26.12.2015 HAYVANLAR alemi Hayvanları diğer canlılardan ayıran birçok karakteristik farklar vardır. Hayvanlar ökaryotiktir ve çoğunlukla çok hücrelidirler. Bu onları bakteriler ve protozoalardan ayırır. Heterotrof (dışbeslenen), kendi besinlerini üretememeleri onları bitkiler ve alglerden ayırır. Sert bir hücre duvarlarının olmayışı da onları bitkiler, algler ve mantarlardan ayırır. Hayvanlar bazı hayat evreleri hariç hareketlidirler. Birçok hayvan türü embriyo evresinde Blastula evresinden geçer ki bu hayvanlara özgü bir evredir. 1,5 milyondan fazla yaşayan hayvan türü tanımlanmıştır, fakat gerçek miktarın bazılarına göre 20 milyon, bazılarına göre de 50 milyondan fazla olduğu sanılmaktadır. 1 HAYVANLARIN ÇEŞİTLİLİĞİNE GENEL BAKIŞ Neye HAYVAN deriz? • Çok hücreli, ökaryot ve heterotrof olmalı! • Hücre çeperi/duvarı olmamalı, özel hücrelerarası bağlantılar bulunmalı (desmozom vb…) • Sinir ve kas doku olmalı • Eşeyli üreme, diploid evre baskın • Embriyonik tabakalanma ve gelişim • Zigotun bireye dönüşümü: HOX genleri 1 26.12.2015 3 4 2 26.12.2015 Hayvanlar ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? • Hayvanların ortak atasının ~675-875 milyon yö oluştuğu düşünülüyor. Ortak ata hangi gruptandı? • DNA dizi analizlerine göre Choanoflagellatlar en yakın takson. 3 26.12.2015 ZOOPLANKTON 7 7 OMURGASIZLAR Omurgasızlar (Latince: Invertebrata), bir omurgası olmayan hayvanlara verilen genel bir addır. Omurgasız olarak adlandırılan canlıların yapılarında hiçbir iskelet bulunmaz. Omurgasız hayvanların vücudunun dış kısmını örten ve destekleyen bir dış yapı bulunur. • • • • • • • • Süngerler-Porifera Knitliler-Cnidaria Yassı solucanlar-Platyhelminthes Nematodlar-Nemathelminthes Halkalı solucanlar-Annelida Eklembacaklılar-Arthropoda Yumuşakçalar-Mollusca Derisidikenliler-Echinodermata 8 4 26.12.2015 Süngerler-Porifera Süngerler, Latincede “delik” anlamına gelen ‹Porus› kelimesi ile “taşımak” anlamına gelen ‹Ferre› kelimelerinin birleştirilmesiyle ‹Porifera› olarak adlandırılmışlardır. İlk çokhücreli şube. Genelde denizeldirler (~10000 tür). Tatlısu formları (~150 tür) da vardır Archeocyte kamçı Pinacocyte Oocyte Koanocyte Su hareket yönü Porocyte yaka Ostium gövde Amoebocyte Sclerocyte koanoderm mesoglea pinakoderm Amoebocyte 5 26.12.2015 Knitliler-Cnidaria Sucul canlılardır. Denizlerde 10.000 den fazla türü bulunur. Tatlı sularda fazla tür bulunmaz. İlk gerçek doku bulunduran şube. Mercanlar, hidralar denizanaları, 6 26.12.2015 Ordo: Semaeostomeae Familya: Ulmaridae Genus: Aurelia Aurelia aurita (denizanası) •Denizeldirler. Deniz anemonlarını ve mercanları içerir. •~6000 tür vardır. •Çoğunluğu sesildir. Koloniler oluştururlar. •Üreme, eşeyli ve eşeysiz şekilde gerçekleştirilir. Medüz form yoktur! •Çoğunlukla iskelet oluşumu vardır. Mercan adalarını, resiflerini ve atolleri oluştururlar. •Ekonomik değerleri yüksektir. 7 26.12.2015 Yumuşakçalar-Mollusca Bu şube de hayvanlar dünyasının en büyük topluluklarından biridir. Şimdiye dek 70.000’den fazla tür saptanmıştır. Yumuşakçaların çoğu denizlerde, bir bölümü tatlı su göllerinde, havuzlarda ve ırmaklarda, bazıları ise karada yaşarlar. Ev Akvaryumundaki küçük bir salyangozdan 15 metre boyundaki dev mürekkep balığına; tüm yaşamı boyunca aynı kayaya ya da kabuğa sıkıca yapışan istiridyeden serbestçe yüzen tarağa ve etobur sümüklüböcekten etobur ahtapota kadar olan canlılar, boyutları, görünüşleri ve yaşam alanları