TEMAS Geştalt yaklaşımını diğer yaklaşımlardan farklılaştıran en önemli noktalardan biri de temas kavramı üzerine yaptığı vurgudur. Geştalt yaklaşımında temas kavramı, hem psikolojik sorunların ortaya çıkışında, hem de büyüme ve değişmenin sağlanmasında oynadığı rol nedeniyle çok önemlidir. Temas, organizma ile çevre arasındaki temas sınırında yaşanır. Bu anlamda Geştalt yaklaşımının asıl odak noktasının organizmanın kendisi, fiziksel ve sosyal çevresi ile kurduğu temasın “nasıl olduğuna bakmak” olduğu söylenebilir. Sağlıklı bir temasın sağlanabilmesi için öncelikle temas yollarının açık olması işlevseldir. Sağlıklı bir temasın sağlanabilmesinin diğer bir koşulu ise temas sınırının esnek ve geçirgen olmasıdır. Organizma çevresiyle temas kurarak ve geri çekilerek bir ritm içinde ihtiyaçlarını karşılar. Bu ritmin nasıl olacağı temas biçimlerine göre belirlenir. Temas ve geri çekilme ritminin bozulmasından birey ve çevre eşit derecede sorumludur. Ritmin bozulmasının nedeni organizmanın ihtiyaçları ile toplumun(çevrenin) ihtiyaçları birbirinden farklılaştığında, organizmanın kendi ihtiyaçlarının mı, yoksa toplumun ihtiyaçlarının mı daha önemli olduğunu ayırt edememesidir. Temas, organizma ile çevre arasındaki temas sınırında yaşanır. Geştalt yaklaşımına göre organizma ve çevre bir bütün olarak ele alınmalıdır, çünkü organizma çevresiyle temas kurmadıkça ihtiyaçlarını karşılayamaz ve dolasıyla da varlığını sürdüremez. Fizyolojik düzeyde kişinin, nasıl havaya, yemeğe, içmeye ihtiyacı varsa psikolojik düzeyde de diğer insanlara ihtiyacı vardır. Perls (1973:25) insanoğlunun psikolojik varlığını sürdürebilmesi açısından en temel dürtüsünün özdeşim kurmak olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla kişi ile çevreyi birbirinden ayırmak ve bunları ayrı ayrı ele almak mümkün değildir. Perls (1973:17) bunu şöyle bir örnekle açıklamaktadır.: “Ben bir ağaç görüyorum.” Cümlesi özne, nesne ve yüklem olarak kısımlara ayrılabilir. Ancak bu yaşantı, yani bir ağaç görme yaşantısı, kısımlara ayrılamaz, çünkü ağacın görülebilmesi için, hem ağaca, hem de kişiye ihtiyaç vardır. Geştalt bakış açısına göre psikoloji, insanı, çevresi içinde ele alarak, kişi ile çevre arasındaki temasın gerçekleştiği sınıra odaklanmaktadır; çünkü tüm düşünceler, davranışlar, hareketler ve duygular bu temasla belirlenmektedir (Perls 1973:17). İnsanı organizma ve çevrenin bir fonksiyonu olarak gören ve tüm düşünce, davranış, hareket ve duyguların bu ikisi arasındaki temasla belirlendiğine inanan Geştalt yaklaşımı, bu bakış açılarına uygun olarak, insanı hem bir birey, hem de sosyal bir varlık olarak ele alır. Her insanın kendine özgü ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçlarını fiziksel ve sosyal çevreden karşılamak durumundadır. Bunu gerçekleştirebilmek için dedoğuştan getirdiği iki önemli özelliği vardır. Bunlardan birincisi kişinin, ihtiyaçlarının çevredeki karşılıklarını hissetme kapasitesine sahip olmasıdır (Perls 1973:17). Örneğin bir bebek acıktığında, çevresindeki şekillere, kokulara, seslere ve renklere aldırmaksızın annesinin memesine yönelir. İkinci özelliği ise fiziksel, psikolojik ve sosyal bir denge hissine sahip olaması, yani kendi ihtiyaçları ile fiziksel ve sosyal talepler arasında bir denge kurmaya yönelik olmasıdır. Örneğin bir bebek annesinin memesine ulaşamadığında yeme ihtiyacını karşılamak üzere kendisine sunulan biberona yönelebilir. Bir başka deyişle, kendi ihtiyaçlarını çevresinde bulabildiği koşullara göre karşılayabilir. Yaşantı, organizma ve çevre arasındaki temas sınırının bir fonksiyonudur. Temas sınırı organizmanın “ben” olanı, “ben olamayanlara” göre