MARIA TODOROVA :ı �..'t'. • ·• �:.! � : ·. · : ! -· �- ( �- . :. .... ! ·. � v·'., '- .;:.. : :..;: � . . . '. , - �· Balkanlar'ı Tahay.yüMEtmek :...;_ "· � . ... , ·.�... ,/ ··;ı., .. . ...4 .. ·;- - ... . ! • · � 1 • •• MARIA TODOROVA dokıoıa derecesini Sofya Üniversitesi'nden almış, çeşitli Avrupa ve Amerika üniversitelerinde öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Şu anda lllinois Üniversitesi'nde tarih pro[esörü olarak görev yapmaktadır. 19. ve 20. yüzyılda Bulga­ ristan ve Balkanlar'da tarihyazımı, ıarihsel demografi, sosyal ve kültürel tarih üzerine çeşiıli akademik yayınlarda makaleleri çıkan Maria Todorova'nın başlıca kitaptan şunlardır: lmagining ıhc Ballıaru (Oxford Universiıy Press, 1997), Ballıan Family Sınu:ıurr and ıhc Eurvpcan Patıcrn: Dmıographic CXvclopmoııs in Oııoman Bulgaria (American Universiıy Press, 1987), lngilıcrr, Rusya ve Tanzimat (Rusça, Moskova, 1983; Bulgan:a, Sofya, 1980), Tarih Ü:ı:crinc Tarihçiler (Bulgaroı, Sofya, 1988), Balhan Tarihi için Seçilmiş Kaynahlar (Bulgaroı, Sofya, 1977). !magining the Balhans © 1997 Oxford University Press iletişim Yayınlan 872 •Araştırma-inceleme Dizisi 137 lSBN-13: 978-975-05-0112-8 © 2003 iletişim Yayıncılık A. Ş. 1-2. BASKI 2003-2006, lstanbul 3. BASKI 2010, lstanbul EDiTÖR Tansel Güney KAPAK Utku Lomlu UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZEL11 Elçin Gen DiZiN M. Ceınaletıin Y ılmaz BASK! ve CiLT Sena Drset Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 lstanbul Tel: 212.613 03 21 lletişim Yayınlan Binbirdirek Meydanı Sokak iletişim Han No. 7 Cagaloglu 34122 lstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 •Faks: 212.516 12 58 e-ınail: iletisim@iletisi.rn.com.tr • web: www.iletisim.com.tr MARIA TODOROVA Balkanlar'ı Tahayyül Etmek Imagining the Balkans ÇEViREN Dilek Şendil e t ' m Bana Balkanlar'ı, bir gurur veya utanç haynağı yapmadan sevmeyi öğreten anneme ve babama. iÇiNDEKiLER . ..... 9 Ön söz................................................................................................. ........... GiRiŞ Balkanizm ve oryantalizm: Farklı kategoriler mi? .. .. .. 17 .. BiRiNCi BÖLÜM Balkanlar: Nomen . ... .. . . . ... . .... .. .. . . .. . ....... ... . . . .. .. ..53 .. . ... . .... . ... ............... . . . . ... ... . ...... . . .... . . . iKiNCi BÖLÜM Öz adlandırma olarak "Balkanlar" . . . . ... .... . . ... ... ...... .. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Balkanlar'ın keşfi . . . . . .. . . . . ... ..... . .. ... . ............... . ...... ... ....... .. . . . .. ...... . .... . . 87 ...... . . .. . . . . ... .. 135 . ..... .. .. . .. ... .. ......... ..... . DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 1900'e dek algılama örüntüleri . ... . 187 . . . . . .. . . . . . .... .............. . . . ... . .. BEŞiNCi BÖLÜM .Keşiften icada, icattan sınıflandırmaya. . . .. . .. ...... ... .. . . . 237 . .. . . ...... .... . .... .. ....... .... . . ALTINCI BÖLÜM Sınıflandırma ve siyaset arasında: Balkanlar ve Orta Avrupa miti . . . . .. . . . . . . ... ..... .... .. . . .. ... .. .. .... ..... . ... . ... .... ... . ..... . .. .. 283 .. . YEDiNCi BÖLÜM Balkanlar: Rea/ia - Qu'est-ce qu'il ya de hors-texte? . . . Sonuç . .. .... ..... KAYNAKÇA. . .. . .. . . .. . .. ................. . ........ .... . ..... .... .. . .. . . . . .. . . . . .. ........ .......... . . . 323 ...... .. .. . . . .. .. ............. ... . 365 ......... ... . . .. .. ... . . . . . . . . . . . . . 375 .. ........... ..... . .. .. ... ........... ......... ... ................... ...... . ....... . .. . . . .... .. . .... . .. DIZIN 419 ................................................. ............................................................. ............................. Ön söz Bir aydının umudu, dünyada bir etkisi olması değil , bir gün, bir yerlerde, birinin, kendisi ne yazdıysa tamı tamına onu okuyacağıdır. THEODOR ADORNO Bu kitap, diğer çalışmalarımdan çok daha fazla beni kendine bağlamış, akademik hayatım boyunca zihnimi hep meşgul et­ miştir. Bundan dolayı, bu konudaki düşünce biçimime yön ve­ ren ayrı ayrı herkesi, çalışmayı ve olayı ister tarih sıralamasına göre olsun, ister önem sırasına, anlamlı bir düzene koymam güç. Çalışmamın gelişimi boyunca yeterli ya da hiç uzmanlı­ ğım o lmayan a lanlara, i s t e r istemez sık sık gird iğimden , önemli e tkileri belirtmeden geçebilirim. Ancak, bu hiçbir bi­ çimde entelektüel burnu büyükl ük olmayıp, her zaman me­ rakla ya da başkalarının başarılarına duyduğum saygıyla, bi­ linmeyen dünyalara çekinmeden girmemin sonucudur. Bu ki tapla yapmaya giriştiğim şeyin iddialı olduğu açık. Böyle bir çalışma, bir yandan ikincil kaynaklardan oluşan çok karmaşık bir literatürü, diğer yandan da ulaşılabilecek tüm bi­ rincil kaynakları incelemeyi gerektirir. En ideal biçimiyle bu, bilim insanlarından kurulu disiplinlerarası bir ekibin uzun sü­ reli tartışmalarla altından kalkabileceği bir iş. Şu anki proj enin amaçları bakımından bunun olanaksız olduğu belli. Kitap bo­ yunca ister istemez sık sık kullanılacak türden bir açıklamay­ la, yani olası itirazları önlemeye yönelik bir açıklamayla söze başlamam gerek. Uzun zamandır benim için ideal akademik 9 çalışmayı tanımlayan şeyi, bütün ayrıntıları zengin ve eksiksiz bir şekilde işlenmiş, büyüleyici, anlamlı ve karmaşık bir dese­ ni ortaya çıkaramadığımın farkındayım, bunun üzüntüsünü duyuyorum. lster istemez bölük pörçük bilgilere, gelişigüzel kompozisyonlara ve eklektik tarza başvuracağım. Başlıca öde­ vimin kabul edilebilir bir çerçeve oluşturmak ve tartışma yol­ ları önermek olduğunu düşünüyorum. Bu kitap, yalnızca tar­ tışma başlatsa bile, amacına ulaşmış olacaktır. Sorunun "bal­ kanizm" üzerine ayrı bir tür oluşturacak kadar çalışma gerek­ tirdiğine inanıyorum. Amerikan akademik kitaplarının birçoğunda, teoriyle başla­ mak, eserlerinin başında yazarların kendilerini konumlandır­ maları, böylelikle okurların gözlerini daha bir yıldırmaları, akad�mik çalışmanın gerekleri arasında sayılmaktadır. Okur hem yazarın anlatısının ya da argümanının akışını izlemek zo­ runda kalır, hem de (en azından bilinçsizce) teorik çerçevenin ne kadarının gerçekten içselleştirildiğini, ne kadarının ente­ lektüel sempatiler ve siyasal bağlılıkların göstergesi olduğunu, ne kadarının söylenmiş olmak için söylendiğini -referans ver­ me/verilme sendromu- ayırt etmek zorunda bırakılır. Neyse ki, okurlar kendi stratejilerini kendileri belirler. Kimileri teori kısmını atlayıp 'esas' konuya bakar, kimileri de tam tersine bir tek teoriyi okur ve geri kalanını önemsiz ampirik örnekler di­ ye görür. Yalnızca kendini okumaya adamış az sayıdaki okur, çalışmaya, iddia edilen ya da açıklanan metinlerarasılığı içinde olduğu gibi yaklaşır. Ben bu üsluba samimiyetsiz bir şekilde kısmen uyuyorum (burada altı çizilmesi gereken uymak mı, yoksa samimiyetsiz mi pek karar veremedim). Teori konusunda ciddi olmadığım­ dan değil bu. Tam tersine, teoriye derin bir saygı besliyorum. Öte yandan, Mary Douglas'ın büyük teori .için kullandığı me­ tafora başvurursak, kişinin kendi eklektik "Kwilu Oteli"nin kapsamlı ve dürüst bir çözümlemesini yapması, dolambaçlı ve muhtemelen boşa gidecek bir araştırma gerektirir. Burada, özümsediğim ve yararlı kavramlarını kullandığım, açık anla­ tımlarıyla ve sürüklendiğim kuşkulardan kurtulma yolunu 10 göstermek suretiyle destek sağlayan pek çok teorisyene borçlu olduğumu belirtmekle yetineceğim. Dilerim bunları nasıl kul­ landığım ya da argümanımı nasıl derinden etkiledikleri, onla­ rın savundukları belli başlı noktaların , bir kez daha yinelen­ mesinden daha çok yarar sağlayacaktır bu kişilere, özellikle de düşüncelerini tümüyle izlemeyi istemediğim ya da tümüyle bunlara vakıf olduğumu iddia etmediğim için: Ernest Gellner, Eric Hobsbawm, Benedict Anderson, Tam Naim ve milliyetçi­ lik, modernite ve "geleneğin icadı" çevresinde dönen fikir alış­ verişi; ötekilik ve stereotipleştirmenin fenomenolojisi üzerine çalışmalar; damga [stigma) konusunda Erving Goffman ve iz­ leyenleri arasında başlayan geniş kapsamlı ve yararlı tartışma; kültürden nesnelliğe, kuşkuculuktan karalama yarışına, özel­ likle bilinç eşiğine dek her konuda Mary Douglas; marj inallik konusunda genişleyen literatür; Arif Dirlik ve Aijaz Ahmad'in yardımıyla kuşku duyduğum ve katılmadığım noktaları daha çok üzerinde düşünerek i fade etmeye beni zorladığı için özel­ likle hayranlık duyduğum tüm post-kolonyal çalışmalar; ken­ disinin "çokuluslu sermaye çağı" ve "postmodernizmin global Amerikan kültürü" diye adlandırdığı genel yönel imle ilgili olarak Fredric jameson; Richard Koebner'den Helmut Dan Schmidt ve Wol fgang J. Mommsen'e kadar imparatorluk ve emperyalizm üzerine yazılan en son yapıtlar; genel olarak tas­ vir etme, yönlendirme, temsil e tme, özel olarak da "adlandır­ ma"nın siyasal iktidarı konusunda Pierre Bourdieu; taksonomi (kategoriler, adlandırma, etiketleme, benzerlik, yansıtma) üze­ rine yeni çalışmalar; aruk iyice yerleştiklerinden dolayı Michel Foucault'nun çalışmalarının genel çerçevesinden söz etmeye gerek bırakmayan "söylem" ve " iktidar olarak bilgi" gibi kav­ ramlar ve hepsinden önemlisi David Lodge'un eleştirel_kuram, semiotik, metafor, metonimi, sinekdok, apori ve gösterenin al­ tında gösterilenin hep kaymasına dair d ünyaya en iyi giriş olan Changing Places, Small World ve özellikle Nice Work adlı kitapları. Kendimi "geleneğin icadı"na i lişkin zengin ve gelişen bir tü­ rün içinde konumlandırdığım için, ayrıca yapmaya çalıştığım 11 şeyle "oryantalizm" arasındaki belirgin benzerlikler nedeniyle, çalışmamın başlarında Edward Said'le dolaysız entelektüel bağ kurmamam tavsiye edilmişti, böylelikle onun fikirlerine yö­ neltilen eleştirilerin yükünü taşımamış olacaktım. Doğuştan gelen anarşist damarımdan olacak, bu aşamada Said'e entelek­ tüel açıdan borçlu olduğumun altını çizmek istiyorum. Onun etkisinin benim için en büyük esin kaynağı ya da en verimli öğe olduğunu söyleyecek değilim, fakat önerni de tartışılmaz. Sanırım, aramıza yeterince mesafe koydum ve kendi "balka­ nizm" anlayışımı açıklarken, Said'in "oryantalizm" i ile arasın­ daki temel farklılıkları (aynı zamanda da bağlantıları) göster­ dim. Öte yandan, Said'in düşünce ya da duygularının kışkırtı­ cı, dahası esin verici gücünü görmezden gelmek, entelektüel dürüstlüğe sığmaz . Said'in heyecanlı eleştirileri kendisine kafa tutanlar kadar onu destekleyenlerin de ortaya çıkmasına yol açmıştır, gerçek bir entelektüel çabanın yaratması gereken etki de budur. Geçen birkaç yılda benimle aynı ya da benzer kaygı­ ları taşıyanlarca bölgeyle ilgil i çok sayıda önemli çalışma ya­ pıldı. Bunların bazıları arkadaşlarım tarafından yazıldığından onlarla sürdürdüğüm verimli görüşmelerden çok yararlandım; diğerleri de tanışmadığım, ancak bilimsel çalışmalarına hayran olduğum meslektaşlarımın eserleriydi. Kitapta onların etkileri­ ni belirtmeyi bir görev bildim. Sonuçta kullandıklarıma ya da dışarıda bıraktıklarıma ilişkin yanlışlıkların sorumluluğu yal­ nızca benimdir. Teşekkür borçlu olduğunu belirtmek aynı zamanda i tiraf et­ mektir. Beni bu kitabı yazmaya iten saikler karmaşık ve çeşitli, ancak bu kitap her şeyden önce (her bakış açısı için olumlu şeyler söylenebilse bile) emperyalizm ya da oryantalizm çerçe­ vesinde basitçe, Batı'nın önyargılı tutumunu açığa çıkaran, ah­ lak dersi alınacak bir masal değildir. Batı'da ü retilen bir stere­ otipe karşı tepki göstererek, Batı'nın karşı stereotipini yarat­ mak, oksidentalizm tuzağına düşmek istemem. Birincisi, ben homoj en bir Batı'nın varlığına inanmam, ayrıca Balkanlar'a da­ ir "Batılı" tartışmalar içinde ve arasında önemli fa rklılıklar bu­ lunur. ikincisi, Batılı aydınların büyük bir bölümünün Balkan 12 araştırmalarına önemli, dahası yaşamsal katkıda bulundukları­ na inanırım. Önyargılar, onlardan kurtulmaya çalışanlar için bile kaçınılmazdır, bu içeridekiler kadar dışarıdakiler için de geçerlidir. Aslında dışarıdakinin görüşünün, içeridekinin gö­ rüşünden daha az değerli olması gerekmez, ayrıca içerideki, araştırma konusuyla varoluşsal bir yakınlık içinde olduğun­ dan hakikatlerle donanmış değildir. Nihayetinde asıl önem ka­ zanan şey ise, paralize eden epistemolojik bir kuşkuculuk kar­ şısında bile, önyargılardan arınma yolunda bilinçli çaba gös­ terme ve ötekinin gerçekliğini dile getirmenin yollarını arama sürecinin kendisidir. Batı'da ve Doğu'da üretilen önemli mik­ tarda akademik bilgi olmasaydı, bu kitaptaki konuları ele ala­ mazdım. Birkaçının adını zikretmek, düşü ncelerimi biçimlen­ dirmemde etkili olan bütün bu bilim i nsanlarının hakkını ver­ meyecektir, onları sıralamaya başlamak bile olanaksız. Ne Balkan halklarını masum kurbanlar olarak resmetme gi­ bi bir amacım var, ne de "mağduriyete dayanan ilksel bir ma­ sumiyet hissi"1 yaratma gibi bir çabam. Müphem bir konumda olduğumu, aynı anda araştırılan konunun ve onunla i lgili bilgi edinme sürecinin hem dışında hem de içinde kalma ayrıcalığı­ nı yaşadığımı ve bunun sorumluluğunu taşıdığımı çok iyi bili­ yorum. David Spurr The Rlıetoric of Empire adlı kitabında, Batı Avrupa kültürünün sınırlarını belirleyen yerlerden gelen jac­ ques Derrida'yla julia Kristeva'yı örnek gösterir: "Derrida, Fransa imparatorluğunun Afrika'nın uçsuz bucaksız boş top­ raklarına karıştığı sömürge Afrikası'ndan; Kristeva'ysa Haçlıla­ rın geçiş yeri ve Hıristiyan Avrupa'yla Osmanlı imparatorluğu arasındaki çekişmenin tarihsel alanı olan Bulgaristan'dan gel­ mektedir. Böyle yerlerde hem Batı'da hem de Batı'nın ötesinde yaşamak , Batı dilinin sınırlarını bilmek, adeta düşünülmeye­ nin bölgelerine bakarcasına güneye ve doğuya bakmak müm­ kündür. "2 Bu örneği kullanmamın nedeni , bir analoji kurarak Edward W. Said, Represcnıations of ıhe lnıellectual, New York: Pantheon, 1994, xii. 2 David Spurr, Tlıe Rlıetoric of Empire: Colonial Discoıırse in Jourrıalism, Tı·avel Writing, and lmperial Adnıinislralion, Durham N.C. ve Londra, Dukc Univcrsiıy Press, 1993, 196. 13 otorite iddiasında bulunmak değil (özellikle bu yazarların ça­ lışmalarını enikonu araştırmadığım ve onların temel önerme­ lerinin bazılarını paylaşmadığım için), "sınırda olma duru­ mundaki tehlikenin ve özgürlüğün" farkında olduğumu anlat­ maktır. Hem doğduğum ülke olan Bulgaristan'da hem de son­ radan yurttaşı olduğum Amerika Birleşik Devletleri'nde marji­ nalliğimin enikonu farkındayım (aynı zamanda da bundan bü­ yük keyif almaktayım). Bu yeni bir farkındalık değil, yalnızca kapsadığı coğrafya genişledi o kadar. Bulgaristan'dayken bile, karışık etnik köken bilinci ve ulus-devletin hakim söyleminin yarattığı koşullarda Osmanlı lmparatorluğu'nun melez toplum yapısını incelemeye ve öğretmeye dayalı mesleğim, bana ente­ lektüel sürgünde olma duygusu vermişti. Eğer Bulgaristan'da kalmış olsaydım, sunduğu fikirler ve ampirik malzeme öğret­ menliğime ve davranışlarıma yansımış olsa bile, bu kitabı ya­ zamazdım. Bambaşka bir kitap yazma saiki duyardım; bölge­ deki içsel oryantalizmleri araştırıp açığa çıkaran, (milliyetçilik konusundaki dogmatik yergilere başvurmadan) etnik milliyet­ çiliğin yıkıcı ve yoksullaştırıcı etkisi üzerinde duran, dahası imparatorluk düzenlerine özlem duymaktan uzak kalarak Os­ manlı'dan ve daha yakın Balkan geçmişinden ortak insan kül­ türünü zenginleştirecek alternatif bir gelişim için olasılıklar çı­ karan bir kitap. Belki günün birinde bunu da yazarım. Ancak, nasıl olduysa, şimdi ve burada yaşamaktayım ve şim­ diki dileğim, bu okurlara bir öykü anlatmak, burada üretilmiş, fakat orada olumsuz etki yapan birtakım şeyleri açıklamak ve onlara karşı çıkmak. Sesimizi duyurmak istediğimiz kitleye erişip erişemediğimizi bilemeyiz elbette; aynı şekilde sesimizi duymasını beklediklerimizin bizi tanıyıp kabul edecekleri de belirsizdir. Olası itirazları önlemek için belirteceğim ikinci nokta ise, bu çalışmanın, Pater Gay'in deyişiyle "karşılaştırma­ lı önemsizlik" alıştırması olmasını istemediğimdir; yani, ne dış dünyanın hoş olmayan davranışlarda bulunmasının Balkan­ lar'a kendi sorumluluklarını yerine getirmeme hakkını verme­ sini, ne de Hans Magnus Enzensberger'in "kahramanlar yok­ tur, yalnızca ipleri oynatanlar vardır" şeklindeki hatalı tanım14 lamasını desteklemek isterim. Ben homojen bir Balkan soyut­ laması adına yazmıyorum. Bugüne dek kişinin kendi yazdıkla­ rı üzerfode denetim kurmasının sınırlarını, ayrıca yazdıkları­ nın nasıl anlaşılması ya da kullanılması gerektiği konusunda kurallar koymanın olanaksızlığını iyi anlamış bulunuyorum. Ne var ki, şu anda kimlik sorunları üzerinde kafa yoran ve ön­ ceden şekillenmiş dışlayıcı kimliklerce kendilerine yakıştırılan bölünmeleri kabullenen Balkan aydınları arasında konuşmak­ tayım. Bunu yaparken, onları, Batılıların kendilerine mesafeli davranmasının yaratllğı güçsüzleştirici etkiden ve dünün Do­ ğu Avrupa düğümündeki ortaklarının duygusal reddiyesinden kurtarmayı amaçlıyorum. 1 994-1995 ders döneminde bana burs veren ve bu kitabın büyük bölümünün kaleme alındığı Woodrow Wilson lntema­ tional Center for Scholars'a en derin ve içten teşekkürlerimi sunmak isterim. Balkanlar'ın güçlü duygular uyandırdığı bir dönemde, üstelik acil çözüm arayışının siyasal yönden uygun görülen projeleri desteklemeyi öne çıkardığı günlerde, Wilson Center karmaşıklıktan uzak, basit reçeteleri sevenlere olsa olsa aşırı ayrıntılı, anlaşılmaz ve recherche [fazla akademik] görü­ necek spekülatif bir girişimi desteklemeye karar verdi. Katıldı­ ğım seminerdeki yorumcuların (Larry Wolff ile Şerif Mardin) engin bilgisinden ve eleştirel bakış açılarından büyük ölçüde yararlandım, ayrıca araştırma merkezinde uzun ve dostça ko­ nuşmalar yaptığım diğer arkadaşlardan da: Ljiljana Samajlo­ viç, Matej Calinescu, Amelie Rorty, Gregory jusdanis, Brook Thomas , Geoffrey Hartman, joel Kuipers. Asistanlarım Debbie Fitzl ve Angeliki Papantoniou'ya da özel teşekkürlerimi sunu­ yorum. Değişik bilimsel toplantılardaki eleştirel görüşlerilt ve dostça öğütlerin yararını da gördüm. Milica BakiC-Hayden, Robert Hayden, Vladimir Tismaneanu, Olga Augustinos, Ge­ rassimos Augustinos, Elizabeth Prodromou, Engin Akarlı, Pas­ calis Kitromilides, Stefan TroebsL, Theodore Couloumbis, Ri­ fa'at Abou El-Haj, Diana Mishkova, Philip Shashko, Boian Ko­ ulov, Evelina Kelbecheva ve Bonka Boneva ile yaptığım görüş­ melerde ya da yazışmalarda, hepsi de edindikleri bilgileri, de15 ğerli görüşlerini ve eleştirel yorumlarını benimle paylaştı. Mark Thurner ile Florida Üniversitesi'nde post-kolonyal tarih ve teori okuma grubundaki diğer meslektaşlarım, bilinmeyen alanlarda gezinınemin bende uyandırdığı kuşkuların gideril­ mesine yardım etliler. Metnin sıkı bir müdahaleye ihtiyacı ol­ duğu anda, onunla cebelleşen Alice Freifeld'in değerli katkıla­ rının özellikle altını çiziyorum. Bu çalışmanın orij inal metni şu ankinden üçte bir oranında daha uzundu. Kalınlık ve fiyat kaygıları neden iyle gerekli görülen kısaltma, bazı yerl erde kavramların daha derli toplu ve açık seçik ortaya konması nı sağlarken, bazen de birtakım ilginç, ama tanışmanın merke­ zinde yer almayan noktaların atılmasına yol açtı . Beni bunu yapmaya yöneluikleri için Oxford University Press editörleri­ ne teşekkür ederim. Yin e de, ilk hallerinde polemiğe açık mü­ zakereler ve Larihyazımına ilişkin nitelikler içeren notların kı­ saltılması beni üzdü. "Dipnot yazma sanalı" giderek önemini yitiriyor olabilir, fakat ben e n azından ona duyduğum özlemi dile getirmek isterim. Her zaman olduğu gibi en çok aileme minnet borçluyu m . Mesleğim e benden fazla saygı duyan ve beklentileri benimkilerden çok daha büyük olan eşim, her za­ manki desteğini esirgemedi . Anna ve Alexander için çokkim­ likli olmanın insana ağır gelen bir yük değil, ilginç bir özellik olduğunu gözlemlemek bana coşku verdi. Son olarak bu kitap anne ve babama adanmış ve arkadaşlarım için yazılmıştır. M.T, Gainesvi lle, Florida Şubat 1996 16 GiRiŞ Balka nizm ve oryantalizm: Farklı kategoriler mi? Batı kültüründe bir hayalet geziniyor: Balkanlar hayaleti. Bü­ tün güçler bu hayaletten kurtulmak için kutsal bir ittifak oluş­ turdular: Politikacılarla gazeteciler, tutucu akademisyenlerle radikal aydınlar, her türden, cinsiyetten ve akımdan ahlakçılar. Karşıtları tarafından "Balkan" ve "balkanlaştırıcı" diye kınan­ mayan tek bir grup gösterilebilir mi? Suçlananların "balka­ nizm" hakaretini iade etmediği tek bir tartışma var mı? 20. yüzyılın başlarında Avrupa'nın Schimpfwörter'ine [sövgü sözlerine] , hakaretler dağarcığına yeni bir sözcük eklendi, ye­ ni türetilmiş olmakla birlikte bu kavram yüzyıllardır kullanıla­ gelenlerden daha kalıcı oldu. "Balkanlaşma" yalnızca büyük ve yaşayabilir siyasal birimlerin parçalanmasını ifade etmekle kalmayıp kabileciliğe, geriliğe, ilkellik ve barbarlığa dönüşle aynı anlama geldi. En son olarak da, özellikle Amerikan aka­ demisinde, kavram bağlamından tümüyle çıkartılarak paradig­ matik olarak farklı sorunlarla bağlantılandırıldı. Balkanlar'ın Avrupa'nın "ötekisi" olarak tanımlandığını ispat için özel bir kanıt gerekmez. Balkanlar'la ilgili vurgulanan nokta, orada ya­ şayanların uygar dünya tarafından ve onun için tasarlanan davranış kalıplarına uymaya özen göstermedikleridir. Hemen hemen her genellemede olduğu gibi, bu da indirgemeciliğe da17 , .. ;.