Mezhepler Ve Ozellikleri - Doc. Dr. Ismail KARAGOZ

advertisement
TÜRKİYE’DE KARŞILAŞILAN
DİN VE MEZHEPLERİN ÖZELLİKLERİ
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
DİN OLGUSU VE İNSAN
Sözlükte; cezâ/mükafat, âdet/durum, itaat/isyân, hesap, zül, inkıyad,
hüküm/kaza, galebe, kahr, isti'lâ, mülk, ferman, tevhît, ibâdet, millet,
şeriat, vera', takva, hizmet, ihsan, ikrah gibi farklı anlamlara gelen “dîn"
kavramının batı dillerindeki karşılığı “Religion”dur. Din farklı şekillerde
tanımlanmıştır. Mesela; dini Animizm’in kurucusu olan Taylor,” ruhânî
varlıklara inanmaktır”, İngiliz filozof Spencer, “tabiatüstü ve esrarlı
kuvvetlerin varlığına inanmaktır”, Fransız sosyolog Durkheim, “zorunlu
inanışlardır” şeklinde tanımışlardır. İslam bilginlerinin tanımları ise
şöyledir: “Akıl sahiplerini kendi arzuları ile bizzat hayırlara sevk eden
ilâhî bir nizam, Allah tarafından konulmuş ve insanları O'na ulaştıran bir
yoldur. Îmân ve amel konusu olarak akıl ve ihtiyara (iradeye), teklif
olunacak hak ve hayır kanunlarının bütününüdür.” Bu tanıma göre hak
dinin temel unsurları şunlardır:
a) İlâhi vahye dayanır. İnanma, ibadet, amel, ahlak ve diğer ilkeleri
Allah tarafından belirlenmiştir.
b) Amacı insanlara yol göstermek ve onları mutlu yapmaktır.
c) Muhatabı akıl sahipleridir.
d) İhtiyarîdir,zorunlu değildir, din özgürlüğü temeline
dayanır.
“Din”, insanlık tarihi ile başlar. Adem peygamberden itibaren vardır.
Bu sebeple tarihin hiçbir devrinde dinden habersiz bir topluluğa
rastlanmamıştır. Nerede insan varsa orada hak veya batıl bir din var
olmuştur. Çünkü din duygusu insanın doğasında vardır. İnsanın
doğasında dinin var oluşunu anlayabilmemiz için insanın genel yapısına
bakmamız yeterlidir:
İnsan;1) beden ve organlar, 2) ruh, 3) nefis, 4) akıl, zeka, basîret,
vicdan, okuma-yazma, düşünme-anlama, öğrenme-öğretme ve dileme
(irade) gibi yetenekler 5) sevinme ve üzülme, acıma ve kızma, beğenme
ve beğenilme, sevme ve sevilme gibi duygular 6) asabî ve uysal, ağırbaşlı
ve aceleci, sakin ve heyecanlı, duyarlı ve duyarsız, çalışkan ve tembel,
sabırlı ve sabırsız, hırslı ve kanaâtkâr olma gibi mizaç ve zafiyetlerden
oluşan bir varlıktır. Bu itibarla insanın; yeme, içme ve barınma gibi
biyolojik ihtiyaçları doğuştan olduğu gibi din duygusu, inanma, tapınma
ve yüce bir varlığa sığınma ihtiyacı da doğuştandır. Bu gerçeği şu
ayetlerden öğreniyoruz:
“Yüzünü Allah’ı birleyen olarak (hanîf) Dine, Allah’ın Dinine çevir ki
Allah insanları o din üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme
yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmez”1
“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabb’in
Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları
kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? Onlar
da evet buna şahit olduk (Rabb’imizsin) dediler.”2
Peygamberimiz(a.s.), “Her doğan çocuk (İslam) fıtratı üzerine doğar”
buyurmuştur. 3
Bu, “insan doğuştan dinsiz, kâfir, fâsık ve âsi değildir, tevhît dinini
kabule hazır ve kabiliyetlidir” demektir. İnsan yetiştiği çevrede aldığı
terbiye, eğitim ve öğretime göre müslüman olur veya başka bir inanca
sahip olur. Nitekim Peygamberimiz (a.s.), “Doğan hiçbir çocuk yoktur ki
(İslam) fıtratı üzerine doğmuş olmasın. (Daha sonra) anası ve babası
çocuğu yahudi, hristiyan veya mecusi yapar” demiştir.4 Ebu Hüreyre bu
hadisi rivayet ettikten sonra A’raf suresinin 172. âyetini okumuştur.
İnsanın yaratılışında var olan bu “kabiliyet” insan büyüdükçe gelişir.
Belli bir yaşa gelince Yaratan’ını bilir, bulur ve tanır, ilahi teklifleri anlar.
Doğuştan gözleri ve kulakları sağlıklı olan bir insanın eşyayı görmemesi
ve sesleri duymaması nasıl mümkün değilse harici müdahaleye maruz
kalmayan bir insanın da Yaratanını tanımaması mümkün değildir. Göz
ve kulak görmüyor ve işitmiyorsa onda bir arıza var demektir. Bunun
gibi Yaratan’ını tanımayan, “Tevhît Dini” kabul etmeyen insanın
yaratılışında var olan bu kabiliyetine “arıza” meydana gelmiş demektir.
Rûm, 30/30.
A’raf, 7/172.
3 Müslim, Kader, 23. Tirmizî, Kader, 5.
4 Buhârî, Cenaiz, 80. Müslim, Kader, 23. Tecridi Sarih Tercümesi, IV, 29.
1
2
“Din duygusunun kaynağı” fıtrattır. Dolayısıyla din duygusu insanla
birlikte doğmuştur. İnsanla birlikte devam edecektir. Dünyada insan
bulundukça din de var olacaktır.
“Din duygusu”, fıtrî olduğu için yeme, içme, giyinme ve barınma
gibi her insanın dine ihtiyacı vardır. İnsan; iyi ve kötü, sevgi ve şehvet,
kin ve nefret... gibi bir çok duygu ile yüklüdür. İnsan, “nefis (arzu, heva
ve heves)” sahibidir. Nefis, daima kötülüğü emreder5, insana vesvese
verir6. İnsanın nefsânî ve şeytanî duyguları kontrol altında tutabilmesi
için dînî/ahlâkî kurallara ihtiyaç vardır. Bu itibarla Din her türlü ahlâkî
faziletlerin başıdır, dolayısıyla fert ve toplum hayatında dine gerek
vardır.
Allah tarafından vaz’ olunan dinin amacı; insanlara mutluluk
yollarını göstermek, yaratılış gayelerini
ve Allah’a nasıl ibadet
edeceklerini bildirmek, kendi arzuları ile dini kabul eden akıl sahiplerini
hayır olan işlere sevk etmektir.7
İnsan, “Fıtrî Dîn” ile “dindar” olma kabiliyetinde yaratılmıştır. Asla
dini terbiye görmemiş, çevrenin ve yetiştiği kültürün tesiri olmamış
“akl-ı selîm” sahibi bir kimse hayatında “sevki tabi” (iç güdü) ile
kendisini ancak İslam Dini’nin kaidelerine tabi kılar. İnsan kendisini
doğru yoldan çıkaran bir takım telkinlerle sapıklık vadisine
saptırılmazsa vicdanen başka bir inanca meyletmez. Yaratılışındaki var
olan kabiliyet ile Yüce Yaratıcı’yı bilir ve tanır. Fıtrata fesat karışınca o
insan irşada ihtiyacı olur.
Şirk (Allah’a ortak koşma, paganizm), küfür (dini ve dini değerleri
inkâr etme, ataizm), nifak (iki yüzlülük, münafıklık) ve isyandan salim ve
iman üzere yaratıldığı için ister mü’min, ister kafir ana babadan doğsun
buluğa ermeden ölen her çocuk İslam bilginlerinin çoğunluğunun
görüşüne göre cennete girecektir. Dolayısıyla canlı doğan her çocuğun
cenaze namazı kılınır.
“Din Duygusu” bir insanın dini konular karşısında duyarlı olmasıdır.
Bu duyarlılığın gelişmiş şekline ise “Dini Şuur” denir. “Şuur”; insanın
içinden geçen rûhî olaylar hakkında bilgi edinmesi ve bu rûhî olayların
Yusuf, 12/53.
Kâf, 50/16.
7 Ahmed Hamdi Akseki, İslam Dini, s. 7. Diyanet İşl. Bşk. Yay.
5
6
farkına varmasıdır. “Din duygusunun” gelişmesiyle insan “dindar”,
körelmesiyle de “fâsık” (doğru yoldan çıkmış, isyana dalmış insan) olur.
Dinler tarihi araştırmacısı Max Müller (1823-1900); “Dinin insan
ruhunda fıtri (doğuştan vâr olan) bir duygudur”, Benyamin KONSTAN,
“Din, insanlık tarihinde en fazla hakim olmuş bir amildir. Dini hayat,
tabiatımızın ezelî bir niteliği ve ondan ayrılmayan bir özelliğidir. İnsanın
mahiyeti düşünülünce zihne derhal bir din fikrinin gelmemesi mümkün
değildir”, Alman filozofu Max Müller, “Tapınma ihtiyacı doğuştandır.
Tapınma insanlık tarihiyle başlar. Vahşi ve medeni bütün toplumlarda
tapınma vardır. Geriye doğru ne kadar gidersek gidelim, dinsiz bir
toplumun yaşadığını göremiyoruz. Her yerde bir mabede veya kalıntısına
rastlamamak mümkün değildir” demiştir.8 Dolayısıyla din, fert ve
toplumlar için gereklidir. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk, “Din lüzumlu
bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkan yoktur”, “din vardır ve
lazımdır”,9 Yunan ahlakçı ve tarihçisi Plutargue, “Dünyayı dolaşınız
edebiyatsız, kanunsuz ve servetsiz şehirler bulacaksınız fakat mabetsiz ve
mabutsuz şehir bulamayacaksınız” demiştir.10
Mabetsiz şehir olmadığı gerçeği ne kadar doğru. Eski ve yeni bütün
şehirlerde mabetler vardır. Bu mabetler, “din duygusunun” ve “ ibadete
olan ihtiyacın” insanda doğuştan vâr olduğunun bir delilidir.
Fen, teknik, bilim ve sanayinin gelişmesi “din duygusunu” yok
edememektedir. Amerikalı filozof William James, “İlim ile din kâinatın
hazinelerini açmak için kullandığımız iki anahtardır” demiştir.11
Doğuştan insanda var olan “din duygusunun” gelişmesi ve
körelmemesi için ilahî vahiy ile desteklenmesi gerekir. Bu amaçla Allah,
ilk insandan itibaren peygamber ve kitaplar göndermiştir. İnsanın buna
ihtiyacı vardır. Çünkü insan, “başı boş bırakılmamış”,12 “boş yere
yaratılmamış”13 aksine “ibadet”14 ile sorumlu tutulmuştur.
İlk insan Adem (a.s.), aynı zamanda ilk peygamberdir. Allah, Adem
(a.s.)’a on sayfalık bir “kitap” vermiştir. Allah son peygamber Hz.
Ahmed Hamdi Akseki, İslam Dini, S.12. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Ankara,
Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, s.8. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ankara, ty.
10 Ahmet Kahraman, Dinler Tarihi, S. 20.
11 Ahmet Kahraman, S. 20.
12 Kıyâme, 75/36.
13 Müminun, 23/115.
14 Zâriyat, 51/56.
8
9
Muhammed (a.s.)’a kadar her topluma bir peygamber göndermiş,15
Peygamberlere de “açık âyetler” (mucizeler), “sahifeler” ve “aydınlatıcı
kitaplar” vermiştir. 16
Zamanla semavi dinlerden sapmalar olmuş, insanlar kendileri dini
kurallar ihdas etmişlerdir. Dinleri bu iki kategoride değerlendirmeye
tabi tutacağız.
