Evrimin İman Esasları By: Mar 19, 2011 F:Bir seneyi aşkındır iman ettiğim hakikatlerin delillerini seninle paylaşıyorum. Bazen anlattıklarımı kabul etmene ve bazen de sessiz kalmana rağmen, bütünüyle tasvip etmeye yanaşmadın. Zaten, bu senin iradî bir kararın. Müdahalem olmadığı gibi, itirazım bile söz konusu değil. Biraz susmayı tercih ediyorum. Bu sefer anlatma sırası sende. İman ettiğin hakikatlerin esaslarını anlat, ikna edersen, belki de sana tabi olurum. T:Gerçek mi söylüyorsun? Bana tabi olacak halin yok bence. Ben kısmen pozisyonumu değiştirdim, ancak sen ilk günkü gibi duruyorsun. F:Ateist misyoner olmadığına göre, benim pozisyon değiştirmem senin için pek önemli olmazsa gerek. T:Haklısın. Gerçi herkes bir nebze misyonerdir. Başkasını kendi fikrine çekmeye çalışır. Ancak, önemli olan hiçbir şekilde baskı oluşturmadan bunu yapmak… Yani doğrusunu başkasıyla paylaşıp, kararı ona bırakmak. F:Her neyse… İstersen asıl konumuza dönelim. Şimdiye kadar ki sohbetlerimizden anladığım kadarıyla, ateist düşüncenin en önemli iman esaslarından biri evrime imandır. T:Bence yanılıyorsun. Ateist olmak için evrim teorisini kabul etmek zorunlu değil. Ateistlerin evrim teorisini kabul etmeleri daha olasıdır diyebiliriz. Ancak, ateizm eşittir evrim teorisi demek yanlış. Hem de ateist olmadığı halde evrime inanan çok kişi var. Hatta Papa John Paul bile evrimin doğru olabileceğini kabul etmişti. F:Haklısın, bir yaratıcıya inandığı halde evrim teorisini kabul edenler var. Bu evrim propagandasının çok kuvvetli olduğunu gösteriyor. Evrimle Allah’a imanın bağdaştığını değil. Bence Darwinci anlayıştaki bir evrimle Allah’a iman birbiriyle asla bağdaşmaz. Behe’nin dediği gibi, böyle düşünenler kendilerini kandırıyorlar: “İster Yaratıcı, ister Pope Mary’nin fizikçisi veya bir başkası olsun, evrenin ötesinde belirli neticeler almak için evreni düzenleyen biri varsa, buna belki evrim diyebiliriz. Ancak, asla “Darwinizm” diyemeyiz. Darwin’in bilime temel katkısı, hiçbir bilinçli varlığın müdahalesi olmadan hayatın oluşumunu açıklayan bir mekanizmayı bulmasıdır. Sadece tesadüfî mutasyon ve doğal seleksiyon var Darwin’in teorisinde. Eğer akıllı canlıları netice verecek doğa kanunları kâinatın yaratılışında doğaya yerleştirilmişse hayat ‘doğal olarak gelişir’ ancak bu tesadüfî bir netice olmaz.”[1] T:Haklı olabilirsin. Bu inananların problemi… Ateizm evrim teorisinden önce de vardı. Ateizmi evrime indirgemek doğru değil. F:Evrim inancının ateist düşünce içinde pek önemli olmadığına söylüyorsun. Oysa şimdiye kadar ki müzakerelerimizde çok önemli sorular karşısında her sıkıştığında temel sığınağın evrim oldu. Darwin biraz önce söylediklerini duysa hayli alınırdı sanırım. “Hem düşüncemizi kullanıyor hem de bize pek kıymet vermiyor” derdi. T:Yanlış anlama. Evrim teorisi önemli değildir demiyorum. Sadece, ateist düşüncenin evrimle başlamadığını ve evrimle sınırlı olmadığını ifade etmek istiyorum. F:Bu söylediğine bir itirazım yok. İnsanda cüzi irade olduğu için, muhtemelen ateist düşünce insanlık tarihi kadar eskidir. Kanaatimce ateist düşüncenin bu devirdeki etkin peygamberlerinden biri de Darwin’dir. T:Bu konuda Richard Dawkins’in tespitine katılıyorum: “Evrim teorisi ateist düşünceye saygınlık kazandırdı.” F:Bence “saygınlık kazandırmak”tan öte, ateist düşünceyi savunulabilir hale getirdi. Yani insanlığın en önemli sorularına, Allah’a