deneyimlediği yerdir. Organizmanın ben sınırı daha önceki deneyimlerine ve yeni yaşantılarına göre belirlenir (Polster ve Polster 1974:108). Tüm psiklojik olaylar bu yemas sınırında oluşur. Başka bir deyişle, temas sınırı, organizmanın hem diğerlerinden ayrıştığı, hem de onlarla temas kurduğu yerdir (Clarkson ve Mackewn 1993:56). Temas sınırında yapılan seçimler yaşam biçimini, içinde yaşanılan kültürün yapısını, iş aile ve aşk ilişkilerini belirler (Korb ve ark. 1989:33). Dolayısıyla temas sınırı hem organizmaya, hem de çevreye aittir. Bu nedenle de temas sınırı sabit değil dinamik bir yapı gösterir, yani organizmadaki, çevredeki ve organizma ve çevre arasındaki değişikliklere bağlı olarak an ve an değişir. Büyüme ve değişme ancak temas yoluyla sağlanabilir Geştalt yaklaşımında temas kavramının çok önemli olmasının nedeni, organizmanın ancak temas yoluyla büyüyebileceğine ve değişebileceğine olan inançtır (Clarkson ve Mackewn 1993:55). Temas, organizmanın diğer insanlarla ve çevresiyle buluşmasıdır (Perls 1951/1996:30-72). Bir başka deyişle temas, kişi ile çevresi arasında olanlardır. Yemek yemek, koşmak, hissetmek, bağırmak, gülmek, sarılmak, kavga etmek, sevmek gibi kişi ile çevresi arasında oluşan her türlü ilişki temastır.Temas ancak iki şey arasında gerçekleşebilir. Temasta bir alışveriş söz konusudur.(?) Temas sırasında gerçek veya “metaforik” anlamda bir şey “alınır” veya bir şey “verilir”. Bu alışveriş tanımlanabilen iki farklı şey (insan, nesne, durum gibi) arasındaki çekim ya da itmeye bağlı olarak ortaya çıkar (Korb ve ark.1989:33). Örneğin birirsiyle karşılaştığınızda ona selam vermeniz de, onunla konuşmanız da, yüzünüzü buruşturmanız da, ona bakmamaya çalışmanız da bir temas şeklidir. Temas sadece canlı varlıklarla değil, cansız varlıklarla da kurulabilir (Polster ve Polster 1974:102). Bir ağaca bakmak, güneşin batışını seyretmek, bir kuş sesi duymak veya bir mağaranın sessizliğini dinlemek de temas kurmaktır. Kişi kendisiyle de temas kurabilir (Korb ve ark. 1989:33). Nasıl ki yürürken yerçekiminin farkında olmuyorsak, aynı şekilde temasın da her zaman farkında olamayabiliriz. Birirsiyle oturup konuşurken, ne söylediğimizin, ne gördüğümüzün veya ne duyduğumuzun farkında olabiliriz ama nasıl temas etmekte olduğumuzun farkında olmayabiliriz. Bu tür farkında olunmayan temaslar büyüme ve değişmeye yol açmaz. Perls ve arkadaşlarına (1951/1996:276) göre temas, özümsenebilir yeniliklerin kabul edilmesine ve özümsenemeyen yeniliklerin rededilmesine yol açarak yeni davranışların ortaya çıkmasını sağlar. Başka bir deyişle, özümsense de özümsenmese de çevre ile temas kuran organizma kaçınılmaz olarak değişir çünkü temas organizmanın aynı kalmasını olanaksız kılar. Polster ve Polster (1974:101)’a göre organizma temas ederek değişmek için kendini zorlamaz, temas ettiğinde zaten değişmiş olur. Temas, değişimin temel taşıdır ve değişim için gerekli enerjinin ortaya çıkmasını sağlar. Ancak temas sonucunda nasıl bir değişimin ortaya çıkacağı önceden bilinemez, tahmin edilemez. Değişim organizma için zararlı ve yıkıcı yönde de olabilir(Korb ve ark. 1989:33). İyi bir temasın sağlanabilmesi için temas yollarının açık olması gerekir İnsanların çevreleriyle temas edebilmeleri, öncelikle duyu organları yoluyla, yani gözler, kulaklar, burun, dil, cilt yoluyla sağlanır. Bu duyu organları temas sınırını belirler ve kişiye sağlıklı bir şekilde işlevde bulunabilmesi için gerekli bilgileri iletir( Korb ve ark. 1989.39). Diğer iki temas kurma yolu ise konuşma ve hareketlerdir. Temasın büyüme ve değişmeye yol açabilmesi öncelikle bu temas yollarının kullanılıp kullanılmadığına