AHLAKÎ YOZLAŞMA Hazırlayan: Özcan GÖKÇEBAY 1- Ahlak: İnsanın iyi veya kötü olarak nitelenmesine yol açan davranışlar bütünü şeklinde tanımlayabileceğimiz ahlak, kişinin davranışlarının kaynağı ve itici gücüdür. Bu anlamda ahlak, insanın işlediği fiil ve davranışlardan (amel) daha çok o davranışlarının kaynağı olan, onları meydana getiren manevi kabiliyetler veya yetkinlikler bütününü ifade eder. Bir başka deyişle ahlaki fiiller, ahlakın kendisi olmayıp onun bir sonucu ve dışa yansımasıdır. Ahlak sadece iyi huylar ve kabiliyetler anlamına gelmez. İyi ve kötü davranışların hepsi bu kavrama dahildir. Buna göre ahlaksız insan yoktur, iyi ahlaklı veya kötü ahlaklı insan vardır. Ahlak kavramının kullanımı böyle olsa da toplumumuzda yaygın olan kullanıma göre ahlak kelimesi, iyi güzel huyları çağrıştırmakta, bunun tersi de “ahlaksız” kelimesiyle ifade edilmektedir. Ahlak, insanda gelip geçici bir hal olmayıp onun manevi yapısında yerleşen, bir meleke halini olan kabiliyetler bütünüdür. Ahlak sayesinde insan, düşünüp taşınmaya gerek duymaksızın ve zorlanmadan, görevi olduğuna inandığı işleri rahatlıkla ve memnuniyetle yapmaya yönelmektedir. Ahlakın gelişip güçlenmesinde alışkanlıklar büyük önem taşır. Bundan dolayı ahlakî eğitim, yani kişinin ahlaka dair nazarî bilgiler yanında, çocukluktan itibaren iyi örneklerle yaşaması, iyilik yapmaya alıştırılması, gayri meşru arzularına karşı koymak suretiyle kendi kendini eğitmesi, nefsini ıslah etmesi gereklidir. İnsanın ahlâkî olgunluğa ulaşabilmesi büyük oranda iyi yetiştirilmesine ve kendisini iyi yetiştirmesine bağlıdır. Buradan anlaşılıyor ki bireyin, ailenin ve toplumun ahlaklı ve faziletli bir yapıya kavuşmaları için kişi hem kendisini hem de çoluk çocuğunu iyi yetiştirmelidir. 2- Ahlakın Kaynağı: Ahlakın kaynağının ne olduğu sorusu öteden beri cevaplanmaya çalışılmış, çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Dinin bugünkü modern hayatta yerinin olmadığını veya toplumu oluşturan kurumlardan biri olarak sınırlı bir işlev gördüğünü öne süren bazı gayri müslim düşünürler din dışı ahlak teorileri ortaya atmışlardır. Buna göre ahlakın yahut ahlakî ödevlerin kaynağı akıl, vicdan veya toplum olmalıdır. Allah katında tek din olan İslam ve onun temeli olan Kur’an-ı Kerim insanın kendisi ve diğer insanlarla ilişkilerinde belli düzenlemeler getirmiş, kusursuz bir ahlak sistemi oluşturmuştur. İnsanı görünür alemin yegâne mükellef ve sorumlu varlığı olarak tanıyan Kur’an-ı Kerim’e göre Allah insanı en mükemmel bir tabiatta yaratmış (et-Tîn, 95/4), ona kendi ruhundan üflemiştir(el-Hicr,15/29). Ancak insanın bu üstün ruhî cephesi yanında bir de topraktan yaratılan beşerî cephesi vardır. İşte insandaki bu ikilik onun ahlakî bakımdan çift kutuplu bir varlık olması sonucunu doğurmuştur. “Allah insana fücûrunu da takvasını da ilham etmiş.” Yani ona iyilik ve kötülüğün kaynakları olan kabiliyetleri birlikte vermiştir. Dolayısıyla “Nefsini temiz tutan kurtuluşa ermiş, onu kirletense hüsrana uğramıştır.” (eş-Şems, 91/9-10) İnsanın bu çift kutuplu tabiatı sebebiyle ahlakî tercihlerinde yanılabileceği Kur’an’da Yusuf (a.s.)’un dilinden şöyle belirtilmiştir: “(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”(Yusuf, 12/53) İslam’a göre ahlakın kaynağı dindir. İslam ahlakının özünü de Kur’an ve Sünnet oluşturur. Allah mükellef olan her müslümana şu buyruğunu bildirmiştir: “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab , 33/36) Ayetten anlaşılan şudur ki; kişinin ahlakî yapısını belirleyen, müslümanın davranışlarında izleyeceği ana ilkeleri koyan Kitab ve Sünnet’tir. Hz. Aişe (r.a) bir soru üzerine Hz. Peygamber(a.s.)’in ahlakının Kur’an olduğunu belirtmiştir. (Müslim, “Misafirin” ,139) Bu nedenle müslümanın ahlakı Kur’an ve Sünnetle başlar. Bu iki temel kaynak dini ve dünyevî hayatın genel çerçevesini çizmiş, amelî kurallarını belirlemiş, eksiksiz bir ahlak sistemi getirmiştir. İslam’ın getirmiş olduğu ahlak sisteminin gayesi fert ve toplum hayatının, maddî ve manevî açıdan sağlıklı, mutlu yürüyebilmesini sağlamak , ahiret hayatında da ebedî nimetlere ulaştırmaktır. Bundan dolayı Kur’an ve Sünnet’te güzel ahlak ve bunun ayrıntıları uzunca ele alınmış, bu davranışlar telkin edilmiştir. Kötü ahlak ise zararlı görülmüş ve yasaklanmıştır. Böylece fert ve toplum hayatı en güzel şekilde düzenlenmiştir. 3-İslam Ahlakının Nitelikleri: İslam ahlak sisteminin başlıca nitelikleri şöyle sıralanabilir: a- İnsanın manevî hayatını, fert ve toplum davranışlarını gözetleyip kollayan bir Allah inancı. b- İnsanın kendisini muhasebe ederek nefsi kontrol altına almayı hedefleyen bir irade eğitimi. c- Bütün insanlığa açık bir ümmet birliği ve kardeşlik ruhu. d- Evrensel anlamda hak, adalet, eşitlik gibi değerlere yöneliş. Hz. Muhammed (s.a.v.)’den önceki cahiliye toplumuna hakim olan koyu ve anlamsız putperestlik inancı yüksek bir ahlakın kurulmasına engeldi. Aslında bu durumu, inançsızlık ve batıl inanç buhranı yaşayan, manevî anlamda çöküşe uğrayan her topluma genellemek mümkündür. Birey ve toplumu düzenleyen ve huzurlu bir şekilde hayatın devamını sağlayan yüksek bir ahlak sistemi, ancak manevî boşluktan kurtulmuş olan, belli inançların kabul gördüğü bir toplumda kurulabilir. Başka bir deyişle sağlam bir ahlak anlayışının yerleşmesi için buna uygun sağlam bir altyapı gereklidir. İslam dini, insanda, dışarıya karşı kör bir mücadeleye girişmek yerine kendi nefsiyle hesaplaşma iradesini geliştirdi. İnsanın aşırılığının ve nefsani arzulara düşkünlüğünün karşısına insanın kendini dizginlemesi, tabiatında öfke ve şiddetten korunması anlamına gelen hilim ve şefkati koydu. Böylece Kur’an’ın “en büyük zulüm” (Lokman, 31/13)saydığı putperestlik ve şirkin yerine Allah inancı tesis edilmiş oldu. Böylece bireysel ve toplumsal anlamda üstünlüğün ölçüsü soy-sop anlayışı yerine Allah’a itaat (takva) olmuştur. İslam ahlakı, yukarıda belirtmeye çalıştığımız şekilde bir altyapı oluşturduktan sonra, Allah’ın bütün yaratıklarına karşı merhametli olmayı, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde dürüstlük ve güvenilirliği, sevgi ve fedakarlığı, samimiyet ve iyi niyeti, bütün bunların gerçekleşmesi için de kötü eğilimlerin bastırılmasını emretmektedir. İslamiyetin gerçekleştirdiği en büyük zihniyet değişikliği, asabiyet ve kabilecilik bağlarını kırarak insanları evrensel değerlere özellikle de bütün insanlığın kardeşliği bilincine yöneltmesidir. İslam ahlakının temel taşlarından birisi budur. Kur’an ve Sünnette insanların bu evrensel kardeşliği çokça vurgulanmıştır. İnsanların birbirleriyle yardımlaşmaları, iyi amel işlemeleri, dürüst davranmaları, yalnız Allah’a kulluk etmeleri, hak ve adalet çizgisinden ayrılmamaları, başkalarının hakkına göz dikmemeleri, kibir ve hased gibi kötü hasletlerden kaçınarak tevazu sahibi olmaları ve birçok erdemler Kur’an ve Sünnet’in önemle vurguladığı hususlardandır. Kur’an-ı Kerim ahlakı Hz.Peygamber (a.s.)’in şahsında örneklendirilmiştir. Rasûlüllah (a.s.)’