YAZILI ANLATIM TÜRLERİ 1. DÜŞÜNCE DEĞERİ OLAN YAZILAR 1.1. GEZİ 1.2. ANI 1.3. GÜNLÜK 1.4. İNCELEME 1.5. BİYOGRAFİ 1.6. OTOBİYOGRAFİ 1.7. BİBLİYOGRAFİ 2. BÖLÜM SONU SORULARI 1. DÜŞÜNCE DEĞERİ OLAN YAZILAR 1.1. GEZİ YAZISI Bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ilgi çekici özelliklerini anlattığı yazı türüdür. Gezi yazıları gezip görmenin, iyi bir gözlemin ürünüdürler. Gezi yazılarının tarihi çok eskidir. İnsanlar hep uzak ülkeleri, uzak ülkelerin doğasını, insanlarını, bu insanların yaşayış biçimlerini ve yarattıkları kültür eserlerini merak etmişlerdir. Bir nedenle başka ülkelere giden kişilerle karşılaştığımızda, onları soru yağmuruna tutmamız bundandır. Günümüzde televizyon görüntüleri dünyanın birçok kültürünü yanı başımıza getirdiği halde, hâlâ gezi anılarını dinlemenin ya da okumanın tadı başkadır. Gezi yazılarının çok yönlü anlatım olanakları vardır. Uzunluğu çoğu zaman kitap olacak kadardır. Gazetenin iç sayfalarından birinde dizi halinde günlerce yayınlandığı da olur. Okuyucunun sıkılmadan, merakla okuduğu bir yazı türüdür. Gezi yazısı yazarken ilgiyi uyanık tutmak, okuyucuda okuduğu yerleri görme isteği uyandırmak çok önemlidir. Gezi yazarlığı ayrı bir ustalığı gerektirir. Yazar gezdiği yerlerin ilginç özelliklerini hemen fark edecek kıvrak bir zekâya ve kültür birikimine sahip olmalıdır. Gezi yazısı ile röportaj arasındaki farklar Gezi yazılarıyla röportaj birbirine karıştırılmamalıdır. Gezi yazısında ilgi çekici yerler anlatılır. Röportajda olduğu gibi, sorunları deşmek, arkasındaki sorunları duyurmak, kamuoyu oluşturmak amacı güdülmez. Gezi yazıları bir bakıma anıya ve günlüğe de benzer fakat onlardan ayrı bir yazı türüdür. Gezi yazısının belirleyici özellikleri şunlardır: • Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır. Gezi için yapılan hazırlıklar; yolculuk, yolculuk sırasında görülen ilgi çekici olaylar; varış, varıştaki ilk izlenimler... • Gezi yazılarında da kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmak önemlidir. Aynı yerler daha önce de başkaları tarafından görülmüş, yazılmış olabilir. İkinci gidişte görülenlerle, ilk gidişte görülenler arasındaki farklara bile değinmek gerekir. Bu da gezi yazılarının zamanla tarihsel belge olduğunu ortaya koymaktadır. • Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma ile bilgi toplama ve fotoğraflarla desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir. • Gezi yazılarında yazar; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Ayrıca okuyucuya değişikliği gösterebilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden de yararlanabilir. • Resim kullanılmalıdır. Gezi Yazısı Örneği ÜSKÜP’TE TÜRK EVLERİ Üsküp Türk kesiminde, beni hep sıcak bir Anadolu havası kucakladı. Çocukluk günlerimin taş döşeli sokaklarından birisine benzer bir sokaktan geçerken sordum: İsminin Evliya Çelebi Sokağı olduğunu söylediler. Evlerin kapıları, pencereleri, perdeleri, boyaları beni bırakmıyorlardı. Büyük kervansarayların, yıkılmış camilerin, hamamların karşısında durdum –“Burası Demirciler çarşısıdır. Devamı bizi Kazancılar çarşısına götürür. Sonra yolumuzun üzerinde Bit Pazarı var!” dediler. Demirciler çarşısı, Kazancılar çarşısı, Bit Pazarı bugün Anadolu’da hemen hemen her şehirde rastlayacağımız yerler! Demirciler ve Kazancılar Çarşısına hâkim olan kurşunlu han 400 yıldan beri ayakta. Muslihiddin Abdülgani isimli bir müezzin yaptırmış.Molla Muslihiddin, II. Selim’in âlimlerinden. Kurşunlu Han, iki katlı. İçerisinde 64 odası var. Muhteşem kapısı enikli bir kapı. Merhum Arif Nihat Asya’yı hatırladım. Kitaplarından birine enikli Kapı ismini vermişti. Hana gelen kervanlar için büyük kanatlar açılıyormuş. Yolcular için ise, sadece küçük kapı!... Anadolu’da hala enikli kapılar vardır. Kurşunlu Han, Osmanlı İmparatorluğu’nun (ondan önce Selçukluların) bize gurur veren eserlerinden biri. Han içerisinde, yolcuların 100 kadar hayvanını barındıran bir de ahır yapılmış. İmparatorluk Türkiye’sinde bu hanlarda, Müslüman ve Hıristiyan farkı gözetilmeden bütün yolcular parasız olarak üç gün yer, içer, yatar, kalkar, hasta yolcular için hekim ve ilaç bulundurulurmuş. Kurşunlu Han’ın çatısını kaplayan kurşunları, Bulgarlar sökerek götürmüşler. Yugoslavlar Kurşunlu Han’ı bir süre hapishane olarak kullanmışlar. Sonra onarıp müze haline getirmişler. Han, çok akustik olduğu için, şimdi zaman zaman orada