REKOR BÜYÜME – REKOR AÇIK ! Doç. Dr. Doğan Cansızlar Türkiye ekonomisinin 2010 yılına ilişkin büyüme rakamı, beklentilerin de üzerine çıkarak yüzde 8.9 oldu. Türkiye bu büyüme ile yüzde 9.9 olan 2004 yılındaki rekorunu kıramazsa da pek çok ülkeye fark atmayı başardı. AB ülkelerini geride bırakan Türkiye; Singapur (14.5), Tayvan (10.8), Çin (10.3) ve Arjantin’in (9.1) ardından Dünya beşinciliğine oturdu. Türkiye ekonomisinin 2001’deki keskin düşüşün ardından 8 yıl süresince gösterdiği büyüme trendi, 2009 yılında sekteye uğramıştı ve küresel krizin de etkisiyle 2008 yılının son çeyreğinden itibaren ( yüzde -6.5) dört çeyrektir küçülen ekonomi; 2009 yılını da yüzde 4.8’lik rekor daralmayla kapatmıştı. Türkiye Ekonomisinin 11 yıllık Büyüme Performansı (%) Yıl 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 1.Çeyrek 4.2 -3.3 0.6 7.4 13.9 7.5 6.4 6.7 7.3 -14.7 12.0 2.Çeyrek 5.4 -12.3 10.4 3.6 15.7 4.7 9.3 3.9 2.8 -7.8 10.3 3.Çeyrek 4.Çeyrek Yıllık 7.2 -9.1 8.0 5.6 5.7 8.0 4.3 2.0 1.2 -2.8 5.2 7.8 -12.3 11.8 7.2 6.6 10.2 4.6 3.4 -6.2 5.9 9.2 6.3 -9.5 7.9 5.9 9.9 7.6 6.0 4.5 1.1 -4.8 8.9 Beklenenden de yüksek çıkan milli gelir 2010 yılı için bütçe açığının milli gelire oranını yüzde 3.6’ya, cari işlemler açığının milli gelire oranını da yüzde 6.5’e düşürdü. Harcamalar yönünden büyümenin motoru iç talep artışı olmuştur. Özellikle küresel kriz sırasında adeta durma noktasına gelen özel sektör yatırımları ve tüketici talepleri patlama yaparak büyümenin temel zeminini oluşturmuştur. Açıklanan Orta Vadeli Program’da 2010 yılı için öngörülen büyüme oranları ( birincisinde yüzde 3.5 ve ikincisinde yüzde 6.8 ) ile hükümetin 2010 yılına ilişkin yüzde 4.5 büyüme hedefinin çok üzerindeki bu gerçekleşme, Orta Vadeli Programın da sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Son derece yüksek bir büyüme yakaladık. Tamam. Ancak burada sorulması gereken bu büyümeyi nasıl yakaladığımızdır. Bu tür büyümeye ekonomide ısınma denir. Eğer ekonomi çok ısınırsa yanar. Soğutmak gerekir. Nitekim Merkez Bankası da gerekli önlemleri almak için sert tedbirlere başvuruyor. Bu tür tedbirlerin işe yarayacağı zannedilmiyor. Çünkü bu konu sadece para politikası tedbirleri ile çözülebilecek bir sorun değildir. Türkiye’de sorun istikrarlı büyüme sorunudur. Sorun büyümenin adil dağılımı ve paylaşımı sorunudur. Yüksek büyüme oranını maalesef devam ettiremiyoruz. Ekonomi küçülürken de büyürken de rekorlar kırıyoruz. Belli ki büyüme modelimiz tamamen yanlış. İthalat varsa bizde büyüme de var, cari açık da var. İthalattan alınan vergiler dolayısıyla cari açık büyüdükçe bütçe açığımız küçülüyor. Cari açık dizginlenirse bu kez büyüme düşüyor. Biz büyüme uğruna döviz açıklarına katlanmak zorunda kalıyoruz. Bu yapıdan çıkmak için ekonomi politikalarında köklü değişiklikler yapmak gerekiyor. Kısaca mevcut yapı tamamen sağlıksız ve sürdürülemez. Nitekim yukarıda da belirtildiği gibi büyümenin kaynağını iç tasarruf ve üretim artışı değil, aksine borçlanma ve portföy yatırımı adı