ın “yüksek bir ahlak üzere olduğu”(Kalem, 14) belirtilmiştir. Ayrıca Peygamber Efendimiz (a.s.) “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.”buyurmuştur.(Muvatta, Hüsnü’l-Huluk/8) Ahlakî davranışların önemine binaen Rasûlüllah (s.a.v.), insanları Allah’a kulluk etmeye ve başka hiçbir ilah edinmemeye çağırırken ahlakî esaslara uymayı da öğütlemiştir. İslam tarihinde Akabe Biatları diye bilinen sözleşmelerde Peygamberimiz (a.s.) Medinelilerden şu şekilde söz almıştı: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız bir yalanla kimseye iftira etmemek, iyi işi işlemekte karşı gelmemek üzere bana biat ediniz. İçinizde sözünde duran olursa onun ecir ve mükafatı Allah’ın üzerinedir” (Buhari, İman/11). Kur’an-ı Kerim’de kadınların biatı ile ilgili olarak da şöyle buyruluyor: “Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasından bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse onların biatlarını al ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.”(Sâf/12) Burada açıkça görülmektedir ki gerek Kur’an ve gerekse Sünnette beyat edeceklerin uyacakları şartlar belirtilirken ağırlıklı olarak ahlakî hususlar öne çıkmaktadır. Yukarıda zikri geçen ve yapılmaması istenen fiiller kişinin kendisine ve başkalarına zararlı olan ve genel anlamda çirkin görülen davranışlardır. Beyat edecek olan kadınlardan bu hususlara uymaları istenerek öncelikle sağlam bir ahlakî kişilik oluşturmak amaçlanmıştır. İslam ilk geldiği toplumu çok kısa sürede baştan aşağıya değiştirerek dönüştürmüştür. Bu dönüşümde en büyük görevi yüklenen Hz. Peygamber (a.s.) Kur’an ahlakını canlı olarak kendi şahsında göstermiştir. Bunun sonucunda, aralarında her türlü azgınlığın ve kötülüğün mevcut olduğu putperest ve müşrik bir toplum, Kur’an-ı Kerim’in övgüsüne mazhar olan ve yaşadıkları dönem “mutluluk çağı” diye nitelenen bir toplum haline gelmiştir. Nitekim Mekke dönemindeki sıkıntılardan kurtulabilmek amacıyla Habeşistan’a hicret eden sahabilere, Habeş kralı niçin yurtlarını terk ettiklerini sorduğunda Hz. Ali’nin kardeşi Hz.Cafer şöyle cevap vermişti: “Ey hükümdar, biz cehalet içinde yaşayan bir millet idik. Putlara tapıyor, fuhuş yapıyorduk. Akraba ile münasebeti kesiyorduk. Komşuluk haklarına riayet etmiyorduk. Güçlü olanımız zayıf olanı eziyordu. Biz bu durumda iken Allah bize acıdı ve lutfederek içimizden birini peygamber olarak gönderdi. Soyu, iffet ve şerefi hepimizce bilinen birisi. O bizi Allah’a ibadete çağırıyor, atalarımızın tapınageldikleri ağaç ve taş parçalarını terk etmemizi söylüyordu. Bize, doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağlarına riayet etmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, kan dökmekten sakınmayı; fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara iftira etmekten uzak durmayı bildiriyordu. Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrediyor; namaza, sadaka ve iyiliğe, oruca davet ediyordu. Bizde ona inandık. Getirdiği dine uyduk. Onun haram dediğini haram helal dediğini helal bildik. Bundan dolayı içinde yaşadığımız toplum bize düşman kesildi. Bu sebeple ülkenize geldik.” (İbn Hişam, Siret, I/ 336) İşte İslam getirdiği ahlak esaslarıyla çöküş içerisinde olan bir toplumu böylesine düzeltmiş ve faziletli bir toplum haline getirmiştir. Ahlak ile iman arasında kopmaz bir bağlantı vardır. İman, ahlakın da temeli sayılabilir. Ahlak iman sayesinde yerleşip kökleşir. İmanın olgunluğu ahlakın güzelliği ile ilgilidir. Ahlakın iman ile münasebetini şu hadis-i şerifler çok güzel açıklamaktadır: “Hiçbiriniz kendisi için arzu ettiğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz” (Buhari, İman/7; Müslim, İman/7) “İman yönünden mü’minlerin en olgunu ahlakı en güzel olanlardır.” (Tirmizi, Rıda /11) Hadis-i şerifte iman etmiş olmanın koşulu olarak “kendisi için istediğini başkası için de istemenin” gösterilmesi kamil manada imana ulaşmak için üstün bir ahlaka sahip olmak gerektiğini ortaya koymaktadır. Yani iman etmiş olan kişi, güzel ahlaklı olmak durumundadır. Bu ikisi sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Buna göre bir mü’minin kötü ahlaklı olması düşünülemez. Eğer bunun tersi mümkünse bu durumda kişinin imanında bir problem mevcuttur. Müslümanın yapmakta olduğu ibadetler ile ahlakı arasında da sıkı bir ilişki mevcuttur. İbadetler, ferdi ahlakî olgunluğa eriştirir. Kur’an-ı Kerim’de namazla ilgili olarak “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut /45) buyrulmuştur. Bu ayette namaz ibadetinin hem kendisi hem de kişiye kazandırdığı güzel ahlak vurgulanmıştır. Namaz kılmakla bir mü’min, hem mükellefiyetini yerine getirmekte hem de bu sayede kötülükten uzak durmaktadır. Buna göre iman –ahlak- ibadet gibi hususlar birbiriyle bağlantılı durumlardır. Namaz kılan, ancak kötülük ve fenalıktan da uzak durmayan bir kimsenin ibadetteki gerçek anlamdan uzak olduğu anlaşılır. Bir anlamda böyle bir kimsenin ibadet- ahlak bağlantısı kopmuş sayılır. Yine zekatla ilgili olarak şöyle buyrulur: “Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe /103). Burada da zekat mükellefiyetinin malî bir ibadet olarak ahlakî getirileri üzerinde durulmuştur. Müslüman zengin bu ibadeti yerine getirmekle hem ihtiyaç sahibini sevindirmiş, hem de kendi nefsini arındırmış olmaktadır. Gönül hoşluğuyla verilen zekat veya sadaka, o kişide cimrilik, hased gibi kötü huyların bulunmasını engeller. Kısacası İslamiyet getirmiş olduğu ahlak sistemi ile birey ve toplumun hayatını düzenlemiş, ikili ilişkileri en güzel seviyeye yükseltmiş, insanlar arasında kötü duygu ve davranışların yetine hem fert hem de toplum açısından yararlı olan güzel tutum ve uygulamaları yerleştirmiştir. İman, ibadet muamelat gibi alanlarda uyumlu bir yapı oluşturmuş, böylece hayatın saadet ve huzur içerisinde devamını sağlamıştır. 4- Ahlâkî Yozlaşma Yukarıda genel olarak ahlakın ne olduğunu, İslam’ın getirmiş olduğu ahlak sisteminin genel niteliklerini, ahlakın kaynağının din olduğunu, din ile ahlakın bütünlük arz ettiğini vurgulamaya çalıştık. Bu bölümde özellikle günümüzde ahlakî anlayış ve yaşayışın görüntüleri üzerinde duracağız. Toplumumuzun son iki asırdır karşı karşıya olduğu dönüşüm, başka bir deyişle modernleşme diye bilinen batılılaşma çabası, hem bireyin hem de toplumun düşünüş tarzında, yaşayışında, hayatı algılayışında köklü değişiklikler yapmıştır. Yaşanılan bu süreçte dini yaşayış ve bunun oluşturduğu gelenek yapısı zayıflamıştır. Batı dünyasının üstünlüğü karşısında onların örnek alınması, onların ulaşmış olduğu medenî refah düzeyine ulaşma çabası beraberinde körü körüne taklitçiliği getirmiştir. Bu örnek alma, teknik anlamda