ııaktadır, ancak indirgemecilik ve Balkanlar'ın stereotip­ leştirilmesi öyle bir düzeye ve yoğunluğa vardırılmıştır ki, bu söylem özel bir çözümlemeyi gerektirir ve hak eder. "Uygar dünya" (terim ironik olarak değil, kendi kendine ya­ kıştırılan bir sıfat olarak kullanılmaktadır) Balkanlar tarafın­ dan ilk kez 1 9 1 2- 19 1 3 Balkan Savaşları sırasında rahatsız edil­ di. Avrupa'nın bu uzak Akdeniz yarımadasında yapılan bar­ barlıklarla ilgili haberlerin ardı arkası kesilmiyor, Avrupa'da güçlenmekte olan ve yeni kurumsallaşmaya başlayan barış ha­ rekeLlerini sarsıyordu. 1910 yılında kurulan Uluslararası Barış lçin Carnegie Vakfı "Balkan Savaşlarına yol açan nedenleri ve savaşın kendisini incelemek için" uluslararası bir komisyon oluşturdu. Fransa, ABD, Büyük Britanya, Rusya, Almanya ve Avusturya-Macaristan'ın önde gelen isimlerinden oluşan ko­ misyonun raporu l 9 l 4'te yayımlandı. Balkanlar'daki anlaş­ mazlığın tarihsel kökenlerini irdelemesi, savaşan taraOarın ba­ kış açılarını ve niyetlerini ort�ya koyması ve savaşların ekono­ mik, toplumsal ve ahl.ıkt sonuçlarını sergilemesi ve bu sonuç­ ların uluslararası hukukla ilişkilerini kurması bakımından bu çalışma bir başyapıttır. Rapor, Baron d'Estournelle de Cons­ tant'ın kaleme aldığı banş hareketinin ana ilkelerini vurgula­ yan bir önsöz de içermekteydi: "Bizi 'ne pahasına olursa olsun barış' diye tutturmakla suçlayanlar için koruyageldiğimiz ilke� leri bir daha yineleyelim: Kölelik yerine savaş; savaş yerine ha­ keme başvurma; hakeme başvurma yerine uzlaşma."1 De Constant birinci ve ikinci Balkan Savaşlarını birbirinden ayırdı: ilki savunmaya yönelik bir bağımsızlık savaşıydı, "şid­ dete karşı yüce başkaldırı ve genelde güçsüzün güçlüye karşı ayaklanmasıydı... işte bundan dolayı uygar dünyada alkışlandı ve destek buldu." ikincisi "hem yenenin hem de yenilenin maddi ve manevi açıdan yenik düştüğü" fırsatçı bir savaştı. Aralarındaki bütün farklara rağmen, her iki Balkan Savaşı da "sonunda her türlü zenginliğin, insan yaşamının ve yiğitliğin Report of tlıe /nlemalional Commission ıo /nquirı: inlo ıhc Causcs and Conducı of lhe Balhan Wars, Washington, D.C.: Camegie Endowment for Inıemational Pe­ ace, 1 9 1 4, 1. 18 feda edilmesi anlamına geliyordu. Onlan kınamaksızın, nelere mal olduklarını ve gelecek için yarattıkları tehlikeyi lanetle­ meksizin, feda edilenlerin gerçekliğini belgelemek olanaksız­ dır." Bölgenin yakın siyasal geleceği hakkında pek iyimser ol­ mayan komisyon, raporunu şöyle noktaladı: "Öyleyse uygar dünyanın Balkanlar'daki yükümlülüğü nedir? .. Öncelikle ka­ zanç uğruna bu ulusları sömürmeye son vermelidir. Onları tahkim yoluyla anlaşmalar yapmaya ve bunlara uymaya teşvik etmelidir. Bütün uluslararası uzlaşmazlıklar için hukuki çö­ zümler arayarak iyi bir örnek oluşturmalıdır." De Constant ra­ porda varılan sonuçların bir kez daha altını çizdi: Raporum uzda yer verilen sayısız idamları n , sui kastler i n , adam boğma v e yakmaların , kıyımların v e canavarlıkların gerçek suçluları, bir daha yineleyelim ki Balkan halkları de­ ğildir. Burada acıma duygusu öfkeyi yenmek zorunda. Kur­ banları lanetlemeyelim . . . Gerçek suçlular, çıkarları ya da eği­ l imleri doğrultusunda savaşın kaçınılmaz olduğunu açıkla­ yanlar ve böyle yaparak onu önleyecek kadar güçlü olmadık­ larını ileri sürenlerdir. 2 1993 yılında Carnegie Vakfı, gerçekleri ortaya çıkaracak bir araştırma yaptırmak yerine, 1 9 1 3 raporunu yeniden yayımla­ makla yetinip üstüne de keyfi bir başlık attı: "Öteki Balkan Sa­ vaşları ." Ayrıca, l 950'lerde Sovyetler Birliği'nde ve l 960'larda Yugoslavya'da, ABD büyükelçiliği görevini yürütmüş, ABD'nin SSCB'yi kuşatma [containment) politikasının padre padrone'si olarak ün salmış George Kennan'ın giriş yazısını da rapora ek­ lemişlerdi. "Balkan Krizleri: 1 9 1 3 ve 1 993" başlıklı bu giriş ya­ zısının önüne de Carnegie Vakfı başkanı Morton Abramowitz tarafından kaleme alınan, seksen yıllık raporu yeniden gün ışı­ ğına çıkarma fikrinin açıklandığı iki sayfalık bir önsöz kon­ muştu. Raporu görünce, "başkalarının da onu okuma fırsatı bulması gerektiğine" inanmıştı. "Bu belge, yine Balkanlar'daki bir anlaşmazlık Avrupa'yı ve uluslararası toplumun vicdanını 2 lbid., 4-5, 1 9, 273. rahatsız ederken, içerisindeki sayısız öyküyle bizlere 20. yüz­ yılın alacakaranlıkta kalmış bu on yılını anlatmakta ." Abramo­ witz, Kennan'ı iki olay arasında en iyi köprü kuracak ve (20. yüzyıl boyunca öncelikle Balkanlar'ın rahatsız ettiği) uluslara­ rası toplum vicdan ını yönlendirmekte en uygun kişi olarak kabul eder. Hepimiz "şimdi onun bilgeliğinden, tarihi doğru algılamasından ve değerli üslubundan yararlanmaktayız. "3 Kennan giriş yazısına, ul uslararası ilişkilere yeni yasal ku­ rallar getirmeye çalışan Amerika Birleşik Devletleri, lngiltere ve kuzey Avrupa'daki barış hareketlerini överek başladı. Her ne kadar silahsızlanma konulu uluslararası bir konferans giri­ şimi Rus Çarı il. Nikola'dan gelmişse de, bu "çocuksu bir he­ vesti. .. dönemin Rus devlet aygıtının karakteristik kafa karı­ şıklıklarının sonucuydu . . . ciddi değild i." Ciddiyetsizliğine kar­ şın, her iki Lahey Barış Konferansı'nı ve diğer uluslararası giri­ şimleri gerçekleştiren barış savunucuları tarafından "coşkuyla karşıland ı . " Ciddi adamları hevesli oğlanlardan ayırt eden , böylelikle geçmişe dönük olarak soğuk savaşın ikili karşıtlık­ larını özselleştiren Kennan, 20. yüzyıl tarihi bağlamını, Balkan Savaşlarının çıkışını ve Carnegie komisyonunun rapor unu şöyle anlatıyor: 1993 yılında dünya için bu raporun önemi, esas olarak o gün­ lerde ele aldığı Balkan dünyasında bugün de geçerli olan acı d u ruma ışık tutmasından kaynaklanmaktadır. Raporun en büyük değeri , günümüzün insanlarına bugünkü sorunun ne kadarının derin kökleri olduğunu, n e kadarının olmadığını ortaya koymasıdır.4 Kennan, "Historia esl . magistra vitae" (Tarih yaşamın özü­ dür) görüşünü onaylarcasına, giriş yazısının ikinci bölümünde, geçmişle olan benzerlikleri ve bu benzerliklerden alınan dersle­ ri çözümlüyor; "aynı Balkan dünyası" sözleri yaklaşımını belli 3 llıe Oılıcr Ballıan Wars. A 1913 Canıegie Endowmenı lııquiry in Rcı rospecı wiLlı a New lııırodııcıion aııd Rejl ecıioııs on ıhe Prcscnı Conjl icL by Gcoıge F Keıınan. Washington, D.C.: Carncgie Endowmcnt for lnıernaıional Pcacc, 1 993, 1. 4 lbid . , 20 9. ediyor. Yeni kurulan Balkan devletleri "genellikle uyruğundaki­ lerden biraz daha ılımlı ve sağgörülü" önderleri olan monarşi­ lcrdi, diye özetleniyor. "Deneyimsiz ve yasa tanımaz parlamen­ ter organlar çoğu zaman onların iktidarlarına karşı çıkmışlar­ dır"5 deniyor. Burada, "genellikle" sözüyle kimlerin kastedildi­ ğini, kimlerin istisna oluşturduğunu ister istemez merak ediyor insan . "Kurnaz Ferdinand" olarak ün salan Bulgar Çarı Ferdi­ nand, öğütlere kulak asmayıp bir fatih olarak Konstantinopo­ lis'i alına yolundaki tutkularını (Balkan değil, Orta Avrupa, da­ ha doğrusu Saxe-Coburg-Gotha düşünü) gerçekleştirmek için ülkesini lkinci Balkan Savaşı'na soktu; sonuçta tacından oldu ve yasa tanımaz parlamenter organ onun Bulgaristan toprakla­ rına bir daha ayak basmaması kararı aldı. "Ilımlı" Milan Obre­ noviç 1 885 yılında Bulgaristan'la serüvenci bir savaşa girerek Sırbistan'ı küçük düşürdü, George Bernard Shaw bu gerçeği, bir Balkan temasında kendi "barış savaşçısı" anlayışını oluştur­ mak için kullandı. Eğer doğuştan krallık soyundan geliyor ol­ masaydı, bildik bir Balkan vahşetini gözler önüne sermek için Kennan , Obrenoviç'lerin sonuncu kralı zavallı Aleksandar'ın 1903 yılında uğradığı korkunç suikasti kullanabilirdi. Son ola­ rak Romanya'daki Hohenzollerin-Sigmaringen hanedanı ılımlı­ lık timsaliydi, özellikle de ilişkileri pembe dizileri andıran il. Carol vardı, ama onun annesi (4 Ağustos 1924 tarihli Time der­ gisi attığı başlıkta ondan "düzgün, düzgün, düzgün bir kraliçe" diye söz etmişti) , Victoria'nı n gözde torunu ve Waldorf As­ tor'ları n yakın dostu güzel Kraliçe Marie'ydi.6 Balkan irredantizmi, zafer ve toprakları genişletme düşleri tek bir tümceyle özetlenmişti: "Daha düne dek pek çok şey ba­ şarmış bu insanların, birdenbire nerede duracaklarını bilmeleri çok güçtü ." Balkanlar'daki yeni türedi devletlerin, çoğu Alman küçük prenslerin "ılımlı" kılavuzİ uğu altında Batı Avrupalı mo­ dellerinin 'tokgözlü' emperyal davranışlarına öykündüklerini belirtmeye gerek bile duyulmamıştı. "Savaşlara katılan çeşitli 5 lbid., 4. 6 Hannah Pakula, The Lası Romantic. A Biography of Queen Marie of Romania, New York, Simon and Schusıer, 1984. 21 hükümetlerin siyasal güdülerini açıklığa kavuşturmak için her­ hangi bir çaba gösterilmediği" gerekçesiyle orijinal raporu eleş­ tiren Kennan'a göre, en güçlü güdüleyici etmen "din değil, sal­ dırgan milliyetçilikti. Fakat aynı milliyetçilik, kendini savaş alanında ortaya koyduğu üzere, tahminen uzak bir kabile geç­ mişinden miras alınan karakter özelliklerine dayanıyordu . . . Bu­ gün de bu niteliği sürmekte"ydi. Sözlerini şöyle sürdürüyor: Karşı karşıya bulunduğumuz acı gerçek şu: Eski çağlardaki gelişmelerin, yalnızca Türk egemenliği dönemindeki değil , ondan daha önceki gelişmelerin sonucu, Avrupa kıtasının gü­ neydoğusuna, Avrupalı o lmayan ve bugüne dek Avrupalı ol­ mama niteliğini büyük ölçüde koruyan bir medeniyetin ha­ kim o lmasıdır.7 Eğer Kennan'ın yazısı, Birinci Dünya Savaşı'nın patlak ver­ mesinden tam bir yıl önce yazılmış orij inal raporun tanıtımı olsaydı, o zaman kavramsal yanlışlıklar görmezlikten geline­ rek yapmakta olduğu ahlaki saldırı anlayışla karşılanabilirdi: O dönemde La Belle Epoque azıcık bir çabayla sonsuza dek sü­ receğe benziyordu. Mary Edith Durham, Balkan Savaşlarında gördüklerinden ötürü infiale kapılmış, ancak bunların Balkan­ lar'ın batısındaki topraklarda yaşayan insanoğlunun başına gelmeyeceğine olan inancını korumuştu: Savaş sona ermişti. Başından sonuna dek kendime şunu söy­ ledim: "Savaş öyle ahlak dışı, öyle aşağılayıcı, günahlarını ba­ ğışlatacak unsurlardan öylesine yoksun ki, Batı Avrupa'da bir savaş yaşanması olanaksızdır." Bu acımasız deneyim sırasında kendimi bununla avuturdum. Savaş, insan soyunun en aptal yanlarını ortaya çıkarır, iğrenç, hayvani gaddarlık kendine bir erdem süsü verir. Balkan Slavlarına ve onların bozulmuş Hı­ ristiyanlığına gelince, bana öyle geliyor k i bütün uygarlık aya­ ğa kalkıp onları daha çok vahşetten alıkoymalı.8 7 The Oıher Balhan Wars, 4 , 6, 11, 13. 8 Mary Edith Durham, Unwin, 1920, 238. 22 Twcnty Ycars of Balhan Tangle, Londra: George Ailen & Öte yandan Kennan, iki dünya savaşında yapılan soykırım­ ları pek iyi bilmekteydi, yoksa insan, Mary Edith Durham'ın ruhunun 1 9 1 3 yılında uykuya yattığını, derken 1 9 1 3 ile 1989 yılları arasında yaşanan masum bir hafıza kaybının ardından yeniden canlandığını düşünmek zorunda kalır. En azından teknik olarak barut fıçısını ateşleyen kıvılcımın Balkanlar'dan geldiği yadsınamaz bir gerçek olmakla birlikte, bunun Birinci Dünya Savaşı'nın nedeni olduğunu ileri sürecek ciddi tarihçi pek çıkmaz. lkinci Dünya Savaşı ise, savaşa diğerlerinden da­ ha geç ve gönülsüzce katılan Balkanlar'la pek az ilgiliydi. Belki de lkinci Dünya Savaşı'nı Balkan olan herhangi bir nedene da­ yandıramadığı için Kennan bundan söz etmiyor: "lşte 1993 yı­ lına gelmiş bulunuyoruz. Avrupa'nın geri kalanındaki seksen yıllık büyük değişim ve Balkanlar'ın kendisinde sürüp giden ölümüne boğuşma, bu coğrafi bölgenin Avrupa'nın önüne so­ run olarak çıkmasını değiştirmede pek etkili olmadı . " Evet, Balkanlar'da gerçekten de Avrupalı olmayan bir yan var. Bal­ kanlar'daki kıyımların hiçbir zaman Avrupa'dakilerin boyutla­ rına varmadığı ortadadır. lkinci Dünya Savaşı'ndan sonra şu yaklaşım fazla kibirlidir: "Bu ruh hali Balkan halkına mahsus değildir. . . öteki Avrupalılar arasında da karşımıza çıkabilir. . . Fakat bütün b u ayrımlar görelidir. B u belli başlı nitelikler Bal­ kan halkları arasında gereğinden çok ağır basmaktadır. "9 20. yüzyılın sonundaki Balkan vahşetiyle şaşkınlığa uğramı­ şa benzeyen pek çok Amerikalı gazetecinin sesi Kennan'ın de­ diklerinin yankısıydı. Roger Cohen hayretle "l 495'te yaşanmış olması olası birtakım olaylar yüzünden insanları öldürmek, Batı dünyası için düşünülemezdir. Oysa Balkanlar'da öyle de­ ğildir" 10 diyordu. Çok haklıydı. Balkanlar'da ta 500 yıl önceki olaylar yüzünden insanlar öldürülüyordu; Avrupa'da ise, daha geniş bir uygarlık belleğiyle, 2.000 yıl önce yaşanmış bir şey yüzünden insan öldürülüyordu. lnsan Holokost'un "gereği ka­ dar" mı, yoksa "gereğinden çok" mu barbarlıktan kaynaklan9 The Oıher Balkan Wars, 12-13. 10 Roger Cohen, "A Balkan Gyre of War, Spinning Onto Film," New Yorh Times, bölüm 2, 12 Mart 1995. 23 <lığını sormadan edemiyor. Bütün bunlar topu lopu elli yıl ön­ ce yaşandı, oysa iki Balkan Savaşı da ondan daha önceydi. Üs­ telik Kennan, yazısını kaleme aldığında " temiz ve muntazam" Körfez Savaşı harekatının üstünden topu topu bir yıl geçmişti. On yedi gün içinde, Amerikan teknoloj isi, Jean Baudrillard'ın salt bir televizyon olayı olduğunu ileri sürdüğü savaş sırasın­ da, iki Balkan Savaşı'nda da bütün tarafların toplam olarak verdiği ölülerin en az yarısı kadar insan öldürmeyi başarmış­ tı. 11 Eğer bu çok yakın bir tarih diye düşünülecek olursa, ör­ nek olarak Robert McNamara'nın In Retrospect adlı çalışmasın­ da "dünyanın en büyük süper gücünün haftada, muharip ol­ mayan 1 .000 kişiyi öldürmesi ya da ciddi şekilde yaralaması . . . hiç d e hoş değildir" diye betimlediği Vietnam Savaşı da göste­ rilebilir. Amerikan gazetecilerinin , bildirilen ölü sayısının 25.000 ile 250.000 arasında değişliği Bosna'da yaşananlara soykırım damgasını yapıştırmada hiç de zorlanmadıkları dü­ şünülürse, üç milyonu aşkın Vietnamlı'nın ölmesini nasıl de­ ğerlendirdikleri merak konusudur. 12 Balkanlar'ın Avrupalı olup olmadıkları akademik ve siyasal tartışma konusudur, an­ cak barbarlık üzerinde bir tekelleri olmadığı kesindir. Bu kitabın amacı, bir başkasının ahlaki öfkesine ahlaki öf­ keyle karşılık vermek değildir. Sorun, bu donmuş imajın kalı­ cılığının nasıl açıklanacağıdır. Nasıl olmuştur da coğrafi bir ta­ nım, tarihte, uluslararası ilişkilerde, siyaset biliminde ve şim­ dilerde de genel entelektüel söylemde en alçaltıcı sıfatlardan birine dönüşmüştür? Bu soru dar bir akademik bağlamdan da­ ha fazla şeyle ilgilidir. Bu, 1) gelenekle aktarılagelen yetersiz coğrafi bilgilerden kaynaklanan masum yanlışlıkların; 2) coğ­ rafi tanımın daha sonradan siyasal, toplumsal, kültürel ve ide11 12 Tlıe Otlıer Balhan Wars, 243, 395; John G. Heidenrich, "The Gulf War: How Many l raqis Died?" fortign Policy, no. 90, no. 91. 1993, 108-125. George Kenney, "The Bosnia Calculaıion," New Yorh Times Magazine, 23 Ni­ san 42-43; "George Kenney, "Steering Clear of Balkan Shoals," Naıion, c. 262, no. 2, 8115 Ocak 1996, 21-24; "Crediı McNamara in Winning the Cold War," 14 Nisan 1995, Al4; Philip Shenon, "20 Years Afıer Victory, Victnamese Communisl5 Pondcr How to Celebrate," New Yorh Times, 23 Ni­ san 1995, 12. New Yorh Timcs, 24 oloj i k yananlamlarla tıka basa doldurulmasının ve Birinci Dünya Savaşı sırasında "Balkan" sözcüğünün alçaltıcı kullanı­ mının başlamasının; 3) tanımın, adını verdiği nesneden tü­ müyle kopması ve daha sonra, özellikle 1 989 yılından sonra Lam tersinin gerçekleşmesi, bölgeye geçmişi de kapsayacak şe­ kilde ideolojik tanım yüklenmesinin öyküsüdür. Tarihçiler yarımadada olagelen büyük değişikliklerin pek iyi ayırdında olsalar da, coğrafi/kültürel bir varlık olarak Balkan­ lar üzerine söylemleri, bu kavramı tarihin dışına yerleştirilmiş güçlü bir simge olarak kullanan söylemin büyük çapta etkisin­ de kalmıştır. işte bu kullanımın kendisi yaklaşık iki yüzyıllık bir evrimin ürünüdür. Günümüzde "ötekilik" sorunu ve tem­ siliyle uğraşan yeni bir tür ortaya çıkmıştır. Bu, antropolojiden edebiyat ve felsefeye , genel olarak sosyolojiye ve tarihe dek uzanan, disiplinleri aşan bir türdür. Ötekinin yazınsal imgele­ riyle uğraşan yepyeni bir disiplin, imajbilim doğmuştur. 1 3 Or­ yantalizm incelemesi de ötekiliğe dair bu ilgi alanının bir alt­ Lürü olmuştur. Özellikle Said tarafından "Onunla ilgili önerme ortaya alarak, görüş belirterek, tanımını yaparak, öğreterek, çözümleyerek, yöneterek Doğu'yla uğraşan kurum , özetle . . . Doğu'ya tahakküm kurmanın, onu yeniden yapılandırmanın ve üzerinde otorite sahibi olmanın Batılı yoludur"14 diye for­ müle edildikten sonra oryantalizm, belli bir söylemin eleştiri­ sini ortaya koyması bakımından akademi dünyasında önemli ve meşru bir yer edinmiştir. 13 Hugo Dyserinck ve Kari Ulrich Syndram, Europa und das nationale Selbstvers­ ıandnis. lmagologisclıe Probleme in Literalur, Kunsl und Kultur des 1 9. und 20. Jahrlıunderls, Bonn: Bouvier, 1988; Munasu Duala-M'bedy, Xmologie: Die Wis­ srnschaft vom Fremden und die Verdrangung der Humanitaı in der Anthropologie, Freiburg ve Miınih: Verlag Kari Alber, 1977; Alexandru Dutu, "Die l magologie und die Enıdeckung der Alıeritıit," Kulturbeı.iehungrn in Mille!- und Osteuropa im 18. und 19. Jahrhundert, Berlin, 1982, 257-263; Alexandru Dutu, "The Mental Substratum of the Cultural Activity," Revue des ttudes sud-est europtrn­ nes, c. 28, no. 1-4, 1990, 3-10; Nadja Danova, Vesela Dimova ve Maria Kalit­ sin, ed., Predstavata ı.a "drugiya" na Balhanite, Sofya: Akademichno izdatelst­ vo "Marin Drinov," 1995; Klaus Roth, ed., Mit der Differrnı. !eben: Europaische Ethnologie und lnterhulturelle Kommunihation, Münih ve New York: Waxmann Münster, 1996. 14 Edward W. Said, Orientalism, New York: Pantheon, 1978, 3. 