T.C. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI TRABZON-AKÇAABAT- DARICA EĞİTİM MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ İSLAM HUKUKUNDA İCMA’ BİTİRME TEZİ Muhammet KARAKIŞ TRABZON–2006 III İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER ______________________________________________________III KISALTMALAR _____________________________________________________ VI ÖNSÖZ ____________________________________________________________ VII GİRİŞ _______________________________________________________________ 1 BİRİNCİ BÖLÜM _____________________________________________________ 3 I.İCMA’ IN LUGAT VE ISTILAH ANLAMININ __________________________ 3 A. İCMA’IN LUGAT MANASI ................................................................................. 3 B. İCMA’NIN ISTILAH ANLAMI ........................................................................... 4 II. İCMA’IN TARIHİ GELİŞİMİ ________________________________________ 8 A. HZ. PEYGAMBER DÖNEMİ VE İCMA’ ........................................................... 8 B. SAHABE DÖNEMİ VE İCMA’ ............................................................................ 8 C. TABİİN DÖNEMİN VE İCMA’ ......................................................................... 10 D. TEDVİN DÖNEMİ VE İCMA’ ........................................................................... 11 III. İCMA’IN İMKÂNI ________________________________________________ 12 A. İCMA’I MÜMKÜN GÖRMEYEN YAKLAŞIMIN GEREKÇELERİ ........... 13 B. İCMA’IN GERÇEKLEŞMESİ MÜMKÜNDÜR DİYENLERİN GEREKÇELERİ ....................................................................................................... 14 C. İCMA’I SADECE SAHABE DÖNEMİ İÇİN MÜMKÜN GÖREN YAKLAŞIM. ............................................................................................................. 15 D. İMAM ŞAFİİ’NİN İCMA’ HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ..................................... 16 E. AHMED BİN HANBEL'İN İCMA’ HAKINDAKİ GÖRÜŞÜ: ........................ 18 F. GÜNÜMÜZDE İCMA’IN GERÇEKLEŞME İMKÂNI ................................... 20 IV. İCMA’IN ŞARTLARI _____________________________________________ 23 V. İCMA’IN ÇEŞİTLERİ ______________________________________________ 24 A. SARIH İCMA’ ...................................................................................................... 25 B. SUKUT-İ İCMA: .................................................................................................. 26 VI. İCMA’IN SENEDİ ________________________________________________ 29 A.İCMA’ İÇİN BİR SENEDİN LUZUMU: ............................................................ 30 B. İCMA’IN SENEDİNİN TÜRÜ ............................................................................ 31 IV İKİNCİ BÖLÜM _____________________________________________________ 34 I.İCMA’IN HÜKÜM ÇIKARMADA DELİL OLUŞU ______________________ 34 A. İCMA’IN HÜCCİYYETİ KONUSUNDA KİTAPTAN DELİLLER .............. 35 1. Cumhurun Kitaptan Delilleri: ......................................................................... 35 2. İcma’ın Hücciyyetini Kabul Etmeyenlerin Kur’andan Delilleri:................. 44 B.İCMA’IN SÜNNETTEN DELİLLERİ................................................................ 46 1. Cumhurun Sünnetten Delilleri: ....................................................................... 46 a. Ümmet-i Muhammed’in Dalalet Üzerine Birleşmeyeceğine Dair Rivayetler ........................................................................................................... 46 b. Cemaate Sarılmayı ve Cemaatten Kopmamayı Emreden Hadisler ........ 47 c. Ümmet-i Muhammed’in İçinde Bir Grubun Kıyamete Kadar Hakka Yardımcı Olmaya veya Hak Üzerine Bulunmaya Devam Edeceğine Dair Rivayet. .............................................................................................................. 50 d. Sünnetin İcma’a Delil Gösteriliş Tarzı ....................................................... 50 C. İCMA’IN HÜCCİYYETİNE DAİR AKLİ DELİLLER ................................... 53 1. Cumhurun Akli Delilleri .................................................................................. 53 2.İcma’ı Hüccet Olarak Kabul Etmeyenlerin Akli Delilleri ............................. 54 II. İCMA’IN NAKLİ __________________________________________________ 55 A. TEVATÜREN NAKLEDİLEN İCMA’ .............................................................. 55 B. AHAD YOLLA NAKLEDİLEN İCMA’ ............................................................ 55 C. ŞÖHRET YOLUYLA NAKLEDİLEN İCMA’ ................................................. 56 III. İCMA’ VE ÇOĞUNLUĞUN GÖRÜŞÜ _______________________________ 56 A. ÇOĞUNLUĞUN GÖRÜŞÜNÜN İCMA’ OLMAZ DİYENLERİN DELİLLERİ .............................................................................................................. 57 B. CUMHURUN GÖRÜŞÜNÜ İCMA’ KABUL EDENLERİN DELİLLERİ .... 58 IV. İCMA’IN İŞLEVİ VE ÇAĞDAŞ EĞİLİMLER ________________________ 59 A.ŞURA VE İCMA ................................................................................................... 61 B. İCTİHAD VE İCMA’ ........................................................................................... 62 C.ÖRF VE İCMA’..................................................................................................... 63 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ___________________________________________________ 64 I. İCMA’IN FURU’ FIKHA YANSIMASI ________________________________ 64 A.MEZHEB İÇİ İCMA’A DAİR ÖRNEKLER ..................................................... 65 B.GENEL İCMA’A DAİR ÖRNEKLER ................................................................ 69 SONUÇ _____________________________________________________________ 73 KAYNAKÇA ________________________________________________________ 75 V KISALTMALAR Ank. Ü. : a.g.e. : Adı geçen eser b. : İbn, bin (oğul) c. : Cilt h. : Hicrî Hz. : Hazret-i h. no : Hadis no: r.a. : Radiyallâhu anh r. anhüm : Radiyallâhu anhüm s. : Sayfa s.a.v. : Sallallâhu Aleyhi ve Sellem tsiz : Tarihsiz y.y. : Basım yeri yok yay. : Yayınları DİA. Ankara Üniversitesi Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : VI ÖNSÖZ Övgü ve teşekkür, bizleri İslam nimetiyle şereflendiren Allah’u Teala’ya, salât ve selam yaşantısı bize örnek olarak gösterilen Hz. Peygamber’in üzerine olsun. Darıca eğitim merkezi kursunu bitirmek için hazırladığım bu mezuniyet tezi İslam Hukuku’nun asli kaynaklarından biri olan icma’ hakkındadır. Bu çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde İcma’ın lügavi, istılahi tanımı, tarihçesi, imkânı, senedi, şartları anlatılmaktadır. İkinci bölümde ise icma’ın Kuran ve sünnetten delilleri, nakli, İcma’ delilinin işlevi ve icma’ ile ilgili olan çağdaş yorumlardan cumhurun görüşünün icma’ kabul dilip edilmeyeceği ilgili konular anlatılmaktadır. Üçüncü bölümde ise İcma’ın furu’ fıkha yansımalarına dair örneklerden bahsedilmiştir. Son olarak da konunun genel bir değerlendirmesini ve ortaya çıkan neticeyi arz ettik. Mümkün olduğu kadar, İ.Şafiî’nin er-Risale’sinden itibaren günümüze kadar yazılmış Usul-ü Fıkıh kitaplarını gözden geçirmeye gayret gösterdik. Bu çalışmamız esnasında, bizlere her alanda mümkün olan imkânların en iyisini sunan, başta Eğitim Merkezi Müdürümüz Sayın Zeki YAVUZYILMAZ’a, tecrübe ve engin bilgilerini bizden esirgemeyip, bize rehberlik eden öncelikle danışman hocam Sayın Temel KACIR ve diğer hocalarıma teşekkürü bir borç biliyorum. Şunu da ifade etmeliyim ki, bir kul olmanın neticesinde, insanoğlunun yaptığı hiçbir eserin hatadan uzak olmadığının bilinci içerisindeyiz. Çalışma ve gayret bizden muvaffakiyetler Yüce Allah'tandır. Muhammet Karakış TRABZON–2006 VII GİRİŞ Bilindiği gibi İslam dini sadece bir inanç ve ahlak dini değildir. İslam dininin aynı zamanda bir hukuk sistemi vardır. Peygamber efendimiz döneminden başlayarak günümüze kadar insanların hukuki ihtiyaçlarını karşılamış olan bu hukuk sistemi, bir takım nedenlerle resmi olarak Müslümanların hayat sisteminden kaldırılmasına rağmen hala Müslümanların hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Bu büyük hukuk sisteminin Kur’an ve Sünnetten sonra üçüncü kaynağı olan icma’ teorik olarak, Kur’an-Sünnet çizgisinden ve İslam’ın temel pirensiplerinden sapmadan yeni meydana gelen olaylara çözüm üretmek için tasarlanmıştır. İcma ‘ İslam Âlimlerinin büyük çoğunluğu tarafından statik olan bir delil olarak değil dinamik yani işlevselliğini hala devam ettiren bir delil olarak görülmektedirler. Fıkıh usulüne dair yazılmış olan kitaplar incelendiğinde icma’ konusu geniş bir şekilde ele alındığı görülmektedir. Furuata dair yazılmış olan kitaplarda icma’ sık sık hükümlerin kaynağı olarak gösterilmiştir. Bütün bunlar İslam Hukukunun kaynağı olarak icma’ın nedenli önemli bir delil olduğunu ortaya koymaktadır. İcma’ Sahabe döneminden sonra ulaşım ve haberleşmenin çok güç olması nedeniyle ancak uzun yıllar boyunca tedrici olarak herhangi bir içtihadın üzerinde ittifak oluşması şeklinde gerçekleşmiştir. Bu yüzden sahabe döneminden sonraki icmalar üzerinde hep tartışma vardır. Fakat zamanımızda teknolojinin gelişmesi ile usulcülerin öngördüğü manada bir icma’ın oluşması için gerekli zeminin sağlayabilecek niteliktedir. İşte bu durum icma’ı tekrar kullanılabilir bir delil haline getirmekte ve işlevi olmayan bir delil durumundan çıkarmaktadır. Müslümanlar karşılarına çıkan yeni hadiselerin İslam’a göre hükümlerini bilmek istemektedirler. Ferdi çabalar yeni hadiselerin hükmünde yetersiz kalmakta ve Müslümanları da tatmin etmemektedir. İşte bu sebeple İslam Âlimlerin ortak çabasına ihtiyaç vardır ki bu da icma’dır. Bundan dolayı icma’ incelenmeli ve araştırılması gereken önemi bir delildir. 2 BİRİNCİ BÖLÜM I. İCMA’ IN LUGAT VE ISTILAH ANLAMININ A. İCMA’IN LUGAT MANASI İcma’ kelimesi lügatte iki anlama gelmektedir. Bu anlamlar “azmetmek” ve “ittifak etmek” anlamındadır. 1. Azmetmek: Kişi bir şeye azmettiği ve o işi yapmak için zihnini toparladığı zaman “falan kimse şu işi yapmaya “azmetti” denir. Yani şuna azmetti ve karar verdi ya da işi toparla, darma dağınık bırakma demektir.1 Kur’an-ı Kerim’de Yunus suresindeki şu ayeti kerimede icma’ kelimesi azmetmek manasında kullanılmıştır: “işinize karar verin”2.Rasülullah (s.a.v)’in “ Şafak sökmeden önce oruca karar vermeyenin orucu sahih olmaz” buyurduğu hadisi şerifte bu manada kullanılmıştır.3 2. İttifak etmek: Arapçada “topluluk şu hususta icma’ etti “ denir. Yani topluluk bir mesele üzerinde görüş birliğine vardı anlamında kullanılmaktadır.4Kuran-ı Ebu’l-Fazl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem b. Manzur, Lisanü’l- Arab, Daru’l-Maarif, Kahire 1119 h. , c: I, s: 681 2 Yunus 10/71 3 Tirmizi, Ebu İsa Muahmmed b. İsa b. Sevra, Sünen-i Tirmizi, K itab-ı Savm, hadis no: 730 4 Ma’luf luis, el-Müncid fi’l-Luğa, Daru’l-Meşrik, Beyrut/ 1998, s: 101 1 3 Kerim de Yunus suresinde “ittifak etti” anlamında kullanılmıştır: “…Onu kuyunun derinliklerine birlikte atmaya karar verdiklerinde…”5 Pratikte bu iki sözlük anlamı arasında şu fark ortaya çıkmaktadır. İcma’ kelimesi bir kişi için kullanılabilindiği halde, ikinci manada ise iki veya daha fazla kimseler için kullanılabilmektedir.6 Buna göre bir şahıs kastedilerek falan şahıs şu işe icma’ etti denilemez, fakat şu işe azmetti denilebilir. Burada kelimenin lügat anlamlarından olan “bir şey üzerinde ittifak etmek” manası ıstılah anlamıyla daha yakın görülmektedir. B. İCMA’IN ISTILAH ANLAMI Usulcüler icma’ın ıstılahı anlamını, icma’ kelimesinin sözlük anlamları içinden “ittifak” anlamına dayandırmışlardır. Ancak bu ittifak “azim” anlamından tamamen kopmuş olmamaktadır. Yani icma’ daki ittifak, azim ve kararlılık sonucu ortaya çıkan bir ittifaktır. İşte bu anlam icma’ın ıstılahı tarifinin esasını teşkil etmektir. İcma’ için yapılan ıstılahı tanımlar incelendiği zaman bir takım farklılıklar arz ettikleri görülmektedir. Bu farklılığın sebebi de, icma’ın delil olabilmesi için gerekli olan şartların yapılan tariflerde yer almasıdır. İcma’ için usul âlimlerimizin yapmış oldukları tanımlardan bir kısmını burada zikredeceğiz. 1. Ahmed bin Said Hazm(ö:456.h): “İcma’, Ashab’ı Rasulün tamamının kendilerine hiçbir muhalefet olmaksızın görüş birliğine varmalarıdır”7 2. Fahruddin Razi (ö:1149.h): “İcma’ Hz. Muhammed(s.a.v) ümmetinden olup hal ve akd yetkisine sahip kimselerin, toplumun her hangi bir işi hakkında ittifakla karar vermesinden ibaret bir teşri’ faaliyetidir.” 8 3. İmam Gazali (ö:505): “Ümmet-i Muhammed'in özellikle dini konuların birisi üzerinde ittifak etmeleridir.”9 5 Yunus 12/10 Abdülaziz b. Ahmed b. Muhammed Buhari, Keşfü’l-Esrar ala Usul’i İmam-ı Pezdevi, Daru’l-Kitab, Beyrut 1994, c: II, s: 424 7 Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said b. Hazm, el-Muhalla bi’l-Asar, Daru’l-Fikr, Beyrut 1997, c: I, s:75 8 Fahrüddin Muhammed b. Ömer b. Hüseyin Razi, el-Mahsul fi İlmi’l-Usul, Müesssetü’r-Risale, Beyrut/1997, c: IV, s: 20 6 4 4. Abdülaziz Buhari (ö:730): “ İcma’,Ümmet-i Muhammed’in dini konuların birisi üzerinde ittifak etmeleridir.”10 5. Seyfüddin Amidi(ö.631): “İcma’ Ummet-i Muhammed’den ehl-i hal ve’lakd olan kimselerin tamamının herhangi bir asırda, meydana gelmiş herhangi bir olayın hükmünde ittifak etmelerinden ibarettir.11 6. Abdülkerim Zeydan:”Rasulullah(s.a.v.) vefatından sonra herhangi bir asırda, bir şer’i hüküm üzerinde İslam Milleti müçtehitlerinin ittifak etmeleridir.”12 7. Şakirü'l-Hanbelî : “Ümmet-i Muhammed’in müçtehitlerinin herhangi bir asırda şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir13 Yapılan bu tarifler bir takım tenkitlere maruz kalmıştır fakat icma’ için yapılan bu tarifler içersinde en az tenkide maruz kalan tanım şudur: “Ümmet-i Muhammed’den olan müçtehitlerin Hz. Peygamberin (s.a.v) vefatından sonra herhangi bir zaman dilimi içerisinde şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir.”14 Yukarıda verilmiş olan tanımlar incelendiği zaman usul âlimlerinin icma’ hakkında ki farklı görüşleri ortaya çıkmaktadır. Tariflerde icma’ı sadece sahabe dönemi için olduğunu ortaya koyanlar olduğu gibi, icma’da bulunacak kimselere Ümmet-i Muhammed’in tamamının ve üzerinde icma’ edilecek meseleyi hem dünyevi hem uhrevi alana dâhil edildiği, icma’ın Hz. Peygamberin(s.a.v) döneminde de gerçekleşeceği düşüncesini ortaya koyan, bir takım ifadeler yer almaktadır. Fakat icma’ sadece sahabe dönemi için olduğunu düşünürsek, bu önemli delilin sahabe döneminden sonra hiçbir aktüel değeri olmadığı fikri ortaya çıkmış olur ki bu durum icma’ hakkındaki genel kanaate terstir. Eğer biz icma’a ehlinin tamamına ümmetin hepsini dâhil edersek icma’ın gerçekleşmeyeceği kanaatini ortaya koyar. İcma’ın gerçekleşeceği Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed Gazali, el-Mustasfa min İlmi’l-Usul, Müessetü’r-Risale, Beyrut/1997 c:I, s: 325 10 Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s:424 11 Seyfüddin Ebi’l Hasan Ali b. Ali b. Muhammed Amidi, el-İhkam fi Usuli’l Ahkâm, Kahire /1967, c: I, s:179 12 Abdülkerim Zeydan, el-Veciz fi Usuli’i Fıkh, Müessesetü’r-Risale, Beyrut/2000, s:179 13 Şakir Hanbelî, Usul-u fıkhı’l- İslami, Mektebet-ü Mekkiyye, Mekke /2002, s: 286 14 Zeydan, a.g.e, s: 179, Muhammed Hudari, Usulu’l-fıkh, , Daru’l-Hadis, Kahire/2003 s:267, Abdülvehhab Hallaf. Usulü’l-Fıkh, Daru’l-Fikr, Kahire/1995, s:45 9 5 zamana asr-ı saadet dönemini katarsak icma’ın bu dönemde de olduğu görüşüne bizi götürür ki bu düşüncede cumhurun genel kanaatine aykırı olmaktadır. Çünkü icma’ın gerçekleşeceği dönem Hz. Peygamberden sonraki dönemlerdir. Yapılan tanımları incelediğimiz zaman tanımlarda bulunan ortak unsurları şöyle sıralayabiliriz. —Müçtehitlerin ittifakı —İcma’da bulunacakların Ümmet-i Muhammed'den olmaları —İcma’nın Rasulullah(s.a.v) vefatından sonra olması —İcma’ın herhangi bir asırda gerçekleşmesi —Üzerinde ittifak edilecek konunun şer’i bir konu olması. Bu saymış olduğumuz unsurları ayrı ayrı incelememiz faydalı olacaktır. 1. Müçtehitlerin ittifakı: İcma’ın oluşması için müçtehitlerin bir mesele üzerinde ittifakı gereklidir. Müçtehit tafsili delillerden şer’i hükümler çıkarma melekesine sahip olan kimsedir. Fakat avam veya müçtehit olmayan âlimler şer’i hükümleri çıkarmaya kadir olmadıklarından bunların icma’ın gerçekleşmesinde bir rolleri olmaz.15Âlimlerin çoğunluğuna göre icma’ın gerçekleşmesi için bütün müçtehitlerin ittifakı şarttır. Bir kişi dahi muhalif olsa icma’ burada gerçekleşmez.16 Ancak Taberi ve Cassasa göre bir müçtehidin muhalefetine rağmen icma’ın meydana geleceğini ifade etmişlerdir.17 2. İcma’da Bulunacakların Ümmet-i Muhammed'den Olmaları: Bu maddeyle geçmiş şeriatların müçtehitlerinin ittifakı geçersiz sayılmaktadır.18Bu ümmetlerin bir mesele üzerindeki ittifakı Müslümanlar için bir delil sayılmamaktadır. 15 Zeydan, a.g.e, s: 180 Zeydan, a.g.e. s: 180 17 Amidi, a.g.e, c: I, s: 213, Ali bin Muhammed Şevkani, İrşadü’l-Fuhul, Daru’s-Selam, Kahire/1998, c:1, s:259–265 18 Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s: 424, Ahmed b. Ebi Sehl Serahsi, el-Usul, Daru’l –Ma’rife, Beyrut/1973 c:I, s: 295 16 6 3.İcma’ın Rasululah (s.a.v.) Sonraki Dönemde Olması: Buna göre Hz. Peygamberin(s.a.v.) yaşadığı devir hakkında icma’ın varlığı ve geçerliliğinden bahsedilemez. Zira Hz. Peygamber(s.a.v) şayet sahabeye onların oy birliğiyle kabul ettikleri hükümde muvafakat etmiş ise bu artık icma’ ile değil, sünnet ile sabit olmuş bir hüküm olurdu. Sahabenin fikir birliği ettikleri hususta aykırı bir görüş beyan etmişse bu takdirde zaten icma’dan söz edilemez ve o hüküm şer’ bir hüküm olarak nitelendirilemez.19 Bu konuda Yunus Vehbi Yavuz şöyle demektedir: “Biz biliyoruz ki vahiy inmeyen istişari konularda Hz. Peygamber(s.a.v.) döneminde de icma’ olayı gerçekleşmiştir. Çünkü siyer kitaplarından okuduğumuza göre, Hz. Peygamber(s.a.v) evinin işlerine varıncaya kadar her işte özellikle devlet işlerinde arkadaşlarına danışır, onların görüşlerine değer verir kararları bu görüşlere göre alır ve uygulardı. Onun arkadaşlarının görüşleri bu konular hakkında ya birleşiyor yahut ayrılıyordu. İstişare sonucunda sahabenin görüşlerinin birleşmesi icma’ değil de ya nedir.20 Ne kadarda Hz. Peygamber(s.a.v) döneminde yukarıda anlatılanlara göre bir icma’da söz edemesek bile dönem incelendiği zaman bir nüve olarak o dönemde icma’ın varlığından söz edilebileceği ortaya konmaktadır. Bu görüş genel kanaate aykırı görülse de göz ardı edilmemesi gereken bir görüştür. 4. İcma’ın Herhangi Bir Asırda Olması: İcma’ın belli bir dönemin müçtehitlerinin ittifakıyla oluşacağı ifade edilmektedir. Böylece icma’ın oluşması için bütün asırların müçtehitlerinin katılımı gerekeceği görüşü dışlanmış olmaktadır.21 5. İcma’ Şer’i Bir Hüküm Üzerinde Olmalı: Müçtehitlerin ittifakı vucub, nedb gibi şer’i hüküm hakkında olması gerekir. Tıp ilmine, lügat ilmine yahut spora ait şer’i olmayan bir meseleye dair icma’ların hiçbirisi, kastedilen şer’i icma değildir.22 Zekiyyuddin Şaban, Usulu’l-Fıkh, Trc: İbrahim Kâfi Dönmez, İslam Hukuk İlminin Esasları. T.D.V.Ankara/1996, s:106 20 Yunus Vehbi Yavuz, İcma’ , İslam Hukuk Araştırmaları Dergisi, 2004, c:3, s: 89 21 Amidi, a.g.e, c:I,s.180, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 424, Şevkani, a.g.e, c:I,s:234 22 Amidi, a.g.e, c:I,s:180, Hudari, a.g.e, s:267–268, Hanbelî, a.g.e, s:287. 