I. SEMÂVÎ VE BEŞERÎ DİNLER
“Din duygusu” yaratılıştan var olduğu için tamamen dinsiz insan ve
dinsiz toplum yoktur. Hak veya batıl doğru veya yanlış her insanda bir
“inanç” vardır. Çünkü Allah, insanı din duygusu ile yüklü olarak
yaratmıştır. Bu sebeple Allah, Adem (a)’dan itibaren hak dini tebliğ
etmek üzere toplumlara peygamberler göndermiştir. Peygamberlerin
ilâhî vahye dayalı olarak insanlara tebliği ettiği dinlere “semâvî dinler”
denir. Ancak zamanla insanlar hak dinden uzaklaşıp batıl dinler ihdas
etmişlerdir, bu dinlere “beşerî dinler” denir. Beşerî Dinlerin belli
başlıları şunlardır:
Varlıklarda ruh bulunduğu inancına dayalı Animizim;
Tabiat kuvvetlerine tapılan Naturizm;
Bitki ve hayvanları kutsal sayan Totamizim;
Ataların ruhlarına tapılan Sinizm; Konfiçyuzum ve Taoizim;
Gök tanrı ve yer-su denilen ve tekin olmayan ruhların varlığı
inancına dayalı Şamanizm;
Ölülerin ruhuna tapılan Şintoizim ;
Ateşe tapılan Mecusilik,
Zerdüşt’ün peygamberliğine inanılan Zoroastrizm;
İyilik ve kötülük ilahına inanılan Parsîlik;
Güneş ve ışık tanrısı Mitra’ya inanılan Mitraizm;
Kainatta zıtların varlığı ve kötülüklerin hakim olduğu inancına dayalı
Manihaizm;
Nur ve zulmet esasına dayalı Mazdaizm;
Veda adlı kutsal metinleri olan Vedizm;
15
16
Fâtır, 35/24.
Fâtır, 35/25.
Reankarnasyon
Brahmanizm;
/
tenasuh
inancına
dayalı
Hinduizm
/
Allah inancı ve ibadeti olmayan Budizm;
Şeytana tapılan Satanizm ve
Putlara tapılan Putperestlik, Paganizm.
Allah, insanları "hak dîne" zorlamadığı için17 "hak dîni" kabul
edenler, etmeyenlere olduğu gibi hak dînden sapanlar ve “hak dîni”
tahrif edenler de olmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)'e
Kur’ân verilmeye başlandığı zaman Hicaz bölgesinde "şirk dînî"
(putperestlik), Hıristiyanlık ve Yahudilik dînleri vardı. Haniflerin (Allah’ı
bir olarak kabul edenlerin) sayısı azdı. Müşrikler, Allah'ın varlığını,
yaratıcı ve rızk verici olduğunu kabul ediyorlar18, fakat O’na başka
ilahları ortak koşuyorlar19 ve âhireti inkâr ediyorlardı.20
İnsanlar din duygusu gereği, inanma ve tapınma ihtiyacı hissettikleri
için kimisi tek Allah’a / “Hak Dine”, kimisi de yaratıklara / tapmışlardır
batıl dinlere; taşa, puta, ağaca, insana, aya, güneşe, hayvana, tabiata,
ateşe ... vb şeylere inanıp. Bu, insanın yaratılışındaki “din duygusunun”
varlığına delalet eder.
İnsanın; maddî ve ma’nevî unsurlardan oluştuğunu söylemiştik.
Maddî varlığının sağlıklı olması için tehlikelerden ve hastalıklardan
korunması, muhtaç olduğu temiz hava, su ve gıdayı yeterince alması
gerektiği gibi ma’nevi varlığının sağlıklı olması için de sapık inanç söz,
fiil ve davranışlardan, nefsin ve Şeytanın düşmanlığından korunması,
din duygusunun “tevhit inancı” ile beslenmesi gerekir.
Semâvî dinler, insan eliyle tahrife uğramış ve uğramamış olması
bakımından iki kısma ayrılır. İslam, son semâvî dindir ve temel kaynağı
olan Kur’an Allah’tan geldiği korunmuştur. Hz. Muhammed (a.s.)’dan
önce gönderilen semâvî dinlerin ve Peygamberlerin tebliğ ettikleri
kutsal kitaplar ise ya tamamen kaybolmuş ya da asılları korunamamış,
tahrife uğramıştır. Kur’an’dan önceki kutsal kitaplardan sadece Tevrat
ve İncil mevcut olup bunların da asılları korunamamıştır. (Tablo 2)
II. TÜRKİYEDE MÜNTESİBİ BULUNAN DİNLER
Bakara, 2/256.
Yunus, 10/31.
19 Nisâ, 4/51.
20 A’raf, 7/45.
17
18
Türkiye’de müntesibi bulunan dinler, İslam, Hıristiyanlık ve
Yahudîliktir.
1. Y A H U D İ L İ K
“Yahûdî”, Hz. Musa’nın peygamber olarak gönderildiği kavmin
adıdır. Bu kavim Kur’ân’ın en çok kendisinden bahsettiği İsrail
oğullarıdır. İsrail, Hz. Ya’kub’un bir ismidir. Hz. Musa’nın tebliğine
muhatap oldukları için kendilerine “Musevî” de denmiştir. Kutsal
kitaplarında yer alan ifâdelere göre Yahudiler kendilerini; dünya
milletleri arasından seçilmiş bir kavim olarak görmektedirler. Yüce
Tanrı bu kavmi Tûr-i Sina’da kendîne muhatap kılarak onlarla ahit ve
akitte bulunmak suretiyle emirlerine uyacakları hususunda söz almış,
sonra da Hz. Musa’nın şahsında onlara Tevrat’ı göndermiştir. Yahudi
dîninin odak noktası olarak Kudüs’teki mabet gösterilmektedir.
Sembolleri yedi kollu Şam’dan ve iç içe girmiş iki üçgenin meydana
getirdiği altı köşeli yıldızlardır. Bugün İsrail, bu sembolleri devlet arması
olarak kullanmaktadır.
İsrâîl oğullarına peygamber olarak gönderilen Hz. İshak’ın oğlu
Yakub (a.s.)ın on iki oğlu vardı. Dördüncü oğlunun adı Yuda veya
Yahuda idi. Dolayısıyla onun adına izafeten İsrail oğullarına Yahudî
denilmiştir.
Allah, her topluma emir ve yasaklarını bildirsin diye peygamberler
gönderdiği gibi İsrail oğullarına da Musa (a.s.)’ı göndermiş ve ona
Tevrat’ı vermiştir. Musa (a.s.)’ın tebliğ ettiği dine, peygamberin ismine
nispetle “Musevîlik”, Yahudi milletine nispetle “Yahûdilik” denilmiştir.
“Yahudilik”, semâvî dinlerden biridir. Temeli ilâhî vahye dayanır. İbrânî
dilinde “hak söz” anlamına gelen, Kur’an’da nur, rahmet ve hidayet
kitabı olarak nitelenen Tevrat’ın aslı tahrif ve tağyir edilmiştir.21
Yahudiliğin mukaddes kitabı Ahd-i Atik adı altında toplanmıştır. Bu
kitaba,Tevrat (Tora) ve Kanun denir.
Ahd-i Atik’i meydana getiren kitaplar, mahiyetleri ve muhtevaları
itibariyle üç bölüm ayrılır.
a) Tevrat (Tora)
Tevrat’ın beş bölümü vardır:
21
Bakara, 2/75,79.
1. Tekvin. 50 baptır. Tarihi olaylardan bahseder.
2. Huruç. 40 baptır. Hz. Musa’dan, İsrail oğullarının Mısır’dan
çıkışından, Tur’da Hz. Musa’ya vahyinden bahseder.
3. Levililer. 27 baptır. Ayin, ibadet, temizlik ve bayramlardan
bahseder.
4. Sayılar. 36 baptır.
Hz. Musa’nın vefatından sonra İsrail
oğullarının Filistine girmelerini anlatır.
5. Tensiye. 36 baptır. Haham Hilye’nin harap bir havrada
bulduğunu iddia ettiği bir metindir. Tensiye, dini ıslah ve Musa şeriatını
yeniden tanzim amacıyla kaleme alınmıştır.
“Esfar-ı Hamse” denilen bu beş kitabın Hz. Musa’ya isnadı Mö. V.
asırda başlamıştır. Asıl Tora ve Kanun bunlardır. Ahd-i Atik’in altıncı
sifrine Yeşu denir.
Tevrat’ın İbranice orijinal nüshası yoktur. En eski İbrânice metin
M.S. X. Asra aittir. Bu gün Tevrat, orijinal nüsha kabul edilen Arâmice
metne dayanmaktadır. Halbuki Arâmîce Bâbil dönüşü resmi dil olarak
kabul edilmiştir. Daha önce Yahudilerin resmi dilleri İbrânice idi.
Tevrat’ın üç meşhur nüshası vardır:
a) İbranice Nüsha, Yahudi ve Protestan alimlerince makbul
kabul edilir.
b) Yunanca Nüsha. Roma ve doğu kiliselerince muteber
kabul edilir.
c) Sâmirîce Nüsha. Samirîlerce muteber kabul edilir.
Tevrat’ın bu üç nüshasında birbiri ile uymayan bir çok hususlar
vardır. Mesela Hz. Adem’in yaratılışından Nuh tufanına kadar geçen
zaman, İbrânice nüshada 1650 sene; Yunanca nüshada 2260 sene;
İbrâni dilinde yazılmış nüshada 1307 sene olarak geçmektedir.
Ahdi Atik’den başka Yahudilerin medeni ve dini esaslarını içeren
Telmut” adlı bir kitapları daha vardır. “Talmut”, Tevrat’ın şerhi ve
izahı mahiyetindedir.22
b) Tarih ve Hikmet Kitapları
22
Ahmet Kahraman, Dinler Tarihi,s.129-184. İst.
Ahd-i Atik’in ikinci bölümünü oluşturan bu kitaplar tarihi olaylardan
ve hikmetli sözlerden bahseder. Bu bölümde 15 kitap vardır.
c) Peygamberlerin Eserleri.
Ahd-i Atik’in üçüncü bölümünü
peygamberlere nispet edilen kitaplardır.
oluşturan
bu
kitaplar,
İman Esasları
Yahudilerin; Allah, peygamber, kitap, melek, âhiret, kaza ve kader
inançları; Allah’a, “Yahova” derler. “Yahova”, milli bir tanrısıdır, ruhî
bir varlıktır, savaşçı bir ilahtır, insan gibi organları, duygu ve
düşünceleri vardır. On emri Hz. Musa’ya Yahova vermiştir.
Peygamberlik milli bir karakter taşır. Bütün Yahudi peygamberleri
kabul edeler. Hz. İsa ve Hz. Muhammed’i peygamber kabul etmezler.
Gaipten haber veren kimse peygamberdir.
Meleklerin varlığına ve ahiret hayatına ima ederler.
İbadetleri
Günlük, haftalık ve yıllık ibadetleri vardır. Sabah, öğle ve akşam
vakitlerinde dua ederler. Dualar ferdi ve cemaat halinde yapılabilir.
Duada Eski Ahit’ten parçalar okurlar. Kadınlar cemaate katılmazlar.
Cumartesi günü haftalık ibadet günleridir. Bu gün çalışmazlar, bütün
günlerini ibadetle geçirirler. Kurban ibadetini Kudüs’te ifa edilir. ibadet
yerlerine “Havra” denir.
Yılda yedi bayramları vardır.
Yahudilere göre, “Yahudilik” de milli dindir.
Yahudiler Hz. Musa başta olmak üzere kendilerine gelen elçileri
yalanlama, haksız yere karşı koyarak canlarına kıyma23 dahil bir çok
sapma, isyân ve taşkınlıklarda bulunmuşlardır.24 Yahudiler, Üzeyir
Peygambere Allah’ın oğlu demişlerdir.25
Mezhepleri
Yahudilikte bir çok mezhep vardı. En önemlileri şunlardır:
1. Sadûkîler. Ahireti, melek ve cinleri inkar ederler.
2. Fârizîler. Ahirete, ruhun ebed3i oluşa inanırlar.
Al-i İmran, 3/21.
