DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI - 866 CEP KİTAPLARI - 101 Tashih İsmail DERİN Grafik & Tasarım Emre YILDIZ Mücella TEKİN Baskı Sarıyıldız Ofset 0.312 395 99 95 1.Baskı, Ankara - 2012 Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı: 16.02.2012/22 2012-06-Y-0003-866 ISBN: 978-975-19-5286-8 Sertifika No:12930 © T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı İletişim Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü Basılı Yayınlar Daire Başkanlığı Üniversiteler Mah. Dumlupınar Bulvarı No:147/A 06800 Çankaya/ANKARA Tel: 0 312 295 72 93 - 94 Faks: 0 312 284 72 88 e-posta: diniyayinlar@diyanet.gov.tr Dağıtım ve Satış Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü Tel: 0 312 295 71 53 - 295 71 56 Faks: 0 312 285 18 54 e-posta: dosim@diyanet.gov.tr SELAM YAZILARI İçindekiler Müminin Sevgi ve Barış Dokunuşu: Selâm 7 İletişimin Dili: Selam 13 Selamı Daha Güzeliyle Karşılamak 25 Selam Yalnızca Selam mıdır? 33 İletişimin Anahtarı: Selam 41 Tanışma ve Bilişmeye Götüren En Güzel Yol: “Selâm” 47 Bir Medeniyetin Evrensel Çağrısı: “Selâm” 57 Allah ‘Selâm’dır… 67 Selâm Âdâbıyla Güzeldir 75 Selam Olsun… 85 Esenlik Dininin En Büyük Kapısında Esenlik Temennisi 91 5 Selâm; barış, esenlik, güven, emniyet, huzur ve mutluluk temelleri üzerine bina edilen İslâm’ın rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla hayat bulmaktır. Nihayetinde barış ve esenlik yurdu olan “dâru’s-selâm”a, cennet ve cemâlullaha ulaşmaktır. Bu da ancak bu dünyayı selâm ve selâmet yurduna dönüştürmek için çaba harcamakla mümkündür. Selam, salt bir söz değil, kardeşinin hâlini sormanın, problemini çözmenin, yarasına merhem olmanın; dolayısıyla insana verilen değerin adıdır. MÜMİNİN SEVGİ VE BARIŞ DOKUNUŞU: SELÂM Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ Diyanet İşleri Başkanı Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Mübarek üç ayların sonuncusu, her yıl gelişiyle nice manevî güzelliklerin yaşandığı rahmet, mağfiret ve arınma mevsimi Ramazan-ı şerif, adım adım yaklaşıyor. Her Ramazan ayında kaybolmaya yüz tutmuş olan bir değerimizi toplum gündemine taşımayı ve bu konuda yüksek bir bilinç oluşturmayı hedefleyen Başkanlığımız, 2012 yılı Ramazan ayının temasını, “İnsan İlişkilerinin En Önemli Unsuru, Medenî İletişimin Sembolü: Selâm ve Selâmlaşma” olarak belirlemiştir. Bilindiği gibi din-i mübin-i İslâm’ın medeniyet mefkûresi, iyi ve güzel ilişkiler ağı üzerine bina edilmiş ve bu ağ, bizzat Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından âdeta ilmek ilmek dokunarak gergef gergef örülmüştür. İslâm’da insan ilişkileri hak, hukuk, adalet, doğruluk, eşitlik, merhamet, şefkat, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yüksek fazilet ve erdemler üzerine inşa edilmiştir. Söz konusu fazilet ve erdemlere ulaşmanın en güzel yollarından biri, hiç şüphesiz selâm ve barış dilini ilişkilerde 7 S E L A M YA Z I L A R I egemen kılmaktır. Selâm, her şeyden önce insanların birbirleriyle sağlıklı iletişim kurmalarının temelidir. Dilden kalbe, kalpten organlara; bireyden topluma ve tüm insanlığa yansıyan barış dilidir. Sosyal ilişkileri barış üzerine kurmanın, güven ve huzuru gerçekleştirmenin, dostluk ve kardeşliği geliştirmenin yoludur. Sinelerdeki ağır yükleri atmanın, küskünlük ve dargınlıkları gidermenin adresidir. Müslümanın kimliğini inşa eden temel bir şiar ve semboldür. Fert ve toplum hayatında barış ve güvenin sembolü, huzur ve mutluluğun kaynağı, müminlerin birbirlerine karşı iyi niyetlerinin bir göstergesidir. Daha da önemlisi kardeşlik hukukunun bir gereğidir. Ne yazık ki bu yüksek değer, modern zamanlarda önem ve değerini yitirmeye başladı. Toplum hayatından fert ve aileye, kitle iletişim araçlarından sanal ortamlara kadar pek çok alanda selâm ve barış dili yerine çatışma ve kavga dili egemen olmaya başladı. Tanışma ve bilişmenin en güzel yolu olan selâm ve barış dili, ötekileştirme, ayrıştırma ve farklılıkları tek tipleştirme ya da yok etme girişimlerinin etkisiyle büyük yara aldı. İnsanlık selâm ve barış dilinden gün geçtikçe uzaklaşmaya, esenliğe sırt çevirmeye başladı. Diğer taraftan dünyevileşme ve bireysellik giderek ön plâna çıkmaya başladı. İnsanlar, kalabalıklar içinde yalnızlaştı. Mahallelerin, sokak ve caddelerin aile sıcaklığını aratmayan o dostane ilişkileri kaybolmaya yüz tuttu. İnsanlar birbirine yabancılaştı. İlişkilerde samimiyetsizlik ve güvensizlik yaygınlaştı. Selâm ve selâmlaşma kültürünün toplumsal hayattaki varlığı ve görünürlüğü azaldı. Artık insanlar bırakın tanımadı8 MÜMİNİN SEVGİ VE BARIŞ DOKUNUŞU: SELÂM ğı insanlara selâm vermeyi, tanıdıklarını bile görmezden gelmeye başladı. Oysa selâm; barış, esenlik, güven, emniyet, huzur ve mutluluk temelleri üzerine bina edilen İslâm’ın rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla hayat bulmaktır. Nihayetinde barış ve esenlik yurdu olan “dâru’sselâm”a, cennet ve cemâlullaha ulaşmaktır. Bu da ancak bu dünyayı selâm ve selâmet yurduna dönüştürmek için çaba harcamakla mümkündür. Selâm, kardeşine dost olduğunun, kendisinden ona asla bir zarar gelmeyeceğinin, elinden ve dilinden herkesin güvende olduğunun sözlü teminatıdır. Ancak salt bir söz değil, kardeşinin hâlini sormanın, problemini çözmenin, yarasına merhem olmanın; dolayısıyla insana verilen değerin adıdır. Selâm, kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-olgun demeden tanıdığına, tanımadığına, toplumun tüm kesimlerine her daim esenlik sunmaktır, dua etmektir. Hatta esenlikte yarışarak barış ve huzurun anahtarı olabilmektir. Selâm, Yüce Rabbimizin, “Bir mümin tarafından bir selâmla selâmlandığınız zaman siz ondan daha güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin.” (Nisâ, 4/86) fermanını yerine getirmektir. Selâm, Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.), “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selâmı yayın.” (Müslim, Îmân, 93) tavsiyesi gere9 S E L A M YA Z I L A R I ğince müminlerin arasında sevgi ve muhabbete dayalı bir gönül bağı oluşturmaktır. Selâm, Allah Teâlâ’nın, “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm verin.” (Nûr, 24/61) emri uyarınca, müminlerin evlerine duayla girerek ailelerini ve evlerini bereketlendirmelerinin güzel bir vesilesidir. Selâm, sadakadır. Öte dünyaya göçmüş kardeşlerimize de rahmet dilemektir. Selâm tahiyyattır, selâmlaşmadır. Önce ümmetin Rabbine selâmıdır. Ardından Peygamberine ve din kardeşlerine duasıdır. Sevgili Peygamberimizle (s.a.s.) gönül bağı kurmaktır. O Sevgili Elçiye muhabbetlerini ve iyi dileklerini arz etmektir. Bütün müminler için selâmet dileyerek selâmet yollarını aramaktır. Namazlarımızı, nuranî dostlarımız olan meleklere selâm vererek ve Yüce Rabbimizin “selâmetin kaynağı” olduğunu ikrar ederek bitirmektir. Tıpkı Resûl-i Ekrem (s.a.s.) gibi namazların ardından, “Allah’ım, Selâm sensin; selâmet de ancak sendendir.” (Müslim, Mesâcid ve mevziu’s-salât, 135) diyerek niyazda bulunmaktır. . Bu vesileyle ifade etmek isterim ki, ülkemizin en ücra köşesinde görev yapan mihrap görevlisinden Başkanına kadar, İslâm’a hizmet etmeyi kendisine vazife addetmiş olan bizlerin temel görevi, selâm ve barış dilini toplumun tüm kesimlerine varıncaya kadar ulaştırabilmenin gayreti içinde olmaktır. 10 Allah Resulü’ne bir sahabi sordu: İslam’ın en güzel ve hayırlı davranışı nedir? Peygamberimiz buyurdu: İnsanlara yemek yedirmen (it’am-ı taam), tanıdığın, tanımadığın herkese selam vermen (ifşaü’s-selam). (Buhârî, Îman, 20) İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Fizik âlemle de, metafizik âlemle de iletişimin ortak dilidir selam. Çünkü görünen ve görünmeyen âlemlerin biricik Rabbi olan Allah’ın adıdır selam. Allah, selamı hayatın merkezine koymuştur. İbadet hayatının da, içtimai hayatın da temelinde selam vardır. Selam aynı zamanda kâinatta varlıkların fıtri, tabii ve şer’i esaslara göre birbirleriyle olan iletişimlerinin genel adıdır. Metafizik âlemden fizik âleme, fiziki dünyadan ruhani âleme sesli ya da sessiz herkesin kendi diliyle özel bir iletişimidir selam. Selam, Kur’an-ı Kerim’de Haşr suresinde Allah’ın isimleri arasında sayılır. Allah’a izafe edilen selam; sonsuzluk, başlangıcı olmamak, sınırsız büyüklük, her türlü noksanlık ve afetten selamet, kullarını dünyevi ve uhrevi sıkıntılarından kurtarmak, dünyada ve ahirette her türlü rahmet ve selamet, cennette esenlik demektir. Selam kelimesinin harfleri şöyle yorumlanabilir. “Sin” üç dişli haliyle bir bağı, zinciri ve sürekliliği ifade ederken, “Lam” Cebraili, “Elif” Allah’ı, “Mim” 13 S E L A M YA Z I L A R I Hz. Muhammed (s.a.s.)’i ve onun şahsında bütün mahlûkât ve mükevvenatı sembolize eder. Böylece selam, Cebrail vasıtasıyla Allah’tan Hz. Muhammed’e ve mükevvenata her türlü güven ve barış taşıyan iletişim zinciri olarak görülebilir. İslam da selam kökünden; gönül ve dünya huzuru ile barışa ermek anlamınadır. Kur’an ve sünnette öncelikle Allah’tan kullarına ve diğer varlıklara, ardından meleklerin, peygamberlerin ve insanların birbirlerine ve bütün kâinata selam vermesiyle ilgili bilgi ve hükümler bulunmaktadır. Selam insani ilişkilerde iletişim ahlakını düzenleyen ve farkındalık bilinci ortaya koyan bir özelliğe sahiptir. Selam bir Müslümanın gündelik hayatında hem fizik âlemle, hem de metafizik âlemle irtibatı, iletişimi ve ilişkisi demektir. Bu yüzden Müslüman bir günde kıldığı namazlarda et-Tahiyyat okurken yirmi bir defa Allah’ı, Peygamberimizi ve diğer peygamberlerle melekleri ve salih insanları selamlamaktadır. Namazların sonunda on üç defa melekleri ve insanları selamladığı gibi selamdan sonraki “Allahümme ente’sselam ve minke’s-selam…” lafızlarıyla Allah Teala’yı selamlamaktadır. İnsanın metafizik ve fizik âlemle selamlaşması Allah, melekler, peygamberler, insanlar ve diğer varlıklarla iletişimi demektir. Bu açıdan bakıldığında selamı metafizik ve fizik âlemle olmak üzere iki ana başlık altında görmek mümkündür. 14 İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM I- Metafizik âlemle selamlaşma İnsan, ruhu ve kalbiyle metafizik âleme mensuptur. Bedenî olarak fiziki âlemin ürünü olan insanoğlu, gelişi itibarıyla sonsuzluk ikliminden ve metafizik âlemdendir. Bu yüzden hayatının her safhasında fizik âlemle olduğu kadar metafizik âlemle de ilişkili ve irtibatlıdır. Allah, kullarının metafizik ilişkisine önem vermektedir. Selamın metafizik âleme yönelik olanı Allah, melekler ve peygamberle selamlaşma şeklinde gerçekleşmektedir. Allah ile selamlaşma hem Allah’tan kullarına, hem de kullarından Allah’a selam şeklinde gerçekleşen bir iletişimdir. Allah’tan kullarına selam dünyada rahmet ve bereket anlamınadır ki Kur’an’da buna şöyle işaret edilmektedir: “Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selam size, Rabbiniz kendisine rahmeti yazdı.” (En’am, 54. Ayrıca bkz. Hûd, 48; Ahzâb, 44) Kulların Allah’a olan selamı taat, tespih, ibadet ve kulluk şeklindedir. Yeryüzündeki bütün varlıkların O’nu hamd ile anması, varlıkların O’na zorunlu tesbihi (İsrâ, 44) ve selamıdır. Allah Resulü’nün miracda Allah’ı selamlamak için kullandığı et-Tahiyyatü lafızları, aynı zamanda kulların namazda O’na selam için kullandığı kelimeler olmuştur: “Her türlü tahiyye, selam, dua, namaz ve güzel amel Allah’a mahsustur.” (Buhârî, Ezân, 148; Müslim, Salât, 56; Ebû Dâvûd, Salât, 178; Tirmizî, Salât, 100; Nesâi, Tatbîk, 23; İbn Mâce, İkâme, 24; Dârimî, Salât, 84.) Meleklerle selamlaşma yine önce meleklerden insanlara, sonra insanlardan meleklere olmak üzere iki türlüdür. Meleklerden insanlara selam, Kur’an-ı 15 S E L A M YA Z I L A R I Kerim’de meleklerin peygamberlere insan suretinde gelip onlarla haberleştiğine dair ayetlerden (Bkz. Hûd, 69; Zâriyat, 24-25) ve Allah Resulü’nün şu hadis-i şerifinden anlaşılmaktadır: “Allah Teala, Âdem’i yaratınca ona; Git şu oturmakta olan meleklere selam ver. Senin selamına karşılık söyleyeceklerini güzelce dinle. Çünkü senin ve neslinin selamı o olacaktır, buyurdu. Âdem, meleklere; – es-Selamü aleyküm, diye selam verdi. Melekler onun selamını; – es-Selamü aleyküm ve rahmetullah, diye karşıladılar. (Buhârî, Enbiya, 1, İstîzan, 1; Müslim, Cennet, 28) İnsanlardan meleklere selam ise Kur’an-ı Kerim’de kendisine meleklerin selam verdiği İbrahim (a.s.)’in; “Size de selam” diye selamla mukabele ettiği ayet ile (Hûd, 69; Zâriyat, 25) Âişe validemizin Cibril ile selamlaşmasına dair şu rivayetten anlaşılmaktadır: Resulûllah bana; “Şu zat Cibril’dir. Sana selam ediyor” buyurdu. Ben de; “Ve aleyhisselam ve rahmetullahi ve berekatuh” dedim. (Buhârî, Bedu’l-halk, 6; Müslim, Fazâilu’s Sahâbe, 90-91) Peygamberlerle selamlaşma ise üç şekilde olur. İlki Allah’tan peygamberlere, ikincisi müminlerden peygamberimiz ile bütün peygamberlere ve sonuncusu peygamberimizden müminlere şeklindedir. Allah’tan peygamberlere selam Kur’an-ı Ke­ rim’de Allah’ın peygamberleri selam lafzıyla selamlamasını anlatan ayetlerden anlaşılmaktadır. (Neml, 59; Sâffât, 181). Müminlerin özellikle Peygamberimize ve diğer peygamberlere salat getirmeleri adaptandır. 