19 7 II. İCMA’IN TARIHİ GELİŞİMİ A. HZ. PEYGAMBER DÖNEMİ VE İCMA’ Hz.Peygamber (s.a.v.) dönemi icma’ açısından son derece önemlidir. Çünkü icma’ kavramının alt yapısı bu dönemde oluşturularak müminlerin düşüncelerini icma’ fikri kuvvetli bir şekilde yerleştirilmiştir. Bu dönemde hüküm koyma yetkisi tamamen Hz.Peygambere aittir. Her hangi bir mesele ile karşı karşıya gelindiği zaman, mesele Hz.Peygamber’e arz edilip, gelen vahi yoluyla veya Hz.Peygamber’in içtihadıyla meseleyi çözüyordu.23 Hz.Peygamber (s.a.v.)’in hayatında sahabeden içtihatta bulunanlar olmuştur.24Hz.Peygamberin kadı olarak görevlendirdiği sahabilerin yapmış oldukları içtihatlar daha çok Hz. Peygamber’e ulaşma imkânının olmadığı durumlarda gerçekleşmiştir.25 Netice itibariyle, bu dönemde teşri’in kaynağı tamamen ilahi vahye dayanıyordu; yani kitap ve sünnetti. Durum böyle olunca Hz.Peygamber devrinde icma’ın söz konusu olamayacağı açıktır. Çünkü teşri’in asli kaynağı olan vahi devam etmektedir bu durunda yapılacak tek şey Rasulullah (s.a.v) getirdiği hükümleri kabul edip uygulamaktan ibarettir. Bu dönemde icma’ her ne kadar Rasulüllah’ın yegâne otorite olması sebebiyle ortaya çıkmamışsa da Kur’an ve sünnette icma’ fikrine esas teşkil eden şura, istişare ve İslam cemaatinden kopmama prensipleri müminlerin zihinlerine yerleştirilerek icma’ın alt yapısı oluşturulmuştur.26 B. SAHABE DÖNEMİ VE İCMA’ Sahabe döneminin ilk yılları icma’ın bir delil olarak ortaya çıktığı ve pratik olarak uygulandığı yıllardır. Rasülüllah (s.a.v) vefat edince arkasında her yönüyle Abdülvehhab Hallaf, Hulasatü Tarihi’t-Teşri’il-İslami, Mısır ty. s:11 Hayrettin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, DİB, Ankara/1975, s: 43–48 25 Hallaf, a.g.e, s: 13 26 Hallaf, a.g.e, s: 13 23 24 8 tedvin edilmiş bir İslam hukuku bırakmamıştır. Ancak Rasülüllah (s.a.v) arkasında her haline şahid olmuş ashabını, Kur’an ve Sünneti bırakmıştır. Bu sebepten dolayı Sahabe Müslümanların ihtiyaçlarını gidermek için teşrii görevini üstlenmiş bulunmaktaydı.27 Hz.Ebubekir, Hz.Ömer ve Hz.Osman (r.anhüm)’ün hilafet dönemlerinde bir mesele ile karşılaşıldığı zaman, kitap, sünnet ve daha önce verilmiş olan hükümlere bakıyorlardı, bir hüküm bulamadıkları zaman Müslümanların ileri gelenlerini çağırıp meseleyi çözmeye çalışıyorlardı. Bir hüküm üzerinde görüş birliğine vardıkları zaman onunla hükmederlerdi28. Bu şekilde bir araya gelmeleri sebebiyle nadir olarak görüş ayrılıkları olmaktaydı. Çünkü toplantıya katılan fetva verebilecek nitelikteki bu sahabelerden her biri diğerlerine bakış açısını, dayandığı delilleri açıklıyordu. İşte hakkında “sahabe üzerinde icma’ etmiştir” denilen hükümlerin çoğu bu dönemde ortaya konmuştur. Sahabe döneminde şuraya ve istişareye büyük bir önem veriliyordu. Sahabenin istişareye bu şekilde değer vermeleri, Kur’an’ı Kerimde şuranın emredilmiş olmasından ve Hz.Peygamberin onlara şurayı hayatlarında uygulayacakları bir sünnet olarak öğretmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı sahabe döneminde yeni bir mesele ile karşılaşıldığı zaman Halife, hemen fakih olan sahabileri toplar, onlarla yeni mesele hakkında istişare ederdi. Şayet bir hüküm üzerinde ittifak sağlanırsa, Halife bu hükmü uygulamaya sokardı, şayet ihtilaf edilirse mesele üzerinde münazaralar devam eder ve herkesin üzerinde ittifak ettiği bir sonuca ulaşılmaya çalışırdı. Bu nedenle sahabenin üzerinde icma’ ettiği meseleler bir hayli fazladır.29 Hz.Peygamber(s.a.v)’in vefetından sonra icma’ın ilk uygulama örneği, Beni Said Sakifesi olayıdır. Bu toplantıda Hz.Ömer’in, Hz.Ebu Bekir’i halifeliğe seçilmesi ile ilgili şahsi görüşü, orada Müslümanlar tarafından kabul edilmiş ve daha sonra ümmet tarafından benimsenmiştir.30 27 Hallaf, a.g.e, s: 31 Hallaf, a.g.e, s: 41 29 Vehbe Zuhayli, Usulu’l-fıkhı’l-İslami, Daru’l-Fikr, Dımeşk/1986 c: I, s: 487 30 Ahmed Hassan, the Early Development of İslamıc Jurisprudence, İslamabad/1988, Terceme: Ali Hakan Çavuşoğlu, Hüseyin Esen, İslam hukukunun Doğuşu ve Gelişimi, İz yayıncılık, İstandul/1999 s: 179 28 9 Sahabe’nin bir konuyla ilgi hüküm konusunda ittifak etmeleri, bütün sahabelerin aynı görüşü paylaştığını göstermektedir. İslamı bizzat Hz. Peygamberden almış olan bu birinci kuşağın, her hangi bir konuda görüş birliğine varmış olması, o meselenin hükmünün İslam’a göre o şekilde olduğunu gösterir. Bunun içindir ki harici ve Şiilerden başka bütün mezhebler sahebenin icma’ını hüccet kabul etmişlerdir.31 C. TABİİN DÖNEMİN VE İCMA’ Dört Halife döneminde fakihlerin aşağı yukarı hapsinin görüşleri alınarak ve istişareye dayalı olarak hükümler verilirken tabiin döneminde aynı usul takip edilememiştir. Siyasiler tarafından şura sistemine önem verilmeyince âlimlerin şahsi gayretleri ile icma’ın meydana gelmesi mümküm olamıyordu. Ancak Raşit Halifeler döneminde üzerinde icma’ edilen konular olduğu gibi kabul ediliyor ve asla bunların dışına çıkılmıyordu.32 Bu dönemde Ömer b. Abdülaziz dışındaki siyasiler, icma’ın oluşumuna imkân verecek şura ve istişareye önem vermedikleri gibi, ilim adamlarını bir arya getirecek organizatörlük görevini de yerine getirmemişlerdir.33 Bu itibarla icma’ açısından Tabiin ve daha sonraki dönemleriyle sahabe dönemini ayıran en önemli fark; Tabiin döneminden sonra ileri gelen fakihlerin artık sahabe dönemindeki gibi bir arada bulunmaması ve değişik yerlere dağılmış olmasıdır. Tabiin döneminin icma’ı ümmet açısından diğer bir önemli yanıda, bu dönemde Irak ve Hicaz ekollerinin oluşması ve ilim adamlarının ehlü’r-rey ve ehlü’l-esr şeklinde iki ekole ayrılmış olmalarıdır. Ayet ve hadislerle veya sahabe’nin icma’ıyla net bir şekilde ortaya konmuş meselelerin dışında topyekûn ümmetin icma’ını beklemek pek mümkün görülmemektedir.34 İcma’ı ümmet açısından Tabiin döneminin fonksiyonlarından en önemlileri şunlardır: Muhammed Ebu Zehra, İslamda Fıkhı Mezhebler Tarihi, Ayyıldız Matbaası, İstanbul/1978, s: 43 Ekrem Keleş, İslam Hukukunun Kaynağı Olarak İcma’ ,Doktora Tezi, Ankara Ünv/1994, s:32 33 Ekrem Keleş, a.g.e, s: 32 34 Hayrettin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, İrfan Matbaası, İstanbul /1979, s:101–125 31 32 10 1. Sahabenin üzerinde icma’ ettiği meselelerin daha sonraki kuşaklara aktarılması 2.Sahabenin üzerinde icma’ ettiği herhangi bir meselenin değiştirilemeyeceği ve buna muhalif bir görüş ortaya konamayacağı fikrinin iyice yerleştirilmesi 3. Yaygın bir şekilde bölgesel icma’ların oluşması ve fakihlerin kendi bölgelerinin icma’larının dışına çıkmamayı iltizam etmesi35 D. TEDVİN DÖNEMİ VE İCMA’ Bu dönem, İslam Hukukunun altın çağıdır. İslam hukukunda pek çok büyük âlimin yetiştiği, hukukun gelişip meyvesini verdiği, onca genişliğine ve farklı unsurları altına almasına rağmen ümmetin bütün hukuki ihtiyaçlarını gideren bir hukuk zenginliğinin oluştuğu dönemdir. İşte bu dönemde icma’ delilinin İslam hukukunun bir kaynağı olarak algılandığını görmekteyiz.36 İcma ‘ açısından bu dönemin özel bir yeri vardır. İcma’ açısından bu dönemin en önemli yanı, icma’ ile ilgili kurallar ve prensiplerin bu dönemde tespit edilmiş olmasıdır. Bu dönemde tespit edilen kurallar, bilahare daha da detaylandırılarak icma’ ile ilgili pek çoğu varsayıma dayalı itirazlara cevaplar bile üretilmiştir.37 Bu dönemde doktrin kurucuları olan müçtehit imamların tefekkürlerinde, bütün âlimlerin üzerinde birleştiği kesinlikle bilinen bir çözümün dışına çıkmama bir prensip olarak mevcuttu. Ancak onların takip ettiği metotların teorisini ortaya koymaya yönelmemiş olmaları ve bunun yanı sıra pratikte sözü edilen anlama yakın bir fikir birliğine sahabe devrinden sonra rastlayamamaları sebebiyle, sonraki usulcüler tarafından icma’ konusunda yapılan hararetli savunmalar müçtehit imamlar döneminde görülmez.38 35 Ekrem Keleş, a.g.e. s: 33 Hallaf, a.g.e, s: 57, 58 37 Ekrem Keleş, a.g.e, s:35 38 İbrahim Kâfi Dönmez, “İcma’ md. , DİA, c: 21, s: 418 36 11 Muammed Ma’ruf ed-Devalibi, mezheb imamlarının icma’ kunusundaki bakışını farklı kavramsal çerçeveler içinde şu şekilde tasvir etmektedir: Malik b. Enes kavli ve ameli, nakli veya içtihadi farkı gözetmeksizin icma’ı ‘vakıi’ anlamıyla, yani Medine’nin hemen tek ilim merkezi olduğu dönemde bilginlerin ileri gelen ve çoğunluğunu teşkil eden tabaka arasında gerçekleşen fikir birliği anlamıyla kaynak olarak alıyor. Şafii ise icma’ı “zati” anlamıyla, yani bütün beldelerdeki bütün âlimlerin katıldığı fikir birliği manasında kabul ediyor, fakat bu anlamda icma’ın sadece kavli olanını muteber sayıyor. Ahmed b. Hanbel’in de bu konuda üstadı Şafii’yi takip ettiği anlaşılmaktadır. Ebu Hanife’nin konuyla ilgili anlayışı tam olarak aksettiren açıklamalar bulunmamakla birlikte Hanefi usulcüleri doktirine hâkim olan görüşü icma’ın “zati” anlamıyla alınması, fakat Şafii’den farklı olarak kavli olma şartının aranmaması şeklinde intikal ettirmektedir.39 III. İCMA’IN İMKÂNI Dinden olduğu kesin olarak bilinen, kişinin inanmadığı takdirde Müslüman sayılmadığı zarurat-i diniyye dediğimiz namaz, oruç ve zekâtın farziyyeti gibi kat’i delillere dayanan dinin temel meseleleri üzerinde top yekûn İslam âlimleri icma etmişlerdir. Bu tür meseleler Müslümanların kabul edip benimsediği hususlardır. Kat’i nasslarla sabit olan bu tür meselelerin üzerinde icma’ da edildiği te’kid edici nitelikte üçüncü bir delil olarak ifade edilmiştir. Bununla beraber usulcülerin Hz. Peygamber'in (s.a.v) sonra şer’i bir meselenin hükmü üzerinde Müslüman âlimlerin görüş birliğine varmaları şeklinde tanımladıkları icma’ın gerçekleşmesinin ve İslam hukukun bir kaynağı olarak fonksiyon icra etmesinin mümkün olup olmadığı İslam âlimleri arasında tartışmalıdır. İcma’ın mümkün olmadığı yolundaki görüşler usul kitaplarında genellikle Nazzama ve bazı Şii ve Rafızîlere nisbet edilmekte ve bunların icma’ gerçekleştikten sonra ortaya çıkmış sözleri nazara itibara alınmayacak bir grup oldukları ifade 39 Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 418 12 edilmektedir.40İcma’ı mümkün görmeyen bu âlimlerin gerekçelerini şöyle sıralayabiliriz. A. İCMA’I MÜMKÜN GÖRMEYEN YAKLAŞIMIN GEREKÇELERİ 1. Usulcülerin yapmış olduğu tarifler incelendiği zaman icma’nın gerçekleşmesinin mümkün olmadığı görülmektedir. Çünkü müçtehitleri tam anlamıyla tespit etmek mümkün değildir. Hatta bir şahıs memleketinde müçtehit sayılsa başka bir belde de o şahsa itibar edilmeye bilir. Ayrıca bu âlimlerin ilim seviyeleri, ilmi kimden aldıkları, üzerinde icma’ olduğu söylenilen bilginin kendisine ulaşıp ulaşmadığının bilinmesinin zorluğundan dolayı icma’ın gerçekleşmesi mümkün görülmemektedir.41 Bunun yanında müçtehit olanlar tespit edilse bile bu araştırma çok uzun bir zaman dilimi gerektirmektedir ve bu bölgelerde yeni müçtehitler yetişebilir. Müçtehitler kararlarını ortaya koymadan önce görüşünden vazgeçebilir, verdiği kararın belki de baskı altında vermiş olabilir.42Bu sayılan sebeplerin her biri icma’ın gerçekleşmesine imkân sağlamamaktadır. 2. İcma’ın gerçekleşmesi mümkün olsa bile gerçekleştiğini bile bilmek veya buna muttali olmak ya da bu meseleye dair hükmü ortaya koyarken özgür bir anlayışla fikir açıklayıp açıklamadıklarının tam olarak bilinememesi icma’ın gerçekleşmesinin mümkün olmadığını gösterir43 3. İcma’ın bir senedinin bulunması gerekir. Eğer icma’ın senedi kati ise genellikle onu Müslümanlar bilmektedir, eğer icma’ın senedi zanni ise onun üzerinde ittifak imkânsızdır. Çünkü düşünceleri, anlayışları, mezhepleri farklı insanların zanni bir delile dayanarak ittifak etmeleri imkânsızdır.44 4. İcma’ın gerçekleşmesini mümkün görsek bile nakli mümkün değildir. Çünkü icma’ edenlerin icma’ını delil olarak kullanacak olanlara nakli ya tevatür ya da ahad yolla olacaktır. Tevatüren nakli imkânsızdır, zira tevatür adedindeki insanın dünyanın Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 424–425, Şevkani, a.g.e. c:I,s: 234, Gazali, a.g.e. c: I,s: 235. Abdülaziz Buhari, a.g.e. III, s: 424–425, Amidi, a.g.e, c:I, s:182 42 Şevkani, a.g.e, c:I, s:234, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 425–426 43 Razi, a.g.e, c: IV, s:23–24, Şevkani, a.g.e, c: I, s:234, Amidi, a.g.e, c: I, s:183 44 Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s: 424–425, Şevkani, a.g.e, c:I, s:234–235, Amidi, a.g.e, c:I,s:183 40 41 13 dört bir tarafındaki müçtehitlerle görüşüp fetvalarını dinleyip yine kendileri gibi tevatür adedini bulan topluluklarla aktarmaları mümkün değildir. Ahad yolla nakli ise icma’ın gerçekleştiği hususunda kesin bir bilgi ortaya koyamaz45. İcma’ı mümkün görmeyen âlimler sayılan bu sebeplerden dolayı icma’ın fiilen gerçekleşmediği ve gerçekleşmeyeceği kanaatindedirler. B. İCMA’IN GERÇEKLEŞMESİ MÜMKÜNDÜR DİYENLERİN GEREKÇELERİ İcma’ın mümkün olmadığını ileri sürenlerin yanında onun mümkün olduğunu cumhur ifade etmektedir. Cumhura göre icma’ın her dönemde gerçekleşmesi ve tesbit edilmesi ve nakli mümkündür. Cumhurun delilleri şunlardır. 1. İcma’ın meydana gelmesini imkansız görenlerin ileri sürdükleri gerekçeler, sadece meydana gelmesi mümkün olan bir şey hakkında şüphe uyandırmaktan başka bir şey değildir.46 2. İlim adamlarının farklı memleketlere dağılmaları icma’ın oluşmasına engel bir durum değildir. Farklı bölgelerde olmalarına rağmen aynı görüş üzerinde ittifak etmişlerdir.47 3. İcma’ın gerçekleşmesinin en büyük delili icma’ın Müslümanların hayatında meydana gelmiş olmasıdır. Sahabe zamanında icma’ gerçekleşmiş ve bu konuda birçok rivayette bulunulmuştur. Ümmet-i Muhammed'in başta beş vakit namaz, ramazan orucu, ninenin mirasta 1/6 hisse alacağında, Müslüman kadının Müslüman olmayan erkekle evlenmesinin batıl oluşunda, mehir tayin edilmemiş olsa bile nikâh akdinin sahih olduğu hususunda, fethedilen toprakların gazilere dağıtılacağında, miras konusunda ana-baba bir erkek ve kız kardeşlerin bulunmayışı halinde baba bir erkek ve kız kardeşlerin onların yerini almalarında, oğlunun(mirasta) oğlun oğlunu hacbettiğinde, bir kadının üzerine, kadının halası ve teyzesinin nikâhlanamayacağında ve daha birçok Muhammed b. İdris Şafii, el-Ümm, Matbaatü’l- Kübra, Mısır/1325.h. c: VII, s:256 Hanbelî, a.g.e, s:288, Zekiyyuddiin Şaban, a.g.e, s:11 47 Şevkani, a.g.e. c:I, s:234, Razi, a.g.e, c:IV, s:24.23.24 45 46 14 hususta icma’ın meydana gelmesi, icma’ın gerçekleşmesinin mümkün olduğuna kat’ı bir delildir.48 C. İCMA’I SADECE SAHABE DÖNEMİ İÇİN MÜMKÜN GÖREN YAKLAŞIM. İcma’ın tariflerinde değindiğimiz gibi icma’ sadece sahabe icma’ı olarak gören ve icma’ın sadece sahabe döneminde mümkün olduğunu ve dikkate alınacak icma’ında sahabe icma’sı olduğu âlimler tarafından söylenmiştir. Bu görüşün önderliğini zahiri âlimleri yapmaktadır49 Bu âlimlerim gerekçeleri şunlardır: Sahabenin sayısı sınırlıydı, bundan dolayı kendilerinden sadır olacak olan görüşlerin tespiti mümkündü. Sahabe dini Rasulüllah (s.a.v) almış ve bizzat vahyin indirilmesine şahit olmuş olan topluluktur. İcma’ında nassa dayanması gerekir. Nassa dayanmadan icma’ gerçekleşmez. Ayrıca sahabe kendi dönemlerinde müminlerin tamamı idiler, onlardan başka mümin yoktu. İşte bu durunda olan bir cemaatin icma’ı mümkündür.50 Bu öne sürülen gerekçeler incelendiği zaman sahabe icma’ında kastedilen sahabenin farklı bölgelere dağılmadan önceki dönem sürecinden icma’ları kastedildiği ortaya konmaktadır. Sahabenin farklı bölgelere dağıldıktan sonraki durumu ise burada ayrı bir konuma sokulmaktadır. Hatta Abdülvehhab Hallaf, usulcülerin tanımını yaptıkları manada bir icma’ın fiilen sahabe döneminde bile oluşmadığını ileri sürmektedir. Ona göre sahabe döneminde gerçekleşen icma’lar ortaya çıkan meselenin hükmü üzerinde Medine de o anda mevcut sahabenin ittifakıdır. Çünkü ileri gelen sahabelerden bazıları Mekke, Şam, Yemen gibi yerlerde ve cihad meydanlarındaydı. Cemaatin görüşü hakka ferdin görüşünden daha yakın olduğu için mevcut olanların ittifakıyla hüküm veriyordu. İşte âlimlerin icma’ dedikleri bunlardır51 Gazali, a.g.e, c:I s:326,Abdülaziz Buhari, a.g.e. c:III, s:425, Zeydan, a.g.e, s:188, Zekiyyüddin Şaban, a.g.e, s:117, Hallaf, a.g.e, s:54 49 Hudari, a.g.e, s:284, Ahmed bin Said bin Hazm ez-Zahiri, el-İhkam, Dar-u Kutüb-i ilmiye, Beyrut ty c:2,s:538 50 İbn hazm, a.g.e, c:II, s:538,Ebi Muhammed Abdullahbin Ahmed bin Kudame el-Makdisi, Ravzatu enNazır, c:I,s:332–335 51 Hallaf, a.g.e. s:54 48 15 Muhammed Ebu Zehra da icma’ın sahabe döneminde gerçekleştiği kanaatinde olan ilim adamlarındandır. Ebu Zehra bu görüşünü şöyle ifade etmektedir: “Bana göre delil olabilecek icma’ sahabe dönemindeki icma’dır. Onlar diğer memleketlere tamamen dağılmamışlardı ve o devirde icma’ mümkündü. Tabiiler devrinde icma ‘ mümkün ise de vakı’ olmamıştır. Çünkü tabiiler memleketin her tarafına dağılmışlardı, bu yüzdendir ki fakihler hemen hemen hemen sahabilerden sonra hakkında icma’ yapıldığı ilerileri sürülen her mesele üzerinde ihtilafa düşmüşlerdir. Bu itibarla “ sahabilerden başkalarının icma’ını bilmiyoruz” diyenlerin sözünde gerçek payı vardır. Ahmed bin Hanbel üzerinde icma’ olduğu iddia edilen mesele hakkında “ bu konudaki ihtilafı bilmiyoruz” demekle yetinirdi.52 Buraya kadar İcma’ın imkânı hakkında olan genel görüşleri vermeye çalıştık. İlk iki anlayış icma’ın imkânı hakkında uç noktaları temsil ederken üçüncü anlayış icma’ hakkında imkânı kabul etse bile zamansal olarak bir sınırlandırmaya gitmektedir. Şimdi de icma’ın imkânı hakkında İmam Şafii’nin ve Ahmed bin Hanbel'in görüşlerini vermek istiyoruz. D. İMAM ŞAFİİ’NİN İCMA’ HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ İmam Şafii bu konuyu hem fıkıh usulü hakkında ilk eser olan Risalesinde hem de el-Üm adlı eserinde incelemiştir. İmam Şafii’nin bu görüşleri incelendiği zaman Şafii’nin icma’ı reddettiği zannı doğmaktadır. Fakat Şafii bu konudaki titizliğinden dolayı bu mesele üzerinde biraz kısıtlayıcı olarak davranmış olduğu görülmektedir. Şafii’in icma’ı bir delil olarak kabul ettiğini Risale adlı eserindeki icma’ alakalı görüşlerini incelediğimizde anlıyoruz. Şafii’ye Risale adlı eserinde, muhatabı kendisine, hakkında nass bulunmayan meseleler, hakkında âlimlerin icma’ı hakkında düşüncesi sorduğu zaman Şafii’de şöyle cevap vermiştir. “Biz onların icma’alarını, onlara ittiba ederek benimsiyoruz. Biliyoruz ki Hz. Peygamberin(s.a.v.) sünnetleri bu âlimler tarafından biliniyordu, onlara meçhul değildir, belki bazıları sünnetleri tam olarak bilemezler, yine biliyoruz ki cemaat Hz. Peygamberin(s.a.v) sünnetine aykırı bir şey üzerinde birleşmez, inşallah hata üzerinde de birleşmez.” Yine muhatabının kendisine Muhammed Ebu Zehra, Usul-u Fıkh, terc. Abdülkadir Şener, İslam hukuk Metedolojisi, , Fecr yayınları, Ankara/1997, s:177 52 16 “Hz. Peygamberin Müslümanlara cemaatlerinden ayrılmamaları konusundaki emrin anlamı nedir” diye sorunca şöyle cevap vermiştir: “Ben de bunun ancak bir anlamı vardır” Muhatabı, bu nasıl bir anlama gelir? Diye sorunca şöyle cevap vermiştir. “Müslümanlar ülkelere dağılmış bir durumdadır. Hiç kimse bu topluluğun bedensel anlamda birbirlerine bağlı kalabileceğini söyleyemez. Müslümanlardan, kâfirlerden, facirlerden, oluşmuş bir topluluk olabilir bundan dolayı bedensel olarak bir arada olmalarının bir anlamı yoktur. Hem de bedeni olarak bir araya gelmek bir şey sağlamaz, neticede ise cemaatten ayrılmanın bir anlamı olmaz. Ancak Müslümanlara düşen helal ve haram kılma bakımından ve bunlara uyma konusunda birleşmeleridir. Müslümanların cemaatinin benimsediği görüşe katılan kimse onların cemaatinden ayrılmamış olur. Müslümanların cemaatinin benimsemediği görüşe karşı çıkan kimse ise, ayrılmamakla emrolunduğu Müslümanların cemaatinden ayrılmış olur53 Bu ifadelerden anlaşılan; Şafii’nin icma’ı kabul ettiğini görmekteyiz. Fakat Şafii’nin Cima’ul-ilm adlı eserinde icma’ hakkındaki görüşleri incelendiği zaman icma’ konusundaki titizliği ortaya çıkmaktadır. Bu eserinde muhatapları ile yaptığı tartışmalarında onların icma’ iddialarını kendi görüşlerini ileri sürerek meselenin daha fazla incelenmesi gerektiğini ve her icma’ iddiasına hemen sarılmaması gerektiğinin ifade etmektedir. İmam Şafii bu eserinde şöyle demektedir: “İmam Şafii muhatabına icma’ları delil kabul edilecek ilim sahipleri kimlerdir diye sorunca, muhatabı şöyle cevap vermiştir: onlar bir memlekette halkının fakih olarak tanıdığı hüküm ve görüşlerini kabul ettiği kimselerdir diye cevap verince; Şafii şöyle cevap vermiştir: Hiçbir memleket yoktur ki oradaki bu özelliklere sahip bu âlimler kendileri gibi olan diğer kimseleri fıkıh bilmemekle itham etmesin ve onun cahil olduğunu söylemesin veya onun fetva verme yetkisi olmadığını ve onun görüşüne hiç kimsenin uymaması gerektiğini ileri sürmüş olmasın. Her bölge kendi aralarında ihtilafa düştüğünü biliyorsun diyerek muhatabının cevabını reddetmiştir.54 53 54 Muhammed bin İdris Şafii, er- Risale, Daru’n-Nefais, Beyrut/1999, s: 240 Şafii, a.g.e, c: VII, s: 471 17 Şafii’nin kullandığı bu ifadeler sonucunda, icma’ı kabul etmediği ifade edilmiştir. Ahmed Hassan bu ifadelerden yola çıkarak Şafii’nin icma’ı kabul etmediği görüşüne varmaktadır. Fakat İmam Şafii’nin diğer eserlerinde icma’ı kabul eden fikirleri ile icma’ı kabul etmediği görüşünü ortaya koyan fikirlerini şu şekilde açıklamaktadır: “Şafii’nin, âlimlerin icma’ı düşüncesi ilim serüvenindeki bir gelişmeyi temsil etmektedir.55 İmam Şafii icma’ın gerçekleşmesine şu dört noktada itiraz etmektedir. 