Document

advertisement
1950’Lİ YILLARDA TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU SİYASETİ
(BAĞDAT PAKTI BAĞLAMINDA)
Mustafa EKİNCİKLİ
ABSTRACT
Within or outside of the scope of the Baghdad Pact, there has been some remarkable
developments on Middle Eastern Policy followed by Turkey. Turkey, after the Suez crisis, has got
inside the developments in the Middle East and has followed a policy even more intrusive than before.
Turkey's foreign policy, until the beginning of 1957 could be summarized as various efforts to form a
defense pact and as for after 1957 not only adopting Baghdad Pact but also expansion of scope of a
role in the Middle East by siding against anti-Western regimes. Turkey, while sending harsh
diplomatic notes to Syria for her relations with the Soviets, called its allies to demonstrate an obdurate
stance on Syria issue.
ÖZET
Bağdat Paktı çerçevesinde veya dışında Türkiye’nin takip ettiği Ortadoğu siyasetinde bazı
dikkat çekici gelişmeler yaşandı. Süveyş krizinden sonra Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin doğrudan
içine girmiş olan Türkiye, eskiye oranla daha da fazla müdahaleci bir siyaset takip etmiştir.
Türkiye’nin siyasetini, 1957’nin başına kadar bir savunma paktının oluşturulması yönünde çabalar
1957’den sonra ise sadece Bağdat Paktı’nın kabul edilmesi değil bölgedeki Batı karşıtı rejimlere cephe
alarak Ortadoğu’daki rolünün kapsamının oldukça genişletildiği bir siyaset olarak özetlemek
mümkündür. Suriye’ye Sovyetlerle ilişkilerini protesto eden sert notalar göndermesinin yanı sıra
Türkiye, müttefiklerini de Suriye konusunda katı bir tutum sergilemeye çağırmıştır.
Anahtar Kelimeler: Ortadoğu, Dış Siyaset, Bağdat Paktı, Süveyş Krizi, Baas.
20. Yüzyılda uluslararası ilişkiler açısından üç ana dönüşüm yaşanmıştır. İlk ikisi
Dünya Savaşlarının üçüncüsü ise Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle yaşanmıştır. Birinci Dünya
Savaşının akabinde Avrupa’daki klasik imparatorluklar yıkılmış, ulus-devlet olgusu ve
ideolojik temelli çatışmalar imparatorluklar arası hakimiyet çatışmalarının yerini almaya
başlamıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında sömürge imparatorluklarının yerini Avrupa dışındaki
alanlarda ortaya çıkan çok sayıda ulus-devlet almış ve ideolojik temelli çift kutupluluk uluslar
arası sistemin temel özelliği olmuştur. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise bir yandan çift
kutuplu sistem dağılırken; diğer yandan uluslar arası sistemin temelini oluşturan prensip ve
yapılarda ciddi bunalımlar ortaya çıkmış, ulus-devlet olgusu bir çok ülkede meşruiyet
bunalımına bağlı olarak sarsıntı geçirmeye başlamıştır. Bu durum uluslararası sistemin
unsurları olan ulus-devletleri ortaya çıkaran faktörleri ve bu devletlerin varlık sebeplerini
tartışma gündemine getirmiştir.1
Bu üç ana dönüşümü ortaya çıkaran savaşlar ve siyasi gelişmeler Avrupa’da cereyan
ederken bu dönüşümün en geniş çaplı sonuçları Ortadoğu’da görülmüştür. I. Dünya Savaşı

Prof. Dr. , Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta: mekincikli@gazi.edu.tr
Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 109. Baskı, İstanbul 2016, s. 338339.
1
1
neticesinde bölgede gerçekleşen sömürgeci bölüşüm ile bölgenin asırlardır süren ve son
olarak da Osmanlı Devleti tarafından daha geniş kapsamlı bir bütünlük içinde muhafaza
edilen İslam medeniyeti kimliği etrafında şekillenmiş jeokültürel ve jeopolitik karakteri
parçalanmıştır. Bölgenin Müslüman toplulukları arasındaki çatışma unsurları tahrik edilerek
bölgenin ekonomik kaynakları sömürgeci güçlerin operasyonlarına uygun hale getirilmiştir.2
Osmanlı Devleti’nin dağılması sonrasında bölgede egemenlik kuran İngiliz ve Fransız
sömürge yapılarının kendi aralarında oluşturdukları etki alanları, hala geçerliliğini sürdüren
siyasi sınırların oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Sömürge yapılarının gayritabiî
bölüşümü II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ulus-devletlerin siyasi sınırları ile
jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel hatlar arasında uyumsuzluklar oluşturmuştur. II. Dünya
Savaşından sonra oluşan BM sistemi çerçevesinde garanti altına alınan siyasi sınırlar ile
jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel geçişkenlikler arasındaki farklılaşma hemen hemen
bölge ülkelerinin tümünü ilgilendiren hat-sınır problemlerinin doğmasına yol açmıştır.3
II. Dünya Savaşını müteakiben İsrail’in kurulması ve II. Dünya Savaşının
sebeplerinden biri olan anti-semitik ırkçılığın gündemde tutulduğu tarihi “Yahudi
Meselesi”nin Avrupa’dan Ortadoğu’ya ihraç edilmesi Soğuk Savaş döneminin genel
değerlerini de bölge üzerindeki yansımalarını da doğrudan ilgilendiren sonuçlar doğurmuştur.
