HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ: 13 HAZİRAN 2013 ve

advertisement
HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ:
13 HAZİRAN 2013 ve ARTÇI SARSINTILARI
Aytül Kasapoğlu
Özet
Bu yazının temel amacı, 13 Haziran 2013 de İstanbul/Taksim’de başlayan ve ülkeye yayılan Gezi Parkı
olayları hakkında yapılan farklı değerlendirmeleri gözden geçirdikten sonra, olaylara damgasını vuran ve
Başbakan tarafından sıkça kullanılan “çapulculuk” kavramının toplumda yeniden anlamlandırılmasını, bir kent
etnografı olarak da tanınan Goffman’ın (1974) “Çerçeve Analizi”ni (Frame Analysis) kullanarak göstermektir.
Bu çalışmada “Kapsamlı Kültürel Sosyoloji”nin (Edles, 2002) yapı, birey ve kültürü birlikte alan yaklaşımı,
Bourdieu (1984) ve Goffman’dan (1974) hareketle uygulanmaya çalışılmıştır. Türkiye’de bazı iktisatçı ve
sosyologların “sınıfsal/siyasi” (K.Boratav, K. İnal, M. Özuğurlu); bazılarının “sivil toplum” (M. K. Coşkun, P.
S. Alpman) ve üçüncü bir grubun da (A. Akay, N. Göle) “kimlik” ve “kültür” temelli analiz yaptıkları
gösterildikten sonra, “hepimiz çapulcuyuz” şeklinde özetlenecek yeni çerçeveye oturtma örnekleri sosyal
medyadan yararlanarak sunulmuştur. Sonuç olarak” sınıfsal”, “toplumsal “, “gençlik” hareketi gibi farklı
kavramlaştırmalar yapmalarına karşın, incelenen sosyal bilimcilerin Gezi olaylarını gelecek için önemli bir
dönüm/kırılma noktası olarak değerlendirdikleri ve her şeyden önce de polisin iktidarın baskı aracı olarak şiddet
uygulamasına karşı bir tavır sergiledikleri belirlenmiştir. Öte yandan, çerçevelerin sabit kalmayıp yeniden
tanımlanmasında kültürün (zengin mizah geleneği) ve bireylerin (entelektüel, genç, yaşlı kentlilerin)
yaratıcılıklarının, yapı (kapitalist sistem) kadar önemli olduğunu göstermesi açısından çalışma önem
kazanmaktadır. Yazıda ayrıca kuramsal tartışmalardan hareketle, yaşayan kültür ve sınıfın; kültürel sermaye ile
ekonomik sermayenin birlikte düşünülmesi ve mekanın (şehir/mahalle)analize katılması önerilmiş
bulunmaktadır.
Anahtar kelimeler: Gezi, sınıf, sivil toplum, kültür, çerçeve analizi, kent etnografisi
Giriş
13 Haziran 2013’de İstanbul’da Taksim çevresindeki bir parkın kentsel dönüşüm
iddiası ile ağaçlarının kesilmesine karşı şehir plancılar, mimarlar gibi uzmanların yanı sıra,
çevreci gençler ile diğer duyarlı vatandaşların başlattığı direniş, başta Ankara olmak üzere
Türkiye’nin diğer kentlerine de yayılarak iktidara muhalefet eylemine dönüşmüştür.
Kuşkusuz direnişin isyana dönüşmesinde 1 Mayıs’ın Taksim’ de kutlanmasına izin vermeyen
muhafazakâr iktidarın genel olarak itirazlarla karşılanan otoriter söylemi kadar baskı aracı
olarak kullandığı polisin uyguladığı orantısız şiddetin de rolü büyük olmuştur.
Toplumun değişik katmalarından çok sayıda kadın, erkek, genç, yaşlı, sanatçı, aydın,
işçi, memur, meslek sahibi, partili, partisiz, çalışan veya işsiz, inançlı veya inançsız, mezhebi
ve meşrebi farklı kentli vatandaşın eylemlere katılımı karşısında Gezi olayına birçok kesim
tarafından bir ad konmaya çalışılmasının yanı sıra sosyologlar tarafından da farklı
değerlendirmelerin yapıldığı dikkat çekmektedir.
Bu yazının temel amacı 13 Haziran 2013 tarihinden itibaren ortaya çıkan farklı
görüşleri gözden geçirerek, bunların benzer ve farklı yönlerini sergilemek ve daha sonra
yaratıcılık şaheseri olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacak bir örnek olan “çapulculuk”
kavramının yeniden anlamlandırılmasını ya da bir çerçeveye oturtulmasını (reframing)
Goffman’dan (1974) yararlanarak göstermektir. Çünkü sosyal medyanın çok etkili olduğu
günümüz bilgi toplumunda söylemlerin sosyolojik analizi toplumun anlaşılmasında ayna rolü
üstlenerek önem kazanmaktadır.
Ancak, analizlere geçmeden Marksist klasik sınıf analiz ve kavramlaştırmasına
alternatif olarak geliştirilen ve güncelliği yüzünden önem kazanan Weber (1946) temelli
“yaşam politikası” ve “yaşam tarzı” kavramları hakkında temel kuramsal bilgi verilmesi
uygun olacaktır.
Kuramsal tartışmalar: Sınıf analizi yerine yaşam politikası
“Yaşam politikası” (life politics) ve “yaşam tarzı” (life style) kavramları günümüzde
giderek daha fazla işitilir hale gelmiş bulunmaktadır. Örneğin yaşam politikası kavramı, sınıf
mücadelesi ve özgürleşmeden farklı olarak daha çok “kendini gerçekleştirme” ve
“farkındalığı” ifade etmekte kullanılmaktadır. Yaşam tarzı da yeni bir kavram olmayıp, ilk
olarak sosyolojinin kurucularından Max Weber (1946) tarafından sosyal grupların zenginlik
ve sosyal statülerinin eklemlenmesini betimlemede kullanılmıştır. Daha sonra günümüzde
kültürel sosyolog David Chaney (1994) tarafından geliştirilmiştir. Chaney’in gündelik
yaşamda “kültürel dönüş” (cultural turn) kavramı kadar “Gündelik Yaşamda Sosyal Değişme”
(2002) adlı çalışması da konumuz açısından önemlidir. Chaney, günümüz geç modern ve
tüketim toplumlarında bireylerin kültür ürünlerini gündelik yaşamlarına nasıl dahil ederek
tükettiklerini incelemiştir. Bu yüzden M. Weber’in şehirlerin çok katmanlı olduğu
konusundaki düşünceleri kadar “yaşam politikası” kavramı da günümüzde yaşanan olayları,
sözgelimi Haziran 2013’de başlayan “Gezi Parkı” direnişini analiz etmede önemli bazı
imkanlar sağlamaktadır denilebilir.
Aslında sınıf analizine meydan okuyan eşitsizliklerin yeni biçimlerini anlamada sınıf
kavramının yetersiz kaldığına dair tartışılmalar pek yeni değildir. Örneğin R. Nispet 1958
yılında Amerikan Sosyoloji Derneği Başkanı olarak yaptığı bir konuşmada sınıfın geçmişteki
geleneksel hiyerarşiye dayanan tabakalaşma sistemini açıkladığını, bugün için artık yeni
kavramlara ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir (Clark ve Nispet, 1991). Pakulski ve Waters
(1996) ise, “Sınıfın Ölümü” adlı eserlerinde de kadının erkeğe bağımlılığından insanların
müzik beğenilerine kadar birçok konunun sınıf kavramı ile açıklanamayacağını yazarlar.
