MAKALELER İletişimin dili: Selam Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz Fizik

advertisement
MAKALELER
İletişimin dili: Selam
Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Fizik âlemle de, metafizik âlemle de iletişimin ortak dilidir selam. Çünkü
görünen ve görünmeyen âlemlerin biricik Rabb’ı olan Allah’ın adıdır selam. Allah,
selamı hayatın merkezine koymuştur. İbadet hayatının da, içtimai hayatın da
temelinde selam vardır. Selam aynı zamanda kâinatta varlıkların fıtri, tabii ve
şer’i esaslara göre birbirleriyle olan iletişimlerinin genel adıdır. Metafizik âlemden
fizik âleme, fiziki dünyadan ruhani âleme sesli ya da sessiz herkesin kendi diliyle
özel bir iletişimidir selam.
Selam, Kur’an-ı Kerim’de Haşr suresinde Allah’ın isimleri arasında sayılır.
Allah’a izafe edilen selam; sonsuzluk, başlangıcı olmamak, sınırsız büyüklük, her
türlü noksanlık ve afetten selamet, kullarını dünyevi ve uhrevi sıkıntılarından
kurtarmak, dünyada ve ahirette her türlü rahmet ve selamet, cennette esenlik
demektir.
Selam kelimesinin harfleri şöyle yorumlanabilir. “Sin” üç dişli haliyle bir
bağı, zinciri ve sürekliliği ifade ederken, “Lam” Cebraili, “Elif” Allah’ı, “Mim” Hz.
Muhammed (s.a.s.)’i ve onun şahsında bütün mahlûkât ve mükevvenatı
sembolize eder. Böylece selam, Cebrail vasıtasıyla Allah’tan Hz. Muhammed’e ve
mükevvenata her türlü güven ve barış taşıyan iletişim zinciri olarak görülebilir.
İslam da selam kökünden; gönül ve dünya huzuru ile barışa ermek
anlamınadır. Kur’an ve sünnette öncelikle Allah’tan kullarına ve diğer varlıklara,
ardından meleklerin, peygamberlerin ve insanların birbirlerine ve bütün kâinata
selam vermesiyle ilgili bilgi ve hükümler bulunmaktadır. Selam insani ilişkilerde
iletişim ahlakını düzenleyen ve farkındalık bilinci ortaya koyan bir özelliğe
sahiptir.
Selam bir Müslümanın gündelik hayatında hem fizik âlemle, hem de
metafizik âlemle irtibatı, iletişimi ve ilişkisi demektir. Bu yüzden Müslüman bir
günde kıldığı namazlarda et-Tahiyyat okurken yirmi bir defa Allah’ı,
Peygamberimiz’i ve diğer peygamberlerle melekleri ve salih insanları
selamlamaktadır. Namazların sonunda on üç defa melekleri ve insanları
selamladığı gibi selamdan sonraki “Allahümme entesselam ve minkesselam…”
lafızlarıyla Allah Teala’yı selamlamaktadır.
İnsanın metafizik ve fizik âlemle selamlaşması Allah, melekler,
peygamberler, insanlar ve diğer varlıklarla iletişimi demektir. Bu açıdan
bakıldığında selamı metafizik ve fizik âlemle olmak üzere iki ana başlık altında
görmek mümkündür.
I- Metafizik âlemle selamlaşma
İnsan, ruhu ve kalbiyle metafizik âleme mensuptur. Bedenî olarak fiziki
âlemin ürünü olan insanoğlu, gelişi itibarıyla sonsuzluk ikliminden ve metafizik
âlemdendir. Bu yüzden hayatının her safhasında fizik âlemle olduğu kadar
metafizik âlemle de ilişkili ve irtibatlıdır. Allah kullarının metafizik ilişkisine önem
vermektedir. Selamın metafizik âleme yönelik olanı Allah, melekler ve
peygamberle selamlaşma şeklinde gerçekleşmektedir.
Allah ile selamlaşma hem Allah’tan kullarına, hem de kullarından Allah’a
selam şeklinde gerçekleşen bir iletişimdir. Allah’tan kullarına selam dünyada
rahmet ve bereket anlamınadır ki Kur’an’da buna şöyle işaret edilmektedir:
“Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selam size, Rabbınız
kendisine rahmeti yazdı.” (Enam, 54. Ayrıca bkz. Hûd, 48; Ahzâb, 44.)
Kulların Allah’a olan selamı taat, tespih, ibadet ve kulluk şeklindedir.
Yeryüzündeki bütün varlıkların O’nu hamd ile anması, varlıkların O’na zorunlu
tespihi (İsrâ, 44.) ve selamıdır. Allah Rasulü’nün miracda Allah’ı selamlamak için
kullandığı et-Tahiyyatü lafızları, aynı zamanda kulların namazda O’na selam için
kullandığı kelimeler olmuştur: “Her türlü tahiyye, selam, dua, namaz ve güzel
amel Allah’a mahsustur.” (Buhârî, Ezân, 148; Müslim, Salât, 56; Ebû Dâvûd,
Salât, 178; Tirmizî, Salât, 100; Nesâi, Tatbîk, 23; İbn Mâce, İkâme, 24; Dârimî,
Salât, 84.)
Meleklerle selamlaşma yine önce meleklerden insanlara, sonra insanlardan
meleklere olmak üzere iki türlüdür. Meleklerden insanlara selam, Kur’an-ı
Kerim’de meleklerin peygamberlere insan suretinde gelip onlarla haberleştiğine
dair ayetlerden (Bkz. Hûd, 69; Zâriyat, 24-25.) ve Allah Rasulü’nün şu hadis-i
şerifinden anlaşılmaktadır: “Allah Teala Âdem’i yaratınca ona: Git şu oturmakta
olan meleklere selam ver. Senin selamına karşılık söyleyeceklerini güzelce dinle.
Çünkü senin ve neslinin selamı o olacaktır, buyurdu. Âdem meleklere:
- es-Selamü aleyküm diye selam verdi. Melekler onun selamını:
- es-Selamü aleyküm ve rahmetullah, diye karşıladılar. (Buhârî, Enbiya, 1,
İstîzan, 1; Müslim, Cennet 28.)
İnsanlardan meleklere selam ise Kur’an-ı Kerim’de kendisine meleklerin
selam verdiği İbrahim (a.s.)’in: “Size de selam” diye selamla mukabele ettiği
ayet ile (Hûd, 69; Zâriyat, 25.) Âişe validemizin Cibril ile selamlaşmasına dair şu
rivayetten anlaşılmaktadır: Rasulüllah bana: “Şu zat Cibril’dir. Sana selam
ediyor” buyurdu. Ben de: “Ve aleyhisselam ve rahmetullahi ve berekatuh” dedim.
(Buhârî, Bedu’l halk, 6; Müslim, Fazâilu’s Sahâbe, 90-91.)
Peygamberlerle selamlaşma ise üç şekilde olur. İlki Allah’tan
peygamberlere, ikincisi müminlerden peygamberimiz ile bütün peygamberlere ve
sonuncusu peygamberimizden müminlere şeklindedir.
Allah’tan peygamberlere selam Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın peygamberleri
selam lafzıyla selamlamasını anlatan ayetlerden anlaşılmaktadır. (Neml, 59;
Sâffât, 181.) Müminlerin özellikle Peygamberimiz’e ve diğer peygamberlere salat
getirmeleri adaptandır. Nitekim Allah Teala: “Ey müminler! Siz de şanlı nebiye
salevat getirin ve ona tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb, 56.) buyurur. Bu
ayet-i kerime Allah Rasulü’nü görme bahtiyarlığına erememiş müminlerin de
onunla manevi mülakatı ve iletişimi demektir. Çünkü Allah Teala salat ü selam
getirenlerin selamına mukabele için O’na ruhunu iade eder. (Ebû Dâvûd,
Menâsik, 96.) Allah’ın yeryüzünde dolaşan görevli bazı melekleri getirilen salat ve
selamları ona ulaştırırlar. (Ebû Dâvûd, Menâsik, 97.)
Peygamberimiz’e getirilen salat ve selamların oluşturduğu manevi feyiz ve
pozitif enerji insanlarda Allah Rasulü’ne yakınlık duygusunu artırmaktadır. Salat ü
selam
gönüllerimizi
Rasul
muhabbetine
hazırlamaktadır.
Bu
yüzden
Peygamberimiz, adı yanında anıldığı halde kendisine salat ü selam getirmeyenleri
cimrilikle tavsif etmiştir. (Tirmizî, Deavât, 101.) Bir hadis-i şerifte de şöyle
buyurmuştur: “Günlerinizin en hayırlısı cumadır. Bu sebeple cuma günü bana
çokça salat ü selam ediniz. Zira salat ü selamlarınız bana sunulur. Ben de sizin
salat u selamlarınıza mukabele ederim.” Sahabiler sordular:
- Senden hiçbir eser kalmadığı hâlde mi? Peygamberimiz buyurdu:
- Allah, peygamberlerin bedenlerini çürütmeyi toprağa haram kıldı. (Ebû
Dâvûd, Salât, 201; Nesâi, Cuma, 5.)
Peygamberimiz’den müminlere selam ise onun kendisine salat ve selam
edenlere mukabele edeceğini haber verdiği yukarıda geçen hadisten
anlaşılmaktadır. Onun müminlerin selamına ahiretteki mukabelesi ise şefaati
olacaktır. Nitekim ezandan sonra okunan duada müminlerin Muhammed (s.a.s.)
için istediği vesile, onun şefaatçi kılınması talebidir.
II- Fizik âlemle selamlaşma
İçtimai hayatın temel hedefi huzur ve mutluluktur. Selam, huzur, mutluluk
ve barışın gerçekleşmesi için kalbi dua, fiil ve sözlerden oluşur. Selam
başkalarıyla iletişimin açık bir göstergesidir. Allah Teala Rahman’ın kullarının
vasıflarını sayarken ilk özellik olarak yeryüzünde tevazu ile yürümeyi
zikretmektedir. (Furkan, 63.) Ona bağlı olarak da kendini ve haddini bilmeyen
insanlarla çekişmek yerine onlara selamla mukabele edilmesini emretmektedir.
Bu yüzden toplumsal hayatın çekirdeğini oluşturan aile fertlerinden başlayarak
bütün toplum unsurlarının birbirleri ile selamlaşması nihai hedeftir.
Ferdi huzurun toplum planına açıldığı ilk kapı aile yuvasıdır. Buradaki
iletişimin başlangıcı, sevginin göstergesi olan selam iledir. Nitekim Kur’an’da
şöyle emredilmektedir: “Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve
pek güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin.” (Nûr, 61.) Efendimiz
(s.a.s.) Hz. Enes’e: “Yavrucuğum! Ailenin yanına gittiğinde onlara selam ver.
Sana ve ev halkına bereket olsun.” (Tirmizî, İstî’zân, 10.) buyurarak aile
fertleriyle selamlaşmayı emretmiştir.
Başkasının ev ve iş yerine ziyaret, fiilî bir selam olmakla birlikte bunun
kavli lafızlarla da teyit edilerek ziyaretin selam ve izinle gerçekleşmesi, iletişimin
kolaylaşmasını sağlar. Nitekim ayette buyrulur: “Ey iman edenler! Kendi
evlerinizden başka evlere geldiğinizde fark ettirip ev halkına selam vermeden
içeri girmeyin. Bu sizin için daha iyidir. Her halde bunu düşünüp anlarsınız. Orada
kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin.” (Nûr, 27-28.)
Ayette geçen “istinas”; öksürerek, tespih ve tekbir ile ya da bugün zili çalarak ev
halkını haberdar etmek, destur ve izin istemektir.
Selamı hayatın bir parçası gören dinimiz, insanlar arasında iletişimin canlı
olması için selama mukabeleyi ondan daha önemli bir manevi sorumluluk olarak
değerlendirir. Nitekim bir ayet-i kerimede: “Bir selam ile selamlandığınız zaman
siz de ondan daha güzeli ile mukabele edin veya verilen selamı aynen iade edin.”
(Nisâ, 86.) buyurulur.
Toplum hayatında selamlaşmanın anlamı
Toplum hayatında insanlar arası iletişimin parolası niteliğinde olan selamın
dil ya da beden diliyle kazandığı ve iletişime kazandırdığı derin anlamlar vardır.
Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
1- Selam, benden sana zarar gelmez anlamında barış ifadesidir. Selam
veren, İslam toplumuna dâhil bulunduğunu ifade etmiş olduğundan can güvenliği
kazanır. Savaşta ve barışta selam verenin canı emandadır. Nitekim Allah Teala
buyurur: “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp
dinleyin. Size selam verene sen mümin değilsin demeyin.” (Nisâ, 94.) Bu ayetin
sebebi nüzulünde şöyle bir olay nakledilir. Bir seriyyede kelime-i tevhit getirip
Müslümanlara selam verdiği halde bir kişi, Üsame b. Zeyd tarafından “korkudan
böyle davrandığı” zannıyla katledilmişti. Allah Rasulü olaydan haberdar olunca
çok üzülmüş, hiddetlenerek Üsame’ye: “Kalbini yarıp baktın da mı korkudan
böyle davrandığını anladın?” diye çıkışmış ve bir köle azadı cezası vermişti.
2- Selam, dünyada müminlere dua, ahirette daru’s-selama çağrıdır. Size
başkasından zarar gelmesin, cennet yurdu ve kurtuluş yolu sizin olsun demektir.
Nitekim Allah Teala buyurur: “Rızasını arayanı Allah o kitapla selam yollarına
götürür.” (Mâide, 16.) “Allah kullarını selam yurduna çağırır ve o dilediğini doğru
yola iletir.” (Yûnus, 25.)
3- Selam, hayatı paylaşmaktır. Selam ile insan hemcinslerinin farkına
vararak hayatın zorluk ve kolaylığını, sevinç ve üzüntüsünü fiili ve kalbi olarak
paylaşmış olur. Nitekim Allah Rasulü’ne bir sahabi sordu:
- İslam’ın en güzel ve hayırlı davranışı nedir? Peygamberimiz buyurdu:
- İnsanlara yemek yedirmen (it’am-ı taam), tanıdığın, tanımadığın herkese
selam vermen (ifşaü’s-selam). (Buhârî, Îman, 20; Müslim, Îman, 63.)
Bera b. Âzib diyor ki: Rasulüllah şu yedi şeyi emrederdi: “Hasta ziyareti,
cenaze teşyii, aksırana hayır dilemek, zayıfa yardım, mazluma destek, selamı
yaymak, yeminine uymak.” (Buhârî, Mezâlim, 5; Müslim, Libas, 3; Tirmizî, Edep,
45; Nesâî, Cenâiz, 53.)
4- Selam sevgiye, sevgi de cennete götürür. Cennete girmenin şartı iman,
imanın şartı müminlerin karşılıklı olarak birbirlerini sevmesidir. Sevgiyi artıran en
güzel vesile onları arayıp sormak suretiyle kavli, fiili ve kalbi selamdır. Nitekim
Allah Rasulü buyurur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi
sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İşlediğiniz takdirde birbirinizi sevmeye vesile
olacak bir amel göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, Îmân, 93; Ebû
Dâvûd, Edeb, 131; Tirmizî, İstî’zan, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 6, Edeb, 11.)
Belki de bu sebeple Hz. Ömer’in oğlu Abdullah çarşıya çıktığında
karşılaştığı herkese selam verir ve sırf selam vermek için çarşıya çıkardı. Nitekim
bir gün kendisine: “Çarşıda ne yapacaksın? Alışverişten anlamazsın. Satılan
malların fiyatlarını bile sormazsın. Çarşıda herkesin oturup sohbet ettiği yerlerde
oturmazsın. Ne diye çarşıya çıkarsın?” diyen birine: “Kardeşim biz karşılaştığımız
kimselere selam vermek, onlarla göz göze gelmek için çarşıya çıkıyoruz. Başka
bir maksadımız yok.” (Muvatta, Selâm, 6.)
