AR&GE BÜLTEN 2013 HAZİRAN– EKONOMİ DÜNYADA KUR SAVAŞLARI ALARMI Övgü PINAR Hande UZUNOĞLU Giriş 2007 yılında ABD’de konut krizi olarak patlak veren ve finans piyasalarında ortaya çıkan daha sonra da reel ekonomileri etkisi altına alan büyük bir krizle karşı karşıya kalınmıştır. Söz konusu kriz 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’ndan sonra yaşanan en büyük kriz olarak tarihe geçmiştir. ABD başta olmak üzere ilk olarak gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan finansal kriz kısa bir süre içerisinde gelişmekte olan ülkeleri de etkileyerek dünya genelinde ciddi bir sarsıntıya neden olmuştur. Krizin ekonomiler üzerindeki yıkıcı etkisi; finansman koşullarındaki bozulma ve toplam talep gerilemesi ile birlikte küresel ticaretin yavaşlaması şeklinde görülmüştür. Küresel krizin tüm dünyada hızla yayılmasının, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerinde yıkıcı bir etkide bulunmasının nedenlerinden biri, 80’li yıllardan günümüze kadar hızlanarak devam eden ve özellikle de 2000’li yıllarda en üst noktasına ulaşan küreselleşme sürecidir. Çünkü küreselleşme sonucunda, dünya ekonomileri ve finans sistemleri büyük oranda birbirine entegre olmuş ve karşılıklı bağımlılık da artmıştır. İkinci neden ise, bu krizin finansal bir kriz olması ve birçok gelişmiş ülke piyasalarında aynı anda ortaya çıkmasıdır. Dünyayı krize götüren unsurlar üç başlık altında toplanabilir. Bunlardan birincisi ülkeler arasında görülen makroekonomik dengesizliklerdir. Bunun en önemli yansıması zengin ülkelerin tüketim harcamalarının yoksul ülkeler tarafından finanse edilmesi, bir başka ifadeyle kuzey güney ayrımının fazla olmasıdır. İkincisi, küresel finans piyasalarında görülen likidite bolluğudur. Küresel likidite arzının artmasına bağlı olarak faiz oranlarının düşük seviyelerde kalması, varlık fiyatlarında balonlar oluşmasına ve hanehalkının borçluluk oranlarının artmasına yol açmıştır. Üçüncüsü, finansal piyasaların hızlı bir şekilde geliştiği, derinleştiği ve karmaşıklaştığı bir ortamda denetim ve gözetimden sorumlu mekanizmaların yetersiz kalmasıdır. Bu da küresel anlamda likiditenin kontrolsüz bir şekilde artmasına, borçluluk oranlarının yükselmesine ve piyasalarda risklerin oluşmasına neden olmuştur. Sonuç olarak yaşanan küresel krizin temel sebebi özellikle gelişmiş ülkelerdeki tüketicilerin, aslında sahip olmadıkları bir serveti harcaması şeklinde özetlenmektedir. 3 AR&GE BÜLTEN 2013 HAZİRAN – EKONOMİ Gelişmiş ülkelerde yaşanan durgunluk ve gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranlarında görülen sert düşüş, toplam talebin daralmasına, küresel ihracat artışının 2008 yılının son çeyreğinden itibaren sert bir şekilde gerilemesine neden olmuştur. Bu süreçten en çok etkilenen ekonomiler, ihracatın toplam Gayri Safi Yurt İçi Hasıla içerisindeki payı yüksek olan ülkeler olmuştur. Küresel krizden en fazla etkilenen bölge ise Avrupa olmuştur. Özellikle kriz öncesi dönem ile kıyaslandığında; Avrupa’nın neredeyse hiç büyümeyen, aksine küçülen ekonomilerle dolu olduğu görülmektedir. Küresel Kriz ile Korumacı Politikaların Yükselişi Küresel krizin dünya ekonomilerinde makroekonomik açıdan ağır hasara yol açtığı görülmektedir. Bunlardan en önemlisi finansal krizin reel ekonomiye yansıması nedeniyle hem ABD ve Avrupa gibi gelişmiş dünyada hem de gelişmekte olan ülkelerde büyüme oranlarında meydana gelen düşüşlerdir. Küresel krizin dünya ekonomileri üzerindeki etkisinin gittikçe derinleşmesi, dünya ticaret hacminin önemli oranlarda daralması, ülkelerin neredeyse tamamının iktisadi küçülme ile karşı karşıya kalması, işsizlik