Bakara, 2/60,61.
25 Tevbe, 9/30.
23
24
3. Esensîler. Bunlara göre ahlaksızlık bulaşıcı bir hastalıktır.
4.Tereböt. Tasavvufî bir tarikat mahiyetinde bir mezheptir.
Salikleri evlenmezler.
2. H I R İ S T İ Y A N L I K
“Hıristiyanlık”, Allah’ın kulu ve Peygamberi olan İsa (a.s.)’ın İsrail
oğullarına tebliğ ettiği, aslı ilâhî vahya dayanan semâvî dinin adıdır.
“Hıristiyan” kelimesi Rumca “kurtarıcı” anlamına gelen “Hristos”
kelimesinden alınmıştır. Batıda “Krist”, Kur’an’da “Nasrânî” (çoğulu
nasârâ)26 denilmektir. Nasrânî ismi Hz. İsa’nın “Nâsıra” kasabasında
bulunması veya havârîlerin Hz. İsa’ya yardım etmeleri sebebiyle
verilmiştir. Bu dine, İsa (a.s.)’a nispetle “İsevilik” de denir.
Hz. İsa, ilâhî kudretin eseri olarak Meryem’den babasız olarak
doğmuştur.27 Beşikte iken konuşmuş,28 çamurdan kuş yapıp onu
canlandırmış, körleri ve alaca hastalarını iyileştirmiş, ölüleri diriltmiş,
insanların evlerinde ne yiyip içtiklerini haber vermiştir.29 Hz. İsa,
Allah’ın kelimesi30 olup salihlerden ve Allah’a yakın olanlardandır.31
Allah ona İncil vermiş, hikmet ve Tevrat’ı öğretmiştir.32
İncil’in aslı korunamamıştır. Günümüzde mevcut İncil, Kitab-ı
Mukaddes içinde yer alan ve 27 kitaptan oluşan Ahd-i Cedîd’dir. Ahd-i
Cedîd’in 4 nüshası vardır. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna. Bu nüshalar
Yunanca yazılmıştır. Bu dört İncil nüshası, MS 325 yılında Kostantin
tarafından organize edilen İznik toplantısında yüzlerce İncil nüshası
arasından seçilip kabul edilmiştir. Diğerleri imha edilmiştir. Son yıllarda
Barnaba adında bir nüsha daha bulunmuştur.
Kur’an, İncil’in tahrif edildiğini bildirmektedir. Ahd-i Cedîd, MS 65150 yıllarında yazılmıştır. Halbuki Hz. İsa MS 29 yılında ölmüştür.
Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın son peygamber olduğunu kabul ederler.
İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderilen Hz. İsa, Tevrat’ı
doğrulamış ve Hz. Muhammed’in Peygamber olarak gönderileceğini
müjdelemiştir.33 Peygamber gönderildiği İsrail oğullarına, Allah’ın kulu
Ali-i İmran, 3/67).
Al-i İmran, 3/59. Meryem, 19/16-35.
28 Meryem, 19/29-33; Al-i İmran, 3/46.
29 Al-i İmran, 3/49.
30 Al-i İmran, 3/45.
31 Al-i İmran, 3/45-46.
32 Al-i İmran, 3/48.
33 Al-i İmran, 3/49-50. Saf, 61/6.
26
27
ve elçisi olduğunu bildirmiş, Allah’ın bir tek ilah olduğunu, Allah’a ibadet
etmeleri, namaz kılmalarını ve zekat vermelerini emretmiştir.34 Ancak
İsrail oğulları onun peygamberliğini inkar etmiş, sadece 12 havari iman
etmiştir.35 Fakat havarilerden biri Hz. İsa’yı öldürmek isteyen
Romalılara Hz. İsa’nın saklandığı yeri haber vermiştir. Romalılar, Hz.
İsa’yı yakalamak için geldiklerinde Hz. İsa zannederek ihbarcı havariyi
çarmıha germişlerdir. Ancak Hıristiyanlar Hz. İsa’nı çarmıha gerildiğine
inanırlar. Hıristiyanlara göre Hz. İsa MÖ 4. yılda doğmuş, MS 29. yılda
Yahudiler tarafından çarmıha gerilmiş, ölümünden üç gün sonra
dirilmiş, kırk gün havarilere tavsiyelerde bulunduktan sonra semaya
yükselmiştir. Kur’an’a göre Hz. İsa çarmıha gerilmemiş, onu kendine
yükseltmiştir.36
İman Esasları
1. Teslis
Teslis, baba, oğul ve Ruhu’l-Kudüs’ten oluşan üçlü bir Allah
inancıdır. Bu inanca göre Allah, baba, İsa, oğuldur. MS 431 yılında
Efes’te toplanan konsülde Hz. İsa’nın ilâhî ve insânî olmak üzere iki
yönünün bulunduğu kabul edilmiştir. İlk Hıristiyanlara göre Ruhu’lKudüs, imtiyazlı varlıkları idare eden tanrı soluğudur. MS 381’de
İstanbul’da toplanan birinci ruhânî meclisi Ruhu’l-Kudüs’ün peder ve
oğlu gibi Allah olduğuna karar vermiştir. 869’da toplanan Roma
Konsilinde Ruhu’l-Kudüs’ün baba ile oğlundan çıktığı kabul edilmiştir.
879’da İstanbul’da yapılan konsilde Ruhu’l-Kudüs’ün sadece babadan
çıktığı kabul edilmiştir.
Kur’an’ın beyanına göre Hıristiyanlar Hz. İsa’ya Allah,37 Allah’ın
oğlu38 ve üçün üçüncüsü39 demişlerdir. Kur’an bunun uydurma, Hz.
İsa’nın ise sadece Allah’ın elçisi olduğu bildirilmiştir.40
Hıristiyan inancına göre; a) Hz. İsa insanların günahları yüzünden
çarmıha gerilmiştir, kıyamet kopmadan önce yer yüzüne gelecektir. b)
Cennet ve cehennem vardır.Tanrı baba, kıyamette insanlara hesap
Maide, 5/51, 117; Tevbe, 9/30-31.
Al-i İmran, 3/52.
36 Nisa-157-158. Al-i İmran, 3/55
37 Maide, 5/72.
38 Tevbe, 9/31, Maide, 5/73.
39 Maide, 5/74.
40 Maide, 5/75.
34
35
sorma yetkisini oğlu İsa’ya vermiştir. c) Kitab-i Mukaddes’te ismi geçen
bütün peygamberlere ve meleklerine varlığına inanırlar.
2. İ b a d e t l e r i
a) Her gün kilisede iki vakit ibadet ve dua vardır. b) Pazar günleri
altı saat süren haftalık ayin yapılır. Pazar günü tatildir, iş yapılmaz.
3. B a y r a m l a r ı
a) Noel Bayramı. İsa’nın doğum yıl dönümüdür. Aralık ayı sonunda
yapılır. b) Paskalya Yortusu.
İsa’nın ölümünden üç gün sonra
dirilmesinin hatırasına yapılan bayramdır. Nisanın 15’inden sonraki
Pazar günü kutlanır. c) Transfiguration (şekil değiştirme) günü.
Paskalyadan 100 gün sonradır. Haziran Temmuz ayına rastlar. Hz.
İsa’nın insaniyetten ruhaniyete yükselmesi ile ilgilidir. d) Meryem Ana
Günü. Ağustos’un 15’ine yakın Pazar günü yapılır. Kadınlara Hz.
Meryem’in iffeti temsili olarak gösterilir. e) Hac Yortusu. Eylül’ün
15’inde olur. Kudüs’ten İran’a götürülen Haç’ın geri alınması ile ilgilidir.
4. K i l i s e n in G ö r e v l e r i
“Kilise” kelimesi Yunanca “eklesia” kelimesinden alınmıştır. Topluluk
vebirlik anlamına gelir. Kilisenin görevleri.
a) Vaftiz. Din adamları tarafından yapılır. Yüze su rerperek veya
vücut suya batırılarak yapılır. Bu, İsa’nın kanı ile insarnların kirlerini
temizlemesini temsil eder.
b) Communion Ayini. Bu, ekmeği kırıp üzerine şarap dökerek
yemektir. İsa’nın şakirtleriyle birlikte son gece yediği yemeyi temsil
eder. Ekmek, İsa’nın insanlığın kurtuluşu için kırılan cesedi, şarap da
aynı gaye uğruna akan kanıdır.
c) Günahların İtiraf. Kilisenin günahları itiraf ettirmesi ve papazın
günah çıkarması en az hayatta bir defa yapılır.
d) Ölüye Mukaddes Yağ Sürmek. Ölüm döşeğindeki bir insana din
adamının zeytin yağı sürmesi görevidir.
e) Nikah kıymak. Nikahlar kilisede din adamları tarafından kıyılır.
Kilise dışında kıyılan nikah geçerli değildir.
HIRİSTİYANLIKTA MEZHEPLER
a) Katolik Mezhebi.
Batı kiliselerinin mümessilidir. Katolik Roma Kilisesi bu mezhebi
temsil eder. Mezhebin başında Papa vardır. Aynı zamanda Papa ruhânî
devletin başkanıdır. Papadan sonra Kardinaller, Psikopatlar ve Rahipler
gelir. Rahipler evlenmezler. Ayinleri; vaftiz, tövbe, nikah kıyma,
papazlığa tayin ve yağ sürmedir. Cuma günleri et ve yağ yenmez.
Papazlar günah çıkartır. İbadet dili Latince’ndir.
b) Ortodoks Mezhebi
Bu kiliseye, Şark, Yunan ve Rum Kilisesi de denir. Merkezi
İstanbul’dadır. Başında Patrik vardır. Katolik Kilisesinden 1054 yılında
ayrılmıştır. Katolik Kilisesine göre Ruhu’l-Kudüs Baba ile Oğuldan,
Ortodoks Kilisesine göre sadece Baba’dan çıkmıştır. İbadet ülkenin
kendi dilinde yapılır.
c) Protestanlık Mezhebi
Bu Kiliseye İncil Kilisesi de denir. Protestanlık, İncil’i yalnız Kilise
adamları anlar diyen anlayışa karşı çıkan reform sonucu doğmuştur.
Papanın otoritesini kabul etmezler. Papazlar evlenebilir. Tanrı’ya
ulaşmak için aracıya ihtiyaç yoktur. İbadet ülkenin kendi dilinde yapılır.
d) Süryânilik
Sami ırkından Hıristiyan bir topluluğun adıdır. Süryânîler
Suriyeli Aramîlerdir. Bunlar Hz. Havarilerinden Şemnun Petrus ve
Thomas’ın telkinleriyle
Hıristiyanlığı kabul ederek Aramîlerden
ayrıldılar ve MS. 38 yılında Süryânî adı altında yeni bir mezhep
kurdular. İlk Hıristiyan topluluğu olmalarından dolayı kendilerine
Süryani Kadîm adı verildi. İlk dini merkezleri Antakya’dır. Bu gün dînî
merkezleri Şam’dır. Türkiye’de Gaziantep, Midyat, Diyarbakır ve
Mardin’de Süryânîler vardır. Mardin İlinin doğusunda dağın eteğinde
Zaferen Manastırı (Deyru’z-Zaferan) faal durumdadır.
1782 yılında Mihayel Cevre, patrik kurallara aykırı olarak tayin
edildi. Piskoposlar tarafından reddedilince Roma Kilisesine katıldı.
Süryanî-i Kadim Kilisesinden ayrılan Süryanilere ve kiliselerine papa
tarafından patrik tayin edildi. Bunlara Katolik Süryâniler dendi. Katolik
Süryanilerin merkezi Mardin’deki Meryem Ana Kilisesidir.41
e) Yehova Şahitleri
41
Meydan Laroussa, XVIII, 416-417. Sabah Yayınları, İstanbul tarihsiz.
Yehova şahitleri Yahudilik ve Hıristiyanlığın dini ve kültürel
öğretilerinin ortaya çıkardığı dini bir akımdır. Temelini Amerika’da C. T.