Kâinattaki ilahî düzenin temeli selam iledir. Bu yüzden bütün varlıklar
arasında bir selamın varlığı söz konusudur. Nitekim cemadat, nebatat ve
hayvanatın selam diliyle kâinat düzenini oluşturduğu anlaşılmaktadır. Allah Kadir
Gecesi’ni her türlü anarşi ve karmaşadan, maddi ve manevi sıkıntıdan uzak bir
zaman dilimi olarak ilan ederken selam lafzını kullanmaktadır. (Kadr, 5.) Allah,
ateşe, ilahî iradeye ram olması ve İbrahim’i yakmaması için emir verirken O’nu
selama çağırmış ve: “Ey ateş! İbrahim için serinlik ve selam ol!” (Enbiyâ, 69.)
buyurmuştur.
Allah Rasulü’nün üzerinde hutbe irat ettiği hurma kütüğünü bırakıp kendisi
için yaptırılan minbere çıkması, hurma kütüğünü acı acı ağlatmıştı. Allah Rasulü
hurma kütüğünün feryadını minberden inip, onu kucaklayarak dindirebilmişti.
Azgın ve vahşi develerin yine selam sayesinde Allah Rasulü’nün emrine muti
oldukları tarihi bir gerçektir.
Netice olarak selam letafetten kesafete; latif olan Allah’tan meleklere,
ölüsüyle dirisiyle insanlara ve bütün varlıklara doğru ilahî bir tecelli; kesafete
bürünmüş varlıklardan latif olan Allah’a doğru bir münacat; melekler, insanlar ve
diğer canlı ve cansız varlıklar arasında bir iletişim ve muvasalattır. Selamla kâinat
düzeni selamet bulmakta, bu sayede inananlar selam yurduna doğru yol
almaktadır. Çünkü işin evveli de ahiri de selamdır.
Barışın Anahtarı:
Selâmlaşma
Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle
buyurmuştur: “Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe
de (tam) iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız zaman birbirinizi sevmenizi
sağlayacak bir şey önereyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” (Müslim, İman, 93)
Arapça’da barış, esenlik ve selâmet gibi anlamlara gelen “selâm” kelimesi,
Kur’an’ın nazil olduğu dönemde Arap toplumunun birbirleriyle selâmlaşmada
kullandıkları temel bir kavramdı. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde değişik
anlamlarının yanı sıra, insanların birbirine selâmı (Nisa, 94; Enam, 54),
meleklerin insanlara selâmı (Ra’d, 24; Nahl, 32; Zâriyât, 25), cennetliklerin
birbirlerine selâmı (Yunus, 10; A’raf, 46) gibi kullanımları da yer alır. Allah’ın
güzel isimlerinden biri “es-Selâm” (Haşr, 23), cennetin bir adı “Dâru’s-selâm”
(esenlik yurdu) dır. (En’am, 127; Yunus, 25) Bir rivayete göre Allah, Hz. Âdem’i
yarattığı zaman, meleklere selâm vermesini ve onların vereceği karşılığı
dinlemesini emretmiş, akabinde de “işte bu senin ve soyundan geleceklerin
selâmıdır” demişti. Hz. Âdem’in; “es-selâmü aleyküm”üne karşılık melekler;
“aleyke’s-selâm ve rahmetullah” şeklinde karşılık vermişlerdi. (Buhari, İsti’zan, 1)
Selâmlaşmak insanlar arası iletişimin anahtarıdır. Bu yolla birbirlerine iyi
dileklerini sunan insanlar, iletişimde ilk olumlu sinyali vermiş ve diyalog kapısını
açmış olurlar. Selâmlaşabilen kimseler zımnen, aralarında bir dargınlık, kavga ve
anlaşmazlık bulunmadığını, yani barış içinde olduklarını ifade etmiş olurlar. Bunun
önemini çok iyi bilen Peygamber Efendimizin, Medine’ye hicretinde insanlara
yaptığı ilk tavsiyelerden birisi “selamı yayınız” talimatı olmuştur. (Tirmizi, Sıfatü’lKıyame, 42) O bununla, farklı unsurlardan oluşan Medineliler arasında barış ve
güven ortamının oluşmasını ve “selâm” kelimesinin temel anlamı olan barışın
toplum içinde kökleşmesini amaçlamıştır. Cenab-ı Hak da; “size bir selâm
verildiğinde, ondan daha güzeliyle selamlayın veya aynısıyla karşılık verin…”
(Nisa, 86) buyurarak, sevgi ve saygının sembolü olan bu iyi dilek teâtîsinin
önemine işaret etmiştir.
Allah'ın rahmet, bereket ve esenliğinin karşımızdaki insan üzerine olmasını
dilemek ve ondan da aynı dilekleri almak birbirimize pozitif enerji yüklemektir. Bu
enerji ile başlayan iletişim, daha sonra iyi ilişkilere ve kalıcı dostluklara kolaylıkla
dönüşebilir. Onun için sevgili Peygamberimiz, tanıdığa da tanıdık olmayana da
selâm vermeyi İslâm'ın güzel bir hasleti olarak nitelemiş (Buhari, İman, 6),
selâma karşılık vermeyi Müslümanın görevleri arasında saymıştır. (İbn Mace,
Cenâiz, 1) Bu yüzden, başta ailesi olmak üzere, hem uygulayarak hem de teşvik
ederek bu güzel hasletin toplum içinde yerleşmesini sağlamış, kadın-erkek,
büyük-küçük ayrımı yapmadan herkese selâm vermiştir. Onun, kızı Hz.
Fatıma'ya, “merhaba kızım” diye hitap ettiğini, amcası Ebu Talib'in kızı Ümmü
Hani yanına geldiğinde onu 'merhaba Ümmü Hâni' diye selâmladığını biliyoruz.
(Buhari Edeb, 98) Enes b. Malik’in bildirdiğine göre Hz. Peygamber, oyun
oynayan çocukların yanından geçerken onlara selâm vermiş (Ebu Davud, Edeb,
147), Esma binti Yezid’in haberine göre de, kendisinin de içinde bulunduğu
kadınlar topluluğuna uğradığında onları selâmlamıştır. (İbn Mace, 14)
Yaşayanların yanı sıra, kabir ziyaretlerinde, ölülere de selâm vererek Allah’ın
rahmet ve esenliğinin onlar üzerine olmasını dilemiştir. (Ebu Davud, Cenaiz, 83)
Bireysel hayat tarzının egemen olduğu günümüzde, çok katlı
apartmanlarda, aynı mekânda yüzlerce evi barındıran devasa sitelerde birbirimizi
tanımadan, tanışmadan, selâmlaşmadan, birbirimizin yüzüne bile bakmadan
yıllarca yaşayıp gidiyoruz. Sanki dağ başında tek başına yaşayan bir insan gibi,
komşularımız olduğu halde komşuluğun ne olduğunu bilmeden, kapı
komşumuzun hastasından ölüsünden haberdar olmadan üstelik bundan da
rahatsızlık duymadan günlerimiz gelip geçiyor. Tanışıp bilişmediğimiz için
birbirimizden korkar hale geldiğimiz ve bu yüzden yüksek duvarlarla ileri
teknoloji ürünü güvenlik sistemleri ve özel korumalarla güvenliğimizin sağlandığı
modern sitelerde, kendi ellerimizle ördüğümüz görünmez duvarların da
yardımıyla bütün insanî ilişkileri asgariye indirmiş durumdayız. İşte selâm, bu
duvarları yıkmak, insanı insan olduğu için kucaklayan, mensuplarını bir bedenin
uzuvları gibi gören (Buhari, Edeb, 27) bir dinin, huzurlu toplum idealini
gerçekleştirmek için önerdiği tılsımlı bir şifredir.
Amaç bir iletişim ve sıcaklık sağlamak olduğuna göre selâmlaşmada
kullanılan lafızlara takılmak yerine ondan elde edilecek sonucu dikkate almak
daha önemlidir. Şüphesiz, İslâm kültüründe sembol haline gelmiş ve Allah’ın
selâm, rahmet ve bereketini dilemeyi ifade eden geleneksel selâmımız son derece
güzel ve anlamlıdır. Ancak günümüzde farklı kültür ve alışkanlıklara sahip
insanların bir arada yaşadıkları dikkate alınırsa, toplumda sıkça görülen değişik
selâmlama biçimlerini kullanmak da selamlaşmanın amacına hizmet edecektir.
Dolayısıyla, yerine göre, “merhaba”, “günaydın”, “hayırlı sabahlar”, “iyi günler”,
“iyi akşamlar”, “hayırlı geceler” gibi selâmlama kalıplarının kullanılması ve selâm
verenin tercih ettiği kalıba göre karşılık verilmesi iletişimin sağlıklı olması
bakımından önemlidir. Avrupa ülkelerinde bulunan yurttaşlarımız, aynı ortamı
paylaştıkları yabancılarla karşılaştıklarında, çoğu zaman onların güler yüzle selâm
verdiklerine şahit olmuşlardır. Belki de ilk defa karşılaştıkları bu insanların, din,dil
ve ırk farkına bakmadan sergiledikleri bu sevecen tutumun, muhatabları üzerinde
olumlu bir intiba bıraktığı inkâr edilemez. İşte sevgili Peygamberimiz de,
muhatap üzerinde doğurduğu bu olumlu etkiden dolayı selamlaşmayı teşvik
etmiş, selâmı önce verenin faziletine işaret ederek, (Ebu Davud, Edeb, 144)
insanlara karşı güler yüz göstermeyi sadaka olarak değerlendirmiştir. (Tirmizi,
Birr, 36)
İnsanların
birbirlerini
sevmeleri
ancak
birbirlerini
tanımalarıyla
mümkündür. “Kişi bilmediğinin düşmanıdır” sözü bunun için söylenmiştir.
Tanımak için iletişim kurmak gerekir. İletişimin kapısı da selâmla açılır. Allah
elçisinin ifadesiyle, insanların birbirlerini sevebilmelerinin yolu buradan geçer ve
kişilerin Allah için birbirlerini sevmeleri de imanlarının bir göstergesidir. Karşılıklı
sevgi ve saygı ise anlaşmazlıkların ve düşmanlıkların panzehiridir. O halde
selâmlaşma barışın anahtarıdır.
Selâm Umumi Rahmettir
Lamia Levent
Dünyamızın nüfusu arttıkça insanlar birbirinden daha bir uzaklaşıyor,
yabancılaşıyor ve yalnızlaşıyor. Günümüz insanı çevresiyle arasına kocaman
duvarlar örüyor. Artık birbirlerinin yüzüne bakmaktan bile imtina eder hâle geldi
insanlar. Merhamet ve sevginin esamesi okunmuyor. Acımasızlaşan insanoğlu
durmadan savaşıyor, dünyamız bir savaş meydanı sanki. İnsanlığın barış ümidi
gittikçe zayıflıyor. Dünya nereye gidiyor, insanlık neden bu hâlde?
Bu soruya verilecek o kadar çok cevap var ki... belki çoğumuzun göz ardı
ettiği cevap; her şeyden önce insanın kendi içinde barışı, sevgiyi ve huzuru
yakalaması gerektiğidir. Bunun yolu sevmekten geçiyor. Dünyaya sevgi ve
rahmet gözüyle bakanlar ancak insanlığa barış getirebilirler. Kendi iç dünyasında
sevgiden ve merhametten nasibi olmayanların, dünyayı getirip bıraktıkları yer
ortadadır.
Sevgiyi imanın gereği sayan Rasûlullah Efendimiz, selâmlaşma ile sevgi
arasında sıkı bir bağın olduğunu ve aramızda sevgi, kardeşlik ve dostluğun
oluşmasının birbirimizi selâmlamakla mümkün olacağını haber veriyor. Selâmı
sadece tanıdıklarımıza değil, tanımadıklarımızı da kapsayacak şekilde
yaygınlaştırmak, rahmetin ve sevginin genişlemesini sağlayacaktır. Hemen yanı
başımızdaki komşumuza, her gün rastladığımız mahallelimize, iş arkadaşlarımıza,
alış-veriş yaptığımız bakkala, sokağımızda oynayan çocuklara, velhâsıl tanıdık
tanımadık herkese kucak açmak ve onlarla selâmlaşmak, sevgi ve merhameti
yaygınlaştırmanın en kolay ve en kısa yolu olsa gerek.
Selâm, bir insanın karşısındaki diğer insan için hayır dileğinde
bulunmasıdır. Selâmlaşmak, karşıdaki kişi ile iletişim kurmak ve o kişi için
emniyet ve güven temenni etmektir. Selâm bir anlamda karşımızdaki kişi için
yapmış olduğumuz güzel ve özlü bir duadır ki, bu daha en başta, selâmladığımız
kişiye karşı iyi niyetimizi gösterir. Selâm, barış ve sevgi adına atılan küçük, ama
çok etkili bir adımdır.
Selâm, tanışmak, tanıtmak, tanımaktır. Gittikçe yabancılaşan
yalnızlaşan insana inat, selâm arkadaşlık ve dostluğu tesis eden tohumdur.
ve
Selâm, seni görüyorum, varlığına saygı duyuyorum, varsın ve bu yüzden
değerlisin demek ve bunu rahmet ifade eden sözle, “selâm” sözüyle
taçlandırmak. Varlığın en değerlisini, varlığının şerefiyle mütenasip şekilde
selâmlamaktır selâm...
Kelime olarak çok kısa olan selâm, gönülleri kazanmaya vesile olacak güzel
ve etkili anlamlar ihtiva eder. Bir selâmla kinler, nefretler silinip; yerine sevgi ve
dostluklar yeşerebilir. Selâm küskünleri barıştırır, rahmet ve şefkati sinelere
nakşeder.
Selâm, insanlar arasında iletişimi sağlayarak, toplumda barış ve huzuru
tesis edecek bir güce de sahiptir. Selâmla tanış olan, beraber olan insanlar,
selâmın yaygınlaşmasıyla toplumda da barış ve sevginin yerleşmesine katkıda
bulunurlar.
Müslümanların kendi aralarında selâmlaşmasına ad olan selâm, kelimesi
aynı zamanda Yüce Rabbimizin kendisi için isim olarak seçtiği bir kelimedir.
Selâmette olan, kullarını selâmete çıkaran ve cennetteki bahtiyar kullarına selâm
veren anlamında, Allah Teâlâ’nın ismidir “Selâm”. Bu dünyada Allah’ın kullarını
onun selâmıyla selâmlayanlar, cennette Rableri tarafından selâmlanacaklar.
Selâm, Müslümanlar arasında sevgi ve merhameti gerçekleştirmesinin yanı
sıra, evrensel ölçekte de barışın adıdır ve tüm insanlık için bir barış çağrısıdır.
Çünkü İslâm, barış, huzur, esenlik anlamlarına gelen “selâm” kelimesinden
türeyen bir sözcüktür. Barışı kendine isim olarak seçen dinimiz, tüm insanlar için
barış, sevgi ve merhamet istemektedir. Selâmı yaygınlaştırmayı tavsiye eden
Sevgili Peygamberimiz, bu sözüyle, İslâm’ın insanlığa sunduğu barış ve sevgiyi
yayın buyurmuştur bir bakıma. Bu sebeple İslâm dininin “selâmı”, dünya
üzerindeki tüm insanları kucaklayan bir selâmdır ve dünyanın neresine giderseniz
gidin değişmeyen tek selâmdır. Selâm demek olan İslâm, bu bakımdan gittiği her
yere barışı ve huzuru da beraberinde götürmüştür.