konserler veriliyormuş. Kurşunlu Han’ı dolaşırken yaşlı bir Üsküp Türk’ünün kahkahası hala kulaklarımda: “Evlatçığım, bir zamanlar bu handa Osmanlı’nın atları kişner, eşekleri anırır, koyunları melerdi. Şimdi ise burayı adını bilemediğim çalgıların gürültüleri dolduruyor. Atların, eşeklerin ruhlarına Mevlüt mü okuyorlar acaba?” Yugoslavlar, Üsküp’teki kervansaraylarımızı onararak ticaret merkezleri haline getirmişler. Bit Pazar’ında İsa Bey vakfiyesinden olan iki kervansaray daha var: Sulu Han ve Kapan Han. Sulu Han’ın Bütün Odaları Mağaza Olarak Kullanılıyor. Günün her saatinde renkli ve hareketli. Kapan Han’ın birinci katında bakırcılar, kalaycılar, demirciler çalışıyorlar. İkinci katında ise sıra sıra avukat yazıhaneleri var. Hanın beş yüz yıllık şadırvanı, yapıldığı gibi: Sağlam ve güzel. Kurşunlu Han karşısında, yerden birkaç karış yükseklikte kalan temeller Kazancılar Camii’ ne aitmiş. Bir şehidin kesilen veya koparılan kolları gibi duruyorlar toprakta. Hanın, hemen yakınında, kubbeleri çöken, duvarları yer yer yıkılan bir hamam harabesi hıçkırıyor. İsmi Şengül Hamamı. Hemen hemen bütün Anadolu illerinde gördüğümüz Bit Pazarlarının bir benzeri de aynı isimle Üsküp’ te beni dost duygularla karşıladı. Küçücük dükkânlarından, taşlı sokaklarına bizim türkülerimiz yayılıyor. Bir Sivas türküsü, bir Gaziantep halay havası, sıcak bir selam gibi… Erkek ve kadın kazağı satan dükkânlar, renkleriyle, desenleriyle Anadolu’yu sergiliyorlar adeta. Atlara, arabalara koşum takımları hazırlayan eller, bizim ellerimiz. Vitrinleri süsleyen yazmalarla Anadolu Türkmen kadınlarının başlarındaki yazmalar birbirlerine ne kadar benziyorlar. Bit Pazarı’nda 15. yüzyılda, İsa bey tarafından yaptırılan mükemmel bir Çifte Hamam, artık hamam olmaktan çoktan çıkmış. Uzaktan sadece kubbeleri görünüyor. Etrafını tamamen kargacık burgacık dükkânlar çevirmiş. Boş, bakımsız, virane Çifte Hamam, utancından dövünüyor., kendisini herkesten gizliyor gibi geldi bana. Bit Pazarı çevresinde, iki katlı eski Türk evleri gördüm. Hepsi de artık son nefeslerini güçlükle alıyorlardı. Pazarın Murat Paşa Camii, çarşı esnafı için yapılmış. Cami 19. Yüzyıl başlarında yılınca, Üsküp Türkleri, onu yeniden onarmışlar. 1963 depreminde minaresinin şerefeden sonrası yıkılmış ve yarım minare öylece kalmış. 500 yıl önce, Molla Müslihiddin tarafından yaptırılan Dükkâncık Camii, eski Üsküp’ü bir kuğu güzelliğiyle süslüyormuş. Bir yürek kadar sıcak, bir şiir kadar güzel olduğu, camiin ayakta kalan kısımlarıyla da belli. Dükkâncık Camii 1963 yılındaki büyük depremde hemen hemen bütünüyle yıkılmış. Şimdi sapasağlam ayakta kalan mahzun minaresidir. Dükkâncık Camii’nin çatlamış duvarlarından, her gün birkaç taş daha, toprağa gözyaşları gibi dökülüyor. Dükkâncık camii çöken bir imparatorluk gibi. Çaresiz kalmış. Bitmiş. Terk edilmiş… Mustafa Paşa Camii, Üsküp Kalesi’nin kuzeyinde ve bir tepe üzerinde. Tek kubbeli ve revaklı bir camii. 1492 yılında Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Kapısı, mihrabı, minberi tamamen mermer. Duvarları iki metre genişliğinde olan camiyi 37 pencere aydınlatıyor. Caminin hemen yanında, Mustafa Paşa’nın küçük, şirin bir mermer türbesi var. 459 yıllık türbe, son depremden büyük zarar görmüş. Çatlayan, yarılan duvarları, birkaç yıl daha ancak ayakta durabilir. Caminin bahçesinde öyle güzel, öyle ince, öyle süslü bir Evlât-ı Fatihan mezarı var ki tam bir sanat şaheseri. Yahya Kemal Beyatlı’nın annesi, İsa Bey Camii’nde yatıyor. Üsküp’ün cemaati en çok olan camilerinden İsa Bey Camii, Bursa camilerine ne kadar çok benziyor. Duvarları üç sıra tuğla, bir sıra taşla örülü…. Bursa’daki Muradiye, İstanbul’daki Murat Paşa camilerini hatırlatıyor. Çift Kubbeli camiyi, 17 pencere aydınlatıyor. Yahya Kemal’in doğduğu evi, çocukluk günlerini yaşadığı muhiti görmek istedim. Koca mahalleden etrafta tek ev olsun yoktu. Yeni bir kültür sitesi ve tiyatro binası, bütün bir mahalleyi rahatlıkla altına almıştı. Yavuz Bülent Bakiler 1.2. ANI Yazar kendi başından geçen olayları ya da kendi yaşadığı dönemde ortaya çıkan kültürel, sosyal, siyasal ... olayları ve teknolojik gelişmeleri kendi gözlemlerine ve görüşlerine bağlı kalarak anlatırsa anı dediğimiz bir yazı türü ortaya çıkar. Yazar bu olaylar karşısındaki duygularını okuyucularıyla paylaşmak ister. Anı türünde yazar kişisel öykülerinin yanı sıra belli bir