16 İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM Nitekim Allah Teala; “Ey müminler! Siz de şanlı nebiye salevat getirin ve ona tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb, 56) buyurur. Bu ayet-i kerime Allah Resulü’nü görme bahtiyarlığına erememiş müminlerin de onunla manevi mülakatı ve iletişimi demektir. Çünkü Allah Teala, salat-ü selam getirenlerin selamına mukabele için ona ruhunu iade eder. (Ebû Dâvûd, Menâsik, 96.) Allah’ın yeryüzünde dolaşan görevli bazı melekleri getirilen salat ve selamları ona ulaştırırlar. (Ebû Dâvûd, Menâsik, 97). Peygamberimize getirilen salat ve selamların oluşturduğu manevi feyiz ve pozitif enerji insanlarda Allah Resulü’ne yakınlık duygusunu artırmaktadır. Salat-ü selam gönüllerimizi Resul muhabbetine hazırlamaktadır. Bu yüzden Peygamberimiz, adı yanında anıldığı halde kendisine salat-ü selam getirmeyenleri cimrilikle tavsif etmiştir (Tirmizî, Deavât, 101). Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: “Günlerinizin en hayırlısı cumadır. Bu sebeple cuma günü bana çokça salat-ü selam ediniz. Zira salat-ü selamlarınız bana sunulur. Ben de sizin salat-ü selamlarınıza mukabele ederim.” Sahabiler sordular: – Senden hiçbir eser kalmadığı hâlde mi? Peygamberimiz buyurdu: – Allah, peygamberlerin bedenlerini çürütmeyi toprağa haram kıldı. (Ebû Dâvûd, Salât, 201; Nesâi, Cuma, 5) Peygamberimizden müminlere selam ise onun kendisine salat ve selam edenlere mukabele edeceğini haber verdiği yukarıda geçen hadisten anlaşılmaktadır. Onun müminlerin selamına ahiretteki mu17 S E L A M YA Z I L A R I kabelesi ise şefaati olacaktır. Nitekim ezandan sonra okunan duada müminlerin Muhammed (s.a.s.) için istediği vesile, onun şefaatçi kılınması talebidir. II- Fizik âlemle selamlaşma İçtimai hayatın temel hedefi huzur ve mutluluktur. Selam, huzur, mutluluk ve barışın gerçekleşmesi için kalbi dua, fiil ve sözlerden oluşur. Selam başkalarıyla iletişimin açık bir göstergesidir. Allah Teala, Rahman’ın kullarının vasıflarını sayarken ilk özellik olarak yeryüzünde tevazu ile yürümeyi zikretmektedir (Furkan, 63). Ona bağlı olarak da kendini ve haddini bilmeyen insanlarla çekişmek yerine onlara selamla mukabele edilmesini emretmektedir. Bu yüzden toplumsal hayatın çekirdeğini oluşturan aile fertlerinden başlayarak bütün toplum unsurlarının birbirleri ile selamlaşması nihai hedeftir. Ferdi huzurun toplum planına açıldığı ilk kapı aile yuvasıdır. Buradaki iletişimin başlangıcı, sevginin göstergesi olan selam iledir. Nitekim Kur’an’da şöyle emredilmektedir: “Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin.” (Nûr, 61) Efendimiz (s.a.s.), Hz. Enes’e; “Yavrucuğum! Ailenin yanına gittiğinde onlara selam ver. Sana ve ev halkına bereket olsun.” (Tirmizî, İstî’zân, 10) buyurarak aile fertleriyle selamlaşmayı emretmiştir. Başkasının ev ve iş yerine ziyaret, fiilî bir selam olmakla birlikte bunun kavli lafızlarla da teyit edilerek ziyaretin selam ve izinle gerçekleşmesi, iletişimin kolaylaşmasını sağlar. Nitekim ayette buyrulur: “Ey iman 18 İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM edenler! Kendi evlerinizden başka evlere geldiğinizde fark ettirip ev halkına selam vermeden içeri girmeyin. Bu sizin için daha iyidir. Herhalde bunu düşünüp anlarsınız. Orada kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin.” (Nûr, 27-28) Ayette geçen “istinas”; öksürerek, tesbih ve tekbir ile ya da bugün zili çalarak ev halkını haberdar etmek, destur ve izin istemektir. Selamı hayatın bir parçası gören dinimiz, insanlar arasında iletişimin canlı olması için selama mukabeleyi ondan daha önemli bir manevi sorumluluk olarak değerlendirir. Nitekim bir ayet-i kerimede; “Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile mukabele edin veya verilen selamı aynen iade edin.” (Nisâ, 86) buyurulur. Toplum hayatında selamlaşmanın anlamı Toplum hayatında insanlar arası iletişimin parolası niteliğinde olan selamın dil ya da beden diliyle kazandığı ve iletişime kazandırdığı derin anlamlar vardır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür: 1- Selam, benden sana zarar gelmez anlamında barış ifadesidir. Selam veren, İslam toplumuna dâhil bulunduğunu ifade etmiş olduğundan can güvenliği kazanır. Savaşta ve barışta selam verenin canı emandadır. Nitekim Allah Teala buyurur: “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene sen mümin değilsin, demeyin.” (Nisâ, 94) Bu ayetin sebebi nüzulünde şöyle bir olay nakledilir. Bir seriyyede kelime-i tevhit getirip Müslümanlara selam verdiği halde bir kişi, Üsame b. 19 S E L A M YA Z I L A R I Zeyd tarafından “korkudan böyle davrandığı” zannıyla katledilmişti. Allah Resulü olaydan haberdar olunca çok üzülmüş, hiddetlenerek Üsame’ye; “Kalbini yarıp baktın da mı korkudan böyle davrandığını anladın?” diye çıkışmış ve bir köle azadı cezası vermişti. 2- Selam, dünyada müminlere dua, ahirette daru’s-selama çağrıdır. Size başkasından zarar gelmesin, cennet yurdu ve kurtuluş yolu sizin olsun demektir. Nitekim Allah Teala buyurur: “Rızasını arayanı Allah o kitapla selam yollarına götürür.” (Mâide, 16); “Allah, kullarını selam yurduna çağırır ve O dilediğini doğru yola iletir.” (Yûnus, 25) 3- Selam, hayatı paylaşmaktır. Selam ile insan hemcinslerinin farkına vararak hayatın zorluk ve kolaylığını, sevinç ve üzüntüsünü fiili ve kalbi olarak paylaşmış olur. Nitekim Allah Resulü’ne bir sahabi sordu: - İslam’ın en güzel ve hayırlı davranışı nedir? Peygamberimiz buyurdu: - İnsanlara yemek yedirmen (it’am-ı taam), tanıdığın, tanımadığın herkese selam vermen (ifşaü’sselam). (Buhârî, Îman, 20; Müslim, Îman, 63) Bera b. Âzib diyor ki: Resulullah şu yedi şeyi emrederdi: “Hasta ziyareti, cenaze teşyii, aksırana hayır dilemek, zayıfa yardım, mazluma destek, selamı yaymak, yeminine uymak.” (Buhârî, Mezâlim, 5; Müslim, Libas, 3; Tirmizî, Edep, 45; Nesâî, Cenâiz, 53) 4- Selam sevgiye, sevgi de cennete götürür. Cennete girmenin şartı iman, imanın şartı müminlerin karşılıklı olarak birbirlerini sevmesidir. Sevgiyi ar20 İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM tıran en güzel vesile onları arayıp sormak suretiyle kavli, fiili ve kalbi selamdır. Nitekim Allah Resulü buyurur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İşlediğiniz takdirde birbirinizi sevmeye vesile olacak bir amel göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, Îmân, 93; Ebû Dâvûd, Edeb, 131; Tirmizî, İstî’zan, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 6, Edeb, 11) Belki de bu sebeple Hz. Ömer’in oğlu Abdullah çarşıya çıktığında karşılaştığı herkese selam verir ve sırf selam vermek için çarşıya çıkardı. Nitekim bir gün kendisine; “Çarşıda ne yapacaksın? Alışverişten anlamazsın. Satılan malların fiyatlarını bile sormazsın. Çarşıda herkesin oturup sohbet ettiği yerlerde oturmazsın. Ne diye çarşıya çıkarsın?” diyen birine; “Kardeşim biz karşılaştığımız kimselere selam vermek, onlarla göz göze gelmek için çarşıya çıkıyoruz. Başka bir maksadımız yok.” (Muvatta, Selâm, 6) demiştir. Kâinattaki ilahî düzenin temeli selam iledir. Bu yüzden bütün varlıklar arasında bir selamın varlığı söz konusudur. Nitekim cemadat, nebatat ve hayvanatın selam diliyle kâinat düzenini oluşturduğu anlaşılmaktadır. Allah, Kadir Gecesi’ni her türlü anarşi ve karmaşadan, maddi ve manevi sıkıntıdan uzak bir zaman dilimi olarak ilan ederken selam lafzını kullanmaktadır (Kadr, 5). Allah, ateşe, ilahî iradeye ram olması ve İbrahim’i yakmaması için emir verirken O’nu selama çağırmış ve; “Ey ateş! İbrahim için serinlik ve selam ol!” (Enbiyâ, 69) buyurmuştur. Allah Resulü’nün üzerinde hutbe irat ettiği hurma kütüğünü bırakıp kendisi için yaptırılan minbere 21 S E L A M YA Z I L A R I çıkması, hurma kütüğünü acı acı ağlatmıştı. Allah Resulü hurma kütüğünün feryadını minberden inip, onu kucaklayarak dindirebilmişti. Azgın ve vahşi develerin yine selam sayesinde Allah Resulü’nün emrine muti oldukları tarihi bir gerçektir. Netice olarak selam letafetten kesafete; latif olan Allah’tan meleklere, ölüsüyle dirisiyle insanlara ve bütün varlıklara doğru ilahî bir tecelli; kesafete bürünmüş varlıklardan latif olan Allah’a doğru bir münacaat; melekler, insanlar ve diğer canlı ve cansız varlıklar arasında bir iletişim ve muvasalattır. Selamla kâinat düzeni selamet bulmakta, bu sayede inananlar selam yurduna doğru yol almaktadır. Çünkü işin evveli de ahiri de selamdır. 22 Selamı daha güzeli ile almak; iyiliğe daha fazla iyilikle karşılık vermek, sevgi ve saygıya daha fazlasıyla mukabele etmek, güzellikleri artı güzelliklerle karşılamak, uzatılan dostluk elini havada bırakmamak, esenlik, barış ve huzur dileklerine daha bir candan katılmaktır. Selamı Daha Güzeliyle Karşılamak Dr. Ekrem KELEŞ Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı “Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin...” (Nisa, 86) Selamı daha güzeli ile almak, iyiliğe daha fazla iyilikle karşılık vermek, sevgi ve saygıya daha fazlasıyla mukabele etmek, güzellikleri artı güzelliklerle karşılamak, uzatılan dostluk elini havada bırakmamak, esenlik, barış ve huzur dileklerine daha bir candan katılmaktır. Birisine selam vermek, ona değer vermektir. Selamın daha güzeli ile alınması demek, kendisine verilen değere daha fazlası ve güzeli ile karşılık vermek anlamına gelmektedir. İslami hükümler açısından selam veren bir sünneti, selamı alan bir farzı yerine getirmiş olmaktadır. Dolayısıyla selam alınırken farzın edasına gösterilen özen gibi bir özen aranır. Bu durum, İslam dininin selama, özellikle de verilen selamı almaya verdiği önemi gösterir. 25 S E L A M YA Z I L A R I Selam, bir sevgi ve saygı ifadesi, bir esenlik, barış, huzur ve rahmet dileğidir. Bir kişi ile karşılaşınca, birinin yanına gidince veya yanından ayrılırken kendisine en güzel sözlerle iyi dilekte bulunmak, dua etmek, esenlik, huzur ve mutluluk dilemek şeklinde bir nezaket göstermektir. Selam verip selam almak, sevgi, saygı ve muhabbeti artırır. Selamın daha güzeli ile alınması, insanlar arasında sevginin ve saygının daha bir artmasına vesile olur. Birisi bize selam vermek suretiyle güzel bir dilekte bulunduğunda onun bu dileğini daha güzeli ile karşılamamız ve en az dengi yahut daha güzel dileklerle ona karşılık vermemiz, Kur’an-ı Kerim’in emridir. Selam vermenin sünnet, verilen selamı almanın farz olması, selama en güzel şekilde karşılık vermenin bir gereğidir. Allah elçisinin İslam’ın en iyi uygulamalarından biri olarak açıkladığı; “Tanıdığın tanımadığın herkese selam vermek” ilkesi (Bkz. Buhârî “Îmân” 20; “İsti‘zân” 9, 19; Müslim, “Îmân” 63) selamın, insanlar arasında nasıl sıcak ve samimi ilişkilerin anahtarı olması gerektiğini göstermektedir. Bundan dolayı “Selam kelamdan öncedir.” Selamın insanlar arasındaki sevgi, saygı ve muhabbete katkısını anlatan bir hadiste şöyle buyrulur: “Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız. Yerine getirdiğiniz zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın.” (Müslim, “İman” 17; Ebû Dâvûd, “Edeb” 27) 26 Selamı Daha Güzeliyle Karşılamak Müminlerin en çok sevdiklerine / Allah’ın habibine bad-ı saba ile selam göndermeleri, ona olan sevgilerinin bir ifadesidir. Selam, aynı zamanda duadır. Selam verilene dua edilmiş olmaktadır. Selam verip almanın müminler açısından sevap kazandırıcı bir salih amele dönüşmesi, selamın bu manevi boyutunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla kişinin kendisine yapılan duaya daha güzel dualarla karşılık vermesi, hem İslam kardeşliğinin bir gereği hem de güzel bir ahlaki erdemdir. Allah elçisinin selamını tekrarlaması için -bilerek- onun selamını duymayacağı şekilde alan sahabi Sa’d b. Ubade, selamın nasıl bir dua olduğunu çok iyi biliyordu. Bu hareketiyle Hz. Peygamberin selamı tekrarlamasını amaçlamış ve böylece onun kendilerine daha fazla selam vererek dua etmesini sağlamaya çalışmıştır. Kur’an-ı Kerim’in, selamın daha güzeli ile alınması yolundaki emrinin incelikleri hakkında bir fikir sahibi olabilmek için selamın anlamı ve selam mefhumu hakkında birkaç hususu hatırlamak uygun olacaktır. Selam, Kur’an-ı Kerim’de kırk dört ayette geç­mek­tedir. Dolayısıyla selam, Allah sözüdür. Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden ve şeair-i İslam’dandır/ İslam’ın simge haline gelmiş belirgin alamet­lerindendir. Selam, Arapçada esenlik, barış, sulh, asayiş ve sükun; afetten, ayıplardan, tehlikelerden ve kusurlardan salim olmak, kurtuluş, beraat, selamet, sonu iyi ve hayırlı çıkmak; güven vermek, eman ve emniyet 27 S E L A M YA Z I L A R I gibi anlamlara gelmektedir. Yaratılmışlara ait bütün ayıplardan ve eksikliklerden –söz gelimi fani olmaktan– salim olduğu, yaratılmışların eksikliklerini taşımadığı, onlardan selamette olduğu için Yüce Allah’a ‘esSelam’ denmiştir. Cennete de Daru’s-selam denir. Çünkü cennette hiçbir sıkıntı, üzüntü, korku, ıstırap, afet ve felaket yoktur. Cennete girenler bütün bunlardan selamette olacaklardır. Barış, emniyet, güven, huzur, sükun, sağ salim, iyi ve esen olmak, aklı selim sahibi insanların her daim arzu ettiği hususlardır. Kendisine selam verilerek hakkında bu şekilde esenlik dilenmesi, kişiyi sevindirir ve mutlu eder. Sevinç, mutluluk, huzur ve rahmet, paylaştıkça artar. Bu sebeple selam veren kişinin verdiği selam vesilesiyle bizzat kendisinin bir huzur ve sevinç hissetmesi doğaldır. Selam verenin bu sevinci, selam verdiği kişinin vereceği güzel bir karşılık ile kat kat artar. Bu durum, selamlaşmanın insanlar arasında sevgi, saygı, mutluluk, huzur ve güveni nasıl artırdığını gösterir. İslam, selam ile aynı kökten gelmektedir. İslam’ın özü, yalnızca Allah’a boyun eğme, Allah’tan başka hiç kimseye kul köle olmama anlamınadır. Selamın kurtuluş anlamı ile İslam’ın Allah’a boyun eğme anlamı, birbirini desteklemektedir. Çünkü yalnızca Allah’a boyun eğen, insanı alçaltabilecek bütün bağlardan, köleliklerden ve bayağılıklardan kurtulur ve gerçek özgürlüğün tadına varır. Buna göre selam vermek, aslında karşısındakine hakiki manada bir özgürlük ve selamet dilemektir. Allah’tan başka hiç kimseye kul köle olma28 Selamı Daha Güzeliyle Karşılamak ma niyazıdır. Bütün köleliklerden kurtuluş temennisidir. Hiç kimsenin kendisini herhangi bir alanda kul, köle haline getirmemesi arzusudur. Allah’ın saygın, mükerrem, şerefli bir kulu olarak onun bu saygınlığının ve şerefinin korunması dileğidir. Selamı dengi veya daha güzel ifadelerle almak da aynı güzel dilek ve temennilerle mukabele etmektir. Buna göre selam veren kişi, bu selamı ile karşısındakine, bir güven vermekte, ona barış, esenlik, huzur ve sükun dilemekte, Allah’ın inayetinin, korumasının, yardımının onun üzerinde olmasını istemekte ve onun ruhunu daraltacak ve bunaltacak her türlü ağırlıklardan ve bağlardan kurtularak özgür olmasını temenni etmiş olmaktadır. Ayrıca karşısındakine kendisinden bir zarar gelmeyeceği mesajı vermektedir. Bu bakımdan her şeyden önce selamın olduğu yerde barış, huzur, güven, emniyet ve sükun vardır. Karşıt anlamı olan savaş, korku, endişe, kargaşa, anarşi, huzursuzluk, tedirginlik, felaket, ayıp, kusur, kötü alışkanlıklara ve tutkulara bağımlılık, kölelik... gibi kavramlar göz önüne alındığında selamın önemi daha iyi anlaşılabilir. İşte selam veren kişi karşısındakine bütün bunlardan uzak olmasını, es-Selam olan Yüce Allah’ın onu bunlardan korumasını dilemiş olmaktadır. Barış, emniyet ve güvenin simgesi olan selamın ne kadar güzel bir dilek olduğunu belki de en iyi savaşın ateşi içinde kalmış, onun yıkımlarına tanık olmuş, onun nice masumları ve suçsuzları nasıl yok ettiğini görmüş, sosyal ve doğal çevreyi nasıl tahrip ettiğini müşahede etmiş olanlar anlayabilir. Bunun için İslam dini barış, huzur, esenlik, sulh ve sükunu ifade 29 S E L A M YA Z I L A R I eden selamı, mensuplarının, her namazlarında, her karşılaşma ve ayrılmalarında dillerinden düşürmeyecekleri bir şiar haline getirmiştir. Selam, tedirginlikleri gideren bir iyi niyet göstergesidir. Müminler, hatta bütün insanlar arasında sevgi, saygı, dostluk ve güven ifade eden güzel bir simgedir. Kur’ân-ı Kerim’de evlere girme izni isterken selam verilmesinin emredilmesi, selamın nasıl bir iyi niyet göstergesi olduğunu ifade eder. “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.” (Nur, 24/27) Çeşitli dillerde muhtelif selamlaşma ifadeleri bulunmaktadır. Ancak ‘Selam aleykum’ ifadesi, Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır. Bu ifade çeşitli dilleri konuşan bütün müminler arasında şiar olarak kullanılan selamlaşma ifadesidir. Müminler birbirlerine Hz. Peygamberin öğrettiği şekilde ‘es-selamü aleykum’ ‘es-selamü aleykum ve rahmetullah’ veya ‘es-selamü aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh’ diyerek selam verirler. Selam, en azından aynı ifadelerle alınır. Selam vermekten maksat, karşısındakine sevgi, saygı, iyi niyet, dostluk ve güzel dileklerini bildirmektir. Her dilde bunu anlatan ifadeler elbette vardır. Ancak ‘Selam’ ifadesinin hem bütün müminler arasında ‘Selam aleykum’ şeklinde kullanılan ortak selamlaşma ifadesi olması, hem de Kur’an terimi olması dolayısıyla başka selamlaşma ifadeleri ile yerinin tam olarak doldurulması mümkün olmamaktadır. 30 Selamı Daha Güzeliyle Karşılamak Selam iklimi, huzur iklimidir. Onun için Kur’an-ı Kerim, müminleri Daru’s-selama çağırır. Daru’sselam, barış, huzur, sükun ve saadet yurdu demektir. Cennet hayatını kazanmış olanların aralarındaki esenlik dilekleri, ‘selâm’dır (Yunus, 10/10): “Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler. Sadece ‘selam!’, ‘selam!’ sözünü duyarlar.” (Vakıa, 56/25-26) “O Rahman’ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman ‘Selam’ derler.” (Furkan, 25/63) Bu ayeti kerimeden, selamın aslında nasıl düzeyli bir insani ilişkiler simgesi olduğuna dair anlamlar çıkarmak mümkündür. 31 Lisanımız; “es-Selamu aleyküm” derken hâl lisanımız; “Benden sana zarar gelmez. Elimden, dilimden, gözümden, her hâlimden emin olabilirsin.” mesajını verir muhatabımıza. Selam veren dil kırıcı konuşmaz, gıybet etmez, yalan söylemez. Musafaha eden el vurmaz, zulmetmez, hakkı olmayana uzanmaz. Göz ayıp kusur araştırmaz, küçük görmez, harama bakmaz. Hasılı, selam vermek güzel, verilen selamı almak daha güzel, en güzeli ise selam olabilmektir. SELAM YALNIZCA SELAM MIDIR? Dr. Ülfet Görgülü Kur’an-ı Kerim’i ve Sünnet-i Nebi’yi incelediğimizde hakkında pek çok ilahi ve nebevi beyan bulunan “selam”ın sıradan bir selamlaşma, bir merhabalaşma olmadığını bunun ötesinde nice hikmet ve manaları derununda taşıdığını görmekteyiz. Dilerseniz “nedir selam?” sualine birlikte cevap arayalım: Esma-i Hüsna’dandır “selam” (Haşr, 59/23). Rabbimizin hem ismi hem sıfatıdır “es-Selam”. Kullarını selamete eriştiren, esenlik bahşedendir O. İrfan ehlince kainat, esma-i ilahinin zuhur yeridir ve her varlık istidadı nispetince bu isimlerden nasiplenmektedir. “es-Selam” isminin tecellisine mazhar olan Müslüman “elinden ve dilinden emin olunan” insandır (Tirmizi, İman, 12). Selamın kıymetini bilen, Hak’tan aldığını halka verendir. İslam’ın şiarıdır “selam”. İnananlar olarak “silm”e katılmak, barışı tesis etmekle sorumluyuz (Bakara, 2/208). Müslümanların ortak lisanıdır “selam”. Kardeşliğin ilanıdır. Dünyanın neresine gidersek gidelim, bize “es-Selamu aleyküm” diyerek selam veren kimsenin 33 S E L A M YA Z I L A R I mümin kardeşimiz olduğunu anlar ve muhabbetle icabet ederiz selamına. Hak lisanıdır “selam”. Sevginin ilanıdır. Rabbimiz kutlu elçilerini selamla anmakta, bizlerin de peygamberlere karşı takınmamız gereken tavrı ortaya koymaktadır. Hz. Nuh (Saffat, 37/79), Hz. İbrahim (Saffat, 37/109), Hz. İlyas (Saffat, 37/130), Hz. Musa, Hz. Harun (Saffat, 37/120), Hz. İsa (Meryem, 9/15, 33) ve Hz. Muhammed Mustafa (Ahzab, 33/56), Kerim Kitabımızda selamla anılan elçilerdendir. Sevgili Peygamberimizin insanlığa armağanı bir duadır “selam” (Tirmizi, İsti’zan, 2). Selamet, rahmet ve bereket duası. Her birimizin selamete, rahmete, berekete ne çok ihtiyacımız vardır. Fahr-i kainat Efendimiz bir gün Hz. Enes’e; “Evladım, ailenin yanına girdiğinde selam ver ki sana ve ev halkına bereket olsun.” (Tirmizi, İsti’zan, 20) der. Bu dua ile bir araya gelir müminler ve bu dua ile dağılır meclisler (Ebu Davud, Edep, 139). Böylece Sünnet-i Resulü hem yaşar hem yaşatırlar. İmanın gereği, muhabbetin tezahürü, sevginin kemalidir “selam”. Birbirimizi sevmenin imanımızın yansıması ve cennete girmemize vesile olduğunu hatırlatan Efendimiz bir keresinde; “Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi?” diye soruyor ve şöyle diyordu: “Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, İman, 93). Anlıyoruz ki, selam muhatabımızla sevgi dilini konuşabilmek, gönül iletişimi kurabilmektir. Suya atılan bir taşın yüzeyde gittikçe genişleyen dalgalar oluşturması gibi selam da kalplerde sevgi şuleleri oluşturmakta, rahmet haleleri meydana getirmektedir. 34 SELAM YALNIZCA SELAM MIDIR? Tanıdığımıza değil sadece tanımadıklarımıza da selam vermelidir. Peygamberimizin beyanıyla, İslam’ın hayırlısı budur (Buhari, İman, 6; Müslim, İman, 63). Güvenmek ve güven vermektir “selam”. Lisanımız; “es-Selamu aleyküm” derken hâl lisanımız; “Benden sana zarar gelmez. Elimden, dilimden, gözümden, her hâlimden emin olabilirsin.” mesajını verir muhatabımıza. Selam veren dil kırıcı konuşmaz, gıybet etmez, yalan söylemez. Musafaha eden el vurmaz, zulmetmez, hakkı olmayana uzanmaz. Göz ayıp, kusur araştırmaz, küçük görmez, harama bakmaz. Hasılı, selam vermek güzel, verilen selamı almak daha güzel, en güzeli ise selam olabilmektir. Rahman’ın has kullarının ahvalidir “selam” (Furkan, 25/63). Onlar tevazu elbisesini kuşanmışlardır. Geceleri Rablerinin huzurunda kıyamda, dilleri her daim duada olanlardır. Hâlleri Mevla’ya ayan lakin cahillere nihandır. Bu özel kullar kendini bilmezlerin laf atmalarına, sataşmalarına yalnızca selam ile mukabele ederler. “Ko diyen desin / Hak bizim olsun / Nadan ne bilsin / Bizi bilen var” diyen Yunusumuz bu has kulların hâllerine tercüman olmaktadır. Bir emanettir “selam”, dosttan dosta ulaştırılan. “Selam söyleyin” denildiğinde, o selamı baş üstüne almak, titizlikle taşımak ve sahibine ulaştırmak gerektir. Nice selamlar göndermişizdir bugüne dek anababaya, akrabaya, ahbaba. Nice selamlar almışızdır sıladan, gözyaşlarıyla... Selamın kıymetini en çok, sevdiklerine hasret kalanlar bilir. 35 S E L A M YA Z I L A R I Rivayet edilir ki, seyr-i sülukunu tamamlayarak manevi irşad için uzak diyarlara gönderilen Yunus’u yıllar sonra dostları ziyarete gelir ve Tapduk Emre’nin selamını getirirler. Bu kutlu emanetin ve ziyaretin sevinciyle şu dizeler dökülür Yunus’un lisanından: Safa geldiniz erenler Kerem kıldınız yarenler Dost cemalini görenler Allah sizden razı olsun Safa kadem getirdiniz Bizi Hakka yetirdiniz Ağlar iken güldürdünüz Allah sizden razı olsun En kutlu, en içten selamlarımız Rahman’ın misafirleriyle gönderdiklerimizdir, Beytullah’a, Ravza-i Mutahhara’ya. “Ey bad-ı saba uğrarsa yolun semt-i harameyne / Tazimimi arz eyle Resulü’s-sakaleyne” diyerek Zat-ı Risalet Penah’a duyduğu hürmeti, muhabbeti seher rüzgarına emanet eden aşıklar gelip geçmiştir bu gök kubbenin altından... Bir edeptir “selam”. Bir mekana girilirken izin istenir, selam verilir. Kur’an-ı Kerim; “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip (izin alıp) selam vermedikçe girmeyin.” (Nur, 24/27); “Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve güzel bir dilek olarak birbirinize selam verin.” (Nur, 24/61) buyurarak bize bu edebi öğretir. Kur’an’da, verilen selama aynı şekilde ya da daha güzeliyle karşılık vermemiz de istenmektedir (Nisa, 4/86). Nebevi terbiyeye göre; “Küçük büyüğe, geçen oturana, az da çoğa selam verir.” (Buhari, İsti’zan, 4) Kur’an okuyana, abdest alana, namaz kılana, ezan ve kamet esnasında selam verilmemesi de yine edebin gereğidir. 36 SELAM YALNIZCA SELAM MIDIR? Meleklerin selamı ve cennet kelamıdır “selam”. Dar-ı bekaya hicret ederken mümin, meleklerin teşrifatıyla karşılanır ve selamlar eşliğinde cennette ağırlanır (Furkan, 25/75; Zümer, 39/73). “Onlar, meleklerin; “Size selam olsun. Yapmış olduğunuz işlere karşılık cennete girin, diyerek, tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir.” (Nahl, 16/32) Melekler bu kulları; “Sabretmenize karşılık size selam olsun. Dünya yurdunun sonu ne güzeldir.” (Ra’d, 13/24) diyerek Adn cennetlerine buyur ederler. Sadece melekler midir cennetliklere selam verenler? Rahim olan Rablerinin selamıyla karşılanır müminler (Yasin, 36/58). Ne muhteşem bir buluşmadır bu! Kur’an bu anı; “Kendisine kavuştukları gün Allah’ın onlara iltifatı ‘Selam’dır. Allah, onlara çok değerli mükafat hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/44) ayetiyle ölümsüzleştirir. Cennete giren bu müminler orada her daim birbirlerine selam verirler (İbrahim, 14/23). “Onların oradaki duası; ‘Allah’ım, seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz.’ sözleridir. Birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise; ‘Selam’dır.” (Yunus, 10/10). Hatta cennette müminler selamdan gayrı kelam etmezler. “Söylenen yalnızca, selam, selamdır.” (Vakıa, 56/26) Zira cennet daru’s-selamdır (En’am, 6/127). Ebedi hayatta selamet yurdunun sakini olabilmek için müminler, önce bu dünyayı daru’s-selama çevirmekle yükümlüdürler. Bir vefadır “selam”. Âlemlere rahmet Efendimizin numune-i imtisal hayatlarında en güzel örneklerden 37 S E L A M YA Z I L A R I biridir. Resulullah Cennetü’l-Bakî’de medfun ashabını sık sık ziyaret ediyor ve her seferinde onları; “Selam üzerinize olsun ey müminler yurdunun sakinleri, inşallah biz de size kavuşacağız.” diyerek selamlıyordu. Bu ne anlamlı ziyaret, bu ne dosta-dostluğa vefa idi! Ve ne derin anlamlar barındırmakta, yüz yüze geldiği halde bir selamı birbirinden esirgeyenlere, Efendimizin kabirdeki ashabına verdiği selamı! Bu selam bizlere aynı zamanda dünya hayatı ve nimetlerinin geçici, ölümün kaçınılmaz olduğunu hatırlatmaktadır. Arkada kalanlar bir gün illaki önden gidenlere kavuşacaklardır. Uruç ve nüzuldür “selam”, namaz ile taçlanan. Tekbirle başlayan manevi yükseliş kıyam, rüku, secdeler, Fatiha, tahiyyat ile devam eder. Allah ve Resulü’nün selamlaşmasına tanıklık eder her mümin kendi namazında. Nihayet selam ile miraçtan avdet edilir dünyevi yaşama. Sağımıza ve solumuza, maziye ve istikbale, dünyanın ve ukbanın sakinlerine selam veririz. “Allahümme ente’s-selam ve minke’s-selam tebarakte ya ze’l-celali ve’l-ikram” diyerek, selamın sahibine tazim ve teslimiyetimizi arz ederiz. Hasıl-ı kelam, Hakk’ın rızasına talip kul olmak, ahlak-ı Resulü kuşanmaktır selam. Nefsî mücadelede zafere ermek, cümle varlığa Yaratan’dan ötürü değer vermektir. Barışı, kardeşliği, sevgiyi hayatımıza hâkim kılmaktır. Bugün Müslümanlar olarak kendimizi sıgaya çekmek, yapıp ettiklerimizi bir daha gözden geçirmek durumundayız. “Aranızda selamı yayınız.” nebevi düsturunu yeniden okumaya, anlamaya, anlamlandırmaya ve yaşamaya ihtiyacımız var. Gözyaşı, kan ve zulmün dinmek bilmediği İslam coğrafyasının 38 SELAM YALNIZCA SELAM MIDIR? bir ferdi olarak selamı aramızda yayamamış olmanın, yeryüzünde barışı hâkim kılamamanın, evrensel planda insan ve İslam kardeşliğini yaşayamamanın ıstırabını yüreklerimizde duymalıyız. Nasıl olup da, selam vermenin sünnet, almanın farz bilindiği aydınlık iklimlerden, şairin; “Selam verdim rüşvet değildir, diye almadılar” serzenişine sebep olan devirlere gelindiğinin muhasebesini yapmalıyız. Müminin mümine üç günden fazla küs durması haram ise, iki müminin hayırlısı önce selam verense (Buhari “Edep” 62), selamda selamet olduğuna inanmış isek, selam gönül dili, selam muhabbet, selam dua, selam cennete götüren bir yolsa şayet birbirini görmezden gelenlerimiz, görüp de selam vermeyenlerimiz, verilen selamı almayanlarımız ne büyük bir mahrumiyet içindeler! Vesselam!.. 