faktörlerin başında gelmektedir (Coker, Smith, McKeown, King, 2000; Hotaling ve Sugarman, 1986; Lee, 2007). Çocukluk döneminde yaşanan kötü muameleler, özellikle de baba figürünün fiziksel cezalandırmasına maruz kalmak erkeklerin eşlerine karşı şiddet kullanımı ile ilişkilidir (Wareham, Boots, Chavez, 2009). Benzer biçimde, çocukluk çağı istismarının, erken dönem kayıp ve ayrılık yaşantıları ile birlikte görüldüğünde erkeklerin uyguladığı şiddeti öngörmeye yarayan en güçlü değişkenlerden biri olduğunu ortaya koyan ve bu etkiyi sosyal öğrenme modelinden ziyade bağlanma kuramı çerçevesinde ele alan araştırmalar da bulunmaktadır (Corvo, 2006). Ayrıca, aile üyeleri, arkadaşları, komşuları ve iş arkadaşları arasında aile içi şiddete tanık olan ya da kendisinin uyguladığı şiddet bu kişilerce teşvik edilen erkeklerin, yakın ilişkilerinde şiddetin hafif ve ağır formlarını daha fazla uyguladıkları bildirilmektedir (Wareham, Boots, Chavez, 2009). Dutton (1999), eşlerine fiziksel ve cinsel şiddet uygulayan erkeklerin davranışlarını, sosyal öğrenme kuramından yararlanan ancak bu kuramla sınırlı kalmayan bir bakış açısıyla açıklayan bir travma modeli geliştirmiştir. Bu modele göre, çocukluk döneminde ebeveynlerin istismarına maruz kalmak ya da ebeveynler arasındaki şiddete tanıklık etmek, ebeveynler tarafından reddedilmek ve bağlanma figürleri ile güvensiz bağlanmalar geliştirmek önemli birer travma kaynağı olmaktadır. Bu deneyimler tek başına ya da bir arada yaşandığında, erkeklerin yetişkinlik döneminde karşılaştıkları sosyal problemleri çözmek için saldırganca davranmalarına yol açmaktadır (Dutton, 1999). 2.2.1.3. Saldırgana Ait Psikolojik Özellikler Çocuklarını ihmal ve istismar eden ebeveynlerde düşük benlik saygısına ve kişisel değersizlik duygusuna daha sık rastlanmaktadır (Milner, 1998). İstismar edici olmayan ebeveynlerle karşılaştırıldığında, bu ebeveynlerin dış denetim odağına sahip olma, çocukları ile ilgili gerçeğe uygun olmayan beklentiler taşıma, çocuklarının davranışları ile ilgili yargılamalarında suçlayıcı ve düşmanca atıflarda bulunma, çocuklarına daha az empatiyle 26 yaklaşma eğiliminde olduğu görülmektedir (Milner, 1998). Wolfe (1999), çocuk istismarı ile ilgili erken dönem klinik çalışmalara ve daha sonraki dönemlerde gerçekleştirilmiş deneysel araştırmalara dayanan tarama çalışmasında, istismar edici ebeveynleri istismar edici olmayan ebeveynlerden ayırdığı belirlenen psikolojik özelliklere yer vermektedir. Davranışsal boyutta, istismar edici ebeveynleri diğerlerinden farklılaştıran psikolojik özellikler sosyal izolasyon, kronik agresyon, dürtüsellik, kısıtlı ana-babalık becerilerine sahip olmaktır. Bilişsel-duygusal boyutta yer alan psikolojik özellikler arasında duygusal açıdan olgunlaşmamışlık, engellenme toleransının düşük olması, yetersizlik ve değersizlik duyguları, düşük benlik saygısı, ebeveynçocuk rollerinin yer değiştirmesi ve çocuklara dair gerçekdışı beklentiler bulunmaktadır (Wolfe, 1999). Çocuk ihmaline ve fiziksel istismarına doğrudan ya da dolaylı biçimlerde etki eden diğer risk faktörleri arasında erken doğum ve düşük doğum ağırlığı, çocuk ile ebeveyn arasında kurulan güvensiz bağlanma ilişkisi, çocuğun sahip olduğu çeşitli fiziksel hastalıklar ve engellilik durumunun yanı sıra öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu vb. psikososyal sorunlar yer almaktadır* (Knutson, 1995). Buna karşın, çocuğun cinsel istismarı ile ilişkili olduğu bulunan kısıtlı sayıda değişken arasında çocuğun ya da istismar eden kişinin psikolojik özelliklerinden ziyade ebeveyn yoksunluğu, sosyal izolasyon gibi çevresel faktörler ağırlıktadır (Knutson, 1995). Yakın ilişkilerinde şiddet uygulayan erkekler homojen bir grup oluşturmamaktadır (Mcmurran ve Gilchrist, 2008). Eşlerine şiddet uygulayan ve uygulamayan erkekleri birbirinden ayıran belirgin kişilik özelliklerine dair bilgiler açık ve kesin olmamakla birlikte, şiddet uygulayan erkeklerin kontrol gruplarına göre genel öfke, düşmanlık, kıskançlık ve terkedilme korkusu gibi duyguları daha yoğun hissettiği ve günlük yaşamlarında şiddet kullanımını onaylayıcı tutumlara daha fazla sahip olduğu ortaya konmuştur (Riggs, Caulfield, Street, 2000). Tilley ve Brickley (2005), eşlerine fiziksel şiddet uygulayan erkeklerle yaptıkları derinlemesine görüşmelere dayanarak şiddeti ortaya çıkaran öncelikli, aracı ve bağlamsal etmenleri kapsayan bir model geliştirmişlerdir. Bu modele göre şiddeti haklı gören ve şiddetin etkilerini azımsayan tutumlara sahip olmak, çocukluk döneminde şiddete maruz kalmak ve işlevsel olmayan öfke kontrolü ve çatışma çözümü yöntemlerini kullanmak erkeklerin eşlerine karşı şiddet kullanımına birinci derecede etki etmektedir. 27 2.2.2. Psikiyatrik Yaklaşımlar 2.2.2.1. Psikopatoloji Kadına yönelik şiddeti, şiddet davranışı sergileyen bireylerin sahip olduğu çeşitli psikolojik sorunlara bağlayarak psikopatoloji düzleminde açıklama eğilimi, sorunu kavramsallaştırmaya çalışan psikiyatrik yaklaşımlara hakim olan ana görüşlerden biridir. Dutton ve Bodnarchuk (2005), feminist yaklaşımların toplumsal cinsiyet bakış açısına dayalı temel argümanlarını dogmatik bulmakta ve sorunun tüm erkeklerin değil sadece şiddet uygulayan belirli bir azınlığın neden böyle davrandığı sorusuna verilecek cevapla anlaşılabileceğini ileri sürmektedir. Ancak, bu yaklaşım sorunun medikalleştirilmesine yol açmakta, dolayısıyla erkeklerin sadece kendi davranışları üzerindeki kontrolü yitirmelerine neden olan ruhsal bozukluklar nedeniyle kadınlara şiddet uyguladığı gibi hatalı bir varsayımı beraberinde getirmektedir (Glaser, 1998). Çocuklarını istismar eden ebeveynlerin bazılarında, DSM-IV sınıflandırmasında yer alan psikiyatrik bozukluk tanılarından birine rastlanmaktadır, ancak bu grubun küçük bir bölümünde istismar psikiyatrik bozuklukla doğrudan ilişkilidir (Crosson-Tower, 1999). Bu nedenle psikopatolojinin çocuk istismarını açıklayan ana etmen olmadığı düşünülmektedir (Crosson-Tower, 1999). Çocuklarını istismar eden ebeveynlerin %10’undan azı, olumsuz davranışlarından sorumlu tutulabilecek, birinci eksen bir bozukluk tanısını (örneğin paranoid şizofreni) karşılamaktadır (Wolfe, 1999). Buna karşın, bu ebeveynlerde günlük yaşam becerilerini sekteye uğratan öğrenme güçlüklerine, bilişsel yetersizliklere ve kişilik bozukluklarına daha sık rastlanmaktadır (Wolfe, 1999). Pedofiller, genellikle, kendi saldırgan eylemlerini planlama ve varlığını inkar etme yeterliliğine sahip ve psikiyatrik açıdan “normal” olarak değerlendirilen erkeklerdir (Glaser, 1998). Benzer biçimde, ensest uygulayan erkeklerde görülen psikolojik örüntülerin bileşenleri arasında düşük benlik saygısı, sosyal izolasyon, antisosyal eğilimler gibi ruhsal sorunlar yer alsa da, karşılaştırmalı çalışmalar bu kişileri kontrol grubunda yer alan erkeklerden ayıran belirgin patolojiler olmadığını ortaya koymaktadır (Milner, 1998). Ensest saldırganlarında diğer parafililerin varlığı konusundaki bulgular da çelişkilidir (Milner, 1998). Kişilik bozuklukları, hem genel olarak saldırganlıkla hem de erkekler tarafından kadınlara uygulanan şiddetle ilişkilendirilen temel psikopatolojilerin başında gelmektedir (Dutton, 28 1995, 2003; Holtzworth-Munroe ve Stuart, 1994). Antisosyal kişilik bozukluğu, çocukluk çağı ihmal ve istismar öyküsü ile yetişkinlik döneminde eşe yönelik şiddet arasındaki bağlantıyı açıklayan temel değişkenlerden biri olarak kullanılmaktadır (White ve Widom, 2003). Eşlerine fiziksel şiddet uygulayan erkeklerin saldırganlığını, dürtüsel ve önceden tasarlanmış olmak üzere iki kategori açısından karşılaştıran bir çalışmada, uyguladıkları şiddeti önceden tasarlayan erkeklerin daha fazla psikopatik kişilik özelliğine, buna karşın dürtüsel olarak sınıflandırılan erkeklerin daha çeşitli ve şiddetli psikopatolojilere sahip olduğu bulunmuştur (Stanford, Houston, Baldridge, 2008). Psikopatolojinin cinsel taciz ve tecavüz gibi cinsel suçlarla da ilişkili olduğunu ortaya koyan çalışmalar bulunmaktadır (Herkov, Gynther, Thomas, Myers, 1996). Holtzworth-Munroe ve Stuart (1994), partnerlerine karşı fiziksel şiddet uygulayan erkekleri üç ayırt edici değişken –şiddetin derecesi, boyutu ve psikopatoloji- açısından değerlendirdikleri çalışmalarında üç tip tanımlamışlardır: sadece aile içinde şiddet uygulayanlar, disforik/borderline olanlar ve genel olarak saldırgan/antisosyal olanlar. Yakın ilişkiler dışında da şiddet kullanma ve şiddeti daha ağır formlarda uygulama eğilimi disforik/borderline ve genel olarak saldırgan/antisosyal olan grupta belirginleşmektedir. Sadece aile içinde şiddet uygulayan grup ile kontrol grubu (ilişki problemleri yaşayan fakat şiddet uygulamayan grup) arasında sahip olunan psikolojik özellikler ve psikopatoloji açısından anlamlı bir farklılık yoktur. Buna karşın, disforik/borderline grubunda yer alan erkekler arasında, borderline kişilik özelliklerine, alkol ve madde kötüye kullanımına ve öfke kontrolü sorunlarına rastlanmaktadır. Bu grupta yer alan erkekler, çocukluk çağı istismarı ve ihmalinin de dahil olduğu çeşitli travmatik yaşantılara sahiptirler. Geçmiş travmaların bir sonucu olarak, partnerleri ile ilişkilerinde güvenli bağlanmalar geliştirmekte güçlük yaşamaktadırlar. Borderline kişilik örüntüleri ile tutarlı bir biçimde yoğun bağımlılık, kıskançlık, kaygı duyguları taşımakta ve sağlıklı kişilerarası ilişkiler kurmak için gerekli sosyal becerilerden yoksun yaşamaktadırlar. Genel olarak saldırgan/antisosyal grubuna dahil olan erkeklerin, diğer tiplerle karşılaştırıldığında, daha fazla genetik/prenatal risk faktörüne sahip olduğu, daha yüksek oranlarda çocukluk çağı istismar ve ihmaline maruz kaldığı ve ergenlik döneminde suça eğilimli arkadaş grupları ile ilişkide olduğu görülmektedir. Bu grupta yer alan erkekler, antisosyal kişilik örüntülerinin bir parçası olarak, hem partnerleri ile hem de diğer kişilerle olan ilişkilerinde empatiden yoksun ve aşırı dürtüsel biçimde hareket etmekte ve sıklıkla şiddete başvurmaktadırlar. (Holtzworth-Munroe, Meehan, Herron, Stuart, 1999) 29 2.2.2.2. Alkol ve Madde Kötüye Kullanımı Alkol ve madde kötüye kullanımı ile şiddet arasındaki nedensellik ilişkisi, kadına yönelik şiddetin nedenleri üzerine yapılan tartışmaların odağında yer alan konulardan biridir. Alkol ve madde bağımlılığı ya da kötüye kullanımının aile içi şiddetin ortaya çıkmasını kolaylaştıran bir faktör olmanın ötesinde rol oynadığı, hatta aile içi şiddetin birincil nedenlerinden biri olduğunu ortaya koyan çalışmalar bulunmaktadır (Coker, Smith, McKeown, King, 2000; Flanzer, 2005; Lee, 2007). Alkol kullanımı şiddeti tetikleme, inhibisyonu azaltarak şiddetin ortaya çıkmasını kolaylaştırma, bireyin ve aile sisteminin normal gelişim sürecini bozma, kişiyi eylemlerinin sorumluluğunu almaktan uzaklaştıran bir rasyonalizasyon mekanizması sunma ve beyin işlevselliğini tahrip etme biçiminde beş farklı yolla etkisini göstermektedir (Flanzer, 2005). Diğer taraftan, alkol ve madde kötüye kullanımı ile şiddet arasındaki ilişkinin basit bir nedensonuç bağlantısı şeklinde yorumlanmaması gerektiğini öne süren görüşler de bulunmaktadır. Feminist bakış açısına göre, alkol, saldırgan davranışları mazur gösteren bir savunma mekanizması olarak kullanılmaktadır (Mcmurran ve Gilchrist, 2008). Gelles ve Cavanaugh (2005), madde kötüye kullanımının şiddet üzerindeki etkisinin sosyal, kültürel ve kişisel faktörler tarafından belirlendiğini ve tek başına şiddeti yordayıcı bir faktör olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmektedir. Örneğin, alkol ve madde kullanımının sonuçları hakkındaki kişisel tutumlar ve kültürel beklentiler, şiddet davranışının ortaya çıkmasında bu maddelerin kimyasal etkilerinden daha fazla rol oynayabilmektedir (Gelles ve Cavanaugh, 2005). “Şiddet kullanımına karşı çıkan normların güçsüz ya da muğlak olduğu koşullarda, alkol, yakın ilişkilerde saldırganca davranışların kullanımı ile ilgili sınırlamaları zayıflatıcı bir rol oynamaktadır” (Parker, 1995; akt. Johnson, 2000; 726) Ebeveynleri alkol ve madde kötüye kullanımı sorunu yaşayan çocukların aile içinde maruz kaldığı ihmal ve istismar ile ilgili yapılmış araştırmalardan elde edilen bulgular tutarsızdır (Widom ve Hiller-Sturmhöfel, 2001). Alkol-madde kötüye kullanımının çocuk ihmali ve istismarına yol açan temel faktörlerden biri olduğunu destekleyen çalışmaların yanı sıra, aralarında anlamlı bir ilişki bulamayan ya da zayıf bir ilişkiden söz eden çalışmalar da vardır (Kim ve Kim, 2005; Widom ve Hiller-Sturmhöfel, 2001). Örneğin, alkol ve madde kötüye kullanımı, ensestin yaşandığı ailelerde kontrol gruplarına göre daha sık bildirilen problemlerden ve özellikle tekrarlayıcı nitelik taşıyan ensestin belirleyicilerinden biri olarak 30 bulunmuştur (Kim ve Kim, 2005; Kingston, Firestone, Wexler, Bradford, 2008). Muhtemel bir ilişkiyi ortaya çıkaran mekanizmalar konusunda da çeşitli varsayımlar bulunmaktadır. Buna göre, alkol ve madde kötüye kullanımı bilişsel beceriler üzerinde yol açtığı tahribat nedeniyle aile üyeleri arasındaki iletişimi sekteye uğratmakta ve sosyal ipuçlarının çarpıtılması/hatalı biçimde yorumlanması sonucu çocuk istismarına neden olabilmektedir. İkincisi, normdan sapan davranışların alkol ve madde kötüye kullanımına atfedilmesi, ebeveynleri kendi eylemlerinin sorumluluğunu almaktan uzaklaştıran bir mekanizma olarak kullanılmaktadır. Sonuncu açıklama, alkol ve kimyasal maddelerin beyin fonksiyonları üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle, ebeveynlerin sosyal açıdan kabul edilebilir davranışlar konusundaki yargılamalarının bozulduğunu ve kendi davranışları üzerindeki kontrolü yitirdiğini ileri sürmektedir (Widom ve Hiller-Sturmhöfel, 2001). Aile içi kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında alkol ve madde kullanımının oynadığı rol, kişilik özellikleri, evlilik uyumu, şiddete ilişkin zihniyet kalıpları, sosyoekonomik statü, çevresel koşullar vb. şiddete yol açtığı bilinen diğer pek çok kişisel ve durumsal faktörle etkileşim içindedir (Fals-Stewart, Leonard, Birchler, 2005). Bir başka ifadeyle, alkol ve madde kötüye kullanımı aile içi şiddete doğrudan neden olmasa da, saldırganlığa yatkınlığı olan kişilerde şiddeti tetikleyici rol oynamaktadır. Örneğin, günlük yaşamlarında da saldırganlık eşiği düşük olan antisosyal kişilik bozukluğuna sahip erkeklerde, alkol kullanımı, şiddetin basit formlarının ortaya çıkmasına herhangi bir etkide bulunmazken (bu erkekler sarhoş olmadıkları zamanlarda da saldırganca davranma eğiliminde olduğu için), şiddetin ağır formlarının uygulanması ile ilişkili görünmektedir (Fals-Stewart, Leonard, Birchler, 2005). Aşırı alkol tüketimi, özellikle, kadınlara yönelik olumsuz tutumların baskın olduğu ve kadınları kontrol altına almaya yönelik belirgin bir motivasyonun bulunduğu durumlarda, erkeklerin eşlerine şiddet uygulama ihtimalini arttıran bir risk faktörü olmaktadır (Johnson, 2000). Sözü edilen etkileşimi destekleyen bir başka bulgu, madde kötüye kullanımı ile aile içi şiddet arasındaki ilişkinin, sosyoekonomik farklılıklar ve etnik köken açısından farklılaşıp farklılaşmadığını inceleyen bir araştırmadan gelmektedir (Stalans ve Ritchie, 2008). Marihuana kullanımı, azınlık grubuna mensup ve düşük sosyoekonomik statüye sahip kişilerde aile içi psikolojik ve fiziksel şiddetin güçlü yordayıcılarından biri olurken, benzer bir ilişki azınlık grubuna mensup olmayan ve yüksek sosyoekonomik statüye sahip kişiler için anlamlı değildir (Stalans ve Ritchie, 2008). 31 Alkol ve madde kullanımının, cinsel saldırganlık açısından da önemli risk faktörlerinden biri olduğu düşünülmektedir. Kadınların ve erkeklerin cinsiyet rolleri, cinsellik, mahrem ilişkiler, alkolün cinsellik ve saldırganlık üzerine etkileri, alkol kullanımı açısından cinsiyetler arası farklılıklar hakkında sahip oldukları inanç sistemleri cinsel saldırganlığın ortaya çıkma ihtimalini çeşitli yollarla arttırmaktadır (Abbey, Ross, McDuffie, McAuslan, 1996). Tecavüz mitleri ile de yakından bağlantılı bu inanç sistemleri nedeniyle, alkol kullanımı, erkeklerin karşı cinsin cinsel davranışla ilgili duygu ve düşüncelerini hatalı biçimde yorumlamasına zemin hazırlayabilmekte, kadınların cinsel saldırıya karşı koyma kapasitelerini azaltabilmekte ya da cinsel saldırı ile ilgili erkeklerin kendilerini daha az, kadınların daha fazla sorumlu hissetmelerine yol açabilmektedir (Abbey, Ross, McDuffie, McAuslan, 1996). Aşırı alkol alımı, alkolün cinsel uyarılmayı ve saldırganlığı arttırıcı etkileri olduğu yönündeki beklentilere sahip erkeklerde, cinsel şiddeti kolaylaştıran bir faktör olmaktadır (Aromäki ve Lindman, 2001). 2.2.3. Sosyolojik/Ekolojik Yaklaşımlar Psikiyatrik modellerin şiddet içeren davranışları açıklamakta yetersiz kaldığı yönündeki eleştiriler ve bağlamsal faktörleri dikkate almaya yönelik artan ilgi sonucu, aile içi şiddet araştırmalarında sosyolojik/ekolojik yaklaşımlar ağırlık kazanmıştır (Wolfe, 1999). Sosyolojik/ekolojik yaklaşımlar, şiddet açısından risk yaratan sosyal çevre özelliklerine odaklanmaktadır (Loseke, 2005). Bu bölümde, sosyolojik/ekolojik yaklaşımlar arasından kaynaklar teorisi, sosyal dezorganizasyon teorisi, aile içi şiddet paradigması ve biyopsikososyal model sunulacaktır. 2.2.3.1. Kaynaklar Teorisi Bu teori, şiddetin ortaya çıkmasında maddi kaynaklara ulaşma bakımından dezavantajlı bir konumda bulunmanın etkili olduğunu ileri sürmektedir. Buna göre, düşük gelire sahip ailelerde, alternatif yöntemlerin geliştirilememesi nedeniyle, bir kontrol aracı ve çatışma çözüm yöntemi olarak şiddete daha fazla başvurulmaktadır (Loseke, 2005). Çocuğun aile üyeleri tarafından ihmal edilmesine neden olan faktörlerin başında ekonomik, ekolojik ve sosyal faktörler gelmektedir (Crosson-Tower, 1999). Ailelerin çocuklarına uygun bakımı sağlamak için gereksinim duydukları maddi ve sosyal kaynaklara sahip olmadığı koşullarda, bu faktörler birbirleri ile etkileşim içine girerek ihmalin ortaya çıkmasına yol 32 açmaktadır (Crosson-Tower, 1999). Düşük sosyo-ekonomik statü ile çocuğun fiziksel istismarı arasında da korelasyon olduğu görülmektedir (Milner, 1998). Ebeveynlerin sahip olduğu sosyal koşullar kontrol edilemez hale geldikçe, günlük yaşam olayları ile başa çıkabilmek için istismar edici davranışlara daha sık başvurulmaktadır (Wolfe, 1999). Düşük sosyo-ekonomik statünün, şiddetin ortaya çıkmasında tek başına belirleyici olmadığı, bu duruma eşlik eden zayıf iletişim ve olumsuz ebeveyn-çocuk etkileşimleri gibi faktörler nedeniyle şiddete yatkınlık yarattığı düşünülmektedir (Milner, 1998). Yoksulluğun bizatihi kendisi değil, gelir düzeyi ile yakından ilişkili olan ekonomik istikrar, yerleşim yeri, yaşam kalitesi, sosyal destek gibi çevresel faktörler çocuklara yönelik ihmali ve şiddeti yordayıcı görünmektedir (Crosson-Tower, 1999; Tolan ve Guerra, 1998). Aile içi kadına yönelik şiddetin eğitim durumu, gelir, etnik köken gibi sosyoekonomik değişkenlerden bağımsız biçimde varlığını sürdürdüğünü ortaya koyan geniş bir yazın bulunmakla birlikte, sosyal bağlamın bazı kadınları şiddete maruz kalma ve şiddetin sonuçlarına karşı koyma açısından diğerlerinden daha dezavantajlı kıldığı kabul edilmektedir (Cattaneo ve DeLoveh, 2008; Straus, Gelles, Steinmetz, 1980). Buna karşın, yüksek sosyoekonomik statüye sahip olmak kadınların cinsel şiddete maruz kalmaları açısından güçlü bir koruyucu bir faktör değildir (Koenig, Ahmed, Stephenson, Jejeebhoy, Campbell, 2006). Düşük sosyoekonomik statüye sahip olmak kadınların şiddete karşı savunmasızlığını arttırmakta, şiddete maruz kalmak da kadınları yoksulluğun olumsuz etkilerine daha açık hale getirmektedir (Hotaling ve Sugarman, 1986; Koenig, Ahmed, Stephenson, Jejeebhoy, Campbell, 2006). Düşük sosyoekonomik statü, erkeklerin hem eşlerine şiddet uygulama durumları ile hem de zaman içinde uyguladıkları şiddeti devam ettirmeleri ile ilişkili görünmektedir (Aldarondo ve Sugarman, 1996; Sugarman ve Hotaling, 1989). Yoksulluk ve aile içi şiddet arasındaki etkileşimi açıklayan mekanizmalardan birisi farklı sosyoekonomik koşullara sahip kadınlar arasında yardım arama davranışı konusunda görülen farklılıklardır (Cattaneo ve DeLoveh, 2008). Daha fazla maddî olanağa sahip olan kadınların şiddete tepki gösterme aşamasında daha fazla seçeneğe sahip olduğu ve bu nedenle, şiddeti sonlandırmak için kullandıkları stratejilerde daha başarılı olduğu düşünülmektedir (Cattaneo ve DeLoveh, 2008). Ekonomik güçlüklere yol açan işsizlik, düşük gelir vb. faktörlerin aile içi kadına yönelik şiddeti hangi yollarla tetiklediğine dair çeşitli varsayımlar bulunmaktadır. Ekonomik 33 sorunların yol açtığı stres ve engellenme duyguları eşler arasındaki çatışmaları arttırmakta ve saldırganca davranışlar biçiminde kendini dışavurabilmektedir (Benson, Fox, DeMaris, van Wyk, 2003). Ekonomik istikrarsızlık içinde bulunmak erkeksi kimliğe yönelik bir tehdit biçiminde algılanabilmektedir (Benson, Fox, DeMaris, van Wyk, 2003). Alt sosyoekonomik gruptan erkekler, toplumsal açıdan sarsılmış otoritelerini yeniden kurmak için yakın ilişkileri içinde kadınları baskı altına almanın bir yolu olarak şiddet uygulayabilmektedirler (Sugarman and Hotaling, 1989). Bu açıdan, işsizliğin ve ekonomik yoksunluğun finansal boyutları değil sembolik anlamları kadına yönelik şiddet ile ilişkili görünmektedir (Benson, Fox, DeMaris, van Wyk, 2003). 2.2.3.2. Sosyal Dezorganizasyon Teorisi Sosyal dezorganizasyon teorisine göre, göç, boşanma, yoksulluk, etnik farklılıklar vb. faktörlerin yüksek oranlarda görüldüğü toplumlarda, sosyal kontrolün ve kolektif etkinin azalması nedeniyle daha yüksek oranlarda şiddet suçu işlenmektedir (Rollins, 1996). Bir başka görüş ise, belirtilen yapısal değişkenlerle suç istatistiklerinde gözlenen artış arasındaki ilişkiyi bireysel düzlemde aile yapısında meydana gelen çözülmelerle açıklamaktadır (Weatherburn ve Lind, 2006). Çocuklarını fiziksel olarak istismar eden ebeveynlerin daha fazla stresli yaşam olayına ve daha yalıtılmış bir yaşam biçimine sahip olduğu, ayrıca kişisel ve toplumsal kaynakları harekete geçirme aşamasında yetersizlikler yaşadığı ortaya konmuştur (Milner, 1998). Nüfusun yoğun ve hane başına düşen çocuk sayısının fazla olduğu yoksul çevrelerde ve tek ebeveynli ailelerde yetişen çocuklar, aile içinde ya da dışında kötüye kullanılma açısından daha fazla risk taşımaktadırlar (Coulton ve Korbin, 1995). Farklı araştırmalarda, düşük aile geliri, coğrafi hareketlilik, etnik azınlık grubuna mensup olma ve sosyal yalıtılma ile çocukların ve ergenlerin ebeveynleri tarafından ihmal edilmeleri arasında anlamlı ilişki bulunmuştur (Weatherburn ve Lind, 2006; Williamson, Borduin, Howe, 1991). Bu bulgular ışığında, çocuk ihmali ve istismarının toplumsal düzende görülen aksaklıkların sonuçlarından biri olduğu ve diğer kentleşme problemlerinin de artışına neden olan sosyal koşullarla bağlantılı biçimde ortaya çıktığı söylenebilir (Coulton ve Korbin, 1995). Ekonomik sorunlar, göç ve olumsuz çevre koşullarının da dahil olduğu yapısal değişkenler aile içi kadına yönelik şiddete doğrudan neden olmasa da, şiddetin ortaya çıkmasına yol açan 34 birincil faktörlerin etkisini arttıran bir bağlam yaratmaktadır (Tilley ve Brackley, 2005). Dezavantajlı bir çevrede yaşayan bireyler arasındaki toplumsal bağların zayıflaması nedeniyle dağılan sosyal kontrol ve artan sosyal izolasyon, şiddet kullanımına ilişkin kültürel kabullerle birlikte, aile içi kadına yönelik şiddetin yüksek oranlarda görülmesine zemin hazırlamaktadır (Benson, Fox, DeMaris, van Wyk, 2003). Sosyal izolasyon, aile içi şiddete maruz kalan kadınların resmi ya da gayri resmi kaynaklardan elde edebileceği sosyal destek olanaklarını kısıtlayarak ve yardım arama davranışlarına ket vurarak şiddetin varlığı, süresi ve boyutları üzerinde olumsuz etkilerde bulunmaktadır (Farris ve Fenaughty, 2002; Raj ve Silverman, 2003). 2.2.3.3. Biyopsikososyal Model Tolan ve Guerra (1998), çocukların aile içinde çeşitli biçimlerde maruz kaldığı istismar ve ihmal yaşantılarına yol açan faktörleri ele alan biyopsikososyal bir model geliştirmiştir. Bu modelde, risk faktörleri, çocuklara yönelik şiddete etkileri açısından dört düzeyde –bireysel, kişilerarası yakın ilişkiler, yakın sosyal bağlamlar, sosyal makrosistemler- incelenmektedir. Modele göre, sosyal düzeyde yer alan makrosistemler, diğer sistemlerin etkilerini de belirleyici ve kapsayıcı rol oynamaktadır, bu nedenle şiddeti açıklamak için temel bir başlangıç noktası olmaktadır. Kolektif yaşama yön veren sosyal normların pek çoğu, şiddetin sosyal ve kişisel sorunları çözmek için etkili, gerekli ve kabul edilebilir olduğu varsayımına dayanmaktadır. Medya organlarında şiddetin temsili konusunda yapılan sayısız çalışma, bu temsillerin çocuklara yönelik şiddet de dahil olmak üzere kişilerarası ilişkilerde ortaya çıkan saldırganca davranışlar üzerindeki dolaylı ve doğrudan etkilerini ortaya koymaktadır. Bu sosyal normlar ve temsiller, bireylerin şiddet içeren eylemlere katılmalarını kolaylaştıran ve meşrulaştıran bir atmosfer yaratmakta, böyle bir atmosfer de çocuklara ve kadınlara yönelik şiddete zemin hazırlamaktadır. Ebeveynlerin, bakım verenlerin ya da çocukların eğitiminden sorumlu kişilerin çocukları disipline etmek amacıyla fiziksel cezalara başvurması bazı toplumlarda yasalar tarafından da desteklenmekte, böylece çocuklara yönelik şiddetin onaylanabilir olduğu yönündeki sosyal normlar pekişmektedir. Belirli sınırlar çerçevesinde de olsa, yetişkinlere çocukları fiziksel biçimde cezalandırma yetkisi tanınması, çocukların yetişkinler dünyasında ikincil statüye sahip görülmesi ile yakından ilişkilidir. Üstelik çocuklar, diğer gruplarla karşılaştırıldığında, şiddetin ortaya çıkmasında etkili olduğu belirlenmiş sosyal etkenlere (yoksulluk, ekonomik eşitsizlikler, işsizlik, sosyal izolasyon, 35 etnik köken, toplumsal cinsiyet ve sınıf ayrımcılığı vb.) karşı daha duyarlıdırlar ve stresli yaşam olaylarından daha fazla zarar görmektedirler (Tolan ve Guerra, 1998; 195-209). 2.2.3.4. Aile İçi Şiddet Paradigması 1970’lerde kadın hareketinin kadına yönelik şiddet olgusunu gündeme getirmek için kararlı bir biçimde sergilediği eylemler, konu ile ilgili gözle görülür bir toplumsal farkındalık yaratmanın yanı sıra, konuya gösterilen akademik ilgiyi de hareketlendirmiş, bu tarihten itibaren kadına yönelik şiddet, üzerinde gittikçe artan sayıda araştırmanın yapıldığı önemli bir çalışma alanı haline gelmiştir (Kurz, 1993; Straus, 1992). Bu dönemde kadınlara eşleri tarafından uygulanan fiziksel şiddet ağırlıklı olarak, sosyoloji kökenli araştırmacılar olan Straus, Gelles ve Steinmetz tarafından ortaya atılan aile içi şiddet paradigması ekseninde ele alınmıştır (Straus ve Gelles, 1986; Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980). Aile içi şiddet paradigması çerçevesinde şiddet, herhangi bir aile üyesinin bir başka aile üyesine-eşlerin birbirlerine, ebeveynlerin çocuklarına, çocukların ebeveynlerine, kardeşlerin birbirlerinekarşı yönelttiği bir olgu olarak kavramsallaştırılmaktadır (Straus ve Gelles, 1986; Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980). Aile içi şiddet paradigmasının analiz birimi kadın ve erkekler arasındaki ilişki biçimleri değil, aile biriminin kendisidir; bu nedenle “battering” ya da “wife abuse” terimleri yerine “family violence” teriminin kullanılması bilinçli bir seçimi yansıtmaktadır (Kurz, 1993). Bu dönemde aile içi şiddetin yaygınlığını belirlemek amacıyla yapılan alan araştırmalarında kullanılan temel veri toplama aracı, aynı araştırmacılar tarafından geliştirilen Anlaşmazlık Taktikleri Ölçeği (Conflict Tactics Scale) olmuştur (Straus, 1979). Ölçek, araştırmanın yapıldığı tarihten itibaren son bir yıl içinde eşler arasındaki anlaşmazlıkları, bu anlaşmazlıkları çözmek için kullanılan taktikleri, şiddet içeren davranışları ve hangi sıklıklarla ortaya çıktıklarını sorgulamaktadır (Straus, 1979). CTS temelli birinci kuşak araştırmaların sonuçları, sözel ve fiziksel şiddet içeren davranışların aile içinde beliren çatışmaları çözmek için hem erkekler hem de kadınlar tarafından sıklıkla kullanıldığını ve şiddet kullanımı açısından cinsiyetler arasında göreceli bir eşitlikten bahsetmenin mümkün olduğunu göstermektedir (Straus ve Gelles, 1986; Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980). Bu sonuçlara feminist araştırmacılar tarafından getirilen yöntemsel eleştirilerde şiddet içeren davranışları kimin başlattığı, kimin daha fazla zarar gördüğü, hangi davranışların savunma amacı taşıdığı gibi önemli soruların atlandığı vurgulanmıştır (Kurz, 1993). Bu konudaki bir 36 başka eleştiri de, deneyimlerini aktarma konusunda kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıkların, erkekler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemlerinin daha düşük oranlarda bildirilmesine yol açtığına, dolayısıyla bulguların gerçek oranları yansıtmaktan uzak olduğuna dikkat çekmektedir (Kurz, 1993). Bu eleştiriler doğrultusunda, 1990’larda gerçekleştirilen ikinci kuşak araştırmalarda CTS’ye cinsel şiddet ve şiddetin fiziksel sonuçları ile ilgili yeni maddeler eklenmiş, soruların sorulma biçimi ve sıralamasında değişikliklere gidilmiştir (Altınay ve Arat, 2007). Straus, Gelles ve Steinmetz (1980, 1986), aile yaşamının her alanına yayılmış bir olgu olarak gördükleri şiddeti modern aile ideolojisi ile ilişkilendirerek tartışmakta ve şiddeti ortaya çıkaran üç ana neden üzerinde durmaktadırlar. Öncelikle modern yaşam, bireyleri ve aileleri baş edilmesi gereken sayısız stres faktörü ile karşı karşıya getirmektedir. Zor çalışma koşulları, işsizlik, ekonomik güvencesizlik, sağlık sorunları gibi stres yaratan durumlar aile içi çatışmalara, dolayısıyla aile üyelerinin birbirlerine karşı şiddet kullanımına neden olmaktadır (Sugarman ve Hotaling, 1989). Aynı zamanda sosyal bir kurum olarak ailenin sahip olduğu çeşitli nitelikler, aile birliğinin sürekliliğini sağlamakla birlikte, şiddetin ortaya çıkmasına ve devam etmesine yol açmaktadır. Ailenin mahrem bir alan olarak görülmesi sosyal izolasyona, sosyal izolasyon da aile içi şiddetin tüm türlerine zemin hazırlamaktadır (Loseke, 2005). İkinci olarak, sosyal ve kültürel değerler, çatışmaların çözümünde şiddetin kullanılmasını etkili bir araç olarak kabul etmekte, dahası kimi durumlarda desteklemektedir. Üçüncüsü, ailelerin disiplin sağlama ve cezalandırma amacıyla çocuklarına karşı fiziksel güç kullanması ve bu davranışın belirli bir ölçüde toplumsal kabulle karşılanması, şiddetin normalleştirildiği bir sosyalleşme ortamı yaratmaktadır (Straus, 1992). “Her kuşak, şiddetin mağduru ya da tanığı olduğu bir aileye mensup olma yoluyla şiddeti öğrenmektedir. Böylece şiddet şiddeti doğurmaktadır” (Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980; 121). Straus, Gelles ve Steinmetz (1980, 1986), analizlerinde toplumsal yapının ve aile sisteminin cinsiyetçi unsurlarına da yer vermektedirler. Kadınlar tarafından eşlerine uygulanan şiddetle, erkekler tarafından eşlerine uygulanan şiddet arasında şiddetin nedenleri, sonuçları ve boyutları bakımından önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar ile cinsiyetçi organizasyonlar ve cinsiyetler arası güç eşitsizlikleri arasında bağlantı kurulsa da, toplumsal cinsiyet kavramı aile içi şiddet paradigmasının temel değişkenlerinden biri değildir. Eşler arası güç dağılımının yönü doğrultusunda, aileler kadın egemen, erkek egemen ve demokratik olmak üzere üç kategoriye ayrılmakta (Straus, Gelles ve Steinmetz, 1980), gücü elinde 37 bulundurma ve şiddet uygulama açısından kadınlar ve erkekler eşdeğer görülmektedir (Straus, 1992; Straus ve Ramirez, 2007). 2.2.4. Feminist Yaklaşımlar Kadına yönelik şiddeti açıklamaya çalışan feminist yaklaşımlar, psikolojik modellerin tersine bireysel farklılıklar üzerine odaklanmamakta, şiddeti içinde gerçekleştiği sosyokültürel bağlam içinde anlamaya çalışmaktadır. Ağırlık verdikleri konuların çeşitliliği açısından bir dizi feminist bakış açısından bahsetmek mümkündür; bununla birlikte feminist yaklaşımların tümünde temel analiz birimi toplumsal cinsiyet ve güç ilişkisidir (Yllö, 2005). Kadına yönelik şiddet, hiçbir koşulda toplumsal cinsiyetten bağımsız değildir ve hangi formda gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, kadınlar üzerindeki erkek kontrolünün önemli bir bileşeni olmaktadır (Yllö, 2005). Feminist yaklaşımların aile içi kadına yönelik şiddet konusundaki temel argümanı, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin fiziksel ve psikolojik açıdan istismar edici tutum ve davranışları ortaya çıkardığı ve aynı zamanda bu davranışlar tarafından beslendiğidir (Kurz, 1993). Modern aile ve evlilik yapısının kökeninde, eşler arasında eşitliğin sağlanması yönünde geçirdiği tüm evrimlere rağmen, kadının ikincil statüye sahip olması yer almaktadır. Kadınların ev işleri, çocuk bakımı, duygusal destek vb. ev alanına ait görevlerin yerine getirilmesinden, erkeklerin ise ailenin geçimini sağlama, dış dünya ile bağlantı kurma vb. daha değerli olduğu düşünülen rolleri üstlenmekten sorumlu tutulduğu bir aile sistemi önemli kararları alma aşamasında kadınları erkeklerden daha düşük bir statüye yerleştirmektedir. Bu statü farklılıkları temelinde, erkeklerin kontrol amacıyla eşlerine karşı fiziksel ve psikolojik şiddet kullanması toplumsal normlar tarafından onaylanmaktadır. Kadınların eşlerine olan ekonomik bağımlılıkları, onları aile içi şiddet için uygun bir hedef haline getirmekte, aynı zamanda şiddet içeren bir evlilik ilişkisini sonlandırmayı engelleyen faktörlerin başında gelmektedir (Kurz, 1993). Feminist bakış açısı, ailenin erkek üyelerinin diğer aile üyeleri üzerinde kontrol kurma çabasının aile içi şiddetin farklı türleri altında yatan ortak neden olduğunu savunmaktadır (Kurz, 1993). Kadınların eş şiddetine maruz kaldığı ailelerde, çocukların babaları ya da anneleri tarafından ihmal ve istismar edilmesine sıklıkla rastlanmaktadır (Lewis, 2003). Aile içi şiddet paradigması savunucuları tarafından dile getirilen şiddetin kuşaklararası aktarıldığı görüşü, feminist araştırmacılar arasında da destek bulmaktadır. Bununla birlikte, bu görüş, 38 şiddetin sosyokültürel arkaplanını görmezden gelerek bireye ve aile sistemine ait patolojilere odaklandığı için eleştirilmektedir (Kurz, 1993). Çocuk ihmali konusunda geliştirilen teorik yaklaşımların ve gerçekleştirilen sosyal hizmet çalışmalarının pek çoğu, anneyi çocuk bakımından sorumlu aslî ebeveyn olarak gördüğü için feministler tarafından eleştirilmektedir (Turney, 2000). Kadınlarla ve kadınsılıkla eşleştirilen bakım verme işlevi, söz konusu çocuklara sağlanması gereken bakım olduğunda, tartışılmaz biçimde annenin üstlenmesi gereken bir görev olarak değerlendirilmektedir. Çocuğun bakımının ihmal edildiği ailelerde kaçınılmaz biçimde annenin varlığı ya da yetersizliği sorgulanmakta, babanın rolü üzerinde nadiren durulmaktadır (Turney, 2000). Feminist yaklaşım, kadınlara eşleri tarafından yöneltilen şiddet ile tecavüz, cinsel taciz, ensest gibi diğer kadına yönelik şiddet türleri arasındaki bağlantılara dikkat çekmektedir (Kurz, 1993). Örneğin, tecavüz, cinsel motiflerle ortaya çıkan sapkın bir davranış olarak değil, iktidar amaçlı saldırganlığın cinsel yollarla ifade edilmesi biçiminde değerlendirilmektedir (Yüksel, 1996(b); 117). Benzer biçimde, ensest de, erkeklere her nasıl olursa olsun cinsel dürtülerini tatmin etme hakkını teslim eden, kadınları ise erkeklerin cinsel isteklerini karşılamaktan yükümlü gören ataerkil bir sosyal sistemde yer alan toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin örneklerinden biri olarak kavramsallaştırılmaktadır (Haugaard, 1988). Aynı toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin bir sonucu olarak, anne ve çocuklar babanın ekonomik hakimiyeti altında yaşamlarını devam ettirmekte, böylece babanın istediği biçimde davranabildiği fakat diğerlerinin buna karşı koyamadığı bir aile yapısı ortaya çıkmaktadır (Haugaard, 1988). Cinsel şiddet üzerine gerçekleştirilmiş feminist araştırmaların önemli bir bölümü, toplumda yer alan tecavüz mitlerini ve tecavüzü destekleyen yaklaşımları irdelemektedir (Rollins 1996). Koss ve Harvey (1991), tecavüze yol açan faktörlerin, etki derecelerine göre sıralandığı hiyerarşik bir model geliştirmişler ve hiyerarşinin en üst basamağına tecavüzü destekleyen sosyal yapıları yerleştirmişlerdir. Toplumsal düzeyde, tecavüz, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden kaynaklanan ve kadınları baskı altına almak için kullanılan bir mekanizma olarak görülmektedir (Koss ve Harvey, 1991). Tecavüz, kültürel değerler içine sinmiş cinsiyetçi unsurlar ve kadın-erkek ilişkilerinin nasıl olması gerektiğine dair toplumsal beklentiler tarafından desteklenmektedir. Bu noktada, tecavüz mitleri kadınlık, erkeklik ve 39 cinsellik kavramları üzerinden erkek egemen ideolojinin yeniden üretilmesine yol açan sosyal temsiller oluşturmaktadır (Koss, Heise ve Russo, 1994; Lonsway ve Fitzgerald). Sanday (1981), kültürlerarası bir bakış açısına dayalı antropolojik incelemesinde, toplumları “rape-prone” ve “rape free” olarak sınıflandırmaktadır (Rollins, 1996). Buna göre, tecavüz sıklığının yüksek olduğu, tecavüzün bir merasim biçiminde gerçekleştirildiği ya da kadınları cezalandırma aracı olarak kullanıldığı toplumlar “rape-prone” kategorisine girmektedir. Bu toplumların ortak özellikleri arasında kadınların karar alma mekanizmalarında daha az role, dolayısıyla daha az güce ve daha düşük statüye sahip olması, cinsiyetler arasındaki ayrımın belirgin olması ve baba-kız ilişkisinin soğuk, mesafeli ve katı nitelik taşıması yer almaktadır. Tecavüz, erkekleri sert ve saldırgan olmaya teşvik eden bir şiddet kültürü ya da altkültürünün ürünü olarak değerlendirilmektedir (Rollins, 1996). Benzer biçimde, erkek egemenliğinin yaygın olduğu kültürlerde ve buna paralel olarak babanın otoritesine dayalı ailelerde baba-kız ensestinin ortaya çıkma ihtimali artmaktadır (Rollins, 1996). Baba-kız ensestinin yaşandığı ailelerde gözlenen ortak özellikler bu görüşü destekler niteliktedir. Dışarıdan bakıldığında geleneksel değerlere bağlı bir yaşam tarzını benimsemiş izlenimi veren bu ailelerde babanın diğer aile üyeleri üzerinde mutlak hakimiyeti bulunmaktadır. Anne ve çocuklar maddi kaynakları elinde bulunduran babaya ekonomik açıdan bağımlıdır. Kadınlara yönelik ayrımcılık çok çeşitli yollarla dışavurulmaktadır. Babanın diğer aile üyelerini denetim altına alma isteğine sıklıkla fiziksel güç kullanma eğilimi eşlik etmektedir (Herman ve Hirschman, 1993). White ve Kowalski (1996), kadına yönelik şiddetin altında yatan çok sayıda faktörü birleştiren ve bireysel davranışı belirli bir bağlam içine yerleştirmeye olanak tanıyan bir model geliştirmişlerdir (White, Bondurant ve Donat, 2004). Model birbiriyle etkileşim halinde bulunan çeşitli faktörleri beş düzeyde ele almaktadır: sosyokültürel, sosyal, ikili, durumsal, içsel (Şekil 2). Sosyokültürel düzey tarihsel ve kültürel değerleri içermektedir. Bu değerler, erkeklere kadınlardan daha fazla değer biçmesi ve siyaset, ekonomi gibi sosyal alanlarda erkeklerin egemenliğini varsayması nedeniyle ataerkil niteliktedir. Modele göre bu düzeyde işleyen ataerkillik tüm ilişkilerdeki güç dinamiklerini etkilemektedir. Kuşaktan kuşağa aktarılan paylaşılmış düşünce ve inanç paternleri sosyal ağları tanımlamaktadır. Tarihsel ve sosyokültürel faktörler, çocukların kuralları ve beklentileri, önce aile ortamında, daha sonra akran gruplarında, yakın ilişkiler içerisinde ve çalışma hayatında öğrendiği bir çevre 40 yaratmaktadır. Bireysel şiddet cinsiyetleştirilmiş bu bağlamlar içine gömülmüştür. Güç dinamikleri kişilerarası ilişkiler düzeyinde sahnelendikçe, cinsiyetleştirilmiş değerler, beklentiler ve davranışlar içselleştirilmektedir. Böylece, güçlü olanın zayıf olanı baskı altında tutmak için saldırganlığı bir araç olarak kullanmasını destekleyen kültürel normlar, cinsiyet eşitsizlikleri ile iç içe geçtiğinde kadına yönelik şiddeti ortaya çıkaran bir iklime yol açmaktadır. (White, Bondurant ve Donat, 2004; 472-473). Şekil 2: Bütünleyici bağlamsal gelişimsel kadına yönelik şiddet modeli (White ve Kowalski, 1996’dan alınmıştır.) White, Donat ve Bondurant (2001), kadınların çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemleri boyunca çeşitli görünümler altında maruz kaldıkları şiddet türlerini gelişimsel boyutlarıyla tartışmaktadırlar. Gelişimsel bakış açısına göre, şiddet insan yaşamının hiçbir döneminde cinsiyetten arınmış bir biçimde ortaya çıkmamaktadır. Kadınların mağdur, erkeklerin saldırgan konumunda yer aldığı şiddet biyolojik etmenler tarafından değil, kadınların ve 41 erkeklerin nasıl davranmaları gerektiği konusunda farklı sosyalleşme aşamalarında öğrenilen ve cinsiyetler arası güç eşitsizliklerini destekleyen streotipler tarafından belirlenmektedir. Çocuklar, yaşamlarının ilk yıllarından itibaren güçlü olanın zayıf olan üzerinde kontrol sağladığını ve bu kontrol ilişkisinin kadınların aleyhine işlediğini öğrenmektedirler. Erkeklik güç ve üstünlükle özdeşleşen bir kavram olarak algılanırken, mağduriyet cinsiyetler açısından dengesizlikler barındıran bir olgu olarak yaşanmaktadır. Saldırganlık erkekler tarafından kullanıldığında diğerleri üzerinde kontrol sağlamak için başvurulan işlevsel bir araç, kadınlar tarafından kullanıldığında ise kendi davranışları üzerindeki kontrolü kaybetmenin bir işareti olarak kodlanmaktadır. Fiziksel saldırganlık erkek çocukların oyunlarının “doğal” bir parçası sayılmakta, bu nedenle aileler tarafından doğrudan teşvik edilmese de hoş görülebilen maskülen bir davranış olarak değerlendirilmektedir. Kız çocuklara iletilen mesaj ise kendilerini erkeklerin saldırganlığından korumaları, ancak bunu yaparken saldırganca davranışlardan kaçınmaları yönündedir (White, Donat ve Bondurant, 2001; 343-357). Toplumsal cinsiyet kimliklerinin inşası açısından önemli bir süreç olan ergenlik dönemi boyunca, çocukluk döneminde içselleştirilmiş roller, normlar ve beklentiler etkileri gittikçe belirginleşen biçimlerde genç kız ve erkekler arasındaki ilişkileri yönlendirmeye devam etmektedir. Bu dönemde genç kızlar ve erkekler, geleneksel cinsiyet rollerine uyma konusunda çevreleri tarafından kendilerine yöneltilen yoğun bir baskı altındadırlar. Erkeksi kimliğin inşası, büyük ölçüde erkeklerin kendilerini kadınlara ait olduğu düşünülen tutum ve davranışlardan uzaklaştırması ve kadınsı olanın dışlanması üzerine kurulmaktadır. Kadın bedenini erkek bakışına ve takdirine sunulan bir nesne olarak kurgulayan bakış açısı kadınların kendileri tarafından da içselleştirilmekte ve kadınlar kendi değerlerini diğerlerinin, özellikle de erkeklerin yargılamaları doğrultusunda belirlemektedirler. Bu süreçlere paralel olarak karşı cinsle kurulan yakın ilişkiler kız ve erkekler açısından farklı anlamlar taşımaktadır. Genellikle kadınlar için bağımlılık, erkekler için ise kontrolü elinde bulundurmak mahrem bir ilişkiyi sürdürmenin temel motiflerinden biri olmaktadır. Bu noktada psikolojik, fiziksel, cinsel ya da ekonomik yollarla ortaya konan şiddet, kontrol kazanma amacıyla kullanılan taktiklerden biridir. Yakın ilişkiler içerisinde kadınların ve erkeklerin benzer oranlarda şiddet kullandığını bildiren yayınlara rağmen, gözden kaçırılmaması gereken nokta kadınları şiddet kullanmaya iten motivasyonun kendini savunma, erkekleri şiddete iten motivasyonun ise gözdağı verme ya da korku yaratma isteği olmasıdır (White, Donat ve Bondurant, 2001; 343-357). 