bakımından çok farklı hayvanlardır Sınıf: KARINDANBACAKLILAR Achatina fulica 8 26.12.2015 İKİKAPAKLILAR KAFADANBACAKLILAR 9 26.12.2015 Halkalı solucanlar-Annelida Bu omurgasızların vücutları birbirine benzeyen bölmelerden (segment) meydana gelmiştir. Tatlı sularda, denizlerde ve karada serbest olarak yaşarlar. Parazit olanları da vardır. En bilinen türü toprak solucanıdır. Eklembacaklılar-Arthropoda Hayvanlar aleminin en geniş şubesidir ve tüm bilinen türlerin yaklaşık ¾'ünü içerir. Böcekler, yengeçler, örümcekler, akrepler, keneler vb. bir milyondan fazla türü içerir. Bu canlıların tümünde eklemlere sahip üyeler, segmentli vücutları ve oldukça iyi gelişmiş organ sistemleri bulunur. 10 26.12.2015 Derisidikenliler-Echinodermata Derisi dikenliler ya da Echinodermata, su hayvanlarının bir kolu olan ve okyanusun tüm derinliklerinde bulunan omurgasız hayvanlar şubesidir. Denizkestaneleri, denizyıldızları ve denizhıyarlarını içerir. Sürünerek hareket ederler. Vücutlarının alt kısmında tüp ayak denilen yapılar bulunur. Vakum etkisiyle yüzeye yapışıp vücudu çekerek hareket sağlar. Aynı zamanda tüp ayaklar beslenme ve boşaltımda görevlidir. ŞUBE: CHORDATA GRUP I : ACRANIA (Kafatassızlar) Sb.phylum : HEMICHORDATA Sb.phylum : UROCHORDATA=TUNICATA Sb.phylum : CEPHALOCHORDATA Altşube : AGNATHA (Çenesizler) Classis : Ostracodermi Classis : Cyclostomata GRUP II : CRANIATA (Kafataslılar) Altşube : GNATHOSTOMATA (Çeneliler) Sp.Classis : Pisces Classis : Placodermi Classis : Chondrichthyes Classis : Osteichthyes Sp.Classis : Tetrapoda Classis : Amphibia Classis : Reptilia Classis : Aves Classis : Mammalia 11 26.12.2015 1. Dorsal yüzgeç 2. Dorsal yüzgeç Kaudal yüzgeç Pelvik yüzgeç Pektoral yüzgeç Anal yüzgeç AMPHİBİA (amfibiler) Amphibia’nın 3 takımı: 1. Apoda (Bacaksız kurbağalar) 2. Urodela (Kuyruklu kurbağalar) 3. Anura (Kuyruksuz kurbağalar) 12 26.12.2015 Hemidactylus turcicus (Geniş parmaklı keler) SÜRÜNGENLER Pullular… Kaplumbağalar / tosbağalar… 13 26.12.2015 • • • • Tüyler Sıcakkanlı 4 odacıklı kalp Gelişmiş yavru bakımı Archaeopteryx - 130 milyon yıl önce - 27 MEMELİLER-BÖCEKÇİLLER • Fam: Erinaceidae • Erinaceus concolor (kirpi) Ülkemizde yaygın olarak bulunur. Kış uykusuna yatarlar. Vücuttaki tüyler değişerek diken şeklini almışlardır. Böcekler ve diğer omurgasızlarla beslenirler. Zehirlere karşı oldukça dayanıklıdırlar. • Fam : Talpidae – Talpa sp. (köstebek) Toprak altında açtıkları galerilerde yaşarlar. Vücutları silindir biçimli olarak değişmiştir. Ayakları da toprağı kazmaya uygun biçimde şekil değiştirmiştir. Gözler oldukça körelmiştir. Aynı şekilde dış kulak da ufalmıştır. Kış uykusuna yatmazlar. 28 14 26.12.2015 Çift toynaklılar • Vücut ağırlıkları 3 ve 4. parmaklar ile taşınır. 1. parmakları tamamen, 2 ve 5. ise körelmiş ya da ortadan kalkmıştır. • Parmakların ucunda toynak oluşumu vardır. • Kafatası iskeletlerinin yüz kısmı oldukça uzamıştır. • Ön dişler ve azı dişleri arasında belirgin bir boşluk bulunur. 29 tektırnaklılar • Atlar, gergedanlar ve tapirlerin bulunduğu gruptur. • 1-3 tane parmakları vardır. Genellikle 3. parmaklarının uzun ve gelişmiş olmasıyla diğer gruplardan ayrılır. • otçuldurlar, köpek dişleri ya bulunmaz ya da körelmiş durumdadır. 