Tüm bu anlamlarıyla insanlar arasında kin, nefret ve düşmanlığı ortadan
kaldıracak olan selâm, huzurun, barışın ve sevginin parolası olacak bir kelimedir.
Ve selâm, sevgiye, şefkate susamış insanlık için umumi rahmettir!
Önce Selâm Sonra Kelâm
Toplum hâlinde yaşayan insan, yaşadığı toplumun; âdet, dil, inanç, kültür
gibi değerlerini dikkate alarak yaşamak durumundadır. Çünkü toplum, belirli
ortak değerleri benimseyen, onları hayatlarına yansıtan insan topluluğudur.
Ortak kültürel değerler, ortak bir yaşama biçimi oluşturur. Bu ortak
değerlere aykırı davranan insan, kendi toplumuna yabancılaşır.
Ortak değerler benimsendikçe ve yaşandıkça gelişir. Bu değerler, toplumun
bütün insanlarını bir arada, birlik ve beraberlik içinde huzurlu ve mutlu bir
biçimde yaşatır.
Toplumda yaşayan insanların bu ortak değerlerle yaşayabilmeleri için kendi
aralarında ciddî, samimî, sağlam köprüler oluşturmaları ve sağlıklı bir iletişim
kurmaları gerekir. Bu iletişimin ilk basamağı selâmlaşmaktır.
Selâm, insanlar arasında kurulacak iletişimde önemli bir adımdır. Selâm,
iletişim köprüsünün ilk halkasıdır. Sevginin, dostluğun harcı, olmazsa olmazıdır.
Okulda, çarşıda, pazarda, camide, selâmla kurulan yakınlık, dostluğa,
kardeşliğe dönüşür.
Aynı apartmanda yaşayan, aynı kurumda görev yapan kimi insanların
birbirlerine selâm vermeden, iyi günler, iyi akşamlar, iyi görevler dilemeden,
merhaba demeden yaşadığı ne yazık ki bir gerçek. Apartmanı paylaşan, birkaç
dakika da olsa bir asansörde birbiriyle selâmlaşmayan asık suratlar, insanlara
tebessüm etmenin, güler yüzlü davranmanın bir ibadet olduğunu bilmiyorlar mı?
Selâm vermek, “selâmünaleyküm” demek güler yüzün, iyi niyetin kelimelerle bir
ifadesidir aynı zamanda. Selâmdan uzak böylesi insanlardan oluşan bir toplum,
sağlıklı bir iletişim kuramayacağı gibi, birlikte yaşamanın mutluluğunu da
hakkıyla yaşayamaz.
Sevgili Peygamberimiz, insanların birbirini sevmesinin ve birbiriyle
kaynaşmasının reçetesini şöyle veriyor: "İman etmedikçe cennete giremezsiniz;
birbirinizi sevmedikçe, olgun bir imana sahip olamazsınız. Size, yaptığınız
takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı
yayınız!..." (Müslim, İman, 93) Bir sahabi Hz. Peygamber (s.a.s)'e: "İslâm’ın
hangi işi daha hayırlıdır" diye sorduğunda, Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur:
"Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir." (Buhârî, İman,
6-20) Peygamber Efendimiz yanında büyüttüğü Enes (r.a)'e şöyle buyurmuştur:
"Oğlum! Ailenin yanına girdiğinde selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket
olsun." (Tirmizî, İstizân, 20)
Birbirimizi sevmek inancımızın bir gereğidir. Birbirimiz için iyi ve güzel
şeyler dilemek de hem dinî hem de insanî görevimizdir. Birbirimizi sevmenin,
(sevememe hastalığının) en önemli reçetesi ise selâmlaşmadır.
Selâmı vermek sevmeye; selâmı yaymak, selâmlaşmak, sevgiyi topluma
yaymaya vesile olur.
Selâmlaşan iki insan arasında; sevgi, saygı, kaynaşma canlanır ve büyür.
Bir selâm, bir güler yüz, iletişimin altın anahtarı olur. Selâm, konuşmanın önünü
açar: “önce selâm” verilir “sonra kelâm’a/söze geçilir. Atalarımız, “önce selâm,
sonra kelâm” demiyorlar mı? Hâl hatır sorulur, iltifat edilir, sohbetler yapılır.
İnsanlar birbirini daha yakından tanır, ortak zevkler, duygular, fikirler ortaya
çıkar. Sıcak dostluklar kurulur. Konuşarak anlaşılır. Ortak noktalarda buluşulur.
Ya da farklı fikirlere, zevklere tahammül etmeye alışılır. Hoşgörü yaygınlaşır.
Konuşa konuşa iletişimin sıcak yüzü, yüreğimizi ısıtır. Dostluk, kardeşlik, birlik ve
beraberlik duyguları toplumu kuşatır.
Dünyevî hiçbir kaygı gütmeden, belki hiç de tanımadığımız bir insana,
“Allah’ın selâmı üzerinize olsun!” demek, ne güzel bir dilek, ne güzel bir duadır!
İnsan verdiği selâmla, verilen insana bir adım daha yaklaşır. Alınan
selâmla, bir adım daha atılır dostluğa, kardeşliğe. Yüzler tebessümle daha bir
güzelleşir. Gönüllerde sevgi çiçekleri açar.
Günümüz insanı, yoğun bir tempo ile yaşıyor. Selâma, konuşmaya, hatır
sormaya, ziyarete gitmeye nedense pek vakit ayıramıyor. Selâmın insanî ve
İslâmî bir görev olduğunu unutuyor, ya da önemsemiyor. Böylece dostluğun sıcak
ortamını yakalayamıyor. Daha bireysel bir yaşayışı tercih ediyor, bencilleşiyor,
paylaşmayı bilmiyor. Daha az konuşuyor, dertleşiyor. Mutlulukların paylaşıldıkça
artacağını, dert ve sıkıntıların ise azalacağı gerçeğinin farkına varamıyor. Bu
durum, onu strese, sıkıntıya sokuyor, sinirli, çekilmez bir hâle getiriyor.
Kendisiyle barışık olmadığı için, yalnızca kendisine ve ailesine değil, çevresine de
sıkıntı veriyor.
Bu olumsuz tabloyu sağlıklı kılacak şifre; selâmdır. Selâm, sevgi, saygı ve
insanlığın anahtarıdır.
İnsanı insana yakınlaştıran, sevdiren, saydıran, anlaştıran iletişimin iki
hecelik adı; selâm.
Bu şifre, bu anahtar, bu dilek, ilişkilerimizi ısıtacak, dostluk, kardeşlik
kapılarını açacak, bizi daha olgunlaştıracak ve mutlu bir insan kılacaktır.
Rıfkı Kaymaz
(Diyanet Avrupa Dergi,Şubat 2008)
Avrupa Mayıs
Mustafa Kahraman
Güzel Bir Geleneğimiz Selamlaşmak
İNSANLAR toplu hâlde yaşamak zorunda olan varlıklardır. İsteseler
de mecbur kalmadıkça tek başına yaşayamazlar. Toplu olarak yaşamanın
beraberinde getirdiği bir kısım kurallar, kanunlar, âdetler, gelenekler ve
görenekler vardır. Bu da toplumdan topluma değişmektedir. Meselâ bizde
akla gelmesi bile düşünülemezken, Batı toplumlarında çocuklar, anne
babalarına yahut büyüklerine isimleriyle hitap edebilmekte, bu da hiç garip
karşılanmamaktadır.
Yine
büyüklerinin
yanında
uzun
uzadıya
oturabilmektedirler. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Toplumlardaki
bu kurallar bütününün bir kısmı dinî, bir kısmı ise kültüreldir.
İnsanlar bir arada yaşarlarken, birbirleriyle anlaşmak için konuşmak
zorundadırlar. İlk karşılaştıklarında ise selâmlaşırlar. Selâmlaşma ise
toplumdan topluma değişiklik arz eder. Selâmlaşmanın, çoğu toplumlarda
dinsel, bir kısım toplumlarda ise kültürel arka plânı vardır.
Türk toplumundaki pek çok âdet, gelenek ve göreneğin temelinde
dinî ögeler vardır. Bunlar ya İslâmî bir temele ya da Türklerin eski dinî
inanışlarına dayanmaktadır. Meselâ düğünlerde, bayram gecelerinde ve
bazı kutlamalarda ateş yakılıp çevresinde oynanması ve üzerinden
atlanılması, eski Türk âdetlerinden günümüze kadar gelip devam eden bir
âdettir. İslâm dini de dinin aslına aykırı olmayan, helâli haram, haramı
helâl kılmayan âdetlerin devam ettirilmesini sakıncalı görmemiş; İslâm
Hukuk Metodolojisi de buna örf demiş; hakkında kitap, sünnet, kıyas ve
icmada hüküm bulunmayan meselelerde örf’e başvurmuş ve ona göre
hüküm vermiştir.
Selâmlaşmanın, Türk kültür ve örfünde hem dinî hem de kültürel
boyutu vardır. Toplumumuzda, bu konudaki kültürel yozlaşmaya ya da
farklılaşmaya girmeden önce, selâmlaşmanın dinî boyutuna değineceğiz.
Selâmlaşmanın dinî boyutu
Selâm kelimesi, İslâm kelimesiyle aynı kökten yani slm kökünden
türetilmiştir. İslâm kelimesinde olduğu gibi barış, esenlik, güven, huzur ve
teslimiyet anlamlarına gelmektedir. Istılahî anlamı da bu şekilde oluşmuş,
selâm veren kimse selâm vermekle, karşısındaki kimseye güven, barış ve
esenlik dilemiş, kendisinden ona bir kötülüğün gelmeyeceğini telkin etmiş
olur.(E. H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 2, s. 292295, 559560)
Makalemizin bu bölümünde önce selâmlaşmanın dinî hükmüne,
sonra selâm vermenin ve selâma mukabelede bulunmanın şekline, daha
sonra selâmlaşmanın âdâbına ve selâmın yaygınlaştırılmasının önemine
değinecek, en sonunda da selâm vermenin mekruh olduğu durumları
açıklayacağız.
Selâmlaşmanın hükmü
Bir Müslümanın bir başka Müslümana selâm vermesi sünnettir.
Selâma mukabelede bulunmak, başka bir ifadeyle selâmı almak farzı
kifayedir. (Abdurrahman elCezeri, elFıkhı alâ Mezâhib’ilErbaa) Yani bir
topluluğa selâm verildiğinde bir kişinin selâmı alması, diğerlerinin
üzerinden sorumluluğu düşürür, ama hiç kimse selâmı almazsa oradaki
herkes sorumlu olur. Selâm verilen kimse tek kişi ise, selâmı almak o kişi
için farzı ayın yani muhakkak surette yerine getirilmesi gereken bir şey
hükmüne girer.
Kur’an’da, Müslümanların bir eve girmeden önce izin istemeleri ve
izin verildiği zaman da eve girerken hane halkına selâm vermeleri
emredilmektedir. Ayette, “Ey iman edenler! Kendi eviniz dışındaki evlere
girerken izin isteyiniz ve girerken o ev halkına selâm veriniz”(Nur, 27)
buyrulmakta, bir başka ayette ise, “Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından
mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize)
selâm veriniz”(Nur, 61) diye tavsiyede bulunulmaktadır. Peygamberimiz
de Müslümanların birbirlerine selâm vermelerini, verilen selâma
mukabelede bulunmalarını öğütlemiştir.
Bu ayet ve hadisi şeriflerden anlaşılmaktadır ki, Müslümanlar
birbirleriyle karşılaştıkları zaman veya bir yere girdiklerinde orada
bulunanlara selâm vermeleri, Müslüman olmalarının bir gereğidir.
Selâmlaşma, birbirlerine karşı en önemli din kardeşliği görevlerinden birini
teşkil eder.
Selâm vermenin ve selâma mukabelede bulunmanın şekli
Milletlerin geleneklerine göre selâmlaşma şekilleri çeşitlilik arzeder.
Dinimizde selâm verme kısaca, “Esselâmu aleyküm” ya da “Selâmün
aleyküm”
şeklindedir.
Kendisine
selâm
verilen
kişi
de
“Ve
aleykümüsselâm” şeklinde karşılık verir. Bunu demekle birbirlerine,
“Allah’ın emniyet ve güveni sizinle olsun” demiş olurlar. Sahihi Buhari’de
yer alan bir hadiste, selâmlaşmanın bu şeklinin ilk olarak Âdem (a.s.)
yaratıldıktan sonra, onunla melekler arasında cereyan ettiği ifade
olunmaktadır. Aşağıdaki ayetlerden ve hadisi şeriflerden anlaşılacağı
üzere, selâma ya aynısıyla ya da daha güzeliyle mukabelede bulunulması
öğütlenmiştir. Ayette, “Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha
güzeliyle veya aynısıyla mukabelede bulunun.”(Nisa, 86) buyrulmaktadır.
Bu ayetin sebebi nüzulü şudur: Cahiliyye döneminde Araplar selâmlaşmak
için birbirlerine, “Hayyakellah” (Allah ömürler versin) derlerdi. Bu bir
duadır. Ama hayırlı bir dua olmayabilir. İnsan uzun ömürlü olabilir, fakat
önemli olan hayırlı bir ömre sahip olabilmektir. Bundan dolayı İslâm dini,
bu eksik tahıyyeleri selâma dönüştürmüştür. (Hak Dini Kur’an Dili, c. 2, s.
559560) Yukarıdaki ayetin anlamı şudur. Biri bize ‘Esselâmu aleyküm’ diye
selâm verdiğinde, ‘ve aleykümüsselâm’, ya da ‘ve aleykümüsselâm ve
rahmetullahi veberakâtühü’ diyerek, selâmı almalıyız. Böyle demekle kişi,
Allah’ın selâmı (barışı, esenliği), rahmeti (acıması) ve bereketi senin
üzerine olsun demiş olmaktır. Selâm veren, ‘Esselâmu aleyküm
verahmetullahi ve berakâtühü’ diye selâma başlayabilir. Konuyla ilgili
Umran bin Hüseyin’in rivayet ettiği hadiste, yanına gelen üç kişiden,
‘Esselâmu aleyküm’ diyene on sevap, ‘ve rahmetullahi’yi ekleyene yirmi
sevap, buna ilâveten ‘ve berakâtühü’yü ekleyene de otuz sevap
verileceğini, Peygamberin ifade ettiği haber verilmektedir.(Riyazu’sSalihin,
c. 2,
sh. 231)
Peygamberimizin eliyle selâm verdiği de vaki
olmuştur.(a.g.e., c. 2, s. 241) Bunun için kişinin sesini duyuramayacağı
durumlarda ya da sessiz olunması gereken yerlerde, Müslüman eliyle veya
işaretle de selâm verebilir.
Selâmlaşmada âdâb
Her konuda olduğu gibi dinimiz İslâm, selâmlaşma konusunda da bir
kısım güzel kurallar getirmiştir. Bundan dolayı selâm vermeye önce
başlamak övülen bir davranış olmuştur. İmam Tirmizi’nin Süneninde
rivayet ettiği bir hadisi şerifte, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e, “iki kişi
karşılaştıklarında önce hangisi selâm verir” diye sorulduğunda, “Önce
selâm veren, Allah’a daha yakındır” diye haber vermişlerdir.(a.g.e., c. 2, s.
236)
Değişik rivayetlerin ortaya koyduğu gibi, binek üzerinde olanın
yürüyene, yürüyenin oturmakta olana, azın çoğa ve küçüğün büyüğe
selâm vermesi sünnettir.(Sahihi Buhârî ve Tecridi Sarih Tercemesi, c. 12,
s. 172, 173)
Selâmın yaygınlaştırılması
Selâm vermek, selâmı yaygınlaştırmak, insanî ilişkileri güçlendirir,
insanlar arasındaki sevgi, saygı, dayanışma ve kaynaşmayı arttırır.