25 Yaklaşık yirmi yıl sonra Said, oryantalizme karşı çıkmasının nedenini şu fikirle temellendirdiğini tekrarlar: Oryantalizm, salt Doğu dillerinin, toplumlarının ve halklarının tarihsel araş­ tırmasına dayanmaz, "eleştirel olmayan özselci bakış açısın­ dan, heterojen, dinamik ve karmaşık insan gerçekliğine yakla­ şan bir düşünce sistemidir; buysa hem kadim ve köklü bir Do­ ğu'yu, hem de Doğu'ya uzaktan, deyim yerindeyse tepeden ba­ kan, onunla karşıtlık oluşturan ve onun kadar kadim ve köklü olan bir Batı özünü ima etmektedir. " 1 5 Oryantalizm, fırtınalı bir hayat sürmüştür, bugün hala tutkuları kışkırtır, ama artık bir bütün olarak aşılmıştır. Balkanlar'da durum böyle değildir. Bir yandan, Said'in kitabının yaygın Balkan dillerine çevrilip basılmamış, dolayısıyla ana söyleme daha girmemiş olması söz konusudur. Diğer yandan, Balkanlar'ın Batı'yla olan ilişkilerini tanımlamada oryantalizmi yeterli sayan aydınlar bu kavramı tanıtıp popülerleştirmiştir. Balkanlar'ın Batı'yla ilişkilerine du­ yulan ilgi genişleyip yaygınlaştığı ölçüde, söylem, oryantalizm kategorisi çerçevesine konmaktadır - hatta bazen açıkça ifade edilmese de, böyle yapılmaktadır. Okumakta olduğumuz bu kitap, balkanizmin, yalnızca oryantalizmin bir alttürü olmadı­ ğı tezini ileri sürmektedir. Dolayısıyla, burada ortaya atılan ar­ güman "Balkan teması üzerine oryantalist bir çeşitleme"16 ol­ maktan öte bir anlam taşır. Oryantalizmin yukarıda belirtildiği üzere; Balkanlar'da etkisinin giderek artması beklentisi göz önüne alındığında, bu kategori üzerinde daha fazla durmak yerinde olur. Foucault'dan esinlenen, ondan yalnızca "söylem" terimini 15 Edward W Said, "East isn't East", Times Liıerary Supplemenı, 3 Şubat 1995, 3. 16 Milica Bakic-Hayden ve Robert Hayden'in mükemmel makalesinin özeti için bkz. "Orienıalist Variations on the Theme 'Balkans': Symbolic Geography in Recent Yugoslav Cultural Politics," Slavic Review, c. 51, no. 1. Bahar 1992, 115. John B. Allock'ın Balkanlar'ı kurmak üzerine olan değerli makalesine, bu kitabın son okumaları esnasında rastladım. Balkanlar imgesini Said'in çalışma­ sının bir altıeması olarak gören anlayışa katılmıyor olsam da (s. 179), yorum­ larımızın birleştiği çok sayıdaki örneğin beni fazlasıyla memnun ettiğini be­ lirtmek isterim. John B. Allcock ve Antonia Young, ed., Blach Lambs and Grey Falcons: Womrn Travellers in the Balhans, Bradford, lng.: Bradford University Press, 1991, 170-191. 26 değil, aynı zamanda iktidar ile bilgi arasındaki bağlantıya te­ mel önem veren bir yaklaşımı alan Said, Doğu'yu öteki olarak özselleştirmenin tehlikelerini ortaya koymuştu. Antonio Gramsci'nin yapmış olduğu sivil ve siyasal toplum ayrımının, özellikle de oryantalizme korkunç bir dayanıklılık kazandıran kültürel hegemonya kavramının da büyük ölçüde etkisinde kalmıştı. Bu, Said'in düşüncelerinin genel olarak Foucault ve Gramsci'nin bütün yapıtlarıyla tam olarak nasıl bir ilişkisi bu­ lunduğundan düpedüz ayrı bir konudur. 17 Bekleneceği üzere, Said'in kitabına verilen tepki kutuplaşmıştır: Hayran kalanlar ya da öykünenler kadar, kötüleyenler de olmuştur. Moderni­ zasyon teorisyenlerince ya da klasik liberal çevrelerce ağır bir biçimde eleştirilmiştir. Ayrıca aşırılıkları yumuşatma, Said'i ve oryantalizmi aşma yönünde bir girişimde bulunulmuş, episte­ molojik açıdan ciddi bir eleştiri getirilmiştir.18 Yapılan sıradan karşı çıkışların bazıları, Said'in, insan bilgisi­ ne büyük katkılarda bulunmuş dürüst ve bilgili oryantalistle­ rin kuşaklar boyu yaptıkları çalışmaları olumsuzladığı ve kötü­ lediği iddiasına dayanmaktadır. Said'in, tek tek her oryantalisti kötü niyetli ya da özensiz olmakla suçlamadığını, tek yaptığı­ nın "oryantalistler loncasının emperyal iktidarla suç ortaklığı içinde bulunduğu özgül bir tarihe ilgi çekmek" olduğunu açık­ layan sözleri, çıkar gözetmeyen bilimsel çalışmaya saygısızlık edildiği yolundaki feryatları yatıştırmaya yetmemiştir. 19 Daha az saygın karşı çıkışlar, kitabının Arap dünyasında nasıl alım­ landığından yola çıkarak, eseri Arapların ve lslam'ın sistematik 17 Aijaz Ahmad, in Theory: Classes, Nations, Literatures, Londra ve New York: Verso, 1992, 169-170, 177-178. 18 Asaf Hussain, Robert Olsan ve Jamil Qureshi, Orientalism, Islam, and Islamists, Braııleboro, Vt.: Amana, 1984; David Kopf, "Hermeneutics Versus History," Journal of Asian Studies, c. 39, no. 3, 1980, 495-506; Roben A. Kapp, "lntro­ duction: Review Symposium: Edward Said's Orientalism," journal of Asian Stu­ dics, c. 39, no. 3, 1980, 481-484; Carol A. Breckenridge ve Peıer van der Veer, ed. , Orientalism and the Postcolonial Predicament: Perspectives on South Asia, Philadelphia: Universiıy of Pennsylvania Press, 1993. Islam and the West, New York ve Oxford: Oxford Universily Press, 1993, 99-118; Bernard Lewis, "Eurocentrism Revisiled," Commentary, c. 98, no. 6, Aralık 1994, 47-61; Said, "East isn't East," 4. 19 Bemard Lewis, 27 bir savunması olarak değerlendirmiş ve Said'e Batı karşıtlığı suçlamasını yöneltmiştir. Said'in eserini karalamak yerine dü­ zeltmeye yönelik daha kapsamlı ve incelikli eleştiriler de yok değildir. Bunlar onun tarihsel olmayan yönüyle, özselci tutar­ sızlıklanyla, Fransız ve lngiliz örneklerine dayalı Batılı davra­ nışları aşırı genelleştirmesiyle ilgilidir; Said'in en çok ve haklı olarak kınanan yönleri , toplumsal ve ekonomik bağlamsallaş­ tırmadan uzaklaşması , metinsellik üstünde yoğu nlaşması , açıkça idealist bir yaklaşım benimsemesi olmuştur.20 Ayrıca or­ yantalist temsilin yanlış olduğunu öne sürmesi nedeniyle "en azından temsilin 'doğru' olma olasılığı vardır" gibi bir mantık­ sal çıkarımı dikkate almadığı söylenmektedir. Yine de, coşkulu pek çok toptan reddiyede görüldüğü üzere kaçınılmaz olarak indirgemecilik öğesi de vardır. Said, negatir polemiğinin yeni bir epistemolojik yaklaşım ortaya koymadığı yolundaki suçla­ maya ustalıkla yanıt vermeyi başarmıştır.21 Sonradan, kategorisine özselcilik ve tarih-dışılık yüklenme­ sine karşı sert açıklamalarına karşın , Said , Aiskhylos'u, Victor Hugo'yu , Oante'yi ve Kari Marx'ı karşısına alan, kapsamlı bir Doğu'nun varlığından söz açarak abartılı bir genellemede bu­ lunmuştur. Belki engin edebiyat bilgisini ortaya dökmekten kendini alıkoyamamıştır, fa kat Doğu'yu tanımlayan Av ru­ pa'nın coğrafi tahayyülünün başlangıcında Aiskhylos'un Pers­ lere ya da Euripides'in Baküs rah ibelerine takındığı tutum, parlak bir içgörü taşısa da, Avrupa ile Batı'yı özselleştirdiği yo20 J. S. f. Parker, "From ı\eschylus ıo Kissinger," Gazelle Review, c. 1 , 1980, 4- 1 6; Andrea Fuchs-Sumiyoshi, Orienıalismus in der dcuısclıen Liraaıur. Uııırr­ sudıungen zu Werlıen drs 19. ıınd 20. jalırlıunderıs, voıı Goeılıes "Wesı-ösılic­ lıem Diwaıı" bis Thomas Maııns '1oseplı"-1eıralogie, Germanisıische Texıe und Sıudien, c. 20, Hildesheim, Zürich ve New York: Georg Olms Verlag 1 984; Usa Lowe, Crirical lerrains: fmıch and Brirish Orienralisms, lıhaca, N.Y. ve Londra: Cornell Universiıy Press, 1 99 1 ; Laura Nader, ·'Orienıalism. Occiden· ıalism and ıhe Conırol of Women," Culıural Dynamics, c . 2, no. 3, 1 989; Bryan S. Turner, Orienıalism, Posımodenıism and Globalism, Londra ve New York: Rouıledge, 1 994, 4-8. 2 1 Michael Richardson , "Enough Said. Reflecıions on Orienıalısm." Today, c. Aııılıropology 6, no. 4, Ağustos 1990, 1 6- 1 9; Edward W. Said, "H.epresenıing ıhe Colonized: Anıhropology's lnıerlocuıors," Criıical lnquiry, c. 15, no. 2. Kış 1 989, 225. 28 !undaki suçlamalardan kurtulmasına yardı m etmemektedir.22 Eski Yunan kühürünün sahiplenilmesi ve konumunun yücel­ Lilerek Batı uygarlığının dayanağı olması, tedrici ve tartışmalı bir tarihsel süreçti, oysa Said, Doğu ile Batı ayrımını genelleş­ tirerek kuşku götürür bir süreklilik yaratmıştır. Said'in bu yanlışlığı, onun (bir düşünür ve sürgündeki aydın­ ların kendilerine örnek aldıkları bir model olarak) Erich Auer­ bach'ın çekimine kapılması ve eşzamanlı olarak, onunla bağ­ daşmaz nitelikteki Foucauh'nun etki alanına girmesi arasında doğan gerilimden kaynaklanır. Her ne kadar FoucaulL'nun ter­ minolojisini fazlaca kullansa da, Said'in hümanist projeye olan ikizdeğerli [ambivalentl bağlılığı, temelde Foucault tarafından ortaya konan "Nietzsche'vari antihümanizme ve antirealist tem­ sil kuramlarına" dayanan söylem kuramıyla bağdaşmaz. Daha­ sı, onun tarihaşırı oryantalizm söylemi yalnızca genel anlamda ıarihdışı olmakla kalmayıp aynı zamanda metodolojik açıdan da Foucault karşıtıdır, çünkü Foucaul t'nun söylemi Avrupa modernitesi içinde LemellendirilmişLir.23 Ne olu rsa olsun Sa­ id'i n, Eskiçağ ve Ortaçağ'a değinmelerinden tek söz bile etmeye gerek duymaksızın ısrarla lslam ve Arap oryantalizmi üzerinde duran en son özeleştirisine kulak vermek gerekir. "OryanLaliz­ min BaLılı olmayan pek çok ki mse Larafından yadsınmasının nedeni, onun modern söyleminin sömürgecilik çağından kay­ naklandığı yolunda yapılan yerinde saptamadır"24 dediği za­ man, ben yazarın "onun modern söyleminin" demesine önem veriyorum. Bu , bir akademik starın hırsını ve zaafını ortaya ko­ yuyor: Geçmişteki yanlışlarını ve tutarsızlıklarını açıkça kabul cLmek yerine, tek bir yerde kullandığı bir ifadeyle de olsa, bun­ ları üstü kapalı olarak savunuyor. Dolayısıyla, edebiyat hakkın­ daki ara açıklamalarını (bunlar, anlatısının yalnızca küçük bir bölümünü oluşturuyor), bir edebiyat eleşLirmeni olarak yaşadı22 Sa i d Oıirntalisın, 20-2 1 , 55-59. , 23 Ah mad , in Thcory, tietlı Crnıury 163- 1 68; James Clifford. Tlıı· Prcdicarııenı oj L'llınograplıy, Liurcuur� cmd Arı, sity Press, l 988, 264-265. Cıılıuıc, lwcıı­ Cambridge: Cambridgc Unı\Cr­ H Said, "Eası isn'ı tası," 5. 29 ğı profesyonel güçlükler ile Filistinli aydın olarak gelişen kimli­ ği arasındaki bir gerilime bağlamak mümkündür - derin bir duygusal etki yaratmak uğruna teorik titizliği feda etmesi de böyle açıklanabilir. incelikli ve kaba itirazlara rağmen, Oryantalizm ve "oryan­ talizm" kitaplıklarda ve sözlüklerde kendine yer edinmiştir. Dar anlamda, yenilikçi kültürel kuramda tartışmalı da olsa im­ renilen bir ün kazanmış; daha geniş anlamda, direniş ve yıkıcı­ lığın olası yollarını göstermiştir. Said hiç kuşkusuz var olan bir kaygıyı doğru zamanda ve doğru biçimde billurlaşurmada ba­ şarılı olmuştur.25 Said'in, gerek havarileri gerekse karşıtları arasında ikon konumuna getirilmiş olmasına karşı tepki gös­ termek sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Ne var ki, Said ile her­ hangi bir bağlan tıyı yadsı ma mız ya da önemsemememiz , Marx'la herhangi bir bağlantıyı reddetmeye, hatta ona horgö­ rüyle bakmaya çalışırken, bir yandan da, kendilerini onun ta­ kipçisi ilan edenlerin yol açtığı sonuçlar ne olursa olsun, bu­ gün toplum hakkında kuramsallaştırma biçimimize Marx'ın yaptığı muazzam katkıları derinden içselleştirip bilinçsizce ye­ niden üretmeye benzer (tabii Said'in katkısı çok daha müteva­ zı düzeydedir). Said'in kategorisinin yankı bulmasını belki de en iyi açıklayan, sosyal bilimcilerin "tahakküm örüntülerinin yeniden üretilmesinde kendi akademik disiplinlerinin etkisi­ ni" daha çok görmeleridir.26 Daha geniş bağlamda, Said'in oryantalizme saldırısı, artık genel temsil krizi diye anılan türde özgül bir eleştiriydi. Daha da önemlisi, soruyu salt epistemolojik açıdan değil, ahlaki te­ rimlerle de ortaya koymuştu: "Kişi, gerçekten de bölünmüş gi­ bi görünen insan gerçekliğini düpedüz değişik kültürlere , ta25 1 960'lar ve l 970'ler, entelektüel olarak önemli ve akademik yönden genelde titiz yapıtlar üreui: Jonah Ruskin, The Mythology of lmperialism, New York: Random House, 197 l; V. G. Kieman, The Lord5 of lluman Kind: European Aıti­ tudes ta ıhe Outside in ıhe lmprrial Age, Harmondswonh, Middlesex, lng.: Pen­ guin, 1972; Tala! Asad, ed. , Anthropology and ıhe Colonial Enwunıer, Londra: l ıhaca, 1973; Bryan Tumer, Marx and ıhe End of Orienıalism, Londra: George Ailen and Unwin, 1 978. 26 Breckenridge ve van der Veer, Orienıalism, 1 -2. 30 rihlere, geleneklere, toplumlara, halta ırklara bölebilir ve so­ nuçlarına insanca kaLlanabi lir m i ? "27 Hiçbir bilim dal ı , bu krizden antropoloji kadar etkilenmemiştir, çünkü ayrım, fark­ lılık, ötekilik ontolojisi antropolojinin metodolojik dayanağı­ dır. Antropologlar, fizikte Heisenberg etkisi diye bilinen nos­ yonun uzun zamandır ayırdındadır: Bu nosyona göre, ölçüm sırasında bilim insanı gözlemlenen nesneyle etkileşimde bulu­ nur, bunun sonucunda gözlemlenen nesne kendi olarak değil, ölçümün işlevi olarak ortaya çıkar. Söz konusu sorun, uzak toplumlardaki yabancı , egzotik, ayrı olanları ve yakın toplum­ larda marjinal olanları inceleyen başlıca bilim dalı olan antro­ polojiyi, bugün içinde bulunduğu derin kuramsal bunalıma sürüklemiştir. Bu bunalım, çoğu zaman dürüst, ancak söz açı­ sından çaresiz bir tekbencil iğe yol açmışur; WiLLgenstein'ın da belirttiği üzere "tekbencinin demek istedigi çok doğrudur; fa­ kat söylenemez, ancak kendini gösterebilir. "28 Oysa durumun böyle olması kaçınılmaz değildir. Bilgi edinme eylemine eşlik eden olgu, yani bilginin sınırlarının farkına varılması, mutlaka felç edici bir eLki yaratmaz. Carrier, özselleştirrneye, yalnızca antropolojik incelemelerde bilinçsizce başvurulan bir yol ola­ rak değil, aynı zamanda düşünme ve iletişimin kaçınılmaz bir yan ürünü olarak bakar ve sorunu, "ister konumuza yaklaşır­ ken kullandığımız varsayımlardan, isterse bizi yazmaya yönel­ ten amaçlardan kaynaklansın, özselciliğin farkına varılmama­ sı" olarak görür.29 Belki de antropoloji ve diğer bilim dalların­ daki kendi yöntemlerinin sınanmasından doğan felsefi yeter­ sizlik duygusu, ona alışarak ya da onunla yaşamayı öğrenerek kolayca giderilebilecektir: Alışma yoluyla kuramın nihai felsefi içerimleri sağlıklı bir biçimde göz ardı edilebilir, ancak gözlem metodolojisinde titiz ve sorumlu bir değişiklik yapma gerekli­ liği kesinlikle ortadan kalkmaz. Heisenberg'in bilgi felsefesinin 27 Said, Orirnıa!ism, 45. 28 Aktaran Maıy Douglas, ed., Ru!es and Meanings. Tht Anıhropology of Everyday Knowltdgt, Hannondsworıh, M iddlesex, lng.: Penguin, 1 973, 20 1 . 2 9 James G. Carrier, "Occidentalism: The World Turned Upside-Down," Ameri­ can Eıhnologisı, c. 19, no. 2, Mayıs 1 992, 207. 31 getirdiği itirazlar, Einstein , Schrödinger ve Louis de Broglie gi­ bi hiç de kendisinden aşağı kalmayacak büyük fizikçilere yö­ neltilmesine karşın, fizikte böyle olmuştur. Said, daha Oryantalizm'de oryantalizme verilecek karşılığın o ksidentalizm o lmadığı uyarısında bulunmakla birl ikte, ne kendisi n e de izleyici leri, ikili ayrımda Batı'nın hegemonik grup olarak özselleşmesine (daha çok kendini özselleştirmesi­ ne) ilgi gösterdi. Son zamanlarda "Doğu" daha az yaygın kul­ lanılırken, bu "Batı"nın gelişigüzel kullanımını engellemedi: "Foucault ve Derrida gibi süreksizlik ve yapısöküm kuramcı­ ları bile, çözümlemeleri n i , bir Batı bütünlüğü içerisinde ve ona karşı yapmayı sürdürür."30 Bu sorunun üzerine eğilmekse james Carrier'a düşmüştür: Oryantalizmi diyalektik bir süreç olarak görmek, onun yal­ nızca yabancı bir insana şeyleştirilmiş bir kim liğin Batı tara­ fından dayatılması olmadığı nı anlamamıza yardım eder. Or­ yantalizm , aynı zamanda, bir başka kimliğe karşı diyalektik karşıtlık içinde yaratılan bir kimliğin, aynı ölçüde şeyleştiril­ mesi muhtemel Batı kimliğinin dayatılmasıdır. Demek ki. Ba­ tılılar Doğu'yu Batı terimleriyle tanı mlar, ama Ötekiler de kendilerini Batı terimleriyle tanı mlar, tıpkı her birinin Batı'yı Öteki olarak tanımlaması gibi. .. Benim bunu ortaya koyma biçimim, Batı'ya hem siyasal tarihi hem de ekonomik gücü bakımından uygun düşen bir ayrıcalık vermekte, Batı'yı bü­ tün Ö tekilerin kendisine göre tan ımlandığı standart haline getirmektedir. 31 Balkanlar'ın muhayyel Batı'yla ilişkisini betimleyen söylem dikkate alınırsa, görülür ki , onu oryantalizmin yapısal bir var­ yantı olarak ele alına eğilimi giderek güçlenmektedir. "Sürekli çoğalan oryantalizmler" kavramını onaya atan Milica Bakic­ Hayden , Balkanlar'la ilgili söylemi oryantal izmin bir çeşitle­ mesi olarak ele almayı yeğler, çünkü "Balkanizm ve Oryan ta- 30 Clifford, "On Orienıalism," 272. 3 1 Carrier, "Occidcnıalism," l 97. 32 lizm'i aynı türün varyan t biçimleri kılan şey. . . temelde var olan mantığın kendini sürekli devam eltirme yoludur." Aynı yakla­ şım Elli Skopetea tarafında da benimsenmiştir.32 lnsan, bu iki retorik arasında örtüşme ve birbirini tamamlama olduğunu hemen kabul edebilir, ne var ki, bütün iktidar söylemlerinde benzer retorik örtüşmesi görülür: Irkçı lık, kal kınma, modern­ leşme, uygarlık vb. retoriklerinde olduğu gibi. Benim amacım, oryantalist söyleme karşı kendimi konumlandırmak ve balka­ nizm33 diye adlandırdığım, onunla özdeş görünen, ancak yal­ nızca benzer olan fenomeni irdelemektir. Öyleyse bu kategori­ ler arasındaki ayrım nedir? Birincisi, Doğu'nun soyut yapısına karşılık Balkanlar tarih­ sel ve coğrafi açıdan somut bir nitelik taşır. Oryantalizm adlı yapıtın yeni baskısı için saldırılara kaışılık verme amacıyla yazmış olduğu sonsözde Said "gerçek Şark ve lslam'ın ne ol­ duğunu göstermek gibi bir amacının, ayrıca bu konuda yeterli bilgisinin" olmadığının açı kça altını çizer. Bu, Şark ve Garp "doğal bir gerçek olarak var olan hiçbir istikrarlı gerçekliğe te­ kabül etmez"34 şeklindeki haklı görüşe dayanan bir açıklama­ dır. Said'in Şark'a karşı yaklaşımı ikizdeğerli duygularla örülü­ dür: "Gerçek bir Şark"ın mevcut olmadığını söyler, ama Şark'­ ın otantik özelliklerini çarpıtan ya da görmezden gelen metin ve geleneklere saldırmakla, ona gerçek bir ontolojik statü ka­ zandırmış olur.35 Gerçekten de soyut Doğu ile Batı arasındaki karşıtlık yazılı tarih kadar eskidir. Her ne kadar Eski Yunan'da başlıca bölün­ me, kültürlü Güney ile barbar Kuzey (Traklar ve lskitler) ara32 M ilica Bakii:-llayden, "Nesıing Orienıalisms: The C:ase o f Former Yugosla­ via," Slavic Review, c. 54, no. 4, Kış 1 995, 9 1 7-93 1 ; Elli Skopeıea, / Disi lis Anatolis. llıones apo to telos tis Othomanilıis Avıolırcıtorias, Aıina: Gnosi, 1 992, 97-98; Elli Skopeıea, "Orientalizam i Balkan," /storijslıi lasopis, c . 38, 1 99 1 , · 1 3 1 - 1 43. 33 Bu ıerim <lilbilimde, fonetik, morfolojik ve sözdizimsel özellikleri, yani Balkan dilsel bir) iğini tanımlayan özellikleri göstermek içiıi kullanılır, terime nadiren pejoratif bir anlam yüklenir. 34 Said, "Eası isn'ı Eası," 3. 35 Clifford, "On Orienıalism," 260. 33 sında olsa da, Şark, uygarlar ile barbarlar arasındaki çelişkiyi betimlemek için kullanılmıştı. Doğu'daki Persler pek çok yön­ den sözde uygar bir ötekiydi.36 Diokles döneminden itibaren Roma, yönetim örgütüne Doğu-Batı ayrımını getirmiş ve Şark'ı Mısır ile Anadolu'nun piskoposluk bölgesi olarak görmüştü. Ortaçağ'da bu bölünme, dar anlamıyl a , Katoliklik ile Orto­ doksluk, geniş anlamıyla da lslam ile Hıristiyanlık arasındaki çekişmeyi beti mlemek amacıyla kulla nılmıştı . Her durumda da, Doğu-Batı diye ikiye bölünme, düpedüz mekansal boyutla­ rı tanımlamıştı: Birarada yaşayan, ancak siyasal, dinsel ya da kültürel nedenlerle birbirine karşı olan toplulukları yan yana koymaktaydı. Doğu her zaman bu karşı oluşun küçültücü bi­ leşeni değildi : Roma'nın çöküşünden sonra yüzyıllar boyu uy­ gar Avrupa dünyasının rakipsiz merkezi olan Bizans açısından, Batı, barbar l ı k ve kabalıkla eşanlamlıydı. Ancak l 453'te Kons­ tantinopolis düşüp Ortodoks kilisesinin yıldızı sönünce, özel­ likle de Batı Avrupa'nın ekonomik yönden eşsiz yükselişiyle birlikte Doğu, Ortodoks dünyasında da ikili karşıtlığın daha az ayrıcalıklı tarafı olarak içselleştirildi. Larry Wol ff'un inandırıcı bir biçimde ortaya koyduğu gibi, Avrupa'nın Doğu ve Batı diye konvansiyonel olarak ikiye bö­ l ünmesi , o zamana kadar başat olan "Güney'e karşı Kuzey" ay­ rımından u za klaşarak Doğu-Batı ekseni boyunca Avrupa'yı kavramsal açıdan yeni koşullara uyduran 18. yüzyıl filozolları­ nın görece geç bir buluşudur.17 Bu yeni bölünme de mekansal ol makla birlikte giderek değişik renklere bürünmeye başlamış, Aydınlanm a sırasında yeşermekte olan evrim ve ilerleme ina­ nışlarını a l arak kendine uydurmuştur. Avrupa'nın coğrafi do­ ğusu ve d ünyanın doğu kesimleri temelde ekonomik perfor­ mansı bakım ı ndan Avrupa'nın gerisinde kaldığı için Doğu, en­ düstriyel yönden gerikalmışlık, ileri toplumsal il işkilerden ve gelişmiş kapitalist Batı'nın başlıca kurumlarından yoksun ol36 Th ie rry Henısch, lmagining ıhr Middle Eası, Monıreal \'e New York: Black Ro­ se, 199 2 , 7 . 