30 15 26.12.2015 • • yunuslar, balinalar Aristo tarafından balıklarla birlikte sınıflandırılmışlardır. Sürekli su içinde yaşadıklarından vücutlarında bazı değişiklikler meydana gelmiştir. • Arka üyeler körelmiş, kuyrukları balıkların kuyruk yüzgecine benzer bir şekil almıştır. Ön üyeleri de yüzgeç biçimlidir. • Burun delikleri kafalarının üst tarafına kaymış. Solunum sistemleri çok gelişmiştir. Uzun süre su altında kalabilirler ve derinlere inebilirler. • Dış kulak kepçeleri yoktur. • Vücuttaki fazla tuz böbrekler ile dışarı atılır. • Vücutlarında kıl, tüy bulunmaz. Deri altlarındaki kalın yağ tabakası ile vücut ısılarını korurlar. 31 etçiller • Ayıgiller, köpekgiller, kedigiller. • Kesici ve köpek dişlerine ek olarak, farklı tipteki azı dişleriyle, etçil beslenmeye tam uyum yapmışlardır. • Azı dişlerinin yapısı ve sayısı, türlere göre değişkendir. Ancak takımın bazı üyelerinde zaman zaman ya da sürekli otçul beslenme de görülür. • Etçil beslenme tipine uygun olarak, bağırsakları kısalmıştır. 32 16 26.12.2015 kemiriciler • Her çene yarısında tek bir kesicidiş vardır. Bu dişin sadece uç kısmı mine tabakası ile kaplıdır, köpekdişleri yoktur. • Bazı türlerde besinlerin depolanması için kullanılan yanakkeseleri vardır. • Gözler ve kulaklar yaşam biçimlerine bağlı olarak değişik şekillerde olabilir. • Genelde sürü şeklinde yaşarlar. • Kemiriciler laboratuarlarda deney hayvanı olarak kullanılırlar (sıçan, fare ve kobaylar). 33 primatlar • Fam : Hominidae • Gorilla gorilla (goril) • Homo sapiens (insan) • Pan troglodytes (şempanze • Pongo pygmaeus (orangutan) 34 17 26.12.2015 keseli memeliler • Gerçek plasenta bulunmaz. • Embriyolar 8-40 gün uterusta kaldıktan sonra doğar. • Doğan yavrular 2-3 cm. boyunda, larva benzeri yapılıdır. Duyu organları gelişmemiştir. • Annenin kesesine tırmanıp kese içindeki memeye yapışarak gelişimlerini tamamlarlar (~240 gün). 35 Gıda katkı maddeleri, tek başına gıda olarak tüketilmeyen, bir gıda ürününün ana bileşeni, hammaddesi veya yardımcı maddesi olarak kullanılmayan, fakat o ürünün işlenmesi, ambalajlanması ve/veya depolanması ile ilgili olarak ve ürünün tat-koku-görünüş-yapı ve diğer niteliklerini korumak, düzeltmek, veya istenmeyen değişikliklere engel olmak amaçlarıyla gıda ürünlerine katılımlarına izin verilen, ve kalıntı veya türevleri mamul maddede kalan kimyasal madde veya maddeler karışımıdırlar. 18 26.12.2015 • Gıdanın besleyici değerini korumak, • Özgün diyet ihtiyaçları olan için özel bir gıda üretiminde kullanılabilirler, • Gıdanın dayanıklılığını artırmak için kullanılırlar , böylece gıda maddeleri daha uzun bir raf ömrüne sahip olurlar. • Gıdanın dokusal özelliklerini geliştirmek için kullanılırlar. • Gıdanın rengini ve lezzetini çekici hale getirebilir ve koruyabilirler. • Yağın acılaşması gibi reaksiyonları önleyerek lezzet kaybını önlerler ve besin öğelerini korurlar. • Gıdanın işlenmesi sırasında çoğu zaman teknolojik gereklilik olarak kullanılırlar. • Gıdada hastalık yapıcı mikro organizmaların gelişmelerini önlerler. • Gıda çeşitliliği sağlamaktadırlar. "E" numara sistemi ile gıda katkı maddelerinin temel işlevlerine göre sınıflandırılması (Numaranın başındaki "E", EU (Avrupa Birliği)`ni simgelemektedir): • Renklendiriciler ( E 100 – 180 arası) • Koruyucular ( E 200 – 297 arası) • Antioksidanlar ( E 300 – 321 arası) • Emülsifiyer ve stabilizatörler ( E 322 – 500 arası ) • Asit baz sağlayıcılar ( E 500 – 578 arası ) • Tatlandırıcılar, koku verenler ( E 620 – 637 arası ) • Geniş amaçlılar ( E 900 – 927 arası ) 19 26.12.2015 • E120 Cochineal (Karmin) : • Karmin, Dactylopius coccus böceğinden elde edilen