Eşitsizlikler çok daha derin ve küresel boyutlara ulaştığı için sınıf kavramı yetersizdir. Onlara
göre, Batı sanayi toplumlarında eşitsizlikler daha fazladır. Artık emekçiler ve orta sınıflar
arasındaki gelir farkları azalmıştır. Bir yandan çalışanlar şirketlerin ortağı haline gelirken,
özelleştirmelerle de sermaye daha geniş kitlelere yayılmıştır. Marx’ın yaşadığı dönemden
farklı olarak artık ne toprak ne de makineler en önemli sermayedir. Mesleki bilgi en temel
sermaye haline gelmiştir. İş yeri hiyerarşisi azalırken, iş daha anlamlı, çalışanlar daha özerk
ve statü sahibi olmuşlardır. Siyasete olan ilgi de değişirken, sağ ve sol katı karşıtlığı da
ortadan kalkmaya başlamıştır. Çevreciler ile sol partiler birleşirken, meslek sahipleri de sol
partilere oy vermeye başladığından artık oy verme davranışı da giderek sınıftan
bağımsızlaşmıştır. Geleneksel sağ sol partilerin yerini üçüncü partiler almış, küçük partiler,
bağımsız partiler ortaya çıkarak etkili olmaya başlamıştır. Sonuç olarak sınıftan bağımsız
olarak insanların kendi yaşamalarına sahip çıkmaları önem kazanmıştır.
Geleneksel otoriter yapı çözülürken eskinin bağımlı olanı, öteki olarak görülenleri
güçlenmeye başlamıştır. Geleneksel otoritenin yerini kimlik, bireyleşme, aktif katılımlı
düşünmeler almıştır. Kısaca sınıf mücadelesinin yerine “yaşam politikası” geçmeye
başlamıştır. Doğal hayatı koruma, trafik, şiddet sorunları ön plan çıkmıştır. Politik hareketlilik
ve radikalleşmede sınıfın rolü azalmaya başlamıştır. Öte yandan klasik kültüre başta gençlik
olmak üzere, giyim tarzı, müzik zevklerine göre değişen alt kültürler meydan okumaya
başlamıştır. Sonuç olarak artık sınıf dar anlamında bugün yaşanan toplumsal cinsiyet,
beğeniler, tüketim alışkanlıkları, boş zaman faaliyetlerindeki farklılıklardan kaynaklanan
eşitsizlikleri açıklamada yetersizdir. Sınıfın ekonomiden daha fazla kültür ile şekillendiğini,
ifade edildiğini ve yaşandığını bilmek gerekmektedir. Eşitsizliklerin yapısını, türlerini ve
kalıplarının yeniden üretilmesinde kültür önemli rol oynamaktadır. İşte tam burada
Bourdieu’nun kültür ve iktidar (power) arasında kurduğu ilişki önem kazanmaktadır. O,
tabakalı toplumlarda hiyerarşik hâkimiyet sisteminin kuşaktan kuşağa aktarılmasının
anlaşılması için “habitus” kavramını geliştirmiştir. Bourdieu, bu kavram ile insanların
gündelik yaşamda var olabilmek, sayısız sorunla baş edebilmek için sayısız strateji
geliştirdiklerini anlatmaya çalışmış ve aslında habitus’un eşitsizliklerin yeniden üretilmesinde
önemli rol oynadığına işaret etmiştir.
Öte yandan Bourdieu’nun kültür-sınıf ilişkisini ele alış tarzı da eleştirilmeye
başlamıştır. Onun kültür üzerinde sınıfın belirleyici rolü kadar bireyin üzerinde baskı kurması
da artık kabul edilmemektedir (Alexandre, 2003). Bourdieu materyalist yönü ağır bastığı, bir
pozitivist ve yapısalcı olarak “beğenileri” özerk olarak ele almadığı için (Alexandre, 2003) ve
sadece Paris’te kendi kişisel gözlemleriyle sınırlı kaldığı için eleştirilmektedir (Lamont,
1992).
Türkiye ‘den güncel tartışmalar
Gezi üzerine yazılanları, sınıfsalı içeren bir şekilde “siyasi” ve “sivil” toplumcu olarak
temelde iki gruba ayırarak incelemek mümkündür. Ancak bazı sosyologlar tarafından oldukça
yaygın bir biçimde kültür ve kimlik temelli görece daha liberal bir söylemin kullanılması
yüzünden onlara da üçüncü bir başlık açılarak yer verilmiştir.
Sınıfsal /siyasal analizler
Gezi olaylarıyla ilişkili düşüncelerini kamuoyuyla paylaşanların belirli özellikler
açısından gruplanmaları mümkün görünmektedir. Bunların başında olaylara sınıfsal açıdan
bakanlar gelmektedir. Örneğin Gezi hareketinin sınıfsal olduğunu iddia edenlerin başında
Korkut Boratav (2013) bulunmaktadır. Ayrıca Boratav, olayların “orta sınıf” kavramı
kullanılarak nitelenmesine Marksist terminolojiye uymadığı için itiraz etmesiyle dikkat
çekmektedir. Ona göre, Gezi olaylarına katılan geniş kesimlerin bazı ortak özelliklerinin
olması onların orta sınıf olarak kavramlaştırılmasını meşru kılmaz. Bu yüzden direnişte yer
alan taraftar gruplarının sınıfsal kökenlerine bakmak gerekir. Örneğin katılanlardan önemli bir
kısmı üniversite ve lise öğrencileridir ve onlar için “orta sınıf” nitelemesi anlamsız olup
onların ebeveynlerinin sınıfsal kökenlerini bilmek gerekir. Kaldı ki, onların potansiyel olarak
işçi sınıfına dahil olma olasılığı yüksektir. Öte yandan “hizmetler” sektörünün niteliksiz emek
gerektiren işlerinde çalışanlar da aslında artı değer yaratan ücretli işçilerdir. Bu yüzden en
geniş anlamda gerçek veya yedek emek ordusunun öğeleri olarak kendiliğinden işçi sınıfının
içinde yer almaktadırlar. Öte yandan Boratav “orta sınıflar” bloğunun içine tıkıştırıldığını
belirttiği hekim, avukat, danışman, mimar, mühendis, mali müşavir gibi, eğitim yoluyla
edindikleri becerilerini satarak geçimlerini sağlayan bağımsız profesyonel grupların da
eğitimli, beyaz yakalı işçi sınıfı içine dahil edilebileceği görüşündedir.
“Her yer Taksim; her yer direniş” sloganını, işçi sınıfının tarihsel özlemi olan sınırsız,
dolaysız demokrasi çağrısı olarak gören Boratav (2013), “Taksim’deki öğrenciler, aydınlar,
işçiler, kafa emekçileri bizlere bu “kargaşayı” armağan ettiler. Elbette sonunda yenilecekler;
ama diyalektiğin “evrensel” yasası işleyecektir: Türkiye’yi bir üst düzleme taşıyarak ve sosyal
mücadeleler tarihine önemli bir armağan bırakarak” diyerek aslında Mao Zedung’un
“Dünyada kargaşa (kaos) var. Durum çok iyi” ifadesini de anımsatmaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak Boratav (2013) görüşünü, eylemlerin “olgunlaşmış bir sınıfsal tepki
olduğunu”, “Yüksek nitelikli, eğitimli işçiler, yarınki sınıf yoldaşları (öğrenciler) ile birlikte,
profesyonellerin de katılımıyla, kapkaççı burjuvazinin ve onunla bütünleşmiş siyasi iktidarın
devâsa kentsel rantlara el koyma girişimine karşı çıkmaktadır” değerlendirmesi yaparak
açıkça ifade etmektedir.
Metin Özuğurlu (2013)’da “Büyük Halk Ayaklanması” olarak nitelediği sürecin
“sınıfsal” olduğunu iddia etmektedir. Ona göre, “Kapitalizmin neoliberal evresi, büyük
bölüklerini profesyonel meslek gruplarının oluşturduğu ‘orta sınıfları’ son 30 yıldır hallaç
pamuğu gibi atmaktadır; meslek/emek değersizleşmiş, yeniden üretim koşulları metalaşmış ve
toplumsal konum yeniden proleterleşmiştir.” Ayrıca ona göre, “Çapulcu İsyanı” olarak
nitelediği süreç ile 68’liler hareketi arasında da benzerlikler bulunmaktadır. Eşitlik ve
özgürlüğü birbirinden ayıran liberal görüşün aksine bunların birbirinden ayrılmazlığını
gösteren hareketin, evrensel boyuta taşınmış olması da bunun en önemli işaretidir.
