TÜRKİYE’DE KARŞILAŞILAN DİN VE MEZHEPLERİN ÖZELLİKLERİ Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi DİN OLGUSU VE İNSAN Sözlükte; cezâ/mükafat, âdet/durum, itaat/isyân, hesap, zül, inkıyad, hüküm/kaza, galebe, kahr, isti'lâ, mülk, ferman, tevhît, ibâdet, millet, şeriat, vera', takva, hizmet, ihsan, ikrah gibi farklı anlamlara gelen “dîn" kavramının batı dillerindeki karşılığı “Religion”dur. Din farklı şekillerde tanımlanmıştır. Mesela; dini Animizm’in kurucusu olan Taylor,” ruhânî varlıklara inanmaktır”, İngiliz filozof Spencer, “tabiatüstü ve esrarlı kuvvetlerin varlığına inanmaktır”, Fransız sosyolog Durkheim, “zorunlu inanışlardır” şeklinde tanımışlardır. İslam bilginlerinin tanımları ise şöyledir: “Akıl sahiplerini kendi arzuları ile bizzat hayırlara sevk eden ilâhî bir nizam, Allah tarafından konulmuş ve insanları O'na ulaştıran bir yoldur. Îmân ve amel konusu olarak akıl ve ihtiyara (iradeye), teklif olunacak hak ve hayır kanunlarının bütününüdür.” Bu tanıma göre hak dinin temel unsurları şunlardır: a) İlâhi vahye dayanır. İnanma, ibadet, amel, ahlak ve diğer ilkeleri Allah tarafından belirlenmiştir. b) Amacı insanlara yol göstermek ve onları mutlu yapmaktır. c) Muhatabı akıl sahipleridir. d) İhtiyarîdir,zorunlu değildir, din özgürlüğü temeline dayanır. “Din”, insanlık tarihi ile başlar. Adem peygamberden itibaren vardır. Bu sebeple tarihin hiçbir devrinde dinden habersiz bir topluluğa rastlanmamıştır. Nerede insan varsa orada hak veya batıl bir din var olmuştur. Çünkü din duygusu insanın doğasında vardır. İnsanın doğasında dinin var oluşunu anlayabilmemiz için insanın genel yapısına bakmamız yeterlidir: İnsan;1) beden ve organlar, 2) ruh, 3) nefis, 4) akıl, zeka, basîret, vicdan, okuma-yazma, düşünme-anlama, öğrenme-öğretme ve dileme (irade) gibi yetenekler 5) sevinme ve üzülme, acıma ve kızma, beğenme ve beğenilme, sevme ve sevilme gibi duygular 6) asabî ve uysal, ağırbaşlı ve aceleci, sakin ve heyecanlı, duyarlı ve duyarsız, çalışkan ve tembel, sabırlı ve sabırsız, hırslı ve kanaâtkâr olma gibi mizaç ve zafiyetlerden oluşan bir varlıktır. Bu itibarla insanın; yeme, içme ve barınma gibi biyolojik ihtiyaçları doğuştan olduğu gibi din duygusu, inanma, tapınma ve yüce bir varlığa sığınma ihtiyacı da doğuştandır. Bu gerçeği şu ayetlerden öğreniyoruz: “Yüzünü Allah’ı birleyen olarak (hanîf) Dine, Allah’ın Dinine çevir ki Allah insanları o din üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmez”1 “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabb’in Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? Onlar da evet buna şahit olduk (Rabb’imizsin) dediler.”2 Peygamberimiz(a.s.), “Her doğan çocuk (İslam) fıtratı üzerine doğar” buyurmuştur. 3 Bu, “insan doğuştan dinsiz, kâfir, fâsık ve âsi değildir, tevhît dinini kabule hazır ve kabiliyetlidir” demektir. İnsan yetiştiği çevrede aldığı terbiye, eğitim ve öğretime göre müslüman olur veya başka bir inanca sahip olur. Nitekim Peygamberimiz (a.s.), “Doğan hiçbir çocuk yoktur ki (İslam) fıtratı üzerine doğmuş olmasın. (Daha sonra) anası ve babası çocuğu yahudi, hristiyan veya mecusi yapar” demiştir.4 Ebu Hüreyre bu hadisi rivayet ettikten sonra A’raf suresinin 172. âyetini okumuştur. İnsanın yaratılışında var olan bu “kabiliyet” insan büyüdükçe gelişir. Belli bir yaşa gelince Yaratan’ını bilir, bulur ve tanır, ilahi teklifleri anlar. Doğuştan gözleri ve kulakları sağlıklı olan bir insanın eşyayı görmemesi ve sesleri duymaması nasıl mümkün değilse harici müdahaleye maruz kalmayan bir insanın da Yaratanını tanımaması mümkün değildir. Göz ve kulak görmüyor ve işitmiyorsa onda bir arıza var demektir. Bunun gibi Yaratan’ını tanımayan, “Tevhît Dini” kabul etmeyen insanın yaratılışında var olan bu kabiliyetine “arıza” meydana gelmiş demektir. Rûm, 30/30. A’raf, 7/172. 3 Müslim, Kader, 23. Tirmizî, Kader, 5. 4 Buhârî, Cenaiz, 80. Müslim, Kader, 23. Tecridi Sarih Tercümesi, IV, 29. 1 2 “Din duygusunun kaynağı” fıtrattır. Dolayısıyla din duygusu insanla birlikte doğmuştur. İnsanla birlikte devam edecektir. Dünyada insan bulundukça din de var olacaktır. “Din duygusu”, fıtrî olduğu için yeme, içme, giyinme ve barınma gibi her insanın dine ihtiyacı vardır. İnsan; iyi ve kötü, sevgi ve şehvet, kin ve nefret... gibi bir çok duygu ile yüklüdür. İnsan, “nefis (arzu, heva ve heves)” sahibidir. Nefis, daima kötülüğü emreder5, insana vesvese verir6. İnsanın nefsânî ve şeytanî duyguları kontrol altında tutabilmesi için dînî/ahlâkî kurallara ihtiyaç vardır. Bu itibarla Din her türlü ahlâkî faziletlerin başıdır, dolayısıyla fert ve toplum hayatında dine gerek vardır. Allah tarafından vaz’ olunan dinin amacı; insanlara mutluluk yollarını göstermek, yaratılış gayelerini ve Allah’a nasıl ibadet edeceklerini bildirmek, kendi arzuları ile dini kabul eden akıl sahiplerini hayır olan işlere sevk etmektir.7 İnsan, “Fıtrî Dîn” ile “dindar” olma kabiliyetinde yaratılmıştır. Asla dini terbiye görmemiş, çevrenin ve yetiştiği kültürün tesiri olmamış “akl-ı selîm” sahibi bir kimse hayatında “sevki tabi” (iç güdü) ile kendisini ancak İslam Dini’nin kaidelerine tabi kılar. İnsan kendisini doğru yoldan çıkaran bir takım telkinlerle sapıklık vadisine saptırılmazsa vicdanen başka bir inanca meyletmez. Yaratılışındaki var olan kabiliyet ile Yüce Yaratıcı’yı bilir ve tanır. Fıtrata fesat karışınca o insan irşada ihtiyacı olur. Şirk (Allah’a ortak koşma, paganizm), küfür (dini ve dini değerleri inkâr etme, ataizm), nifak (iki yüzlülük, münafıklık) ve isyandan salim ve iman üzere yaratıldığı için ister mü’min, ister kafir ana babadan doğsun buluğa ermeden ölen her çocuk İslam bilginlerinin çoğunluğunun görüşüne göre cennete girecektir. Dolayısıyla canlı doğan her çocuğun cenaze namazı kılınır. “Din Duygusu” bir insanın dini konular karşısında duyarlı olmasıdır. Bu duyarlılığın gelişmiş şekline ise “Dini Şuur” denir. “Şuur”; insanın içinden geçen rûhî olaylar hakkında bilgi edinmesi ve bu rûhî olayların Yusuf, 12/53. Kâf, 50/16. 7 Ahmed Hamdi Akseki, İslam Dini, s. 7. Diyanet İşl. Bşk. Yay. 5 6 farkına varmasıdır. “Din duygusunun” gelişmesiyle insan “dindar”, körelmesiyle de “fâsık” (doğru yoldan çıkmış, isyana dalmış insan) olur. Dinler tarihi araştırmacısı Max Müller (1823-1900); “Dinin insan ruhunda fıtri (doğuştan vâr olan) bir duygudur”, Benyamin KONSTAN, “Din, insanlık tarihinde en fazla hakim olmuş bir amildir. Dini hayat, tabiatımızın ezelî bir niteliği ve ondan ayrılmayan bir özelliğidir. İnsanın mahiyeti düşünülünce zihne derhal bir din fikrinin gelmemesi mümkün değildir”, Alman filozofu Max Müller, “Tapınma ihtiyacı doğuştandır. Tapınma insanlık tarihiyle başlar. Vahşi ve medeni bütün toplumlarda tapınma vardır. Geriye doğru ne kadar gidersek gidelim, dinsiz bir toplumun yaşadığını göremiyoruz. Her yerde bir mabede veya kalıntısına rastlamamak mümkün değildir” demiştir.8 Dolayısıyla din, fert ve toplumlar için gereklidir. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk, “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkan yoktur”, “din vardır ve lazımdır”,9 Yunan ahlakçı ve tarihçisi Plutargue, “Dünyayı dolaşınız edebiyatsız, kanunsuz ve servetsiz şehirler bulacaksınız fakat mabetsiz ve mabutsuz şehir bulamayacaksınız” demiştir.10 Mabetsiz şehir olmadığı gerçeği ne kadar doğru. Eski ve yeni bütün şehirlerde mabetler vardır. Bu mabetler, “din duygusunun” ve “ ibadete olan ihtiyacın” insanda doğuştan vâr olduğunun bir delilidir. Fen, teknik, bilim ve sanayinin gelişmesi “din duygusunu” yok edememektedir. Amerikalı filozof William James, “İlim ile din kâinatın hazinelerini açmak için kullandığımız iki anahtardır” demiştir.11 Doğuştan insanda var olan “din duygusunun” gelişmesi ve körelmemesi için ilahî vahiy ile desteklenmesi gerekir. Bu amaçla Allah, ilk insandan itibaren peygamber ve kitaplar göndermiştir. İnsanın buna ihtiyacı vardır. Çünkü insan, “başı boş bırakılmamış”,12 “boş yere yaratılmamış”13 aksine “ibadet”14 ile sorumlu tutulmuştur. İlk insan Adem (a.s.), aynı zamanda ilk peygamberdir. Allah, Adem (a.s.)’a on sayfalık bir “kitap” vermiştir. Allah son peygamber Hz. Ahmed Hamdi Akseki, İslam Dini, S.12. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Ankara, Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, s.8. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara, ty. 10 Ahmet Kahraman, Dinler Tarihi, S. 20. 11 Ahmet Kahraman, S. 20. 12 Kıyâme, 75/36. 13 Müminun, 23/115. 14 Zâriyat, 51/56. 8 9 Muhammed (a.s.)’a kadar her topluma bir peygamber göndermiş,15 Peygamberlere de “açık âyetler” (mucizeler), “sahifeler” ve “aydınlatıcı kitaplar” vermiştir. 