Mü’minlerin arasındaki muhabbeti daha da kuvvetli hâle getirir. Konuyla
ilgili Hz. Muhammed (s.a.s.)’den pek çok hadis rivayet olunmuştur.
Müslim’in Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet ettiği hadiste Peygamberimizin,
“Siz mü’min olmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de
mü’min olamazsınız. Size yaptığınız takdirde aranızdaki sevgiyi artıracak
bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız ve verilen selâmı alınız.
(Riyazu’sSalihin, c.2, s. 228) Tirmizî’nin de yine Ebû Hüreyre (r.a.)’den
rivayet ettiği hadiste, “Ey insanlar! Selâmı yaygınlaştırınız”(a.g.e., c. 2, s.
229) şeklindeki tavsiyeleri, meseleyi çok açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Selâm verilmemesi gereken durumlar
İslâm âlimleri sarhoşlara, delilere, uyumakta olanlara,(A. Ceziri,
a.g.e., c. 3, s. 55) tuvalette ve banyoda bulunanlara selâm vermenin
mekruh olduğunu ifade etmişlerdir.(Hak Dini Kur’an Dili, c. 2, s. 561)
Ayrıca Kur’an okuyana, namaz kılana, ezan okuyana, kamet getirene ve
imam hutbede iken selâm verilmez.(a.g.e., c. 2, s. 561)
Toplumumuzdaki selâmlaşma ile ilgili eksiklikler
İnsanlarımız arasında selâmlaşma ile ilgili bir kısım eksiklikler vardır.
Bunlardan ilki kişilerin evlerine girince eşlerine ve küçük çocuklarına selâm
vermemesi, bir diğeri ise başka çocuklara selâm ve hanımlara selâm
vermemesi, bir başkası da bir yerden ayrılırken selâm ile ayrılınmaması ve
telefonda selâmlaşmamadır.
Kişinin ev halkına selâm vermesi
Toplumumuzdaki selâm ile ilgili bilinmeyen ya da yanlış olarak
devam ede gelen şeylerin ilki, kişinin kendi evine girdiği zaman eğer
evinde bir misafir veya babası, amcası ya da dedesi gibi bir büyüğü yoksa;
evde, annesi, eşi veya çocukları varsa selâm vermemesidir. Bu dinen
yanlış bir davranıştır. Anlamını yukarıda detaylı bir şekilde açıkladığımız
selâmı, kişinin kendi eşinden ve çocuklarından esirgemesi anlaşılır bir şey
değildir. Biraz düşününce bunun sebebinin yanlış törelerden kaynaklandığı
sonucuna varmak zor olmasa gerektir. Çünkü günümüzde yavaş yavaş
çekirdek aileye dönüşsek de, yakın zamana kadar toplumumuzun ataerkil
bir aile yapısı vardı. Bu aile yapısında erkekler hanımlarını ve çocuklarını
çok sevseler bile bunu belli etmemeye, hissettirmemeye çalışırlardı. Baba,
çocuğunu sevmek için onun uyumasını beklerdi. Büyüklerimizin
söylediğine göre, pek çok kişi, hayatında çocuğunu kucağına almadan
hayatını tamamlamış oluyor, bunun yerine torununu seviyordu. Yine pek
çok insan, hayatında bir defa olsun eşine onu sevdiğini söylemiyordu.
İnsanoğlu hoşuna giden güzel şeyler duymayı ister. Zannımızca bu gibi
sebeplerden dolayı kişi, evine girdiğinde eşine ve çocuklarına selâm
verirse, otoritesinin kaybolacağını düşünürdü. Ama yanlış yanlıştır, yanlışı
kimin yaptığı önemli değildir. Önemli olan yanlıştan dönmek, doğruya
yönelmektir.
Bundan dolayı Müslüman, artık evine girdiği zaman da eşine ve
çocuklarına selâm vermeli, bunu âdet haline getirmelidir. Aynı durum o
zamanda varmış ki, Enes bin Malik (r.a.)’in rivayet ettiği bir hadiste
Peygamberimiz, ona hitaben şöyle buyurdu: “Oğulcuğum, ailenin yanına
girdiğinde
selâm
ver
ki,
sana
ve
ev
halkına
bereket
olsun.”(Riyazu’sSalihin, c. 3, s. 239)
Başka çocuklara ve hanımlara selâm vermek
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi doğru olan, yanlıştan vazgeçmektir.
Erdemli insan, hatasının farkına varıp onu düzelten insandır. Selâm ile ilgili
yanlışlarımızdan biri de karşılaştığımız çocuklara selâm vermememizdir.
Aslında büyükler küçüklere, her yönü ile güzel örnek olmak
durumundadırlar. Kendisinde bizim için en güzel örneklerin olduğu,(Ahzab,
21) o yüce insan çocuklara selâm verir,(Sahihi Buhârî ve Tecridi Sarih
Tercemesi, c. 12, s. 323) onlara şefkat gösterir,(a.g.e., c. 12, s. 125)
onları kucağına alır sever, onlar için dua eder,(a.g.e., c. 6, s. 432) onlarla
oynar, özellikle kendisi de yetim ve öksüz olarak büyüdüğü için yetim ve
öksüz çocuklarla ilgilenir, onların gönlünü alır, başlarını okşardı.(Seçme
Hadisler, s. 233236) Bizim her konudaki rehberimiz olması gereken Sevgili
Peygamberimiz bu şekilde davranırken, bizim çocuklardan bir selâmı
esirgememiz ne kadar doğrudur? Bundan dolayı çocuklara selâm vermeyi
de âdet haline getirmeliyiz.
Bir diğer konu ise, eşimiz dışındaki başka hanımlara selâm verme
meselesidir.
Peygamber
Efendimizin
eşleri
dışındaki
başka
hanımlara,(Riyazu’sSalihin, c. 2, s. 241) başka hanımların da
Peygamberimize selâm verdiği vaki olmuştur.(a.g.e., c. 2, s. 241) İslâm
âlimleri de fitne uyandırmayacağı kesin olan durumlarda kadınlara da
selâm vermenin sünnet olduğunu ifade etmişlerdir.(elFıkhı alâ
Mezahibi’lErbaa, c. 3, s. 43, İbni Âbidin, c. 15, s. 394) Kişilerin yıllarca
okul, fabrika, devlet dairesi, köy gibi aynı ortamlarda bulunmaları,
birbirlerini iyi tanımaları ve hemen hemen her gün karşılaşmaları
sebebiyle, yukarıdaki şartı da dikkate alarak, selâmlaşmaları herhâlde
güzel bir davranış olacaktır.
Avrupa Şubat
Mukadder Arif Yüksel
Dostluğun sembolü selam
SELÂM; muhatabımıza istediğimiz zaman kolaylıkla sunabileceğimiz
bir sevgi ve saygı buketi ve kapalı gönüllerin anahtarı gibidir. Nice samimi
ilişkiler ve derin dostluklar, bir gönül sesi olarak yine gönüle ulaşan
''selâm'' sözü ile başlamıştır. Selâm’da, ilişkilerdeki buzulları eritecek
sıcaklık, stresleri yok edecek ferahlık ve âtıl his ve düşünceleri uyarıp
harekete geçirebilecek bir enerjik güç vardır.
Selâm; Allah'tan muhataba hem barış, huzur ve güven dileği, hem
de dostane bir ilişki teklifidir. Selâma mukabelede, bu sıcak kalbî yaklaşımı
memnuniyetle kabul etmektir. Bir karşılaşma halinde selâmı terk edenler,
ya muhatabı kabul etmediklerini ya da umursamadıklarını bilinçli veya
bilinçsiz bir şekilde ortaya koymuş olurlar. Bazı özel sebeplerden dolayı bir
kişinin başkasını reddetmesi mümkündür, ancak tanıdık birinin
umursanmaması, ona yapılabilecek en büyük saygısızlıktır. Çünkü
reddeden, muhatabın varlığını kabul etmekle birlikte görüşme isteğini
reddetmektedir. Oysa umursamayan kişi bu tutumu ile, muhatabı yok
saydığı mesajını iletmiş olmaktadır.
İslâm kelimesi ile aynı kökten gelen selâm, kurtuluşa ermek, huzur,
barış ve güven içinde olmak, ayıp ve kusurlardan uzak kalmak anlamlarına
gelir. Her şeyden önce esSelâm, Allah'ın doksan dokuz sıfatından biridir.
Allah'ın selâm sıfatı, hem kendisinin kusursuz oluşunu, hem de kullarına
huzur ve güven verişini ifade etmektedir. Nitekim bizler de her namazdan
sonra, ''Allahumme ente'sSelâmu ve minke’sselâm ''(Allah'ım! Sen
Selâmsın, selâm ve kurtuluş da sendendir) tesbihini söyleyerek, bu
gerçeği dile getirmekteyiz.
Yer yüzünde ilk selâmlaşma olayı, Hz. Adem (a.s) ile melekler
arasında cereyan etmiştir. Allah Teâlâ, Hz Ademi yarattıktan sonra şöyle
buyurdu: ''Git ve şu oturan melek grubuna selâm ver ve sana nasıl karşılık
vereceklerini iyice dinle. Çünkü hem senin, hem de soyunun birbirini sevgi
ve saygı ile selâmlaması böyle olacaktır.” Bunun üzerine Hz. Adem (a.s.)
meleklere, ''Esselâmu aleykum'' dedi. Melekler de, ''Ve aleykumu'sselâm”
diyerek karşılık verdiler. (Nevevî, Riyazu'sSalihin, II/227)
''Selâm, hidayete tabi olanlaradır.” (Taha, 47.) Buna göre selâm,
mü'minlerin hakkıdır. Selâm, Mü'mine verilir ve her Müslüman, bir kimse
ile karşılaştığında, kapıda komşuya, eve girerken hanıma ve çocuklara, iş
yerinde arkadaşlara, yolda giderken yüzüne bakan kimselere “Selâmun
aleykum”, ya da “Es'selâmu aleykum” demelidir. Günaydın, merhaba,
hayırlı günler, kolay gelsin vb. dua kabilinden olan güzel sözlerin de
selâmdan sonra söylenmesi tercihe şayandır. Bir kişi bir başkasına selâm
verdiğinde, ''Bana güvenebilirsin, benden sana zarar gelmez”, demiş
olmaktadır. Selâm, insanlar arasında sevgi, saygı ve güven ortamının
oluşmasına da vesile olmaktadır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s), '' Size,
yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda
selâmı yayın” (Müslim, İman, 93) buyurmuşlardır. Selâm vermek için
mutlaka önceden tanışıyor olmak gerekmez.
Nisa suresi 86. ayette, “Bir selâm ile selâmlandığınızda, siz de ondan
daha güzeli ile selâmlayın, yahut aynı ile karşılık verin” buyuruluyor. Buna
göre selâm vermek sünnet, almak ise farz olmaktadır. Selâm’ın daha güzel
bir şekilde karşılanması, ses tonunu samimi bir tarz ile biraz daha
yükselterek veya “Ve rahmetullahi ve berakatüh” şeklinde, ilaveler katarak
yapmak mümkündür. Bu tarz gerekli görülmezse, en azından aynı ile
mukabelede bulunmak ilâhî bir emirdir.
Namazda okuduğumuz tahiyyat ve sallibarik duaları Allah'a,
peygamber’e ve bütün mü'minlere selâm verme anlamlarını ihtiva eder.
Selâmı daha güzeli ile karşılamayı emreden Allah Teâlâ'nın, bu
selâmlamalara da ziyadesi ile karşılık vereceğine olan inancımız tam
olmalıdır.
Peygamberimize, ''İslâm’ın hangi ibadeti daha hayırlıdır?”diye
soruldu. Allah'ın Resûlü, “Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına
selâm vermendir” cevabını verdiler. (Buhari, İman, 20; Müslim, İman, 14)
Enes b. Malik'in rivayetine göre Peygamberimiz, yolda oynayan
çocuklara bile selâm verirdi. Cennetin bir adı da Daru'sSelâm, (Selâm
Yurdu)’dur. Cennete girmeyi hak eden mü’minler, hiçbir sıkıntı ve zorluğun
olmadığı, sınırsız zevk ve eğlencenin bulunduğu bir ortamda, sonsuza
kadar yaşayacaklardır. Zümer suresinin 73. ayetinde de belirtildiği gibi,
Cennetin kapısında mü'minleri, melekler selâm vererek karşılayacaklar;
''Selâm size! Buraya tertemiz geldiniz. Artık ebediyyen kalacağınız bu yere
girin” (Zümer, 73) diyeceklerdir. Daha sonra mü’minlere verdiği sözü
bîhakkın yerine getiren ve merhameti çok olan Yüce Allah da, değerli
kullarını Cennette selâmlayacaktır. (Yasin, 58) Allah'ın selâmına mazhar
olmak her halde mutlulukların en ulvisi olsa gerekir.
“Cennette bulunan mü'minler, orada boş söz ve yalan bir laf
işitmeyeceklerdir. Onlar orada ancak selâm sözü işiteceklerdir.” (Meryem,
62; Vakıa, 26) “Allah, insanları selâm yurduna davet eder ve dilediğini
doğru yola iletir.” (Yunus, 25)
Bu âyette geçen ''selâm yurdu'', dünyada İslâm'ın yaşanması ile
oluşacak huzur ortamı anlamına gelebileceği gibi, Cennet anlamına da
gelir. Buna göre İslâm’ı yaşayan Müslümanlar da selâm toplumunu
oluşturmaktadırlar.
Selâm vermenin âdâbı
Küçükler büyüğe, araçta olan yaya olana, yürüyen oturana, arkadan
gelen önde olana (yanı başına geldiğinde), azınlık çoğunluğa selâm
verecektir. Topluluğa selâm verilmesi halinde, topluluktan birinin selâmı
alması yeterlidir. İster büyük, ister küçük olsun, ister az, ister çok olsun,
gelen oturana selâm verir. Birinin evine girerken, önce izin istenir sonra
selâm verilerek içeri girilir. Zil çalmak, kapıyı tıklamak da izin istemek
anlamındadır.
Namaz kılana, uyuyana, tuvalette olana selâm verilmez. Ezan, hutbe
ve Kur'an okunurken, okuyana ve dinleyene selâm verilmez. Yemek
yiyene de lokma ağzındayken selâm verilmez. Vaaz ve sohbet esnasında
da selâm vermek uygun değildir. Camiye girince içerdekiler meşgulse
selâm verilmez, değilse verilir. Camiye ya da bir haneye girince içeride
kimse olmasa bile, melekleri kastederek selâm verilebilir. Zaman ve
mekan değişmediği sürece selâmı tekrarlamak da gerekmez, yaşı birbirine
yakın olan ve birbirini tanımayan kadınların erkeklere ve erkeklerin
kadınlara selâm vermesi uygun değildir. Çünkü bir takım yanlış anlamalara
yol açması mümkündür.
Uzakta olanlara el ve baş işareti ile selâm verilebilir. Öte yandan
gayri müslim olan kişilere selâmımız ya onların dilindeki selâm
sözcükleriyle olacak, ya da kendi dilimizdeki karşılığı kullanılacaktır. Her
hangi bir karşılaşma durumunda kim olursa olsun, güler yüzle birlikle
merhaba anlamına gelen sözcükler ihmal edilmemelidir. Dalgınlıkla bile
olsa selâm’ın ihmal edilmesi, karşı tarafta can sıkıcı duygu ve düşüncelere,
dolayısı ile kul hakkının oluşmasına sebep olacaktır.