bir tür renk pigmentidir. • Bu böcek, Opuntia cinsi kaktüs bitkisinin üzerinde yaşar. Bu böcek, tropikal Güney ve Ortadoğu Amerika'da yaşar ve bitki üzerinde diğer böceklerin yaşamını engelleyerek pigment üretir. Pigment, böceğin yumurtalarından ve vücudundan elde edilir • Böcekler, kurutulduktan sonra sıcak suyun içerisine daldırılarak veya güneş ışığına, fırın sıcaklığına yada buhara maruz bırakılarak öldürülür. • Böcekleri bozulmadan saklayabilmek için, ilk ağırlıklarının yüzde 30'u kadarının kurutulması gerekir. 155,000 koşineal böceğinden bir kilogram boya elde edilir. • kekler, kurabiyeler, • meyveli gazozlar, • reçeller, • domates salçası ve diğer domatesli ürünler, • sakızlar, • dondurmalar, • meyveli yoğurtlar ve • havyar, sosis ve benzer et ürünleri, 20 26.12.2015 • E441 Gelatine (Jelatin) • Jelatin, kollajenin geri dönüşsüz olarak hidrolize edilmesiyle oluşturulur. Jelâtin başta domuz ve sığır, balık gibi hayvanların deri, kemik ve bağ dokularının kaynatılması ile üretilir. • AB normlarındaki gıda katkı maddesi kodu eskiden E441 numarasıydı. Jelatin artık kendi başına bir gıda ürünü olarak yeniden sınıflandırıldığı için artık E441 numarası kullanılmamaktadır. • Sakızlar, şekerlemeler ve benzeri ürünler başta olmak üzere çok yaygın bir kullanım alanı bulunmaktadır. • E542 Bone Phosphate (Kemik fosfatı) • Hayvan kemiklerinden üretilir. Topaklanmayı engelleyici ajan, emülgatör ve gıda takviyelerinde fosfor kaynağı olarak kullanılır. • E901 Beeswax (Balmumu) • Yüzey sırlama ve parlatma maddesi. Arının bal peteğinden yapılır. • E904 Shellac (Şellak) • Yüzey sırlama maddesi. Lak Böceği (Laccifer lacca) tarafından üretilen reçineden elde edilen parlaklık verici bir maddedir. Özellikle kozmetikte, çikolotalar ve şekerlemelerde kullanılır. • E910 L-Cysteine (Sistein) • Un işleme ajanı. Ekmek ve pasta ürünlerinde kullanılır. Ürünlere esneklik ve dayanıklılık kazandırır. İnsan saçı, domuz dahil hayvan kılı ve tavuk tüyünden elde edilir • E161g Canthaxanthin (Kantaksantin) • Renklendirici; doğal olarak yeşil yaprakta, kadife çiçeği ve yumurta sarısında bulunur, Alkolle muamele edilmiş olabilir. Renklendirici; retinol; bazı mantar, kabuklu hayvan, balık ve flamingo tüyünden elde edilir. 21 26.12.2015 • Genetik biyolojinin kalıtım ve değişimle ilgilenen bir dalıdır. Bu bilim hücrelerle, bireyler, onların dölleri ve organizmaların yaşadıkları toplulukları çalışmakla ilgilidir. Genetikçiler kalıtsal değişikliklerin tüm biçimlerini inceledikleri gibi bu özelliklerin altında yatan moleküler mekanizmayı da incelemektedirler. 43 Canlılar sahip oldukları özelliklerin yarısını annelerinden, diğer yarısını da babalarından alırlar. • Anne ve babada bulunan, türe has özelliklerin yavrulara kromozomlar yoluyla aktarılmasına kalıtım denir. • Saç-göz rengi, boy uzunluğu vb… özellikler hücrenin çekirdeğinde, DNA’da (kromozomlarda) bulunan Gen adı verilen bölgelerde kodlanmıştır. • 44 22 26.12.2015 DNA (Deoksiribonukleik asit) ökaryotlarda hücrenin çekirdeğinde bulunan, ebeveynlerden çocuğa fiziksel özellikleri taşıyan genetik materyaldir. RNA (ribonukleik asit) ise, DNA’dan bilgiyi alıp protein sentezinde kullanılmasını sağlar. 