16 Zamanla semavi dinlerden sapmalar olmuş, insanlar kendileri dini kurallar ihdas etmişlerdir. Dinleri bu iki kategoride değerlendirmeye tabi tutacağız. I. SEMÂVÎ VE BEŞERÎ DİNLER “Din duygusu” yaratılıştan var olduğu için tamamen dinsiz insan ve dinsiz toplum yoktur. Hak veya batıl doğru veya yanlış her insanda bir “inanç” vardır. Çünkü Allah, insanı din duygusu ile yüklü olarak yaratmıştır. Bu sebeple Allah, Adem (a)’dan itibaren hak dini tebliğ etmek üzere toplumlara peygamberler göndermiştir. Peygamberlerin ilâhî vahye dayalı olarak insanlara tebliği ettiği dinlere “semâvî dinler” denir. Ancak zamanla insanlar hak dinden uzaklaşıp batıl dinler ihdas etmişlerdir, bu dinlere “beşerî dinler” denir. Beşerî Dinlerin belli başlıları şunlardır: Varlıklarda ruh bulunduğu inancına dayalı Animizim; Tabiat kuvvetlerine tapılan Naturizm; Bitki ve hayvanları kutsal sayan Totamizim; Ataların ruhlarına tapılan Sinizm; Konfiçyuzum ve Taoizim; Gök tanrı ve yer-su denilen ve tekin olmayan ruhların varlığı inancına dayalı Şamanizm; Ölülerin ruhuna tapılan Şintoizim ; Ateşe tapılan Mecusilik, Zerdüşt’ün peygamberliğine inanılan Zoroastrizm; İyilik ve kötülük ilahına inanılan Parsîlik; Güneş ve ışık tanrısı Mitra’ya inanılan Mitraizm; Kainatta zıtların varlığı ve kötülüklerin hakim olduğu inancına dayalı Manihaizm; Nur ve zulmet esasına dayalı Mazdaizm; Veda adlı kutsal metinleri olan Vedizm; 15 16 Fâtır, 35/24. Fâtır, 35/25. Reankarnasyon Brahmanizm; / tenasuh inancına dayalı Hinduizm / Allah inancı ve ibadeti olmayan Budizm; Şeytana tapılan Satanizm ve Putlara tapılan Putperestlik, Paganizm. Allah, insanları "hak dîne" zorlamadığı için17 "hak dîni" kabul edenler, etmeyenlere olduğu gibi hak dînden sapanlar ve “hak dîni” tahrif edenler de olmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)'e Kur’ân verilmeye başlandığı zaman Hicaz bölgesinde "şirk dînî" (putperestlik), Hıristiyanlık ve Yahudilik dînleri vardı. Haniflerin (Allah’ı bir olarak kabul edenlerin) sayısı azdı. Müşrikler, Allah'ın varlığını, yaratıcı ve rızk verici olduğunu kabul ediyorlar18, fakat O’na başka ilahları ortak koşuyorlar19 ve âhireti inkâr ediyorlardı.20 İnsanlar din duygusu gereği, inanma ve tapınma ihtiyacı hissettikleri için kimisi tek Allah’a / “Hak Dine”, kimisi de yaratıklara / tapmışlardır batıl dinlere; taşa, puta, ağaca, insana, aya, güneşe, hayvana, tabiata, ateşe ... vb şeylere inanıp. Bu, insanın yaratılışındaki “din duygusunun” varlığına delalet eder. İnsanın; maddî ve ma’nevî unsurlardan oluştuğunu söylemiştik. Maddî varlığının sağlıklı olması için tehlikelerden ve hastalıklardan korunması, muhtaç olduğu temiz hava, su ve gıdayı yeterince alması gerektiği gibi ma’nevi varlığının sağlıklı olması için de sapık inanç söz, fiil ve davranışlardan, nefsin ve Şeytanın düşmanlığından korunması, din duygusunun “tevhit inancı” ile beslenmesi gerekir. Semâvî dinler, insan eliyle tahrife uğramış ve uğramamış olması bakımından iki kısma ayrılır. İslam, son semâvî dindir ve temel kaynağı olan Kur’an Allah’tan geldiği korunmuştur. Hz. Muhammed (a.s.)’dan önce gönderilen semâvî dinlerin ve Peygamberlerin tebliğ ettikleri kutsal kitaplar ise ya tamamen kaybolmuş ya da asılları korunamamış, tahrife uğramıştır. Kur’an’dan önceki kutsal kitaplardan sadece Tevrat ve İncil mevcut olup bunların da asılları korunamamıştır. (Tablo 2) II. TÜRKİYEDE MÜNTESİBİ BULUNAN DİNLER Bakara, 2/256. Yunus, 10/31. 19 Nisâ, 4/51. 20 A’raf, 7/45. 17 18 Türkiye’de müntesibi bulunan dinler, İslam, Hıristiyanlık ve Yahudîliktir. 1. Y A H U D İ L İ K “Yahûdî”, Hz. Musa’nın peygamber olarak gönderildiği kavmin adıdır. Bu kavim Kur’ân’ın en çok kendisinden bahsettiği İsrail oğullarıdır. İsrail, Hz. Ya’kub’un bir ismidir. Hz. Musa’nın tebliğine muhatap oldukları için kendilerine “Musevî” de denmiştir. Kutsal kitaplarında yer alan ifâdelere göre Yahudiler kendilerini; dünya milletleri arasından seçilmiş bir kavim olarak görmektedirler. Yüce Tanrı bu kavmi Tûr-i Sina’da kendîne muhatap kılarak onlarla ahit ve akitte bulunmak suretiyle emirlerine uyacakları hususunda söz almış, sonra da Hz. Musa’nın şahsında onlara Tevrat’ı göndermiştir. Yahudi dîninin odak noktası olarak Kudüs’teki mabet gösterilmektedir. Sembolleri yedi kollu Şam’dan ve iç içe girmiş iki üçgenin meydana getirdiği altı köşeli yıldızlardır. Bugün İsrail, bu sembolleri devlet arması olarak kullanmaktadır. İsrâîl oğullarına peygamber olarak gönderilen Hz. İshak’ın oğlu Yakub (a.s.)ın on iki oğlu vardı. Dördüncü oğlunun adı Yuda veya Yahuda idi. Dolayısıyla onun adına izafeten İsrail oğullarına Yahudî denilmiştir. Allah, her topluma emir ve yasaklarını bildirsin diye peygamberler gönderdiği gibi İsrail oğullarına da Musa (a.s.)’ı göndermiş ve ona Tevrat’ı vermiştir. Musa (a.s.)’ın tebliğ ettiği dine, peygamberin ismine nispetle “Musevîlik”, Yahudi milletine nispetle “Yahûdilik” denilmiştir. “Yahudilik”, semâvî dinlerden biridir. Temeli ilâhî vahye dayanır. İbrânî dilinde “hak söz” anlamına gelen, Kur’an’da nur, rahmet ve hidayet kitabı olarak nitelenen Tevrat’ın aslı tahrif ve tağyir edilmiştir.21 Yahudiliğin mukaddes kitabı Ahd-i Atik adı altında toplanmıştır. Bu kitaba,Tevrat (Tora) ve Kanun denir. Ahd-i Atik’i meydana getiren kitaplar, mahiyetleri ve muhtevaları itibariyle üç bölüm ayrılır. a) Tevrat (Tora) Tevrat’ın beş bölümü vardır: 21 Bakara, 2/75,79. 1. Tekvin. 50 baptır. Tarihi olaylardan bahseder. 2. Huruç. 40 baptır. Hz. Musa’dan, İsrail oğullarının Mısır’dan çıkışından, Tur’da Hz. Musa’ya vahyinden bahseder. 3. Levililer. 27 baptır. Ayin, ibadet, temizlik ve bayramlardan bahseder. 4. Sayılar. 36 baptır. Hz. Musa’nın vefatından sonra İsrail oğullarının Filistine girmelerini anlatır. 5. Tensiye. 36 baptır. Haham Hilye’nin harap bir havrada bulduğunu iddia ettiği bir metindir. Tensiye, dini ıslah ve Musa şeriatını yeniden tanzim amacıyla kaleme alınmıştır. “Esfar-ı Hamse” denilen bu beş kitabın Hz. Musa’ya isnadı Mö. V. asırda başlamıştır. Asıl Tora ve Kanun bunlardır. Ahd-i Atik’in altıncı sifrine Yeşu denir. Tevrat’ın İbranice orijinal nüshası yoktur. En eski İbrânice metin M.S. X. Asra aittir. Bu gün Tevrat, orijinal nüsha kabul edilen Arâmice metne dayanmaktadır. Halbuki Arâmîce Bâbil dönüşü resmi dil olarak kabul edilmiştir. Daha önce Yahudilerin resmi dilleri İbrânice idi. Tevrat’ın üç meşhur nüshası vardır: a) İbranice Nüsha, Yahudi ve Protestan alimlerince makbul kabul edilir. b) Yunanca Nüsha. Roma ve doğu kiliselerince muteber kabul edilir. c) Sâmirîce Nüsha. Samirîlerce muteber kabul edilir. Tevrat’ın bu üç nüshasında birbiri ile uymayan bir çok hususlar vardır. Mesela Hz. Adem’in yaratılışından Nuh tufanına kadar geçen zaman, İbrânice nüshada 1650 sene; Yunanca nüshada 2260 sene; İbrâni dilinde yazılmış nüshada 1307 sene olarak geçmektedir. Ahdi Atik’den başka Yahudilerin medeni ve dini esaslarını içeren Telmut” adlı bir kitapları daha vardır. “Talmut”, Tevrat’ın şerhi ve izahı mahiyetindedir.22 b) Tarih ve Hikmet Kitapları 22 Ahmet Kahraman, Dinler Tarihi,s.129-184. İst. Ahd-i Atik’in ikinci bölümünü oluşturan bu kitaplar tarihi olaylardan ve hikmetli sözlerden bahseder. Bu bölümde 15 kitap vardır. c) Peygamberlerin Eserleri. Ahd-i Atik’in üçüncü bölümünü peygamberlere nispet edilen kitaplardır. oluşturan bu kitaplar, İman Esasları Yahudilerin; Allah, peygamber, kitap, melek, âhiret, kaza ve kader inançları; Allah’a, “Yahova” derler. “Yahova”, milli bir tanrısıdır, ruhî bir varlıktır, savaşçı bir ilahtır, insan gibi organları, duygu ve düşünceleri vardır. On emri Hz. Musa’ya Yahova vermiştir. Peygamberlik milli bir karakter taşır. Bütün Yahudi peygamberleri kabul edeler. Hz. İsa ve Hz. Muhammed’i peygamber kabul etmezler. Gaipten haber veren kimse peygamberdir. Meleklerin varlığına ve ahiret hayatına ima ederler. İbadetleri Günlük, haftalık ve yıllık ibadetleri vardır. Sabah, öğle ve akşam vakitlerinde dua ederler. Dualar ferdi ve cemaat halinde yapılabilir. Duada Eski Ahit’ten parçalar okurlar. Kadınlar cemaate katılmazlar. Cumartesi günü haftalık ibadet günleridir. Bu gün çalışmazlar, bütün günlerini ibadetle geçirirler. Kurban ibadetini Kudüs’te ifa edilir. ibadet yerlerine “Havra” denir. Yılda yedi bayramları vardır. Yahudilere göre, “Yahudilik” de milli dindir. Yahudiler Hz. Musa başta olmak üzere kendilerine gelen elçileri yalanlama, haksız yere karşı koyarak canlarına kıyma23 dahil bir çok sapma, isyân ve taşkınlıklarda bulunmuşlardır.24 Yahudiler, Üzeyir Peygambere Allah’ın oğlu demişlerdir.25 Mezhepleri Yahudilikte bir çok mezhep vardı. En önemlileri şunlardır: 1. Sadûkîler. Ahireti, melek ve cinleri inkar ederler. 