Mutsuzluk Bulaşıcıdır! Çok uluslu olduğu halde bir ulus-devlet organizasyonuyla yönetilen ülkelerde kimlikler arasındaki ilişki ‘periferi-merkez’ paradoksuyla ifade edilemeyecek kadar geniş arka planı olan ve ille de formüle edilmesi gerekiyorsa merkez ile periferi arasındaki kan ve doku uyuşmazlığının başat olarak etnik farklılıklardan kaynaklandığının göz ardı edilemeyeceği bir tarif gerektirir. Tek etnik kimlikli bir ülkenin sosyo-ekonomik piramidinin altında ve üstünde yer alan sınıfların ve bireylerin birbirlerine karşı duruşları ile çok etnisiteli bir ülkenin hegemonik ulus-devlet yönetiminin diğer kimliklere karşı duruşu, bu duruşun ‘ötekilerde’ oluşturacağı hasarlar, arkasından çıkacak şiddet sarmalı ve uzun bir süre sonra kimlikler arasında oluşacak karşılıklı dışlayıcı tepkileri anlamak doğru bir saptamayla mümkündür. Bir Basklı, Katalan ya da Kürt’ün; dilini, kültürünü, farklılığını dışlayan merkezdeki İspanyol, Fransız ve Türk ulus(lar)-devlet(ler)’ine karşı ne tür duygular beslemesini beklersiniz? Ulus-devletin bu şekildeki politikalarının doğal bir sonucu olarak dışlanan öteki kimliklerde dil ve kültürde asimilasyon, özüne yabancılaşma, ‘şiddet’ li tepkiler gelişir. Kendi öz dinamikleriyle gelişemeyen, dilini konuşamayan, kültürünü geliştiremeyen bu insanların mutlu olmasını bekleyemezsiniz. Mutluluk da mutsuzluk da bulaşıcıdır. ‘’Ne mutlu Türk’üm diyene!’’ söyleminin ‘’Ne mutlu Türk olana!’’ olmadığını bu yüzden bu sözün dışlayıcı olmadığını, Türk olmadığı halde kendini Türk hisseden ve geçici de olsa kendine ‘’Türk’üm’’ diyenlerin mutlu olacağını savunan bir anlayışın ne kadar dışlayıcı olduğu ortadadır. Ulus devletin doğasında var olan, ‘’farklı olanı yok et, erit, sindir’’ ki ulus devlet tanımı yerli yerine otursun formuna göre düzenlenen devlet aygıtının bütün kurum ve kuruluşları yüzyıla yakın bir zamandır Kürtleri zapt u rapt altına almaya çalışmaktadır. Orijin adlı çalışmamda bu eklektik manzarayı yakalamaya çalıştım. Zencilerin(siyah derililerin) askeri yürüyüşle sergiledikleri performans onlara ne hissettirmişse, Kürtçe eğitimin yasak olduğu Kürt coğrafyasındaki okullarda her sabah Kürt çocuklarına okutulan ve ‘’Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’’ sözleriyle başlayan ve ‘’Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!" sözleriyle devam eden ant içme törenleri de Kürt çocuklarına aynı şeyi hissettiriyordur. Zira ait olmadıkları bir kimliğe mensup oldukları dayatılıyor ve onlar da içten içe bunun kör ebe gibi bir oyun olduğunu düşünüyorlardır. Oyun temasına değinmişken aslında oyunun yeryüzünün her yanında aynı işleve sahip olduğunu ama her oyunda farklı ‘’oyuncaklar’’ kullanıldığı için oyunların da bunlara bağlı olarak değiştiğini görüyoruz. Büyüklerin dünyasına ait büyük oyunlarla çocukların dünyasına özgü küçük oyunların birbirine bu denli yaklaştığı Ortadoğu coğrafyasında temel oyuncaklar da tabi ki oyuncak tüfekler, tanklar, uçaklar ve diğer savaş malzemeleridir. Çok şanslı olanları gerçek silahlarla, oraya buraya saçılmış kara mayınlarıyla, çatışmalardan arta kalan boş veya dolu el bombaları veya mermilerle karşılaşma imkanı da bulabiliyor bazen(!) Çocukların sorunları çözme yöntemi olarak şiddeti benimsemeleri gerçekte büyüklerinden yaşayarak öğrendikleri bir yöntemdir. Adult Games’i izleyen birçok kişi park alanını benim dizayn ettiğimi sanıyor. Oysa bu türden eklektik yapılara Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yer