Bu sonuçlar çoğu zaman son derece çelişik siyasi tabloların ortaya çıkmasına da yol açmıştır.
İsrail’in kurulması bir taraftan bölgedeki sömürge yapıları üzerinde doğan Arap ulusdevletlerin hat ve sınır uzlaşmazlıklarından kaynaklanan iç meselelerini ortak düşman
karşısında dondurmaya sevk ederken; diğer taraftan küresel ölçekli Soğuk Savaş
kutuplaşmasının bölgedeki devrimci-radikal-totaliter Arap devletleri ile geleneksel-ılımlı
Arap sultanlıkları arasındaki rejim farklılaşmasının küresel ve bölgesel ittifaklara yansıyan bir
kutuplaşmaya dönüşmesine sebep olmuştur. Nasır ve Baas hareketlerinin estirdiği rüzgar Arap
milliyetçiliğinin anti-Batı ve anti-İsrail psikolojileri ile de desteklenecek şekilde sosyalizmle
buluştuğu bir eksen oluşturmuştur. Küresel çift kutuplu yapılanmanın sonucu olarak sağlanan
Sovyet desteği bu sentezin ürettiği rejimlere hayat alanı açarken, Batı ülkeleri bir taraftan
İsrail’in hayat alanını garanti altına almaya; diğer taraftan geleneksel Arap rejimlerini
korumaya ve devrimci-radikal Arap rejimlerini dönüştürmeye çalışmıştır.4
Uluslararası ilişkilerde küresel ölçekte strateji belirleme gücüne sahip ülkeler öncelikle
kendi güç unsurlarını maksimize edecek çıkar alanlarını ve bu çıkar alanlarında söz konusu
olabilecek potansiyel gerilim ve çatışma konularını belirlerler. Bu belirleme kısa, orta ve uzun
dönemli ittifak alternatiflerini ve değişik kademeler içinde diplomatik gerginlikten sıcak
savaşa kadar giden çatışma opsiyonlarını ortaya koyar. Dış politika stratejisinin taktik
safhalara indirgenmesi bu opsiyonların uygun bir zamanlama ile devreye sokulmasını gerekli
DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik…, s. 339.
DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik,… s. 339.
4
DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik,… s. 339-340.
2
3
2
kılar. Böylesi bir küresel stratejik rekabetin belki de en dinamik bir şekilde seyrettiği bölge
Ortadoğu olagelmiştir.5
Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri ile olan münasebetleri ve bu bölgeye yönelik siyasetini
ortaya koyabilmek için Orta Doğu’da etkili olan tarafları iyi tespit edebilmek gerekmektedir.