1.Memleketlerin ayrı oluşu ve fakihlerin birbirleri ile buluşamaması 2.İslam şehirlerindeki fakihler arasında ihtilaf bulunması 3.İcma’ yapacak kimselerin tayin edilemeyişi 4.Fakih ve görüş sahibi olan bilginlerin vasıfları üzerinde ittifak edilememiş olması, 56 gibi nedenler dolayı Şafii İcma’ın gerçekleşmemesi kastetmemekte, biraz öncede ifade ettiğimiz gibi icma’ konusundaki titizliğini ifade etmektedir. Şafii’nin Cimau’l ilim adlı eserinde muhatabıyla yaptığı munazarada icma’ın gerçekleştiğini şöyle ifade etmektedir: “Allah’a hamdolsun herkesin dildiği farzlarda icma’a çoktur. Bunlar üzerinde icma’a etmişlerdir dersen etrafında sana muhalefet eden hiç kimse bulamazsın. İşte icma’ın mevcudiyetini iddia edenler bu noktada haklıdır.57 Bu anlatılan bilgiler incelendiği zaman şu sonuçlar ortaya çıkar. İmam Şafii farzlardaki icma’ı kabul ederken furu’attaki icma’ iddialarına temkinli yaklaşmakta ve genel olarak icma’ın imkânını kabul etmektedir. E. AHMED BİN HANBEL'İN İCMA’ HAKINDAKİ GÖRÜŞÜ: Ahmed bin Hanbel’in hocası Şafii’nin görüşlerini ortaya koyduktan sonra talebesi olan Ahmed bin Hanbel'in görüşlerini aktarmaya çalışacağız. Ahmed bin Şafii, a.g.e. c:VII, s:256, Ahmed Hassan, a.g.e, s: 233, Ebu Zehra, a.g.e, s: 176 57 Şafii, a.g.e, c:VII, s: 471. 55 56 18 Hanbel'in icma’nın imkânı hususunda söylediklerini İbn Kayyım el-Cevziyye şöyle nakletmektedir: “Ahmed bin Hanbel icma’ın varlığını iddia edenleri yalanlar. İcma’ın sabit olan bir hadis üzerine takdim edilmesine cevaz vermez.58 İbn Kayyım Ahmed bin Hanbel'in oğlu Abdullah’tan da şöyle rivayet etmiştir: “Babamın şöyle dediğini işittim: Bir konuda icma olduğunu iddia eden kimse yalancıdır, belki insanlar bir şey üzerinde ihtilafa düşmüşler fakat o şey üzerinde iddia eden kimse buna vakıf olamamıştır. Dolayısıyla bu durumda olan kimse, bu konuda icma’ olup olmadığını bilmiyorum desin.59 Ahmed bin Hanbel’den yapılan bu nakil incelendiği zaman reddedilen hususun ne olduğu konusunda bir kapalılık söz konusudur. Ahmed bin Hanbel’in reddettiği icma’ mı yoksa icma’a muttali olmak mı, ya da icma’ın imkânı mı? Olup olmadığı yapılan rivayetlerde net olarak belli değildir. Zekiyyuddin Şa’ban fıkıh usulüne dair yazdığı eserinde bu konuda âlimlerin ihtilaflarını ve değerlendirmelerini şöyle anlatmaktadır. “İslam âlimleri Ahmed bin Hanbel’in bu sözüyle neyi kastettiği hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz. 1.Ahmed bin Hanbel bu sözüyle icma’ın kaynak olduğunu reddetmektedir. İcma’ı şer’i hükümler için bir delil olarak kabullenmediğini anlatmak istiyor. 2.Ahmed bin Hanbel bu görüşü ile sahabenin icma’ını kabul etmekte, sahabenin icma’ından başka icma’ı reddetmektedir. 3.Ahmed bin Hanbel bu görüşü ile mesnedi olmayan icma’ı reddettiği ifade edilmektedir. Muhammed bin Ebi Bekr ibn Kayyım el-Cevzi, İ’lamu’l-Muvakkıin an Rabbi’l-Âlemin, Daru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut/1993, c: I, s: 24 59 İbn Kayyım, a.g.e, c: I, s: 24 58 19 4.Ahmed bin Hanbel hakkında ihtilaf bilinmeyen her hüküm için icma’ adının kullanılmasına karşı çıkmıştır. Zekkiyyuddin Şaban bu konuda öyle değerlendirme yapmaktadır: “Ahmed bin Hanbel’in bu görüşü, hakkında ihtilaf bilinmeyen her hüküm için icma’ adının kullanılmaması içindir. Ahmed bin Hanbel’in bu sözünü icma’ı kabul etmediğine dair yorumlamak isabetsiz bir yorumdur. Ahmed bin Hanbel birçok meselenin hükmünde icma’a dayandığı ve icma’ı delil olarak kullandığı bilinmektedir. Mesela “Kuran okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin.60”ayetinin her âlim, bu ayetin namaz hakkında olduğunda icma’ etmiştir; Bu da demek oluyor ki Ahmed bin Hanbel de buna görüşe katılmış ve bu icma’ üzerine amel etmektedir.61 Buraya kadar icma’ ile ilgili görüşleri üzerinde en fazla durulan iki büyük İslam âlimlerinin görüşlerini ve bu görüşler üzerindeki değerlendirmeleri vermeye çalıştık. Burada ortaya koyulan görüşler İslam âlimlerinin bir meselenin üzerinde hüküm verileceği zaman, o hüküm üzerinde titizlikle durulması gerektiği ve en ince ayrıntısına kadar incelendikten sonra bir meselenin hükme bağlanması gerektiği hususunu bize hatırlamaktadır. Yoksa salt bu görüşlere sarılıp bu konuda bu âlimlerimizin görüşleri incelemeden icma’ hakkında menfi bir görüş ortaya koymak haksızlık olmaktadır. F. GÜNÜMÜZDE İCMA’IN GERÇEKLEŞME İMKÂNI Âlimlerin birçoğuna göre icma’ın gerçekleşmesinin mümkün olduğunu ifade etmiştik. Nazzam ve Rafızîlerden bir gurup bunu imkânsız görmektedir. Fakat günümüz ilim adamlarının görüşlerini incelediğimizde icma’ın gerçekleşmesini mümkün görseler de bunun bir takım şartlarla gerçekleşebileceğini ifade etmektedirler. Bu konuda bazı İslam Hukukçularının görüşleri şöyledir. 1. ABDULVEHHAB HALLAF : “İslam ümmetinin fertlerine bakıldığı zaman açıkladığımız tarifi ve rükünleri ile icma’ın gerçekleşmesi mümkün değildir. Farklı ülkelerde de olsa İslam devletleri sahip çıkarsa icma’ın gerçekleşmesi ancak o zaman 60 61 Araf 7/204 Zekiyuudin Şaban, a.g.e, s: 118 20 mümkün olabilir. Her devlet erkânı müçtehit olarak yetişecek kimselerde olması gereken şartları tayin etmeli, bu şartları taşıyan kimseye içtıhad yetkisini vermesi gerekir. İşte bu şekilde müçtehitlerin tanıma ve herhangi bir olay hakkında, bu âlimlerin sahip oldukları görüşlerini tespit etme imkânını elde eder. Böylece bir devlet olay hakkında âlimlerin görüşlerini bilir, bu görüşler bir noktada birleşirse burada icma’ gerçekleşmiş olur ve bu icma’da ümmetin tamamı için o hüküm hakkında bağlayıcı olur.62 2. VEHBE ZUHAYLİ : “Her İslam ülkesinde isim yapmış ictihad ehliyetine sahip olan kişilerin şer’i esaslara uygun olarak titizlikle seçilmiş olması şartıyla, İslam hükümetlerinin veya kurumlarının düzenlediği kongreler ve konferanslar yoluyla icma'ın oluşması mümkündür. 63 3. ABDÜLKERİM ZEYDAN : “İslam hukukunun mühim kaynaklarından biri olan icma’ hüküm delillerinden sahih ve mu’teber bir delildir. Zamanımızda pek çok olan yeni hadiselerin şer’i hükümlerini anlamak hususunda kendisinden istifade etmek mümkündür. Ancak fakihler topluluğunun bilinmesi, meselelerin kendilerine arz edilmesi, meseleler hakkındaki görüşlerinin öğrenilmesi temin edilmeden bu delilden istifade mümkün değildir. Bizce bunun faydalı bir şekil de gerçekleşmesi sadece İslam âlemindeki bütün fakihleri bir araya getiren bir fıkıh müessesi kurmak, müessesenin muayyen bir yerinin olması, çalışması için lazım gelen para, kitap, kâtipler vb. gibi bütün her şeyin temin edilmesi, muayyen bir yönetmeliğe göre muhtelif devreler halinde bulunarak yeni husule gelen meseleler ve hadiseler kendisine arz edilerek bunları tetkik edip şer’i nasslar, kaideler ve umumi esaslar ışığında hükümlerini verip sonra bu hükümler zaman zaman bülten yahut hususi kitaplar şeklinde neşredilip ilim sahibi Müslümanların hükümler hakkındaki görüşlerini açıklamaları için bilgilerine takdim edilmekle olur.64 4. ÖMER NASUHİ BİLMEN :“Vakıa bugün İslam memleketleri çoğalmış, birbirinden ayrı yaşamaktadır. Fakat yine güzel bir teşkilat sayesinde İslam yüksek 62 Hallaf, a.g.e, s: 48 Vehbe Zuhayli, el-Veciz fi Usulu’l-Fıkh, (terc.Ahmed Efe, Fıkıh Usulu), Risale , İstanbul/1996, s:43 64 Zeydan, a.g.e, s: 196 63 21 âlimlerinin birbirinin içtihadından haberdar olmaları güç değildir. Belki bu cihet pek ziyade kolaylık kesp etmiştir. Fil hakikat bugünkü gündeki muhtelif muhabere vasıtalarının mükellefiyeti bu ciheti pek mükemmel bir hale getirmiştir. Telgraflardan, radyolardan, ilmi dergilerden, ne kadar istifade olunabilir. Elverir ki Müslümanlar arasında hakikati araştıran bir ilim heyeti mevcut bulunsun. Şunu da ilave edelim ki bugün icma’ı ümmet artık vücuda gelmeyebilir. Vaktiyle müçtehidini izam, mütehaddis ve melhuz yüz binlerce meseleyi dermeyan ederek, hükümlerini beyan etmiş, hangi meselelerde ittifakta ve hangi meselelerde ihtilafta bulunmuş oldukları kitaplarımızda kayıt ve tespit edilmiş olduğundan, artık bunların hakkında yeniden içtihada lüzum kalmamıştır. Son asırlarda, ictihad kuvvetine, şeraitine haiz âlimlerin yetişmez olması da ictihad vukuunu sekteye uğratmıştır. Bazı müçtehitler bulunsa bile bunların reylerine ümmet-i merhumenin bugün ıttıla’ı İslam âleminde matlub teşkilat vücuda getirilmediğinden ve laubalikten dolayı kabil görülmeyebilir”65 Sonuç olarak günümüzde de icma’ın gerçekleşmesinin mümkün olduğu görülmektedir. Fakat yukarıda aktardığımız âlimlerin görüşleri incelendiğinde günümüzde icma’ın gerçekleşmesi için bazı şartların gerçekleştirilmesi gerektiği görülmektedir. Bu şarları şu şekilde sıralaya biliriz: 1.İslam âlemindeki müçtehitlerin belirlenmesi ve içtihat üzerindeki ihtilafların giderilmesi. 2.İslam âlimlerinin bir otorite tarafından bir çatı altında toplanması. 3.Müçtehitlerin ilmi çalışmalarda bulunabilmesi için her türlü imkânın hazırlanması. 4.Varılan hükmi sonuçlar diğer âlimlere ulaştırılması. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i İslamiyye ve İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu, Bilmen basın ve yayınevi, İstanbul, ty, c:I, s: 169–170 65 22 Bu veya buna benzer şartlar hazırlandığı zaman icma’a gerçekleşebilir ve icma’ sonucunda elde edilen hüküm bütün Müslümanlar için bağlayıcı olur. Bugün İslam âleminin parçalanmış halini dikkate alırsak günümüzde icma’nın gerçekleşmesi için şu fikir de gündeme getirilebilir. İlk dönem icma’ faaliyetleri incelendiğinde icma’ın bütün İslam ümmetini kapsamadığı ama bölgesel bir çerçeve içinde icma’ faaliyetinin geliştiğini görüyoruz66. Hatta Abdulvahhab Hallaf’ın usulcülerin tanımını yaptıkları manada bir icma’ın fiilen sahabe döneminde bile oluşmadığını ileri sürmektedir.67Bu noktalardan yola çıkarak bölgesel icma’lar gündeme getirilebilir ve bu önemli delil tekrar işlevselliğine döndürülebilir. IV. İCMA’IN ŞARTLARI İcma’ın gerçekleşmesi için bir takım şarların bulunması âlimlerimizce usul kitaplarında zikredilmiştir. Biz bu bölümde Cumhurun icma’ için ortaya koyduğu şartlara değinecek ve bunları izah etmeye çalışacağız. 1. Müçtehitleri İttifakı: Âlimlerin: çoğunluğuna göre icma’ bütün müçtehitlerin ittifakıyla gerçekleşir.68 Bu müçtehitlerden biri dahi yapılan icma’a muhalif davransa icma’ gerçekleşmez, Bununla beraber bu şartın ortaya konulmasıyla bölgesel dediğimiz Ehl-i Beytin, Şeyhaynın, Ehl-i Medine'nin icma’ı reddedilmektedir.69 2. Müçtehitlerin Adeleti: İcma’ın gerçekleşmesi için müçtehitlerin adaleti şart olduğu ifade edilmiştir. Adaletten maksad; Müçtehidin fısk ve bidatlerden uzak olmasıdır. Bununla beraber Gazali ve Amidi müçtehidin adaletini şart koşmamaktadır70 3. Asrın İnkirazı: Bir meselenin icma’ olarak değerlendirilmesi için ittifakta yer âlimlerin tamamının vefat etmiş olması gerekir. Bu görüş genel olarak Şafii âlimlere atfedilmektedir. Fakat Hanefi usulcülerine ve Şafii âlimlerin çoğunluğuna göre asrın 66 Ahmed Hassan, a.g.e, s:193 Hallaf, a.g.e, s:54 68 Hallaf, a.g.e, s:54, Zeydan, a.g.e, s:190, Vehbe Zuhayli, a.g.e, c: I, s:492 69 Zuhayli, a.g.e, c: I,s: 492,Gazali, a.g.e, c: I,s: 348, Serahsi, a.g.e, c:I,s:316, Hallaf, a.g.e, s:45 70 Gazali, a.g.e, c: 1, s: 343, Amidi, a.g.e, c:I, s: 207, Hanbelî, a.g.e, s: 294, Zuhayli, a.g.e, c:I, s: 503–504 67 23 inkirazı geçerli değildir. İttifakın tamamlanması ile icma’ gerçekleşmiş olur. Ahmed bin Hanbel ve Ebubekr ibn Furek asrın inkirazını şart koşan âlimlerdendir.71 4. İcma’ Edenlerin Tevatür Sayısına Ulaşmaları: İcma’ın hucciyyetini aklen ispat etmeye çalışanlara göre icma’ın bilgi ortaya koyabilmesi için icma’ı oluşturacak üyelerin sayısı tevatür sayısına ulaşması gerekmektedir. Çünkü aklen ve adeten tevatür adedinden daha az sayıda olan kimselerin hata üzerinde birleşmeleri mümkündür. Âlimlerin çoğunluğuna göre ise icma’ oluşturacak müçtehitlerin sayısının tevatür adedinden az da olsa icma’ın gerçekleşeceği kanaatindedir72 5. İcma’ın Oluşması İçin önceden İhtilafın olmaması: İçlerinde Seyrafi'nin bulunduğu Şafii âlimlerden bir kısmına göre icma’ın oluşması için o konuda önceden ihtilaf bulunmamalıdır. Hanefi Âlimlerinden birçoğuna göre böyle bir şart yoktur.73 Buraya kadar saydığımız şartlar incelendiği zaman icma’a için gerekli görülen ilk iki şartın icma’ın tarifine uygun olduğunu görmekteyiz. Bu iki şartın dışındaki ileri sürülen şartlar ise ne icma’ın hüccet olduğunu belirten naslara, ne de icma’ın oluşmasında gerekli olan unsurlara dayanmamaktadır. İlk iki şart icma’ın oluşması için olmazsa olmaz şartlarındandır, fakat son üç şart icma’ın imkânını kısıtlayan hatta icma’ı imkânsız hale getiren şarlardandır. V. İCMA’IN ÇEŞİTLERİ Usul-u Fıkıh kaynaklarımızı genel olarak incelediğimizde icma’ı iki kısma ayırdıklarını görmekteyiz. Bu ikisi: Sarih icma’ ve Sükuti icmadır. Bazı usul kitaplarında sarih icma’a azimet icma’ ifadesi kullanılmaktadır. Sukut-i icma’ için ruhsat yoluyla elde edilen icma ifadesi kullanılır. Sukut-ı icma’ için bu ifadenin kullanılmasının sebebi, sükuti icma’ın sarih icma’ın şartlarını kendisinde bulundurmamasından kaynaklanmaktadır.74 Amidi, a.g.e, c:I, s:231, Şevkani, a.g.e, c:I, s:264, Gazali, a.g.e, c:I, s:360, Serahsi, a.g.e, c: I,s: 315 Şevkani, a.g.e, c:I,s:238, Amidi, a.g.e, c:I, s:226, Zuhayli, a.g.e, c:I, s:523 73 Hudari, a.g.e, s:308, Hanbelî a.g.e, s:294 Zuhayli, a.g.e, c:I, s:5 74 Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s:425, Serahsi, a.g.e, c:I, s:303, Gazali, a.g.e, c:I, s:358, Hanbelî, a.g.e, s:292 71 72 24 A. SARIH İCMA’ Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu tür icma’a kavli, azimet yollu icma’da denmektedir. Gerçek icma’ın oluşumunda ideal manada katılım şekli, dönemin tüm müçtehitlerinin bir araya gelerek olan meseleyi tartışmaları, hepsinin görüşünün aynı noktada birleşmesi halinde toplantıda sözlü olarak muvafakatlarını açıklamalarıdır. Bu şekilde gerçekleşen bir ittifakla icma’ın oluşacağı konusunda ilim adamları arsında 75 ihtilaf yoktur. Şafii sarih icma’ı şöyle tarif etmektedir: “Ben ve ilim ehlinden bir kimse şunun üzerinde icma’a vardır demişsek, mutlaka karşılaşacağınız her âlim onu söylemiştir.”76 Şafii bu yapmış olduğu tanımda sarih icma’ın ümmetim âlimlerinin üzerinde açıklama yapıp, görüş birliğine vardığı hüküm üzerinde yapılan icma’a olarak ifade etmektedir. Serahsi sarih icma’ı şöyle tarif etmektedir: “Müçtehitlerin tamamının kendilerinden işitilen sözle veya bizzat kendi amelleri ile Şer’i bir mesele üzerinde görüş birliğine varmalarıdır.77 Serahsi bu tarifiyle âlimlerin sözlerinin yanında amellerini zikrederek sarih icma’ın amel birliği ile gerçekleşeceğini ifade etmiştir. Asrımız âlimlerinden Abdülkerim Zeydan sarih icma’ konusunda en geniş tanımı yapmaktadır: “Bir konuda müçtehitlerin açıkça görüşlerini söylemeleri ve sonra bir görüş üzerinde söz birliğine varmalarıdır. Mesela; Bir yerde toplu olarak müçtehitlere bir mesele sorulup ve her birinin görüşünü açıklamasından sonra bir görüş üzerinde birleşmeleridir. Yahut ayrı yerlerde olan müçtehitlere ayrı ayrı meseler sorulur, hepside mesele hakkında aynı görüşü beyan ettiklerinde, bu şekilde oluşacak olan icma’ sarih icmadır. Bu şekilde oluşan icma'ın hucciyyeti konusunda âlimler arasında ihtilaf yoktur ve hükmü bağlayıcıdır.78 75 Abdülaziz Buhari, a.g.e. c:III, s:425, Serahsi, a.g.e. c:I, s:303, Gazali, a.g.e, c:I,s:358, Hanbelî, a.g.e, s:292, Zuhayli, c:I, s: 552, 76 Şafii, a.g.e, s:268 77 Serahsi, a.g.e, c: I, s:303 78 Zeydan, a.g.e, s: 183 25 B. SUKUT-İ İCMA: Bu tür icma’a, sukut-i, ruhsat icma’a denilmektedir. Serahsi sukut-i icma’ı şöyle tarif etmektedir: “Bir asırdaki müçtehitlerden bir kısmının bir görüş ileri sürdükten sonra, bu görüş yayılır, diğer âlimlere ortaya konulan görüş malum olduktan sonra, ileri sürülen görüşü inkâr etmeksizin susmalarıdır”.79 Abdülaziz Buhari ise şöyle tarif etmektedir: “Ehl-i hal ve’l-akd’den biri, herhangi bir asırda, bir görüş üzerinde karar kılınmazdan önce, bir konunun hükmüne dair bir görüşü benimser, bu benimsenen görüş diyer ehl-i hal ve’l-akd arasında yayılır, o konuda düşünme süresi geçtikten sonra hiçbiri o görüşe karşı hiçbir muhalif çıkmazsa veya icma’ ehlinden bir kimse, bir fiil işler, onun zamanındaki icma ehl-i onu bilir, düşünme süresi geçmesine rağmen, hiçbiri o görüşü veya o fiili inkâr etmezlerse bu fiilin mubah olduğuna dair icma’ oluşur, bu tür icma’a sukut-i icma’ olarak isimlendirilir.”80 Abdülaziz Buhari bu tanımda âlimlerin yapmış olduğu bir takım fiillere karşı sukut-i icma’ içinde öne sürülen gerekli şartlar gerçekleşti ise bunu amel-i sukut-i icma’ olarak isimlendirmiştir. Haliyle sukut-i icma’ın alanını genişletmiştir. Bu konuda Abdulkerim Zeydan kapsamlı bir tarif yapmaktadır: “Bu icma’ müctehitin bir mesele hakkındaki görüşünü açıklaması bu görüşün duyulup, öğrenilip, şöhret bularak diğer müçtehitlere ulaşması ve mesele hakkında tetkikte bulunmak için yeterli sürenin geçtiği az sonrada açıklayacağımız gibi birbirinden korkması yahut birbirine saygı duyması gibi müctehiti sukuta sevkeden görüşünü açıklamasına engel olan bir mâniin bulunmamasına rağmen müctehitlerin susmaları, bu görüşü sarahaten reddetmedikleri gibi sarahaten bu görüşe muvafakatta etmemeleridir.81 79 Serahsi, a.g.e, c: I, s:303 Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 426 81 Zeydan, a.g.e, s:184 80 26 İslam âlimleri sukut-i icma’ın tam bir icma’ olup olmadığı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Şevkani sukut-i icma hakkında oniki farklı görüş saymaktadır.82Biz bu görüşlerden usul kitaplarında üzerinde en fazla söz söylenenler üzerinde duracağız. 