42 2.3. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ 2.3.1. Kadına Yönelik Şiddet ile Travma Sonrası Stres Bozukluğu İlişkisi 2.3.1.1. Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun Tanımı “Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) herkes için ağır sayılabilecek, olağandışı fiziksel ya da ruhsal travmayla karşılaştıktan sonra, olayın tekrar tekrar yaşanması, tepkilerde yavaşlama, dış dünyaya ilginin azalması, otonomik, disforik ve kognitif semptomların değişik derecelerde bulunması ile belirli ruhsal bir bozukluktur” (Battal ve Özmenler, 1997; 505). TSSB tanısı için travmatik bir yaşantının varlığı zorunludur; bu açıdan TSSB’nun DSM ölçütlerine göre etiyolojik öncülü kesin bir biçimde belirlenmiş yegâne bozukluk olduğu söylenebilir (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999). TSSB’na yol açabilecek travmatik olaylar arasında savaşlar, fiziksel ya da cinsel saldırılar, kaçırılma, rehin alınma, terörist saldırılar, işkence, doğal ya da insan eli ile oluşturulmuş felaketler, kazalar ve yaşamı tehdit eden hastalıklar yer almaktadır (DSM-IV, 1994). Sayılanlarla sınırlı olmamakla birlikte, bu tür travmatik olaylara maruz kalmak, tanık olmak ya da bu olayların yakın bir tanıdığının başına geldiğini öğrenmek, kişilerde TSSB belirtilerinin ortaya çıkmasını tetikleyebilmektedir (DSM-IV, 1994). 2.3.1.2. TSSB’nun Tanı Ölçütleri Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun DSM-IV’e göre tanı ölçütleri A. Aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu bir biçimde kişi travmatik bir olayla karşılaşmıştır: (1) Kişi gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir. (2) Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır (Çocuklar bunların yerine dezorganize ya da ajite davranışla tepkilerini dışa vurabilirler). 43 B. Travmatik olay aşağıdakilerden biri (ya da daha fazlası) yoluyla sürekli olarak yeniden yaşanır. (1) Olayın, elde olmadan tekrar tekrar anımsanan sıkıntı veren anıları; bunların arasında düşlemler, düşünceler ya da algılar vardır (Küçük çocuklar travmanın kendisini ya da değişik yönlerini konu alan oyunları tekrar tekrar oynayabilirler). (2) Olayı, sık sık, sıkıntı veren bir biçimde rüyada görme (Çocuklar içeriğini tam anlamaksızın korkunç rüyalar görebilirler). (3) Travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranma ya da hissetme (uyanmak üzereyken ya da sarhoşken ortaya çıkıyor olsa bile, o yaşantıyı yeniden yaşıyor gibi olma duygusunu, illizyonları, hallüsinasyonları ve dissosiyatif “flashback” epizodlarını kapsar). (4) Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine yoğun bir psikolojik sıkıntı duyma (5) Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme C. Aşağıdakilerden üçünün (ya da daha fazlasının) bulunması ile belirli, travmaya eşlik etmiş olan uyaranlardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde azalma (travmadan önce olmayan): (1) travmaya eşlik etmiş olan düşünce, duygu ya da konuşmalardan kaçınma çabaları (2) travma ile ilgili anıları uyandıran etkinlikler, yerler ya da kişilerden uzak durma çabaları (3) travmanın önemli bir yönünü anımsayamama (4) önemli etkinliklere karşı ilginin ya da bunlara katılımın belirgin olarak azalması (5) insanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaştığı duyguları (6) duygulanımda kısıtlılık (örneğin sevme duygusunu yaşayamama) (7) bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma (örn. Bir mesleği, evliliği, çocukları ya da olağan bir yaşam süresi olacağı beklentisi içinde olmama) D. Aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının) bulunması ile belirli, artmış uyarılmışlık semptomlarının sürekli olması: (1) uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmekte güçlük (2) irrabilite ya da öfke patlamaları (3) düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada zorluk çekme (4) hipervijilans (5) aşırı irkilme tepkisi gösterme 44 E. Bu bozukluk (B, C ve D tanı ölçütlerindeki semptomlar) 1 aydan daha uzun sürer. F. Bu bozukluk, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur. DSM-IV’e göre bu belirtiler 3 aydan daha kısa sürerse akut, daha uzun sürerse kronik, stres etkeninden en az 6 ay sonra başlamışsa gecikmeli başlangıçlı olarak tanımlanmaktadır. 2.3.1.3. TSSB’nun Epidemiyolojisi Çeşitli epidemiyolojik çalışmalar, bozukluğun yaşam boyu prevalansının erkeklerde %1 ile %6, kadınlarda %2 ile %14 arasında olduğunu ortaya koymaktadır (Breslau, 2002; Kessler, Sonnega, Bromet, Hughes, Nelson, 1995; Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000). TSSB’nun görülme sıklığı, cinsel saldırıya maruz kalan kişilerde cinsel saldırının biçimine bağlı olarak %30’dan %80’e; fiziksel saldırıya maruz kalan kişilerde %23’den %39’a kadar değişmektedir (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999). 2.3.1.4. TSSB’nun Etiyolojisi TSSB ile ilgili nörobiyolojik çalışmalar, travmatik olaylara maruz kalmış kişilerdeki sempatik aktivasyon, nöroendokrin fonksiyonlar, opiyat sistem değişiklikleri, seratonin ve ERP (olaya ilişkin potansiyel) anormallikleri gibi biyolojik faktörler ve REM (hızlı göz hareketleri) değişiklikleri üzerinde yoğunlaşmakta ve TSSB belirtilerini bu nörolojik faktörler çerçevesinde açıklamaktadır (Battal ve Özmenler, 1997). Bilişsel-davranışçı yaklaşıma göre, TSSB belirtileri, travmatik yaşantı ile ilişkili uyaranlara verilen klasik ve edimsel koşullanma yanıtı biçiminde ortaya çıkmaktadır (Scott, 2000). Kilpatrick, Veronen ve Resick (1979) ve Keane, Zimering ve Caddell (1985), Mowrer (1960) tarafından geliştirilen iki fazlı fobik kaçınma modelini travma sonrası görülen psikopatolojiyi açıklamak için uyarlamışlardır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999). Bu modele göre, travmatik olay, TSSB belirtilerinin koşulsuz tepki biçiminde ortaya çıkmasına yol açan koşulsuz uyaranlar sunmaktadır. Kaçınma, aşırı uyarılmışlık ve uyuşma biçimindeki koşulsuz tepkiler, travmatik olay esnasında varolan dikkat çekici uyaranlarla ilişkilendirilmekte; bu da öğrenilmiş korku tepkilerinin gelecekte ortaya çıkma olasılığını güçlendirmektedir. Böylece, travmatik yaşantıyı hatırlatan herhangi bir uyaran, travmaya verilen koşulsuz tepkilere eş ya da benzer koşullu tepkilerin meydana gelmesine yol açmaktadır. Kişi, anksiyete yaratan bu 45 tepkileri azaltmak ya da ortadan kaldırmak için koşullu uyaranlarla karşılaşmaktan kaçınmakta; bu kaçınma korku tepkilerini azaltarak gelecekteki kaçınma davranışının pekiştiği bir kısır döngü yaratmakta; böylece korku tepkilerinin sonlanması mümkün olmamaktadır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999; 57). Horowitz’in (1975, 1976, 1979, 1982, 1986) teorisine göre, travmatik olaylar kişilerin kendileri, diğerleri ve dünya ile ilgili sahip olduğu şemalarla bağdaşmayan bilgiler sunmaktadır (Joseph, Williams ve Yule, 1997; 73). Bu uyumsuzluk varolan şemaların gözden geçirilmesi, yeniden değerlendirilmesi ve değiştirilmesi ile sonuçlanmaktadır. Bu süreçte, bellekte duygusal strese neden olan olayların sürekli olarak yeniden yaşanması yönünde bir eğilim belirgin olmaktadır. Duygusal tükenmişliği engellemek için devreye giren ketleme mekanizmaları yeterince güçlü değilse, kâbuslar ve flashback epizodları gibi zorlayıcı yaşantılar, bu mekanizmalar çok yoğun bir biçimde kullanılıyorsa kaçınma belirtileri ortaya çıkmaktadır. Kişi, yaşadığı travmatik deneyim sonrası görece bir dengeye ulaşıncaya kadar kaçınma ve sürekli olarak yeniden yaşama fazları arasında gidip gelmektedir. Bu dönemde ortaya çıkan duygusal uyuşma hali zorlayıcı yaşantılara karşı bir savunma mekanizması işlevi görmektedir (Joseph, Williams ve Yule, 1997; 73-74). Rahman (1980), travma mağdurlarında görülen travma sonrası tepkileri kavramsallaştırmak amacıyla “duygusal işleme” kavramından yararlanmaktadır (Joseph, Williams ve Yule, 1997). Travmatik olaylar ani, şiddetli, tehlikeli, kontrol edilemez ve öngörülemez nitelikte olduğu için, kişinin normal duygusal işleme sürecini sekteye uğratmakta, travma sonrası tepkiler de tamamlanmamış ve yetersiz duygusal işleme sürecinin belirtileri olarak ortaya çıkmaktadır (Joseph, Williams ve Yule, 1997). Foa ve ark. (1998) tarafından geliştirilen duygu işleme modeline göre, TSSB belirtileri uzun süreli bellekte yer alan ve uyaran hakkındaki bilgiler, uyarana yüklenen anlamlar ve uyarana verilen tepkilerin bileşiminden oluşan bir korku yapılanmasından kaynaklanmaktadır (Scott, 2000; 28). Bu korku yapılanmasının, travmatik anıların tekrarlayıcı ve zorlayıcı biçimde canlanmasına yol açan ipuçları tarafından harekete geçirildiği, kaçınma ve uyuşma belirtilerinin de korku tepkisini etkisiz hale getirmek için devreye giren psikolojik süreçler olduğu düşünülmektedir (Foa ve ark., 1992; akt. Scott, 2000; 28). 46 TSSB belirtilerinin gelişiminde aşırı uyarılmışlık hali anahtar rol oynamaktadır (Scott, 2000). Aşırı uyarılmışlık halinin devamına yol açan zorlayıcı travmatik imgeler, bu imgelerden kaçınma yönünde güçlü bir eğilimi beraberinde getirmektedir; ancak kaçınma davranışı travmatik imgelerin belirli bir bağlam içine oturtulmasını zorlaştırmakta, aşırı uyarılmışlık hali de kişinin o zamana kadar edinmiş olduğu değerleri, rolleri ve yaşam amaçlarını sürdürmesini engelleyerek kişisel ilişkileri bozmaktadır (Scott, 2000; 38). Seligman’ın (1967, 1975) hayvanlarla yaptığı deneyler sonucu geliştirdiği “öğrenilmiş çaresizlik” kavramından yola çıkan van der Kolk ve ark. (1984), TSSB’nun açıklanmasında öğrenilmişlik çaresizlik modelini kullanmaktadırlar (Joseph, Williams ve Yule, 1997). Bu modele göre, kontrol edilemez ve öngörülemez olaylara maruz kalan hayvanların verdiği tepkiler ve travma mağduru kişilerde görülen stres tepkileri ortak bir biyokimyasal etiyolojiden kaynaklanmaktadır. Travmatik olaylar ve olayla ilişkili uyaranlar kişilerde, öğrenilmişlik çaresizlik yaşayan hayvanlardaki noradrenalin azalmasına benzer biçimde, katekolamin azalmasına neden olmakta; bu da motivasyon kaybı, uykusuzluk, duygulanımda kısıtlılık, öfke patlamaları gibi travma sonrası stres belirtilerini açıklamaktadır (Joseph, Williams ve Yule, 1997; 72). Sosyal-bilişsel bakış açısına göre, travma sonrası stres tepkileri kişilerin kendileri ve dünya ile ilgili sahip olduğu temel varsayımların parçalanması ile ilişkilidir (Joseph, Williams ve Yule, 1997). Yaşanan travmatik olay, dünyanın iyilik dolu, anlamlı ve önemli; yaşamın adil ve hakkaniyetli olduğu yönündeki varsayımları alt üst etmektedir. Travmaya maruz kalmak, adil dünya inancı ile bağlantılı biçimde, kişisel değersizlik algısına yol açabilmektedir (Joseph, Williams ve Yule, 1997; 79). 2.3.1.5. Risk Faktörleri Travmatik olaylara maruz kalmak ya da tanık olmak, kişilerde genellikle bilişsel, duygusal ve davranışsal boyutta değişikliklere ve travma öncesi ruhsal dengenin bozulmasına yol açsa da, her zaman TSSB ile sonuçlanmamaktadır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999). Çok sayıda bireysel, durumsal ve sosyal değişkenin TSSB açısından risk yarattığı bilinmektedir (Briere, 1998). TSSB’na yatkınlık yaratan risk faktörleri arasında; travmatik olaya ilişkin niteliksel ve niceliksel özellikler (travmanın tipi, yaralanmanın derecesi, algılanan yaşamsal tehdit düzeyi, travmanın tahmin ve kontrol edilemezliği vb.), genç olma, kadın olma, düşük sosyoekonomik 47 düzey, geçmiş travma öyküsüne sahip olma, travma öncesi psikiyatrik sorunlar, ailede psikiyatrik hastalık öyküsü bulunması, işlevsel olmayan stresle başa çıkma yollarını kullanma, travma sırasında aşırı stres ve anksiyete hissetme ya da yoğun biçimde dissosiyasyon yaşama yer almaktadır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999; Breslau, 2002; Briere, 1998; Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000). Buna karşılık, özellikle kişinin yakın çevresi tarafından sağlanan sosyal destek TSSB’nun da dahil olduğu travma ile ilişkili ruh sağlığı sorunlarına karşı koruyucu rol oynamaktadır (Briere, 1998). Epidemiyolojik çalışmalar, erkeklerin yaşamları boyunca travmatik olaylarla karşılaşma olasılığının kadınlara oranla daha yüksek olmasına karşın, TSSB’nun yaşam boyu görülme sıklığının kadınlarda erkeklere oranla yaklaşık iki kat daha yüksek olduğunu göstermektedir (Breslau, 2002; Kessler, Sonnega, Bromet, Hughes, Nelson, 1995; Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000). İstatistiklerde görülen bu fark üzerinde, travmatik olayın türü, kadınlar ve erkekler arasında deneyimlerini aktarma konusunda gözlenen farklılıklar ve araştırmacıların toplumsal cinsiyetle ilgili sahip olduğu önyargılar etkili olmaktadır (Saxe ve Wolfe, 1999). TSSB tanısı alan erkeklerin genellikle kazalar, savaşlar, saldırılar ve doğal afetler gibi travmatik olaylar sonrasında stres belirtileri sergilemeye başladığı görülmektedir (Kessler, Sonnega, Bromet, Hughes, Nelson, 1995). Buna karşın, kadınların, özellikle tecavüz, çocuk istismarı, aile içi şiddet gibi kişilerarası şiddet içeren travmatik olaylara maruz kalma ve travmanın olumsuz sonuçlarından etkilenme bakımından, erkeklere göre daha fazla risk altında olduğu bilinmektedir (Briere, 1998; Cortina ve Pimlott-Kubiak, 2006; Hanson, Borntrager, Self-Brown, Kilpatrick, Saunders, Resnick, Amstadter, 2008; Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000). Bu olgu biyolojik, feminist, psikodinamik ve sosyal psikolojik bakış açıları tarafından kadınlar ve erkekler arasında çeşitli boyutlar üzerinde yer alan farklılıklar temelinde açıklanmaktadır (Saxe ve Wolfe, 1999). 2.3.1.6. Kadına Yönelik Şiddet ile TSSB İlişkisini Ortaya Koyan Araştırmalar Çocuk ihmali ve istismarı, ensest, aile içi kadına yönelik şiddet, tecavüz gibi şiddet türlerine maruz kalma sıklığını belirleme noktasında karşılaşılan güçlükler, bu şiddet türleri ile ilişkili ruh sağlığı sorunlarının yaygınlığını saptamaya yönelik çalışmalarda da karşımıza çıkmaktadır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999; Cohen, Mannarino, Murray ve Igelman, 2006). Kesin oranları belirlemenin zorluğuna karşın kadına yönelik şiddetin farklı türleri ile 48 Travma Sonrası Stres Bozukluğu arasındaki ilişkiyi ortaya koyan geniş bir yazın bulunmaktadır. Çocuğa yönelik kötü muameleler (ihmal, duygusal istismar, fiziksel istismar, cinsel istismar vb.), bu muamelelere maruz kalan çocuklar üzerinde hem çocukluk ve ergenlik dönemini kapsayan süre boyunca ortaya çıkan hem de yetişkinlik dönemine aktarılan kısa ve uzun vadeli psikolojik sorunlar açısından önemli bir risk faktörüdür (Cohen, Mannarino, Murray ve Igelman, 2006). TSSB, çocukluk çağı ihmal ve istismarına maruz kalmış çocuklarda, ergenlerde ve yetişkinlerde en sık karşılaşılan psikolojik sorunlardan biridir; bu ilişki farklı örneklem gruplarıyla gerçekleştirilmiş çalışmalarda tutarlı bir biçimde ortaya konmuştur (Dubner ve Motta, 1999; Hanson, Borntrager, Self-Brown, Kilpatrick, Saunders, Resnick, Amstadter, 2008; Jarvis, Gordon ve Novaco, 2005; Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy, 1997; Schumm, Briggs-Philips ve Hobfoll, 2006). Kurum bakımı altında yaşayan çocuklarla yapılmış bir çalışmada, fiziksel ve cinsel istismara maruz kalmış çocuklarda yüksek düzeyde (sırasıyla %42-%64) TSSB tanısı saptanmış; ayrıca ergenlik öncesi dönemde bulunan çocukların TSSB belirti şiddeti ergenlere göre daha yüksek bulunmuştur (Dubner ve Motta, 1999). Anneleriyle birlikte sığınma evinde kalan çocuklarla yapılmış bir başka çalışmada, çocukların evlerinde maruz kaldıkları fiziksel şiddetin boyutu ve anne-babaları arasındaki şiddete dahil olma durumları ile TSSB belirtilerine sahip olma arasında ilişki bulunmuştur (Jarvis, Gordon ve Novaco, 2005). Çocukluk çağı istismar öyküsüne sahip yetişkin kadınlarda olası bir TSSB tanısını karşılama oranı istismar öyküsü bulunmayan kadınlara göre yaklaşık beş kat daha yüksektir (Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy, 1997; Schumm, Briggs-Philips ve Hobfoll, 2006). Çocukluk çağı istismar yaşantıları yetişkinlik döneminde görülen TSSB şiddetindeki artış ile de korelasyon göstermektedir (Schumm, Briggs-Philips ve Hobfoll, 2006). Duygusal ve cinsel istismarın, TSSB’nun üç ayrı semptom kümesi içinde yer alan belirtilerin şiddetini yordamada diğer istismar ve ihmal türlerine göre daha anlamlı bir değişken olduğu görülmektedir (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Sullivan, Fehon, Andres-Hyman, Lipschitz ve Grilo, 2006). Bir başka çalışmada ise çocukluk çağı cinsel istismarına maruz kalmanın doğrudan olmasa bile, sosyoekonomik kaynaklara ulaşma kapasitesini azaltarak dolaylı bir biçimde TSSB’nun gelişimi üzerinde etkide bulunduğu saptanmıştır (Schumm, Stines, Hobfoll ve Jackson, 2005). 49 Adli yardım sistemi içine dahil olmuş tecavüz mağdurlarıyla yapılan uzun süreli bir takip çalışmasında, ensest ilişkinin diğer cinsel saldırılara göre daha yüksek düzeyde TSSB tanısı ile sonuçlandığı bulunmuştur (sırasıyla %84-%61) (Darves-Bornoz, Berger, Degiovanni, Gaillard, LEpine, 1999). TSSB aile içi şiddete maruz kalmış kadınlarda en sık görülen ruh sağlığı sorunlarından biridir; bu grupta TSSB tanısına %30 ile %84.4 arasında değişen oranlarda rastlanmaktadır (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Basile, Arias, Desai, Thompson, 2004; Cascardi, O’Leary, Schlee, 1999; Golding, 1999). Bu oran, aile içi şiddete maruz kalmamış kadınlarda görülen TSSB prevelansına göre 3-6 kat daha yüksektir (Golding, 1999). Aile içi kadına yönelik şiddet ile TSSB arasındaki ilişki genel nüfusu temsil edici örneklemlerle yapılmış çalışmaların yanı sıra sığınma evi, hastane, psikiyatri polikliniği gibi farklı örneklem grupları ile yapılmış çalışmalardan elde edilen verilerle de desteklenmektedir. Kadınlara eşleri/partnerleri tarafından uygulanan şiddet türlerinin (fiziksel, cinsel, psikolojik) her biri TSSB’nun gelişiminde önemli rol oynamaktadır (Basile, Arias, Desai, Thompson, 2004). Sadece psikolojik şiddete maruz kalmak bile TSSB’nun ortaya çıkması açısından güçlü bir belirleyicidir (Pico-Alponso, Garcia-Linares, Celda-Navarro, Blasco-Ros, Echeburua, Martinez, 2006). Maruz kalınan şiddetin süresi ve boyutu arttıkça TSSB’nun yaygınlığı ve şiddeti de artış göstermektedir (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Cascardi, O’Leary, Schlee, 1999; Golding, 1999; Martin ve Mohr, 2000). Herhangi bir sağlık sorunu nedeniyle hastaneye başvurmuş olan Afro-Amerikalı ve düşük gelirli kadınlarla gerçekleştirilmiş bir çalışmada, yakın ilişki şiddetine maruz kalmanın hem tek başına hem de çocukluk çağı istismar öyküsü ile birlikte TSSB belirtilerini yordamada anlamlı bir değişken olduğu bulunmuştur (Bradley, Schwartz ve Kaslow, 2005). Benzer bir ilişki doğum öncesi hastane kontrolüne gelen Latin Amerikalı hamile kadınlarla yapılan bir çalışmada da tespit edilmiştir (Rodriguez, Heilemann, Fielder, Ang, Nevarez, Mangione, 2008). Bu çalışmada yakın ilişki şiddetine maruz kalan kadınlarda görülen TSSB tanısı ile ilişkili bulunan değişkenler stresli yaşam olayları, geçmiş travma öyküsü ve düşük gelir olmuştur. Ayrıca eş/partner tarafından kullanılan hakimiyet/izolasyon taktikleri de TSSB belirtilerini şiddetlendirmektedir (Cascardi, O’Leary, Schlee, 1999). Sığınma evinde kalan kadınlar sıklıkla TSSB tanısını karşılamakta (%45-83) ya da yüksek düzeyde travma sonrası stres belirtisi sergilemektedirler (Johnson ve Zlotnick, 2006; Martin 50 ve Mohr, 2000; Phillips, Rosen, Zoeliner, Feeny, 2006; Weaver, Allen, Hopper, Maglione, McLaughin, McCullough, Jackson, Brewer, 2007). Sığınma evinde kalan kadınlar arasında, TSSB tanı ölçütlerini karşılayanların daha şiddetli travmatik yaşantılar tanımladığı görülmüştür (Martin ve Mohr, 2000). Sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş bir başka çalışmada, cinsel şiddete maruz kalmanın TSSB’nun en güçlü belirleyicisi olduğu; bunun yanı sıra çocukluk çağı istismar öyküsünün de TSSB ile anlamlı ilişki içinde olduğu ortaya konmuştur (Bargai, Ben-Shakhar, Shalev, 2007). Aynı çalışmadan elde edilen bulgular, şiddete maruz kalma ile TSSB arasındaki ilişkinin öğrenilmiş çaresizlik düzeyleri tarafından belirlendiğini ve hem çocukluk çağı istismar öyküsünün hem de erkek egemen bir arka plana sahip olmanın öğrenilmiş çaresizlik üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Sığınma evinde kalan kadınların TSSB puan ortalamalarının, intihar düşünceleri ile ilişkili olduğu bulunmuştur (Weaver, Allen, Hopper, Maglione, McLaughin, McCullough, Jackson, Brewer, 2007). Şiddet içeren ilişkilerini sonlandırmış 14 kadınla yapılan derinlemesine görüşmelere dayalı niteliksel bir çalışmada, kadınların 12’sinin TSSB belirtilerini taşıdığı bulunmuş; bunun yanı sıra kadınların bazılarında kompleks TSSB (Herman, 1992) ve başka türlü adlandırılamayan stres bozukluğu (DESNOS, van der Kolk ve ark., 2005) tanılarını düşündüren tablolara rastlanmıştır (Scheffer Lindgren ve Renck, 2008). TSSB’nun kadınları yakın ilişkileri içinde şiddete karşı daha açık ve savunmasız hale getirmesi konusunda çelişkili bulgular mevcuttur. TSSB belirtilerinin, alkol ve madde kullanımı gibi riskli davranışları arttırarak ya da stresli yaşam olaylarıyla başa çıkma ve tehlikeli durumlara karşı kendini koruma becerilerini azaltarak, kadınların şiddete maruz kalma oranlarını yükselttiği görülmektedir (Cougle, Resnick, Kilpatrick, 2009; Kessler, Sonnega, Bromet, Hughes, Nelson, 1995). Buna karşın TSSB tanısına sahip olma ile mevcut ilişkilerde şiddete maruz kalma durumu arasında ilişki saptayamayan ya da sınırlı düzeyde ilişki kuran çalışmalar da vardır (Krause, Kaltman, Goodman, Dutton, 2006; Sonis, 2007). Cinsel şiddete maruz kalmak travma sonrası stres tepkilerinin ortaya çıkması açısından önemli etiyolojik öncüllerden biridir (Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy, 1997). Cinsel şiddet ile travmatik stres arasında saptanan bu ilişki, cinsel şiddete maruz kalma sıklığı, kadınlarda erkeklere göre belirgin biçimde daha yüksek olduğu için, kadınlarda görülen yüksek TSSB prevalansını açıklayıcı görünmektedir (Cortina ve Pimlott-Kubiak, 2006; 51 Hanson, Borntrager, Self-Brown, Kilpatrick, Saunders, Resnick, Amstadter, 2008). Cinsel şiddete maruz kalmış kadınlarda yaşam boyu TSSB prevelansı %32 ile %80 arasında değişmektedir (Resnick, Kilpatrick, Dansky, Saunders, Best, 1993). Çocukluk çağı cinsel istismar öyküsüne sahip tecavüz mağdurlarında TSSB belirti şiddeti daha yüksektir (Nihith, Mechanic, Resick, 2000). Yetişkinlik döneminde tecavüze maruz kalmış kadınlarda olası bir TSSB tanısına ve artmış TSSB belirti şiddetine daha fazla rastlanmaktadır (Schumm, BriggsPhilips ve Hobfoll, 2006). Yaşam boyu birden fazla şiddet türüne (çocukluk çağı cinsel istismarı, aile içi şiddet, tecavüz, cinsel taciz vb.) maruz kalmak kadınların genel sağlık durumları üzerinde daha fazla olumsuz etkide bulunmakta; bu etkinin bir göstergesi ve aynı zamanda nedenlerinden biri olarak yorumlanabilecek biçimde birden fazla şiddet türüne maruz kalmış kadınlarda TSSB’na sıklıkla rastlanmaktadır (Campbell, Greeson, Bybee, Raja, 2008; Krause, Kaltman, Goodman, Dutton, 2008). Çocukluk çağı ihmal ve istismar yaşantıları daha sonraki dönemlerde görülen reviktimizasyona zemin hazırlamakta, böylece TSSB’na karşı risk yaratmaktadır (Schumm, Stines, Hobfoll ve Jackson, 2005). Çocukluk ve yetişkinlik dönemlerinde karşılaşılan farklı şiddet yaşantıları kümülatif bir etki yaratarak TSSB belirtilerini arttırmaktadır (Nihith, Mechanic, Resick, 2000). Partnerleri tarafından birden fazla şiddet türü (fiziksel, cinsel, psikolojik) uygulanan kadınlarda daha fazla sayıda TSSB belirtisi görülmektedir (Basile, Arias, Desai, Thompson, 2004). 2.3.2. Kadına Yönelik Şiddetin Benlik Saygısı Üzerine Etkileri Çocukların ebeveynleri tarafından ihmal edilmesini de kapsayan sağlıksız ebeveyn-çocuk ilişkisinin, çocukların benlik saygısını olumsuz etkilediği ve ihmal edilmiş çocukların kontrol gruplarına göre daha düşük benlik saygısına sahip olduğu görülmektedir (Tyler, Allison, Winsler, 2006). Benzer bir ilişki çocukluk döneminde istismar edilmiş ergenler açısından de geçerlidir (Ritter, Stewart, Bernet, Coe, Brown, 2002). Çocukluk çağında kötüye kullanılmanın uzun vadeli psikolojik sonuçlarının ele alındığı bir çalışmada, psikolojik istismarın benlik saygısı düzeylerini düşürdüğü ve depresyona karşı yatkınlık yarattığı bulunmuştur (Gross ve Keller, 1992). Farklı ihmal ve istismar türlerine maruz kalmış çocukların incelendiği boylamsal bir araştırmada, cinsel istismara ve sık bir biçimde fiziksel istismara maruz kalmanın çocukların kendileri ile ilgili algılamalarını olumsuz yönde etkilediği saptanmıştır (Bolger, Patterson, Kupersmidt, 1998). Aynı araştırmanın sonuçlarına 52 göre erken çocukluk döneminde istismara uğramak da düşük benlik saygısı ile ilişkilidir (Bolger, Patterson, Kupersmidt, 1998). Çocukluk döneminde maruz kalınan fiziksel istismarın, yetişkinlik dönemindeki yaşam uyumunu ve düşük benlik saygısını yordamada anlamlı bir değişken olduğunu gösterilmiştir (Higgins ve McCabe, 1994). Çocuk istismarı ve aile sorunları nedeniyle sığınaklarda kalan ergenlerle yapılan bir başka çalışmada da, istismar yaşantıları ile ilişkili olarak düşük benlik saygısı, dış denetim odağına sahip olma ve uyum güçlükleri gibi problemler tanımlanmıştır (Simmons ve Weinman, 1991). Doğrudan istismara maruz kalmasa da ebeveynleri arasındaki şiddet yaşantılarına (genellikle de babaları tarafından annelerine uygulanan) tanık olan çocuklar da yoğun korku ve anksiyete duyguları, ilişki sorunları, akademik güçlükler ile birlikte “farklı olmaya” ilişkin kaygılar ve düşük benlik saygısı bildirmişlerdir (Buckley, Holt, Whelan, 2007). Çocukluk çağı cinsel istismarına maruz kalmış kadınlarda olası bir TSSB tanısına karşı koruyucu rol oynayan faktörlerin başında sosyal çevre tarafından sağlanan benlik saygısı desteği gelmektedir (Hyman, Gold, Cott, 2003). Ancak çocukluk döneminde cinsel istismara maruz kalmanın düşük benlik saygısına ve benlik/ideal benlik arasındaki farkın açılmasına ve bu değişkenlerle bağlantılı biçimde kişilerarası ilişkilerde sorunlara yol açtığı bilinmektedir (Freshwater, Leach, Aldridge, 2001; Hazen, Connelly, Soriano, Landsverk, 2008; Owens, 1984). Ensest bir ilişki içinde tecavüze maruz kalmak, diğer cinsel saldırılara göre daha düşük benlik saygısı düzeyi ile sonuçlanmaktadır (Darves-Bornoz, Berger, Degiovanni, Gaillard, Lepine, 1999). Ensestin uzun vadeli sonuçları arasından en yaygın olanı, uzun yıllar hissedilen yoğun suçluluk (enseste dahil olma nedeniyle kendini suçlama) ve öfke (istismar eden ve onu istismardan korumayan ebeveynlere duyulan öfke) duygularının etkisiyle benlik kavramında meydana gelen bozulmadır (Scott ve Stone, 1986). Ensest mağduru kadınların düşük benlik saygısına ve yaşam uyumuna sahip olmalarında aracı rol oynayan değişkenlerden biri mizaç özellikleridir; ancak psikolojik işlevselliği bozan belirli mizaç özelliklerinin de ensest ilişkinin sonucu ortaya çıktığı ileri sürülebilir (Carson, Council, Volk, 1989). Çocukluk döneminde istismara maruz kalma ile yetişkinlik döneminde şiddet içeren ilişkilere dahil olma arasında saptanan reviktimizasyon ilişkisini açıklayan mekanizmalardan birinin düşük benlik saygısı olduğu düşünülmektedir (Sappington, Pharr, Tunstall, Rickert, 1997). Gelişimin kritik basamaklarında maruz kalınan şiddet, kişinin kendi değeri, dünya ve diğer 53 insanların güvenilirliği ile ilgili algılarında değişimlere yol açmaktadır (Bassuk, Dawson, Hungtington, 2006; 396). Çocukluk çağı istismar öyküsüne sahip kadınların benlik saygısı düzeyleri düşük olmakta; düşük benlik saygısı da kadınları yakın ilişkiler içinde şiddete karşı daha savunmasız kılmaktadır (Sappington, Pharr, Tunstall, Rickert, 1997). Düşük benlik saygısı, TSSB, yaygın anksiyete bozukluğu, sahip olunan çocuk sayısı, sosyal destek algısı gibi değişkenlerle birlikte kadınların istismar içeren ilişkilerini sonlandırmalarını engelleyen faktörlerden biri olmaktadır (Bliss, Ogley-Oliver, Jackson, Harp, Kaslow, 2008; Hendy, Eggen, Gustitus, McLeod, Ng, 2003). Ayrıca, düşük benlik saygısı ve öz-yeterlilik algısı, yakın ilişkilerinde şiddet yaşamakta olan kadınların ihtiyaç duyduğu sağlık hizmetlerine ulaşmasını da engellemektedir (Wilson, Silberberg, Brown, Yaggy, 2007). Buna karşın, şiddet içeren ilişkilerini sonlandırmış kadınların güçlü bir benlik saygısına sahip oldukları; kişisel kaynakları ve sorunlarla başa çıkma kapasitesini değerlendiren standart ölçeklerden aldıkları puanların da bu doğrultuda olduğu görülmüştür (Scheffer Lindgren ve Renck, 2008). Eş/partner şiddeti ve bu şiddetin sıklığı/boyutu ile benlik saygısı arasında negatif yönde bir ilişki olduğuna dair genel bir kabul bulunmaktadır (Aguilar ve Nightingale, 1994; Cascardi ve O’Leary, 1992). Sığınma evinde kalan kadınlarda maruz kalınan şiddetten etkilenme düzeyi ile düşük benlik saygısı arasında anlamlı ilişki bulunmuştur; maruz kalınan şiddetin işlevsellikte bozulmaya yol açtığı yaşam alanlarının sayısı arttıkça kadınların benlik saygısı düzeylerinde de düşme görülmektedir (McNamara ve Fields, 2001). Psikiyatrik yardım almakta olan kadın hastalarda yetişkinlik döneminde maruz kalınan şiddet ve benlik saygısı negatif korelasyon içindedir; şiddetin herhangi bir türüne maruz kaldığını belirten kadınlar düşük benlik saygısının yanı sıra korku, anksiyete ve yakın ilişkiler kurma konusunda sorunlar yaşadıklarını ifade etmişlerdir (Bengtsson-Tops ve Tops, 2007). İsrail örnekleminde gerçekleştirilmiş bir çalışmada, nişanlılık döneminde bulunan kadınların bir bölümünün çeşitli sıklıklarda nişanlılarının duygusal (%73), fiziksel (%19) ve cinsel (%13) şiddetine maruz kaldığı; bu grupta yer alan kadınların şiddet yaşantısı tanımlamayanlara göre daha düşük benlik saygısı ve daha yüksek depresyon, anksiyete ve stres düzeyine sahip olduğu ortaya konmuştur (Haj-Yahia, 2000). Çalışan kadınlarla yapılmış bir araştırmada, eş/partner şiddetine maruz kalmanın kadınların işyerindeki benlik algıları üzerinde etkide bulunmamakla birlikte, evdeki benlik algıları ve genel benlik saygıları ile negatif korelasyon içinde olduğu görülmüştür (Lynch ve Graham-Bermann, 2004). Düşük benlik saygısı, şiddet yaşantılarının bir sonucu olduğu gibi, yakın ilişkiler içinde şiddete 54 maruz kalma açısından da önemli bir risk faktörü olmaktadır (Bassuk, Dawson, Hungtington, 2006). Buna karşın, eş/partner şiddetinin farklı türleri ile benlik saygısı arasında ilişki kuramayan çalışmalara da rastlanmaktadır (Hazen, Connelly, Soriano, Landsverk, 2008; Hotaling ve Sugarman, 1986). Farklı cinsel şiddet türlerine maruz kalmanın 14-19 yaş arasındaki genç kızların psikolojik iyilik hali üzerine etkilerinin incelendiği bir çalışmada, tecavüze maruz kalmış kızların benlik saygısı ve depresyon düzeylerinin, cinsel şiddet yaşamamış ya da tecavüz girişimi/cinsel zorlama yaşamış olanlara göre daha kötü olduğu bulunmuştur (Cecil ve Matson, 2005). Geçmiş cinsel şiddet öyküsü ve maruz kalınan son cinsel saldırının şiddeti, tecavüz mağdurlarının kaçınmaya dayalı başa çıkma yöntemlerini kullanmalarına ve mağduriyetleri için kendilerini suçlamalarına yol açarak benlik saygısı düzeylerini düşürmektedir (Neville, Heppner, Oh, Spanierman, Clark, 2004). Bu sonuçlar, cinsel şiddet mağduru ergenler ve yetişkinlerle yapılmış başka araştırmalardan elde edilen bulgularla da desteklenmektedir (Ackard ve Neumark, 2002). 2.3.3. Kadına Yönelik Şiddetin Beden Algısı Üzerine Etkileri Beden sınırlarını ihlâl eden fiziksel ve cinsel saldırılar, kişinin kendi bedenine karşı olumlu bir bakış açısı geliştirmesini engellemekte; kimlik gelişimi açısından önemli rol oynayan bu durum da uzun vadede düşük benlik algısı yoluyla psikolojik işlevselliği bozabilmektedir (Young, 1992). “Çocukluk çağı fiziksel ve ruhsal travmaları, kişinin bedeninden defansif olarak uzaklaşmasına yol açabilmekte; bu reaktif uzaklaşma da bedeni reddetme, bedenden nefret etme, bedensel ayrılma (detachment), hislere duyarsızlık ve aldırmazlık, kontrolü kaybetme ve bedensel sınırların kaybolması gibi bedene yönelik çeşitli olumsuz duygular, tutumlar ve davranışlar haline dönüşebilmektedir” (Orbach, Stein, Sh-ani-Sela, Har-even, 2001; akt. Semiz, Başoğlu, Ebrinç, Ergün, Noyan, Çetin; 2005; 69). Çocukluk çağı cinsel istismarı ile yeme bozuklukları arasındaki ilişkiyi araştıran ve bu iki değişken arasında anlamlı fakat sınırlı bir ilişki saptayan meta-analizler bulunmakla birlikte (Rind, Tromovitch ve Bauserman, 1998; Smolak ve Murnen, 2001), yeme bozukluğu ile ilgili önemli dinamiklerden biri olarak kabul edilen beden algısı ve çocukluk çağı istismarı arasındaki ilişki, üzerinde yeteri kadar çalışma yapılmamış bir alan olarak durmaktadır. 55 Cinsel istismara maruz kalmış kişiler, bedenlerini savunmasızlık ve utanç kaynağı olarak görmekte, yaşadıklarını anlamlandırma ve yaşadıkları olayla başa çıkma çabaları içinde maruz kaldıkları istismarın nedenini fiziksel görünümlerine atfederek yoğun suçluluk duyguları hissetmektedirler (Kearney-Cooke ve Striegel-Moore, 1994; 306). Üstelik, istismar yaşantısı ile kişinin bedenine yönelik olumsuz algısı arasındaki bu bağlantı, her zaman bilinç düzeyinde gerçekleşmemektedir (Kearney-Cooke ve Striegel-Moore, 1994). Çocukluk çağı cinsel istismar öyküsü bulunan kadınların, kontrol gruplarına göre sağlık durumlarını daha olumsuz değerlendirme eğiliminde olduğu ve beden algısının çeşitli boyutları açısından daha düşük hoşnutluk düzeyine sahip olduğu ortaya konmuştur (Wenninger ve Helman, 1998). Ayrıca, çocukluk çağı cinsel istismar yaşantılarına sahip kadınların, bedenlerine yönelik zarar verici, cezalandırıcı ve ihmal edici tutum ve davranışlar sergileme oranı kontrol gruplarına göre daha yüksektir (Wenninger ve Helman, 1998; 557). Yeme bozukluğu tanılarından birine sahip kişilerle yürütülmüş bir çalışmada, çocukluk çağı fiziksel istismar öyküsünün beden algısındaki bozulmayla yakından ilişkili olduğu bulunmuştur (Treuer, Koperdak, Rozsa ve Füredi, 2005). Cinsel taciz, cinsel istismar/saldırı ve fiziksel istismar yaşantılarının hepsi de, kadınların beden algılarını olumsuz yönde etkileyen değişkenler arasındadır (Harned, 2000). Fiziksel ve psikolojik şiddet yaşantıları ile beden algısından rahatsız olma düzeyi arasında pozitif yönde bir korelasyon bulunmaktadır (Weaver, Resnick, Kokoska ve Etzel, 2007). Yaşanan şiddetin boyutu arttıkça, kadınların bedenlerinden hoşnut olma düzeyleri de belirgin biçimde düşmektedir (Weaver, Resnick, Kokoska ve Etzel, 2007). Açık bir biçimde tanımlanabilen somut davranışlar yoluyla gerçekleştirilen cinsel istismarın yanı sıra, daha örtülü biçimlerde uygulanan cinsel istismar da düşük beden algısıyla ilişkilidir (Weiner ve Thompson, 1997). 2.3.4. TSSB-Benlik Saygısı-Beden Algısı İlişkisini Ortaya Koyan Çalışmalar Özellikle çocukluk çağı istismarı gibi yaşamın erken dönemlerinde karşılaşılan travmatik yaşantılar, kişilerde TSSB tanı ölçütleri içinde yer almayan, fakat işlevsellikte önemli ölçüde bozulmaya yol açan çeşitli sorunlara neden olmaktadır (van der Kolk, Roth, Pelcovitz, Sunday, Spinazzola, 2005). Kompleks TSSB olarak da adlandırılan bu tablonun altında yer alan semptom kümeleri duygulanım düzenlemede, bilinç düzeyinde, kendilik algılamasında, faili algılamada, başkalarıyla ilişkilerde ve anlam sisteminde meydana gelen değişiklikler 56 olarak sıralanmaktadır (Herman, 2007). Kendilik algılamasında meydana gelen değişiklikler çaresizlik duygusu ya da insiyatif felcini; utanç, suçluluk, kendini sorumlu hissetme duygularını; kirlenmişlik duygusunu ya da kendini yaftalamayı ve başkalarından tamamıyla farklılık duygusunu kapsamaktadır (Herman, 2007; 159). Uzun süreli istismar yaşantıları, kişilerin kendileri hakkındaki değerlilik ve yeterlilik algıları üzerinde tahribata yol açarak benlik kavramının gelişiminde anahtar rol oynamaktadır (van der Kolk, Roth, Pelcovitz, Sunday, Spinazzola, 2005). Benlik kavramının bileşenleri arasında yer alan benlik saygısı ve beden algısının da travmatik yaşantıların etkisiyle bozulmuş olması travmanın olası sonuçlarından biridir. Çocukluk çağı istismarına ya da yakın ilişki şiddetine maruz kalmış kişilerde, benlik saygısı ve TSSB arasında anlamlı bir ilişki olduğu ortaya konmuştur (Bradley, Schwartz ve Kaslow, 2005). Bu ilişki, karşılıklı etkileşim yoluyla her iki değişkenin birbiri üzerinde etkide bulunması sonucu ortaya çıkmaktadır. Örneğin, düşük benlik saygısı, stresle etkili bir biçimde başa çıkma yollarını kullanmayı engellemekte, böylece artmış TSSB belirtilerine yol açmakta; TSSB belirtileri de kişinin kendilik imgesi üzerinde tahribat oluşturmaktadır (Bradley, Schwartz, Kaslow, 2005). TSSB tanısını karşılayan kişiler kendileri ile ilgili olumsuz değerlendirmelerde bulunma ve diğerlerinin kendileri ile ilgili değerlendirmelerinin de olumsuz olduğuna inanma eğilimindedirler (Christensen, Cohan, Stein, 2004). Vücut şekli ve ağırlığı ile ilgili endişeleri olan ergenlerin, beden algısı ile ilgili sorun bildirmeyen ergenlerle karşılaştırıldığında daha fazla sayıda TSSB belirtisi taşıdığı görülmektedir (Dyl, Kittler, Phillips, Hunt, 2006). Çocukluk çağı cinsel istismar öyküsü bulunan kadınlarla yapılmış bir başka çalışmada, beden algısına bağlı değişkenlerin TSSB belirtilerindeki varyansı açıkladığı bulunmuştur (Wenninger ve Helman, 1998). Beden algısındaki bozulmayla doğrudan ilişkili olan yeme bozuklukları, kimi yazarlarca çocukluk çağı istismarı, tecavüz, fiziksel şiddet gibi travmatik yaşantılarla başa çıkmak için kullanılan stratejik tepkilerden biri biçiminde kavramsallaştırılmaktadır (Larkin ve ark., 1996; Rice, 1996; Root, 1991; B.W. Thompson, 1992; akt. Harned, 2000; 337). Maruz kaldıkları eş/partner şiddeti nedeniyle fiziksel görünümlerinde kalıcı bir iz taşıyan kadınlarda beden algısı düzeyleri ile TSSB belirtileri arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır (Weaver, Resnick, Kokoska ve Etzel, 2007). 