İkinci Dünya Savaşından sonra Rusya’nın Türkiye’ye yönelik tehditleri Türk dış siyasetinin
en fazla ilgilendiği mesele iken Orta Doğu ülkeleri Rusya’yı değil İsrail’i bir tehdit olarak
görmüşlerdir. 1948’den sonra Orta Doğu’da artık en önemli siyasi aktör İsrail olmuştur.6
İsrail’in kuruluş süreci, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin Şerif Hüseyin’i
“Arapların bağımsızlığı kandırmacasıyla” Osmanlı’ya karşı isyan ettirmesi sonucu
başlamıştır. İngiltere, Filistin’i bağımsız Arap Krallığı’na bırakmadığı gibi, burada Yahudilere
bir “yurt” edinmeyi vaad eden Balfour Deklarasyonu’nu da kaleme almıştır. Balfour
Deklarasyonu Chaim Weizmann’ın eseridir.7
Weizmann ve arkadaşları İngiltere hükümetine verdikleri bir muhtıra (memorandum) ile
Filistin’in Yahudi yurdu olarak kabul edilmesini istediler. İngiliz kabinesi de Filistin’de bir
Yahudi yurdu kurulmasını kabul etti.8
Türkiye, İsrail Devleti’ni, kuruluşundan hemen on ay sonra 28 Mart 1949 tarihinde
resmen tanımıştır.9 İsrail’in kuruluş aşamasında Türkiye 29 Kasım 1947 tarihli Birleşmiş
Milletler oylamasında, Amerika ve Rusya’nın karşısında, Arap ülkeleri ile birlikte taksimin
aleyhinde oy kullanmış iken 1949 yılında İsrail Devletini tanımak suretiyle bu yönde hareket
eden ilk Müslüman ülke olma özelliğini kazanmıştır. Türk Devleti İsrail’i tanımakla Arap
Devletlerinin gözünde Emperyalist Batı’nın bir parçası, kendi davalarının düşmanı haline
gelmiştir.10 Bir başka ifade ile Türkiye’nin Orta Doğu siyasetinde 1949 yılında İsrail’i
tanıması bir dönüm noktası olmuştur. Bu tarihten sonra Orta Doğu’daki ülkelerle Türkiye’nin
arası giderek soğumuş ve Türk-Arap ilişkileri olumlu olmayan bir mecraya girmiştir.11
İsrail’in Orta Doğu’da yeni bir varlık olarak ortaya çıkması, günümüze kadar sürecek
olan bir Arap-İsrail çatışmasını, Orta Doğu siyasetinin en ciddi meselesi haline getirmiştir.
İsrail’in ortaya çıkmasında Amerika’nın aktif bir rol oynaması, tam bu sırada Suudi Arabistan
petrollerine el atmış olan Amerika’yı, bundan sonra, hem bu çetin anlaşmazlığın ve hem de
Orta Doğu’daki milletlerarası siyasetin aktif bir unsuru yapacaktır. Bundan sonra Amerika
adeta bir Orta Doğu devleti haline gelmiştir. 1956 Süveyş Krizi ve bunun arkasından
Eisenhower Doktrini, bu gelişmeyi daha da perçinleyecektir.12
DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik,… s. 341.
Mustafa Ekincikli, İnönü-Bayar Dönemleri Türk Dış Siyaseti, 2. Baskı, Ankara 2010, s. 229.
7
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti…, s. 229.
8
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti…, s. 230.
9
Hüseyin Bağcı, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, Ankara 2001, s. 39.
10
Nasuh Uslu, Türk Amerikan İlişkileri, Ankara 2000, s. 107.
11
Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Ankara 2004, s. 473.
12
Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, 1948-1988, Ankara 1991, s. 104-105.
5
6
3
Başbakan Adnan Menderes ve onun ilk Dışişleri Bakanı olan Fuad Köprülü, geçmişte
ihmal edilen Arap ülkeleri ile ilişkileri düzeltmeye kararlı bir siyaset takip etmişlerdir.Bu
siyasetin temelinde, Türkiye’nin Orta Doğu’nun zayıf Müslüman ülkelerine “büyük ağabey”
olarak yaklaşma isteği vardır.13
Hükümetteki bu isteğin yanında Washington da sürekli olarak Türk hükümetini Orta
Doğu ile daha fazla ilgilenmeye teşvik etmiştir. Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi George Mc
Ghee, Türk liderleriyle yaptığı görüşmelerde, Türkiye’nin tarihi konumu, askerî gücü ve
NATO üyeliği nedeniyle lider rolü üstlenme potansiyelinin yüksek olduğunu sürekli
tekrarlamıştır. Bu çerçevede, Büyükelçi, Araplarla Türkler arasındaki ilişkileri geliştirecek ve
Türkiye’nin bölgede önderlik rolüne zemin hazırlayabilecek bazı yollar da teklif etti.