ve sosyal refahı gerçekleştirme amaçlı olması gerekirken bu taklit süreci giderek Avrupalı gibi düşünme, anlar gibi giyinme, onlar gibi yaşama çabasına dönüşmüştür. Toplumumuza asırlardır hayat veren kültür ve gelenekler kaybolmaya başlamıştır. Dini yaşayışın zayıflaması, beraberinde ahlak anlayışında dejenerasyonu getirmiştir. Bugün toplumuzda geleneksel ahlakî değerler negatif yönde değişmektedir. İslam’ın özellikle vurguladığı kardeşlik ve dayanışma kaybolmaya yüz tutmuş, sosyal bütünlük ve yardımlaşma duygusu, yerini bireyselleşmeye bırakmıştır. Genelleme yapmak doğru olmasa da günümüz insanının önemli bir kısmı sadece kendini düşünür hale gelmiştir. Bugün apartman hayatını örnek alırsak çoğu kez yanyana ikamet eden insanlar birbirini tanımamaktadır.Herkes kendi dört duvarı arasında kendi derdiyle meşgul durumdadır. Ayrıca yüz yüze ve samimi ilişkilerin yoğun olduğu geniş aile yapısı çözülmeye başlamış, aile bağları zayıflamıştır. Aile içi sorunların çoğalması, boşanma olaylarının artması bunun açık göstergesidir. İslam’ın çok önemli gördüğü ve sağlıklı toplumun temeli olan aile yapısı bozulmaya başlayınca toplum genelinde de bunun yankıları görülmektedir. İnsanların sosyal ve ekonomik durumlarının kötüleşmesinin de etkisiyle toplumda bugün huzursuzluklar, bunalımlar, sıkıntılar artmış, suç işleme oranı yükselmiş, anlaşmazlıklar , cinayetler, hırsızlık gibi olaylar sıkça duyulmaya başlanmıştır. Kanaatimize göre yozlaşma (bozulma, dejenerasyon) o denli artmıştır ki, insanlar genel bir güvensizlik ortamına girmişler ve güzel ahlaklı bir kimse ile karşılaşınca “aramızda böyle kimseler hâlâ varmış” şeklinde ahlak ve fazilete özlemi ifade eden düşünceler ortaya çıkmıştır. Zamanımızda herkesin neredeyse hem fikir olduğu, “nerede o eski bayramlar” şeklinde ifadesini bulan geçmişe özlem de aslında birlikteliğe, dayanışmaya, sevgi ve kardeşliğe duyulan özlemdir. Toplum bünyesinde erdemli davranışların kaybolmasına bir delil de insanlar arasında yalanın, hasedin, aldatmanın artması, hırsızlık, soygunculuk, rüşvet gibi gayri ahlaki fiillerin çok sık yapılır hale gelmesi, güven duygusunun zedelenmesi ve eylem ve davranışlarda kural tanımazlığın yayılması gibi durumlardır. Ayrıca toplumda dinin önem atfettiği “günah” düşüncesinin zayıflaması özellikle gençler arasında sıradan hale gelen bir durumdur. Bütün bu sayılan davranışların temelinde dini yaşayışın zayıflaması ve ahlakî değerlerin işlevsiz hale gelmesi yatmaktadır. Günümüzde iletişimin en önemli aracı olan medyanın da olumsuz yöndeki yönlendirmeleri kültürel-ahlakî yozlaşmayı hızlandırmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçmiş toplumların durumları işlenmekte, çeşitli nedenlerden dolayı birçoğunun tarihten silindiği belirtilmektedir. Bu toplumların yok olma nedenlerine baktığımız zaman bunların inkarcılık, kibir, haset, hak ve adaletten ayrılma, zulüm ve haksızlık gibi kötü adet ve davranışlar olduğunu görürüz. Bu sebeplerden birisi de ahlakî yozlaşmadır. Daha başka bir ifade ile bu toplumların ahlakî açıdan çöküşü yaşamaları, toplumsal çöküşlerine neden olmuştur. Allah tarafından gönderilen peygamberlerin inkar edilerek reddedilmesi, doğruluktan sapma, kibir ve büyüklük taslama, hayasız fiillerin işlenmesi vb. durumlar o toplumların Allah’ın gazabına uğrayarak yok edilmelerine neden olmuştur. Mesela, aynı cinsler arası yakınlaşma gibi iğrenç bir kötülüğü