45 Genetik bilgi bir dil gibidir. Biz alfabemizdeki harfleri bir araya getirerek kelimeleri, sonra da kelimeleri birleştirerek cümleleri, sonra paragrafları ve kitapları yazarız. DNA’da ise: Alfabe sadece 4 harften ibarettir (A, T, C, G). Her harf baz veya nükleotid denilen kimyasal bir molekülü temsil eder. Her zaman A ile T, G ile C karşılıklı olarak birleşir. Kodon adı verilen genetik kelimeler bu harflerden oluşmuştur. Bu kelimeler bir araya gelerek genler adını verdiğimiz cümleleri oluştururlar. Her bir gen insan vücudundaki belli bir özelliği kontrol eder. insan genomu toplam 3 milyar DNA baz çiftinden biraz fazla uzunluktadır. İnsan genomu tahminen 20,000–25,000 protein-kodlayıcı gen içermektedir, bu sayı genomun dizilenmesinden evvel beklenen sayının oldukça altındadır. Genomun sadece %1,5'i protein kodlamaktadır, geri kalanı RNA genleri, düzenleyici diziler, intronlar ve "çöp" DNA'dan oluşur. 46 23 26.12.2015 DNA ve YAPISI NÜKLEOTİDLER: ADENİN TİMİN SİTOZİN GUANİN URASİL (RNA’da) Pürin bazları : ADENİN ve GUANİN Pirimidin bazları : SİTOZİN, URASİL ve TİMİN PÜRİN + PİRİMİDİN 2nm 47 DNA Molekülünün Görevleri Nelerdir? 1- RNA’ların üretilmesini sağlar. 2- Hücrede yapılacak protein çeşidini belirler. 3- Hücrelerdeki yaşamsal faaliyetleri yönetir ve kontrol eder. 4- Canlılar arasında çeşitliliği sağlar. (Canlıların DNA larının farklı olması nedeniyle). 5- Canlıya veya hücreye ait kalıtsal (genetik) bilgileri (özellikleri) üzerinde taşır. 6- Kalıtsal özellikleri, hücre bölünmesi sonucu oluşan hücrelere aktarır. 7- Kendini eşleyerek hücre bölünmesini gerçekleştirir ve üremeyi sağlar. 8- Çekirdekte bulunan kromozomları oluşturur. 48 24 26.12.2015 KROMOZOM ORGANİZASYONU Nükleozomlar Kromatin iplik Kromatin ilmekler Yoğunlaşmış Kromatin ilmekler Kromatitler Kromozom 49 Kromozomun yapısında DNA ve protein vardır. Kromozomların şekli, büyüklüğü ve sayısı her tür için farklı ve sabittir. 50 25 26.12.2015 GEN: Bir kromozomun belirli bir kısmını oluşturan nükleotid dizisidir. ALEL veya ALELMORF: belirli bir özelliği belirleyen bir genin değişik (alternatif) hallerinden her biri. ~ 20.000-25.000 gen insanda bulunuyor… 51 52 26 26.12.2015 ÖKARYOTLARDA ÇEKİRDEKTE…. TRANSKRİPSİYON: DNA'yı oluşturan nükleotit dizisinin RNA polimeraz enzimi tarafından bir mRNA dizisi olarak kopyalanması sürecidir. Başka bir deyişle, DNA'dan RNA'ya genetik bilginin aktarımıdır. • • • BAŞLAMA: Ökaryotlardaki TATA kutusuna önce TATA Bağlanma Proteini (TBP) bağlanır. Bu başlama kompleksi RNA polimerazı promotöre seferber eder ve oradan transkripsiyon sürecini başlatmasını sağlar. UZAMA: Uzayan RNA zincirinin 3' ucuna nükleotitler eklenir. Yani, gelen nükleotidin 5' fosfat grubu ile RNA zincirindeki 3' hidroksil grubu arasında bir fosfodiester bağı Rna polimeraz : 5’3’ oluşur. SONLANMA: RNA polimeraz bir sonlanma sinyaline rastlayınca RNA sentezi sona erer. Prokaryotik genlerde iki tip sonlanma vardır: "ro" adı verilen sonlanma proteininin gerekli olup olmadığına göre, ro'ya bağlı ve ro'dan bağımsız sonlanma. Bunların sinyalleri farklıdır. Ro'dan bağımsız sonlanmada sık G/C nükleotitli bir bölgeyi izleyen sık A/T'li bir bölge bulunur. G/C'li kısım RNA'ya yazılınca, oradaki nükleotitler firkete görünümlü bir şekil alırlar ve bu RNA polimerazı yavaşlatır. Bunu izleyen sık A/T'li kısımda ise polimeraz duraklar ve DNA'dan kopar. 