oranlarının hızla yükselmesi, başka bir ifadeyle 1929 yılından bu yana dünyanın ilk kez bu boyutta bir iktisadi buhran ihtimali ile yüzleşmesi, küresel ölçekte ve uzun süreli bir depresyon dönemine girildiği yönündeki kaygılar zirve yapmıştır. Krizin olumsuz etkilerinin hızla yayılması ile birlikte, devletler bilhassa finans sistemine yönelik güvenin tekrar kazanılması için önlem almaya başlamışlardır. Avrupa’da başta Yunanistan olmak üzere borç krizi ile boğuşan ülkeler için de ardı ardına kurtarma paketleri açıklanmıştır. Mevcut küresel kriz, çeşitli önlemlerin alınmasını zorunlu kılmıştır. Bununla birlikte geleneksel olarak kriz dönemlerinde ekonomide korumacılık politikalarının arttığı gözlemlenmektedir. 2008 küresel krizi de bu geleneği bozmamıştır. 2007 yılında ABD’den sıçrayan krizin yoğunlaşması ile birlikte, dünya genelinde korumacılık eğilimleri gündeme gelmiş ve somut olarak uygulamaya konmuştur. Korumacılık, genel anlamda yabancı menşeli malların iç piyasaya girişini sınırlamaya veya iç piyasada yerli malların yabancı menşeli mallara tercih edilmesini sağlamaya yönelik düzenlemeler olarak tanımlanmaktadır. Bu kapsamda; ithalat yasakları, miktar sınırlamaları, gümrük vergi ve harçlarının koyulması, döviz tahsisi sınırlamaları gibi çeşitli yöntemler uygulanabilmektedir. Başka bir ifadeyle korumacılık; bir ülkenin yerli üreticilerini her türlü yıkıcı nitelikteki dış rekabet karşısında korunmasını savunan görüşlere dayanan dış ticaret politikası olarak görülmektedir. Korumacılık önlemleri kapsamında; gelişmiş ülkeler sübvansiyonları kullanmakta ve yerli şirketlere finansal destek sağlamaktadır. Sübvansiyonların maliyetini karşılayacak güçte bütçeleri ve yerli şirketlerin borçlarını karşılayacak fonları olmayan gelişmekte olan ülkeler ise tarifeleri artırmak ve diğer mali olmayan koruma önlemlerini hayata geçirme eğilimindedirler. 4 AR&GE BÜLTEN 2013 HAZİRAN – EKONOMİ 2008 küresel krizin makroekonomik dengelerde yarattığı olumsuz etki nedeniyle, dış ticarette korumacılık uygulamalarına geçilmiş, bazı ülkeler tarifelerini ve diğer engellemelerini yükseltirken, bazıları yerli ürünlerini sübvanse etme yoluna gitmiştir. Ancak ülkelerin korumacı politikalara yönelmesi II Dünya Savaşı sonrasının en önemli kazanımı olan Dünya Ticaret Örgütü Doha görüşmelerinin kesilmesi ve serbest ticaretin bu zamana kadar sağladığı kazanımlardan geri adım atılması anlamına gelmektedir. Öte yandan ulusal paranın diğer paralar karşısında değer kaybıyla ticaretteki pazar paylarının arttırılabileceği düşüncesiyle ülkeler, korumacı eğilimler kapsamında buna yönelmiş, bu durum da dünyada kur savaşları tartışmalarını gündeme getirmiştir. Kur Savaşları Nedir? “Kur Savaşı” kavramı aslında yeni bir kavram değildir. İktisatçı Joan Robinson 1930’lu yıllarda benzer durumu açıklamak için, o sırada uygulanan politikaları “beggar-thy-neighbour” (komşu dilenci politikası) şeklinde tanımlamıştır. Robinson’un “beggar-thy-neighbour” kavramını, İngiltere’de oynanan bir kart oyunundan esinlenerek bulduğu belirtilmektedir. Bir oyuncunun diğer oyuncuyu eleyerek onun aleyhine gelir elde etmesi üzerine kurgulanmış olan bu tür oyunlara günümüzde “sıfır toplamlı oyun” (zero-sum game) denilmektedir. Bu oyuna göre, bir kazanan varsa, mutlaka bir kaybeden de vardır. Ekonomik açıdan “beggar-thy-neighbour” politikası; bir ülkenin ticaret yaptığı ülkelere karşı uyguladığı bir politika olup kendi ekonomisinde beliren enflasyon, ödemeler dengesi ve işsizlik gibi sorunların çözümüne yönelik olarak ticari ilişkide bulunulan ülkeye zarar verici ithalat kısıtlamaları, kur politikaları