ve sonra bunların nasıl kullanıldığına göre belirlenir. Bazı durumlarda temas, bu yollardan biri kullanılarak, bazı durumlarda ise birkaçı kullanılarak sağlanır. Görme Temas kurma yollarından biri de görmektir. Ancak temas açısından bu yeterli değildir. Temasın sağlanabilmesi için öncelikle kişinin görmeye istek duyması, ne gördğünün farkında olması ve gördüğünü anlamlandırbilmesi de gerekir. Başka bir deyişle, temas açısından, bakmak değil, gerçekten görmek gerekir. Dinleme Temas kurma yollarından bir diğeri dinlemektir. Ancak, aynı görmede olduğu gibi, sadece sesleri işitmek temas açısından yeterli değildir. Temasın sağlanabilmesi için önce kişinin dinlemeye istekli olması, dinlediklerini anlamlandırbilmesi ve dinlediklerine uygun tepkiler vermesi gerekir. Bzaı kişiler eleştirilmeye karşı çok hassas olduklarından, olumsuz ifadeleri mutlaka duyarlar, ama olumluları önemsemezler. Bazı kişiler çatışmadan korktukları için yüksek sese tahammül edemezler. Bazı kişiler çok mekanik bir biçimde konuşurlar, ses tonlarında iniş çıkışlar yoktur. Yine çok alçak ya da yüksek sesle konuşmak, nefesini ayarlayamayarak nefes nefese veya kesik kesik konuşmak da teması engeller. Ancak dinleme ile ilgili olarak en sık yaşanan sorun işittiklerimizi yanlış anlamlandırmaktan kaynaklanır. Konuşma Konuşma, dinlemeyle çok yakından ilişkili bir temas yoludur. Kişinin konuşurken kullandığı dilin özellikleri de çevresiyle temas kurabilmesi açısından önemlidir.Örneğin bazı kişilerin kullandığı dil çok zengin ve renklidir. Bazılarının özellikle duygularla ilgili sözcük dağarcığı çok fakirdir. Bazıları o kadar detaylı ve çok konuşurlar ki, asıl konu üzerinde odaklanmakta zorluk çekerler. Bazıları aynı cümleleri sık sık tekrarladıkları, bazıları ise çok soyut ve genel konuştukları için dinleyenin sıkılmasına yol açarlar. Yine bazı kişiler sürekli jargon kullanarak karşısındaki kişinin kafasını karıştırırlar. Bazıları ise konuşurken özne kullanmadıklarından kimden bahsettiklerini anlamak mümkün olmaz. Bazıları hiç susmaz, bazıları da bir türlü söyleyecek bir şey bulamaz. Bütün bunlar teması engelleyen konuşma biçimleridir. Teması engelleyen konuşma biçimlerinden bir başkası ise sürekli çift mesaj vermektir. Bazı kişiler sürekli “evet, ama…” oyunu oynarlar. Örneğin “evet, çok güzel olmuşsun, ama rujun fazla kırmızı”, “iyi olmuş, eline sağlık ama tuzlu olmuş” gibi ifadeler, dinleyen kişinin cümlenin hangi kısmına inanacağını belirleyememesine yol açar. Yani kişi ruju fazla kırmızı olduğu içingüzel görünmediğini mi düşünsün, yoksa cümlenin ilk kısmını dikkate alarak güzel göründüğüne mi inansın bilemez. Bazı kişiler düz cümle kurmak yerine sürekli sorularla iletişim kurmaya çalışırlar. Örneğin “Sen onu seviyormusun?” diye öyle bir ses tonuyla sorarlar ki aslında amaçları bu soruya cevap almak değil, “ben onu sevmiyorumi sen de sevme, seversen gözümden düşersin” demektir. Bazı kişiler ise ben dili yerine “siz” dili kullanırlar. Örneğin “böyle durumlarda siz üzülüyorsunuz tabi” ya da “bu tür konuşmalar insanın canını sıkıyor.” gibi ifadeler kullanan bu tür kişiler aslında “”böyle durumlarda ben üzülüyorum” ya da “bu tür konuşmalar benim canımı sıkıyor” demek istemekte, ancak sorumluluğu üstlenmeyerek bu duygularını diğer insanlara genellemektedirler. Konuşmanın yanı sıra gülmek de temas yollarından biridir. Hiçbir şeye gülmemek, çok abartılı bir şekilde gülmek, hemen herşeye gülmek gibi davranışlar kadar ses çıkarmamaya ve ağzını açmamaya çalışarak gülmek, çok tiz bir sesle gülmek ya da gülmek için kendini zorlamak gibi davranışlar da temasın engellenmesine neden olabilir. Dokunma Günlük dilde