McGhee, başlangıç olarak Türkiye’nin askerî okullarında Arap öğrencilere eğitim
verebileceğini, birçok Arap ülkesine kültürel ve ekonomik heyetler gönderebileceğini ve
bölge ülkelerine bazı resmî ziyaretler düzenleyebileceğini söyledi.DP Hükümeti bu önerileri
olumlu karşılamıştır.14
Amerikalı liderler, birbiriyle çatışan iki politikayı birbirine uydurmaya
çalışıyorlardı.Birincisi Orta Doğu’da bir sınırlandırma yapısı oluşturmak, ikincisi İngiltere’nin
nüfuzundan geriye kalanları kullanmasına bir son vermek. Eisenhower yönetimi, Türkiye,
Irak, Suriye, Pakistan ve sonra İran’dan oluşan bir Kuzey Seddi kavramı
oluşturdu.NATO’nun bu Orta Doğu versiyonunun amacı, Sovyetler Birliği’ni güney sınırları
boyunca çevrelemekti. Bu kavram daha sonra İngiliz destekli Bağdat Paktı şeklinde
gerçekleşecektir.15
Eisenhower’in Ocak 1953’te Başkan olmasıyla birlikte Amerika, Orta Doğu’nun
savunmasında daha aktif rol almaya başlamıştır. Mevcut durumu yerinde tespit amacıyla yeni
Dışişleri Bakanı Jhon Foster Dulles, Yakın ve Orta Doğu Güvenlik Sorumlusu Harold Stasses
eşliğinde 9 Mayıs 1953’te Orta Doğu ve Güney Asya ülkelerini kapsayan bir geziye çıktı.16
Dulles’ın Orta Doğu ziyareti sırasında uğradığı ülkelerden birisi de Türkiye’dir. Ankara,
resmî ziyaret programında olmadığı halde DP hükümeti, bölgeyi ziyareti sırasında Amerikan
Dışişleri Bakanı’na davet götürmüş Dulles de olumlu cevap vermişti. 25-27 Mayıs 1953
tarihleri arasında Ankara’yı ziyaret eden Dulles, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan
Adnan Menderes ile iki ayrı toplantı yapmıştır. Görüşmelerde Orta Doğu meselelerine
tarafların bakışı anlatılmış ve görüş alış-verişi yapılmıştır.17
Türkiye, sınırlarının doğu kanadını emniyet altına almak için bir savunma ittifakı arayışı
içerisinde iken Dulles bu ziyarette ilk defa sözünü ettiği Kuzey Kuşak İttifakı fikrini
savunuyordu. Başbakan Menderes, böyle bir ittifakın kurulması halinde bölgeye daha fazla
Amerikan yardımı geleceğini çok iyi biliyordu. Menderes, Dulles gibi bir Orta Doğu
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 239.
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 240.
15
Henry Kissinger, Diplomasi, (Çev: İbrahim H. Kurt), İstanbul 2004, s. 506- 507.
16
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 242.
17
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 243.
13
14
4
Savunma Organizasyonu taraftarı değildi. Türkiye Başbakanının bu organizasyonun
kurulması için taraftar olmayışı, sadece bu konuda Avrupalı devletlerin ön planda
olmalarından kaynaklanıyordu. Özellikle İngiltere’nin bu organizasyonun kurulmasında
öncülük etmek istemesi, Orta Doğu Savunma Organizasyonu düşüncesinin reddedilmesi için
yeterli bir sebepti. Çünkü Türkiye, Arap ülkeleri ile zaten kötü olan ilişkilerini daha da
bozmak istemiyordu. Bu bakımdan Amerikan Dışişleri Bakanı’nın Orta Doğu seyahati ve bu
çerçevede Türkiye’ye uğraması oldukça önemlidir. Çünkü İngiltere tarafından ortaya atılmış
olan ve başından beri Türkiye’nin sıcak karşılamadığı Orta Doğu Savunma Organizasyonu
(MEDO) fikrinden bu seyahat sırasında vazgeçilmiştir.18
İngiltere, Amerika’nın Orta Doğu için tasarladığı Kuzey Kuşağı projesine başta karşı
çıkmışsa da sonuçta kabul etmek zorunda kalmıştır. İngilizler, Amerikan girişimini kabul
etmeye yanaşırken Türk hükümeti de Şubat ayı başında bir dostluk antlaşması imzalamak
üzere Pakistan hükümetine resmen çağrıda bulundu. Türkiye’nin girişimini takiben
Amerikalılar, Pakistanlılara anlaşma imzalanır imzalanmaz kendilerine yardım yapılacağı
güvencesini verdiler. Pakistan’ın kararında bu güvencenin büyük etkisi olmuştu. 19 Şubat
1954’te Türk ve Pakistan hükümetleri bir dostluk antlaşması imzalama arzularını dile getiren
ortak bir bildiri yayınlamışlardır. Bildiriden kısa bir süre sonra 2 Nisanda Pakistan Dışişleri
Bakanı Zafirrullah Han ve Büyükelçi Selahattin Arel Karaçi’de bir Dostluk ve İşbirliği
Antlaşması imzaladı.19
Pakistan’la imzalanan anlaşmadan hemen sonra DP hükümeti, dış siyasetini antlaşmaya
yeni devletlerin katılımına yönelik faaliyetlerde bulunmaya yoğunlaştırmıştır. Türkiye
özellikle Irak’ın katılımı konusunda ümitliydi. Hükümet, Orta Doğu politikasını belirlemeye
yardımcı olmak için Cumhuriyet tarihinde bir ilk olmak üzere Arap ülkelerinde görev yapan
büyükelçi ve maslahatgüzarlarını 12 Temmuz 1954’te İstanbul’da konferansa çağırdı.