dönemi kişisel aynasından yansıtır. Yazar, anılarını yazarken, anlattığı dönemle ilgili tüm yazılı kaynaklardan, canlı kaynaklardan, fotoğraf... gibi belgelerden yararlanır. Bu nedenle anı türündeki bir yazı tarih bilimine de kaynak olur; fakat yazar, yazdıklarını yüzde yüz belgelendirmek zorunda değildir. Kimi anılarda yazar, geçmişi yönlendiren olayları, ünlü sanatçı ya da politik kişileri anlatır. Önemli kişilerin anlatıldığı anılara anı portre denir. Anı türünün belirleyici özellikleri şunlardır: • Anılar iddia ve ispat yazıları değildir. • Anılarda yaşanmakta olan değil, yaşanmış olaylar anlatılır.. • Geçmişi anlattığı için tarihe ışık tutar. Kimi olaylar tarihi olaylardır. Anı Örneği AİLEMİN KÖKENİ - İSTANBUL KOLU - EYÜB’DEKİ EV HESAPLAMAYA GELMEZ - KARA DELİK En uzak anılarımdan, ama ilk ikisine oranla epeyce uzun bir aralıkla ayrılan, üçüncüsünü anlatacağım. Yalnız, başlangıç olarak, bir parçacık ailemin tarihini özetleyeyim: Uşakîzade… Evet, ta Türklüğün göbeğinden; karışıksız, bulanıksız, katıksız Türk kanından, ta Uşak’tan geldik. O Uşak’tan ki ben ona uzaktan âşıkım. Uzaktan diyorum ve bunu derken utancımdan kızarıyor, büyük acımdan kıvranıyorum. Dünyanın dört bir ucunu bucağını dolaşmaya fırsat bulan, öğrenmek isteği ve araştırma eğilimlerini ülke ülke dolaştıran ben; kanımın kaynağına, te şuracıktaki Uşak’a kadar gitmeye vakit bulamadım. Bunu açık yürekle dile getirirken bu dile getirişin yanına konacak bir özür-neden bulamıyorum. (Bu yazıdan sonra o günahı giderdim. H.Z.) Uşak’tan gelen bu ailenin sürekli olarak Uşakîzade adını taşımamış olduğunu söylemeye gerek yok. Ailenin asıl adı Helvacızade. Uşak’ın önceleri en büyük ticaretlerinden birinin oluşturan helvacılığın en büyük ocağına sahip olan Helvacızade’ler yalnız bununla yetinmeyerek, başka işler arasında özellikle halıcılıkta da bir yer tutmaktaydılar. Uşak’ın en eski ve en zengin ailelerinden biri olan Helvacızade’lerin zamanla kimi vakit yükselmeden, kimi vakit düşmeden meydana gelen değişmeler zincirini izlemeyerek sadece şunu belirteceğim ki, bu ailenin bir dalı İzmir’e gelip de burada sadece helvacılıkla uğraşmaya başlayınca – Helvacızade sanını taşımayı sürdürürlerken- halk arasında Uşaklılar… Uşaklıgil… diye anıla anıla, sonunda Uşaklılar sanından pek küçük bir uzaklaşmayla, Uşakîzadeler sanıyle anılmakta gecikmemişler. Ama bir zaman –ki o zamana ben tanık oldum- İzmir ve dolaylarının, belki bütün Türkiye’nin en büyük halı ticaretevi, bütün Avrupa halı sergilerinde en yüksek ödülü alan halı ticaretevi büyük babamınki idi. Başta uşak olduğu halde Gördes’in, Kula’nın, Demirci’nin tezgahları hemen bütünüyle burası için işlerdi ve evin resmi imzası Helvacızade idi. Bugün de gözlerimin önündedir: Paris’in 1869 genel sergisinde altın madalya için verilen belgede bu san, tuhaf bir imlâ ile: “Elvagi-zade” diye yazılıydı. Anadolu’nun birçok yerlerinde olduğu gibi İzmir’de de aile adları, hemen bütünüyle denecek kadar, dedelerin sanat ve ticaretlerinden alınmıştır. Salepçizadeler, İplikzadeler ve başkaları daha doğru bir Türkçeyle Salepçi oğulları, iplikçilerinkiler, Limoncularıngil… diye anılmaya başlayarak böylece son biçimlerini almışlardır. Büyükbabamın elinde ticaret yeri öyle büyük bir önem kazanmış ve öyleme bir genişlemiş ki, bu gelişme çevresine daha bir geniş yer vermek için İstanbul’da bir şube açmaya gerek görülmüş ve bu şube, anaparasıyla birlikte babama, Hacı Halil Efendi’ye verilmiş. İşte Uşak’tan İzmir’e sarkan Helvacızadeler’in bir kolu da büyükbabamın en büyük oğlu olan babamla İstanbul’ a gelmiş oluyor ve ben, babamın üç çocuğundan en küçüğü – ailenin bu kolu İstanbul’a uzandıktan sonra- İstanbul’da doğuyorum. Eyüb’de Balcılar yokuşunda… Bir kez büyüklerimden biri beni ta oraya kadar götürerek: “-İşte doğduğun ev…” diye o yeri göstermişti. O zaman eski, kararmış yüzüyle yıkılmaya yüz tutmuş görünen bu ev şimdi de orada mıdır, şimdi de Eyüb’ün balcılar Yokuşu o adı taşıyor mu, bilmiyorum. Burada ne kadar bir süre kaldık, onu da bilmiyorum. Herhalde pek az kalmış olacağız ki, asıl evimizin yapılışı zamanına kadar ailenin kiracı olarak oturduğu Sepetçiler’de bulunan konakta geçen ilk yılları bile anımsayamıyorum. Doğumunun en gerçek tarihi olarak ailece 1284 (1886) yılı yazılmıştır. Buna göre demek oluyor ki bugün… Yok, bu hesabı yapmamak daha doğru olur. (…) Halit Ziya Uşaklıgil 1.3. GÜNLÜK