adet haline getiren Lut kavminin durumu K. Kerim’de şöyle belirtilmektedir: “Elçilerimiz Lut’a gelince onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı göğsü daraldı da ‘bu çetin bir gündür’ dedi. (Delikanlı şeklindeki melekleri gören) kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işi yapmaktaydılar. (Lut), ‘Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır, sizin için bunlar daha temizdir. Allah’tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde (sizi bu kötülükten alıkoyacak) aklı başında birisi yok mu?’ dedi. Dediler ki: Senin kızlarınla bizim işimiz olmadığını biliyorsun. Sen bizim ne istediğimizi elbette bilmektesin. (Lut), ‘keşke benim size karşı savunacak bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim’ dedi. (Melekler), ‘ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiç biri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan azap şüphesiz ona da gelecektir. Onlara va’d olunan helak zamanı sabahtır. (Zaten) sabah da yakın değil mi!?’dediler. Emrimiz gelince, onların üstünü altına getirdik ve üzerlerine (balçık) çamurundan pişirilip istif edilmiş bir çeşit taş yağdırdık.” (Hud, 11/77-82) Kur’an-ı Kerim’de, diğer birçok toplumun neden ve nasıl yok edildikleri bütün insanlığın ibretine sunulmuştur. Her şeyin sahibi olan Allahu Teala, bizlere açık ve net olarak ne uğruna yaşamamız gerektiğini açıklamıştır. Sonuç Müslümanlar için en önemli iki kaynak olan Kur’an ve Sünnet , eşsiz bir ahlak sistemi oluşturmuştur. Kur’an’ın teorik olarak belirlediği ahlakî davranışlar Rasûlüllah (s.a.v.)’in şahsında canlanmış ve bütün Müslümanlara örnek olarak sunulmuştur. Günümüzde açıkça ortadadır ki, İslam’ın ahlak sistemine sadece Müslümanlar değil bilim ve teknik açıdan zirvede sayılan Batı dünyası da muhtaçtır. Çünkü tekniğin çok ileri derecede olması ve maddî refah düzeyinin yüksek olmasına rağmen, inançsızlık içinde yüzen toplumlar ahlaksızlık batağında boğulmaktadırlar. Manevî anlamda tatmine ulaşmayan insanlar, bunalımlar, buhranlar, sıkıntılar, acılar içinde kıvranmaktadırlar. Müslümanlar olarak bizler en başta kendimizden başlayarak yakın çevremizde ve aile içerisinde, daha da sonra toplum genelinde güzel ahlakı öğrenip öğretmek ve bunu nefsimizde yaşamak durumundayız. Sağlıklı bir birey, huzurlu ve mutlu bir toplum bu sayede oluşacaktır. Yazımızı Lokman (a.s)’ın oğluna verdiği şu öğütlerle bitirelim. Allah, Lokman’ın diliyle bütün insanlara bir hayat planı çıkarmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti:Yavrucuğum, Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk büyük bir zulümdür. Yavrucuğum ! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa ve bu bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin önüne) getirir. Doğrusu Allah lütûfkardır, her şeyden haberdardır. Yavrucuğum ! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere de sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir. Kibirlenerek insanlardan yüz çevirme. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah kendini beğenmiş övünen kimseleri asla sevmez.” (Lokman, 31/13, 16-18) Kaynaklar : -Kur’an-ı Kerim (Türkçe Açıklamalı Meali, Diy. İşl. Yay. Komisyon) S. Arabistan, 1987 -Buhari, Sahih; Müslim, Sahih; Tirmizi, Sünen -Mustafa Çağırıcı, “Ahlak” md. Türkiye Diy. Vakfı İsl. Ans. C.II, İst. 1989 -İlmihal, II, Heyet, İSAM yay. İst.1999 -Diyanet Aylık Dergi, Çeşitli Sayılar