Russel (1852-1916) atmı,ş, teşkilatı Joseph Franklin Rutherford (18691942) kurup geliştirmiştir. Yehova şahitleri kendilerini Tanrının vaat
ettiği krallığın tek temsilcileri olarak görürler.
İnanç esasları
Katolik, Protestan ve Ortodoks Hıristiyanların tanrı anlayışını
benimsemezler. Dolayısıyla teslise inanmazlar, tek tanrı inancını
savunurlar . Bu tek tanrı kadir-i mutlak Yehova’dır. Hz. İsa’nın ilk
insanın yaratılmasından önce bir melek olarak var olduğuna, daha
sonra onun insan şekline dönüştüğüne, doğuştan günahsız olduğuna ve
Tanrı’nın yaratılmış oğlu olduğuna, çarmıha gerildikten sonra öldüğüne,
sonra manevi bir varlık olarak yeniden dirildiğine inanırlar.
Kutsal Ruh, tanrının parçası olmadığı gibi bir kişiliğe de sahip
değildir. Tanrının faal gücüdür.
Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı bakire olarak doğurduğuna,Hz. İsa’nın
insanlığın geçmiş ve geleceği için kendini feda ettiğine, yer yüzüne ikinci
kez döneceğine ve Şeytan’ın gücüne inanırlar.
Eski Ahit (The Old Testament) ve Yeni Ahid (Thi New
Testament)’den oluyan Kitab-ı Mukaddes (Thi Bible)’in Allah’ın vahyi ve
hatasız kutsal bir kitap olduğunu kabul ederler.
Günahkârların cezalandırılacağına ve Cehennem hayatının varlığına
inanmazlar. Cehennem yok oluşun sembolüdür. İnsanlar ölümle
cezalarını çekmiş sayılır ve toprak olurlar. Müminler semaya yükselirler.
Tanrı onlar için yeni bir beden yaratır ve yaşamaya devam ederler.
Böylece cennet yer yüzünde kurulmuş olur. Bu cennete sadece Yehova
şahitleri olacaktır.
Meydana gelen her önemli olayı İsa’nın tekrar yer yüzüne
dönüşünün ve dünyanın sonunun yaklaştığının bir işareti olarak
değerlendirirler.
Tanrı’nın gelecek ile ilgili planlarını bir takım cifir hesaplamaları ile
Kitab-ı Mukaddes’in sayfaları arasında bulmaya çalışırlar. Bu bağlamda
Rutherford 1920 yılında “Şimdi Yaşayan Milyonlarca İnsan Asla
Ölmeyecektir” başlığı ile bir kitap yazmış ve kitabında, “Yahudi
siyonizmini övmüş, 1925 yılının dünyanın sonu, tanrı krallığının
yeryüzünde kuruluşu, İbrahim, İshak ve Yakup gibi peygamberlerin
diriliş tarihi olduğunu ileri sürmüştür” ancak bu gerçekleşmemiştir.42
İbadetleri
İki ayinleri vardır. Birisi sorumluluk çağına gelen bir Yehova şahidini
günahlardan arındırmak maksadıyla suya daldırmak suretiyle vaftiz
yapmaktır. Diğeri yılda bir defa Hz. İsa’nın ölümü anısına akşam yemeği
vermektir. Buna Evharistiya ayini derler.
Hz. İsa’nın doğum gününün kutlamazlar. İbadet yerleri “Krallık Evi”
adı verilen kiliseleridir
Yasaklar
Zina sebebi hariç boşanmayı uygun görmezler.
Tedavi maksadıyla da olsa kan nakline karşı çıkarlar. Çünkü kan
kutsaldır. Dolayısıyla kan içerene yemekleri de yemezler.
Hayvanlar da kutsaldır. Sırf zevk için hayvan öldürmek yasaktır.
Boşanma, homoseksüellik, evlilik öncesi cinsel ilişki ve kürtaja
karşıdırlar.
Hedefleri tanrının krallığını, teokrasiyi tesis etmektir. Yeryüzünde
tanrının bin yıllık krallığı kurulacaktır. Bu sebeple dünyadaki hakim
güçleri ve siyasi partileri şeytanın bilinçsiz müttefikleri sayarlar. Her
hangi bir ülkenin bayrağına saygıyı ve askerlik yapmayı reddederler.43
Yehova şahitlerinin 2001 yılı istatistiklerine göre 235 ülkede 6.
117. 666 Yehova şahidi yaşamaktadır. Türkiye’deki sayıları 1. 621’dir.44
MİSYONERLİK
Latince “missio” kelimesinden türemiş olan misyon kelimesi
sözlükte; görev, yetki, aracılık yapma, gönderme ve bir kişiye bir işi
yapması için verilen özel vazife anlamlarına gelmektedir. Sözlük
anlamına uygun olarak Hıristiyanlığı yayma işine misyon, bu işi
yapmayı kendisine vazife edînen ve kilise tarafından görevlendirilen
kişiye de misyoner, bu işe de misyonerlik denilmektedir.
Misyonerler, Hz.İsa’dan rivâyet edilen “Öyleyse gidîn Baba, Oğul ve
Kutsal Ruh adına bütün insanları vaftiz edîn, size emrettiklerime uymayı
Sarkis PAŞAOĞLU, Yehova Şahitleri, s. 104-105. İst. 199.
Bünyamin OKUMUŞ, Yehova Şahitleri, Diyanet İlmi Dergi, cilt 38, yıl, 2002, s.b 60-70.
44 Bk. Yehova Şahitleri resmi Web sayfası Statistics 2001.
42
43
onlara öğretin, onları eğitin.” (Matta, 28/18-20) emrini kendilerine
hareket noktası olarak almışlardır. Havariler ilk misyonerler olarak
kabul edilmişler, daha sonra da misyonerlik kilisenin bir görevi olarak
kabul edilmiştir. Asırlardır değişen şartlara uygun metotlar bulunarak
devam ettirilen misyonerlik, bu gün de kilisenin en önemli varoluş
sebebi ve görevi olarak kabul edilmekte, dünyanın sonuna veya herkes
Hıristiyan oluncaya kadar da bu görevin devam edeceği kilise liderleri
tarafından ifade edilmektedir. Çeşitli kiliseler tarafından kurulan ve
sayıları binlerle ifade edilen misyonerlik cemiyetleri çok büyük bütçeler
oluşturmakta ve dünyanın her tarafında misyonerlik yapmak üzere
eleman yetiştirmekte ve her tarafa göndermektedir.
Misyonerlere, gidecekleri toplumun dil, dîn, tarih, milli kültür, sosyal
yapı ve diğer önemli özelliklerini iyice öğrenme imkanı verilmekte,
gideceği bölgede misyonerlik yapma usulleri iyice kavratılmaktadır.
Bölgelere göre hazırlanmış çalışma metotları tespit edilmiştir. Mesela
“Müslümanlar Arasında Misyonerlik Yapma Metodu” adlı kitaplar
yazılmıştır. Ayrıca bölgelerin durumları göz önünde bulundurularak
sadece dîn adamı değil, doktor, insan hakları gözlemcisi, barış gücü
gönüllüsü, mühendis, dil kursu öğretmeni, bilgisayar programcısı ve
sportif bir faaliyetin organizatörü gibi çeşitli meslek mensupları
misyoner olarak gönderilmekte ve çalışmaktadır.
SATANİZM
Şeytana tapıcılık anlamına gelmektedir. Satanizm, başlangıç
itibariyle ortaçağ büyücülerine ve Hıristiyanlık’tan uzaklaşan ayrılıkçı
gruplara (heretiklere) kadar dayandırılmış bulunan ve 19. Asrın
sonlarında Amerika ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan ve
günümüze kadar düzensiz olarak da olsa devam ettirilmiş olan bir inanç
ve uygulamadır.
Satanizm; Şeytan’a, diğer bir ifadeyle Yahudi-Hıristiyan geleneği
tarafından Tanrı’nın tam karşısında mutlak kötülük veya mutlak
kötülüğün temsilcisi olarak tecessüm ettirilen şahsiyet veya prensibe
ibadet etmek demektir. Aynı zamanda bu ibadet; Yahudi-Hıristiyan dîni
tahakkümüne karşı bir başkaldırı hareketi olarak da tanımlanmaktadır.
Geleneksel Satanizm; Hıristiyanlığın Şeytan anlayışını, Hıristiyan
ahlak ve felsefesini, Hıristiyanlığın hayat ve dünya görüşünü baz alan ve
fakat tamamen Hıristiyanlık karşıtı bir görüş ve düşünceye sahip
bulunan bir grubun temsil ettiği satanist anlayıştır.
“LaVeyan Satanizm” diye de adlandırılan modern Satanizm ise,
Anton Szandor LaVey tarafından kurulan ve organize bir teşkilat haline
getirilen satanist grubun adıdır. LaVey 1966’da San Fransisko’da
Şeytan’ın Kilisesi’ni kurmuş ve onun baş rahibi olmuştur. LaVey,
organize faaliyetlerinin çoğunu kilise mensupları dışındakilere çevirmiş
ve kitaplar yazmaya başlamıştır. İşte bu tür faaliyetlerinin bir sonucu
olarak “The Satanic Bible (Şeytan’ın Kutsal Kitabı)” 1969 yayınlanmış,
onu 1972’de “The Satanic Rituals(Satanist Ayinler)” takip etmiştir.
Üçüncü kitabı “The compleat Witch” ise Avrupa’da basılmıştır.
Özetle söylemek gerekirse modern Satanizm, sembolizm,
modernizm, bireycilik, ateizm, hedonizm, natüralizm ve hümanizm gibi
unsurlara dayanmaktadır.
Satanizmin görüşleri maddeler halinde şöyle özetlenebilir:
“9 Kural” : 1-Şeytan, yasaklayıcı degil affediciyi, 2- boş hayalleri değil
asıl gerçekliği, 3- iki yüzlü hilekârlığı değil bilgeliği, 4- nankörler için
boşuna harcanmış sevgiyi değil hak edenlere gösterilen şefkati, 5kötülükler karşı susmak yerine intikamı, 6- sapık vampirler için duyulan
kaygı yerine sorumluya sorumluluğu, 7- bazen insanı bazen de hayvanı
temsil eder, 8- Şeytan, günah diye nitelendirilen ve fiziksel, akli ve
duygusal zevklere neden olan tüm zevkle simgesi ve 9- kilisenin şimdiye
dek sahip olduğu en iyi arkadaşıdır.
“11 Temel İlke”: 1-Sorulmadıkça görüş yada tavsiye verme! 2Dînleyeceğine emin olmadıkça derdîni kimseye anlatma! 3-Başkasının
evinde ona saygı göster, aksi taktirde gitme! 4-Evindeki misafir sana
kötülük unsuru olabilecek bir davranışta bulunursa sende ona zalimce
davran! 5-Karşındakinin de isteği olmadıkça cinsel ilişkiye girme! 6Başkasına yük olduğu ve kurtulmak istediği şeyler hariç, kendîne ait
olmayan hiçbir şeyi alma! 7-Arzularını elde etmeni sağlayacak şekilde
kullandığın sürece büyünün gücüne inan aksi taktirde kullanma! 8Kendîni muhatap etmeye gerek görmediğin hiçbir şeyden şikâyet etme!
9-Çocuklara zarar verme! 10-Sana zarar vermedikçe hayvanları
öldürme! 11-Açık bir arazide yürüdüğünde kimseyi incitme. Birisi canını
sıkacak bir durum teşkil ederse ona durmasını söyle. Eğer durmazsa ona
saldır!
9 Büyük günah: 1- Aptallık, 2- Gösterişçilik, 3- Tekbencilik, 4Hilekarlık, 5-Düşünmeden inanmak, 6- Kim ve ne olduğunu unutmak, 7Eski ve Gerçek inanışları unutmak, 8- Zarar verici derecede gurur, 9Estetik yokluğu.