Uzaktaki bir tanıdığımızın yanına giden birisi ile selâm göndermek
güzel bir âdettir. Böylece kendisini unutmadığımızı, sevgimizin devam
ettiğini belli etmiş oluyoruz. Gönderilen selâmı sahibine ulaştırmak da bir
görevdir. Mektupla gelen selâma mektupla cevap vermek ve elektronik
mesajı (email) cevaplamak da verilen selâmı almak gibidir. Selâmı
müteakip yapılan tokalaşmada (müsafaha) taraflar birbirinin yüzüne hatta
gözünün içine bakmalı ve samimi bir tarz ile görüşmeyi başlatmalıdır.
Beden dilini yorumlayan uzmanlar, tokalaşma esnasında isteksiz ve ilgisiz
bakışların, muhatabın önemsenmediği mesajını içerdiğinden, saygısızlık
sayılacağını belirtmektedirler.
Selâm aynı zamanda bir duadır. Güler yüzle vereceğimiz bir selâm
ve daha içten bir şekilde selâma vereceğimiz karşılık, daima özlemini
duyduğumuz sevgi ve mutluluğun kapısını aralamakta ve başımıza
gelmesinden endişe ettiğimiz bir çok zararı bertaraf etmektedir. O halde
hem Peygamberimizin çok önemli bir tavsiyesini yerine getirmek, hem de
kendi güvenliğimizi sağlama almak için, selâmı doğal bir davranış biçimi
haline getirmemiz gerekmektedir vesselâm.
Aralık 2005
Dr.Durak PUSMAZ
Selamlaşmak İnsanları Kaynaştırır.sanları Kaynaştırır
Sevgili Peygamberimiz bir hadisi şeriflerinde: “Şüphesiz ki selâm
Allah’ın isimlerinden biridir. Onu yeryüzünde koymuştur. O halde onu
aranızda yayınız.” (Buhârî, elEdebü’lMüfred, s. 268, H.no: 1019)
buyurmuştur.
Bir
toplum
içerisinde
yaşayan
insanların
karşılaştıklarında
birbirleriyle selâmlaşmaları çok önemlidir. Onun için yüce dinimiz
Müslümanların selâmlaşmalarını emretmiştir. Birbirleriyle karşılaşan iki
Müslümanın selâmlaşması sünnettir. Daha doğrusu selâm vermek sünnet,
almak ise farzdır. Kuran’ı Kerimde: “Size selâm verildiği zaman, siz de
ondan daha güzel bir tarzda selâmı alın, en azından verilen selâmın misli
ile karşılık verin. Şüphesiz ki Allah, herşeyin hesabını hakkıyla arar.” (Nisa,
86) buyrulur.
Bu ve benzeri ayetlerde emredildiği gibi, Müslümanların birbirlerine
karşı daima insancıl davranmaları ve nazik olmaları, karşılaştıklarında
selâmlaşmaları gerekir. Mümin kendisine selâm veren kimseye, daha
içten, daha candan, daha güzel, en azından onunki kadar güzel karşılık
vermelidir. Zira kaba, nazik olmayan davranışlar mümine hiç yakışmaz.
Selâmlaşmak, her şeyden önce bir nezaket kuralı, dostluk ve iyi
niyet işaretidir. Selâmlaşanlar, karşılıklı olarak birbirlerine, sevgi, saygı,
sağlık ve esenlik dileklerini sunmuş olurlar.
Selâmlaşmak aynı zamanda bir medenilik işaretidir. İnsan medeni
bir varlıktır. Karşılaştığı kimseye selâm vermemek, onu görmemezlikten
gelmek, hiçe saymak demektir. Bu ise medeni ve zarif bir tutum değildir.
Karşılaştıkları zaman selâmlaşmak insanlara mahsus güzel bir meziyettir.
Diğer taraftan selâmlaşmak toplum içerisindeki fertleri birbiriyle
kaynaştırır, birbirlerine karşı merhamet, şefkat ve sevgi duygularını
geliştirir. Onun için Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde: “İman
etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin
olamazsınız. Size yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim
mi? Aranızda selâmı yayınız.” (Müslim, İman, 93) buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz selâmlaşmanın müminler arasında yaygın hâle
gelmesini isterdi. Onun için karşılaşılıp selâmlaştıktan sonra, araya bir
engel girip tekrar karşılaşılınca yine selâmlaşılmasını emretmiş, hadisi
şeriflerinde: “Biriniz Müslüman kardeşine rastladığında ona selâm versin.
İkisi arasına bir ağaç, duvar ya da taş girince tekrar karşılaştığında yine
ona selâm versin” (Ebu Davud, Edeb, 135) buyurmuştur.
Otobüs, tren, tramvay, uçak gibi umumi bir vasıtaya binildiğinde
yanındaki insanla selâmlaşmak, onunla konuşmaya da bir vesile olur.
Yanındaki ile konuşmadan yapılan yolculuk sıkıcı olur. Bazen insan
konuşmaya nereden başlayacağını bilemez. İşte selâmlaşmak bunun için
de iyi bir vesiledir. Onun için Peygamber Efendimiz: “esselâmü
kable’lkelâm: Konuşmadan önce selâm verilir.” buyurmuştur.
Birbirleriyle karşılaşan kimselerin selâmlaşmaları, birbirlerine değer
verdiklerinin işaretidir. Biri ile karşılaşınca ona selâm veren kimse, mesela
ağaç ve hayvan gibi onu sıradan bir varlık olarak görmediğini, bir insan
olarak gördüğünü, ona değer verdiğini ifade etmiş olur. Başkalarına değer
veren, saygı gösteren kimseye, değer verilir, saygı görür.
Selâm erkeklere verildiği gibi kadınlara da verilir. Hatta çocuklara da
verilir, böylece bir taraftan çocuklara değer verilmiş olduğuna işaret edilir,
diğer taraftan onlara İslâmın bu güzel âdâbı öğretilmiş olur. Nitekim bu
dinin tebliğcisi olan Peygamber Efendimiz sadece erkeklere selâm
vermekle
kalmaz,
kadınlara
ve
çocuklara
da
selâm
verirdi.
Ensardan/Medineli Müslümanlardan Yezid b. esSeken kızı Esma (r.a.) diyor
ki: “Resûlullah (s.a.s.) biz kadınların yanına geldi ve bize selâm verdi.”
(Ebu Davud, Edeb, 137)
Sevgili Peygamberimize hayatı boyunca hizmet etme şerefine nail
olup ondan en çok hadis rivayet edenlerden biri olan Enes b. Malik
hazretleri çocuklara uğradığı zaman selâm verir ve: “Hz. Peygamber de
böyle yapardı.” derdi. (Buhari, İsti’zan, 15, VIII, 68)
Görüldüğü gibi Sevgili Peygamberimiz, birbirleriyle karşılaşan
müminlerin selâmlaşmalarına büyük önem veriyordu. Her konuda olduğu
gibi bu konuda da ashabı onu izliyor, onun yaptığı şeyleri yapmaya
çalışıyorlardı. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, Peygamber Efendimizin sünnetini
yerine getirmeye çok düşkün idi. Efendimizin selâmlaşma konusundaki
emirlerini yerine getirmek için sokağa çıkar, büyük küçük karşılaştığı
herkese selâm verirdi. Abdullah b. Ebû Talha bu konuda şöyle rivayet
etmektedir: Übey b. Ka’b’ın oğlu Tufeyl bana, Abdullah b. Ömer’e geldiğini
ve beraberce çarşıya gittiklerini haber vererek şöyle dedi: Çarşıya
gittiğimizde Abdullah b. Ömer (r.a.) uğradığı satıcılara, ticaret erbabına,
fakirlere ve herkese mutlaka selâm verirdi. Bir gün yine Abdullah b. Ömer
(r.a.)’e gittim. Kendisiyle beraber çarşıya çıkmamı istedi. Ben de ona:
“ Çarşıda ne yapacaksın? Sen satıcıların yanında durmazsın, bir mal
sormazsın, bir şey almazsın ve çarşıdaki meclislerde de oturmazsın. Ben
diyorum ki, burada bizimle otur, konuşalım” dediğimde bana:
“ Ey şişman (Tufeyl büyük karınlı biri idi) biz selâm için gideceğiz,
karşılaştığımız kimselere selam veririz” dedi. (Malik, Muvatta, Selâm, 6;
Buhari, elEdebü’lMüfred, s. 272)
Dinimiz sadece birbirlerini tanıyan kimselerin selâmlaşmasını değil,
tanıdık, tanımadık herkese selâm verilmesini emretmektedir. Nitekim bir
sahabi Peygamber Efendimize, İslâmda hangi işin daha faziletli olduğunu
sorunca, Efendimiz: “Yemek yedirmek, tanıdığına ve tanımadığına selâm
vermektir.” buyurmuştur. (Ebu Davud, Edeb, 142) Başka hadisi
şeriflerinde de:
“Ey insanlar! Selâmı yayın, yemek yedirin, akrabaya ilgi gösterin ve
herkes uykuda iken namaz kılın, selâmetle cennete girersiniz.”
buyurmuştur. (Hadis Ansiklopedisi, IX, 401)
Peygamber Efendimiz karşılaşan iki Müslümandan, önce selâm
verenin Allah’a daha yakın olacağını bildirmiş (bk. Ebû Davud, Edeb, 133),
bir meclise hem girerken, hem de oradan ayrılırken selâm verilmesini
emretmiş ve: “Sizden biri bir meclise vardığı zaman selâm versin, oradan
ayrılırken de selâm versin. Bunlardan birincisi, ikincisinden daha önde
değildir” (Ebû Davud, Edeb, 139) buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz hadisi şeriflerinde, küçüklerin büyüklere,
gitmekte olanların oturmakta olanlara, azlığın çokluğa, binek üzerinde
olanların yürüyenlere selâm vermesini emretmiştir. (Ebû Davud, Edeb,
134) Bunun gibi yolculuk esnasında arkadan gelenler önden gidenlere
selâm verirler.
Bir şey ile meşgul olup selâmı alamayacak kimselere selâm vermek
mekruhtur. Mesela yemek yiyene, Kur’an okuyana, ilimle meşgul olana,
hutbe dinleyene ve namaz kılana selâm verilmez.
Konya’da 18861960 yılları arasında yaşamış Hacıveyiszade Mustafa
Efendi isminde âlim, zahid, herkes tarafından çok sevilen ve sayılan biri
vardı. Bir çok faziletleri ve üstün meziyyetleri yanında, çoluk çocuk, kadın
erkek, yaşlı genç, tanıdık tanımadık, karşılaştığı herkese selâm vermesiyle
de meşhurmuş. Hatta onun bu selâmı, çocuklar için bir eğlence vesilesi
bile olurmuş. Daha o, çocuklara selâm vermeden önce, çocuklar ona selam
verirmiş. O da başlarını okşaya okşaya aleyküm selâm, aleyküm selâm
diyerek gidermiş ve bu arada çocuklara çerez vermeyi de ihmal etmezmiş.
Hacıveyiszade bir kere oğlu ile İstanbul’a gitmiş. Galata
Köprüsünden geçiyorlarmış. Adeti üzere yine sağına, soluna, önünden
geçen herkese selâm verince, herkes birbirine bakmaya başlamış, onun bu
tutumu tuhaflarına gitmiş. Oğlu:
“ Baba, burada selâm vermesek olmaz mı?” demiş. Hacıveyiszade:
“ Niye?” diye sormuş. Oğlu:
“Bunlar içerisinde Müslüman olmayanlar da var. Hem pek alan da
yok.” deyince, Hacıveyiszade:
“Olsun babam, onlar almazlarsa ben geri alıveririm selâmımı, olur
biter. Biz verelim de onlar almayacaksa yine almasın.” demiş. (Mustafa
Özdamar, Hacıveyiszade, İst., 1992, s.18)
Öyle kimseler vardır ki, karşısındakinden bir çıkarı olduğu zaman
selâm verir veya selâm alır. Bir çıkarı yoksa onu görmemezlikten,
duymamazlıktan gelir. İşte bu tip menfaatperestler için ünlü Divan şairi
Fuzuli asırlarca önce: “Selâm verdim, rüşvet değildür deyû almadılar.” der.
Fuzuli’nin çağdaşı Rûhî de bu tür insanlardan şikâyetle şöyle der:
Cerrar deyû vermez olur Tanrı selâmın
Şermende ider eylese bir habbe in’am. (Şermende ider: Mahcup
eder)
Yani; Dilenci diye Tanrı selâmını vermez. / Bir habbe/tane bir şey
verse mahcup eder.
Yazımızı Yunus Emre’nin şu dörtlüğü ile noktalayalım:
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selâm olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selâm olsun.
TEMMUZ 2012
Kardeşliğin devamında
selamın yeri
Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
İslami telakkide içtimai hayatın harcı kardeşlik ve dostluktur. İslami kardeşlik
iman ve rahmet-i ilahiye sayesinde oluşmuş ve tarihî süreçte düşmanlık duygularını
ortadan kaldırarak sosyal bir barış ortamı tesis etmiştir.
Allah için olan kardeşlik sürekli feragat ve fedakârlık ister. İslami anlayışa
göre dünyevi dostluklar dünyada kalır, ahirete taşınan ise Allah için olan kardeşlik
ve dostluklardır. Nitekim Allah Teala takva ehlinin dostluğunun ahirette nasıl işe
yarayacağını şöyle ifade buyurur: “O gün takva ehli dışında bütün dostlar
birbirlerine düşman kesilir.” (Zuhruf, 43/67.) Böyle bir kardeşlik ve dostluk Hz.
Peygamber’in, kıyamet günü hiçbir gölgenin bulunmadığı sırada Hak Teala’nın
arşın gölgesi altında barındıracağını haber verdiği yedi gruptan birini teşkil eder.
Onlar Allah için birbirini seven, bu sevgi üzere yaşayan ve bu sevgi ile ölen
kardeşlerdir. (Buhari, Ezan, 36, Zekât, 16, Hudud, 19; Müslim, Zekât, 91; Tirmizi,
Zühd, 53.)
İslam dini kardeşliğin devamını bazı prensiplere bağlamıştır. Müminlere,
mümin kardeşleri için birtakım hak ve sorumluluklar yüklemiştir. Bu hak ve
sorumluluklardan biri selamdır. (Buhari, Cenaiz, 2; Müslim, Selam, 4.)
Selam, sadece sembolik bir ifade değil, insanlar arasındaki muhabbetin
artmasına, kardeşlik duygularının güçlenmesine ve devamına vesile bir sevgi
transferdir. İslam kardeşliğinin sürekliliği toplum hayatı için son derece önemlidir.
Çünkü toplumu oluşturan insanların birbirlerine olan saygı, sevgi ve muhabbeti
selamlaşma ile pekişir ve gelişir.
Selam, insanların birbirleriyle olan en güçlü iletişim araçlarından biridir.
İletişime selam ile başlanır; yani insan önce selam verir, sonra kelama başlar. Bu
iletişimin içten, samimi ve sıcak olması gerekir. Samimiyetle verilen selam, bazen
bir çok hediye ve ikramdan daha tesirli olur. Bu gönül alma eylemi ile insan,
kendisine verilen selamı ağzının ucuyla değil, en içten duygularla kabul eder.
Selam, Allah’ın isimlerinden biri olarak âdeta müminlerin dostluk parolasıdır.
İslam’ın doğuşundan günümüze kadar inananlar, bu parola ile anlaşmışlardır.
“Selam” lafzının Arap harfleriyle yazılışında ayrı bir sembolik anlam bulunmaktadır.
Kelimenin başındaki “sin” harfi üç dişli haliyle zinciri, “lam” Cibril ve diğer melekleri,
“elif” Allah’ı, “mim” Muhammed (s.a.s.) ve mevcudatı sembolize eder. Dolayısıyla
selam, yaratılanları Yaratan’a ve yaratılmışları birbirine ve Allah’a bağlayan bir
bağdır.