3 7 L.arry Wol IT, lnvenıing Easrern Europr, The Mııp of Civi l i zarion on ıhe Mind oj rhe Enlightenmenı, Stanford, Calif.: Sıanford Universiıy Press, l 994. 34 makla, Bali Aydınlanması'nın etkilemediği irrasyonel ve boş inanlara dayalı kültürlerle özdeşleştirilmiştir. Bu, Doğu ile Batı arasındaki ilişkiye yeni bir vektör eklemiştir: Geçmişten gele­ ceğe doğru akıp giden zaman yalnızca bir devinim değil, basit­ ten karmaşığa, gerilikten gelişmişe, ilkelden kültürlüye doğru evrimdir. Gelişimsel yönüyle zaman öğesi önem kazanmış ve şimdilerde Doğu ve Batı'nın çağdaş algılanmasında en önemli karakteristik haline gelmiştir. Demek ki, Eski Yunan'dan bu yana Doğu, her zaman esnek ve belirsiz bir kavram olarak var­ lığını sürdüregelmiştir. Herkesin yer ya da zamana, çoğu kez ikisine birden uygun düşen bir Şark'ı vardır. Öyleyse Şark'ın algılanması i l işkiseldir, normatif değer kümesine ve gözlem noktasına dayanır. Eğer Said, tarihe daha fazla ağırlık verip titiz davransaydı ve ( s o n ç a l ı ş m a l a r ı n d a g i d e re k a r t a n b i ç i m d e y a p t ı ğ ı g i b i ) Şark'tan değil d e , salt Yakındoğu ve lslam'dan söz etseydi bile, bu çok geniş ve değişken kategorilerle ilgili bir sorunu olurdu. Burada yalnızca, Yakın ve Ortadoğu'nun Batı tarafından yaratı­ lan amorf ve atfedilmiş terimler olması söz konusu değildir,38 Arap oryantalizminden ayrı olarak Osmanlı ve Türk oryanta­ lizmine de eğilmek ve değişik Arap oryantalizmlerini birbirin­ den ayırmak gerekir. Yine, benzer biçimde bir kendilik olarak lslam kavra m ı da gerek coğrafi gerekse kronoloj i k açıdan problematiktir.39 Said, eleştirilerden kurtulmak için, yapma­ dıklarını yapmalı, basiretli ve titiz davranmalı ve yalnızca sö­ zel değil, organik olarak da tarihsel özgüllük kavramına, "in­ san gerçekliği hiç durmaksızın yaratılır ve bozulur" görüşüne bağlı kalmalıydı. Öyle yapsaydı , m uhayyel Arap kimliğinin parçalanmasından önce Fransız ve lngiliz emperyalizminin yarattığı nispeten kısa dönemdeki Arap Müslüman Yakındo­ ğu'daki oryantalizmden ihtiyatlı bir dille söz açardı. O zaman Oryantalizm adlı kitabını yazmazdı. 38 Roderic H. Davison, "Where is ıhe Middle Eası?" Foreign Afjairs, Temmuz 1 960, 665-675. 39 Akbar S. Ahmed, Poslmodemism and lslam: Predicamenı and Promise, Londra ve New York: Rouıledge, 1992. 35 Balkanlar'ın somut bir tarihsel varlığı vardır. Eğer biri kal­ kar da, Doğu için Derrida'nın ünlü deyişi "Tarihte metindışı bir şey yoktur" sözcükleriyle oynamak isterse, olup olmadığı sorusu Balkanlar için ortaya atılamaz, sorulması gereken doğ­ ru soru "Tarihte metindışı bir şey var mıdır? " sorusudur. Av­ rupa'nın güneydoğu yarımadasına biçim vermiş olan değişi k tarihsel miraslara göz gezdirirken, kritik önem taşıyan ikisi di­ ğerlerinden öne çıkabilir. Bunlardan biri , derin siyasal , ku­ rumsal, hukuksal , dinsel ve kül türel etkisiyle bi n yıla damga­ sını vurmuş Bizans'tır. Diğeri de yarımadaya adını vermiş ve tarihindeki en uzun siyasal birliği kurmuş olan beş yüz yıllık Osmanlı dönemidir. Osmanlı dönemi nde güneydoğu Avru­ pa'nın bir bölümü yalnızca yeni bir ad -Balkanlar- almakla kal­ mamış, büyük ölçüde bugünkü stereotipleri yaratanlar ya Os­ manlı öğeleri ya da böyle algılanan gerçekler olmuştur. Os­ manlı mirası sorununa incelikli kuramsal ve ampirik bir yak­ laşımla eğilmek gerekir, üstelik, Balkanlar'ın Osmanlı mirası olduğu sonucuna varmak abartma değildir. Sözcüğün dar an­ lamıyla, Osmanlı l mparatorluğu'nun Avrupa'nın güneydogu yarımadasında varlıgı 14. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına ka­ dar uzayan bir zamana yayılmışken , Osmanlı mirası en başta 18. ve 1 9 . yüzyılın ayırt edici özelliklerini taşır. Pratik olarak Osmanlı mirasının izlerinin bulunabildiği (siyasal, kü ltürel, toplumsal ve ekonomik) bütün alan larda, Balkan devletlerinin imparatorluktan ayrılmasıyla keskin bir dönüşüm yaşanmış, bu dönüşüm Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda büyük ölçüde tamamlanmıştır. Demografi ve halk kültürü alanında Osmanlı mirası daha kalıcı ve kesintisiz etkiler bırakmıştır. Algılama mirası olarak da çok uzun bir dönem etkisini korumuş, Bal­ kan toplumlarındaki tarihsel öz kimliğin yaşamsal önem taşı­ dığı kanısı sürdükçe, bu miras durmaksızın icat edilmiş ve ye­ niden icat edilmiştir. B a l k a nlar' ı n bir kez Avrupalı laşma'ya başlad ı ktan sonra kimliğin i yitirmeye başladığı şeklinde yaygın bir anlayış var­ dır. Bu şekilde bir i fadeni n , Balkanlar'ın Avrupa'yla arasındaki farkı gösterdiği açık tır. Daha da ilginç olan, Balkanlar'da 1 9 . ve 36 20. yüzyıllardaki "Avrupalılaşma'' , "Batılılaşma" ya da "moder­ nizasyon" sürecinin rasyonalizmin ve laikliğin yaygınlaşması­ nı, ticari etkinliklerin ve sanayileşmenin güçlenmesini, ekono­ mik ve toplumsal alanda burjuvazi ve başka yeni toplumsal grupların oluşmasını , en önemlisi bürokratik ulus-devletin za­ ferini içerdiği gerçeğidir. Bu açıdan bakarsak , Balkanlar, o dö­ nemde yaygın olarak anomali diye görülen imparatorluk mira­ sının son kalınusını ortadan kaldırmakla ve toplumsal örgüt­ lenmenin normatif biçimi olarak Avrupa'nın homojen ulus­ devlelini kendisine örnek alıp ona öykünmekle Avrupalı ol­ maya başlamıştı. Bugün bizlerin tanık olduğu. yanlış olarak bir Balkan özüne atfedilen gelişmeler de Balkanlar'ın Avrupalı­ laşması'nın son aşaması kabul edilebilir pekala. Eğer Balkan­ lar, Osmanlı mirasıyla eşdeğerse, ki bana göre öyledir, bugün Balkanlar'ın sonunun ileri bir evresi yaşanmaktadır. Balkanlar'ın somutluğuna karşıt olarak oryantal imaj ı n ı n uygarlıktan kaçış anlamına gelmiş olması , Şark'ın soyut niteli­ ğiyle yakından ilintiliydi. Batı açısından, Doğu, genel olarak egzotik ve hayali bir dünya, söylencelerin, peri masallarının ve gizemli olayların yaşandığı bir yerdi; Batı'nın şiirsellikten uzak ve gizemli olmayan dünyası karşısında özlenen ve önerilen se­ çeneği eksiksiz olarak temsil ediyordu. Şark Ü topya olmuşLU, "geçmişi , geleceği ve Onaçağ'ı simgelemekteyd i . " Romantikle­ rin hayranlık duyduğu bir yerdi. Bu hayran lıkla, 13yron, Child Harold, Ghiaour ve Tlıe Bride of Abydos; Goethe, Weslöslliclıer Diwan; Chateaubriand, Ilinerai re de Paris a jerusalem; Victor Hugo, OrienLales; Heinrich Heine, Romanzero adlı eserler ver­ miş ve Pierre Loti, Theophile Gautier, Samuel Coleridge, Tho­ mas Moore ve pek çokları çeşitli ürünler yaratmıştır. Şark, ro­ mantik lerin imgelemini besled i , aynı zamanda da Napolyon savaşlarının sonrasında muhafazakarlığın ve gericiliğin yük­ selmesiyle enikonu bunalan liberallerle milliyetçilerin kaçış yeri, "özgürlük ve zenginlik simgesi" oldu.40 Bu son bileşen, zenginlik ve onun ayrılmaz parçası aşırılık, 40 Semra Germaner ve Zeynep lnankur, Orientali snı a n d f ürluy , lsıanbul: Tur·· kish Culıural Service Foundaıion, 1 989, 2 1 . 37 Şark'ı varlıklı romantik muhafazakarların da biricik kaçış düşü haline getirdi. lngiliz beyefendiler kolayca taklit ettikleri dav­ ranış ve giyiniş modellerini orada bulurlardı. "Erkeklerin siga­ ra tüttürmesi daha çok Türkiye'yi, lran'ı ve keyiOe tütün içtik­ leri Kuzey Afrika topraklarını çağrıştıran bir alışkanlıktı . " Ben­ j amin Disraeli, yatarak sigara tüttürmesine olanak sağlayan Türk paşalarının yaşam biçimlerini örnek alan "töre ve zevkle­ ri" övgüyle anlatırdı . "Batılı sözde sultanlar yemekten sonra Arap dünyasına yakın erkek bir toplumun toplumsal özgürlü­ ğün ü tatmak adına tütün içme odasına çekilirdi . Üzerlerine Batılıların ev içi kıyafetlerine eşdeğer sayılan Hint giysileri ve elbiseler giyerlerdi."41 Düşsel Şark, yalnızca hızla sanayileşen Batı'nın yabancılaşmasından kaçış değil, aynı zamanda yasak olan için bir metafor işlevi gördü. "Batılıların arzusu ve imge­ lemi doğrultusunda bezenmiş" Doğu, görkemli bir giysi çeşidi ve daha fazla göze çarpan çıplaklık sundu. Şark ile kadınsı olan arasında apaçık bir ilişki vardı, oryantal söylemlerin çile­ cilik kılıfı altında bir cinsellik ve duyusallık teorisi yarattıkları öne sürülmüştür.42 Oryantalist tasvir ve resimlerdeki ana tema olan "doğulu gaddarlık," yanında daha güçlü bir albeniye sa­ hip bir başka bileşeni de getirdi - şehvet: Harem, hamamlar ve köle pazarları pek çok Batılı sanatçı açı­ sından erotik temalarla alıcının ilgisini çekmek için kullanılan bahanelerdi. .. Elbette böyle resimler Avrupalılara "belgesel" bir havada sunulurdu ve oryantalist sanatçı onlar aracılığıyla ben­ zer tablolara duyulan talebi karşılarken, aynı zamanda da bun­ ların Hıristiyan olmayan ve değişik ahlaki değerleri benimse­ yen bir toplumdan sahneler olduğunun üzerinde durarak, ken­ dini herhangi bir manevi sorumluluktan kurtarabilirdi.43 Diğer yandan imgelemi kışkırtmayan somutluğu ve zengin­ likten neredeyse büsbütün yoksunluğuyla Balkanlar, çoğu za4 1 Richard Martin ve Harold Koda, Orientalism: Visions of the East in Westem Dress, New York: Metropolitan Museum or Art, 1 994, 55. 42 Turner, Orientalism, 98. 43 Germaner ve lnankur, Orientalism and Turhey, 42. 38 rnan olumsuz, nadiren nüans içeren dolaysız bir tavır üretiyor­ du. Romantik milliyetçilik döneminde Filhelenlerin ya da Sla­ vofillerin söz ve eylemleri bir ölçüde bunun dışında kaldıysa da, bu çabalar pek kısa süreli oldu ve çoğu kez özgürlük bile­ şeniyle buluşup egzotikliğin gizeminden tümüyle uzak kaldı . Balkan romansının benimsendiği tek durumun bile bambaşka bir niteliği vard ı . 1 907 yılında Arthur Douglas Howden Smith adlı bir Amerikalı, Bulgaristan'da örgütlenen Makedon bir çe­ teye katıldı. Çağdaş uygarl ı ğ ı n , i nsanları geçmiş günlerin renkliliğinden yoksun bırakan, şiirsel olmayan niteliği üzerine fikirlerle başlayan canlı bir anlatı kaleme aldı. " Yeryüzünün ücra köşelerine, erkek ve kadınların bir romans hayatı sürme­ yi bırakmadığı yerlerine" doğru serüven çağrısını dilinden dü­ şürmeyen Smiıh, epeydir ilgisini çekmekte olan Balkanlar'ın yolunu tutmaya karar verdi. Hiç görmemiş olanlar için Balkanlar karanlıkta kalmış gizeml i topraklardır; görmüş olanlar içinse, çok daha gizemlidir. . . Ki­ şi, bir anlamda, büyünün, gizemin bir parçası olur, her şey gözünü kamaştırır. Kahvehanede içilen sabah kahvesinin ar­ dından uzanıp yatma alışkanlığını öğrenir, ıanıdığı bir adamla karşılaştığında şaşırtıcı olan, konuşulanların en azından yarı­ sının fısı ltıyla söylenmesidir. Gerçek serüvcnciliğin özü olan e n trikacılık, dolap çevirme, gizem, gözü pek ve gözü kara davranma, bugüne dek Balkanlar'ın ruhu olmuştur.44 · Tıpkı Şark'La olduğu gibi, burada da Ortaçağ'a gizemli bir kaçış vardır, ancak, oryantalizmin bariz cinsellik temalarına, tüyler ürpertici dehşet sahnelerine rastlanmaz. Bu düpedüz er­ keklere yönelik bir çağrıdır. Ortaçağ şövalyeliğini n , silahların ve çevrilen dolapların albenisine dayanan bir çağrı. Belgrad'a ilk kez ayak bası nca Bal kanlar'ı d uyumsarsınız, diye yazar Smith: "Entrika, soluduğunuz havadadır. Belgrad kahvehanele­ rini dolduran kalabalıklar suikastçilere benzer. Her tarafta as--- ------ 44 Anhur D. llowden Smiıh, Fighıing ıhr "fürhs in ılır Ballwm, An Amnirnrıs Ad­ venture wiıh the Macedonian Revoluıionarirs, New York ve Londra: G. I' Puı­ nam's, 1 908, 1 -3, 24. 39 kerlu görülür."45 Bununla birlikte, Smith'inki, Balkanlar'ın "er­ kekliğine" olumluluk yükleyen pek az örnekten biridir. Hemen hemen bütün anlatılarda, alışıldık Balkan erkeği uygarlık dışı, ilkel, kaba, gaddar olarak canlandırılır ve saçı başı darmadağı­ nıktır. Smith'in anılarıyla aynı dönemde kaleme alınmış Herbert Vivian'ın kitabında, Makedonya'daki "Eşkıyalık" başlıklı bölüm, Balkanlar'ı Ortaçağ'dan kurtulamamış bir yer olarak tanıtarak başlar; ona göre eşkıyalar Ortaçağ'a daha uygun düşmektedir, "Sir Walter Scott'un ruhuyla buluşmuş ve bir dedenin yeni ma­ sallarını ortaya çıkaran biri" gibi hissetmiştir kendisini. Kaleme aldığı bu bölümün sonunu, gelecek kuşakların bütün bunları Ortaçağ söylencesi olarak görebileceğini belirttiği, geçmişe özle­ mi çağrıştıran sözlerle noktalar: "Hiç kuşkusuz dünya, uygarlı­ ğın birörnekliğine bürünerek övünecek, fakat o zaman da gez­ ginlere serüvenci yolculuklara çıkma fırsatı kalmamış olacak­ tır." Öte yandan, özenle kontrol edilen bu söylemi canlandır­ mak için seçmiş olduğu fotoğrafta, saçı başı darmadağınık Ma­ kedon bir eşkıya, ya düşmanı ya da arkadaşı olan, yine kendisi gibi darmadağınık iki kişinin kafasını elinde göstererek gözleri­ ni tek bir noktaya dikmiş durmaktadır.46 Araştırma nesneleri için kadın metaforlannı kullanan standart oryantalist söylemin tersine balkanist söylem, münhasıran erkeğe dayanır. Smith'in imgelemini harekete geçiren kadın, ısrarla "tam an­ lamıyla kadın" olduğunu ileri sürmesine karşın , o dönemde bariz bir şekilde erkeksi sayılan nitelikleriyle onu etkilemişti. Bu kadın Makedonya'nın bir köyünde doğmuş, Sofya Üniver­ sitesi'nin tıp bölümünü bitirmiş ve Türklerin düzenlediği bir saldırıda kocasını ve iki erkek kardeşini yitirdikten sonra Ma­ kedon çetelerinde hemşirelik ve doktorluk yaparak hizmet vermiş Tsveta Boyova adlı bir Bulgar'dı. Smith , gümüş takımı yetersiz sayıda olduğu için her tabaktan sonra kullandıklarını yıkamak zorunda kalan böyle bir kadının konuklarına üç çeşit yemek sunmasından pek etkilenmişti: 45 lbid., 1 0- 1 1 . 46 Herberı Vivian, Thc Servian Tragcdy, wilh Somc Imprcssions of Maccdonia, Londra: Grant Richards, 1904, 252-253, 267. 40 Uygarlığın ne demek olduğunu unULmaya yüz tutmuş ve yol arkadaşları gibi bir fraka boş boş bakacak duruma gelmiş bir adam için, Tolstoy'u, Gorki'yi, Bebel'i, Cari [ yazıldığı gibi ak­ tarılmıştır - yazarın notu] Marx'ı ve sosyalizmin önderlerini A'dan Z'ye bilen, Shakespeare'i yalnızca bir ad olarak belleme­ miş, anlamını kavramış, tiyatro ve modern toplum üzerine görüşleri olan, devrimci fakat ilgi çekici bir kadının elinden saat beşte ikindi kahvesi içmek, bilinmezlikler dünyasından bir varlıkla karşılaşmak gibiydi.47 Kadını, nevi şahsına münhasır bir Jeanne d'Arc diye betim­ leyen Smith, besbelli ki Boyova'nın tanımlanamaz niteliğinin etkisinde kalmıştı: "Yüreklilikte ona denk ne bir adam tanı­ . dım, ne de bir kadın. Onda, ke ndisini çarpıcı kılan bir şey, ta­ nımlanamaz bir taraf vardı."48 Ne var ki , Smith'inki gibi ender rastlanan bir istisna niteliğindeki anılarda bile Balkanlar'ın gi­ zemi n o ksa n kalmıştı. l 907'de Sof ya'ya vardığı nda ke n t i n elektrikle aydınlauldığını, telefonlarla donauldığını, troleybüs­ lerin işlediğini ve sıkı bir güvenlik örgütü bulunduğunu gör­ dü, bu, "pitoresk olanı arayan bir turisti hoşnutsuz" edebile­ cek bir durumdu. Yine de, bu düş kırıklığı yüzeyseldi. Sofya, Eski Dünyalı olmanın verdiği albeniyi, Doğu'nun baha­ ratlı kokusunu yitirecek denli uygarlaşmış değil. Bazı alanlar­ da uygarlık yaldızı yalnızca yüzeyde görünüyor, diğerlerin­ deyse belli belirsiz kalmış. Trenden inip Sofya'nın basık, te­ miz, .sarı garındaki platforma adım attığınızda, Avrupa geride kalmıştır; artık Şark'ın gölgesinde duruyorsunuzdur.49 Öyleyse, Balkanlar'a gizemli havasını veren onun kendi içsel yapısı deği l , Şark'ın yansıyan ışığıdır. i nsanın yeni bir Latince söz uydurası geliyor: Lux Balcanica est umbra Orientis [ Balkan ışığı Doğu'nun gölgesidir] . Balkanlar'ı romantikleşti ren yuka­ rıdaki tek örnek dışında, oraların çağrıştırdığı imgeler çoğun- 47 Smiıh, Fighting ıhe Tıırhs, 3 1 5-3 1 6. 48 lbid., 3 1 1 . 49 lbid., 9. 41 lukla şiirselliklen uzaklır. Durham da Balkanlar'a "evdeki acı­ ları bir süre olsun unutmak" amacıyla gitmiş, ancak ta en ba­ şından i libaren Balkanlar'da "çok renkli ve eğlendirici insan­ larla dolu, hikayeler devşirilecek mutlu bir av sahasından" da­ ha fazla bir şey ne görmüş ne de beklemiştir. Onun diline do­ ladığı nakarat, Balkanlar'ın kanla yazılmış opera bouffe [ fars ni­ teliğinde, hafif opera] olduğudur.50 Balkanlar'la ilgili hemen hemen bütün betimlemelerin temel özellik olarak gösterdiği, geçiş statüsüydü. Balı ve Doğu çoğu zaman birbirine karşıt kendilikler, karşı-dünyalar, fakal yetkin­ leşmiş karşı-dünyalar olarak sunulur. Said, kendi çalışmasını "yüzyıllardır Doğu'yu Batı'dan ayıran , köprü kurulamaz sayılan uçurumun yeniden düşünülüp ele alınmasına dayanmaktadır" diye anlalır.51 Öle yandan, Balkanlar her zaman bir köprü ya da kavşak imgesi çağrıştırmıştır. Bölgenin eğrelilemesi olarak köp­ rü , lvo Andriç'in külliyatıyla o denli iç içe geçmiştir ki, insan gerek dışarıdan kimselerin yaptığı belimlemelerde, gerekse bü­ tün Balkan edebiyallarındaki ve günlük konuşma dilindeki kul­ lanımının bayağılık sınırına vardığını unutacak gibi olur. Bal­ kanlar, Doğu ile Balı, Avrupa ile Asya arasında bir köprüyle kar­ şılaştırılmıştır. Yüzyılın başlarında bir lngiliz yazar Yunanlıları anlamğı eserinde Balkanlar'ın statüsünü şöyle özellemiştir: Bir Yunanlı , Fransa ve l ta lya'ya giderken Avrupa'ya gittiğini söyler. Yunanistan'ı görmeye gelmiş ya da orada yaşayan l ngi­ l izleri, Almanları ya da diğer pek çok Batılı'yı Yunanlılardan ayırmak için Avrupalılar diye bahseder. Yunanistan'daki Batı­ l ılar da böyle yapar. Onlar Avrupalı'dır, demek ki Yunanlı de­ ğildir. . . Yunan insanı ırk ve coğrafya bakımından Avrupalı'dır, ama Batılı değildir [sic] . Bu terimin anlamı budur ve içeriği hem Yunanlılar hem de yabancılarca kabul edilmiştir. O pek çok yönüyle Oryanta\'dir, ancak Oryantalizm'i Asya kökenli değildir. O Doğu ile Batı arasında köprüdür... 52 50 Durham, Twenty Years, 1 2, 44, 53. 51 Said, "East isn't East," 6. 52 Z. Duckett Ferriman, G reecc and the Greelıs, New York: James Pott, 1 9 1 1 , 1 32, 42 Balkanlar aynı zamanda kalkınma evreleri arasında da bir köprüdür, bu da yarı-gelişmiş, yarı-sömürge, yarı-uygar, yarı­ oryantal gibi yaftaları çağrıştırır. lngilizlerin Balkan toprakları­ na yukardan ve tiksintiyle bakışını sergilemesi, bundan başka yarı-oryantal olanları iğrenç bulan lngiliz diplomatlarının uy­ garca dobralıklarını nezih bir dille göstermesi açısından gerçek bir başyapıt olan 1925 tarihli kısa yazısında Durham şöyle der: Bir lngiliz açısından Balkan elçiliğinde görevli olmak, pek ya­ k ında Avrupa'nın bir başka bölgesindeki daha hoş bir yere atanıp kurtulmayı umut ettiği güç bir durumdur. Bir konso­ los, yerel dili öğrenmemeyi daha akıllıca bulur, o dili bilme­ nin kendisinin bu dayanı l maz delikte daha uzun süre tıkılı kalmasına yol açacağına i nanırdı [ . ] Diğer yandan bir Rus . . açısından, Balkan görevinin önemi büyüktü; l ngiliz'e iğrenç gelen yarı-Oryantal entrika havasını taze bir soluk sayardı; herhangi bir Slav dilini anlamak onun için sorun değildi.53 Balkanlar'ı n , yarı-sömürge, fiili sömürge, belirgin sömürge özellikleri taşısa da, tümüyle sömürge olmayan statüsü daha yakından incelenmeyi hak eden bir kon udur. Kabul edilmelidir ki, sömürgecilik ve tahakküm kategorileri özünde eşanlamh olarak ele alınabilir. W E. B. Du Bois'ya göre, sömürgeleşmiş ile tahakküme uğrayan arasındaki h u kuki ayrım önemsizdir: "Yurttaşlık haklarından yoksun bırakılmış yedi yüz elli milyon­ luk sömürge nüfusa ek olarak, çeşitli ulus ve topluluklarda fi­ ilen sömürge konumunda yaşayan ve hiçbir biçimde özgür ve bağımsız devletler o luşturmayan yarım milyarlık bir nüfus var­ dır." "Özgür devletler" ibaresi, baskı ve manipülasyon gerçekli­ ğini örtbas eden bir kurguydu: "Balkanlar'daki Macaristan , Ro­ manya, Bulgaristan, Yugoslavya, Arnavutluk ve Yunanistan adlı 'özgür devletler'de 60.000.000 insan yaşar. Bunlar Avrupa'nın Kari Emil Franzos tarafından daha önce belirtilmiş bir nokta: Aus Halb-Asirn, Culturbilder aus Galiı:: ien, der Buhowina, Sıldrusland und Rumanien, Leipzig: Verlag von Breitkopf und Hiirtel, 1878. 