temas sözcüğünün ilk çağrıştırdığı temas yolu dokunmadır. El sıkışma, sarılma, okşama, öpme, itme, vurma, en sık kullanılan fiziksel dokunmalardır. Dokuma diğer beş duyumuzdan biri olmakla beraber aslında tüm duyumların merkezindedir (Polster ve Polster 1974:129). Örneğin görmek ışık dalgalarının gözümüze dokunması, koku ve tat alma ise gaz ya da sıvı şeklindeki kimyasal maddelerin burnumuza ve dilimize dokunmasıdır. Aslında birbirimizi dinleyerek, birbirimize bakarak vaya birbirimizle konuşarak da birbirimize “dokunuruz”. Günlük dilimizdeki “onun o bakışı içime dokundu”, “anlattıkları bana çok dokundu”, “dokusalar ağlayacağım”, “o davranışı onuruma dokundu” gibi ifadeler de dokunmanın çok çeşitli ve farklı biçimlerde temas kurmamızdaki önemini vurgulamaktadır. Dokumanın diğer temas yollarını da kapsaması ve diğer temas yollarından farklı olarak dokunma sırasında arada çok az mesafe olması, hatta hiç mesafe olmaması, dokunma yoluyla temasın daha etkileyici olmasına yol açmaktadır. Bu nedenle de dokunma ile ilgili pek çok yasak ve kural vardır. Örneğin “değerli şeylere dokunma”, “cinsel organına dokunma”, “erkeklere/kızlara dokunma”, “pis yerlere dokunma” en sık karşılaşılan yasaklardandır. Kiminle el sıkışılabileceği, kiminle el ele tutuşulabileceği, kiminle kol kola girilebileceği, kimin öpülebileceği, kime sarrılımabileceği, kime vurulabileceği, kime yumruk atılabileceği ile ilgili her toplumun kendi kuralları vardır. İnsanların el sıkışma tarzı da temas açısından önemlidir. Bazı kişiler çok sert el sıkışarak, bazıları ise parmaklarının ucuyla dokunarak temas ederler. Bazı kişiler çok samimi oldukları kişileri bile öomekten, bazıları kadınları, bazıları da erkekleri öpmekten kaçınırlar. Yine bazıları konuşurken karşısındaki kişiye sık sık dokunurken, bazıları çok uzak durarak asla dokunmak istemezler. Bu tür davranışların hepsi teması etkilemektedir. Koklama Koklama da, diğerleri kadar belirgin etkileri olmasa da önemli temas yollarından biridir. Bazı kişiler kokulara karşı çok hassas iken, bazıları ancak kötü kokular olduğunda bundan etkilenmektedirler. Kuşkusuz bir temas yolu olarak kokuların önemini en iyi vurgulayan parfümlerdir. Yine soğuk bir günde sıcak kahvenin kokusu, acıktığımızda yemek kokusu, sevdiklerimizle paylaştığımız çiçek kokusu, rakı sofrasında rakının kokusu vb. çevremizle kurduğumuz temaslar açısından önemli olabilir. Tat Alma Tat alma daha çok yiyecek ve içeceklerle temas kurma yollarımızdan biridir. Bazılarımız televizyon seyrederek ya da yolda yürüyerek, bazılarımız “çiğnemeden yutarak” , bazılarımız çok yavaş ve uzun uzun çiğneyerek yemek yeriz. Bazılarımız tatlıdan, bazılarımız ekşiden, bazılarımız acıdan hiç hoşlanmayız. Bazılarımızın ağzının tadı pek çabuk bozulurken, bazılarımız ağzımızda her tadı hissederiz. Hareket Etme Bir diğer temas kurma yolu ise bedenin kullanılmasıdır. Bazı kişiler bedenlerini spontan ve esnek bir biçimde kullanırken, bazıları daha gergin, daha katı ve daha kontrollüdürler. Bazıları “sopa yutmuş” izlenimi verirken, bazıları sallana sallana, bazıları zıplayarak, bazıları omuzları önde, bazıları da karınları önde yürürler. Kimisi bacaklarını kapayarak, kimisi açarak, kimisi bağdaş kurarak oturmayı sever. Bütün bu yürüyüş ve oturuş tarzları çevremizdekilerle olan temasımızı farklı biçimlerde etkiler. İyi bir temasın sağlanabilmesi için temas sınırının esnek ve geçirgen olması gerekir Psikolojik açıdan sağlıklı kişiler, hem kendileriyle, hem de çevreleriyle iyi bir temas içindedirler (Korb ve ark. 1989:47). İşlevsel temas kurabilen organizmalar, kendileri ve çevreleri arasındaki sınırın farkındadırlar ve