Varlık âleminde Allah’tan yaratılmışlara ve yaratılmışlardan hem Allah’a, hem
de varlıkların birbirlerine olan selamları bunu göstermektedir. Namazda
okuduğumuz Tahiyyat bu selamlaşmaların özeti gibidir.
Göz teması, el ve baş işaretleriyle yapılan selamlaşmada lafız çok önemli
değildir. Ancak selamın dua ve ritüel boyutuna taşınması için “selam” lafzıyla olması
gerekmektedir. Selamın istilama dönüşmesi için dokunmaya; yani musafaha
etmeye ihtiyaç vardır. Nitekim Haceru’l-Esved’i istilam, ona dokunmak demektir.
İnsanlarla
iletişimde
ritüele
dönüşen
selam;
dua,
musafaha
ve
muanaka/kucaklaşma ile kemale erer. Böyle bir selam, dinî ve dünyevi afetler ile
sıkıntı ve fenalıklardan uzak; uzun ve bereketli bir hayat için kavlî ve fiilî duadır.
Allah Teala selamı, hayatın merkezine koymuştur. İbadet hayatının da, içtimai
hayatın da temelinde selam vardır.
İnsanların birbirleriyle selamlaşmaları barış ve güvenin sembolüdür.
Kardeşler arası selamlaşmayı hayatın bir parçası gören İslam dini, selamın
yaşaması için ona mukabeleyi ondan daha önemli bir sorumluluk olarak
görmektedir. Nitekim ayet-i kerimede: “Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de
ondan daha güzeli ile mukâbele edin veya verilen selamı aynen iade edin.” (Nisa,
4/86.) buyrulmuştur.
Kardeşliğin tesisi ve sürekliliğinde paylaşmak vardır. Selamlaşmak hem
kaynaşmaktır, hem de hayatı bütün zorluklarıyla paylaşmaktır. Selam insani
ilişkilerde farkındalık bilinci ortaya koyar. Selam ile insan, kardeşlerinin farkına
varıp, ziyaret ederek hayatın zorluk ve kolaylığını, sevinç ve üzüntüsünü paylaşmış
olur. Selam en hayırlı amellerden biri kabul edilir. Nitekim bir sahabi: “İslam’ın en güzel
ve hayırlı davranışı hangisidir?” diye sorduğunda Allah Rasulü şöyle cevap vermiştir:
“İnsanlara yemek yedirmek (it’am-ı taam), tanıdığın, tanımadığın herkese selam
vermektir (ifşaü’s-selam).” (Buhari, İman, 20; Müslim, İman, 63.)
Kardeşlerin birbirini sevmesi, birlikteliğin devamı için gereklidir. Birbirini
sevmenin alameti selamlaşmaktır. Selam muhabbet vesilesidir. Bu yüzden selam,
ne kadar güzel ve cömertçe verilirse o oranda muhabbet meydana getirir.
Sürdürülebilir bir dostlukta selam çok mühim bir vazife icra etmektedir. Selam
dostlar arasındaki bağı kuvvetlendiren bir ilgi ifadesi olup toplumdaki fertler
arasındaki kaynaşmayı arttırmaktadır. Selamın etkisi de buradadır. Çünkü selam,
toplu olarak yaşayan insanların cemiyet içerisinde birbirlerine saygı ve hürmet
gösterme şeklidir. Selam, verenle alanı yakınlaştırır, samimileştirir, birbirine ısıtır ve
gönülleri bir yapar.
İnsan selam sayesinde insanlarla kendi arasına bir köprü kurmaktadır.
Yalnızlaşan günümüz insanı çevresiyle arasına duvar örerken, İslam dini selamı
hayatın merkezine koymakta ve kardeşler arası iletişimde köprü kurmaya vesile
olmaktadır. Aynı dünya üzerinde beraber yaşadığımız insanlarla iyi geçinmek
durumundayız. İyi geçinmek için karşılıklı sevgi ve saygıya muhtacız. Bu sevgi ve
saygının oluşmasında selamın büyük bir yeri ve etkisi vardır. Toplumdaki dirlik ve
huzur buna bağlıdır. Selam, insanlar arası sevgi ve saygının artmasına vesiledir.
Sevgi ve saygı olmadan birlik ve beraberlik, birlik ve beraberlik olmadan da huzur
olmaz.
Sevgi, muhabbet ve dostluğu artıran en güzel vesile onları arayıp sormak
suretiyle fiilî ve kalbî selamdır. Nitekim Allah Rasulü: “İman etmedikçe cennete
giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İşlediğiniz taktirde
birbirinizi sevmeye vesile olacak bir amel göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.”
(Müslim, İman, 93; Ebu Davud, Edeb, 131; Tirmizi, İsti’zan, 1; İbn Mace, Mukaddime,
6, Edeb, 11.) buyurarak bu gerçeğe vurgu yapmaktadır.
Selamlaşma, kızgınlık ve dargınlık, kin ve nefret gibi insanlar arasında
düşmanlığa sebep olan kötü huy ve davranışları yok eder. Böylece selam,
müminlerin
birbirleriyle
görüşmelerini,
kaynaşmalarını,
birbirlerinden
ayrılmamalarını ve kalplerinin birbirine ısınmasını sağlar.
Günümüz toplumlarında insanlar arası münasebetler azalmakta ve dostluklar
soğumaktadır. Şu bir gerçek ki modern dünya tasavvuru fertleri acımasızca
potasında eritmekte ve insanlar, kalabalıklar içinde yalnızlaşmaktadır. Bu
yalnızlaşma ile insanlar birbirleriyle selamlaşmıyor, dert ve sıkıntısını paylaşmıyor.
Aynı apartmanda yan yana oturan veya aynı handa, aynı iş merkezinde ticaret
yapan insanlar selamlaşmamakta, birbirleriyle ilgilenmemekte ve giderek
yalnızlaşmaktadırlar. Hâlbuki insan, insana muhtaçtır. Çünkü insan, insanın kurdu
değil yurdu, sığınağı, koruyucusudur.
Sürdürülebilir bir kardeşlik için selam gerekir, muhabbet gerekir, vermek
gerekir. Eğer kardeşlerimize selam vermemek için yönümüzü, yüzümüzü, gözümüzü
ve gönlümüzü kaçırırsak, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmış oluruz. Müslüman bir
yürek, kardeşine sevgi ve saygıyla davranır. Mümin bir kalp, Allah’ın isimlerinden
olan selamı kardeşinden esirgemez. Çünkü kardeşlik ve dostluğun devamı ona
bağlıdır.
Selamlaşmak
Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
İnsanı “düşünen varlık” diye tanımlamışlar. Güzel, fakat alternatifsiz bir tanım
değil. Çünkü insanın tek ayırıcı özelliği düşünmek değildir. Dik yürümek, alet
kullanmak ve konuşmak gibi diğer özelliklerinden her biri insan tanımının merkezine
alınabilir. Bu konudaki tercihi ise insanın hangi özelliğini vurgulamak istediğimiz
belirleyecektir. Zihin faaliyetlerini söz konusu edeceksek tabii ki düşünme yeteneği
öne çıkarılacaktır. Fakat mesela, birlikte yaşama ihtiyacını öne çıkaracaksak
“düşünen varlık”tan değil, öncelikle, “konuşup anlaşan varlık”tan söz etmemiz
gerekecektir.
İnsanların farklı sosyolojik ve etnik gruplara ayrılmış olmasını Kur’an,
“buluşup tanışsınlar diye” ifadesiyle açıklar. (Hucurat, 48/13.) Tanışmamış olan
insanların, aynı ortamı paylaşsalar da aralarında bir mesafe, bir resmiyet olur.
Çünkü birbirlerine “yabancı”dırlar. İşte selamlaşma bu mesafeyi aşabilmenin en
yaygın yöntemidir. Tanışma selamla başlar. Bir kimse ile karşılaştığımızda, birinin
yanına girdiğimizde ya da birinden uzaklaştığımızda o kimseye selam veririz. Bu bir
nezaket, iyi niyet ve iyi temenni ifadesidir. Karşıdaki de bu güzel yaklaşıma benzer
duygularla karşılık verir.
Her toplum ve kültürün kendine has selamlaşma yöntemleri vardır. Fakat
İslam, selam olgusuna kendi damgasını vurmuş, getirdiği tevhit ilkesinin sosyolojik
anlamda da vücut bulmasına katkıda bulunacak özel bir rol belirlemiştir. Bunu
yaparken de Kur’an’ın ilk muhatabı olan müşrik Arapların kullanageldikleri
selamlama ifadesi olan “Hayyakellah”ı “Selamün aleyküm” ile değiştirmiştir. “Selam”
ve “İslam” kelimeleri aynı kökten; “barış”, “esenlik” ve “güvenlik” anlamlarındaki
“silm” kökünden geliyor. İslam, taşıdığı isim ile varlık sebebi olan barış olgusunu
insan-insan, insan-evren ve insan-Allah arası ilişkileri alanında temsil ederken,
selamlaşma cümlesi üzerinden de günlük hayata ve kişisel ilişkilere kadar indirir.
“Hayyakellah”ın; "Allah ömrünü uzun etsin” gibi bir anlamı var. İslami selam
ise “Güvenlik ve esenlik sana!” anlamına geliyor. Selam verilen kimse aynı cümleyi
vurgulu bir söyleyişle “Ve aleyküm selam” (Sana da esenlik ve güvenlik!) şeklinde
tekrarlayarak bu selama karşılık verir.
“Hayyakellah” ifadesinde Allah’ın adı yer almakta, yeni selamlama
cümlesinde ise bu isim yok. Son derece sade ve sıradan bir cümle gibi görünüyor.
O hâlde eski selamlama şekli niçin değiştirilmiş olabilir?
Belirtmek gerekir ki “Hayyakellah” ifadesindeki “Allah”, arka planı ile müşriğin
tasavvurundaki şirke bulaştırılmış Allah inancına atıfta bulunuyor. Bu selam
cümlesinin kullanılmaya devam etmesi, bilinçaltına yerleşmiş olan bu yanlış Allah
tasavvurunun sürüp gitmesine katkıda bulunmuş olacaktı. Oysa ima ve işaret yolu
ile de olsa İslam’ın, şirke kapı aralayan hiçbir söz ve eyleme onay vermesi söz
konusu olamazdı. Öte yandan, “Allah ömrünü uzun etsin” temennisi dünya hayatı
ağırlıklı bir anlama sahiptir. Buna karşılık “Selamün aleyküm” şeklinde selam veren
kimse karşısındakine dünya ve ahiret ayırımı yapmadan her türlü güvenlik ve
esenlik temennisinde bulunmuş olur. Görüldüğü üzere “Selamün aleyküm” gerçekte
bir dua cümlesidir. Zira güvenlik ve esenliğin nihai kaynağı Allah olduğu için
sonuçta, “Allah’ın koruması ve himayesi seninle olsun” denilmiş olur. Bu da Allah’ın
el-Hâfız ve el-Hafîz sıfatlarının o kimse hakkında olguya dönüşmesini dilemektir.
Demek ki selamlaşmak sadece bir görgü kuralı değil, aynı zamanda özgün
lafzı ve mesajı ile dinin ayırıcı özelliklerinden biridir. Efendimiz’e, “İslam’ın hangi
özelliği daha hayırlıdır?” diye sorulunca zikrettiği iki şeyden biri “selam vermek”
olmuştur. (Buhari, İman, 20.) Bu sebeple Müslümanların selamlaşmada Kur’an ve
sünnetin öğrettiği orijinal formülü yani “Selamün aleyküm” ve -buna karşılık olarak“Aleyküm selam” cümlelerini kullanması önem arz eder. Şüphesiz, başka sözlerle
verilecek selama bunlara uygun ifadelerle karşılık verilebilir. Ancak bu tür pratikler
İslam’ın öğrettiği selama alternatif olarak düşünülmemelidir. Zira bu selamın hem
söz hem de anlam olarak taşıdığı vurguların başka dil ve ifadelerle aynen
yansıtılması çok zordur. Diğer taraftan “Selamün aleyküm” Müslümanlar arası bir
sözlü kimlik belgesi niteliği taşımaktadır. Bu kimlik sayesinde Müslümanın dinî
aidiyet duygusu pekişir. Bu yönü ile İslam’ın evrensel özelliğinin pratik
göstergelerinden biridir selam.
Selam vermek dinî bir zorunluluk olmamakla birlikte Hz. Peygamber
(s.a.s.)’in sürekli uyguladığı ve ısrarla tavsiye ettiği kuvvetli bir sünnettir. Buna
karşılık verilen selamı almak dinî bir gerekliliktir. Çünkü karşınızdaki kişi hiçbir
beklenti içinde olmadan, bütün içtenliği ile sizin için güzel bir dilekte bulunmuştur.
Müslümanın asil kişiliği böyle bir tutum karşısında duygusuz ve tepkisiz kalmaya
izin vermez; bu duygu ve temenniyi aynısıyla hatta daha da güçlü bir şekilde selam
verene yansıtır. Bu konudaki itici gücün kaynağı ise şu ilahî mesajdır: “Size bir
selam verildiği zaman, bu selamdan daha güzeliyle karşılık verin veya verilen
selamı aynen iade edin…” (Nisa, 4/86.) Hz. Peygamber’in verdiği açıklayıcı bilgi
bize ayetin; “Selamün aleyküm” diyene ya “aleyküm selam” diye karşılık vermemizi,
ya da buna “ve rahmetullah” ifadesini ekleyerek “Sana da güvenlik ve esenlik, sana
da Allah’ın rahmeti…” şeklinde karşılık vermemizi istiyor. (Beyhaki, Şuabu’l-İman;
Reddü’s-Selam, hadis no. 8801.)
Peygamber Efendimiz, Kur’an-ı Kerim’in bu mesajının iyice algılanıp
uygulanmasına büyük önem atfetmiştir. Selamlaşmayı teşvik eden pek çok hadis bu
gerçeği ortaya koymaktadır. Fakat başka hiçbir hadis bulunmasaydı bile tek başına
şu hadis bu konuda yeterli olurdu: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim
ki; iman etmeden cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmeden de iman etmiş
olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir işi göstereyim mi?
Selamı aranızda yaygınlaştırınız.” (Müslim, İman, 17.)
Hadis bize şunu söylüyor: Selamı aranızda yaygın hâle getirirseniz, birbirinizi
seversiniz; birbirinizi sevince gerçek imanın tadını alırsınız. Böyle bir iman, sizi
cennete ulaştıracak iyi davranışlar konusunda başarılı kılacak olan enerjiyi
sağlayacaktır. Çünkü selamlaşma sürecinde karşılıklı olarak sergilenen bu içten
tutum iki yürek arasında bütün arka plan endişelerinden uzak, sıcak ve özel bir alan
oluşturur. Bu alan müminler arası ruh bütünlüğüne zemin oluşturması bakımından
önemlidir. Böyle bir ortamda bencilce ve kısır çekişmeler en aza indirilip asıl hedef
olan kulluk bilinci güçlendirilebilir. Bu hakikatin pratik bir göstergesi olarak, selam
vermek iman etmiş olmanın göstergesi olarak kabul edilmiştir.
Bazı sahabiler, daha önce İslam düşmanı olduğunu bildikleri bir kimse ile
karşılaşmışlardı. Şahıs kendilerine selam verince, “mümin görünüp ölümden
kurtulmak istiyor” düşüncesi ile adamı öldürüp mallarına el koymuşlardı. Kur’an-ı
Kerim, bu gibi durumlarda araştırma yapmadan karar verilmemesi uyarısından
sonra hükmü koyuyor: “Size selam veren kimseye, dünya hayatının menfaatini
gözeterek, ‘Sen mümin değilsin’ demeyin.” (Nisa, 4/94.) Kaldı ki, Müslüman olmasa
bile bir kimseyle savaşmanın ve onu öldürmenin caiz olması için; bu kimsenin
saldırgan olması, dininiz sebebi ile size düşmanca tutum içinde olması gibi birtakım
özel şartları vardır.