57 2.4. KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE 2.4.1. Feminist Hareketin Kazanımları Türkiye’de feminist hareketin gelişimi, gecikmeli olarak Batı hareketleriyle paralel bir süreç izlemiştir (Tekeli, 1998). 1980’ler Türkiye’sinde kadın hareketi içinde sistemli ve organize olmuş bir örgütlenmeden bahsetmek mümkün değilse de, 1980’ler, “kadın olma” hali üzerine söz söyleme ihtiyacı hisseden bir grup kadının ideolojik ve politik bir birikim oluşturmaya başladığı bir dönemdir (Bora ve Günal, 2007). Neredeyse sadece İstanbul ve Ankara’da, evlerde, dergi ve kitap kulübü çevrelerinde toplanan bilinç yükseltme gruplarında, kendini feminist olarak adlandıran ya da adlandırmayan, fakat “kadın sorunlarına duyarlı” olma ortak paydasında buluşan kadınlar bir yandan bireysel deneyimlerini paylaşmakta, bir yandan da feminist yazını tartışmaktadırlar (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2007). Kadınların hem aile içinde hem de kamusal alanda yaşadığı şiddet, bu tartışmalarda sorgulanan konular arasında önemli bir yer tutmaktadır (Işık, 2007). 1980’li yılların başlarından itibaren bu süreç İstanbul ve Ankara’da eşzamanlı olarak devam etmiş, bir süre sonra ise bilinç yükseltme gruplarına katılan kadın sayısının artışıyla birlikte toplantılar kamuya açık mekanlara taşınmıştır (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2007). Kamusal açılmanın bir parçası da, kadın sorunlarına, özellikle de kadına yönelik şiddete farkındalık kazandırmak amacıyla düzenlenen kampanyalar ve sokak gösterileridir. 1986 yılı Mart ayında başlatılan “Kadınlar Dilekçesi” kampanyası ile Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin uygulanması için hazırlanan dilekçeye 7000 imza toplanmış ve dilekçe 8 Mart 1987 tarihinde Meclis’e sunulmuştur (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2007). Aynı yıl başlatılan “Dayağa Hayır” kampanyası, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere pek çok ilde yapılan sokak eylemlerinde, kadınların, ilk kez feminist kimlikle sokaklara çıkmaya, feminist taleplerini bağırarak duyurmaya başlamaları açısından bir milat olmuştur (Ülker, 2008). Kampanya sonunda hazırlanan “Bağır Herkes Duysun” adlı kitapçıkla Türkiye’de ilk kez kadınlar şiddete ilişkin tanıklıklarını dile getirmişlerdir (Mor Çatı, 2000). 1989 yılında düzenlenen “Bedenimiz Bizimdir-Cinsel Tacize Hayır” kampanyası ile tabu sayılan bir konuya, kadınların gündelik hayatlarında sıklıkla karşı karşıya kaldığı cinsel şiddete dikkat çekilmiştir (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2007). 58 1980’li yıllarda gelişen feminist hareket, düzenlediği kampanya ve eylemlerle, toplumsal yapıda “büyük bir zihniyet değişikliği” gerçekleştirememiş olmasına rağmen (Tekeli, 1998), “toplumun gündemine aile içi şiddet ve taciz gibi o güne dek tabu sayılan çok önemli konuları sokmuştur” (Berktay, 1998; 6). Şiddete karşı mücadele eden kadın hareketi “Dayağa Hayır”, “Bedenimiz Bizimdir” gibi sloganlarla şiddete dar bir tanım getirmiş; fakat net bir mesaj ortaya koyarak muhalif bir söylem yaratmayı başarmıştır (Işık, 2007). Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi sürdürmek amacıyla kadın danışma merkezleri ve sığınaklar gibi kurumların kurulması için ilk adımların atılması, düzenlenen kampanyaların ürünüdür (Ovadia, 1996). 1980’lerin coşkulu, fakat dağınık feminizmi 1990’larda yerini, yerleşik örgütlenme modellerinin kurulmaya çalışıldığı ve daha kalıcı ve planlı girişimlerin ortaya çıktığı bir “kurumsallaşma dönemine” bırakmıştır (Işık, 2007). Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Kadın Dayanışma Vakfı, Ege Kadın Dayanışma Vakfı, Mersin Kadın Derneği ve KAMER kadına yönelik şiddetle mücadelede sözü edilen “kurumsallaşma döneminin” ilk örneklerindendir (Işık, 2007). İstanbul’da 1990 yılında kurulan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve Ankara’da 1993 yılında kurulan Kadın Dayanışma Vakfı, bağımsız danışma merkezleri ve kadın sığınakları kurmak ve bunları ayakta tutmak amacı ile yola çıkmıştır. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, 1995 yılında açtığı bağımsız kadın sığınağını 1998 yılına kadar açık tutabilmiştir. Ekonomik yetersizlikler nedeniyle uzun süre kapalı kalan sığınak, 2005 yılında Beyoğlu Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın finansal desteği ile yeniden faaliyete geçmiştir. Kaymakamlığın Ocak 2009 itibariyle Mor Çatı’ya verdiği finans desteğini kesmesi nedeniyle sığınak çalışmaları bir kez daha sekteye uğramıştır. Kadın Dayanışma Vakfı, 1993 ve 2003 yıllarında sırasıyla Altındağ ve Yenimahalle Belediyelerinin finans desteği ile sığınak açmayı başarmış, fakat yerel seçimlerde belediye yönetimlerinin değişmesi nedeniyle işbirliğinin sona ermesi sonucu sığınakları kapatmak zorunda kalmıştır (Ülker, 2008). Vakfın Kadın Danışma Merkezi ise aile içi şiddet gören kadınlara hukuki danışmanlık, iş bulma, sığınak için yönlendirme, psikolojik, ekonomik ve tıbbi destek konularında hizmet vermeye devam etmektedir. KAMER, kadınları hakları konusunda bilinçlendirmek, aile içi şiddet yaşayan kadınlara destek olmak, kadınlar için istihdam çalışmaları yürütmek, kadınlar için sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlemek, kadınlar arası paylaşım, dayanışma ve desteği sağlamak üzere onları buluşturmak, cinsiyetçi eğitim ve şiddeti reddeden çocuk projeleri geliştirmek gibi amaçlarla 1997 yılında Diyarbakır’da kurulmuştur (Akkoç, 2007; 207-208). KAMER, çalışmalarını halen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 23 ilde devam ettirmektedir. 59 Bu kurumların yanı sıra, sadece kadına yönelik şiddetle mücadeleyi amaçlamasa da, 1990’lardan günümüze varlığını sürdüren ve farklı boyutlarda gerçekleştirdikleri çalışmalarla bu mücadelenin önemli bir parçası olabilmiş başka örgütlenmeler de bulunmaktadır. Bunların başında, kadınlara sunulan hukuk danışmanlığı desteği açısından yaygın bir imkanın oluşmasını sağlayan, Türkiye Barolar Birliği bünyesinde kurulan kadın hukuku komisyonları ile Ankara ve İstanbul’da oluşturulan kadın hakları uygulama merkezleri gelmektedir (Işık, 2007). 24-25 Kasım 2001 tarihlerinde Antalya’da düzenlenen Kadın Sığınakları IV. Kurultayı’na resmi kadın kuruluşlarının temsilcileri dışında, Türkiye’nin çeşitli illerinden ve KKTC’den 44 bağımsız kadın grubunun katılmış olması, kadına yönelik şiddetle mücadelede 1990’larda başlayan kurumsallaşmanın ülke genelinde varmış olduğu noktayı göstermesi açısından kayda değerdir (Mor Çatı, 2003). 1990’lı yıllarda kadın hareketinin baskın unsuru olan kurumsallaşma, resmi politikalara da yansımıştır. 1987 yılında Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde kurulan Kadına Yönelik Politikalar Danışma Kurulu ile başlayan devlet çatısı altında kurumsallaşma süreci, 1990 yılında Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün (KSGM) kurulmasıyla hız kazanmıştır. KSGM, bilinçli bir kadın politikası izlenmesinin sonucu olarak değil, tepeden inme bir biçimde kurulmasına, bir kamu kuruluşu olarak tüm siyasi istikrarsızlıklardan etkilenmesine ve kuruluşundan 2004 yılına kadar geçen sürede teşkilat kanunu olmadan faaliyet göstermesine rağmen, kadın-erkek eşitliği konusunda çalışacak insan kaynağının yetiştirilmesi ve teknik temellerin oluşturulması açısından önemli rol oynamış; kadın-erkek eşitliği konusunun devletin politik gündemine girmesine katkıda bulunmuştur (Acuner, 2007, 157). KSGM tarafından, Avrupa Komisyonu’nun mali katkısı ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun teknik desteği ile yürütülen “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi” kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar, devletin konu ile ilgili somut çabalarını göstermesi açısından değerlidir (Hazal, 2008). Ancak, KSGM bütçesine genel bütçeden oldukça yetersiz bir pay ayrılması ve KSGM’nin diğer kamu kurum ve kuruluşları üzerinde yönlendirici ve eşgüdüm sağlayıcı bir güce sahip olmaması, devletin kadın-erkek eşitliğine yaklaşımı konusunda tesadüfi ve kısa dönemli politikalar benimsediğini gösteren bir örnek olarak değerlendirilmektedir (Işık, 2008; 52). 1990’larda Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde kadın konukevlerinin hizmet vermeye başlaması, SHÇEK’e bağlı toplum merkezlerinde ve aile danışma merkezlerinde kadınlara yönelik güçlendirme programlarının yürütülmesi devletin kadına 60 yönelik şiddete karşı mücadelede etkin bir taraf olmaya çalıştığını göstermektedir (Geven, 2008). Aynı yıllarda yerel yönetimler bünyesinde kurulan kadın komisyonlarının kadına yönelik şiddet alanında çalışmalar yapmaya başlaması; bazı yerel yönetimlerin, kadın kuruluşlarının danışma merkezi ve sığınak açma çalışmalarına destek vermesi ya da doğrudan kendilerinin bu kurumları açması; valilikler bünyesinde kadının statüsü birimlerinin oluşturulması kadına yönelik şiddetle mücadelenin devlet ayağındaki diğer önemli gelişmelerdir (Işık, 2007). Resmi düzeydeki gelişmelerle ve özel amaçlı kadın kuruluşlarının çalışmalarıyla ortaya konan kadın hareketi, toplumsal, siyasal ve kültürel yapının ataerkil zihniyetinde köklü değişiklikler yaratamamış olmasına rağmen ideolojik anlamda azımsanamayacak bir etki yaratmıştır (Acuner, 2007; 155). Bu olumlu etki, mevcut yasal düzenlemelerde kadınlar lehine değişikliklerin yapılmasına katkıda bulunmuştur. Örneğin, tecavüz suçunda tecavüz edenin kadının medeni haline ve nasıl bir hayat sürdüğüne (fahişe olup olmadığına) göre farklı hapis cezasına çarptırılmasını öngören 438. madde Türk Ceza Kanunu’ndan, kadının çalışmasını koca iznine bağlayan 159. madde Türk Medeni Kanunu’ndan çıkarılmış; “bakire”, “dul”, “boşanmış” gibi tanımların nüfus cüzdanlarında yer alması uygulaması sonlandırılmış; bekaret kontrollerine yönelik Adalet Bakanlığı Genelgesi yayınlanmış; Anayasa Mahkemesi kararıyla zina suç olmaktan çıkarılmıştır (Işık, 2007). Kadın hareketinin lobi ve kampanya faaliyetleri sayesinde, 1998 yılında 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun çıkarılmış; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanması sırasında önceki kanunlarda kadın ayrımcılığına yer veren maddelerin kaldırılması, taşıdığı yetersizliklere rağmen kanunların kadın-erkek eşitliğini gözeten bir bakış açısıyla yazılması mümkün olmuştur (Anıl, Arın, Hacımirzaoğlu Berktay, Bingöllü, İlkkaracan, Erçevik Amado, 2005). Ayrıca, 2005 yılında “Töre ve Namus Cinayetleri ve Kadına ve Çocuğa Yönelik Şiddet Hakkında Meclis Araştırma Komisyonu” kurulmuş, bu komisyon konuya ilişkin alınabilecek önlemlerin belirlendiği bir rapor hazırlamıştır (Hazal, 2008). Bu raporu takiben 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile bu genelgeye bağlı olarak 2007/8 sayılı İçişleri Bakanlığı Koordinasyon Genelgesi çıkarılmıştır. Başbakanlık Genelgesi kapsamında İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ile gerçekleştirilen protokoller sonucunda, Emniyet Teşkilatı ve sağlık kuruluşlarında çalışan personele kadına yönelik aile içi şiddet konusunda duyarlılığı arttırıcı, mesleki bilgi ve becerileri geliştirici hizmet içi eğitimler verilmiştir (Hazal, 2008). Yine 61 Başbakanlık Genelgesi’nde yer alan önlemler çerçevesinde “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Ulusal Eylem Planı” KSGM’nin koordinasyonunda hazırlanmış ve kitap olarak basılmıştır (Hazal, 2008). 1990’larda ivme kazanan feminist hareketin kazanımlarından biri de, üniversiteler bünyesinde yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim veren “kadın çalışmaları” programlarının ve kadın sorunları ile ilgili kuramsal bilginin üretildiği, yayıldığı ve uygulamaya dönük çalışmaların yapıldığı “kadın sorunları araştırma merkezlerinin” açılması olmuştur. Akademi içinde “toplumsal cinsiyet bakış açısının” geliştirilmesine önemli katkı sağlayan kadın çalışmaları birimleri ve kadın merkezleri, diğer kadın sorunları konusunda olduğu gibi, kadına yönelik şiddetle ilgili de bilimsel araştırmalar yapmakta; kurs, seminer, konferans, kongre ve sempozyum gibi eğitime yönelik etkinlikler düzenlemekte; amaçları doğrultusunda yayın yapmakta; danışmanlık hizmeti vermekte ve savuculuk faaliyetlerinde bulunmaktadır (Akın, 2008). 2.4.2. Kadına Yönelik Ayrımcılık ve Şiddetle İlgili Uluslararası Belgeler Türkiye açısından uluslararası belgelerin bağlayıcılığı, TC Anayasası’nın 90. maddesi tarafından belirlenmektedir. Buna göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamamaktadır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınmaktadır. 2.4.2.1. Uluslararası İnsan Hakları Belgelerinde Kadın-Erkek Eşitliği 2.4.2.1.1. BM Belgeleri BM’nin insan hakları ile ilgili temel belgeleri içinde kadın-erkek eşitliği, tüm insanların eşit olduğu ve diğer tüm koşullarla birlikte cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin herkesin insan hak ve özgürlüklerine sahip olduğu şeklindeki temel prensipler ile vurgulanmıştır. 26 Haziran 1945 tarihinde imzalanan “Birleşmiş Milletler Antlaşması”, kadın-erkek eşitliğini uluslararası hukukta tanıyan ilk belgedir (Moroğlu, 2005; 15). Bu anlaşmanın hem “Başlangıç” hem de “Amaçlar ve İlkeler” (m.1/f.3; m.13/f.1b; m.55/c) bölümünde insan hakları ve temel 62 özgürlüklerin hayata geçirilmesinde cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılamayacağına yer verilmiştir. 10 Aralık 1948 tarihinde imzalanan “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”nde de insanların onur ve haklar bakımından eşit olduğu ilan edilmiş ve insan haklarının temel bir değer olarak benimsenmesi kabul edilmiştir. Bildirinin “Başlangıç” bölümünde kadın-erkek eşitliğine yapılan vurgu ve cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılmamasına ilişkin maddeler (m.2; m.7; m.16/f.1-2; m.23/f.2), uluslararası alanda cinsiyete dayalı eşitsizliğe karşı farkındalığın artmasını sağlamış ve kadın haklarına yönelik çalışmalarda itici güç olmuştur (Moroğlu, 2005; 17). 16 Aralık 1966 tarihinde imzalanan “Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi”nde “kadın-erkek eşitliği” daha kapsamlı olarak ele alınmış (m.2/f.1; m.23/f.2-3; m.26), taraf devletlere sözleşmede yer alan bütün kişisel ve siyasal hakların kullanılmasında cinsiyet eşitliğini sağlama ve eşitliğin uygulanabilmesi için gerekli tüm yasal tedbirleri ve önlemleri alma yükümlülüğü getirilmiştir. Sözleşmede yer alan bir hakkın ihlali halinde BM İnsan Hakları komitesine başvuru hakkı tanınmıştır. 2.4.2.1.2. Avrupa Konseyi ve AB Belgeleri BM belgelerinde ayrımcılık yasağı temelinde yer alan kadın-erkek eşitliği hususu, AB belgelerinde de önemle üzerinde durulan konulardan biri olmuştur. 4 Kasım 1950 tarihinde kabul edilen “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunması Sözleşmesi”, sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma açısından cinsiyet ayrımcılığının yapılamayacağına dair bir madde içermektedir (m.14). Ayrıca sözleşmenin “özel hayatın ve ailenin korunmasına” (m.8/f.1-2) ve “evlenme hakkına” (m.12) ilişkin maddeleri de dolaylı olarak cinsiyet temelli sorunları ele almaktadır. Sözleşme, devletlere ve kişilere, sözleşmede tanınan hakların ihlal edildiği iddiası ile, iç hukuk yollarının tüketilmesi koşuluyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma hakkı tanımaktadır (m.33; m.34; m.35/f.1). Mahkemeye, kadının insan hakları ihlalleri konusunda, özellikle 14. maddeye dayanarak başvuruda bulunulmaktadır (Moroğlu, 2005; 57). 22 Kasım 1984 tarihinde Sözleşmeye eklenen Ek Protokol’de diğer haklarla birlikte “eşler arasında eşitlik” hakkı düzenlenmiş (m.5), bu madde ile evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda eşlerin tüm medeni haklar ve sorumluluklardan eşit şekilde yararlanacağı hükmü getirilmiştir. 3 Nisan 1996 tarihinde değiştirilmiş şekli imzaya açılan Avrupa Sosyal Şartı ve Ek Protokol’de, Avrupa Konsey üyesi devletler ve AB’ye üye ve aday ülkelerin uyması gereken çalışma yaşamına ilişkin koşullar tanımlanmış ve uygulama yöntemleri belirlenmiştir. 63 Çalışma yaşamında kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve çalışan kadınların haklarının güvence altına alınması ile ilgili ilkeler ortaya konmuş (b.1/8-27; m.4/f.3; m.8/f.1-2-3-4-5; m.10/f.2; m.20/a-b-c-d; m.26/f.1; m.27/f.1-2-3; m.E), bu ilkelerin yaşama geçirilmesi konusunda taraf devletlere “olumlu ayrımcılık” uygulamasının da dahil olduğu yükümlülükler getirilmiştir. Ayrıca, AB’nin 25 Temmuz 1957 tarihli “Roma Antlaşması”nda (m.119), 7 Şubat 1992 tarihli “Maastricht Antlaşması’na ek Sosyal Şart”ta (m.2/f.1; m.6/III) ve 2 Ekim 1997 tarihli “Amsterdam Antlaşması”nda (m.2; m.3/f.2; m.13; m.141/f.1-2-3-4) çalışma yaşamında kadınerkek eşitliğine yönelik politikaların geliştirilmesi ve taraf devletler tarafından benimsenmesi doğrultusunda maddeler yer almıştır. AB vatandaşlarının temel haklarını ve AB’nin vatandaşlarına karşı sorumluluklarını düzenleyen “AB Temel Haklar Şartı’nda da (2000), “yasa önünde eşitlik” (m.20), “ayrımcılık yasağı” (m.2) ve “erkekler ve kadınlar arasında eşitlik” (m.23) çerçevesinde kadınlara yönelik ayrımcılıkla mücadelenin yasal dayanakları oluşturulmuştur. 2.4.2.2. Kadın Hakları ile İlgili Uluslararası Sözleşmeler ve Belgeler İnsan hak ve özgürlükleri temelinde doğrudan kadın haklarını konu edinen uluslararası belgeler içinde “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”, hem kadının insan hakları ile ilgili ilk belge olması hem de ortaya çıktığı sosyal ve siyasal koşullar nedeniyle dikkate değerdir (Moroğlu, 2005; 107). 1789 Fransız Devrimi’nin ardından 1791 tarihinde yazılan bildirge, “tüm insanların doğuştan eşit ve özgür olduğu” yönündeki dönemin egemen söyleminden kaynağını almıştır. Bildiride eşitlik ve özgürlüğün kadınlar için de geçerli olduğu savunulmuş ve kadınların kamusal ve siyasal yaşamda erkeklerle eşit düzeyde yer alması için gerekli talepler ilan edilmiştir. Bildirinin yazarı Olympe de Gouges, siyasal bir bildiri yayınladığı ve kadının insan haklarını savunduğu için 1793’te giyotine gönderilmiştir. 18 Aralık 1979 tarihinde kabul edilen “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” (CEDAW) uluslararası platformda cinsiyete dayalı ayrımcılığın önlenmesi amacıyla yapılan ve ayrımcılıkla mücadele konusundaki ortak kararlılığın ürünü olan en önemli ve ayrıntılı çalışmalardan biridir. En geniş katılımlı belgelerden biri olan sözleşme, aynı zamanda en çok çekince konulan belgelerden biri olma özelliğini taşımaktadır (Moroğlu, 2005; 111). Sözleşmede, “kadınlara karşı ayrımcılık” kavramı açık biçimde tanımlanmış 64 (m.1) ve taraf devletlere, kadınlara karşı her türlü ayrımı kınama, tüm uygun yollardan yararlanarak ve gecikmeksizin kadınlara karşı ayrımı ortadan kaldırıcı politikalar izleme (m.2); özellikle politik, siyasal, ekonomik ve kültürel sahalarda olmak üzere bütün alanlarda kadınların tam gelişmesini ve ilerlemesini sağlama, kadınların erkeklerle eşit olarak insan hakları ve temel özgürlüklerinden yararlanmasını ve bu hakları kullanmasını garanti etmek amacıyla, yasal düzenleme dahil bütün önlemleri almayı (m.3) taahhüt etme yükümlülüğü getirilmiştir. 1992 yılında sözleşmeye ek olarak hazırlanan CEDAW 19 sayılı Genel Tavsiye Kararı’nda, cinsiyet temelli şiddetin kadına yönelik ayrımcılık biçimlerinden biri olduğu vurgulanmakta ve kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için alınması gereken önlemlere yer verilmektedir. Sözleşme, bildiri ve önergelerden farklı olarak taraf devletleri bağlayıcı niteliktedir ve uygulanmak zorundadır (WAVE, 2007). Sözleşmenin uygulanmasındaki gelişmeleri gözden geçirmek amacıyla (m.17) kurulan Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, devletlerin somut adımlarını izleme görevi görmektedir. Taraf devletler sözleşme hükümleri doğrultusunda aldıkları yasal, adli, idari ve diğer önlemlerle ilgili bir raporu sözleşmeyi onayladıktan sonraki bir yıl içinde ve daha sonra da her dört yılda bir komiteye sunmaktadır (m.18/f.1a-b). 6 Ekim 1999 tarihinde Ek İhtiyari Protokol’ün kabulüyle birlikte, komitenin izleme işlevine denetleme görevi de eklenmiştir. Komite, taraf devletlerin yargılama yetkisi altında bulunan ve sözleşmede yer alan haklarının ihlal edildiğini iddia eden bireyler veya bireylerden oluşan gruplar tarafından ya da bunlar adına yapılan şikayet başvurularını kabul ve inceleme yetkisine (m.1; m.2) ve başvurularla ilgili araştırma, soruşturma ve öneride bulunma yetkisine (m.7; m.8; m.9) sahiptir. Bu yolla, kadınların sözleşme çerçevesinde haklarını aramak üzere başvurabilecekleri etkin bir denetim mekanizması oluşturulmuştur (Moroğlu, 2005; 124). BM Genel Kurulu tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde doğrudan kadına karşı şiddeti konu edinen ilk insan hakları belgesi olan “Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri” ilan edilmiştir. Bildiride kadınlara karşı şiddete net bir tanım getirilmiş (m.1), kadınlara uygulanan şiddetin çeşitli biçimlerine örnekler verilmiş (m.2), kadınların sahip olduğu insan hakları ve temel özgürlüklerin altı bir kez daha çizilmiş (m.3), kadınlara karşı şiddetin engellenmesi için devletlerin sorumlulukları (m.4) ve Birleşmiş Milletler’in rolü belirtilmiştir (m.5). 1994 tarihli “Kadın Haklarının İnsan Hakları Mekanizmalarıyla Bütünleştirilmesi ve Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Meselesi” başlıklı kararda da 65 konu ile ilgili bilgi toplamak, şiddetin önlenmesi için çözümler önermekle görevlendirilecek bir raportör atanması ve kadın haklarının BM insan hakları mekanizmaları içine dahil edilmesi kararlaştırılmıştır. Kadın haklarına yönelik uluslararası çalışmalar arasında yer alan BM Dünya Kadın Konferansları, hem dünya kadınlarının ortak sorunlarının, özellikle de kadına yönelik şiddet konusunun, uluslararası kamuoyunda geniş biçimde tartışılmasına zemin hazırladığı, hem de konferanslar sonucunda yayınlanan belgeler kadın hareketi üzerinde belirleyici rol oynadığı için ayrı önem taşımaktadır (Moroğlu, 2005). BM Teşkilatı, 1972 yılı Genel Kurulu’nda alınan bir kararla 1975 yılını “Uluslararası Kadınlar Yılı” ilan etmiştir. Bu kapsamda düzenlenen etkinlikler arasında yer alan ve 1975 yılında Mexico City’de düzenlenen “BM Birinci Dünya Kadın Konferansı”, kadın sorunlarını görüşmek amacıyla dünya devletleri düzeyinde yapılan ilk uluslararası toplantıdır (Moroğlu, 2005; 139). Konferans sonunda hazırlanan “Kadının Eşitlik, Kalkınma ve Barışa Katkıları 1975 Meksika Deklarasyonu” bildirgesinde, kadınların sorunlarının toplumun tamamını ilgilendirdiği ilk kez kabul edilmiş ve bu sorunları çözebilmek için bir yandan mevcut ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşamda yapısal değişiklikler yapılması, bir yandan da cinsiyet anlayışlarının dönüştürülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca, 1976-1985 yılları arası “Eşit Haklar, Kalkınma ve Barış için Kadın Onyılı” olarak deklare edilmiştir (Akın, 2008; 30). BM’ye üye devletlere, ilk kez, kadın sorunlarına yönelik çözümler üretecek ulusal ve uluslararası mekanizmalar oluşturma çağrısı yapılmış, kadın sorunlarının boyutlarını saptamak amacıyla cinsiyet ayrımlı istatistikler yapılmasına ve veri bankaları oluşturulmasına karar verilmiştir. Son olarak, bir kadın hakları bildirgesinin hazırlanması konusunda acil çağrı yapılmıştır. 1980 yılında Kopenhag’da toplanan “BM İkinci Dünya Kadın Konferansı”nın gündemi “Hak, Sorumluluk ve Fırsat Eşitliği” olarak belirlenmiştir. Konferansta, “BM Birinci Dünya Kadın Konferansı” sonrasındaki gelişmeler gözden geçirilmiş ve kadının statüsünün ilerlemesi konusunda oldukça yavaş ilerleme kaydedildiği saptanmıştır. Karşılaşılan engelleri aşmak için bir eylem programı hazırlanmış ve bu programda ilk kez aile içi şiddet konusu öncelikli sorun alanlarından biri olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, konferansta tüm dünya devletleri 1979 yılında kabul edilen “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni imzalayıp onaylamaya davet edilmiştir. 66 1985 yılında Nairobi’de toplanan “BM Üçüncü Dünya Kadın Konferansı”nda son on yılın kazanımları değerlendirilerek “Kadının İlerlemesi için Nairobi İleriye Yönelik Stratejiler Belgesi” kabul edilmiştir. Bu belgede, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kadınların yaşadığı çeşitli sorunlar tanımlandıktan sonra bu sorunların aşılabilmesi için alınacak önlemler ve gerekli stratejiler belirlenmiştir. Özellikle, kadınların her düzeydeki karar alma mekanizmalarında yer almaları gerekliliği üzerinde durulmuştur. 1993 yılında Viyana’da toplanan “BM İkinci Dünya İnsan Hakları Konferansı”, kadınlara yönelik şiddetin ilk kez “özel” ya da “ulusal” bir sorun olarak görülmeksizin tanınması nedeniyle, uluslararası kadın hareketi açısından bir dönüm noktası olmuştur (WAVE, 2007; 16). Bu konferansta, İnsan Hakları Bildirgesi’nin kadınların karşılaştığı insan hakları ihlalleri karşısında yeterince koruyucu ve kapsayıcı olmadığı fark edilerek, “kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının evrensel insan haklarının ayrılmaz, bölünmez ve vazgeçilmez bir parçası” olduğu savunulmuş ve “Kadın Hakları, İnsan Haklarıdır” ibaresi kabul edilmiştir. 1995’te Pekin’de önceki üç konferansa göre oldukça geniş katılımlı biçimde düzenlenen “BM Dördüncü Dünya Kadın Konferansı” sonunda “Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu” 189 ülke tarafından çekincesiz kabul edilmiştir. Yapılan durum değerlendirmesinde kadınların sorun yaşadığı öncelikli 12 alan belirlenmiş ve belirlenen acil önlem alanları konusunda hükümetlere, sivil toplum örgütlerine ve özel sektöre düşen görevler ayrıntılı biçimde ortaya konularak, ülkelere somut adımlar atma konusunda çağrıda bulunulmuştur. “BM Dördüncü Dünya Kadın Konferansı”ndan sonra kaydedilen ilerlemeyi saptamak ve yeni politikalar belirlemek amacıyla 2000 yılında New York’ta “Pekin +5 BM Genel Kurulu Özel Oturumu” düzenlenmiştir. “Kadın 2000: 21. Yüzyıl için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış” konulu oturumun sonunda “Pekin +5 Siyasi Bildirgesi ve Sonuç Belgesi” kabul edilmiştir. Siyasi deklarasyonla hükümetler, toplumsal cinsiyet eşitliği, kalkınma ve barış için belirlenen hedeflere bağlılıklarını ve verdikleri taahhütleri teyit etmişlerdir. Sonuç belgesi ise temel kavramları, 1995’ten bu yanan belirlenen 12 kritik alanda elde edilen kazanımları ve karşılaşılan engelleri, yine 1995’ten bu yana dünyada meydana gelen değişimlerin kadın yaşamına etkilerini ve geleceğe yönelik eylem ve girişimleri kapsamaktadır. 67 2005 yılında gerçekleştirilen “Pekin +10 Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’nu Değerlendirme Toplantısı”nda “Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu”nu takip eden 10 yıl içinde kaydedilen gelişmeler gözden geçirilmiştir. Toplantıda ağırlıklı olarak ele alınan konular arasında kadınların konumlarının güçlendirilmesi, kadın trafiği ve ticaretinin önlenmesi, kadın girişimciliğinin desteklenmesi yer almaktadır. 2.4.3. Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Türkiye’deki Yasal Düzenlemeler 2.4.3.1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 07.11.1982 tarihinde kabul edilen 2709 sayılı TC Anayasası’na göre herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir (m. 10). 2004 yılında bu maddeye yapılan bir eklemeyle kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu ve devletin, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu vurgulanmıştır. Anayasa’nın 17. maddesine göre, herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz. Anayasa’nın 41. maddesinde, 2001 yılında yapılan bir değişlikle birlikte, aile, eşler arası eşitliğe dayalı temel bir toplumsal yapı olarak tanımlanmaktadır. Aynı maddenin devamında, devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak ve teşkilâtı kurmakla yükümlü kılınmaktadır. 2.4.3.2. Türk Ceza Kanunu 26.09.2004 tarihinde kabul edilen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet konuları ayrı suç başlıkları altında tanımlanmamaktadır. Bununla birlikte, “Kişilere Karşı Suçlar” kısmında “Hayata Karşı Suçlar”, “Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar”, “İşkence ve Eziyet”, “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” ve “Hürriyete Karşı Suçlar” bölümlerinde düzenlenen bazı suçlar, gebe bir kadına ya da aile üyelerinden birine karşı işlendiğinde suçun nitelikli halleri kapsamında değerlendirilmekte ve verilen ceza çeşitli oranlarda arttırılmaktadır. Kasten öldürme suçu (m.82), diğer nitelikli hallerle birlikte, üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı, çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak 68 durumda bulunan kişiye karşı, gebe olduğu bilinen kadına karşı ya da töre saikiyle işlendiğinde kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Kasten yaralama (m.86) suçunun üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı işlenmesi halinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası hükmolunmaktadır. Kasten yaralama (m.86) ve taksirle yaralama (m.89) suçları, gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına ya da gebe bir kadının çocuğunun düşmesine neden olmuşsa verilecek ceza yarı ile iki kat oranında arttırılmaktadır. Benzer biçimde, 96. maddede tanımlanan eziyet suçu, çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı ya da üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa ya da eşe karşı işlendiğinde, verilecek ceza arttırılarak kişi hakkında üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır. 102. maddede düzenlenen cinsel saldırı suçunun, cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığının ihlâl edilmesi yoluyla işlenmesi durumunda, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile, vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır. Çocukların cinsel istismarı suçu, ayrı bir madde altında düzenlenmektedir (m.103). Buna göre, cinsel istismar; onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar biçiminde tanımlanmaktadır. Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır. Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılmaktadır. Ayrıca, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen bu suçlara verilecek cezalar, suçun nitelikli halleri göz önüne alındığında, çeşitli oranlarda arttırılmaktadır. Reşit olmayanla ilişki suçu (m. 104), mağdur ve fail arasındaki yaş farkına bağlı olarak altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Mağdurun şikayetine bağlı bir suç olan cinsel taciz suçu (m. 105) da, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası veya adlî para cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu suç, hiyerarşi veya hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye 69 kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, verilecek ceza yarı oranında artırılmaktadır. Tehdit suçu ile ilgili düzenlemeye göre (m. 106), bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bir şeyi yapması veya yapmaması ya da kendisinin yapmasına müsaade etmesi için bir kişiye karşı cebir kullanılması hâlinde, kasten yaralama suçundan verilecek ceza üçte birinden yarısına kadar arttırılmaktadır (m. 108). Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçuna (m. 109), bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilmekte, bu suçun; üstsoy, altsoy veya eşe karşı ya da çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat arttırılmaktadır. Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, iş ve çalışma hürriyetini ihlâl eden kişiye, mağdurun şikâyeti hâlinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilmektedir (m. 117). Kişiler arasındaki haberleşmenin hukuka aykırı olarak engellenmesi hâlinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunmaktadır (m. 124). “Topluma Karşı Suçlar” kısmında “Aile Düzenine Karşı Suçlar” bölümünde yer alan, birden çok evlilik, hileli evlenme, dinsel tören (m. 230), kötü muamele (m. 232), aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali (m. 233), çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (m. 234) suçları da, aile yaşamında özellikle kadınların ve çocukların sıklıkla karşılaştığı çeşitli istismar ve ihmal türleri ile ilgili cezai yaptırımları düzenlemektedir. 2.4.3.3. Ailenin Korunmasına Dair Kanun 14.01.1998 tarihinde kabul edilen 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, aile içi şiddet uygulayan kişilere karşı uygulanacak tedbirleri düzenlemektedir. Yasa, 5986 sayılı kanunla birlikte, sadece kusurlu eşleri değil, aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireyleri ile aynı çatı altında yaşamayan, mahkemece ayrılık kararı verilen aile bireylerini, yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya ayrılık nedeni ile ayrı konutlarda bulunan bireyleri ve evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerini ve çocukları kapsamaktadır.Bu kanun kapsamındaki tedbirler arasında, aile içi şiddet uygulayan kişinin; a) Diğer eşe veya çocuklara veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması, 70 b) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer eşe ve varsa çocuklara tahsisi ile diğer eş ve çocukların oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması, c) Diğer eşin, çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin eşyasına zarar vermemesi, d) Diğer eşi, çocukları veya aynı çatı altında yaşayan aile bireylerini iletişim vasıtasıyla rahatsız etmemesi, e) Varsa silah ve benzeri araçlarını zabıtaya teslim etmesi, f) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak ortak konuta gelmemesi veya ortak konutta bu maddeleri kullanmaması yer almaktadır (m.1). Ayrıca, belirtilen hükümlerin tatbiki maksadıyla öngörülen süre altı ayı geçmemekte ve kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedileceği hususu kusurlu eşe ihtar olunmaktadır.Hakim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde bulundurarak tedbir nafakasına hükmedebilmektedir. Bu kanun çerçevesinde yapılan başvurular harca tâbi değildir. Kanunun 2. maddesi uyarınca, koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunmakta, Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararının uygulanmasını zabıta marifetiyle izlemekle görevlendirilmektedir. Koruma kararına uyulmaması halinde zabıta, mağdurların şikayet dilekçesi vermesine gerek kalmadan re'sen soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirmekle yükümlüdür. Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açabilmektedir. Bu davanın duruşması yer ve zaman kaydına bakılmaksızın 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerine göre yapılmaktadır. Fiili başka bir suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eşe ayrıca üç aydan altı aya kadar hapis cezası hükmolunmaktadır. 2.4.3.4. Sığınma Evleri ile İlgili Yasal Düzenlemeler Sığınma evine ihtiyaç duyan çocuklara ve kadınlara verilecek hizmetlerle ilgili düzenlemeler, Çocuk Koruma Kanunu’nda (m.5), Çocuk Koruma Kanunu’na Göre Verilen Koruyucu ve Destekleyici Tedbir Kararların Uygulanması Hakkında Yönetmelik’te (m.15), Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’nda (m.1, m.3, m.4), SHÇEK’e Bağlı Kadın Konukevleri Yönetmeliği’nde ve SHÇEK’in Özel Hukuk Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konukevleri Yönetmeliği’nde yer almaktadır. 71 03.07.2005 tarihinde kabul edilen 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. maddesine göre, büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyelerin görev ve sorumlulukları arasında, kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açmak bulunmaktadır. 2.4.4. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınma Evleri 2.4.4.1. Kadın Sığınma Evlerinin Tarihçesine Kısa Bir Bakış Sığınma evleri, fiziksel, psikolojik, cinsel, sözel ve ekonomik şiddete uğrayan kadınların çocuklarıyla birlikte kendilerini güvende hissedebilecekleri, özgüvenlerini geliştirebilecekleri, iş bulup şiddet ortamından uzaklaşabilecekleri, adresi gizli tutulan sosyal hizmet kuruluşlarıdır (Akay, Kaşker, Gökberk, Özavar, Güvenç, 1996; 180). Kadın sığınma evleri, aynı zamanda kadınlarla erkekler arasındaki hak ve fırsat eşitliğini ve kadınların insan haklarını savunarak kadına yönelik şiddetle mücadelede anahtar rol oynamaktadır (WAVE, 2007; 11). Sığınma evleri, evlerini terk ederek kendilerine dayatılan yaşama “hayır” diyebilmeyi başarmış kadınların özgürleşmelerinde ilk adımı oluşturmaktadır (Şahinoğlu, 2000; 32). “Özel olan politiktir” sloganı ile aile içi şiddeti görünür kılan ve sorunu ev ortamından kamusal alana taşıyan sığınma evleri, egemen cinsiyetçi düzeni sorgulayabildiği sürece, kadınların şiddete karşı direnme odakları olabilmektedir (Ovadia, 1996; 177). Kadına yönelik aile içi şiddet ilk olarak 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında sosyal bir sorun olarak kabul edilmiş ve aynı dönemde bu sorunla mücadele etmek için kadın danışma merkezleri ve sığınaklar açmanın vazgeçilmez ve acil bir gereklilik olduğu fark edilmiştir (Şahinoğlu, 2000). İlk kadın sığınma evi 1972 yılında Londra’da, yerel otoritelerin, şiddete maruz kalan kadınların sorunlarına duyarsız kalmaları nedeniyle kurulmuş, bunu Amerika’da kurulan ikinci sığınma evi ve sonrasında Kuzey Amerika’ya yayılan sığınma evi açma faaliyetleri izlemiştir (Şahinoğlu, 2000). Avrupa’daki çalışmalar Britanya Adaları’nda hız kazanmış, daha sonra Batı, Orta ve Kuzey Avrupa’da, ardından da Güney Avrupa’da ve Demir Perde’nin yıkılmasından sonra Doğu ve Güneydoğu Avrupa’da yaygınlık kazanmıştır (WAVE, 2007). 2.4.4.2. Kadın Sığınma Evlerinin Kuruluş Amaçları Temel işlevi istismar mağduru kadınlara ve çocuklara güvenli bir barınma hizmeti sağlamak olmakla birlikte, bir sığınma evinin birincil amaçları bununla sınırlı değildir. Kadınları 72 şiddetten korumak ve onların güvenliğini sağlamak öncelikli hedeflerden biridir, ancak bu hizmet, şiddetin sonlandırılması ve tekrarının önlenmesi konusunda verilecek destek hizmetleri ile birlikte sağlandığında sığınma evinin kuruluş amaçlarına uygun hareket edilmiş olmaktadır (WAVE, 2007). Sığınma evinde yaşayan kadınların ve çocukların güçlenmesi şiddetsiz bir hayat sürmenin temel adımlarından biridir. Güçlenme; kadınların ve çocukların yaşadıkları travmatik deneyimlerle başa çıkmaları, zedelenmiş özgüvenlerini yeniden kazanmaları, rotasını kendilerinin çizeceği bir hayatın temellerini atmaları ve kendilerine uygulanan şiddet mekanizmalarını anlayıp şiddete karşı etkin direnme stratejileri geliştirmeleri yönünde verilecek destek ile sağlanabilir (WAVE, 2007; 30). Kadın sığınma evlerinin bir başka ve en az koruma ve güçlenmenin sağlanması kadar önemli amacı da, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, şiddetin etkileri, sorunun kaynakları, sorunla başa çıkma yolları gibi konularda toplumsal farkındalığı arttırarak, şiddeti doğuran tutum ve davranış örüntülerini ortadan kaldırmaktır (WAVE, 2007; 31) Sığınma evine kabul edilecek kadınların belirlenmesinde aranan özellikler, farklı sığınma evlerinin işleyiş politikalarına bağlı olarak çeşitlilik gösterse de, hedef gruplar için saptanmış bazı önkoşullar bulunmaktadır. Ortak görüş, sığınma evlerinin aile içi şiddetin herhangi bir türü ile karşı karşıya kalmış tüm kadınlara açık olması yönündedir (WAVE, 2007). Bu gruba dahil olan fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik istismar mağduru kadınlar dışında, ailesel ya da diğer çevresel koşullar nedeniyle ekonomik ve sosyal yoksunluk çeken kadınlara da hizmet veren sığınma evleri de bulunmaktadır (SHÇEK, 1998). Alkol ve madde bağımlılığı olan, fuhuşu meslek edinmiş, herhangi bir suç nedeniyle hükümlü ya da aranmakta olan, ruh sağlığı bozuk, zihinsel özürlü, ağır hasta, sürekli bakıma ve yardıma muhtaç yaşlı kadınların kabulü devlete bağlı faaliyet gösteren sığınma evlerinde iç yönetmelik hükümleri ile sınırlanmakta (SHÇEK, 1998), bazı sığınma evlerinde ise söz konusu sorun ve sahip olunan kaynaklar göz önünde tutularak her vaka için bireysel kararlar alınmaktadır (WAVE, 2007). 