TBMM B: 21 25 . 11 . 2010 O: 2 Militarist politikalar, düzeni şiddet yolu ile korunmak adına üretilirler. Ülkemizde devletin sahip olduğu militarist yapı toplum genelinde bir şiddet sarmalı yarattığı gibi, kadınlar militarizmin yarattığı şiddetin nesnesi yapılmışlardır. Özellikle olağanüstü hâl ve savaş koşullarında Kürt kadınları artı olarak büyük bir şiddete maruz kaldı. Korucular ve güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen şiddet, gözaltında taciz ve tecavüz Kürt kadınlarının savaş koşullarında yaşadıkları şiddetin en yaygın olanlarıdır. Nitekim, gözaltında güvenlik güçlerince gerçekleştirilen tecavüzler uluslararası platformlarda da ispatlanmıştır. Bununla beraber, bu süreçte ortaya çıkan zorunlu göç, kadınların göç ettikleri metropollerde yoksulluk ve adaptasyon sorunları altında daha da ezilmelerine neden olmuştur ve ne yazık ki bölgede, özellikle de Batman’da kadın intiharlarında ciddi bir artış gerçekleşmiştir. Öz kıyımların bu düzeyde artış göstermesinin kadınların maruz kaldıkları şiddetin ve yaşam zorluklarının bir göstergesi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Değerli milletvekilleri, biraz önce ifade ettiğim gibi, kadına yönelik şiddetin temel nedeni ataerkil sistemdir. Bu nedenle, elbette ki savaş olsa da olmasa da kadın şiddet görmektedir. Ekonomik, küresel kriz, işsizlik, yoksulluk olsa da olmasa da kadınlar yine de şiddete maruz kalmaktadır. Ancak ne var ki başta savaş olmak üzere bütün felaket dönemlerinde toplumda artış gösteren şiddetin önemli oranda mağdurları yine kadınlar olmakta, kadınların maruz kaldığı şiddet çetrefilleşmektedir. Bu nedenle, savaşın son bulduğu bir vatanda her türlü eşitsizlikle beraber cinsiyet eşitsizliğinin de demokratikleşme hedefi olduğu bir siyasi anlayışın kadına yönelik şiddet ve mücadelede bize önemli bir mesafe kazandıracağı inancındayım. Bu konuda devlete ve Hükûmete önemli görevler düşmektedir. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelede devlet hem kendi üzerine düşen bu önemli rolü oynamalı hem de bu mücadeleyi yürüten kadın örgütlerine destek vermelidir. Nitekim, devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda bütün yurttaşlarımızın yaşam haklarını garanti altına almayı ve kimsenin insan hassasiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya ve muameleye tabi tutulamayacağını taahhüt etmiştir. Türk Ceza Kanunu’nda ise kadının aile içerisinde ya da herhangi bir alanda maruz kaldığı şiddet suç olarak tanımlanmıştır. Yine, Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelerde, kadına yönelik şiddetle mücadele devletin öncelikli sorumluluklarından biri olarak kabul edilmiştir. Dünyanın ve ülkemizin en yakıcı sorunlarından olan kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla yürütülen mücadelenin etkin olabilmesi için devletin ve Hükûmetin göstereceği duyarlılık ve kararlılık olmazsa olmaz niteliğinde bir gerekliliktir. Bu bağlamda devlet, öncelikle şiddet mağduru olan kadınların korunmasında kendisine düşen bu önemli sorumluluğu yerine getirmelidir. Şiddet tehdidi altında bulunan kadınlara sağlık ve hukuksal alanlarda destek sunulmalı, mağdur olan kadının güvenliği sağlanmalıdır. Zira mevcut durumda devlet kurumları oldukça yetersiz kalmaktadır. 5393 sayılı Belediyeler Yasası’nda, büyükşehir belediyeleri ve nüfusu 50 bini geçen ilçe belediyelerine kadın sığınağı açma görevi verilmiştir. Ancak nüfusu 70 milyonu geçen ülkemizde sadece kırka yakın sayıda kadın sığınağı mevcuttur ve bu sığınaklar da gerekli düzeyde hizmet verememektedirler. Sonuç olarak ülkemizde kadına yönelik şiddeti önleyici tedbirlerin alınmaması kadının hak ihlaline maruz kalmasına neden olduğu gibi, bu ihlalin yol açtığı sağlık ve hastalık sorunlarının çözümü için şiddeti önlemeye yönelik politika ve programlara ayrılandan çok daha fazla kaynak ayrılmalıdır. – 500 – özlem- 91–94