Bireyselleşen hayatımız, bir şekilde bizi kendi içimize kilitlemiş gibi
görünüyor. “Kendi kendimize yetme ve tek başımıza başarma” yolunda şeklen
olmasa bile iç dünyamızda önemli ölçüde yalnız yaşadığımız bir hayatımız var. Bir
tür selamlaşma korkaklığı ile malulüz. Asansörlerdeki o ürkütücü suskunluk nedir?
Oysa tebessümün eşlik edeceği bir selam o kasvetli havayı yumuşatmak için yetip
de artıyor bile. Yine, yolda yürürken karşılaştığımız birine selam vermek cesaretimiz
yok gibi. Ya karşılık vermezse? Bunun için selam vermeyi âdeta “tanıdıklar arası
bir söz alışverişi” gibi algılar olduk. “Tanıdığın ve tanımadığın kimselere selam ver.”
(Buhari, İstizan, 8.) şeklinde nebevi öğretiye çok aşina olduğumuzu söyleyebilir
miyiz? Elbette bu sünnetin günümüz şartları içinde özellikle herkese açık büyük
mekânlarda birebir uygulanması söz konusu değil. Ancak günlük hayatımızda buna
fırsat bulabileceğimiz pek çok ortam oluşabilir. Önemli olan, selamın taşıdığı mesajı
her fırsatta başkalarına taşıma bilincinin diri tutulmasıdır. Nitekim Efendimiz, selam
vermek için fırsat kollamayı, âdeta bahane üretmeyi öğütlemiştir. O şöyle buyurur:
“Biriniz din kardeşiyle karşılaştığı zaman ona selam versin. Eğer aralarına bir ağaç,
duvar veya büyükçe bir taş girer sonra da onunla karşılaşırsa ona yine selam
versin.” (Ebu Davud, Edeb, 147.)
Ebu Hüreyre’nin bildirdiğine göre sahabiler bu tavsiyeyi aynen uygulamışlar,
birlikte yürürlerken karşılarına çıkan bir ağaç, bir duvar ya da başka bir engel sebebi
ile ikiye ayrıldıktan sonra buluşunca selamlaşırlardı. (Buhari, el-Edebü’l-Müfred,
[Daru’l-Beşairi’l-İslamiyye, İkinci Baskı, Beyrut, 1409/1989] Selam ve Musafaha, 25)
Abdullah b. Ömer (r.a.)'in sırf insanlara selam vermek için çarşıya çıkması (Malik b.
Enes, Muvatta, el-Cami’, 63.) da aynı nebevi teşvikin yansımasıdır.
Selamlaşmak insanlar arasında yakınlaşma sağladığı gibi Allah ile kul
arasında da yakınlaşma sağlar. Bu bakımdan önce kimin selam verdiği gibi detaylar
bile önem arz eder. Nitekim “İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın
olanı, önce selam verendir.” (Ebu Davud, Edeb, 133.)
Selamlaşarak içimizde var olan, ruhların birbirine yakınlaşması ihtiyacına
cevap veriyoruz. Ruhunu kavrayacağımız selam bizi, içinde yalnızlıktan
kurtulacağımız ülfet yurduna yerleştirecektir. O yurtta kendi adımıza güvenlik
garantisi verdiğimiz kardeşlerimiz bize daha güçlü bir karşılık verme yarışında
olacaklardır.
Bir esenlik bildirisi olarak
selam ve selamlaşmak
Mustafa Özçelik
Bundan yedi yıl önce Ukranya’nın Kırım bölgesine gitmiştim. Bu, benim ilk
yurt dışı seyahatimdi. Simferepol (Akmescit) hava limanına indiğimizde ilk olarak
Rusça konuşan görevlilerle karşılaştık. Aynı dili konuşamamanın ne anlama
geldiğini bütün ızdırabıyla ilk o zaman anladım. Kendimi onca insan arasında
yabancı, yapayalnız hissettim. Neyse ki bu durum fazla uzun sürmedi. Hava
limanının dışına çıktığımızda bizi Kırım Türklerinden bir görevli karşıladı. İlk sözü
“selamün aleyküm, hoş geldiniz” oldu. İşte o sözü duyar duymaz, biraz önce çok
yoğun biçimde hissettiğimiz yalnızlık ve yabancılık duygusundan sıyrıldık. O güne
kadar birbirlerini hiç görmeyen insanlar olarak kucaklaştık. Bu yakınlığı, sıcaklığı
sağlayan işte o ilk sözdü, “selamün aleyküm” sözüydü. Daha sonraki zamanlarda
yanımıza gelen Kırım Türklerinden duyduğumuz ilk söz de hep bu oldu.
Selamla ilgili beni etkileyen bir olay da şöyle gerçekleşti: Yine selamlaşarak
tanış olup sohbete başladığımız bir Kırımlı yetkili bir ara, “Bakın kızım geliyor. Ama
o, yıllardır Rusya’da… Türkçesi çok iyi değil… Anlaşamadığınız yerde ben yardımcı
olurum.” dedi. Yanımıza gelen 25-30 yaşlarında bir genç kızdı. O, Türkçeyi iyi
bilmediği söylenen kızın da bize ilk sözü “Selamün aleyküm” oldu. Konuşmanın
sonraki bölümlerinde babasının yardımıyla anlaştık ama o ilk söz yani selam
vermesi onu da bizimle tanış yaptı. Sonradan öğrendik ki yıllardır Rus zulmüne
maruz kalarak dinlerini, dillerini, kültürlerini unutmak zorunda kalan bu insanlar,
selamı hiç unutmamışlar ve o diyarda selam sözü onların birbirlerini tanımalarında
anahtar kavram olmuş.
Türkiye’de yaşayan biri ise selamı elbette bilir. Bir kahveye yahut eve mi
gittiniz, daha önce hiç gitmediğiniz bir şehirde bir adres mi soracaksınız yahut bir
parkın bankında otururken yanınıza biri mi geldi ilk söz elbette selamdır. O söz
söylenmişse arkası gelir. Hâl hatır sorulur, koyu bir sohbete dalınır. Hatta ayrılırken
de adresler, telefonlar alınır. Zira selamla bir kadim dostluğa başlangıç
yapmışsınızdır. Çünkü selam, Müslümanların yaşadığı coğrafyaların en özel
kelamıdır. İnsanlar, yıllarca, hatta asırlarca selamla birbiriyle kardeşlik hukuku
oluşturdular. Biliştiler, tanıştılar, görüştüler. Biliyorduk ki selamlaşanlar, birbirlerine
kötülük yapmazlardı. Selam, emin insanların sözüydü.
Sonrası ise trajik bir hikâyedir. Zamanla selamdan koptuk. Önce tanıdık,
tanımadık gördüğümüz herkese hatta her varlığa selam verirken giderek
selamlaştığımız kişiler azaldı. Yüz yüze tanıdıklarımızla, daha sonra da aramızda
bir şekilde akrabalık, komşuluk vb. hukuku olanlarla sınırladık selamlaşmayı. Hele
apartman düzenine geçtikten sonra selamlaşma alanı daha da daraldı. Aynı binada
hatta karşılıklı dairelerde oturanlar bile birbirleriyle selamlaşmaz oldular. O yüzden
dairelerimize alarmlar taktırıyor, apartmanımızda bile güven içinde oturamıyoruz.
Çünkü emniyette hissetmiyoruz kendimizi. Bir sıkıntımız, bir sevincimiz olduğunda
selam verip kapısını çalabileceğimiz komşulardan yoksun kaldık. Yoğun bir yalnızlık
ve yabancılaşma hepimiz için ciddi bir probleme dönüştü.
İşin tam da bu noktasında Yunus Emre’nin o ayrılık, düşmanlık çağında
söylediği şu mısralar geliyor aklıma: “Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim
sevilelim / Bu dünya kimseye kalmaz.” Siz, bunu duyunca selamı hatırlamaz
mısınız? Çünkü Yunus Emre, bu dörtlüğünde “tanış olmak”tan “işi kolay kılmak”tan,
“sevmek ve sevilmek”ten söz ediyor. Sevgiye, kardeşliğe dayalı bir hayatın şifresini
söylüyor bize… Sadece bu hayatın değil ebedî hayatın şifresi de selamda gizli.
Biliyoruz ki cennete "daru's-selam=selamet evi, barış konağı, barışıklık yeri" denilir.
Mademki cennet, barış yeridir. Oraya vasıl olmak için öncelikle bu dünyayı böyle bir
barış, esenlik, güven ve huzur yurduna çevirmek gerekiyor. Yunus’un mesajının özü
de işte budur.
Peki, bu nasıl olacak? Elbette selamla, selamlaşma ile olacak. Zira tanış
olmanın ilk adımı selamla atılır. Selam, karşılıklıdır. Yani birimiz selam verip,
diğerimiz de aldığımızda selamlaşma olur. İki insan arasındaki selam hukukun
kurulması böyle sağlanır. Bundan dolayıdır ki selamı veren, alandan bir adım
öndedir. O başlatmıştır böylesi bir güzelliğin inşasını. O, selam vererek bir sünneti
yerine getirmiştir; ama karşılıksız kalmaz onun bu ilk adımı. Zira selam vermek
sünnet hükmündeyken almak farz hükmündedir. Yani bir el uzatılmışsa onu havada
bırakmayıp tutmak gerekir. Nitekim öyle değil midir? Selamlaşmanın ardından eller
birbiriyle buluşur, musafaha yapılır. Hatta bunu çoğu kez kucaklaşma, sarılma takip
eder. Tam da burada Buhari’de geçen şu kutlu sözü nasıl hatırlamayız ki: “Siz iman
etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek mümin
olamazsınız. Size bir şey göstereyim ki, onu yapmadığınız zaman birbirinizi sevmiş
olamazsınız: Aranızda selamı yayın.” İşte selamın hikmeti, gücü, manası buradadır.
Selamla birbirimizi sever, birbirimizi sevdikçe gerçek müminler olabiliriz.
Selam, bizi, yeni bir hayat ve insan algısına çağırıyor. Burada Yunus’un
sözünü ettiğimiz dörtlükte söylediği “işi kolay kılmak” ifadesi üzerinde de düşünmek
gerekiyor. Yani zor işlerin kolay kılınması ancak birlik, dirlik içinde olabilirsek
mümkün olabilir. Yine “sevmek ve sevilmek”, insan için en temel yaşama gayesi ise
bu hedeflerin gerçekleşmesinin temel şartı selamlaşmak olacaktır. Fakat burada
önemli olan selamı bütün manası ve ruhuyla canlı, hakiki bir kelama
dönüştürmektir. Değilse sadece söz olarak söylemenin çok da anlam taşımayacağı
ortadadır. Söz, selama uygun davranışı, hareketi beraberinde getirirse
selamlaşmanın bir manası olacaktır. Tıpkı onu da dua gibi “kalbî, kavlî ve fiilî”
boyutları olan bir kavram olarak bir bütünlük içinde anlamak gerekiyor.
Burada duadan söz ederken selamın aynı zamanda dua manasına geldiğini
de hatırlayalım. Selam, nasıl bir dilden/gönülden başka dil ve gönüle gönderilen ve
karşılığı da hemen verilen bir eylem ise dua da öyledir. Muhatabınız içindir duada
dilediğiniz hayırlar ve güzellikler. Sizin gönlünüzden doğup dilinizde söze dönüşen
dua da selam gibi gönüller arasında nice muhkem köprüler kurar. Zira ikisi de Allah
adına yapılır. Selam da dua da O’ndan gelir ve O’na gider. Dolayısıyla selamlaşmak
hem bu dünyada hem de bir sonraki (son) durak olan ahirette karşısındaki kişiye
barışı, selameti, esenliği, hayrı dilemenin ta kendisi olarak duaların en güzeline
dönüşür.
Yine her varlığın da bizde bir selam ve dua hakkı vardır. Bir yere girildiğinde
içinde insan olmasa bile selam verilmesinin tavsiye edilmesi işte bundandır. İnsan
yoksa melekler vardır orada. Onların da selam hakkı vardır. Gönül gözü daha derini
görür elbette. Dağa, taşa, akan suya, uçan kuşa da selam verir. Bilir ki cümle
yaratılmışa bir göz ile bakmak ve selamla tanış olmak gerekir. Bilir ki cümle yaratılmış
da onu selamlamaktadır. O zaman ne ayrılık kalır ne gayrılık… Selam, cümle
yaratılanı kendi merkezinde bir kılar. Öyleyse selam olsun bize selamı öğreten yüce
Elçiye. Selam olsun bütün insanlara ve dahi secde eden dağlara, zikreden kuşlara.
Kuşlara dedik asırlardır selam, türkülerimizde turnalarla gönderilmez mi sevdiklere?
Öyleyse “evvela mahsus selam edelim cümle yâr ve yârana: “selamün aleyküm.”
İletişimde gönül köprüsü:
Selamlaşma
Prof. Dr. Ertuğrul Yaman
Yıldırım Beyazıt Üniv.
eyaman@ybu.edu.tr
İnsanoğlu, yaratılışı gereği toplumsal bir varlıktır. Hem biyolojik hem de
psikolojik açıdan başka insanlara muhtaç bir canlıdır. Bu muhtaçlığın ötesinde, her
insan sağlık, huzur ve mutluluk arıyorsa, yine bunun yolu da diğer insanlarla birlikte
olmak ve güzel ilişkiler kurmaktan geçmektedir. Kısacası, insanlar, her daim, başka
insanlarla iletişim kurma ihtiyacı duyarlar.
İletişimin altın anahtarı ise, kalben, bedenen ve lisanen verilen bir selamdır.
Selam; karşımızdaki insan(lar)a en güzel dileklerimizi iletme ve onlara esenlikler
dileme davranışıdır. Selam; gönülden gönüle iletişim köprüleri kuran bir yürek
sedasıdır. Zira etrafımızdaki insanlara saygı ve sevgi göstermenin ilk adımı
selamlaşmadır. İnsanlara vereceğimiz içten, güler yüzlü bir selam, iletişim kurmak
için önümüze altın yaldızlı, ışık dolu, çift kanatlı kapılar açacaktır. Selam, gönül
ufuklarına atılan bir kulaçtır. Sonrası size kalmış. Gönül kapıları bir kez açıldı mı gir
girebildiğince…
Nezih ve latif bir selamın devamında tevazu, nezaket, vakar ve samimiyetle
başlayan bir diyalog, fertleri, saygı sahillerinde tadına doyulmaz bir temaşaya sevk
eder. Bunun için özümüzle (beden dili) sözümüz (konuşma dili) bir olmalıdır.
Riyakâr, yapmacık davranışlar ve sözler, kar taneciklerinin ateş üzerine düşmesi
gibi, etkisiz ve ömürsüz kalacaktır.
Samimi, içten bir selam, candan tavırlarla ve güzel sözlerle birleştiğinde,
birtakım zararlı bitkiler gibi fena duygularla kuşatılmış gönül kaleleri, sözden güller
ve çiçeklerle bezenecektir. Her güzel söz ve davranış, her türlü zırhla kaplanmış
gönül kalelerinin kapılarını er veya geç açacaktır. Bundan asla şüpheniz olmasın;
yeter ki, siz tutarlı ve sabırlı olunuz.