alan Kürt coğrafyasında o kadar çok rastlarsınız ki ulus-devlet’in farklı etnik kimliklerin yaşadığı alanları neden kendi ulus kimliğinin doğal egemen olduğu alanlara göre farklı düzenlemelere tabi kıldığını, buradaki modern yaşam ölçütlerini neden tutturamadığını sorgulamadan edemezsiniz. Ulus-devlet iktidarının kendisi eklektik durduğu için yönettiği farklı kültürel ve etnik kimlikleri sevk ve idare ederken her türlü aracı kullanmaktan geri durmaz. Bu araçların en önemlilerinden biri de hiç kuşkusuz şiddettir. Osmanlı devletinin iktidarının son yıllarına doğru Ermenilere uyguladığı tehcir politikası ve arkasında yaşanan dram, iktidarın el değiştirmesinden çok sonra 6-7 olayları olarak bilinen 1955 olaylarında Rumların ülkeden göç ettirilmesi bu aracın gerektiğinde nasıl kullanılabildiğini gösteren en çarpıcı örneklerdendir. Ermenilerin tehcir edildiği dönemlerde Osmanlı Devletinin egemen olduğunu ileri sürüp bu politika ve pratiklerin Türkiye Cumhuriyeti ulus-devletine mal edilemeyeceğini savunan kesimlere de verilebilecek cevap şudur. Her ne kadar sözü edilen dönemde (1915) Osmanlı İmparatorluğu hakimse de iktidarda ‘’ulus-devlet’’ projesi olan ‘’İttihat ve Terakki’’ partisi vardır. Kürtlere karşı olan tutum ise hem çok daha eskiye dayanır hem de halen devam eden bir karaktere sahiptir. Kürtlerin nüfus itibariyle Ermeni, Rum, Laz ve diğer azınlıklardan daha fazla olması ve yerleşik oldukları coğrafyanın daha geniş olması gibi nedenlerden dolayı maruz kaldıkları sistemli asimilasyon ve trajik uygulamalardan bir de ortaya koydukları daha direngen tavırdan dolayı hem çok büyük saldırılarla karşılaşmışlar hem de yukarda sıraladığım nedenlerden dolayı diğer azınlık ve etnik yapılardan farklı olarak benliklerini önemli oranda muhafaza etmişlerdir. Bu yüzden Türkiye’nin ulus-devlet projesinin tam anlamda hayata geçmesinin önündeki en büyük engel Kürtler olmuştur. Bask dilini konuşabilen Basklıların ‘sayıları’ nasıl ki konuşulmaya değer bir durum arz ederse aynı şekilde Lazca’yı konuşabilen Lazların ‘sayısı’ da araştırılmaya değer bir sosyoloji konusu olmuştur ki bu da ulusdevletlerin farklı etnik yapılar üzerinde ne denli büyük tahribatlar yarattığının iyi bir göstergesidir. Daha da trajik olanı Türk milliyetçiliği en büyük destekçilerini asimilasyonla kültürel genleri bozulmuş Rum ve Laz gibi azınlıklar içerisinde bulmaktadır. Yüz yıl önce Rum-Pontus krallığının merkezi olan Trabzon kenti ile Erzurum ve Elazığ gibi Kürt şehirleri bu değişimin ve ‘’karşıtına dönüşmenin’’ açık laboratuarları niteliğindedir. İktidarların ‘Lost Body’ leri olabileceği gibi Lost People’leri de olabiliyormuş demek. Yıkılan bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde bir Türk ulus-devleti inşa etmeye girişen dönemin milliyetçi-ulusalcı aydınları, doğası gereği, ulusdevletlere karşı olmayan dönemin emperyal güçlerinden de bu proje için destek görmüşlerdir. Emperyal güçlerin rahat hareket edebilmeleri için dünyanın değişik yerlerinde sağlam otoritelere ihtiyacı vardır. Bu otoritelerin, tahakkümleri altındaki farklı etnik kimliklere nasıl davrandığıyla ilgilenmemişlerdir. Batının azımsanmayacak ölçüde desteğini arkasına alan Saddam Hüseyin’in Baas Partisi Kürt şehri Halepçe’de binlerce Kürt’ü kimyasal gazlarla zehirlerken Batı’dan cılız da olsa bir kınama almamıştır; çünkü Irak ordusunun Kürtlere karşı kullandığı kimyasal silahlar bu ülkeye Batı’dan gelmiştir. Erkan Özgen Diyarbakir 2009-06-02