kiminle, neyle, ne zaman ve nasıl temas kurabileceklerini belirleyebilirler. Bu organizmalar temasa açıktırlar ve “ben” sınırları da esnek ve geçirgendir. Başka bir deyişle, kişinin ben sınırı temasa ne kadar izin veriyorsa, temas sınırı da o kadar esnek ve geçirgendir (Polster ve Polster 1974:108). Herkesin sınırlarının esnekliği ve geçirgenliği farklılık gösterir. Bazı organizmalar “ben” sınırlarında rahatlıkla önemli değişiklikler yapabilirler ve dolayısıyla hızla büyüyebilirler. Böylece ihtiyaçlarına kendi seçimleriyle, sorumluluğunu alarak ve sahip çıkarak ulaşabilirler bunun sonucunda da güvenli olmanın yanı sıra kendi kontrolünde olmayan durumlar için bile enerjik ve etkili, işlevsel tepkiler verebilirler. İhtiyaçlarını tamamlayan, hedeflerine ulaşan organizmalar “ben” sınırı esnek olan organizmalardır. Bazı organizmalar ise temasa kapalıdırlar, ben sınırını genişletmezler ve dolayısıyla da büyüyüp gelişemezler.(Nereye kadar esneyeceğiz?) Bu tür katı, streotipik davranışları olan organizmalar, ne iyi bir temas kurabilirler, ne de bunu sürdürebilirler. Sürekli gelecekten endişe duyan, her şeyi kontrol etmeye çalışan organizmaların “ben” sınırları çok kalın ve katıdır. Bu tür organizmalar riske girmekten, yeni bir şeyler denemekten, farklı yönlere gitmekten çok korkarlar. “Ben sınırları”nın içine öyle bir hapsolmuşlardır ki, bu sınırları genişletmek düşüncesi bile onlara çok yabancıdır. Örneğin sevgilisinden ayrılan ya da eşinden boşanan biri ben sınırlarını genişletmek ve yeni bir yaşam, yeni bir uyum, yeni bir sevgili bulmak yerine zamanını ya o kişiye sürekli öfkelenerek, ya da kendine acıyarak ya da gelecek için kaygılanarak geçiriyorsa, ben sınırlarını genişletmiyor, aksine daraltıyor demektir.( Sistemler açısından nedir acaba? mesela “kitle bizi yalnız bırakıyor” olabilir mi) Ben sınırı farklı açılardan da tanımlanabilir. Bunlar beden sınırı, değer yargıları sınır, alışkanlıklar sınırı ve diğerlerinin dikkatini çekme sınırı olarak adlandırılabilir (Polster ve Polster 1974:1159. Örneğin beden sınırları esnek olan kişiler bedenlerinin tüm kısımlarının farkında olmaya çalışırlar, bedensel ihtiyaçlarına önem verir ve onu spontan ve rahat bir biçimde kullanırlar. Beden sınırları katı olan kişiler ise sadece bedenlerinin bazı kısımlarından gelen duyumların farkına varabilirler, bazı kısım(örneğin cinsel bölge) ve işlevlerinin farkına varmayı istemezler. Değer yargıları sınırı da işlevsel bir temas kurulmasını engelleyebilir. Örneğin “derli toplu ve temiz olmak her şeyden önemlidir”, “insan her zaman önce sevdiklerini düşünmelidir”, “kadınlar zayıftır”, gibi değer yargılarına sahip olan kişiler çevreleriyle rahatça temas kurarak ihtiyaçlarını karşılayamazlar. Alışkanlıklar da temas sınırının katılaşmasına önemli bir katkıda bulunurlar. Bazı kişiler alışkanlıklarına o kadar bağlıdırlar ki, memnun olmadıkları halde, işlerini, arkadaşlarını, ilişkilerini hatta okudukları gazeteyi bile değiştirmek istemezler Bir eşik atlamaktan, yeni bir şeyler denemekten korkarlar. “yenisi daha mı iyi olacak sanki?”, “gelen gideni aratırmış”, “eski köye yeni adet mi getireceksin*” gibi ifadelerle değişmemeye ne kadar dirençli olduklarını ortaya koyarlar. Duygularını ifade etme temas açısından önemli bir başka sınırdır. Bazı aileler çocukların duygu ve ihtiyaçlarını ifade etmesini çok küçük yaşlarda yasaklamaya başlarlar. Örneğin “ağlama”, “bağırma “, “isteme”, “çok gülme”, “koşma”, hatta “eğlenme” gibi yasaklarla büyüyen çocuklar, büyüdüklerinde de kendilerini sınırlamakla kalmaz, ağlayanlardan, bağıranlardan, isteyenlerden, gülenlerden, koşanlardan ve eğlenenlerden de uzak durular.