Gündelik ilişkilerde, iletişimin niteliğini belirleyen ilk söz ve davranış
selamlaşmadır. Selamın alınışı ve verilişi, ilişkinin devamını belirleyici en önemli
etkendir:
Köyün birinde bir kadıncağız, kızını elek istemek üzere çok sevdiği
komşusuna gönderir. Kızın canı sıkkındır. Komşu teyzeye gider, selamsız sabahsız,
hâl hatır sormadan çatık kaşlı, gergin bakışlı bir ifade ve donuk bir sesle: “Eleği
ver!” der. Bu tarza ve üsluba anlam veremeyen komşu teyze, aynı tarzda cevap
verir: “Elek yok” diye çıkışır. Kız, hışımla kapıyı çarpar ve annesine koşar: “Elek
yokmuş” der, sitemkârane. Anne şaşırır. Kırk yıllık komşusu ilk defa isteğini geri
çevirmiştir. Hemen komşusuna gider, selam verir; hâl hatır, hoş beşten sonra müşfik
bir sesle eleği niçin vermediğini sorar. Komşu teyze, bir yandan gülümserken bir
yandan da eleği uzatır. “Hoş geldin komşu, buyur” der. Eleği kızına niçin vermediğini
de şöyle açıklar: “Eee komşu, elek istemenin de bir yol/yordamı var.”
Ağızdan çıkan iyi veya kötü her söz, sahibine aittir. Muhatap bunu duyar
veya duymaz; hak eder veya etmez. Bundan daha önemlisi bizim ağzımızdan çıkan
sözün, bizim iç dünyamızı yansıtmasıdır. O sebeple, öncelikle iç dünyamızı pir u
pak eyledikten sonra, bunu sözlerimizle de pekiştirmeliyiz. Nitekim atalar “Kötü söz
sahibine aittir” demekle bu gerçeği vurgulamışlardır.
Asla unutmayalım ki, ağzımızdan çıkan sözler muhatabın değerini
belirlemez.
Gerçekte bu sözler, konuşanın kişiliğini, kimliğini ortaya koyar.
Konuşmak, kendimizi oynamaktır, benliğimizi ifşa etmektir aslında.
Yine, ecdat, “Kibârın kelamı, kelamın kibârıdır” demekle muazzam ölçüyü
koymuştur. Konuşurken kendinize olan saygıyı hiç kaybetmemeniz gerekir.
Karşıdaki kişiler, saygıyı hak etsin veya etmesin biz, öz saygımız gereği karşı tarafı
saygıdeğer kabul ederek davranalım. Zira sizin saygınız onu yüceltmediği gibi;
saygısız tavır ve sözleriniz de onu küçültmez.
İnsanlar arası iletişimin en garantili, en kestirme ve en uygar yollarından birisi
de selam vermek ve hâl hatır sormaktır. Çoğu zaman alışılmış bir davranış gibi
görünen selamlaşma ve hâl hatır sorma, gerçekte, her insanın ihtiyacı olan manevi
tatmin araçlarından birisidir. İnsanları birbirlerine yaklaştıran ve aralarında sıcak
duygular uyandıran bu davranışın giriş sözleri ise, çoğu zaman bir selam biçimi
olmaktadır.
Uzun zamandan beri görüşemediğimiz bir tanıdığımızla ya da bir
arkadaşımızla karşılaştığımızda ilk yapacağımız iş, selam vermek ve hâl hatır
sormaktır. Etrafıyla yakından ilgilenen, selamlaşan ve insanların hâlini hatırını soran
birisi, daima sayılır ve sevilir. Bu durum ise, toplumsal dayanışmayı ve huzuru
güçlendirir.
Halkımız, “Aranızda selamı yaygınlaştırınız” diyen o Yüce Efendimiz
(s.a.s.)’in buyruğuna uyarak selamsız sabahsız geçenleri pek sevmez. Gönlü kırık
da olsa, tanımasa da selamı eksik etmezler. Bunu bizim halkımız, aydınlarımızdan
daha iyi beceriyor. Nasıl yapıyorlar? Önce bir candan selam veriyorlar. Sonra
“Nerelisin hemşehrim” diyorlar. O “Nerelisin?” sorusu tesadüfi bir soru değildir.
Efendim cevap “……lıyım.” Soruyu soran iletişimi sürdürmek için: “Ha, benim
…….lı bir asker arkadaşım vardı.“ diye sözüne devam ediyor. O koca şehirde şimdi
asker arkadaşını bulacağız! Mesele o değil ki, o yakınlaşmak istiyor. İletişim kurmak
istiyor.
Bu anlamda başımdan geçen çok ilginç bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Bir defasında otobüsle Ankara’dan İstanbul’a seyahat ediyorum. Yanımdaki
yolcu benden önce gelmiş ve yerine oturmuş. Ben sonradan gelen birisi olarak yol
arkadaşıma sesli selam veriyorum. Yanımdaki iyi giyimli ve bendeki ilk izlenimine
göre eğitimli olan beyefendi selamımı lütfedip sessizce başını hafifçe öne eğerek
kabul buyuruyor. Bense iletişim kurmak için ikinci hamleyi yapıyor ve “Yolculuk
nereye?” gibi maksat sohbet olsun kabilinden bir soru daha soruyorum. Beyefendi,
bu “gereksiz” soruma da bu defa elini öne doğru düz hareket ettirerek -herhâlde
ileriye demek istiyor- sözsüz cevap veriyor. Artık bende iletişim yolunda üçüncü
hamle için cesaret kalmıyor. Eh, yedi saatlik yolu küsler misali somurtarak
geçireceğiz. Bunları düşünürken aklıma rahmetli anacığımın yaşadığı bir gerçek
olay geliyor: Anacığım yaşlılığına rağmen, ablamı görmek üzere sık sık Tokat’tan
İstanbul’a giderdi. Yine böyle bir otobüs seyahatinden sonra, elinde bir telefon
numarasıyla ablama gider. Henüz bekâr olan ablamın oğlunun eline bir telefon
numarası tutuşturur. Yeğenim numaraya bir anlam veremez. Meğer anacığım koltuk
arkadaşı bir yaşlı teyze ile otobüste selamlaşıp tanışmışlar. İstanbul’a kadar
yaklaşık 10 saatlik yolculukta hemen hemen bütün hayat hikâyelerini birbirlerine
anlatmışlar. Sıcak, samimi ve ön yargısız sohbet etmişler. (Aslında onlara gıpta
ediyorum. Kim bilir böyle yapmakla hangi sıkıntılarından rahatça kurtuluyorlar?) Bu
nurani teyzeler, yolculuklarının sonunda birbirlerine o kadar ısınmışlar ki torunlarını
birbiriyle evlendirmeye karar vermişler. İşte o telefon numarası yaşlı teyzemizin
torununun numarası imiş.
Anacığım ve tanımadığım o yaşlı teyzemiz, iç dünyalarında hep taşıdıkları o
güzel niyet ve güvenle oturdukları yerde, iletişimi rahatça kurdular. Bense
yanımdakine zorla merhaba diyebildim. Adını dahi öğrenemediğim koltuk arkadaşım
yalnızca başını salladı, merhaba da diyemedi. Küs gibi İstanbul’a kadar gittik. Güya,
biz eğitimliyiz, öbürleri cahil! İletişimde kim daha başarılı? Yorum sizlerin…”
Esma-i hüsna’dan hayata yansıyan es-Selam
“Allahım! Barış Sen’sin; barış Sen’dendir!”
Prof. Dr. Murat Sülün
Marmara Üniv. İlahiyat Fak.
“En güzel isim ve nitelikler” anlamındaki esma-i hüsna; ayet ve hadislerde
Yüce Allah’a nispet edilen isimleri ifade etmekte ise de, terim olarak kullanıldığında
daha ziyade Tirmizi hadisinde (Tirmizi, De’avat, 82.) nakledilen 99 ismi ifade
etmektedir.
Bu isimler arasında Allah’ı bizzat tavsif edenler varsa da esma-i hüsna,
hadisteki sırasıyla ve zıtlarıyla birlikte (Mukaddim-Muahhir, Evvel-Ahir şeklinde)
düşünüldüğünde daha iyi anlaşılabilir. Çünkü ilahî isim ve sıfatlar bilhassa tasavvuf
literatüründe cemal-celal ya da lütuf-kahır sıfatları olarak iki gruba ayrılmaktadır.
Bununla birlikte, Allah’a ait bütün isim-sıfatlar “güzel” olarak nitelenmiştir. (A’râf,
7/180.)
Allah’ın güzel isimleri arasında barış ve güvenlikle alakalı olan es-Selam ve
el-Mümin'in özel bir yeri olduğu muhakkaktır. Çünkü selam, “Allah katında geçerli
tek din”in özel adı (İslam aslında, alem olmaktan ziyade, sıfat ve ameldir; Allah
katında geçerli olan din İslamiyettir; sadece sözlü değil fiilî teslimiyettir.) ile aynı
kökten gelirken, mümin de bu dini benimsemeyi ve benimseyenleri ifade eden temel
kavram (iman) ile aynı kökü paylaşmaktadır. İnsanlara İslam ve iman emredilmişse,
bunun Hak Teala’nın Selam ve Mümin ism-i şerifleri ile ilişkisi aşikârdır. Bu
bakımdan, barışçıl ve güvenilir insan, “esenlik ve barış kaynağı”, “güven ve huzur
kaynağı” anlamına gelen Selam ve Mümin ism-i şeriflerinin mazhar ve tecelligâhıdır.
(Tehallak bi-ahlakıllah ifadesi gereği, Hak Teala’nın özelliklerini kendinde en çok
barındıranlar en üstün, en başarılı insanlar olacaklardır. Nitekim cennete girecek
olanlar da bunlardır.)
Selam, ferdî hayatta “arı-duru tertemiz bir kalp” (Şuarâ, 26/89.) olarak ortaya
çıkarken, beşerî/sosyal ve toplumlar arası ilişkilerde barış (silm) olarak tebarüz
etmektedir. İslam ise bunların tamamını ifade eder…
Kalbiselim sahibi; Yaratıcısıyla, kendisiyle ve çevresiyle barışık, uyumlu,
nifaksız, dedikodusuz, doğru-dürüst insan demektir. Kalpteki kanaatler, duygu,
düşünce ve inanışlar mutlaka davranışa dönüşeceğinden, bu tip bir insan başka
insanlara, hayvanlara ve doğaya zarar vermeyecek; bu özellikteki insanlar arttıkça
dünyada barış ve esenlik hâkim olacaktır.
“Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak ise küfürdür!” (Buhari, İman, 36.)
Hz. Peygamber’in, “Müslüman; elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin
olduğu kişidir.” ifadesinde somutlaşan olgu işte budur. Müslüman; barış ve esenlik
içinde bir arada yaşadığı toplum kesimlerinin kendilerini her açıdan güvende
hissettikleri kişidir.
Bu karakterler her millette, her toplumda ve her inanış çevresinde bulunabilir;
“Falan millet şöyledir; falan millet böyledir!” ya da “Falan dinin müntesipleri iyidir;
falan dinin müntesipleri kötüdür!” şeklinde toptancı yaklaşımlar Allah katında
makbul ve muteber değildir. “Sen değil, ben iyiyim!” şeklindeki kısır tartışmalar söze
değil, icraata bakılarak sonlandırılabilir. Kur’an’ın en veciz ayetlerinden biri olan
Bakara 177’de anlatılan budur:
“(Ey Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar!)
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik;
– Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eden;
– Yakınlarına, ye- timlere, düşkünlere, yolda kalmışlara, isteyenlere, kölelere,
esirlere seve seve malından veren;
– (Gerçek bir dindar olarak) namazı dosdoğru kılan,
– Benliğini arındırmak için veren,
– Sözleşme yaptığında ahdini yerine getiren;
– Sıkıntıda, hastalıkta ve şiddetli savaş anında sabreden(in yaptığı)dir.
(İyilik iddiasında) sadık olanlar işte bunlardır.
Bunlardır işte müttakiler...” (Bakara, 2/177.)
Hak dinin temel maksadı; can, mal, ırz/namus, akıl ve din güvenliğini
sağlamaktır, yani güvenlik ve barıştır. Güvenin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz.
Güvenlik içinde; her tür korku ve kaygıdan uzak yaşayanların pek anlayamadıkları
bu olgu hukuksuzluk, güvensizlik, baskı, terör ve anarşi ortamlarında çok iyi
anlaşılabilmektedir. Kur’an’da fitne kelimesi ile özetlenen işbu ortamın kaldırılması
peygamberlerin ve onlara inananların en temel amacıdır.
Peygamberlerin temel vazifesi, hakka-hukuka dayalı barış ve güvenlik
ortamını tesis etmektir; peygamberler bu uğurda savaş dâhil her tür imkânı
kullanmışlardır. “Din tamamen Allah’a ait oluncaya dek” insanlarla savaşma
mecburiyetini “İnsanlara belli bir dinin akidesini benimsetmeye çalışmak” olarak
anlamak doğru olmaz. “Dinde zorlama olmayacağı” ilkesi ışığında, burada
anlatılmak istenen; her tür hukuk keşmekeşine ve hukuksuzluğa, dinî ve iktisadi her
tür sömürüye son vererek, insanlara güvenli ve tok yaşayabilecekleri bir ortam
sunmaktır.
İslam kelimesinin kök manası, bir şeyden uzak (teberru/beraet) olmaktır. (İbn
Manzur, Lisânü’l-’Arab, “slm” md.) Müslümana "müslim" denmesinin sebebi; onun
inkâr, şirk, nifak, isyan, fısk vb. tüm kayıtlardan kurtulup, kendini tamamen Allah’a
bırakmasıdır. Varlığını en güzel biçimde, yani sadece sözde değil, özde de Allah’a
teslim edebilen herkes O’nun katında mükâfatını alır. Söz konusu teslimiyet (İslam),
Hz. Adem’den beri ilahî dinin temel vasfı olmasına rağmen, –en parlak ve doğru
manada Muhammedî vahiyde tecelli ettiği için– bugün Hz. Muhammed’in getirdiği
dinin özel adı hâline gelmiştir.
Muvahhit kulların temel özelliklerinden biri; olumsuz tipler kendilerine zorluk
çıkardığında, o sırada ‘el’inden bir şey gelmeyecek gibiyse, “Selametle! Eyvallah!
Sizin gibilerle benim işim olmaz!” diyebilmektir. (Bu mealdeki Furkan 25/63; Kasas
28/55’in Müslümanların güçsüz olduğu dönemde nazil olduğuna dikkat edelim.)
Eli güçlendiğinde ise, bu şer odaklarla fitnesiz barış ortamını tesis edinceye
kadar mücadele etmektir. (Fetih, 48/16.) Yani es-Selam ism-i şerifinin tecellisine
çalışmaktır.
Güvenlik ve barış içinde yaşayıp söz konusu ortamı gerçekleştirmenin
mücadelesini verenlerin “Hak Teala ile karşılaştıkları” kutlu anlar selam kelimesiyle
ifade edilmiştir. Çünkü hayatının geri kalanında neyin peşinde idiyse akıbette
karşısına çıkacak da odur. Nitekim Kur’an’daki cennet tasvirleri incelendiğinde,
barış ve güvenliğe özel bir vurgu yapıldığı dikkatten kaçmaz:
Barış yurdu (darusselam) olarak tanıtılan cennetin sahipleri daha cennete
girerlerken, meleklerin “Selam!” nidalarıyla karşılanacaklar (Zümer, 39/74.) ve
burada; merhametli Rableri tarafından çıkartılan bir fermanla tam bir esenlik içinde
olacaklar (Yasin, 36/58.); cennetlikler birbirlerine selam vereceklerdir. (Vâkı’a, 56/25,
26, 91.)
Şayet cennet “her şeyin en üst ve en ideal seviyede var olacağı yer” ise,
Kur’an’da anlatılan cennetle insanoğluna yakalaması gereken hedef gösterilmiş
olmaktadır: İnsanların her tür korku, kaygı, üzüntü, tasa, elem ve kederden, kinden,
nefretten uzak (emin), başkasının elindekine göz dikmeden kardeş kardeş
yaşayabilecekleri ilahî bir yurt…
Download