53 54 27 26.12.2015 ÖKARYOTLARDA SİTOPLAZMADA…. Translasyon, TRANSLASYON: transkripsiyon sonucu oluşan mRNA'lardaki koda uygun olarak ribozomlarda gerçekleştirilen amino asit zinciri veya polipeptit sentezi sürecidir, daha sonra üretilen amino asit zinciri veya polipeptit uygun bir şekilde katlanarak etkin bir protein haline gelmektedir. Translasyon, protein biyosentezinin ilk aşamasıdır. mRNA, kromozomlardan aldığı genetik bilgiyi ribonükleotid diziliminde kodlanmış olarak ribozomlara taşır. Ribonükleotitler, kodon olarak adlandırılan nükleotid üçlüleri dizisi olarak "okunur". Her üçlü, belirli bir amino asidin kodlanmasını sağlar. Ribozomda tRNA molekülleri için üç bağlanma yeri vardır: A ('aminoasil'), P ('peptidil') ve E (İngilizce 'exit', yani "çıkış") konumları. Translasyon sırasında A konumuna, o anda bulunan kodon tarafından belirlenen şekilde, bir aminoasil-tRNA bağlanır. Bu kodon büyümekte olan peptit zincirine bağlanacak olan bir sonraki amino asidi belirler. A konumu ancak P konumuna ilk aminoasil-tRNA bağlandıktan sonra çalışır. Birden çok amino asidin bir zincir halinde birbirine bağlı olduğu bir peptidil-tRNA molekülü, P konumunda bulunan kodona bağlıdır. Aminoasil tRNA'ya ilk bağlanan yer, P konumudur. P oknumunda bulunan bu tRNA sentezlenmiş olan amino asit zincirini 55taşır. E konumunda ise, ribozomu terk etmek üzere olan boş tRNA yer alır. Laktoz intöleransı Laktoz İntoleransı sütte bulunan laktoz şekerini sindirememe durumudur. Bir hastalık olmaktan çok genetik bir çeşitliliktir (siyah, beyaz ya da sarı ırktan olmak ya da mavi veya kahverengi gözlü olmak kadar olağan bir çeşitlilik). Üstelik Avrupa ve mezopotamya toplumları dışındaki toplumlarda çok yaygındır Laktoz şekeri bir disakkarit, yani çift şekerdir. Galaktoz ve glukozun birleşmesinden oluşur. Onu tekrar yapı taşlarına ayıran, yani sindiren enzime ise laktaz adı verilir. Dünya üzerinde hangi milletin mensubu olursa olsun -genetik bir bozukluğu olmadıkça- bebeklerin tamamında laktaz üretilir ve laktoz sindiriminde bir sorun yaşanmaz; zira bebekler anne sütünü bu sayede sindirebilirler. Binlerce yıl önce de bebekler laktoz sindiriminde bir sorun yaşamıyorlardı, ancak insanların sütten kesilme zamanları geldiğinde laktaz enzimi üretimi keskin bir biçimde düşüyordu. Bebek zaten artık anne sütünden bağımsız hale geldiği için laktaz eksikliğinin bir sorun yaratması söz konusu değildi… 28 26.12.2015 Avcı toplayıcı toplumlar tarım ve hayvancılıkla yaşamını sürdüren toplumlara evrildiğinde sabana koşulan, etlerinden ve yünlerinden faydalanılan hayvanların sütleri herhalde sadece bebeklere içiriliyordu. Bir süre sonra insanlar sütten çeşitli türev besinler yapmayı öğrendiler. Yetişkin insanlar süt içemiyorlardı ama peynir, yoğurt, yağ gibi mandıra ürünlerini nispeten daha rahat bir şekilde yiyebiliyorlardı, çünkü o günlerde yediklerinin kimyalarının farkında olmasalar da günlük süt %4,80 oranında laktoz şekeri içerirken, bir çedar peynirinde bu oran %0,07’ye, tereyağda ise %0,51’e düşüyor ve böylece onları süt kadar rahatsız etmiyordu(1). Laktoz intoleransı bulunan bireyler süt içtikleri zaman ne yaşıyordu? Şişkinlik, mide krampı, aşırı gaz çıkarma, ishal, kusma ve karın ağrısı. Üstelik tüm bu belirtiler laktoz tüketiminin miktarına göre artış gösterebiliyor ve şiddetli hale gelebiliyordu. Yetişkinler bu belirtileri atlatsa da çok çok nadiren görülen doğuştan laktoz intoleransına sahip bebekler sırf bu yüzden ölebiliyorlardı. Sindirilmeyen laktozun bu sıkıntıları yaratmasının sebebi, bir disakkarit olan laktoz molekülünün ince bağırsak duvarından geçememesi, bu yüzden emilememesi ve emilemeyen laktazın bağırsak floramızda yer alan bakterilerce bir ziyafete dönüştürülmesi. Bu bakteri