Öte yandan Özuğurlu (2013), Haziran Ayaklanmasının siyasal açıdan somut bir
program ortaya koyduğu düşüncesindedir. Ona göre, ilk adımda kültürel aidiyetlere özgürlük
ve inanç serbestisi sağlanması; ikinci olarak halk egemenliğinin tesisi ve halk sınıflarının
bağımsız bir şekilde örgütlenmesi; son olarak ise, çalışma ve istihdam temelinde örgütlenme
ve insanca yaşam olanaklarının sağlanması söz konusu programın ana maddeleridir.
Özuğurlu (2013) ayrıca bir yandan sokağa yansıyan ifade tarzındaki yaratıcılık, estetik
ve zeka bileşiminin hareketi meşrulaştırma gücüne işaret ederken, bir yandan da sol kültürde,
kod ve semboller gibi göstergelerden kalkarak siyasal tanı koymanın son derece yaygın
olduğunu belirtmekte ve barikatlarda terk edildiğini belirttiği bu indirgemeci anlayışa eleştirel
bakmaktadır. Gezi olayları sırasında Atatürk ve Türk Bayrağının yer almasını ise, “folk
Kemalizm” kavramıyla açıklamakta ve bunun halkın gözünde “yobazlık, bağnazlıktan uzak
dur; bilim ve sanat ile uğraş vb.” sembolik anlam taşıdığını ve devlet ideolojisi olarak
Kemalizm’den ayrıldığını özenle vurgulamaktadır.
Kemal İnal (2013) tarafından derlenen “Gezi, İsyan ve Özgürlük: Sokağın Şenlikli
Muhalefeti” adlı içinde 28 yerli beş yabancı bilim insanının yazısının yer aldığı eser de ilgili
yazında yerini almış bulunmaktadır. Liberal söyleme ciddi muhalefet eden İnal (2013) halk
hareketi ve bir isyan olarak olayları değerlendirirken, bunun sosyalistlerin uzun yıllara
dayanan mücadeleleri üzerine temellenen “siyasal ve toplumsal” boyutlarının bulunduğunu ve
sadece kültürel bir mücadele olmadığını, “demokrasi ve onun ötesinde sosyolojik bir olay”
olduğunu önemle vurgulamaktadır. Ona göre, “Gezi popülerliğe sığınarak patoloji,
paternalizm ve bireycileşme ile açıklanamayacak kadar kapsamlı, sınıfları kesen, siyasal
nitelikleri haiz bir halk hareketinin devrimci isyanıdır.” Gezinin” “gençlik” veya “sivil
toplum” hareketi olarak görülmesi de yanlıştır ve hareketin içini boşalttığı için kabul
edilemez. Aynı şekilde “Gezi popüler, bireyci, anti tüketimci” bir hareket olmanın ötesinde
“doğayı, insanı, emeği sömüren politikaların sorumlusu olan kapitalistlere karşı tam bir
özgürlük mücadelesidir.”
İnal (2013) tarafından bundan sonra neler yapılacağı konusunda bazı önerilerde
bulunulması da önemlidir. Ona göre Gezi, seçim ve biçimsel demokrasi hareketi olarak
yoluna devam edemez. Hedef yeni bir düzen olmalıdır. Ayrıca Gezi sadece formlarla sınırlı
kalmanın ötesinde parti v.b. tarzda biçimsel olarak da örgütlenmelidir. Aksi takdirde önceden
tüm Dünya’da benzer örneklerinde olduğu gibi unutulup gitme riski bulunmaktadır. Son
olarak, “direnişçiler hiçbir şeyi fetişleştirmemeli”, olayları özgürlük yolunda araçlar olarak
görmeli ve kapsamlı kampanyalarla sorunların çözümü için çalışmalı, “tüm Türkiye herkesin
herkesten öğrendiği bir okula dönüştürülmelidir.”
Sivil Toplumcu Analizler
Bilindiği üzere eski toplumsal hareketler, klasik işçi sınıfı temelli siyasi hareketler
iken yeni toplumsal hareketler çevreci, feminist, dinsel, anti-militarist v.b. siyasal iktidar
talebi olmayan ve dolayısıyla sivil toplumu ön planda tutan hareketlerdir. Toplumsal
hareketlerle ilgili zengin bir literatür bulunmakla birlikte burada sadece Gezi olaylarını
değerlendirirken genel olarak toplumsal hareket kavramını kullanan iki sosyolog olarak
Mustafa Kemal Coşkun ve Polat Alpman’ın görüşleri ele alınmıştır.
Coşkun (2013) Gezi Parkı ile başlayıp ülkenin dört bir tarafına yayılan eylemleri
hükümetin son yıldaki otoriter ve baskıcı yönetimine ve sermaye yanlısı politikalarına
bağladıktan sonra Boratav (2013) ile oldukça benzer düşünceleri paylaşmaktadır. Ona göre de
bu hareketin “orta sınıflar” ve “gençler”den oluştuğu sorunlu bir iddiadır. Çünkü
“Eylemcilerin, son teknolojileri, diyelim bilgisayarı ve sosyal medyayı iyi kullanmaları,
kültürel sermayelerinin yüksekliği ve farklı protesto yöntemleri geliştiriyor olmaları, onları
orta sınıf yapan özellikler olamaz. Sınıf, üretim araçları karşısındaki konumla belirlenebilir,
tüketim alışkanlıklarıyla değil.”
Coşkun’a göre, iktidarın yıllardır uyguladığı ranta dayalı politikalara karşı geliştirilen
bir tepki söz konusudur.” Bu anlamda Gezi Parkı ile başlayan bu’ toplumsal hareke’, sadece
yaşam biçimlerine müdahale edilmesine yönelik bir tepki değil, aynı zamanda bu rantiyeci
burjuvaziye yönelen bir direniştir.” Kemal ayrıca olayların şiddet uygulayarak bastırılmasını
ve yayılmasını “kentlerdeki kamusal hakların sermayeye peşkeş çekilmesi ve halkın buna
karşı durması” ile açıklamaktadır. Son olarak işçi sınıfının farklı fraksiyonlarının
birleşmesinin hala gerçekleşemediğini belirten Coşkun, gelecekten umutsuz değildir. “Gezi
Parkı eylemlerine sendikalar geç de olsa dahil oldular ama sınıfın farklı kesimlerinin
birleşebilmesi hâlâ gerçekleşmiş değil. Bunu yapabildikleri oranda güçlü bir sınıf hareketi de
başlayacak demektir” ifadesi de henüz Gezi eylemlerinin sınıfsal özellikler taşımadığı
görüşüne sahip olduğunu göstermektedir.
Sosyolojik açıdan gezi olaylarını değerlendiren Alpman (2013) öncelikle Gezi
hareketine kuramsal temel oluşturabilmek için Guy Debord’un (1996) Gösteri Toplumu adlı
eserinde ifade ettiği bazı görüşlere yer vermektedir. Debord’un “yaşamak, paylaşmak ve
özgürlük için sadece Paris’in değil, dünyanın tüm sokaklarının paylaşılması” ve iktidarların
sokakları kontrol etme politikalarına karşın, “sınıfsal kurtuluşun sokakların ele
geçirilmesinden geçtiği” görüşünü aktararak Alpman, Gezi olayının ardında yatan kentsel
dönüşüm politikalarının gerçek yüzüne dikkatleri çekmektedir.
Alpman (2013) ayrıca Henri Lefebvre’nin (2000) “Şehir Hakkı” kavramına işaret
ederek, bu kavramın “kentte yaşayan mülksüzlerin, kendi haklarını savunmalarını
gerekçelendirmek üzere üretildiğini” belirtmektedir. Lefebvre’nin, “sermaye sınıfının kentsel
dönüşümü belirleyen güçlü bir sınıf olarak mekânların değişim değeriyle kentsel sömürüyü
yeniden ürettiğine” dair vurgusu ile “kentte yaşayanlara örgütlenerek kenti yeniden ele
geçirme” önerisi Alpman için Gezi olaylarının anlaşılmasında anlamlıdır. Alpman, öte yandan
“Lefebvre, iktisadi büyüme ve sanayileşme sorunlarının asıl çelişkisinin sınıfsal olduğunu ve
bu sınıfsallığın kentsel sorunlara dönüştüğünü ifade ederek kenti, sınıf mücadelesinin alanı
olarak yorumlamaktaydı” diyerek direnişin sınıfsal açıdan ele alınabileceğinin örneğini ya da
ipuçlarını da vermektedir.