1. Sukut-u icma’ icma’ değildir ve hüccet olarak kullanılamaz. Bu görüşü Şafii mezhebi, Maliki mezhebi, Bakillani ve İsa bin Eban savunmuşlardır. 83 Bu görüşün dayandığı deliller şunlardır: Sukut edene söz izafe olunamaz. Zira söylemediği bir şey söyledi diye kabul olunamaz. Ayrıca sukutun kat’i olarak muvafakat ile izah edilmesine de imkân yoktur. Çünkü sukutun sebebi şunlar olabilir: a. Meselenin diğer müçtehitlere ulaşamaması b. Diğer müçtehitlerin mesele hakkında içtihatta bulunamamaları c. Mesele hakkında görüşün zihinde teşekkül etmesi için, yeterli sürenin geçmemiş oluşu. d. Başkasının bulunacağı reddin kâfi geleceği inancıyla müçtehidin sukut etmesi ve kendi görüşünü açıklamanın lüzumsuz olduğunu zannetmesi e. Hakkın Allah (c.c) katında olduğu, müçtehidin red ve inkârın lüzumsuzluğuna inanışı f. Zalim bir idareciden çekinmesi g. Başka bir müçtehide duyduğu hürmetten dolayı, kendi görüşünü açıklamaktan utanması. Bu ve diğer ihtimaller varken sukutun mutlaka, hükmün onayı manasına geleceğini söylemek mümkün değildir. Muvafakat hakkında delilin bulunmadığı yerde Şevkani, a.g.e, c: I, s: 264 Razi, a.g.e. c: IV, s: 153, Abdulaziz Buharı, a.g.e, c: III, s: 427, Şevkani, a.g.e, c: I, s: 264, 82 83 27 ittifak ve icma’da olmayacaktır. İcma’ın bulunmadığı yerde de icma’ bir delil olarak kullanılamaz.84 2. Sukut-i İcma’ kat’i bir delildir. Bu tür icma’ya muhalefet olunmaz. Bu görüşü Hanefi âlimlerin çoğunluğu ve Hanbelîler savunmaktadır. Bunların gerekçeleri sukut-i icma’ sarih icma’dan kuvvet bakımından daha az ise de sarih icma’ gibidir. Ne zaman sukutun muvafakat olduğuna dair karine bulunur ve sukutun muvafakat olduğuna dair bir işaret sayılmasına mani’ olan engeller bulunmaz ise sukut muvafakat olarak izah olunur. Bu icma’ın oluşması için şu şartlar gereklidir, a.Müçtehidin bir mesele üzerindeki görüşülüp diğer müçtehitlere ulaşması b.Mesele hakkında düşünme ve inceleme için yeterli sürenin geçmesi c.Şu mani’lerin olmaması: c1. Başka bir müçtehidin kendisine ulaşan bu görüşü reddettiği c2. Müçtehidin görüşü reddetmeye lüzum olmadığını zannetmesi c3.Yahut salahiyet sahibinden gelecek zarardan çekinmesi veya müçtehide ulaşan hakkında kendi görüşünü tasrih etmesine engel olan manilerin ve bunlara benzer diğer sebeplerin bulunmaması halinde d.Müçtehidin düşünme süresi geçmesine rağmen görüşünü açıklamaması fısktır, Haksızlık izhar edildiği halde susması dilsiz şeytanlık olacağından haramdır.85 3. Sukut-i İcma’,icma’ değildir. Fakat zanni bir huccettir. Hanefilerden Kerhi, Şafii’lerden Amidi, Sayrefi, Malikilerden İbn Hacib bü görüştedir.86 Bü görüş sahibi olanlar görüşlerini şöyle ifade etmektedirler. 84 Gazali, a.g.e. c: I,s: 259, Hudari, a.g.e, s: 270, Razi, a.g.e. c: IV, s: 153–154–155, Zuhayli, a.g.e, c: I, s:552 85 Hudari, a.g.e, s: 269, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 427, Zeydan, a.g.e, s: 184, 185, Hanbelî, a.g.e, s:292 86 Şevkani, a.g.e, c: I, s: 265, Amidi, a.g.e, c: I, s: 228–230 28 a. İcma’ın aslı ve hakikati bu tün müçtehitlerin bir mesele üzerinde hakikaten ittifak etmeleridir. Bu özellik ise sukut-i icma’da yoktur. Çünkü sukut her ne kadar muvafakata delalet etmektedir denmiş olsa bile, hiçbir zaman tasrihin muvafakata delaleti gibi olmaz. İşte bundan dolayı icma’ sayılmaz. Ancak tasrihte bulunmaya engel olan mani’lerin ortadan kalkması ile sukutun muvafakata delaleti ağırlık kazandığından zanni bir hüccet olarak kabul edilebilir. b. Her âlim kendi görüşünü açıklamadığı için buna icma’ denmez. Ancak sukutun muvafakat manasına oluşu muhalefet manasına oluşundan üstün bulunduğundan, o bir hüccet teşkil eder. Bu hüccet ifadesi de zanni olur.87 Abdülkerim Zeydan bu görüşleri şöyle değerlendirmektedir: “Esasen icma’ın tahakkuk etmesi için matlup olan bütün müçtehitlerin görüş hakkında muvafakatlarının hâsıl olmasıdır. Muvafakat sarih bir tarzda hâsıl olduğu gibi delalet tarzıyla da hâsıl olur. Muvafakatın sadece tasrih gerçekleştiği görüşünde değiliz. Çünkü ikinci görüş sahiplerinin de dediği gibi engeller ortadan kalktığında ve karine mevcut olduğunda sukut, muvafakata delalet eden bir vesile olabilir. Çünkü bu durumda sukut bir açıklama olur. Zira açıklamaya ihtiyaç olduğu bir durumda sukut edilmiştir. Eğer görüş batıl ise müctehitin sukutu haramdır. Hususen müctehitler hakkında hâkim olan fikir, baskı ve sıkıntılara maruz kalsalar da, hakkı olanı açıklama hususunda kendi görüşlerini beyan etmekten çekinmedikleridir. Müçtehitler hakkında ki bu fikir ve kanaat onların sukutlarının muhalefet ve inkârla değil, muvafakat ve rızayla izah edilmesi tarzındaki kanaatimizi kuvvetlendirmektedir. Fakat tamamıyla sukutun rızaya delalet ettiğini ve tasrihe mani’ olan engellerin ortadan kalkmış olduğunu bilemez isek, bu durumda hâsıl olan sukutun icmadan kastedilen manada bir icma’ olmadığı, sadece zanni bir hüccet sayılması gerektiği ortadadır.”88 VI. İCMA’IN SENEDİ İslam’a göre delilsiz olarak hüküm vermek hatadır. Bu kurala göre İslam Hukukun da hükümler belli kurallara göre delillerden elde edilir. Delil doğruya ve 87 88 Zeydan, a.g.e, s: 185, Ebu Zehra, a.g.e, s: 180 Zeydan, a.g.e, .s: 186 29 hakka ulaştıran bir vasıtadır. İslam hukukunun bir delili olan icma’ında delilsiz olarak gerçekleşmesi düşünülemez. Meydana gelen bir icma’ın mutlaka bir delili vardır. İcma'ın senedi deyince icma’ın dayandığı bir delil kastedilir. İcma’ın senedine, icma’’ın müstenedi, icma’’ın sebebi de denmektedir. İcma’ın senedi nass olabileceği gibi, âlimlerin çoğunluğuna göre nassın dışındaki istinbat türleri de delil olmaktadır. A.İCMA’ İÇİN BİR SENEDİN LUZUMU: İcma’ için bir senedin bulunup bulunmaması konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdi. Cumhura göre: İcma’ için bir dayanağın bulunması gerekir. Çünkü icma ehlinin bir hükmü isbat için bağımsız hareket etmeleri mümkün değildir. Bu sebepten dolayı bir senedin bulunması gerekir. Çünkü senedsiz icma’ Allah(c.c) dininde Şahsi görüşe göre hükmetmeye ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sonra yeni bir din ihdas etmeye götürür ki bu durum kabul edilemez.89 İcma’ın mutlaka bir senede dayanması gerektiği savunan cumhurun bu konudaki en güçlü delili, Sahabenin icma ettikleri bütün meselelerde bir delile dayanmış olmalarıdır.90 Bir grup âlimlere göre icma’ın bir senede dayanmaksızın gerçekleşe bileceğini ileri sürmüşlerdir. Amidi’nin şaz bir grup olarak nitelendirdiği, Şevkani'nin de zayıf gördüğü bu düşünce sahiplerine göre Allah (c.c), müçtehitleri doğruyu bulmaya muvaffak kılar ve içlerinde bu konuda bir zorunlu ilim yaratarak doğruyu ilham eder.91 İcma’ için bir senedin gerekli olmadığını savunanların delilleri şunlardır. 1. İcma’ İslam hukukun kaynaklarından biridir ve hüccettir. Şayet icma’ın hüccet olması için bir delile ihtiyaç olmuş olsa o zaman üzerinde icma’ edilen hükmün ispatında bu delil hüccet olur ve icma’ın delil olmasının bir anlamı kalmaz. Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 482, Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 558, Şevkani, a.g.e, c: I, s: 251-253 Ekrem Keleş, a.g.e, s: 252 91 Şevkani, a.g.e, c: I, s: 251, Amidi, a.g.e, c: I, s: 236, Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 559 89 90 30 2. Allah (c.c)’ın icma’ ehlini, doğruyu seçmede muvaffak kılmasından dolayı ayrıca icma için bir senedin bulunması gerekmez.92 İcma’ın delil olabilmesi için senet teşkil edecek bir delile ihtiyaç yoktur diyen âlimlere şu şekilde cevap verilmiştir. Bir senede dayanmakla icma’ faydasız denemez. Çünkü bir senede dayanarak icma gerçekleştikten sonra artık hüccet o icma’ olur ve sened olan delili ve hükme delalet şeklini araştırmaya ihtiyaç kalmaz. Ayrıca ittifaktan önce sened teşkil eden delile muhalefet caiz iken ittifaktan sonra muhalefet haram olur. Ayrıca ileri sürdükleri bu delile göre hareket edilecek olursa o takdirde icma’ın bir delile dayalı olarak gerçekleşmemesi lazım gelir. Hâlbuki icma’ için bir senedi gerekli görmeyenler icma’ın delile dayalı olarak gerçekleşeceğini kabul etmektedirler.93 İslam huhukçuları icma’ için bir senedin lüzumu konusundaki görüşleri ortaya koyduktan sonra icma’ için bir senedin gerekliliği ortaya çıkmış bulunmaktadır. B. İCMA’IN SENEDİNİN TÜRÜ İslam âlimlerin çoğunluğuna göre, icma’ için bir senedin gerekli olduğunu ifade ettik. Bu senedin kat’i bir delil (ayet veya mutevatir sünnet) olması şart mı? Zanni deliller icma’da sened olabilirler mi? Zanni delilin icma’ sened olmasının kabul edilmesi halinde bu delilin mutlaka nas olması şart mıdır? Yoksa nasların dışındaki kıyas ve diğer ictihad türleri icma’a sened olabilir mi? 1. İcma’ın Sendinin Kat’i Delil Olmasi: Cumhura göre kat’i delilin icma’a müsned olması konusunda her hangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Bazı âlimler icma’ deyince müçtehitlerin bu kat’i deliller üzerindeki görüş birliğini anlamakta ve onun ötesinde bir icma’ ihtimal vermemektedirler. Bu ilim adamlarına göre icma’ın senedinin kat’i bir delil olması şarttır. Mesela Taberani'nin şöyle dediği nakledilmektedir: “Kesin bir bilgi ortaya koyacak icma’ haberi vahiden de kıyastan da sadır olmaz. Çünkü haber-i vahid ve kıyas kesin bilgi ortaya koyamayacağına göre bunlardan kaynaklanan icma’ 92 93 Amidi, a.g.e, c: I, s: 236, Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 60 Abdulaziz Buhari, a.g.e, c: III, s:484 31 nasıl kesin bir bilgi ortaya koyabilir? Diğer taraftan insanlar kıyasın hüccet olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Bizzat bu ihtilaf ortadayken kıyas nasıl icma’a sened olabilir?”94 İcma’ın senedinin kat’i bir delil olmasını şart koşanlara göre insanların görüşlerinin, düşüncelerinin, gayelerinin ve hedeflerinin farklılığını hatırlatarak zanni bir delilin tüm ilim adamlarını birleştirici olamayacağını ileri sürmektedirler. Yine bu yaklaşıma göre icma’ın başlı başına kaynaklığı söz konusu değildir. İcma’ yalnızca kitabın nassı ve mütevatir sünnet tarafından ortaya konmuş bulunan hükümleri te’kid edicidir. İşte bu yaklaşım bir mesele üzerinde yeni bir icma’ düşüncesini ortadan kaldırmaktadır. Bu görüşü paylaşan âlimlere göre icma’ın aktüel bir değeri yoktur.95 Serahsi bu yaklaşımı apaçık bir hata olarak nitelendirmekte ve şöyle tenkid etmektedir: “Bu ümmetin icma’ın senedi sebebiyle değil, bizzat kendisi şer’i bir delildir. Kim icma’ ancak kesin bilgi ortaya koyan bir delilden oluşabilir derse, icma’ı fuzuli görmüş olur. Bu takdirde kesin bilgi ancak delile sabit olur. Böylesi biriyle icma’ı kökten reddeden arasında bir fark yoktur. Haber-i vahid her ne kadar kendileri kesin bilgi ortaya koyamıyorlarsa da icma’ ile pekiştirildikleri zaman tıpkı Allah(c.c) ‘ın kitabından bir ayetle veya Rasulullah (s.a.v) arz edilip onunda onaylamasıyla destek kazanmış gibi olur. İşte icma’ bu sebeple kat’i bir şekilde kesin bilgi ortaya koyar.”96 2. Zanni Delilin İcma’a Sened Olması: Zanni delil deyince; subut-u kat’i olup kitap ve mütevatir sünnetin zanni delaletiyle, haber-i vahid kıyas ve diğer ictihad türleri kastedilmektedir. İcma’nın hücciyyetini kabul eden ilim adamlarının büyük çoğunluğu zanni delilin icma’a sened olabileceği görüşündedirler. Ancak Taberi ve Zahiri âlimleri kıyas ve diğer içtihad türlerinin icma için sened olamayacağı görüşündedirler.97 Bu düşüncenin en ateşli savunucusu İbn Hazm’dır. Serahsi, a.g.e, c: I, s: 302,Abdulaziz Buhari, a.g.e, c: II, s: 485, Şevkani, a.g.e, c: I, s: 252 Ekrem Keleş, a.g.e, s:254, 255 96 Serahsi, a.g.e, c: I, s: 302 97 Serahsi, a.g,e, c: I, s: 302, Amidi, a.g.e, c: I, s: 237 94 95 32 İbn Hazm’a göre İcma’ sahebenin bir nas üzerinde görüş birliğine varmasından başka bir şey değildir. Herkesin yakinen bildiği, sahabenin yaymaya ve duyurmaya çalıştığı bu ittifaka sahabenin bazıları karşı çıkarsa bu durumda icma’ oluşmaz. İbn Hazm böylece içtihad-i icma’ı saf dışı bıraktığı gibi herhangi bir dönemde ilim adamlarının varabilecekleri bir icma’ı da dışlamış olmaktadır.98 İcma’ın hücciyyetini kabul eden ilim adamlarının büyük çoğunluğunun tercihine göre, icma’ın senedinin içtihadi olması yani kıyas, maslahat vb. olması caizdir ve içtihat sened olmak üzere icma’lar gerçekleşmiş olur. İçtihada dayalı olarak oluşan bir icma’da hüccettir ve böyle bir icma’ya muhalefet haramdır.99 İcma’ kıyasın ve içtihad türlerinin müsned olmasına yapılan itirazlar daha ziyade bunların zan ifade etmesinden kaynaklanmaktadır. İçtihatlar zan ifade ettiği için onlara muhalefet edilmesi caizdir. Şayet bunlara itiraz caiz ise icma’a sened oluncada icma’a itiraz caiz olur sonucunu doğurur fakat içtihata muhalefet o içtihad üzerinde icma’ edilmediği takdirdedir. Eğer bu ictihad üzerinde icma’ gerçekleşince artık muhalefet olmaz. 98 99 İbn Hazm, a.g.e, c: I, s: 326 Amidi, a.g.e, c: I, s: 237, Gazali, a.g.e, c: I s: 364 33 İKİNCİ BÖLÜM I.İCMA’IN HÜKÜM ÇIKARMADA DELİL OLUŞU İcma’nın delil olma meselesi, icma’ ile ilgili konuların en önemlisidir. Çünkü icma’ ile ilgili olarak ele alınan diğer bütün meseleler, icma’nın hüccet olarak kabul edilmesi durumunda bir kıymet ifade eder. İcma’ın hücciyyeti denince onun İslam hukukunun kaynaklarından biri olup olmadığı yani şer’i bir delil olup olmadığı anlaşılır. Amidi icma’ı her müslümanın gereğiyle amel etmesi vacip olan şer’i bir delil olduğu konusunda Âlimlerin ittifakı olduğunu ifade etmektedir.100 İman esasları, beş vakit namaz, ramazan orucu, haccın ve zekât. gibi farziyyeti konusunda icma’nın da Kitap ve Sünneti te’kid edici nitelikte kesin bir hüccet olduğu Amidi, a.g.e. c:I, s: 183, Ebu-Bekir Ahmed b Ali Razi el-Cassas, Usulu’ı-Fıkh, Mektebet-ü İrşad, Kuveyt/1994, c: I, s: 255, Ebu İshak İbrahim Şirazi, el-Luma’ fi Usuli’l-Fıkh, Daru’l-Garbil-İslami, Beyrut/1998 c: II, s: 665, Şemsüddin Muhammed bin Muflih Makdisi, Usulu’l Fıkh, Mektebet-ü Ubeykan, Riyad/1999, c:II, s: 371 100 34 konusunda İslam Âlimleri’nin arsında her hangi bir ihtilaf yoktur. İcma’nın delil oluşu konusunda üç görüşten bahsedebiliriz. —Cumhura göre İcma’ kesin bir delildir. —İbrahim en-Nazzam-Kasani gibi bazı âlimlerle Haricilerin ve Rafızîlerin çoğunluğu icma’ı delil olarak kabul etmemektedirler. —Şia’nın en büyük grubu olan İmamiyyede icma’ı bizzat icma’ olarak değil, masum imamında icma ehline dâhil olması sebebiyle veya icma’ masum imamın görüşünü ortaya çıkardığı için hüccet olarak kabul edilmektedir.101 İmamiyye’ye göre icma’:Kitap ve Sünnetin yanında müstakil bir delil değildir. İcma’ ancak sünneti yani masum imamın sözünü ortaya çıkarıcı bir delildir. Bu itibarla asıl delil gerçekte masum imamın sözüdür, icma’ ise bu sözü ortaya çıkarır.102 Genel olarak İslam âlimlerinin icma’ın hüccet olması konusunda görüşleri bu üç noktada toplanmaktadır. Şimdi icma’ı delil olarak kabul eden ve kabul etmeyen İslam âlimlerinin görüşlerinin aktarmak istiyoruz. A. İCMA’IN HÜCCİYYETİ KONUSUNDA KİTAPTAN DELİLLER İcma’nın şer’i bir hüccet olduğunu kabul eden cumhur bu hususta kitap, sünnet ve akli delilleri kullanarak bu görüşlerini ispat etmeye çalışmışlardır. 1. Cumhurun Kitaptan Delilleri: Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s: 464, Şevkani, a.g.e, c:I, s:238, Şirazi, a.g.e, c:II, s:668, Razi, a.g.e, c:IV, s:101. 102 Mustafa Rıza Muzaffer, Usul-u Fıkh, Merkezi İnşiratı DefteriTebliğatı İslami, kum/h.1398 c:II s:187 (Ekrem Keleş’den naklen a.g.e. s:152) 101 35 a. “Kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra kim peygambere karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yolu tutarsa, o kimseyi gittiği yolda bırakırız ve kendisini cehenneme atarız. O (cehennem) ne kötü bir yerdir.”103 İcma’ın hücciyyetine delil getirilen ayeti kerimelerden en güçlü olan bu ayeti kerime olduğu usul kitaplarında zikredilmektedir. Şafii’nin icma’ın Kur’andan delili kendisine sorulunca uzun süre düşündükten sonra icma’ın hücciyyetine Kur’an’dan bu ayeti kerimeyi delil getirdiği usul kitaplarında zikredilmektedir.104 İslam âlimlerinin ayet-i kerimeyi delil gösterilişini şu şekilde ifade etmektedirler: Yüce Allah (c.c) bu ayet-i kerimede müminlerin yolunun dışında bir yola tabii olmayı, cehennemi hak etme açısından, Allah Resulüne karşı gelmekle aynı kefeye koymuştur. Çünkü Rasülullah (s.a.v.)’e karşı gelmekle müminlerin yolunun dışında yol tutmak, şart cümlesinin şartı içinde yer almış, cevabı ise birlikte verilerek şiddetli bir tehdit ortaya koymuştur. Bu da Rasülullah (s.a.v.)’e yardım ve dostluk gibi müminler yoluna tabii olmanın da vacip olduğunu, Kitap ve Sünnete muhalefet etmenin yasak olduğu gibi müminlerin yoluna da muhalefet etmenin yasak olduğunu gösterir. Rasulullah (s.a.v.) muhalefet, tek başına tehdidi gerektirdiği kesin bir husustur. Eğer mü’minlerin yolunun dışında bir yola tabi olmak haram olmasaydı bunu Rasulüllah (s.a.v.) muhalefetle aynı kefeye koymanın bir anlamı olmazdı. Hâlbuki Allah (c.c) kitabında asla böyle anlamsız ifadeler yer alması diye bir şey olmaz.105 Ayet-i kerimede geçen “sebil” kelimesi yol demektir. “Sebilü’l-Müminin” ifadesi ise itikad ve amelde müminlerin yoluna tabi olmadır. Ayet-i kerimede de belirttiğimiz gibi müminlerin yolunun dışında bir yol tutmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolunun dışında bir yol tutmak müminlerin fetvalarının ve sözlerinin dışındaki görüşlere tabii olmaktan ibarettir, bu durumda müminlerin 103 Nisa 4/115 Gazali, a.g.e, c: I, s: 328, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 668, 105 Ebi’l Hüseyin Muhammed bin Ali bin Tayyib, el-Mu’temed,fiUsulu’l-Fıkh,c:II,s:7,Daru’l Kütib-i İlmiye, Beyrut/2005, Şirazi,a.g.e,c:II, s: 669, Amidi,a.g.e,c:I,s:183, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 465, Şevkani, a.g.e, c: I, s: 239 104 36 yolundan gidilmesi vaciptir.106 Müminlerin yoluna gitmenin vacip olması O yolun hak olduğunu gösterir. İcma’da müminlerin yoludur. İslam âlimlerinin birçoğu ayet-i kerimeyi yukarıda ifade ettiğimiz şekilde yorumlayarak icma’ için en kuvvetli delil olarak ele almışlardır. Fakat Cüveyni bu ayetin icma’ için hüccet gösterilmesine karşı çıkmıştır. Cüveyn’i bu itirazını şöyle ifade etmektedir: “Bu ayetin icma’ için bir delil oluşuna, delil gösterilmesini düşürecek bir soru yöneltiyorum ve şöyle diyorum: Allah teala bu ayette küfürle, Hz.Peygamberi yalanlamayı ve doğru yoldan sapmayı arzulayanları kastetmektedir. Ayetin anlamı, “Kim Resule muhalefet eder ve ona uyan müminlerin yolunun dışında bir yola tabi olursa onu gittiği yol üzerine bırakırız” şeklindedir. Şayet bu apaçık izahımız kabul edilirse problem yok, eğer kabul edilmezse bizim bu ayeti yorumlamamızdır ve böyle bir yoruma gitmekte mümkündür. Öyleyse icma’ın hücciyyetine bu ayeti delil gösterenlerde ancak yoruma açık zan seviyesinde bir yorum yapabilirler. Kat’iyyet gerektiren yerlerde ise çeşitli anlamlara gelebilecek ihtimalli lafızlar delil gösterilemez”.107 Cüveyni bu ayet-i kerimenin icma’ için bir delil olduğunu kabul etmemektedir. Ona göre bu ayetteki zemm sadece Rasulullah (s.a.v.)’e muhalefet ve müminler yolunun dışına gitme eylemlerinden her ikisini birden yapanlara veya mümin olmalarını sağlayan yolda müminler yolunun dışında bir yol tutanlara yöneliktir. Bu ayetin icma’a hüccet olmasına karşı olarak öne sürülen itirazlardan biride şudur: Ayet-i Kerimenin müminlerin yoluna uymayı ifade ettiğini kabul etsek bile, ayet icma’a tabi olmanın vucubiyeti konusunda kat’i değil zanni bir delil olmaktadır. Çünkü ayet-i kerime bu konuda zahirdir. Ayetin “müminler yolunun dışında bir yol tutma” kısmıyla kastedilen, icma’ ettikleri konuda değil de Rasulullah (s.a.v.) tabi olma veya ona inanma veya ona iman hususunda müminler yolunun dışında bir yol tutma olması ihtimali vardır. Böyle ihtimaller bulununca da kat’iyyet sabit olmaz. Hâlbuki icma’ kat’i bir delildir. Bunun Şevkani, a.g.e, c: I,s: 239, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 669, İmamu’l Harameyn Ebu’l-Meali Abdülmelik b. Abdullah b. Yusuf b. Muhammed Cüveyni, el-Burhan fi Usuli’l-Fıkh, Daru’l- Vefa, Şam/1999, c: I, s: 435 106 107 37 ötesinde icma’ın hücciyyeti dinde fer’i meselelerde değil asli meselelerdedir. Böyle asli ve kati bir konuda delillendirme zanni bir delille yapılamaz. Dolayısıyla bu ayeti kerime, ancak icma’ı zanni bir delil görenler için bir delil teşkil eder. İcma’yı kati bir delil görenler için bu ayete delil olarak sarılmak bir yarar sağlamaz.108 Bu itiraza cumhur şöyle cevap vermiştir: Zahir ve amm lafızlar, Irak âlimlerinin çoğunluğuyla birlikte Kadı Ebu Zeyd ve müteahhirin âlimlerin çoğunluğuna göre kati delillerdendir. Öyle her ihtimalde delilin kat’i olmasını zedelemez. Her ihtimale itibar edilecek olsa ortada kati delil diye bir şey kalmaz. Bu itibarla bir delilden kaynaklanmayan ihtimallere itibar edilmez.109 Buraya kadar icma’ın hücciyyetine delil gösterilen en kuvvetli ayet hakkında İslam âlimlerinin görüşleri vermeye çalıştık. Ekrem Keleş bu konuda şöyle bir değerlendirme yapmaktadır. “Ayet-i Kerime sırf icma’ın hücciyyetini bildirmek üzere nazil olmadığı için birçok usul-u fıkıh âlimlerinin ifade ettiği gibi icma’ın hücciyyetinin nas seviyesinde değil zahir seviyesinde göstermektedir. Ancak zahir lafızlarla zahir olarak algılanan şekliyle amel etmenin vucubu konusunda ihtilaf yoktur. İhtilaf zahir bir nassın kesin ilim ortaya koyup koymayacağı hususundadır. Hatta zahir bazen katiyyet ifade edebilir. Durum böyle olunca bu ayet-i kerimenin icma’ın hücciyyeti konusunda çok güçlü bir destek sağladığı kanaatindeyiz. Çünkü ayette “sebilü’l-müminin” lafzı geçmekte bu yola muhalefet Rasulullah (s.a.v.)’a muhalefete denk tutulmaktadır. İcma’ın müminler yolu olduğu konusunda ise hiç şüphe yoktur. İcma’ ile ortaya konan hükümler müminler yolu olmazsa hangi yol müminlerin yolu olabilir. “İcma’ kat’i bir delildir, bu ayet-i kerimenin icma’ın hücciyyetini göstermesi zannidir, öyleyse icma delil olmaz” düşüncesine katılmıyoruz. Çünkü böyle bir itiraz bu ayetin icma’a hüccet gösterilmesi konusunda değil icma’ın hücciyyetini inkâr edenin dinden çıkıp çıkmayacağı konusunda delil olarak kendini gösterir. Bu itibarla ayet-i kerimenin icma’ın hücciyyetini gösteren Kur’an-i delillerden biri olduğunu söylemekten tereddüt etmiyoruz. Ayet-i Kerimede geçen “sebilü-l müminin” ifadesinin müminlerin 108 109 Şevkani, a.g.e, c: I,s: 239–243, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 468, Makdisi, a.g.e, c: II s: 373. Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 468, 38 iman konusundaki yolları veya Rasulullaha (s.a.v.)’e yardım konusundaki yolları şeklinde sınırlandırılmasını da doğru bulmuyoruz. Çünkü ayet-i kerime de müminlerin yolu böyle bir sınırlandırmaya gidilmeksizin zikredilmiştir. Zaten icma’ ile ortaya konan hususlarının dinin iki ana kaynağı Kitap ve sünnete ters olması mümkün olmayacağına göre, icma’ ile açığa çıkan hükümlerle belirlenecek yolu Müslümanların mümin olmalarını sağlayan yoldan kopuk olarak düşünmekte asla doğru olmaz. Öyleyse icma’ kesin bir hüccettir, bu ayeti kerime icma’ın hücciyyetini gösteren nasslardan biridir.”110 b. İcma’ın hücciyyetine delil gösterilen ayet-i kerimelerden biride şudur: “Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki insanlara karşı şahitler olasınız, Peygamberde sizin hakkınızda şahitlik etsin” 111 Usul-u Fıkıh âlimleri bu ayet-i kerimeyi icma’a delil oluşunu şu şekilde açıklamaktadırlar: Allahu taela bu ayet-i kerimede ümmet-i Muhammedi, ümmet-i vasat diye nitelemektedir. Vasat; kendisinden hoşnut olunan, seçkin, adil kimse demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim de aynı kökten türeyen “evsat” kelimesi en adaletli, sözüne en çok rıza gösterilen, en hayırlı anlamında kullanılmıştır.112 Ümmet-i Vasat adaletli ümmet demektir. Yüce Allah(c.c)’ın ümmet-i Muhammedi adaletli olarak nitelemesi, Ümmetin bir bütün halde adalet sahibi olmasını gerektirmektedir. Zira teker teker her birinin adil kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü vakı’a buna ters düşmektedir. Öyleyse ümmet, üzerinde icma’ ettikleri noktalarda adil olarak nitelenebilir ve böylece ayet-i kerime üzerinde icma’ ettikleri hususların hak ve delil olduğunu açıkça göstermiş olur.113 Bu ayet-i kerime de, Allah’u teala Ümmet-i Muhammed’i insanlar üzerine şahit kıldığını da ifade etmektedir. Ümmet-i Muhammed’in insanlar üzerine şahitler Ekrem Keleş, a.g.e, s:168 El-Bakara 2/143 112 Kalem.68/28, Cassas, a.g.e, c:III, s:257, Amidi, a.g.e, c: I, s: 192, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 677 113 Cassas, a.g.e. c:III, s: 258, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 471, Serahsi, a.g.e, c:I, s:297 110 111 39 kılındığı sadece bu ayette ifade edilmemiş birçok ayet-i kerimelerde de ifade edilmiştir Bunlardan biride şu ayet-i kerimedir: “Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin! Sizi O (Allah) seçti. Üzerinize dinde hiçbir zorlukta yüklemedi. Haydi, babanız İbrahim’in milletine! Bundan önce ve bunda (Kur’an da) size Müslüman adını O (Allah) verdi ki Rasül size şahid olsun, siz de bütün insanlara şahid olasınız. Şu halde namaz kılın. Zekâtı verin ve Allah’a sıkı tutunun ki sahibiniz o’dur. Artık O (Allah) ne güzel bir sahip ne güze bir yardımcıdır.” Şahid: Gerçekte doğru olarak haber veren kimse demektir ve söylediği sözü delil olur. Yalancı ise gerçekte şahit olarak isimlendirilemez. Allah (c.c) ümmet-i Muhammedi şahitler olarak nitelendirdiğine göre bu, bir araya geldiklerinde haber verdikleri konuda doğru olduklarını ve icma’ ile bir söz söylediklerinde sözlerinin hüccet olduğunu gösterir. Çünkü Yüce Allah(c.c) Hâkimdir. Böyle Hâkim olan Allah (c.c) haktan ayrılacak, yalana başvuracak bir topluluğu şahitler yapmaz. Allah (c.c) şahitler yapması onların ittifakla hareket ettikleri hususlarda ancak hak üzerinde olmalarının ve varacakları icma’ın insanlara hüccet olmasını kesin bir şekilde ortaya koyar. Ümmet-i Muhammed bu şekilde bir bütün olarak şahitler olunca, şahitlik ettikleri şeyin kabulü vacip olur. Çünkü hem Allah tealanın onları insanlar üzerine şahit kılması hem de sözlerinin hüccet olmaması mümkün değildir. Tıpkı hâkimin sözlerine dayanarak hüküm verdiği şahitler gibi hâkimin onların adil ve güvenilir olup olamadıklarını araştırdıktan sonra mahkemede tanıklık yaptıklarında sözlerini kabul ederek ona göre hüküm vermesi vacip olur ve sözleri kendisiyle hüküm verilen bir hüccet olur. İşte icma’da da aynı durum mevcuttur.114 İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu bu ayet-i kerimeyi ifade etmeye çalıştığımız şekilde değerlendirerek icma’ın hücciyetine delil olarak getirmişlerdir. İslam Âlimleri’nin bir kısmıda bu ayetin icma’a delil olamayacağını belirterek bir takım itirazlarda bulunmuşlardır. Bunların en önemlisi şudur: 114 Şirazi, a.g.e, c: II, s: 677. 40 Bu ayet-i kerimede kastedilen şahitlik, ahiret günü ümmet-i Muhammed’in peygamberlerin risaleti tebliğ ettiğine dair diğer ümmetlere karşı yapılacak şahitliktir. Öyleyse bu ayet-i kerime, ümmet-i Muhammed’in icma’ ettikleri konuda değil ahiretteki şahitliklerinde adil ve sadık olacakları anlatılmış olur. Çünkü şahitlerin adaleti tahammül halinde değil eda durumunda geçerlidir.115 İkinci bir itirazda şu şekildedir: Adaletli olmak, mutlak manada hatasız olunacağı anlamına gelmez. Diğer bir ifadeyle hata etmek, her zaman kişinin adalet sıfatını engellemez. Adalete ters düşen ve adalet sıfatını zedeleyen hata, ma’siyet olan hatadır. Ma’siyet olmayan hatalar ise, adalet sıfatını zedelemez. Elden gelen çabayı gösterdikten sonra ictihada yapılacak hata, hata değildir. Bu itibarla ümmet-i Muhammed’in ümmet-i vasat kılınması, ictihatta hata etmeyecekleri anlamına gelmez. İctihatlarında hata etme ihtimali bulununca da ictihatla üzerinde icma’ ettikleri hususa uymak vacip olamaz.116 Yöneltilen bu itirazlara karşı şu şekilde cevap verilmiştir: Ayet-i Kerimede dünyadaki ve ahiretteki şahitlik şeklinde bir ayrım yapılmamıştır. Bu itibarla ayet-i kerime dünya ve ahiret şahitliğinin her ikisini de kapsar. Şayet bu ayet-i kerimede sadece ahretteki şahitlik kastedilmiş olsaydı Allah (c.c) “sizi ümmet-i vasat kıldık” diye buyurmazdı, “ümmet-i vasat kılacağız” diye buyururdu. Ayrıca ahirtteki şahittlik kastedilmiş olsaydı ümmet-i Muhammed’in, ümmet-i vasat kılınmasının bir üstünlüğü kalmazdı. Ümmet-i Muhammed’in dünyada üzerinde icma’ ederek verdikleri hükümde onların şahitlikleri cümlesindendir. Çünkü bu, Allah (c.c)’ın hükümlerinden biriyle insanlara karşı yapılan bir şahitliktir. Böyle bir şahitlik onların adil olmalarını ve verdikleri hükmün doğru olmasını gerektirir. Bu ayet-i kerimede Allah (c.c) ümmet-i Muhammedi adaletle vasıflandırmıştır. Allah-u teala gizli ve açık her şeyi bilir. Birisinin adaletine ve şahitliğinin sıhhatine hükmettiği zaman, bu onun gerçekten öyle olduğunu gösterir. Çünkü Hâkim olan Allah (c.c) her yönüyle adil olmayan birisini adaletle tavsif etmez. Ümmet-i Muhammed’i adaletle nitelendirdiğine göre bu ümmet, adalet sıfatını taşımaktadır. Ancak ümmet-i 115 116 Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s: 471, Amidi, a.g.e, c: I, s: 192, Cassas, a.g.e. c: III, s: 260. Şirazi, a.g.e, c: II, s: 677, Amidi, a.g.e, c: I, s:193, 194, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s. 470, 471. 41 Muhammed’in fertlerinin her birinin teker teker adil olamadıkları da bir gerçektir. Öyleyse bu adalet sıfatı ümmet-i Muhammed’de bir bütün olarak gerçekleşmektedir. Bu da bir bütün olarak her hangi bir konuda icma’ ile hükmettikleri zaman verdikleri hükmün, hak olduğunu ve hatadan masum bulunduğunu ifade eder. Bu itibarla ümmet-i Muhammed’i icma’ı kabul ederek buna uyması vacip olur.117 c. “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emredip kötülükten sakındırırsınız.”118 Bu ayet-i kerimenin icma’ın hücciyyetine delil gösteriliş tarzı şöyledir: Allah’u teala iyiliği emreder, kötülükten nehyeder olması sebebiyle ümmet-i Muhammed’in en hayırlı ümmet olduğunu haber vermiştir. Ayet-i Kerimede geçen “elma’ruf ve el-münker” kelimeleri cins isimdir ve başlarındaki lam-ı tarif istiğrak ifade eder yani cinsin bütün fertlerini kapsar. Bu da ümmet-i Muhammed’in, bir bütün olarak her iyiliği emr ve her kötülükten nehyettiğini gösterir. Bu durum doğru ve hak olanın ümmetin bütünün dışında kalmamasını gerektirir. Allah(c.c)’in haberinin doğruluğu, onlar bir şeyden sakındırdıklarında onun münker olmasını, bir şey emrettiklerinde de onun ma’ruf olması icapeder. Şu halde ümmet-i Muhammed’in bir bütün olarak emirleri de, nehiyleri de tabi olunması vacip bir hüccet olur. Öyleyse bir mesele üzerinde icma’ ettikleri zaman gerçeğe isabet etmiş olurlar ki bu hak, ihtilaf ettiklerinde de onların dışında kalmaz. Çünkü en hayırlı olma özelliği icma’ ettikleri hususlarda hakka isabeti gerektirir.119 Bu ayet-i kerimenin icma’ için delil olarak gösterilmesini karşılık olarak şu şekilde itiraz edilmiştir: “Ayet-i Kerimeden, ümmet-i Muhammed’in her iyiliği emr ve her kötülüğü nehyedeceği anlamının çıkarılması uygun değildir. Çünkü bir defada olsa iyiliği emr kötülüğü nehyettilermi böyle vasıflandırılabilirler. Yani cins ismin başına Şirazi, a.g.e, c: II, s:677.Amidi, a.g.e. c:I,s.193–194, Abdülaziz Buhari, a.g.e. c:III, s: 470–471. Al-i İmran 3/110. 119 Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 469–470, Şirazi, a.g.e, c:II, s: 676 117 118 42 gelen lam-ı tarifin istiğrak ifade edeceği diğer bir ifadeyle bütün fertlerini kapsamına alacağı görüşü her yönden geçerli değildir.120 İkinci bir itirazda şöyledir: Ayet-i Kerimenin zahiri ümmet-i Muhammed den her ferdin iyiliği emr ve kötülüğü nehy ile vasıflanmasını gerektirmektedir. Hâlbuki vaki’a bunun tersinedir. Ayet-i kerimenin zahirini almak mümkün olmayınca bu ayetle icma’ın hücciyyeti için yapılan iddia geçersiz olur.121 Cumhur bu itirazlara şu şekilde cevap vermiştir: Nahivcilere göre cins ismin başına gelen lam-ı tarifle belirli bir şey kastedilmemişse umum ifade eder. Ayette geçen “el-maruf, el-münker” ifadesinde bulunan lam-ı tarifler belli bir şeyi kastetmemektedir. Bu da fert fert değil de Müslümanların tamamının içinde her iyiliği emretmeyi ve her kötülüğü nehyetmeyi gerektirir. Ayet’te bazı iyilikleri emr, bazı kötülüklerden nehyin anlatıldığını ileri sürmek, ümmet-i Muhammedi diğer ümmetlerden farklı olarak emr-i bi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münker görevini yerine getirme özelliğine ters düşer. Çünkü bu özelliğin bir kısmı diğer ümmetlerde de vardır. Bu ayetle muhatap ümmetin fertlerinden her biri değildir. Çünkü böyle bir telakki Müslümanlardan her bir ferdin en hayırlı ümmet olarak nitelemeyi gerektirir. Hâlbuki tek bir şahıs bununla nitelendirilemez, öyleyse ayetle muhatap ümmetin bütünüdür.122 Şevkani bu ayetin icma’ın hücciyyetine delalet etmediğini söylemektedir. Çünkü bu ayette icma’ların başlı başına delil olduğu konusunda ayette bir işaret olmadığını, ayette ki ümmet kavramını belli bir dönem ehli değil, top yekûn ümmet olduğunu ifade etmektedir.123 İcma’ın hücciyyetine delil gösterilen ayetler bunlardan ibaret değildir. Daha başka ayet-i kerimleri de cumhur delil olarak usul kitaplarında zikretmektedir. Bunlardan icma’a delil gösterilenleri açıklamalarına girmeden sıralayarak sunmak istiyoruz. 120 Amidi, a.g.e, c: I, s:195, Serahsi, a.g.e, c: I, s: 296. Abdulaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 469, Serahsi, a.g.e, c: I, s: 96, Şevkani, a.g.e, c: , s: 247. 122 Abdulzaiz Buhari, a.g.e, c: III, s: 469–470, Amidi, a.g.e, c: II, s: 185. 123 Şevkani, a.g.e, c: I, s: 247 121 43 d.“Ey inananlar! Allah’a itaat edin, Resul’e ve sizden olan yöneticilere itaat edin. Eğer bir şey hakkında çekişmeye girerseniz, onu Allah ve Resulüne götürün.”124 e.“Hem kendilerine güven ve korku ile ilgili bir haber geldi mi onu yayı veriyorlar; Halbuki onu Resule ve içlerinden yetkili olanlara arz etseler, elbette bunların görüş sunabilme yeteneğine sahip olanları onu anlar, bilirlerdi.”125 f.“Allahın ipine sımsıkı sarılın sakın dağılmayın…”126 2. İcma’ın Hücciyyetini Kabul Etmeyenlerin Kur’andan Delilleri: İcma’ı hüccet olarak kabul etmeyen âlimler daha önceden de belirttiğimiz gibi mu’tezileden İbrahim En-Nazzam, Rafiziler ve Haricilerdir. Bu âlimler icma’ın bir hüccet olmadığına dair şu ayetleri delil olarak getirmişlerdir. a. “Ey inananlar! Allah ve Resulüne itaat edin. Ülü’l-emre itaat edin. İhtilafa düştüğünüz konuları Allah ve Resulüne götürerek çözüme kavuşturun.”127 Bu ayette Allah’u teala ihtilaf durumunda, ihtilafın çözüme kavuşturulması için, Allah ve Resulüne götürülmesini emretmiş olup bu ihtilafların halli için ümmetin görüşlerine götürülmesini emretmemiştir. Bu durum ümmetin sözünün ihtilaflarda mu’teber olmadığını ve icma’ya ihtiyaç bulunmadığını göstermektedir128 Delil olarak ileri sürülen ayet-i kerime ayni şekilde icma’ içinde hüccet olarak gösterilmiştir. Bu delil gösterme tarzına şu şekilde cevap verilmiştir: Ayet-i kerime sizin görüşünüz lehinde değil aleyhinde bir delil teşkil ediyor. Çünkü ayet ihtilaf edilen meselede Allah’ın kitabına ve peygamberin sünnetine başvurulmasını gerekli kılmaktadır. İcma’ın kaynak sayılıp sayılmayacağında sizinle bizim aramızda ihtilaf olduğuna göre bu konuda Allah’ü teala’nın kitabına ve Rasulünün Sünnetine başvurmak ve onların gösterdiği biçimde davranmak gerekir. Sünnete başvurduğumuzda ise icma’ın kaynak olduğunu gösteren deliller buluyoruz. 124 Nisa 4/59. Nisa 4/83 126 Al-i İmran 3/103 127 Nisa 4/59 128 Vehbe Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 546, Zekiyyudin Şaban, a.g.e, s: 111, Amidi, a.g.e, c: I, s: 198. 125 44 Böylece biz icma’ın kaynak olduğunu söylemekle ayetin gereğini yapmış oluyoruz. Ama siz aksini söylemekle gereğini yerine getirmemiş olursunuz. Kitap ve Sünnete başvurmak için ihtilafın bulunması gerekiyor. Bu demektir ki ihtilaf olmadığında icma’ hüccettir, meselenin çözümü için icma’a başvurmakta, icma’ın hüciyyetine delalet eden kitap ve sünnete başvurmak demektir.129 b.”Sana bu kitabı her şeyi açıklamak için indirdik.”130 Bu ayet-i kerimden meselelerin hükmünün açıklığa kavuşturulması için ancak Allah’ın kitabına müracaat edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Öyleyse icma’ hüccet değildir. Bu delillendirmeye karşı şöyle cevap verilmektedir: İcma’ın hücciyyetide Kur’an-ı Kerimin beyan ettiği hususlardandır. Sonra Kura’n-ı Kerimin her şeyi açıklamak için indirilmiş olması icma’ın hücciyyetine bir temel olarak delalet etmektedir. İcma’ fikri Kur’an-ı Kerimin açıklaması içinde bir temel olarak yer aldıktan sonra bu ayette icma’ ile meselenin hükmünün belirlenmesine bir engel yoktur.131 Bu ayet-i kerimelerin dışında şu ayetleri delil olarak zikretmektedirler. c.“Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o size apaçık bir düşmandır. O size ancak kötülüğü, çirkin işleri ve Allah hakkında bilmeden konuşmanızı emreder.”132 d.“Karşılıklı rızalaşma dışında mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin.”133 Burada zikredilen ayet-i kerimeler icma’ın bir delil olmadığına delalet etmesi bakımından net değildir. Oysa icma’ın delil olmadığını ispat için getirilen ayetlerin açık ve net olması gerekir. İcma’ın delil olduğunu savunanların getirmiş olduğu deliller ne kadarda bazıları tarafından açık görülmese de icma’yı kabul etmeyenlerin delillerinden daha kuvvetli ve daha açıktır. Şimdi de icma’ı delil kabul edenlerin sünnetten delillerine değineceğiz. Zekiyyüddin Şaban, a.g.e, s:111, Vehbe Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 546, Amidi, ag.e, c: I, s: 198, 199 Nahl 16/89 131 Şevkani, a.g.e, c: I, s: 250, 132 Bakara 2/169 133 Bakara 2/118 129 130 45 B.