altında ülkeye giren sıcak para oluşturmaktadır. Ülkeye döviz gelsin derken dışarıya döviz akıyor. Ara malı sanayi çöküyor, sanayici fabrikasını kapatıp ithalatçı tüccar oluyor. Sonra dış ticaret açığı coşuyor, cari açık kabarıyor ve işsizlik azalmıyor aksine artıyor. Bu arada 2011 yılının ilk iki ayına ilişkin dış ticaret rakamları da açıklandı. Ocak-Şubat 2011 döneminde 14.7 milyar dolar dış ticaret açığı oluşmuşturr. Bu yıl için beklenen ve ülke kaynaklarından döviz olarak ödenecek olan dış ticaret açığı ise 72.5 milyar dolardır. Hatırlayalım; 1923-2002 arası 80 yıllık Cumhuriyet döneminde toplam döviz açığı ya da cari açık 42.7 milyar dolar olmuştur. 2003-2010 yılları arasında 8 yıllık dönem’de ise toplam 396.9 milyar dolar döviz açığı verilmiş. Sadece 2010 yılında verilen 48.6 milyar dolarlık cari açık, toplam 42.6 milyar dolar olan 80 yıllık cari açığa bedeldir. 2002 yılında 626 milyon dolar olan cari açık 2010 yılı sonu itibariyle yaklaşık 80 kat artarak 48.6 milyar dolar olmuştur. Peki nasıl finanse edilmiştir bu kadar açık ? Kaynak transferi mi, borç mu ? Hepsi demek gerekir. Sonra da 2010 yılında yüzde 8.9 büyüdük, büyümüşüz!.. Buradan çıkarılacak en önemli sonuç; büyüdük ama sorunlarımız daha fazla büyüdü. Demek ki doğru yolda değiliz. Diğer bir konu ise gelir dağılımının adil bir şekilde dağıtılması ve paylaşılması. Bir ekonomide refah göstergesi fert başına gelir artışıdır. Türkiye’de nüfus artışı birinde 1.5’dir. Nüfus artış hızının yüksek olması fert başına milli gelirin daha az büyümesine neden oluyor. 2003-2010 döneminde 8 yılda fert başına milli gelirde büyüme yüzde 3.96 olmuştur. Ayrıca, 2009 yılı TÜİK araştırmasına göre yoksul sayısı da artmış, nüfusun yüzde 18’ ine tekabül eden yaklaşık 13 milyon kişinin yoksulluk sınırında yaşadığı ortaya çıkmıştır. Yine, TÜİK araştırmasına göre nüfusun en zengin yüzde 20’ sinin toplam milli gelirin yüzde 47.6’ sını alırken, nüfusun en fakir yüzde 20’ sinin toplam milli gelirin sadece yüzde 5.6’ sını aldığı ortaya çıkmıştır. Özet olarak 2003-2010 döneminde büyüme oldu ve fakat gelir dağılımı da bozuldu. Halkın çiftçi ve işçi kesimi olan yüzde 60’ı fakirleşti. Büyüme, Japonya’dan daha fazla milyarder çıkarmamıza yaradı. Bu arada; büyüme verileri açıklandıkça, yaşadığımız ve bizi teğet geçen (!) krizin maliyeti de ortaya çıkmaya başlamıştır. 2008-2010 döneminde milli gelirimizin dolar bazındaki büyüklükleri ve kişi başına düşen gelirimiz aşağıdadır. Yıl Milli gelir ( Milyar $ ) Kişi Başına Gelir ( Bin $ ) 2008 730.2 10.438 2009 616.7 8.559 2010 735.8 10.079 Görüldüğü gibi, küresel krizin yoğun olarak yaşandığı 2009 yılında milli gelirimiz 113.5 milyar dolar, kişi başına gelirimiz ise 1.897 dolar azalmıştır. İşte teğet geçen krizin bize yüklediği fatura budur. 2001 krizinin maliyet’inin 40 milyar dolar civarında olduğu bilinmektedir. Buna göre teğetin hesabını siz yapın lütfen. Ayrıca; 2009 yılında ürettiğimiz mal ve hizmetlerin düzeyine 2010 yılında tekrar ulaşılabilinmiştir. Buna da şükür…?