Kentsel mücadelelerin sınıfsal olduğunu iddia edenlere karşı görüşten biri olarak
David Harvey’in (2008) şehir hakkı yerine daha geniş bağlamda “insan hakkı” kavramını
tercih ettiğine değindikten sonra Alpman, Gezi hareketinin bir gençlik veya orta sınıf hareketi
olmadığı yönünde görüşünü ortaya koymakta ve yazısının sonunda asıl değerlendirmesini
şöyle yapmaktadır: “İtirazdan isyana ve isyandan direnişe doğru ilerleyen Gezi Parkı
eylemleri, Türkiye’deki demokrasinin kişisel projeksiyonlardan kurumsallaşmaya doğru
geçmesinin gerekliliğini vurgulayan en etkili “toplumsal hareket” haline geldi.” Öte yandan
Alpman’ın toplumsal muhalefetin ulusal sınırları aşarak küreselleştiği saptaması da dikkat
çekmektedir.
Kültür ve kimlik temelli analizler
Gezi konusunda sınıfsal ve siyasi içerikten çok, kültür ve kimlik temelli analiz yapan
çok sayıda sosyal bilimci bulunmaktadır (İnsel, 2013; Çandar, 2013; İnceoğlu, 2013; Ergut,
2013; Göle, 2013; Akay, 2013; Atay, 2013). Ancak burada sadece Ali Akay ve Nilüfer
Göle’nin görüşleri ile yetinilmiştir.
Akay (2013) temel olarak “mikro politika” kavramını kullanmayı tercih etmektedir.
Ona göre siyasi partiler üzerine kurulan politikaların sonu gelmiştir. Akay, “arzunun mikro
politikası gereği gençler arzularını meydanlara ve sokaklara koymaktalar, arzularının siyasi
partiler tarafından kapılmasını istemiyorlar” demektedir. Ona göre, “Gezi Parkı, kolektif bir
arzunun billurlaştığı yer olarak bir sembol değil, gerçek bir mücadele alanı olarak karşımızda
durmaktadır… Direnme hareketi, arzunun bir mikro politikası haline gelmiştir.” Diğer bir
ifade ile, “siyasi partilerin arzuyu kapmaya çalıştıkları makro politikalara karşın gençlik,
bugün, birçok şehirde billurlaşan ve gerçek bir arzu politikası olan arzunun mikro politikasını
yollara sermektedir... Gençler, İktidarın ve siyasi partilerin ikili karşıtlık olarak kurduğu
iktidar ve muhalefet ikiliğine karşı çıkmaktadır.” Akay “her şeyi sınıfsal ikiliklere, burjuva
sermayesi ve işçi sınıfı, ezenler ve ezilenler, işçiler ve işsizler, gençler ve yaşlılar, kadınlar ve
erkekler gibi teorik ikili karşıtlıklarla” ortaya konmasına karşı çıkmakta ve “kolektif olarak,
genç, yaşlı, erkek kadın, işçi veya işsiz, patron veya çalışanlar gibi ayrımlarla kesişen arzunun
mikro politikası Gezi Parkı ve Taksim alanında billurlaşıyor” ifadesine ek olarak, olayların
küresel niteliğine vurgusunu “New York’dan Köln’e, İzmir’den Adana ve Antalya’ya,
Ankara‘dan Bursa’ya sadece Türkiye‘nin gençliğini ve yaşlılarını değil, dünyayı yatay bir
mücadelenin direnme alanının içine katıyorlar: Hepsi birlikte mikro politik arzunun beraber
yankılanmakta olduğunu tınlatıyor” şeklinde yapmaktadır.
Liberal söylem içinde yer alan diğer bir sosyolog olarak Nilüfer Göle’ye (2013) göre,
Gezi Meydanı hareketi, “‘68 Fransız başkaldırısı”, “Arap baharı”, “Occupy Wallstreet”,
Avrupa “kızgınlar hareketi” gibi hareketlere benzemekle birlikte onlardan farklıdır. Çünkü
hepsi gibi sokağa çıkma, meydanı işgal etme, vatandaşın nöbet tutma hareketidir. Ancak
hepsinden ayrılan bir özgünlüğü vardır. Türkiye’deki hareketin “çoğunluk demokrasisinin
eleştirisi” olduğunu belirtmesine rağmen Göle, hareketin siyasallaştırılmasına şiddetle karşı
çıkmaktadır. Ona göre “Hareketi siyasal mercekten okumak yanlıştır... Meydan hareketi
siyasal partilerden bağımsız, otonom olduğu ölçüde, ağaçların gölgesinde masumiyetini
koruduğu sürece, demokrasinin toplumsal muhayyilesini, dokusunu yenileyebilir. Tersine
kendini siyasal hareket yerine koyduğu takdirde demokrasiden uzaklaşacaktır.”
Göle’ye göre, Gezi hareketi, kültür yerine tüketimi öne alan hiper kalkınmaya karşı
kentli yeni bir farkındalığa tercüman olmuştur. Gezi öncesi, kamusal alanın daraltılmasını ve
ana akım medyanın olayları yayınlamamasını eleştiren Göle, sonuç olarak “Bugünkü hareket
ise gönüllü bir sivil direniş hareketidir. Laikliğin devlet otoritesi altında dışlayıcı yorumunu
benimsemeyen seküler değerlerin, yaşam biçimlerinde cisimleştiği bir gençlik hareketi.”
değerlendirmesi yapmaktadır.
Ayrıca hareketin çoğulculuğuna ve meydanın birleştiriciliğine işaret etmektedir.
Siyasal hareketlerden farkını ise şöyle ifade etmektedir : “Siyasal hareketlerden farklı olarak,
doğaçlamaya, mizaha, yaratıcılığa açık bir hareket. Nitekim gençler 60’lı yılların barış ve
karşı kültür hareketlerinin amblemi Woodstock rock festivalini hatırlatırcasına, müzik,
ekoloji, politika, çiçek, bira ile birlikte bir tür komün yaşamını meydanda tecrübe ediyorlar.”
Son olarak da “Gezi Meydan Hareketi, demokraside yeni bir eşiğe geldiğimizi gösteriyor”
diyen Göle, “Kemalist İslamcı, ulusalcı bölücü, reformcu darbeci, yenilikçi muhafazakar gibi
siyasal ve düşünsel hayatımıza damgasını vurmuş karşıt ikiliklerin artık sandığımız kadar
işlevsel olmadığını” belirterek oldukça postmodern çağrışımları olan liberal düşüncesini açığa
vurmaktadır.
Goffman’ın (1974) Çerçeve Analizi Bağlamında Gezi’nin Dili
Bilindiği üzere “Kapsamlı Kültürel Sosyoloji” (Edles, 2002) yapmak “yapı”, “kültür”
ve “bireyi” birlikte ele almak ve etkileşimlerini incelemek demektir. Aslında bu tür yaklaşım
C:W. Mills (1959) tarafından da kısmen kullanılmıştır. Hatırlandığı üzere, bireyin karakterini
(biyografik olarak) içinde yaşadığı toplumun yapısal özellikleriyle ilişkilendirmek ve başat
insan tipini belirlemek gerekir. Bu Mills’in analizinin ilk adımıdır. İkinci adımda “incelenen
toplumun dünya tarihi içinde yeri nedir?” sorusu sorularak incelenen toplumu belirli bir
çerçeveye oturtulması gerekir. Böyle bir analiz, hem makro (yapı) hem de mikro (birey)
arasında gelgitler yapan; hem bugünü hem de dünü analize katan son derece önemli
metodolojik bir yaklaşımdır. Aslında Giddens’ın (1997) yapılaşma kuramı da yapı-birey
etkileşimini önemseyerek, C.W. Mills’i izlemektedir. Ancak burada eksik olan kültür
faktörünün ihmal edilmesidir. Bu yüzden Bourdieu’nun (1984) yapı ve kültürü ilişkilendiren
yaklaşımı ile Goffman’ın çerçeve analizini birlikte kullanmayı öneren Kapsamlı Kültürel
Sosyoloji oldukça zengin bir seçenektir. Konumuz açısından ise, çerçevelerin sabit kalmayıp
yeniden tanımlanması önemlidir. Söz konusu olan olumsuz anlamlar içeren kavramların ters
yüz edilerek yeniden tanımlanması ve bunu yaparken tarihsel kültürel mirastan
yararlanılmasıdır. Aslında kuramsal tartışmalardan hareketle alternatif proje, yaşayan kültür
ve sınıfın; kültürel ve ekonomik sermayenin birlikte düşünülmesi olabilir. Kuşkusuz burada
Giddens (1997) gibi, tarih kadar coğrafya ya da zaman kadar mekan da önemsenmekte ve
mekan olarak kent analize katılmaktadır.