sindirimi ve fermentasyonu sonunda açığa çıkan gazlar (oksijen, hidrojen ve metan) sindirim sisteminde sıkışır. Ayrıca sindirilmeyen şekerin varlığı ve artan gaz basıncı bağırsak içerisindeki osmotik basıncı ve bağırsak genişliğini arttırarak ishale sebep olur. Alınan laktoz miktarı arttıkça bu rahatsızlıklar da dolaylı olarak artar. Bebeklerde laktozu sindiren laktaz enziminin salgılanmasını kontrol eden gen LCT genidir. LCT geninin aktifliğini ya da pasifliğini kontrol eden gen ise MCM6 genidir(2). Muhtemelen bebeklik döneminden çıkmış bireylerin anne sütü taleplerini sürdürerek onların bebeklerle rekabetini engelleme yönünde faydalı bir adaptasyon sonucunda ortaya çıkmış bir özellik olarak MCM6 geni sütten kesilme dönemi sonrasında LCT genini kapatır. Ancak… Binlerce yıl önce MCM6 geni bir mutasyona uğrayıp, LCT’yi kapatamaz hale gelmiş. 2. Kromozomun q kolunda 135,787,844 ile 135,837,179. baz çifti arasında. 13910 C ----- > 13910 G 22018 T ----- > 22018 A 29 26.12.2015 Laktaz sürekliliğini sağlayan mutasyonun yaygınlaşması ve günümüze kadar gelmesi mutasyon sahiplerine sağladığı çeşitli avantajlardan kaynaklanıyor. Bu faydalardan bir tanesi, özellikle Kuzey Avrupa gibi az ışık alan bölgelerde D vitamini de az olduğundan kemikler için kalsiyum tüketiminin hayati önem kazanması. Süt tüketebilen toplumlar D vitamini azlığından kaynaklanan raşitizm gibi hastalıkları bertaraf edebilmişler. Ayrıca kıtlık zamanlarında suyun yokluğuna süt iyi bir alternatiftir. Vikinglerin Grönland gibi az tarım alanına sahip ve sık sık kıtlık dönemleri geciren bölgelerde keçileriyle hayatta kalması (6) ve bugün İsveçlilerin %99’unun laktaz sürekliliğine sahip olması tesadüf gibi görünmüyor (7). Araştırmalar gösteriyor ki laktaz sürekliliğine yol açan mutasyon tek kaynaktan gelmiyor. En yaygın olanı Balkanlar ve Orta Avrupa’da gerçekleşmiş olduğu sanılan ve oradan doğuda Hindistan’a kadar güneyde Kuzey Avrupa’ya kadar yayılmış olanı iken, Arap devesinin evcilleştirilmesinden sonra ortaya çıkmış olan bir başka alel de mevcut (sonuçları yeni yayınlanan bir araştırma laktaz sürekliliğinin Avrupa’da değil ortadoğuda gelişip yayılmış olabileceğini gösteriyor (3)). Birbirinden bağımsız olarak nispeten daha erken olmak üzere Afrika’da da gerçekleşmiş olduğu tespit edilen ise farklı aleller bulunuyor. Bu da laktaz sürekliliğinin gerçekten de mühim bir mutasyon olduğunu ve içerisinde gerçekleştiği topluma sağladığı faydalardan ötürü kısa sürede kalıcı hale gelebildiğini gösteriyor. beyaz Amerikalıların ve Kuzey Avrupalı yetişkinlerde laktoz intoleransına rastlanma oranı %6 ila %15 arasında değişiyor. Meksikalılarda %47, Güney Afrikalı siyahlarda %60. Çinli ve Japonlar gibi uzak doğu toplumlarında %25. Güney Amerika yerlilerinde ise %90’ın üzerinde(2). (Amerikalıların mezopotamyalılar gibi inek, koyun ve keçi yetiştirme şansları olmadığını ve hatta Lama’dan başka sürü hayvanına sahip olmadıklarını hatırlatırım)(4). Türkiye’de laktoz intoleransına rastlama sıklığının %20 olduğu düşünülüyor (5). Tarih, Çinlilerin süt tüketmediğini yazıyor. Asya steplerinde dolaşan göçebe kavimlerin de pek süt içtiği söylenemez. Ayrıca bu göçebe toplumlar peynir yapımı için yeterli bir süre boyunca aynı meskeni tutmuyorlar. Kalsiyum ihtiyaçlarını nasıl giderdiklerini düşünürken bir eski Türk içeceği olarak tanıtılan kefir geldi aklıma. Biraz araştırınca Kefir’in de laktozdan yoksun olduğunu öğrendim. Elbette