Menderes’in başkanlığında 5 gün devam eden bu toplantıda katılımcılar, Türkiye’nin Orta
Doğu’da bir savunma organizasyonu kurmada öncü olacak niteliklere sahip olduğunu ve bu
amaç için çalışacaklarına dair kararlılıklarını dile getirdiler.20
Konferansın hemen sonrasında 27 Temmuz 1954’te İngiltere’nin Süveyş Kanalı’ndan
çekilmesiyle ilgili İngiliz-Mısır Antlaşması’nın ilan edilmesi, Türkiye’nin Amerika ve
İngiltere ile birlikte Orta Doğu’da Batı-Arap ilişkilerinde yeni ve daha ümit verici bir
dönemin başlayacağına inanmasına yol açmıştır. Bu antlaşmadan sonra Arapların Sovyetlere
karşı Orta Doğu savunmasına katılmaları için ikna edilmeleri daha kolay olabilirdi.21
Türk
hükümeti
özellikle
İngiliz-Mısır
Antlaşması’nın
Ekim
1954’te
sonuçlandırılmasından sonra doğan olumlu atmosferden yararlanarak Mısır’la ilişiklerini
geliştirmek istiyordu. Ancak Mısır’ın pakta destek konusunda verdiği ilk işaretler pek de
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 244.
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 246.
20
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 246-247.
21
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 247.
18
19
5
yüreklendirici değildi. Sonuçta Nasır, Türkiye’nin Batı ile bir savunma paktı organize etme
çabalarından vazgeçmediği sürece iki ülke ilişkilerinin gelişmeyeceğini açıkça belli etmiştir.22
Başbakan Menderes 1955 yılı başlarında Orta Doğu’da bir savunma paktı kurmak için
Irak, Lübnan ve Suriye’yi kapsayan bir resmî ziyaret dizisine başladı. Menderes’in bu geziyi
yapmasındaki amacı bu ülkelerin devlet adamları ile paktın kurulması yolunda görüşmeler
yapmaktı. Menderes önce 6-14 Ocak 1955 tarihlerinde Irak’ı ziyaret etti. Başbakan, Irak
Başbakanı Nuri Said ile ilk bildiriyi 12 Ocak 1955’de ilan etmek suretiyle istediği sonuca
ulaşabilmiştir. Fakat daha sonra Suriye ve Lübnan’da beklediği ilgiyi ve pakta katılımı
bulamamanın hayal kırıklığını yaşayacaktır. Üstelik Türkiye Başbakanı’nın bu teşebbüsü
başında Nasır’ın olduğu Arap muhalefetinin pakta karşı harekete geçmesine sebep olmuştur.23
Nasır, Türkiye’nin Orta Doğu’nun savunması konusundaki işbirliği çağrısını iki sebebe
dayandırarak reddediyordu:


Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkilerinden,
Türkiye’nin Orta Doğu’daki bir savunma paktının, İngiltere, Amerika ve
Fransa’nın desteği ile önderliğini üstlenmesinden.
Mısır Başbakanı Nasır’ın Türkiye’nin Başbakanı Menderes ile görüşmeyi bile
istememesi, kendi Orta Doğu politikası için onu bir rakip olarak görmesinden
kaynaklanıyordu.24
Bağdat Paktı için ilk adım 12 Ocak 1955 günü Menderes ile Nuri Said Paşa’nın
Bağdat’ta yayınladıkları bir ortak bildiri ile atılmıştı. Bildiride Orta Doğu bölgesinin istikrarı
ve güvenliği için bir antlaşma yapılması bununla ne yoldan olursa olsun (dışarıdan ya da
içeriden, yani bir isyan kışkırtması), ortaya çıkabilecek saldırılara karşı işbirliği yapılacağı
açıklanmıştı.25
Türkiye ile Irak arasındaki savunma paktı 24 Şubat 1955’te Bağdat’ta imzalandı.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar bu çerçevede 16-28 Şubat 1955 tarihleri arasında Pakistan’a
resmî bir ziyarette bulunmuştur. İngiltere Başbakanı Anthony Eden, Türk-Irak Antlaşması’nın
imzalanmasından kısa bir süre sonra bir SEATO konferansından Londra’ya dönerken
Bağdat’a uğramış ve imzalanan paktı desteklediğini açıklamıştır. İngiltere 4 Nisan 1955
tarihinde Bağdat Paktı’na resmen girmiştir.26
Bağdat Paktı Antlaşması, onay belgelerinin Ankara’da teati edildiği 15 Nisan 1955’te
yürürlüğe girmiştir. Pakt’a aynı yılın 23 Eylül’ünde Pakistan ve 3 Kasımda İran katılmıştır.