53 Mary Ediıh Durham, Tlıe Sarajevo Crime, Londra: George Ailen and Unwin, 1925, 1 1 . 43 çoktandır 'nüfuz alanlan' kurmayı tasarlamakta olduğu cahil, yoksul ve hastalıklı bir kitleyi oluşturur." 54 lşte bu söylem, oryantalizm nosyonunu birçok Balkan aydı­ nının gözünde çekici kılmaktadır. Bu aydınlar, fazla acelecilik ederek oryantalizmi Balkanlar'ı da içine alan bir model haline getirmektedir. Hukuki ayrım sorununa gelince, onu pek hafife almamak gerekir. Sömürgecilik ve emperyalizm gibi tarihsel olarak tanımlanmış, belirli bir zamana özgü ve sınırlı kategori­ ler ile iktidar ve tahakküm gibi tarihsel sınırları belirsiz, çok ge­ niş nosyonların iç içe geçirilmesine karşı çıkışımın tek nedeni, tarihsel özgüllüğe önem verişim değildir. Birinci neden, oryan­ talizm ve sömürgecilik sonrası üzerine tartışma alanından Bal­ kanlar'ın neden dışlandığını açıklamada formel farklılığın kritik önem taşımasıdır. Fakat dışlanmasa bile burada asıl sorulması gereken, maduniyet [sııbaltem l ve sömürgecilik sonrası üzerine (Hindistan için geliştirilen ve genişletilip Afrika ve Latin Ameri­ ka'ya uyarlanan) araştırmaların metodolojik katkısının anlamlı olarak Balkanlar'a uyarlanıp uyarlanamayacağıdır. Sözün kısası, Avrupalı olmayan toplumları epistemolojik olarak özgürleştir­ mek için kullanılan jargona başvurursak, Balkanlar'dan bahse­ derken "Avrupa'yı başarılı bir şekilde bölgeselleştirmek" müm­ kün müdür? Bana göre bu olanaksızdır, çünkü Balkanlar Avru­ pa'dır, birkaç yüzyıldır onun taşra bölgesi ya da periferisi oldu­ ğu kabul edilmekle birlikte, Avrupa'nın bir parçasıdır. Balkan­ lar'ın Avrupa'ya aidiyeti meselesi söz konusu edildiğinde, farklı­ lık coğrafi, ekonomik, siyasal ve kültürel Avrupa'nın sınırları­ nın birbirleriyle örtüşmemesinden kaynaklanmaktadır. Avrupa­ merkezcilik sıradan bir etnosantrizm değil; "kökleri ancak Rö­ nesans'a dek uzanan, 19. yüzyıla dek görül meyen, özgül olarak modern bir olgudur. Bu anlamda, modern kapitalist dünyanın kültür ve ideolojisinin bir boyutunu oluşturmaktadır. "55 Göz ardı edilmemesi gereken ikinci nokta, sömürge olup olmadığını Balkanlıların kendilerinin nasıl algıladığıdır. Orta54 W. E. B. Du Bois, Color and Democracy: Colonies and Peace, New York: Harco­ urı, Brace, 1945, 58, 67. 55 Samir Amin, Euroanırism. New York: Monıhly Review, l989, vii. 44 lığı kaplayan Balkan komplo teorilerine ve karşı karşıya kal­ dıkları yazgı için büyük devletlerden birini veya öbürünü ya da hepsini suçlama eğilimine karşın, mağduriyet hissi pek öy­ le keskin değildir. Belli ölçüde özerk l i k bilinci hep vardır. Kendilerini ezilen , tahakküme uğrayan veya marjinalleştirilen gruplar olarak görenler için , itibari bir siyasal egemenliğin bi­ le varlığı önemlidir; dolayısıyla, başka açılardan anlamsız olan "yarı-sömürge" kategorisinin üretilmesini veya benimsenme­ sini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Açıklayıcı bir kav­ ram olarak anlamsız olsa da, Balkanlar'ın geçiş özelliğini vur­ gulaması bakımından hem nasıl algılandığını hem de kendini nasıl algıladığını göstermeye yarar. Atfedilen bir karşıtlık hakkında bir söylem diye görülen or­ yantalizmin tersine, balkanizm atfedilen belirsizlik hakkında bir söylemdir. Mary Douglas'ın incelikli bir biçimde belirtliği gibi, benimsenmiş sınıflandırmaları alt üst eden ya da onlara ters düşen nesne ya da görüşler, insanları , onları mahkum et­ me esasına dayanan bir kirlenme davranışı sergilemeye yönel­ tir. Douglas, bu alt üst edici ya da çelişki yaratan öğeleri belir­ sizl ik, anomali ya da tanımlanamazlık diye niteler, "Bütün iz­ lenimlerimiz şematik olarak ta başından belirlenmiştir" ve "il­ gilerimizi, örün tü bulma eğilimimiz yönlendirir" şeklindeki genel bir kanıdan yola çıkarak "belli bir sınıfa sokamadığımız rahatsız edici gerçekleri göz ardı eder veya çarpıtır, böylelikle yerleşik varsayımları korumuş oluruz . Gözümüze çarpan her şey, daha algılama anında önceden seçilmiş ve düzenlenmiş­ tir." Douglas her ne kadar anomali (belli bir takıma ya da kü­ melere uymama) ile belirsizlik (iki yoruma açık olma) arasın­ daki ayrımı kabul etse de, ikisini birbirinden ayırmakla pratik bir yarar elde edilemeyeceği sonucuna varır. Böylece belirsiz­ l i k , anomaliyle bir sayılır. Geçiş aşamasındaki kişiler veya olaylar, marjinal olanlar gibi, tanımlanamaz bir nitelik taşıdık­ ları için tehlike sayılırlar: Hem kendileri tehlikededir, hem de başkaları için tehl ike oluştururlar. Önceden var olan kalıplara sokulamayan ya da birden fazla yoruma açık olan olgu ve gö­ rüşler karşısı nda, kişi ne kavramların yetersizliğine göz yuma45 bilir, ne de bazı gerçekliklerin kavramlara uymadığı durumu­ na gerektiği ölçüde eğilebilir.56 William Mil ler'in "Bulgar ve Yunan, Arnavut ve Sırp, Os­ manlı, lspanyol Yahudisi ve Romen'in yan yana yaşamakta" olduğu, ırkların ve dillerin olağanüstü karışımı diye haykır­ masına yol açan, karşılaştığı karmaşıklıktan önce bu ölkedir: " Kısaca, Balkan Yarımadası genel olarak çelişki ler ülkesidir. Her şey mantık açısından beklenebilecek olanın tam tersi­ dir. " 57 Balkanlar'ın bu arada olma durumu , geçiş aşamasında olması , Balkanlar'ı eksik bir öteki haline getirebilirdi; bunun yerine Balkanlar eksik bir benlik o larak inşa edilir. Arnold van Gennep'in çığır açıcı "eşik evresi" [ liminality) kavramını genişletip geliştiren bir dizi yazar, eşik evresi, marjinallik ve alt-benlik [ lowennosl) arasında bir ayrım yapmıştır. Eşik evre­ si baskın bir öz-i mgede önemli değişiklikler gerektirirk e n , marj inallik "baskın öz-imgeyle aynı düzlemdeki" n i telikleri tanımlar. N ihayet, alt-benlik "gölgeyi, yapısal olarak aşağıla­ nan alter-ego'yu" çağrıştırır.58 Balkanlar'ın, alt-benliği n , eksik bir benliğin örneği olarak görülebilmesinin iki nedeni vardır: Irk ve din. Doğu-Batı dikotomisinin versiyon larından biri de, O rto­ doksluk-Katoliklik karşıtlığında tezahür etti. Dikotominin bir tarafı genel olarak Batı Hıristiyanlığı değil, Katoliklik'tir, çün­ kü iki mezhebin arasının açılmasına yol açarak Ortodoksluk'u (ya da Katoliklik'i) hizipçilikle, kiliseye karşı gelme sapkınlı­ ğıyla eşdeğer tutan, Roma ile Konstantinopolis arasındaki si­ yasal ve ideolojik çekişmeydi. Reformasyon, papalığın üstün­ lüğüne karşı ortak savaşta Ortodoks kilisesiyle bir uzlaşmaya 56 Mary Douglas, Purity and Danger. A n Analysis of Concepls of Pollution and Ta­ boo, Harmondsworlh, Middlesex, lng.: Penguin, 1 970, 1 2 , 48-50, 1 1 5 - 1 1 6 , 1 9 1 - 1 92. 57 William Miller, Travels and Politics in t he Near East, Londra: T. Fisher Unwin, 1 898, xvi. 58 Arnold van Gennep, Tlıe Riles of Passage, Chicago: University o f Chicago Press, 1 960; Viclor Turner, The Ritual Process: Structure and Anti-Structure, Chicago: Aldine, 1 969; Nathan Schwartz-Salanı ve M urray Sıein, ed., Limina­ lity and.Yransitional Phenomena, Wilmene, ili.: Chiron, 1 99 1 , 40-4 1 . 46 varmak üzere başarısız girişimlerde bulundu. Muhayyel bir Doğu Ortodoks kendiliğine karşı, genel bir Batı Hıristiyanlığı nosyon u, teolojik bir kavram deği l , nispeten geç dönemde oluşturulmuş k ü l türel bir kategoridir, ayrıca Toynbee veya Huntington'da olduğu üzere, j eopolitik rekabetleri ve sınırları meşrulaştırmak, bunların gerçek niteliğini görünmez hale ge­ tirmek üzere yakın geçmişte üretilmiş bir siyaset bilimi kate­ gorisidir. Katolik söylemde, güçlü bir belirsizlik söz konusu­ dur. Bazı aşırı örneklerde Türklerle Yunanlıların aynı kefeye konduğu bir retoriğe rastlanır, ama bu çok istisnai bir durum­ dur. Ortodoksluk ile Katoliklik arasında uzlaşmaya varma ve ortak bir dil yaratma yolunda ciddi girişimler kiliselerden gel­ miştir. Katoliklerde uyandırdığı düşmanlık duyguları bir yana, Ortodoksluk, lslam dinine geçiş inancı olarak görülmemek­ teydi; çoğu zaman vurgulanan nokta Hıristiyanlık (hatta onun Ortodoks çeşitlemesi) ile Müslümanlık arasında geçilmez bir sınır olduğuydu. Said'in oryantalizmi çok belirgin bir şekilde lslam diniyle özdeşleştirilir. Osmanlı hakimiyeti sonundaki Balkan imgeleri­ ni Said türü bir oryantalizm çerçevesinde araştıran Skopetea, Müslüman Doğu ile Hıristiyan Doğu'nun değerlendiriliş bi­ çimleri arasında hiçbir ayrım olmadığını, ayrıca Batı gelene­ ğinde Hıristiyan tekeli olmadığını ileri sürer ve buna göre Bal­ kanlar'ı "doğunun batısı" diye tanımlar.59 Görüldüğü kadarıyla Skopetea, Batı'nın birbiri üzerine aşılanmış değişik tutumları­ nın ve söylemlerinin iki değişkenini aynı kaba koyar: Bunlar­ dan biri dinle, diğeri de sınıfla ilgilidir. lslam'ın değerlendiriliş biçiminde dinsel ötekiliğe (haçlı ruhuyla yadsımaktan Aydın­ lanmacı agnostik bir kabule dek uzanan) net bir tutum takını­ lırken , Müslüman Osmanlı yöneticilerle çok çarpıcı bir sınıf dayanışması uyandıran Osmanlı düzeni karşısında çelişkili bir tutum sergilenmiştir. Bu dayanışma, fakir ve kaba -ama Hıris­ tiyan- türedilere karşı benimsenen yaklaşımla tam bir karşıtlık oluşturur. Söz konusu H ıristiyanlar, Batı'nın alt sınıfları için 59 Skopetea, I Disi, 97-98. 47 kullanılan söylemle neredeyse özdeş söylem içinde tasvir edi­ lir, böylelikle Londra'nın Doğu Yakası ile Avrupa'nın doğu ucu arasında fiilen bir koşutluk kurulur. Irksal bileşen daha karmaşık bir analiz gerektirmektedir. Bir yanda, Balkanlar'ı bir ırk karışımı, ırklar arasında bir köprü di­ ye tanımlayan bir söylem vardır. 19. yüzyılın sonlarına dek gez­ ginlerin anlatılarında Balkanlar'ın melez niteliğiyle ilgili yaygın, fakat üstü kapalı bir şekilde ifade edilen bir tema vardı, bu tema 20. yüzyılın egemen ırksal söylemine pek güzel uyarlanmış ve iki dünya savaşı arası dönemde açıktan açığa ırksal aşağılamala­ ra dönüşmüştür. Diğer yanda, ırk karışıklığı temasına ve önem­ li iç hiyerarşiye karşın, Balkanlar, eninde sonunda temel karşıt­ lığın yüksek tarafında sayılır: Siyah olana karşı beyaz, diğerleri­ ne karşı Ari (Hint-Avrupalı). Bu, aynı zamanda yerkürenin di­ ğer kesimlerinde daha büyük boyutlarda, daha kanlı çarpışma­ lar yaşanırken Yugoslavya'daki savaşa büyük ilgi gösterilmesini de açıklar. Damga üzerine yapılan sosyolojik araştırmaların da gösterdiği gibi "farklılık, tipleştirme sürecinin temel bir parçası­ dır-. En basit şekilde söylersek, farklılıklar tipler arasında ya da içinde görülen çeşitlemelerdir. "60 Benim savım şudur: Oryanta­ lizm (atfedilen) tipler arasındaki farklılığı ele alırken, balka­ nizm tek bir tip içindeki farklılıklar üzerinde durur. Benim balkanizm diye tanımladığım olgu, iki yüzyıl içinde tedrici olarak oluşturulmuş ve Balkan Savaşlarıyla Birinci Dün­ ya Savaşı civarında özgül bir söylemde somu tlaşmıştır. Sonraki yıllarda ek özellikler kazanmışsa da , bu eklemelerin çoğu belir­ leyici olmayıp ayrıntı düzeyinde kalmıştır. Balkanizm, ana çiz­ gileriyle, neredeyse değişmez sayılıp kuşaktan kuşağa aktarıl­ m ıştır, hala aktarılmaktadır. Böylece, Cliff ord'ın "söylemsel sertleşme" diye isabetli bir tanım getirdiği ve Said'in " metinsel tutum" kategorisiyle açıkladığı (yani edebiyat yoluyla· öğrenile­ ni gerçekliğe "atfetme" hatası) bir süreçten geçmiştir.61 N ietzsc60 Stephen C. Ainlay, Gaylene Becker ve Lerita M. Colcman, ed., Tlıe Dilemma of Difference, A Mulıidisciplinary View Sıigma, New York ve Londra: Plenum, 1986, 2 1 . 6 1 Clifford, "On Orienıalism," 264; Said, Orienıalism, 92-94. 48 he bu süreci, ondan çok önce tasvir etmiştir: Bir şeyin saygınlığı, adı ve görünüşü, alışıldık ölçüsü ve ağır­ l ığı, değeri, kökeninde neredeyse her zaman yanlış ve keyfi­ dir. . . bütün bunlar kuşaktan kuşağa gelişir, bunun da tek ne­ deni insanların , ta ki o , giderek şeyin bir parçası olana ve kendi yapısına dönüşene dek ona inanmalarıdır. Başlangıçta görünüş olan sonunda, hemen hemen hiç şaşmaz bir biçimde özün kendisi olur ve böyle kabul görür.62 Balkanist söylem ne denli gelişmiş olursa olsun, entelektüel gelenekleri ya da kurumları aynı düzeyde etkilememiştir. Esas olarak gazetecilik alanında ve gazetecili kl'e i lintili olduğu var­ sayılan (gezi yazıları, siyasal denemeler ve özellikle talihsiz bir melez ürün olan akademik gazetecilik gibi) türlerde yer alır, bu da onun popülerliğini açıklar. Bu türler ideal•tip olarak bal­ kanizmin en önemli kanalları ve koruyucuları olmuştur. Irkçı tutumlardan söz eden Roland Barthes, kolektif temsillerin ve zihniyetlerin ne denli donmuş olabildiklerine, iktidar, basın ve hakim değerler aracılığıyla durağan tutuldu klarına parmak basmıştır.63 Üçüncü Dünya'ya bakıldığında, bası n , sömürge döneminde oluşmuş normatif uygarlık görüşlerine sıkı sıkıya bağlı kalmayı sürdürürken, an tropoloj i ve k ü ltürel eleştiri benzer görüşlerin sonuçlarını sorgulamıştır. Balkanlar içi nse böyle olmamıştır, belki de bunun nedeni, yarımadanın sömür­ ge o l mayan statüsüyle postko lonyal eleşti rinin ve kül tü-re ( eleştirinin ilgi alanının dışında kalmış o lması, ayrıca Balkan antropolojisi ve genel olarak Avrupa antropoloj isinin bir ölçü­ de marjinal konumda kalmasıdır. Akademik söylemin değişik yönl� riyle ilgilenmekle birlikte, genellemeler yapma konusun­ da son derece çekingen davranıyoru m . Balkanlar'ın akademik araştırması sorunu önemli bir temadır, başlı başına ve çok de­ rin bir incelemeyi hak eder. Ondan kaçınmaya çalışmamakla 62 Friedrich N ietzsche, Tlıe Gay Scirnce, Bakii:-Mayden, "Nesting Orientalisms, 9 1 7. 63 Roland Banhes .. .. Bichon chez les negres," Myrhologies, Paris: Ediıions du Se­ uil, 1957, 72-73. .. 49 birlikte , yaptığım araştırma bu noktada daha kesin bir görüşe bağlanmak için yetersiz kalmaktadır. Akademik çalışmayı ge­ nel balkanist söylemin bir parçası görmenin çekici yanı olsa da, akademik bilgi, ideoloji ve propaganda arasındaki ilişkiler o kadar basit ve dolaysız değildir: "Sonunda iki söylem biçimi­ nin farklı olduğu, bili msel bilgi üreti minin popüler mitoloji üretimiyle ancak nadiren kesişen bir çizgide ilerlediği görü­ lür."64 Yine de akademik çalışmaların, balkanizmin etkisinden bütünüyle kurtulamadıkları kesin olmakla birlikte, onun be­ lirtilerine büyük ölçüde direndiklerini söylemek yerinde olur. Bu , Batı'da Balkan araştırmalarını yürüten akademisyenlerin pek çoğunun kişisel olarak şaşırtıcı sayıda önyargı paylaşma­ dığı anlamına değil ; bir bütün olarak akademik söylem kural­ larının bu önyargıları açıkça ortaya koymayı kısıtladığı anla­ mına gelmektedir. Balkanizm büyük ölçüde oryantalizmden bağımsız, belli yönleriyle ona karşın ve onun karşILı olarak ge­ lişmiştir. Bunun nedenlerinden biri j eopolitikti: Balkan lar, Ya­ kın ve Ortadoğu'dan farklı bir stratejik bölge olarak Doğu So­ runu'nun karmaşık tarihi içinde tek başına ele alınmıştır. Sö­ mürge mirasının (sık sık kurulan benzerliklere karşın) bulun­ mayışı bir diğer önemli ayrımdır. Fikirler dünyasında, balka­ nizm bir ölçüde Batı Avrupalıların Balkanlar'daki 'klasik' bek­ lentileri gerçekleşmeyince uğradıkları düş kırıklığına bir tepki olarak doğdu, bu düş kırıklığıysa çoktandır oryantal olandan ayrı olarak kurulan bir paradigma içerisinde oluştu.65 Balkan­ lar'ın egemen Hıristiyan karakteri de uzun yıllar Hıristiyan­ lık'ın lslam'a karşı haçlı seferleri düzenleme potansiyelini bes­ ledi. Balkanlar'ın (Ortodoks) Hıristiyanlığı'nı oryantal despo­ tizmin bir alttürü saymaya, dolayısıyla özü itibarıyla Avrupalı veya Batılı olmayan bir nitelikte göstermeye yönelik pek çok girişime rağmen, genel olarak lslam ile Hıristiyanlık arasında­ ki ayrım esas ayrım olarak görülmeye devam etmiştir. Nihayet, 64 Spurr, The Rhetoric, 73, 75. 65 Martin Berna!, Blaclı Athena: Thr Ajroasiatic Rooıs oj Classical Civilizaıion, c. 1 , The Fabrication of Ancient Greca 1 785-1 985, New Brunswick, N .J . : Ruıgers Universiıy Press, 1987, 189-2 1 5 , 440-44 1 . 50 nevi şahsına münhasır bir Balkan öz-kimliğinin, daha doğrusu öz-kimliklerinin inşası önemli bir ayrım oluşturur. Bunlar, her zaman "doğulu" bir öteki karşısında kurulmuştur. Öteki, coğ­ rafi bir komşu ve hasımdan (çoğunlukla Osmanlı imparator­ luğu ve Türkiye, ama aynı zamanda eski Yugoslavya'da oryan­ talizmlerin gelişmesinde görüldüğü gibi bölge içindeki hasım­ lar) kendi tarihsel geçmişinin bir bölümünün (genellikle Os­ manlı dönemi ve Osmanlı mirası) "doğululaştırılmasına" dek uzanan geniş bir yelpazede yer alır. 51 BiRiNCi BÖLÜM Balka n lar: Namen Jacques: O kadının adından hoşlanmam. Orlando: Vaftiz edilirken seni hoşnut etmek hesapta yoktu ki. SHAKESPEARE, ''As You Like l f' Kedilere ad koymak güçtür Tatillerde oynadığınız oyunlara benzemez Eğer şimdi size, Bir kediye Ü Ç DEC IŞIK AD Koymak gerektiğini söylesem Önce benim kafadan çatlak olduğumu düşünebilirsiniz. T. S. Euor. "The Naming of Cats" Günümüzde Batı akademik kültürünün dil saplantısına uygun düşecek şekilde Balkan hayaleti bir gösterilen değil, bir ad, bir gösterendir. Ferdinand de Saussure'ün düşünce sisteminde gös­ teren ile gösterilen doğrudan ilintilidir, çünkü her ikisi de bir birliğin öğeleridir. Bir yandan bu ikisinin farklılığını ısrarla vur­ gulayan Ferdinand de Saussure, aralarındaki hassas dengenin, önermelerle gerçeklik arasındaki sağlam dengenin ve örtüşme­ nin altını çizmiştir. Poststrüktüralizm, gösterene baskın rol yükleyerek bir hiyerarşi yaratmıştır. Derrida gibi birisi için , söz ile şey ya da düşünce arasında herhangi bir örtüşme olamaz. Onun yerine, gösterenler ile gösterilenler durmadan birbirlerin­ den uzaklaşır, sonra yeni kombinasyonlar içinde yeniden birle­ şirler. 1 Bu açıdan bakıldığında, gösteren "Balkan"ın ilişkiye gir­ diği ilk ve sonraki gösterilen(ler)den uzaklaşacağı öngörülebi­ lir. Gerçekte bu eşi:amanlı bir süreçtir: "Balkan" bir yandan coğrafi gösteren olarak kabul edilip yaygın şekilde kullanılır­ ken, öte yandan gösterilenini ilk akla gelen ve .somut anlamınMadan Sarup, Posı-Structuralism and Posımodenıism, Aıhens, Ga.: University of Georgia Press, 1993, 33 , 53 dan öteye taşıyan toplumsal ve kültürel bir içerikle doldurulu­ yordu. Karmaşık bir tarihsel olguyu içerip belirtmeye başladık­ ça, bu yeni gösterilenin bazı siyasal yönleri çıkarsandı, bunlar da bağımsız birer gösterilene dönüştü. Bunun sürüp giden bir süreç olduğu, Derrida'nın düşüncesi için yalnızca önemsiz bir vargıdır. Gerçekten de "Balkan"a, bir çokanlamlılık [polysemy] örneği olarak yaklaşmak ilginç olabilir. Çokanlamlılık, "'anlam' geniş bir sistemde farklılıkların sonucu olduğu için, belirli bir gösterenin birden çok anlam taşıma biçimini" tanımlamak için kullanılan teknik bir terimdir. Bu nosyonun yaran, "belirli bi­ reylerin ve cemaatlerin, uzaklardan gelen gösterge ve kültürel ürünlerden aktif bir şekilde nasıl yeni anlamlar yaratabildikleri­ ni" göstermesidir.2 Böyle bir arka plan karşısında, gösterene bir­ biri ardınca yeni anlamlar yüklenmesi ve yeniden yüklenmesi serüvenini bütünüyle ortaya çıkarmak büyük önem taşır. Kısa­ cası, 19. yüzyılda basitçe Begriffsgeschichte [kavram tarihi] diye anılacak alanda bir çalışma gerçekleştireceğiz. Öyleyse "Balkan" adının öyküsü nedir? 