Edles (2002) tarafından genellikle kent etnograflarının sahip olduğu natüralist
özelliklerden çok, Sembolik Etkileşimci yönleri ağır basan bir” kent etnografı” olarak
tanıtılan Goffman’a “gündelik toplumsal yaşam sosyologu” da denilmektedir (Branaman,
1997). Onun kentlerde yaşayan yerleşik grupların yaşam tarzını betimlemenin ötesine
geçerek, genel olarak toplumu anlamayı hedeflemesi önemlidir (Lemert, 1997). Ayrıca onun
toplumsal organizasyonun ardında yatan öznel kültürel şemaların açıklanmasıyla da
ilgilendiği bilinmektedir. Gündelik toplumsal yaşamdaki etkileşimleri, onları yönlendiren
kültürel faktörlerle ilişkilendirerek ele alan Goffman (1974) “çerçeve analizi” (frame analysis)
olarak adlandırılan analiz tekniğini geliştirmiştir. Ona göre bu çerçeveleri bireyler kendileri
geliştirmezler. Ancak bireylerin sosyo-kültürel yaşamda hazır buldukları bu çerçeveleri
yeniden yorumlamaları, yeniden kodlamaları söz konusu olabilir. Böylelikle yapı, birey ve
kültürün etkileşim içinde olduğuna ve bireylerin mevcut çerçeveleri değiştirerek ya da farklı
yorumlarla kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilme imkanlarına da işaret eder. Özellikle
politik yaşamda mevcut çerçevelerden (kültürel kodlardan) hareket edilmesi kadar bunların
yenilenmesi (yeniden kodlama) olanağının bulunması, Goffman ve onun çerçeve analizini
konumuz açısından önemli kılmaktadır. Özellikle birbirine rakip çerçeveler arasındaki
mücadelelerin birbirini yenmek ve daha görünür olmak için verildiği açıktır. “Sembolik
rekabet” de (Sasson, 1995) aslında çerçeveler arasında verilir ve toplumsal hareketler,
gerçekleri topluma göstermekte bu çerçevelerden sıkça yararlanırlar. Özellikle toplumsal
hareketler, siyaset dışında olmaları ya da politik güçten uzaklıkları yüzünden, dünyayı
yeniden düzenlemek yerine koşulları yeniden tanımlarken çerçeveleri en önemli dayanak
olarak kullanırlar (Swindler, 1995).
Gezinin dili konusunda çok sayıda değerlendirme yapılmış bulunmaktadır. Çünkü
“çapulcu” veya “ayyaş gibi” kavramlar yöneticiler tarafından her kullanıldığında yoğun tepki
almıştır. “Kalabalığa iliştirilen her negatif çağrışımlı kavramın hızlı biçimde alınıp tersine
çevrilmesi, itibarsızlaştırılması, karikatürize edilip içinin boşaltılması” (Çelik, 2013) sıkça
yaşanmıştır. “Ayyaş” kelimesinin kabalığına işaret edilerek; Murat Belge’nin önerdiği gibi,
“akşamcı” kelimesinin rakı geleneğini daha iyi ifade ettiğinden dem vurulmuştur (Göle,
2013). Başbakan’ın sıkça kullandığı ayyaş ve çapulcu kelimeleri sosyal medyaya zengin
malzeme olmuş; hatta çok tanınan ve izlenen bir kelime oyunu yarışmasının sunucusu olan
İhsan Varol’un, çapulcu kelimesinin sözlük anlamını değiştirdiğine tanık olunmuştur. Varol,
“Düşüncesini fiilen gerçekleştirmeye çalışan kimse, etkinci, eylemci” olarak çapulcuyu
tanımlayarak sorusunu yöneltmiştir.
“Tüm başkaldıranlar kendilerini ayyaş özellikle de çapulcu olarak takdim ederek,
rencide eden, yaralayan sözleri tersyüz ettiler; bu da hareketin ortak kimliğini oluşturdu”
(Göle, 2013) değerlendirilmesinin tarihsel arka planına bakmak gerekirse, Osmanlı
döneminde 1909 yılında 31 Mart ayaklanmasını bastıran Harekât Ordusunu muhafazakâr
çevrelerin çapulcu olarak tanımladıklarını hatırlamakta yarar vardır. Başbakan’ın çapulcu
tanımlaması bu yüzden tesadüfi değildir. Aynı şekilde Harekât ordusunun komutanının
Mustafa Kemal olmasının da hassasiyetleri arttırdığı düşünülmelidir. Hatta Başbakanın
yalanlamadığı “iki ayyaş” (Mustafa Kemal ve İnönü) nitelemesinin de halkın öfkesini çektiği
unutulmamalıdır. Kısaca tarihsel kültürel bağlama oturtulduğunda sosyolojik analiz daha
yetkin hale gelmektedir. Özuğurlu’nun (2013) tanımıyla “folk Kemalizm”, toplumun önemli
bir bölümünde hala önemli fay hattı özelliği taşıdığından yabana atılamaz.
Günümüz Türkiye’sinde insanların mevcut iktidarın çocuk sayısı, alkol satış izinleri,
dindar gençlikten hamile kadının sokakta dolaşmasına kadar genişleyen konulardaki
söylemine karşı duyarlılıkları artmıştır. Özellikle Başbakanın “çapulcular” kavramını
kullanması yukarıda değinilen nedenler başta olmak üzere büyük tepki almış ve “hepimiz
çapulcuyuz” şeklinde söz konusu kavram yeni bir çerçeveye oturtulmuştur. Bu nedenle
kültürel bağlam ve dinamik çerçeveyi ihmal etmek yanılgı olur. Nitekim yaygınlaşan
protestolar sırasında, evlerin ışıkları yakıp söndürülerek, pencerelerden tencere ve tava
çalınarak, kornalara basılarak eyleme destek verilmiştir. Başbakan bu konuyla ilgili olarak
“Tencere tava hep aynı hava. Bunlar geçmişte de oldu” derken ünlü müzisyen Fazıl Say da bu
eyleme sahne aldığı konserde tencere çalarak katılmıştır. Öte yandan 17 Haziran günü Erdem
Gündüz adlı bir sanatçının, yüzünü AKM’ye dönerek “duran adam” simgesiyle polisin
uyguladığı şiddeti protesto edişine tanık olunmuştur. Eylem kısa sürede “sosyal medya”
aracılığıyla yayıldığında benzer destek eylemleri birçok yerde gözlenmiştir. Protestocuların
birbirleriyle iletişiminde sosyal medyanın facebook ve twitter ile etkisi büyük olmuştur.
#OccupyGezi ve #DirenGeziParki adlı gruplar aracılığıyla 31 Mayıs günü öğleden
sonrasından başlayarak yaklaşık 20 milyon gezi parkına destek mesajı atılmıştır (İnal, 2013).
Diğer Gezi Olaylarını destekleyen popüler örneklerden bazıları şunlardır:
(www.ihvanforum.org)
• Duman adlı müzik grubu protestolara destek için “Eyvallah” adında bir şarkı
bestelemiştir.
• Demir Sert, 31 Mayıs sabah 5’te Gezi Parkı’nda yaşadıklarını anlattığı “Bu Gaz
Bi’Harika Dostum” isimli şarkıyla Gezi Parkı Direnişine müzisyen olarak destek vermiştir.
• Boğaziçi Caz Korosu Recep Tayyip Erdoğan’ın “çapulcu” söylemini, Kocaeli yöresi
türkülerinden “Entarisi Ala Benziyor” isimli şarkıdan düzenledikleri “Çapulcu musun Vay
Vay” adında ve Edirne yöresi türkülerinden “Kızılcıklar Oldu mu” isimli şarkıdan
düzenledikleri “Çapulcular Oldu mu” şarkıları ile eleştirmiştir.