Bütün kitabi dînlere göre, şeytanın insanla münasebeti Hz. Ademe
secde etme emrinin verilmesiyle başlar. Ancak şeytanın bu emri yerine
getirmeyişi Allah’a “isyân” ve insana da “düşmanlık” ile sonuçlanmıştır.
Bu, bütün kutsal dînlerin ittifakla kabul ettiği bir husustur. Dolayısıyla
şeytan; bütün dînler açısından en uç noktada bulunan, kendisinden
sakınılması gereken, dînin ve insanın karşısında yer alan bir yaratıktır.
Bu özellikleri onu kötünün ve kötülüğün sembolü, temsilcisi ve
tahrikçisi haline getirmiştir. İslam dîni şeytana kulluk etmeyi şiddetle
yasaklamıştır: “... Şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir
düşmanınızdır. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında
bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”45
3. İ S L A M
İslâm, “silm” ve “selâm”; kökünden türeyen bir kelimedir. Silm;
barış, güven ve huzur, selam; mutluluk, esenlik ve güvenlik; İslâm ise;
Allah’a teslim olmak, boyun eğmek ve itaat etmek anlamındadır. İslâm’ı
din olarak kabul eden erkeğe mülsim, kadına da müslime denir.
Türkçe’de İslam’ı kabul eden kimse müslüman kelimesi ile ifade
edilmektedir.
Kur’ân’a göre İslâm, kişinin kendisini yalnız Allah’a teslim etmesi,
yalnız O’na kul olması, yalnız O’na ibadet etmesi demektir. Tevhidîn
gereği de budur. Bu anlamıyla İslâm, yalnız son peygamber Hz.
Muhammed’in getirdiği dînden ibaret değil, bütün peygamberlerin
insanları tek Allah’a kulluk etmeye, âhirete îmân etmeye ve sâlih amel
işlemeye davet etmelerinin özünde olan bir inanç sistemidir. Bu
bakımdan insanlığı tevhit inancına davet noktasında, bütün Allah
elçilerinin vazifesi aynıdır. “O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu
emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim”46; “Allah katında dîn
İslâm’dır”47; “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa, bilsin ki (O dîn) ondan
Bakara, 2/168-169.
En’am, 6/163.
47 Al-i İmrân, 3/19.
45
46
kabul edilmeyecek ve âhirette kaybedenlerden olacaktı”
ifade etmektedir.
48
bu gerçeği
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.), İslâm’ı, kelime’i şehâdet,
namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek49;
Müslüman’ı ise, “Müslüman, dilinden, elinden, müslümanların selâmette
kaldığı kimsedir”50 şeklinde tanımlamıştır. Bu duruma göre İslâm,
insanlık için vazgeçilmez değerler olan inanç, ibadet, sosyal ilişkiler ve
ahlak gibi temel prensipleri sosyal hayatın gereği olarak kabul eden en
mükemmel ve evrensel bir dîndir. Nitekim Cenab-ı Hak da kullarına en
uygun dîn olarak İslâm’ı seçtiğini beyan etmiştir: “Bugün size dîninizi
ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için dîn olarak
İslâm’ı beğendim.”51
İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an; a) insanın Allah ile, b) insanın
diğer insanlarla c) insanın canlı ve cansız diğer varlıklarla ilişkilerinde
rehber olmak üzere gönderilmiştir. Başka bir ifade ile Kur’an ve onun
sözlü ve uygulamalı açıklaması mesabesinde olan Sünnet/hadisler,
insanın Allah’a, kendisine, aile fertlerine, yakınlarına, komşularına,
çevresine, topluma ve bütün insanlara karşı görevlerinde rehberlik eder
(Tablo 3) Dolayısıyla İslam Dini; insanın bütün söz, eylem, fiil ve
davranışlarıyla ilgili genel kurallar getirmiştir. İslam’ı kabul eden insan;
Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe
iman etmek,52 hayır ve şerrin, iyilik ve kötülüğün ve her türlü musibetin
Allah’ın izni ve takdiri ile olduğunu kabul etmek,53 günde beş vakit
namaz kılmak,54 Ramazan aylarında oruç tutmak,55 zengin ise zekat
vermek,56 imkanı varsa hacca gitmek,57 Allah ve peygamberine itaat
etmek58 ile yükümlüdür.
İslam;
insanın
yemesinden
içmesine,59
evlenmesinden
60
61
62
boşanmasına, ticaretinden, mirasının taksimine, konuşmasından
Al-i imrân, 3/85.
Müslim, îmân, 5.
50 Buhârî, Îmân, 3.
51 Mâide, 5/3.
52 Bakara, 2/177.
53 Hadîd, 57/22.
54 İsra, 17/78.
55 Bakara, 2/185.
56 Nur, 24/56.
57 Al-i İmrân, 3/97.
58 Nur, 24/54.
59 A’raf, 7/31.
60Bakara, 2/221, 229, 225-234. Nisa, 4/23-25
48
49
yürümesine,63 çocuğun kaç sene emzirilmesinden,64 birisinin evine nasıl
girileceğine,65 çocukların ana-babalarının yatak odalarına ne zaman ve
nasıl gireceklerinden,66 yemeğin birlikte veya ayrı ayrı yenmesine,67
yaptığı sözleşmelere uymasından,68 işlerini istişare etmesine,69 görev ve
yetkilerin ehil olana verilmesi ve davaların adaletle görülmesinden,70
şahitliğin dosdoğru yapılmasına71..... varıncaya kadar fert, aile ve toplum
hayatı ile ilgili temel kurallar getirmiş ve insana yol göstermiştir. Çünkü
Kur’an “hüde’n li’nnâs”dır = insanların rehberi = yol göstericisidir.72
Kur’an kendine uyanları her işte en doğru yola iletir. Dolayısıyla
bazılarının sandığı gibi insanın söz, fiil ve davranışlarını “dinî” ve
“dünyevî” diye ayırmak mümkün değildir. Din, hem dünya hem de âhiret
içindir. Din, insanın dünyada da ahirette de mutlu olması için vardır.
İslam, Adem peygamberden itibaren Allah tarafından gönderilen ve
peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilen tevhit esasına dayalı
hak dinin adıdır. “Allah katında din ancak İslam’dır”73 ayeti bu gerçeğin
ifadesidir.
Kur’an’da zikredilen “Yahudilik” ve “Hıristiyanlık”, Musa ve İsa
peygamberlere
gönderilen hak din İslam’ın bozulmuş şeklidir.
Yahudiler Üzeyir peygambere, Hıristiyanlar İsa peygambere Allah’ın
oğlu demek74 suretiyle tevhit inancından sapmışlardır. Bu sebeple yüce
Allah, İbrahim (a.s.) için; “İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi, fakat o
Allah’ı birleyen (hanîf) bir müslüman idi, müşriklerden değildi” demiştir.75
İslam’ın; evlenme, boşanma, sosyal ilişkiler, helal-haram ve
ibadetler ile ilgili ilkelerinde peygamberlerden peygamberlere bazı
farklılıklar olsa da inanç esaslarında bir değişiklik olmamıştır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.’in ve Kur’an’ın gönderilmesiyle
Bakara, 2/275.
Nisa, 4/7. bk.. Nisa, 4/11-12, 176.
63 Lokman, 31/19 bk. Lokman, 31/18.
64 Bakara, 2/233; Nur, 24/27.
65 Nur, 24/27.
66 Nur, 24/59, bk. Nur, 24/58.
67 Nur, 24/61.
68 Maide, 5/1.
69 Şura, 42/38.
70 Nisa, 4/58.
71 Nisa, 4/135.
72 Bakara, 2/186.
73 Al-i İmran, 3/19.
74 Tevbe, 9/30.
75 Al-i İmran, 3/67.
61
62
İslam kemale ermiş ve son şeklini almıştır. “... Bu gün size dininizi ikmal
ettim, size nimetimi tamamladım, din olarak İslam’dan razı oldum”76
âyeti bu gerçeği ifade etmektedir.
Son şeklini alan ve kemale erdirilen İslam’dan başka hak din artık
söz konusu değildir. “Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki
kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir... “77 âyeti bunun
delilidir.
İslam; tevhit esasına dayanır, imanda ve ibadette Allah’a ortak
koşulmasını şiddetle reddeder. İnsan vasıtasız olarak Allah’a ibadet
edebilir, O’ndan af dileyebilir, yardım isteyebilir ve dua edebilir.
İslam’ın ana hedefi, canın, malın, aklın, ırzın ve dinin
korunmasıdır, kısaca insandır, insanın mutluluğudur. İslam’ın emir ve
yasakları da bu amaca yöneliktir. Canı korumak için; intihar, yaralama,
cana kıyma, zehirli yiyecek ve içecekler; aklı korumak için; alkollü
içkiler, sıvı ve katı uyuşturucular; ırzı korumak için; zina ve her türlü
fuhuş; malı korumak için; hırsızlık, gasp, yankesicilik, aldatma, hile ve
benzeri kötülükler yasaklanmıştır. Dini korumak için namaz, oruç, hac,
zekat, zikir, dua ve nefisle mücadele, şirk, küfür ve nifaktan uzak durma
gibi görevler farz kılınmıştır.
Adalet., dürüstlük, erdemli davranış, işleri ehline verme, şura, din ve
vicdan, çalışma, ticaret, mülk edinme ve seyahat özgürlüğü, mesken
masuniyeti, insan haklarına saygı, toplumda iyilikleri hakim kılma,
kötülüklerle mücadele, barış, birlik ve kardeşlik İslam’ın temel
ilkeleridir.
İslam’ın; emir ve yasakları, öğüt ve tavsiyeleri, helal ve haramları
kısaca bütün ilkeleri âyet ve hadislere dayanır. Son şeklini alan İslam
Dininin ilkelerinde, hükümlerinde, inanç ve ibadet esaslarında zamanın
geçmesiyle bir değişme olmaz. Din kurallarında artma ve eksilme söz
konusu değildir. İslam, evrenseldir, çağları kucaklar. İlmi, tekniği,
teknolojiyi, sanayiyi, çalışmayı, üretimi, gelişme ve ilerlemeyi, temizliği,
disiplini ve intizamı teşvik eder. Cehaleti, tembelliği, dilenciliği,
miskinliği, uyuşukluğu, saygısızlığı, anarşiyi, insanlara yük olmayı,
çalışmadan, hile ve haksız yollarla kazanmayı, ahlaksızlığı, sahtekarlığı,
76
77
Maide, 5/3.
Maide, 5/85.
rüşveti, tefeciliği, dolandırıcılığı,
kötülükleri yasaklar.
kumarı,
işkenceyi
ve
benzeri
İslâmî görevlerin, genel olarak iki boyutu vardır. Biri inanma, diğeri,
uygulamadır. Kur’an’da bu husus, “iman ve salih amel” olarak ifade
edilmiştir. İman edip salih ameller işleyen Allah(a ibadet etmiş olur.
“Allah’a ibadet” kavramı, iman dahil İslâmî bütün görevleri içine alır.
Dolayısıyla Kur’an ve Sünnette yer alan itikâdî ve amelî bütün görevler,
İslam’ın ilkeleridir. İslam’ın hükümlerini; iman, ibadet, ahlak, muamelât,
ukûbât ve keffârat esasları şeklinde bir ayırıma tabi tutup, iman, ibadet
ve ahlak esaslarının asıl, diğerlerinin tâli derecede olduğunu söylemek,
Kur’an ve sünnete uygun bir yaklaşım değildir. Çünkü ayet ve hadislerde
geçen ve hükmü farz, vacip, sünnet ve müstehap olan emirlere uymak da
hükmü haram veya mekruh olan yasaklardan sakınmak da ibadettir.
Çünkü insanlar ibadet etmeleri için yaratılmışlar,78 bütün peygamberler
de insanları Allah’a ibadete davet etmişlerdir.79 “İbadet”; Allah ve
Peygamberine itaat etmek, emir ve yasaklarına uymaktan ibarettir.