uygulaması anlamını taşımaktadır. Bu politikanın temel argümanı yerli paranın yabancı para karşısında değerinin düşürülmesi yani devalüasyondur. Yabancı para karşısında değeri düşen yerli para, ihracatın daha ucuz hale gelmesine ve ithalatın pahalı olmasına yol açmaktadır. Bu durumda ihracat artarken, ithalat azalmaktadır. Bu politikayı uygulayan ülkenin istihdam oranı ve gelirlerinde artış yaşanmaktadır. Sonuç itibariyle politikayı uygulayan ülke açısından sonuç olumlu olmakla birlikte diğer ülkelere zarar vermektedir. Çünkü devalüasyon sonucu parasının değeri artan diğer ülkenin, devalüasyon yapan ülkedeki fiyatların düşmesi sonucunda ithalatı artmaktadır. Bu durumda daha önce kendisinin ürettiği malları, diğer ülkeden daha ucuza almaya başladığı için kendisi üretmekten vazgeçer. 5 AR&GE BÜLTEN 2013 HAZİRAN – EKONOMİ Böylece istihdam edilen işgücüne duyulan ihtiyaç da azalmaktadır. Sonuçta işten çıkarmaların artması ile birlikte o ülkede işsizlik artar, dış ticaret açık verir. İşte kur savaşlarının ortaya çıkış noktası bu politikanın uygulanmasından kaynaklanmaktadır. “Beggar-thy neighbour” politikasını aynı anda tüm ülkelerin uygulamaya başlaması bu savaşların çıkış nedenidir. Buradan hareketle; kur savaşı, uluslararası ilişkilerde ülkelerin birbirlerine karşı rekabet avantajı sağlamak amacıyla kendi para birimlerinin değerini düşük tutmasıdır. Dünyada kur savaşlarının ortaya çıkması, uluslararası ticarette genel bir durgunluk dönemine girilmesi anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla krizden çıkmak amacıyla uygulanan bu politikanın aslında bir süre sonra yeni bir krize yol açması ihtimali bulunmaktadır. Dünyada Yeniden Kur Savaşları Alarmı 1930’lu yıllarda ortaya çıkan “kur savaşları” kavramı 2010 yılının Eylül ayında Brezilya Maliye Bakanı Guido Mantega tarafından yeniden dile getirilmiştir. 2013 yılı başında ise, Rusya Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Alexei Ulyukayev kur savaşlarına atıfta bulunarak yeni bir rekabetçi devalüasyonun canlanabileceği uyarısında bulunmuştur. Eurogrup Başkanı Jean Claude Juncker da sabit kur sisteminin tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini ifade etmiştir. Küresel kriz sonrasında düşen talep, rekabetçi kur politikaları tartışmasını alevlendirmiştir. Para birimlerinin değerlenmesini önlemek için başlayan tartışmalar önce kur savaşları biçimini almış, sonra tartışma kur rejimlerini içine alacak biçimde genişlemiştir. Kur Savaşları’nın çıkmasına neden olan etmenler ise şu şekilde sıralanabilir: Durgunluk hemen hemen bütün dünyada devam etmektedir. İşsizlik artmaya devam etmekte, bir türlü düşüş sürecine girememektedir. Mali ve parasal genişleme yeterli olmamaktadır. İç pazarın durduğu bir ortamda her ülke diğerinin pazarına girmenin yolunu aramaktadır. Ülkeler dolar fazlalığının kendi paralarını güçlendirdiğini fark ettiği için merkez bankaları yabancı parayı (büyük ölçüde dolar) toplamaktadır. Bu da diğer para birimlerinin arzının da artması anlamına gelmektedir. Kur Savaşlarının başlangıcı Aralık 2012’de Shinzo Abe’nin Japonya Başbakanı olarak seçilmesi ve ekonomi politikasını değiştireceğini söylemesine dayanmaktadır. Başbakan Abe, Japon Merkez Bankası’nın enflasyon hedefini % 2’ye çıkarmasını ve bu hedefe ulaşıncaya kadar devlet tahvili satın almasını istemiştir. 