2.4.4.3. Kadın Sığınma Evlerinde Sunulan Hizmetler Bir kadın sığınma evi, daha önce de belirtildiği gibi kadınların ve çocukların güvenliğinin sağlanması ve korunması, psikolojik açıdan güçlenmesi ve şiddete karşı toplumsal bilincin arttırılması amaçlarına yönelik faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için kadınlara sunulan geniş kapsamlı hizmetler arasında acil yardım hatları, danışmanlık, barınma, bireysel danışmanlık ve güçlendirme, grup çalışmaları, 73 güvenlik, kendini savunma, hukuki yardım, maddi kaynak ve konut bulma, sağlık, istihdam ve eğitim gibi konularda verilen destek ile sığınaktan ayrılma sonrasındaki izleme çalışmaları yer almaktadır (WAVE, 2007). 24 saat hizmet veren acil yardım hatları, şiddet mağduru kadınlara telefonda kriz desteği sağlamakta ve gerekli durumlarda onları sığınma evine yönlendirmektedir. Danışmanlık hizmeti ile başvuran kadınların durumları incelenerek ihtiyaçları belirlenmekte, sığınma evine yerleşme ihtiyacı olan kadınlara hakları ve imkanları ile ilgili bilgilendirme yapılmaktadır. Bu aşamada sığınma evinde sunulan hizmetler de anlatılmaktadır. Farklı örgütlenme modellerine bağlı olarak, profesyonel danışmanlık hizmeti, sığınma evinin kendisi ya da sığınma evi ile işbirliği içinde çalışan ayrı bir danışmanlık merkezi tarafından verilebilmektedir. Bireysel danışmanlık seanslarında, şiddet deneyimleri üzerine konuşma ve düşünme fırsatları yaratılmakta; kadınların benlik saygıları onarılarak kendi hayatlarını ilgilendiren konularda bağımsız karar alma potansiyelleri açığa çıkarılmakta; şiddeti ortaya çıkaran iktidar ve denetim mekanizmaları ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi konularda bilgi verilerek kadınların yaşadıklarını anlamlandırmalarına ve cinsiyet rollerini dönüştürmelerine yardımcı olunmaktadır. Bireysel danışmanlık seanslarında verilen psikososyal destek, kadınların duygu, düşünce ve deneyimlerini paylaşarak diğer kadınlarla etkileşime girdiği grup çalışmaları ile pekiştirilmektedir (WAVE, 2007; 51-55; KSGM, 2008; 52-54). Hukuki yardım, kadınların sahip olduğu yasal haklar ve bu hakları elde edebilmek için gerekli yasal işlemlerle ilgili bilgi verilmesini; polis, mahkeme ve duruşmalara giderken kadınlara refakat edilmesini, kadınların duruşmalara hazırlanmasını ve avukat temin edilmesini içermektedir. Mali konularda ise kendine ait geliri olmayan kadınların kaynak bulmalarına ve sosyal yardım kurumlarından mali destek almalarına, ayrıca kamu kuruluşları ile işbirliği sayesinde düşük kiralı konut edinmelerine yardımcı olunmaktadır. Sığınma evleri, devlet ya da özel sağlık kuruluşları ile işbirliği yaparak kadınların tıbbi ihtiyaçlarını ücretsiz biçimde karşılayabilmeleri için gerekli olanakları sağlamaktadır. İş ve eğitim konularında sunulan destek ile çalışan kadınların işe devam edebilmesi sağlanmakta, çalışmayan kadınlara iş bulma ve çeşitli meslek edindirme ya da eğitim programlarına kaydolma konusunda yol gösterilmektedir. Ayrıca, kadınların ve çocukların toplumsal yaşama katılımını yüreklendirecek sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlenerek, izolasyonun ve yabancılaşmanın önüne geçilmektedir (WAVE, 2007; 56-59; KSGM, 2008; 55-57). 74 Sığınma evinde kalan çocuklar da genellikle ya doğrudan şiddet görmüş ya da aile içi şiddete tanıklık ederek ikincil istismara maruz kalmış bir grubu oluşturmaktadır. Sığınma evinde kalan çocuklara yönelik hizmetler, onların fiziksel güvenliğini sağlamayı; zihinsel ve duygusal sağlığını ve mutluluğunu geliştirmeyi; anne-çocuk ilişkisini desteklemeyi amaçlamaktadır (WAVE, 2007; 61-62). Bu hizmetler kapsamında, çocuğun örselenme yaşantılarının üstesinden gelmesi, sığınma evindeki yeni yaşama uyum sağlaması ve sığınma evi koşullarından kaynaklanan olumsuz duygularla ve uyum sorunları ile etkin biçimde başa çıkması için kesintisiz psikososyal destek verilmektedir. Duygusal çalışmanın yanı sıra çocuklara tıbbi bakım ve akademik destek sağlanmakta ve annelere çocuk yetiştirme konularında bilgi verilmektedir. Ayrıca, mahkemede ifade vermesi gereken bir çocuğun duruşmaya zihinsel olarak hazırlanmasına yardım edilmekte ve hukuki süreç sırasında çocuğa eşlik edilmektedir. Çocuklara yönelik hizmetler bireysel danışmanlık, grup çalışması, oyun terapisi, sanat terapisi, eğlendirici ve eğitici faaliyetler gibi yöntemler kullanılarak sunulmaktadır (WAVE, 2007; 62-66; KSGM, 2008; 59-63). 2.4.4.4. Türkiye’deki Kadın Sığınma Evlerinin Durumu Türkiye’de kamu kurumlarına bağlı ilk sığınma evi “kadın konukevi” adı altında SHÇEK’e bağlı olarak 1990 yılında açılmış, 2003 yılına kadar 8 olan SHÇEK’e bağlı kadın sığınma evi sayısı, 2008 yılında 23’e ulaşmıştır. Toplam kapasitesi 477 olan sığınma evlerinden, açılışlarından bu yana 7590 kadın ve 5586 çocuk yararlanmıştır (KSGM, 2008). SHÇEK’e bağlı kuruluşların dışında; valilik, belediye ve sivil toplum kuruluşları tarafından işletilen toplam 21 kadın sığınma evi bulunmaktadır (KSGM, 2008). Sığınma evlerinin illere göre dağılımına bakıldığında İstanbul ve Ankara’da birden fazla, Sakarya, Amasya, Rize, İzmir, Kocaeli, Yozgat, Düzce, Mersin, Van, Eskişehir, Bursa ve Balıkesir’de birer sığınma evinin faaliyet gösterdiği görülmektedir (KSGM, 2008). Türkiye’deki sığınma evi deneyimlerine bakıldığında, ilk açılan sığınma evlerinin maddi sıkıntılar ya da yönetim değişikliği gibi nedenlerle uzun süre faaliyet gösteremediği görülmektedir. Sığınma evi çalışmalarına maddi destek veren belediyelerin, “kadın sorununa” programları arasında öncelikli bir yer vermemesi, dahası böyle bir sorunu kurumsal politikalarına hiç dâhil etmemesi nedeniyle, seçimler sonucunda yeni gelen partiler siyasal eğilimlerine uygun olarak sığınma evlerine verdiği desteği geri çekmiş ya da kendilerine bağlı sığınma evlerini kapatmıştır (Arın, 1996; 149). 75 1990 yılında Bakırköy Belediyesi tarafından açılan sığınma evi 1992 yılında, Şişli Belediyesi tarafından 1990 yılında açılan sığınma evi 1994 yılında belediye yönetiminin değişmesi sonucu kapatılmıştır (KSGM, 2008; 32). Bağımsız bir kadın kuruluşunun işlettiği ilk sığınma evi 1993 yılında Ankara’da Kadın Dayanışma Vakfı ve Altındağ Belediyesi işbirliği ile kurulmuştur. 1995 yılında belediyedeki yönetim değişikliği sonucunda belediyenin sığınma evine verdiği maddi destek sonlandırılmış; bir süre kendi olanakları ile hizmet vermeye devam eden sığınma evi ekonomik sıkıntılar nedeniyle 1999 yılında kapatılmıştır. 2003 yılında Yenimahalle Belediyesi ile işbirliği kurularak tekrar açılan sığınma evi, benzer nedenlerle aynı yıl içinde kapatılmıştır. Vakıf, 2005 yılından bu yana İnsan Ticaretiyle Mücadele Sığınağı’nı işletmektedir (Ülker, 2008; 129). Kadın Dayanışma Vakfı’nın sığınma evi çalışmalarına paralel biçimde, İstanbul’da da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1990 yılında kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi yaygınlaştırmak ve şiddet mağduru kadınlarla dayanışmayı sürdürmek amacıyla kurulmuştur (Arın, 1996). Vakıf, 1995 yılında kadın sığınağını hizmete açmış; fakat ekonomik sorunlar nedeniyle bu hizmet uzun soluklu olamamış ve ancak 1998 yılına kadar sürdürülebilmiştir. Açık kaldığı 3 yıl boyunca, 350 kadın ve 250 çocuk sığınma evinden yararlanmıştır. 2004 yılında Beyoğlu Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın finansal desteği ile sığınma evi yeniden faaliyete geçmiştir. Böylece, ilk kez bir sığınma evi, bir devlet kurumu ile bir kadın örgütü arasında ortaklaşa gerçekleştirilen çalışma sonucu açılmıştır. Kaymakamlığın, Ocak 2009 itibariyle Mor Çatı’ya verdiği finansal desteği kesmesi nedeniyle sığınma evi çalışmaları bir kez daha sekteye uğramıştır. Haziran 2008 itibariyle İstanbul’da, biri Mor Çatı Kadın Sığınağı olmak üzere SHÇEK ve yerel yönetimlere bağlı faaliyet gösteren toplam 7 sığınma evi bulunmaktadır. SHÇEK bünyesinde hizmet gösteren iki kadın konukevinin dışındaki sığınma evleri Kadıköy, Küçükçekmece, Pendik ve Eyüp Belediyeleri’ne bağlı hizmet vermektedir (KSGM, 2008). 76 3. GEREÇ VE YÖNTEM 3.1. Araştırmanın Tipi Araştırma, tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir araştırmadır. 3.2. Araştırmanın Yeri ve Zamanı Araştırma Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, SHÇEK Kadın Konukevi, Eyüp, Küçükçekmece ve Kadıköy Belediyeleri’ne bağlı kadın sığınma evlerinde yürütülmüştür. Sığınma evlerinde kalan kadınlarla görüşmeler, ilgili kurumlardan sözel ve yazılı onay alındıktan sonra Nisan 2008-Ocak 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. 3.3. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi Araştırmanın evrenini, çalışmanın yapıldığı tarihlerde kadın sığınma evlerinde kalmakta olan kadınların tümü oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini, çalışmanın yapıldığı süre içerisinde belirlenen beş farklı sığınma evinde kalmakta olan, çalışmanın içleme ve dışlama ölçütlerine uygun ve çalışmaya katılmaya gönüllü toplam 75 kadın oluşturmuştur. Araştırmanın planlanma aşamasında örneklem sayısı 100 olarak belirlenmiştir. Ancak, sığınma evlerine yeni kabullerin sınırlı düzeyde kalması, görüşmelerin sadece mesai saatleri içinde yapılabilmesi nedeniyle çalışmakta olan kadınların çalışmaya dahil edilememesi, görüşme yapmayı kabul etmeyen kadınların bulunması gibi nedenlerle görüşülen kişi sayısı 75 olduğunda çalışma sonlandırılmıştır. Çalışmanın içleme ölçütü, 18-60 yaşları arasında olmak; çalışmanın dışlama ölçütleri ise çalışmaya katılmayı engelleyen bedensel bir sağlık problemine sahip olmak ve psikotik bozukluk-mental retardasyon-demans tanılarından birini almak olarak belirlenmiştir. 3.4. Veri Toplama Araçları Bilgi Toplama Formu: Bu formda yaş, eğitim durumu, gelir durumu, medeni durum gibi sosyo-demografik özellikleri ve maruz kalınan şiddet ile ilgili özellikleri değerlendirmeyi amaçlayan sorular bulunmaktadır. Şiddete ilişkin özellikler arasında duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet türlerini yaşama durumu, maruz kalınan şiddetin zamanı, sıklığı, boyutu, 77 kim/kimler tarafından uygulandığı yer almaktadır. Açık ve kapalı uçlu sorulardan oluşan yarı yapılandırılmış özellikteki form kaynak taraması sonucu geliştirilmiştir. Travma Sonrası Tanı Ölçeği (TSTÖ): TSTÖ, Foa (1995) tarafından geliştirilmiştir. Hastalarda veya deneklerde TSSB tanısının araştırılması amacıyla kullanılmaktadır. 49 maddeden oluşan ölçeği hasta/denek grupları kendileri doldurmaktadır. TSTÖ'nün yapısı ve içeriği, TSSB'ye ilişkin DSM-IV tanı kriterlerini yansıtmaktadır. Ölçekteki maddeler, DSM-IV'teki TSSB'ye ilişkin A, B, C, D, E, F kriterlerine karşılık gelmektedir. Coopersmith Benlik Saygısı Envanteri: Coopersmith (1959) tarafından geliştirilen envanterin Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Turan ve ark. (1987) tarafından yapılmıştır. Kişinin çeşitli alanlarda kendisi hakkındaki tutumunu değerlendirmede kullanılan bir ölçme aracıdır. Envanter, "benim gibi" ya da "benim gibi değil" biçiminde işaretlenebilen ve kişinin hayata bakışı, sosyal ilişkileri, kendisi hakkındaki değerlendirmeleri ile ilgili ifadeleri içeren 25 cümleden oluşmaktadır. Envanterden alınan toplam puan hesaplanırken, bireyin cümlelere verdiği cevaplar arasından uygun olanlara 4 puan verilmektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek toplam puan 100’dür. Ölçeğin kesme noktası yoktur. Alınan yüksek puanlarla benlik saygısı arasında pozitf korelasyon vardır. Araştırmada, benlik saygısı ile ilgili bulgular incelenirken grubun benlik saygısı puanının düşük ve yüksek olmasına göre değerlendirme yapılacaktır. Vücut Algısı Ölçeği (VÖA): Secord ve Jourard (1953) tarafından geliştirilmiş olan ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenirlilik çalışması Hovardaoğlu (1993) tarafından gerçekleştirilmiştir. Ölçek, kişilerin bedenlerindeki çeşitli kısımlardan ve çeşitli beden işlevlerinden hoşnutluk düzeylerini ölçmeyi amaçlayan 40 maddeden oluşmaktadır. Ölçekte her bir madde için 1‘den 5’e kadar değişen puanlar alan ve “Hiç beğenmiyorum”, “Beğenmiyorum”, “Kararsızım”, “Beğeniyorum”, “Çok beğeniyorum” şeklinde 5 farklı yanıt seçeneği bulunmaktadır. Ölçekten alınan toplam puan, bireyin verdiği yanıtlara karşılık gelen puanların toplamı ile hesaplanmaktadır. Ölçeğin kesme noktası yoktur. Toplam puan 40 ile 200 arasında değişmekte olup, alınan puanın yüksekliği bireyin bedeninden hoşnut olma düzeyinin yüksekliğini göstermektedir. Araştırmada beden algısı ile ilgili bulgular 78 incelenirken ortalama beden algısı puanının düşük ve yüksek olmasına göre değerlendirme yapılacaktır. 3.5. Araştırmanın Yöntemi Belirtilen veri toplama araçları altı kişide uygulanarak uygulanabilirliği ve anlaşılabilirliği sınanmıştır. Araştırmada kullanılan bilgi toplama formu araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır. Kullanılan ölçeklerin kadınların kendileri tarafından doldurulması planlanmış olmasına karşın, okur-yazar olmayan ve okuduğunu anlamakta ya da ölçeğin kullanımını anlamakta yetersiz kalan kadınlara ölçekte yer alan sorular nötr bir ifadeyle okunmuş ve verilen yanıtlar araştırmacı tarafından işaretlenmiştir. Görüşme öncesinde kadınlara çalışmanın amacı ve kapsamı hakkında açıklama yapılmış ve çalışma süresince uyulacak olan etik ilkeler anlatılmıştır. Kadınlardan sözlü ve yazılı onay alındıktan sonra görüşmeler sessiz, rahat ve görüşülen kişi ile baş başa kalınabilecek bir ortamda gerçekleştirilmiştir. Görüşme esnasında, soruların mümkün olduğunca kadınları travmatize etmeyecek biçimde sorulmasına özen gösterilmiş; aşırı kaygı veya tedirginlik yaşayan kadınlarla görüşmeler sonlandırılmış ve kadınların uygun olduğu zaman kalınan yerden devam edilmiştir. 3.6. Veri Analizi Çalışmadan elde edilen veriler değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS for Windows 15.0 programı kullanılmıştır. Kategorik verilerin diğer kategorik başlıklarla kıyası ki-kare veya fisher testi ile yapılmıştır. Var/yok biçimindeki bir başlığın aynı dilimdeki diğer bir başlıkla uyumu McNemar testi ile araştırılmıştır. İki grubun ort ± standart sapma biçiminde sunulan skorlarının kıyasında bağımsız gruplar için t-testi analizi yapılmıştır. Aynı özellikteki 2’den fazla grubun kıyası da tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ile yapılmıştır. İki grup kıyasında başlık ordinal ise Mann Whitney U testi ile kıyaslama yapılırken, başlıkların ikisi de ordinal veya skoral türde ise nonparametric spearman korelasyon katsayısına bakılmıştır. Özet veriler ortalama, standart sapma ve yüzde cinsinden sunulmuştur. Tüm testlerde anlamlılık sınırı p<0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir. 79 4. BULGULAR Araştırma sonucunda elde edilen veriler; 4.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulgular, 4.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulgular, 4.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulgular, 4.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulgular 4.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörler, 4.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulgular, 4.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulgular olmak üzere yedi kategoride sunulmuştur. Çalışma kapsamında değerlendirilen şiddet türleri duygusal, fiziksel ve cinsel olmak üzere üç ana başlık altında toplanmaktadır. Duygusal şiddet ifadesi ile kişiyi psikolojik açıdan sindirme, aşağılama ve denetim altına alma amacı taşıyan tüm tutum ve davranışlar; fiziksel şiddet ifadesi ile kişiye fiziksel zarar verme amacı taşıyan tüm eylemler; cinsel şiddet ifadesi ile kişiyi rıza dışı cinsel ilişkiye ya da cinsel etkinliklere zorlama biçiminde gerçekleştirilen tüm eylem ve eylem girişimleri kastedilmektedir. 80 4.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulgular Tablo 4.1.1. Kadınların Sosyo-demografik Özelliklere Göre Dağılımı SOSYO-DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER YAŞ 25 yaş altı 25-34 yaş arası 35 yaş ve üstü Yaş Ortalaması DOĞUM YERİ Şehir merkezi İlçe Köy ÖĞRENİM DURUMU Okuryazar değil Okuryazar İlköğretim-Ortaöğretim Lise MESLEK Hiç çalışmamış İşçi Geçici işçi İşveren SIĞINMA EVİNE GELMEDEN ÖNCEKİ ÇALIŞMA DURUMU Çalışan Çalışmayan ŞU ANKİ ÇALIŞMA DURUMU Halen çalışıyor Çalışmıyor SOSYAL GÜVENCE Var Yok TOPLAM N=75 n % 21 28 35 46.7 19 25.3 Ort: 30.24±7.64 32 26 17 42.7 34.7 22.6 8 9 45 13 10.7 12 60 17.3 47 13 14 1 62.7 17.3 18.7 1.3 24 51 32 68 2 73 2.7 97.3 40 35 75 53.3 46.7 100 Çalışma kapsamına alınan kadınların bazı sosyo-demografik özellikleri incelendiğinde, yaş ortalamasının 30.2 (±7.64) olduğu; %42.7’sinin doğum yerinin şehir merkezi olduğu; %60’ının ilköğretim-ortaöğretim mezunu olduğu saptanmıştır (Tablo 4.1.1). Kadınların %62.7’sinin yaşamları boyunca gelir getiren bir işte hiç çalışmadığı; %68’inin sığınma evine gelmeden önce gelir getiren bir işe sahip olmadığı; %53.3’ünün herhangi bir sosyal güvencesinin bulunmadığı görülmektedir (Tablo 4.1.1). Kadınların %97.3’ü çalışmanın yapıldığı dönemde herhangi bir işte çalışmamaktadır. 81 Tablo 4.1.2. Kadınların Evlilik Özelliklerine Göre Dağılımı EVLİLİK ÖZELLİKLERİ MEDENİ DURUM Bekar Evli Boşanmış Eşi ölmüş Toplam EVLİLİK SAYISI 1 2 3 ve üstü Toplam EVLİLİK SÜRESİ 0-4 yıl 5-9 yıl 10-14 yıl 15 yıl ve üstü Toplam Evlilik Süresi Ortalaması İLK EVLİLİK YAŞI 18 yaş altı 18 yaş ve üstü Toplam Evlilik Yaşı Ortalaması RESMİ NİKAH Var Yok Toplam EVLENME BİÇİMİ Anlaşarak Görücü usulü-Ailenin zorlaması Kaçarak Kaçırılarak Toplam ÇOCUK SAHİBİ OLMA DURUMU Var Yok Toplam ÇOCUK SAYISI 1 2 3 ve üstü Toplam Çocuk Sayısı Ortalaması N % 5 45 21 4 75 6.7 60 28 5.3 100 52 15 3 70 74.3 21.4 4.3 100 17 24.3 24 34.3 21 30 8 11.4 70 100 Ort:8.49±4.99 31 44.3 39 55.7 70 100 Ort: 19.13±3.96 51 19 70 72.9 27.1 100 18 31 18 3 70 25.7 44.3 25.7 4.3 100 62 13 75 82.7 17.3 100 22 21 19 62 35.5 33.9 30.6 100 Ort: 2.16±1.22 82 Çalışmaya katılan kadınların %60’ı evlidir. Bunu boşanmış (%28), bekar (%6.7) ve eşi ölmüş (%5.3) kadınlar takip etmektedir. Kadınların evlilik yaşı ortalaması 19.13 (±3.96) olarak bulunmuştur. Evli kadınların %74.3’ünün tek bir defa evlendiği; evlilik süresi ortalamasının 8.5 (±4.99) yıl olduğu; %72.9’unun resmi nikaha sahip olduğu; %44.3’ünün görücü usulüailenin zorlaması ile evlendiği görülmektedir. Çocuk sahibi olan kadınların oranı %82.7, ortalama çocuk sayısı 2.16 (±1.22) olarak bulunmuştur (Tablo 4.1.2). Tablo 4.1.3. Birden Fazla Evlilik Yapmış Kadınların Önceki Evliliklerinin Sonlanma Nedenleri KADINLARIN ÖNCEKİ EVLİLİKLERİNİN SONLANMA NEDENLERİ* Geçimsizlik Şiddet Aldatılma *Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir. Birden fazla evlilik yapmış kadınların önceki N=18 n 5 13 7 evliliklerinin % 27.8 72.2 38.9 sonlanma nedenleri incelendiğinde, evliliklerin %72.2’sinin şiddet, %38.9’unun aldatılma, %27.8’inin geçimsizlik nedeniyle bittiği görülmektedir (Tablo 4.1.3). 83 Tablo 4.1.4. Kadınların Eşlerinin Sosyo-demografik Özelliklere Göre Dağılımı KADINLARIN EŞLERİNE İLİŞKİN SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER YAŞ 25 yaş altı 25-34 yaş arası 35 yaş ve üstü Toplam Yaş Ortalaması ÖĞRENİM DURUMU Okuryazar değil Okuryazar İlköğretim-Ortaöğretim Lise Üniversite Toplam MESLEK Hiç çalışmamış İşçi Memur Emekli Geçici işçi İşveren Toplam ÇALIŞMA DURUMU Var Yok Toplam SOSYAL GÜVENCE Var Yok Toplam * Hayatta olmayan 4 eş kapsam dışı bırakılmıştır. N % 2 3 32 48.5 32 48.5 66* 100 Ort: 36.77±10.15 1 7 48 11 3 70 1.4 10 68.6 15.7 4.3 100 2 33 3 1 17 14 70 2.9 47.1 4.3 1.4 24.3 20 100 54 16 70 77.1 22.9 100 35 35 70 50 50 100 En az bir evlilik geçirmiş kadınlardan en son evliliklerini göz önünde bulundurarak eşlerine ilişkin sosyo-demografik özellikleri değerlendirmeleri istenmiştir. Buna göre eşlerin yaş ortalaması 36.77 (±10.15) olarak bulunmuştur. Eşlerin %68.6’sının ilköğretim-ortaöğretim mezunu olduğu; %47.1’inin işçi olduğu; %77.1’inin evlilik sürecinde gelir getiren bir işte çalıştığı ve %50’sinin herhangi bir sosyal güvenceden yararlandığı belirlenmiştir (Tablo 4.1.4.). 84 Tablo 4.1.5. Kadınların Hane Özelliklerine Göre Dağılımı N=75 HANE YAPISINA İLİŞKİN ÖZELLİKLER KİŞİ BAŞINA DÜŞEN AYLIK ORTALAMA GELİR 249 TL ve altı 250-499 TL 500 TL ve üstü Eline hiç para geçmiyor Yok EKONOMİK DURUM Düşük Orta Yüksek AİLE TİPİ Çekirdek Geniş TOPLAM n % 20 16 5 27 7 28.6 17.1 7.1 37.1 10 36 30 9 48.6 38.6 12.9 55 20 75 74.3 25.7 100 Hane özelliklerine bakıldığında, sığınma evine gelmeden önce kadınların % 74.3’ünün çekirdek aile içinde yaşadığı, %37.1’nin eline hiç para geçmediği ve %48.6’sının ekonomik durum algısının düşük olduğu görülmektedir (Tablo 4.1.5). Tablo 4.1.6. Kadınların Anne-Babalarının Öğrenim Durumuna Göre Dağılımı KADINLARIN ANNE-BABALARININ ÖĞRENİM DURUMU ANNE ÖĞRENİM DURUMU Okuryazar değil Okuryazar İlköğretim-Ortaöğretim Lise BABA ÖĞRENİM DURUMU Okuryazar değil Okuryazar İlköğretim-Ortaöğretim Lise Üniversite TOPLAM N=75 n % 42 11 20 2 56 14.7 26.7 2.7 21 10 38 4 2 75 28 13.3 50.7 5.3 2.7 100 Kadınların annelerinin %56’sı okuryazar değildir; babalarının %50.7’si ilköğretimortaöğretim mezunudur (Tablo 4.1.6). 85 4.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulgular Tablo 4.2.1. Kadınların 18 Yaşından Önce Aile Üyelerinden En Az Birinin Duygusal Şiddetine Maruz Kalma Durumu DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan TOPLAM N=75 n 58 17 75 % 77.3 22.7 100 Kadınlara duygusal şiddet tanımı yapıldıktan sonra 18 yaşından önce aile üyelerinden herhangi birinin duygusal şiddetine maruz kalıp kalmadıkları sorulmuştur. 18 yaşından önce aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine maruz kaldığını belirten kadınların oranı %77.3’tür (Tablo 4.2.1). 86 Tablo 4.2.2. 18 Yaşından Önce Yaşanan Duygusal Şiddete İlişkin Özellikler DUYGUSAL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER DUYGUSAL ŞİDDET TÜRLERİ* Sevilen-ihtiyaç duyulan faaliyetlerden sürekli biçimde mahrum bırakılma Alay edilme-Hakaret-Aşağılanma Sürekli biçimde azarlanma-eleştirilme Tehdit-Korkutulma-Aşırı kontrol Diğer ** DUYGUSAL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER* Baba Anne Kardeş-kardeşler Bir başka aile üyesi DUYGUSAL ŞİDDETE MARUZ KALINAN YAŞ ARALIĞI 15 yaş altı 15-18 yaş arası Her ikisi de DUYGUSAL ŞİDDETİN SIKLIĞI Nadiren Bazen Sık Çok sık DUYGUSAL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 1-5 yıl arası 5 yıl + TOPLAM *Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir. **Ayrımcılık, zorla evlendirilme N=58 n % 49 84.5 40 37 42 15 69 63.8 72.4 25.9 26 38 21 12 44.8 65.5 36.2 20.7 7 11 40 12.1 19 69 4 10 4 38 7.1 17.9 7.1 67.9 3 15 40 58 5.2 25.9 69 100 18 yaşından önce yaşanan duygusal şiddet türleri arasından en sık bildirilen seçenek “sevilenihtiyaç duyulan faaliyetlerden sürekli biçimde mahrum bırakılma” (%84.5) olmuştur. Bu oran, çocukluk dönemi ihmal yaşantılarının yaygınlığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Duygusal şiddeti uygulayanların sırasıyla anne (%65.5), baba (%44.8), kardeş-kardeşler (%36.2) ve bir başka aile üyesi (%20.7) olduğu görülmektedir. Kadınların duygusal şiddete ağırlıklı olarak 15 yaş öncesini ve 15 yaş sonrasını kapsayan bir aralık boyunca (%69), çok sık (%67.9) ve 5 yıl ve üstü olmak üzere uzun süre (%69) maruz kaldığı belirlenmiştir (Tablo 4.2.2). 87 Tablo 4.2.3. Kadınların Çocukluk Döneminde Babalarının Annelerine Duygusal Şiddet Uygulama Durumu N=75 BABANIN ANNEYE DUYGUSAL ŞİDDET UYGULAMA DURUMU n Uygulayan 35 Uygulamayan 30 Yeterli bilgi yok* 10 TOPLAM 75 *Kadınların çocukluk döneminde anne ya da baba sağ değil, hatırlamıyor. % 46.7 40 13.3 100 Çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal şiddet uygulama durumu açısından değerlendirildiğinde, kadınların %46.7’sinin babasının annesine duygusal şiddet uyguladığı görülmektedir (Tablo 4.2.3). Tablo 4.2.4. Kadınların Eşlerinin veya Erkek Arkadaşlarının Duygusal Şiddetine Maruz Kalma Durumu DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan TOPLAM N=75 n 68 7 75 % 90.7 9.3 100 18 yaşından sonra eşlerinin ya da erkek arkadaşlarının duygusal şiddetine maruz kalıp kalmadıkları sorulduğunda, kadınların %90.7’si duygusal şiddet yaşadığını ifade etmiştir (Tablo 4.2.4). 88 Tablo 4.2.5. Kadınlara Eşleri veya Erkek Arkadaşları Tarafından Uygulanan Duygusal Şiddete İlişkin Özellikler DUYGUSAL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER N=68 n % 50 73.5 59 56 58 10 86.8 82.3 85.3 14.7 2 8 6 52 2.9 11.8 8.8 76.5 9 13.2 1-5 yıl arası 20 29.4 5 yıl ve üstü TOPLAM *Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir. **Aldatılma, eve kuma getirilmesi 39 68 57.4 100 DUYGUSAL ŞİDDET TÜRLERİ* Sevilen-ihtiyaç duyulan faaliyetlerden sürekli biçimde mahrum bırakılma Alay edilme-Hakaret-Aşağılanma Sürekli biçimde azarlanma-eleştirilme Tehdit-Korkutulma-Aşırı kontrol Diğer ** DUYGUSAL ŞİDDETİN SIKLIĞI Nadiren Bazen Sık Çok sık DUYGUSAL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı Eşler veya erkek arkadaşlar tarafından en sık uygulanan duygusal şiddet türleri “alay edilmehakaret-aşağılanma” (%86.8), “tehdit-korkutulma-aşırı kontrol” (%85.3), “sürekli biçimde azarlanma-eleştirilme” (%82.3) ve “sevilen-ihtiyaç duyulan faaliyetlerden sürekli biçimde mahrum bırakılma” (%73.5) olmuştur. 18 yaş öncesinde olduğu gibi eş-erkek arkadaş şiddetine de ağırlıklı olarak çok sık (%76.5) ve uzun süreli (%57.4) maruz kalındığı dikkat çekmektedir (Tablo 4.2.5). 89 Tablo 4.2.6. Kadınların Duygusal Şiddete En Son Maruz Kalma Zamanına Göre Dağılımı DUYGUSAL ŞİDDETE EN SON MARUZ KALMA ZAMANI 1 aydan az 1-3 ay 3-6 ay 6 ay-1 yıl 1 yıl ve daha fazla TOPLAM N % 16 21 12 13 10 72 22.2 29.2 16.7 18.1 13.9 100 18 yaşından önce aile üyelerinden en az biri ve 18 yaşından sonra eş-erkek arkadaş tarafından uygulanan duygusal şiddet dâhil olmak üzere kadınlara en son ne zaman duygusal şiddet yaşadıkları sorulmuştur. Kadınların %29.2’sinin 1-3 ay önce, %22.2’sinin bir aydan kısa bir zaman önce duygusal şiddete maruz kaldığı saptanmıştır (Tablo 4.2.6). Tablo 4.2.7. Kadınların 18 Yaşından Önce Fiziksel Şiddete Maruz Kalma Durumu FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan TOPLAM N=75 n 48 27 75 % 64 36 100 Kadınlara fiziksel şiddet tanımı yapıldıktan sonra 18 yaşından önce fiziksel şiddete maruz kalıp kalmadıkları sorulmuştur. 18 yaşından önce fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı %64’tür (Tablo 4.2.7). 90 Tablo 4.2.8. 18 Yaşından Önce Yaşanan Fiziksel Şiddete İlişkin Özellikler FİZİKSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER FİZİKSEL ŞİDDET TÜRLERİ* Dayak-tokat atılması Bir alet kullanımı yoluyla fiziksel zarar görme Bağlanma-cezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda kilitlenme Yumruklanma-tekmelenme Silahla ya da başka bir araçla tehdit edilme Diğer** FİZİKSEL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER* Baba Anne Kardeş-kardeşler Bir başka aile üyesi Eş Diğer*** FİZİKSEL ŞİDDETE MARUZ KALINAN YAŞ ARALIĞI 15 yaş altı 15-18 yaş arası Her ikisi de FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil Nadiren Bazen Sık Çok sık FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 1-5 yıl arası 5 yıl ve üstü TOPLAM *Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir. **Boğulma, yanık ***Eşin akrabaları, öğretmen, yabancı kişi/kişiler N=48 n % 48 27 100 56.2 32 66.7 18 17 3 37.5 35.4 6.2 21 24 17 10 12 10 43.8 50 35.4 20.8 25 20.8 5 16 27 10.4 33.3 56.3 5 1 6 18 18 10.4 2.1 12.5 37.5 37.5 5 13 30 48 10.4 27.1 62.5 100 “Dayak-tokat atılması”, 18 yaşından önce fiziksel şiddet yaşadığını belirten kadınların tamamı tarafından bildirilen bir şiddet türü olmuştur. Bunu “bağlanma-cezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda kilitlenme” (%66.7) ve “bir alet kullanımı yoluyla fiziksel zarar görme” (%56.2) takip etmektedir. Kadınların %50’si annelerinin, %43.8’i babalarının fiziksel şiddetine maruz kalmıştır. 18 yaşından önce yaşanan duygusal şiddetin özelliklerine benzer biçimde, fiziksel şiddet de çoğunlukla 15 yaş öncesini ve 15 yaş sonrasını kapsayan bir aralık 91 boyunca (%56.3), sık (%37.5) ya da çok sık (%37.5) ve uzun süreli (%62.5) yaşanmıştır (Tablo 4.2.8). Tablo 4.2.9. İlk Evlilik Yaşı 18 Yaş Altı Olan Kadınların 18 Yaşından Önce Eşlerinin Fiziksel Şiddetine Maruz Kalma Durumu 18 YAŞ ÖNCESİNDE EŞİN FİZİKSEL ŞİDDETİNE MARUZ KALMA DURUMU Yaşayan Yaşamayan TOPLAM N=31 n 12 19 31 % 38.7 61.3 100 İlk evlilik yaşı 18 yaş altı olan kadınların %38.7’si 18 yaşından önce eşlerinin fiziksel şiddetine maruz kaldığını belirtmiştir (Tablo 4.2.9). Tablo 4.2.10. Kadınların Çocukluk Döneminde Babalarının Annelerine Fiziksel Şiddet Uygulama Durumu BABANIN ANNEYE ŞİDDET UYGULAMA DURUMU N=75 n Uygulayan 33 Uygulamayan 34 Yeterli bilgi yok* 8 TOPLAM 75 *Kadınların çocukluk döneminde anne ya da baba sağ değil, hatırlamıyor % 44 45.3 10.7 100 Çocukluk döneminde babalarının annelerine fiziksel şiddet uygulama durumu açısından değerlendirildiğinde, kadınların %44’ünün babasının annesine fiziksel şiddet uyguladığı görülmektedir (Tablo 4.2.10). 92 Tablo 4.2.11. Kadınların 18 Yaşından Sonra Fiziksel Şiddete Maruz Kalma Durumu FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan TOPLAM N=75 n 71 4 75 % 94.7 5.3 100 18 yaşından sonra fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı %94.7’dir (Tablo 4.2.11). Tablo 4.2.12. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Fiziksel Şiddete İlişkin Özellikler FİZİKSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER FİZİKSEL ŞİDDET TÜRLERİ* Dayak-tokat atılması Bir alet kullanımı yoluyla fiziksel zarar görme Bağlanma-cezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda kilitlenme Yumruklanma-tekmelenme Silahla/bir araçla tehdit edilme Diğer** FİZİKSEL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER* Eş Kendi ailesi Eşin ailesi Diğer*** FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil Nadiren Bazen Sık Çok sık FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 1-5 yıl arası 5 yıl ve üstü TOPLAM *Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir. **Boğulma, yanık, zehirlenme ***Aile dışı tanıdıklar, yabancı kişi/kişiler N=71 n % 70 42 98.6 59.2 63 88.7 21 42 12 29.6 59.2 16.9 62 16 25 3 87.3 22.5 35.2 4.2 4 5 5 8 49 5.6 7 7 11.4 69 10 23 38 71 14.1 32.4 53.5 100 93 Fiziksel şiddet türleri incelendiğinde “dayak-tokat atılması” (%98.6) ve “bağlanmacezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda kilitlenme” (%88.7) oranlarının yüksek olduğu göze çarpmaktadır. 18 yaş sonrası dönemde fiziksel şiddeti uygulayan kişiler arasında birinci sırada kadınların eşleri yer almaktadır (%87.3). Kadınların %69’u fiziksel şiddete çok sık ve %53.5’i de 5 yıl ve üstü olmak üzere uzun süreli maruz kalmıştır (Tablo 4.2.12). Tablo 4.2.13. 18 Yaşından Önce ve Sonra Yaşanan Fiziksel Şiddetin Özellikleri FİZİKSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER FİZİKSEL ŞİDDETE EN SON MARUZ KALMA ZAMANI 1 aydan az 1-3 ay 3-6 ay 6 ay-1 yıl 1 yıl ve daha fazla Toplam ACİL TIBBİ MÜDAHALE GEREKTİREN FİZİKSEL ŞİDDET YAŞAMA DURUMU Gerekmedi Gerekti, hastane başvurusu var Gerekti, hastane başvurusu yok Toplam HASTANEYE BAŞVURMAYA NEDEN OLAN SAĞLIK SORUNLARI* (N=62) Kırık Kanama Sakatlayıcı-yaralayıcı darbe Düşük Diğer** FİZİKSEL ŞİDDET NEDENİYLE PSİKOLOJİK YARDIM ALMA DURUMU*** Alan Almayan Toplam N % 14 20 8 12 20 74 19 27 10.8 16.2 27 100 12 34 28 74 16.2 46 37.8 100 28 42 30 11 7 45.2 67.7 48.4 17.7 11.3 17 57 74 23 77 100 *Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir. **Zehirlenme, duyu kaybı, şiddetli ağrı ***Sığınma evine gelmeden önce/geldikten sonra 18 yaşından önce ve sonra yaşanan fiziksel şiddetin özelliklerine bakıldığında, şiddete en son maruz kalma zamanının geniş bir aralıkta değiştiği; acil tıbbi müdahale gerektiren fiziksel şiddet yaşama oranının %83.8 olduğu; buna karşın kadınların %37.8’inin ihtiyaç duyduğu halde hastaneye başvurmadığı; hastaneye başvurmaya neden olan sağlık sorunları arasında 94 kanama (%67.7), sakatlayıcı-yaralayıcı darbe (%48.4) ve kırığın (%45.2) yüksek oranlarda yer aldığı görülmektedir. Sığınakta alınan psikolojik destek dâhil olmak üzere fiziksel şiddet nedeniyle psikolojik yardım alma oranı %23 olarak saptanmıştır (Tablo 4.2.13). Tablo 4.2.14. Kadınların 18 Yaşından Önce Cinsel Şiddete Maruz Kalma Durumu CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan TOPLAM N=75 n 20 55 75 % 26.7 73.3 100 Kadınlara cinsel şiddet tanımı yapıldıktan sonra 18 yaşından önce cinsel şiddet yaşama durumları sorulmuştur. Cinsel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı %26.7 olmuştur (Tablo 4.2.14). 95 Tablo 4.2.15. 18 Yaşından Önce Yaşanan Cinsel Şiddete İlişkin Özellikler CİNSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER CİNSEL ŞİDDET TÜRLERİ* Dokunma içermeyen rıza dışı cinsel etkinliklere zorlanma Rıza dışı cinsel amaçlı dokunma-okşanma Cinsel ilişkiye girmeye zorlanma Zorla cinsel ilişkiye girme İstenmeyen biçimlerde cinsel ilişkiye zorlanma** Diğer*** CİNSEL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER* Baba Kardeş-kardeşler Bir başka aile üyesi Eş Diğer**** CİNSEL ŞİDDETE MARUZ KALINAN YAŞ ARALIĞI 15 yaş altı 15-18 yaş arası Her ikisi de CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil Nadiren/Bazen Sık/Çok sık CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 1-5 yıl arası TOPLAM *Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir. **Anal penatrasyon ***Zorla bekaret testine götürülme ****Babanın arkadaşı, yabancı kişi/kişiler N=20 n % 6 5 4 14 2 2 30 25 20 70 10 10 1 3 2 10 6 5 15 10 50 30 5 13 2 25 65 10 8 4 8 40 20 40 15 5 20 75 25 100 18 yaşından önce yaşanan cinsel şiddet türleri arasından kadınlar tarafından en fazla bildirilen cinsel şiddet türü “zorla cinsel ilişkiye girme” (%70) olmuştur. Cinsel şiddeti uygulayanların %50’si eşlerdir. Baba, kardeş ya da bir başka aile üyesi tarafından gerçekleştirilen ensest vakaları cinsel şiddet gören tüm kadınların %30’unu oluşturmaktadır. Cinsel şiddete maruz kalınan yaş aralığı ağırlıklı olarak 15-18 yaş arasıdır (%65). Cinsel şiddet, %40 oranında tek bir defa ve %75 oranında 1 yıldan az bir zaman dilimi boyunca gerçekleşmiştir (Tablo 4.2.15). 96 Tablo 4.2.16. İlk Evlilik Yaşı 18 Yaş Altı Olan Kadınların 18 Yaşından Önce Eşlerinin Cinsel Şiddetine Maruz Kalma Durumu 18 YAŞ ÖNCESİNDE EŞİN CİNSEL ŞİDDETİNE MARUZ KALMA DURUMU Yaşayan Yaşamayan TOPLAM N=31 n 10 21 31 % 32.3 67.7 100 İlk evlilik yaşı 18 yaş altı olan kadınların %32.3’ü 18 yaşından önce eşlerinin cinsel şiddetine maruz kaldığını ifade etmiştir (Tablo 4.2.16). Tablo 4.2.17. Kadınların 18 Yaşından Sonra Cinsel Şiddete Maruz Kalma Durumu CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan TOPLAM N=75 n 55 20 75 % 73.3 26.7 100 18 yaşından sonra cinsel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı %73.3’tür (Tablo 4.2.17). 97 Tablo 4.2.18. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Cinsel Şiddete İlişkin Özellikler CİNSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER CİNSEL ŞİDDET TÜRLERİ* Dokunma içermeyen rıza dışı cinsel etkinliklere zorlanma Rıza dışı cinsel amaçlı dokunma-okşanma Cinsel ilişkiye girmeye zorlanma Zorla cinsel ilişkiye girme İstenmeyen biçimlerde cinsel ilişkiye zorlanma** CİNSEL ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLER* Eş Kendi ailesinden biri Eşin ailesinden biri Diğer*** CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil Nadiren/Bazen Sık/Çok sık CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 1-5 yıl arası 5 yıl ve üstü TOPLAM *Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir. **Anal penetrasyon, başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlanma ***Babanın arkadaşı, işveren, tanımadığı kişi/kişiler N=55 n % 7 13 19 48 28 12.7 23.6 34.5 87.3 50.9 49 4 5 8 89 7.3 9 14.5 9 11 35 16.4 20 63.6 17 13 25 55 30.9 23.6 45.5 100 18 yaşından sonra yaşanan cinsel şiddetin özellikleri incelendiğinde, en sık yaşanan cinsel şiddet türünün “zorla cinsel ilişkiye girme” (%87.3) olduğu; eş şiddetine maruz kalma oranının %89 olduğu; cinsel şiddetin %54.5 oranında çok sık ve %45.5 oranında uzun süreli gerçekleştiği görülmüştür (Tablo 4.2.18). 98 Tablo 4.2.19. 18 Yaşından Önce ve Sonra Yaşanan Cinsel Şiddetin Özellikleri CİNSEL ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER CİNSEL ŞİDDETE EN SON MARUZ KALMA ZAMANI 1 aydan az 1-3 ay 3-6 ay 6 ay-1 yıl 1 yıl ve daha fazla Toplam ACİL TIBBİ MÜDAHALE GEREKTİREN CİNSEL ŞİDDET YAŞAMA DURUMU Gerekmedi Gerekti, hastane başvurusu var Gerekti, hastane başvurusu yok Toplam HASTANEYE BAŞVURMAYA NEDEN OLAN SAĞLIK SORUNLARI (N=20) Kanama Sakatlayıcı-yaralayıcı darbe Diğer** CİNSEL ŞİDDET NEDENİYLE PSİKOLOJİK YARDIM ALMA DURUMU*** Alan Almayan Toplam *Bazı kadınlar birden fazla yanıt vermiştir. **Jinekolojik sorunlar, şiddetli ağrı *** Sığınma evine gelmeden önce/geldikten sonra N % 4 10 10 10 25 59 6.8 16.9 16.9 16.9 42.4 100 39 4 16 59 66.1 6.8 27.1 100 15 4 5 75 20 25 11 48 59 18.6 81.4 100 18 yaşından önce ve sonra yaşanan cinsel şiddet birlikte değerlendirildiğinde, kadınların %42.4’ünün 1 yıl ve daha uzun bir zaman önce cinsel şiddete maruz kaldığı saptanmıştır. Kadınların %33.9’u acil tıbbi müdahale gerektiren boyutta bir cinsel şiddet yaşantısı tanımlamasına rağmen, bu kadınların %20’si hastane başvurusunda bulunmamıştır. Hastaneye başvurmaya neden olan sağlık sorunları arasında “kanama” (%75) birinci sıradadır. Sığınma evine geldikten sonra verilen psikolojik destek dâhil olmak üzere yaşadığı cinsel şiddet nedeniyle psikolojik yardım aldığını belirten kadınlar %18.6 oranındadır (Tablo 4.2.19). 99 4.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulgular Tablo 4.3.1. Kadınların Sığınma Evinde Kalma Durumuna Göre Dağılımı KADINLARIN SIĞINMA EVİNDE KALMA DURUMU KALDIKLARI SIĞINMA EVLERİ Eyüp Kadıköy Küçükçekmece Mor Çatı SHÇEK SIĞINMA EVİNDE KALIŞ SÜRESİ 1 aydan az 1-3 ay 3 ay ve üzeri GEÇMİŞ SIĞINMA EVİ DENEYİMİ Var Yok SIĞINMA EVİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCE Olumlu Olumsuz TOPLAM N=75 n % 15 20 21 8 11 20 26.7 28 10.7 14.7 31 29 15 41.3 38.7 20 26 49 34.7 65.3 65 10 75 86.7 13.3 100 Sığınma evinde kalma durumları incelendiğinde, kadınların %41.3’ünün bir aydan kısa bir süredir sığınma evinde bulunduğu; %65.3’ünün daha önce aynı veya başka bir sığınma evinde bir süre kalmış olduğu; %86.7’sinin sığınma evi ile ilgili düşüncelerinin olumlu yönde olduğu görülmüştür (Tablo 4.3.1). 100 4.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulgular Tablo 4.4.1. Kadınların İntihar Girişimlerine Göre Dağılımı İNTİHAR GİRİŞİMİNE İLİŞKİN ÖZELLİKLER İNTİHAR GİRİŞİMİ Var Yok Toplam İNTİHAR GİRİŞİMİ SAYISI 1 2 3 veya üstü Toplam N % 40 35 75 53.3 46.7 100 20 7 13 40 50 17.5 32.5 100 Kadınların %53.3’ünün yaşamları boyunca en az bir defa intihar girişiminde bulunduğu; bu kadınların %50’sinde intihar girişimi sayısının bir defa ile sınırlı kaldığı belirlenmiştir (Tablo 4.4.1). 101 4.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörlerin İncelenmesi Tablo 4.5.1. Eğitim Durumlarına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ŞİDDET TÜRLERİ 18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan EĞİTİM DURUMU Okuryazar İlköğretimdeğilLise Ortaöğretim Okuryazar N % N % N % χ2 p 13 4 76,5 23,5 37 8 82,2 17,8 8 5 38,5 38,5 χ2=2.471 p=0.291 12 5 70,6 29,4 33 12 73,3 26,7 3 10 23,1 76,9 χ2=11.471 p=0.003 3 14 17,6 82,4 16 29 35,6 64,4 1 12 7,7 92,3 χ2=4.919 p=0.055 15 2 88,2 11,8 42 3 93,3 6,7 11 2 84,6 15,4 χ2=1.059 p=0.589 15 2 88,2 11,8 43 2 95,6 4,4 13 0 100 0 χ2=2.196 p=0.334 10 58,8 35 77,8 10 76,9 χ2=2.370 7 41,2 10 22,2 3 23,1 p=0.306 Kadınların yaşadıkları şiddet türleri eğitim durumları açısından incelendiğinde, lise mezunu olan grupta 18 yaş öncesi fiziksel şiddete maruz kalma oranının istatistiksel olarak anlamlı biçimde (p<0.05), 18 yaş öncesi cinsel şiddet yaşama oranının ise anlamlılığa yakın biçimde (p<0.1) daha düşük olduğu bulunmuştur. Eğitim durumu ile diğer şiddet türleri arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır (Tablo 4.5.2). 