39 Söz, selam ile başlar. Hemen bütün kültürlerde sözlü iletişimin anahtarıdır selam. Selamın tonunda, şeklinde, manasında ardından gelecek kelamın kodları vardır. İLETİŞİMİN ANAHTARI: SELAM Dr. H. Hümeyra Şahin Editör - Yazar Son yıllarda satış rakamları hayli artan kişisel gelişim kitapları bir yandan insanın iç huzuru ve mutluluğu adına neler yapabileceğini öğütlerken, diğer yandan da toplumsal ilişkilerde başarılı olmanın anahtarını sunma iddiası taşımaktadır. Sosyal ortamların adeta bir sahne gibi tanziminden, orada sahnelenecek ‘performans’ın tüm detaylarına kadar davranış kodları belirleyen bu çalışmalar, insanı da bu sahnenin vitrininde bir performans sergileyicisi olarak yerleştirme gayretindedir. ‘Sahne’nin vitrininde yer alan ‘oyuncu’nun duruş şekli, konuşma kalıpları, yüz ve vücut ifadeleri milimetrik hesaplarla biçimlendirilmekte ve bu ‘set’ adeta bir Shakespare sahnesi gibi kurgulanmaktadır. İletişim kalıpları olarak tanzim edilen bu tutum ve davranışlar, bazen insanın doğal görünümlerine perde olmakta, bazen de gerçek kimliklere maskeler giydirmektedir. Bu maskelerin ne kadar yaygınlıkla kullanıldığı kitapçı raflarında hızla tüketilen imaj eksenli 41 S E L A M YA Z I L A R I kitaplardan ya da imaj maker’ların popülaritesinden anlaşılmaktadır. Modern çağların, iletişimin görüntü boyutunu daha fazla ön plana çıkardığını ve görselliğin diğer ifade araçlarının önüne geçtiğini söylemek mümkündür. Her ne kadar görüntünün üstlendiği misyon, ‘ye kürküm ye’ gibi önermelerle tarihin çok eski dönemlerine kadar gitse de, dış görünüşün önemi modern zamanlarda her şeyin önüne geçmiş durumdadır. İmajlara aşırı düşkünlük modern toplumun ayırıcı vasfı haline gelmiştir. Oysa geleneksel toplumlarda iletişimin esası söze dayanmaktadır. Anlamı taşıyan daha çok sözdür. Hatta sözün düşüşü hakikati buharlaştırır. ‘Kulağımız en ontolojik varlığımızdır’ diyen Heidegger de, muhtemelen ontolojik hakikate ulaşmanın yolunun dil ya da sözden geçtiğine işaret etmektedir. ‘Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız’ diyen Konfüçyus da, başka bir düşünce geleneğinden sözcüklerin mahiyetinin önemini kavramaya davet eder bizi. Söz ise, selam ile başlar. Hemen bütün kültürlerde sözlü iletişimin anahtarıdır selam. Selamın tonunda, şeklinde, manasında ardından gelecek kelamın kodları vardır. Adeta bir karakutudur. Globalleşme ile birlikte yerel kültürel tutumların silikleşmeye başlaması her ne kadar farklılıkları ortadan kaldırsa da, kısa bir selam pek çok kültürel geleneğe aynalık yapabilir. Zira her kültürün selam şekli farklılık gösterir. Söz gelimi Uzakdoğu kültüründe selama yere eğilmek şeklinde bir beden dili eşlik eder. Batılılar selamı bir 42 İLETİŞİMİN ANAHTARI: SELAM reverans eşliğinde şapkalarını çıkararak gerçekleştirirler. Oysa bir başka kültürde şapka çıkarmak farklı yorumlara tabidir. Bütün bu farklılıklara rağmen fonksiyonu itibarıyla sosyal ilişkilerde selam, iletişimin eşiğidir ve kelamdan hemen önce gelir. Muhatabınızı fark ettiğinize ve iyi niyet mesajları taşıdığınıza dair bir güven sunumudur. Merhaba… Hello… Konnichi wa… Ciao… Bonjour… Her biri “Benden sana zarar gelmez” teminatının Türkçesi, İngilizcesi, Japoncası, İtalyancası, Fransızcası’dır. Farklı kültürlerdeki selam ibarelerinin etimolojisine baktığımızda da, hemen hepsinin ortak bir yönü dikkatimizi çeker; Selam aslında bir duadır. Mesela İngilizce’de ‘hayırlı sabahlar’ anlamına gelen ‘good morning’ ibaresi, ‘god give you good morrow’ (Tanrı sana iyi bir gün versin) şeklinde özü duaya dayanan bir dilek kalıbıdır. Tıpkı ‘güle güle’ anlamına gelen ‘good bye’ ifadesinin ‘God be with you’ (Tanrı seninle olsun) olması gibi. İngilizce bu selam kalıpları, farklı kültürlere yayılırken kuşkusuz dini anlamlarından soyutlanarak, seküler bir düzlemde daha çok iyi dilek ifade eden ibarelere dönüşmüş, içerik kaybına uğramışlardır. İslami gelenekteki ‘Selamun Aleykum’ ibaresi de bir duadır. İçinde gündelik dilin çok daha ötesinde anlamlar barındırır. Fizik ve metafizik âlem arasında 43 S E L A M YA Z I L A R I geçerliliği olan bir duadır. Zira bir ayet-i kerimede “Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size, Rabbiniz kendisine rahmeti yazdı.” (En’am Suresi, 54) buyurmuştur. Selamın çevresinde Rab, Melek, Peygamber ve insan arasındaki bu muhataplık, gündelik hayata makrokosmosla mikrokosmos arasındaki bağı taşıyacak kadar derin anlamlar yüklüdür. Tüm sosyal ilişkilerine İslam ile aynı semantik kökten türeyen bir barış ve esenlik dileğiyle giriş yapan insan, gündelik hayatın her anında, verdiği her selam ile dahil olduğu o büyük anlam dünyasını içselleştirme imkanı bulmaktadır. O halde Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun! 44 İslâm’ın bir şiarı olan selam, bir Müslüman’ın insanlar arası sosyal ilişkileri barış üzerine kurmada başvurduğu bir iletişim vasıtasıdır. “Öteki” ile tanışma selamla başlar. İletişim kurmada selam, muhataba pozitif enerji verir. Kendisini ontolojik anlamda selamette hisseden bir Müslüman, çevresindeki tüm varlıklara da selam mesajını iletmekle dolaylı olarak kendisinden güvende olmalarını telkin eder. TANIŞMA VE BİLİŞMEYE GÖTÜREN EN GÜZEL YOL: “SELÂM” Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Arapça’da selam kelimesi, “selime” fiilinden gelen bir mastar olup; “bedenî ve ruhî her türlü hastalıklardan, eksiklik ve kusurlardan uzak olmak” anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de; “ancak Allah’a temiz bir kalple gelenler müstesna”(Şuarâ, 26/89) âyeti; kin, öfke, hıyanet, gıybet, laf taşıma ve kıskançlık gibi bâtınî hastalıklardan arınmış bir kalbi; “kusursuz ve hiç alacası olmayan” (Bakara, 2/71) âyeti de maddi/zâhiri kusurlardan korunmuş sağlıklı ve düzgün bir fiziki yapıyı ifade eder. Ayrıca “selime” fiili ve onun türevleri; barış, teslim, güven ve iyilik içinde olma gibi anlamları bünyesinde taşır. (el-İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât, İstanbul, 1986, s. 350) Selam ile aynı kökten gelen ve Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden birisi olan es-Selâm; “kendisi her türlü eksiklik ve kusurdan, yaratılmışlara ait değişikliklerden ve yok oluştan münezzeh olduğu gibi, başkalarına da esenlik ve güven veren” demektir. (Tirmizî “Da’avât”82) Bu bağlamda Yüce Allah; “Selam’dır, Mümin’dir, Müheymin”dir. (Haşr 59/23) Namazdan çıkış selamının ardından okunan “Allahümme ente’sselâm ve minke’s-selâm” diye başlayan ta’zim ifa47 S E L A M YA Z I L A R I desindeki selam sözcükleri de, Allah’ın ismi olup, kurtuluşun ancak O’ndan geldiğini ifade eder. (Müslim “Mesâcid”135-136) Zira O, bütün beşeri zafiyet ve kusurlardan soyutlanmış ve selamın/selametin tâ kedisidir. Bu sebeple, dünya ve ahirette selâmet arayanları gerçek anlamda selâmete erdirecek O’ndan başka bir varlık yoktur. (Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1979, VII, 524) Selâm sözcüğü, sadece İslâm’da değil, değişik din ve kültürlerde de vardır. Meselâ, Brahman Hindular, “barış, barış” anlamına gelen, “şhanti, şhanti”; Musevîler; “shalom shalom”; Keldânîler “şlama”; Süryanîler ise, “şlomo” şeklinde selamı (Nasr, S. Hüseyin, İslâm’ın Kalbi, İstanbul, 2002, s. 127, 126); Müslümanlar da “selamette olma, kurtulma, rahatlama, güven, barış ve huzur içinde olma” anlamına gelen “selâm”ı telaffuz ederler. Her inanç sisteminin, ona kimliğini ve kişiliğini veren, onu diğerinden ayıran, belirgin kılan şiarları, sembolleri ve alametleri vardır. Çünkü dini semboller, salt bir uygulamaya değil, aynı zamanda dini yaşantıya da çağırırlar. Dinin şiarları, ülkelerin bayrakları, sınır taşları ve işaretleri gibidir, görüldükleri yerin kimliğini belli ederler. İşte bu anlamda “selâm, İslam’ın en önemli şiârları arasında olup Müslümanların parolasıdır. Kur’an-ı Kerim’de türevleriyle birlikte yaklaşık kırk ayette geçen selam (Nisâ 4/86), karşılaşan iki Müslüman’dan birisinin diğerine “selâmün aleyküm” demesi, diğerinin de ona karşılık olarak “aleyküm selâm” şeklinde cevap vermesiyle gerçekleşir. Bu selam kalıbına yapılan ilaveler de söz konusudur. Bizzat 48 TANIŞMA VE BİLİŞMEYE GÖTÜREN EN GÜZEL YOL: “SELÂM” Hz. Peygamber, bu ziyadelere Yüce Allah’ın çok sevap vereceğini belirtmiştir. (Tirmizî “İsti’zân” 2) Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz kadarıyla, Hz. Peygambere kendisine gelen mü’minlere “selâmün aleyküm” şeklinde selam vermesi emredilmiştir. (En’âm, 6/54) Ayrıca, Müslümanların birbirine selam vermesi gerektiğine işaret eden Resul-i Ekrem, yolda karşılaştığı çocuklara bile selam vermiştir. (Müslim “Selam” 14) İslam’da her ibadetin bir âdâb ve erkânı olduğu gibi selam vermenin ve almanın da bir âdab ve erkânı vardır. Hz. Peygamberden gelen bir rivayette bu âdab ve erkân; küçüklerin büyüklere, binitli olanların yayalara, yürüyenlerin oturanlara, arkadan gelenlerin önden gidenlere, azın çoğa selam vermesi şeklinde cereyan eder. (Buharî “İsti’zân” 4,5; Müslim “Selam” 1) İslâm’ın bir şiarı olan selam, bir Müslüman’ın insanlar arası sosyal ilişkileri barış üzerine kurmada başvurduğu bir iletişim vasıtasıdır. “Öteki” ile tanışma selamla başlar. İletişim kurmada selam, muhataba pozitif enerji verir. Kendisini ontolojik anlamda selamette hisseden bir Müslüman, çevresindeki tüm varlıklara da selam mesajını iletmekle dolaylı olarak kendisinden güvende olmalarını telkin eder. Meselâ, namazların sonunda iki tarafa; “es-Selamü aleyküm ve rahmetullah” tarzında selam verirken, sanki çevremizdeki varlıkların bizden güvende olmaları gerektiği mesajı verilmiş olur. Çünkü Müslüman’ın dilinde selam, soyut anlam alanından çıkararak adeta ete-kemiğe bürünürcesine mecazi anlamda somutlaşır. Öte yandan, Müslümanlarla gayrimüslimlerin bir arada yaşadığı toplumlarda iyi münasebetlerin bir 49 S E L A M YA Z I L A R I göstergesinin devam etmesinde selamın yapıcı bir işlevi vardır. Bu sebeple, bir Müslüman, gayrimüslim bir kimseye “selâmün aleyküm” şeklinde değil de (Müslim “Selam” 13) “es-Selâmü alâ meni’t-tebea’l-Hüdâ/ Selam hidâyete tabi olanların üzerine olsun” (Taha 20/47) şeklinde selam verebilir. Böyle bir söylem tarzı, hem ona güven verme ve hem de onun hidayete erişmesi için bir duadır. Hidâyet selamının mesajı, hepimiz Âdem’in çocuklarıyız. Bizden size bir kötülük gelmez, kendinizi güven ve huzur içerisinde hissediniz, anlamı taşır. Gerçek Anlamda Selam Yurdu, Ahirrettir Barışı sadece dile indirgeyenler, gerçek anlamda ne kendisiyle, ne Allah’la ve ne de çevresindeki varlıklarla barışık olabilirler. İslam’da arzu edilen selamın sembolik anlamı, söz ve özün müşterek izdivacında ortaya çıkar. Emin, kurtuluş ve barış gibi huzur ve mutluluğu ifade eden selâm; dilden kalbe, kalpten de organlara yansıtılmadıkça çok fazla bir anlam ifade etmez. Zira selam, kavganın değil, barışın dilidir. Müslümanlar için yalnızca ed-Dîn olan İslam, “barış yurdu”na götürebilir. Nitekim şu ayetlerde buna işaret edilir: “Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.” (Yunus 10/25) “Allah, onunla rızası peşinde olanları selamet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.” (Maide, 5/16) Bu sebeple Kur’an’da barış, cennet hayatıyla özdeşleştirilmiştir: 50 TANIŞMA VE BİLİŞMEYE GÖTÜREN EN GÜZEL YOL: “SELÂM” “Cennetliklere, ‘Selam olsun size!’ seslenilir. (A’raf, 7/46) diye Yine cennetlikler; “Orada boş söz işitmezler. Yalnızca (meleklerin) ‘selam!’ (deyişini) işitirler. Orada sabah akşam rızkları da vardır.” (Meryem, 19/62; Vakıa, 56/26) Gerçek anlamda esenlik ve güvende olma, sadece cennette yaşanacaktır. Çünkü orada sonu olmayan bir ebedilik, fakirliği olmayan bir zenginlik, zilleti olmayan bir izzet, hastalığı olmayan bir sıhhat; hüznü olmayan bir sevinç vardır. İnsanlık tarihi boyunca, yeryüzünde barış yolunda sürdürülen mücadeleler hiç de kolay olmamıştır. Birey ve toplumları barışa çağıran ve hasbi olarak barışın gönüllü elçiliğini yapan bütün peygamberler, yaptıkları bu çabalardan dolayı dünya hayatında iken es-Selâm olan Yüce Allah’ın özel selamına mazhar olmuşlardır: “İlyas’a selam olsun.” (Saffat, 37/130) “Âlemler içinde Nûh’a selam olsun!” (Saffat 37/79) “Mûsâ’ya ve Hârûn’a selam olsun.” (Saffat 37/120) “İbrahim’e selam olsun.” (Saffat 37/109) “Bütün peygamberlere selâm olsun.” (Saffat 37/181) Ayrıca bütün peygamberler, ahret hayatında da, selam ile taçlandırılacaklardır. Çünkü onlar, kavimleri tarafından, her türlü sıkıntıya ve mahrumiyete barışı yayma adına katlanmışlardır. Bundan dolayı ahrette, merhametle muamele görecekler ve selamla kendilerine mukabele edilecektir: 51 S E L A M YA Z I L A R I “Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) ‘Selam’ (vardır).” (Yasin 36/58) “Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!” (Ra’d 13/24) Öte dünyada selam yurduna kavuşacak olanlar, ancak bu dünyayı selam ve selamet yurduna dönüştürmek adına çaba sarf edenlerdir. Müslümanların Varlık Sebebi, Bu Dünyayı Bir Selam Yurduna Çevirebilmektir. Bir Müslüman, es-Selâm olan Yüce Allah’ın bu ismini, aile hayatından tutun da, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatın bütün alanlarına, hatta uluslar arası ilişkilere varıncaya kadar ahlaki bir yaşam tarzına çevirmelidir. Önce barış, aile içi iletişim alanlarında kurulmalıdır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin.” (Nur 24/61) Aile bireyleri arasında gönül dilinden dökülecek olan bu selam, ne zaman davranış kalıplarına yansıtılırsa, işte o zaman bir Müslüman’ın evi, mesâkin-i tayyibe ve barış evi hâline dönüşecektir. Böyle bir evde; kavga yerine sevgi, aldatma yerine sadakat, zulüm yerine merhamet olacaktır. Allah resulü, kendi evine girenlerin de evde bulunanlara selam vermesini emretmiş, bizzat kendisi de ev halkına selam vermiş ve onlarla hasbihal ederek gönüllerini almıştır. (Tirmizî “İsti’zân 10) Selam, bir iletişim dilidir: “Size Müslüman (esselâm) olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek; ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin.” (Nisa 4/94) Bu ilahi çağrıda geçen 52 TANIŞMA VE BİLİŞMEYE GÖTÜREN EN GÜZEL YOL: “SELÂM” “selâm” tabiri, dışlamacılığı değil, kapsayıcı ve kuşatıcı bir dindarlık dili geliştirmemizi ilham ediyor. Çünkü dışlamacılık anlamına gelen “tekfircilik” mü’minler arasında barışı bozar. Kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kimseye selamla mukabele etmemek, gerçek mü’mine yakışan bir duruş ve tavır değildir. İnsanların inançlarını sorgulayacak olan makam farklıdır. Biz yargıç değil, davetçiyiz. Zahire göre hüküm veririz. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.), mü’minler arasında meydana gelen küskünlükleri ve dargınlıkları gidermede çözüm olarak selamı adres göstermiştir: “İnsanların Allah katında en değerlisi ve O’na en yakın olanı, önce selamı verendir.” (Ebû Dâvud “Edeb” 33; Tirmizî “İsti’zân” 6) Çünkü selam, Müslümanlar arasında uhuvvet ve kardeşliğin geliştirilmesinin yegâne anahtarıdır. Yaşadığımız Müslüman coğrafyalarda cereyan eden etnik ve mezhebi çatışmaların önüne ancak bu barışa hayat vermekle geçebiliriz. Selamı askıya almak ve terk etmek, barışa sırt çevirmek manasına gelir. Bu sebeple bütün Müslümanlar Cenâb-ı Hakk’ın barış çağrısına yürekten kulak vermelidirler: “Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakara 2/208) Kim Müslümanlar arasında barışı bozuyorsa, o şeytandır ya da İblis’in yolunca gidendir. Şeytan ise, Allah’a isyanın bir sembolü ve kötülük odağıdır. Onun bütün amacı, müminleri, bir barış yurdu olan cennete gitmekten alıkoymaktır. (Bakara 2/36) Ama unutulmamalıdır ki, insan şeytanı kendi ihtiyarı ile yetkili kılmadıkça, onun, insan üzerinde hiçbir yıkıcı gücü olamaz. Şeytanı asıl güçlü kılan insandaki irade zayıflığı, ahlaki cesaretin olmayışı ve takvanın bulunmayışıdır. Allah’ın 53 S E L A M YA Z I L A R I ihlâslı kulları üzerinde onun hiçbir hâkimiyeti olmayacaktır. (Bkz. 17/İsrâ 63) Sosyal hayatta selamın işlevi büyüktür. Öteki dünyanın kazanılması, bu dünyada selamın gereklerini yerine getirmeye bağlanmıştır. Başta es-Selam Olan’a inanan, kardeşlik hukukunu korumada; selam, hoşgörü, sevgi, saygı, paylaşma, cömertlik, affetme gibi övülen ahlaki değerlere sarılan kimseler, her iki dünyada da gerçek kurtuluşa ereceklerdir. Çünkü “Allah, rızasını gözetenleri onunla selamet yollarına (sübülü’s-selâm) eriştirir ve onları, izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları, doğru yola iletir.” (Krş. 5/ Maide 16) İslam, özellikle Müslümanlar arasında sevgi, kardeşlik ve dostluk bağlarının geliştirilmesini “selam”ın yayılmasına ve yaygınlaştırılmasına bağlamıştır. Nitekim Hz. Peygamber, selamın Müslümanlar için imanî ve hayati bir mesele olduğuna şöyle işaret etmektedir: “Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamazsınız. Size yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim “İman” 93; Ebu Davud “Edeb” 131; Tirmizî “İsti’zân” 1; İbn Mâce “Mu- Selamın yayıldığı bir toplumda mü’minler arasında sevgi eksenli iletişim ve diyalog, takva ve iyilikte yardımlaşma kapıları açılır; düşmanlık ve fenalık kapıları da kapanır. (Bkz. 5/Maide 2) Mü’minler ancak, böyle bir toplum yapısında selamın ortaya çıkardığı sevgi medeniyetini yeniden inşa edebilirler ve var oluş tarihlerine süreklilik kazandırabilirler. kaddime” 6) Müslümanların kendi aralarında birbirlerine Hakk’ı tavsiye etmeleri (Asr 103/3) kardeşlik hukukunun 54 TANIŞMA VE BİLİŞMEYE GÖTÜREN EN GÜZEL YOL: “SELÂM” bir gereğidir. Hakkı tavsiye etmenin birçok yolu ve yöntemi vardır. Bu alanda en etkili yöntem, sözden ziyade selam temelli temsil Müslümanlığının görünür kılınmasıdır. Bu hususta Hz. Peygamberden gelen bir rivayet şöyledir: “Bir sahabe Hz. Peygambere; ‘Ey Allah’ın Resulü! İslam’da hangi amel daha hayırlıdır?’ diye sorunca, o, şöyle buyurur: “Yemek yedirmen, tanıdık, tanımadık herkese selam vermendir.” (Buharî, “İman” 20; Müslim İman” 63; Ebu Davud “Edeb” 131; Nesâî “İman” 12) İşte bu rivayetten her türlü bencilliğin ve açgözlülüğün paylaşma ahlakıyla; bireyciliğin ise, selamla tedavi edilebileceğini anlıyoruz. Yapılan her iki tavsiye gerçek anlamda yerine getirildiği takdirde, sosyal açıdan önemli sonuçlar doğuracaktır. Bunlardan birisi, sınıfsal çatışmalar yerine, karşılıklı güveni, diğeri, enaniyet ahlakı yerine sevgiyi tesis edecektir. Böylece toplum bireyleri arasında güçlü dayanışma bağları artacaktır. Yaşadığımız çağda, dünyevileşme ve bireyciliğin yaygınlaşması, yalnızlar ordusunu artırmıştır. Ancak böyle bir menfi gidişatı, paylaşma ahlakını geliştirmek ve çıkara ayarlı olmayan “selam” dilini yaygınlaştırmakla durdurabiliriz. Çünkü selam, salt bir söz değil, “öteki”ne; nasılsın demek, onun bir problemini çözmek, yarasına merhem olmak ve onu insan yerine koyma eyleminin adıdır. İşte İslam’ın insana bakışı ve getirdiği değerlerin yüceliği buradadır. Böyle bir bakışın yaşam tarzı haline geldiği bir toplumda, gerçek anlamda barış ve güven sağlanabilir. Sonuç olarak söylemek gerekirse, birey ve toplumların hayatında barışın kaynağının es-Selâm olduğu bilinmeden ve O’na teslim olmadan yeryüzünde barışın mümkün olamayacağı unutulmamalıdır. 55 “Bu dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua Kılanlara selam olsun Ecel büke belimizi Söyletmeye dilimizi Hasta iken hâlimizi Soranlara selam olsun.” Yunus Emre BİR MEDENİYETİN EVRENSEL ÇAĞRISI: “SELÂM” Doç. Dr. Hatice K. ARPAGUŞ M.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İslâm kültür ve medeniyetinin fert ve toplumsal hayatta kendine has uygulamaları diğer bir deyişle şiârı denilen hususiyetleri vardır. Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamberin sünnetinde önemli yer tutan ve asla vazgeçilmeyen öncelikler vardır. Sulh, hayır, esenlik, mutluluk gibi anlam katmanlarıyla sarmalanmış, aynı zamanda İslâm dininin ismine de kaynaklık eden bu anlam zenginliği İslâm kültür ve medeniyetin en temel kavramlarından birisi olan “selâm”ı ortaya çıkarmıştır. İslâm ümmetinin birbirleri ile olan ilişkilerinin anahtar kavramı olan bu kelâm ecdâdımız tarafından da her türlü anlam derinliği ve zenginliği ile hayata aksettirilmiş, beşerî ilişkilerin düzenleyicisi olma özelliğini bünyesinde barındırmıştır. Hz. Peygamberin çizdiği yoldan yürümeyi kendine şiar edinen Osmanlı kendisinden önceki mirası alıp onu titizlikle koruyup muhafaza ederek kendisinden sonraya nakletme görevini üstlenmiştir. Bu amaçla Hz. Peygamber Yesrib’i fethettikten sonra Medine ismini vererek İslâm’ın medeniyet olduğunu, 57 S E L A M YA Z I L A R I medeniyetin de edeb ve adab-ı muâşeretinin bulunduğunu hayatından kesitlerle uygulamaya koymuştu. Aynı yolu kendine sünnet edinen Osmanlı toplumunun şahsında Fatih Sultan Mehmed de Konstantiniyyeyi fethederek onu ismine yaraşır bir şekilde İslâm-bol hâline getirdi. Yani sahabeden izler taşıyan bu şehri selâmet ve huzurun timsali olan İslâm’ın merkezi hâline getirdi. Buradan üç kıtaya yayılan devlet kendisinden önceki İslâm mirasını alarak, ona bir yandan bulunduğu coğrafyada yaşama şansı verirken diğer taraftan da onun ruhuna uygun katkılarda bulunmaktan geri durmadı. Nitekim “selâm” teriminin Osmanlı’daki anlam alanını tespit etmek amacıyla Şemseddin Samî’nin Kâmûs-i Türkî (s. 731) adlı eserine bakmak anlamlı olacaktır. Şemseddin Sâmi söz konusu kelimenin kökü ve kullanımıyla ilgili İslâmî Literatürdeki anlam alanını naklettikten sonra “selâm” kelimesini “afet ve muhataradan uzak ve salim olmak ve sonun iyi ve hayra çıkması” mânâlarına geldiğini söylemektedir. “esSelâmü aleyküm” veya “es-selâmü aleyke” şeklindeki selâmlamayla “âşinâlık, tahiyye ve selâmet üstünüze olsun” mânâsında duâ dile gelmektedir ki, böylece söz konusu tabirin insanlar arasında âşinâlık ve ünsiyeti ifade ettiği anlaşılmaktadır. Süleyman Çelebi, Hz. Peygamberin doğumunu anlatan Mevlid’inde Peygamberin dilinden ümmetine söz konusu selâmı şu şekilde ifade etmektedir: “Hem dedi ashâba ol hayrü’l-enâm Ümmetime kılasız benden selâm” 58 BİR MEDENİYETİN EVRENSEL ÇAĞRISI: “SELÂM” Nitekim bu bağlamda “selâm vermek”, “selâm almak”, “ve aleyküm selâm” diyerek karşılık vermek tabirleri de kullanılmaktadır. Aynı perspektiften hareketle “selâm göndermek” de doğrudan iletilemeyen âşinâlık ve selâmın bir kimse veya mektup vasıtasıyla ifadesini dile getirmektedir. “Selâm etmek” ifadesiyle de “filan size selâm ediyor” veya “filana benden selâm edin” şeklinde bir kullanım söz konusudur. “Selâma durmak” tabiri ise “geçen büyük bir zâta hürmeten ayağa kalkıp selâmını almaya hazır olmak” manasına kullanılmaktadır. Karacaoğlan bunu şu şekilde ifade etmektedir: “Cemalini gördüm oldum divâne Selâmına durdum yolun üstünde” Aynı kullanım askerî dilde tüfek veya kılıcın özel bir vaziyette önünde tutulup kendi üstünün selâmlamasını ifade etmektedir ki “selâm dur!” şeklinde bir komutla icrâ edilir. “es-Selâmü aleyküm” ya da “selâmün aleyküm” tarzındaki en yaygın selâmlamanın karşılığı da “ve aleyküm selâm” şeklindedir. “Aleyhi’s-selâm” şeklindeki kullanım da genellikle başta Hz. Peygamber (s.a.s.) olmak üzere peygamberler veya sahâbenin ismi anıldığında irad olunan duâ tabiridir. Hz. İbrahim isminin geçtiğinde “aleyhisselâm” tabirinin eklenmesi gibi. “Ve’s-selâm” ise, “işte o kadar” anlamında, bahsin sonunda söylenen selâmın bir ifadesidir. Yukarıdaki tarifte özetlenen selâmın anlam yükü onun yalnızca sözün başında değil nihayetinde de devreye girmesine vesile olmuştur. Mese59 S E L A M YA Z I L A R I la “Önce Selâm Sonra Kelâm” adlı eserini kaleme alan Müstakimzâde Süleyman Sadeddin Efendi söz konusu eserde selâmın sözün aslı ve esası, kelâmın da besmelesi mesâbesinde olduğunu anlatmaktadır. Yine ecdâdımız bir meclise girerken veya bir konuşmaya başlarken selâmı kullandıkları gibi bir yerden ayrılırken de selâm kelimesini kullanmayı adet edinmişlerdir. Nitekim bu hususta Yunus Emre’nin şu dizelerine kulak verilebilir: Biz dünyadan gider olduk Kalanlara selâm olsun Bizim için hayır duâ Kılanlara selâm olsun Aynı bağlamda sözün nihayetinde yukarıda da işaret ettiğimiz üzere yine içinde selâm kelimesinin geçtiği “vesselâm” tabiri kullanılmaktadır. Bunun en güzel misâli ise Mevlânâ’nın Mesnevî’sine yazdığı ilk on sekiz beyitin sonunda şu şekilde ifade edilmektedir: “Hâl-i hâss’dan anlamaz bir türlü hâm, Söz az olsun, özlü olsun vesselâm!” Nitekim İstanbul Darülfünûn’unda mantık müderrisi olan Halil Nimetullah Millî Mecmua’da, kaleme aldığı “Selâmımız” adlı makalesinde batılılaşmanın tabîi bir sonucu olarak dile giren yeni tabirlerden rahatsız olmasından hareketle selâmın ve selâmlaşmanın öneminden bahsetmektedir. Bu amaçla o, selâmın her millete mahsus şekilleri bulunduğunu ifade ettikten sonra, Türk milletinin de selâma çok önem verdiğini ve Osmanlı toplumunda 60 BİR MEDENİYETİN EVRENSEL ÇAĞRISI: “SELÂM” selâmın özel bir konumunun bulunduğu üzerinde durmaktadır. Mesela insanlar birbirleriyle karşılaştıklarında ünsiyet ve dostluklarını ifade etmek üzere birbirlerine ellerini göğüslerine koyarak “selâmün aleyküm” demektedirler. Avrupalı seyyahlardan Guer ise; “Türklerin pek mükemmel görgü kuralları vardır ve hepsine