2. Fârizîler. Ahirete, ruhun ebed3i oluşa inanırlar. Al-i İmran, 3/21. Bakara, 2/60,61. 25 Tevbe, 9/30. 23 24 3. Esensîler. Bunlara göre ahlaksızlık bulaşıcı bir hastalıktır. 4.Tereböt. Tasavvufî bir tarikat mahiyetinde bir mezheptir. Salikleri evlenmezler. 2. H I R İ S T İ Y A N L I K “Hıristiyanlık”, Allah’ın kulu ve Peygamberi olan İsa (a.s.)’ın İsrail oğullarına tebliğ ettiği, aslı ilâhî vahya dayanan semâvî dinin adıdır. “Hıristiyan” kelimesi Rumca “kurtarıcı” anlamına gelen “Hristos” kelimesinden alınmıştır. Batıda “Krist”, Kur’an’da “Nasrânî” (çoğulu nasârâ)26 denilmektir. Nasrânî ismi Hz. İsa’nın “Nâsıra” kasabasında bulunması veya havârîlerin Hz. İsa’ya yardım etmeleri sebebiyle verilmiştir. Bu dine, İsa (a.s.)’a nispetle “İsevilik” de denir. Hz. İsa, ilâhî kudretin eseri olarak Meryem’den babasız olarak doğmuştur.27 Beşikte iken konuşmuş,28 çamurdan kuş yapıp onu canlandırmış, körleri ve alaca hastalarını iyileştirmiş, ölüleri diriltmiş, insanların evlerinde ne yiyip içtiklerini haber vermiştir.29 Hz. İsa, Allah’ın kelimesi30 olup salihlerden ve Allah’a yakın olanlardandır.31 Allah ona İncil vermiş, hikmet ve Tevrat’ı öğretmiştir.32 İncil’in aslı korunamamıştır. Günümüzde mevcut İncil, Kitab-ı Mukaddes içinde yer alan ve 27 kitaptan oluşan Ahd-i Cedîd’dir. Ahd-i Cedîd’in 4 nüshası vardır. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna. Bu nüshalar Yunanca yazılmıştır. Bu dört İncil nüshası, MS 325 yılında Kostantin tarafından organize edilen İznik toplantısında yüzlerce İncil nüshası arasından seçilip kabul edilmiştir. Diğerleri imha edilmiştir. Son yıllarda Barnaba adında bir nüsha daha bulunmuştur. Kur’an, İncil’in tahrif edildiğini bildirmektedir. Ahd-i Cedîd, MS 65150 yıllarında yazılmıştır. Halbuki Hz. İsa MS 29 yılında ölmüştür. Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın son peygamber olduğunu kabul ederler. İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderilen Hz. İsa, Tevrat’ı doğrulamış ve Hz. Muhammed’in Peygamber olarak gönderileceğini müjdelemiştir.33 Peygamber gönderildiği İsrail oğullarına, Allah’ın kulu Ali-i İmran, 3/67). Al-i İmran, 3/59. Meryem, 19/16-35. 28 Meryem, 19/29-33; Al-i İmran, 3/46. 29 Al-i İmran, 3/49. 30 Al-i İmran, 3/45. 31 Al-i İmran, 3/45-46. 32 Al-i İmran, 3/48. 33 Al-i İmran, 3/49-50. Saf, 61/6. 26 27 ve elçisi olduğunu bildirmiş, Allah’ın bir tek ilah olduğunu, Allah’a ibadet etmeleri, namaz kılmalarını ve zekat vermelerini emretmiştir.34 Ancak İsrail oğulları onun peygamberliğini inkar etmiş, sadece 12 havari iman etmiştir.35 Fakat havarilerden biri Hz. İsa’yı öldürmek isteyen Romalılara Hz. İsa’nın saklandığı yeri haber vermiştir. Romalılar, Hz. İsa’yı yakalamak için geldiklerinde Hz. İsa zannederek ihbarcı havariyi çarmıha germişlerdir. Ancak Hıristiyanlar Hz. İsa’nı çarmıha gerildiğine inanırlar. Hıristiyanlara göre Hz. İsa MÖ 4. yılda doğmuş, MS 29. yılda Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiş, ölümünden üç gün sonra dirilmiş, kırk gün havarilere tavsiyelerde bulunduktan sonra semaya yükselmiştir. Kur’an’a göre Hz. İsa çarmıha gerilmemiş, onu kendine yükseltmiştir.36 İman Esasları 1. Teslis Teslis, baba, oğul ve Ruhu’l-Kudüs’ten oluşan üçlü bir Allah inancıdır. Bu inanca göre Allah, baba, İsa, oğuldur. MS 431 yılında Efes’te toplanan konsülde Hz. İsa’nın ilâhî ve insânî olmak üzere iki yönünün bulunduğu kabul edilmiştir. İlk Hıristiyanlara göre Ruhu’lKudüs, imtiyazlı varlıkları idare eden tanrı soluğudur. MS 381’de İstanbul’da toplanan birinci ruhânî meclisi Ruhu’l-Kudüs’ün peder ve oğlu gibi Allah olduğuna karar vermiştir. 869’da toplanan Roma Konsilinde Ruhu’l-Kudüs’ün baba ile oğlundan çıktığı kabul edilmiştir. 879’da İstanbul’da yapılan konsilde Ruhu’l-Kudüs’ün sadece babadan çıktığı kabul edilmiştir. Kur’an’ın beyanına göre Hıristiyanlar Hz. İsa’ya Allah,37 Allah’ın oğlu38 ve üçün üçüncüsü39 demişlerdir. Kur’an bunun uydurma, Hz. İsa’nın ise sadece Allah’ın elçisi olduğu bildirilmiştir.40 Hıristiyan inancına göre; a) Hz. İsa insanların günahları yüzünden çarmıha gerilmiştir, kıyamet kopmadan önce yer yüzüne gelecektir. b) Cennet ve cehennem vardır.Tanrı baba, kıyamette insanlara hesap Maide, 5/51, 117; Tevbe, 9/30-31. Al-i İmran, 3/52. 36 Nisa-157-158. Al-i İmran, 3/55 37 Maide, 5/72. 38 Tevbe, 9/31, Maide, 5/73. 39 Maide, 5/74. 40 Maide, 5/75. 34 35 sorma yetkisini oğlu İsa’ya vermiştir. c) Kitab-i Mukaddes’te ismi geçen bütün peygamberlere ve meleklerine varlığına inanırlar. 2. İ b a d e t l e r i a) Her gün kilisede iki vakit ibadet ve dua vardır. b) Pazar günleri altı saat süren haftalık ayin yapılır. Pazar günü tatildir, iş yapılmaz. 3. B a y r a m l a r ı a) Noel Bayramı. İsa’nın doğum yıl dönümüdür. Aralık ayı sonunda yapılır. b) Paskalya Yortusu. İsa’nın ölümünden üç gün sonra dirilmesinin hatırasına yapılan bayramdır. Nisanın 15’inden sonraki Pazar günü kutlanır. c) Transfiguration (şekil değiştirme) günü. Paskalyadan 100 gün sonradır. Haziran Temmuz ayına rastlar. Hz. İsa’nın insaniyetten ruhaniyete yükselmesi ile ilgilidir. d) Meryem Ana Günü. Ağustos’un 15’ine yakın Pazar günü yapılır. Kadınlara Hz. Meryem’in iffeti temsili olarak gösterilir. e) Hac Yortusu. Eylül’ün 15’inde olur. Kudüs’ten İran’a götürülen Haç’ın geri alınması ile ilgilidir. 4. K i l i s e n in G ö r e v l e r i “Kilise” kelimesi Yunanca “eklesia” kelimesinden alınmıştır. Topluluk vebirlik anlamına gelir. Kilisenin görevleri. a) Vaftiz. Din adamları tarafından yapılır. Yüze su rerperek veya vücut suya batırılarak yapılır. Bu, İsa’nın kanı ile insarnların kirlerini temizlemesini temsil eder. b) Communion Ayini. Bu, ekmeği kırıp üzerine şarap dökerek yemektir. İsa’nın şakirtleriyle birlikte son gece yediği yemeyi temsil eder. Ekmek, İsa’nın insanlığın kurtuluşu için kırılan cesedi, şarap da aynı gaye uğruna akan kanıdır. c) Günahların İtiraf. Kilisenin günahları itiraf ettirmesi ve papazın günah çıkarması en az hayatta bir defa yapılır. d) Ölüye Mukaddes Yağ Sürmek. Ölüm döşeğindeki bir insana din adamının zeytin yağı sürmesi görevidir. e) Nikah kıymak. Nikahlar kilisede din adamları tarafından kıyılır. Kilise dışında kıyılan nikah geçerli değildir. HIRİSTİYANLIKTA MEZHEPLER a) Katolik Mezhebi. Batı kiliselerinin mümessilidir. Katolik Roma Kilisesi bu mezhebi temsil eder. Mezhebin başında Papa vardır. Aynı zamanda Papa ruhânî devletin başkanıdır. Papadan sonra Kardinaller, Psikopatlar ve Rahipler gelir. Rahipler evlenmezler. Ayinleri; vaftiz, tövbe, nikah kıyma, papazlığa tayin ve yağ sürmedir. Cuma günleri et ve yağ yenmez. Papazlar günah çıkartır. İbadet dili Latince’ndir. b) Ortodoks Mezhebi Bu kiliseye, Şark, Yunan ve Rum Kilisesi de denir. Merkezi İstanbul’dadır. Başında Patrik vardır. Katolik Kilisesinden 1054 yılında ayrılmıştır. Katolik Kilisesine göre Ruhu’l-Kudüs Baba ile Oğuldan, Ortodoks Kilisesine göre sadece Baba’dan çıkmıştır. İbadet ülkenin kendi dilinde yapılır. c) Protestanlık Mezhebi Bu Kiliseye İncil Kilisesi de denir. Protestanlık, İncil’i yalnız Kilise adamları anlar diyen anlayışa karşı çıkan reform sonucu doğmuştur. Papanın otoritesini kabul etmezler. Papazlar evlenebilir. Tanrı’ya ulaşmak için aracıya ihtiyaç yoktur. İbadet ülkenin kendi dilinde yapılır. d) Süryânilik Sami ırkından Hıristiyan bir topluluğun adıdır. Süryânîler Suriyeli Aramîlerdir. Bunlar Hz. Havarilerinden Şemnun Petrus ve Thomas’ın telkinleriyle Hıristiyanlığı kabul ederek Aramîlerden ayrıldılar ve MS. 38 yılında Süryânî adı altında yeni bir mezhep kurdular. İlk Hıristiyan topluluğu olmalarından dolayı kendilerine Süryani Kadîm adı verildi. İlk dini merkezleri Antakya’dır. Bu gün dînî merkezleri Şam’dır. Türkiye’de Gaziantep, Midyat, Diyarbakır ve Mardin’de Süryânîler vardır. Mardin İlinin doğusunda dağın eteğinde Zaferen Manastırı (Deyru’z-Zaferan) faal durumdadır. 