III. TÜRKİYEDE MÜNTESİBİ BULUNAN MEZHEPLER
Sözlükte gidilecek yol, gidilecek yer, görüş, doktrin, akım, gitmek ve
takip etmek gibi anlamlara gelen mezhep, dînî bir kavram olarak, kendi
içinde tutarlı bir metot ve düşünce sistemine sahip itikâdî ve amelî
doktrin manasına gelir. Mezhep kurucusu müçtehit, ayet ve hadislerden
hüküm çıkarma metotlarını belirleyen kimselerdir. Bu metot farklılıkları
ile bunlara dayalı olarak ortaya çıkan hükümlerdeki farklılıklar
mezhepleri oluşturmuştur.
İslâm literatüründe mezhepler; itikâdî ve amelî olmak üzere iki
kısma ayrılır.
1. İ t i k a d î M e z h e p l e r
Tarih sahnesine çıkışı bakımından itikâdî mezhepler daha öncedir.
Ortaya çıkışları; Hz. Osman’ın şahadetiyle başlayıp Hz. Ali’nin Cemel ve
Sıffîn savaşlarıyla devam eden siyasî olaylar ve fikrî ayrılıklardır.
Siyasî olaylar sonucunda ortaya çıkan mezhepler şunlardır:
a) Haricî Mezhebi.
b) Şiî Mezhebi
78
79
Zariyat, 51/56.
Hud, 11/50, 61, 84.
Fikrî ayrılıklar sonucu ise şu mezhepler ortaya çıkmıştır:
a) Cebriye Mezhebi,
b) Mu’tezile Mezhebi
c) Mürcie Mezhebi
d) Kaderiye Mezhebi
e) Ehl-i Sünnet
Ülkemizde bu mezheplerden sadece Hanefî, Şâfiî ve Ca’ferî
mezhebini müntesipleri vardır.
2. A m e l î - F ı k h î M e z h e p l e r
Fıkhî mezheplerin ortaya çıkışı ise, dînî sebeplere dayanmaktadır.
Hz. Peygamber döneminde bir ihtilaf söz konusu değildi. Zira bir
problem olduğunda Hz. Peygamber’e sorularak çözümleniyordu. Hz.
Peygamber’den sonra, sahabe ve tabiûn döneminden itibaren görüş
ayrılığı başlamış, asr-ı saadetten uzaklaştıkça da bu ihtilaflar
çoğalmıştır. Bu görüş ayrılıklarının sebepleri şöyle sıralanabilir;
a) Kitap ve sünnette geçen bazı kelime ve cümlelerin farklı
anlaşılması ve yorumlanması,
b) Sözün hakikat veya mecaz anlamlarına çekilebilmesi,
c) Hadislerin bilinmemesi, sıhhat derecesi ve ölçüsü konusundaki
farklı telakkiler,
Bu sebeplerden kaynaklanan görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte,
müçtehit imamlar devrine kadar mezheplerden söz edilmemektedir. Her
merkezde birçok alim ve müçtehit bulunmakta, soruları
cevaplandırmakta ve davaları halletmektedirler; fakat bunlara izafe
edilen bir mezhep yoktur. Bu devirde, fıkhın ve fıkıh usulünün tedvin
edilmesi, nazari konularda içtihat edilmeye başlanması, fıkıh
mekteplerinin teşekkül ederek münazara ve münakaşaların başlaması
gibi sebeplerle mezhepler oluşmuş, bir çok fıkhî mezhep ya da düşünce
sistemi ortaya çıkmıştır. Bunlardan büyük bir bölümü, taraftar
bulamadığı için zamanla yok olmuştur. Günümüzde amelî mezhep hala
devam etmektedir. Bunlar;
a) Hanefî Mezhebi, b) Şafiî Mezhebi, c) Malikî Mezhebi, d) Hanbelî
mezhebi, e) Caferî - Şia Mezhebi
Ülkemizde bu mezheplerden
mezheplerinin müntesipleri vardır.
sadece
ehl-i
sünnet
ve
şia
a) EHL-İ SÜNNET MEZHEPLERİ
Ehl-i Sünnet; Hz. Peygamberin sünneti ile sahabe ve onların yolunda
olanlara verilen bir isimdir. Ehl-i Sünnet, Kur’an’ı ve Peygamberin
sünnetini esas alır. Dünya Müslümanlarının yüzde 93’ü ehl-i sünnettir.80
Bu ismin dayanağı Nur suresinin 51. âyetidir. Ehl-i Sünnetin itikadde üç
mezhebi vardır; Selefîyye, Mâtüridiyye ve Eş’ariyye. Ülkemizde
Hanefîler itikada Matüridiyye, Şafiîler ise Eş’ariyye mezhebine
müntesiptir.
1. M Â T Ü R İ D Î Y Y E
Muhammed
ibn
Muhammed
Ebû
Mansur
el-Mâturîdî
(ö.333/944)’nin ilkelerini ortaya koyduğu itikâdî bir mezheptir.
Mâtüridî, Maveraunnehir’de ehl-i sünnet kelam ilmini sistematik bir
hale getirmiştir. Yaşadığı dönemde Ehl-i Sünnet inancına uymayan
görüşlere karşı koymuştur. İmam
Aklı ve nakli temel alan bu mezhebin görüşleri şöyledir:
İnsan aklı ile Allah’ı bilebilir.
Allah’ın tekvin sıfatı vardır.
Sadece erkeklerden peygamber gelmiştir.
Dinden çıkan imana dönerse amelleri dönmez.
Kâfirler ibadetle mükellef değildir.
Îmân bir bütündür, artması eksilmesi söz konusu değildir.
Âhirette Allah görülecektir.
İnsanın cüz’î iradesi vardır. Bu iradeyi Allah yaratmaz.
İyi ve kötü akıl ile bilinebilir. Allah iyi olanı emreder, kötü olanı
yasaklar.
Allah’ı tanımak alken zorunludur.
Allah insanı gücünün yetmediği şeyle sorumlu tutmaz.
80Ethem
Ruhi FIĞLALI, Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi, s. 61. Tercüman yay. İst. 1987.
Allah’ın fiilleri bir hikmet ve sebebe binaendir.
İnsan, fillerinde seçme hürriyetine sahiptir; bir şeyi yapmaya karar
verince Allah onda bu fiili işleme kudreti yaratır. Bu kudret fiil ile
beraberdir.
Öldürülen insan eceliyle ölmüştür.
İman, dil ile ikrar kalp ile tasdiktir.
Bu mezhep genelde Maveraünnehir bölgesinde ve Türkler arasında
yayılmıştır. Amelde Hanefi mezhebine tabi olanlar itikadda bu
mezhebini benimsemişlerdir. Matürîdî’inin en önemli eserleri, Kitâbü’tTevhîd, Te’vîlü’l-Kur’ân’dır.
2. E Ş ’ A R İ Y Y E
Ebû’l Hasan Ali bin İsmâil el-Eş’arî’nin görüşlerine dayanan itikadî
mezhebin adıdır. Hicri 260 tarihinde Basra’da doğan el-Eş’arî, hayatının
ilk yıllarında mu’tezilî düşünceye sahip iken kırk yaşından sonra bir
Cuma günü Basra Camii’nde minberde bu mezhebi terk ettiğini
açıklamıştır.
Eş’arî’nin amelde önce Hanefi daha sonra Şafii veya bir dönem için
de Mâliki olduğu söylenmektedir. Ancak İslâm aleminde Şafii olanların
itikadî yönden Eş’ari’nin görüşlerini paylaştıklarına bakılırsa onun en
son Şafii mezhebinde karar kıldığı kuvvet kazanmaktadır.
Bu mezhebin görüşleri şöyledir:
Kulun iradesini Allah onu yaratıyor.
İnsan ister Allah yaratır. İnsan kendi fiilini yaratan Allah’tır.
İyi ve kötü akıl ile bilinemez. Allah’ın emrettiği şey iyi, yasakladığı
şey kötüdür.
İnsan aklı ile Allah’ı bilemez.
Allah’ın tekvin sıfatı kudret sıfatının aynıdır.
Kadından peygamber olur. Meryem, Sare, Hacir, Havva Hz. Musa’nın
anası nebidir.
Kâfirler de ibadetle mükellef olup, ibadet yapmadıkları taktirde
ayrıca azap göreceklerdir.
Îmân tasdik ve marifettir. Büyük günah işleyen fasık olur ancak
dinden çıkmaz. Günah işleyeni Allah dilerse bağışlar dilerse cezalandırır.
Cüz’î iradeyi Allah yaratır. İnsan, kazanan Allah yaratandır.
Kur’ân Allah sözüdür, yaratılmamıştır.
Hz. Muhammed Allah’ın izniyle mü’minlere şefaat edecektir.
Allah âhirette görülecektir.
Allah’ı tanımak dînen gereklidir.
Allah insanı gücünün yetmeyeceği bir şeyle sorumlu tutabilir.
Allah’ın fiilleri için sebep aranamaz.
Allah zaman ve mekandan münezzehtir.
Allah el, yüz gibi sıfatları vardır.
3. H A N E F Î M E Z H E B İ
İsmini kurucusu sayılan büyük fıkıh bilgini İmam-ı Azam Ebû Hanife
Numan b. Sabit (80-150/699-767
)’den almıştır. Hanefî Mezhebi
Irak’da doğmuş ve Abbâsîler devrinde Ebu Yusuf’un baş kadı olması ile
devletin fıkıh mezhebi haline gelmiştir.
Ebu Hanife, Kur’ân’ın genel ilkelerini, örf ve adeti, kamu yararını
daima göz önünde bulundurmuş ve istihsan metodunu çok kullanmıştır.
Ebû Yusuf ve Muhammed, onun tedrisatını devam ettirmişler ve ondan
öğrendikleri usule uyarak kaynaklardan hüküm çıkarmayı
sürdürmüşlerdir.
Hanefî fıkhının delilleri, Kitap, Sünnet, sahabe fetvaları, icma, kıyas,
istihsan, örf ve adet şeklinde sıralanabilir.
Ebu Hanife, bir meselenin hükmü için önce Kur’an’a, Kur’an’da
bulamazsa Sünnete baş vurmuştur. Hadisleri seçerek almıştır. Tek
kişiden gelen hadislere İslam’ın ruhuna uygun olmak şartıyla itibar
etmiş, çok kişiden gelen hadisleri sahih kabul etmiştir. Hz. Peygamberin
terbiyesinde yetiştikleri için sahabe sözlerini delil olarak kabul etmiştir.
Ona göre icma, bir asırdaki müslüman müçtehitlerin dini bir meselede
ittifak etmeleridir. Kıyasa çok önem vermiştir. Bu yüzden Ebu Hanife ve
arkadaşları ehl-i re’y olarak anılmışlardır. Çokça kullandığı bir diğer deli
olan İstihsan; kıyasa zıt görünen bir meselede kıyası terk edip insanların
yararına olanı uygulamaktır. Mesela bir şey yiyip içenin orucu bozulur.
Kıyasa göre unutarak bir şey yiyip içenin de orucunun bozulması
gerekir. İstihsan delili ve bir hadise dayanarak unutarak yiyip içen
kimsenin orucunun bozulmayacağına hükmünü vermiştir.81
4. Ş A F İ ’ î M E Z H E B İ
İsmini kurucusu sayılan büyük fıkıh bilgini Muhammed ibn İdrîs eşŞâfiî (150-204/767-819)’ den almış ve Hanefî ve Malikî mezhebinden
sonra ortaya çıkmıştır. İmam Şafiî ehl-i re’y (Hanefîler) ile ehl-i hadis
(Malikîler) arasında orta bir yol tutmuştur..