( İzin vermeme, bu kutbun yabancı olması) Bir başka sınır ise diğerleri tarafından fark edilme, onların dikkatini çekme ile ilgilidir. Bununla ilgili katı sınırlar oluşturmuş olan kişiler için, ister iyi, ister kötü yönde olsun, öne çıkmak çok korkutucudur. Eleştirilmekten korktukları için bloke olup hiç konuşmadıkları, başkaları acıyacak diye hiçbir sıkıntılarını söyleyemedikleri ya da nazar değecek diye yaşadıkları olumlu şeyleri sakladıkları olur. Bütün bunlar ise diğer insanlarla yakın ilişki kurmalarını engeller. Sınırların esnek ve geçirgen olmaması ile ilgili olarak tüm bu yaşananlar bir çok güçlüğün oluşmasına vesile olabilirler. Temas ve geri çekilme bir ritimdir Kişi, duyumları yoluyla yeni bir ihtiyacının farkına vardığında, bu ihtiyacını karşılamak üzere gerekli düzenleme ve ayarlamaları yapabilmek için çevreyle temasa geçer. İhtiyacını karşıladıktan sonra ise teması keserek geri çekilir. Örneğin acıkan bir kişi doyduktan sonra yemek yemeği bırakır, arkadaşınıözleyen biri onunla konuşup özlemini giderdikten sonra telefonu kapatır, sınavdan başırıyla geçen bir öğrenci artık o dersi çalışmaz. Daha sonra başka bir ihtiyaç ortaya çıktığında kişi yeniden çevresiyle temas kurarak bu ihtiyacını karşılar ve sonra tekrar geri çekilir.Buna temas ve geri çekilme ritmi denir. Başka bir deyişle, temas ve geri çekilme ritmik bir örüntü içinde ihtiyaçlarımızı karşılamamızı sağlar. Kişinin ihtiyaçlarına ve bunları karşılama biçimlerine göre belirlenen temas-geri çekilme ritmi iki şekilde bozulabilir. 1Temas veya geri çekilme durumunda çok uzun süre kalınmasıdır. Eğer temas çok uzun sürerse etkisini kaybeder, hatta rahatsız edici olur. Örneğin çok fazla yemek yediğinizde yediklerinizin tadını alamazsınız ve midenizde de bir rahatsızlık duyarsınız, arkadaşlarınızla çok uzun süre telefonda konuşursanız, hem sonunda konuşacak konu bulamazsınız, hem de çok fazla para ödersiniz. Diğer taraftan, geri çekilme çok uzun süre devam ederse, yani hiç yemek yemez, kimseyle görüşmez veya ders çalışmazsanız fiziksel, psikolojik ve sosyal yaşamınız engellenmeye başlar ve hatta ölürsünüz. Temasın ve geri çekilmenin işlevsel ya da işlevsel olup olmadığı şu sorulara verilen cevaplarla belirlenebilir. Kimlerle ve nelerle temas kuruluyor? Ne kdar süre ile temas kuruluyor? Nasıl temas kuruluyor? Nelerden geri çekiliniyor? Ne kadar süre ile geri çekiliniyor? Nasıl geri çekiliniyor? 2Ne temasın , ne de geri çekilebilmenin tam olarak yaşanamamasıdır. Örneğin kişinin birirsiyle konuşurken veya bir şeyi dinlerken aklının başka yerde olması, çok sıkıldığı halde bir kişi ya da durumdan uzaklaşamaması, ne seyrettiğinin farkında olmasa bile televizyona bakmaya devam etmesi, uykusuzluk çekmesi gibi durumlar, temasın ve geri çekilmenin iyi bir şekilde gerçekleştirilmediğinin göstergeleridir. Temas ve geri çekilme ritmi temas biçimlerine (ilişki tarzı) göre belirlenir Geştalt yaklaşımına göre temas ve geri çekilme ritmi, çevreyle temas kurarken kullanılan yollara, yani temas(ilişki) tarzlarına göre belirlenir. Perls ve ark. (1951/1996), insanların kişilerarası ilişkilerinde altı farklı temas tarzı kullandıklarını ifede etmişler ve bunları içe alma, iç içe geçme, yansıtma, kendine döndürme, duyarsızlaşma ve kendini seyretme şeklinde adlandırmışlardır. Daha sonra Polster ve Polster (1974:89), bu temas tarzlarına “saptırma”yı eklemiş, Crocker (1981) ise kendine döndürme temas tarzının Perls ve arkadaşlarının öne sürdüğünden başka bir formda da ortaya çıkabileceğine dikkat çekmiştir. Biz ilişki tarzlarını karşıtlarıyla birlikte ele almayı tercih ediyoruz. Duyarsızlaşma (Desensitization) Aşırı duyarlılık (Flooding) Yansıtma (Projection) Harfi harfine uyma(Literralness) Psikolojik dişleri olmama (Introjection) Fazla çiğnemek (Chewing) Enerjiyi kendine yöneltme (Retroflection) Buluşma (Encountering) Amaçtan sapmak (Deflection) Odaklanmak (Focusing) Ayrışmamışlık (Confluance) Bireysellik (Egotizm) Burada bunları kısaca ve Geştalt yaklaşımında çok sık kullanılan yemek yeme metaforuyla açıklayalım, Duyarsızlaşma: Kişinin kendi bedeninden gelen duyumların ve duygularının farkına varamamasıdır. Yemeğin tadının ve kokusunun farkına varmadan yemeğin yenmesi.. Yansıtma: Kişinin kendi duygu, düşünce, davranış ya da özelliklerini bir başka kişiye, duruma ya da objeye atfetmesidir. Yenilen yemğin tükürülmesi ya da kusma.. Psikolojik dişleri olmama: Kişinin çevresinden gelen duygu, düşünce ve davranışları ayırtetmeden, olduğu gibi içine alarak kabul etmesidir. Yemeğin çiğnemeden yutulması… Enerjiyi kendine yöneltme: Kişinin diğerlerinden beklediklerini (sevgi, ilgi, öfke gibi) kendine veya diğerlerine göstermesidir. Dudaklarını yeme, başkalarına yedirme…. Amaçtan sapmak: Kişinin ötekinden gelen mesajları, tepkileri, duygu ifadelerini duymaması, görmemesidir. Yemek yememek için ağzını sıkı sıkı kapatmak… Ayrışmamışlık: (İçiçe geçme) Kişinin kendisi ve diğerlerini “bir” olarak görmesi, kendi sınırlarını belirleyememesidir. İçiçe geçen kişi, karşısındaki yemek yerse yer, yemezse yemez, ve karşısındakinden de kendi yemek yerse yemesini, yemezse yememesini bekler. İlişki tarzları Organizma ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çevreyle ve kendisiyle temas ederken bu ilişki tarzlarını kullanır. Organizmanın kullandığı ilişki tarzları onun istek ve ihtiyaçlarını gerçekleştirmesine yardımcı olursa geştalt tamamlanır ve geri çekilme yaşanır. Yani temas ve geri çekilme ritmi bozulmaz. Organizmanın kullandığı ilişki tarzları onun istek ve ihtiyaçlarını gerçekleştirmesine hizmet etmez hatta engel olursa geştalt tamamlanamaz ve temas geri çekilme ritmi bozulur. Geştalt yaklaşımında organizmanın ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyen bu ilişki tarzları “temas bozuklukları”, “teması kesintiye uğratanlar”, “sınır rahatsızlıkları”, “dirençler”, “işlevsel olmayan temas biçimleri”(?) gibi başlıklar altında ele alınmaktadır. Görüldüğü gibi bu ifadeler “negatif” bir anlam taşımakta ve sanki tüm bu ilişki tarzlarının zararlı ya da uygunsuz oldukları, dolayısıyla da kullanılmamaları gerektiği gibi bir izlenim yaratmaktadırlar. Oysa bu ifadelerde belirtildiği gibi “bozukluğa”, “kesintiye”, “rahatsızlığa” ya da dirence yol açan, ilişki tarzının kendisi değil; ne zaman, nasıl, kime karşı, hangi durumda, ne kadar sık ve ne kadar süre ile kullanıldığıdır. Başka bir biçimde tüm bu ilişki tarzları, ne yararlı ne de zararlıdır. Kullanıldıkları yere, zamana ve duruma göre ihtiyacı gidermek için işlevsel ya da işlevsizdirler. Organizma temas ederken ilişki tarzlarını birbirinden bağımsız kullanabileceği gibi, birkaçını ya da hepsini birlikte de kullanabilir. Psikolojik dişleri olmadan yutma (İçe alma) ilişki tarzı, diğer bütün ilişki tarzlarının temelinde yer alır ve dolayısıyla diğerlerine mutlaka eşlik eder. Bazı durumlarda organizma ilişki tarzlarını o kadar karmaşık bir şekilde kullanıyor olabilir ki organizmanın hangi ilişki tarzlarını kullandığını fark etmek ya da kullandığı ilişki tarzlarını birbirinden ayırt etmek hiç de kolay olmaz. Geştalt yaklaşımı açısından ilişki tarzları çok önemli bir konudur, çünkü organizmanın kendisiyle ve çevresiyle sağlıklı bir temas kurmasını ve dolayısıyla ihtiyaçlarını karşılamasını nasıl ve hangi yollarla engellediğinin saptanması, nelerin