Amerika ise Mısır’ı kışkırtmamak ve İsrail ile özel ilişkilerinde bir pürüz çıkarmamak için
Pakt’a tam üye olmamış, ancak onu desteklemek üzere, Pakt’ın Bakanlar Konseyine gözlemci
Ayşegül Sever, Soğuk Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı ve Ortadoğu 1945-1958, İstanbul 1997, s. 119125.
23
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 247-248.
24
BAĞCI, 1950’li Yıllar…, s. 61-65.
25
İsmail Soysal, Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları, Cilt: II (1945-1990), Kesim A (Çok Taraflı
Bağıtlar), Ankara, 2000, s. 490.
26
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 248-249.
22
6
olarak katılmış, ayrıca Konseyin 1956 Nisanında Tahran toplantısı sırasında Paktın Ekonomik
ve Yıkıcı Eylemlerle Mücadele Komitelerine, 1957 Haziranında Karaçi toplantısı sırasında
da, Askeri Komitesine üye olma kararı almıştır.27
Bağdat Paktı ile Amerika’nın komünizm tehlikesine karşı kurmak istediği Atlantik’ten
Pasifik’e uzanan bir savunma sistemi zincirinin (1949-NATO, 1955-Bağdat Paktı, 1954Güneydoğu Asya bölgesi için Manila Antlaşması-SEATO ve Pasifik bölgesi için 1951Avustralya, Yeni Zelanda, Amerika-ANZUS) son halkası takılmış oluyordu.28
Bağdat Paktı’na en büyük tepki Mısır’dan gelmiştir. Arap Birliği’nin liderliğine soyunan
Mısır’ın genç Başbakanı Nasır, bu Pakt’ı birliği parçalayıcı nitelikte görmüş ve Irak’ı başka
Arap ülkelerinin (Ürdün, Suriye ve Lübnan gibi) izlememesi için harekete geçmiş ve bunda
da başarılı olmuştur. Sovyetler Birliği de Pakt’a karşı geniş bir kampanya başlatmıştır. Fransa
ise kendisine danışılmadan yapılan bu Paktı bölgede gerginliği artırıcı nitelikte görmüş, özel
ilişkiler sürdürmeye çalıştığı Lübnan ve Suriye’yi ondan uzak tutmak istemiştir. Ayrıca Suudi
Arabistan da Pakt’a karşı çıkmıştır. Sonunda Nasır’ın giriştiği kampanyanın etkisiyle hiçbir
Arap devleti Pakt’a katılmak istememiş ve Irak, Arap dünyası içinde yalnız kalmıştır.29
Bağdat Paktı’nı imzalayarak Orta Doğu siyasetinde önemli bir adım atan Türk
hükümeti, diğer Arap devletlerinin de bu pakta katılacaklarını ummuştu. Pakt’ın
imzalanmasından sadece birkaç hafta sonra Mart ayı başında Mısır ve Suriye hükümetleri
Bağdat Paktı’na alternatif bir savunma paktı oluşturma kararlarını ilan ettiler. Menderes
hükümeti bunu şiddetle protesto etti.30
Bağdat Paktı’nın Sürekli Konseyi ilk toplantısını 22 Kasım 1955’te Bağdat’ta yapmıştır.
Pakt’ın beş üyesinin de hazır bulunduğu bu ilk toplantıda Orta Doğu’daki genel durum
gözden geçirilmiş ve Pakt’ın sekreteryası, sürekli komiteleri gibi teşkilat işleri düzenlenmiştir.
Ayrıca Amerika’nın konseye gözlemci olarak katılması kesinleşmiştir.31
Konsey’in Nisan 1956’da Tahran’da yaptığı ikinci toplantıdan altı ay sonra 29 Ekim
1956’da Süveyş Savaşı başladı. İsrail’in saldırısının yanı sıra İngiltere ve Fransa’da Mısır’a
müdahale etmiş ancak Sovyet Rusya’nın tehditleri ve Amerika’nın İngiltere ve Fransa’ya
arka çıkmayışı sonucu, hareket fiyasko ile sonuçlanmış ve Nasır’ın prestiji yükselmiştir.32
Süveyş Savaşı üzerine, Bağdat Paktı Konseyi,Mısır’a saldıran İngiltere’yi çağırmadan,
Hükümet Başkanları düzeyinde 7 Kasımda Tahran’da ve 26 Kasım 1956’da Bağdat’ta
toplanarak saldırıları kınamış, istila kuvvetlerinin hemen çekilmesini istemiş, böylelikle zor
duruma girmiş bulunan Irak’ın yanında görünmüş ve Filistin meselesinde Arap tezini
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 249.