iman olmadan cevap verilebileceğini iddia etti. T:Evrim her türlü soruya cevap vermiyor. Evrimin neye cevap verdiğini ve neye cevap veremediğini iyi bilmek gerekir. F:Çok güzel. Tam da merak ettiğim bir nokta var. Evrime inanan birçok kişi evrimin birçok soruya cevap verdiğini düşünüyor. Anlaşılan sen onlara katılmıyorsun. T:Evrim, net olarak, canlı türlerinin nasıl ortaya çıktığına cevap veriyor. Yani, gördüğümüz milyonlarca çeşit karmaşık canlı varlıkların bir tek hücreden geldiklerine ilişkin kuvvetli deliller sunuyor. Ancak, ilk canlı hücresinin nasıl ortaya çıktığına ilişkin kesin bir cevap vermiyor. F:Bırakın ilk hücreyi, kâinatın bile, Büyük Patlama sonrasında evrimle oluştuğunu iddia eden sözde bilimsel tezler var. Sen bunların hiçbirine inanmıyorsun, öyle mi? T:Evrimin olması için üç temel unsurdan biri “üreme”dir. Cansız varlıklarda da bir nevi üreme sistemi olduğunu iddia edenler var. Ancak, pek kuvvetli değil. Dolayısıyla, canlı varlıklar dışında evrim olup olmadığını kesin olarak bilemeyiz diye düşünüyorum. Yüzde 50 ihtimal veriyorum. F:Doğrusu senin gibi rasyonel birinin hiçbir delile dayanmayan bir iddianın doğruluğuna yüzde 50 inanmasına şaşırıyorum. T:Delil var; ancak kuvvetli değil. Bence en önemli koşul “üreme” sisteminin olmasıdır. Eğer cansız varlıklarda da “üreme sistemi” ve mutasyon varsa, onların da evrimle oluştuğunu kabul ederim. Bazı bilim adamları, cansız maddelerin hücresi gibi olan kristallerin bir nevi üreme sistemine sahip olduklarını iddia ediyorlar. F:Gerçi bu teoriyi ilk defa senden duyuyorum; ancak şaşırmadım. Çünkü Batı dünyasında evrim inancı o kadar yaygınlaşmış ki, insanlar her şeyin evrimle oluştuğunu düşünür hâle gelmişler. Korkarım bir gün gelecek, kimse mucitlere patent parası da ödemeyecek. Teknoloji harikalarının da evrimle oluştuğunu iddia edecekler. T:Bu mümkün değil. Çünkü mucitlerin ellerinde imzalı, tarihli belgeler var. F:Kuşkuyla yaklaşan biri bunları kolaylıkla reddedebilir. Her neyse… Konuyu başka yöne çekmek istemiyorum. Anladığım kadarıyla evrim teorisinin senin için çok önemli olduğunu kabul ediyorsun. O halde, seninle bu teorinin temellerini müzakere edebiliriz. Evrim teorisine, detaylarına inmeden bakınca makul gibi gelebilir. Ancak, biraz yakından bakınca, hiç de makul olmadığı anlaşılır. Hiç unutmuyorum. Çocukken, köyümüzün etrafındaki dağların zirvesine gözümü diker ve oraya gidip gökyüzüne dokunmayı hayal ederdim. Çünkü uzaktan bu gözlerle bakınca, dağların zirvesiyle dünyanın tabanına bitişik gibi görünüyordu.[2] Oysa daha sonra edindiğim bilgiler ışığında akıl gözüyle semaya baktığımda, sonsuzluk ufkunun ne olduğunu hatırlatıyordu bana. Kanaatimce, evrim teorisi de insanlara çocuksu bir ufku veriyor. Evrim gözüyle bakınca, harikulade canlı türlerinin, tabii şartlar dâhilinde, tesadüfen oluştukları makul gelebilir. Oysa akıl gözüyle bakınca, bu mucize eserlerin kör tesadüfün ve aptal tabiatın eseri olmadığı açıkça görünür. T:Akıl gözüyle bakmaktan neyi kastediyorsun. F:Evrim teorisinin dayandığı temelleri aklen sorgulamayı kastediyorum. Daha önce de söylediğim gibi, teorinin doğru olup olmadığını ispat için fosil aramaya gerek yok. Öncelikle, teoriyi mantık kuralları dâhilinde akıl terazisinde tartmalıyız. Eğer aklen kabul edilecek bir tarafı yoksa safsata olduğunu kabul etmeliyiz. Safsata için delil aramaya gerek yok. “Modern arabanın