YUNAN ŞEHİR DEVLETLERİ M.Ö. 9. Yüzyıla bakıldığında, Yunanistan’ın kıyı köylerinde ve adalarda yaşayan insanları Avrasya ya da Afrika’nın başka yerlerindeki tarım topluluklarından ayıran çok az şey bulunabilir. Daha önce aynı topraklarda hüküm süren Minos ve Miken uygarlıkları çoktan göçmüş, ve bunlardan geriye kalan yerleşimlerde de nüfus hayli azalmış ve diğer toplumlardan çoğunlukla kopuk bir yaşam sürdürme eğilimindeydi. Ancak, zamanla, diğer uygarlıkların gelişimini hazırlayan koşullar burada da gelişim gösterir: demir işleme tekniklerinin ağır da olsa gelişimi, tarımda yeni tekniklerin kullanılmaya başlanması, artı ürünle birlikte çeşitli zanaat kollarında uzmanlaşmaların ortaya çıkması, ve yazı sisteminden yararlanmaya başlanılması, bu kapsamdaki gelişmelerden sayılabilir. Bu gelişmeler paralelinde, M.Ö. 7. Yüzyıldan itibaren, düzenli ekonomik büyüme, ve nüfusun yaşam standardında genel bir artış gözlenmeye başlanır. M.Ö. 6. Yüzyılda ise, artık, aynı topraklarda kurulan farklı şehir devletlerden, ve buralarda başgösteren karmaşık toplumsal kurum ve ilişkilerden bahsedilebilir hale gelinmiştir. Benzerlikleriyle birlikte, yine de, burada kurulan uygarlığın dünyanın diğer birçok bölgesindekilerden belirgin bir farkı bulunmaktaydı. Bu uygarlık, yani Yunan şehir devletleri, açık biçimde farklı toplumlarla sıkı ve sürekli bir bağlantı içindeydi. Bunun belli başlı nedenleri ise, öncelikle, deniz ticareti, ve bunun yanısıra, Yunanlı paralı askerlerin imparatorluk ordularında istihdamı, ve Yunanlı sürgünlerin imparatorluk şehirlerinde oturmasıydı. Farklı uygarlıklarla bu türden temaslar, Yunan uygarlığının gelişmesinde önemli bir itici güç kazandırmıştı. Aslında, Yunan uygarlığının hayli geniş bir alana hükmetmesi, ve farklı toplumlar arasında yukarıda bahsedilen ticaret, tarım ve askerliğin temelini oluşturduğu, geniş ve yaygın bir iletişim ağını kurabilmesi, bu uygarlığın başlangıçta tarım açısından karşı karşıya kaldığı zorlu koşulların bir getirisi olmuştur. Zira, yakın dönemlerde gelişen Çin ve Hint uygarlıklarının aksine, verimli tarım topraklarının kıyıya yakın dağlar nedeniyle sınırlı kaldığı bu coğrafyada, tarım koşullarını geliştirebilmek için farklı alternatifler bulunması gerekiyordu. 1 Böylece, bölgenin çiftçileri, zamanla denize yönelip, Akdeniz’in verimli kıyı bölgelerini işgal etmişlerdir: Ege ve İyonya adaları, Küçük Asya yani Anadolu, Karadeniz’in çevresi, güney İtalya ve Sicilya, hatta İspanya kıyıları ve güney Fransa, bu kapsamda kolonize edilerek, kent devletlerine artı ürün gönderen çevreler olmuşlardır. Bu kolonizasyon süreciyle beraber gelişen ticaret imkanları ise, zamanla anavatanda çeşitli zanaatların gelişmesini ortaya çıkarmıştır. Atina seramiklerinin zamanla tüm Akdeniz bölgesinde bulunabiliyor olması, buna verilebilecek örneklerden biridir. Böylece, başlangıçta, zorlu koşullarla mücadele eden ve diğer bölgelerden tecrit edilmiş halde yaşayan tarımcı ve balıkçı topluluklar, M.Ö. 6. Yüzyıla gelindiğinde, birbiriyle savaşan ama aynı zamanda ticaret ve onunla birlikte ortak bir alfabe kullanan, benzer dinsel ritüellere ve ortak festivallere (ör. Olimpiyat oyunları) sahip bir şehir devletleri ağına dönüşmüştür. Bu şehir devletlerine mensup üreticilerin zaman içerisinde güçlenmesi, topraklarındaki artık ürünü artırabilmek için, kölelerden daha yaygın biçimde yararlanmaya yönelmeleri sonucunu da getirmiştir. Gerçekten de, kölelik, eski uygarlıklarda da görülmekle birlikte, bunlar daha ziyade yöneticilerin kişisel hizmetlerini gören kişilerdi. Bu toplumlarda, tarım ve zanaatler, kölelerden ziyade, yarı-özgür yurttaşlara bırakılıyordu. Oysa, Yunanistan’da, ve bundan böyle onu takip eden Roma başta olmak üzere tüm diğer büyük uygarlıklarda, kölelik tarımsal emeğin ve böylece artık ürün üretiminin temel kaynağı haline gelmişti. Üstelik, köle, çok az kaynak tüketiyordu; örneğin, M.Ö. 5. Yüzyılda Atina’da bir kölenin maliyeti, bir yıllık çalışma karşılığında serbest bir zanaatkara verilen ücretin yarısından azdı. Böylece, zaman içerisinde, esas olarak kölelerin oluşturduğu bir nüfus tarafından sağlanan artık ürünle beslenen ve yöneticiler, sanatçılar ve askerlerden oluşan bir zenginler sınıfı ortaya çıkar. Bu durum o kadar normal bir hal alır ki, antik Yunanlı düşünürlerin kimisi, köle sahipliğini uygar bir hayat için zorunlu bir unsur olarak görmeye ve meşrulaştırmaya başlarlar. 