1782 yılında Mihayel Cevre, patrik kurallara aykırı olarak tayin edildi. Piskoposlar tarafından reddedilince Roma Kilisesine katıldı. Süryanî-i Kadim Kilisesinden ayrılan Süryanilere ve kiliselerine papa tarafından patrik tayin edildi. Bunlara Katolik Süryâniler dendi. Katolik Süryanilerin merkezi Mardin’deki Meryem Ana Kilisesidir.41 e) Yehova Şahitleri 41 Meydan Laroussa, XVIII, 416-417. Sabah Yayınları, İstanbul tarihsiz. Yehova şahitleri Yahudilik ve Hıristiyanlığın dini ve kültürel öğretilerinin ortaya çıkardığı dini bir akımdır. Temelini Amerika’da C. T. Russel (1852-1916) atmı,ş, teşkilatı Joseph Franklin Rutherford (18691942) kurup geliştirmiştir. Yehova şahitleri kendilerini Tanrının vaat ettiği krallığın tek temsilcileri olarak görürler. İnanç esasları Katolik, Protestan ve Ortodoks Hıristiyanların tanrı anlayışını benimsemezler. Dolayısıyla teslise inanmazlar, tek tanrı inancını savunurlar . Bu tek tanrı kadir-i mutlak Yehova’dır. Hz. İsa’nın ilk insanın yaratılmasından önce bir melek olarak var olduğuna, daha sonra onun insan şekline dönüştüğüne, doğuştan günahsız olduğuna ve Tanrı’nın yaratılmış oğlu olduğuna, çarmıha gerildikten sonra öldüğüne, sonra manevi bir varlık olarak yeniden dirildiğine inanırlar. Kutsal Ruh, tanrının parçası olmadığı gibi bir kişiliğe de sahip değildir. Tanrının faal gücüdür. Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı bakire olarak doğurduğuna,Hz. İsa’nın insanlığın geçmiş ve geleceği için kendini feda ettiğine, yer yüzüne ikinci kez döneceğine ve Şeytan’ın gücüne inanırlar. Eski Ahit (The Old Testament) ve Yeni Ahid (Thi New Testament)’den oluyan Kitab-ı Mukaddes (Thi Bible)’in Allah’ın vahyi ve hatasız kutsal bir kitap olduğunu kabul ederler. Günahkârların cezalandırılacağına ve Cehennem hayatının varlığına inanmazlar. Cehennem yok oluşun sembolüdür. İnsanlar ölümle cezalarını çekmiş sayılır ve toprak olurlar. Müminler semaya yükselirler. Tanrı onlar için yeni bir beden yaratır ve yaşamaya devam ederler. Böylece cennet yer yüzünde kurulmuş olur. Bu cennete sadece Yehova şahitleri olacaktır. Meydana gelen her önemli olayı İsa’nın tekrar yer yüzüne dönüşünün ve dünyanın sonunun yaklaştığının bir işareti olarak değerlendirirler. Tanrı’nın gelecek ile ilgili planlarını bir takım cifir hesaplamaları ile Kitab-ı Mukaddes’in sayfaları arasında bulmaya çalışırlar. Bu bağlamda Rutherford 1920 yılında “Şimdi Yaşayan Milyonlarca İnsan Asla Ölmeyecektir” başlığı ile bir kitap yazmış ve kitabında, “Yahudi siyonizmini övmüş, 1925 yılının dünyanın sonu, tanrı krallığının yeryüzünde kuruluşu, İbrahim, İshak ve Yakup gibi peygamberlerin diriliş tarihi olduğunu ileri sürmüştür” ancak bu gerçekleşmemiştir.42 İbadetleri İki ayinleri vardır. Birisi sorumluluk çağına gelen bir Yehova şahidini günahlardan arındırmak maksadıyla suya daldırmak suretiyle vaftiz yapmaktır. Diğeri yılda bir defa Hz. İsa’nın ölümü anısına akşam yemeği vermektir. Buna Evharistiya ayini derler. Hz. İsa’nın doğum gününün kutlamazlar. İbadet yerleri “Krallık Evi” adı verilen kiliseleridir Yasaklar Zina sebebi hariç boşanmayı uygun görmezler. Tedavi maksadıyla da olsa kan nakline karşı çıkarlar. Çünkü kan kutsaldır. Dolayısıyla kan içerene yemekleri de yemezler. Hayvanlar da kutsaldır. Sırf zevk için hayvan öldürmek yasaktır. Boşanma, homoseksüellik, evlilik öncesi cinsel ilişki ve kürtaja karşıdırlar. Hedefleri tanrının krallığını, teokrasiyi tesis etmektir. Yeryüzünde tanrının bin yıllık krallığı kurulacaktır. Bu sebeple dünyadaki hakim güçleri ve siyasi partileri şeytanın bilinçsiz müttefikleri sayarlar. Her hangi bir ülkenin bayrağına saygıyı ve askerlik yapmayı reddederler.43 Yehova şahitlerinin 2001 yılı istatistiklerine göre 235 ülkede 6. 117. 666 Yehova şahidi yaşamaktadır. Türkiye’deki sayıları 1. 621’dir.44 MİSYONERLİK Latince “missio” kelimesinden türemiş olan misyon kelimesi sözlükte; görev, yetki, aracılık yapma, gönderme ve bir kişiye bir işi yapması için verilen özel vazife anlamlarına gelmektedir. Sözlük anlamına uygun olarak Hıristiyanlığı yayma işine misyon, bu işi yapmayı kendisine vazife edînen ve kilise tarafından görevlendirilen kişiye de misyoner, bu işe de misyonerlik denilmektedir. Misyonerler, Hz.İsa’dan rivâyet edilen “Öyleyse gidîn Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına bütün insanları vaftiz edîn, size emrettiklerime uymayı Sarkis PAŞAOĞLU, Yehova Şahitleri, s. 104-105. İst. 199. Bünyamin OKUMUŞ, Yehova Şahitleri, Diyanet İlmi Dergi, cilt 38, yıl, 2002, s.b 60-70. 44 Bk. Yehova Şahitleri resmi Web sayfası Statistics 2001. 42 43 onlara öğretin, onları eğitin.” (Matta, 28/18-20) emrini kendilerine hareket noktası olarak almışlardır. Havariler ilk misyonerler olarak kabul edilmişler, daha sonra da misyonerlik kilisenin bir görevi olarak kabul edilmiştir. Asırlardır değişen şartlara uygun metotlar bulunarak devam ettirilen misyonerlik, bu gün de kilisenin en önemli varoluş sebebi ve görevi olarak kabul edilmekte, dünyanın sonuna veya herkes Hıristiyan oluncaya kadar da bu görevin devam edeceği kilise liderleri tarafından ifade edilmektedir. Çeşitli kiliseler tarafından kurulan ve sayıları binlerle ifade edilen misyonerlik cemiyetleri çok büyük bütçeler oluşturmakta ve dünyanın her tarafında misyonerlik yapmak üzere eleman yetiştirmekte ve her tarafa göndermektedir. Misyonerlere, gidecekleri toplumun dil, dîn, tarih, milli kültür, sosyal yapı ve diğer önemli özelliklerini iyice öğrenme imkanı verilmekte, gideceği bölgede misyonerlik yapma usulleri iyice kavratılmaktadır. Bölgelere göre hazırlanmış çalışma metotları tespit edilmiştir. Mesela “Müslümanlar Arasında Misyonerlik Yapma Metodu” adlı kitaplar yazılmıştır. Ayrıca bölgelerin durumları göz önünde bulundurularak sadece dîn adamı değil, doktor, insan hakları gözlemcisi, barış gücü gönüllüsü, mühendis, dil kursu öğretmeni, bilgisayar programcısı ve sportif bir faaliyetin organizatörü gibi çeşitli meslek mensupları misyoner olarak gönderilmekte ve çalışmaktadır. SATANİZM Şeytana tapıcılık anlamına gelmektedir. Satanizm, başlangıç itibariyle ortaçağ büyücülerine ve Hıristiyanlık’tan uzaklaşan ayrılıkçı gruplara (heretiklere) kadar dayandırılmış bulunan ve 19. Asrın sonlarında Amerika ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan ve günümüze kadar düzensiz olarak da olsa devam ettirilmiş olan bir inanç ve uygulamadır. Satanizm; Şeytan’a, diğer bir ifadeyle Yahudi-Hıristiyan geleneği tarafından Tanrı’nın tam karşısında mutlak kötülük veya mutlak kötülüğün temsilcisi olarak tecessüm ettirilen şahsiyet veya prensibe ibadet etmek demektir. Aynı zamanda bu ibadet; Yahudi-Hıristiyan dîni tahakkümüne karşı bir başkaldırı hareketi olarak da tanımlanmaktadır. Geleneksel Satanizm; Hıristiyanlığın Şeytan anlayışını, Hıristiyan ahlak ve felsefesini, Hıristiyanlığın hayat ve dünya görüşünü baz alan ve fakat tamamen Hıristiyanlık karşıtı bir görüş ve düşünceye sahip bulunan bir grubun temsil ettiği satanist anlayıştır. “LaVeyan Satanizm” diye de adlandırılan modern Satanizm ise, Anton Szandor LaVey tarafından kurulan ve organize bir teşkilat haline getirilen satanist grubun adıdır. LaVey 1966’da San Fransisko’da Şeytan’ın Kilisesi’ni kurmuş ve onun baş rahibi olmuştur. LaVey, organize faaliyetlerinin çoğunu kilise mensupları dışındakilere çevirmiş ve kitaplar yazmaya başlamıştır. İşte bu tür faaliyetlerinin bir sonucu olarak “The Satanic Bible (Şeytan’ın Kutsal Kitabı)” 1969 yayınlanmış, onu 1972’de “The Satanic Rituals(Satanist Ayinler)” takip etmiştir. Üçüncü kitabı “The compleat Witch” ise Avrupa’da basılmıştır. Özetle söylemek gerekirse modern Satanizm, sembolizm, modernizm, bireycilik, ateizm, hedonizm, natüralizm ve hümanizm gibi unsurlara dayanmaktadır. Satanizmin görüşleri maddeler halinde şöyle özetlenebilir: “9 Kural” : 1-Şeytan, yasaklayıcı degil affediciyi, 2- boş hayalleri değil asıl gerçekliği, 3- iki yüzlü hilekârlığı değil bilgeliği, 4- nankörler için boşuna harcanmış sevgiyi değil hak edenlere gösterilen şefkati, 5kötülükler karşı susmak yerine intikamı, 6- sapık vampirler için duyulan kaygı yerine sorumluya sorumluluğu, 7- bazen insanı bazen de hayvanı temsil eder, 8- Şeytan, günah diye nitelendirilen ve fiziksel, akli ve duygusal zevklere neden olan tüm zevkle simgesi ve 9- kilisenin şimdiye dek sahip olduğu en iyi arkadaşıdır. “11 Temel İlke”: 1-Sorulmadıkça görüş yada tavsiye verme! 2Dînleyeceğine emin olmadıkça derdîni kimseye anlatma! 3-Başkasının evinde ona saygı göster, aksi taktirde gitme! 4-Evindeki misafir sana kötülük unsuru olabilecek bir davranışta bulunursa sende ona zalimce davran! 5-Karşındakinin de isteği olmadıkça cinsel ilişkiye girme! 6Başkasına yük olduğu ve kurtulmak istediği şeyler hariç, kendîne ait olmayan hiçbir şeyi alma! 7-Arzularını elde etmeni sağlayacak şekilde kullandığın sürece büyünün gücüne inan aksi taktirde kullanma! 8Kendîni muhatap etmeye gerek görmediğin hiçbir şeyden şikâyet etme! 9-Çocuklara zarar verme! 10-Sana zarar vermedikçe hayvanları öldürme! 11-Açık bir arazide yürüdüğünde kimseyi incitme. Birisi canını sıkacak bir durum teşkil ederse ona durmasını söyle. Eğer durmazsa ona saldır! 