İCMA’IN SÜNNETTEN DELİLLERİ 1. Cumhurun Sünnetten Delilleri: İcma’ın şer’i bir hüccet olduğunu kabul eden âlimler bu konuda birçok hadisi şerifi delil olarak zikretmektedirler. Bu hadisi şeriflerin delil oluşları yukarıda zikredilen ayetlerden daha kuvvetlidir. Bu hadisler incelendiği zaman hadisler üç başlık altında toplanablilr. —Ümmet-i Muhammed’in bir dalalet üzerinde birleşemeyeceğine dair rivayetler. —Cemaatle beraber olmayı ve cemaatten ayrılmamayı tavsiye eden rivayetler. —Ümmet-i Muhammed’in içinde bir grubun kıyamete kadar hakka yardımcı olmaya veya hak üzere bulunmaya devam edeceğine dair rivayetler.134 a. Ümmet-i Muhammed’in Dalalet Üzerine Birleşmeyeceğine Dair Rivayetler İcma’ın hücciyyetini Kura’n-ı Kerimden delil olarak getirilen ayet-i kerimelerden daha açık bir şekilde gösteren bu rivayetleri ileri gelen birçok usul âlimi manen mütevatir olarak değerlendirmektedir. Bu ilim adamlarına göre, konuyla ilgili rivayetlerin ibareleri muhteliftir. Bu nedenle lâfzî olarak her biri haber-i vahidir. Ancak birbirini destekleyen bu rivayetlerin hepside ortak bir anlam üzerinde birleşmektedir. O da ümmet-i Muhammed’in tamamıyla hata üzerine birleşemeyeceğidir. İşte bundan dolayı bu rivayetler manen mütevatir sayılır.135 El-İbtihac bi Tahrici Ehadisi’l-Minhac adlı eserinde bu rivayetleri toplu olarak veren değerli hadis âlimi Abdullah bin Muhammed bin es-Sadık el-Gameri bu Ekrem Keleş, a.g.e, s: 189–190 Cassas, a.g.e, c: III, s: 264-265, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 679, Serahsi,a.g.e, c: I, s: 299, Gazali, a.g.e, c: I, s:329, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 482 134 135 46 hadislerin manevi mütevatir olduğunu söyleyen âlimlerin görüşlerini isabetli bulmaktadır.136 a1.İbn Ömer(r.a) Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Şüphesiz ki Allah ümmetimi yahut ümmeti Muhammed’i dalalet üzere birleştirmez. Allah’ın eli cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe ayrılmış demektir.”137 a2.Enes bin Malik(r.a) Rasulüllah (s.a.v.) şöyle derken işittiğini ifade etmiştir: “Şüphesiz ki ümmetim dalalet üzerinde birleşmez. Ümmetim arasında bir ihtilaf gördüğünüzde en büyük Müslüman topluluğuna sarılınız.”138 a3.Ebu Malik el-Eş’ari şöyle demiştir: Rasulüllah(s.a.v.) şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki Allah sizi üç durumdan esirgemiştir. Nebinizin aleyhinize dua edip de neticede topyekûn helak olmanız, Batıl ehlinin hak ehline galip gelmesi ve bir dalalet üzerinde birleşmeniz.” 139 b. Cemaate Sarılmayı ve Cemaatten Kopmamayı Emreden Hadisler b1.İbn Ömer (r.a.) dedi ki: Ömer (r.a) Cabiye’de bize şöyle hitabetti: “Ey insanlar! Bir defasında Raslullah (s.a.v.) şimdi benim sizin aranızdaki durduğum gibi bizim aramızda ayakta durarak şöyle buyurdu: Size öncelikle Ashabımın(yoluna uymanızı) tavsiye ederim. Sonra onlardan sonra gelenleri daha sonrada onlardan sonra gelenleri (yolunu tavsiye erdim.).(Bu üç nesilden) sonra yalan yaygınlaşacak. Öyle ki kişi yemin etmesi istenmediği halde yemin edecek. Şahitlik yapması istenmediği halde şahitlik yapmaya kalkışacaktır. Dikkat edin! Bir erkek bir kadınla yalnız kalınca üçüncüleri mutlaka şeytan olur. Ekrem Keleş, a.g.e, s: 191 Tirmizi, Kitabu’l fiten, hadis no 2167 138 Hafız Ebi Abdillah Muhammed b. Zeyd,(ibn mace), Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l Fiten, hadis no:3950 c:II, s:133 139 Ebu Davud Süleyman b.Eşas, Sünen-i Ebi davud, Kitabu’l-Fiten, hadis No:4253 136 137 47 Cemaate sarılın ve ayrılıktan sakının. Çünkü şeytan ayrı kalmış kimseyle birliktedir ve o iki kişiden daha uzaktır. Kim Cennetin ortasını isterse cemaate devam etsin. Kimi iyiliği sevindirir kötülüğü üzerse o kimse mümindir.140 b2.Abdullah bin Mes’ud (r.a) Rasülullah(s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etti: “Sözümü işitip ezberleyip, anlayarak ulaştıran kimsenin, Allah yüzünü ak etsin. Çünkü nice fıkıh taşıyıcısı vardır ki fakih değildir ve nice kendinden daha fakih olana fıkıh götüren vardır. Üç şey vardır ki, bunları taşıyan müminin kalbi haktan sapmaz: Sırf Allah için çalışmak, Müslümanlara nasihatte bulunmak ve Müslümanların cemaatlerinden ayrılmamak. Çünkü onların duaları kendilerini dalaletten muhafaza eder.141 b3.İbn Abbas (R.A) Rasulüllah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu söylemiştir. “Allah’ın eli cemaatle beraberdir. 142 Zikredilen hadisler incelendiği zaman, bütün bu hadislerde Müslüman topluluktan kopmama ve Müslüman cemaate sarılma hususu güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır. Şevkani bu hadisler hakkında “bu hadislerde ancak cemaatten kopma yasaklanmaktadır. İcma’ hakkında bu hadislerin hüccet kabul edilmesi hususunda ne ilgisi var” diyerek itiraz etmektedir.143 Fakat bu hadisi şerifler İmam Şafi’nin er-Risale adlı eserinde delil gösteriş tarzıyla etkili bir delil ola özelliği kazanmıştır. Bu hadislerin delil olmasını İmam Şafii şöyle ifade etmektedir. “Hakkında Allah’ın bir hükmü bulunmayan ve Hz. Peygamberden de bir şey nakledilmeyen konularda insanların icma’ına uymamızla ilgili delilin nedir? Senin dışında bazı kimselerin, onların icma’ı, nakletmeseler bile mutlaka sabit bir sünnete dayanmaktadır, sözlerini nasıl buluyorsun? Ben de o’na şöyle dedim: Üzerinde icma’ edip sonrada Rasullullah’tan nakletmiş oldukları şey, umarım ki söyledikleri gibidir. Hz. Peygamberden nakletmedikleri şeyin ise Rasulullah’tan nakledilmemiş olması muhtemeldir. Onu Hz. Tirmizi, Kitabu’l- Fiten, hadis no:2165. İbn Mace, Mukaddime(sünen-i ibn Mace), hadis no:230, Ebu Davud, Kitabu’l-İlm, hadis no:3660. 142 Tirmzi,Kitabu’l-Fiten, hadis no:2166. 143 Şevkani, a.g.e, c:I, s: 248–249. 140 141 48 Peygamber’den nakledilmiş sayamayız. Çünkü bir kimsenin ancak işittiği şeyi nakletmesi muhtemeldir. Onun, zanna dayanarak söylediğinden ayrı olma ihtimali bulunan bir şeyi rivayet etmesi caiz değildir. Biz onların icma’larını onlara ittiba ederek benimsiyoruz. Biliyoruz ki Hz. Peygamberin sünnetleri, onların hepsi için meçhul değildir. Belki bazıları sünnetleri tam olarak bilemezler. Yine biliyoruz ki cemaat, Hz. Peygamber’in sünnetine aykırı bir şey üzerinde birleşmez. İnşaallah hata üzerinde de birleşmezler. Birisi, bunu gösteren ve sence destekleyen bir şey var mıdır? Derse; şöyle cevap verilebilir: Sufyan bin Uyeyne Abdülmelik bin Umeyr’den, o da Abdurrahman bin Abdillah bin Mes’uddan, o da babasından bize Hz. Peygamber’in “Allah o kulunu nurlandırsın hadisini rivayet etmiştir. Yine Süfyan bin Uyeyne bize Abdullah bin Ebi Lebibten, o da ibn Süleyman bin Dinar’dan o da babasından şöyle rivayet etmiştir. “Ömer, Cabiyede halka hitab etti ve dedi ki, Peygamber(s.a.v.) benim size yaptığım gibi ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: Sahabelere, sonra onların ardında gelenlere sonra onların ardından gelenlere saygı gösterin. Daha sonra yalan ortaya çıkar, hatta kişi teklif edilmediği halde yemin eder, istenmediği halde şahitlik yapar, kimi cennetin ortası sevindiriyorsa o, cemaatten ayrılmasın, Çünkü şeytan tek kalan kimseyle beraber olup iki kişiden uzaktır. Bir erkek bir kadınla tenhada kalmasın; zira onların üçüncüsü şeytan olur. Bir kimseyi iyiliği sevindiriyor, kötülüğü de üzüyorsa, işte o mümindir. Muhatabım Hz. Peygamber’in Müslümanlara cemaatlerinden ayrılmamaları konusundaki emrinin anlamı nedir? Dedi. Ben de bunun ancak bir anlamı vardır dedim. Bu, nasıl bir anlam gelir dedi? Ben de şu cevabı verdim: Müslümanların cemaati ülkelere dağılmış durumdadır. Hiç kimsenin böyle dağılmış bir kavmin bedenlerinin oluşturduğu cemaate bağlı kalmaya gücü yetmez. Müslümanlardan, kâfirlerden, muttaki ve facirlerden bedence oluşmuş bir topluluk buluna bilir. Dolayısıyla bedeni olarak cemaatten ayrılmalarının bir anlamı yoktur. Çünkü bu hem mümkün değildir hem de bedeni olarak bir araya gelmek bir şey 49 sağlamaz. Netice de ise cemaatten ayrılmanın bir anlamı olmaz. Ancak Müslümanlara düşen helal ve haram kılma bakımından ve bunlara uyma konusunda birleşmeleridir. Müslümanların cemaatinin benimsediği görüşe katılan kimse onların cemaatinden ayrılmamış olur. Müslümanların cemaatinin benimsediği görüşe karşı çıkan kimse ise ayrılmamakla emrolunduğu Müslümanların cemaatlerine muhalefet etmiş olur. Gaflet de ayrılıktan kaynaklanır. Cemaatin ise toptan kitap, sünnet ve kıyasın manasında gaflete düşmesi mümkün değildir” diyerek bu hadislerin icma’ için kuvvetli bir delil olduğunu ortaya koymuştur.144 b4.Abdullah bin Mes’ud (r.a) şöyle dedi: “Rasululah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah(c.c) katın da güzeldir. Müslümanların kötü gördüğü şey, Allah(c.c) katında çirindir.”145 Bu hadisi şerif usul kitaplarında icma’ın hücciyyeti için gösterilen ve adeta icma’ın fikri temeli ifade eden en önemli delillerden biridir.146 Ancak zikredilen bu hadisi şerif merfu değil mevkuf bir hadistir.147 c. Ümmet-i Muhammed’in İçinde Bir Grubun Kıyamete Kadar Hakka Yardımcı Olmaya veya Hak Üzerine Bulunmaya Devam Edeceğine Dair Rivayet. Sevban (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir. “Ümmetimden bir grup hakka yardımcı olmakta devam edecektir. Onlara muhalefette bulunanlar zarar veremeyecek. Nihayet Allah’ın emri onlar bu haldeyken gelecektir.”148 d. Sünnetin İcma’a Delil Gösteriliş Tarzı Usul âlimleri burada zikrettiğimiz hadisleri icma’ın sıhhatine delil olarak getirmişlerdir. İslam âlimlerinin birçoğu, bu hadisler ahad olsa da birçok rivayetle birbirlerini desteklediğinden dolayı yukarıda da zikrettiğimiz gibi manevi mütevatir olarak kabul etmektedirler. Şafii, a.g.e, s: 241,242. Ahmed bin Hanbel, c: I, s: 379 146 Serahsi, a.g.e. c: I,s: 299, Amidi, a.g.e. c: I,s:199. 147 Ahmed bin Hanbel, c: I, s: 379 148 Tirmizi, Kitabü’l-Fiten, Hadis no: 2192. 144 145 50 İlim adamlarına göre ümmet-i Muhammed’in icma’ın kesin bir hüccet olacağını, diğer bir deyişle ümmetin bir hata üzere birleşemeyeceğini anlatan rivayetler, manaları bir olmakla birlikte çeşitli lafızlarla sahabe ve tabiinden itibaren tanınmış ve meşhur olmuş, usulcülerin ifadelerine göre “ümmetin selefi ve halefi, muvafıkı ve muhalifi, nakil ehlinden hiçbir kimse reddetmeden ümmet bu rivayetleri dinin temel ve fer’i meselelerinde delil olarak kullana geliştir.” Bura da zikredilen hadisleri duyan herkes, her ne kadar teker teker tevatür derecesini bulmasalar da bu haberlerin toplamıyla Rasulullah(s.a.v.)’in ümmetinin üstünlüğü ve hatadan korunmuşluğunu haber verdiğini kesin olarak anlar. Sahabe, tabiin ve daha sonraki dönemlerde icma’ın hücciyyetini ispat konusunda hep bu haberlerle delil getirilmiştir. Zamanın değişmesi, görüş, anlayış ve mezhep farlılıklarına rağmen bunca ilim adamları şeriatın asıllarından birinin ispat konusunda asılsız bir şeyin delil getirilmesi hususunda ittifak etmeleri, adet muhal görmektedir.149 Fahruddin Razi bu haberlerin manevi mütevatir olduğu iddiasını tenkid etmektedir. Eğer bu haberler mütevatir olsaydı, bu haberler üzerinde her hangi bir ihtilaf olmaması gerekirdi. Bedir ve Uhud savaşı kadar net olarak bilinirdi. Hadislerin manası ümmetin hataya düşmeyeceğini ortaya koyduğunu âlimler iddia etmektedir. Bu husus ise batıldır.150 Burada zikredilen hadislerin, delil olarak kullanılması noktasında şöyle bir tenkid yapılmaktadır: Ortaya delil olarak konulan hadislerin hepside haberi vahid olduğu böyle haberi vahid olan hadislerle dinin asıllarından biri olan icma gibi kati bir temel kaynak için hüccet olarak kullanılması doğru değildir.151 Daha önce bu tenkidin cevabını geçen bölümlerde verdik. Diğer bir itirazda şudur: Ümmetin hata üzerinde birleşemeyeceğini ifade eden bu rivayetler, ümmetin hata işleyebileceğini gösteren rivayetlerle anlam olarak çatışma durumundadır. Çünkü 149 Serahsi,a.g.e, c: I, s: 299, Abdülaziz Buhari, c: III, s: 472-474, Gazali, a.g.e, c: I, s: 330-331, Amidi,a.g.e, c: I, s: 199-201 150 Razi, a.g.e. c: IV, s: 101–135. 151 Amidi, a.g.e, c: I, s: 199 51 Hz. Peygamber(s.a.v.)’in kıyametin ancak şerli kimseler üzerine kopacağını, Allah teala’nın, toplumdan ilmi, ilim adamlarının ruhunu alarak kaldıracağını, nihayet âlim kalmayacağını, insanlarında bir takım cahil kimseleri başkan edineceğini, bu cahil kimselerin bilgisizce fetvalar vereceğini ve böylece hem kendileri dalalete düşüp hem de insanları dalalete düşüreceğini sahih hadislerde ifade etmiştir. Ayrıca ümmetin hata işleyebileceğini gösteren daha pek çok hadis ve ayetler vardır. Demek ki ümmetin hata üzerine birleşemeyeceği ve hatadan korunmuşluğu gibi bir tez doğru değildir. 152Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Zikredilen hadislerle, sünnetten icma’ için delil gösterilen hadisler arasında bir çatışma yoktur. Kıyametin şerliler üzerine kopacağı rivayeti, içlerinde Salihler olsa bile o zaman çoğunluğun şerli olacağını ifade eder. Bu tür rivayetler isyanın ve günahın çok olacağını gösterir. İçlerinde hakka sarılanların bulunacağını ortadan kaldırmış olmaz. Ümmeti hata işleyebileceğini gösteren ve bu sebeple bir takım olumsuz şeylerin işlenmesini yasaklayan ayetler ve hadisler ise ümmetin bütün olarak bu yasakları işleyeceği anlamına gelmez. Bu ayet ve hadislerde ümmetin fertleri bu yasakları işlememeleri konusunda uyarılmaktadır. Ayrıca bir şeyin yasaklanması, yasakların işlenmiş olmasını gerektirmez.153 Bu hadisler üzerinde ne kadarda tartışmalar yapılmış olsa bile icma’ın hücciyyeti için delil gösterilme şekilleri kuvvetli ve ikna edicidir. Bu hadislerle icma’ın hücciyyeti sünnet üzerine bina edilmiştir. İcma’ı kabul etmeyenlerin sünnetten delili meşhur Muaz bin Cebel (r.a.) hadisidir. Bu hadisi şerifte icma’dan bahsedilmediğinden dolayı icma’ hüccet olarak kullanılmaz. Bu zikredilmemesinin delile şu sebebi, şekilde Hz. cevap verilmiştir. Peygamber Bu zamanında hadiste icma’ın icma’ın hüccet olmayışındandır.154 Bu hadisi şeriften başka icma’ için sünnetten delil olarak yöneltilen itirazlar ve bu konuda kullanılan hadisler icma’ı hüccet olarak kabul etmeyen âlimlerin delilleridir. 152 Cassas, a.g.e, c: III, s: 266–677, Gazali, a.g.e, c: I, s: 236. Cassas, a.g.e, c: III, s: 266–677, Gazali, a.g.e, c: I, s: 236, Amidi, a.g.e, c: I, s: 199. 154 Şevkani, a.g.e, c: I, s: 243. 153 52 C. İCMA’IN HÜCCİYYETİNE DAİR AKLİ DELİLLER 1. Cumhurun Akli Delilleri İcma’ için akli bir delille ispata gidilip gidilmeyeceği konusunda usul âlimleri arsında ihtilaf mevcuttur. Bir kısım usul âlimine göre icma’ için akli bir istidlalde bulunmak doğru değildir. Çünkü aklen, ümmet-i Muhammed’in hata üzerinde birleşeceği mümkün görülmektedir. Bu durumda Hıristiyanlar ve Yahudileri Müslümanlarla denk duruma getirmektedir. Fakat sem’i deliller bu durumun tersini ortaya koymaktadır. Bu itibarla icma’ın hücciyyeti akli delilerle ispat edilemez.155Fakat bazı usul âlimleri de bu konuda akli delilleri ortaya koymuşlardır. Bu görüşü şöyle sıralayabiliriz. a. Hz. Muhammet (s.a.v.) son peygamber olduğu, şeriatının da kıyamete kadar devam edeceğini kesin delillerle sabittir. Şayet bir takım olaylar ortaya çıkar, bu konuda kitap ve sünnetten kati bir nas bulunamaz, ümmet-i Muhammed’in bu olaylarla ilgili icma’ı da kesin bilgi ortaya koymaz, gerçek onların söylediğinin dışında kalır ve onlar bu konularda hataya düşmüş olurlarsa yahut bu olayların hükmünde ihtilaf ederler ve hak onların ortaya koydukları görüşlerin dışında kalırsa, bu takdirde şeriat-i islamiyye bazı konularda son bulmuş olur. Bu ise İslam şeriatının kıyamete denk süreceğini haber veren naslarla ters düşer. Böyle bir durum ise muhaldir. İşte bu durum icma’ın kesin hüccet olduğunu gösterir.156 b.Serahsi bu konuda şöyle bir akli delillendirme yapmaktadır: “Allah’ü teala, Hz.Muhammed’i (s.a.v.)son peygamber yaparak şeriatının kıyamete kadar devam edeceğine hükmetmiştir. Buna göre şeriatının kıyamete kadar insanlar arsında kesin bir şekilde devamı gerekir. Hâlbuki vahiy kesilmiştir. Öyleyse şeraitinin devamının yolu, Allah’ü teala’nın ümmet-i Muhammed’in icma’ını masum kılmasıdır. Çünkü dalalet üzere icma’ etmeleri demek şeriatın ortadan kalkması demektir. Bu durum ise Allah’ü tealanın şeriatı kıyamete kadar süreceği vaadine ters düşmektedir. Ümmetin dalalet üzere birleşmekten korunmuş olması sabit olunca üzerinde icma’ ettikleri husus Rasululluh’tan işitileni andırır. Rasulullah’tan işitilen nasıl kesin bilgi ortaya koyarsa 155 156 Cassas, a.g.e, c: III, s: 267, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 682. Serahsi, a.g.e, c: I, s: 300, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 477 53 bunun gib i icma’da ilim ifade eder. Böylece icma’ meselelerin hükmünü belirlemede hata ihtimali olmayan bir hüccet olur.”157 2.İcma’ı Hüccet Olarak Kabul Etmeyenlerin Akli Delilleri İcma’ın hüccet olamayacağını savunanların akli delilleri şunlardır: a. İslam ümmetinin her bir ferdinin hata yapması caizdir. Bir kişinin hata yapması caiz olursa ümmetin tamamının da hata yapması caiz olur. Nitekim mantıktaki kıyasta bunu gerektirir. Fert hata yaparsa toplulukta da hata yapar. b. İcma’ a delalet yoluyla yahut işaret yoluyla yahut ne delalet ne de işaret olmaksızın gerçekleşir. Eğer delalet yolu ile gerçekleşmiş ise, âlimlerin üzerinde görüş birliğine vardıkları olayın önemli, büyük bir olay olması gerekir. Bu durumda zaten icma’a gerek kalmaz. Eğer icma’ bir işarete dayalı olarak gerçekleşmişse, bu durumda imkânsızdır. İşaretlerde insanların durumları değişik olur. Dolayısıyla halkın bunların üzerinde ittifak etmiş olurlarsa, batıl üzerinde ittifak etmiş olurlar. Bu durumda icma’a zarar verir. c. İcma’ın gerçekleşmesi imkânsızdır. Çünkü icma’ eğer kesin bir delile dayalı ise adette bunun nakledilmemesi mümkün değildir. Zira bu teşri’ usulü ile ilgili bulunduğu için bize nakledilmesi için birçok sebep bulunur. Büyük bir topluluğunda böyle bir olayı gizlemeleri imkânsızdır. Böyle bir topluluk tarafından icma’ın bize nakl edilmemesi onun var olmadığını bize gösterir. Eğer icma’ zanni bir delile dayalı ise İslam ümmetinin sayılarının çokluğu, zihinleri, meyilleri, arzuları, dillerinin farklı olması sebebiyle böyle bir olay hakkında ittifak etmek imkânsız olur. Bu durum bütün Müslüman toplumun aynı günde tekbir çeşit yemeyi yemekte ittifak etmelerinin imkânsız oluşuna benzer. d.