Yazarların kendi kendileriyle dertleşme, hesaplaşma, konuşma isteklerini kâğıt üzerinde yapmalarından doğmuş yazılardır. Bu nedenle yayımlanmak amacı güdülmez, fakat yazarın ilerlemiş yaşlarında ya da yazar öldükten sonra bir şekilde yayımlanır. Günümüzde kimi yazarlar günlüklerini yayımlamak için de yazarlar. Günlüklerde yazarın kendisini buluruz. Yaşadığı günler içindeki sevincini, öfkesini, kaygılarını, umutlarını içtenlikle anlatır. Günlükler, yazarın yaşadığı dönem için önemli bir belgeseldir de aslında. Yazarın sözünü ettiği olaylar artık tarih olmuştur. Günlüğün belirleyici özellikleri şunlardır: • Günlükler iddia ve ispat yazıları değildir. • Günlüklerde yaşanmakta olan anlatılır. • Yayımlandığında, artık geçmişi anlattığı için bu yazılar da tarihe ışık tutar. Kimi olaylar tarihi olaylardır. Cuma, 9 Ocak Bugün hava yağmurlu ve puslu… Saat 2’ye 5 var… Bu âna kadar defterimi açamadım. Hâlim bir tuhaf… Bugün anladım ki, beni delikten çağırdıkları, meydancı gelip “Bir isteğin var mı?” diye sorduğu, berberin tıraşa geldiği, hâsılı insanlarla temas ettiğim an, üstüme acayip bir uyuşukluk, sinsi bir donukluk, anlatılmaz bir garipseme hissi çöküyor. Hayret! Bir aylık yalnızlığın tesirine bakın! Hayırdır inşallah; nereye gidiyorum? Perşembe, 15 Ocak suratlı… Şiir kitabımı bitirdim; ve güya rahat bir nefes aldım. Hava Saat üç buçuk… Gaz sobam trampet çalıyor. Yevmiyemin 40’ıncı gününe rastlayacak olan 20 Ocak Salı gününün iple çekiyorum. Cuma, 16 Ocak Allah… Başka tek kelime söyleyemeyecek hâldeyim. Necip Fazıl Kısakürek 1.4. İNCELEME İncelemenin kapsamı çok geniştir. Her yazı türünün inceleme ile bir bağlantısı vardır. İnceleme bilgisi olmadan makale, fıkra, eleştiri, gezi, röportaj, anı gibi yazı türleri yazılamayacağı gibi; öykü, roman, tiyatro gibi gözlem gücünün kullanıldığı sanatlı yazı türlerinde de başarılı olunamaz; konferans, açıkoturum, panel, sempozyum, açıklama (brifing) gibi sunuşlar yapılamaz; tutanak, rapor gibi yazışmalar yazılamaz. İncelemeyi eser oluşturma yöntemi dışında, ayrı bir uğraşı alanı olarak da kullanıyoruz. Bu alanda çalışanlar; olmuş olayları, oluşturulmuş eserleri değerlendirirler ki, bu konuda verilmek istenen de budur. İncelemeye monografi de denir. İnceleme sözlü ya da yazılı yapılabilir. Kalıcı olması için yazılı olması ve bir düzen içinde verilmesi sağlıklıdır. İncelemenin biçimi eserin türüne göre de değişir. Bu anlamda bir makale, bir şiir, bir roman, bir senaryo... incelenebilir, sonuç her birinde kendine özgü bir düzen içinde yazılır. İncelemeyi yapan kişi teknik olarak yer yer makale gibi, yer yer söyleşi gibi yazma olanağına sahiptir. İnceleme yazıları eleştiri yazılarıyla karıştırılmaktadır. Eleştiri yaparken inceleme yöntemlerinden yararlanılır, fakat incelemede eleştirme amacı güdülmez. Yalnızca incelemesi yapılan kişinin dünyaya ve olaylara bakış açısı yakalanmaya çalışılır. İncelemede önemli bir kişinin, bir dönemin yalnız bir özelliği üzerinde durulur. Bir sanatçıdaki hem yalnızlık duygusu, hem ilerici kişilik aynı incelemede ele alınamaz. İncelemesi yapılan, her ne ise, bir bütün olarak ele alınmalı, sonuca öyle varılmalıdır. Bir sanatçıdaki yalnızlık duygusu hakkındaki yargı, o sanatçının bütün eserleri incelenmeden verilemez. Bir roman inceleniyorsa yarısı incelenip, yarısı inceleme dışı bırakılamaz. İncelenen konu daha önce başkaları tarafından incelendi ise, onların da gözden geçirilmesi gerekir. İncelemede eleştirme amacı güdülmez! İncelemede bir yöntem belirlemek gerekir. Bu yöntem incelenen eserin türüne göre ayrılık gösterebilir. Bir makale ile bir romanın, bir roman ile bir şiirin incelenmesi aynı sorularla olamaz. Söz gelimi; bir makale incelemesinde ana düşünce, yardımcı düşünceler ele alınırken; romanda ana olay; ikinci derecedeki, üçüncü derecedeki olaylar ve bu olayları yaşayan kahraman, ikinci derecedeki, üçüncü derecedeki kahramanlar; olayın geçtiği yer, zaman... ele alınır. Şiir inceleniyorsa nazım türü, nazım biçimi, ölçüsü, uyağı ele alınır. Fakat incelenecek yazının türü ne olursa olsun sözcük bilgisi, cümle bilgisi gibi gramer incelemeleri yöntem olarak biraz daha birbirine yakındır. Kitap incelemesi için hazırlanmış bir plân şöyledir: A: Dış Yapı İncelemesi Yerleştirme: •Eserin adı, bir eserden alındı ise kaynağının adı, kaynaktaki sayfa numaraları, basıldığı yer, yıl; boyutları. •Eserin yazarı, yazarın