can-ı gönülden riayet ederler. Bunun bir nişânesi olarak birbirleriyle karşılaştıklarında sağ ellerini göğüslerine götürmek sûretiyle selâmlaşırlar” sözleriyle bahsi geçen âdâb-ı muâşeretten bahset­ mektedir. Aslında hemen her millet ve kültürde rastlanan selâmlaşmanın Osmanlı toplumundaki kullanım ve anlamları ise oldukça geniştir. Çünkü Türk toplumunda ve onun âdâb-ı muâşeret kurallarında selâm sadece karşılıklı alıp-verilmeden ibaret olmayıp devamlılık arz eder. Bunun neticesi olarak karşılaşma sonrasında, yeni gelen kimse bir meclise girdiğinde, söz konusu dostluğu devam ettirmek amacıyla hazır bulunanlar o kimseye ellerini göğüslerine koyarak “merhabâ” derler. Bu tarz bir selâmlama ve merhabâ ifadesiyle söz konusu kimseye “hoş geldin, rahat ol” denilmek istenmektedir. Dolayısıyla merhabâ, “selâmün aleyküm”ün devamı mahiyetinde bir selâmlama şeklidir, denilebilir. Aynı tabir övülen şey ve kimseler için de; “merhabâ ey şehr-i Ramazan”,“merhabâ ey rahmeten lil-âlemîn!” şeklinde selâmlama ifadeleri ile kullanılmaktadır. Toplumsal hayat açısından dostluk, ünsiyet ve hürmet gibi hususların önemi tartışılmaz bir husustur. İşte bütün bu önemli fonksiyonları hayata geçiren şey 61 S E L A M YA Z I L A R I ise, selâmlaşmada ve özellikle bütün anlam katmanları ve zenginliği ile “selâm” kelimesinde toplanmıştır. Bundan ötürü millî şairimiz Mehmet Akif de konunun önemine binaen selâmlaşmanın gerekliliğini; “Bir Selâm ver be herif, ağzın aşınmaz ya Hayır, Ne bilir vermeyi herif, ne de sen versen alır” dizeleriyle dile getirmektedir. Nitekim Fuzulî’ye nispet edilen; “Ne senden rükû’ artık, ne de benden kıyâm. Bundan sonra; selâmün aleyküm, aleyküm selâm!” şeklindeki beyit de selâmın insanlar arasındaki ilişkiyi pekiştirdiği ve her şeyden önemlisi aradaki rütbe ve mevki gibi durumları ortadan kaldırıp kişileri eşit mesâbeye getirdiğini veciz ve mânidâr bir şekilde ifade etmektedir. Selâm kelimesinin ihtiva ettiği bu anlam zenginliği ve derinliği kaçınılmaz olarak ona geniş bir kullanım alanı vermiştir. Dolayısıyla “selâm almak”, “selâm vermek”, “selâm göndermek”, “selâm söylemek”, “selâm etmek” şeklindeki ifadeler söz konusu binlerce kullanımdan yalnızca bazısını ifade etmektedir. Hayat Mecmuası muharrirlerinden Avni Bey Osmanlı döneminde çok kültürlü ve çok dinli bir yaşamda selâmın da çeşitli şekillerde ifade kalıplarına döküldüğüne dikkat çekmektedir. Mesela ulemâya mensup bir kimseye “selâmün aleyküm” tabiri kullanılırken toplumun diğer tabakaları birbirine günün başlangıcında “sabâh-ı şerifleriniz hayrolsun”, günün sonunda da “akşâm-ı şerifleriniz hayrolsun” gibi ta62 BİR MEDENİYETİN EVRENSEL ÇAĞRISI: “SELÂM” birleri kullanmayı tercih ettikleri, gayrimüslim biriyle selâmlaşırken de aynı kullanımlara müracaat edildiği halde onlardaki şerif tabirinin kullanımdan kaldırıldığı dile getirilmektedir. Osmanlı toplumunda sözlü selamlaşma kalıpları dışında “selâmün aleyküm” ya da “merhabâ”dan başka bir de, “temennâ” adı verilen selâmlama şekli de vardır ki “selâm” ve “merhabâ” gibi bu terim de köken itibariyle Arapça’dır. Söz konusu kavram, “dilemek, arzu etmek ve temennî” manalarına gelmekle birlikte Osmanlı kültür hayatında hürmet ve âşinâlığı göstermek ve minnet ve şükran duygularının bir ifadesi olarak kullanılmaktadır. Bu tür bir selâmlama şu şekilde tarif edilmektedir. “Bir kimsenin sağ elini göğsüne veya karşısındaki kimseye, daha da önem veriyorsa biraz daha aşağıya dizlerine doğru indirip ardından elini önce ağzına sonra da başına götürmesidir” Bu çeşit selâmlamada kişinin karşısındaki kimseye gösterdiği saygı nişânesi olarak zımnen “eteğinizi veyâhut hâk-i pâyinizi/ayağınızın tozunu öper başımın üzerine koyarım” demek istediği ya da “Allah hayırlı ömürler versin” şeklinde bir temenninin şeklen ifadesi söz konusudur. Böyle bir selâmı alan kimse de bu selâmlamayı kendisine yapılmış bir iltifat olarak kabul etmektedir. Farklı kullanım şekilleriyle ifade etmeye çalıştığımız “selâm” aslında bir medeniyetin anahtar kavramı olma özelliğini hâizdir. Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamberin örnek hayatından günümüze yansıyan on beş asırlık İslâm kültür ve medeniyetinin bir şiârı olarak ecdâdımız ve bugünkü insanımız nezdinde 63 S E L A M YA Z I L A R I iyice özümsenmiş bir temel anlayış olarak temâyüz etmiştir. Aslında kısaca ifade etmek gerekirse “selâm” insanın kendisiyle, hem-cinsleriyle, yaşadığı toplumla ve inandığı dinin değerleri ve o değerlere inanan kardeşleri, hatta bütün bir beşeriyet ile ilişkilerinde bulunması gereken kapsayıcılık ve sulh arayışının bir tezâhürüdür. Bu anlayış aynı zamanda Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i ilâhiyyesinden biri olan “selâm”ın âlemde neşv ü nemâ bulması, tecellî ve tezâhür etmesidir. Bu tecellîye mekân olma vazifesi ise, Hz. Peygamberin emr-i nebevîsi ile onun ümmetine vasiyetidir: Hz. Peygamber buyururlar: “Ey insanlar, aranızda selâmı yayınız!” (Buhari, “Edebü’l-Müfred” 134) Huşû’ ile kılınan her namazdan sonra huzûr-i ilâhîden selâm ile çıkılır ve mü’minlerin dillerinden şu duâ dökülür: “Allahım! Selâm sensin! Ve Selâm sendendir!” “Selâm”, baştan sonra bu mânâyı ta’lîm eden yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de ise; bütün insanlığa karşı yapılmış evrensel bir tespit, çağrı ve duâdır: “Doğru yola uyanlara selâm olsun!” KAYNAKÇA Şemseddin Samî, Kamus-i Türkî, İstanbul 1317: Çağrı yay. Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı, İstanbul 2004: İz yay. İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul 2011: Kubbealtı y. 64 ‘Selam’ aileden başlamalı. ‘Selam’ ailede de en evvel çocuklardan başlamalı. Çocuklar en çok önemsendiklerinde büyürler… Selam onları önemsemektir… Çocuklar ‘Selam’ vermeye en layık temiz kalplerdir ve çocuk kalbi unutmaz, unutmayınız… Çocuk kalbinin mürekkebi hiç çıkmayan derin yazıların yazıcısıdır, hatırlayınız… Allah ‘SelÂm’dır… Halise Çiftçi Editör “O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tür; Selâm’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir.” (Haşr,23) İmam Bakır Köyü’nde camideyim. Bir garip, bir kırık, bir mahzun ses, dua ediyor… Dua beni çağırıyor… Yan taraftaki kabirden gelen sese doğru elimde olmadan koşuyorum. Aman Allah’ım… Bu nasıl bir dua… İmam Bakır Hazretlerinin kabri yanında, taş sekide ellerine döktüğü dualarıyla gökyüzünü yaran yaşlı bir adam, dünyanın en içli duasını ediyor. Bir piri fani üzerimizden geçirdiği dua demetini Hakk’a arz ediyor… O dua ediyor ben yok oluyorum. Nokta kadar kaldığımı hissediyorum. İçime bükülüyorum. Diz çökmüş kabir başında sessizce ‘amin’ diyen herkes gökten üzerimize rahmetin ince yağmurlar hâlinde yağdığına şahitlik ediyor. Hepimizin kalbinde o an ‘Neyleyim dünyayı, bana Allah’ım gerek’ işti67 S E L A M YA Z I L A R I yakı… Dua onun ak sakallarını, bükülmüş belini ve nokta kadar kalmış bizleri şefkatli elleriyle okşuyor. O güne kadar hiç görmediğim, adını bilmediğim bir piri fani, duyduğum ve âmin dediğim en mahzun, en yakıcı dua ve nokta kadar kalmış ben. Hayatımın en nadide anını unutmadan hafızama yazmak için gözlerimi kapatıyorum. Ama, keşke hep o anın içinde kalsam dediğim dua bitiyor. O kapıya yöneliyor. Kapıdan çıkarken etrafını çocuklar sarıyor. Belli ki, onu beklemişler. Etrafını saran çocuklar onun ‘Selam’ıyla güllük gülistanlık bir dünyanın kapısında durduklarını biliyorlar. Hepsinin başlarını okşayıp hatırlarını soruyor. Uzun pardesüsünün cebine doldurduğu kağıtlı şekerleri çocuklara dağıtıyor. Çocukların yanından yürürken bana da şeker düşüyor… Çocuklar kadar sevindiğime gülüp, Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerine selam götürmemi söylüyor… Çocuklar dünyanın vicdanı olmanın sorumluluğunu yüklerken omuzlarımıza o bir ‘Selam’, bir kağıtlı şeker ve bir baş okşayışla dünyanın yönünü iyiliğe çeviriyor… Hacı Bayram-ı Veli Camii’nden kuşlar İmam Bakır Köyü’ne doğru havalanıyor. O gün orada bir sürü derslerden bir ders çocuklar üzerinden geliyor… Çocuklar, selam ve şekerler dersin adı. Annem ve selam… Annemin hep unuttuğu hayattan, arda kalan birkaç anıdan biri de mahallelerindeki ‘Mütevellile68 Allah ‘SelÂm’dır… rin dede’nin gelip geçerken kendi dar, dik yokuşlu sokaklarında çocukları, onların arasında annemi de ‘Selam’laması, başlarını okşaması… ‘Sıraya girerdik başlarımızı okşasın’ diye anlatır annem… Çocuk kalbi bir ‘Selam’, bir baş okşayışı seksen küsur yıl unutmaz mı… Unutmuyor işte… Anlatır halâ annem… Hasılı… Allah, bizi etrafımızı saran çocuklarla sınarken, hayata var olduğundan bu yana hep kırık aynalarla bakmış insanların hep parçalı, hep kırık görüntüleri, çocukları hep mahzun bırakırken, çocuklar sadece, bir baş okşayış, bir kağıtlı şeker ve bir selamla bütünlenebilmeyi beceriyor… Çok esirgeyen Rabb’den onlara bir de sözlü “Selam” (vardır).” (Yasin, 58) Çocuk kalbi… Şimdilerde de kim bilir hangi göğün altında, kim bilir kaç insan hâlâ çocuklara, hayatın yeşeren dallarına ‘Selam’ı öğretmekte ve öğütlemektedir… İnsan ilişkilerinin ilk sözü, ilk köprüsü, ilk kemendi diye… Efendimizin (s.a.s.) hâli, tavrı, öğüdü diye… İslam’ın gülen yüzü, hayrın başı diye… Çocuklar, ‘Selam’ vermeye en layık temiz kalplerdir ve çocuk kalbi unutmaz, unutmayınız… Çocuk kalbinin mürekkebi hiç çıkmayan derin yazıların yazıcısıdır, hatırlayınız… Efendimiz (s.a.s.), çocuklara ‘Selam’ verirdi… O verirdi diye ‘Selam’ vermek… 69 S E L A M YA Z I L A R I Enes (r.a.) şöyle buyuruyor: “Resulullah (bir gün) oynamakta olan çocukların yanından geçti de onlara selam verdi”. (Buharî, “İsti’zan” 15, Tirmîzi “İsti’zan” 8) “(Bir gün) Resulullah yanımıza geldi. Ben (o gün) çocuklar arasında (oynayan) bir çocuktum. Bize selam verdi, sonra elimi tuttu, benimle bir haber gönderdi. Ben kendisine dönünceye kadar duvarın gölgesinde oturdu. (Ebu Davud, “Edeb” 135,136) Hz. Enes’in (r.a.) anlattığına göre, kendisi bir grup çocuğa uğrar ve onlara selam verir. Yanındakilere de şu açıklamayı yapardı; “Resulullah böyle yapardı!” (Buhari, “İsti’zan” 14) ‘Selam’ın anahtar cümlesi ‘Çocuklara Selam’dır. Efendimiz (s.a.s.) örnektir… Ne güzel örnektir… Çocuklara ‘Selam’ veren, merhamet ve tevazunun en güzel örneklerini sergileyen Efendimiz (s.a.s.) yapardı diye yapmak… O çocuklara ‘Selam’ verirdi diye ‘Selam’ vermek… Onun izinden gitmek… Ne güzel bir erdemdir… Selam sevgidir… En çok da çocuklar için… Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; İman etmeden Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi sevece70 Allah ‘SelÂm’dır… ğiniz bir işi göstereyim mi? Selamı aranızda yaygınlaştırınız.” (Müslim, “İman” 17; Ebû Dâvûd, “Edeb” 27) Sevgisizlik büyük küçük, uzak yakın akraba, komşu, eş dost hepimizin ayaklarına batırılmış bir iğne olarak yerinde durmakta. Sevginin kanat gerdiği yürekler hizaya çekilirken, insanlar internette, sosyal medyada yalnızlığın dibini bulurken, yanındakini görmektir ‘Selam’… Otobüste yolculuk yaptığın, aynı mahallede komşu olduğun, alışverişte karşılaştığın insanları fark etmektir. Gönül alıp vermektir... Kalplerin sağ yanına sol tarafındaki sızıyı anlatmaktır… Pek çok laf kalabalığının kestirmeden tercümesidir. Sevginin girizgahı, özeti, tercümesidir ‘Selam’… Çocuklarsa sevgisizlikten kırıldığımız bu hayatta, kaç yaşında olurlarsa olsunlar, sevilmeye en muhtaç, en layık hâlleriyle ‘Selam’ı en çok hak edenlerdir… Selam yaygınlaştırılmalıdır… Öyleyse çocuklardan başlanmalıdır… Ayrılıkların, kırgınlıkların, kızgınlıkların, yoksullukların ve yoksunlukların en iyi ilacının ‘Selam’ olduğunu tecrübe etmiştir hayat. Hayrı dilemenin, barış ve kardeşliğin, iyilik temennilerinin ve göklerin tuttuğu sırrın tercümesidir ‘Selam’… Kardeşlik sekinetinin kalplerdeki izdüşümüdür… Dünya barış ve kardeşliğe susamışken ‘Selam’ ilk iş olarak yaygınlaştırılmalıdır… İlk işin ilk adımı olarak da çocuklardan başlanmalıdır… Çocuklar en çok önemsendiklerinde büyürler… 71 S E L A M YA Z I L A R I Selam onları önemsemektir… Çocuk kalbinin en derin ve pamuk köşelerinde yatan hep ama hep önemsenme isteğidir. Onlar pek kimse bilmese de önemsenerek/ önemsenirlerse büyürler. Yaşam telaşı aralığında onları görmezseniz, kapı önlerinde, yol kenarlarında, karşıdan karşıya geçerken, merdiven çıkarken ya da… Öylesine zamanlarda, öylesine yerlerde işte. Mühim olmayan zamanlar, mühim olmayan yerlerde, kenar köşe ya da ansızın önünüzde… Çıktıklarında karşınıza çocuklar… Selam verin onlara. Başlarını okşayın olursa… Selam verin onlara. Önemseyin… Ki büyüsünler… Selam, çocuklara İslam ahlakını öğretmektir. ‘Selam’ tevazudur. ‘Selam’ her daim böbürlenmeye meyyal nefsin burnunun kırılmasıdır, ‘Selam’, dünyayı iyilikle yuğup arıtmaktır. ‘Selam’ insanları sevmektir. Yaradan’dan ötürü yaradılanı hoşgörebilme yetisinin dışa vurumudur… ‘Selam’, Allah adına verilmiş ve alınmış gönüldür… ‘Selam’ İslam ahlakının temel taşı, elifbası’dır… Çocuklar için İslam ahlakının öğretilmesinde baş tacıdır… Daha ne olsun… ‘Selam’ı çocuklara öğretiniz… Çocuklara İslam ahlakını öğretiniz… Çocuklara selam veriniz… En başta kendi çocuklarınıza… Abdullah İbn Amr İbn Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e; 72 Allah ‘SelÂm’dır… – İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem; “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu. (Buhârî, “Îmân” 20; “İsti‘zân” 9, 19; Müslim, “Îmân” 63, Ayrıca bk Ebû Dâvûd, “Edeb” 131; Nesâî, “Îmân” 12) Efendimiz (s.a.s.) tanıdık, tanımadık herkese ‘Selam’ vermeyi öğütlerken ve bunu da İslam’ın en hayırlı özelliği olarak anlatırken, her gün kaç komşuya, kaç mahalleliye, markette, manavda, fırında, yolda karşılaşılan, gözün bir yerlerden ısırdığı kaç uzaktan tanıdığa, kaç işyerinden arkadaşa, akrabaya, dosta selam verdiğini düşünmeli herkes. Hatta, yolda, vapurda, otobüste, asansör önünde tanımadığı kaç kişiye ‘Selam’ verdiğinin de hesabını vermeli insan kendine. Tüm bu kendini hesaba çekmelerin önüne de evin içi konulmalı. Evde kapıyı açanlar, terliği çevirenler, sofrayı kuranlar, koltukta, kanepede yanına oturanlar, aynı sofrayı, aynı kaderi paylaşanlar… ‘Selam’ aileden başlamalı. ‘Selam’ ailede de en evvel çocuklardan başlamalı. Allah’ın selamı önce onlara verilmeli, tanıdık, tanımadık herkese ‘Selam’ vermeyi ve ‘Selam’ı yaygınlaştırmayı öğütleyen Efendimizin (s.a.s.) öğüdü diye… 73 İnanan kişi, çok fazla seçici davranmadan, tanıdıklarına selâm verdiği gibi tanımadıklarına da selâm vererek yaşadığı toplumda nice gönüller kazanmayı tercih etmelidir. SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR Dr. Abdurrahman Candan Din İşleri Yüksek Kurul Uzmanı Selâmlaşma, asırlardan beri değiştirilmeden uygulanan dini sembollerden biridir. Müslümanların bulunduğu her yerde aynı şekilde verilen selâm, sevgi belirtisi ve esenlik temennisinin en yalın hâlidir. Çok sade, içten, tertemiz bir kardeşlik ifadesidir. Muhataba hürmet göstermenin, emniyet, sükûnet ve güvenli bir hayat dilemenin en özlü ifadesidir. Toplum içinde muhabbet, ülfet ve dayanışmayı temin edebilen en kuvvetli iletişim yollarından biridir. Tanış olmanın, barış içinde bulunmanın, sulh ve selâmeti yaşatmanın en kolay yollarından biridir. Selâmlaşanlar bir anlamda karşılıklı olarak “benden emin olabilirsin, benden sana zarar gelmeyecektir” demekle birlikte, nezaket, ilgi ve muhabbetlerini riyasız, samimi bir şekilde ifade ederler. 75 S E L A M YA Z I L A R I Selâm, Allah’ın isimlerinden biri, selâmlaşma da O’nun mübarek ismiyle hayır ve bereket temennisinde bulunmaktır. Selâm vermenin dayanağı İlahi Kelâm ve Allah Resûlü’nün uygulamalarıdır. Dolayısıyla selâm vermek, verilen selâmı almak dini sorumluluğun gereğidir. Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamberin sünnetinde, selâmın âdâbı ve nasıl uygulanacağı bildirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de, selâmın bir tanışma ve güven duyma aracı (Nur, 24/27), esenlik, rahmet ve güzelliğin işareti (Nur, 24/61) olduğu bildirilmiştir. Bunun yanında selâm vererek samimiyetini izhar eden şahsa, daha güzel duygularla karşılık vermenin ehemmiyeti vurgulanmıştır (Nur, 24/86). Efendimiz (s.a.s.), Mekke’den Medine’ye hicret ettiği ilk günden itibaren, yeni yeni filizlenen İslam toplumuna selâmı öğretti. Kabile kavgaları, güvensizlik ve düşmanlık şehri olan Yesrib’i huzur, güven, kardeşlik ve samimiyetin örnek şehrine dönüştürecek uygulamalara başladı. Abdullah b. Selâm’ın rivayetine göre Medine’yi teşrif ettiği ilk gün, kendisini coşkuyla karşılayan ashabına “Ey İnsanlar! Selâmı aranızda yaygınlaştırınız, yemek yediriniz, akrabalarla iyi ilişkiler kurun, insanlar uykuda iken namaz kılınız ki, selâmetle cennete giresiniz” (İbn Mace, “Et’ime”1) buyurdu. Böylece oluşturmak istediği örnek toplumun ilk üyeleri huzur, selâmet ve samimiyetin ilk dersini almış oldular. 76 SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR Allah Resülü, ileriki dönemlerde bununla yetinmeyip ashabından selâmı güzelleştirmelerini istemiştir. Onun öğretisinde selâmın en faziletli biçimi; “esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtühü”dür. Bazı rivâyetlerde ve “afvuhu” ilavesi de mevcuttur. Her kelimesine karşı sevap verilir. Resül-i Ekrem’in huzur-u saadetlerine bir sahabi gelir ve “esselâmü aleyküm,” der. Resül-i Ekrem “ve Aleyküm Selâm” dedikten sonra “on” der. Bir başkası gelir ve “esselâmu aleyküm ve rahmetullahi” der. Resül-i Ekrem cevabını verir ve “yirmi” der. Bir başkası gelir “esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu” der ve oturur. Resûl-i Ekrem, selâmını alır ve “otuz” der (Ebu Davud, “Edeb” 131,132). Bu şekilde sözcükler eklemek suretiyle riyasız, içtenlikle verilen her selâma ve iyi niyetli güzel sözlere karşılık mükafat verileceğini haber verir. Hz. Peygamber, muhatapların duyabileceği ve anlayabileceği bir şekilde selâm vermelerini isterdi. “Selâm vereceğin zaman sesini duyur. Çünkü bu Allah katındandır, güzellik ve mübarektir.” (Buhari, “Edebü’lMüfred” I,347) buyurdu. Şehirler, beldeler ezanların gür sadâsı ile bereketlendiği gibi, mü’minlerin karşılaşmaları, sohbetleri de Allah’ın bir emri ile şenlenecek ve güzelleşecektir. Ancak bu davranış, mü’minlere yakışır bir üslup ile olmalıdır. Uyuyan, dinlenen ve hastaların olduğu bir yerde rahatsızlık verilecek şekilde selâm verilmemelidir. Sessiz çalışma ortamlarında da aynı şekilde dikkatleri dağıtacak şekilde selâm verilmemelidir. Rahmet, bereket ve esenlik dileme anlamına gelen selâm huzursuzluk sebebi yapılmamalıdır. 77 S E L A M YA Z I L A R I Çünkü nezaket timsali Hz. Peygamber, “gece vakti selâm verirken uyuyan kimseleri uyandırmayacak kadar sadece uyanık olanların duyabileceği şekilde selâm vermeye özen göstermiştir.” (Müslim, “Eşribe”174) Onun bütün davranışları ölçülü ve ahenkli idi. Ümmetine de aynı şekilde rahmet, bereket ve huzur vesilesi olan bir davranışın, rahatsızlık ve kızgınlığa dönüştürmeden uygulanması yakışır. Allah Resülü kimlerin kimlere selâm vereceğini ve öncelikle selâm vermesi gerekenleri de ashabına öğretmişti. “Abdullah b. Amr’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre, bir adam Resûlullah’a, “İslâm’ın en hayırlı hâli hangisidir?” diye sorunca Hz. Peygamber “(Başkalarına) yemek yedirmen, tanıdığına tanımadığına selâm vermendir” (Buhari, “İman” 6) cevabını vermiştir. İnanan kişi, çok fazla seçici davranmadan, tanıdıklarına selâm verdiği gibi tanımadıklarına da selâm vererek yaşadığı toplumda nice gönüller kazanmayı tercih etmelidir. Bir hadisi-i şerifte, yaşı küçük olanın büyüğüne, bir binek üzerinde veya vasıta içinde hareket edenin yürüyene, yürüyenin veya ayakta olanın oturana, sayı bakımından az olanların çok olanlara selâm vermelerini tavsiye etmiştir (Müslim, “Selam” 1). Bunların dışında da Hz. Peygamber “Yürüyen iki şahıs karşılaştıklarında, önce selâm veren kişi daha faziletlidir” (Buhari, “Edebü’lMüfred” 1,344) buyurarak hayırda acele edenin daha fazla sevap kazanacağını belirtmiştir. Sahabe-i Kiramdan Ebu’d-Derda, Hz. Peygambere; – Ey Allah’ın Resûlü, karşılaştığımızda hangimiz öncelikle selâm vermeli? demiştir. O da; 78 SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR – “Allah’a en çok itaat eden selâm vermelidir” (Taberânî, Musnedu’s-Şamiyyîn, III, 138) cevabını vermiştir. Bu terbiye ile yetişen Hz. Ebu Bekir de “Hiç kimse selâm vermede seni geçmesin” tavsiyesinde bulunmuştur. Toplumun geleceği olan çocuklara selâm verilmesi de âdâbtandır. Daha küçük yaşlarında iletişimi, saygı ve hürmeti öğrenmeleri için aynen büyüklere verildiği gibi onlara da selâm verilmesi tavsiye edilen bir davranıştır. Enes (r.a.) küçük çocukların yanından geçerken onlara da selâm verir, “Allah Resulü’nün de böyle yaptığını” anlatırdı (Müslim, “Selam” 14). Allah Teâlâ’nın, “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm verin” (Nur, 24/61) emri doğrultusunda çeşitli münasebetlerle gidilen ev ehline selâm verilmesi güzel davranışlardır. Yabancı bir eve girilirken selâm verildiği gibi müminlerin kendi evlerine girerken de ahâliye selâm vermeyi ihmal etmemeleri gerekir. Hz. Peygamber, müminlerin evlerine duayla girmeleri ve ardından selâm vermeleri gerektiğini önemle vurgulamıştır. Bu anlamda yanında büyüyüp yetişen Hz. Enes’e, “Yavrum! Ailenin yanına girdiğin zaman selâm ver. Bu, senin ve ailen için bereket olur” (Tirmizi, “İsti’zan ve Âdab” 10) şeklinde tavsiyede bulunmuştur. Hz. Peygamber, bir eve selâm verildikten sonra kapıda beklemenin de âdâbının olduğunu davranışlarıyla öğretmiştir. Sahabeden Abdullah anlatıyor: “Allah Resûlü, birinin kapısına geldiği zaman kapının tam karşısında durmazdı. Sağa ya da sola çekilirdi ve 79 S E L A M YA Z I L A R I ‘es-Selâmü aleyküm, es-selâmü aleyküm’ derdi.” (Ebu Davud, “Edeb” 127-128) Müslümanın her davranışı nezaket kuralları içinde belirli bir âdâb içinde olmalıdır. Rahmet, zahmete; nimet nikmete dönüştürülmemelidir. Aynı hikmete matuf olarak Hz. Peygamber, kendisini ziyarete gelenlerin de doğrudan içeri girmeden önce haber verme anlamında, sesli selâm vererek izin istemelerini talep etmiştir (Tirmizi, “İsti’zan ve Âdâb” 18). Selâmlaşma, güzel bir davranış modeli ve Müslümanların özelliğidir. Tanışıp kaynaşmayı sağladığı gibi Allah katında mükafat elde etmeye de vesile olur. Bundan dolayı da sık görüşmelerde selâm vermenin ihmal edilmemesi tavsiye edilmiştir: “Biriniz kardeşiyle karşılaştığı zaman ona selâm versin. Eğer aralarına bir ağaç, duvar veya büyükçe bir taş girer de onları ayırırsa karşılaştıklarında yine selâm versinler (Ebu Davud, “Edeb” 134-135). Bunun önemini fark eden sahabiler konuyu önemsemişlerdir. Hatta Abdullah b. Ömer’in, alışveriş niyeti olmaksızın, karşılaştığı insanlara selâm vermek için çarşı pazara çıktığı nakledilmiştir (Muvatta, “Selam” 4). Topluluğa selâm verilirken, belirli bir kimseye yönelerek selâm vermekten kaçınılması gerekir. Beraber bulunanlara selâm verildikten sonra arzu edilen şahsa gidilip ayrıca selâm verilebilir. Ancak hazır bulunanlar görmezden gelinip sadece bir kişi kast edilerek selâm vermek âdâba uygun düşmez. Selâmın gayesi insanlar arasında ülfet ve kaynaşmayı sağlamak iken sadece belirli şahısların selâmlanması bir dışlanmışlık, ayrımcılık havası oluşturabileceği için kaçınmak gerekir. 80 SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR Kalabalık bir topluluğa varıldığı zaman herkesin duyabileceği şekilde selâm verilmesi de âdâptandır. Enes (r.a.), Allah Resulü’nün bu tavrını şöyle anlatmaktadır: “Hz. Peygamber (kalabalık) bir topluluğa gittiği zaman üç kez selâm verirdi.” (Buhari, “İlim” 30) Kişi, bütün topluluk tarafından bilinen, beklenen bir şahıs olduğu takdirde selâmının herkes tarafından duyulacak şekilde olması gerekir. Ancak büyük bir topluluğa birey olarak katılan kişinin aynı davranışı sergilemesi de beklenmemelidir. Uzakta bulunan dostlara, yakınlara selâm göndermek de Peygamber Efendimizin öğrettiği selâm âdâbındandır. Rivayet edildiğine göre bir zat Hz. Peygambere varıp “babamın sana selâmı var” deyince, O da “Aleyke ve alâ ebike’s-selâm (Selâm senin ve babanın üzerine üzerine olsun) diyerek selâmı alır.” (Ebu Davud “Edeb” 153-154) Hz. Peygamber elçinin ardından da gönderenin selâmını memnuniyetle alarak, uzakta da olsa gönüldaşlarıyla iletişim kurar. Hakikatte bu davranış, güzel bir duygu ve samimi bir gönül bağı oluşturma ameliyesidir. Selâm göndermek, gönül birliğinin bir kanıtı olduğu gibi aynı zamanda bir memnuniyet ve iştiyakın da habercisidir. Uzaklarda bulunan bir zata, hatırlandığını, gönüllerde yer ettiğini bildirmektir. Mü’minlerin karşılaşmalarının selâm ile olması güzel olduğu gibi ayrılışlarının da selâm ile olması ayrı bir güzelliktir. Mü’min her anını hayırla donatmakla görevlidir. Her fırsatı değerlendirecek, güzellikleri her anına yayacaktır. Bir güzellikle yetinmeden meclisin başını, sonunu hayırla doldurmak mümine yakışan en 81 S E L A M YA Z I L A R I güzel tavırdır. Hz. Nebi, “Konuşmadan önce selâm veriniz” (Tirmizi, “İsti’zan ve Âdâb” 11) buyurduğu gibi, “Sizden biriniz bir toplantı yerine vardığında oraya selâm versin ve oturmak gerekiyorsa oraya otursun. Daha sonra kalktığında yine selâm verip ayrılsın çünkü önceki sonrakinden çok gerekli değildir.” (Tirmizi, “İsti’zan ve Âdâb” 15) buyurmuştur. Böylece mü’minler, kardeşlerinin gıyabında da emanet, samimiyet ve kardeşlik dileğini tekrar etmiş olurlar. Toplum içinde dargın duran, konuşmayanların tekrar birbirlerini affetmeleri, konuşmaları ve kaynaşabilmeleri için başvurabilecekleri en kolay araç selâmlaşmadır. “Allah’a en yakın kimseler selâma ilk başlayanlardır.” (Ebu Davud, “Edeb” 132,133) hadisi gereğince dargın olan mü’minlerin, ilk selâm veren olma gayreti içinde olmaları gerekir. İmam Nevevî de buna paralel olarak, dargın olanların, Allah katında bu mükâfatı elde edebilmek için yarış halinde olmaları gerektiğini belirtmiştir (Nevevi, el-Ezkâr, s.244). Âlimler, bazı durumlarda da selâm verilmesinin uygun olmadığını belirtmişlerdir. Buna göre Kur’an okuyan, hutbe okuyan, hutbeyi dinleyen, yemek yiyen, uyuyan, istirahate çekilen, def-i hacet yapan, namaz kılan, çok önemli işlerin başında bulunanlara selâm verilmeyeceği belirtilmiştir. Bunun yanında sözlü selâm yerine işaretle selâm vermenin de Müslümanların âdâbına yakışmayacağı belirtilmiştir. Normal bir şekilde selâm verene “aleyküm” “aleyk” şeklinde kısaltarak, baştan savarcasına, memnuniyetsizliği ifade eden bir tarzda da cevap vermek selâm âdâbına yakışmayan bir tavırdır. 