1 794 yılında lngi­ liz gezgin John Morritt, Cambridge Üniversitesi'ni bitirince Akdeniz ülkelerine bir yolculuğa çıkar. "Antik çağdan kalma görkemli harabelere" duyduğu ateşli merak, onu Londra'dan Avrupa yoluyla lstanbul'a, oradan da Troya, Aynaroz Dağı ve Atina'ya sürükler. Bükreş'ten lstanbul'a giderken Bulgaris­ tan'daki Şıpka Geçidi'nden Balkan Dağları'nı aşar ve kız kar­ deşine yazdığı mektupta şunları anlatır: " K lasik dönemin ya­ şandığı topraklara yaklaşıyorduk. Bir dağın eteğinde uyuduk. Bulgaristan'ı Romanya'dan (antik Trakya) ayıran bu dağı er­ tesi gün aştık. Bir zamanlar adını taşıdığı Haimos'un* heybe­ tini yansıtan bu dağlara bugün Balkan adı verilmesi ne ya­ zık. "3 "Akdeniz tutkunları" ndan ve gelecekte Dilettanti Der2 Simon During, ed., The Culıural Sıudies Reader, Londra ve New York: Rouıled­ ge, 1993, 6-7. (*) Trakya'nın efsanevi kralı. Kendisine Zeus, kansı Rodope'ye Hera adıyla tapı­ nılmasını istedi. ikisi de dağa döniıştiıriıldiıler (Haimos ile Rodop) - e.n. 3 John B. S. Morritt of Rokeby, A Grand Tour. Leııers and Journeys 1 794-96, ed. G . E. Marindin, Londra: Century, 1985, 65. 54 n eği'nin önde gelen üyelerinden olacak biri için, Osmanlı imparatorluğu topraklarının öncelikle "klasik dönemin ya­ şandığı topraklar" olması ve şimdiki zamanı çağrıştıran her­ hangi bir şeyin, en hafif deyişle rahatsızlık yaratması ve bü­ yük antik geleneğe gölge düşürmesi doğaldır. Ne var ki daha sonraki gelişmeler, ne denli rahatsız edici olsa da, göz ardı edilemeyecek bir gerçekti ve layıkıyla kaydedilmeleri gereki­ yordu. Bu mektupla, Bulgaristan'ı doğudan batıya kesen ve Tuna boyunca yükselen sıradağlar, I ngiliz dilinin gezi edebiyatına ilk kez Balkanlar adıyla girmiş oluyordu. Morritt'ten önce ora­ lardan geçenler, yalnızca dağların antik adı Haimos'u (eski Yu­ nanlılar için Aemus; Romalılar için Haimos)4 kullanmışlardı, ondan sonra pek çok gezgin de. Yalnızca adını kullanmakla yetinmeyenler yaklaşık iki bin yıldır sorgulanmayan, Yunanlı­ ların antik tasvirlerini kabul ettiler. Norwich'li bir tıp doktoru ve gezgin olan Edward Brown 1669'da kaleme aldığı popüler ve etkili gezi eserinde, Haimos'un batıya doğru uzandığını, Sırbistan'ı Makedonya'dan ayırdığını ve değişik adlar altında Pontus Euksinus (Karadeniz) ile Adriyatik arasında uzandığı­ nı ileri sürdü.5 lngilizler gibi pek çok Avrupalı gezgin de 19. yüzyıldan ön­ ce klasik terim Haimos'u kullanmayı yeğledi, fakat bunun sı­ radağların tek adlandırması olmadığın ın daha o zamandan ayırdındaydılar. Benim bildiğim kadarıyla, Balkan adının ilk kullanılışına, l talyan hümanist yazar ve diplomat Filippo Bu­ onaccorsi Callimaco'nun (Philippus Callimachus, 1 437-1496) 1 5 . yüzyıldan kalma eserinde rastlanır. Papa 11. Paulus tarafın­ dan cezalandırılan Callimaco, Lehistan'a yerleşir ve Lehistan kralının danışmanı olur. Vladyslav lll. Varnenczyk döneminin tarih yazarıdır, yapıtında diplomatik görevle Osmanlı başken­ tine giderken gördüğü Haimos'un kısa bir betimlemesini de 4 Bkz. Maria Todorova, Ang!iislıi ptıcpiıi za Balhanitc, XVl-plrvaıa cheMrt na XIX v. , Sofya: Nauka i izkustvo, 1987. 5 Edward Brown, M. D., A Bricf Accounı of Somc Travcls in Divcrsc Parts of Euro­ pc, Londra: Benj. Tooke, 1 685. 55 verir. 1490 yılında Papa Vlll. Masum'a yazdığı yazıda Callima­ co, yerel halkın bu dağa Balkan adını verdiğini belirtir: "quem incolae Blochanum vocant. "6 1553 yılında gelecekteki Habsburg imparatoru 1. Ferdinand, Osmanlılarla bir ateşkes görüşmesi yapmak ve Macaristan'la Erdel üzerinde Habsbı.ırg hakimiyetinin tanınmasını sağla­ makla görevlendirdiği diplomatlarını Bab-ı Ali'ye gönderir. El­ çilik görevi verilen kişi 1549 yılından başlayarak Pecs pisko­ posluğunu yürüten Anton Vrançiç'tir. Dalmaçyalı olan Vran­ çiç. Osmanlı fethinden kilçmış ve Habsburglara hizmet verme­ den önce Janos Zapolyai'nin buyruğunda Transilvanya pisko­ posluğunu yürütmüş saygın bir Bosnalı ailedendir. Becerikli bir hümanisttir, ayrıca tarih ve coğrafya konularında pek çok bilimsel incelemenin yazarıdır. 1 553'te lstanbul'u görmeye git­ tiğinde, Viyana ile Edirne arasında geçen yolculuğunu aktar­ mak için tuttuğu ve Haimos ve Haemi montes 'ten sıkça söz etti­ ği günlüğünde, antik çağ yazarlarının yazdıklarını şaşırtıcı öl­ çüde doğru bulup otorite sayarak onlardan alıntılar yapmıştır. Strabon'un itirazını bilmekle birlikte, Vrançiç de en yüksek dağın doruk noktasından bakıldığında Karadeniz'in, Adriyatik Denizi'nin ve Tuna Irmağı'nın görü lebil eceğin i ileri süren Polybius'un ve diğe� coğrafyacıların yazdıklarının doğru oldu­ ğuna değinmiştir. On yılı aşkın bir zaman sonra 1567'de, bu kez tahta yeni çıkmış 11. Selim'le barış antlaşması imzalamak üzere ikinci bir görevle Bab-ı Ali'ye gönderilir. Tuttuğu notlar daha sonra bir araya getirilerek 1 9 . yüzyılda basılır: Diarium legationis nomine Maximiliani II, Ratio itineris, quod est a Viena ad Constantinololum. !kincisi, yerleşim yerleri arasındaki uzak­ lıkları belirten, coğrafi ve diğer yorumların araya serpiştirildi­ ği , Vrançiç'in Haimos'tan Bulgarca adıyla Ztara Planina (Stara Planina, anlamı Eski Dağ) diye söz ettiği ayrıntılı bir yolculuk kılavuzudur. 1 567 yılında onunla birlikte yolculuk eden ltal­ yan Marco Antonio Pigafetti de, Emo'nun Bulgarca adının Sta· 6 Plıilippi callimachi Experienıis ad lnnocrnıium ocıavum Ponıifıum maximum . . . de bel/o Turcis in/erendo oratio, Frankfurt, 1 60 1 . Aktaran Michail Jonov, bropa otnovo oılıriva bılgaritt, So fya: Narodna Prosveıa, 1980, 43. 56 ra planina olduğunu belirtir.7 Aslında Bulgarca adını ilk veren gezgin Vrançiç'tir, çünkü anadilinin Hırvatça olması sayesinde, hiç kuşkusuz yerel dildeki bazı sözleri anlamakta güçlük çek­ memiştir. Stara Planina adı Batılı kaynaklarda nadiren karşımı­ za çıkar, onu kullanan pek az kişiden biri de Gerard Comelius Driesch'tir ( 1 7 18- 1 7 19).8 lmparator il. Rudolf'un lll. Murat'a gönderdiği diplomatik heyetle papaz olarak yer alan Alman Salomon Schweigger, 1 5 77 yılında Balkanlar'dan geçer. Üç yıl boyunca Osmanlı baş­ kentinde kalır, Stephan Gerlach'ın yanında adını en çok, Lut­ her'ciler ile Ortodoks kilisesi arasında bir yakınlaşma sağlan­ ması , dahası Papa'ya karşı birleşilmesi konusunda gösterdiği çabalarla duyurur. Öğrenimini Tübingen Üniversitesi'nde yap­ mıştır, Osmanlı lmparatorluğu'ndaki pek çok Hıristiyan, ltal­ yanca anladığından, Luther'in kısa bir öğreti kitabını l talyan diline çevirmiştir. Almanya'ya döndükten sonra Kuran'ın Al­ manca çevirisini bastırır. 1 570'li yıllardaki gezilerinin günlü­ ğünü tutmuştur, bunlar 1 608 yılında basılır. içerisinde Emum, Hemo ve Hemus terimleriyle söz edilen Haimos'un ayrıntılı bir betimlemesine yer verir. Callimaco'dan sonra dağın Türkçe adı olan Balkan sözcüğünü anan, böylelikle adın bölgedeki yaygınlığını belgeleyen ilk gezgindir. Aynı zamanda, Bulgar­ ca'da (o buna Hırvatça bir isim der) dağa Comonitza [ Komo­ nitza ] adı verildiğini belirten tek gezgin de odur: Haimos 6000 ft. ( l 829 m) yüksekliğinde, demek ki bir buçuk Alman milidir (Plinius, iV kitap). Tarih kitaplarında Büyük ls­ kender'in babası Makedonya Kralı Philippos'un dağın çevre­ sindeki kırlık alanları görmek için Haimos Dağı'na dört günde tırınanıp iki günde aşağı indiğini okuruz. Bu dağın dorukla­ rından Tuna Jrmağı'nın, Adriyatik Denizi'nin, ayrıca ltalya ile Almanya'nın görülebileceğine inanılırmış, böyle bir şey çok 7 Hana Hynkova, Europılische Reiseberichte aus dem 1 5. und 1 6. jahrlıunderl als Quellen Jü r die lıistoıisclıe Geographie Bulgariens, Sofya: Verlag der Bulgarischcn Akadernie der Wissenschaft, 1 973, 38. · 8 Michail Jonov, ed., Nemshi i avstriishi pltepisi za Ballıanile, XVl/-XVll v. , Sofya: Nauka i izkustvo, 1 986, 240. 57 şaşırtıcı olurdu, çünkü Yenedik ya da Adriyatik Denizi'nin adı geçen dağa uzaklığı 100 mili ( 1 60 km) aşmaktadır; Almanya da 100 milden fazla bir mesafededir. Haimos bir zamanlar top­ rağında bulunan gümüş ocaklarıyla ünlüdür, bundan dolayı l talyanlar ona Gümüş Dağı adını verir. Türkler ona Balkan der, yerli halk da Hırvat dilindeki Comonitza adıyla anar.9 Balkan adı bir kez daha 1 582 yılında Martin Grünberg tara­ fından kullanılır, ancak sözü edilen Rodop Dağlarıdır. 10 1 5 73 ile 1 587 yılları arasında yaptığı yolculukları anlattığı manüsk­ riyi 1628 yılında bitiren Reinhold Lubenau, belli ki Schweig­ ger'ın verdiği bilgiler ışığında bu adları Balban ve Komoniza olarak kullanmıştır. 1 1 Balkan adı 1608 yılında Ermeni gezgin Simeon trir Lehatsi [ Polonyalı Simeon ) tarafından da kullanı­ lır. 1 2 Fransızlar arasında bu ad, yanlışlıkla da olsa, ilk kez ola­ ğanüstü elçi Louis Deshayes de Cormanin'in 1 6 2 1 tarihli gün­ cesinde geçer: "Bulgaristan'ı Romanya'dan [antik Trakya'nın Ortaçağ'daki adı ] ayıran bu dağa l talyanlar 'Dünyanın zinciri' der, Türkler de, antik çağ insanlarının Haimos dedikleri bu çıplak yamaçlara nasıl Balkan diyorlarsa, ağaçlarla örtülü bü­ tün dağlara da Dervent [ Derbent] demektedir. " 1 3 Sözün geçtiği tek yer budur, diğer bölümlerde Deshayes, antik Haimos sözü­ nü kullanmıştır. 18. yüzyıl boyunca Haimos ve Balkan giderek yan yana ya da iç içe geçerek kullanıldı. l 740'ta Yüzbaşı Schad "Balkan ya da Haimos Dağı üzerine," veya "Osmanlıların Balkan dedikleri Haimos hakkında" yazmakta olduğunu belirtiyordu . 14 Dub9 Salomon Schweigger, Eine newe Reysbeschreibung auss Teuıschland nach Kons­ ıanlinopel vndjmısalem . . ., Nürnberg: Johşnn Lantz�nberger, 1 608 (phototypic edition Graz, 1 964), 46-47. 10 Jonov, Nemshi. . . XVII-XVIII, 402. 1 1 Beschreibung der Reisen des Reinhold Lubenau, von Wilhelm Sahm, ed., 2 bö­ lüm, Königsberg, 1930, 1 09. 12 Bkz. Agop Ormandzhian, ed., Armenshi ptıepisi za Balhaniıe, XV-XVIII ya: Nauka i izkustvo, 1975, 203. 13 Bistra Cvetkova, ed. , Frenslıi pilepisi za Balhanile, XV-XV/II izkustvo, 1975, 203. 14 Jonov, Nemshi. . ., XVII-XVIII 58 v., 368, 397. v., v., Sof­ Sofya: Nauka i rovnik doğumlu önde gelen bir Avrupalı fen ve bilim adamı olan (Rebecca West'in kendine özgü dil sürçmesiyle "Fransız ansiklopedicilerinin yabanıl lslav versiyonu" diye tanımladığı) Ruggier Boscovich l 762'de bu dağları geçti. Bir Dalmaçyalı olarak Bulgarca'nın bir Slav dili olduğunu anladı ve Balkan adını kullanmayı yeğledi, ancak bunun antik Haimos olduğu­ nu da bilmiyor değildi.15 l 770'lerde Baron François de Tott, sürekli olarak Balkan sözcüğünü kullanırken , on yıl sonra Kont D'Hauterive, Felix, Beaujour ve François Pouqueville hem Balkan'ı hem de Haimos'u kullanacaktı .16 Mechitharist kilisesine mensup Ermeniler, 18. yüzyılda neredeyse yalnızca Balkan adını kullanıyorlardı, oysa antik adın Emos olduğunun da ayırdındaydılar. Hugas Indzhekian ile Stepanos Agonts'un yazdığı ünlü on iki ciltlik "Dünyanın Dört Yönünün Coğrafya­ sı" adlı kitapta, Balkanlar Bulgaristan'ın ortasından geçen ve Venedik sınırından başlayan sıradağlar diye betimlendi; ayrıca dağın bir kolu için diğer gezginlerin eserlerinde karşımıza çık­ mayan bir addan da söz edildi: Çenge. 1 7 1 9 . yüzyılda dağ her iki adıyla da anılıyordu. Avusturyalı haritacı Franz von Weiss'ın 1829 tarihli Avrupa Türkiyesi ha­ ritasında dağa Mons Haimos oder Veliki Balkan Gebirge adı ve­ rilirken, lskir Irmağı ile Pirot arasındaki koluna Stara planina denmekteydi.18 1820'lerde lngiliz gezginleri daha çok Balkan adını kullanmaya başladılar. Haimos adını da tamamen bırak­ madılar ve A. W Kinglake'in Eothen adlı yapıtında yalnızca 1 5 Rebecca Wesı, Blaclı Lamb and Grey Falcon, New York: Penguin, 1 982, 244; R. ] . Bo scow ich Jouma l d'un voyage de Constantinople en Pologne, . . , lozan: Gras­ seı, 1 772. , . 16 Mtmoires de Baron de Toıt sur fes Turcs et les Tartares, c. 2, Amsterdam, 1 784, 1 54-1 55 ; Cveıkova, Frenshi ... , XV-XVlll, 333-336; Jean-Batisıe lechevalier, Vo­ yage de Proponıide et du Pont Euxin, . . . , c. 2, Paris, 1 80 1 , 365-376; Felix Beau­ jour, Voyage militaire dans l'Empire Oıtoman, . . . , c. 1 , Paris: Firmin Didoı, 1 829, 237-248; François Pouqueville, Voyage en Morte, ... , c. 3, Paris, 1 805, 234-248. 17 Ormandzhian, Annenshi, 74, 1 3 1 . 1 8 Carte der Europaischen Tarhey nebst einrnı Theile von Kleinasien i n XXI Blat­ tem. ... , Viyana: Hrsg. von dem k. k. österreichischen Generalquarıiermeis­ ıersıabe, 1 829. 59 "Ba l can" sözü geçmekteydi.19 Klasik yer adlarına pek önem vermeyen Rus "gezginler arasında sıradağlar için yeğ tutulan terim Balkan'dı. 1 808'deki Rus-Osmanlı savaşında Yüzbaşı Aleksander Krasn okutskiy, Sadrazam Alemdar Mustafa Pa­ şa'yla görüşmek üzere Konsıantinopolis'e gönderilmişti. Dağı, biri lslimiye'de [SlivenJ , diğeri Şıpka Geçidi'nde olmak üzere iki kez geçti ve Ballıanshiya gory'nin güzelliğini ve büyüklüğü­ nü dile getirdiği çarpıcı bir eser kaleme aldı.20 Bu terimin giderek daha çok yeğlenmesi önct!leri yalnızca dağın adını etkiledi. 1827 yılında Robert Walsh da önceki algı­ lama yanlışlığını yineleyerek, görkemli dağ silsilesi Haimos'un Venedik Körfezi'nden başlayıp Karadeniz'de son bulmak üzere _800 kilometreyi aşkın bir alana uzandığını belirtti. Artık onla­ ra zorlu dağlar anlamında Balkan denmekteydi. Gezginlerin hiçbirinin yarımadaya Balkan demedikleri görülmektedir. Bu ad yalnızca Haimos Dağı'yla eşanlamlı olarak kullanıma gir­ mişliı:. 1808 tarihli "Goea" adlı çalışmasında Alman coğrafyacı Augusl Zeune Balhanhalbeiland [Balkan Yarımadası ] terimini ilk kez ortaya atıp kullandı. Bütün yarımada için Balkan adını 1827 yılında, ilk kez kullanan lngiliz gezgin yine Walsh'tu , ay­ rıca bu bölgedeki papazların Yunanlı olduklarından ve "Bal­ kanlar'daki" ayin dilinin, güney kesimlerde tümüyle, kuzey­ deyse ezici çoğunlukta olmak üzere onların kendi ana dilleri olduğundan söz etti.21 Balkan'ın (Güneydoğu Avrupa'nın yanı sıra) en sık başvu­ rulan adlardan olmasının nedeni, kesin coğrafi sınırlarla pek ilişkili değildir. Gerçekte, iki bin yılı aşkın süre boyunca coğ19 Roberı Walsh, Naıwlive of a]ounıey from Constantinople to England, Londra: E Wcsıley ve A. H. Da·ıis, 1 828; James Edward Alexander, Esq . , Travels from /11dia ıo England; . . , Londra: Purbu ry, Ailen and Co., 1 827; Captain James Ed­ ward Alexander, Travels to tlıe Seat of War in the East, Londra: H. Colburn and R. Bentley, 1 830; George Keppel, Narrative of a ]ounıey across tire IJallıans, . , Londra: H. Colburn and R. Bentley, 183 1 ; A. W. Kinglake, Eothen , Londra: Cenıury, 1 982. 20 Dncvnyya zapislıi poezdki v Konstantinopol' A.G. Krasnolıuıslıogo v 1 808 godu, Moskova: V tipografii S. Selivanovskago, 1 8 1 5 , 6-9, 1 1 3-1 1 5. 2 1 Walsh, Narralive, 104- 1 05, 1 1 2- 1 1 4. . . 60 . rafyacılar, egemen an tik Yunan inancına bağlı kalarak Ha­ iınos'un Adriyatik ile Karadeniz'i birbirine bağlayan, yarıma­ danın bütününe hakim, onun kuzey sınırını o (uşluran gör­ kemli bir dağ olduğu fikrini korumuşlardı. Balkanlar'daki yer adlarının çogunda olduğu gibi, Ege ve Karadeniz limanların­ daki Yunan koloniciler ile iç bölgelerde yerleşmiş olan Traklar arası ndaki t emas aracılığıyla bu ad, Traklardan Yunanlı lara geçmişli. Yazılı kayıılarda Aimon ta oros olarak görüldü. M.Ö. 5 . yüzyı lda, ilk kez sıradağlar üzerine biraz daha ayrıntılı bilgi veren He redotos'un anlaltıklarındaysa bir belirsizlik söz ko­ nusuydu. 4. yüzyılda yaşayan Sakızlı Theopompos'a göre, ya­ rımada öyle dardı ki, dağın en yüksek doruğundan hem Adri­ yat i k hem de Karadeniz görülebilirdi. Bu öykü yayıldı ve M.Ö. 2. yüzyılda Megalopolis'li coğrafyacı Polybius'un yazdıkların­ da yer aldıktan sonra, antik yazarlar tarafından tekrarlandı. Polybius'un metni bir bütün olarak günümüze kalmamış, baş­ ka yazarlarca parçalar halinde aktarılmıştır. Strabon'un (M.Ö. 63 - M.S. 26) yazdığına bakılırsa, sanki Polybius anlattıklarına kendi gözleriyle tanık olmuştu. Strabon'un çağdaşı Titus Livi­ us'un çalışmalarındaysa, Polybius'un metninde Haimos Ua­ ğı'na ıı rmanan Kral Phil ippos'un öyküsü anlatılmaktaydı. Bu pitoresk öykü, modern dönemde bile sık sık anıldıysa da, pek inandırıcılık kazanmadı. Strabon onun başarılı bir eleştirisini yapmıştı. Dağıri öneminin iki denizi birbirinden ayırmasından ileri geldiği nin altını çizmiş, onu Trakya-Helen dünyası ile Tu.­ na boyundaki barbar toprakları arasında doğal sınır olarak gördüğünü belirtmişti. Romalılar arasında, miladın ilk on yıllarında yazılıp bugüne dek korunmuş en eski Lalin coğrafya kitabı olan , Pomponius Mcla'nın De clwrographia adlı yapııı iki denizin birden görü­ nebilirliğ-i kavramını geliştirdi. Plinius, dağın yüksekliğini 1829 m. olarak verdi, Ptolemaios ise dağın Trakya ile Moesya* arasındaki sınır bölgesi olduğundan söz etti. 4. yüzyılın sonla­ rında Ammianus Marcellinus, dağı Trakya'nın kuzeyini çevre(*) Roma lmparatorluğu'nun bir bölgesi. Bugunku Kuzey Bulgarisıan ile Tuna ve Drina ırmakları arasında yer alır - e . n . 61 leyen görkemli bir doğal yanın daireye benzetti. Balkanlar'ın, kuzeyin sıradağları olarak Karadeniz'i Adriyatik Denizi'ne bağ­ ladığı düşüncesi Bizans döneminde de varlığını sürdürmekle kalmadı, büyük Bizans yazarı ve prensesi Anna Comnena, onun, Adriyatik Denizi'yle kesilmesine karşın kıyı boyunca daha da batıya doğru uzandığına inandığını yazdı. ltalyan hü­ manisti Iobus Veratius da bu görüşü büyük olasılıkla Anna Comnena'dan aldı ve 1 553'te Pirenelerden başlayıp Karade­ niz'deki Mesembria kasabasına dek uzanan görkemli catena m un di'den söz etti. Rönesans boyunca ve daha sonra antik ya­ zarların coğrafya kitapları pek çok kez yayına hazırlanıp basıl­ dı, ortaya koydukları görüşler, eleştiri süzgecinden geçirilmek­ sizin tekrarlandı. Bu yazarlar bilinçli bir şekilde öne çıkarıla­ rak, en büyük otorite sayıldı. l talyan hümanist coğrafyacılar catena m undi ya da catena del mon do'dan, yani dünyanın zinci­ rinden bahsederek, bu dağ sırasının bütün Avrupa'yı dolaştığı­ nı ve Hırvatistan'da bir yerlerde onunla birleşen Balkan Dağla­ rının da bir parçası olduğu inancını dile getirdiler. 18. yüzyılın başlarında Balkan Dağlarının nereye dek uzandığı (Kont Luigi Marsigli ve coğrafyacı Driesch tarafından) sorgulanıp Timok Irmağı sınırında son bulduğu anlaşıldıysa da, bu saptama ege­ men inancı değiştirmeye yetmedi.22 1 808 yılında, yarımadaya adını veren August Zeune, bu inanca bağlılığını hala koruyordu: "Bu Balkan Yarımadası ku­ zeyde Avrupa'nın geri kalanından, kuzeybatıdaki Istria Yarı­ madası'nda Alplerle birleşen, doğuda iki kola ayrılıp Karade­ niz'e doğru giderek alçalan, yeni adıyla Balkan, eski adlarıyla söylemek gerekirse Albanus, Scardus, Haimos uzun sıradağla­ rıyla ayrıhr. "23 Zeune'nin burayı Balkan diye adlandırılmasının 22 Bkz. "Haemos," Paulys Real-Encyclopildie der Classischm Altertumswissensc­ lıaft-Neue Bearbeitung, Stuttgart: J. B. Metzler, 1912, 2221-2226; KonstantinJi­ recek, Die Heersırasse von Belgrad nach Consıantinopel und die Balhanpllsse, Prag, 1 877; Jovan Cvijic, La peninsule ballıanique: gtographie humaine, Paris: A. Colin, 1918, 1 -6; Kari Kaser, Sildosıeuropllische Geschidıte und Geschichıs­ wissenschafı, Viyana ve Köln: Böhlau Verlag, 1990, 94-95. 23 August Zeune, Goea: Versııch einer wissenschafılichen Erdbeschreibung, Bertin, 1808, i l . 62 bir nedeni, Balkan Dağları'nın yarımadanın kuzey sınırı oldu­ ğu yolundaki yanlış kanı, diğeriyse Apenin ve Pirene (lber) yarımadalarına benzer bir ad kullanma isteğiydi.24 Bu büyük yanlışa karşın, dağın somut coğrafyası 1 8 . yüzyıl gezginlerince pek iyi ve doğru olarak öğrenilmiş, belli başlı bütün geçitleri ve dorukları saptanmıştı . 