2 Tarımsal üretici nüfusu oluşturan bu köleler, genellikle, Akdeniz, Balkanlar, Anadolu ve Güney Rusya’daki savaşlarda esir alınan kişilerden oluşmuştur. Bunlar, biraraya gelip isyan çıkarmasınlar diye, çoğunlukla, esir pazarlarında birbirleriyle karıştırılmışlardır. Dolayısıyla, bunların kendi aralarında bir ortaklık ya da sınıf bilinci geliştirebilmeleri çoğunlukla mümkün olmamıştır. Eski Yunan şehir devletlerinde farklı sınıflar arası mücadeleler, esas olarak, ‘arazilerini çok sayıda köle ile işleyen ve bedensel işlerle ilgili faaliyetlerden uzak duran zengin toprak sahipleri’ ile, ‘daha küçük çiftçi ve zanaatçi kitlesi’ arasında gerçekleşmiştir. Bu ikinci grup da, bazen bir ya da iki köleye sahip olabilmekle birlikte, tarlalarında ya da işliklerinde bizzat çalışan kişilerdi. Birinci grup, yani zengin toprak sahipleri zenginleştikçe, siyasal karar mekanizmasındaki pozisyonlarını ve sahip oldukları hakları artırma yönünde bir eğilime girmişlerdir. Pek çok devlette bunun sonucu, eski düzenin geleneksel soy bağlarıyla başa gelen krallarının devrilmesi, ve zenginler tarafından yönetilen oligarşik yönetimlerin kurulması olmuştur. Böylece, iktidarı elde eden zenginler, daha küçük arazileri olanları vergilendirerek ve onlara çeşitli zorunluluklar yükleyerek, fakirleştirmek ve nihayetinde kendilerine tabi kılmak hevesi içindeydiler. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan ve aşağıdan yükselen hoşnutsuzluklar, zamanla, bir çok kent devlette köklü değişimleri beraberinde getirmiştir. Radikal değişiklikler yaşayan bu devletlerden biri, Atina olmuştur. ‘Demokrasi’ olarak bildiğimiz, ‘halkın yönetimi’ anlayışı, burada filizlenerek, ilk örneğiyle ortaya çıkar. Ancak, bu demokrasiyi, bugün anladığımız şekilde düşünmemeliyiz. Çünkü, o dönemde geçerli olan demokrasi anlayışı, halkın bütününü kapsamaz: köleler, kadınlar, orada ikamet eden ve esnaf ve zanaatkarların büyük bölümünü oluşturan yabancı erkekleri dışarıda bırakır. Üstelik, servetin ve kölelerin, zenginlerin elinde toplanmasına da karşı çıkmaz. Çünkü, en nihayetinde, demokratik güçlerin liderliği, zengin toprak sahiplerinin ellerindedir. Yine de, bunların, bir yere kadar, kitlelerin taleplerine tamamen kapalı olmadıkları bir yönetim anlayışı vardır. Bu bile, yoksul yurttaşların, zenginlerin 3 baskılarına karşı kendilerini koruma olanağı bulabilmesi için önemli bir adım olmuştur. Bu kapsamda atılan adımlar umut vericidir: örneğin, Atina’da Solon’un döneminden (M.Ö. 594) itibaren, borçtan kaynaklanan kölelik yasaklanmış; yasa yapma yetkisi tüm yurttaşlara açık bir meclise verilmiş, ve yargıçlar ve daha alttaki görevlilerin kura ile seçilmesi kararlaştırılmıştır. Tabi ki, yönetici sınıflar ve zenginler, bu adımları her zaman mutlulukla karşılamamışlardır. Ellerine fırsatlar geçtiğinde, iktidarı silahla ele geçirmeye, tam bir karşı devrime, ve gerekirse karşılarına çıkanları öldürmeye kalkmışlardır. Zenginlikleri sayesinde toplayabildikleri askeri güçleriyle, kimi zaman, bu amaçlarında başarılı da olmuşlardır. İşte, iki ya da üç yüz yıl boyunca, bir yandan yaygın bir ticaretin, diğer yandan hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle yaşadıkları sürekli mücadele ve savaşlar, Yunan kent devletlerinin karakteristik bir özelliği olmuştur. Yunanlılar’ın bu topraklarda süren uygarlık macerası, M.Ö. 4. Yüzyıl dolaylarında, merkezi Makedonya olan Büyük İskender’in İmparatorluğu’nun Doğu’ya yönelik seferleri sonucunda yeni bir boyut kazanır. İskender’in sadece Anadolu’da değil, Ortadoğu ve Mısır bölgesini de kapsayan iktidarı, Yunan kültürünün bu coğrafyalar üzerinde de sanatın, bilimin, felsefenin ve edebiyatın başını çektiği önemli ve kalıcı izler bırakmasını sağlar. Bu arada, İskender’in imparatorluğunun Akdeniz çevresindeki kalıntıları, kısa süre sonra yeni bir imparatorluğun, Romalı yöneticilerin kurduğu bir imparatorluğun topraklarına katılır. 4