İcma’ın mümkün olduğunu kabul etsek bile bunu bilmek mümkün olmaz. Çünkü müctehit âlimler çeşitli kıtalara dağılmış olarak yaşamaktadırlar158 157 158 Serahsi, a.g.e, c: I, s: 300. Serahsi, a.g.e, c: I, s:300, Cassas, a.g.e, c:III, s:266, Zuhayli, a.g.e. s:548-.54,.558-559 54 II. İCMA’IN NAKLİ İcma’ gerçekleştikten sonra nakledilmek durumundadır. Zira icma’ gerçekleştiği asırdan sonrakiler için geçerliliği olan nakli bir delildir. Bir dönemdeki bir mesele üzerindeki görüşler incelenir, bu görüşler arasında ittifak var ise, hem ittifak edenleri hem de diğer fertleri bağlayıcı bir delil hüviyetini kazanır. Bir meselede icma’ gerçekleştikten sonra bu icma’ın naklinin keyfiyetçe de önemli bir husustur. Fıkıh usulüne dair yazılmış olan eserler incelendiği zaman, usul âlimlerinin genelde iki nakil sınıfından bahsettikleri görülmektedir. Bunlar tevatüren nakil ve ahad yolla naklidir. Fakat Serahsi bu tasnife şöhret yolla gerçekleşen naklide ilave etmektedir. A. TEVATÜREN NAKLEDİLEN İCMA’ Bir mesele üzerinde icma’ olduğuna kanaat getiren müçtehitlerden daha sonraki nesile kesintisiz olarak tevatür yoluyla nakledilen icma’dır.159 Tevatüren nakledilmiş bir icma’ kesin ilim ve kendisiyle amel etmeyi gerektirir. Tevatüren nakledilen icma’ın kesin bir hüccet olduğu konusunda âlimler arasında bir ihtilaf yoktur. Genel olarak bu şekildeki icma’ın sahabe döneminde gerçekleşen icma’ olduğu âlimlerimiz tarafından zikredilmektedir.160 B. AHAD YOLLA NAKLEDİLEN İCMA’ İcma’ı gerçekleştirenlerden itibaren daha sonraki kuşaklara tevatüren değil de ahad yolla nakledilen icma’dır. Bu tür bir yolla nakledilen icma’ her ne kadarda yakin bilgi ifade etmese de âlimler tarafından meşru’ görülmüştür.161 Gazali ahad yolla nakledilen icma’ın bir hüccet değeri olamayacağını ifade etmektedir. Gazali bu konuda şöyle demektedir: “Bir kısım fakihlerin aksine haber-i vahidle nakledilen icma’ sabit olmaz. Bu şundan kaynaklanmaktadır: İcma’ kati bir delildir. Kitap ve mütevatir sünnetle hükmedildiği gibi icma’ ile de hükmedilmektedir. Serahsi, a.g.e, c:I, s:302, Şevkani, a.g.e, c:I, s:238, Zuhayli, a.g.e, c:I, s:576 Ebu Zehra, a.g.e. s:185 161 Amidi, a.g.e, c:I, s:254, Serahsi, a.g.e, c:I, s:302, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s:485 159 160 55 Haber-i vahid ise kesin bir bilgi ortaya koymaz. Aksine zanni bir bilgi ortaya koyar. Zann ifade eden bir şeyle katiyet ifade eden icma’ nasıl sabit olabilir.162 Gazalinin yöneltmiş olduğu bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Haber-i vahitle kesin bir bilgi ortaya koyan icma’ın ortaya koyduğu bilginin durumu hakkında bir şey iddia edilmiyor, iddia edilen husus haberi vahidle, ameli gerektiren zanni bir icma’ın sabit olup olamayacağıdır. Böyle zanni bir icma’ın haber-i vahdle sabit olması muhal bir şey husus değildir.163Serahsi de ahad yolla nakledilen icma’ın sabit olacağını, böylece hüccet sayılmayacağını söyleyenlere icma’ında sünnette olduğu gibi, mütevatir, meşhur, ahad yolla nakledilebileceğini ifade etmektedir.164 Amidi de ahad yolla nakledilen icma’ı, Hz. Peygamberden (s.a.v) ahad yolla nakledilen hadise kıyas ederek, ahad yolla nakledilen icma’ın hüccet olacağını ispat etmeye çalışmıştır165 Cumhur ahad yolla nakledilen icma’ın geçerli olacağını ve amel edilmesi gerektiği konusunda ittifak etmiştir. C. ŞÖHRET YOLUYLA NAKLEDİLEN İCMA’ Şöhret yoluyla icma’,icma’ın nakli tevatür derecesini bulmamakla birlikte şöhret bulmuşsa bu şekilde nakledilen icma’lardır. Bu tür icma’ naklini da ha çok Hanefi usul kitaplarında görmekteyiz166 III. İCMA’ VE ÇOĞUNLUĞUN GÖRÜŞÜ İcma’ın tanımı incelendiği zaman, icma’ın bir dönem de yaşayan müçtehidlerin tamamının ittifakıyla gerçekleşir. Acaba çoğunluğun bir mesele üzerinde ittifak etmesi veya birkaç kişinin muhalefet etmesiyle icma’ oluşa bilir mi, oluşamaz mı? Bu konuda âlimler arasında ihtilaf mevcuttur. Kimileri çoğunluğun görüşünü icma’ olarak kabul ederken kimileride icma’ olarak kabul etmemektedirler. Bu konudaki görüşleri şu şekilde sıralaya biliriz: 162 Gazali, a.g.e, c: I, s: 375 Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 485–486 164 Serahsi, a.g.e, c:I, s:302 165 Amidi, a.g.e, c: I, s: 254 166 Serahsi, a.g.e, c: I, s: 302 163 56 —Cumhura göre, çoğunluğun bir mesele üzerinde ittifak etmeleri icma’ olmaz.167 —Taberi, Ebu’l Hüseyin el-Hayyat ve diğer bir kısım âlimlere göre, icma’ın oluşması için müçtehidlerin tamamının ittifakı şart değil, çoğunluğun görüş birliğine varması icma’ için yeterlidir.168 —Cumhura muhalefet eden âlimlerin sayısı tevatür derecesine ulaşmamışsa o zaman icma’ oluşmaz. Ancak tevatür sayısına ulaşmamışsa o zaman icma’ gerçekleşir.169 —Çoğunlun görüşü hüccet olur fakat icma’ sayılmaz.170 —Her ne kadarda muhalefet caiz ise de çoğunluğun görüşüne uymak evladır.171 Bu konudaki görüşleri ortaya koyduktan sonra cumhurun görüşünü icma’ olarak kabul eden ve etmeyenlerin delillerini sıralayacağız. A. ÇOĞUNLUĞUN GÖRÜŞÜNÜN İCMA’ OLMAZ DİYENLERİN DELİLLERİ 1. İcma’ bir takım ayeti kerimeler ve hadisi şeriflerle yani naslarla hüccet olarak bilinmiştir. Yani hücciyyeti akli değil sem’i delillerle sabit olmuştur. Bu naslarda geçen ümmet ve mümin lafızları, ehli icma’ dediğimiz icma’ın oluşumuna katılacak olan müctehitlerin tamamını kapsar. Bunlardan bir tanesi bile muhalif olarak kaldığı sürece icma’ oluşmaz. İcma’ın hücciyyeti akli olarak değil ümmeti Muhammed’e bir lütuf olarak sabit olduğundan, İslam’ın kaynağı oluşunun illeti akılla anlaşılabilecek nitelikte değildir.172 Şirazi, a.g.e, c: II, s:705. Gazali, a.g.e, c:I, s: 374, Amidi, a.g.e, c:I, s:213 169 Gazali, a.g.e, c:I, s:348, Amidi, a.g.e, c: I, s: 213 170 Gazali, a.g.e, c: I, s: 348, Amidi, a.g.e, c: I, s: 213 171 Amidi, a.g.e, c: I, s: 213 172 Amidi, a.g.e, c: I, s: 214, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 454 167 168 57 2. Ashabı kiram bazı hükümlerde ihtilaf etmişler, bazen bir kişi bazen birkaç kişi içtihada bulunarak cumhura muhalefette bulunmuş, çoğunluğun görüşüne muhalif olmasına rağmen Sahabe, böyle münferit kalanların içtihatlarını caiz görmüş, hiç birisi çıkıp da yalnız kalanların muhalefetine karşı çıkmamıştır. Şayet çoğunluğun görüşü icma’ olsaydı hakkı ortaya koyma konusunda hiç kimseden çekinmeyen Sahabe topluluğunun sessiz kalması düşünülemezdi.173 3.Azınlığın muhalefetine rağmen çoğunluğun görüş birliğine varmasıyla icma’ oluşmuş olsa, bu icma’ muhalife karşı hüccet teşkil edecek ve muhalif müctehidin, delile dayalı olarak bildiğini bırakıp diğerlerini taklid etmesi gerekecek. Çünkü icma’a muhalefet caiz değildir. Hâlbuki müctehit hakkında böyle bir şey olamaz. Görüldüğü gibi muhalif müctehite karşı icma’ in’ikad etmiyor. Öyleyse çoğunluğun görüşüyle varılacak bir icma’ kesin bir hüccet değildir. Şayet kesin hüccet olsaydı içtihada bulunarak buna karşı çıkılmazdı.174 B. CUMHURUN GÖRÜŞÜNÜ İCMA’ KABUL EDENLERİN DELİLLERİ 1. Arapça’da bazen ekseriyet için umum ifadeler kullanılabilmektedir. Bu itibarla birkaç kişi dâhil olmasa da icma’ın hücciyyetini gösteren deliller alan ümmet ve müminler lafızlarıyla ekseriyet için kullanılabilir.175 2. Ekseriyetin görüşüyle icma’ın oluşacağı görüşünde olanların tutundukları bir delilde, Hz. Ebubekir’in hilafeti konusunda ki icma’dır. Hâlbuki sahabeden bu duruma itiraz edenler bulunmaktaydı. Şayet bir grubun muhalefetine rağmen icma’ oluşuyor olmasaydı Hz. Ebubekr’in hilafeti konusunda icma’a dayanılmazdı.176 173 Amidi, a.g.e, c: I, s: 214, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 454 Amidi, a.g.e, c: I, s: 214 175 Amidi, a.g.e, c: I, s: 214 176 Amidi, a.g.e, c: I, s: 214 174 58 3. Cemaatin haberi tevatür ulaşınca ilim ifade eder ve haberi vahide takdim olunur. Hâlbuki bir iki kişinin haberi böyle değildir. Bu kural içtihada da uygulanabilir.177 Her iki görüş sahiplerinin delilleri incelendiği zaman, müçtehitlerden muhalif kaldığı müddetçe icma’ oluşmaz. Ancak çoğunluğun görüşü de güçlü bir delildir. Bundan dolayı fıkıh kitaplarında cumhurun görüşüne büyük önem verilmiş ona muhalefet etmemeye özen gösterilmiştir. IV. İCMA’IN İŞLEVİ VE ÇAĞDAŞ EĞİLİMLER On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda İslam dünyasında birçok alanda yaşanan köklü değişim, dini alanda da yenileşmeci akımların seslerini yükseltmesine imkân hazırladı; İslam’ın ana kaynak ve hükümlerinin yorumlanması, kaynaklardan hüküm çıkarma metotlarına işlerlik kazandırılması yönünde ki tartışmaları canlandırdı. Şah Veliyullah, Muhammed Abduh, Muhammed İkbal, Ziya Gökalp gibi birçok düşünürün ve günümüz araştırmacıların klasik doktrindeki icma’ teorisine yeni bir bakış açısıyla tarihi tecrübedekinden farklı bir işlev yükleme çabalarıda bu sürecin bir parçasını teşkil eder. Bu alandaki araştırmaları ile bilinen Ahmed Hasan’a göre Müslüman toplumların tarihinde icma’, dini tecrübenin ve kültür mirasının korunmasında dikkate değer bir rol oynamış, hukuk, akide ve ibadet sisteminin bütününde birlik ve insicamı temin etmiş, toplumda diğer dinlerdeki paralel kurumlar gibi birleştirici bir güç olarak hizmet vermiş, İslam tarihinde ümmetin çoğunluğunun görüşünün tedricen oluşması suretiyle meseleleri çözmenin tabii bir süreci olmuş, fakat başlangıç merhalelerinde ileriye dönük ve tekâmül olduğu halde geriye dönük bir şekil içinde teoriye dökülmüştür. Yine ona göre, halk kesiminin dini olsun politik veya sosyal olsun toplum işlerindeki bilinçliliği modern çağlarda hızla geliştiğinden âlimlerin toplumsal iradenin temsilcisi olarak görülmesi ve klasik icma’ tanımı modern aklı tatmin etmemiş, Orta çağlar’ın temel karakteristiği olarak tek kişiye bağlılık terine kamusal iradeye bağlılığa bırakmıştır. Modernistlerin icma’ı bir reform aracı olarak kullanmak istemeleri veya 177 Amidi, a.g.e, c: I, s: 214 59 evrensel demokratik eğilimlerden etkilenerek kamuoyu, kamusal irade, toplumun entelektüel seçkinlerinin görüşü ve Müslüman ülkelerin temsili meclislerinin yasama faaliyeti gibi oluşumları icma-ı ümmetle açıklamaya çalışmaları da bundan kaynaklanır. İcma’ sadece birleştirici ve koruyucu bir otorite olarak görüldüğünde böyle bir reformu gerçekleştirmeye elverişli olmaktan çıkar. Ayrıca uzmanların ittifakı toplumsal irade tarafından onaylanmadığı sürece geçici olma özelliğini korur178. Çağımızda icma’a aktüel bir görev yüklemek isteyen yazarların büyük çoğunluğu içtihat kapısının kapanmış sayılmasından, aslında ileriye dönük ve tekamüle müsait bir karaktere sahip olan icma’ın geriye dönük ve katı şartlar taşıyan bir teori içine hapsedilmesinden ve İslam tarihinde yönetimlere genellikle saltanat ve istibdat anlayışının hâkim olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirip çağdaş demokrasi örneklerinin İslami telakkiye olan yakınlığını göstermeye çalışmakta, sonuç olarak şura ve icma’ kavramlarını özdeşleştirerek İslami şuranın canlandırılmasına ve ilk anlamıyla icma’ın gerçekleştirilmesi için uygun metotların bulunmasına çağrı yapmaktadır179. Muhammed Abduh ve onu takiben Reşid Rıza, birçok ilim adamı gibi icma’ın “müçtehidlerin ittifakı” şeklinde tanımlanıp müçtehidlere tahsisini yanlış bulur. Ve onun verimliliği için ülü’l-emr kavramına ağırlık verir. Ona göre icma’da asıl olan ümmetin icma’ıdır; ümmetin bütün fertlerinin toplanması mümkün olmadığından onları temsil edenlerin bir araya gelmesi ile maksat hâsıl olur. Ülü’l-emr, toplumsal alanın çeşitli alt dallarında bilgi ve söz sahibi kimseler olup itaatin vacip olması usulde belirtildiği üzere ismet sebebiyle değil maslahat sebebiyledir; maslahat ise zamana ve şartlara göre değişir. Şartlar ve durumlar değiştiğinde geçmişteki icma’ ilga edilebilir.180 Günümüzde icma’a yeni bir bakış açısıyla misyon yüklemeye yönelik çaba ve tartışmalar dikkatle izlendiğinde, icma’a has bir kurumsal işlerlik kazandırma yönündeki tezler bir tarafa, büyük çoğunluğun bu kavramla yine İslam kültürünün ürünü olan şura, içtihad ve örf kavramları arsında yakın paralellik kurduğu ve böyle bir Ahmed Hassan, a.g.e, s: 156, İbrahim Kafi Dönmez, “İcma’ md. , Diyavet Vakfı İslam Ansıklopedisi, c: 21, s: 427 179 İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 427, Muhammed İkbal, İslamda Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, İstanbul/ 1984, s: 194–195–196 180 İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 428 178 60 yaklaşımla çözüm üretmeye çalıştığı görülür. Bu sebeple işlevsellik ve mukayesesi açısından bu üç kavramın ayrı ayrı ele alınmasına ihtiyaç vardır. A.ŞURA VE İCMA İcma’ı bir tür şura olarak görenlerin haklı kılabilecek hususlardan biri amaç açısından ikisi arasındaki ortak kesittir. Zira her ikisi de toplumda birlik ve istikrarı sağlama amacında kesişmektedir. Öte yandan sahabe dönemindeki birçok uygulamanın izahında icma’ ve şura kavramlarının iç içeliği ve bunların daha çok icma’ olarak anılır olması icma’ı şura ile açıklama eğilimini destekler görünmektedir. Ancak gerek ahlaki ve beşeri bir davranış gerekse bir siyaset ilkesi olarak düşünülsün şura, ele alınan meselenin etraflıca müzakere edilip farklı görüşlerin ortaya konmasına ve kamuoyu oluşumuna imkân sağlayan usulün adı olup icma’da ki gibi bütün görüş sahiplerinin aynı noktada birleşmesini sağlama hedefini taşımaz. Şura sonunda ortaya çıkan hâkim kanaatin şurayı toplayan mercii bağlayıp bağlamayacağı hususunda farklı görüşler bulunması bir yana bağlayıcı olduğunu savunanlara göre dahi şuranın sonuçlanması için bütün katılımcıların aynı noktada birleşmiş olması şart olmadığı gibi yapılan tercihten sonra da diğer görüş sahiplerinin görüşleri saygınlığını korumaya devam eder. Onlar bakımından hâkim kanaatin bağlayıcılığı kendilerinin ikna edilmiş olmasından değil yetkili merciin tercihte bulunmasından dolayısıyla kamu otoritesini itaatin temelindeki düşünceden kaynaklanır. İcma’ı asli hüviyeti dışına çıkaran çoğunluk görüşünü icma’ olarak niteleme yaklaşımı bile bu iki kavram arasındaki temel farklılığı ortadan kaldırmaya yeterli değildir. Kaldi ki icma’ı bağlayıcı kılan asıl özellik bütün görüş sahiplerinin bir noktada birleşmiş olmasıdır. Konusu ve görüş belirtmeye yetkili katılımcıları açısından da icma’ ile şura arsında önemli farklılıklar vardır. İki kavram arsındaki öze ilişkin farklılık ortadan kaldırılamayacağından konu ve katılımcılar hususunda icma’ teorisinin şura anlayışına göre düzenlenmesinin bir anlamının olmayacağı açıktır.181 181 İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 428 61 B. İCTİHAD VE İCMA’ İcma’ın oluşmuş sayılması için fıkıh usulü eserlerinde ağır şartlar ileri sürülmesini eleştirenler başta olmak üzere birçok yazar, bu eserlerde icma’ın teorik plandaki tasvirine ağırlık veren anlatımdan etkilenerek icma’ı toplu içtihad olarak nitelendirmektedir. Bu yaklaşımı benimseyen birçok araştırmacı, icma’ı zamanımızda zihinleri kurcalayan dini meseleler için bir çözüm üretme müessesesi, hatta parçalanmış İslam dünyasını birleştirecek bir kurtarıcı gibi görmekte, iletişim, ulaşım ve koordinasyon imkânlarının arttığı günümüzde bu kurumun işler hale getirilmesinin kolaylaştığı savunulmaktadır. İcma’, mahiyeti ve pratik sonucu itibariyle bir içtihad türü değil içtihadın sağlıklı biçimde işlemesine yardımcı bir ilke olarak görülmelidir. Zira ictihad ya karşılaşılan fıkhi meseleyi doğrudan düzenleyen, fakat farklı biçimde anlaşılmaya elverişli olan bir nassın bulunması veya bu meseleyi doğrudan düzenleyen nassın bulunmaması halinde söz konusu olan ve işlev üstlenen bir faaliyettir. Her iki durumda da ortaya konacak ictihadi görüşlerin aynı noktada buluşması muhtemel değildir. Geriye, nassın farklı anlaşılmaya elverişli olup olmadığı ve nassın meseleyi doğrudan düzenleyip düzenlemediğini belirlemek kalır ki bunuda içtihadın üstlenmesi beklenirse kısır döngü içine girilmesi veya kesinlik taşıyan hiçbir dini hükmün bulunmadığının kabulü kaçınılmaz hale gelir. İşte icma’ bu noktada devreye girmekte, Hz. Peygamberin vefatından itibaren hiçbir din bilgininin farklı kanaat belirtmediği hususlar artık içtihadı faaliyete ihtiyaç hissettirmeyen alanı oluşturmaktadır. İcma’ı toplu ictihad olarak nitelemek, ancak bir dönemin müctehidlerinin bir ictihadi görüşte kendiliklerinden birleşmesi şeklinde teorik planda mümkün olsa bile onunda senedi re’y, maslahat vb. olacağından bağlayısı nakli icma’a nisbetle daha alt seviyede kalacak ve pratik bir sonuca sahip bulunmayacaktır. İcma’ın şartları incelenirken ortaya konan birçok görüş, icma’ı dayatma yoluyla sağlanan fikir birliği olması endişesine bertaraf etmeyi hedeflerken bir taraftandan icma’ın kendiliğinden bir fikir birliği olmasını zorunlu kılmaktadır.182 182 İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 428 62 C.ÖRF VE İCMA’ Örfün tanımı ve teorisi göz önünde bulundurulduğunda icma’ ile örf arasında bazı benzerliklerin tesbit edildiği gibi aralarında önemli farklar bulunduğu da görülür. İcma’, bir makamın yazılı şekilde açıklanmış iradesine dayanmaması ve kesin bir “olması gerekeni” göstermesi bakımından örf ve adet hukuk kurallarına benzerlik gösterse de kesin olmayan bir olması gerekeni gösteren diğer örf normlarından ayrılır. Öte yandan spontene bir biçimde oluşmaları açısından örf kuralları ile icma’ arasında benzerlik kurulabilirse de icma’ bağlayıcılığını hatasızlık inancından alan bir fikir birliğidir; örf ise sosyal hayatın kolaylıştırılması, toplunum düzeninin korunmasını hedefleyen, toplumun geniş kesiminde kabul gören ve uyulması yönünde genel bir inanç bulunan sosyal davranış kurallarıdır. Bütün bunların yanında icma’da temel unsur icma’a katılanların aynı noktada birleşmiş olmaları iken örfte genel bir kabulun olması yeterli olmaktadır. Hanefi âlimlerinin eserlerinde genel örfle sukuti icma’ı iç içelik taşır bir şekilde kullandıkları görülmektedir. Muhtemelen bu durum etkisiyle bazı düşünürler, icma’ ile örf ve maşeri vicdan kavramlarını birleştirmeye çalışmışlardır. Hâlbuki örfte söz konusu olan genel kabul ve inancın oluşmasının geniş zamana muhtaç olduğu açıktır. Hanefilerin bu kullanım şekilleri incelendiği zaman bunlarda Hz. Peygamberin zamanından beri hiçbir itirazla karşılaşmamış olma kaydından güç aldığı görülür.183 183 İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 428 63 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM I. İCMA’IN FURU’ FIKHA YANSIMASI İslam hukukunun kitap ve sünnetten sonra üçüncü delilin icma’ olduğunu nazari bölümde görmüştük. Kitap ve sünnet’ten delil bulunmayan konularda icma’a üçüncü derecede yer verilmektedir. Fakat furu’ fıkha dair yazılmış olan esreler incelendiği zaman icma’ delilinin iki kısma ayrıldığı görülmektedir. İcma’ ile hükmü verilmiş olan bir takım meseleler bütün mezheblerde aynı şekilde kabul görmüşken bir takım meselelerde ise sadece mezheb içi bir icma’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani icma’ın furu fıkha yansıması bir yönden genel diğer bir yönden de özel olmuştur. Biz burada vereceğimiz örneklerde bu iki durumu gözetmeye çalışacağız. Üzerinde İcma’ meydana gelmiş hükümleri bir araya getirme çalışmalarının günümüze ulaşan örneklerinden ilki İbnü’l-Münzir en-Nisaburi’ye aittir. İbnü’l-Münzir bu eserinde bir veya iki fakihin farklı görüşte olduğu durumlarıda icma’ kapsamı 64 içerisinde zikretmiştir.184 Fakat bu eser incelendiği zaman İbnü’l- Münzir bu eserinde icma’ muhalif olarak hüküm veren âlimlerin isimlerini zikretmektedir. Bu uslubu onun mezheb içi icma’a bir örnek teşkil etmektedir. İbnü’l-Münzir bu eserinde 765 meseleye dair icma’ ile verilmiş olan hükümleri zikretmektedir.185 İcma’ları derleyen diğer bir eserde, İbn Hazm’a ait olup ibadetler ve muamelatın yanı sıra akaidle ilgili icma’ edilmiş meseleleri de içermektedir. İbn Hazm Meratibü’l-icma’ adlı bu eserinde sadece “el-icma’u’t-tam” diye nitelendirdiği ve hakkında hiçbir ihtilaf bulunmayan meselelerin hükümlerine yer vermiştir; fakat İbn Teymiyye Nakdü Meratibi’l-icma adını taşıyan risalesinde bu iddianın gerçeği yansıtmadığını, hakkında farklı görüş bulunan durumların da icma’ olarak takdim edildiğini ifade eder.186 İcma’ dair yazılmış olan eserler incelendiği zaman bu eserlerdeki icma’ sayısındaki farklılıklar, eser sahibi olan âlimlerimizin icma’ telakkilerinin farklı olması vb. durumlardan dolayı icma’ iddialarının ihtıyatla karşılanması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. A.MEZHEB İÇİ İCMA’A DAİR ÖRNEKLER 1. Ebu Hanife’fe göre; sefihin harcamaları kısıtlanamaz. Böyle bir kısıtlamaya gidilmesi batıldır. Çünkü hacr; lügatte engellemek demektir. Bu da iki türlü olur. Biri israfa dalan kimsenin harcamalarının hacr altına alınması, diğeri borçlu kimsenin malının, borcunun ödenmesi sebebi ile hacr altına alınmasıdır. Sefihlik ise, nefsanî arzulara uyarak Şeriatın gereklerine aykırı davranmak, aklın gösterdiği yolu terk etmektir. Esasen kişinin iyilik yapma, hayır yapma gibi tasarruflarına müsamaha gösterilmesi bu işlerin mendup olması sebebiyledir. Ancak, bu harcamaların sefihlik ve israf yolu ile yapılması şer’an ve örfen kötülenmiştir. Bu sebeple sefihlikten dolayı harcama ehliyeti yok olmaz ve sefihlik aynı zamanda şer’i İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 430 İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 430 186 İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 430 184 185 65 işlerle ilgili hitapları düşürmesi yahut ikrar ettiği suçu gerektiren ifadenin geçerli kabul edilmemesi bakımından özür sayılmaz. Fakat namaz ile oruca ve içkiye kıyas edilirse bu düşünce gücünü kaybeder. Dolayısıyla Ebu Hanife’ye göre sefih bir kişi tasarruflarından dolayı hacr altına alınamaz. Bu mesele kendisine sorulunca zıhar, katil ve oruç kefaretleri ile ilgili ayetlerin umumi mana taşımalarını delil getirmiştir. Ona göre bu, ayetlerde sefihler istisna edilmiyor. Fakat İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; kendisini himaye etmek ve gözetmek için sefih kimsenin harcamaları kısıtlanabilir. Bunların dayandıkları delil sahabenin bu konudaki icma’ıdır. İmam Şafii’ye göre de sefih kişinin harcamalarını kontrol etme k için hacr altına alınabilir187. 