Şâfiî Mezhebinin hüküm çıkarmada kullandığı kaynak ve deliller
ırası ile; Kitap, sünnet, icma ve kıyas’tır. İmam Şâfiî, sünnetin her
çeşidîni delil olarak kabul eder. Ona göre icma, bir asırdaki bilginlerin
bir konuda ittifak etmeleridir. İmam Şâfiî, Ebu Hanife’nin delil olarak
kabul ettiği istihsanı ve sahabe sözlerini, İmam Malik’in delil olarak
kabul ettiği mesâlih-i mürsele’yi delil olarak kabul etmemiştir.82
5.VEHHÂBÎLİK
Genel olarak 18. Asrın başlarında Arabistan’ın Necd bölgesi Teym
kabilesine mensup Muhammed bin Abdülvehhâb ibn Süleyman
ismindeki zatın itikadî düşüncelerinin çevre halkı tarafından
benimsenmesiyle oluşmuş bir mezheptir. Bu mezhebin müntesipleri
başlangıçta Hanbeli Mezhebinin daha muhafazakâr bir görüntüsüyle
ortaya çıkmışlardır. Kısa sürede Suudî hânedânının desteğini alarak
hızla gelişmiş ve bir müddet sonra Suudi Arabistan’ın resmî mezhebi
haline gelmiştir. Daha çok İbn-i Teymiyye’nin görüşleriyle Hanbelî
mezhebinin görüşlerini paylaşan Vehhabîler bazı konularda daha da
aşırılığa kaçmışlardır. İtikat ve ibadette ısrarla üzerinde durdukları
hususlar şunlardır:
“Akıl dînde delil olamaz. Müteşabih âyetler te’vil edilmemelidir.
Amel îmâna dahildir.
Kesin delil Kur’ân’dır.
Allah’ın sıfatları hakiki sıfatlardır.
Tevessül küfürdür.
Namazların cemaatle kılınması farzdır.
Zekat vergidir.
81
82
Neşet ÇAĞATAY_İbrahim Agah ÇUBUKÇU, İslam Mezhepleri Tarihi, s.161-166.
Çağatay, 182-183.
Sigara ve nargile de içki derecesinde yasaktır.
Vakıf müessesi batıldır.
Hz. Peygamberin hatırasını taziz için hırkasını ve sakalını ziyaret
şirktir.
Şiîlerin taş üzerine secde etmeleri, Kerbelâ ve Meşhedi ziyaretleri
şirktir.
Mehdi gelecek, Hızır ve İlyas sağdır demek küfürdür.
Üçler yediler ve kırklara inanmak, ölülerin diriler üzerinde
tasarrufunu kabul etmek, zamana (dehre) ve rüzgara sövmek küfürdür.
Ülkemizde Vehhabilik yaygın olmamakla birlikte taraftar olanlar
vardır.
b) Ş İ A M E Z H E P L E R İ
1. C A ’ F E R İ Y Y E M E Z H E B İ
Sözlükte “taraftar, yardımcı ve fırka” anlamına gelen “şia” terim
olarak Hz. Peygamber’in ölümünden sonra Hz. Ali ile iki oğlu ve
torunlarını Allah’ın emri, Peygamberin tayini ve vasiyeti ile meşrû
imam/halife kabul eden, böylece 12 imama inanmayı dinin aslına dahil
eden mezhebin adıdır. Bunlara 12 imamı kabul ettikleri için İsna
aşeriyye, imamlara inanmayı iman esaslarına dahil ettikleri için de
İmamiyye, inanç, ibadet ve amelde İmam Cafer-i Sadık’ın dayandığı için
Caferiyye denir. 12 imam şunlardır.
1) Ali, 2) Hasan, 3) Hüseyin, 4) Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, 5)
Muhammed Bakır b. Ali Zeynelabidin, 6) Cafer es-Sadık b. Muhammed,
7) Musa Kazım b. Cafer, 8) Ali er-Rıza b. Musa, 9) Muhammed et-Tâki b.
Ali, 10) Ali en-Nâki b. Muhammed, 11) Hasan el-Askerî b. Ali en-Nakî,
12) Muhhammed el-Mehdî b. Hasan el-Askerî.
Son imam, babası Hasan el-Askerî’nin vefatından (260/873)
sonra gizlenmiştir, halen sağdır, kıyametten önce gelecek ve adaleti
sağlayacaktır.
12 İmamla Şiîler arasında 4 nüvvâb sefirlik yapmıştır. (Osman b.
Saîd, Muhammed b. Osman, Hüseyin b. Ruh ve Ali b. Muhammed) 4
nüvvâbın 328/940’da ölümünden sonra din işleri müçtehitler (fakihler)
ve bu sınıfın en üstünü olan Âyetullahlar tarafından yürütülür.
Müçtehitler Hz. Peygamber, imamlar ve nüvvâblar gibi velayet sahibi ve
hüccettirler.
a) İ m a n E s a s l a r ı
1. Allah’ın birliğine iman (tevhid).
2. Peygamberlere iman (nübüvvet).
3. 12 İmama iman (imamet).
4. Ahirete iman (mead)
5. Allah’ın adaletine iman. Kul fiillerinde hürdür.
b) İ b a d e t l e r
1) Namaz. Beş vakit, cuma, bayram, hacda tavaf namazı, husûf ve
küsûf namazı, adak namazı, cenaze namazı, kaza namazı farzdır. Beş
vakit namaz üç vakitte kılınır. Seferilikte 3 ve 4 rekatlı namazların 2
rekat kılınması şarttır. Abdestte ayaklara meshedilir. Mest üzerine mesh
etmek caiz değildir. Secde sadece temiz toprağa, toprak cinsine ve
tahtaya yapılır.
Ezanda ‘eşhedü enne Aliyyen veliyyüllah’ ve ‘hayyâ ala hayri’lamel’ ilavesi vardır.
2) Oruç. Ehl-i sünnet ile aynıdır.
3) Hac. Ehl-i sünnet ile aynıdır.
4) Zekat. Ehl-i sünnet ile aynıdır.
5) Humus. Harp ganimetleri, madenler, defineler, inci ve mercan
gibi deniz ürünlerinden alınır. Humus altıya taksim edilir. Üçü
müçtehitlere, üçü Haşimoğullarından zekat alamayan fakirlere,
yetimlere ve yolculara verilir.
Dini Dayanakları
1. Kur’an
2. Sünnet. (12 imam’ın söz, fiil ve tasviplerine sünnet denir).
3. İcma. (Müslümanların bir konudaki görüş birliğine denir).
4. Akıl ve Kıyas.83
ALEVÎLİK
83
Hayerttin KARAMAN, DİA, VII, 5-9. TDV Yay.
Sözlükte Ali’ye mensup, Ali’ye ait anlamına gelen “Alevî” kelimesi
itikâdî, siyâsî ve fikrî bağlamda farklı anlamlarda kullanılmıştır.
1. İslâm siyasî tarihinde bu terim ilk defa hilafetle ilgili
anlaşmazlıklar sırasında kullanılmaya başlamıştır. Hz. Peygamberin
vefatını müteakip ortaya çıkan ve üçüncü Halife Hz. Osman’ın
öldürülmesinden sonra şiddetlenen hilafet münakaşalarında Hz. Ali
tarafını tutanlara Aleviyye veya Şiâtü Alî (Ali taraftarı) denilmiştir.
2. Tasavvuf edebiyatında Alevî, “Ali’yi seven, sayan ve ona bağlı
olan” anlamında kullanılmıştır. Tasavvuf ehline göre bütün tarikatlar
Peygamberin ashabından birine nispet edilir. Buna göre Hz. Ali’ye
ulaşan tarikatlara “Alevîyye”denmiştir. Böylece tarikat mensupları
arasında Hz. Ali’ye karşı aşırı bir bağlılık ve sevgi hasıl olmuştur.
Görüldüğü gibi Alevîlik hem Hz. Ali hakkında beslenen inanç hem de
tasavvufî anlamda ona duyulan yakınlık ve sevgi olmak üzere iki önemli
hususa dayanmaktadır. Bektaşîler Alevîliğin tarikat ve tasavvuf
geleneğini ön plana çıkarmaya çalışırlar. Bu anlayışa göre kişi, “eline,
diline, beline sahip olmak” düsturunu ahlâk ve yaşayış esaslarının temeli
kılmak suretiyle sağlam bir karakter örneği sergilemek zorundadır84
3. “Şia=Şiîlik” ile eş anlamda kullanılmış dolayısıyla mezhepler
tarihinde Nusayriyye, Rafiziyye, Zeydiyye, İmamiyye, Caferiyye,
Beyaniyye, İsmailiyye ve Batıniyye mezhebi müntesiplerine de alevî
denmiştir.
4. Ali’nin soyundan gelenlere seyyid, şerîf ve emir denildiği gibi Alevî
dede dinilmiştir.
5. Bektaşîler için de Alevî tabiri kullanılmıştır.85 Her Bektaşî,
Alevîdir ancak her Alevî, Bektaşî değildir.86 Alevîler, ‘Eline, diline, beline
sahip ol’ düsturunu ahlak ve yaşayışlarına temel yapmışlardır.87
2. N U S A Y R Î L İ K
Şiî fırkalardan biridir. Muhammed b. Nusayr en-Nemîrî (Ö. 270/883)
tarafından kurulmuştur. İbn Nusayr, 10. imam Ali en-Nakî’nin ilah ve
peygamber olduğunu ileri sürmüş, kendisinin 11. imam Hasan el-
Ocak, DİA,II, 369.
Ahmet YAŞAR, ocak, DİA II; 369. TDV Yay.
86 Ethem Ruhi Fığlalı, Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi,. s. 20.Tercüman Yayınları, İst. 1987
87 Fığlalı, s. 22.
84
85
Askerî’nin (Ö. 280/873) “bab”ı ve Hasan Askerî’nin oğlu Muhammed’in ise
“mehdî” olduğun kabul etmiştir.
İbn Nusayr’den sonra mezhebin görüşlerini Hüseyin b. Hamdân
el-Hasbî devam ettirmiştir. El-Hasbî’nin “Kitabü’l-Mecmû” adlı eseri
Nusayrilerin kutsal kitabı kabul edilmiştir. Nusayrîlerin görüşleri batınî
yorumlara dayanır.
İnanç Esasları
1. Şahadet
“Ben Ali’den başka ilah bulunmadığına şehadet ederim”
şeklindedir. Ali, Allah’tır. Kendi nurundan Muhammed’i yaratmıştır. Ali
mana, Muhammed isim’dir. Muhammed Selman Farisî’yi yaratmıştır.
Selman ise “bab”dır. Bu görüş, ayn-mîm-sîn sembolüyle anlatılır. Bu
görüş Adana’lı Süleyman Efendi tarafından Hıristiyanlıktaki, Baba-OğulRuhü’l-Kudüs sistemiyle açıklanmıştır. Bab Selman beş “Eytam”
yaratmıştır. Bu eytamlar şunlardır: a) Mikdat b. el-Esved (tabiat
olaylarını yönetir). b) Ebû Zerr’il-Gıfarî (yıldızları yöneltir). c) Abdullah
b. Revaha (canlıları yönetir). d) Osman b. Maz’um (rızık ve hastalıklarla
uğraşır) . e) Kanber b. Kudan (ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam
beş büyük yıldızdır.
2. Namaz
Namaz sesli yapılan bir duadır. iki çeşittir. a) Ferdî namaz:
Kalben Ali’ye dua etmektir. b) Cemaatle namaz: Bayramlarda ve kutsal
günlerde yapılan duadır. “Ali, Muhammed ve Selman’ı yüceltiriz” diyen
namaz kılmış olur. Abdest yoktur.
Namazın şartları beştir: a) Muhammed, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve
Muhsin’i bilmek. b )Dua etmek. c) Siyah takke giyinmek. d) Duayı gizli
yapmak. e) Duayı “ey yüce, büyük ve onların efendisi Ali bize merhamet
et” diyerek bitirmek. f) Öğleye kadar doğuya, öğleden sonra ve akşam
batıya dönmek
3. Oruç ve Zekat Yoktur
4. Nusayrîlerin bayramları Şiîlerin bayramları ile aynıdır.
Dört sınıf din adamı vardır: a) Büyük Şeyh. Ali’yi temsil eder. b) Şeyh.
Bunların ataları meleklerdir. c) Nüvvâb. Aşağı tabak şeyhidir. d)
İmamlar.