• Kardeş Türküler Başbakanın sözlerinden ilhamla “Tencere Tava Hep Aynı Hava”
şarkısını bestelediler.
•Oğuzh an Uğur, “Bu halka ayıp edildiğini” vurgulayarak, Çapulcu ve Ayyaş
söylemini eleştiren “Birinci Vazife” adında bir şarkı yapmıştır.
• Fazıl Say, 2009’da bestelediği Muhyiddin Abdal’ın “insan, insan” şiiri sözlerini Gezi
Protestocularına ithaf etti.
Aşağıda çapulcu kavramını ilk kullanan Başbakanın söylemi ile ona yanıt olarak
geliştirilen görsel söylem, son derece yaratıcı ve dinamik bir süreç içinde ortaya çıktığı ve
Goffman’ın çerçeve analizine çok güzel örnekler oluşturduğu için ek bir yoruma ihtiyaç
duyulmadan aynen verilmiştir:
Adana, Mersin ve Ankara’da halka hitap eden Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin dört
bir yanında direnişlerini sürdüren yüz binlere karşı “çapulcular, alçaklar” ifadelerini kullandı
(Cumhuriyet, 10 Haziran, 2013).
İşte Erdoğan’ın açıklamalarının satır başları...
Adana
Adana’nın saygıdeğer güzel insanları... Seyhan’dan Tufanbeyli’nden, Yumurtalık’tan
Sevgili gençler siz dik durun dikleşmeyin. Biz o birkaç çapulcunun yaptıklarını yapmayız.
Onlar yakarlar yıkarlar, çapulcunun tanımı budur zaten bunlar kamunun mallarını yakar
yıkarlar, sivil vatandaşın dükkanlarını tarumar eder. Sivil vatandaşların mallarını da
yakarlar yıkarlar.
Mersin
Kendi Başbakanına ağza alınamayacak şekilde küfreden bir gençlik benim gençliğim
olamaz. Bunu duvarlara yazan bir gençlik, hak arayışı içinde olan bir gençlik olamaz. Bugün
çeşitli iş yerlerini, alışveriş mağazalarını basanlar, bu ülkenin hak arayan gençliği olamaz.
Kıracaksın dökeceksin yakacaksın e hak arıyormuş. Ne hakkı, aklıselim sahibi gençlerimize
sesleniyorum. Bu oyunu bozun bu oyuna gelmeyin. Samimi olarak sesleniyorum; gerçek
manada çevreciyseniz burada çevreci bir Başbakan var. Gerçek manada çevreciyseniz,
caddelerdeki kilit taşlarını sökenler kamunun araçlarını yakıp yıkanlarla beraber
olmamalısınız.
Ankara
“Gezi Parkı’na, Kuğulu’ya çıkacağınıza 7 ay var sabredin, 7 ay sonra sandıkta
sizlerle görüşelim. ‘Demokrasi, özgürlükler’ diyorsanız, ‘hak, hürriyet’ diyorsanız bu şiddetle
elde edilmez. Hukuk içerisinde kalarak elde edilir”
“Ben bu ifadeyi kullanınca rahatsız olmuşlar. Eğer çok rahatsız olduysalar lügate bir
baksınlar ‘çapulcu’ kime denir diye. Oraya baktıkları zaman Başbakanın ne kadar isabetli bir
ifade kullandığını görecekler. ‘Yakan, yıkan, saldıranlara çapulcu’ denir. Dolayısıyla kusura
bakmasınlar ama onlara destek verenler de aynı familyada yerini alır”
“Yaptıkları iş sadece vurup kırma. Kamunun binalarına saldırma, kamunun binalarını
yakıp yıkma. Sivil vatandaşın, halkın araçlarını yakıp yıkma. Bununla kalmadılar. Benim
başörtülü kızlarıma, başörtülü bacılarıma saldırdılar. Bununla da kalmadılar. Dolmabahçe
Camii’ne maalesef bira şişeleriyle girmek suretiyle, ayakkabıyla onu da yaptılar”
Tayyip Erdoğan, içki içenlere alkolik, eylem yapanlara çapulcu demişti. Sosyal medya
gene rahat durmadı, çapulcu ile bir sürü tabir ürettiler:
Tayyip
Erdoğan’a
Çapulcu
Sözü
(www.haberself.com/h/1026/ 4 Haziran 2013).
ile
İlgili
Açılan
Bunları üretenlerin tamamı kendilerini çapulcu olarak adlandırıyorlar.
1. EVERYDAY I’M ÇAPULING
10
Pankart.
2. EVERYDAY I’M ÇAPULING VIDEO VERSION
Everything i’m shuffling şarkısı ile çapulcu sözünün birleştirildiği video. Tomalı hilmi
caddesinden de görüntüler var.
3.
KELİME
OYUNUNDAKİ
ÇAPULCU
SORUSU
Kelime oyunundan eyleme çok zekice bir destek geldi. Ali İhsan Varol gene zekasını
konuşturmuş hem yarışma formatından sapmamış hem de alttan alta eylemcilere destek
göndermesi yapmıştı. “Düşüncesini filen gerçekleştirmeye çalışan kimse, etkinci, eylemci”
nedir diye “çapulcu” kelimesinin anlamını sormuştu.
4.
KEEP
CALM
AND
BE
ÇAPULCU
İngilizlerin ikinci dünya savaşı esnasında Almanya tarafından Londra bombalanırken,
kraliçenin “sakin olun güçlü kalın” manasında bastırdığı ve Londra sokaklarını süsleyen
“keep calm and carry on” afişi çok meşhurdur. O afişin çapulcu versiyonu da “keep calm and
be a çapulcu” şeklinde olmuş, “sakin ol ve çapulcu ol” gibi bir manası var.
5.
ÇAPULCU
TİŞÖRTÜ
Çapulcuyum yani eylemciyim diyen güzel ve yaratıcı bir tişört. #occupygezi hash tag’i de
basılmış ve ok ile kendisinin çapulcu olduğunu gösteriyor. Çapulcu sözü iyice gurur
duyulacak bir söz haline geldi.
6.
TENCERELİ
VE
ÇAPULCU
Eylemci çapulcu şiiri yazmış. İşte çapulcu şiiri:
“Tencerem var, tavam var.
Çapulcuyum havam var
Atamızdan yadigar,
koskoca bir vatanım var.”
7.
EYLEMCİ
ANNE
VE
KIZI
“Kızı “anamızı da aldık geldik” yazmış, annesi ise “Çapulcu anne” yazmış. Aile boyu
eylemde güzel bir vakit geçirdikleri belli.”
8.
BAYRAM
SEBEBİYLE
KAPALIYIZ
İMZA:
ÇAPULCU
“Eyleme giden bir esnaf penceresine asmış. Cuma namazına gittim dönücem tarzı bir yazı.
“Bayram nedeniyle kapalıyız. Taksim’e gidiyoruz. Dönmeyeceğiz.” yazmış. “Bir çapulcu”
şeklinde de imza atmış.”
9.
HUKUKÇU
ÇAPULCULAR
“Bir avukatın tuttuğu “Hukukçu çapulcular, çocuğa, şiddete karşı direniyor” pankartı da ünlü
olan
pankartlar
arasında.”
Gezi Parkı ile başlayan hareket devam etmektedir.
Örnekler
18 Ekim 2013 gecesi Ankara Belediyesinin ODTÜ kampüsüne girerek oto yol projesi
için ağaçları kesmesi ile başlayan olaylar yeniden çerçeveye oturma için ikinci bir örnektir.
Öğrenciler “Rantın Yoluna 5000 fidan Dikiyoruz. Fidanını, Kazmanı, Küreğini Kap Gel”
sloganıyla aslında bir kamu hizmeti olarak devletten beklenen” yol” yapımını, “rant kapısı”
olarak değerlendirerek yeni bir çerçeveye oturmuşlardır. Haberlere göre olaylarda 100.Yıl
Mahallesi (mekan) ve öğrencilerine polis şiddeti uygulanarak olayların daha da büyümesine
yol açılmıştır. Öğrencilerin alternatif projeleri kasıtlı olarak uygulamayan iktidar partili
Büyük Şehir Belediyesinin “hizmet” anlayışını ret etmeleri ve sökülen ağaçların yerine fidan
dikmeleri, yol yerine ağaç ya da rant yerin çevrenin tercih edilmesinden başka bir şey
değildir.