102 Kadınların yaş grupları, doğum yerleri, anne-babalarının eğitim durumu, eşlerine ait sosyodemografik özellikler ve hane yapısına ait özellikler ile yaşanan şiddet türü arasında anlamlı ilişki saptanamamıştır (p>0.05). Tablo 4.5.2. Medeni Durumlarına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ŞİDDET TÜRLERİ 18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan MEDENİ DURUM Boşanmış-Eşi Bekar Evli Ölmüş N % N % N % χ2 p 2 3 40 60 45 0 100 0 21 4 84 16 χ2=21.11 p=0.000 4 1 80 20 44 1 97,8 2,2 23 2 92 8 χ2=3.345 p=0.188 3 2 60 40 35 10 77,8 22,2 17 8 68 32 χ2=1.273 p=0.529 Kadınların medeni durumlarına göre yaşadıkları şiddet türleri incelendiğinde evli olan grubun tamamının eş/erkek arkadaş duygusal şiddetine maruz kaldığı görülmektedir. Bu sonuç istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (p<0.05). 18 yaşından sonra maruz kalınan fiziksel ve cinsel şiddet ile medeni durum arasında ise anlamlı ilişki yoktur (p>0.05) (Tablo 4.5.3). 103 Tablo 4.5.3. İlk Evlenme Yaşına Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ŞİDDET TÜRLERİ 18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan İLK EVLİLİK YAŞI 18 Yaş Altı 18 Yaş ve Üstü N % N % χ2 p 25 6 80,6 19,4 28 11 71,8 28,2 χ2=0.736 p=0.391 27 4 87,1 12,9 16 23 41 59 χ2=15.472 p=0.000 15 16 48,4 51,6 2 37 5,1 94,9 χ2=17.577 p=0.000 31 0 100 0 35 4 89,7 10,3 χ2=3.372 p=0.124 31 0 100 0 36 3 92,3 7,7 χ2=2.491 p=0.249 23 8 74,2 25,8 29 10 74,4 25,6 χ2=0.000 p=0.987 Kadınların ilk evlenme yaşları ile yaşadıkları şiddet türleri arasında ilişkiye bakıldığında, 18 yaşından önce evlenen kadınların 18 yaşından önce fiziksel ve cinsel şiddete daha fazla maruz kaldığı saptanmış; aradaki ilişki istatistiksel açıdan çok ileri derecede anlamlı (p<0.001) bulunmuştur (Tablo 4.5.4). İlk evlenme yaşı, 18 yaşından sonra maruz kalınan şiddet türleri açısından ise anlamlı bir farklılık yaratmamaktadır (p>0.05). Yapılan istatistiksel analizde evlenme biçimi, resmi nikâhın varlığı ve çocuk sahibi olma durumu ile kadınların yaşadıkları şiddet türleri arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır (p>0.05). 104 Tablo 4.5.4. Babalarının Annelerine Duygusal Şiddet Uygulama Durumuna Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ŞİDDET TÜRLERİ 18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan BABANIN ANNEYE DUYGUSAL ŞİDDET UYGULAMA DURUMU Var Yok N % N % χ2 p 34 1 97,1 2,9 15 15 50 50 χ2=19.347 p=0.000 29 6 82,9 17,1 12 18 40 60 χ2=12.740 p=0.000 12 23 34,3 65,7 4 26 13,3 86,7 χ2=3.822 p=0.051 33 2 94,3 5,7 25 5 83,3 16,7 χ2=2.016 p=0.234 33 2 94,3 5,7 29 1 96,7 3,3 χ2=0.208 p=1.000 30 5 85,7 14,3 18 12 60 40 χ2=5.530 p=0.025 Çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal şiddet uygulama durumuna göre yaşadıkları şiddet türleri incelendiğinde, babaları annelerine duygusal şiddet uygulayan kadınların 18 yaşından önce daha fazla duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşadığı saptanmıştır (Tablo 4.5.5). Bu ilişki duygusal ve fiziksel şiddet için çok ileri derecede anlamlı (p<0.001), cinsel şiddet için ise anlamlılığa yakın düzeydedir (p<0.1). Çocukluk döneminde babaları annelerine duygusal şiddet uygulayan kadınlar 18 yaşından sonra da daha yüksek oranda cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir (p<0.05). 105 Tablo 4.5.5. Babalarının Annelerine Fiziksel Şiddet Uygulama Durumuna Göre Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türleri ŞİDDET TÜRLERİ 18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan BABANIN ANNEYE FİZİKSEL ŞİDDET UYGULAMA DURUMU Var Yok N % N % χ2 p 32 1 97 3 19 15 55,9 44,1 χ2=15.552 p=0.000 29 4 87,9 12,1 14 20 41,2 58,8 χ2=15.888 p=0.000 14 19 42,4 57,6 4 30 11,8 88,2 χ2=8.012 p=0.005 31 2 93,9 6,1 29 5 85,3 14,7 χ2=1.338 p=0.427 31 2 93,9 6,1 33 1 97,1 2,9 χ2=0.381 p=0.614 28 5 84,8 15,2 22 12 64,7 35,3 χ2=3.588 p=0.091 Çocukluk döneminde babaları tarafından annelerine fiziksel şiddet uygulanan kadınların 18 yaş öncesinde daha fazla duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşadığı belirlenmiştir (Tablo 4.5.6). Aradaki ilişki duygusal ve fiziksel şiddet için çok ileri derecede anlamlı (p<0.001), cinsel şiddet için ise ileri derecede anlamlıdır (p<0.01). 106 Tablo 4.5.6. Babalarının Annelerine Duygusal ve Fiziksel Şiddet Uygulama Durumuna Göre Kadınların 18 Yaş Öncesinde Annelerinin Duygusal ve Fiziksel Şiddetine Maruz Kalma Durumu 18 YAŞ ÖNCESİNDE ANNENİN DUYGUSAL ve FİZİKSEL ŞİDDETİNE MARUZ KALMA DURUMU ANNENİN DUYGUSAL ŞİDDET UYGULAMA DURUMU Uygulayan Uygulamayan ANNENİN FİZİKSEL ŞİDDET UYGULAMA DURUMU Uygulayan Uygulamayan BABANIN ANNEYE DUYGUSAL ŞİDDET UYGULAMA DURUMU Uygulayan Uygulamayan N % N % χ2 p BABANIN ANNEYE FİZİKSEL ŞİDDET UYGULAMA DURUMU Uygulayan Uygulamayan N % N % χ2 p 24 11 68.6 36.7 11 19 31.4 χ2=6.616 63.3 p=0.001 24 9 72.7 27.3 11 23 32.4 χ2=10.941 67.6 p=0.001 17 5 48.6 16.7 18 25 51.4 χ2=7.344 83.3 p=0.007 16 17 48.5 52.5 6 28 17.6 82.4 χ2=7.221 p=0.007 Çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal ve fiziksel şiddet uygulama durumuna göre kadınların 18 yaşından önce annelerinin duygusal ve fiziksel şiddetine maruz kalma durumu incelenmiştir (Tablo 4.5.7). Buna göre babaları tarafından annelerine duygusal ve fiziksel şiddet uygulanan kadınlar, çocukluk döneminde annelerinin duygusal ve fiziksel şiddetine istatistiksel açıdan ileri derecede anlamlı biçimde daha fazla maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir (p<0.01). 107 Tablo 4.5.7. Kadınların Yaşadıkları Şiddet Türlerine Göre İntihar Girişimleri ŞİDDET TÜRLERİ 18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan İNTİHAR GİRİŞİMİ Var Yok N % N % χ2 p 33 7 82.5 17.5 25 10 71.4 28.6 χ2=1.305 P=0.253 27 13 67.5 32.5 21 14 60 40 χ2=0.456 p=0.500 16 24 40 60 4 31 11.4 88.6 χ2=7.792 p=0.005 38 2 95 5 30 5 85.7 4.3 χ2=1.902 p=0.241 39 1 97.5 2.5 32 3 91.4 8.6 χ2=1.363 p=0.334 31 9 77.5 22.5 24 11 68.6 31.4 χ2=0.761 p=0.383 Kadınların yaşadıkları şiddet türleri ile intihar girişimleri arasındaki ilişkiye bakıldığında, sadece 18 yaş öncesi cinsel şiddete maruz kalma durumunun ileri derecede anlamlı olduğu bulunmuş (p<0.01); 18 yaşından önce cinsel şiddete maruz kalan kadınların intihar girişiminde bulunma oranının daha yüksek olduğu saptanmıştır (Tablo 4.5.8). 108 4.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulgular Tablo 4.6.1. Kadınların Olası TSSB Tanısı Açısından Değerlendirilmesi OLASI TSSB TANISI N=75 N % Var 51 68 Yok TOPLAM 24 75 32 100 Araştırmaya katılan kadınların %68’i olası TSSB tanısını karşılamaktadır (Tablo 4.6.1). Tablo 4.6.2. Olası TSSB Tanısına İlişkin Özellikler OLASI TSSB TANISINA İLİŞKİN ÖZELLİKLER BELİRTİ BAŞLANGICI Akut Kronik BAŞLANGIÇ ZAMANI Erken başlangıç Geç başlangıç İŞLEV KAYBI Hafif Orta Ağır BELİRTİ ŞİDDETİ Düşük Orta Orta-Yüksek Yüksek TOPLAM N=51 N % 11 40 21.6 78.4 37 14 72.5 27.5 2 40 9 4 78.4 17.6 0 7 33 11 51 0 13.7 64.7 21.6 100 Olası TSSB tanısını karşılayan kadınların %78.4’ünde belirtilerin başlangıcı kronik, %72.5’inde belirtiler erken başlangıçlı, %78.4’ünde işlev kaybı orta düzeyde ve %64.7’sinde belirti şiddeti orta-yüksek düzeydedir (Tablo 4.6.2). 109 Tablo 4.6.3. Yaş Gruplarına Göre Olası TSSB Tanısı YAŞ GRUPLARI 25 yaş altı 25-34 yaş arası 35 yaş ve üstü N 17 26 8 OLASI TSSB TANISI Var Yok % N % 33.3 4 16.7 51 9 37.5 15.7 11 45.8 χ2 p χ2=8.109 p=0.017 Kadınların yaş gruplarına göre olası TSSB tanılarına bakıldığında, 35 yaş ve üstü kadınların daha düşük oranda olası TSSB tanısını karşıladığı, bu farklılığın istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı olduğu bulunmuştur (p<0.01) (Tablo 4.6.3). Yapılan istatistiksel analizde doğum yeri, eğitim durumu, medeni durum gibi sosyo-demografik değişkenler ve evliliğe ilişkin özellikler ile olası TSSB tanısı arasında anlamlı ilişki saptanamamıştır (p>0.05). 110 Tablo 4.6.4. Yaşanan Şiddet Türlerine Göre Olası TSSB Tanısı ŞİDDET TÜRLERİ N 18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan 18 YAŞ SONRASI CİNSEL ŞİDDET Yaşayan Yaşamayan OLASI TSSB TANISI Var Yok % N % χ2 p 42 9 72,4 52,9 16 8 27,6 47,1 χ2=2.291 p=0.130 35 16 72,9 59,3 13 11 27,1 40,7 χ2=1.481 p=0.224 17 34 85 61,8 3 21 15 38,2 χ2=3.622 p=0.057 49 2 72,1 28,6 19 5 27,9 71,4 χ2=5.516 p=0.031 48 3 67,6 75 23 1 32,4 25 χ2=0.095 p=1.000 40 11 72,7 55 15 9 27,3 45 χ2=2.118 p=0.146 Kadınların yaşadıkları şiddet türleri ile olası TSSB tanıları arasındaki ilişkiye bakıldığında, 18 yaşından önce cinsel şiddete maruz kalmanın anlamlılığa yakın (p<0.1), 18 yaşından sonra eşin-erkek arkadaşın duygusal şiddetine maruz kalmanın anlamlı düzeyde ilişkili değişkenler olduğu belirlenmiştir (p<0.05) (Tablo 4.6.4). 111 Tablo 4.6.5. Yaşam Boyu Şiddet Öyküsüne Göre Olası TSSB Tanısı YAŞAM BOYU ŞİDDET N Duygusal + fiziksel şiddet yaşayan Duygusal + fiziksel + cinsel şiddet yaşayan Yaşam boyu şiddet öyküsü OLASI TSSB TANISI Var Yok % N % 7 43.8 9 χ2 p 56.3 χ2=4.17 p=0.04 44 74.6 15 açısından olası TSSB 25.4 tanısı değerlendirildiğinde, duygusal+fiziksel+cinsel şiddet yaşayanların olası TSSB tanısını karşılama oranı, sadece duygusal+fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0.05) (Tablo 4.6.5). 112 Tablo 4.6.6. 18 Yaşından Önce Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Olası TSSB Tanısı 18 YAŞ ÖNCESİ MARUZ KALINAN ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER DUYGUSAL ŞİDDETİN SIKLIĞI Nadiren+Bazen Sık+Çok Sık DUYGUSAL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıldan altı 1yıl ve üstü FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil+Nadiren+Bazen Sık+Çok Sık FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 1yıl ve üstü CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil+Nadiren+Bazen Sık+Çok Sık CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 1yıl ve üstü N OLASI TSSB TANISI Var Yok % N % χ2 p 10 31 71.4 73.8 4 11 28.6 26.2 χ2=0.030 p=0.862 1 41 33.3 74.5 2 14 66.7 25.5 χ2=2.419 p=0.181 22 13 73.3 72.2 8 5 26.7 27.8 χ2=0.007 p=0.933 1 34 20 79.1 4 9 80 20.9 χ2=7.914 p=0.005 10 7 76.9 100 3 0 23.1 0 χ2=1.900 p=0.521 12 5 80 100 3 0 20 0 χ2=1.176 p=0.539 Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre olası TSSB tanıları incelendiğinde, anlamlı bulunan tek değişken fiziksel şiddetin süresi olmuş (p<0.01); bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca fiziksel şiddet gören kadınların daha yüksek oranda olası TSSB tanısını karşıladığı görülmüştür (Tablo 4.6.6). 113 Tablo 4.6.7. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Olası TSSB Tanısı 18 YAŞ SONRASI MARUZ KALINAN ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER DUYGUSAL ŞİDDETİN SIKLIĞI Nadiren+Bazen Sık+Çok Sık DUYGUSAL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıldan altı 1 yıl ve üstü FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil+Nadiren+Bazen Sık+Çok Sık FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 1 yıl ve üstü CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil+Nadiren+Bazen Sık+Çok Sık CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 1 yıl ve üstü N OLASI TSSB TANISI Var Yok % N % χ2 p 5 44 50 75.9 5 14 50 24.1 χ2=2.833 p=0.092 9 40 100 67.8 0 19 0 32.2 χ2=4.022 p=0.045 10 38 50 77.6 10 11 50 22.4 χ2=5.092 p=0.024 6 42 60 68.9 4 19 40 31.1 χ2=0.307 p=0.579 15 25 60 83.3 10 5 40 16.7 χ2=3.743 p=0.053 11 29 64.7 76.3 6 9 35.3 23.7 χ2=0.798 p=0.372 Kadınların 18 yaşından sonra yaşadıkları şiddete ait özellikler arasından olası TSSB tanısı ile anlamlı ilişki içinde bulunan değişkenler duygusal şiddetin süresi ve fiziksel şiddetin sıklığı olmuştur (Tablo 4.6.7). Bir yıl ve daha az bir zaman dilimi boyunca eşinin-erkek arkadaşının duygusal şiddetine maruz kaldığını belirten az sayıda kadının tamamı olası TSSB tanısını karşılarken, bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca duygusal şiddete maruz kaldığını belirten kadınlarda da olası TSSB tanısını karşılama oranı yüksek bulunmuştur (p<0.05). Benzer bir ilişki, fiziksel şiddete sık ve çok sık biçimde maruz kalma durumu açısından da geçerlidir (p<0.05). Sık ve çok sık biçimde cinsel şiddet yaşayan kadınlarda olası TSSB tanısı anlamlılığa yakın düzeyde yüksektir (p<0.1). 114 Tablo 4.6.8. Şiddete En Son Maruz Kalma Zamanına Göre Olası TSSB Tanısı ŞİDDETE EN SON MARUZ KALMA ZAMANI DUYGUSAL ŞİDDETE EN SON MARUZ KALMA ZAMANI 3 aydan az 3 ay ve daha fazla FİZİKSEL ŞİDDETE EN SON MARUZ KALMA ZAMANI 3 aydan az 3 ay ve daha fazla CİNSEL ŞİDDETE EN SON MARUZ KALMA ZAMANI 3 aydan az 3 ay ve daha fazla N OLASI TSSB TANISI Var Yok % N % χ2 p 28 23 75.7 65.7 9 12 24.3 34.3 χ2=0.864 p=0.353 25 26 73.5 65 9 14 26.5 35 χ2=0.748 p=0.387 14 30 100 66.7 0 15 0 33.3 χ2=6.258 p=0.012 Şiddete en son maruz kalma zamanına göre değerlendirildiğinde; cinsel şiddete üç aydan daha kısa bir zaman önce maruz kalan kadınlarda olası TSSB tanısının ileri derecede anlamlı biçimde yüksek olduğu bulunmuştur (p<0.05) (Tablo 4.6.8). Tablo 4.6.9. Kadınların İntihar Girişimlerine Göre Olası TSSB Tanısı İNTİHAR GİRİŞİMİNE İLİŞKİN ÖZELLİKLERİ İNTİHAR GİRİŞİMİ Var Yok N 33 18 OLASI TSSB TANISI Var Yok % N % 84,6 50 6 18 15,4 50 χ2 p χ2=10.308 p=0.001 Olası TSSB tanısı ile intihar girişiminde bulunma arasında ileri derecede anlamlı ilişki saptanmıştır; buna göre intihar girişiminde bulunmuş kadınlarda olası TSSB tanısına daha sık rastlanmaktadır (p<0.01) (Tablo 4.6.9). 115 4.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulgular Tablo 4.7.1. Kadınların Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puanları BENLİK SAYGISI ve BEDEN ALGISI TOPLAM N Minimum Maksimum Ortalama ss PUANLARI BENLİK SAYGISI PUANI 75 8 92 48.16 18.927 BEDEN ALGISI PUANI 75 60 174 132.25 19.261 Araştırmaya katılan kadınların benlik saygısı puan ortalaması 48.16 (±18.927), ölçekten aldıkları puanların maksimum değeri 92, minimum değeri 8 olarak belirlenirken; beden algısı puan ortalaması 132.25 (±19.261), alınan puanların maksimum değeri 174, minimum değeri 60 olarak tespit edilmiştir (Tablo 4.7.1). 116 Tablo 4.7.2. Yaşanan Şiddet Türlerine Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları BENLİK SAYGISI ŞİDDET TÜRLERİ N Ort-ss BEDEN ALGISI t ve p N t=-4.546 58 p=0.000 17 t=-2.588 48 p=0.013 27 t=-1.780 20 p=0.079 55 t=-0.060 68 p=0.952 7 t=0.995 71 p=0.323 4 t=-2.280 55 p=0.026 20 Ort-ss t ve p 18 YAŞ ÖNCESİ DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan 58 Yaşamayan 17 43.38± 16.834 64.47± 16.786 129.26± 20.341 142.47± 9.925 t=-3.674 p=0.001 18 YAŞ ÖNCESİ FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan 48 Yaşamayan 27 43.67± 15.211 56.15± 22.312 132.06± 20.134 132.59± 17.971 t=-0.114 p=0.910 18 YAŞ ÖNCESİ CİNSEL ŞİDDET Yaşayan 20 Yaşamayan 55 41.8± 12.547 50.47± 20.374 131.15± 20.350 132.65± 19.028 t=-0.297 p=0.767 18 YAŞ SONRASI DUYGUSAL ŞİDDET Yaşayan 68 Yaşamayan 7 48.12± 19.288 48.57± 16.236 131.47± 19.549 139.86± 15.291 t=-1.098 p=0.276 18 YAŞ SONRASI FİZİKSEL ŞİDDET Yaşayan 71 Yaşamayan 4 48.68± 19.302 39± 5.033 131.58± 19.351 144.25± 14.523 t=-1.286 p=0.203 18 YAŞ SONRASI CİNSEL ŞİDDET Yaşayan 5 Yaşamayan 20 45.24± 19.088 56.2± 16.337 129.49± 20.376 139.85± 13.496 t=-2.107 p=0.039 Kadınların yaşadıkları şiddet türlerine göre benlik saygısı ve beden algısı toplam puan ortalamaları değerlendirildiğinde istatistiksel açıdan anlamlı sonuçlar ortaya konmuştur (Tablo 4.7.2). 18 yaşından önce aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine maruz kaldığını belirten kadınların benlik saygısı puan ortalamaları çok ileri derecede anlamlı 117 düzeyde (p<0.001), beden imajı puan ortalamaları ise ileri derecede anlamlı düzeyde (p<0.01) düşük bulunmuştur. 18 yaşından önce fiziksel şiddet gören kadınların benlik saygısı puan ortalamaları da anlamlı düzeyde düşüktür (p<0.05). 18 yaşından önce cinsel şiddet yaşayan kadınlarda benlik saygısı puan ortalamaları istatistiksel açıdan anlamlı sayılmasa da cinsel şiddet yaşamayan gruba göre daha düşük bulunmuştur (p<0.1). 18 yaş sonrası maruz kalınan cinsel şiddet ile benlik saygısı ve beden algısı puan ortalamaları arasında da beklenen yönde anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.05). Tablo 4.7.3. Yaşam Boyu Şiddet Öyküsüne Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları BENLİK SAYGISI ŞİDDET TÜRLERİ N Ort-ss Duygusal+fiziksel şiddet yaşayan 16 58.25± 17.34 Duygusal+fiziksel+cinsel şiddet yaşayan 59 45.42± 18.53 t ve p t=2.585 BEDEN ALGISI N Ort-ss t ve p 16 140.62± 10.74 t=2.813 59 129.98± 20.46 p=0.016 p=0.007 Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından benlik saygısı ve beden algısı toplam puan ortalamaları değerlendirildiğinde, duygusal+fiziksel+cinsel şiddet yaşayan kadınların benlik saygısı puanı, sadece duygusal+fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı biçimde daha düşük bulunmuştur (p<0.05) (Tablo 4.7.3). Benzer biçimde, duygusal+fiziksel+cinsel şiddet yaşayan kadınların beden algısı puanının, sadece duygusal+fiziksel şiddet yaşayanlara göre ileri derecede anlamlı biçimde daha düşük olduğu görülmüştür (p<0.05). 118 Tablo 4.7.4. 18 Yaşından Önce Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları 18 YAŞ ÖNCESİ MARUZ KALINAN ŞİDDETE İLİŞKİN ÖZELLİKLER DUYGUSAL ŞİDDETİN SIKLIĞI Nadiren+Bazen BENLİK SAYGISI N Ort-ss t ve p BEDEN ALGISI N Ort-ss t ve p 14 129.5±17.836 t=0.034 14 50.29±16.283 t=1.876 Sık+Çok Sık DUYGUSAL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıldan altı 42 40.67±16.714 P=0.066 42 129.29±21.320 p=0.973 3 53.3±29.484 t= 1.053 1 yıl ve üstü FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil+Nadiren+Bazen 55 42.84±16.160 p=0.297 55 129.85±20.382 p=0.344 30 45.2±15.762 t=0.900 Sık+Çok Sık FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 18 41.11±14.311 p=0.373 18 128.94±23.827 p=0.412 1 yıl ve üstü CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil+Nadiren+Bazen 43 42.14±15.052 p=0.04 43 131.30±21.126 p=0.449 13 45.54±13.812 t=2.449 13 131.38±21.352 t=0.070 5 56.8±9.96 t=2.114 3 118.33±19.655 t=-0.955 30 133.93±17.735 t=0.828 5 138.60±4.159 t= 0.764 Sık+Çok Sık CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıl altı 7 34.86±5.521 p=0.025 7 130.71±19.981 p=0.946 15 44.53±12.637 t=1.781 15 135.87±19.25 t=1.918 1 yıl ve üstü 5 5 117±18.344 p=0.071 33.6±8.764 p=0.092 Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre benlik saygısı ve beden algısı puan ortalamalarına bakıldığında, bir yıl ve daha uzun süre fiziksel şiddete maruz kalan kadınların ve sık/çok sık cinsel şiddete maruz kalan kadınların benlik saygısı puan ortalamalarının anlamlı biçimde düşük olduğu görülmektedir (p<0.05) (Tablo 4.7.4). 119 Tablo 4.7.5. 18 Yaşından Sonra Yaşanan Şiddete İlişkin Özelliklere Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları 18 YAŞ SONRASI MARUZ BENLİK SAYGISI KALINAN ŞİDDETE N Ort-ss t ve p İLİŞKİN ÖZELLİKLER DUYGUSAL ŞİDDETİN SIKLIĞI Nadiren+Bazen 10 60.4±18.518 t=0.753 N Ort-ss t ve p 10 142.7±12.446 t=2.011 p=0.028 58 129.53±19.970 p=0.048 Sık+Çok Sık DUYGUSAL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıldan altı 58 9 37.33±14.560 t=-1.832 9 130.67±25.293 t=-0.131 1yıl ve üstü FİZİKSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil+Nadiren+Bazen 59 49.76±19.487 p=0.071 59 131.59±18.791 p=0.896 20 58.6±17.473 t=3.094 20 136.1±14.257 Sık+Çok Sık FİZİKSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıldan altı 49 43.92±18.046 p=0.003 49 129.04±20.762 p=0.169 10 50.8±24.948 t=0.373 10 61 48.33±18.451 p=0.710 61 132.49±18.509 p=0.329 25 51.52±19.709 t=2.317 25 133.76±22.163 t=1.432 p=0.024 30 125.93±18.379 p=0.158 1yıl ve üstü CİNSEL ŞİDDETİN SIKLIĞI Tekil+Nadiren+Bazen 30 46±18.765 BEDEN ALGISI 40±17.165 126±24.258 t=1.390 t=-0.983 Sık+Çok Sık CİNSEL ŞİDDETİN SÜRESİ 1 yıldan altı 17 48.94±17.293 t=0.962 17 139.29±12.593 t=2.500 1 yıl ve üstü 38 43.58±19.833 p=0.340 38 125.11±21.759 p=0.016 18 yaşından sonra yaşanan şiddetin özellikleri açısından değerlendirildiğinde, her üç türdeki şiddete maruz kalma sıklığı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında beklenen yönde anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir (Tablo 4.7.5). Benlik saygısı puan ortalamaları, sık/çok sık biçimde eşlerinin/erkek arkadaşlarının duygusal şiddetine maruz kalan kadınlarda anlamlı biçimde (p<0.05), fiziksel şiddete maruz kalan kadınlarda ileri derecede anlamlı biçimde (p<0.001), cinsel şiddete maruz kalan kadınlarda anlamlı biçimde (p<0.05) düşüktür. Beden algısı puan ortalamaları açısından benzer bir ilişki, bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca cinsel şiddete maruz kalan grupta yer alan kadınlarda görülmüştür (p<0.05) 120 Tablo 4.7.6. İntihar Girişimine Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları BENLİK SAYGISI İNTİHAR GİRİŞİMİ N Ort-ss t ve p BEDEN ALGISI N Ort-ss t ve p Var 39 44.82±17.869 t=-1.607 39 127.97±22.359 t=-2.081 Yok 36 51.78±19.618 p=0.112 36 136.89±14.111 p=0.041 İntihar girişiminde bulunmuş olma ile beden algısı puan ortalamaları anlamlı ilişki içindedir; yaşamları boyunca en az bir defa intihar girişiminde bulunduğunu ifade eden kadınların beden algısı puan ortalamaları diğer gruba göre daha düşüktür (p<0.05) (Tablo 4.7.6). Buna karşın benzer bir ilişki benlik saygısı puan ortalamaları açısından geçerli değildir (p>0.05). Tablo 4.7.7. Olası TSSB Tanısına Göre Benlik Saygısı ve Beden Algısı Toplam Puan Ortalamaları BENLİK SAYGISI OLASI TSSB TANISI BEDEN İMAJI N Ort-ss t ve p N Ort-ss t ve p Var 51 43.06±16.328 t=-3.679 51 130.76±21.337 t=-0.975 Yok 24 59±19.817 p=0.000 24 135.42±13.733 p=0.333 Olası TSSB tanısı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında çok ileri derecede anlamlı ilişki bulunmuştur; olası TSSB tanısını karşılayan grupta yer alan kadınların benlik saygısı puan ortalamaları diğer gruba göre daha düşüktür (p<0.001) (Tablo 4.7.7). Buna karşın benzer bir ilişki beden algısı puan ortalamaları açısından geçerli değildir (p>0.05). 121 5. TARTIŞMA Bu çalışma, sığınma evinde kalan kadınlarda yaşam boyu şiddete maruz kalma durumunu ve yaşanan şiddete ilişkin özellikleri saptamak ve şiddet öyküsü açısından TSSB tanısını, benlik saygısı ve beden algısı düzeylerini değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak planlanıp uygulanmıştır. Bu bölümde, araştırmadan elde edilen bulgular ilgili yazın ışığında tartışılmıştır. 5.1. Sosyo-demografik ve Evliliğe Ait Özelliklere İlişkin Bulguların Tartışılması Çalışma kapsamına alınan kadınların yaş ortalaması 30.2 (±7.64) olarak bulunmuştur. Bu sonuç, Türkiye’de aile içi şiddet mağduru kadınlarla yapılmış farklı çalışmalarda tespit edilen yaş ortalamaları ile paralellik göstermektedir (Çiftçi, 2007; Hacıoğlu, 2006). Kadınların %46.7’si 25-34 yaş grubunda, %28’i 25 yaş altı olan grupta ve %25.3’ü 35 yaş ve üstü olan grupta yer almaktadır. 25-34 yaş grubunda yer alan kadınların oranı, Türkiye geneline göre daha yüksektir (ADNKS, 2008; Altınay ve Arat, 2007). Sığınma evine gelmenin, daha genç veya yaşlı kadınlar açısından yaşanan şiddeti sonlandırmak için daha seyrek başvurulan çözüm yollarından biri olabileceği düşünülmektedir. Kadınların genellikle uzun süre şiddete maruz kaldıktan sonra kurumsal destek aramaya başlamaları, genç kadınların; yaşın ilerlemesiyle birlikte çeşitli nedenlerle (boşanma, eşin ölmüş olması, yetişkin çocukların desteği vb.) maruz kalınan şiddetin azalması, orta yaşın üstünde olan kadınların sığınma evine düşük başvuru oranları üzerinde etkili olabilmektedir (Mor Çatı, 1997). Doğum yerlerine göre kadınların dağılımına bakıldığında %42.7’sinin şehir merkezinde, %34.7’sinin ilçede ve %22.7’sinin köyde doğduğu saptanmıştır. Çalışmanın yürütüldüğü sığınma evlerinde, Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen kadınlar bulunmakla birlikte, İstanbul’dan yapılan başvuruların ağırlıkta olduğu görülmüş, doğum yeri şehir merkezi olan gruptaki yoğunlaşmanın da bu duruma bağlı olabileceği düşünülmüştür. Öğrenim durumları incelendiğinde, kadınların %60’ının ilköğretim-ortaöğretim ve %17.3’ünün lise mezunu olduğu, okuryazar olmayan ve sadece okuma yazma bilen kadınların oranının daha düşük olduğu (sırasıyla %10.7-%12) görülmektedir. Bu dağılım, Türkiye geneliyle ve şiddete maruz kalmış kadınlarla yapılan başka çalışmalardan elde edilen sonuçlarla paralellik göstermektedir (Altınay ve Arat, 2007; Çiftçi, 2007; Dişcigil, 2003). 122 Görüşülen kadınların büyük bir bölümü (%62.7) şimdiye kadar gelir getiren herhangi bir işte çalışmadığını ifade etmiştir. Sığınma evine gelmeden once çalıştığını ifade eden kadınların oranı %32’dir. Çalışma kollarına bakıldığında, kadınların işçi ya da geçici işçi statüsünde çalıştığı görülmektedir. Bu bulgu, Türkiye’de kadın işgücünün genellikle düşük eğitimli ve niteliksiz olduğunu gösteren araştırma raporlarıyla uyumludur (TÜSİAD, 2008). Görüşmelerin yapıldığı sırada çalışmakta olan kadınların oranı oldukça düşüktür (%2.7) . Bu oran, çalışmanın mesai saatleri içerisinde yapılmış olması nedeniyle çalışmakta olan kadınların sadece küçük bir bölümünün araştırmaya dâhil edilebilmesine bağlıdır. Kadınların yaklaşık yarısının (%53.3) sosyal güvenceye sahip olduğu görülmektedir. Bu oran, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na 1990-1996 yılları arasında yapılan başvuruların değerlendirildiği çalışmada karşılaşılan orana yakın, ancak Çiftçi (2007) tarafından sığınma evinde gerçekleştirilmiş çalışmadan elde edilen orana gore daha yüksektir. Ancak, çalışmamızda yer alan kadınlara yararlandıkları sosyal güvence türleri sorulduğunda büyük bölümünün yeşil karta, dolayısıyla yoksulluk nedeniyle kendilerine sağlanmış olan sınırlı düzeyde sosyal güvence olanağına sahip olduğu görülmüştür. Sığınma evinden önce kadınların önemli bir bölümü (%74.3) çekirdek aile içinde yaşamaktadır. Kadınların büyük bir bölümü, o devrede, ya eline hiç para geçmediğini ya da aylık 250 TL altında gelire sahip olduğunu bildirmiştir. Bu bulgulara paralel olarak, kadınların yaklaşık yarısının (%48.6) ekonomik durum algısı düşüktür. Çalışmamızda sayısal bir veri halinde yer almamakla birlikte, eline hiç para geçmediğini ya da az miktarda para geçtiğini söyleyen kadınların bir bölümü, eşlerinin maddi olanaklarının iyi olmasına rağmen kendilerinin ve çocuklarının bu olanaklardan yararlanamadığını ve eşlerinin kazandığı parayı tek başına harcadığını ifade etmiştir. Bu durum, kadınların diğer şiddet türlerinin yanı sıra ekonomik şiddet de yaşadığının bir göstergesidir. Türkiye’de eğitim durumuna gore yoksulluk oranlarına bakıldığında, en fazla yoksulluk yaşayan kadınların okuryazar olmayan, okuryazar olup bir okul bitirmeyen ve ilköğretim mezunu olanlar arasından çıktığı görülmektedir (TÜİK, 2007). Örneklem grubunda, eğitim durumu dağılımı ile ilişkili olarak yoksulluk yaşayan kadınların sayıca fazla olması şaşırtıcı görünmemektedir. Diyarbakır’da, yaşadıkları aile içi şiddet nedeniyle kadın kuruluşlarına başvuran kadınlarla gerçekleştirilen bir çalışmada, kadınların büyük bir bölümünün açlık sınırının altında yaşayan ailelerden geldiği, gelir getiren bir işte çalışmadığı ve sosyal güvence 123 imkânının olmadığı bulunmuştur (Akçer, 2006). Adli tıp birimlerine yansıyan vakaların incelendiği bir başka çalışmada da, fiziksel şiddet yaşayan kadınların çoğunlukla aylık gelir, eğitim, iş ve sosyal destek gibi sosyal ve ekonomik kaynaklardan yoksun olduğu belirlenmiştir (Hacıoğlu, 2006). Sosyo-demografik özelliklere bir bütün olarak bakıldığında, kadınların alt sosyoekonomik gruptan olduğu dikkat çekmektedir. Bu tablo, şiddeti sonlandırmak amacıyla sığınma evine başvurmanın, alt sosyoekonomik gruptan olan kadınlar için daha sık başvurulan bir seçenek olduğu şeklinde yorumlanabilir. Sosyal bağlamın, bazı kadınları şiddete maruz kalma ve şiddetin sonuçlarına karşı koyma açısından diğerlerinden daha dezavantajlı kıldığı kabul edilmektedir (Cattaneo ve DeLoveh, 2008; Straus, Gelles, Steinmetz, 1980; Yllö, 2005). Buna karşın, eğitimli, meslek sahibi ve daha fazla maddî olanağa sahip olan kadınların yaşadıkları şiddeti sonlandırmak için kullandıkları stratejilerde daha başarılı olduğu öne sürülmektedir (Cattaneo ve DeLoveh, 2008; Mor Çatı, 1997; Usta, 2006). Yaşamlarını değiştirme noktasında yeterli ekonomik kaynağa ve sosyal donanıma sahip olmayan kadınlar açısından ise, sığınma evinde kalmak, güvenli bir hayata adım atmanın ilk adımı olmaktadır. Ayrıca, sosyo-ekonomik koşulları daha iyi olan kadınların maruz kaldıkları şiddeti adlandırma, paylaşma ve açığa çıkarma aşamalarında özgün bir takım sorunlar yaşaması, onları yardım aramaktan alıkoyan, dolayısıyla sığınma evlerinden uzak tutan nedenlerden biri olabilir. Kadınların medeni durumları incelendiğinde, boşanmış olan kadınların oranının (%28), Türkiye genelinin (%2.6) üzerinde olduğu görülmüştür (Altınay ve Arat, 2007). Sığınma evi örnekleminde, yaşadıkları şiddet nedeniyle evliliklerini sonlandırmış kadınlara daha sık rastlanması beklenebilecek bir durumdur. Çalışmamızda sayısal bir veri halinde yer almamakla birlikte, görüşmeler sırasında, halen evli olan kadınların bir bölümünün boşanma davalarının devam ettiği ya da yakın bir zamanda boşanma davası açacakları öğrenilmiştir. Kadınların ilk evlenme yaşı ortalaması 19.13 (±3.96), evlilik süresi ortalaması 8.49 (±4.99) olarak bulunmuştur. Kadınların yaklaşık dörtte üçü (%74.3) bir kez evlenmiş olmakla birlikte, bu oran Türkiye geneline (%97) gore daha düşük bulunmuştur (Altınay ve Arat, 2007). Çalışmamızda, birden fazla evlilik yapmış kadınların önceki evliliklerinin sonlanma nedenleri incelendiğinde, grubun çoğunluğunda temel nedenin şiddete maruz kalma olduğu dikkat çekmektedir. Bu bulgu, birden fazla evlilik yapmış kadınların sonraki evliliklerinde de kendilerini şiddetten koruyamadığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. 124 Evliliklerin %72.9’u resmi nikahla gerçekleştirilmiştir. En sık karşılaşılan evlenme biçiminin görücü usulü-ailenin zorlaması (%44.3) olduğu, anlaşarak yapılan evliliklerin %25.7 oranında kaldığı görülmektedir. Bu bulgu, Türkiye’de evlilik ilişkisinin çoğunlukla geleneksel yaklaşımlara dayalı biçimde kurulduğuna işaret eden diğer çalışmalarla paralellik göstermektedir (Akçer, 2006; Altınay ve Arat, 2007; Bilgili Aykut, 2006). Görüşülen kadınların %82.7’si çocuk sahibidir. Ortalama çocuk sayısı 2.16 (±1.22)’dır. Sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş başka bir çalışmada, sürekli bakım gerektiren küçük yaşta çocuk sahibi olmanın, kadınların evlerini terk ederek sığınma evine gelmelerini engelleyen faktörlerden biri olduğu; sığınma evinde kalan kadınların genellikle ya çocuksuz ya da çocukları kendilerine bakabilecek kadınlar olduğu görülmüştür (Usta, 2006). Kadınların eşlerine ilişkin sosyo-demografik özelliklere bakıldığında, yaş ortalamasının 36.77(±10.15) olduğu, eşlerin %68.6’sının ilköğretim-ortaöğretim mezunu olduğu, %47.1’inin işçi olarak çalıştığı, %77.’inin gelir getiren bir işte çalışmakta olduğu ve yarısının sosyal güvence (%50) sahibi olduğu görülmektedir. Bu bulgular, genel olarak, eşlerine şiddet uygulayan erkeklerin sosyo-demografik özelliklerini ele alan başka çalışmaların sonuçlarına paraleldir (Çiftçi, 2007; Dişcigil, 2003). Çalışma kapsamına alınan kadınların eğitim durumunun, eşlerinin eğitim durumundan daha düşük olduğu görülmektedir. Bu bulgu, Türkiye genelinde formel eğitimin tüm kademelerinde kız çocukları aleyhine bir eşitsizlik olduğu yönündeki bilgiyle uyumludur (TÜSİAD, 2008). Sığınma evine gelmeden önce çalışan kadınların oranının çalışan erkeklerin oranına göre daha düşük olması da, Türkiye genelinde işgücü içinde kadın ve erkeklerin payı (%26.2-%73.8) arasında var olan derin uçurumun bir göstergesidir (TÜSİAD, 2008). Gelir getiren bir işte çalışan erkeklerin oranı, toplum tabanlı çalışmalarda karşılaşılan oranlardan daha düşük bulunmuştur (Büyükgök, 2007). Bu bulgu, toplumsal normlar tarafından kendisine yüklenen erkeksi rolleri karşılamakta yetersiz kaldığını düşünen erkeklerin, aile içinde daha fazla şiddet kullanma eğiliminde olduğu, böylece zedelenen “erkek” kimliğini şiddet yoluyla güçlendirmeye çalıştığı yönündeki görüş çerçevesinde değerlendirilebilir (BAAK, 2000). Kadınların annelerinin yaklaşık yarısı (%56) ve babalarının yaklaşık dörtte biri (%28) okuryazar değildir. Kadınların babalarının ağırlıklı olarak ilköğretim-ortaöğretim mezunu 125 olduğu (%50.7) saptanmıştır. Kadınların anne-babalarının okuryazarlık düzeyi Türkiye genelinin oldukça altında kalmaktadır (TÜSİAD, 2008). Kadınların eşlerine ve anne-babalarına ilişkin sosyo-demografik veriler de, çalışma kapsamına alınan grubun sığınma evine gelmeden once düşük sosyo-ekonomik koşulların ağırlıkta olduğu yaşam biçimlerine sahip olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, kadınlara şiddet uygulayan erkekler arasında lise ve üniversite mezunu olanlara ya da memur ve işveren olarak çalışanlara rastlanması, kadına yönelik şiddetin görece yüksek sosyoekonomik seviyeye sahip erkekler tarafından da uygulanabildiğini ve şiddetin engellenmesinde eğitim düzeyinin tek başına belirleyici olmadığını ortaya koyan yazınla tutarlıdır (Altınay ve Arat, 2007; Hasanhanoğlu, 1996; İlkkaracan, 1998; Mor Çatı, 1997). 5.2. Kadınların Yaşadıkları Şiddete İlişkin Bulguların Tartışılması Çalışma kapsamına alınan kadınların 18 yaşından önce şiddet yaşama durumu incelendiğinde, %77.3’ünün aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine, %64’ünün fiziksel şiddete, %26.7’sinin cinsel şiddete maruz kaldığı saptanmıştır. Ayrı kategoriler altında yer alan şiddet türlerinin bir arada ve iç içe geçmiş şekilde uygulanmış olması, istismarın çocuğun yaşamının her alanına yayılmış bir olgu olduğunu göstermektedir. Bu bulgu, istismar ve ihmale maruz kalan çocuk ve gençlerin büyük bir bölümünün birden fazla istismar biçiminden etkilendiğini ortaya koyan yazınla uyumludur (Finkelhor ve Dziuba-Leatherman, 1994; Finkelhor, Ormrod, Turner ve Hamby, 2005). 18 yaşından önce duygusal ve fiziksel şiddet uygulayan kişilerin çoğunlukla ebeveynler olduğu görülmektedir. Bu bulgu, çocuk ihmali ve istismarı konusunda yapılmış araştırmaların sonuçları ile paralellik göstermektedir (UNİCEF, 2006; U.S. Department of Health and Human Services, 2008). Görüşülen kadınların 18 yaşından önce %50 oranında eşlerinin, %30 oranında aile üyelerinden birinin ve %30 oranında aile dışından birinin cinsel şiddetine maruz kaldığı belirlenmiştir. Bu tablo, ilk evlilik yaşı 18 yaş altı olan kadınların evliliklerinin ilk yıllarından itibaren cinsel şiddete maruz kaldığı yönündeki bulguyla birlikte değerlendirildiğinde oldukça anlamlıdır. Görüştüğümüz kadınların azımsanamayacak bir bölümüne (%8) aile üyeleri tarafından cinsel şiddet uygulanmış olması, ensest sıklığını gösteren çarpıcı bir bulgu olmuştur. 126 Duygusal ve fiziksel şiddet, genellikle 15 yaş öncesini ve 15 yaş sonrasını kapsayan dönemlerde, sık ve uzun süreli (5 yıl +) olarak uygulanmıştır. Cinsel şiddete ise %65 oranında 15-18 yaş aralığında maruz kalınmıştır. Olayların %40’ı tek bir defa, %35’i ise çok sık gerçekleşmiştir. Vakaların %75’inde cinsel şiddet bir yıldan az sürmüştür. 18 yaşından once evlenen kadınların %38.7’sinin 18 yaşından önce eşlerinin fiziksel şiddetine, %32.3’ünün eşlerinin cinsel şiddetine maruz kaldığı dikkat çekmektedir. Bu oranlar da, ilk evlilik yaşının, maruz kalınan şiddet açısından önemli bir farklılık yaratmadığını göstermektedir. Kadınların yarısına yaklaşan bir bölümü çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal ve fiziksel şiddet (sırasıyla %46.7-%44) uyguladığını belirtmiştir. Aile içi şiddet mağduru kadınların kök ailelerinde şiddetin varlığına ilişkin Türkiye’de yapılmış çalışmaların sınırlılığı, karşılaştırma yapmayı güçleştirmektedir. Vahip ve Doğanavşargil (2006) tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada, psikiyatri polikliniğine başvuran kadın hastaların %38’inin çocukluğunda anne-babaları arasındaki şiddete tanık olduğu bulunmuştur. Kadınların neredeyse tümü 18 yaşından sonra eşlerinin veya erkek arkadaşlarının duygusal ve fiziksel şiddetine (sırasıyla %90.7-%94.7) maruz kaldığını ifade etmiştir. Cinsel şiddet yaşama oranı ise %73.3 olarak belirlenmiştir. Bu oranlar, yaşanan farklı şiddet türleri arasında bir geçişlilik olduğuna işaret etmekte ve kadına yönelik şiddetin nadiren tek bir türde uygulandığını ortaya koyan yazını desteklemektedir (Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Mor Çatı, 1997). Sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş bir başka çalışmada da, tüm şiddet türlerine maruz kalma oranı yüksek (sırasıyla %80, %83.1, %60) bulunmasına rağmen (Çiftçi, 2007), çalışmamızda karşılaşılan oranlar daha çarpıcıdır. Bu durumun, çalışmamızda sorgulanan şiddet yaşantılarının sadece aile içi şiddetle sınırlanmaması, şiddet öyküsünü almadan once kadınlara şiddet tanımının yapılması ve yaşadıkları şiddet biçimlerine dair geniş bir yelpaze içinde yer alan çok sayıda seçeneğin sunulması ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Kadınlara fiziksel ve cinsel şiddet uygulayan saldırganların başında eşlerin (sırasıyla %87.3%89) geldiği görülmektedir. Bu beklenen sonuç, aile içi şiddet olgularında saldırgan tarafın erkek, mağdurun ise kadın olduğu yönündeki saptamalarla uyumludur. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na 1990-1996 yılları arasında yapılan başvuruların değerlendirildiği çalışmada, 127 şiddet alanı içinde bulunan kadınların eşlerinden şiddet görme oranı %68.1, birlikte oldukları kişilerden şiddet görme oranı %6 olarak bulunmuştur (Mor Çatı, 1997). Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından yürütülen aile içi şiddetin sebep ve sonuçlarını belirlemeye yönelik araştırmaya göre, şiddete maruz kalan kadınların %99’una eşleri tarafından şiddet uygulanmaktadır (BAAK, 2000). Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Araştırması’nda, Türkiye genelinde yaşamları boyunca eşinden en az bir kez fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı %35 olarak bulunmuştur (Altınay ve Arat, 2007). Yunus Emre Sağlık Ocağı Bölgesi’nde yapılan bir çalışmada kadınların %34’ünün eşlerinden psikolojik şiddet, %17.5’inin fiziksel şiddet ve %9.7’sinin cinsel şiddet gördüğü saptanmıştır (Bilgili Aykut, 2006). Aydın ilinde yapılmış toplum temelli bir çalışmada, kadınların duygusal şiddete maruz kalma yaygınlığı %71.9, fiziksel şiddete maruz kalma yaygınlığı %36.7, cinsel şiddete maruz kalma yaygınlığı %37.3 olarak belirlenmiştir (Büyükgök, 2007). Kadınlara, kendi ailelerine ya da eşlerinin ailesine mensup biri tarafından fiziksel şiddet uygulanması da nadir görülen bir durum değildir (sırasıyla %22.5-%35.2). Bizim çalışmamızda sorulmamış olmakla birlikte, sağlık ocağı tabanlı bir araştırmada, eş şiddetine maruz kalan kadınların aynı zamanda %6.2 oranında hane içinde kayınvalide, kayınpeder ve kayınbirader gibi aile üyelerinin psikolojik şiddetine maruz kaldığı belirlenmiştir (Bilgili Aykut, 2006). Doğu Anadolu’da Kadın ve Aile Araştırması, evli kadınların %5.5’inin eşinin ailesindeki erkeklerden en az birinin, %2.3’ünün eşinin kadın akrabalarından en az birinin, %0.8’inin ise kumasının fiziksel şiddetine maruz kaldığını ortaya koymuştur (İlkkaracan, 1998). Diyarbakır örnekleminde, yaşadıkları aile içi şiddet nedeniyle kadın kuruluşlarına başvuran kadınlarla gerçekleştirilen bir çalışmada, kadınlara eşleri dışında fiziksel şiddet uygulayan kişiler arasında baba, anne, abi, kayınvalide, oğul gibi aile üyelerinin (sırasıyla %18.6, %8, %2.6, %2.6, %2.6) bulunduğu görülmüştür (Akçer, 2006). Hane halkından şiddet görme oranının bizim çalışmamızda görece yüksek bulunması, sığınma evine başvuran kadınların aile içinde karşılaştığı şiddet yaşantılarının çok boyutlu olduğunu göstermektedir. Eşlerinin yanı sıra, hane üyelerinden de şiddet gören kadınların sosyal destek sistemlerinin zayıf olduğu, bu nedenle şiddete karşı koyma aşamasında ailelerinden yeterli desteği alamadıkları için sığınma evine başvurma yolunu seçtikleri düşünülebilir. 