evrimi” diye bir teori ortaya atsam, bunun için delil mi arayacağım? Hayır, ispata veya çürütmeye gerek yok. Safsata deyip, geçeriz. Çünkü söz konusu görüşü çürüten binlerce delili herkes kendi hayatında zaten biliyordur. İlim ve kudret sahibi ustalar olmadan araba yapmanın mümkün olmadığını küçük bir çocuk bile kabul eder. T:Bence evrim teorisine safsata demek binlerce bilim adamına hakarettir. Diyebilirim ki, evrim teorisi günümüzde modern bilimin en saygın teorilerinden biridir. Hakkında binlerce makale çıkıyor her yıl. F:Bir düşüncenin yaygın olması tek başına doğruluğuna delil olamaz. Bilim tarihi yanılgılarla doludur. Bir zamanlar mutlak bilimsel hakikat kabul edilen birçok şey var ki, sonradan yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. O halde, günümüzde birçok Batılı bilim adamının evrime inanması, evrimin doğruluğuna yeterli delil olamaz. Rasyonel prensiplere göre hareket eden biri öncelikle teorinin temel dayanaklarına bakmalıdır. T:Bu konuda seninle hemfikirim. Kanaatimce, bilim adamları, evrim teorisinin temel dayanaklarının sağlam olduğunu çok kuvvetli delillerle ortaya koymuşlar. Sen bu konuda ödevini yapmayan öğrenci gibisin. Evrimle ilgili okumaları yapsan, sorularına cevap bulursun. Merak ediyorum bugüne kadar evrimle ilgili kaç kitap okudun? F:Saymadım. Ancak, şunu söyleyebilirim. Benim evrimle ilgili kitap ve makale okumalarım senin İslam’la ilgili okumaların birkaç katı kadardır. Hem de günümüzde seküler eğitim alan birinin evrim teorisini bilmemesi neredeyse imkânsız. Kaldı ki, sen benim bilgi eksikliğimden evrimi reddettiğimi düşünüyorsan, buyur meydan senin. Bildiklerini paylaş. Makul ise kabul ederim. Ancak, hiçbir şeyi sorgulamadan kabul etmemi bekleme. Çünkü ben öyle bir dine mensubum ki, iman etmem için öncelikle delilleri görmem ve onlara şahitlik yapmam isteniyor. Beni körü körüne bir şeye bağlanmaktan men ediyor. T:Benim bildiğim dinler insanlardan öncelikle iman etmelerini istiyor. Sonra da iman ettikleri şeyi makul gösterecek delilleri sunmaya çalışıyor. Sen aksini savunuyorsun. Bir örnek verebilir misin? F:Elbette. İslam belki de akla ve delile öncelik tanıyan müstesna bir dindir. Müslüman olmanın ilk ve en önemli şartı olan “kelime-i şahadet” insanları öncelikle hiçbir ilah olmadığına “şahitlik yapmaya” çağırıyor. Yani gözün önündeki sebepler, tabiat ve tesadüf perdelerini kaldırıp, kâinatta hiçbir şeyin ilah olabilecek vasıflara sahip olmadığını görmeye davet ediyor. [3] Daha sonra da her şeyi her şeyiyle yaratan tek bir ilah olduğuna “şahit olmamızı” istiyor. Malum, bir şeye şahit olmak için bizatihi görmek lazım. Bir araba kazasına şahitlik yapan biri mahkemede “ben inanıyorum ki kaza şöyle oldu” derse şahitliği kabul edilmez. Aynen öyle de, İslam insanları öncelikle tek bir ilahın olduğunu gösteren delilleri (ayetleri) görmeye davet ediyor. Bu şahitliği yaptıktan sonra da imanını ilan edip, kulluk yapmasını istiyor.