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 249.
29
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 249-250.
30
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 250.
31
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 254.
32
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 254.
27
28
7
savunmuştur. Ayrıca Türkiye, Araplara bu konudaki kararlılığını göstermek için Telaviv’deki
elçisini geri çekmiş, sadece bir işgüder bırakmıştır.33
Süveyş Krizi sonunda Sovyetler Birliği’nin artan nüfuzuna ve Orta Doğu’da genişleyen
komünizm tehlikesine karşı Amerikan Başkanı Eisenhower 5 Ocak 1957’de, kendi adıyla
anılan Eisenhower Doktrini çerçevesinde, böyle bir tehlikeye uğrayan ve yardım isteyen
devletlere güvence vermiştir.34 Bu doktrin ile Başkan, Kongre’den Orta Doğu’da,
“(kendisinin) dileyen her ulusla askerî yardımlaşma ve işbirliği programları, uluslararası
komünizm kontrolündeki herhangi bir ulustan gelecek silahlı saldırı karşısında istendiği
takdirde Birleşik Devletlerin askerî yardımını da içerecek türde programlar oluşturulmakla
yetkilendirilmesini” istedi.35
Orta Doğu için ilan edilmiş olan Eisenhower Doktrini’ni sadece Bağdat Paktı’nın dört
bölge devletiyle Lübnan olumlu karşılamıştır. Eisenhower Doktrini çerçevesinde Amerika’nın
1958’de Lübnan’ı korumak amacıyla bölgeye asker göndermesi verilen güvencenin tek
uygulaması olarak kalacaktır.36
Süveyş krizi, Türkiye’yi en çok Bağdat Paktı siyaseti açısından etkilemiştir. Bu Pakt’ı
başarıya ulaştırmak 1953 tarihinden beri Türkiye’nin Orta Doğu siyasetinin temel taşı
olmuştur. Bir pakt üyesi olarak İngiltere’nin Mısır’a karşı askerî harekat düzenlemesi Pakt’ın
varlığını tehlikeye düşürmüştür. Bu aşamada Türkiye Pakt’ın devamını sağlamak için
olağanüstü gayret sarf etmiş ve Nuri Said Paşa’yı Irak’ın Pakt üyeliğini sürdürmesi
konusunda ikna etmeyi başarmıştır.37
14 Temmuz 1958’de, Irak’ta General Kasım’ın giriştiği darbe sonucunda Kral Faysal,
veliaht ve Başbakan Nuri Sait Paşa’nın öldürüldüğü gün, Bağdat Paktı’na üye ülkelerin devlet
başkanı ya da başbakanlarının İstanbul’da toplanmaları bekleniyordu. Irak’taki darbe haberi
üzerine Sürekli Konsey, Iraksız olarak derhal Ankara’da toplanmıştır. Artık Irak’ın Bağdat
Paktı’nda kalamayacağı anlaşılmıştı. Nitekim Irak, 24 Mart 1959 tarihinde resmen Bağdat
Paktı’ndan ayrıldığını açıklayacaktır. Irak’ın Pakt’tan ayrılmasıyla Pakt’a bağlı olup yalnız
Irak ile Türkiye arasında teati edilen Filistin konusundaki mektup da geçerliliğini kaybetmiş
oluyordu.38
Bağdat Paktı çerçevesinde veya dışında Türkiye’nin takip ettiği Orta Doğu siyasetinde
bazı dikkat çekici gelişmeler yaşandı. Süveyş krizinden sonra Orta Doğu’da yaşanan
gelişmelerin çok daha fazla içine girmiş olan Türkiye, eskiye oranla daha da müdahaleci bir
siyaset takip etmiştir. 1957’ye kadar bölgede sadece bir savunma ittifakı kurma çabası içinde
olan Türkiye’nin bu tarihten sonra bununla yetinmeyip Orta Doğu’daki rolünün kapsamını
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 254.
SOYSAL, Türkiye’nin Bağıtları…, II, s. 492-493.
35
SEVER, Soğuk Savaş Kuşatmasında…, s. 175-176.
36
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 256.
37
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 257.
38
SOYSAL, Türkiye’nin Bağıtları…, II, s. 493.