düzenleneceğinin ve nasıl bir yol izleneceğinin belirlenmesine çok önemli bir katkıda bulunur. Temas ve geri çekilme ritminin bozulmasından organizma ve çevre birlikte sorumludurlar Geştalt yaklaşımına göre temas ve geri çekilme ritminin bozulmasından, yani organizma ile çevre arasında bir denge kurulamamasından, aralarında bir uyum sağlanamamasından, hem organizma, hem de çevre birlikte sorumludur. (Perls 1073:16). Bir başka deyişle, aralarındaki uyumsuzluk için, ne tek başına organizmayı, ne de tek başına çevreyi sorumlu tutmak doğru olmaz. Örneğin sevdiğimiz biri ile ilişkilerimizin bozulmasında o kişinin davranışları kadar bizim davranışlarımız da rol oynamaktadır.Bu nedenle sorunu iki kişi birlikte yarattığına göre çözümü de ikisi birlikte gerçekleştirmeli, eşit derecede sorumluluk yüklenmelidirler. (Benim katkım nedir?) Organizma ile çevre arasındaki dengenin bozulmasının temel nedeni, organizmanın ve toplumun ihtiyaçlarının birbirinden farklılaşması ve bu durumda organizmanın kendi ihtiyaçlarının mı, yoksa toplumun ihtiyaçlarının mı daha önemli olduğunun ayırt edememesidir (Perls 1973:28). Aile, okul, işyeri, belli bir şehir ya da ülke, işçi sınıfı gibi birbirleriyle fonksiyonel anlamda ilişkisi olan kişilerin oluşturduğu her grup “toplum” olarak düşünülebilir. Organizma, diğer organizmalarla temas kurma ihtiyacı nedeniyle ait olduğu gruplardaki organizmalarla temas kurmak ister. Ancak bu temas sırasında zaman zaman organizmanın tekil ihtiyaçları ile grubun veya başka bir deyişle toplumun veya gruptaki diğer organizmaların ihtiyaçları arasında çatışmalar ortaya çıkabilir.Tekil veya grup ihtiyaçlarının çatışması halinde organizma en önemli ihtiyacının ne olduğuna karar vermek(ihtiyaçların sıralanması) ve bu kararına göre ya teması sürdürmek ya da geri çekilmeyi seçer. Her iki durumda da organizma daha az önemli bulduğu ihtiyacını seçmemiş olur, ama bu, ne organizma, ne de toplum için çatışmaya neden olmaz. Ama organizma, ihtiyaçları arasında uzun süre bir seçim yapamaz ya da yaptığı seçim ihtiyacını gidermede işlevsiz olursa, ne çevresiyle iyi bir temas kurabilir, ne de geri çekilebilir. Bu durum, organizmayı da, toplumu da doyuma ulaştırmaz ve çatışmalara neden olabilir. Organizma, ihtiyaçları arasında bir seçim yapamadığındaveya seçimlerinden tatmin olmadığında şu iki sağlıksız yoldan birini seçme eğilimi gösterebilir. 1Organizmaın, toplumun sınırlarını aşması, yani geri çekilmek yerine, toplumun kurallarını çiğnemesi ve suçlu konumuna düşmesidir. Suç işleyen kişikendisi ve başkaları arasındaki sınırı ayırt edemediğinden başkalarının ihtiyaçlarını göremez ve anlayamaz.(????????????????) 2Organizmanın çok fazla geri çekilmesi ve toplumun kendi sınırlarını aşmasına izin vermesidir. Bu durumda ise kişi nevrotik olur. Nevrotik de, suçlu gibi, kendisi ile çevre arasındaki sınırı ayırt edemez, ama suçludan farklı olarak nevrotik kendi ihtiyaçlarının farkında değildir. Nevrotik kişi toplumu kendinden önemli bulurken suç işleyen kişi kendini toplumdan daha önemli bulur. Sağlıklı kişiler ise, ne toplumun kendi sınırlarını aşmasına izin verirler, ne de kendileri toplumun sınırlarını aşarlar. Özetlenecek olursa, Geştalt yaklaşımı, organizma ile çevre arasındaki dengenin bozulmasının, sadece organizmadan ya da sadece çevreden kaynaklandığına inanan diğer yaklaşımlardan farklı olarak sadece “organizma”daki ya da sadece “çevre”deki aksaklıklara değil, organizma ile çevre arasındaki “temas sınırında” ortaya çıkan sorunlara odaklanır. Bu nedenle de, temas sınırının özellikleri kadar temas ve geri çekilme ritmi de en uygun ve en işlevsel ritmi oluşturmada önemlidir.