sanatı, sanat yaşamındaki evreler; varsa, çevirmeni. •Eserin yazıldığı dönem, yazarı etkileyen, eserine yansıyan önemli olaylar. •Eserin türü. B: İç Yapı İncelemesi • Eserin konusu • Eserin teması • Eserdeki dünya görüşü • Eserdeki hayal örgüsü • Eserin bölümleri • Ana düşünce (olay), yardımcı düşünceler (olaylar) • Eserde altı çizilecek diğer düşünce, olay, benzetme, sembol... vb. • Eserin anlatım özellikleri • Kullanılan sözcüklerdeki öznellik - nesnellik; sözcükler arası soyut – somut ilişkiler; sıfatların, zarfların, bağlaçların kullanımı; kurduğu tamlamaların özellikleri... • Eserde sözdizimiyle sağlanan iç ahenk (Şiir için: ölçü, uyak, alliterasyon, asonans...) İyi bir incelemede, incelenecek mataryele bol bol Kim/ Ne, Kimden/Neden, Niçin, Nasıl, Nerede, Ne zaman... vb. sorular sormalıyız. İnceleme plânı, incelemeyi yapan kişinin araştırma boyutuna ve isteğine bağlı olarak ufak tefek ayrılıklar göstermekle birlikte, ortak ilkelere uymalıdır: İnceleme yazılarında uyulacak ilkeler şunlardır: •Düşünsel plân uygulanmalıdır. •Bol doküman incelenerek sonuca ulaşılmalıdır. • Nitelik olarak belirtilen her özellik örneklerle desteklenmelidir. •Konu dışına çıkılmamalıdır. •İnceleme sonucu elde edilen bilgileri herkese benimsetmek gibi bir amaç güdülmemelidir. •İnceleme bittikten sonra yapılan değerlendirmede yazar, incelemeden elde ettiği sonuçları belirtmelidir. Her incelemede ele alınan konunun bir yönü aydınlatılmış olur. İnceleme yapmak, inceleme yazılarını okumak bizim de ufkumuzu açar. Söz gelimi edebiyat eserlerini incelemek bizim edebiyat kültürümüzü arttırır, edebiyat eserlerine, sanata bakış açımızı etkiler. İnceleme Örneği ÂDİLE AYDA: BÖYLE İDİLER YAŞARKEN İSMAİL PARLATIR Âdile Ayda, Böyle idiler yaşarken... (Edebî Hâtıralar). Ankara 1984. 279 s. Edebiyat anıları dizisine son günlerde yayımlanan Âdile Ayda'nm Böyle idiler yaşarken... adlı kitabı da eklendi. Edebiyat dünyamızın yirmi seçkin sanatçısı ile ilgili anılar ve yorumlar değişik görüş açılarından kaleme alınmış; ayrıca önceki yıllarda Halide Edip, Yahya Kemal ve Yakup Kadri ile yapılan ve değişik gazetelerde yayınlanan görüşmeler de "Üç Edebî Görüşme" başlığı altında kitabın sonuna eklenmiş. Edebiyat anılarının kaleme alınması ve okuyucuya sunulması, gerek sanatçı gerek eser gerek sanat anlayışı gerek edebiyat akımları açısından oldukça dikkate değer nitelik taşır. Üstelik bir edebî tür olarak da edebiyat dünyasında yerini alır. Anı türünün bizde uzun bir geçmişi yok. XX. yüzyılın başlarında ortaya konulan ilk ürünler daha çok otobiyografi (autobiographie) niteliğinde kendini gösterir. Ahmet Rasim'in Gecelerim (1896), Fuhş-i Atik (1922), Muharrir - Şair - Edîb (1924), Falaka (1927)'sı;, Halit Ziya'nın Kırk Yıl (1936), Saray ve Ötesi (1940-1942); Hüseyin Cahit'in Edebî Hatıralar (1935)'ı; Halide Edib'in Mor Salkımlı Ev (1963)'i; Yakup Kadri'nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969) gibi kitaplar bu türün ürünleri olarak karşımıza çıkar. Anıların bir başka yansıtılışı ise anı - portre (portrait souvenir) yoluyla gerçekleşir. Bu türün bizde en önde gelen örnekleri arasında Yahya Kemal'in Siyasî ve Edebî Portreler (1968)'i; Refik Halit Karay'ın Tanıdıklarım (1919)'ı; Yusuf Ziya Ortaç'ın Portreler (1960)'i; Samet Ağaoğlu'nun Babamın Arkadaşları (tarihsiz, 3. b., 1969) ile Âşinâ Yüzler (1965)'i sayılabilir. Anıların dile getirilişinde karşımıza çıkan bir yol da görüp işitilenler ile yaşanılan ve duyulanların aktarılışıdır. Bu yolda röportajlar, edebî sohbetler ve değişik sanatçılara ilişkin anılar yoğunluk kazanır. Söz gelişi, Ruşen Eşrefin Diyorlar ki (1918), Abdülhak Şinasi Hisar'm Yahya Kemal'e Veda (1959), Halit Fahri Ozansoy'un Edebiyatçılar Geçiyor (1939, bu kitap daha sonra 1970'te Edebiyatçılar Çevremde adıyla yayınlandı), Fikret Âdü'in Aşmalı Mescit 74 (1933), Mustafa Baydar'ın Edebiyatçılarımız ne Diyorlar (1960), Oktay Akbal'm Şair Dostlarım (1964), Mehmet Şeyda'nın Edebiyat Dostları (1970) ve "Varlık"ın çıkardığı Edebiyatçılarımız Konuşuyor (1953) adlı kitaplarını buna örnek olarak gösterebiliriz. Âdile Ayda'nın Böyle idiler yaşarken... adlı edebiyat anıları bu türün değişik özelliklerini bir arada toplamış. Aile çevresinden okul çevresine, okul çevresinden gazeteciliğe, gazetecilikten yazarlığa ve meslek çevresine kadar uzanan geniş bir anı kadrosu ve zengin bir malzeme ile okuyucu