kesin bir bilgi değil ama bu da niçin asya toplumlarının kefir ve kımız yapmayı öğrendikleri konusunda bir yanıt vermiş oldu bana. Eğer yoğurt da bir Orta Asya icadı olmasaydı laktozdan muzdarip olan Türkler ve Moğolların kımızı sadece alkollü bir içecek olarak tüketmemiş olabileceğini öne sürebilirdim, çünkü yoğurt da laktozu düşürmenin yollarından bir diğeri. Yoğurdu yoğurt yapan bakteriler sütteki laktoz şekerini fermente ettiklerinden sütten daha az laktoz içeriyor. Hatta yoğurtdun icadının sebebinin bu olduğu düşünülüyor. 30 26.12.2015 GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR (GDO) (GENETICALLY MODIFIED ORGANISM (GMO)) Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar", kısaca GDO adı verilir. Bir canlıdan diğerine gen aktarımı, bir çeşit kesme, yapıştırma ve çoğaltma işlemi olup, genetik mühendisleri tarafından uygulanmaktadır. Aktarılacak gen önce bulunduğu canlının DNA’sından kesilerek çıkarılır. Sonra vektör adı verilen taşıyıcı virüs ile bu gen hedef DNA molekülüne yapıştırılır. 61 GENETİK DEĞİŞİM NEDEN KULLANILMAKTADIR? - Bitkilerde; • Böcek öldüren zehir üretebilmelerini sağlamak, pestisit kullanımını azaltmak, • Mevcut türlerdeki ürün miktarını artırmak, • Ürünleri soğuk, sıcak, kuraklık ve tuzluluk gibi etkenlere karşı daha toleranslı hale getirmek, • Yabancı otları yok eden kimyasal ilaçlara (herbisit) dayanıklı olmak. Bitkiler herbisit dirençliliği kazandırıldıktan sonra bu herbisitlerle ilaçlanır böylece bitki yetiştirilen alanda diğer yabani bitkiler yetişmez. • Hasat sonrası kayıpları azaltmak, • Birim alandan alınan ürün miktarının arttırılması ve marjinal alanlar olarak bilinen tuzlu, kurak ve soğuk alanların kullanılması gerekmektedir. - Hayvanlarda; • Nexia isimli biyoteknoloji şirketi 2001 yılında Kanada’da bazı örümcek genlerini keçilere aktararak sütte ipek telleri üretmişlerdir. • Gıdaların besleyici değerini yükseltmek, Laktozsuz süt üretimi… - Bakterilerde; • İnsanda insülin üretiminde kullanılan gen rekombinant DNA teknikleriyle uygun taşıyıcılar kullanılarak bakteriye aktarılmış ve bakterinin kimyasal dizi olarak aynı proteini üretmesi sağlanmıştır. Genetiği değiştirilen bakteriler büyük reaktörlerde büyütülerek ürettikleri insülin saflaştırılır ve kullanıma uygun 62 hale getirilir. 31 26.12.2015 GDO ÜRETİM TEKNİĞİ Bacillus thuringiensis 1) Bakterinin genomu izole edilerek istenen genler kesilerek virüse aktarılır Bacillus’tan alınan genler • Bacillus thuringiensis bakterisi ilk olarak 1902 yılında Japonya’da izole edilmiştir. Bu bakteriler böcek öldürücü etki gösteren «Cry» proteinlerini üretirler… • Böceklere dayanıklı Pamuk ve Mısır üretiminde bu bakterinin genleri kullanılmaktadır. 3) Bu hücreler laboratuvar ortamında büyütülerek çimlenmeleri sağlanır. V İ R Ü S 2) Genomu değiştirilmiş virüs bitki hücreleri içerisine63aktarılır. • Bitkilerin besin içeriği ve verimliliği değiştirilmektedir. Bu tarz uygulamalara en güzel örneklerden biri altın pirinç uygulamasıdır. • Altın pirinç Asya’da çoğu besinde az bulunan A vitamini eksikliğini gidererek önemli bir problemi çözme yolunda umut vermektedir. • Bunun yanında bitkilere bazı aşı ve ilaçlar gen aktarım yoluyla eklenip üretilen bitkilerin doğrudan yenmesiyle bu maddelerin alınması sağlanabilir. 64 32 26.12.2015 • • • Laktozsuz süt üretimi Hastalıklara direncin artırılması Organ veya hücre transferinde kullanılmak üzere üretilen transgenik domuzlar 33