9 Büyük günah: 1- Aptallık, 2- Gösterişçilik, 3- Tekbencilik, 4Hilekarlık, 5-Düşünmeden inanmak, 6- Kim ve ne olduğunu unutmak, 7Eski ve Gerçek inanışları unutmak, 8- Zarar verici derecede gurur, 9Estetik yokluğu. Bütün kitabi dînlere göre, şeytanın insanla münasebeti Hz. Ademe secde etme emrinin verilmesiyle başlar. Ancak şeytanın bu emri yerine getirmeyişi Allah’a “isyân” ve insana da “düşmanlık” ile sonuçlanmıştır. Bu, bütün kutsal dînlerin ittifakla kabul ettiği bir husustur. Dolayısıyla şeytan; bütün dînler açısından en uç noktada bulunan, kendisinden sakınılması gereken, dînin ve insanın karşısında yer alan bir yaratıktır. Bu özellikleri onu kötünün ve kötülüğün sembolü, temsilcisi ve tahrikçisi haline getirmiştir. İslam dîni şeytana kulluk etmeyi şiddetle yasaklamıştır: “... Şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”45 3. İ S L A M İslâm, “silm” ve “selâm”; kökünden türeyen bir kelimedir. Silm; barış, güven ve huzur, selam; mutluluk, esenlik ve güvenlik; İslâm ise; Allah’a teslim olmak, boyun eğmek ve itaat etmek anlamındadır. İslâm’ı din olarak kabul eden erkeğe mülsim, kadına da müslime denir. Türkçe’de İslam’ı kabul eden kimse müslüman kelimesi ile ifade edilmektedir. Kur’ân’a göre İslâm, kişinin kendisini yalnız Allah’a teslim etmesi, yalnız O’na kul olması, yalnız O’na ibadet etmesi demektir. Tevhidîn gereği de budur. Bu anlamıyla İslâm, yalnız son peygamber Hz. Muhammed’in getirdiği dînden ibaret değil, bütün peygamberlerin insanları tek Allah’a kulluk etmeye, âhirete îmân etmeye ve sâlih amel işlemeye davet etmelerinin özünde olan bir inanç sistemidir. Bu bakımdan insanlığı tevhit inancına davet noktasında, bütün Allah elçilerinin vazifesi aynıdır. “O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim”46; “Allah katında dîn İslâm’dır”47; “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa, bilsin ki (O dîn) ondan Bakara, 2/168-169. En’am, 6/163. 47 Al-i İmrân, 3/19. 45 46 kabul edilmeyecek ve âhirette kaybedenlerden olacaktı” ifade etmektedir. 48 bu gerçeği Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.), İslâm’ı, kelime’i şehâdet, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek49; Müslüman’ı ise, “Müslüman, dilinden, elinden, müslümanların selâmette kaldığı kimsedir”50 şeklinde tanımlamıştır. Bu duruma göre İslâm, insanlık için vazgeçilmez değerler olan inanç, ibadet, sosyal ilişkiler ve ahlak gibi temel prensipleri sosyal hayatın gereği olarak kabul eden en mükemmel ve evrensel bir dîndir. Nitekim Cenab-ı Hak da kullarına en uygun dîn olarak İslâm’ı seçtiğini beyan etmiştir: “Bugün size dîninizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için dîn olarak İslâm’ı beğendim.”51 İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an; a) insanın Allah ile, b) insanın diğer insanlarla c) insanın canlı ve cansız diğer varlıklarla ilişkilerinde rehber olmak üzere gönderilmiştir. Başka bir ifade ile Kur’an ve onun sözlü ve uygulamalı açıklaması mesabesinde olan Sünnet/hadisler, insanın Allah’a, kendisine, aile fertlerine, yakınlarına, komşularına, çevresine, topluma ve bütün insanlara karşı görevlerinde rehberlik eder (Tablo 3) Dolayısıyla İslam Dini; insanın bütün söz, eylem, fiil ve davranışlarıyla ilgili genel kurallar getirmiştir. İslam’ı kabul eden insan; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmek,52 hayır ve şerrin, iyilik ve kötülüğün ve her türlü musibetin Allah’ın izni ve takdiri ile olduğunu kabul etmek,53 günde beş vakit namaz kılmak,54 Ramazan aylarında oruç tutmak,55 zengin ise zekat vermek,56 imkanı varsa hacca gitmek,57 Allah ve peygamberine itaat etmek58 ile yükümlüdür. İslam; insanın yemesinden içmesine,59 evlenmesinden 60 61 62 boşanmasına, ticaretinden, mirasının taksimine, konuşmasından Al-i imrân, 3/85. Müslim, îmân, 5. 50 Buhârî, Îmân, 3. 51 Mâide, 5/3. 52 Bakara, 2/177. 53 Hadîd, 57/22. 54 İsra, 17/78. 55 Bakara, 2/185. 56 Nur, 24/56. 57 Al-i İmrân, 3/97. 58 Nur, 24/54. 59 A’raf, 7/31. 60Bakara, 2/221, 229, 225-234. Nisa, 4/23-25 48 49 yürümesine,63 çocuğun kaç sene emzirilmesinden,64 birisinin evine nasıl girileceğine,65 çocukların ana-babalarının yatak odalarına ne zaman ve nasıl gireceklerinden,66 yemeğin birlikte veya ayrı ayrı yenmesine,67 yaptığı sözleşmelere uymasından,68 işlerini istişare etmesine,69 görev ve yetkilerin ehil olana verilmesi ve davaların adaletle görülmesinden,70 şahitliğin dosdoğru yapılmasına71..... varıncaya kadar fert, aile ve toplum hayatı ile ilgili temel kurallar getirmiş ve insana yol göstermiştir. Çünkü Kur’an “hüde’n li’nnâs”dır = insanların rehberi = yol göstericisidir.72 Kur’an kendine uyanları her işte en doğru yola iletir. Dolayısıyla bazılarının sandığı gibi insanın söz, fiil ve davranışlarını “dinî” ve “dünyevî” diye ayırmak mümkün değildir. Din, hem dünya hem de âhiret içindir. Din, insanın dünyada da ahirette de mutlu olması için vardır. İslam, Adem peygamberden itibaren Allah tarafından gönderilen ve peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilen tevhit esasına dayalı hak dinin adıdır. “Allah katında din ancak İslam’dır”73 ayeti bu gerçeğin ifadesidir. Kur’an’da zikredilen “Yahudilik” ve “Hıristiyanlık”, Musa ve İsa peygamberlere gönderilen hak din İslam’ın bozulmuş şeklidir. Yahudiler Üzeyir peygambere, Hıristiyanlar İsa peygambere Allah’ın oğlu demek74 suretiyle tevhit inancından sapmışlardır. Bu sebeple yüce Allah, İbrahim (a.s.) için; “İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi, fakat o Allah’ı birleyen (hanîf) bir müslüman idi, müşriklerden değildi” demiştir.75 İslam’ın; evlenme, boşanma, sosyal ilişkiler, helal-haram ve ibadetler ile ilgili ilkelerinde peygamberlerden peygamberlere bazı farklılıklar olsa da inanç esaslarında bir değişiklik olmamıştır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.’in ve Kur’an’ın gönderilmesiyle Bakara, 2/275. Nisa, 4/7. bk.. Nisa, 4/11-12, 176. 63 Lokman, 31/19 bk. Lokman, 31/18. 64 Bakara, 2/233; Nur, 24/27. 65 Nur, 24/27. 66 Nur, 24/59, bk. Nur, 24/58. 67 Nur, 24/61. 68 Maide, 5/1. 69 Şura, 42/38. 70 Nisa, 4/58. 71 Nisa, 4/135. 72 Bakara, 2/186. 73 Al-i İmran, 3/19. 74 Tevbe, 9/30. 75 Al-i İmran, 3/67. 61 62 İslam kemale ermiş ve son şeklini almıştır. “... Bu gün size dininizi ikmal ettim, size nimetimi tamamladım, din olarak İslam’dan razı oldum”76 âyeti bu gerçeği ifade etmektedir. Son şeklini alan ve kemale erdirilen İslam’dan başka hak din artık söz konusu değildir. “Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir... “77 âyeti bunun delilidir. İslam; tevhit esasına dayanır, imanda ve ibadette Allah’a ortak koşulmasını şiddetle reddeder. İnsan vasıtasız olarak Allah’a ibadet edebilir, O’ndan af dileyebilir, yardım isteyebilir ve dua edebilir. İslam’ın ana hedefi, canın, malın, aklın, ırzın ve dinin korunmasıdır, kısaca insandır, insanın mutluluğudur. İslam’ın emir ve yasakları da bu amaca yöneliktir. Canı korumak için; intihar, yaralama, cana kıyma, zehirli yiyecek ve içecekler; aklı korumak için; alkollü içkiler, sıvı ve katı uyuşturucular; ırzı korumak için; zina ve her türlü fuhuş; malı korumak için; hırsızlık, gasp, yankesicilik, aldatma, hile ve benzeri kötülükler yasaklanmıştır. Dini korumak için namaz, oruç, hac, zekat, zikir, dua ve nefisle mücadele, şirk, küfür ve nifaktan uzak durma gibi görevler farz kılınmıştır. Adalet., dürüstlük, erdemli davranış, işleri ehline verme, şura, din ve vicdan, çalışma, ticaret, mülk edinme ve seyahat özgürlüğü, mesken masuniyeti, insan haklarına saygı, toplumda iyilikleri hakim kılma, kötülüklerle mücadele, barış, birlik ve kardeşlik İslam’ın temel ilkeleridir. İslam’ın; emir ve yasakları, öğüt ve tavsiyeleri, helal ve haramları kısaca bütün ilkeleri âyet ve hadislere dayanır. Son şeklini alan İslam Dininin ilkelerinde, hükümlerinde, inanç ve ibadet esaslarında zamanın geçmesiyle bir değişme olmaz. Din kurallarında artma ve eksilme söz konusu değildir. İslam, evrenseldir, çağları kucaklar. İlmi, tekniği, teknolojiyi, sanayiyi, çalışmayı, üretimi, gelişme ve ilerlemeyi, temizliği, disiplini ve intizamı teşvik eder. Cehaleti, tembelliği, dilenciliği, miskinliği, uyuşukluğu, saygısızlığı, anarşiyi, insanlara yük olmayı, çalışmadan, hile ve haksız yollarla kazanmayı, ahlaksızlığı, sahtekarlığı, 76 77 Maide, 5/3. Maide, 5/85. rüşveti, tefeciliği, dolandırıcılığı, kötülükleri yasaklar. kumarı, işkenceyi ve benzeri İslâmî görevlerin, genel olarak iki boyutu vardır. Biri inanma, diğeri, uygulamadır. Kur’an’da bu husus, “iman ve salih amel” olarak ifade edilmiştir. İman edip