“ODTÜ’DEKİ AĞAÇLARI SÖKUP YOL YAPACAĞINA, YÖK’Ü YIK VE
ORMAN YAP” pankartıyla yürüyen öğrencileri polis tekme tokat gözaltına aldı. Polisin
yakın mesafeden biber gazı kullandığı müdahaleden öğrencilerin YÖK’ün önüne dikmek
istedikleri fidanlar da kırıldı. Öte yandan “ ODTÜ ORMANI HALKINDIR” eylemi yapan
ODTÜ öğrencileri ve 100.Yıl Mahallesi sakinleri de yine polis şiddeti ile karşılaştı.
Müdahalede polis tarafından darp edildikten sonra ateşe itildiği iddia edilen bir öğrencinin
vücudunda yanıklar oluştu.” (Cumhuriyet, 26 Ekim 3013).
Türkiye’de spor ve siyaset iç içeliğini ve iktidarın tutumunu gösteren en çarpıcı
örneklerden biri daha aşağıda verilmiştir. Burada” korku kültürü” (Furedi) yerleştirmek üzere
iktidarın polisi bakı aracı olarak kullandığı gözlenmektedir:
“Galatasaray ile Kopenhag arasında oynanan karşılaşmaya “HER YER TAKSİM HER
YER DİRENİŞ” yazılı forma ile giden avukat Can Ercan, polis tarafından takibe alındı ve
maç çıkışında tutanak tutuldu. Ercan’a Spor Savcısı Taner Tebel’in talimatı ile aynı davranışı
tekrar gerçekleştirmesi halinde işlem yapılacağı iletildi. Polisler Ercan’a aynı forma ile maça
gelme halinde 6222 sayılı kanuna muhalefetten işlem yapılacağı uyarısında bulunuldu.”
(Cumhuriyet, 27 Ekim 2013)
Gezi olayları sonrası yeni sivil toplum kuruluşları ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri de
“Gezi Direnişi Tutuklu Aileleri Platformu” olup çok sayıda toplantı yaparak çocuklarına sahip
çıkmıştır:
“Gezi Direnişi Tutuklu Aileleri Platformu üyesi aileler Galatasaray meydanında 17.
Kez bir araya geldi. Çocuklarının haftalardır hapishanede tutulduğunu hatırlatan HASAN
TUNÇ’un babası Haydar Tunç, “Çocuklarımız sadece haklarını aradıkları için tutuklandı.”
Dedi. GONCAGüL TELEK’in kardeşi Deniz Telek ise, “Gezi tutukluları serbest bırakılana
kadar, Gezi Şehitlerinin katilleri yakalanana kadar burada olacağız” dedi” (Cumhuriyet, 16
Ekim 2013).
1 Haziran 2013 tarihinde Gezi olaylarına destek gösterileri sırasında üniformalı bir
polis tarafından Ankara Güvenpark önünde bir- iki metre gibi çok yakın mesafeden vurulan
1986 Çorum doğumlu olup Türkmen Alevi bir aileden gelen Ethem Sarısülük adlı işçi gencin
16 Haziranda beyin ölümü gerçekleşmiştir. Olay başta sendikalar, odalar ve çeşitli platformlar
olmak üzere tüm ülkede infial ile karşılanmıştır. Sarısülük’ün, ailesi daha sonra şu
değerlendirmeleri yapmıştır:
Ethem Sarısülük’un kardesi İkrar Sarısülük ( Cumhuriyet, 26 Kasım 2013):
“Haziran Direnişi, 80 sonrasında ortaya çıkan sol örgütlerin bile öngöremediği bir
hareketti. Direniş, APOLİTİK olarak tanımlanan gençlerin ellerinde yükseldi. Artık kimse, bu
kölelik düzeni ve mevcut düzenin dayatmaları altında ezilmek istemiyor. Öte yandan insanlar
özgürlüklerinin peşine düştüler.
Ethem yaşı ilerledikçe, insanların çektiği acıları, sefaleti, açlığı hepimizden daha fazla
hissetti. İnsanların suçsuz yere öldürüldüğünü ve özgürlüklerine ambargo konduğunu gördü.
Böylece politik bir yapıya sahip oldu ve fark ettiklerinin tersi olsun diye savaştı.”
Medyaya yansıdığı kadarıyla Sarısülük’ü öldüren polis memuru belirlenmiş ve
yargılanmaya başlamıştır:
“Ethem Sarısülük ‘ü öldüren Polis Ahmet Şahbaz tutuksuz yargılanıyor. Tayin olduğu
şehirden mazeret gösterdi ve duruşmaya gelmedi. Video –konferans ile ifade verecek…”
Uzun yıllardır nükleer santraller karşı gösteriler çeşitli illerde sürerken, Gezi
olaylarının ardından Alağa’da “Yaşam Hakkıma Dokunma” sloganlarıyla gösteri yapılması
olayların etkileşimli olarak genişlediğini ve çevre duyarlılığının giderek arttığını göstermiştir:
AL SANTRALINI BAŞINA ÇAL (Cumhuiyet, 27 Ekim 2013)
“Aliağa’da kurulmak istenen termik santrale karşı çıkan yöre halkı dün de alanlara
çıkarak “YAŞAM HAKKIMA DOKUNMA” mesajı verdi. Etkinliğe FOÇEP, ADD Aliağa
Şubesi, Kanserle Mücadele Derneği ve Aliağa Demokrasi, Platformu, Alağa Emek ve Barış
Sanatçıları Derneği katıldı. Ve verdikleri konserde söyledikleri şarkı ve türkülerle santrale
yönelik tepkileri aktardı.”
“Termik santralin kurulmasına karşı seslerini yükselten Aliağalılar’da dün
alanlardaydı. Demokrasi Meydanında bir araya gelen binlerce Ali Ağalı “TERMİK
SANTRALLERE HAYIR” eyleminde şarkı ve türkülerle tepkilerini orta koydu. “BU DAHA
BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM” sloganının atıldığı eylemde, YÖRE HALKI
YAŞAM HAKKINA DOKUNDURMAMAYA KARARLI OLDUĞU mesajını verdi.
“TERMİK SANTRALLERE HAYIR” mitingi yedi adet termik santral yapmak isteyen
sermayeye karşı önemli bir protestoydu.”
Sonuç
Yeni toplumsal hareketlerin de artık yetersiz kaldığı, önce söylemin daha sonra da
grupların oluştuğu görüşünü (Özen, 2009) destekleyen bir tarzda Türkiye’de oldukça farklı
toplumsal kesimler Gezi Parkı direnişinde bir araya geldiler. Çevreci geçlerin, sanatçı ve
entelektüellerin Gezi Parkı’na sahip çıkmak için başlattıkları eylemin toplumsal muhalefeti
birleştirdiği açıktı. İçlerinde Anti-Kapitalist Müslümanlar’dan Taksim Dayanışması
platformuna kadar çok değişik gruplar bulunması, en çok da kadın ve gençlerin direnişe
katılmaları dikkat çekmekteydi. İçlerinde işsizler kadar yüksek ücretli profesyoneller de
bulunması önemliydi. Gezi Parkı olayı, ekonomik nedenler kadar kültürel faktörlerle de
insanların direnişe geçebileceklerini gösterme açısından ayrıca önem kazanmaktaydı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bu kadar farklı kesimin bir araya gelmesini
niyetlenilmemiş bir sonuç olarak hayıfla karşılaması yabana atılmamalıydı. Kültürel ve
ekonomik sermayenin, diğer bir ifade ile sınıf ve yaşayan kültürün birlikte analiz edilmesi
kaçınılmazdı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Dünya Kadınlar Günü nedeniyle yaptığı Uşak
konuşmasında “Sizinle bir Başbakan olarak değil, dertli kardeşiniz olarak konuşuyorum. Biz
genç nüfusumuzu aynen korumalıyız. Bir ekonomide asıl olan insandır. Bunlar Türk
milletinin kökünü kazımak istiyor. Yaptıkları aynen budur. Genç nüfusumuzun azalmaması
için en az üç çocuk yapın” şeklindeki söyleminde samimi ise gençleri, kadınları, ahlak
simsarlarının ötekileştirdiği tüm kesimleri daha çok sevmeli ve otoriter buyurucu söyleminin
tepkilere yol açtığını görmelidir. Tüm dünyada nüfusun yaşlandığını ve çocuğun çok değerli
olduğunu genç kuşaklar zaten bilmektedir. Ancak itiraz yaşam tarzına müdahale edilmesidir.