Nusayrilik, İslam, Yahudilik, Hıristiyanlık
etkilenerek ve batınî yorumlar yaparak oluşmuştur.
ve
Sabiîlik’ten
Ülkemizde; Hatay, Tarsus ve Adana’da Nusayrî vardır.88
3. Y E Z İ D L İ K
Yezîd ismi, Yezîd b. Muaviye’den (Ö. 64/683) gelir. Kurucusu Adiy
b. Musafir (Ö. 555/1160)’dır. Emevî soyundan olan Adiy, bir sufî, şeyhtir.
Hakkari’ye irşat için gelmiştir. Laleş’de bir zaviye kurmuştur. Ehl-i
Sünneti savunmuştur. İtikadü Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâ’a adında bir eseri
vardır. Kitabu’l-Cilve ve Mushaf-ı Reş adında iki kitap daha isnat edilir.
Başlangıçta Ehl-i Sünnet görüşlerine sahip olan Yezîdîler
zamanla İslâm’a uymayan görüşlere sahip olmuşlardır.
İman Esasları
1. Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine inanmak.
2. Şeyh Adiy b. Musafir’in (Hâdî) Allah’ın meleği ve Yezidîlerin
mürşidi olduğuna inanmak.
3. Sultan Yezîd’in (Yezid b. Muaviye) Allah’ın meleği, yerin nuru ve
insanlığın sevinci olduğuna inanmak.
4. Melek Tavus’un Allah’ın meleği ve elçisi olduğuna inanmak.
Yezîdîlere göre Allah’ın 1001 ismi vardır, en çok Hâdî ismi kullanılır.
İbadetleri
1. Namaz: Sabah ve akşam olmak üzere iki vakittir. Namazdan
önce eller ve yüzler yıkanır. Sabah ve akşam güneşin doğuşu ve batışı
esnasında güneşe dönülür, ayakta dua edilir. İbadetlerini gizli yaparlar.
2. Oruç Özel ve genel olmak üzere iki çeşit oruç vardır: a) Özel
oruç, 20 gün Aralık ayında, 20 gün Temmuz ayında olmak üzere 40 gün
din adamları tarafından tutulur. Din adamları, Laleş’de Şehy Adiy’in
türbesini ziyaret edip 40 gün daha oruç tutarlar. b) Genel oruç. Bu orucu
her Yezîdî Aralık ayında 3 gün tutar.
Oruç, güneşin sarılığının görülmesiyle başlar, batması ile biter.
Oruçlu iken yemek, içmek yasaktır. Ancak oruçluya ikram yapılırsa
reddedilmez yenir.
88
Fığlalı, s. 159-162.
3. Hac Bu ibadet, Adiy b. Musafir’in türbesini 20-30 Eylül arası
Laleş’te ziyaret etmekten ibarettir.
4. Zekat Yezidîlerin en alt tabakasını oluşturan müritler
tarafından ifa edilen bir ibadettir. Müritler, gelirlerinin %10’nu şeyhlere,
%5’ini Pir’lere %25’ini fakire verirler.
5. Bayram Nevruzda ve yazın (24-29 Temmuz) olmak üzere iki
bayramları vardır.
Yezîdilikte, mîr, baba, şeyh, fakir, kavval, pir, kücek, ve mürid
adında dinî önder ve sınıflar vardır.
Yasaklar
Yezîdilikte bazı yasaklar şunlardır:
1. Marul, bakla, lahana, balık, geyik, ve horoz eti yemek.
2. Kutsal sayılan Nisan ayının ilk haftasında evlenmek, alış-veriş
etmek, toprakla ilgili işler yapmak, yine Nisanın ilk çarşambası banyo
yapmak ve çalışmak.
3. Koyu mavi elbise giymek, hamamda yıkanmak.
4. Şeytan, kaytan (ip), satt (sel), ser, mel’un, lanet ve nal kelimelerini
söylemek.
Yezîdilikte Horoz kutsaldır.
Ülkemizde; Midyat, Viranşehir, Kurtalan, Beşiri ve Batman’ın
köylerinde ve Hakkari’de Yezîdî vardır.89
4. B Â B Î L İ K
12 imamın nurunu ve Hz. Muhammed’in hakîkatini aksettirecek
kâmil bir şiînin var olması gerektiğini ve kendisinin kâmil şii olduğunu
iddia eden Şeyh Ahmed el-Ahsâ’nın kurduğu Şeyhîlik adlı Şîî
tarîkatından etkilenen Şirazlı Mirza Ali Muhammed’in (ö.1892) kurduğu
batıl bir dîni ekoldür. Mirza Ali kendisinin ölümünden sonra mehdînin
zuhur edeceğini ileri süren el-Ahsâî’nin mürîdi Seyyid Kâzım’ın ölümü
üzerine 23/05/1844 tarihinde önce kendisinin beklenen mehdi’ye
açılan kapı (bâb), kısa bir süre sonra da beklenen mehdî olduğunu ilân
etti. Mirza Ali’nin mehdiliğini, bir grup şeyhî kabul etti. Fikirlerini,
İrân’nın Tebriz, Tahran, Isfehan ve Şîraz’da daîleri tarafından yaymaya
89
Fığlalı, s.216-218.
çalıştı. Peygamberliğini îlan etti. Kur’ân’ın neshedildiğini, İslâm’ın emir
ve yasaklarının kaldırıldığını, el-Beyân adlı kitabı ile yeni hükümler
getirildiğini ve bu kitabın Kur’ân’dan üstün olduğunu iddia etti.
Bâbîlik’te 19 rakamı kutsaldır. Yıl 19 ay; aylar da 19 gündür. Her
bâbî, ay sonu 19 bâbîye, bir bardak su bile olsa ikramda bulunmak
zorundadır. Sadece cenaze namazı cemaatle kılınır. Diğer namazlarda
cemaat yoktur. Malın beşte biri zekat olarak verilir. Sigara,içki ve
dilencilik haramdır. Boşanmak caizdir. Dul erkekler boşandıktan 90 gün,
dul kadınlar ise 95 gün sonra evlenmek zorundadırlar.
Mîrza Ali Muhammed, Tebriz’de 1850 yılında Nâsıruddîn Şah’ın
emriyle öldürüldü. İki bâbî, Nasıruddîn Şah’a karşı başarısız bir suikast
teşebbüsü üzerine çoğu öldürüldü veya hapsedildi.
Bâbîlik, Mırza Hüseyin Ali en-Nûrî tarafından Bâhîlik adıyla devam
ettirilmiştir.
5. B A H Â İ L İ K
Bahâilik; Peygamber olduğunu; Kurân’ın neshedildiğini, İslâm’ın
emir ve yasaklarının kaldırıldığını ve el-Beyan adlı kitabı ile yeni
hükümler getirildiğini iddia eden Bâbiliğin kurucusu Mirza Ali
Muhammed’in Tebriz’de öldürülmesi üzerine babî fikirleri sürdüren
Tahranlı Mirza Hüseyin Ali en-Nûrî’nin kurduğu dîni ekole denir.
Mirza Hüseyin, Bâb Mirza Ali Muhammed’in fikirlirini benimsedi.
Baba bir kardeşi Mirza Yahya en-Nûrî ile birlikte Bağdat’a sürüldü.
Burada kardeşiyle Bâb Mirza’nın vekilliği konusunda ihtilafa düştü.
Süleymaniye’ye gitti. Bir müddet sonra Bağdat’a döndü, Bâbiler
etrafında toplandı. Kendisinin Bâb Mirza Ali’nin önceden haber verdiği
“Allah’ın ortaya çıkaracağı zat” olduğunu ilan etti (1863). Bunun üzerine
İstanbul’a, 4 ay sonrada Edirne’ye sürüldü. Bu arada fikirlerini yaymaya
çalıştı. Devlet başkanlarına mektuplar yazdı. Sultan Abdülaziz, Mırza
Yahya en- Nûrî’yi Kıbrıs’a, Mirza Hüseyin Ali en- Nûrî’yi ise Akka’ya
sürdü (1868). Mirza Yahya 1912 yılında Kıbrıs’ta öldü.
Mirza Hüseyin Ali’ye taraftarları Bahâullah (Allah’ın nuru, rahmeti
ve lütfu) adını verdiler. Mirza Hüseyin bâbîleri, “bahâî” adı altında
örgütledi. Akka’da 1892 yılında öldü.
Mirza Hüseyin, el-Îkân ve Kitabü’l-Akdes adında Farça iki kitap
yazdı. Bâbiliğin temel eseri olan Kitâbü’l-Akdes’in Allah’tan geldiğini ve
Kur’ân’ı neshettiğini ileri sürdü. Kelimât-ü Meknûne, İbnü’z-Zi’b,
Tarâzât, Kelimât-ı Firdevsiyye, İşrâkât ve Tecelliyât adlı risaleler yazdı.
Mirza Hüseyin, ölümünden beş yıl önce Abdülbahâ ünvanıyla oğlu
Abbas Efendi’yi yerine halef tayin etti.
Bahâîler, birinci dünya şavaşından sonra İsrail’in Hayfa kentini
merkez edîndiler. Bâb Mirza Ali Muhammed’in Akka’daki mezarını
Hayfa’dan Kermil dağına naklettiler. Abdûlbahâ, 1921’de ölünce Bâb
Mirza’nın yanına defnedildi.
Abdulbahâ, ölümünden önce büyük kızından torunu Şevki Efendi’yi
“Veliyy-ü Emrullah” unvanıyla halefi tayin etti. Okxford’da öğrenim
gören Şevki Efendi, Bahâiliği dünyaya yaymak için çalıştı. 1957’de
Londra’da ölümünden önce, çocuğu olmadığı için Bahâîliğin yönetimini
“baş koruyucular” dediği 27 kişiye bıraktı.
Günümüzde Bahâîler; Mahalli Ruhâni Mahfiller, Merkezi Mahfiller ve
Umumi Adalet Evi adını verdikleri üç heyet tarafından yönetilmektedir.
Umumi Adalet Evi, dünya Bahâîleri arasından seçilen 9 kişilik üyeden
oluşur. Merkezi Hayfa’dadır. Üyeleri burada ikamet ederler.
Bahâîlikte Bahâullah’ın Kitabü’l-Akdes adlı eserindeki hükümler ve
diğer emirleri, Adülbaha ve Şevki Efendînin te’vil ve tefsîrleri esastır,
bunlar değiştirilemez.
İnanç ve ibadet esasları şöyledir: Mahiyeti tam olarak bilinmeyen
Allah, nebi ve resullere tecelli eder. Peygamberin beşeri ve ilahi olmak
üzere iki vasfı vardır. Hz. Adem’den beri gelen bütün peygamberler
Tanrı’nın zuhuru olan Bahâ’yı müjdelemek için gönderilmişlerdir. Bahâ,
bütün dînlerin geleceğini müjdelediği (mev’ûd) zattır. Bütün dînler
Bahâ’nın görüşlerinin bir başlangıcı olarak gönderilmiştir. Dînler,
Bahâ’nın gelmesiyle işlevini tamamlamıştır.
Kıyâmet kopmayacaktır, cennet ve cehennem birer semboldür.
Cennet Tanrı’ya yolculuğu, cehennem ise yokluğa gitmeyi temsil eder.
Namaz, ferdi olarak, sabah, öğle ve akşam samimi bir kalple Allah’ı
anmaktır. Oruç 19. ay olan a’lâ ayında (2-21 mart) 19 gün olarak tutulur.
Hac, imkanı olan erkeklere farzdır ve bab Mirza’nın Şiraz’daki evine
veya Bahâullah’ın Bağdat’taki evine yapılır. Zekat mali bir vergidir.
Malın beşte biri verilir. Akşam sabah Bahâullah’a ait dua ve sözleri
okumak vaciptir. Çalışmak ibadettir. Ancak yılda 9 gün çalışmak
yasaktır. Bu günler Bahâîliğin kutsal günleridir.
Ülkemizde Bâbilik ve Bahâilik görüşlerini benimseyen insanların
sayısı çok değildir.
Download