6 AR&GE BÜLTEN 2013 HAZİRAN – EKONOMİ Bu hedefin gerçekleşmesi durumunda, Japonya faiz oranları reel anlamda negatif seviyeye düşecektir. Nitekim deflasyon nedeniyle, son 10 yılın büyük bir bölümünde reel faiz oranları ekonomideki durgunluğa rağmen pozitif seviyedeydi. Bu da Japon para birimi Yen’i daha güçlü kılmış, öte yandan ihracatçılar için sıkıntı oluşturmuştur. Başbakan Abe’nin bu önerisi kur piyasasına bir darbe indirmiş ve Yen’in Dolar karşısında değer kaybetmesine neden olmuştur. Japonya’nın bu tutumuna karşılık en açık tepki Fransa’dan gelmiştir. Fransa’nın tepkisi Avrupa’nın kur savaşlarına girip girmeyeceği tartışmalarını da başlatmıştır. Kur Savaşları tartışmalarına taraf olan bir diğer ülke de Çin’dir. Kriz öncesi dönemde, Çin para birimi Yuan’ın ABD Doları’na endekslemiş ve haksız rekabet başlatmıştı. Bu durum Dolar’daki değer kaybına bağlı olarak, Çin ekonomisinin avantajını arttırmış, Çin mallarının uluslararası mal piyasasında daha fazla öne çıkmasına neden olmuştur. Küresel Krizinin gerçekleşmesinin ertesinde ise, ülkelerarası dış açık dengesizliklerinin azaltılması ihtiyacı nedeniyle, ABD ve Çin arasında da kur savaşları mücadelesine tanık olunmuştur. Krizden uzun bir süre çıkmanın mümkün olmadığının anlaşılması üzerine, ABD Çin’e para biriminde düzeltmeler yapması gerektiğini belirtmiştir. ABD, Çin’den yaptığı ithalatı azaltmak amacıyla Çin’in para birimini değerlendirmesini talep etmiştir. Ancak Çin sahip olduğu avantajı kaybetmemek için tutumunu devam ettirmiş, 2011 yılı sonuna doğru parasının Dolar’a endeksliliğini kaldırıp, piyasa koşullarına bırakmıştır. Bu dönemde Çin sahip olduğu 2,5 Trilyon Dolar’ı aşan döviz rezervini, kurlara müdahale etmek ve ticarette pazar payını arttırmak için kullanmaya devam etmiştir. ABD açısından durum ele alındığında; ABD Merkez Bankası’nın (FED) ABD ekonomisini canlandırmak ve deflasyonu engellemek amacıyla başlattığı QE olarak bilinen Miktarsal Genişleme (Quantitative Easing-QE) süreçleri önem taşımaktadır. ABD’nin 2010 yılının Ekim ayı başında 600 Milyar Dolarlık kamu kağıdını geri alacağını duyurması küresel gündemin birinci sırasına oturmuştur. 2011 yılı itibariyle parasal genişlemenin miktarı 2,3 trilyon doları bulmuştur. FED’in ikinci genişleme (QE-2) politikasını uygulaması ile doların değer kaybı ivme kazanmıştır. İkinci genişleme politikasını üçüncüsü izlemiştir. Bu süreç ile dolarda görülen miktarsal artış, Euro karşısında değer kaybı yaşanmasına yol açmıştır. Kur savaşlarında en korumasız bölgenin ise; Euro Bölgesi olduğu belirtilmektedir. Çünkü kurlara yönelik Avrupa Merkez Bankası’nın bir girişimde bulunmasının çok zor olduğu yönünde görüşler mevcuttur. Nitekim, Avrupa’da parasal genişleme daha önce “borç krizi” sorununu çözmeye ve zordaki bankalara likidite vermeye yönelik kullanılmıştı. O dönemde, Amerikan para politikasının yönlendirdiği Dolar/Euro paritesi Avrupa’daki parasal genişlemeyle bir ölçüde dengelenmişti. 7 AR&GE BÜLTEN 2013 HAZİRAN – EKONOMİ Şimdi ise, Avrupa Merkez Bankası parasal genişlemeye “borç krizi” nedeniyle gerek duymamaktadır. Aksine Avrupa’da bankaların likidite sorununu çözmeye yönelik yapılan parasal genişlemeden geri dönüş söz konusudur. Avrupa bankaları Avrupa Merkez Bankası’ndan 3 yıl vadeli yıllık yüzde 1 faizle aldıkları borçları erken geri ödeme eğiliminde bulunmaktadır. Kur savaşlarından bağımsız olarak bu durum Euro’nun değer kazanmasına neden olmaktadır. Ortaya çıkan bu yapı nedeniyle Avrupa önemli bir çelişkiyi yaşamaktadır. Avrupa ekonomilerinin kalıcı bir düzelme yoluna girebilmesi için, ekonomik büyümenin ateşlenmesi ve büyümenin itici güçlerinden biri Euro’nun diğer paralar karşısında değer yitirmesi gerekmektedir. Ancak diğer ülkeler kendi paralarının değerini düşürmeye çalıştıkça, Euro değer yitirmemekte, aksine değer kazanmaktadır. Bu durumda AB’nin kur savaşlarına girip girmeyeceği yönünde tartışmaları