Başta gençler ve kadınlar olmak üzere toplumun geniş kesimleri yeme, içme, üreme, inanç,
giyim-kuşam, boş zaman değerlendirme gibi konularda yaşam politikalarını kendileri
oluşturmak ve yaşamak arzusundadır, buna saygı duyulmalıdır. Şehirlerine sahip çıkmak
isteyen yurttaşlarına yerel yönetimlerin en geniş düzeyde kararlara katılım olanağı sağlamaları
ise çağdaş demokrasilerin gereğidir. Yerel ve merkezi yönetimlerin çok sesli ve farklılıklara
saygılı çok katmanlı kentler ve yaşam alanları yaratmak için var olduklarını unutmamaları ve
bu bilinçle politikalar geliştirmeleri zamanı gelmiş ve geçmektedir. İktidarların da polisi artık
baskı aracı olarak kullanmaktan vazgeçmeleri gerekmektedir (Kasapoğlu ve Kul, 2008).
Şiddetin şiddet doğurduğu ve şiddetin her yerde olduğu dünyada sosyo-ekonomik ve
kültürel farklılıklarımızı hoş görülü bir şekilde zenginliğimiz olarak görmeli ve buna uygun
yaşam politikaları geliştirmek üzere işbirliği yapan herkese elimizi uzatmalı, kucak açmalıyız.
İster sosyalist olarak sınıf temelli analiz yapalım ister bunu aşmaya çalışalım, zaman artık
aramızdaki kuramsal ayrılıklar kadar benzerlikler bulunduğunu görme ve eyleme geçme
zamanıdır. Çünkü İnal’ın (2013) özet olarak belirttiği gibi korkular aşılmış, farklı görüşler yan
yana gelmiş, gençlik politik aktör haline gelmiş, komün geleneği canlanmış, yeni bir sosyal
medya anlayışı ortaya çıkmış, mizah dili siyasallaşmış, sanatçı katılımı sağlanmış, sosyalistler
silkinmiş, LGBT rüştünü ispatlamış, anti-kapitalist Müslümanlar ile İslam anlayışı adeta
gözden geçirilmeye başlamış, çevre duyarlılığı artmış, ana-babalar mücadeleye katılmıştır ve
bu hiç de küçümsenmeyecek bir başarıdır.
Teşekkür
Başta Beril Uğuz olmak üzere, 2013-2014 öğretim yılı “Toplum ve Kültür İlişkileri”
dersimi alan doktora öğrencilerim Beril Özer, Feray Artar ile derse katılan Yüksek Lisans
öğrencilerim Nazar Bal ve İmge Doğan’a bu makalenin yazılmasına yol açan katkılarından
dolayı teşekkür ederim.
Kaynakça
Akay, A. (2013) “2013 Mayısı: Molekuler Devrim”. Radikal, 13 Haziran.
Alexandre, J.C.(2003) The Meaning of Social Life:A Cultural Sociology, New
York:Oxford University Press.
Alpman, P. S. (2013) “Gezi Parkı: Şehir Hakkı Tartışmaları ve Sosyolojinin
Savunulması”. 8. Ulusal Sosyoloji Kongresi. Muğla.
Atay, T. (2013) “Popüler Kültürün Seküler İsyanı”. Radikal, 10 Haziran
Bora, T. (2013) “Gezi Direnişi: Bir Yanımız Bahar Bahçe”. Birikim, TemmuzAğustos, 291: 25.
Boratav, K.(2013) “Korkut Boratav, Gezi Direnişi’ni değerlendirdi: Olgunlaşmış bir
sınıfsal başkaldırı…”22 Haziran 2013.
Bourdieu, P.(1984) Distinction: A Social CritiQue of the Judgement of Taste. London:
Routledge.
Branaman, A. (1997) “Goffman’s Social Theory”. İç. The Goffman Reader (der.
C.Lemert ve A. Branaman. Oxford: Blackwell.
Chaney, D. (1994) The Cultural Turn :Scene SettingAssays on Contemporary Cultural
History. London: Routledge.
Clark, T.N., Lipset, S.M. (1991) “Are Social Classes Dying?” International
Sociology.6: 397-410.
Coşkun, M.K. (2013) “Gezi Parkının Bileşenleri”, Radikal İki, 30 Haziran.
Cumhuriyet, 16 Ekim 2013
Cumhuriyet, 26 Ekim 2013
Cumhuriyet, 27 Ekim 2013
Cumhuriyet, 26 Kasım 2013
Çandar, C. (2013) “Postmodern Bir Direniş”, Radikal, 3 Haziran.
Çelik, B. (2013) “Kim ve Ne Yerine Nasıl?: Gezi Direnişi ve Sokaklar ve Sosyal
Medya”. Birikim, Temmuz-Ağustos, 291:122.
Edles, L. (2002) 21st Century Sociology: Cultural Sociology in Practice. Oxford:
Balckwell.
Ergut, F. (2013) “Gezinin Mağduru ve Muktediri”. Radikal İki, 30 Haziran.
Giddens, A. (1997) Sociology.Cambridge: Polity.
Goffman, E. (1974) Frame Analysis. New York: Harper and Row.
Göle, N. (2013) “Gezi: Bir Kamusal Meydan Hareketinin Anatomisi”, CHP Çankaya
İl Başkanlığı Gazetesi, 7. Sayı.
Harvey, D. (1986) Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru. (çev. A. D.
Temiz). İstanbul: Metis.
İnal, K. (der) (2013) Gezi, İsyan, Özgürlük. Ankara: Ayrıntı.
İnceoğlu, Y. (2013) “Gezi ve Kötü Öğrenci: Medya”, Radikal İki, 30 Haziran.
İnsel, A. (2013)”Haysiyet Ayaklanması”. Radikal, 4 Haziran.
Kasapoğlu, A., Kul, M.(2008) “Siyasal İktidarların Polis Aracılığıyla Topluma Nüfuz
Etmesi”. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi 2:35-53.
Lamont, M.(1992) Money, Morals and Manners: The Culture of French and the
American Upper-Middle Class, Chicago: University of Chicago Press.
Lemert, C.(1997) “Goffman”. İç. The Goffman Reader (der. C. Lemert ve A.
Branaman). Oxford: Blackwell.
Marshall, G. (1997) Repositioning Class: Social Inequality in Industrial Societies.
London: Sage.
Mills, C.W. (1959) Sociological Imagination. Hormandsworth: Penguin Books.
Özen H. (2009), “Located Locally, Disseminated Nationally: Bergama Movement”,
Environmental Politics, 18:3, pp. 408-423.
Özuğurlu, M. (2013) “Metin Özuğurlu, Gezi Direnişi’ni değerlendirdi: Devrime hasret
kalmış insanlık ve siyasetini arayan halk sınıfları…” 28 Haziran 2013
Pakulski, J., Waters, M.(1996). The Dead of Class. London: Sage.
Sasson, T. (1995) Crime Talk: How The Citizens Construct a Social Problem. New
York: Aldine de Gruyter.
Swinler, A. (1995) “Culture in Action:Symbols and Strategies”, American
Sociological Review, 51:273-286.
Weber, M. (1946) From Max Weber: Essays in Sociology. (cev. H.Gerth ve C.W.
Mills) NewYork: Oxford Univeristy Press.
www.haberself.com/h/1026/ “ Tayyip Erdoğan ‘a Çapulcu Sözü ile İlgili Açılan 10
Pankart.4 Haziran 2013.
www.ihvanforum.org.Genel ve Güncel Haberler. Gezi Olaylarını Destekleyenler.
Download