salih ameller işleyen Allah(a ibadet etmiş olur. “Allah’a ibadet” kavramı, iman dahil İslâmî bütün görevleri içine alır. Dolayısıyla Kur’an ve Sünnette yer alan itikâdî ve amelî bütün görevler, İslam’ın ilkeleridir. İslam’ın hükümlerini; iman, ibadet, ahlak, muamelât, ukûbât ve keffârat esasları şeklinde bir ayırıma tabi tutup, iman, ibadet ve ahlak esaslarının asıl, diğerlerinin tâli derecede olduğunu söylemek, Kur’an ve sünnete uygun bir yaklaşım değildir. Çünkü ayet ve hadislerde geçen ve hükmü farz, vacip, sünnet ve müstehap olan emirlere uymak da hükmü haram veya mekruh olan yasaklardan sakınmak da ibadettir. Çünkü insanlar ibadet etmeleri için yaratılmışlar,78 bütün peygamberler de insanları Allah’a ibadete davet etmişlerdir.79 “İbadet”; Allah ve Peygamberine itaat etmek, emir ve yasaklarına uymaktan ibarettir. III. TÜRKİYEDE MÜNTESİBİ BULUNAN MEZHEPLER Sözlükte gidilecek yol, gidilecek yer, görüş, doktrin, akım, gitmek ve takip etmek gibi anlamlara gelen mezhep, dînî bir kavram olarak, kendi içinde tutarlı bir metot ve düşünce sistemine sahip itikâdî ve amelî doktrin manasına gelir. Mezhep kurucusu müçtehit, ayet ve hadislerden hüküm çıkarma metotlarını belirleyen kimselerdir. Bu metot farklılıkları ile bunlara dayalı olarak ortaya çıkan hükümlerdeki farklılıklar mezhepleri oluşturmuştur. İslâm literatüründe mezhepler; itikâdî ve amelî olmak üzere iki kısma ayrılır. 1. İ t i k a d î M e z h e p l e r Tarih sahnesine çıkışı bakımından itikâdî mezhepler daha öncedir. Ortaya çıkışları; Hz. Osman’ın şahadetiyle başlayıp Hz. Ali’nin Cemel ve Sıffîn savaşlarıyla devam eden siyasî olaylar ve fikrî ayrılıklardır. Siyasî olaylar sonucunda ortaya çıkan mezhepler şunlardır: a) Haricî Mezhebi. b) Şiî Mezhebi 78 79 Zariyat, 51/56. Hud, 11/50, 61, 84. Fikrî ayrılıklar sonucu ise şu mezhepler ortaya çıkmıştır: a) Cebriye Mezhebi, b) Mu’tezile Mezhebi c) Mürcie Mezhebi d) Kaderiye Mezhebi e) Ehl-i Sünnet Ülkemizde bu mezheplerden sadece Hanefî, Şâfiî ve Ca’ferî mezhebini müntesipleri vardır. 2. A m e l î - F ı k h î M e z h e p l e r Fıkhî mezheplerin ortaya çıkışı ise, dînî sebeplere dayanmaktadır. Hz. Peygamber döneminde bir ihtilaf söz konusu değildi. Zira bir problem olduğunda Hz. Peygamber’e sorularak çözümleniyordu. Hz. Peygamber’den sonra, sahabe ve tabiûn döneminden itibaren görüş ayrılığı başlamış, asr-ı saadetten uzaklaştıkça da bu ihtilaflar çoğalmıştır. Bu görüş ayrılıklarının sebepleri şöyle sıralanabilir; a) Kitap ve sünnette geçen bazı kelime ve cümlelerin farklı anlaşılması ve yorumlanması, b) Sözün hakikat veya mecaz anlamlarına çekilebilmesi, c) Hadislerin bilinmemesi, sıhhat derecesi ve ölçüsü konusundaki farklı telakkiler, Bu sebeplerden kaynaklanan görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte, müçtehit imamlar devrine kadar mezheplerden söz edilmemektedir. Her merkezde birçok alim ve müçtehit bulunmakta, soruları cevaplandırmakta ve davaları halletmektedirler; fakat bunlara izafe edilen bir mezhep yoktur. Bu devirde, fıkhın ve fıkıh usulünün tedvin edilmesi, nazari konularda içtihat edilmeye başlanması, fıkıh mekteplerinin teşekkül ederek münazara ve münakaşaların başlaması gibi sebeplerle mezhepler oluşmuş, bir çok fıkhî mezhep ya da düşünce sistemi ortaya çıkmıştır. Bunlardan büyük bir bölümü, taraftar bulamadığı için zamanla yok olmuştur. Günümüzde amelî mezhep hala devam etmektedir. Bunlar; a) Hanefî Mezhebi, b) Şafiî Mezhebi, c) Malikî Mezhebi, d) Hanbelî mezhebi, e) Caferî - Şia Mezhebi Ülkemizde bu mezheplerden mezheplerinin müntesipleri vardır. sadece ehl-i sünnet ve şia a) EHL-İ SÜNNET MEZHEPLERİ Ehl-i Sünnet; Hz. Peygamberin sünneti ile sahabe ve onların yolunda olanlara verilen bir isimdir. Ehl-i Sünnet, Kur’an’ı ve Peygamberin sünnetini esas alır. Dünya Müslümanlarının yüzde 93’ü ehl-i sünnettir.80 Bu ismin dayanağı Nur suresinin 51. âyetidir. Ehl-i Sünnetin itikadde üç mezhebi vardır; Selefîyye, Mâtüridiyye ve Eş’ariyye. Ülkemizde Hanefîler itikada Matüridiyye, Şafiîler ise Eş’ariyye mezhebine müntesiptir. 1. M  T Ü R İ D Î Y Y E Muhammed ibn Muhammed Ebû Mansur el-Mâturîdî (ö.333/944)’nin ilkelerini ortaya koyduğu itikâdî bir mezheptir. Mâtüridî, Maveraunnehir’de ehl-i sünnet kelam ilmini sistematik bir hale getirmiştir. Yaşadığı dönemde Ehl-i Sünnet inancına uymayan görüşlere karşı koymuştur. İmam Aklı ve nakli temel alan bu mezhebin görüşleri şöyledir: İnsan aklı ile Allah’ı bilebilir. Allah’ın tekvin sıfatı vardır. Sadece erkeklerden peygamber gelmiştir. Dinden çıkan imana dönerse amelleri dönmez. Kâfirler ibadetle mükellef değildir. Îmân bir bütündür, artması eksilmesi söz konusu değildir. Âhirette Allah görülecektir. İnsanın cüz’î iradesi vardır. Bu iradeyi Allah yaratmaz. İyi ve kötü akıl ile bilinebilir. Allah iyi olanı emreder, kötü olanı yasaklar. Allah’ı tanımak alken zorunludur. Allah insanı gücünün yetmediği şeyle sorumlu tutmaz. 80Ethem Ruhi FIĞLALI, Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi, s. 61. Tercüman yay. İst. 1987. Allah’ın fiilleri bir hikmet ve sebebe binaendir. İnsan, fillerinde seçme hürriyetine sahiptir; bir şeyi yapmaya karar verince Allah onda bu fiili işleme kudreti yaratır. Bu kudret fiil ile beraberdir. Öldürülen insan eceliyle ölmüştür. İman, dil ile ikrar kalp ile tasdiktir. Bu mezhep genelde Maveraünnehir bölgesinde ve Türkler arasında yayılmıştır. Amelde Hanefi mezhebine tabi olanlar itikadda bu mezhebini benimsemişlerdir. Matürîdî’inin en önemli eserleri, Kitâbü’tTevhîd, Te’vîlü’l-Kur’ân’dır. 2. E Ş ’ A R İ Y Y E Ebû’l Hasan Ali bin İsmâil el-Eş’arî’nin görüşlerine dayanan itikadî mezhebin adıdır. Hicri 260 tarihinde Basra’da doğan el-Eş’arî, hayatının ilk yıllarında mu’tezilî düşünceye sahip iken kırk yaşından sonra bir Cuma günü Basra Camii’nde minberde bu mezhebi terk ettiğini açıklamıştır. Eş’arî’nin amelde önce Hanefi daha sonra Şafii veya bir dönem için de Mâliki olduğu söylenmektedir. Ancak İslâm aleminde Şafii olanların itikadî yönden Eş’ari’nin görüşlerini paylaştıklarına bakılırsa onun en son Şafii mezhebinde karar kıldığı kuvvet kazanmaktadır. Bu mezhebin görüşleri şöyledir: Kulun iradesini Allah onu yaratıyor. İnsan ister Allah yaratır. İnsan kendi fiilini yaratan Allah’tır. İyi ve kötü akıl ile bilinemez. Allah’ın emrettiği şey iyi, yasakladığı şey kötüdür. İnsan aklı ile Allah’ı bilemez. Allah’ın tekvin sıfatı kudret sıfatının aynıdır. Kadından peygamber olur. Meryem, Sare, Hacir, Havva Hz. Musa’nın anası nebidir. Kâfirler de ibadetle mükellef olup, ibadet yapmadıkları taktirde ayrıca azap göreceklerdir. Îmân tasdik ve marifettir. Büyük günah işleyen fasık olur ancak dinden çıkmaz. Günah işleyeni Allah dilerse bağışlar dilerse cezalandırır. Cüz’î iradeyi Allah yaratır. İnsan, kazanan Allah yaratandır. Kur’ân Allah sözüdür, yaratılmamıştır. Hz. Muhammed Allah’ın izniyle mü’minlere şefaat edecektir. Allah âhirette görülecektir. Allah’ı tanımak dînen gereklidir. Allah insanı gücünün yetmeyeceği bir şeyle sorumlu tutabilir. Allah’ın fiilleri için sebep aranamaz. Allah zaman ve mekandan münezzehtir. Allah el, yüz gibi sıfatları vardır. 3. H A N E F Î M E Z H E B İ İsmini kurucusu sayılan büyük fıkıh bilgini İmam-ı Azam Ebû Hanife Numan b. Sabit (80-150/699-767 )’den almıştır. Hanefî Mezhebi Irak’da doğmuş ve Abbâsîler devrinde Ebu Yusuf’un baş kadı olması ile devletin fıkıh mezhebi haline gelmiştir. Ebu Hanife, Kur’ân’ın genel ilkelerini, örf ve adeti, kamu yararını daima göz önünde bulundurmuş ve istihsan metodunu çok kullanmıştır. Ebû Yusuf ve Muhammed, onun tedrisatını devam ettirmişler ve ondan öğrendikleri usule uyarak kaynaklardan hüküm çıkarmayı sürdürmüşlerdir. Hanefî fıkhının delilleri, Kitap, Sünnet, sahabe fetvaları, icma, kıyas, istihsan, örf ve adet şeklinde sıralanabilir. Ebu Hanife, bir meselenin hükmü için önce Kur’an’a, Kur’an’da bulamazsa Sünnete baş vurmuştur. Hadisleri seçerek almıştır. Tek kişiden gelen hadislere İslam’ın ruhuna uygun olmak şartıyla itibar etmiş, çok kişiden gelen hadisleri sahih kabul etmiştir. Hz. Peygamberin terbiyesinde yetiştikleri için sahabe sözlerini delil olarak kabul etmiştir. Ona göre icma, bir asırdaki müslüman müçtehitlerin dini bir meselede ittifak etmeleridir. Kıyasa çok önem vermiştir. Bu yüzden Ebu Hanife ve arkadaşları ehl-i re’y olarak anılmışlardır. Çokça kullandığı bir diğer deli olan İstihsan; kıyasa zıt görünen bir meselede kıyası terk edip insanların yararına olanı uygulamaktır. Mesela bir şey yiyip içenin orucu bozulur. Kıyasa göre unutarak bir şey yiyip içenin de orucunun bozulması