1830'larda Fransız yerbilimci ve coğ­ rafyacı Ami Boue yaygın anlayışı kesinlikle ortadan kaldırdı ve dağın, bandan doğuya (Timok Vadisi'nden Karadeniz'e) 555 kilometre boyunca uzandığını, genişliğinin 20 i le 60 kilometre arasında değiştiğini ortaya koyarak doğru bir betimleme verdi. Ayrıca, La Turquie d'Europe adlı bir eser yazarak, yarımada üze­ rine ayrıntılı bilgiler sundu.25 Balkan adı giderek gözlemcilerin ve yorumcuların sözcük dağarcığına girerken bile, onun tam olarak ne anlama geldiği­ ni bilenler pek azdı . Morritt, antik Haimos'un "küçültücü" takma adının yorumunu yapamadı (belki de yapamazdı). Bal­ kan sözcüğü dağla bağlantılıdır: Pek çok Osmanlıca ve Türkçe sözlük, onun bir dağa ya da sıradağlara verilen ad olduğunu açıklamakla, bazıları bu adı ağaçlarla kaplı dağ, bazıları da sık ormanlarla kaplı kayalık dağlar diye tanımlamaktadır; balkan­ lık hem ormanlık dağları hem de engebeli yüzeyleri anlatır.26 Türkiye'nin kuzeybatısında bugün bile "taşlık yer" için kulla­ nılır.27 Halil lnalcık'a göre, Osmanlılar balkan sözünü ilk önce Rumeli'de genel olarak dağ anlamında kullanmış, kesin coğra­ fi yapıyı belirlemek için de yanına ek adlar ya da sıfatlar koy­ muşlardır: Balkan sıradağlarının Karadeniz'e doğru alçalan do­ ğu uçtaki kısmına Emine Balkan; ana dağ silsilesine Koca Bal­ kan; Şumla'nın (Bulgaristan'daki adı Şumen) kuzeyine doğru düzlüğe uzanan dağ burnuna Küçük Balkan; Karpatlara da 24 Francis W (arter, " l ntroduction to the Balkan Scene," An Historical Geog­ raphy of the Ballıans, Londra: Academic, 1977, 7. 25 Ami Boue, La Turquie d'Europe, . . . , c. 1-4, Paris: Arthus Bartrand, 1840. 26 james W Redhouse, A New Turkish and English Lexicon, Beyrut: Librarie du Liban, 1974; Redhouse Yeni Tılrhçe-lngili;z:ce Sô;z:lalı, lstanbul: Redhouse Yayı­ nevi, 1968. 27 Sôz Derleme DepXisi, c. 1, lstanbul, 1939, 1 59. 63 Unguru (Macar) Balkan denirdi, daha başkaları da vardı.28 As­ lında Emine Balkan "Haimos Dağı"nın Osmanlıca'daki tam karşılığıdır: Osmanlılar, Bizans'ın "Aimos," "Emmon" ve " Em­ mona" sözcüklerinden "Emine"yi türetmişlerdir. Bu ad belli bir kesinlik kazandırılmadan, giderek antik ve ortaçağ coğraf­ yacılarının Haimos'u için kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Arşivi'nde bulunan 1 565 yılından kalma bir belgede, Balkan sözcüğü yeni bir derbentçi köyünün (bugün Bulgaristan sınırlarındaki Triavna) kurulduğu bir dağ adı olarak geçer.29 "Balkan" sözcüğünün ve. adının , yarımadaya Osmanlı Türk­ lerinin gelişiyle birlikte gi rmiş olduğu yaygın olarak kabul edilmektedir. lnalcık, değişi k etimoloj iler arasında Eren'in Farsça-Türkçe köken açıklamasını tercih eder: Buna göre, söz­ cük, "çamur" anlamına gelen balk'a Türkçe küçültme eki -an eklenerek oluşturul.muştur. Sözcüğün Osmanlı öncesi dönem­ de kullanıldığını gösteren hiçbir belge yoktur, oysa Türk ya da Türk-Fars aşiretlerin yarımadaya yerleşmiş oldukları ya da bu­ radan gelip geçtikleri bilinmektedir: 7. yüzyılın sonlarında Bulgar devletini kuran Bulgarlar, Peçenekler, Uzlar, 1 1 . ve 13. yüzyıllar arasında Macaristan, Bulgaristan ve Romanya tarihi­ ne önemli katkılarda bulunmuş olan Kumanlar. Diğer yandan, Balklıan terimi, Hazar Denizi'nin doğusunda, 1 1 . yüzyıldan başlayarak Türkmen aşiretlerinin yoğun olarak yaşadığı bölge­ de bulunan iki sıradağın adı olarak karşımıza çıkar.30 Buysa, adın Osmanlı öncesinden kalma (etimoloji açısından büyük olasılıkla, büyük, yüksek, görkemli ev anlamına gelen Farsça "Bala-Hane"den türeme) olduğu ve yarımadaya 1 1 . ve 1 2 . yüz­ yıllarda geldiklerinde kendilerine Balkhan sıradağlarını çağrış­ tıran Haimos'a bu adı uyarlayan Kumanlar, Peçenekler ve di­ ğer Türk aşiretlerce getirildiğini yolunda, daha az taraftar bu28 Halil inalcık, "Balkan," Tlıc Erıcyclopedia of lslam, yeni baskı, c. 1, Leiden: E. J. Brill, 1 960, 998- 1 000. 29 Machicl Kici, "Gramota za osnovavaneto na grad Tryavna," Vrkove, 72-75. 30 W. Barıhold-B. Spuler, "Balkan," The Encyclop,dia of Islam, 1 002. 64 c. 3, 1984, lan bir varsayımın ortaya a tılmasına yol açmıştır.31 Son olarak adın proto-Bulgar kökenli olduğu yolunda, bilimsel dayanak­ tan yoksun bir sav da vardır. Bu savdan yalnızca şu nedenle bahsediyoruz. Bu sav bugün yeniden canlandırılmaktadır ve Bulgarlar arasında söz konusu nosyonun ne denli önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.32 Antik coğrafi yanlışlığın yerleştiği sıralarda, Balkan sözcüğü henüz egemen ya da yaygın tanım olmamıştı. Ancak 19. yüz­ yılın ortalarında daha çok sayıda yazar bütün yarımada için bu adı kullanmaya başladı, yine de "Hellen," "llirya," "Dardan­ ya ," "Roma," "Bizans," "Trakya" gibi Eskiçağ ya da Ortaçağ geçmişini çağrıştırıcı adlar yanında öncelik kazanamıyordu. 1878 Berlin Kongresi'ne dek en sık kullanılan "Avrupa Türki­ yesi," "Avrupa'daki Türkiye," "Osmanlı lmparatorluğu'nun Avrupa yakası," "Avrupa Akdenizi," "Doğu Yarımadası" gibi adlandırmalar Osmanlı lmparatorluğu'nun yarımadadaki var­ lığını çağrıştıracak biçimde türetilmişti. Azınlıkları temel alan adlandırma da giderek yaygınlaşmıştı: "Yunan Yarımadası ," "Slav-Yunan Yarımadası," "Güney Slav Yarımadası" vb.33 Bal­ kan, bölge halkının kendi yaşadığı yere verdiği yaygın coğrafi ad da değildi. Osmanlı yöneticileri için orası "Rum-Eli," yani sözcük anlamıyla "Romalıların, yani Rumların toprakları ," "Rumeli-i Şahane," "Avrupa-i Osmani" idi. Yine de, "Balkan" adı büsbütün silinmedi. 19. yüzyılın ikinci yarısında "Balkan Yarımadası" ya da kısaca "Balkanlar" giderek "Avrupa Türkiyesi"nin yerini alıyordu. Felix Kanitz 1 8 79'da 31 I hsan Gürkan, ''.Jeopolitik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye Geçmi­ şin Işığında Geleceğe Bakış," Balkanlar, lstanbul: EREN, 1993, 260. 32 Todor Nenov ve Georgi Chorchomov, Stara planina. Pltevoditel, Sofya: Meditsi­ na i fizkultura, 1 987, 7; Petlr Koledarov, "The Medieval Maps as a Source of Bulgarian Hisıory," Bulgarian Historical Rcview, no. 2 1 982, 96- 1 1 O; Pettr Ko­ ledarov, Politicheslta geograjiya na srednovckovnata bllgarska dlrzhava, Sofya, 1 979; "Stara planina," Entsikloptdiya Bllgariya, c. 6, Sofya. Btlgar� ka akademi­ ya na naukiıe, 1 988, 420; Plamen Tsvetkov, A History of thc Balkans . . . , c . 1 , Lewiston, N.Y.: Edwin Mellen, 1993, 5. . · 33 Besim Darkot, "Balkan," lslam Ansiklopedisi, lstanbul: Maarif Matbaası, 1943, 280-283; Kaser, Sadosteuropılischc Geschichte, 9 1 -92; P. Deliradev, Ot Kom do Emine (po biloto na Stara-planina) , Sofya: y.y.• 1934, 9- 1 3 . 65 yeni ufuklar açan Donau-Bulgarien und der Balkan [Bulgar Tu­ nası ve Balkanlar] adlı yapıtını yayımladı, W Tomacheck'in 1887 yılında bile Hamus-Halbinsel [Hamus Yarımadası] üzeri­ ne yazmakta diretmesi, akademik eksantriklik olarak görül­ dü.34 Bir başka yazar, 1 880'lerde ABD'nin Osmanlı lmparator­ luğu'ndaki tam yetkili elçisi Samuel Cox, bu ikisini birbirin­ den ayırdı ve imparatorluğun sayısız ve görkemli dağlarından "Atlas Dağları ve Kafkaslar, . . . Pelian ve Haimos, Karpatlar ve Balkan sıradağları" diye söz etti, ancak coğrarya hiçbir zaman Amerikalıların güçlü oldukları bir alan olmamıştır.35 1 893'te ve yine 1 909 yılında, Zeune'nin işlediği yanlışlığı düzeltmek ve Balkan Dağlarıyla ilgili yeni ve doğru coğrafi bil­ giye işaret etmek amacıyla, Alman coğrafyacı Theobald Fisc­ her, yarımadanın Sadosteuropa [ Güneydoğu Avrupa ] diye ad­ landırılmasını önerdi. Südosteuropclische Halbinsel [ Güneydo­ ğu Avrupa Yarımadası ] terimi aslında 1 863 yılında, ünlü Bal­ kan uzmanı, bilim adamı ve diplomat johann Georg von Hahn tarafından ortaya atılmış, ne var ki girişimi sonuçsuz kalmış, yalnız William Miller, büyük olasılıkla ondan bağımsız olarak, iki kavramı -Balkan Yarımadası ve Güneydoğu Avrupa- eşan­ lamlı kullanmıştı. Miller, yarımada topraklarını "Yakındoğu" diye de adlandırıyordu, Balkanlar'da yaşayanların Batı'ya yol­ culuklarından "Avrupa'ya gitmek" diye söz etme alışkanlıkla­ rını bilmesine karşın, Balkanlar'ı Avrupa'nın ayrılmaz bir par­ çası sayıyordu.36 Amerikalı gazeteci Edward King 1 885'te Bal­ kan Yarımadası adını kullandı, ayrıca yazılarında "Avrupa'daki Türkiye" nitelemesine de yer veriyordu, ama genellikle "Gü34 Felix Ph. Kaniız, Donau-Bulgarien und der Ballıan . . . . . Leipzig: H. Fries, 18751 879; W. Tomaschek, "Zur Kunde der Hamus-Halbinsel," Sitzungsberichte der Kaiserlichen Ahademie der Wıssenschafırn in Wien, 1887. 35 Samuel S. Cox, Diversions of a Diplomat in Turlıey, New York: Charles L. Webster, 1887, xiii. 36 Theobald Fischer, "Die südosıeuropiiische (Balkan) Halbinsel, ed. A. Kirch­ hoff," Uıııderlıunde von Europa. c. 2, bölüm 2, Viyana, Prag ve Leipzig, 1893, 66; "Südosıeuropaische Halbinsel eder Südosıhalbinsel," A . Scobel, ed., Geog­ raplıisches Handbuch . . . ., c. l , Bielefeld ve Leipzig: Velhagen and Klasing, 1 909, 7 1 3; Miller, Travels and Politics, ix, xiii, 87, 3 14. 66 ney-Doğu Avrupa"dan söz etmeyi tercih ediyordu.37 1 9 1 9 ka­ dar yakın bir tarihte, Arnavut Christo Dako "Arnavutluk, Ya­ kındoğu kilidini açacak başlıca anahtardır; ltalya ve Avusturya ile diğer Balkan ulusları arasındaki imrenilen elmadır" derken Yakındoğu'yu Balkanlar'la eşanlamlı kullanmıştı.38 20. yüzyıla girerken, Balkanlar'a giderek siyasal yananlamlar yüklenmeye başlandı. Kullanımı öyle yaygındı ki , 1 9 1 8 yılında Sırp coğrafyacı ]ovan CvjiC, terimin yanlış kullanımının farkı­ na varmakla birlikte, onu yarımada üzerine büyük çalışmasın­ da kullandı. l 9 1 8'den sonra coğrafi anlamındaki yetersizliği ve içi boşaltılmış olması bakımından uzun süredir saldırılarla karşı karşıya kalan "Balkan Yarımadası" sözünün kullanımı belirgin bir biçimde azalmaya başladı, ancak ortadan silinme­ d i , bu durum özellikle Almanca literatür için geç erlidir. l 929'da coğrafyacı Otto Maull "Güneydoğu Avrupa"nın yarı­ mada için uygun ad olduğu fikrini işledi.39 Mathias Bernath'ın sözleriyle, Südosteuropa, "Tuna monarşisiyle Osmanlı Balkan­ lar'ı arasında duran, artık geçerliğini yilirmiş tarihsel-siyasal ikiliği ortadan kaldırarak yansız, siyasal ya da ideolojik olma­ yan kavram"40 olmak zorundaydı. l 930'lu ve 1 940'lı yıllarday­ sa sözde yansız olan bu terim Almanca kullanımıyla enikonu gözden düştü. Südosteuropa Nazilerin jeopolitik görüşlerinde önemli bir kavrama dönüştü ve onların dünya düzeninde, Wirtschaftsraum Grossdeutschland Stidost "Büyük Alman lmpa­ ra torluğu'nun güneydoğudaki doğal ekonomik ve siyasal uzantısı" olarak yerini buldu.41 37 Edward King, Europe in Storm and Calm . . . . . Springficl<l. Mass.: C. A. Nichols, 1885, vii-viii, 669-670, 688, 790. 38 Christo A . Dako, mes, 1 9 1 9, 1 32. Albıınia. Tlıe Master Key ıo ılıe Near Eası, Baston: E. L. Gri­ 39 Otto Maul l , "Landerkunde von Sü<losıeuropa," ipzig ve Viyana: f'ranz Deuticke, 1 929, 299. Enzylılopedie der L'.rdkunde, Le­ 40 Mathias Bernath, "Sü<losteuropiiische Geschichıe als gesonderte Dısziplin," Forsclıungen zur osıeuropaisclıen Gesclıiclııe, Berlin: Südosıeuropa- lnstitut ve Wiesbaden: O. Harassoviız , 1 973, 1 42. Südosıeuropaisclıe Gesclıiclııe, 1 06; Paul Ruhrbach, Balkan-lürlıei: Eine Sclıicksalszone Europas, Hamburg: Hoffmann und Campe Verlag, 1 940, 82. 4 1 Kaser, 67 Amerika Birleşik Devletleri'nde de, yansız bir kategorinin (Güneydoğu Avrupa) yerine uzlaşılmış bir kategoriyi (Balkan) kullanma fikri, iki dünya savaşı arası dönemde bir Bulgar yazar tarafından Balkan Birliği üzerine .y.azılan bir kitapta ortaya atıl­ dı.42 Ana teması, 1930'lardaki Balkan konferansları sırasında Balkanlar'daki uzlaşma hareketini betimlemek üzere kullanılan bir kavramdı: Balkanlar'ın balkanlıktan uzaklaştırılması (debal­ hanization). Gerek Theodor Geshkof gerekse onun kitabının önsözünü kaleme alan Amerikalı yazar, Balkanlar ve Güneydo­ ğu Avrupa terimlerini eşanlamlı, "Balkanlar" ve ondan türetil­ miş olan "balkanlaşma" sözcükleriniyse kınayıcı anlamda kul­ landı . Görünürde yansız bir "Güneydoğu Avrupa" terimine başvurulmasının, Almanca karşılığı "Südosteuropa"nın Nazi­ lerce fazlaca kullanılıp lekelendiği döneme rastlaması ironiktir. Bu durum, muhayyel Batı'nın değişik dil geleneklerinin, birbir­ lerinden ne kadar bağımsız geliştiklerini, ayrı söylemlerdeki kavramların evriminden hiç haberdar olmadıklarını gösterir. Bükreş'te kurulacak Balkan Araştırmaları Enstitüsü'nün programını belirleyen Victor Papacostea, 1936 yılında, inanç­ ları antik Yunan'ın tiyatrosuyla müziğini, Platon'un düşüncele­ rini besleyen, aralarında Aziz Pavlus'un en büyük ruh zaferine eriştiği, Roma'ya sayısız imparator ve devlet adam.ı yetiştiren kimselerin, bölgelerine nasıl olup da Türkçe bir ad Verildiğini, hele önemsiz bir dağla adaş olmasını, "böylesi haksız bir ad­ landırmayı" asla anlamayacaklarını belirten ateşli bir yazı yaz­ dı. Ne var ki, Papacostea şunu da kabul etmekten geri kalma­ dı: "Bizlerin eleştirisine ve çekincelerine karşın, bu adın değiş­ tirilmesi olanaksız görünmektedir." Yarımadaya verilebilecek diğer olası adlan gözden geçirdikten sonra "Balkan teriminin kalıcı olacağı" sonucuna vardı. "Ne de olsa 'dağlık yarımada' terimi, bütün Avrupa yarımadaları arasında en dağlık olanının coğrafi gerçekliğine uygun düşmektedir. "43 42 Theodore 1. Geshkof, Balkan Union: A Road ıo Peace in Souıheasıem Europe, New York: Columbia Universiıy t'ress, 1 940. 43 Vicıor Papacosıea, · Civilizaıie rom4neasclı şi civilizaıie balhaniclı, Studii isıori­ ce, Bükreş: Editura Eminescu, 1 983, 346-347. 68 lkinci Dünya Savaşı'nın ardından Güneydoğu Avrupa Yarı­ madası terimini kullanımdan düşüren neden, büyük olasılıkla Nazilerce fazlaca kullanılmasıydı. N itekim Yugoslav coğrafyacı Josip Boglic'in Güneydoğu Avrupa Yarımadası teriminin yeni­ den kullanıma girmesini istemesi boşunaydı.44 D iğer yandan, terim üzerinde uzlaşılmış olması gerçeğine karşın, pek çok Al­ man bilim insanı onu iki dünya savaşı arası dönemde edindiği anlamından soyutlayarak kullanmayı sürdürdü .45 Avrupa'nın geri kalan kesimlerinde ve Amerika Birleşik Devletleri'nde Gü­ neydoğu Avrupa Yarımadası ve Balkan terimleri değişmeli bir biçimde, hem lkinci Dünya Savaşı öncesi hem de sonrasında genel olarak kullanıldıysa da, ikincisinin daha çok yeğlendiği açıktır. Belli durumlarda, bu iki terim coğrafi kapsam açısın­ dan farklılık taşımaktadır, ancak çoğu zaman eşanlamlı olarak kullanılır.46 Güneydoğu Avrupa ve Balkanlar'ın tek farklı yorumu Al­ manca literatürde görülür ve tanımlama ölçütlerinin arasında­ ki ayrımlarla ilintilidir, ancak genelgeçer ve herkesin üzerinde uzlaştığı bir tanım bulunmaz. Güneydoğu Avrupa'ya kapsamlı bir yorum getiren Kari Kaser, kuzeyde Karpat Dağları, doğuda Karadeniz, güneyde Ege ve batıda Yunan Denizi'yle Adriyatik 44 George W Hoffman, The Balkans in Transilion, Princeton, N.J.: O. Van Nost­ rand, 1 963, 1 1 - 1 2. Geschichte des Sıldosteuropas, Münih: R. Oldenburg, 1950; Sııdosteuropa unter drnı Halbmond: Untersuchungrn ııber Geschichte und Kulıur der südosteuropıfochen Vôlker wahrend der Türkenzeit. .. . , Münih: Trofenik, 45 Georg Stadtmüller, 1 975. 46 Nicolae Iorga, Histoire des Etats ballıaniques jusqu'a 1 924, Paris: J . Gamber, 1 924; Jacques Ancel, Peuples et nations des Balhans, Paris: A. Calin, 1 930; Lef­ ten S. Sıavrianos, The Ballıans since 1 453, Hinsdale, ili.: Dryden, 1958; Charles ve Barbara Jelavich, Tht Establishmenl of the Balhan National Stat es, 1 8041 920, Seattle: University of Washington Press, 1 977; Barltara Jelavich, History of the Balhans: c. 1 , Eighteenth and Nineteenth Crnıuries. c. 2. Twrntiet h Crn­ tury, New York: Cambridge: University Press, 1 983; Georges Castellan, Histo­ ire des Balkans: XIVe-XXe sitcles, Paris: Fayard, 1 99 1 ; Daniel N. Nelson, Bal­ kan lmbroglio. Poliıics and Security in Southeastem Europe, Boulder, Co.: •West­ view, l 99 1 . Ender rastlanan bir istisna, Macar ilişkilerine dair kapsamlı yakla­ şımında Alman ayrımını kabul eden Peter Suger'dir. Southeastem Europe under Ottoman Rule, 1354- 1 804, Seattle: University of Washington Press, 1 997. 69 Denizi'ni sınır olarak alıp daha çok coğrafi bir yaklaşımı temel aldığını açıkça belirtmektedir. Böylelikle yarımadanın içine al­ dığı ülkeler Slovakya (ama Çek toprakları değil, çünkü daha Çekoslovakya'nın bölünmesinden önce bile ikisi ayrı yerler olarak kabul edilirdi) , Macaristan , Romanya, eski Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan ve Avrupa Türkiyesi'dir. Bu yorumda, Güneydoğu Avrupa'ya çok geniş bir bölge, Bal­ kanlar'a da onun bir alt bölgesi diye yaklaşılabilir.47 Bernath, Güneydoğu Avrupa'yı bir bütün, dünya tarihinin bir nesnesi olarak tanımlarken "Roma ve Bizans, Habsburglarla Osmanlı­ lar, ayrıca Doğu ve Batı'daki çağdaş büyük devletlerin egemen­ lik kurma çabaları arasında doğan gerginlik ortamına" Maca­ ristan, Romanya, Yugoslavya, Arnavutluk, Yunanistan ve Avru­ pa Türkiyesi'ni de katmıştır.48 Güneydoğu Avrupa'nın tanımla­ maları çoğu kez Macaristan'ın nasıl ele alındığıyla ilgilidir. Macaristan, Almanların Güneydoğu Avrupa haritalarında ge­ nellikle yer almakla birlikte, Balkanlar'da gösterilmez. Ancak, pek sık olmamakla birlikte ve çekinceli olarak arada sırada Balkanlar'ın parçası diye görüldüğü de olur. Genellikle Güney­ doğu Avrupa ve Balkanlar kavramlarının eşanlamlı olarak ele alındığı durumlarda böyle bir tanıma başvurulur. Bu tanım en­ der olarak kullanılsa da, bu ender durumlar, "Balkanlılar diye nitelendirilmeye karşı çıkan"49 Macarların sert tepkilerine yol açmaya yeter. Belli durumlarda, Balkanlar ele alınırken Ro­ manya da dışarıda bırakılır ve daha kapsamlı olan Güneydoğu Avrupa içine alınır.50 Demek ki, Balkan kavramı ya Güneydoğu Avrupa'yla eşan47 Kaser, Südostcuropaisclıe Geschichıe, 9, 85, 1 1 2, 1 3 1 . 4 8 Bernaıh, "Südosıeuropiiische Geschichıe," 42. 49 Berkovici, Konrad, The lncredible Bal ll an s , New York: Loring and Mussey, 1 932, 2 1 7; Gabriella Schubert "Berlin und Südosıeuropa," ed. Klaus Meyer, Berlin und Osıcuropa, Berlin: Colloquium Verlag, 1 9 9 1 , 1 77; The Balhans, To­ gether wilh Hungary. Londra: Royal I nsıiıute of l nternational Af[airs, 1 945; Norbert Reiter, ed. , Die Sıellung der Frau auf dem Ballıan, Wiesbaden: Otto Harrassowiız , 1 987; Ü stün Ergüder, "Türkiye ve Balkan Gerçeği," Balllanlar, lstanbul: EREN, 1993, 36. 50 N. G. Danchov ve l. G. Danchov, Bllgarsha enls i hl opediya , Sofya: Knigoizda­ telstvo St. Atanasov, 1 936; Rohrbach, Ballıan-Tıırhei, 7. 70 lamlı ya da ondan daha dar kapsamda ele alınmaktadır. Çoğu zaman Balkan tanımlaması bir dizi coğrafi, siyasal, tarihsel, kültürel, etnik, dinsel ve ekonomik ölçüte, daha sık olarak da bu ölçütlerin bir bileşimine dayanmaktadır. Coğrafyacıların, tarihçilerin ve diğerlerinin Balkanlar'ı nasıl tanımladığı bir sı­ nıflandırma girişimini yansıtsa da, burada üzerinde durulma­ sının iki nedeni vardır. Birincisi, bugün bile, coğrafyacılarla ta­ rihçilerin sınıflandırmacı çabaları bölgenin fiziksel özellikleri üzerinde durmaktadır, dolayısıyla sonradan yapılan, nosyonun bağlamından koparılması girişimlerinden uzaktır. ikincisi, bu metinde kimlerin Balkanlı olarak ele al ındığını belirtmek, bir başka deyişle Balkanlar'la ilgili kendi parametrelerimi tanımla­ mak bakımıııdan en uygun yer burasıdır. Genellikle coğrafyacılar yarımadanın doğu, güney ve batı­ dan denizlerle iyice belirlendiğini kabul eder, anlaşmazlıkları kuzey ve kuzeybatı sınırları üzerinde yoğunlaşır. Tarihsel ve kültürel ölçütlerin onların söylemlerine girdikleri nokta da budur, ancak bunlar çoğu zaman sözde coğrafi gerekçelerle maskelenir. Cvijic'e göre, Tuna ve Sava ırmaklarını Balkan Ya­ rım ..dası'nın kuzey sınırları olarak gönnek gerekir. Bunun an1.ımıysa, onun tanışmalara yol açan etkili araştırmasında, Ro­ manya'yı Balkanlar'ın dışında bırakmasıdır. Diğer yandan, Gü­ ney Slavları ele alırken bir değişiklik yapıp siyasal ve an tropo­ lojik ölçütleri de işin içine katarak, Balkan uygarlığı adını ver­ diği oluşuma Hırvatlarla Slovenleri de sokar.51 "Balkan ya da Güneydoğu Avrupa Yarımadası" adlandırma­ larını eşanlamlı olarak kullanan George Hoffman ise, eserini kaleme aldığı soğuk savaş dönemini yansıtan, esas olarak je­ opolitik yorumlara dayanan bir ölçütler toplamını benimsedi. Açı kça Balkan diye tanımladığı yalnız üç ülke vardı: Arnavut­ luk, Bulgaristan ve Yugoslavya. Yunanistan ile Romanya'nınsa (özellikle de Eflak ve Boğdan'ın) "Balkan bloku" içine sokul­ ması gerektiğini kabul etli, fakat kendisi onları incelemedi . Romanya'dan söz edildiğinde, her ne kadar Tuna'nın orada 51 CvijiC, la ptninsule ballıanique, 6-7. 