karşısına çıkıyor Âdile Ayda. Bu anıların eskiliği, aile ocağı ile dikkat çekiyor. Bunda yazarın babası Sadri Maksudi'nin geniş bir çevre ile diyalogda olmasının payı büyük; nitekim "Bu kitabın bazı sahifelerinde, rahmetli babamın gölgesi, arka planda da olsa, sık sık kendini göstermektedir" (Önsöz, s. 4) derken yazar, bu gerçeği açıkça dile getiriyor. Bu kitaptaki anıların çoğu, "yarım yüzyıl öncesi"nden başlıyor. Gençlik yıllarının görkemli günleri ile biraz da genç kızlık cazibesi onun edebî çevre ile kolayca kaynaşmasını sağlamış. Bir de buna Edebiyat Fakültesi'ndeki görevi eklenmiş. Böylece yazar, yirmi sanatçı (Abdülhak Hâmit Tarhan, Mehmet Emin Yurdakul, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fazıl Ahmet Aykaç, Behçet Kemal Çağlar, Sabahattin Ali, Salih Zeki Aktay, Şükûfe Nihal, Refik Halit Karay, İsmail Hânı i Danişmend, Abdülhak Şinasi Hisar, Celâl Sahir Erozan, Halide Edip Adıvar, Cevat Fehmi Başkut, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hüseyin Nihal Atsız, Halide Nusret Zorlutuna) ile ilgili anılarını derlemiş. Öte yanda Halide Nusret Zorlutuna'nın hayatta oluşunu, kitabın adına uymayan bir ayrıcalık olarak göstermiş (önsöz, s. 4); ancak, bugün bu şairimizi de yitirdiğimize göre (10 Haziran 1984) Böyle idiler yaşarken... adına uygun bir nitelik kazanmış oluyor. (…) İsmail Parlatır 1.5. BİYOGRAFİ Biyografi, ünlü sanatçıların, ülkesine ve insanlığa yararı dokunmuş kişilerin yaşam öyküsünü anlatan eserdir. Bazen bir makale kadar kısa, bazen bir kitap olacak kadar uzun çalışmalardır. Biyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda çalışacaklara ve yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder. Biyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam deneyimi daha katmak demektir. Onların başarılarının nedenlerini çözeriz; düşünceleri uğruna, bilgi uğruna, sanat uğruna, nelere göğüs gerdiklerine tanık oluruz. Kendi düşüncelerimiz, bilgimiz, sanatımız için nasıl mücadele edeceğimize karar veririz. Biyografide yapılmış yanlışları görürsek, aynı yanlışları tekrarlamamış oluruz. Biyografinin belirleyici özellikleri şunlardır: •Düşünsel planla yazılır. •Biyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak bilgilere yer verilmez. •Kaynak olarak, eğer yaşıyorsa, ünlü kişinin kendine ulaşılır; eserleri, anıları incelenir; değilse onun yakınlarına, onu tanıyanlara ulaşılır. Varsa daha önce yazılmış biyografi ve inceleme yazıları incelenir. •Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır. Kendi sübjektif olamayacağı gibi, derlediği bilgilerden de sübjektif olanları ayıklar. Biyografi Örneği BÖHTLINGK, Otto von (Petersburg 30.05.1815-Leipzig 1.4.1904) Alman kökenli Hindolog ve Türkolog. XVIII. yüzyıl sonunda Rusya’ya göç eden Lübeckli bir aileden gelmiştir. Petersburg ve Dorpat’ta öğrenim görmüş, 1833’te Petersburg Üniversitesine gelmiştir, J. Sekowski ve Mirza Cafer Topçubaşı’nın derslerine devam ederek Arapça, Farsça ve Türkçe öğrenmiştir. 1835’te Berlin Üniversitesine geçmiş, Bonn Üniversitesinde A. Schlegel ve Lassen’in yönetiminde Snaskritçe öğrenmiştir. 1838’de Giessen Üniversitesinde doktor sanını kazanmıştır. 5.3.1842’de Petersburg Bilimler Akademisinde Sanskrit uzmanlığına seçilmiş, 4.8.1855’te akademi aslî üyeliğine getirilmiştir. 1868’de Petersburg’dan ayrılan Böhtlingk, önce Jena’ya, daha sonra da ölümüne değin yaşadığı Leipzig’e yerleşmiştir. 11.6.1894’te emekliye ayrılmış, 3.9.1894’te Petersburg Bilimler Akademisinin fahrî üyeliğine seçilmiştir. Akademi, Böhtlingk’e genel kurul toplantılarına katılma ve oy kullanma hakkını ad vermiştir. Böhtlingk, Hindoloji alanında Sanskritwörterbuch nebst allen Nachträgen (R.Roth ile birlikte, 7 cilt, St. Petersburg 1855-1875, yeni bas. 1966)başlıklı anıtsal eserin yazarı olarak tanınmıştır. Türklük bilimi tarihinde ise Über die Sprache de Jakuten. Grammatik, Text und Wörterbuch. I-II. (St. Petersburg 1848-1851) adlı eseriyle büyük bir ün almıştır. Bu eserde Türk diyalektleri arasında özel bir yer tutan Yakutça bilmisel metotlarla ele alınmıştır. Yakutçanın ilk bilimsel grameri olarak bu eser Türklük biliminde klasik bir çalışma değeri kazanmıştır. Böhtlingk, bu eserini yazarken Alexander Theodor von Middendorf’un toplamış olduğu veri ve örnekleri değerlendirmiştir. Bk. Middendorf, Alexander Theodor von. Böhtlingk’in bu eseri bu güne değin değerini yitirmemiştir. 