82 SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR Selâmlaşma Müslümanların iftihar duyması gereken güzel bir davranıştır. Hz. Peygamber, “Yahudiler sizin selâm ve âmin demenize haset ettikleri gibi hiçbir şeye haset etmemişlerdir” hadisiyle selâmlaşmanın İslam ümmetine bahşedilmiş bir lütuf olduğuna işaret etmektedir. Selâmı ihya etmek, canlı tutmak, toplumsal bir sembol yapmak bütün mü’minlerin görevidir. İlk karşılaşmalarda, ayrılışlarda, dost meclislerinin girişinde, sevgili çocuklarla karşılaşmalarda, ev ahalisi ile buluşma ve ayrılmalarda Allah’ın selâm adını zikretme, birçok faydasının yanında aidiyeti ifade etmenin en sade hâlidir. İftihar aracıdır. Kabuldür. Sesleniştir. Kimlik vurgusudur. 83 Selam ve aleyk: Birbirini bütünleyen ikizler... Cevher ve öz; çelik ve su. Islak bir süzülüş tebessüm dolu dudaklardan... Kıyamda bir âyet kaidede bir tahiyyat... Bir arkası yarın... Küçük büyüğe, geçen durana; süvari piyadeye, piyade oturana, az çoğa...” SELAM OLSUN… Dr. Ömer MENEKŞE “Selam: bir aynada iki görüntü, hem suret hem gerçek... bir beden de iki yürek gibi, hem nazenin hem çiçek … Bir ılık tebessüm, belki bir süzgün gamze gibi, eritir yığınla kötülükleri ve kinleri” (İskender PALA) Bütün kusurlardan sâlim ve herkes için selamet kaynağı olan, es-Selam’a hamd ve sena olsun… Salât ve selam, tahiyyat ü ikram, her türlü ihtiram Efendimiz (s.a.s)’e, O’nun âl ve ashabına ve tüm ehlibeytine olsun… Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerimize olsun… Evvela selam, sonra kelam…Tabi ki kutlu kelam, selam… Esenliktir selam, kişide güven hissini uyandıran… Emniyettir selam, bir bakıma karşıdaki muhataba 85 S E L A M YA Z I L A R I benden emin olabilirsin mesajıyla sunulan... Rahatlıktır öte yandan, zira potansiyel hasmını hısımlaştıran… Barıştır, huzurdur selam… Selim, salim, selamet, teslim, Müslüman ve İslam…. Hep aynı kökten hep aynı çiçekten. Ilgıt ılgıt rüzgar, ışık ışık tebessüm, birleştirici bir iksirdir Kutlu Nebi’nin dilinde en güzel ifadesini bulan: “Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi: Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, “İman”, 93; Ebu Davud, “Edeb”, 131; İbn Mâce, “Mukaddime”, 6; “Edeb”, 11) Dünyada müminlere dua, ahirette daru’s-selama çağrıdır Selam… Yapılan güzel işler neticesinde mükafat olarak takdim edilecek nimetlerin hepsinin kapısının anahtarıdır selam. “Orada boş söz işitmezler. Yalnızca (meleklerin) “selâm!” (deyişini) işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da vardır.” (Meryem, 19/62) Selam bir gülümseyiş, selam bir bakış, selam bir merhabadır; Selam tam vaktinde bir gönül alma, ta yürekten bir teşekkürdür. Selam bir umman; sevgi saklar derinliklerinde. Selam içten bir tebessüm, kalbî bir yakınlıktır. Bir selam ile seven sevilen arasında kurar en güzel köprüleri, sevginin temelini, sevenlerin vazifelerini tebessümleri ile tamamlar yüreklerde. Sevilmeyi bekleyenlere rahmet ve berekettir selam… 86 SELAM OLSUN… Bir selam gelir ta uzaklardan… Bir yorgun yürek kımıldar usulca… Bir anne heyecanındadır gurbetten gelecek bir evlat selamının… Bir yar bekleyişindedir sevdiğinin selamının… Gelen selamla dirilir hayalleri… Selamı yaymak sevginin sebebi... Selamdan sonra dikenler gül açar, bir selamdan sonra bütün ayrık otları yasemin olur. Gözler selamlaşır bir sevda iner yüreklere, eller selamlaşır ilk dokunmanın tadı yayılır tüm bedene ve sevgi yayılır bir selamla bütün topluma… Bir dua saflığında yayılır güzellikler dimağlara bir selam ile birlikte ve bir barış çubuğu ilk kıvılcımını o vakit süzer taşlaşan yüreklerden. “Selam ve aleyk: Birbirini bütünleyen ikizler... Cevher ve öz; çelik ve su. Islak bir süzülüş tebessüm dolu dudaklardan... Kıyamda bir âyet kaidede bir tahiyyat... Bir arkası yarın... Küçük büyüğe, geçen durana; süvari piyadeye, piyade oturana, az çoğa...” Biliriz ki, selamların en güzeli ile başlar ve selam ile sona erer bütün mektuplar. Heyhat!.. Şimdilerde ne selamlar ile rahmet dilediğimiz dualarımız, ne de satırlarında sevgi çiçekleri açan mektuplarımız kaldı. Aynı apartmanda oturanlar, aynı işyerinde hatta aynı ofiste çalışanlar birbirlerine selamı sabahı keser oldu… 87 S E L A M YA Z I L A R I Hâlbuki selam ahde vefadır. Bir sıcak tebessümü buyur etmektir en soğuk yalnızlıklara… Bir yetimin yüreğine usulca dokunmaktır… Yıkık dertlerin dermanıdır bazen selam… Umuda el uzatmış gözü yaşlı kimselerin tesellisidir. Selam unutulmuşların hazinesidir. Kutadgu Bilig “Selamı veren eman verir; selamı alan selamette olur” der ve “garibe bir selam, bir altın yerine geçer” diye ilave eder. Aşık Yunus ise şöyle der: “Bu dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua Kılanlara selam olsun Ecel büke belimizi Söyletmeye dilimizi Hasta iken halimizi Soranlara selam olsun.” Gelirken değil giderken, dönülmez akşamın ufkunda vermiş en seçkin selamını o... Selamda süreklilik hem barışta hem güzellikte hem de sevgide sürekliliktir. Hani dua ederiz, dünyada bütün hastalara, bütün düşkünlere, bütün yalnızlara ve muhtaçlara …Çaresizlere çare, kimsesizlere kimse ol ya Rabbi diye ve selam veririz selama muhtaçlara bir selamdan sonra… Dilimizden selâm, gönlümüzden sevgi eksilmesin… 88 “Selam: bir aynada iki görüntü, hem suret hem gerçek... bir beden de iki yürek gibi, hem nazenin hem çiçek … Bir ılık tebessüm, belki bir süzgün gamze gibi, eritir yığınla kötülükleri ve kinleri” İskender PALA ESENLİK DİNİNİN EN BÜYÜK KAPISINDA ESENLİK TEMENNİSİ Serpil Doğan Mutlu Kemale eren dinin, İslam’ın anlamıdır “esenlik;” karanlıkla mücadele sonunda vaad edilen “esenlik.” Hikmet-i Hüda’dandır ki, İslam’ın, dünya hayatı için sunduğu en büyük imkanlardan biri “selamlaşmadır;” yani mahlukatın birbirine esenlik dilemesi, birbirinin esenliği için dua etmesi, birbirinden esenlik ummasıdır. Bir bakıma, büyük esenliğe (yani İslam’a) ulaşmak için atılan ilk adım: Esenlik temennisi (yani selam). Peki, yaratılışla başlayıp bize miras bırakılana kadar, bu büyük esenlik mücadelesinde insanoğlu hangi tecrübeleri edindi, hangi yollarda yürüdü; kimin için, ne zaman gözyaşı döktü; o gözyaşları hangi denize döküldü, hangi rüzgar hangi ah’larla cem’oldu, güneş hangi tebessümleri gördü?.. Kur’an-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin bize verdiği haberleri bir kez daha hatırlayalım: Nuh Aleyhisselam, Tufan’dan önce oğlunu gemiye bindirmek istemiş, o ise dağlara sığınarak bu fela91 S E L A M YA Z I L A R I ketten kurtulacağını düşünmüştü. Tufan dünyayı yuttuktan sonra Nuh Aleyhisselam, oğlu için bu kez af dilemiş, Cenab-ı Allah; “O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir” (Hud, 11/46) buyurarak bu dileği reddetmişti. İnsanlık, Nuh (a.s.)’ın diğer oğulları, diğer mahlûkat da o gemideki diğer canlılardan türemişti. Nuh Tufanı’ndan sonra biiznillah yeryüzünü şereflendiren ve şekillendiren İbrahim Aleyhisselam, ilk savaşını babasına karşı vermiş, putlarla olan ilk hesaplaşmasını onun dairesinde yapmıştı. Nemrut’un ateşinde dimdik durduktan sonra hicrete karar verince yanında bir tek karısı Hz. Sare’yi bulmuştu. Hz. Sare, çocuğu olmadığı ve İbrahim Aleyhisselam’ın neslinden endişe ettiği için, cariyesi Hz. Hacer’i onunla nikahlamıştı. Hz. Hacer’in oğlu İsmail Aleyhisselam da, Hz. Sare’nin oğlu İshak Aleyhisselam da, Cenab-ı Allah’ın insanoğluna bağışladığı büyük tecrübeleri bizlere aktaran nesillerin ataları olmuştu. Hak ile batıl mücadelesinin en çetin cephelerinden birine kumanda eden Musa Aleyhisselam ise henüz bebekken annesinden ayrılmış, Firavun’un sarayına yetişmek üzere Cenab-ı Allah tarafından oraya ulaştırılmıştı. Kimseden süt emmeyince, yine Cenab-ı Allah’ın kudretiyle annesine ve onun sütüne kavuşmuştu. Firavun’un karısı Hz. Asiye ise Musa Aleyhisselam’ın ikinci annesi olmuştu. Gün gelip Musa Aleyhisselam yurdunu terk ettiğinde, çobanlık bedeli karşılığında – Şuayb Aleyhisselam’ın kızı ileevlenmişti. Risalet vazifesi de zevcesi yanında olduğu halde Mısır’a dönerken kendisine verilmişti. Cenab-ı 92 ESENLİK DİNİNİN EN BÜYÜK KAPISINDA ESENLİK TEMENNİSİ Allah’tan, bu vazifeyi yerine getirirken bir yardımcı isteyen Musa Aleyhisselam “Bana ehlimden bir vezir ver” demiş ve -Kur’anî ifadeyle- kardeşi Harun Aleyhisselam ile “desteklenmişti.” (Tâhâ, 20/29) İnsanoğlunun seçkin ailelerinden kılınmış İmran ailesine mensup Hz. Meryem, oğlu İsa Aleyhis­ selam’a hamile kaldığında şüphesiz dünya imtihanlarından en büyüklerinden biriyle karşı karşıya kalmış, doğum sancıları başlayınca; “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim” (Meryem, 19/23) demişti. İsa Aleyhisselam’ın hâli ise, babası Âdem Aleyhisselam gibiydi ve babasız dünyaya geldi. Henüz beşikteyken Cenab-ı Allah’ın mucizesiyle dile gelen İsa Aleyhisselam’ın ilk sözleri ise şuydu: “Ben şüphesiz Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, dirileceğim gün de, bana selam olsun.” (Meryem, 19/30-33) Efendiler Efendisi, Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) ise dünyaya yetim olarak gözlerini açmıştı. Baba şefkatinin özlemiyle, dedesi Abdülmuttalib’in hanesinde aile sıcaklığını bulmuştu. Fahr-i Kâinat’ın süt annesi Hz. Halime’ye, Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz “annemden sonra annem” demişti. Hz. Amine’nin vefatıyla bu kez öksüz kalan Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz, dedesi Abdülmuttalib’in de ölüm döşeğine varmasıyla daha büyük bir aile imtihanından geçmişti. İlk gençliğinden risalet vazifesini 93 S E L A M YA Z I L A R I aldığı ilk yıllarına kadar amcası Ebu Talib’in himayesinde bulunan Resul-ü Ekrem (s.a.s.) efendimiz, Ebu Talib’in karısı Fatma binti Esed Radıyallahu Anha’ya da “ikinci annem” (Taberânî, “Mucemü’l-Kebîr, 24/351) demişti. Nur Dağı’nın Hira Mağarası’ndan evine ağır bir yükle döndüğünde tek sığınak olarak karısı Hz. Hatice Radıyallahu Anha’yı bulmuş, “beni örtünüz” diyerek yardım istediği ilk insan da, resullük vazifesiyle ilk tebliğde bulunduğu ve kendisiyle namaz kılan ilk insan da o olmuştu. Cenab-ı Allah’ın bizleri şereflendirdiği İslam’ı bize ulaştırmak için verdiği büyük savaşta en büyük düşmanlarından biri, Kur’an-ı Kerim’in de aşağıladığı öz amcası Ebu Leheb’ti. Yine o savaşta en büyük kumandanları arasında amcası Hz. Hamza ile amcasının oğlu Hz. Ali Radıyallahu Anhüma efendilerimiz vardı. Hayatının en zorlu dönemlerinden birini, karısı Hz. Ayşe Radıyallahu Anha’ya takdir edilen bir hadiseyle yaşadı. Veda Hutbesi’ni irad ederken ilkin amcası ve amcasının oğluna tatbik ettiği yasaklardan ve mirastan ve zinadan ve ev haliyle kadınların haklarından bahsetmişti. Ömründe beş kez, beş ayrı evlat acısıyla karşılaşan Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin nesli, kızı Fatma Radıyallahu Anha annemizden devam etti ve o aile “Ehl-i Beyt” olarak İslam ümmetine imam kılındı. “Ulu’l-Azm” olarak zikredilen peygamberlerimizden gelen bu haberlerin hepsinin ortak bir noktası var: Aile. İslam’ın, bir büyük insanlık macerasının yekûnu olarak bugün bizlere ulaşmasında aile hep kilit bir vazifede. Diğer peygamberler gibi, Ulu’l-Azm peygam94 ESENLİK DİNİNİN EN BÜYÜK KAPISINDA ESENLİK TEMENNİSİ berlerin de en büyük imtihanları, en büyük mükafaatları, en büyük kederleri, en büyük sevinçleri hep aile ilişkileri içinde gerçekleşmiş. Karanlık, ailede son bulmuş; esenlik, yayılmaya aileden başlamış. Şüphesiz, Kur’an-ı Kerim’in ya da hadis-i şeriflerin hiçbir cümlesi ya da kelimesi ya da harfi ayrıntı değildir. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler aracılığıyla şereflendiğimiz bu haberlerde aileye bu kadar atıf yapılması, kıssalarda mutlaka aile efradının zikredilmesi, hayat ve hakikate dair yol arayan bizler için ne büyük nimettir. Bizler ki, Nuh’a, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Musa’ya, Harun’a ve İsa’ya “babamız” diyerek, Sare’ye, Hacer’e, Asiye’ye, Meryem’e, Hatice’ye, Ayşe’ye, Fatma’ya “annemiz” diyerek selam ediyoruz, “Aleyhimüsselam.” Efendimiz Hz. Muhammed’e, yaratılmışların efendisi olarak adı her anıldığında selam ediyoruz, “Sallallahu Aleyhi ve Sellem.” Esenlik dininin atalarına ve analarına hep esenlik diliyoruz. O halde, bizi kendi ana-babalarımızla da, eş ve kardeşlerimizle de, çoluk çocuğumuzla da selamlaşmaktan ne alıkoyabilir! Dünya hayatında aradığımız, özlediğimiz, umduğumuz ne varsa hepsinin bidayetinde yer alan şey Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerle haber verilmişken bundan nasıl geri durabiliriz? İslam’ın, sadece bizden öncekilere değil, bugüne, bize, tam da bizim yaşadığımız güne de seslendiğini unutarak; bize aktardığı insanlık tecrübelerinin sadece bazı kıssalardan ibaret olduğunu düşünerek hayatımızı ne kadar bereketlendirebiliriz! Allah esirgesin. 95 S E L A M YA Z I L A R I “Ey oğulcuğum, ailene girdiğinde selam ver ki, selamın hem senin üzerine hem de aile halkına bereket olsun” (Tirmizî, “Sünen, İsti’zân” 10) diyen Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin sadece Enes Radıyallahu Anh efendimize değil, bize de seslendiğini unutmayalım. Ve o halde, buyurun esenlik dininin en büyük kapısından esenlik temennisiyle girelim, o kapıyı o anahtarla açalım: Ailemizle selamlaşalım. 96