18 yaşından sonra maruz kalınan şiddetin özellikleri incelendiğinde, tüm şiddet türlerine genellikle çok sık ve uzun süreli biçimde maruz kalındığı görülmektedir. Bu bulgu, kadına yönelik şiddetin izole ya da tekil olaylar biçiminde değil, sürekli ve sistematik bir biçimde 128 uygulandığını ortaya koyan yazınla uyumludur (Akçer, 2006; BAAK, 2000; Çiftçi, 2007; Garcia-Moreno, Jansen, Ellsberg, Heise, Watts, 2006; Mor Çatı, 1997). Arslan (1998) tarafından yapılan çalışmada da, sığınma evine gelen kadınların uzun yıllardır şiddet yaşamasına rağmen, çoğunlukla önemli ölçüde şiddet yaşadıktan ve can güvenliklerinin tehlike altında olduğunu fark ettikten sonra sığınma evine başvurduğu görülmüştür. Yaşadıkları fiziksel ve cinsel şiddet nedeniyle acil tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyan kadınların oranı yüksek olmasına karşın (sırasıyla %83.8-%33.9), bu grupta yer alan kadınların bir bölümü (%37.8-%27.1) ihtiyaç duyduğu halde hastaneye başvurmamıştır. Görüşmelerde kadınların çoğu hastaneye başvurmama nedeni olarak eşin izin vermemesini/engellemesini göstermiştir. Kadınlar kendi bedenleri üzerindeki en temel haklarını kullanırken bile eşlerinin denetimine bağlı hareket etmek zorunda kalmışlardır. Bu durum da, kadınlara eşleri tarafından uygulanan izolasyonun boyutlarını ve sağlıkla ilgili olumsuz sonuçlarını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Sığınma evinde verilen psikolojik destek dâhil olmak üzere yaşadıkları fiziksel ve cinsel şiddet nedeniyle psikolojik yardım almış kadınların oranı düşüktür (%23%18.6). 5.3. Sığınma Evinde Kalma Durumuna İlişkin Bulguların Tartışılması Çalışma kapsamına alınan kadınların %28’i Küçükçekmece, %26.72’si Kadıköy, %20’si Eyüp Belediyesi’ne bağlı sığınma evlerinde, %4.7’si SHÇEK’e bağlı kadın konukevinde ve %10.7’si Mor Çatı Kadın Sığınağı’nda kalmaktadır. Kadınların %41.3’ü 1 aydan kısa süredir, %38.7’si 1-3 aydır ve %20’si 3 aydan uzun süredir sığınma evinde kalmaktadır. Mor Çatı Kadın Sığınağı dışındaki sığınma evlerinde kalma süresinin 3 ayla sınırlandırılmış olması, ancak bu süre zarfında sığınma evine alternatif bir yaşam biçimi oluşturamamış kadınların kalış süresinin uzatılabilmesi nedeniyle, 3 aydan daha uzun süredir sığınma evinde kalmakta olan kadınların oranı düşüktür. Kadınların %34.7’sinin daha önce bir sığınma evi deneyimi olmuştur. Bu bulgu, kadınların yaşadıkları şiddeti azaltmak ya da ortadan kaldırmak amacıyla daha önce de evlerini terk etme girişiminde bulunduğunu, fakat şiddet ortamına geri döndüğünü göstermektedir. Bu kadınların tekrar sığınma evine gelmeleri, evi terk etme davranışının uzun vadede şiddeti engelleyici bir etkiye sahip olmadığını düşündürmektedir. Bunun yanı sıra, sığınma evinde kalma süresi konusundaki sınırlamalar nedeniyle farklı sığınma evleri arasında geçiş yapan kadınlar da bulunmaktadır. Sığınma evi hakkındaki düşünceler çoğunlukla (%86.7) olumlu yöndedir. Sığınma evinde kalmaya yönelik olumsuz 129 değerlendirmeler çok sayıda insanla birarada yaşamanın getirdiği uyum güçlükleri, hareket alanının dar olması, yaşamlarının kısıtlanması ve diğer kadınların şiddet öykülerinden etkilenme hakkındadır. Görüşmeler esnasında, Kadıköy Belediyesi’ne bağlı sığınma evinde kalan kadınların, sığınma evinde kalan kadınlar arasında hiyerarşik bir yapılanmanın varlığından ve bu hiyerarşi ilişkisinden kaynaklanan çatışmalardan şikâyet etmesi dikkat çekmiştir. Bu durumun, kurumun kapasitesinin fazla olması nedeniyle kadınlar arasındaki iletişimin uygun yollarla yönlendirilememesinden ve kurumsal işleyişle ilgili sıkıntılardan kaynaklandığı gözlenmiştir. 5.4. İntihar Girişimine İlişkin Bulguların Tartışılması Görüşülen kadınların yarısının (%53.3) intihar girişiminde bulunduğu; bu kadınların yarısında da (%50) intihar girişiminin çoğul nitelik taşıdığı belirlenmiştir. Psikiyatri polikliniğinde yürütülen bir çalışmada, aile içi şiddet mağduru kadınların %18’inde intihar öyküsü bulunmuştur (Dişcigil, 2003). Diyarbakır örnekleminde, aile içi şiddet mağduru kadınların %23.8’inin en az bir defa intihar girişiminde bulunduğu saptanmıştır (Akçer, 2006). Bu çalışmaya göre daha düşük olan bu oran, örneklem grubunun sosyal ve kültürel özellikleri ile ilişkili değer yargılarından kaynaklanıyor olabilir. Şiddet mağduru kadınlarca gerçekleştirilmiş intihar girişimleri, kendine zarar verme yollarından biri olduğu kadar, yaşanan şiddeti durdurmaya yönelik çabalardan biri ya da çevreye yöneltilmiş bir yardım sinyali olarak da değerlendirilmektedir (Yüksel, 1996(a)). Yaşanan şiddete ilişkin özelliklerin tartışıldığı bölümde de belirtildiği üzere, çalışma kapsamına alınan kadınların uzun yıllardır ve sık bir biçimde ağır şiddet yaşantılarına maruz kaldığı görülmektedir. İntihar girişimi oranının yüksekliği, yaşanan şiddetin kadınlar üzerinde yol açtığı ruh sağlığı sorunlarının ciddiyetini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Sistematik ve sürekli bir biçimde maruz kalınan şiddetin, kadınların bilişsel şemalarında bozulmaya yol açması ve kendilerinin değerli, dünyanın da yaşamaya değer olduğu yönündeki temel inançlarını sarsmış olması muhtemeldir. Bu durum, çalışmamız kapsamında sorgulanmamış olmakla birlikte, örneklem grubunda olası depresyon tanısının varlığını akla getirmektedir. 5.5. Kadınların Yaşadıkları Şiddetle İlişkili Faktörlerin Tartışılması Kadınların yaşadıkları şiddet türleri eğitim durumları açısından incelendiğinde, lise mezunu olan grupta 18 yaş öncesi fiziksel şiddete maruz kalma oranının istatistiksel olarak anlamlı biçimde, 18 yaş öncesi cinsel şiddet yaşama oranının anlamlılığa yakın biçimde daha düşük 130 olduğu bulunmuştur. Formel eğitimde geçirilen sürenin artması, ev ortamı dışında sosyal bir ağ içinde yer alma imkânı sunması ve erken yaşta evliliklerin önüne geçmesi gibi nedenlerle, kız çocukları fiziksel ve cinsel şiddete karşı koruyucu bir rol oynamış olabilir. Ancak bu ilişki, ev ortamında aile üyeleri tarafından çocuğa yöneltilen duygusal şiddet açısından geçerli görünmemektedir. Kadınların eğitim düzeyi ve çalışma durumu ile yaşanan diğer şiddet türleri arasında anlamlı ilişki bulunamamış olması, sosyo-ekonomik değişkenlerin şiddete karşı yeterince güçlü bir koruyucu faktör olmadığını düşündürmektedir. Bu durumla çelişkili biçimde, kadınların öğrenim düzeyleri ve gelirleri arttıkça daha az şiddet gördüklerini saptayan çalışmalar da bulunmakta (Akyüz ve ark., 2002; BBAK, 2000; Bilgili Aykut, 2006; Büyükgök, 2007); ancak bu ilişkinin gerçeği yansıtmaktan ziyade, daha eğitimli kadınların maruz kaldıkları şiddeti gizleme eğiliminden kaynaklandığı düşünülmektedir (Altınay ve Arat, 2007). Ayrıca, ataerkil değerlerin baskın olduğu toplumlarda, kadının eğitim düzeyinin yükselmesinin, geleneksel rollerle çatışmasını da beraberinde getirdiği için, şiddete maruz kalma riskini arttırabileceği yönünde görüşler de bulunmaktadır (Jewkes, 2002; akt. Dişcigil, 2003; 106). Örneğin, Akyüz ve ark. (2002) tarafından yapılan araştırmada, Sivas ilinde psikiyatri polikliniğine başvuran evli kadın hastalar arasında yüksek okul mezunu olanların eşlerinin sözel şiddetine maruz kalma oranının diğer eğitim gruplarına göre daha yüksek olduğu bulunmuştur. Kadınların medeni durumlarına göre yaşadıkları şiddet türleri incelendiğinde evli olan grubun tamamının eş-erkek arkadaş duygusal şiddetine maruz kaldığı görülmektedir. Bu sonuç istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur. Bu bulgu, kadınlara eşleri tarafından yöneltilen fiziksel ve cinsel şiddetin neredeyse hiç bir zaman tek başına uygulanmadığını ve bu şiddet türlerine daima psikolojik şiddetin eşlik ettiğini gösteren çalışma sonuçları ile uyumludur (Pico-Alponso, Garcia-Linares, Celda-Navarro, Blasco-Ros, Echeburua, Martinez, 2006). Medeni durum ile 18 yaş sonrasında maruz kalınan fiziksel ve cinsel şiddet arasında ise anlamlı ilişki yoktur; tüm gruplarda şiddet yaşayan kadınların oranı yaşamayanlara göre daha yüksektir. Kadınların eşlerine ait sosyo-demografik özellikler ve hane yapısına ait özellikler ile yaşanan şiddet türü arasında anlamlı ilişki saptanamamıştır. Çalışmamızın aksine bazı araştırmalarda aile gelirinin yetersiz olduğunu düşünen kadınların aile içinde daha fazla şiddet psikolojik ve 131 fiziksel şiddet gördüğü saptanmıştır (Bilgili Aykut, 2006, Büyükgök, 2007). Alanyazında, orta-yüksek eğitim ve gelir grubunda yer alan erkeklerin eşlerine daha az şiddet uyguladığını ortaya koyan araştırmalar bulunmakla birlikte (Akyüz ve ark., 2002; BAAK, 2000), bu farklılığın üst sosyo-ekonomik seviyede şiddetin daha az yaşanmasına değil, daha az bildirilmesine bağlı olduğu düşünülmektedir (Altınay ve Arat, 2007). Kadınların çocukluk döneminde babalarının annelerine şiddet uygulama durumuna göre yaşadıkları şiddet türleri incelendiğinde, babaları annelerine duygusal ve fiziksel şiddet uygulayan kadınların 18 yaşından önce istatistiksel olarak anlamlı biçimde daha fazla duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşadığı saptanmıştır. Bu bulgu, aile içi şiddete tanık olmanın, çocukları fiziksel ve cinsel istismara karşı savunmasız kılan önemli bir risk faktörü olduğunu ortaya koyan yazınla uyumludur (Holden, 2003; Mitchell ve Finkelhor, 2001). Çocukluk döneminde babaları annelerine duygusal şiddet uygulayan kadınlar 18 yaşından sonra daha yüksek oranda cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtmiştir. Çalışmamızda belirlenen bu ilişki, başka araştırmalarda da ortaya konmuştur. Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları Araştırması’nda desteklenen hipotezlerden biri, çocukluk döneminde şiddete maruz kalan kadınların evlilik ilişkisi içinde daha fazla şiddet gördüğü, çocukluk döneminde şiddete maruz kalan erkeklerin ise daha fazla şiddet uyguladığı olmuştur (BAAK, 2000). Büyükgök’ün (2007) çalışmasında, hem erkeğin hem kadının kök ailesinde anne-baba arasında şiddetin varlığı ile kadınların evlilik ilişkisinde duygusal ve cinsel şiddete maruz kalmaları arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Hıdıroğlu ve ark. (2006) tarafından gerçekleştirilen çalışmada da, çocukluk döneminde babalarının annelerine şiddet uyguladığını gören kadınların evliliklerinde daha fazla fiziksel şiddete maruz kaldığı bulunmuştur. Bu sonuçlar, şiddetin kuşaklar arası aktarılan bir olgu olduğu görüşünü desteklemektedir (Vahip, 2007). Aynı zamanda, çocukluk döneminde tanık olunan şiddetin, kadınları yetişkinlikte şiddete karşı savunmasız kılan mekanizmalar yarattığını ortaya koyan sosyal öğrenme modeli ile de uyumludur (Coker, Smith, McKeown, King, 2000; Hotaling ve Sugarman, 1986; Lee, 2007). Çocukluk döneminde babalarının annelerine duygusal ve fiziksel şiddet uygulama durumuna göre kadınların 18 yaşından önce annelerinin duygusal ve fiziksel şiddetine maruz kalma durumu incelenmiştir. Buna göre, babaları tarafından annelerine duygusal ve fiziksel şiddet uygulanan kadınlar, çocukluk döneminde annelerinin duygusal ve fiziksel şiddetine ileri 132 derecede anlamlı biçimde daha fazla maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir. Bu bulgu, aile içi şiddete maruz kalan kadınların kendilerinin de şiddetin uygulayıcısı olabildiğini ortaya koyan çalışmalara paraleldir (Akçer, 2006; Arslan, 1998; BAAK, 2000; Vahip ve Doğanavşargil, 2006). Maruz kaldıkları eş şiddeti nedeniyle travmatize olan kadınların ebeveynlik becerilerinin zayıfladığı bulunmuştur (Buckley, Holt, Whelan, 2007; Taylor, Guterman, Lee ve Rathouz, 2009). Ortaya çıkan bu sonuç, evliliklerinde şiddete maruz kalan kadınların yaşadıkları yoğun stres, öfke ve gerilimin çocukları ile ilişkilerine yansıması olarak yorumlanabilir. Erkeğin karısına, kadının çocuklarına şiddet uyguladığı bu döngünün temelinde ise toplumsal güç eşitsizlikleri yer almaktadır. Kişilerarası hiyerarşik ilişkiler şiddetin kim tarafından kime uygulanabileceğini belirleyen temel faktörlerden biri olmaktadır. Kadınların yaşadıkları şiddet türü ve intihar girişimleri arasındaki ilişkiye bakıldığında, sadece 18 yaş öncesi cinsel şiddete maruz kalma durumunun ileri derecede anlamlı olduğu bulunmuş; 18 yaşından önce cinsel şiddete maruz kalan kadınların intihar girişiminde bulunma oranının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Bu bulgu, şiddete maruz kalan kadınlarda intihar riskinin yüksek olduğunu ortaya koyan araştırma sonuçlarını kısmî biçimde desteklemektedir. Arslan’ın (1998) niteliksel araştırma yöntemlerine dayalı araştırmasında, sığınma evinde kalan şiddete maruz kalmış kadınların çoğu intihar düşüncelerini sıklıkla dile getirmiştir. Büyükgök’ün (2007) çalışmasında da, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalma durumu ile intihar girişimi arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. 5.6. Olası TSSB Tanısına İlişkin Bulguların Tartışılması Araştırmaya katılan üç kadından ikisi (%68) olası TSSB tanısını karşılamaktadır. Bu oran, çocukluk çağı istismarına ve aile içi şiddete maruz kalan kadınlarda en sık karşılaşılan ruh sağlığı bozukluklarının başında TSSB’nun geldiğini ortaya koyan yazınla uyumludur (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Basile, Arias, Desai, Thompson, 2004; Cascardi, O’Leary, Schlee, 1999; Golding, 1999; Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy, 1997; Schumm, Briggs-Philips ve Hobfoll, 2006). Travmatik yaşantıların niteliği ve boyutu, travma sonrası stres tepkilerinin gelişimi açısından önemli bir risk faktörü olmaktadır (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999; Breslau, 2002; Briere, 1998; Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000). Yaşanan şiddete ilişkin özelliklerin tartışıldığı bölümde vurgulandığı üzere, sığınma evinde kalan kadınlar yaşamları boyunca çok boyutlu, sürekli ve sistematik bir biçimde şiddete 133 maruz kalmışlardır. Ağır travmatik yaşantıların varlığı nedeniyle, bu grupta sıklıkla TSSB’nun görülmesi beklenebilecek bir durumdur. Çalışmamızda belirlenen olası TSSB yaygınlığı, sığınma evinde kalan kadınların sıklıkla TSSB tanısını karşıladığını (%45-83) ya da yüksek düzeyde travma sonrası stres belirtisi sergilediğini saptayan araştırma sonuçlarını desteklemektedir (Johnson ve Zlotnick, 2006; Martin ve Mohr, 2000; Phillips, Rosen, Zoeliner, Feeny, 2006; Weaver, Allen, Hopper, Maglione, McLaughin, McCullough, Jackson, Brewer, 2007). TSSB belirtilerine sahip olmanın, kadınların yardım arama davranışları üzerinde etkili olduğu ve sığınma evine başvurmalarında itici rol oynadığı ileri sürülebilir. Dişcigil (2003) tarafından psikiyatri polikliğinde gerçekleştirilmiş bir çalışmada, TSSB tanısı alan aile içi şiddet mağduru kadınların, TSSB tanısı almayanlara göre, yaşadığı şiddete karşı koymak için aktif başa çıkma yöntemlerini daha fazla kullandığı bildirilmiştir. Olası TSSB tanısını karşılayan kadınların %78.4’ünde belirtilerin süresi kronik; %72.5’inde belirtiler erken başlangıçlı; %78.4’ünde işlev kaybı orta düzeyde ve %64.7’sinde belirti şiddeti orta-yüksek düzeydedir. Örneklem grubunda işlev kaybı ve belirti şiddetinin ortayüksek düzeyde bulunması, aile içi şiddete maruz kalmış kadınlarla yapılan diğer çalışmalarla tutarlıdır; buna karşın belirtilerin çoğunlukla erken başlangıçlı olması konu ile ilgili yapılmış başka çalışmalardan elde edilen sonuçlarla farklılık göstermektedir (Dişcigil, 2003). Yaşanan şiddete ilişkin özellikler, görüşme yapılan kadınların çocukluk ve yetişkinlik dönemini kapsayan uzun zaman boyunca ve sık bir biçimde şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Yaşanan şiddetin süreğen ve tekrarlayıcı nitelik taşıması, TSSB belirtilerinin kronikleşmesini açıklayıcı görünmektedir. Kadınların yaş gruplarına göre olası TSSB tanısına bakıldığında, 35 yaş ve üstü kadınların daha düşük oranda TSSB tanısını karşıladığı ve bu farklılığın istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı olduğu bulunmuştur. Bu bulgu, genç yaşta olmanın, TSSB riskini arttıran faktörlerden biri olduğunu ortaya koyan yazınla uyumludur (Acierno, Kilpatrick ve Resnick, 1999; Breslau, 2002; Briere, 1998; Perkonigg, Kessler, Storz, Wittchen, 2000). İstatistiksel analizde doğum yeri, eğitim durumu, medeni durum gibi sosyo-demografik değişkenler ve evliliğe ilişkin özellikler ile olası TSSB tanısı arasında anlamlı ilişki saptanamamıştır. 134 Kadınların yaşadıkları şiddet türleri ile olası TSSB tanısı arasındaki ilişkiye bakıldığında, 18 yaş öncesi cinsel şiddete maruz kalmanın anlamlılığa yakın, 18 yaşından sonra eşin-erkek arkadaşın duygusal şiddetine maruz kalmanın ise anlamlı düzeyde etkili değişkenler olduğu bulunmuştur. Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından olası TSSB tanısı değerlendirildiğinde, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayanların olası TSSB tanısını karşılama oranı, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Bu bulgu, cinsel istismarın, TSSB belirtilerini yordamada diğer istismar türlerine göre daha anlamlı değişkenler olduğunu ortaya koyan araştırma sonuçları ile uyumludur (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Bargai, Ben-Shakhar, Shalev, 2007; Sullivan, Fehon, Andres-Hyman, Lipschitz ve Grilo, 2006). Cinsel şiddete maruz kalmanın, TSSB’nu ortaya çıkaran en önemli etiyolojik öncüllerden biri olduğu net bir biçimde ortaya konmuştur (Hanson, Borntrager, Self-Brown, Kilpatrick, Saunders, Resnick, Amstadter, 2008; Rodriguez, Ryan, Vande Kemp, Foy, 1997; Resnick, Kilpatrick, Dansky, Saunders, Best, 1993). Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre olası TSSB tanısı incelendiğinde, fiziksel şiddetin süresinin anlamlı bulunan tek değişken olduğu; bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca fiziksel şiddet gören kadınların daha yüksek oranda olası TSSB tanısını karşıladığı görülmektedir. Bu bulgular, maruz kalınan şiddetin süresi ve boyutu ile TSSB’nun yaygınlığı arasında pozitif yönde ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmaları kısmi biçimde desteklemektedir (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Cascardi, O’Leary, Schlee, 1999; Golding, 1999; Martin ve Mohr, 2000). Kadınların 18 yaşından sonra yaşadıkları şiddete ait özellikler arasından olası TSSB tanısı ile anlamlı ilişki içinde bulunan değişkenler duygusal şiddetin süresi ve fiziksel şiddetin sıklığı olmuştur. Bir yıl ve daha az bir zaman dilimi boyunca eşinin-erkek arkadaşının duygusal şiddetine maruz kaldığını belirten az sayıda kadının tamamı olası TSSB tanısını karşılarken, bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca duygusal şiddete maruz kaldığını belirten kadınlarda da olası bir TSSB tanısını karşılama oranı yüksek bulunmuştur. Benzer bir ilişki, fiziksel şiddete sık ve çok sık biçimde maruz kalma durumu açısından da geçerlidir. Sık ve çok sık biçimde cinsel şiddet yaşayan kadınlarda olası TSSB tanısı anlamlılığa yakın düzeyde yüksektir. Bu bulgular, maruz kalınan şiddetin süresi ve boyutu ile TSSB’nun yaygınlığı arasında pozitif yönde ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmaları kısmi biçimde desteklemektedir (Astin, Ogland-Hand, Coleman, Foy, 1995; Cascardi, O’Leary, Schlee, 1999; Golding, 1999; Martin ve Mohr, 2000). 135 Şiddete en son maruz kalma zamanına göre olası TSSB tanısı değerlendirildiğinde, cinsel şiddete üç aydan daha kısa bir zaman önce maruz kalan kadınlarda olası TSSB tanısının ileri derecede anlamlı biçimde yüksek olduğu bulunmuştur. Bu bulgu, şiddete son maruz kalma zamanı ile TSSB tanısı arasında pozitif yönde ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmalar ile uyumludur (Dişcigil, 2003). Olası TSSB tanısı ile intihar girişiminde bulunma arasında ileri derecede anlamlı ilişki saptanmıştır; buna göre intihar girişiminde bulunmuş kadınlarda olası TSSB tanısına daha sık rastlanmaktadır. TSSB tanısı ile intihar düşünceleri arasındaki ilişki, sığınma evi örnekleminde gerçekleştirilmiş bir başka çalışmada da saptanmıştır (Weaver, Allen, Hopper, Maglione, McLaughin, McCullough, Jackson, Brewer, 2007). 5.7. Benlik Saygısı ve Beden Algısına İlişkin Bulguların Tartışılması Araştırmaya katılan kadınların benlik saygısı puan ortalaması 48.16 (±18.927) olarak belirlenmiştir. Çalışmada kullanılan benlik saygısı ölçeğinin kesme noktası bulunmamakta, ölçekten alınan toplam puanın yüksekliği bireyin benlik saygısı düzeyinin yüksekliğini göstermektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puanın 100 olduğu göz önüne alındığında, çalışma kapsamına alınan kadınların benlik saygısı puan ortalamasının çok düşük olmamasına rağmen ortalamanın altında kaldığı görülmektedir. Çalışmamızda saptanan benlik saygısı puan ortalaması, kadın mahkûmlar, hemodiyaliz ve siroz hastaları gibi farklı örneklem gruplarında benlik saygısı düzeylerinin aynı ölçekle değerlendirildiği diğer çalışmalarda elde edilen toplam puan ortalamalarına (sırasıyla 59.24, 62.22, 59.22) göre daha düşüktür (Gündoğan, 2006; Harputlu, 2005; Polat, 2007). Bu bulgu, farklı türde şiddet yaşantılarına sahip olan kadınların benlik saygısı düzeylerinin kontrol gruplarına gore anlamlı ölçüde daha düşük olduğunu ortaya koyan çalışmalarla uyumludur (Dişcigil, 2003, Büyükgök, 2007). Araştırmaya katılan kadınların beden algısı puan ortalaması 132.25 (±19.261), alınan puanların maksimum değeri 174, minimum değeri 60 olarak tespit edilmiştir. Çalışmada kullanılan beden algısı ölçeğinin kesme noktası bulunmamakta, ölçekten alınan toplam puanın yüksekliği bireyin bedeninden hoşnut olma düzeyinin yüksekliğini göstermektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puanın 200 olduğu göz önüne alındığında, çalışma kapsamına alınan kadınların beden algısı puan ortalamasının, ortalamanın üstünde yer aldığı görülmektedir. Çalışmamızda belirlenen beden algısı puan ortalaması, hemodiyaliz, siroz ve estetik cerrahi 136 hastalarında beden algısı düzeylerinin aynı ölçekle değerlendirildiği diğer çalışmalarda bulunan toplam puan ortalamalarına (sırasıyla 115.50, 106.00, 73.46) göre daha yüksektir (Başterzi ve ark., 2003; Gündoğan, 2006; Polat, 2007). Bu bulgu, varsayımlarımızın tersine, sığınma evinde kalan kadınların beden algısı düzeylerinin düşük olmadığını göstermektedir. Çalışma kapsamına alınan kadınların beden algısı puan ortalamasının, varsayımların aksine, ortalama sınırlar içinde yer alması düşündürücüdür. Örneklem grubunun kendine özgü özellikleri dikkate alınarak, bu sonuç üzerinde çeşitli spekülasyonlar geliştirilebilir. Sığınma evinde kalan kadınlar, yaşadıkları şiddetin boyutu ve derecesinden bağımsız olarak, şiddet içeren ilişkilerini sonlandırmayı ve kendilerine dayatılan yaşama “hayır” diyebilmeyi başarmış kadınlardır. Kadınların evlerini terk ederek sığınma evine gelmeleri, sosyal, ekonomik ve politik koşullarla ilişkili bir durum olduğu kadar, şiddetle mücadele etmeye yönelik bireysel bir kararlılığın ve çabanın da göstergesidir. Şiddete direnç gösterebilen kadınların kendileri ile ilgili daha olumlu bir benlik kavramına sahip olduğu, beden algısı düzeyinin de olumlu benlik kavramı ile ilişkili kişisel kaynaklardan biri olduğu düşünülebilir. Ancak, benlik saygısı düzeylerinin görece düşük olması, bu varsayımın şüphe ile karşılanmasına yol açmaktadır. Bu sonuç üzerine geliştirilebilecek bir başka yorum da, araştırmada kullanılan beden algısı ölçeğinde yer alan soruların içeriği ve sorulma biçiminin elde edilen puanları etkilemiş olabileceğidir. Ölçekte, kişilere, belirtilen beden bölgeleri hakkındaki algılarını ölçmek amacıyla, beğenme-beğenmeme ekseninde yer alan beş farklı seçenek sunulmaktadır. Ölçekte yer alan maddelerin ve cevapların sunulma biçimi, araştırılan kavramın ne olduğu ve nasıl değerlendirildiği hakkında çok açık ipuçları vermektedir. Benzer bir durumun, kullanılan benlik saygısı ölçeği açısından geçerli olmadığı düşünülmektedir. Ölçekler, kadınlara, yaşamları boyunca karşılaştıkları ağır şiddet yaşantılarının derinlemesine konuşulduğu yüzyüze görüşmelerden sonra verilmiştir. Kendini değerlendirmeye dayalı beden algısı ölçeğinde yer alan sorular, yoğun duygu paylaşımının ardından, kadınların kendilerini olumlu sunma yönünde bir ihtiyaç hissetmeleri nedeniyle gerçek düşüncelerinden farklı biçimde cevaplanmış olabilir. Kadınların yaşadıkları şiddet türlerine göre benlik saygısı ve beden algısı toplam puan ortalamaları değerlendirildiğinde, istatistiksel açıdan anlamlı sonuçlar ortaya konmuştur. 18 yaşından önce aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine maruz kaldığını belirten 137 kadınların benlik saygısı puan ortalamaları çok ileri derecede anlamlı düzeyde, beden imajı puan ortalamaları ise ileri derecede anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur. Bu bulgu, aile üyeleri (çoğunlukla da ebeveynler) tarafından uygulanan duygusal şiddetin, çocukluk dönemi yaşantıları ile doğrudan ilişkili kavramlar olan benlik saygısı ve beden algısı üzerindeki olumsuz etkisini göstermektedir. Çalışmaya katılan ve çocukluk döneminde aile üyelerinden duygusal şiddet gördüğünü belirten kadınların büyük bir bölümü (%84.5) sevdikleri-ihtiyaç duydukları faaliyelerden sürekli biçimde mahrum bırakıldıklarını ifade etmiştir. Çocukluk çağı ihmal yaşantılarının yaygınlığına işaret eden bu durumun, kadınların kendileri ile ilgili değerlendirmelerini ve yetişkinlik dönemindeki psikolojik iyilik halini bozan önemli bir faktör olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak, çocukluk çağında karşılaşılan psikolojik istismarın kadınların yetişkinlik dönemi yaşam uyumlarını yordamada anlamlı bir değişken olduğunu ortaya koyan araştırma sonuçları desteklenmiştir (Gross ve Keller, 1992; Sappington, Pharr, Tunstall, Rickert, 1997). 18 yaşından önce fiziksel şiddet gören kadınların benlik saygısı puanı ortalaması anlamlı düzeyde düşük, cinsel şiddet gören kadınların benlik saygısı puanı ortalaması ise istatistiksel açıdan anlamlı sayılmasa da cinsel şiddet yaşamayan gruba göre daha düşük bulunmuştur. Bu bulgu, fiziksel ve cinsel istismarın benlik saygısını düşürdüğünü ortaya koyan yazınla uyumludur (Freshwater, Leach, Aldridge, 2001; Hazen, Connelly, Soriano, Landsverk, 2008; Higgins ve McCabe, 1994; Wenninger ve Helman, 1998 Treuer, Koperdak, Rozsa ve Füredi, 2005). 18 yaşından sonra maruz kalınan cinsel şiddet ile benlik saygısı ve beden algısı puan ortalamaları arasında beklenen yönde anlamlı ilişki saptanmıştır. Bu bulgu, cinsel şiddet ile kadınların benlik saygısı ve beden algı düzeyleri arasında negatif yönde ilişki bulunduğunu gösteren yazınla uyumludur (Ackard ve Neumark, 2002; Cecil ve Matson, 2005; Neville, Heppner, Oh, Spanierman, Clark, 2004). Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından benlik saygısı ve beden algısı toplam puan ortalamaları değerlendirildiğinde, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınların benlik saygısı ve beden algısı puanı, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı biçimde daha düşük bulunmuştur. 138 Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre benlik saygısı ve beden algısı puan ortalamalarına bakıldığında, bir yıl ve daha uzun süre fiziksel şiddete maruz kalan kadınlarla, sık ve çok sık cinsel şiddete maruz kalan kadınların benlik saygısı puan ortalamalarının anlamlı biçimde düşük olduğu görülmektedir. Bu bulgu, çocukluk çağında maruz kalınan şiddetin sıklığı/boyutu ile benlik saygısı ve beden algısı arasında negatif yönde bir ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmaları kısmi biçimde desteklemektedir (Bolger, Patterson, Kupersmidt, 1998; Neville, Heppner, Oh, Spanierman, Clark, 2004). 18 yaşından sonra yaşanan şiddetin özellikleri açısından değerlendirildiğinde, her üç türdeki şiddete maruz kalma sıklığı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında beklenen yönde anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir. Beden algısı puan ortalamaları açısından benzer bir ilişki, bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca cinsel şiddete maruz kalan grupta yer alan kadınlarda görülmüştür. Bu bulgu, maruz kalınan şiddetin sıklığı/boyutu ile benlik saygısı ve beden algısı arasında negatif yönde bir ilişki olduğunu ortaya koyan çalışmaları kısmi biçimde desteklemektedir (Aguilar ve Nightingale, 1994; Cascardi ve O’Leary, 1992; Neville, Heppner, Oh, Spanierman, Clark, 2004). İntihar girişiminde bulunmuş olma ile beden algısı puan ortalamaları arasında anlamlı ilişki bulunmuştur; en az bir defa intihar girişiminde bulunduğunu ifade eden kadınların beden algısı puan ortalamaları diğer gruba göre daha düşüktür. Buna karşın benzer bir ilişki benlik saygısı puan ortalamaları açısından geçerli değildir. Olası TSSB tanısı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında ileri derecede anlamlı ilişki bulunmuştur; olası TSSB tanısını karşılayan grupta yer alan kadınların benlik saygısı puan ortalaması diğer gruba göre daha düşüktür. Bu bulgu, çocukluk çağı istismarına ya da yakın ilişki şiddetine maruz kalmış kişilerde, TSSB tanısı ile benlik saygısı arasında anlamlı ilişki saptayan başka bir araştırmanın sonuçları ile uyumludur (Bradley, Schwartz ve Kaslow, 2005). Buna karşın benzer bir ilişki beden algısı puan ortalamaları açısından geçerli değildir. İlgili yazına bakıldığında, TSSB ile beden algısı arasında anlamlı ilişki saptayan çalışmalara rastlanmaktadır (Weaver, Resnick, Kokoska ve Etzel, 2007; Wenninger ve Helman, 1998). 139 6. SONUÇLAR VE ÖNERİLER 6.1. SONUÇLAR Bu çalışmada, sığınma evinde kalan kadınlarda yaşam boyu şiddete maruz kalma durumu ve yaşanan şiddete ilişkin özellikler incelenmiş ve şiddet öyküsü açısından Travma Sonrası Stres Bozukluğu tanısı, benlik saygısı ve beden algısı düzeyleri değerlendirilmiştir. Bu bölümde, araştırmanın planlanma aşamasında belirlenen varsayımlar doğrultusunda araştırmadan elde edilen sonuçlara yer verilmiştir. Varsayım-1: Birden çok şiddet türüne maruz kalan kadınların oranı, sadece tek bir şiddet türüne maruz kalan kadınlara göre daha yüksek olacaktır. Çalışma kapsamına alınan kadınların 18 yaşından önce şiddet yaşama durumu incelendiğinde, %77.3’ünün aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine, %64’ünün fiziksel şiddete ve %26.7’sinin cinsel şiddete maruz kaldığı saptanmıştır. Kadınların 18 yaşından sonra şiddet yaşama durumu incelendiğinde, %90.7’sinin eşlerinin ya da erkek arkadaşlarının duygusal şiddetine, %94.7’sinin fiziksel şiddete ve %73.3’ünün cinsel şiddete maruz kaldığı belirlenmiştir. Bu sonuçlar, sığınma evinde kalan kadınların yaşam boyu farklı şiddet türlerine eşzamanlı olarak maruz kaldığını göstermektedir. Araştırma bulguları, ilk varsayımımızı doğrulamaktadır. Varsayım-2: Şiddet öyküsü bulunan kadınlar sıklıkla olası TSSB tanısını karşılayacaktır. Çalışma kapsamına alınan kadınların üçte ikisi (%68) olası TSSB tanısını karşılamaktadır. Araştırma kapsamında değerlendirilen şiddet türlerinin hepsinde, şiddete maruz kaldığını belirten kadınlar arasında olası TSSB tanısını karşılayanların oranı, olası TSSB tanısını karşılamayanlara gore daha yüksektir. Kadınların yaşadıkları şiddet türleri ile olası TSSB tanısı arasındaki ilişkiye bakıldığında, 18 yaşından önce cinsel şiddete maruz kalmanın anlamlılığa yakın, 18 yaşından sonra eşin/erkek arkadaşın duygusal şiddetine maruz kalmanın ise anlamlı düzeyde etkili değişkenler olduğu bulunmuştur. Araştırma bulguları, üçüncü varsayımımızı doğrulamaktadır. 140 Varsayım-3: Şiddet öyküsü bulunan kadınlarda benlik saygısı ve beden algısı düzeyleri düşük olacaktır. Araştırmaya katılan kadınların benlik saygısı puan ortalaması 48.16 (±18.927) olarak belirlenmiştir. Çalışmada kullanılan benlik saygısı ölçeğinin kesme noktası bulunmamakta, ölçekten alınan toplam puanın yüksekliği bireyin benlik saygısı düzeyinin yüksekliğini göstermektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puanın 100 olduğu göz önüne alındığında, çalışma kapsamına alınan kadınların benlik saygısı puan ortalamasının düşük olduğu görülmektedir. Araştırmaya katılan kadınların beden algısı puan ortalaması 132.25 (±19.261), alınan puanların maksimum değeri 174, minimum değeri 60 olarak tespit edilmiştir. Çalışmada kullanılan beden algısı ölçeğinin kesme noktası bulunmamakta, ölçekten alınan toplam puanın yüksekliği bireyin bedeninden hoşnut olma düzeyinin yüksekliğini göstermektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puanın 200 olduğu göz önüne alındığında, çalışma kapsamına alınan kadınların benlik saygısı puan ortalamasının, ortalamanın üstünde yer aldığı görülmektedir. Araştırma bulguları, dördüncü varsayımımızı kısmî biçimde desteklemektedir. Varsayım-4: Uzamış, tekrarlayan biçimde şiddete maruz kalan veya çoğul şiddet türlerini yaşayan kadınlarda düşük benlik saygısı ve beden algısına, ayrıca olası bir TSSB tanısına daha çok rastlanacaktır. Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre olası TSSB tanısı incelendiğinde, anlamlı bulunan tek değişkenin fiziksel şiddetin süresi olduğu; bir yıl ve daha uzun bir zaman dilimi boyunca fiziksel şiddet gören kadınların daha yüksek oranda olası TSSB tanısını karşıladığı görülmektedir. Kadınların 18 yaşından sonra yaşadıkları şiddete ait özellikler arasından olası TSSB tanısı ile anlamlı ilişki içinde bulunan değişkenler, duygusal şiddetin süresi ve fiziksel şiddetin sıklığı olmuştur. Buna gore, bir yıldan daha kısa bir süre eşinin/erkek arkadaşının duygusal şiddetine maruz kaldığını belirten az sayıda kadının tamamı olası bir TSSB tanısını karşılarken, bir yıl ve daha uzun bir süre duygusal şiddete maruz kaldığını belirten kadınlarda da olası TSSB tanısını karşılama oranı yüksek bulunmuştur. Benzer bir ilişki, fiziksel şiddete sık ve çok sık 141 biçimde maruz kalma durumu açısından da geçerlidir. Sık ve çok sık biçimde cinsel şiddet yaşayan kadınlarda olası TSSB tanısı anlamlılığa yakın düzeyde yüksektir. Kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddete ait özelliklere göre benlik saygısı ve beden algısı puan ortalamalarına bakıldığında, bir yıl ve daha uzun süre fiziksel şiddete maruz kalan kadınlarla, sık ve çok sık cinsel şiddete maruz kalan kadınların benlik saygısı puan ortalamalarının anlamlı biçimde düşük olduğu görülmektedir. 18 yaşından sonra yaşanan şiddetin özellikleri açısından değerlendirildiğinde, her üç türdeki şiddete maruz kalma sıklığı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında beklenen yönde anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir. Beden algısı puan ortalamaları açısından benzer bir ilişki, bir yıl ve daha uzun bir süre cinsel şiddete maruz kalan grupta yer alan kadınlarda görülmüştür. Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından TSSB tanısı değerlendirildiğinde, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayanların olası TSSB tanısını karşılama oranı, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından benlik saygısı ve beden algısı toplam puan ortalamaları değerlendirildiğinde, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınların benlik saygısı ve beden algısı puanı, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı biçimde daha düşük bulunmuştur. Araştırma bulguları, beşinci varsayımımızı desteklemektedir. Varsayım-5: Şiddet öyküsü bulunan kadınlarda olası bir TSSB tanısının varlığı ile benlik saygısı ve beden algısı düzeyleri arasında ilişki bulunacaktır. Olası TSSB tanısı ile benlik saygısı puan ortalamaları arasında çok ileri derecede anlamlı ilişki bulunmuştur; olası TSSB tanısını karşılayan grupta yer alan kadınların benlik saygısı puan ortalaması diğer gruba göre daha düşüktür. TSSB tanısını karşılayan grupta yer alan kadınların beden algısı puan ortalaması diğer gruba gore daha düşük olmasına rağmen, aradaki ilişki anlamlı bulunmamıştır. Araştırma bulguları, altıncı varsayımımızı kısmî biçimde desteklemektedir. 142 6.2. ÖNERİLER Kadına yönelik şiddet olgusu, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de farklı sosyodemografik özelliklere sahip kadınlar arasında yaygın bir biçimde yaşanmaktadır. Önemli bir toplumsal sağlık sorunu olan kadına yönelik şiddetle mücadelede, sığınma evlerinin gerekliliği tartışılmaz bir biçimde kabul edilmektedir. Özellikle düşük sosyoekonomik seviyeye sahip kadınlar açısından şiddetten arınmış bir hayatın kurulabilmesi için sığınma evlerine duyulan ihtiyaç ortadadır. Kadın sığınma evlerinin kurulma şartlarına ilişkin gerekli yasal düzenlemeler ilgili kanunlarda açık bir şekilde tanımlanmış olmasına rağmen, Türkiye’de sığınma evlerinin sayıca yetersiz olduğu görülmektedir. Öncelikli olarak, Belediye Kanunu’nda yer aldığı gibi, Türkiye’nin her bölgesinde büyükşehir belediyelerine ve nüfusu 50.000’i geçen belediyelere bağlı sığınma evlerinin açılması, hali hazırda sığınma evi olan yerleşim bölgelerinde de sığınma evi sayısının arttırılması gerekmektedir. Sığınma evlerinde kalan kadınlara ve çocuklarına sunulan hizmetlerin sadece güvenlik ve barınmayla sınırlı kalması, sığınma evlerinin kuruluş amaçlarının yerine getirilmesinde yeterli değildir. Sığınma evinde kalan kadınlara verilecek hizmetler arasında, yaşanan şiddetin neden ve sonuçlarına dair bilinç yükseltici çalışmaların yapılması ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine dair farkındalığın geliştirilmesi yer almalıdır. Sığınma evlerinin kadına yönelik şiddetle mücadelede etkin rol oynayabilmesi, kadınların yaşamlarında bıraktığı dönüştürücü ve güçlendirici etkiye bağlıdır. Ancak, var olan sığınma evlerinde bu konuya yeteri kadar önem verildiğini söylemek mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, kadına yönelik şiddetle mücadele edebilmek için sığınma evlerinde kadın bakış açısına duyarlı politikalar izlenmesi gerekmektedir. Bu öneriyle yakından ilişkili bir başka konu da, sığınma evlerinin bağımsızlığının sağlanamamış olmasıdır. Sığınma evlerinde verilen hizmetlerin yerel yönetimde bulunan partilerin siyasi eğilimleri doğrultusunda şekillenmesi, belediyelere bağlı ya da belediyelerden finansal destek almakta olan sığınma evlerinde karşılaşılan sorunların başında gelmektedir. Bu çalışmanın uygulanması sırasında, görüşmelerin yapılmakta olduğu yerlerden biri olan Mor Çatı Kadın Sığınağı’na Beyoğlu Belediyesi tarafından verilen maddi desteğin kesilmesi nedeniyle sığınak çalışmalarının sekteye uğraması, bu duruma verilecek somut örneklerden biridir. Bunun dışında, yerel yönetimde bulunan siyasi partilerin zihniyet yapıları, sığınma evlerinde kadın bakış açısına dayalı çalışmaların yapılması önünde engel oluşturabilmektedir. 