1964’te yeni baskısı çıktığı gibi, 1989’da Rusça çevirisi de yayımlanmıştır. (O jazyke jakutov. Novosibirsk 1989.644 s.). Hasan Eren 1.6. OTOBİYOGRAFİ Bir düşünürün, bir sanatçının kendi yaşam öyküsünü anlattığı eserdir. Kaynak olarak kişi kendini ve aile büyüklerinden aldığı bilgileri kullanır. Otobiyografi yazmak çok güçtür, çünkü insanın kendinden söz ederken objektif olması zordur. Otobiyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda çalışacaklara ve yazarın yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder. Otobiyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam deneyimini, yaşayanın ağzından katmak demektir. Onların; başarılarının nedenlerini çözeriz. Otobiyografinin belirleyici özellikleri şunlardır: •Otobiyografi düşünsel planla yazılır. •Otobiyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak bilgilere yer verilmez. •Derlenen bilgiler bilimsel araştırma yöntemiyle bir araya getirilmelidir. •Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır. Otobiyografi Örneği HAYATIMIN BAZI SENELERİ 1884 Kânûn-i evvelinin 2 sinde, Üsküp’de İshâkiyye Mahallesi’nde, büyük vâlidem Âdile Hanım’ın konağında, bu evin cepheye doğru, sağ tarafındaki arka odada, sabaha karşı doğmuşum. Salı günü imiş. Üsküb’e o gün nâdir görülür bir kar yağmış. 1886 da kardeşim Reşad’ın aynı evde doğmuş olduğunu pek hayâl meyâl olarak hatırlıyorum. Annemin lohusa yatağı, evin cepheye doğru, sonundaki ön odada idi. 1889 da yeni yaptırmış olduğumuz evde, mektebe başladım. Mektep, Sultan Murad Câmii’nin mihrâbı arkasında Yeni Mekteb denilir, beşyüz senelik bir vakıftı. Mektebe başlayışım kadîm an’aneye tamâmiyle uygun oldu. Erkenden muallim-i evvel Sabri ve muallim-i sânî Ganî efendiler bizim selâmlığa geldiler; çarşıdan bana savatlı bir divit, boyundan geçirilir, sırmalı bir cüzdanlık alınmıştı. Ganî Efendi kalem açtı, divitin mürekkebine batırdı. Bir Rabb-i yessir yazdı. Sonra üstüne şeker döktüler, bana o yazının mürekkebini şekerli şekerli yalatdılar. (…) Yahya Kemal Beyatlı 1.7. BİBLİYOGRAFİ Günümüzde bilimde, teknolojide ve sanatta yaşanan gelişmeler sonucu basılı yayın o kadar arttı ki artık bunların hepsini bir kitapta toplamak mümkün değildir. Günümüzde her bilim kendi bibliyografisini hazırlamaktadır. Hatta bilimlerin alt kollarının da bibliyografileri hazırlanmaktadır. Örneğin; Türkiye Türkçesi içinde Anadolu Ağızları ayrı bir çalışma alanıdır. 1867 yılından beri çalışılan bu alandaki basılı yayın adlarını toplama çalışmaları 1940'lardan beri sürmektedir. Böylece Anadolu Ağızları Bibliyografisi oluşmuştur. Anadolu Ağızlarını araştıracaklar, bu bibliyografiler yardımıyla alanlarındaki yazılı kaynaklara ulaşmakta güçlük çekmezler. Ayrıca bir yazarın bütün eserlerinin bibliyografisi hazırlanabilir. Bu anlamda bütün bilim ve sanat dalları, alt kolları, bilim adamları ve sanatçılar düşünüldüğünde bibliyografi oluşturmak da ayrı bir bilim alanı olmuştur denilebilir. Bibliyografide eserler yazarların soyadları göz önüne alınarak alfabe sırasıyla yazılır. Kitap birden fazla yazarlı ise ilk yazarın soyadı dikkate alınır. Kitap tanıtımında ise: Kitabın adı, yazarın adı, konusu, bölümleri (varsa), cilt sayısı, baskı sayısı, basım yeri, basım yılı, sayfa sayısı, eserin boyutları, fiatı, resimli olup olmadığı, kapak kompozisyonu, dizgi, baskı ve kâğıt nitelikleri verilir. Eğer eser bir makale ise: Yazarın soyadı, ön adı, eserin adı, eserin yer aldığı dergi, kitap vs. adı, basım yeri, basım yılı, eserin yer aldığı sayfalar, eserin boyutları verilir. Son zamanlarda kitap boyutlarındaki standart ölçüler kalkmakla birlikte hâlâ kitap boyutlarını; küçük boy, orta boy, büyük boy olmak üzere üç türde toplayabiliriz. Buna göre roman ve öykü kitaplarının boyutu küçük, ders kitaplarının boyutu orta, ansiklopedilerin boyutu büyüktür. Bibliyografi Örneği Bir Kitabın Bibliyografi Bilgisi: Kitabın adı: Söylev (Nutuk) Yazarın soyadı, ön adı: Kemal ATATÜRK Konusu: Kurtuluş Savaşı Cilt: I (1919 - 1920), II (1920 - 1927), III (Vesikalar) Baskı sayısı: Yedinci Baskı Basım yeri: Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, Devlet Kitapları Müdürlüğü, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi. Basım yılı: 1967 Sayfa sayısı: IV+1280 Eserin boyutları: Küçük boy Fiyatı: 800 x 3 = 2400 kuruş Resimli olup olmadığı: Bir Atatürk resmi var. Kapak kompozisyonu: Resimsiz Dizgi, baskı