arttırmaktadır. Gelinen nokta itibariyle; Amerikan Merkez Bankası dengeli bir yaklaşım sergileyerek ABD Doları’nın değerini Euro karşısında düşürüp, düşük seviyede tutmak amacındadır. Avrupa Merkez Bankası, ABD Doları/Euro paritesini öncelikle 1.30-1.25 seviyesine çekmek niyetindedir. Japonya Merkez Bankası’nın parasının değerini kısa sürede düşürmüş olması diğer ülkelerin tepkisini çekmektedir. Çin açısından bakıldığında; 2012 yılsonu itibariyle ABD’nin mal ticaretini geçtiği, 2015 yılsonu itibariyle ise mal ve hizmet ticaretinin toplamını da geçeceği öngörülmektedir. Rusya ise tüm olasılıklara karşın aşırı ölçüde altın biriktirme eğilimindedir. SONUÇ Tüm bu gelişmelerden görülebileceği üzere; küresel krizden ve ülkelerin içinde bulunduğu durgunluktan çıkış için ticaret hacminin arttırılması hedeflenmekte ve bunun için de kurlara müdahale edilmesi geçerli bir yol olarak algılanmaktadır. Ancak kurlara müdahale edilmesi bir çözüm değildir. Durgunluktan çıkış için asıl anahtar; ülkelerin gelir düzeyini ve istihdam oranlarını arttırmalarından geçmektedir. Başka bir deyişle; ülkeler ekonomilerinin içsel dinamiklerini göz ardı etmemelidir. 8 AR&GE BÜLTEN 2013 HAZİRAN – EKONOMİ Kriz sonrası dönemde artan korumacılık eğilimlerinin bir sonucu olarak kur savaşları endişesinin patlak vermesi, diğer bir ifadeyle mevcut serbest ticaret modelinden korumacı bir sisteme geçiş yönünde eğilimlerin artması aslında dünya ekonomik düzeninin değişmesi anlamına gelmektedir. Bu dönüşümün küresel dengeler açısından sarsıcı etkileri olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle bunun muhtemel sonuçlarının iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Dünyada Merkez Bankaları’nın almakta olduğu sert önlemlerin, dünya ticaretinin istikrarı ve küresel krizin çözümü konusunda ne ölçüde yararlı olacağı oldukça tartışmalıdır. Bu doğrultuda ülkeler arası koordinasyonun kurulması ve ortak bir davranış biçiminin ortaya konması önem taşımaktadır. Dünyada kur savaşları tartışmalarının daha uzun bir süre devam etmesi beklenmektedir. Kaynaklar Ahmet OZANSOY, Maliye Başmüfettişi, 2008-2009 Küresel Krizine Karşı Ülkelerin Gösterdikleri Korumacılık Refleksleri, Lebib Yalkın Dergisi, Sayı: 69, Eylül 2009. Atilla YEŞİLADA, Komşudan Çal Yılı: 2011, TÜSİAD Görüş Dergisi, Sayı: 65, Aralık 2010. Buttonwood, War Games, The Economist, 19th January 2013. Ercan MUMCU, Kur Savaşları Gölgesinde Küresel Görünüm, Habertürk, 21 Şubat 2013, http://www.haberturk.com/yazarlar/ercan-kumcu/821924-kursavaslari-golgesinde-kuresel-gorunum http://www.guardian.co.uk/business/economics-blog/2013/jan/24/currencywar-damage-to-world-economy İrfan KALAYCI, 2008 Küresel Finans Krizi Sonrasında Dış Ticarette Korumacılık: Paradigma Kayması (mı?), www.sayistay.gov.tr Komşu Dilenci Politikası, Milliyet, 21 Şubat 2013. Kur Savaşları ve Pazar Paylaşımı, http://www2.istanbul.edu.tr/?p=18626 The Economist, http://www.economist.com/ The Global Economy, How to Stop a Currency War, The Economist, 14th October 2010. The Global Economy, Phoney Currency Wars, The Economist, 16th February 2013. Ümit İZMEN, Kur Savaşları Korumacı Ticaret Savaşlarına Yol Açar mı?, TÜSİAD Görüş Dergisi, Sayı: 65, Aralık 2010. Vito TANZİ, Globalization and Need for Fiscal Reform in Developing Countries, Journal of Policy Modeling, 2004 William R. Cline & John Williamson, Currency Wars?, Peterson Institute for International Economics, Number: PB10-26, November 2010. Yaman TÖRÜNER, Kur Savaşları Nasıl Yapılıyor?, http://ekonomi.milliyet.com.tr/kur-savaslari-nasil-yapiliyor/ekonomi/ekonomiyazardetay/25.02.2013/1672980/default.htm 9