143 Bu nedenle, sığınma evlerinin devlet eliyle ya da yerel yönetimlerce finansal açıdan desteklenmesi, ancak işleyiş politikalarında tam bağımsızlığını kazanması büyük önem arz etmektedir. Aile içinde şiddete maruz kalmış kadınların sığınma evlerine ulaşmasını güçleştiren engellerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu amaçla, medyada sığınma evlerinin varlığına ilişkin haberdarlığı arttırıcı çalışmaların yapılması; polisin aile içi şiddet vakalarında ilgili kanunlarda yer alan prosedürlere uygun biçimde hareket etmesi için bakış açısı değişikliğini hedef alan hizmet içi eğitimlerden geçmesi; sağlık çalışanlarının aile içi şiddet mağduru kadınları tanıması, bu kadınları ihtiyaçlarına uygun biçimde tedavi edebilmesi ve şiddet ortamından uzaklaştıracak gerekli yönlendirmeleri yapabilmesi için sağlık sistemi içinde kadına yönelik şiddet konusuna öncelikli yer verilmesi; halk sağlığı yaklaşımı çerçevesinde aile içi şiddet mağduru kadınları belirlemeye yönelik tarama çalışmalarının yapılması ve risk gruplarına yönelik bilgilendirici etkinliklerin düzenlenmesi ve ülke genelinde ücretsiz hizmet veren acil telefon hatlarının kurulması önerilmektedir. Sığınma evinde kalan kadınlarda, TSSB başta olmak üzere çeşitli ruh sağlığı sorunlarına sıklıkla rastlanmaktadır. Düşük benlik saygısı da, sığınma evinde kalan kadınların büyük bir bölümünün yaşam uyumunu ve psikolojik iyilik halini bozan bilişsel süreçlerin başında gelmektedir. Bu sonuçlarla yakından ilişkili biçimde sığınma evinde kalan kadınların intihar girişiminde bulunma oranının yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Çalışmamızda ortaya konan çarpıcı sonuçlardan biri, ağır şiddet yaşantıları ile doğrudan ilişkili psikopatolojik sorunların yaygınlığına karşın, kadınların küçük bir bölümünün yaşadıkları şiddetle başa çıkabilmek için psikolojik destek alması olmuştur. Sığınma evinde kalan kadınlara psikolojik desteğin sağlanması, kadınların yeniden güçlenebilmesi ve yaşamlarını yeniden kurabilmesi için verilmesi gereken hizmetlerden biri olmalıdır. Bu nedenle, her sığınma evinde, kurum bünyesi altında ya da dışarıdan destek verebilecek bir psikologun görev alması olumlu bir gelişme olacaktır. Bu uzmanlar gerektiğinde daha farklı tıbbî ve psikolojik destek için yönlendirme yapabileceklerdir. Çalışmamızda, yaşadıkları cinsel şiddet nedeniyle psikolojik destek aldığını belirten kadınların oranı, yaşadıkları fiziksel şiddet nedeniyle psikolojik destek aldığını belirten kadınlara göre daha düşük bulunmuştur. Bu bulgu da, kadınların cinsel şiddet yaşantılarını her zaman kendiliğinden paylaşmadığını göstermektedir. Psikolojik sorunların kaynağını doğru 144 bir biçimde yakalayabilmek ve etkili başa çıkma yollarını geliştirebilmek için şiddet mağduru kadınlarla yapılan terapötik çalışmalarda cinsel şiddetin varlığı mutlaka değerlendirilmelidir. Kadınların işlevselliğini ve yaşam uyumunu önemli ölçüde bozan TSSB’nun, sığınma evinde kalan kadınlarla yapılan bireysel ve grup terapilerinde mutlaka ele alınması gerekmektedir. Psikolojik danışmanlık ya da psikoterapi çalışmalarının, kadınlar sığınma evinden ayrıldığında yarıda kalmaması için uygun koşulların oluşturulması ve gerekli izleme çalışmalarının yapılması önerilmektedir. Sığınma evi deneyimi, kadınların kendilerine şiddetten arınmış yeni bir yaşam kurabilmek amacıyla giriştikleri zorlu mücadelenin ilk adımı olmaktadır. Sığınma evine başvuran kadınların sosyo-ekonomik koşulları göz önüne alındığında, bu kadınların sosyal ve ekonomik kaynaklarının zenginleştirilmesi gerektiği açıkça görülmektedir. Kontrolü kendi ellerinde olan bir yaşam kurabilmeleri için ekonomik bağımsızlıklarını garanti altına alacak koşulların üretilmesi gerekmektedir. Kadınların sığınma evinde kaldıkları surede, orta ve uzun vadede iş bulmalarını kolaylaştıracak eğitim programlarından ve mesleki kurslardan yararlanmalarını sağlayacak projeler geliştirilmeli; bu konuda siyasi iktidar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları sığınma evi çalışmalarına fon ayırmalıdır. Türkiye şartlarında gerçeklikten uzak bir öneri olarak karşılanacağı kabul edilse de, sığınma evinde kalan kadınlar iş ve ev bulana kadar, bu kadınların ve çocuklarının aylık gelirleri devlet tarafından karşılanmalıdır. Ayrıca, kamu kurumlarında ve özel kuruluşlarda işe alım sürecinde aile içi şiddet mağduru kadınları kapsayan bir kota uygulamasının, şiddet mağduru kadınların istihdam sorununa getirilebilecek çözüm önerilerinden biri olduğu düşünülmektedir. Türkiye’de, kadına yönelik şiddetin farklı türlerini bir arada inceleyen ve maruz kalınan şiddetin sadece belirli bir dönemde (çocukluk, evlilik, hamilelik vb.) değil, yaşam boyu nasıl ve ne sıklıkta yaşandığını değerlendiren çalışmaların sınırlı sayıda olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, çalışmadan elde edilen sonuçların, durumun kapsamlı ve bütüncül bir değerlendirmesini yapmaya ve Türkiye’de konu ile ilgili gelişmekte olan yazına katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Şiddetin yol açtığı ağır psikososyal sorunlara vurgu yapılması, risk grubunda bulunan kadınlara yönelik koruyucu önlemlerin geliştirilmesine yardımcı olabilir. Sığınma evinde kalan kadınlara verilecek psikolojik desteğin etkili olabilmesi için öncelikle şiddet yaşayan kadınların hangi özelliklere sahip olduğunu bilmek yararlı olacaktır. Şiddet yaşayan kadınlarda TSSB, benlik saygısı ve beden algısı arasındaki karmaşık ilişkilerin varlığını ortaya koymak, klinik ortamda bu alanlardaki bozulmanın değerlendirilmesinde ve 145 uygulanacak tedavi stratejilerinin belirlenmesinde önemli olabilir. Ayrıca, gerçekleştirilen akademik çalışmaların konuya ilişkin toplumsal farkındalığı arttırdığı dikkate alınırsa, çalışmanın bilinç arttırıcı bir işlevi olduğu söylenebilir. Tüm bu nedenlerle, hem genel nüfusu temsil edici örneklemlerle hem de sığınma evi örneklemi ile geniş kapsamlı ve sorunun farklı boyutlarını ele alan bilimsel çalışmaların yapılması önem arz etmektedir. 146 ÖZET Bu çalışma, sığınma evinde kalan kadınlarda yaşam boyu şiddete maruz kalma durumunu ve yaşanan şiddete ilişkin özellikleri saptamak ve şiddet öyküsü açısından Travma Sonrası Stres Bozukluğu tanısını, benlik saygısı ve beden algısı düzeylerini değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak planlanıp uygulanmıştır. Araştırmanın örneklemini, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, SHÇEK Kadın Konukevi, Eyüp, Küçükçekmece ve Kadıköy Belediyeleri’ne bağlı kadın sığınma evlerinde kalan ve araştırmanın içleme-dışlama ölçütlerini karşılayan 75 kadın oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında, araştırmacı tarafından geliştirilen bilgi toplama formu, Travma Sonrası Tanı Ölçeği (TSTÖ), Coopersmith Benlik Saygısı Envanteri ve Vücut Algısı Ölçeği (VÖA) kullanılmıştır. Çalışmadan elde edilen verilerin istatistiksel analizinde, ki-kare, fisher testi, McNemar testi, t-testi, tek yönlü varyans analizi ve Mann Whitney U testi kullanılmıştır. Çalışma kapsamına alınan kadınların 18 yaşından önce yaşadıkları şiddet türleri değerlendirildiğinde, %77.3’ünün aile üyelerinden en az birinin duygusal şiddetine, %64’ünün fiziksel şiddete ve %26.7’sinin cinsel şiddete maruz kaldığı bulunmuştur. 18 yaşından sonra yaşanan şiddet türleri incelendiğinde, kadınların %90.7’sinin eşlerinin/erkek arkadaşlarının duygusal şiddetine, %64’ünün fiziksel şiddete ve %73.3’ünün cinsel şiddete maruz kaldığı belirlenmiştir. Çalışma kapsamına alınan kadınların %68’i olası TSSB tanısını karşılamaktadır. Araştırmaya katılan kadınların benlik saygısı puan ortalaması 48.16 (±18.927), beden imajı puan ortalaması 132.25 (±19.261) olarak tespit edilmiştir. Yaşam boyu şiddet öyküsü açısından olası TSSB tanısı değerlendirildiğinde, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınların olası TSSB tanısını karşılama oranı, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınların benlik saygısı ve beden algısı düzeylerinin de, sadece duygusal ve fiziksel şiddet yaşayanlara göre anlamlı düzeyde düşük olduğu görülmüştür. Anahtar Sözcükler: Kadına yönelik şiddet, TSSB, benlik saygısı, beden algısı 147 ABSTRACT This study has been planned and applied descriptively with the aim of determining the lifetime exposure of violence among women in women’s shelters and characteristics of violence experienced as well as assessing the Post-Traumatic Stress Disorder (PTSD) diagnosis and the levels of self-esteem and body image. The sample of the study consists of 75 women meeting the qualification criteria of the research and who stay in Mor Çatı Women Shelter Foundation, SHÇEK Women Shelter and women shelters of Eyüp, Küçükçekmece and Kadıköy Municipalities. The data collection was undertaken through the questionnaire prepared by the researcher, Post-Traumatic Diagnosis Scale, Coopersmith Self-Esteem Inventory and Body Image Scale. The data obtained throughout the research have been analyzed by using qui-square, fisher test, McNemar test, t-test, single-sided variance analysis and Mann Whitney U test. As a result of the analysis on the violence experienced by the sample before the age 18, it was reported that 77,3% percent of the women has been exposed to emotional violence by at least one of the family members, 64% of them to physical violence and 26,7% of them to sexual violence. For the violence experienced after the age 18, it was revealed that 90,7% of the women was exposed to emotional violence by their husbands/boy friends, 64% of them to physical violence and 73,3% of them to sexual violence. The incidence of PTSD among women is 68%. The average score for self-esteem was 48,16 (±18.927) and for body image was 132.25 (±19.261). With regard to the relationship between lifetime exposure to violence and the PTSD, the ratio of women who have experienced emotional, physcial, sexual violence was revealed to be significantly higher than the ratio of women who have only experienced emotional, physical violence. In addition, self-esteem and body image of women who have experienced emotional, physical and sexual violence were found to be significantly lower than women who have only experienced emotional, physical violence. Key words: Violence against women, PTSD, self-esteem, body image. 148 KAYNAKÇA Abbey, A., Ross, L. T., McDuffie, D., McAuslan, P. (1996). Alcohol, misperception, and sexual assault: How and why are they linked? D. Buss, N. M. Malamuth (Eds.) içinde, Sex, Power,Conflict (138-161). New York: Oxford University Press. Acierno, R., Kilpatrick, D. G., Resnick, H. S. (1999). Post-traumatic stress disorder in adults relative to criminal victimization: Prevalence, risk factors, and comorbidity. P. A. Saigh, J. D. Bremner (Eds.) içinde, Posttraumatic Stress Disorder-A Comprehensive Text (44-68). Boston: Allyn & Bacon. Ackard, D. M., Neumark-Sztainer, D. (2002). Date violence and date rape among adolescents: Associations with disordered eating and psychological health. Child Abuse & Neglect, 26, 455–473. Acuner, S. (2007). 90’lı yıllar ve resmi düzeyde kurumsallaşmanın doğuş aşamaları. A. Bora, A. Günal (Ed.) içinde, 90’larda Türkiye’de Feminizm (125-158). İstanbul: İletişim Yayınları. ADNKS (2008). Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Nüfus Sayımı Sonuçları. www.tuik.gov.tr Aguilar, R., Nightingale, N. (1994). The impact of specific battering experiences on the self-esteem of abused women. Journal of Family Violence, 9, 35–45. Akay, B., Kaşker, B., Gökberk, F., Özavar, S., Güvenç, S. (1996). Ve sığınak açıldı. Mor Çatı Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör (179-181). İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Akın, A. (2008). Türkiye’de kadın çalışmalarında sağlık nerede? 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre Kitabı (2935). Ankara: HÜKSAM, TTB & UNFPA. Akkoç, N. (2007). Diyarbakır Ka-Mer’in kuruluş hikayesi ve yürüttüğü çalışmalar. A. Bora, A. Günal (Ed.) içinde, 90’larda Türkiye’de Feminizm (205-216). İstanbul: İletişim Yayınları. Akyüz, G., Kuğu, N., Doğan, O., Özdemir, L. (2002). Bir psikiyatri polikliniğine başvuran evli kadın hastalarda aile içi şiddet, evlilik sorunları, başvuru yakınması ve psikiyatrik tanı. Yeni Symposium, 40(2), 41-48. Aldarondo, E., Sugarman, D. B. (1996). Risk marker analysis of the cessation and persistence of wife assault. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 64(5), 1010-1019. Altınay, A., Arat, Y. (2007). Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet. İstanbul. Amerikan Psikiyatri Birliği (1994). Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Dördüncü Baskı (DSMIV), Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 1994’ten çeviren E. Köroğlu, Ankara: Hekimler Yayın Birliği. Anıl, E., Arın, C., Hacımirzaoğlu Berktay, A. Bingöllü, M., İlkkaracan, P., Erçevik Amado, L. (2005). Turkish Civil and Penal Code Reforms from a Gender Perspective: The Success of Two Nationwide Campaigns. İstanbul: Women for Women’s Human Rights. Arın, C. (1996). Mor Çatı’nın kuruluş öyküsü. Mor Çatı Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör (145-151). İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Aromäki, A. S., Lindman, R. E. (2001). Alcohol expectancies in convicted rapists and child molesters. Criminal Behaviour & Mental Health, 11(2), 91-98. Arslan, D. (1998). Aile İçinde Kadına Yönelen Şiddet ve İstanbul Kadın Misafirhanesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Astin, M. C., Ogland-Hand, S. M., Coleman, E. M., Foy, D. W. (1995). Posttraumatic stress disorder and childhood abuse in battered women: Comparisons with maritally distressed women. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 63(2), 308-312. Atwood, J. D. (2007). When love hurts: Preadolescent girls’ reports of incest. The American Journal of Family Therapy, 35, 287-313. Auster, C. J., Leone, J. M. (2001). Late adolescents’ perspectives on marital rape: The impact of gender and fraternity/sorority membership. Adolescence, 36(141), 141-152. Aycan, N., Cansunar, F. N., Balcıoğlu, İ. (1997). Toplumsal tabu: Bir ensest olgusu. Yeni Symposium, 35(1), 1921. Aykut, N. B. (2006). Yunus Emre Sağlık Ocağı Bölgesinde Kadınlarda Bazı Ruh Sağlığı Sorunlarının Prevalansı ve Aile İçi Şiddetin Buna Etkisinin Saptanması, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara. 149 Bargai, N., Ben-Shakhar, G., Shalev, A. (2007). Posttraumatic stress disorder and depression in battered women: The mediating role of learned helplessness. Journal of Family Violence, 22(5), 267-275. Basile, K. C., Arias, I., Desai, S., Thompson, M P. (2004). The differential association of intimate partner physical, sexual, psychological, and stalking violence and posttraumatic stress symptoms in a nationally representative sample of women. Journal of Traumatic Stress, 17(5), 413–421. Bass, L., Taylor, B., Knudson-Martin, C., Huenergardt, D. (2006). Making sense of abuse: Case studies in sibling incest. Contemporary Family Therapy: An International Journal, 28(1), 87-109. Bassuk, E., Dawson, R., Hungtington, N. (2006). Intimate partner violence in extremely poor women: Longitudinal patterns and risk markers. Journal of Family Violence, 21, 387-399. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (2000). Aile içi şiddetin sebep ve sonuçları (Aralık 1993-Aralık 1994). Ankara: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı. Başterzi, A. D., Tüzer, V., Alagöz, M. Ş., Uysal, A. Ç., Göka, E. (2003). Estetik cerrahi hastalarında yeme tutumu ve beden algısı. Yeni Symposium, 41(1), 3-6. Battal, S., Özmenler, N. (1997). Posttravmatik Stres Bozukluğu ve Akut Stres Bozukluğu. C. Güleç, E. Köroğlu (Ed.) içinde, Psikiyatri Temel Kitabı (505-516). Ankara: Hekimler Yayın Birliği. Bengtson-Tops, A., Tops, D. (2007). Self-reported consequences and needs for support associated with abuse in female users of psychiatric care. International Journal of Mental Health Nursing, 16, 35–43. Benson, M. L., Fox, G. L., DeMaris, A., van Wyk, J. (2003). Neighborhood disadvantage, individual economic distress and violence against women in intimate relationships. Journal of Quantitative Criminology, 19(3), 207235. Bent-Goodley, T. B. (2004). Perceptions of domestic violence: A dialogue with African American Women. Health & Social Work, 29(4), 307-316. Berktay, F. (1998). Cumhuriyet’in 75 yıllık serüvenine kadınlar açısından bakmak. A. G. Hacımirzaoğlu (Ed.) içinde, 75 Yılda Kadınlar-Erkekler (1-11). İstanbul: Tarih Vakfı. Bilgili Aykut, N. (2006). Yunus Emre Sağlık Ocağı Bölgesinde Kadınlarda Bazı Ruh Sağlığı Sorunlarının Prevalansı ve Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Buna Etkisinin Saptanması, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Enstitüsü, Ankara. Bixler, R. H. (1983). The multiple meanings of “incest”. Journal of Sex Research, 19(2), 197-201. Bliss, M. J., Ogley-Oliver, E., Jackson, E., Harp, S., Kaslow, N. J. (2008). African American women’s readiness to change abusive relationships. Journal of Family Violence, 23, 161-171. Bolger, K. E., Patterson, C. J., Kupersmidt, J. B. (1998). Peer relationships and self-esteem among children who have been maltreated. Child Development, 69(4), 1171-1197. Bora, A., Günal, A. (2007). 90’larda Türkiye’de Feminizm (İkinci Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları. Bradley, R., Schwartz, A. C., Kaslow, N. J. (2005). Posttraumatic stress disorder symptoms among low-income, African American women with a history of intimate partner violence and suicidal behaviors: Self-Esteem, social support, and religious coping. Journal of Traumatic Stress, 18(6), 685-696. Breslau, N. (2002). Epidemiologic studies of trauma, posttraumatic stress disorder, and other psychiatric disorders. The Canadian Journal of Psychiatry, 47(10), 923-929. Briere, J. (1998). Psychological Assessment of Adult Posttraumatic Stress. Washington: American Psychological Association. Brodwin, M. G., Siu, F. W. (2007). Domestic violence against women who have disabilities: What educators need to know? Education, 127(4), 548-551. Browne, A., Finkelhor, D. (1986). The impact of child sexual abuse: A review of the research. Psychological Bulletin, 99(1), 66-77. Buckley, H., Holt, S., Whelan, S. (2007). Listen to me! Children’s experiences of domestic violence. Child Abuse Review, 16, 296-310. Burch, R. L., Gallup, Jr., Gordon, G. (2004). Pregnancy as a stimulus for domestic violence. Journal of Family Violence, 19(4), 243-247. 150 Büyükgök, D. (2007). Eşler Arası Şiddet: Belirleyicileri ve Ruh Sağlığına Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Psikiyatri Ana Bilim Dalı, Aydın. Campbell, R., Greeson, M. R., Bybee, D., Raja, S. (2008). Occurrence of childhood sexual abuse, adult sexual assault, intimate partner violence, and sexual harassment: A mediational model of posttraumatic stress disorder and physical health outcomes. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 76(2), 194–207. Carson, D. K., Council, J. R., Volk, M. A. (1989). Temperament as a predictor of psychological adjustment in female adult incest victims. Journal of Clinical Psychology, 45(2), 330-335. Cascardi, M., O’Leary, K. (1992). Depressive symptomatology, self-esteem, and self-blame in battered women. Journal of Family Violence, 7, 249–259. Cascardi, M., O’Leary, K. D., Schlee, K. A. (1999). Co-occurrence and correlates of posttraumatic stress disorder and major depression in physically abused women. Journal of Family Violence, 14(3), 227-249. Cattaneo, L. B., DeLoveh, H. L. M. (2008). The role of socioeconomic status in helpseeking from hotlines, shelters, and police among a national sample of women experiencing intimate partner violence. American Journal of Orthopsychiatry, 78(4), 413-422. Cecil, H., Matson, S. C. (2005). Differences in psychological health and family dysfunction by sexual victimization type in a clinical sample of African American adolescent women. The Journal of Sex Research Volume, 42(3), 203-214. Christensen, P. N., Cohan, S. L., Stein, M. B. (2004). The relationship between interpersonal perception and post-traumatic stress disorder-related functional impairment: A social relations model analysis. Cognitive Behaviour Therapy, 33(3), 151-160. Cohen, J. A., Mannarino, A. P., Murray, L.K., Igelman, R. (2006). Psychosocial interventions for maltreated and violence-exposed children. Journal of Social Issues, 62(4), 737-766. Coker, A. L., Smith, P. H., McKeown, R. E., King, M. J. (2000). Frequency and correlates of intimate partner violence by type: Physical, sexual, and psychological battering. American Journal of Public Health, 90(4), 553559. Cortina, L. M., Pimlott-Kubiak, S. (2006). Gender and posttraumatic stres: Sexual violence as an explanation for women’s increased risk. Journal of Abnormal Psychology, 115(4), 753–759. Corvo, K. (2006). Violence, separation, and loss in the families of origin of domestically violent men. Journal of Family Violence, 21(2), 117-125. Costin, F., Kaptanoğlu, C. (1992). Beliefs about rape and women’s social roles: A Turkish replication. European Journal of Social Psychology, 23(3), 327-330. Cougle, J. R., Resnick, H., Kilpatrick, D. G. (2009). A prospective examination of PTSD symptoms as risk factors for subsequent exposure to potentially traumatic events among women. Journal of Abnormal Psychology, 118(2), 405–411. Coulton, C. J., Korbin, J. E. (1995). Community level factors and child maltreatment rates. Child Development, 66(5), 1262-1276. Crosson-Tower, C. (1999). Understanding Child Abuse and Neglect (Fourth Edition). Needham Heights: Allyn & Bacon. Çiftçi, Ö. (2007). Yaşadıkları Şiddet Nedeniyle Sığınma Evlerine Başvuran Kadınların Umutsuzluk, Depresyon ve Üreme Sağlığı Durumlarının Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doğu ve kadın Hastalıkları Hemşireliği Ana Bilim Dalı, İstanbul. Darves-Bornoz, J. M., Berger, C., Degiovanni, A., Gaillard, P., Lepine, J. P. (1999). Similarities and differences between incestuous and nonincestuous rape in a French follow-up study. Journal of Traumatic Stress, 12(4), 613-623. Demause, L. (1991). The universality of incest. The Journal of Psychohistory, 19(2), 105-117. Demiröz, F. (1996). Evli Kadınlara Yönelik İstismar ve Kadınların Sığınma Evleri Hakkındaki Düşünceleri, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Department of Health (1999). Working Together to Safeguard Children: A Guide to Interagency Working to Safeguard and Promote the Welfare of Children. London: The Stationery Office. 151 Deveci, S. E., Açık, Y., Ayar, A. (2007). A survey of rate of victimization and attitudes towards physical violence among school-aged children in Turkey. Child: care, health and development, 34(1), 25-31. Dişcigil Genç, A. (2003). Aile İçi Şiddet Gören Kadınlarda Psikiyatrik Bozukluklar-Bir Psikiyatri Polikliniği Örneklemi, Uzmanlık Tezi, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı, İstanbul. Donalek, J. G. (2001). First incest disclosure. Issues in Mental Health Nursing, 22(6), 573-591. Dubner, A. E., Motta, R. W. (1999). Sexually and physically abused foster care children and posttraumatic stres disorder. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 67(3), 367-373. Dutton, D. G., Bodnarchuk, M. (2005). Through a psychological lens: Personality disorder and spouse assault. D. R. Loseke, R. J. Gelles, M. M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence (5-18). Thousand Oaks: Sage Publications. Dutton, D.G. (1999). Limitations of social learning models in explaining intimate aggression. X. B. Arriaga, S. Oskamp (Eds.) içinde, Violence in İntimate Relationships (73-90). Thousand Oaks: Sage Publications. Dyl, J., Kittler, J., Phillips, K. A., Hunt, J. I. (2006). Body dysmorphic disorder and other clinically significant body image concerns in adolescent psychiatric inpatients: Prevalence and clinical characteristics. Child Psychiatry Human Development, 36, 369-382. Ellsberg, M., Caldera, T., Herrera, A., Winkvist, A., Kullgren, G. (1999). Domestic violence and emotional distress among Nicaraguan women: Results from a population-based study. American Psychologist, 54(1), 3036. Ersoy, M. A., Donat, Ö., Çelikkol, A. (2003). Disosiyatif varsanılar: Bir ensest olgusu dolayısıyla gözden geçirme. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji (3P) Dergisi, 11(1), 53-58. Fals-Stewart, W., Leonard, K. E., Birchler, G. R. (2005). The occurrence of male-to-female intimate partner violence on days of men's drinking: The moderating effects of antisocial personality disorder. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 73(2), 239-248. Farris, C. A., Fenaughty, A. M. (2002). Social isolation and domestic violence among female drug users. American Journal of Drug & Alcohol Abuse, 28(2), 339-351. Finkelhor, D. (1994). The international epidemiology of child sexual abuse. Child Abuse & Neglect, 18(5), 409– 417. Finkelhor, D., Dziuba-Leatherman, J. (1994). Victimization of children. American Psychologist, 49(3), 173-183. Finkelhor, D., Korbin, J. (1988). Child abuse as an international issue. Child Abuse and Neglect, 12, 3-23. Finkelhor, D., Ormrod, R., Turner, H., Hamby, S.L. (2005). The victimization of children and youth: A comprehensive, national survey. Child Maltreatment, 10(1), 5-25. Flanzer, J. P. (2005). Alcohol and other drugs are key causal agents of violence. D. R. Loseke, R. J. Gelles, M. M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence (163-174). Thousand Oaks: Sage Publications. Freshwater, K., Leach, C., Aldridge, J. (2001). Personal constructs, childhood sexual abuse and revictimization. British Journal of Medical Psychology, 74, 379-397. Friedman, S. H., Loue, S. (2007). Incidence and prevalence of intimate partner violence by and against women with severe mental illness. Journal of Women’s Health, 16(4), 471-480. Garcia-Moreno, C., Heise, L., Jansen, H. A.F.M., Ellsberg, M., Watts, C. (2005) Violence Against Women. Science, 310 (5752), 1282-1283. Garcia-Moreno, C., Jansen, H. AFM, Ellsberg, M., Heise, L., Watts, C. H. (2006). Prevelance of intimate partner violence: Findings from the WHO multi-country study on women’s health and domestic violence. The Lancet, 368(9543), 1260-1269. Gelles, R. J., Cavanaugh, M. M. (2005). Association is not causation: Alcohol and other drugs do not cause violence. D. R. Loseke, R. J. Gelles, M. M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence (175-190). Thousand Oaks: Sage Publications. Geven, N. (2008). Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun şiddete uğrayan ya da bu riski taşıyan kadınlara yönelik hizmetleri. 1. Kadın Sağlığı KongresiKongre Kitabı (93-100). Ankara: HÜKSAM, TTB & UNFPA. 152 Glaser, B. (1998). Psychiatry and paedophilia: a major public health issue. Australian & New Zealand Journal of Psychiatry, 32(2), 162-167. Golding, J. M. (1999). Intimate partner violence as a risk factor for mental disorders: A meta-analysis. Journal of Family Violence, 14(2), 99-132. Goodman, L. A., Koss, M. P., Fitzgerald, L. F., Russo, N. F., Keita, G. P. (1993). Male violence against women: Current research and future directions. American Psychologist, 48(10), 1054-1058. Gottschall, J. (2004). Explaining wartime rape. Journal of Sex Research, 41(2), 129-136. Gross, A. B., Keller, H. R. (1992). Long-term consequences of childhood physical and psychological maltreatment. Aggressive Behavior, 18, 171-185. Gündoğan, F. (2006). Sirozlu hastaların beden imajı ve benlik saygılarının değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Bolu. Hacıoğlu, N. (2006). Sosyal ve Ekonomik Kaynaklar ve Eşleri Tarafından Kadınlara Uygulanan Şiddet, Yüksek Lisans Tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Haj-Yahia, M. M. (2000). Implications of wife abuse and battering for self-esteem, depression, and anxiety as revealed by the Second Palestinian National Survey Against Women. Journal of Family Issues, 21, 435–463. Haj-Yahia, M. M. (2000). Patterns of violence against engaged Arab women from Israel and some psychological impications. Psychology of Women Quarterly, 24, 209-219. Haller, O. L., Alter-Reid, K. (1986). Secretiveness and guardedness: A comparison of two incest-survivor samples. American Journal of Psychotherapy, 40(4), 554-563. Hanson, R. F., Borntrager, C., Self-Brown, S., Kilpatrick, D. G., Saunders, B. E., Resnick, H. S., Amstadter, A. (2008). Relations among gender, violence exposure, and mental health: The National Survey of Adolescents. American Journal of Orthopsychiatry, 78(3), 313–321. Harned, M. S. (2000). Harassed bodies: An examination of the relationships among women’s experiences of sexual harrassment, body image, and eating disturbances. Psychology of Women Quarterly, 24, 336-348. Harputlu, D. (2005). Kadın mahkumlarda benlik saygısı ve kendi kendine meme muayenesi ilişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İzmir. Harvey, A., Garcia-Moreno, C., Butcharti, A. (2007). Primary prevention of intimate-partner violence and sexual violence: Background paper for WHO expert meeting May 2–3, 2007, www.who.int/entity/violence_injury_prevention/publications/violence/IPV-SV.pdf Hasanhanoğlu, N. D. (1996). Psikonevroz Tanılı Kadın Hastalarda Aile İçi Şiddet Öyküsünün Sorgulanması ve Adli Tıp Açısından Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul. Hashima, P. Y., Finkelhor, D. (1999). Violent victimization of youth versus adults in the National Crime Victimization Survey. Journal of Interpersonal Violence, 14(8), 799-820. Haugaard, J. J. (1988). The use of theories about the etiology of incest as guidelines for legal and therapeutic interventions. Behavioral Sciences & the Law, 6(2), 221-238. Hazal, O. (2008). Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü. 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre Kitabı (86-90). Ankara: HÜKSAM, TTB & UNFPA. Hazen, A. L., Connelly, C. D., Soriano, F. I., Landsverk, J. A. (2008). Intimate partner violence and psychological functioning in Latina women. Health Care for Women International, 29, 282-299. Heise L, Ellsberg M, Gottemoeller M. (1999). Ending violence against women: population reports. The John Hopkins University School of Public Health, 27(4), 1-44. Heise, L., Garcia-Moreno, C. (2002). Intimate partner violence. E. G. Krug ve ark. (Eds.) içinde, World Report on Violence and Health. Geneva: World Health Organization. Heise, L., Pitanguy, J., Germain, A. (1994). Violence Against Women: The Hidden Health Burden. Washington, DC: World Bank. Hendy, H. M., Eggen, D., Gustitus, C., McLeod, K. C., Ng, P. (2003). Decision to leave scale: Perceived reasons tos tay in or leave violent relationships. Psychology of Women Quarterly, 27, 162-173. 153 Herkov, M. J., Gynther, M. D., Thomas, S., Myers, W. C. (1996). MMPI differences among adolescent inpatients, rapists, sodomists, and sexual abusers. Journal of Personality Assessment, 66(1), 81-90. Herman, J. (2007). Travma ve İyileşme. İstanbul: Literatür Yayınevi. Herman, J., Hirschman, L. (1981). Families at risk for father-daughter incest. American Journal of Psychiatry, 138, 967-970. Herman, J., Hirschman, L. (1993). Father-daughter incest. P. B. Bart ve E. G. Moran (Eds.) içinde, Violence Against Women: The Bloody Footprints (47-56). California: Sage Publications. Herman, J. L. (1992). Complex PTSD: A syndrome in survivors of prolonged and repeated trauma. Journal of Traumatic Stress, 5(3), 377–391. Hıdıroğlu, S., Topuzoğlu, A., Ay, P., Karavuş, M. (2006). Kadın ve çocuklara karşı fiziksel şiddeti etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi: İstanbul’da sağlık ocağı tabanlı bir çalışma. Yeni Symposium, 44(4), 196-202. Higgins, D. J., McCabe, M. P. (1994). The relationship of childhood sexual abuse and family violence to adult adjustment: Toward an integrated risk-sequelae model. The Journal of Sex Research, 31(4), 255-266. Holden, G. W. (2003). Children exposed to domestic violence and child abuse: Terminology and taxonomy. Clinical Child and Family Psychology Review, 6(3), 151-160. Holtzworth-Munroe, A., Stuart, G. L. (1994). Typologies of male batterers: Three subtypes and the differences among them. Psychological Bulletin, 116(3), 476-497. Holtzworth-Munroe, A., Meehan, J. C., Herron, K., Stuart, G. L. (1999). A typology of male batterers: An initial examination. X. B. Arriaga ve S. Oskamp (Eds.) içinde, Violence in İntimate Relationships (45-72). Thousand Oaks: Sage Publications. Hotaling, G. T., Sugarman, D. B. (1986). An analysis of risk markers in husband to wife violence: The current state of knowledge. Violence and Victims, 1(2), 101-124. Hovardaoğlu, S. (1993). Vücut Algısı Ölçeği, Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji 3P, 1(Ek 2), 26-27. Hyman, S. M., Gold, S. N., Cott, M. A. (2003). Forms of social support that moderate PTSD in childhood sexual abuse survivors. Journal of Family Violence, 18(5), 295-300. Idisis, Y., Ben-David, S., Ben-Nachum, E. (2007). Attribution of blame to rape victims among therapists and non-therapists. Behavioral Sciences & the Law, 25(1), 103-120. Işık, S. N. (2007) 1990’larda kadına yönelik aile içi şiddetle mücadele hareketi içinde oluşmuş bazı gözlem ve düşünceler. A. Bora, A. Günal (Ed.) içinde, 90’larda Türkiye’de Feminizm (4-72). İstanbul: İletişim Yayınları. Işık, S. N. (2008) Kadına Yönelik Şiddet Konusunda İdeolojik Yaklaşımlar. 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre Kitabı (128-134). Ankara: HÜKSAM, TTB & UNFPA. İlkkaracan, P. (1998). Doğu Anadolu’da kadın ve aile. Bilanço 98: 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler (Ayrı Basım). İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları. İpek, S. (1996). 1990-1995 Yılları Arasında İstanbul Adliyelerine Yansıyan Ensest Olgularının Psiko-sosyal Açıdan İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalı, İstanbul. Jahanfar, S., Malekzadegan, Z. (2007). The prevalence of domestic violence among pregnant women who were attended in Iran University of Medical Science Hospitals. Journal of Family Violence, 22(8), 643-648. Jarvis, K. L., Gordon, E. E., Novaco, R. W (2005). Psychological distress of children and mothers in domestic violence emergency shelters. Journal of Family Violence, 20(6), 389-402. Jewkes, R. ve ark. (2002). Sexual violence. E. G. Krug ve ark. (Eds.) içinde, World Report on Violence and Health. Geneva: World Health Organization. Jewkes, R., Levin, J., Mbananga, N., Bradshaw, D. (2002). Rape of Girls in South Africa. Lancet, 359, 319-320. Johnson, D. M., Zlotnick, C. (2006). A cognitive–behavioral treatment for battered women with PTSD in shelters: Findings from a pilot study. Journal of Traumatic Stress, 19(4), 559–564. Johnson, H. (2000). The role of alcohol in male partners’ assaults on wives. Journal of Drug Issues, 30(4), 725740. 154 Joseph, S., Williams, R., Yule, W. (1997). Understanding Post-traumatic Stress. West Sussex: John Wiley & Sons. Kahn, A. S. (2004). 2003 Carolyn Sherif Adres: What college women do and do not experience as rape? Psychology of Women Quarterly, 28(1), 9-15. Kearney-Cooke, A., Striegel-Moore, R. H. (1994). Treatment of childhood sexual abuse in anorexia nervosa and bulimia nervosa: A feminist psychodynamic approach. International Journal of Eating Disorders, 15(4), 305-319. Kessler, R. C., Sonnega A., Bromet, E., Hughes, M., Nelson, C. B. (1995). Postraumatic stress disorder in National Comorbidity Survey. Archieves of General Psychiatry, 52, 1048-1060. Kim, H. S., Kim, H. S. (2005). Incestuous experience among Korean adolescents: Prevalence, family problems, perceived family dynamics, and psychological characteristics. Public Health Nursing, 22(6), 472-482. Knutson, J. F. (1995). Psychological characteristics of maltreated children: Putative risk factors and consequences. Annual Review of Psychology, 46(1), 401-431. Koenig, M. A ve ark. (2003). Domestic violence in rural Uganda: evidence from a community-based study. Bulletin of the World Health Organization, 81, 53-60. Koenig, M. A., Ahmed, S., Stephenson, R., Jejeebhoy, S. J., Campbell, J. (2006). Individual and contextual determinants of domestic violence in North India. American Journal of Public Health, 96(1), 132-138. Koss, M. P. (1985). The hidden rape victim: Personality, attitudinal and situational characteristics. Psychology of Women Quarterly, 9, 193-212. Koss, M. P., Dinero, T. E., Seibel, C. A., Cox, S. L. (1988). Stranger and aquaintance rape: Are there differences in the victim’s experience? Psychology of Women Quarterly, 12, 1-24. Koss, M. P., Harvey, M. R. (1991). The Rape Victim: Clinical and Community Interventions (Second Edition). California: Sage Publications. Koss, M. P., Heise, L., Russo, N. F. (1994). The global health burden of rape. Psychology of Women Quarterly, 18(4), 509-537. Koss, M. P., Gidycz, C. A., Wisniewski, N. (1987). The scope of rape: Incidence and prevalence of sexual aggression and victimization in a national sample of higher education students. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 55(2), 162-170. Krause, E. D., Kaltman, S., Goodman, L. A., Dutton M. A. (2006). Role of distinct PTSD symptoms in intimate partner reabuse: A prospective study. Journal of Traumatic Stress, 19(4), 507-516. Krause, E. D., Kaltman, S., Goodman, L. A., Dutton M. A. (2008). Avoidant coping and PTSD symptoms related to domestic violence exposure: A longitudinal study. Journal of Traumatic Stress, 21(1), 83–90. KSGM (2008). Kadın Sığınmaevi Kılavuzu. Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayını. Kurz, D. (1993). Social science pespectives on wife abuse: Current debates and future directions. P. B. Bart ve E. G. Moran (Eds.) içinde, Violence Against Women: The Bloody Footprints (252-269). California: Sage Publications. Lee, E. (2007). Domestic violence and risk factors among Korean immigrant women in the United States. Journal of Family Violence, 22(3), 141-149. Lemieux, S. R., Byers, E. S. (2008). The sexual well-being of women who have experienced child sexual abuse. Psychology of Women Quarterly, 32, 126–144. Levesque, R. J. R. (2002). Culture and Family Violence: Fostering Change through Human Rights Law. Washington, DC: American Psychological Association. Lewis, N. K. (2003). Balancing the dictates of law and ethical practice: Empowerment of female survivors of domestic violence in the presence of overlapping child abuse. Ethics & Behavior, 13(4), 353-366. Lonsway, K. A., Fitzgerald, L. F. (1994). Rape myths in review. Psychology of Women Quarterly, 18, 133-140. Loseke, D. R. (2005). Through a sociological lens: The complexities of family violence. D. R. Loseke, R. J. Gelles, M. M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence (35-47). Thousand Oaks: Sage Publications. 155 Lynch, S. M., Graham-Bermann, S. A. (2004). Exploring the relationship between positive work experiences and women’s sense of self in the context of partner abuse. Psychology of Women Quarterly, 28, 59-167. Martin, P., Mohr, P. (2000). Incidence and correlates of posttraumatic stress disorder in Australian victims of domestic violence. Journal of Family Violence, 15(4), 411-422. Mays, J. M. (2006). Feminist disability theory: Domestic violence against women with a disability. Disability & Society, 21(2), 147-158. Mcmurran, M., Gilchrist, E. (2008). Anger control and alcohol use: Appropriate interventions for perpetrators of domestic violence? Psychology, Crime & Law, 14(2), 107-116. McNamara, J. R., Fields, S. A. (2001). The Abuse Disability Questionnaire: Internal consistency and validity considerations in two samples. Journal of Family Violence, 16(1), 37-45. Milner, J. S. (1998). Individual and family characteristics associated with intrafamilial child physical and sexual abuse. P. K. Trickett ve C. J. Schellenbach (Eds.) içinde, Violence Against Children in the Family and the Community (141-170). Washington: American Psychological Association. Mitchell, K. J., Finkelhor, D. (2001). Risk of crime victimization among youth exposed to domestic violence. Journal of Interpersonal Violence, 16(9), 944-964. Mor Çatı Kolektifi (1997). Geleceğim Elimde. İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Mor Çatı Kolektifi (2000). Kadın Sığınakları I. ve II. Kurultayları. İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Mor Çatı Kolektifi (2003). Kadın Sığınakları III. ve IV. Kurultayları. İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Moroğlu, N. (2005). Uluslararası Belgelerde Kadın Erkek Eşitliği. İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları. Neville, H. A., Heppner, M. J., Oh, E., Spanierman, L. B., Clark, M. (2004). General and culturally specific factors influencing black and white rape survivors’ self-esteem. Psychology of Women Quarterly, 28, 83-94. Nicolson, P., Wilson, R. (2004). Is domestic violence a gender issue? Views from a British city. Journal of Community & Applied Social Psychology, 14(4), 266-283. Nishith, P., Mechanic, M. B., Resick, P. A. (2000). Prior interpersonal trauma: The contribution to current PTSD symptoms in female rape victims. Journal of Abnormal Psychology, 109(1), 20-25. Ovadia, S. (1996). Egemen kültüre somut karşı çıkışlar: Mor Çatı. Mor Çatı Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör (175-178). İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Owens, T. H. (1984). Personality traits of female psychotherapy patients with a history of incest: A research note. Journal of Personality Assessment, 48(6), 606-608. Öztürk, M., Güzelhan, Y., Ortaköylü, L. (2000). Ensest öyküsü olan adli olguların incelenmesi. Yeni Symposium, 38(1), 15-18. Perkonigg, A., Kessler, R. C., Storz, S., Wittchen, H. U. (2000). Traumatic events and post-traumatic stress disorder in the community: prevalence, risk factors and comorbidity. Acta Psychiatr Scand, 101, 46-59. Phillips, K., Rosen, G. M., Zoeliner, L. A., Feeny, N. C. (2006). A cross-cultural assessment of posttrauma reactions among Malaysian and US women reporting partner abuse. Journal of Family Violence, 21, 259–262. Pico-Alponso, M. A., Garcia-Linares, M. I., Celda-Navarro, N., Blasco-Ros, C., Echeburua, E., Martinez, M. (2006). The impact of physical, psychological, and sexual intimate male partner violence on women’s mental health: Depressive symptoms, Posttraumatic Stres Disorder, state anxiety, and suicide. Journal of Women’s Health, 15(5), 599-611. Polat, A. (2007). Düzce ilindeki hemodiyaliz hastalarının beden imajı ve benlik saygısı düzeylerinin belirlenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Bolu. Porter, L. E., Alison, L. J. (2004). Behavioural coherence in violent group activity: An interpersonal model of sexually violent gang behaviour. Aggressive Behavior, 30(6), 449-468. Raj, A., Silverman, J.G. (2003) Immigrant South Asian women at greater risk for injury from intimate partner violence. American Journal of Public Health, 93(3), 435-437. Resnick, H. S., Kilpatrick, D. G., Dansky, B. S., Saunders, B. E., Best, C. L. (1993). Civilian trauma and posttraumatic stress disorder in a representative national sample of women. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 61(6), 984-991. 156 Riggs, D. S., Caulfield, M. B., Street, A. E. (2000). Risk for domestic violence: Factors associated with perpetration and victimization. Journal of Clinical Psychology, 56(10), 1289-1316. Rind, B., Tromovitch, P., Bauserman, R. (1998). A meta-analytic examination of assumed proporties of child sexual abuse using college samples. Psychological Bulletin, 124, 22-53. Ritter, J., Stewart, M., Bernet, C., Coe, M., Brown, S. A. (2002). Effects of childhood exposure to familial alcoholism and family violence on adolescent substance use, conduct problems, and Self-Esteem. Journal of Traumatic Stress, 15(2), 113–122. Rodriguez, M. A., Heilemann, M. V., Fielder, E., Ang, A., Nevarez, F., Mangione, C. M. (2008). Intimate partner violence, depression, and PTSD among pregnant Latina women. Annual of Family Medicine, 6(1), 4452. Rodriguez, N., Ryan, S. W., Vande Kemp, H., Foy, D. W. (1997). Posttraumatic stres disorder in adult female survivors of childhood sexual abuse: A comparison study. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 65(1), 53-59. Rodriguez-Srednicki, O., Twaite, J.A. (2004). Understanding and reporting child abuse: legal and psychological perspectives. Part one: physical abuse, sexual abuse, and neglect. Journal of Psychiatry & Law, 32(3), 315-359. Rodriguez-Srednicki, O., Twaite, J.A. (2004). Understanding and reporting child abuse: legal and psychological perspectives. Part two: emotional abuse and secondary abuse. Journal of Psychiatry & Law, 32(4), 443-481. Rollins, J. H. (1996). Women’s Minds/Women’s Bodies: The Psychology of Women in a Biosocial Context. New Jersey: Prentice-Hall. Rozee, P. D. (1993). Forbidden or forgiven? Psychology of Women Quarterly, 17(4), 499-514. Rozee, P. D., Koss, M. P. (2001). Rape: A century of resistance. Psychology of Women Quarterly, 25(4) 295311. Russell, D. (1986). Secret Trauma: Incest in the Lives of Girls and Women. New York: Basic Books. Sappington, A. A., Pharr, R., Tunstall, A., Rickert, E. (1997). Relationships among child abuse, date abuse, and psychological problems. Journal of Clinical Psychology, 53(4), 319-329. Saxe, G., Wolfe, J. (1999). Gender and posttraumatic stres disorder. P. A. Saigh ve J. D. Bremner (Eds.) içinde, Posttraumatic Stres Disorder-A Comprehensive Text (160-179). Boston: Allyn & Bacon. Scheffer Lindgren, M., Renck, B. (2008). ‘It is still so deep-seated, the fear’: psychological stress reactions as consequences of intimate partner violence. Journal of Psychiatric and Mental Health Nursing, 15, 219–228. Schumm, J. A., Briggs-Phillips, M., Hobfoll, S. E. (2006). Cumulative interpersonal traumas and social support as risk and resiliency factors in predicting PTSD and depression among inner-city women. Journal of Traumatic Stress, 19(6), 825–836. Schumm, J. A., Stines, L. R., Hobfoll, S. E., Jackson, A. P. (2005). The double-barreled burden of child abuse and current stressful circumstances on adult women: The kindling effect of early traumatic experience. Journal of Traumatic Stress, 18(5), 467–476. Scott, M. J. (2000). Assessment and conceptualization. M. J. Scott, S. Palmer (Eds.) içinde, Trauma and PostTraumatic Stres Disorder (15-32). New York: Cassell. Scott, M. J. (2000). Post-traumatic stress disorder: A cognitive-contextual approach, M. J. Scott, S. Palmer (Eds.) içinde, Trauma and Post-Traumatic Stres Disorder (36-48). New York: Cassell. Scott, R. L., Stone, D. A. (1986). MMPI measures of psychological disturbance in adolescent and adult victims of father-daughter incest. Journal of Clinical Psychology, 42(2), 251-259. Sellers, C. S., Cochran, J. K., Branch, K. A. (2005). Social learning theory and partner violence: A research note. Deviant Behavior, 26(4), 379-395. Semiz, Ü. B., Başoğlu, C., Ebrinç, S., Ergün, B. M., Noyan, C. O., Çetin, M. (2005). Sınır kişilik bozukluğu hastalarında vücut dismorfik bozukluğu, travma ve disosiyasyon: Bir Önçalışma. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 15, 65-70. Sezgin, A. U. (1993). Ensestin Psikososyal ve Adli Yönden İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Ana Bilim Dalı, İstanbul. 157 Sezgin, A. U. (1997). Aile içinde çocuğun cinsel tacizi: Ensest. Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Geleceğim Elimde (78-83). İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Sezgin, A. U. (1998). Ensestin Ruhsal Değerlendirilmesi: Uzman Tanıklık, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalı, İstanbul. Sezgin, U., Öktem, Ö. (1996). Çocukluk Çağı Cinsel İstismarı: “Ensest”. Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör (122-129). İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Simmons, J. T., Weinman, M. L. (1991). Self-esteem, adjustment, and locus of control among youth in an emergency shelter. Journal of Community Psychology, 19, 277-280. Smolak, L., Murnen, S. K. (2002). A meta-analytic examination of the relationship between child sexual abuse and eating disorders. International Journal of Eating Disorders, 31, 136-150. Sonis, J. (2007). Posttraumatic stress disorder does not increase recurrent intimate partner violence. Journal of Psychological Trauma, 6(4), 27-48. SHÇEK (1998). Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na Bağlı Kadın Konukevleri Yönetmeliği, 12.07.1998. Stalans, L., Ritchie, J. (2008). Relationship of substance use/abuse with psychological and physical intimate partner violence: Variations across living situations. Journal of Family Violence, 23(1), 9-24. Stanford, M. S., Houston, R. J., Baldridge, R. M. (2008). Comparison of impulsive and premeditated perpetrators of intimate partner violence. Behavioral Sciences & the Law 26(6), 709-722. Straus, M. A. (1979). Measuring intrafamily conflict and violence: The Conflict Tactics (CT) Scales. Journal of Marriage and the Family, 41, 75-88. Straus, M. A. (1992). Sociological research and social policy: The case of family violence. Sociological Forum, 7(2), 211-237. Straus, M. A., Gelles, R. J. (1986). Societal change and change in family violence from 1975 to 1985 as revealed by two national surveys. Journal of Marriage and the Family, 48, 465-479. Straus, M. A., Gelles, R. J., Steinmetz, S. (1980). Behind Closed Doors: Violence in the American Family. Garden City, NY: Doubleday. Straus, M. A., Ramirez, I. L. (2007). Gender symmetry in prevalence, severity, and chronicity of physical aggression against dating partners by university students in Mexico and USA. Aggressive Behavior, 33(4), 281290. Sugarman, D. B., Hotaling, G. T. (1989). Violent men in intimate relationships: An analysis of risk markers. Journal of Applied Social Psychology, 19(12, Pt 1), 1034-1048. Sullivan, T. P., Fehon, D. C., Andres-Hyman, R. C., Lipschitz, D. S., Grilo, C. M. (2006). Differential relationships of childhood abuse and neglect subtypes to PTSD symptom clusters among adolescent inpatients. Journal of Traumatic Stress, 19(2), 229–239. Swart, L. A., Gilchrist, A., Butchart, A., Seedat, M., Martin, L. (2000). Rape surveillance through district surgeon offices in Johannesburg, 1996-1998: findings, evaluation and prevention implications. South African Journal of Psychology, 30(2), 10p. Şahinoğlu, A. (2000). Sığınak nedir? Neden sığınaklara ihtiyacımız var? Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Kadın Sığınakları I. ve II. Kurultayları (29-33). İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Tan, M. (1993). Çocukluk: Dün ve bugün. B. Onur (Ed.) içinde, Toplumsal Tarihte Çocuk. İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayını. Tanner, K., Turney, D. (2003). What do we know about child neglect? A critical review of the literature and its application to social work practice. Child and Family Social Work, 8, 25-34. Taylor, C. A., Guterman, N. B., Lee, S. J., Rathouz, P. J. (2009). Intimate partner violence, maternal stress, nativity, and risk for maternal maltreatment of young children. American Journal of Public Health, 99(1), 175183. Tekeli, Ş. (1998). Birinci ve ikinci dalga feminist hareketlerin karşılaştırmalı incelenmesi üzerine bir deneme. A. G. Hacımirzaoğlu (Ed.) içinde, 75 Yılda Kadınlar-Erkekler (337-346). İstanbul: Tarih Vakfı. 158 Tilley, D. S., Brackley, M. (2005). Men who batter intimate partners: A grounded theory study of the development of male violence in intimate partner relationships. Issues in Mental Health Nursing, 26(3), 281-297. Timisi, N., Ağduk Gevrek, M. (2007). 1980’ler Türkiyesi’nde feminist hareket: Ankara çevresi. A. Bora, A. Günal (Ed.) içinde, 90’larda Türkiye’de Feminizm (13-39). İstanbul: İletişim Yayınları. Tolan, P. H., Guerra, N. (1998). Societal causes of violence against children. P. K. Trickett, C. Schellenbach (Ed.) içinde, Violence against children in the family and the community (195-209). Washington, DC, US: American Psychological Association. Treuer, T., Koperdak, M., Rozsa, S., Füredi, J. (2005). The impact of physical and sexual abuse on body image in eating disorders. European Eating Disorders, 13, 106–111. TÜİK (2007). 2007 Yoksulluk Çalışması Sonuçları. www.tuik.gov.tr Turan, N., Tufan, B. (1987). Coopersmith benlik saygısı envanteri üzerinde geçerlik ve güvenirlik çalışması. XXIII. Ulusal Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Kongresi, İstanbul. Turney, D. (2000). The feminizing of neglect. Child & Family Social Work, 5(1), 47-56. TÜSİAD (2008). Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği: Sorunlar, öncelikler ve çözüm Önerileri. İstanbul: TÜSİAD & KAGİDER. Tyler, S., Allison, K., Winsler, A. (2006). Child neglect: Developmental consequences, intervention, and policy implications. Child & Youth Care Forum, 35(1), 1-20. U.S. Department of Health and Human Services, Children’s Bureau (2008). Child Maltreatment 2006. Washington, DC: U.S. Government Printing Office. Uçar, S. (2006). Kadın Sığınma Evlerinde Halkla İlişkiler Uygulamaları ve Sorunları, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. UNICEF (2006). Behind Closed Doors: The Impact of Domestic Violence on Children. London: UNICEF and The Body Shop International Plc. United Nations (2006). World Report on Violence Against Children. www.violencestudy.org/r229 Usta, B. (2007). Küçükçekmece Kadın Sığınma Evinin Antropolojik Yönden İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul. Ülker, G. (2008). Kadın hareketinin Türkiye’de kadına yönelik şiddetle ilgili mücadele deneyimi “Anadolu’nun orta yerinde şiddete karşı kadınlar elele”. 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre Kitabı (128-134). Ankara: HÜKSAM, TTB &UNFPA. Vahip, I. (2007). Psikanalitik bakış açısıyla aile içi şiddet. Z. Direk (Derleyen) içinde, Cinsiyetli olmak: Sosyal bilimlere feminist bakışlar. İstanbul: YKY. Vahip, I., Doğanavşargil, Ö. (2006). Aile içi fiziksel şiddet ve kadın hastalarımız. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(2), 107-114. van der Kolk, B., Roth, S., Pelcovitz, D., Sunday, S., Spinazzola, J. (2005). Disorders of extreme stress: The empirical foundation of a complex adaptation to trauma. Journal of Traumatic Stress, 18(5), 389–399. Wareham, J., Boots, D. P., Chavez, J. M. (2009) A test of social learning and intergenerational transmission among batterers. Journal of Criminal Justice, 37(2), 163-173. Watts, C., Zimmerman, C. (2002) Violence against women: Global scope and magnitude. The Lancet, 359(9313), 1232-1238. WAVE (2007). Şiddetten Uzakta. İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Weatherburn, D., Lind, B. (2006). What mediates the macro-level effects of economic and social stress on crime? Australian & New Zealand Journal of Criminology, 39(3), 384-397. Weaver, T. L., Allen, J. A., Hopper, E., Maglione, M. L., McLaughin, D., McCullough, M. A. Jackson, M. K., Brewer, T. (2007). Mediators of suicidal ideation within a sheltered sample of raped and battered women. Health Care for Women International, 28, 478–489. Weaver, T. L., Resnick, H. S., Kokoska, M. S., Etzel, J. C. (2007). Appearance-related residual injury, posttraumatic stress, and body image: Associations within a sample of female victims of intimate partner violence. Journal of Traumatic Stress, 20(6), 999–1008. 159 Weiner, K. E., Thompson, J. K. (1997). Overt end covert sexual abuse: Relationships to body image and eating disturbance. International Journal of Eating Disorders, 22, 273-284. Weingourt, R. (1985). Wife rape: Barriers to identification and treatment. American Journal of Psychotherapy, 39(2), 187-192. Wenninger, K., Helman, J. R. (1998). Relating body image to psychological and sexual functioning in child sexual abuse survivors. Journal of Traumatic Stress, 11(3), 543-562. White, H. R., Widom, C. S. (2003). Intimate partner violence among abused and neglected children in young adulthood: The mediating effects of early aggression, antisocial personality, hostility and alcohol problems. Aggressive Behavior, 29(4), 332-345. White, J. W., Bondurant, B., Donat, P. L. N. (2004). Violence Against Women. M. Crawford, R. Unger (Eds.) içinde, Women and Gender: A Feminist Psychology, (439-475). New York: McGraw-Hill. White, J. W., Donat, P. L. N., Bondurant, B. (2001). A developmental examination of violence against girls and women. R. K. Unger (Eds.) içinde, Handbook of the Psychology of Women and Gender (343-357). New York: John Wiley & Sons. Widom, C. S., Hiller-Sturmhöfel, S. (2001) Alcohol abuse as a risk factor for and consequence of child abuse, Alcohol Research & Health, 25(1), 52-57. Williamson, J. M., Borduin, C. M., Howe, B. A. (1991). The ecology of adolescent maltreatment: A multilevel examination of adolescent physical abuse, sexual abuse, and neglect. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 59(3), 449-457. Wilson, K. S., Silberberg, M., Brown, A. J., Yaggy, S. D. (2007). Health needs and barriers to healthcare of women who have experienced intimate partner violence. Journal of Women’s Health, 16 (10), 1485-1498. Wolf, E. K., Alpert, J. L. (1991). Psychoanalysis and child sexual abuse: A review of the post-Freudian literature. Psychoanalytic Psychology, 8(3), 305-327. Wolfe, D.A. (1999). Child Abuse: Implications for Child Development and Psychopathology. Thousand Oaks, California: Sage Publications. Yıldırım, A. (1996). Sığınaklarda Kalan Kadınların Uğradığı Şiddetin Boyutları, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Yllö, K. A. (2005). Through a feminist lens: Gender, diversity, and violence: Extending the feminist framework. D. R. Loseke, R. J. Gelles, M. M. Cavanaugh (Eds.) içinde, Current Controversies on Family Violence (19-34). Thousand Oaks: Sage Publications. Young, G. H., Gerson, S. (1991). New psychoanalytic perspectives on masochism and spouse abuse. Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 28(1), 30-38. Young, L. (1992). Sexual abuse and the problem of embodiment. Child Abuse and Neglect, 16, 89-100. Yüksel, Ş. (1996a). Kadınların Kendilerini Şiddetten Koruması Neden Zor? Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör (96-12). İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Yüksel, Ş. (1996a). Özyuvadaki tecavüz. Mor Çatı Kadın Kolektifi (Yayıma Hazırlayan) içinde, Evdeki Terör (117-121). İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Yüksel, Ş. (2008). Cinsel Travmalar. 1. Kadın Sağlığı Kongresi Kongre Kitabı (112-120). Ankara: HÜKSAM, TTB & UNFPA. Zink, T., Jacobson Jr, C.J., Regan, S., Pabst, S. (2004). Hidden victims: The healthcare needs and experiences of older women in abusive relationships. Journal of Women’s Health, 13(8), 898-908. Zoroğlu, S. S., Tüzün, Ü., Şar, V., Öztürk, M., Kara, M. E., Alyanak, B. (2001). Çocukluk döneminde ihmal ve istismarın olası sonuçlarının incelenmesi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2(2), 69-78. EKLER EK-1: BİLGİ TOPLAMA FORMU Sayın Katılımcı, Bu çalışma kadınlaarda yaşam boyu şiddet görme durumunu, yaşanan şiddete ilişkin özellikleri ve çeşitli duygu ve düşüncelerin şiddetle bağlantılı olarak nasıl değiştiğini araştırmayı amaçlamaktadır. Araştırmanın hedefine ulaşabilmesi için vereceğiniz cevaplardaki içtenliğiniz büyük önem taşımaktadır. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde kişisel bilgilerinize yönelik bir form, ikinci bölümde travma sonrası stres bozukluğunu değerlendiren bir ölçek, üçüncü bölümde benlik saygısını değerlendiren bir ölçek, dördüncü bölümde vücut algısını değerlendiren bir ölçek bulunmaktadır. Hiçbir şekilde isim vermeniz gerekmemektedir. Katkılarınız için teşekkür ederim. Psikolog Banu Tortamış Tarih: Yer: No: 1. Kaç yaşındasınız? __________ 2. Doğum yeriniz neresi? ………….. a) Büyük kent b)Küçük kent c)İlçe d)Köy 3. 15 yaşına kadar yaşadığınız yer neresi? __________ a) Büyük kent b)Küçük kent c)İlçe d)Köy 4. Eğitim durumunuz nedir? a) Okur-yazar değil b) Okur-yazar c)İlkokul mezunu /ortaokul mezunu d)Lise mezunu e) Yüksek okul/üniversite mezunu 5. Mesleğiniz nedir? a) Ev hanımı b) İşçi/Çiftçi c) Memur d) Emekli e) Diğer __________ 6. Aylık gelir getiren bir işte çalışıyor musunuz? a) Evet, çalışıyorum b) Hayır, çalışmıyorum 7. Aylık ortalama kazancınız ne kadardır? __________ 8. Sığınma evine gelmeden önce aylık gelir getiren bir işte çalışıyor muydunuz? a) Evet, çalışıyordum b) Hayır, çalışmıyordum 9. Aylık ortalama kazancınız ne kadardı? __________ 10. Sosyal güvenceniz var mı? a) Evet, var b)Hayır, yok 11. Sosyal güvenceniz kim tarafından sağlanıyor a) Kendimden dolayı var b) Eşimden dolayı var c) Ailemden dolayı var d) Diğer ______ 12. Hangi sosyal güvenceden yararlanıyorsunuz? a) Yeşil kart b) Bağkur c) Emekli sandığı d) Özel sigorta e) Diğer _________ 13. Medeni durumunuz nedir? a) Bekar b) Evli c) Boşanmış d) Dul e) Birlikte yaşama f) Ayrı 14. Ne süredir evlisiniz?/Ne süre evli kaldınız? __________ 15. İlk evlendiğinizde kaç yaşındaydınız? __________ 16. Resmi nikahınız var mı/var mıydı? a) Evet, var b) Hayır, yok 17. Evlenme biçiminiz nedir? a) Anlaşarak b) Görücü usulü ile c) Ailenin zorlaması d) Kaçarak e) Kaçırılarak 18. Nasıl evlendiğinizi kısaca anlatabilir misiniz? ___________________________________________________________________________ 19. Bu kaçıncı evliliğiniz/Kaç evlilik geçirdiniz? __________ 20. Bir önceki evliliğinizin bitme nedeni nedir? a) Geçimsizlik/anlaşmazlık b) Şiddet c) Aldatma/aldatılma d) İlgisizlik/sorumsuzluk e) Sevmeme f) Diğer __________ 21. Eşiniz kaç yaşında/Eski eşiniz kaç yaşında? __________ 22. Eşinizin/eski eşinizin eğitim durumu nedir? a) Okur-yazar değil b) Okur-yazar c)İlkokul mezunu /ortaokul mezunu d)Lise mezunu e) Yüksek okul/üniversite mezunu 23. Eşinizin/eski eşinizin mesleği nedir? a) İşçi/Çiftçi b) Memur c) Emekli d) Diğer __________ 24. Bu eşinizin/eski eşinizin kaçıncı evliliği? __________ 25. Eşinizin/eski eşinizin bir önceki evliliğinin bitme nedeni nedir? a) Geçimsizlik/anlaşmazlık b) Şiddet c) Aldatma/aldatılma d) İlgisizlik/sorumsuzluk e) Sevmeme f) Diğer __________ 26. Eşiniz/eski eşiniz aylık gelir getiren bir işte çalışıyor mu? a) Evet, çalışıyor b) Hayır, çalışmıyor 27. Eşinizin/eski eşinizin aylık ortalama kazancı ne kadardır? __________ 28. Eşinizin/eski eşinizin sosyal güvencesi var mı? a) Evet, var b) Hayır, yok 29. Eşinizin/eski eşinizin sosyal güvencesi kim tarafından sağlanıyor? a) Kendinden dolayı var b) Benden dolayı var c) Diğer __________ 30. Eşiniz/eski eşiniz hangi sosyal güvenceden yaralanıyor? a) Yeşil kart b) Bağkur c) Emekli sandığı d) Özel sigorta e) Diğer _________ 31. Evinizin kişi başına düşen aylık ortalama geliri ne kadardı? __________ 32. Evinizin ekonomik durumunu nasıl değerlendirirsiniz? a) Düşük b) Orta c) Yüksek d) Çok yüksek 33. Çocuğunuz var mı? a) Evet, var (sayısı__________) b) Hayır, yok 34. Evinizde sizinle birlikte kimler yaşıyordu? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) Tek başıma yaşıyorum b) Eşim c) Çocuğum/çocuklarım d) Annem e) Babam f) Eşimin annesi g) Eşimin babası h) Kardeşim/kardeşlerim ı)Eşimin kardeşi/kardeşleri i) Akrabam/akrabalarım k) Eşimin akrabası/akrabaları l) Diğer ___________________ 35. Annenizin eğitim durumu nedir? a) Okur-yazar değil b) Okur-yazar c)İlkokul mezunu /ortaokul mezunu d)Lise mezunu e) Yüksek okul/üniversite mezunu 36. Babanızın eğitim durumu nedir? a) Okur-yazar değil b) Okur-yazar c)İlkokul mezunu /ortaokul mezunu d)Lise mezunu e) Yüksek okul/üniversite mezunu 37. Duygusal şiddeti nasıl tanımlarsınız? ________________________________________ _________________________________________________________________________ 38. 18 yaşından önce anne-babanız ya da bir başka aile üyesi tarafından size duygusal şiddet uygulandı mı? a) Evet, uygulandı b) Hayır, uygulanmadı 39.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) Sevdiği/ihtiyaç duyduğu faaliyetlerden sürekli biçimde mahrum bırakılma c) Tehdit/Korkutulma/Aşırı kontrol b) Alay edilme/Hakaret/Aşağılanma d) Sürekli biçimde azarlanma/eleştirilme e) Diğer_____________________ 40. Hangi yaş aralığında duygusal şiddet yaşadınız? a) 15 yaş altı b) 15-18 yaş arası c) Her ikisi de 41. Duygusal şiddet kim/ kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) Babam b) Annem c) Bir başka aile üyesi __________ 42. Ne sıklıkta duygusal şiddet yaşadınız? a) Çok seyrek b) Seyrek c) Bazen d) Sık sık 43. Yaşadığınız duygusal şiddet ne kadar sürdü? a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla 44. Çocukken babanız annenize duygusal şiddet uygular mıydı? a) Evet, uygulardı b) Hayır, uygulamazdı 45. Şimdiki/geçmişteki eşiniz/sevgiliniz tarafından size duygusal şiddet uygulandı mı? a) Evet, uygulandı b) Hayır, uygulanmadı 46. Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) Sevdiği/ihtiyaç duyduğu faaliyetlerden sürekli biçimde mahrum bırakılma b) Alay edilme/Hakaret/Aşağılanma c) Tehdit/Korkutulma/Aşırı kontrol c) Sürekli biçimde azarlanma/Eleştirilme e) Diğer ______ 47. Ne sıklıkta duygusal şiddet yaşadınız? a) Çok seyrek b) Seyrek c) Bazen d) Sık sık 48. Yaşadığınız duygusal şiddet ne kadar sürdü? a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla 49. En son ne zaman duygusal şiddet yaşadınız? ____________________ 50. Fiziksel şiddeti nasıl tanımlarsınız? ___________________________________________ ___________________________________________________________________________ 51. 18 yaşından önce aşağıdaki fiziksel şiddet yaşadınız mı? a) Evet, yaşadım b) Hayır, yaşamadım 52. Hangi yaş aralığında fiziksel şiddet yaşadınız? a) 15 yaş altı b) 15-18 yaş arası c) Her ikisi de 53.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) dayak/tokat yemek b) bir alet kullanılarak fiziksel zarar görmek c) ısırılmak/yumruklanmak/tekmelenmek d) bağlanmak/cezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda kilitlenmek e) silahla ya da başka bir araçla tehdit edilmek f) diğer ______________________________ 54. Fiziksel şiddet kim/ kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) Babam b) Annem c) Kardeşim/kardeşlerim d) Akrabam/akrabalarım e) Öğretmenim f) Diğer __________ 55.Ne sıklıkta fiziksel şiddet yaşadınız? a) Tek bir defa b) Çok seyrek-Yılda 1-2 b) Seyrek-Yılda 5-10 c) Bazen- Ayda 1-4 d) Sık sık-Haftada 1’den fazla 56. Yaşadığınız fiziksel şiddet ne kadar sürdü? a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla 57. Çocukken babanız annenize fiziksel şiddet uygular mıydı? Buna tanık oldunuz mu? a) Evet, uygulardı.Tanık oldum. b) Evet, uygulardı.Tanık olmadım. c) Hayır, uygulamazdı. 58. 18 yaşından sonra fiziksel şiddet yaşadınız mı? a) Evet, yaşadım b)Hayır, yaşamadım 59.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) dayak/tokat yemek b) bir alet kullanılarak fiziksel zarar görmek c) ısırılmak/yumruklanmak/tekmelenmek d) bağlanmak/cezalandırılmak amacıyla küçük bir mekanda kilitlenmek e) silahla ya da başka bir araçla tehdit edilmek f) diğer ______________________________ 60. Fiziksel şiddet kim/ kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) Eşim b)Erkek arkadaşım c)Babam d) Annem e) Kardeşim/kardeşlerim f) Akrabam/akrabalarım g) Eşimin akrabası/akrabalarından h) Diğer __________ 61. Ne sıklıkta fiziksel şiddet yaşadınız? a) Tek bir defa b) Çok seyrek-Yılda 1-2 b) Seyrek-Yılda 5-10 c) Bazen- Ayda 1-4 d) Sık sık-Haftada 1’den fazla 62. Yaşadığınız fiziksel şiddet ne kadar sürdü? a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla 63. En son ne zaman fiziksel şiddet yaşadınız? _______________ 64. Sizin için etkileyici olan bir fiziksel şiddet yaşantısını paylaşmak ister misiniz? ___________________________________________________________________________ ___________________________________________________________________________ __________________________________________________________________________ 65. Uğradığınız fiziksel şiddet nedeniyle acil tıbbi müdahale amacıyla hastaneye başvurmanız gerekti mi? a) Hayır, gerekmedi b) Evet, gerekti. Başvurdum. c) Evet, gerekti. Başvurmadım. 66. Hastaneye başvurmayı gerektiren neden neydi? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) kırık b) kanama c) diğer __________ 67. Fiziksel şiddet yaşadıktan ne kadar süre sonra hastaneye başvurdunuz? __________ 68. Uğradığınız fiziksel şiddet nedeniyle psikiyatrik/psikolojik yardım aldınız mı? a) Evet, aldım. b) Hayır, almadım. 69. Fiziksel şiddet yaşadıktan ne kadar süre sonra psikiyatrik/psikolojik yardım aldınız? ____ 70. Cinsel istismarı nasıl tanımlarsınız? ___________________________________________ ___________________________________________________________________________ ___________________________________________________________________________ 71. 18 yaşından önce cinsel istismar yaşadınız mı? a) Evet, yaşadım b)Hayır, yaşamadım 72.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) rıza dışı cinsel organların gösterilmesi b) soyunmaya/belirli beden bölgelerini göstermeye zorlanma c) rıza dışı cinsel amaçlı dokunma/okşanma d) cinsel ilişkiye girmeye zorlanma e) zorla cinsel ilişkiye girme f) istenmeyen biçimde cinsel ilişkiye zorlanma/başkaları ile birlikte olmaya zorlanma g) diğer _______________________________ 73. Hangi yaş aralığında cinsel istismar yaşadınız? a) 15 yaş altı b) 15-18 yaş arası c) Her ikisi de 74. Cinsel istismar kim/kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) Babam b) Annem c) Kardeşim/kardeşlerim d) Akrabam/akrabalarım e) Öğretmenim f) Diğer __________ 75. Ne sıklıkta cinsel istismar yaşadınız? a) Tek bir defa b) Çok seyrek-Yılda 1-2 b) Seyrek-Yılda 5-10 c) Bazen- Ayda 1-4 d) Sık sık-Haftada 1’den fazla 76. Yaşadığınız cinsel istismar ne kadar sürdü? a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla 77. 18 yaşından sonra cinsel istismar yaşadınız mı? a) Evet, yaşadım b)Hayır, yaşamadım 78.Aşağıdaki durumlardan herhangi birini yaşadınız mı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) rıza dışı cinsel organların gösterilmesi b) soyunmaya/belirli beden bölgelerini göstermeye zorlanma c) rıza dışı cinsel amaçlı dokunma/okşanma d) cinsel ilişkiye girmeye zorlanma e) zorla cinsel ilişkiye girme f) istenmeyen biçimde cinsel ilişkiye zorlanma/başkaları ile birlikte olmaya zorlanma g) diğer ______________________ 79. Cinsel istismar kim/kimler tarafından uygulandı? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz) a) Eşim/erkek arkadaşım b) Babam c) Annem d) Kardeşim/kardeşlerim e) Akrabam/akrabalarım f) Eşimin akraba/akrabaları g) Diğer __________________ 80. 18 yaşından sonra cinsel istismar gördüyseniz ne sıklıkta gördünüz? a) Tek bir defa b) Çok seyrek-Yılda 1-2 b) Seyrek-Yılda 5-10 c) Bazen- Ayda 1-4 d) Sık sık-Haftada 1’den fazla 81. Yaşadığınız cinsel istismar ne kadar sürdü? a) 1 yıldan az b)1-5 yıl c)5 yıldan fazla 82. En son ne zaman cinsel istismara uğradınız? ________________________ 83. Sizin için etkileyici olan bir cinsel istismar yaşantınızı paylaşmak ister misiniz? ___________________________________________________________________________ ___________________________________________________________________________ ___________________________________________________________________________ 84. Uğradığınız cinsel istismar nedeniyle acil tıbbi müdahale amacıyla hastaneye başvurmanız gerekti mi? a) Hayır, gerekmedi b) Evet, gerekti. Başvurdum. c) Evet, gerekti. Başvurmadım. 85. Hastaneye başvurma nedeniniz nedir? a) kırık b) kanama c) diğer __________ 86. Cinsel istismar yaşadıktan ne kadar süre sonra hastaneye başvurdunuz? ________________ 87. Uğradığınız cinsel istismar nedeniyle psikiyatrik/psikolojik yardım aldınız mı? a) Evet, aldım. b) Hayır, almadım. 88. Cinsel istismar yaşadıktan ne kadar süre sonra psikiyatrik/psikolojik yardım aldınız?_____ 89. Şimdiye kadar hiç intihar girişiminde bulundunuz mu? a) Evet (sayısı……..) b) Hayır 90. Sığınma evinde ne süredir kalıyorsunuz? ______________________________________ 91. Daha önce burada ya da başka bir sığınma evinde kaldınız mı/Ne zaman ve ne süre kaldınız? ___________________________________________________________________ 92. Sığınma evinden nasıl haberdar oldunuz ve başvurdunuz? ___________________________________________________________________________ 93. Sığınma evinde kalmaya başladıktan sonra hayatınızda neler değişti?________________ ___________________________________________________________________________ 94. Sığınma evinde karşılaştığınız uygulamalar hakkında ne düşünüyorsunuz? a) Memnunum b) Memnun değilim c) Diğer_______________ 95. Eklemek istediğiniz bir şey var mı? __________________________________________ EK-2: TRAVMA SONRASI DEĞERLENDİRME FORMU I. BÖLÜM Bir çok kişi yaşamının bir noktasında çok zorlayıcı bir olaya veya travmaya tanık olur. Aşağıda travmatik yaşam olaylarının bir listesi var. Tanık olduğunuz / yaşadığınız travmatik yaşantılara bir işaret(X) koyunuz. 1. Ciddi bir kaza, yangın, patlama (Örneğin: İş, araba, uçak, deniz kazaları) 2. Doğal bir afet (Örneğin: Sel, büyük bir deprem, hortum, tayfun, yangın) 3. Aileden veya tanıdık birisi tarafından cinsel olmayan bir saldırıya maruz kalmak (Örneğin: Fiziksel saldırı, dayak, silahla tehdit, saldırılıp soyulma) 4. Bir yabancı tarafından cinsel olmayan saldırıya maruz kalma (Örneğin: Fiziksel saldırı, dayak, silahla tehdit, saldırılıp soyulma) 5. Aileden veya tanıdık birisi tarafından cinsel bir saldırıya maruz kalmak (Örneğin: Tecavüz, tecavüz girişimi veya cinsel amaçlı dokunma) 6. Bir yabancının cinsel saldırısına maruz kalmak (Örneğin:Tecavüz, tecavüz girişimi veya cinsel amaçlı dokunma) 7. Askeri bir çatışma veya savaş alanında bulunma 8. 18 yaşından önce kendinden en az 5 yaş veya daha büyük olan birisi ile cinsel yakınlıkta bulunmak (Örneğin: Cinsel organlara, göğüse cinsel amaçlı dokunulması, cinsel birleşme) 9. Hapishanede bulunma (Örneğin: Savaş esiri olarak, mahkumiyet) 10. İşkence 11. Yaşamı tehdit eden bir hastalık 12. Başka bir travmatik deneyim 13. Eğer 12.Maddeyi işaretlediyseniz ne olduğunu aşağıya yazınız. Yukarıdaki maddelerden herhangi birini işaretlediyseniz devam edin. İşaretlemediyseniz burada bırakınız. II. BÖLÜM 14. İlk bölümde eğer birden çok travmatik olayı işaretlediyseniz, aralarından yanlızca sizi en çok rahatsız edeni seçin. İlk bölümde salt bir madde işaretlediyseniz, aynı maddeyi işaretleyin. - Kaza - Felaket - Tanıdığı birinin cinsel olmayan saldırısı - Bir yabancının cinsel olmayan saldırısı - Tanıdık birinin cinsel saldırısı - Bir yabancının cinsel saldırısı - Çatışma - 18 yaşından önce kendisinden en az 5 yaş büyük bir kişi ile cinsel yakınlık - Hapishanede bulunma - İşkence - Yaşamı tehdit eden bir hastalık - Diğer İşaretlediğiniz olayı aşağıdaki kutuya kısaca yazınız ________________________________________________________________________________ ________________________________________________________________________________ Aşağıda, yukarıda belirttiğiniz travmatik olayı tanımlayan bazı sorular var: 15. Travmatik olay ne kadar zaman önce oldu? ∗ Bir aydan kısa ∗ 1-3 ay arası ∗ 3-6 ay arası ∗ 6 ay 3 yıl arası ∗ 3-5 yıl arası ∗ 5 yıldan fazla Aşağıdaki sorularda evet için E yi hayır için H yi işaretleyiniz. Bu travmatik olay sırasında: 16. E ∗ H ∗ Fiziksel olarak yaralandınız mı? 17. E ∗ H ∗ Sizden başka yaralanan oldu mu? 18. E ∗ H ∗ Yaşamınızı tehdit eden bir durum oldu mu? 19. E ∗ H ∗ Bir başkasının yaşamını tehdit eden bir durum oldu mu? 20. E ∗ H ∗ Çaresizlik hissettiniz mi? 21. E ∗ H ∗ Dehşete düştünüz mü? ___________________________________________________________________________ ___________________________________________________________________________ III. BÖLÜM Aşağıda travmatik deneyimleri olan kişilerde ortaya çıkan sorunların bir listesi var. Her birini dikkatle okuyun ve SON BİR AY İÇİNDE problemlerinizin sıklığını en iyi yansıtan sayıyı (0-3) işaret edin. Her bir problemi, 14 üncü maddede tanımladığınız travmatik olayla bağlantılı olarak işaretleyin. Hiç veya sadece bir kez ise 0 ı Haftada bir veya biraz az (bazen) ise 1 i Haftada 2-4 kez / haftanın yarısında (sık) ise 2 yi Haftada 5 kez veya daha sık (nerede ise daima)ise 3 ü işaretleyin. 22. 0 1 2 3 İstemediğiniz halde travmatik olayla ilgili sizi rahatsız eden düşünce veya görüntülerin aklınıza gelmesi. 23. 0 1 2 3 Travmatik yaşantı ile ilgili rüyalar veya kabuslar görmek. 24. 0 1 2 3 Sanki travmatik olay yeniden oluyor gibi hissetmek veya davranmak. 25. 0 1 2 3 Travmatik olayı hatırlatan durumlarda bir çok duyguyu birden yaşamak(Örneğin korkmak, öfkelenmek, hüzünlenmek, suçluluk). 26. 0 1 2 3 27. 0 1 2 3 28. 0 1 2 3 29. 30. 31. 32. 33. 0 0 0 0 0 1 1 1 1 1 2 2 2 2 2 3 3 3 3 3 34. 0 1 2 3 35. 0 1 2 3 36. 0 1 2 3 37. 0 1 2 3 38. 0 1 2 3 Travmatik olayı hatırlatan durumlarda bedensel bazı tepkilerin olması (Örneğin: çarpıntı, terleme, titreme ). Travmatik olay hakkında düşünmemeye, konuşmamaya, hissetmemeye çabalama. Travmatik olayı hatırlatan aktivitelerden, insanlardan veya yerlerden kaçınmaya çalışma. Travmatik olayın önemli bir bölümünü hatırlayamama Önemli aktivitelerle ilgilenmeme veya daha seyrek katılma Çevresindeki kişilerden mesafeli olmak veya uzaklaşmak. Duygusal bir donukluk yaşama (Örneğin: Ağlayamama veya sevgi hissedememe). Geleceğe ilişkin planlar hiç olmayacak hissi veya umutsuzluk (Örneğin: Mesleki gelişme, evlilik, çocuk veya uzun vadeli bir hedef). Uykuya dalma veya sürdürme güçlüğü. Aşırı gerginlik veya öfke nöbetleri Dikkatini toplamakta güçlük (Örneğin: Konuşmaları tam izleyememe, televizyon izleyememe, kitap- gazete okurken dikkatini verememe) Sürekli tetikte olma (Örneğin: Etrafında kim olduğunu izleme, arkanız kapıya dönük olarak durduğunuzda rahatsızlık hissetme). Yerinden fırlama ve irkilme (Örneğin: Arkanızda birisi yürüdüğünde, kapı çarptığında). 39. Yukarıda bildirdiğiniz problemleri ne kadar zamandır yaşıyorsunuz? (Sadece BİRİNİ işaretleyiniz) Bir aydan kısa süredir ∗ 1-3 ay arasında ∗ 3 aydan daha uzun süredir 40. Travmatik olaydan ne kadar sonra sorunlarınız başladı? (Sadece BİRİNİ işaretleyiniz) ∗ 6 aydan kısa bir süre sonra ∗ 6 ay veya daha uzun bir süre sonra ___________________________________________________________________________ ___________________________________________________________________________ IV. BÖLÜM Eğer III. Kısımda işaret etmiş olduğunuz problemlerin yaşamınızın sayılan her hangi bir alanını GEÇTİĞİMİZ AY İÇİNDE etkilediğini düşünüyorsanız belirtiniz. Evet ise E yi, hayır ise H yi işaretleyiniz 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. E E E E E E E E E ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ H H H H H H H H H ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ ∗ İş Evle ilgili sorumluluklar Arkadaş, dostlarla ilişkiler Hoş vakit ve eğlence yaşamı Okul, eğitim Aile ilişkisi Cinsel yaşam Yaşamdan genel doyum Bunların tümü EK-3: COOPERSMİTH BENLİK SAYGISI ÖLÇEĞİ Aşağıda insanlann kendileri ile ilgili bazı duygularını açıklayan ifadeler yer almaktadır. Bu cümlelerden size uygun olanlarını ''Benim Gibi"', uygun olmayanlarını ise .'Benim Gibi Değil'' sütununa (x) işareti koyarak belirtiniz. Benim Gibi Benim Gibi Değil 1. Çevremde olup bitenlerden genellikle rahatsız olmam ( ) ( ) 2. Başkalarının önünde konuşmak bana zor gelir ( ) ( ) 3. Eğer elimde olsaydı kendimdeki pekçok şeyi değiştirmek isterdim ( ) ( ) 4. Karar vermede fazla zorluk çekmem ( ) ( ) 5. İnsanlar benimle olmaktan hoşlanırlar ( ) ( ) 6. Evde kolayca moralim bozulur ( ) ( ) 7. Yeni şeylere kolay alışmam ( ) ( ) 8. Yaşıtlarım arasında sevilen bir kişiyim ( ) ( ) 9. Ailem genellikle duygularıma önem verir ( ) ( ) 10. Başkalarının söylediğini kolaylıkla kabul ederim ( ) ( ) 11. Ailem benden çok şey bekler ( ) ( ) 12. Benim yerimde olmak oldukça zordur ( ) ( ) 13. Hayatımın karmakarışık olduguna inanıyorum ( ) ( ) 14. Genellikle başkaları düşüncelerimi kabul eder ( ) ( ) 15. Kendimi yetersiz buluyorum ( ) ( ) 16. Sık sık evden kaçmayı düşünüyorum ( ) ( ) 17. Yaptığım işten çogunlukla memnun olmam ( ) ( ) 18. Başkaları kadar güzel/yakışıklı değilim ( ) ( ) 19. Söylenecek sözüm varsa onu söylemekten kaçınmam ( ) ( ) 20. Ailem benim duygularımı anlar ( ) ( ) 21. Çok sevilen bir kimse değilim ( ) ( ) 22. Genellikle ailemin beni dışladığını hissediyorum ( ) ( ) 23. Yaptığım şeyler genellikle cesaretimi kırar ( ) ( ) 24. Sık sık keşke başka biri olsam diye düşünürüm ( ) ( ) 25. Güvenilir bir kişi olmadığımı düşünüyorum ( ) ( ) EK-4: BEDEN İMAJI ÖLÇEĞİ Aşağıdaki sorularda belirtilen vücut özelliğiniz hakkındaki duygularınızı en iyi anlatan ifadenin yanına X işareti koyunuz. Herhangi bir vücut özelliğinizi genel olarak beğenip beğenmediğinize göre duygularınızı değerlendiriniz. Çok beğeniyorum 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. Saçlarım _________ Yüzümün rengi _________ İştahım _________ Ellerim _________ Vücudumdaki kıl dağılımı _________ Burnum _________ Fiziksel görünüm _________ İdrar dışkı düzenim _________ Kas kuvvetim _________ Belim _________ Enerji düzeyim _________ Sırtım _________ Kulaklarım _________ Başım _________ Çenem _________ Vücut yapım _________ Profilim _________ Boyum _________ Duyularımın keskinliği _________ Ağrıya dayanıklılığım _________ Omuzlarımın genişliği _________ Kollarım _________ Göğüslerim _________ Gözlerim _________ Sindirim sistemim _________ Kalçalarım _________ Hastalığa direncim _________ Bacaklarım _________ Dişlerimin şekli _________ Cinsel gücüm _________ Ayaklarım _________ Uyku düzenim _________ Sesim _________ Sağlığım _________ Cinsel faaliyetlerim _________ Dizlerim _________ Vücudumun duruş şekli _________ Yüzümün şekli _________ Kilom _________ Cinsel organlarım _________ Oldukça Pek beğeniyorum Kararsızım beğenmiyorum _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ _________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ Hiç beğenmiyorum ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ __________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ___________ ÖZGEÇMİŞ Banu Tortamış 2003 yılında Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. 2005-2006 yılları arasında İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Birimi’nde görev aldığı bir yıl dışında ağırlıklı olarak özel eğitim alanında, özellikle de yaygın gelişimsel bozukluğa sahip çocuklarla çalıştı. Özel öğrenme güçlüğü, uygulamalı davranış analizi, sınav kaygısı ve başa çıkma yolları, çocuk değerlendirme testleri, çocuk istismarı ve ihmali, ruhsal travma ve kadına yönelik şiddet konularında eğitim ve kongre çalışmalarına katıldı. 2007 Mart tarihinden bu yana Rüzgar Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde psikolog olarak çalışmaktadır.