2. İddet içerisinde bir kimsenin baldızı ile evlenmesi haramdır. Boşanmış kadının iddet müddeti bitmeden onun kız kardeşi ile evlenmenin haram olduğu hususunda icma’ vaki’ olmuştur. Emevi hükümdarı Mervan konu ile ilgili olarak sahabe ile müşaverede bulunmuş ve hepsi de böyle bir durumda iken evlenme vuku’ bulmuşsa, evlilerin ayrılmaları gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Ubeyde es-Selmani diyor ki; “boşadığı hanımın iddet müddeti bitmeden bir kimsenin baldızı ile evlenmenin haram olması ile öğleden önce kılınan dört rekât sünnete devam etmek hususunda ittifak ettikleri gibi, Ashab için hiçbir meselede ittifak etmemiştir. Hanefi mezhebinde de bu icma’ göre hüküm verilmiştir.188 3.Hanefi Mezhebine göre; namaz kılan kişi ayakta yahut ruku’da, yahut secdede iken uyursa abdesti bozulmaz. İmam Şafii aşağıda zikredilen Safvan b. Assal el-Muradi hadisine dayanarak bu şekilde uyuyan kimsenin abdestinin bozulacağına hükmediyor. Şafii hadiste geçen “uyku” ibaresinin delaletine dayanarak namazda uyku uyumanın abdesti bozacağına hükmetmiştir. 187 188 Ahmed bin ebi Sehl Serahsi, el-Mebsut, Daru’l-Ma’rife, Mısır/ 1324 h. c: XXIV, s: 158. Serahsi, a.g.e. c:IV, s: 202. 66 Fakat Hanefi mezhebi bu konuda icma’ dayanarak hükme varmıştır; hadisin umumi hükmünden ancak oturarak uyku uyumayı istisna etmektedir, geride kalanları ise kıyasın esası üzerinde bırakıyor.189 4. Hac veya umrede Safa ile Merve arsında sa’y etmek Hanefilerce vacip olduğu için bu sa’yı terk etmek kurban kesmeyi gerektirir. Şafii’ye göre Safa ile Merve arsında sa’y etmek rükün olduğu için terk edildiği takdirde hac geçerli olmaz. Hanefi mezhebinin bu konuda dayandığı delil: “Kim Beytullah’ı hac eder yahut umre yaparsa Safa ile Merve arasında tavaf etmesinde bir sakınca yoktur.190Bu ayeti kerime’de ki الجثاحsözünün zahirdeki manası bu işin vacip olmasını değil, mübah olmasını gerektiriyor. Ancak, Hanefi mezhebi bu meselede icma’a dayanarak kelimenin zahiri manası olan ibahayı terk edip vucup manasını almışlardır. Ayetin gerisi ise zahiri manası üzerinde kalmıştır.191 5. Bir kimse başka birini, karısını boşamak üzere vekil edip “eğer dilersen, istersen yahut murad edersen karımı boşa” tarzında eşanlamlı lafızlar söylese ve adam da bu kimsenin karısını aynı mecliste boşamayıp kalksa ve orada ayrılsa vekâleti batıl olur. Çünkü bu muamele, vekilin istemesine bırakılmıştır. Bu bırakılma işi ise o meclise mahsustur. Bu mesele alış-verişte isteğe bağlı temlik gibidir. Alış-verişteki temlik meclisten ayrıldıktan sonra geçerli olmadığı gibi bu mecliste de geçerli değildir. Burada vekil muhayyer manasındadır. Ashab ise talakta muhayyer bırakılsa kadının o mecliste bulunduğu müddet muhayyerlik hakkına sahip olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.192 6. Hanefi mezhebine göre; namazda kıraat ilk iki rek’ata mahsustur. İlk iki rekâtta Fatiha ve sure okunur, son iki rekâtta ise sadece Fatih okunur. Son iki rek’atta Fatiha okunmayıp beklense yine namaz caizdir. Hanefi mezhebinin bu meselede dayandığı esas Sahabenin icma’ıdır. Çünkü Hz.Ebu Bekir, Hz.Peygamber (s.a.v.)’in sağlığında son iki rek’âtta hamd ve sena yolu ile Bakara süresinin son iki ayetini okuduğunu, Hz. Ömer’in de akşamın bir rek’atında 189 Serahsi, a.g.e, c: I, s: 78 Bakara 2/158 191 Serahsi, a.g.e. c: IV, s: 50. 192 Serahsi, a.g.e. c: XIX, s: 128 190 67 sehven kıraati terk ederek üçüncü rek’atta bunu cehri olarak kaza ettiği; Hz. Osman’ın, yatsı namazının ilk iki rek’âtında kıraati terk edip son iki rekâtında aşikâre olarak bu kıratı kaza ettiği; Hz.Ali ile İbn-i Mes’udun da bu namazlarda son iki rek’atta kıraat yerine tesbih getirdikleri rivayet edilmiştir. Bir kimse Hz. Aişe’ye, farzların son iki rek’atında Fatiha okumaktan sorunca: “Sena ciheti ile oku” cevabını vermiştir. İşte bu şekilde dört halife ve Ashab’ın bu meselede icma’a varması Hanefi mezhebince yeterli delil olrak kabul edilmiştir.193 7.İmam Malik, meyve ve sebzelerde zekât olmadığı görüşündedir. Buna, Medinelilerin tatbikatını delil olarak gösterir ve Muvatta’da şöyle der: “Bize göre kendisinde ihtilaf olmayan sünnet ve ilim ehlinden duyduğum; hiçbir meyvede zekât olmamasıdır. Nar, şeftali, erik, incir, vb. meyvelerle bunlara benzemeyen diğer meyvelerde zekât yoktur. Yonca ve sebzelerin hiçbirisinde zekât yoktur. Satıldığı günden ve sahibi semenini teslim alındığından itibaren, üzerinde bir sene geçmedikçe semen üzerinde de zekât yoktur. İmam Şafii, İmam Ahmed, İmam Ebu Yusuf ve Muhammed bu görüştedir. Ebu Hanife ise toprak mahsülü olan her türlü ürünün zekâta tabii olduğu görüşündedir.194 8. İmam Malik’e göre seferden namazı kazaya kalan kişi sefer bittikten sonra onu üzerinde farz olduğu şekliyle kaza eder. Bu görüşe İmam Malik Medine ehlinin icma’ı ile ulaştığını ifade etmektedir. Bu görüşe Hanefi alimleri de katılmışlardır. Fakat Şafii ve Hanbelîlere göre ise seferde kazaya kalan namazın kazası hazarda kılındığı şekliyle kılınır görüşündedirler.195 9. İmam Malike göre Hamile kadın kan gördüğü zaman namazını terk eder. Çünkü hamile kadın da hayız görür. Bu konudaki delili Medine ehlinin icma’ıdır. Hanefi ve Hanbelîlere göre hamile kadın hayız görmez. Hamilelik esnasında gördüğü kan istihaze kanıdır. Bundan dolayı o namazı terk etmez.196 193 Serahsi, a.g.e, c: I, s: 18 Mustafa Said el-Hinn, Eseru’l İhtilafi fi’l Kavaidi’l Usuliyyetif fi İhtilafi’l Fukahai, Terc. Halil Ünal, Rey yayıncılık, Kayseri 1993, s: 330. 195 Hinn, a.g.e, s: 331. 196 Hinn, a.g.e, s: 331. 194 68 10.İmam Malik’e göre imama uyan kimse, imamın arkasında cehri olmayan namazlarda kendiside sessiz okur. Cehri namazlarda ise okumaz. O bu görüşüne Medinelilerin icma’ını delil getirir. Şafii’ye göre ise, kıratı sesli olsun sessiz olsun her namazda Fatihayı okumak imama uyan kimse üzerinde farzdır. Ebu Hanife’ye göre ise imama uyan kimse hiçbir namazda kıraat yapmaz.197 11.İmam Malik Medine ehlinin icma’ına dayanarak kamet sözlerinin tek olduğu görüşündedir. Şafii ve Hanbelîlerin tamamı da bu görüştedir. Hanefi âlimlerine göre kamet sözleri çifttir.198 12. İmam Malike göre bekâr kızın babası, kızın iznini almaksızın evlendirebilir. Onun bu konudaki delili Medine’deki uygulamadır. İmam Şafii ve Ahmed de bu görüştedir. Ebu Hanife’ye göre, kızının onayını alması babaya vacipdir ve nikâhın sahih olmasının şartıdır.199 13. İmam Malik hurma ve üzüm zekâtında tahmini caiz görmüştür. Tahmin, hurma ağacında bulunan taze hurmadan ne kadar kuru hurma çıkacağını, üzüm asmasındaki taze üzümden de ne kadar kuru üzüm çıkacağını takriben tespit etmekdir ki sahibi yiyebilsin ve satabilsin. İmam Malikin bu konudaki delili de Medine ehlinin İcmaıdır. İmam Malikin bu görüşüne İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel de katılmıştır.200 B.GENEL İCMA’A DAİR ÖRNEKLER Bu bölümde İslam âlimlerinin tamamının üzerinde ittifak etmiş oldukları meselelere dair örneklere yer vereceğiz. 1. Abdest ve gusül için su kullanmak kendisine zara veren bir kimsenin, abdest ve gusül yerine teyemmüm etmesi konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.201 197 Hinn, a.g.e, s: 335. Hinn, a.g.e, s: 331. 199 Hinn, a.g.e, s: 334. 200 Hinn, a.g.e, s: 330. 201 Ahmed b. Said b. Hazm, Meratibü’l-İcma’, Daru’l Kütüb-ü İlmiye, Beyrut, s: 18 198 69 2. Bir kimse abdestin farzlarını veya teyemmümün farzlarını ister unutarak, ister bilerek terk ederek namaz kılsa bu kimsenin kılmış olduğu namazın batıl olduğu üzerinde İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.202 3. İslam âlimleri taş ve yemek, deri, kemik cinsi olmayan her türlü temizleyici malzeme ile temizliğin caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.203 4. İslam Âlimleri İçersinde ipek, ipek karışımı bulunmayan, ğasb yoluyla elde edilmemiş olan her türlü elbise ile namaz kılına bileceği konusunda ittifak etmişlerdir.204 5. Bir kimse imam rükûdan kalmış ve cemaate kalmış olduğu bir halde cemaate uysa bu kişinin o rekâtı kaza etmesi gerektiği hususunda İslam âlimleri görüş birliği içindedir.205 6. Bayram namazları, kusuf namazları, gece namazı ve teravih namazlarının Müslümanlar için sünnet olduğu konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.206 7. İslam toplumunda zimmî hüviyetinde yaşayan kimseye zekât malından verilmeyeceği konusunda âlimler ittifak etmişlerdir.207 8. Mükateb olan bir kölenin malından, hür oluncaya kadar zekât alınmayacağı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir. 208 9. Ticaret için insanların tasarrufunda bulunan mallar zekâta tabii olduğu konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.209 10. Hasta olan bir kimsenin Ramazan ayında oruç tutmaya güc yetirebiliyorsa bu kimsenin oruç tutabileceği ve güç yetiremiyorsa iftar edebileceği konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.210 İbn Hazm, a.g.e, s: 20 İbn Hazm, a.g.e, s: 20 204 İbn Hazm, a.g.e, s: 29 205 İbn Hazm, a.g.e, s: 25 206 İbn Hazm, a.g.e, s: 32 207 Muhammed b. İbrahim b.el-Münzir en-Neysaburi, İcma’, Daru’l-Davet, İskenderiye 1406 h. s: 46 208 Neysaburi, a.g.e, s: 44. 209 Neysaburi, a.g.e, s: 45 202 203 70 11. Bir kimse namazın kasr edebilecek bir mesafede yolculuğa çıksa ve bu yolculuk esnasında ramazan ayı girse bu kimsenin ramazan orucu için olan sefer ruhsatından yararlanabileceği konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.211 12. İtikâfta olan bir kimse, itikâfa girdiği yerden kendisine çıkmayı mubah kılacak herhangi bir durum olmaksızın terk ederse bu kimsenin itikâfının batıl olacağı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.212 13. İhramlı olan bir kimsenin, ihram süresi içinde kara hayvanlarını avlayamayacağı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.213 14. Akıllı, ergenlik çağına gelmiş, hür, dininde adil olan ve malı en güzel bir şekilde değerlendiren kimsenin hacir altına alınamayacağı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.214 15. Bir kimse dinini terk için ikrah edilse, fakat bu kimsenin kalbi ikrah sırasında iman üzerine olsa, bu kimsenin söylediği kelime-i küfürden dolayı sorumlu olmayacağı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.215 16. Babanın dul olan kızının rızasını almaksızın, kızını evlendirmesinin caiz olmadığı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir. Bir kadın mehrini aldıktan sonra evlenmiş olduğu eşini, kendisiyle cinsel ilişkiye girmekten menedemeyeceği konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir216 17. Bir erkeğin denklik bakımından bir kadınla evlenebileceği konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.217 İbn Hazm, a.g.e, s: 40 İbn Hazm, a.g.e, s: 41 212 İbn Hazm, a.g.e, s: 41 213 İbn Hazm, a.g.e, s: 44 214 İbn Hazm, a.g.e, s: 59 215 İbn Hazm, a.g.e, s: 61 216 Neysaburi, a.g.e, s: 74 217 İbn Hazm, a.g.e, s: 64 210 211 71 18. Bir kadın farklı iki nikâh akdiyle, farklı kişilerle evlense ve bu kadınla evlendiği kişilerden herhangi biri cinsel ilişkide bulunmadıysa, bu kadın ilk kiminle evlendiyse o erkeğin eşi olacağı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.218 19. Bir suçlu zina, içki, kazf ve adam öldürme suçlarından dolayı, bu kişinin katli konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.219 20. Bir kimse karısını ric’i’ talakla boşasa, bu kadın için nafaka ve sükna hakkının olduğu konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.220 İbn Hazm, a.g.e, s: 61, 62 İbn Hazm, a.g.e, s: 129 220 İbn Hazm, a.g.e, s: 86 218 219 72 SONUÇ Sözlük anlamı itibariyle azmetmek ve ittifak etmek anlamına gelen icma’ kelimesi, İslam Hukukunun bir terimi olarak, en çok kabul gören tarife göre “Hz. Peygamberin vefatından sonra Müslüman müçtehitlerin, har hangi bir asırda şer’i bir meselenin hükmü üzerinde ittifak etmeleridir.” Hz. Peygamberin döneminde icma’ Rasulüllah (s.a.v.)’in yegâne teşri otoritesi olması sebebiyle delil olarak kullanılmamış, ancak Müslümanların zihnine, icma’ fikri iyice yerleştirilmiş, bunu sağlamak üzerede Müslümanlara iyi bir şura anlayışı ve istişare ruhu kazandırılmıştır. Bu ruhla hareket eden sahabeler, icma’ı pratik olarak uygulamış ve yeni meydana gelen meselelerin çözümünde icma’ müessesesini, kendisinden beklenen işlevi göstermiştir. Sahabeden sonra ise icma’, sahabenin farklı bölgelere dağılması, İslam coğrafyasının genişlemesi vb. gibi etkenlerden dolayı aynı işlevi yürütememiş, yeni meydana gelen olaylara çözüm üretme müessesi sıfatıyla bölgesel olarak gerçekleşmiştir. İslam hukuk âlimlerinin çoğunluğuna göre icma’ın oluşması mümkündür. Oluştuğu zaman da Müslümanların bağlayıcı kat’i bir delil olur. İlim adamları, İcma’ın İslam Hukukunun kaynağı olduğunu ispat etmek üzere Kur’an’ı Kerim’den ve Sünnetten birçok deliler göstermişlerdir. Bu deliller daha çok ümmet-i Muhammedin birlik ve beraberliğe, ümmetin bir hata üzerinde birleşmeyeceğine işaret eden delillerden oluşmaktadır. İcma’ın mutlaka nastan veya içtihat türlerinden bir delile dayanması gerekir. Buna icma’ın senedi veya müstenedi denir. Bu sened ayet ve hadislerden olabileceği gibi, içtihat türlerinden biri de olabilir. Ancak senedi sadece ayet ve hadisler olarak alırsak icma’ın fonksiyonu bu ayet ve hadislerdeki hükümlerin pekiştirilmesi olup aktüel bir yönü olmamakta, sened içtihat türlerinden bir olursa icma’ın aktüel işlevi gerçekleşmekte ve inşai bir delil olmaktadır. Çağımızın haberleşme ve ulaşım imkânları, geçmişte icma’ın oluşabilmesi için gösterilen engelleri büyük ölçüde problem olmaktan çıkarmıştır. Bu imkanlardan yararlanarak gereken organize sağlanabildiği takdirde zamanımızda icma’ oluşabilir. 73 Ancak zamanımızda da icma’ın oluşabilmesinin önündeki en önemli engellerden biri içtihat seviyesine ulaşmış yeterli ilim adamı yetiştirilememesidir. Bu problemin de içtihat için zorunlu olan çeşitli ilim dallarında uzmanlaşmış ehil elemanlardan oluşacak kurullarla aşılabilmesi mümkündür. İslamın çok önem verdiği şura prensibinin hukuk sahasında işletilmesinin pratik sonuçlarından biri olan icma’ delilinin, İslam hukukunun aktüel bir kaynağı olarak fonksiyon icra edebilmesi için gerçekleşmesini imkânsız kılacak şartlardan arındırılarak yeniden işlevsel hale getirilmelidir. Bu yolda yapılacak çalışmalar çoğu zaman ideal hedef demek olan icma’ ile sonuçlanmasa bile Müslümanların karşılaştıkları cevap bekleyen meseleleri çözebilecek ve belkide parçalanmış bir İslam Dünyasını birleştirici unsurlardan olacaktır. 74 KAYNAKÇA AMİDİ, Seyfüddin Ebi’l Hasan Ali b. Ali b. Muhammed, el-İhkam fi Usuli’l Ahkâm Kahire, 1967, Daru’k-İttihadi’l-Arabî BUHARİ, Abdülaziz b. Ahmed b. Muhammed, Keşfü’l-Esrar ala Usul’i İmam-ı Pezdevi, Beyrut, 1994, Daru’l-Kitab BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukuk-i İslamiyye ve İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul, ty, Bilmen basım ve yayınevi, CASSAS, Ebu-Bekir Ahmed b Ali Razi, Usulu’ı-Fıkh, Kuveyt,1994, Mektebet-ü İrşad CÜVEYNİ, Ebu’l-Meali Abdülmelik b. Abdullah b. Yusuf b. Muhammed, elBurhan fi Usuli’l-Fıkh, Şam,1999, Daru’l- Vefa, , DÖNMEZ, İbrahim Kâfi, , DİA, İstanbul, EBU ZEHRA, Muhammed, İslamda Fıkhı Mezhebler Tarihi, trc: Abdülkadir Şener İstanbul,1978, Ayyıldız Matbaası, --------------İslam hukuk Metedolojisi, terc., Abdülkadir Şener, Ankara,1997,Fecr yayınları EBU DAVUD, Süleyman b. Eşas, Sünen-i Ebi Davud, İstanbul, 1992, Çağrı Yayınları GAZALİ, Ebu Hamid Muhammed b.Muhammed, el-Mustasfa min İlmi’l-Usul, , Beyrut, 1997, Müessetü’r-Risale HİNN, Mustafa Said, Eseru’l İhtilafi fi’l Kavaidi’l Usuliyyetif fi İhtilafi’l Fukahai, Rey yayıncılık, Kayseri 1993, HANBELÎ, Şakir, Usul-u fıkhı’l- İslami, Mekke, 2002, Mektebet-ü Mekkiyye HUDARİ, Muhammed, Usulu’l-fıkh, , Kahire, 2003, Daru’l-Hadis 75 HALLAF, Abdülvehhab, Usulü’l-Fıkh, Kahire,1995, Daru’l-Fikr --------------Hulasatü Tarihi’t-Teşri’il-İslami, Mısır, ty. HASAN, Ahmed, İslam hukukunun Doğuşu ve Gelişimi, Terceme: Ali Hakan Çavuşoğlu, Hüseyin Esen, İstandul,1999, İz yayıncılık İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said b. Hazm, el-Muhalla bi’lAsar, Beyrut, 1997, Daru’l-Fikr, -----------el-İhkam, , Beyrut ty, Daru’l- Kutüb-i ilmiye -------------Meratibü’l-İcma’, , Beyrut, s: 18, Daru’l Kütüb-ü İlmiye İBN MANZUR, Ebu’l-Fazl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanü’lArab, Birinci Baskı, Kahire, 1119 h, Daru’l-Maarif İBNU’L KAYYIM Muhammed bin Ebi Bekr el-Cevzi, İ’lamu’l-Muvakkıin an Rabbi’l-Âlemin, Beyrut/1993, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye İBN MACE, Ebi Abdillah Muhammed b. Zeyd, Sünen-i İbn Mace, İstanbul, 1992, Çağrı Yayınları İBN TAYYİB, Ebi’l Hüseyin Muhammed bin Ali, el-Mu’temed fi Usulu’lFıkh, Beyrut, 2005, Daru’l- Kütibi- İlmiye, İKBAL Muhammed, İslam’da Dini TefekkürünYeniden teşekkülü, trc. Sofi Huri İstanbul,1999,Kırkambar Yayınları İBN MÜNZİR, Muhammed b. İbrahim en-Neysaburi, İcma’, İskenderiye 1406 h., Daru’l-Davet KARAMAN, Hayreddin, İslam Hukuk Tarihi, İrfan Matbaası, İstanbul /1979 ------------------İslam Hukukunda İctihad, Ankara,1975, DİB KELEŞ, Ekrem, İslam Hukukunun Kaynağı Olarak İcma’, Ankara Ünv,1994, 76 LUİS, Ma’luf, el-Müncid fi’l-Luğa, Beyrut, 1998, Daru’l-Meşrik MAKDİSİ, Muhammed bin Muflih, Usulu’l Fıkh, Riyad/1999, Mektebet-ü Ubeykan RAZİ, Fahrüddin Muhammed b. Ömer b. Hüseyin, el-Mahsul fi İlmi’lUsulBeyrut,1997, Müesssetü’r-Risale RIZA, Reşid ,Tefsirü’l-Menar, Kahire 1353, SERAHSİ, Ahmed b. Ebi Sehl, el-Usul, Beyrut, 1973, Daru’l –Ma’rife, -el-Mebsut, Mısır,1324 h, Daru’l-Ma’rife ŞABAN, Zekiyyuddin, İslam Hukuk İlminin Esasları.tec. İbrahim Kafi Dönmez Ankara,1990, T.D.V ŞEVKANİ, Ebu Bekr MuhammedAli bin Muhammed, İrşadü’l-Fuhul, Kahire, 1998, Daru’s-Selam, ŞİRAZİ Ebu İshak İbrahim, el-Luma’ fi Usuli’l-Fıkh, Beyrut,1998, Daru’lGarbi’l-İslami ŞAFİİ, Muhammed bin İdris, el-Ümm, Mısır,1325.h. , Matbaatü’l- Kübra, --------—er- Risale, Beyrut,1999, Daru’n-Nefais TİRMİZİ, Ebu İsa Muahmmed b. İsa b. Sevra, Sünenü’t-Tirmizi, Birinci Baskı, İstanbul,1992, Çağrı Yayınları YAVUZ, Yunus Vehbi, İcma’ , İslam Hukuk Araştırmaları Dergisi, 2004, ZEYDAN, Abdülkerim, el-Veciz fi Usuli’i Fıkh, Beyrut, 2000, Müessesetü’rRisale ----------İslam hukuk Metedolojisi, terc., Abdülkadir Şener, Ankara,1997,Fecr yayınları 77 ZUHAYLİ, Vehbe, Usulu’l-fıkhı’l-İslami, Dımeşk,1986, Daru’l-Fikr --------------Usulu’l-Fıkh, terc.Ahmed Efe ,Fıkıh Usul, İstanbul,1996 Risale 78