[4] Bu sırdandır ki Hz. Muhammed (a.s.m.) zatında bütün insanlığa verilen ilk ilahî mesaj “iman et” değildir. “Oku!”dur. Çünkü İslam, insanların kâinat ve Kur’an kitaplarındaki ayetleri okuyarak, Rabbimizi gösteren işaretlere şahit olduktan sonra iman etmeye davet ediyor. T:Daha önce de söyledim. İslam’ın bu yönünü takdir ediyorum. Daha geçenlerde bir Hıristiyan arkadaşımla müzakere ediyordum. İsa’nın öldükten sonra mezardan dirilişine gelince, “Biz buna iman ederiz. Aklen izah edemeyiz” demişti. Seninle bir yılı aşkındır düzenli olarak görüşüyoruz. Hiç bu tarz bir kaçamak yola gitmedin. İslam’ın bütün ilahları reddedip, insanları tek bir ilaha iman etmesini de ilginç buluyorum. Bir arkadaşımın tabiriyle “Biz ateistlerin ilahlara imanı açısından Müslümanlardan bir eksiğimiz var. Biz bütün ilahları reddettiğimiz gibi, Müslümanların kabul ettiği ilahı da reddediyoruz.” F:Ben de tam tersini düşünüyorum. Siz bir ilahı reddetmekle, her şeyi ilahlaştırıyorsunuz. Çünkü İslam’ın kabul ettiği sonsuz ilim, sonsuz kudret ve sonsuz hikmet sahibi bir ilahı kabul etmeyen, kâinattaki zerreler adedince ilah kabul etmek zorunda kalır.[5] [1] Michael Behe, The Edge of Evolution, s. 229. [2] “İnsan sathi (üstünkörü) ve gayr-ı kasti bir nazarla batıl ve muhal (saçma) bir şeye baktığı zaman, hakiki illetini (sebebini) bulamadığı takdirde, çar-naçar sıhhatine (doğruluğuna) veya inkârına kail olmakla (inanmakla) kabul etmesi ihtimali vardır. Fakat talip ve müşteri sıfatıyla kasten ve bizzat dikkatle bakacak olursa, onların hikemiyat (hikmet veya bilim) dedikleri o batıl meselelerden hiçbirisini de kabul etmez.” (Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü’l-İ’caz, Bakara Suresi, Tevhidin İspatı, Mukaddeme) [3] Öte yandan, “tabiatın perdesi ile Allah'ın nurunu görmeyen insan, her şeye bir ulûhiyet(ilahlık) verip, kendi başına musallat eder.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Otuzuncu Söz, Birinci Maksat, Birinci Haşiye) [4] İnsan, Allah’ı beden gözüyle göremez, ancak akıl gözüyle görebilir. Bu anlamda şahadet etmek akıl gözüyle görmektir. Bunun içindir ki, ehl-i Sünnetin kabul ettiği Eş’arî ve Maturidî mezheplerinin ikisine göre de Allah’ın varlığını aklî delil getirerek bilmek farzdır. Maturidî daha da ileri gider ve peygamber gönderilmeksizin bile Allah’ı bulmanın gerekli olduğunu ve insanların bundan sorumlu olacağını söyler. Hem Maturidî hem de Eş’arî, inanan insanların, Allah’ın varlığına aklî deliller getirmesi gerektiğinin şart olduğunda hemfikirdir. Başka bir deyişle üzerine düşünmeden, bir gelenek veya dogma gibi Allah’a inanmanın doğru olmadığını söylemişlerdir. Her iki ekole göre de bir mazereti olmaksızın, Allah’ın varlığına aklî deliller getirmeyen bir mümin günah işlemiştir. [5] “Hem nasıl ki, bulutsuz gündüz ortasında, güneşin, deniz yüzünde bütün kabarcıklar üstünde ve karada bütün parlak şeylerde ve karın bütün parçalarında cilvesi (yansıması) göründüğü gibi ve aksi müşahede edildiği halde güneşi inkâr etmek, ne derece acîb bir divanelik hezeyanıdır. Çünkü o vakit bir tek güneşi inkâr ve kabul etmemekle, katarât (damlalar) sayısınca, kabarcıklar miktarınca, parçalar adedince hakiki ve bilasâle (kendi zatıyla) güneşçikleri kabul etmek lazım geliyor. Her zerrecikte–ki ancak bir zerre sıkışabildiği halde–koca bir güneşin hakikatini, içinde kabul etmek lazım geldiği gibi; aynen öyle de, şu sıravârî, içinde her zaman hikmetle değişen ve düzgünlük içinde her vakit tazelenen şu muntazam kâinatı görüp, Hâlık-ı Zülcelâl’i evsaf-ı kemaliyle (kemal sıfatlarıyla) tasdik etmemek, ondan daha berbat bir dalalet divaneliğidir, bir mecnunluk hezeyanıdır. Zira her şeyde, hatta her bir zerrede bir uluhiyet-i mutlaka (mutlak ilahlık) kabul etmek lazımdır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Onuncu Söz, Birinci İşaret)