ve kâğıt nitelikleri: Bir Makalenin Bibliyografi Bilgisi: Yazarın soyadı, ön adı: AZMUN, Yusuf Eserin (makalenin) adı: Türkmen Halk Edebiyatı Hakkında Eserin yer aldığı kitap adı: Reşit Rahmeti Arat İçin Basım yeri: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 19, seri:I, Sayı: A 2, Ankara Basım yılı: 1966 Eserin yer aldığı sayfalar: 32- 83 Eserin boyutları: Orta. 2. BÖLÜM SONU SORULARI 1. Aşağıdakilerden hangisi yazılı anlatımın kurallarından değildir? a. Yalın halk diliyle yazılmalı b. Anlatım açık olmalı c. Dilde yetkin olunmalı d. Yazı sanatlarla süslenmeli e. Anlatım tutuk olmamalı 2. Aşağıda verilen bilgilerden hangisi gezi yazısı ile ilgilidir? a. Bir olay, bir durum; yerinde gezip görülerek yazılır. b. Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır. c. Özgürce seçilen bir konunun konuşma havası içinde yazılmasıyla oluşur. d. Çok yönlü anlatım olanakları yoktur. e. Perde arkasındaki sorunları duyurmak amacı güdülür. 3. Aşağıdaki bilgilerden hangisi anı türü yazılarla ilgilidir? a. Yazdıklarını yüzde yüz belgelendirmek zorunda değildir. b. Politik kişiler anlatılamaz. c. Yaşanmakta olanlar anlatılır. d. Yazar kendi gözlemlerine bağlı kalmaz. e. Yazarın duyguları okuyucuları ilgilendirmez. 4. Aşağıdakilerden hangisi inceleme türünün bir özelliğidir? a. İncelemenin biçimi eserin türüne göre değişmez. b. İncelemenin biçimi eserin türüne göre değişebilir. c. İncelemede önemli bir kişinin yalnız bir özelliği üzerinde durulmaz. d. İnceleme düşünsel plânlı bir yazı değildir. e. İncelemede bir yöntem belirlemek gerekmez. 5. Ünlü sanatçıların, ülkesine ve insanlığa yararı dokunmuş kişilerin yaşam öyküsünün bir araştırmacı tarafından yazıldığı yazı türü aşağıdakilerden hangisidir? a. Otobiyografi b. Bibliyografi c. Biyografi d. Anı e. Özgeçmiş 6. "Bir düşünürün, bir sanatçının kendi yaşam öyküsünü anlattığı esere ......... denir." Bu cümledeki boşluğa aşağıdaki sözcüklerden hangisi gelmelidir? a. Biyografi b. Anı c. Özgeçmiş d. Otobiyografi e. Günlük 7. … Tüm gece yol alıp, sabaha karşı 03 civarı Nemrut'a tırmanma, 2150 metre yükseklikte, sabahın kör saatlerinde yüzlerce İnsan gün doğumunu bekliyor, battaniyelere sarınmış olarak. Güneş ortalığı aydınlatsa da dağların arkasından 5.20 civarı gösteriyor yüzünü... Sonra herkes 2000 yıl önce yapılmış dağın tepesindeki heykellere dönüyor, fotoğraf çektirmeye... Kommagene Kralı'nın ölümsüzlük isteğine. Kendisinin ve tanrıların heykellerini yaptırıyor 9 -10 m yükseklikte. Doğu ve batı sentezi İsteyen Antlochos'un yaptırdığı suni bir tepenin doğu ve batı tarafına yaptırdığı muhteşem heykeller… 8. I. Bugün, diğerlerinden daha farklı bir Bu parça, hangi tür bir yazıdan alınmış olabilir? Yukarıda verilen cümlelerden hangisi bir “günlük”ten alınmış olamaz? a. Gezi b. Fıkra c. Makale d. Deneme e. Eleştiri a. I gün benim için. II. Pencerem bir tuvalin çerçevesi gibi, ve bana bu tablo şimdi sonbaharı anlatıyor. III. Bana böyle davranmış olması aramıza bir soğukluk girdiğinin göstergesi gibi. IV. Birazdan uyuyacağım ve yarınımın bugünkü gibi olmasını diliyorum. V. Aradan yıllar geçmiş olmasına karşın o üç sözcük aynı ses tonuyla çınlıyor kulaklarımda. b. II c. III d. IV e. V 9. 1956'da Konya'nın Bozkır ilçesinin Kovanlık köyünde doğdum. Gururlarıyla geçinen, yoksul dağ köylüleridir Kovanlıklılar. Yoksulluğu ve sefaleti, şan ve şerefe adamışlardır. Böylece yaşama sevincini yüreklerinde duymuşlardır. Ben de bu hissiyatla başladım yorgun yaşamıma. Bu parça aşağıdaki yazınsal hangisinden alınmış olabilir? a. Günlük b. Otobiyografi c. Eleştiri d. Gezi yazısı e. İnceleme türlerin 10. Yedi yaşımda bile yoktum. Arabaya binmekten, evden uzaklaşıp değişik yerler görmekten inanılmaz ölçüde hoşnut olurdum. Bir gün motora bindirdi babam beni, eski model bir motora. Yine uzaklaştık evden, değişik değişik yerler gezdik. Ama bir yer vardı, bir köprü, bir tren köprüsü. Bu köprünün altından geçerken sımsıkı sarıldım babama, bu anı hiç unutmayacağım dedim içimden, öyle de oldu, ne zaman bir köprünün altından geçsem bu anı hatırlarım. Yukarıda verilen parça hangi edebi türün örneğidir? a. Günlük b. Deneme c. Anı d. Gezi e. Makale CEVAPLAR 1. A 2. B 3. A 4. B 5. C 6. D 7. A 8. E 9. B 10. C KAYNAK Canan İleri, Zeliha Güneş, Hülya Pilancı, Zakine Öztürk Çelik, Sözlü ve Yazılı Anlatım, Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 1998.