gerekir. İstihsan delili ve bir hadise dayanarak unutarak yiyip içen kimsenin orucunun bozulmayacağına hükmünü vermiştir.81 4. Ş A F İ ’ î M E Z H E B İ İsmini kurucusu sayılan büyük fıkıh bilgini Muhammed ibn İdrîs eşŞâfiî (150-204/767-819)’ den almış ve Hanefî ve Malikî mezhebinden sonra ortaya çıkmıştır. İmam Şafiî ehl-i re’y (Hanefîler) ile ehl-i hadis (Malikîler) arasında orta bir yol tutmuştur.. Şâfiî Mezhebinin hüküm çıkarmada kullandığı kaynak ve deliller ırası ile; Kitap, sünnet, icma ve kıyas’tır. İmam Şâfiî, sünnetin her çeşidîni delil olarak kabul eder. Ona göre icma, bir asırdaki bilginlerin bir konuda ittifak etmeleridir. İmam Şâfiî, Ebu Hanife’nin delil olarak kabul ettiği istihsanı ve sahabe sözlerini, İmam Malik’in delil olarak kabul ettiği mesâlih-i mürsele’yi delil olarak kabul etmemiştir.82 5.VEHHÂBÎLİK Genel olarak 18. Asrın başlarında Arabistan’ın Necd bölgesi Teym kabilesine mensup Muhammed bin Abdülvehhâb ibn Süleyman ismindeki zatın itikadî düşüncelerinin çevre halkı tarafından benimsenmesiyle oluşmuş bir mezheptir. Bu mezhebin müntesipleri başlangıçta Hanbeli Mezhebinin daha muhafazakâr bir görüntüsüyle ortaya çıkmışlardır. Kısa sürede Suudî hânedânının desteğini alarak hızla gelişmiş ve bir müddet sonra Suudi Arabistan’ın resmî mezhebi haline gelmiştir. Daha çok İbn-i Teymiyye’nin görüşleriyle Hanbelî mezhebinin görüşlerini paylaşan Vehhabîler bazı konularda daha da aşırılığa kaçmışlardır. İtikat ve ibadette ısrarla üzerinde durdukları hususlar şunlardır: “Akıl dînde delil olamaz. Müteşabih âyetler te’vil edilmemelidir. Amel îmâna dahildir. Kesin delil Kur’ân’dır. Allah’ın sıfatları hakiki sıfatlardır. Tevessül küfürdür. Namazların cemaatle kılınması farzdır. Zekat vergidir. 81 82 Neşet ÇAĞATAY_İbrahim Agah ÇUBUKÇU, İslam Mezhepleri Tarihi, s.161-166. Çağatay, 182-183. Sigara ve nargile de içki derecesinde yasaktır. Vakıf müessesi batıldır. Hz. Peygamberin hatırasını taziz için hırkasını ve sakalını ziyaret şirktir. Şiîlerin taş üzerine secde etmeleri, Kerbelâ ve Meşhedi ziyaretleri şirktir. Mehdi gelecek, Hızır ve İlyas sağdır demek küfürdür. Üçler yediler ve kırklara inanmak, ölülerin diriler üzerinde tasarrufunu kabul etmek, zamana (dehre) ve rüzgara sövmek küfürdür. Ülkemizde Vehhabilik yaygın olmamakla birlikte taraftar olanlar vardır. b) Ş İ A M E Z H E P L E R İ 1. C A ’ F E R İ Y Y E M E Z H E B İ Sözlükte “taraftar, yardımcı ve fırka” anlamına gelen “şia” terim olarak Hz. Peygamber’in ölümünden sonra Hz. Ali ile iki oğlu ve torunlarını Allah’ın emri, Peygamberin tayini ve vasiyeti ile meşrû imam/halife kabul eden, böylece 12 imama inanmayı dinin aslına dahil eden mezhebin adıdır. Bunlara 12 imamı kabul ettikleri için İsna aşeriyye, imamlara inanmayı iman esaslarına dahil ettikleri için de İmamiyye, inanç, ibadet ve amelde İmam Cafer-i Sadık’ın dayandığı için Caferiyye denir. 12 imam şunlardır. 1) Ali, 2) Hasan, 3) Hüseyin, 4) Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, 5) Muhammed Bakır b. Ali Zeynelabidin, 6) Cafer es-Sadık b. Muhammed, 7) Musa Kazım b. Cafer, 8) Ali er-Rıza b. Musa, 9) Muhammed et-Tâki b. Ali, 10) Ali en-Nâki b. Muhammed, 11) Hasan el-Askerî b. Ali en-Nakî, 12) Muhhammed el-Mehdî b. Hasan el-Askerî. Son imam, babası Hasan el-Askerî’nin vefatından (260/873) sonra gizlenmiştir, halen sağdır, kıyametten önce gelecek ve adaleti sağlayacaktır. 12 İmamla Şiîler arasında 4 nüvvâb sefirlik yapmıştır. (Osman b. Saîd, Muhammed b. Osman, Hüseyin b. Ruh ve Ali b. Muhammed) 4 nüvvâbın 328/940’da ölümünden sonra din işleri müçtehitler (fakihler) ve bu sınıfın en üstünü olan Âyetullahlar tarafından yürütülür. Müçtehitler Hz. Peygamber, imamlar ve nüvvâblar gibi velayet sahibi ve hüccettirler. a) İ m a n E s a s l a r ı 1. Allah’ın birliğine iman (tevhid). 2. Peygamberlere iman (nübüvvet). 3. 12 İmama iman (imamet). 4. Ahirete iman (mead) 5. Allah’ın adaletine iman. Kul fiillerinde hürdür. b) İ b a d e t l e r 1) Namaz. Beş vakit, cuma, bayram, hacda tavaf namazı, husûf ve küsûf namazı, adak namazı, cenaze namazı, kaza namazı farzdır. Beş vakit namaz üç vakitte kılınır. Seferilikte 3 ve 4 rekatlı namazların 2 rekat kılınması şarttır. Abdestte ayaklara meshedilir. Mest üzerine mesh etmek caiz değildir. Secde sadece temiz toprağa, toprak cinsine ve tahtaya yapılır. Ezanda ‘eşhedü enne Aliyyen veliyyüllah’ ve ‘hayyâ ala hayri’lamel’ ilavesi vardır. 2) Oruç. Ehl-i sünnet ile aynıdır. 3) Hac. Ehl-i sünnet ile aynıdır. 4) Zekat. Ehl-i sünnet ile aynıdır. 5) Humus. Harp ganimetleri, madenler, defineler, inci ve mercan gibi deniz ürünlerinden alınır. Humus altıya taksim edilir. Üçü müçtehitlere, üçü Haşimoğullarından zekat alamayan fakirlere, yetimlere ve yolculara verilir. Dini Dayanakları 1. Kur’an 2. Sünnet. (12 imam’ın söz, fiil ve tasviplerine sünnet denir). 3. İcma. (Müslümanların bir konudaki görüş birliğine denir). 4. Akıl ve Kıyas.83 ALEVÎLİK 83 Hayerttin KARAMAN, DİA, VII, 5-9. TDV Yay. Sözlükte Ali’ye mensup, Ali’ye ait anlamına gelen “Alevî” kelimesi itikâdî, siyâsî ve fikrî bağlamda farklı anlamlarda kullanılmıştır. 1. İslâm siyasî tarihinde bu terim ilk defa hilafetle ilgili anlaşmazlıklar sırasında kullanılmaya başlamıştır. Hz. Peygamberin vefatını müteakip ortaya çıkan ve üçüncü Halife Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra şiddetlenen hilafet münakaşalarında Hz. Ali tarafını tutanlara Aleviyye veya Şiâtü Alî (Ali taraftarı) denilmiştir. 2. Tasavvuf edebiyatında Alevî, “Ali’yi seven, sayan ve ona bağlı olan” anlamında kullanılmıştır. Tasavvuf ehline göre bütün tarikatlar Peygamberin ashabından birine nispet edilir. Buna göre Hz. Ali’ye ulaşan tarikatlara “Alevîyye”denmiştir. Böylece tarikat mensupları arasında Hz. Ali’ye karşı aşırı bir bağlılık ve sevgi hasıl olmuştur. Görüldüğü gibi Alevîlik hem Hz. Ali hakkında beslenen inanç hem de tasavvufî anlamda ona duyulan yakınlık ve sevgi olmak üzere iki önemli hususa dayanmaktadır. Bektaşîler Alevîliğin tarikat ve tasavvuf geleneğini ön plana çıkarmaya çalışırlar. Bu anlayışa göre kişi, “eline, diline, beline sahip olmak” düsturunu ahlâk ve yaşayış esaslarının temeli kılmak suretiyle sağlam bir karakter örneği sergilemek zorundadır84 3. “Şia=Şiîlik” ile eş anlamda kullanılmış dolayısıyla mezhepler tarihinde Nusayriyye, Rafiziyye, Zeydiyye, İmamiyye, Caferiyye, Beyaniyye, İsmailiyye ve Batıniyye mezhebi müntesiplerine de alevî denmiştir. 4. Ali’nin soyundan gelenlere seyyid, şerîf ve emir denildiği gibi Alevî dede dinilmiştir. 5. Bektaşîler için de Alevî tabiri kullanılmıştır.85 Her Bektaşî, Alevîdir ancak her Alevî, Bektaşî değildir.86 Alevîler, ‘Eline, diline, beline sahip ol’ düsturunu ahlak ve yaşayışlarına temel yapmışlardır.87 2. N U S A Y R Î L İ K Şiî fırkalardan biridir. Muhammed b. Nusayr en-Nemîrî (Ö. 270/883) tarafından kurulmuştur. İbn Nusayr, 10. imam Ali en-Nakî’nin ilah ve peygamber olduğunu ileri sürmüş, kendisinin 11. imam Hasan el- Ocak, DİA,II, 369. Ahmet YAŞAR, ocak, DİA II; 369. TDV Yay. 86 Ethem Ruhi Fığlalı, Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi,. s. 20.Tercüman Yayınları, İst. 1987 87 Fığlalı, s. 22. 84 85 Askerî’nin (Ö. 280/873) “bab”ı ve Hasan Askerî’nin oğlu Muhammed’in ise “mehdî” olduğun kabul etmiştir. İbn Nusayr’den sonra mezhebin görüşlerini Hüseyin b. Hamdân el-Hasbî devam ettirmiştir. El-Hasbî’nin “Kitabü’l-Mecmû” adlı eseri Nusayrilerin kutsal kitabı kabul edilmiştir. Nusayrîlerin görüşleri batınî yorumlara dayanır. İnanç Esasları 1. Şahadet “Ben Ali’den başka ilah bulunmadığına şehadet ederim” şeklindedir. Ali, Allah’tır. Kendi nurundan Muhammed’i yaratmıştır. Ali mana, Muhammed isim’dir. Muhammed Selman Farisî’yi yaratmıştır. Selman ise “bab”dır. Bu görüş, ayn-mîm-sîn sembolüyle anlatılır. Bu görüş Adana’lı Süleyman Efendi tarafından Hıristiyanlıktaki, Baba-OğulRuhü’l-Kudüs sistemiyle açıklanmıştır. Bab Selman beş “Eytam” yaratmıştır. Bu eytamlar şunlardır: a) Mikdat b. el-Esved (tabiat olaylarını yönetir). b) Ebû Zerr’il-Gıfarî (yıldızları yöneltir). c) Abdullah b. Revaha (canlıları yönetir). d) Osman b. Maz’um (rızık ve hastalıklarla uğraşır) . e) Kanber b. Kudan (ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam beş büyük yıldızdır. 