33
34
8
genişleterek “kraldan çok kralcı bir tavır” ile Sovyet yanlısı rejimlerle açık bir mücadeleye
giriştiği görülmektedir.39
Diğer yandan Kruşçev, krizin bir savaşa dönüşmesi halinde Türkiye’nin tek bir gün bile
ayakta kalamayacağı tehdidini yapmıştır. Buna karşılık Amerika ise saldırıya uğraması
durumunda bütün gücüyle Türkiye’yi savunmayı taahhüt ettiğini vurgulamasına rağmen
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik saldırgan tavrından İngiltere ile birlikte rahatsızlık duyduğunu
da belli etmiştir.40
SONUÇ
Ortadoğu jeopolitiğinin en temel coğrafi ve tarihi denge mekanizmasının Mısır-Türkiyeİran hassas dengesinde aramak gerekir. Tarihi kökleri Hitit-Asur-Mısır, Bizans-SelçukluFatimî, Osmanlı-Safevî-Memluk ilişkilerine kadar götürebilecek olan bu bölgesel denge
faktörü, Asya, Avrupa ve Afrika’dan oluşan ana dünya kıtasının su yolları ile temel deniz
bağlantı yollarının kesiştiği merkez üçgenini oluşturmaktadır. Modern dönemde petrole dayalı
ilişkiler olgusunun daha da renklendirdiği bu stratejik üçgen, uluslararası aktörlerin bölge ile
ilgili planlarında göz önünde bulundurmak zorunda oldukları en temel parametrelerden
birisini teşkil etmektedir.41
Mısır-Türkiye-İran bölgesel üçgenindeki ilişkiler sistemik güçlerin hassas dengeler ile
oynadığı bir alan oluşturur. Bu üçgen içindeki ilişkiler takip edilirse bölge ile ilgili yeni
düzenlemelerin nabzı da tutulabilir. Mesela ellili yıllarda Süveyş Bunalımı sonrasında
Nasır’ın dışlanması ile Bağdat Paktı içinde Türkiye ile İran’ın birbirine yakınlaşması
arasındaki ilişki ve ilişkinin sonuçları bizim bugünkü bölgesel dengeler konusunda ilginç
dersler çıkarmamızı sağlayabilir. Yetmişli yıllara kadar sistematik güçlerin çıkarlarını tehdit
eden Nasır yönetimindeki Mısır’a karşı gerçekleştirilen İran-Türkiye (Pakistan ve kısa süreli
Irak destekli) yakınlaşması bölgesel güçler dengesi ve bu dengenin uluslararası belirleyici
aktörleri açısından büyük önem taşıyordu. İran Devriminden sonra ise, Ortadoğu diplomasi
tarihi içinde sürekli olarak birbirlerini kollayan ve soğuk bir ilişki sürdüren Türkiye ve Mısır
birbirlerine yaklaşmaya başlamışlardır. Batıda altmışlı yıllara egemen olan Nasır imajı ile
seksenli yıllara egemen olan Humeyni imajı arasındaki benzerlikler karşılaştırıldığında nasıl
bir dengenin kurgulandırıldığını anlamak daha kolay olur.42
Bu dengeler göstermektedir ki bölge dışı aktörler açısından bu üç ülkeden ikisinin aynı
anda dışlanması bölge için kaldırılamayacak bir yük oluşturmaktadır. Bu üç ülkeden herhangi
ikisi arasında sistem dışında oluşacak bir ittifak büyük bir tehdit kaynağı olarak
değerlendirilmektedir. Bunun için de aslında sürekli olarak birbirlerini kollamaya ayarlanmış
bu üç ülkeden biri dışlanırken diğer ikisi mutlaka sistemin içine çekilmektedir.43
EKİNCİKLİ, Türk Dış Siyaseti …, s. 258.
William Hale, Türk Dış Politikası 1774-2000, (Çev: Petek Demir), İstanbul 2006, s. 130.
41
DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik, s. 353-354.
42
DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik, s. 354.
43
DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik, s. 354.
39
40
9
KAYNAKÇA
ALBAYRAK, Mustafa; Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Ankara,
2004.
ARMAOĞLU, Fahir; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, 1948-1988, Ankara, 1991.
BAĞCI, Hüseyin; Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, Ankara, 2001.
DAVUTOĞLU, Ahmet; Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 109. Baskı,
İstanbul, 2016.
EKİNCİKLİ, Mustafa; İnönü-Bayar Dönemleri Türk Dış Siyaseti, 2. Baskı, Ankara, 2010.
HALE,William; Türk Dış Politikası 1774-2000, (Çev: Petek Demir), İstanbul, 2006.
KISSINGER, Henry; Diplomasi, (Çev: İbrahim H. Kurt), İstanbul, 2004.
SEVER, Ayşegül; Soğuk Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı ve Ortadoğu 1945-1958,
1997.
İstanbul,
SOYSAL, İsmail; Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları, Cilt: II (1945-1990), Kesim
Bağıtlar), Ankara, 2000.
A (Çok Taraflı
USLU, Nasuh; Türk Amerikan İlişkileri, Ankara, 2000.
10
Download