00-O?n ve arka kapak1 (Page 3)

advertisement
Kasım 2009
14
SERXWEBUN
“Bir kez daha devlet ve toplumun iç içe bir krizi yaşadığı durumla
karşı karşıyayız. Kapitalist bireyciliğin vardığı kişiliksiz kişilik
durumu, hem toplumun hem devletin yaşadığı krizin izdüşümünden
başka bir şey değildir. Açık ki, toplum ve birey bu hale
düşürülmeden, ne sermaye ne de iktidar tekelleri ve birleşik devlet
formu olan ulus-devlet yönetimi mümkün olabilir”
Kişilik krizi dediğim olay budur. Toplumsal doğa bu kişiliklerden oluşamaz.
Çünkü esas dokusu ahlaki ve politik
niteliktedir. Bu nitelikleri ise mumla
arasanız bu kişilikte bulamazsınız.
Devletler bu kişiliklerle yürüyebilirler.
Ama hiçbir toplum bu kişilikle sürdürülemez. Daha doğrusu, bu kişilik
toplumun yadsınmasını ifade eder.
Devlet de toplumsuz olamayacağına
göre, bir kez daha devlet ve toplumun
iç içe bir krizi yaşadığı durumla karşı
karşıyayız. Kapitalist bireyciliğin vardığı kişiliksiz kişilik durumu, hem
toplumun hem devletin yaşadığı krizin
izdüşümünden başka bir şey değildir.
Açık ki, toplum ve birey bu hale düşürülmeden, ne sermaye ne de iktidar
tekelleri ve birleşik devlet formu olan
ulus-devlet yönetimi mümkün olabilir.
Toplumsal kriz yapısal krizin ötesinde
bir durumu ifade ediyor. Bir yapının
yerine yenisi inşa edilebilir. Toplum
olmanın temel niteliklerinin yitirilişi
ise, yeniden yapılanmayla kolayca
aşılacak bir durum değildir. Ahlaki
ve politik toplumun yeniden inşasını
gerektirir. Zorluk buradadır.
Kanser gibi büyüyen kentler
toplumun yıkım merkezleri
olmuşlardır
c- Kentleşme modernitenin en krizli
unsurlarından bir diğeridir. Köy-tarım
toplumuyla diyalektik bütünlük içinde
gelişen kent toplumu önemli toplumsal
işlevler görmüştür. Rasyonalite (akıl)
ve endüstrinin gelişiminde toplumsal
rolü vardır. Çevreyle çelişkisi henüz
gelişmemiştir. Devletleşme süreci kentin rolünü çarpıtmıştır. Yönetici sınıfın
üssü konumuna dönüştürülerek, tarihi
süreç içinde köy-tarım toplumu ve
ekoloji aleyhine bir yapılanma ve zihniyet kazanmıştır. Üretici sınıfla birlikte tüccar sınıfın merkezi konumuyla
toplum aleyhine işlevsellikler yüklenmiştir. İlk ve ortaçağlarda sınırlı
olan bu olumsuz işlevler moderniteyle
birlikte çığ gibi büyümüştür. Sanayi
devrimiyle birlikte kanser gibi büyüyen kentler geleneksel toplumun yıkım merkezleri olmuşlardır. Sanayi
kenti kent değil, kentin kentsizleşmesi,
kent olmaktan çıkarılmasıdır. Değil
milyonluk kentler, yüz binlik kentler
bile kent mantığına terstir. Milyonluk
kent olmaz, milyonluk kentler olur.
Eğer bir yerde beş milyonluk bir
kent varsa, orada gerçekten en az
elli kent var demektir. Kentin toplum
için yıkım özelliği bu gerçeğinde saklıdır. Böylesi kentleri normal toplumlar
taşıyamaz, çevre ise hiç taşıyamaz.
Bu tür kentlerin sayısal büyümelerinin altındaki mantık, kapitalist
olmayan toplumun sömürgeleştirilmesi, iktidarın çoğaltımı ve orta sınıfın
yönetici konumuna yükselmesidir.
Her üç etken de ahlaki ve politik
toplumun tasfiyesiyle oluşur. Sadece
köy-tarımı ve göçmen toplumları tasfiye etmez; kentin geleneksel olumlu
işlev sahibi kesimleri olan sanatkâr,
zanaatkâr, aydın ve diğer emekçilerini
de hem maddi hem manevi kültür
olarak tasfiye sürecine sokar. Şehir
toplumundan şehir kitlesine geçiş yapar. Kırsal alan ise varoşlara taşınarak,
daha çok kontrol altına alınmış bir
sömürge konumu kazanır. Devlet ve
sermaye tekeli kenti, kent kırı yutmuştur. Toplum olmayan toplum ise
çevreyi yutmuştur. Kenti taşıyacak
ne kırsal toplum, ne çevre, ne geleneksel kent emekçi ve aydınları kalmadığına göre, ortaya çıkan durum
bir kez daha kriz ötesi durumdur.
Sadece çevre felaketleri değil, gerçek bir toplumkırım, bu kent kanserleşmesiyle birebir ilişkilidir. Değil bir
bölge, bir ülkenin bile taşıyamayacağı
çok sayıda kentlerle dünyanın ekolojik
dengesinin ölümcül darbeler aldığı bilimlerin ortak bir tespitidir. Toplum
tasfiyeciliği ise, ur gibi büyüyen yönetici orta sınıfın yıktığı ahlaki ve politik toplum dokularıdır; işsiz kitledir,
sorumsuz vatandaş kalabalığıdır.
Bilimsel ve teknik gelişmeler insan
ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabilir
d- Ekonomi karşıtı tekellerin gittikçe büyüyen hegemonik gücü, ekonomik kaynakları kâr-sermaye birikimine tabi kılarak, toplumun temel
ihtiyaçlarını giderme konumundan
uzaklaştırmıştır. Sanılanın aksine, kapitalizmin en üretken ekonomik sistem
değil, ekonomi karşıtı tekel olduğu
sistemik bunalımlarıyla kendini kanıtlar. Ekonomi-politiğin tüm aksi
tezlerine rağmen, kapitalist tekel şebekelerinin etkisi, ekonomiyi hiçbir
dönemle kıyaslanmayacak ölçülerde
temel insan ihtiyaçlarını üreten bir
sistemden sürekli kâr-sermaye birikimini sağlayan bir sisteme dönüştürmüştür. Bilimsel ve teknik gelişmeler temel insan ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabilecek ölçektedir. Doğru
bir ekonomi yönetimi rahatlıkla bilim
ve tekniği kullanarak bu ihtiyaçları
karşılayabilir. Bu durumda kâr-sermaye birikimi tehlikeye gireceğinden,
ekonomik gelişmeye imkân tanınmaz.
Ekonomi karşıtlığı zorunluluk kazanır.
Sistemik ve yapısal bunalımı bu
gerçeklikte aramalıyız. Başta tarihte
örneği görülmeyen işsizlik (Tarih işsiz
köle ve serflerden nadiren bahseder),
yoksulluk ve açlıklar olmak üzere,
üretim eksikliği ve fazlalığıyla kendini
sürekli yansıtan (şiddetleri az ve çok
olmak üzere) bunalım ve krizler, geleneksel çözüm araçları olan savaş
ve çatışmaları daha da yoğunlaştırıp
uzun süreli kılarak, bir nevi kriz yönetimi oluşturur. Ekonomi karşıtlığı
kriz yönetimine mecburdur. Başka
türlü yönetim olmaz. Ulus-devlet yönetiminin anormal bir kriz yönetimi
Download