2. Namaz Namaz sesli yapılan bir duadır. iki çeşittir. a) Ferdî namaz: Kalben Ali’ye dua etmektir. b) Cemaatle namaz: Bayramlarda ve kutsal günlerde yapılan duadır. “Ali, Muhammed ve Selman’ı yüceltiriz” diyen namaz kılmış olur. Abdest yoktur. Namazın şartları beştir: a) Muhammed, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Muhsin’i bilmek. b )Dua etmek. c) Siyah takke giyinmek. d) Duayı gizli yapmak. e) Duayı “ey yüce, büyük ve onların efendisi Ali bize merhamet et” diyerek bitirmek. f) Öğleye kadar doğuya, öğleden sonra ve akşam batıya dönmek 3. Oruç ve Zekat Yoktur 4. Nusayrîlerin bayramları Şiîlerin bayramları ile aynıdır. Dört sınıf din adamı vardır: a) Büyük Şeyh. Ali’yi temsil eder. b) Şeyh. Bunların ataları meleklerdir. c) Nüvvâb. Aşağı tabak şeyhidir. d) İmamlar. Nusayrilik, İslam, Yahudilik, Hıristiyanlık etkilenerek ve batınî yorumlar yaparak oluşmuştur. ve Sabiîlik’ten Ülkemizde; Hatay, Tarsus ve Adana’da Nusayrî vardır.88 3. Y E Z İ D L İ K Yezîd ismi, Yezîd b. Muaviye’den (Ö. 64/683) gelir. Kurucusu Adiy b. Musafir (Ö. 555/1160)’dır. Emevî soyundan olan Adiy, bir sufî, şeyhtir. Hakkari’ye irşat için gelmiştir. Laleş’de bir zaviye kurmuştur. Ehl-i Sünneti savunmuştur. İtikadü Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâ’a adında bir eseri vardır. Kitabu’l-Cilve ve Mushaf-ı Reş adında iki kitap daha isnat edilir. Başlangıçta Ehl-i Sünnet görüşlerine sahip olan Yezîdîler zamanla İslâm’a uymayan görüşlere sahip olmuşlardır. İman Esasları 1. Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine inanmak. 2. Şeyh Adiy b. Musafir’in (Hâdî) Allah’ın meleği ve Yezidîlerin mürşidi olduğuna inanmak. 3. Sultan Yezîd’in (Yezid b. Muaviye) Allah’ın meleği, yerin nuru ve insanlığın sevinci olduğuna inanmak. 4. Melek Tavus’un Allah’ın meleği ve elçisi olduğuna inanmak. Yezîdîlere göre Allah’ın 1001 ismi vardır, en çok Hâdî ismi kullanılır. İbadetleri 1. Namaz: Sabah ve akşam olmak üzere iki vakittir. Namazdan önce eller ve yüzler yıkanır. Sabah ve akşam güneşin doğuşu ve batışı esnasında güneşe dönülür, ayakta dua edilir. İbadetlerini gizli yaparlar. 2. Oruç Özel ve genel olmak üzere iki çeşit oruç vardır: a) Özel oruç, 20 gün Aralık ayında, 20 gün Temmuz ayında olmak üzere 40 gün din adamları tarafından tutulur. Din adamları, Laleş’de Şehy Adiy’in türbesini ziyaret edip 40 gün daha oruç tutarlar. b) Genel oruç. Bu orucu her Yezîdî Aralık ayında 3 gün tutar. Oruç, güneşin sarılığının görülmesiyle başlar, batması ile biter. Oruçlu iken yemek, içmek yasaktır. Ancak oruçluya ikram yapılırsa reddedilmez yenir. 88 Fığlalı, s. 159-162. 3. Hac Bu ibadet, Adiy b. Musafir’in türbesini 20-30 Eylül arası Laleş’te ziyaret etmekten ibarettir. 4. Zekat Yezidîlerin en alt tabakasını oluşturan müritler tarafından ifa edilen bir ibadettir. Müritler, gelirlerinin %10’nu şeyhlere, %5’ini Pir’lere %25’ini fakire verirler. 5. Bayram Nevruzda ve yazın (24-29 Temmuz) olmak üzere iki bayramları vardır. Yezîdilikte, mîr, baba, şeyh, fakir, kavval, pir, kücek, ve mürid adında dinî önder ve sınıflar vardır. Yasaklar Yezîdilikte bazı yasaklar şunlardır: 1. Marul, bakla, lahana, balık, geyik, ve horoz eti yemek. 2. Kutsal sayılan Nisan ayının ilk haftasında evlenmek, alış-veriş etmek, toprakla ilgili işler yapmak, yine Nisanın ilk çarşambası banyo yapmak ve çalışmak. 3. Koyu mavi elbise giymek, hamamda yıkanmak. 4. Şeytan, kaytan (ip), satt (sel), ser, mel’un, lanet ve nal kelimelerini söylemek. Yezîdilikte Horoz kutsaldır. Ülkemizde; Midyat, Viranşehir, Kurtalan, Beşiri ve Batman’ın köylerinde ve Hakkari’de Yezîdî vardır.89 4. B  B Î L İ K 12 imamın nurunu ve Hz. Muhammed’in hakîkatini aksettirecek kâmil bir şiînin var olması gerektiğini ve kendisinin kâmil şii olduğunu iddia eden Şeyh Ahmed el-Ahsâ’nın kurduğu Şeyhîlik adlı Şîî tarîkatından etkilenen Şirazlı Mirza Ali Muhammed’in (ö.1892) kurduğu batıl bir dîni ekoldür. Mirza Ali kendisinin ölümünden sonra mehdînin zuhur edeceğini ileri süren el-Ahsâî’nin mürîdi Seyyid Kâzım’ın ölümü üzerine 23/05/1844 tarihinde önce kendisinin beklenen mehdi’ye açılan kapı (bâb), kısa bir süre sonra da beklenen mehdî olduğunu ilân etti. Mirza Ali’nin mehdiliğini, bir grup şeyhî kabul etti. Fikirlerini, İrân’nın Tebriz, Tahran, Isfehan ve Şîraz’da daîleri tarafından yaymaya 89 Fığlalı, s.216-218. çalıştı. Peygamberliğini îlan etti. Kur’ân’ın neshedildiğini, İslâm’ın emir ve yasaklarının kaldırıldığını, el-Beyân adlı kitabı ile yeni hükümler getirildiğini ve bu kitabın Kur’ân’dan üstün olduğunu iddia etti. Bâbîlik’te 19 rakamı kutsaldır. Yıl 19 ay; aylar da 19 gündür. Her bâbî, ay sonu 19 bâbîye, bir bardak su bile olsa ikramda bulunmak zorundadır. Sadece cenaze namazı cemaatle kılınır. Diğer namazlarda cemaat yoktur. Malın beşte biri zekat olarak verilir. Sigara,içki ve dilencilik haramdır. Boşanmak caizdir. Dul erkekler boşandıktan 90 gün, dul kadınlar ise 95 gün sonra evlenmek zorundadırlar. Mîrza Ali Muhammed, Tebriz’de 1850 yılında Nâsıruddîn Şah’ın emriyle öldürüldü. İki bâbî, Nasıruddîn Şah’a karşı başarısız bir suikast teşebbüsü üzerine çoğu öldürüldü veya hapsedildi. Bâbîlik, Mırza Hüseyin Ali en-Nûrî tarafından Bâhîlik adıyla devam ettirilmiştir. 5. B A H Â İ L İ K Bahâilik; Peygamber olduğunu; Kurân’ın neshedildiğini, İslâm’ın emir ve yasaklarının kaldırıldığını ve el-Beyan adlı kitabı ile yeni hükümler getirildiğini iddia eden Bâbiliğin kurucusu Mirza Ali Muhammed’in Tebriz’de öldürülmesi üzerine babî fikirleri sürdüren Tahranlı Mirza Hüseyin Ali en-Nûrî’nin kurduğu dîni ekole denir. Mirza Hüseyin, Bâb Mirza Ali Muhammed’in fikirlirini benimsedi. Baba bir kardeşi Mirza Yahya en-Nûrî ile birlikte Bağdat’a sürüldü. Burada kardeşiyle Bâb Mirza’nın vekilliği konusunda ihtilafa düştü. Süleymaniye’ye gitti. Bir müddet sonra Bağdat’a döndü, Bâbiler etrafında toplandı. Kendisinin Bâb Mirza Ali’nin önceden haber verdiği “Allah’ın ortaya çıkaracağı zat” olduğunu ilan etti (1863). Bunun üzerine İstanbul’a, 4 ay sonrada Edirne’ye sürüldü. Bu arada fikirlerini yaymaya çalıştı. Devlet başkanlarına mektuplar yazdı. Sultan Abdülaziz, Mırza Yahya en- Nûrî’yi Kıbrıs’a, Mirza Hüseyin Ali en- Nûrî’yi ise Akka’ya sürdü (1868). Mirza Yahya 1912 yılında Kıbrıs’ta öldü. Mirza Hüseyin Ali’ye taraftarları Bahâullah (Allah’ın nuru, rahmeti ve lütfu) adını verdiler. Mirza Hüseyin bâbîleri, “bahâî” adı altında örgütledi. Akka’da 1892 yılında öldü. Mirza Hüseyin, el-Îkân ve Kitabü’l-Akdes adında Farça iki kitap yazdı. Bâbiliğin temel eseri olan Kitâbü’l-Akdes’in Allah’tan geldiğini ve Kur’ân’ı neshettiğini ileri sürdü. Kelimât-ü Meknûne, İbnü’z-Zi’b, Tarâzât, Kelimât-ı Firdevsiyye, İşrâkât ve Tecelliyât adlı risaleler yazdı. Mirza Hüseyin, ölümünden beş yıl önce Abdülbahâ ünvanıyla oğlu Abbas Efendi’yi yerine halef tayin etti. Bahâîler, birinci dünya şavaşından sonra İsrail’in Hayfa kentini merkez edîndiler. Bâb Mirza Ali Muhammed’in Akka’daki mezarını Hayfa’dan Kermil dağına naklettiler. Abdûlbahâ, 1921’de ölünce Bâb Mirza’nın yanına defnedildi. Abdulbahâ, ölümünden önce büyük kızından torunu Şevki Efendi’yi “Veliyy-ü Emrullah” unvanıyla halefi tayin etti. Okxford’da öğrenim gören Şevki Efendi, Bahâiliği dünyaya yaymak için çalıştı. 1957’de Londra’da ölümünden önce, çocuğu olmadığı için Bahâîliğin yönetimini “baş koruyucular” dediği 27 kişiye bıraktı. Günümüzde Bahâîler; Mahalli Ruhâni Mahfiller, Merkezi Mahfiller ve Umumi Adalet Evi adını verdikleri üç heyet tarafından yönetilmektedir. Umumi Adalet Evi, dünya Bahâîleri arasından seçilen 9 kişilik üyeden oluşur. Merkezi Hayfa’dadır. Üyeleri burada ikamet ederler. Bahâîlikte Bahâullah’ın Kitabü’l-Akdes adlı eserindeki hükümler ve diğer emirleri, Adülbaha ve Şevki Efendînin te’vil ve tefsîrleri esastır, bunlar değiştirilemez. İnanç ve ibadet esasları şöyledir: Mahiyeti tam olarak bilinmeyen Allah, nebi ve resullere tecelli eder. Peygamberin beşeri ve ilahi olmak üzere iki vasfı vardır. Hz. Adem’den beri gelen bütün peygamberler Tanrı’nın zuhuru olan Bahâ’yı müjdelemek için gönderilmişlerdir. Bahâ, bütün dînlerin geleceğini müjdelediği (mev’ûd) zattır. Bütün dînler Bahâ’nın görüşlerinin bir başlangıcı olarak gönderilmiştir. Dînler, Bahâ’nın gelmesiyle işlevini tamamlamıştır. Kıyâmet kopmayacaktır, cennet ve cehennem birer semboldür. Cennet Tanrı’ya yolculuğu, cehennem ise yokluğa gitmeyi temsil eder. Namaz, ferdi olarak, sabah, öğle ve akşam samimi bir kalple Allah’ı anmaktır. Oruç 19. ay olan a’lâ ayında (2-21 mart) 19 gün olarak tutulur. Hac, imkanı olan erkeklere farzdır ve bab Mirza’nın Şiraz’daki evine veya Bahâullah’ın Bağdat’taki evine yapılır. Zekat mali bir vergidir. Malın beşte biri verilir. Akşam sabah Bahâullah’a ait dua ve sözleri okumak vaciptir. Çalışmak ibadettir. Ancak yılda 9 gün çalışmak yasaktır. Bu günler Bahâîliğin kutsal günleridir. Ülkemizde Bâbilik ve Bahâilik görüşlerini benimseyen insanların sayısı çok değildir.