71 yalnızca simgesel bir sınır oluşturduğunu kabul etse de, ülkeyi Balkanlar'dan dışlamak için bunu yeterli bir neden olarak gör­ dü. Yunanistan içinse, Avlonya-Selanik hattının güneyinde ka­ lan alanlar ile kuzey Yunanistan arasında epey sorunlu ve me­ kanik bir karşıtlık olduğunu öne sürdü. Hoffman'a göre, Yuna­ nistan bir Akdeniz ülkesiydi, ancak Trakya ile Makedonya'da­ ki kesimleri koşullara bağlı olarak Balkan blokuna katılabilir­ di. Balkanlar'daki olaylann derin etkisinde kalan Macaristan'ın Orta Avrupa ile daha önemli bağları vardı; "dahası tutum ve davranışları bakımından halkı geleneksel olarak kendini Batılı kabul ediyor, Balkanlar'daki Slav halklardan üstün görüyor­ du." Slovenlerle Hırvatların aynı duyguları paylaşmış olmaları, onların savlarından söz etmek için yeterli değildi: Onlar da blok içinde yerlerini almışlardı.52 Coğrafyacıl.arın bildik yaklaşımı en dar anlamıyla fiziki-coğ­ rafi tanımlama ile daha pratik amaçlar için benimsenen tanım­ lamayı birbirinden ayırır. llkine göre, doğu, güney ve batı sı­ nırları tartışma götürmez bir biçimde Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz, Yunan ve Adriyatik denizleridir. Kuzey sınırı­ nınsa, çoğu zaman Trieste Körfezi'ndeki ldria I rmağı ağzından başlayıp J ulian Alplerinin güneydoğu yamaçlarını izleyerek Sava ve Tuna ırmaklarıyla birleştiği düşünülür.53 Buna göre, kimi coğrafyacıların Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan ve eski Yugoslavya'daki bütün ülkelerden başka, Balkan olarak ele aldıklan tek yer, Romanya'nın Dobruca dolayları ve Türki­ ye'nin Avrupa yakasıdır. Siyasi-coğrafi ve fiziki-coğrafi sınırla­ rın kesişmediğini pek iyi bilen diğerleriyse, bütün Romanya topraklarını (hatta bazen Moldova'yı bile) Balkan diye ele alır, fakat Türkiye'yi bunun dışında bırakırlar.54 The Balhans in Transition, 9- 1 1 . Geograjiya za 7. hlas n a m:dniıe obslııo-obra­ zovaıclni uchilishıa, Sofya: Anubis, 1994, 68-69; The New Encyclopacdia Bri­ tannica, c. 1, 1993, 833. 54 Carter, An Hislorical Geography, c. 1; Balkanlar'a farklı yaklaşımlar için bkz. Colliers Encyclopedia, 1 990; Acadcmic American Encyclopedia, 1987; The New Encyclopaedia Briıannica, 1994; Encyclopedia Americana-lnıernational Ediıion, 52 Hoffman, 5 3 Petir Lızarov ve Zhivko Zhelev, 1 993. 72 Tarihçilerin çoğunluğu, esas itibarıyla siyasi olan bu sonun­ cu yaklaşımı benimsemiş, tarihsel ve kültürel özellikleri de buna eklemiştir. Genellikle Yunanistan, Bulgaristan, Arnavut­ luk, eski Yugoslavya ve Romanya'nın tarihleriyle ilgilenirler. Bazı istisnalar dışında Habsburg egemenliği altına girmiş eski Slav topraklarını (Slovenya ve Hırvatistan) ele alırlar. Benzer biçimde Osmanlı tarihinin bir özetini de sunar, ancak çağdaş Türkiye tarihini incelemezler. Aynı zamanda dar tanımlamalar da yapılır: Fritz Viljavec, Balkanlar'ı Bizans ve Osmanlı dö­ nemlerinde oluşmuş ortak kültürel morfolojik özellikleri olan siyasal bir birim diye görse de, kendine özgü kültürel bir fiz­ yonomi geliştiren Romanya ile Yunanistan'ı bunun dışında tutmuştur.55 Diğer yandan, Balkanlar'ı daha geniş kapsamlı bi­ çimde ele alarak bütün eski Yugoslavya cumhuriyetlerini, Ar­ navutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Türkiye ve Kıb­ rıs'ı da içeren yaklaşımlarla karşılaşılabilir. 56 Balkan Savaşları­ nın hemen ertesinde, Birinci Dünya Savaşı · arifesinde, Tomas Masaryk, Avusturya'nın Balkanlar politikası üzerine Münih'te sunduğu bir bildiride ilginç bir ayrım yaptı. Birinci Balkan Sa­ vaşı'na dek Romanya'nın Balkanlar'da yer aldığının düşünül­ mediğini, Yunanistan'ın pek seyrek olarak bu kapsamda görül­ düğünü, dahası Bosna, Hersek ve Dalmaçya'nın ayrı tutuldu­ ğunu öne sürdü. ikinci Balkan Savaşı'ndan sonraysa, Balkan kavramı, Romanya ve Yunanistan da dahil olmak üzere bütün yarımadayı içine almaktaydı.57 Bazı bölgelerin diğerlerinden (ahlaki değil epistemolojik an­ lamda) daha Balkan olduğu yolunda gerekli çekinceler yapıla­ rak bu kitapta Balkan diye sözü edilenler, Arnavutlar, Bulgar­ lar, Yunanlar, Romanyalılar ve çoğu eski Yugoslavlardır. Cvi­ ji'c'in izniyle, Slovenler, bu kapsam içine alınmamakta, buna karşılık yaşadıkları toprakların uzun yıllar Osmanlı yöneti55 Fritz Viljavec, "Siıdosteuropa und Balkan," Ausgcwlllıltc Aufsıı.ızc, Miınih: R. Oldenbourg, 1963. 56 Balkanskitc strani po pıtya na promrnitc, Sofya: Markisa, 1993. 57 T. G . Masaryk, "Ô sterreich und der Balkan," Die Balkanfragc, Miınih ve Leip­ zig: Verlag von Duncker and Humblot, 1914, 1 44. 73 minde kalmış olması bakımından Hırvatlar da Balkanlılar ara­ sında ele alınmaktadır. Her ne kadar resmen Osmanlı hakimi­ yetine girmiş değillerse de, Dubrovnik gibi vasallık toprakları­ nın Balkan Yarımadası'na yaptığı önemli etki nedeniyle, onla­ rın tarihlerini Balkanlar'dan koparmak yanlış olur. Bazı çekin­ celerle birlikte, coğrafya itibarıyla kısmen Balkanlar'da yer alan ve Osmanlı mirasını en çok paylaşan, daha doğrusu Os­ manlı deneyiminde en ağırlıklı rolü oynayan Türkler de Bal­ kanlı diye görülmektedir. Balkan'ın çeşitli dillerde atfedilen [ ascripti ve] bir kategori olarak kullanımı, kavramın göreli önemi hakkında bazı sonuç­ lara ulaşmamızı sağlar. "Katılaşmış" balkanist söylemi oluştur­ mada belirleyici olan başlıca Avrupa dillerinde (en başta lngi­ liz ve Alman, bir ölçüde Fransız dillerinde) ya da Balkan­ lar'dan daha çok çıkar gözetenlerin (Ruslarla ltalyanlar) dille­ rinde, bu ad tek bir biçimde (ya tekil ya da çoğul) karşımıza çıkar. Bunun tek istisnası, her ikisinin de kullanıldığı Fransız­ ca'dır: le Balkan, les Balkans. Almanca'daki der Balkan hem sı­ radağları hem de Balkan Yarımadası'nı karşılar. Ayrıca sıfat cinsinden iki türü de bulunur: Hem "die Balkanlander," "die Balkanhalbinsel," "der Balkanpakt ," "Balkansprachen" vb . tamlamalarda niteleme sıfatıdır, hem de "balkanisch" gibi kü­ çültücü ya da nötral yananlam taşıyan bir sıfat vardır. lngiliz­ ler ile Ruslar sözcüğün hem yarımadanın hem de oradaki siya­ sal oluşumların adı olarak yalnızca çoğulunu (Balkans, Bal­ kany) kullanır. lngilizce'de Balkan tekil sözcüğü sıfat olarak kabul edilir ve (daha az rastlanan Balkanic ya da balcanoid'in yanı sıra) hem nötral hem de küçültücü anlamlar taşır. Rus­ ça'da hem ad hem de sıfat balknaslıii bir tek nötral anlamdadır. l talyanlar bölgeye sözcüğün çoğulu olan Balcania adını verir; sıfat Balcano ise çoğu zaman nötral olup olumsuz çağrışım yaptığı da görülür. Fransızca'da tekil ad, le Balkan, sıradağla­ rın; çoğul les Balkans ise yarımadanın adıdır. Bir de nötral sıfat balkanique vardır, zaman zaman küçültücü sıfata dönüşür. Balkanlar'ın kendi dillerindeyse, adın kullanımı çeşitlidir. Sözcüğü yarımadaya getiren Türkçe'den başlamak gerekirse, ad 74 iki türde karşımıza çıkar: Yeni türetilmiş, çoğul özel ad "Bal­ kanlar," Balkan Yarımadası'ndaki devletleri tanımlar; eski Türkçe'deki "balkan" cins adıysa az ve yerel kullanımla sınırlı olarak dağ anlamına gelir. Bir de "Balkan Yarımadası" tamlama­ sındaki gibi sıfat görevi görür. Bu ad nötraldir ve küçültücü an­ lamı yoktur. Yunanca ve Romence'de, ad bir tek çoğul olarak kullanılır: ta Valhania ve Balcani, yarımadada bulunan devletle­ ri tanımlar; bunların sıfatlarıysa, sırasıyla, valhanihii laoi (Bal­ kan ulusları) tamlamasında olduğu gibi valhanihos ve balcanic olur. Sırpça-Hırvatça ve Arnavutça'ya gelince, adın bir tek teki­ liyle karşılaşırız: Balhan ve Ballhan bölgenin adları, onların sı­ fatlarıysa balhanslıi ve Ballhanit'tir. Arnavutça'da genel olarak adın küçültücü anlamı bulunmaz. Yunanca, Romence ve Sırp­ ça-Hırvatça'da hem ad hem de sıfat olarak gerek nötral anlam­ da gerekse incelmemiş, geri, uygunsuz vb. anlamlarında küçül­ tücü olarak kullanılır. Sırpça-Hırvatça'da bir de özeleştiri ama­ cıyla günlük konuşma diline girmiş türeme ad yer alır ki, Bal­ kan geçmişine boyun eğen birine yakıştırılır: "Balhanci smo." Balkan için Bulgar dilinde üç ad vardır. Cins ad balkan dağ sözcüğüyle eşanlamlı olarak daha çok yerel konuşma dilinde, bazı ağızlarda ve Türkçe'dekinden daha sık geçer. Belirlilik ta­ kısı almış tekil özel ad Balhanit, sıradağlara verilen "Stara Pla­ nina" adı kadar yaygın bir başka sözcüktür. Balhani çoğul özel adı Balkan bölgesini tanımlar. Balhanets (çoğulu balhantsi) kü­ çültücü çağrışım verirken, türeme ad balhandzhiya (dişili bal­ handzhiiha) özel ahlaki nitelikler taşıyan kişiler içindir: Ba­ ğımsızlık, gurur, yüreklilik, onur. lkisi dışındaki bütün diller­ de Balkan sözcüğü, anlamı ya nötral ya da küçültücü olabilen duygu yüklü bir içerikte kullanılır. Buna uymayanlardan bi­ rincisi, sözcüğün küçültücü bileşimine yer vermeyen Türkçe; ikincisi, sözcüğe olumsuzdan nötral ve olumluya kadar geniş bir yelpazede anlam yükleyen Bulgarca'dır. Balkan sözcüğünden türeyen en önemli sözcük ve kavram "balkanlaşma"dır. 19. yüzyılın sonunda Balkanlar, katışıksız coğrafi anlamı yerine git gide siyasal bir yananlam yüklenerek Osmanlı lmparatorluğu'ndan ç ıkan devletleri tanımlamada 75 kullanılmaya başladı: Yunanistan, Sırbistan, Karadag, Roman­ ya ve Bulgaristan. O dönemde küçük düşürücü bir anlam taşı­ mıyordu. Eski coğrafi ve siyasal birimlerin milliyetçi akımlarla parçalanması sonucunda, yeni ve ayakta kalacağı şüpheli kü­ çük devletlere dönüşmesi sürecini belirtmek için sıkça başvu­ rulan "balkanlaşma" sözcüğünün, Balkan uluslarının yavaş ya­ vaş Osmanlı lmparatorlugu'ndan ayrılmakta olduğu 100 yıl boyunca türetilmiş olmaması anlamlıdır. Birinci Dünya Savaşı sonunda terim yerli yerine oturtulduğunda, Balkan haritasına yeni eklenen tek bir Balkan ülkesi vardı: Arnavutluk, diğerleri 19. yüzyılda kurulmuşlardı. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından küçük devletlerin çoğalmasının nedeni, Habsburg ve Roma­ nov imparatorluklarının parçalanmasıydı. Polonya, Avusturya, Çekoslovakya, Letonya, Estonya, Litvanya kurulmuştu. Birinci Dünya Savaşı sonrası mirasına bir de, doğuşu, yöntem bakı­ mından balkanlaşmanın tersi olan Yugoslavya'yı eklemek gere­ kir. Avusturya-Macaristan ve Rus imparatorluklarının çöküşü, Osmanlı lmparatorluğu'nun dağılmasına benziyordu ve "bal­ kanlaşma" terimi bu benzerlikten kaynaklandı. Elbette impa­ ratorlukların çöküşünde Balkan ülkelerinin, o sıralarda Orta ve Doğu Avrupa'nın öykündüğü bir tür siyasal öncülük üst­ lendiğini belirtmek için kullanılmamaktaydı. O zamana kadar, daha doğru bir deyişle, o dönemde Balkanlar sözcüğüne tü­ müyle olumsuz bir anlam zaten yüklenmişti. Bu bağlamda, Eric Hobsbawm, balkanlaşmayı Kleinstaaterei [küçük devletler sistemi ] ile eşit tutmakta haklı olsa da, bunu Osmanlı lmparatorluğu'nun dağılmasına bağlaması yanlıştı : "Kleinstaaterei sözcüğü bilinçli şekilde aşağılayıcıydı. Alman milliyetçilerinin karşı çıktığı bir oluşumu anlatmaktaydı. 'Bal­ kanlaşma' daha önceden Türk imparatorluğu topraklarının çe­ şitli küçük bağımsız devletlere bölünmesiyle türediyse de, yük­ lendiği anlamın olumsuzluğu değişmedi. Her iki terim de siya­ sal hakaretler dağarcığına girdi."58 Küçük devletlere karşı çıkan­ lar bir tek Alman milliyetçileri değildi; liberal siyasal düşünce 58 Eric Hobsbawm, Nations and University Press, 1990, 3 1 . 76 Nationalism Since 1 780, Cambridge: Cambridge de onlarla aynı görüşü paylaşmaktaydı . Benzer biçimde, 1 9 . yüzyıl sosyalistlerinin Balkanlar'daki Völkerabfalle'ye [uluslar çöplüğü ] karşı kin duymaları, yalnızca köylülük karşıtı eğilim­ lerle değil, Kleinstaaterei'yi hor görmeleriyle açıklanabilir.59 Hobsbawm "balkanlaşma"nın tarihlemesini yanlış yapan tek kişi değildi. Pek çok çağdaş sözlük ve ansiklopedi sözcüğün etimoloj isinden yola çıktığından, aynı tarih yanlışını yinele­ mekteydi: Arnavutluk dışında kalan bütün Balkan devletleri­ nin Birinci Dünya Savaşı'ndan on yıllar önce, bazılarının 100 yıl önce kurulmuş olmasına karşın, se balkaniser [balkanlaş­ mak ] fiili, eski coğrafi ve siyasal birimlerin "Birinci Dünya Sa­ vaşı sonrasındaki Balkanlar gibi" yeni küçük devletler oluştur­ maya doğru "ulusçu parçalanma" sürecini belirtir; balkanisi­ eren [ balkanlaşmak] " 19 1 2- 19 1 3 Balkan Savaşları sırasındaki Balkanlar gibi" bir devletin parçalanma sürecini ve kargaşa do­ lu siyasal ilişkileri gösterir, Balkanisierung [balkanlaşma] siya­ sal istikrarsızlıkla birlikte gelen gereksiz parçalanma için kul­ lanılan siyasal bir terimdir; balkanize [balkanlaşmak] fiili "Bi­ rinci Dünya Savaşı sonrasında Balkanlar'da olduğu gibi küçük, birbirlerine karşılıklı düşmanlık duyan siyasal birimlere bö­ lünmek" anlamındadır.60 Oxford English Dictionary en azından zaman dilimini biraz daha geriye götürmüş, yine de terimi Bal­ kanlar'a atfetmiştir. Bir tek Norman ] . G. Pounds, terimin kar­ şıl ığını belirtirken gen el anlamını olabildiğince koru maya özen göstermiştir: "Balkanlaşma terimi coğrafi bir alanın kü­ çük ve çoğu zaman birbirine düşman birimler arasında bölün­ mesini anlatmak için kullanılagelmiştir. "61 Çağdaş l talyanca Communism and Nationalism: Kari Marx versus Friedrich List, New York: Oxford Universiıy Press, 1988, 1 69- 192. 60 Grand Larousse de la langue française, c. 1, Paris: Librairie Larousse, 1 9 7 1 , 364; Duden . .. ., Mannheim: Bibliographisches lnstitut, 1 9 76, 295; Meyers Enzylıloplldisches Lexihon, c. 3, Mannheim, Viyana ve Zürih. Bibliographisches lnsıituı, Lexiconverlag, 1 97 1 , 408; Websters New World Dictionary of tlıe Ame­ rican Englislı, 3. baskı, Cleveland ve New York: Simon and Schusıer, 1 988, 1 05; Websters Ninth New Collegiate Dictionary, Springfield, Mass.: Merriam­ 59 Roman Szporluk, Webster, 1 99 l, l 26. 61 Norman Pound, "Balkans," Conn.: Grolier, 1 994-40. Academic American Encyclopedia, c. 3, Danbury, 77 sözlük, küçük devletlere parçalanma anlamına değinmeksizin, bu terimi, "Balkan ülkelerinde (ve diğer yerlerde) sıkça yaşa­ nan" despotluk, devrimler, karşı devrimler, gerilla savaşı, su­ ikastler ile eşanlamlı olarak açıklar.62 "Balkanlaşma" sözcüğü Birinci Dünya Savaşı sonrasında or­ taya çıkmıştır: Terimin New York Times'da ilk kullanılışı, 20 Aralık 1 9 1 8 tarihine denk düşer. Gazete "Büyük Sanayi Devi Rathenau 'Avrupa'nın Balkanlaşma' Yolunda Olduğu Kehane­ tinde B u l u nuyor" başlığı altında, Alman E lektrik Şirketi AEG'nin (Allgemeine Elektrizilats-Gesellschaft) ünlü genel müdürüyle yapılan bir röportajı yayımlar. 1922 yılında suikas­ te uğramasından önceki dört yıl boyunca, Orta Avrupa ekono­ mik birliği görüşünün önde gelen savunucusu Walther Rathe­ nau, savaş tazminatı sorununa çözüm getirmek amacıyla yü­ rütülen görüşmelere katılır, ayrıca Rapallo Antlaşması'nın im­ zalanmasında önemli bir rol oynar. Daha 1 9 1 8'de barış antlaş­ masına konması düşünülen sert hükümlere karşı etkin bir kampanya yürütür: Almanya kuşaklar boyunca belini doğrultamayac � k şekilde yerle bir edilmiş bir ülkedir. 2.000 yıldır herhangi bir ülkede yaşanmış en büyük fel.ıkellir bu . . . Korkunç bir yıkımla yüz yüzeyiz, Güney Amerika'ya, Uzak Doğu'ya ve elbette Rusya'ya göçmen gideceklerin sayısında büyük artış olması muhtemel­ dir. Bu çok korkunç ve sonuç, Avrupa'nın Balkanlaşması ola­ cak. Almanya'nın önemli devletler konumundan çıkması ta­ rihteki en tehlikeli olay olur. Er ya da geç Doğulu devletler Batı uygarlığına baskı uygulayacaklardır.63 Rathenau "balkanlaşma"yı, neredeyse dü nyanın sonu de­ mek olan bir yıkım beklentisini dile getirmek için kullanmıştı. Bu korkunç gelişmeye ancak ve ancak güçlü bir Almanya'nın karşı koyabileceğini belirtmek dışında, onun sözleri "balkan­ laşma" için herhangi bir somut anlam taşımıyordu. Bununla 62 Alfredo Panzini, Dizionario moderno, Milano: Editore Ulrico Hoepli, 1 950 (balcanizzarc). 63 New Yorh nmeı, 20 Aralık 1918, s. 3. 78 birlikte, Doğu ile Batı arasında çıkacak bir çatışmadan duyu­ lan kaygıdan yararlanarak, Batılı müttefik devletlerin karşısına korkutucu bir hayalet olarak çıkarılmıştı. Her şeyden önemlisi genel olarak tehlikeli sayılan bir durumu belirtmek için kulla­ nıldığı açıktı. Yukarıda sözü edilen 1918 tarihli gazeteden baş­ ka "balkanlaşma" sözcüğünün siyasal dağarcığa girmesi, Birin­ ci Dünya Savaşı sonrasında yapılan antlaşmalar sistemi Avru­ pa'nın yeni bölünüşüne damgasını vurduğunda gerçekleşti. Nineteenth Century 1920 yılında Fransa'nın, Büyük Britanya'yı "Baltık ülkelerinin Balkanlaşrnası'na yönelik bir politika güt­ mekle" suçladığını bildiriyordu. Yine aynı yıl Public Opinion "Balkanlaşrnış bu mutsuz dünyada . . . her devlet komşusuyla kavgalıdır" diye yakınıyordu. S. Graharn Europe-Whilher Bo­ und da, 1 9 2 l 'de Macaristan'ın , topraklarının büyük bölümü ­ nün balkanlaşması yüzünden yas tuttuğunu anlattı. 1922 yı­ lında Arnold Toynbee The Westem Question in Greece & Turkey adlı kitabında, balkanlaşmanın tanımını şöyle verdi: "Sözcük. . . Alman sosyalistlerince, Brest-Litovsk Barışı yüzünden Rus lrn­ paratorluğu'nun batı kesimlerinin başına gelenleri anlatmak üzere türetilmiştir. "64 Balkanlaşma, ilk kez 1921 yılında Chica­ go Daily News gazetesinin Avrupa muhabiri Paul Scott Mow­ rer'ın "bariz bir gazetecilik kitabı"nda kapsamlı olarak ele alın­ dı: "Kitabın taşıdığı değer her neyse gecikmeden kamuoyu önüne sunulması için, ağır ağır yazma ve titiz bir biçimde göz­ den geçirme gibi bir zevki feda ederek, eseri hızla kaleme alıp bitirmek zorunda kaldım." Mowrer'ın ilgi alanı "kimliklerini yıllardır koruyagelen çeşitli ırkların, içinden çıkılmaz karışı­ mı" diye tanımladığı nüfusa sahip birkaç ülkeydi: Avusturya, Macaristan, Bulgaristan, Çekoslovakya , Polonya, Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan. Burası, "artık 'Balkanlaşrnış' olan" bir bölgeydi. Balkanlaşma sözüyle ne dernek istediğini şöyle açıklıyordu: "Çok karışık ırkların yaşadığı bir bölgede az çok geri kalmış, ekonomik ve mali yönden güçsüz, açgözlü, dü­ zenbaz, korkak, büyük devletlerin sürekli manevralarına rna' 64 Oxford English Dicıionary, 903. 79 ruz kalan ve kendi lutkularının ateşine kapılan insanları ba­ rındıran bir sürü küçük devletin yaraulması."65 Küçük ülkele­ rin il işkilerine dışarıdan müdahaleler öyle yaygındı ki, daha sonraki yıllarda bir yazarın "sözcügün dar anlamıyla balkan­ laşma, yabancı devlellerin (Rusya, AvuslUrya-Macaristan, Al­ manya, Fransa ve Büyük Brilanya) kendi çıkar alanlarını koru­ maya ya da pekiştirmeye yönelik bitmek bilmeyen müdahale­ leridir"66 şeklinde bir lanım gelirmesine yol açmıştır. Böylelik­ le "balkanlaşma," gazetecilerle siyasetçilerin dağarcığına, Bi­ rinci Dünya Savaşı'nın sonunda Habsburg ve Romanov impa­ ratorluklarının parçalanıp küçük devletlere bölünmesi , ondan çok önce başlamış olan, Balkan ülkelerinin Osmanlı hakimiye­ linden kurtulması sürecine benzelilerek girmiş oldu. "Balkanlaşma" ikinci kez, lkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgeciliğin sona ermesi süreciyle gündeme geldi.67 Color and Democracy adlı eserinde, Du Bois, esas konudan ayrılarak yazdığı mükemmel bir bölümde, "balkanlaşma" nosyonunun, hakim Balllı devletlerin küçük ülkeleri kendi nüfuz alanların­ da tutma praliğini rasyonalize ederek, yeryüzünün talihsiz in­ sanlarına silinmez bir damga vurmak, onlarda utanç ve değer­ siıdik duyguları yaratmak için kullanıldıgını belinir: "Özgür uluslar 'nüfuz alanları'na ve yallrım bölgelerine dönüştürülü­ yor, giderek kendi geleceklerini belirleme hakkından yoksun sömürgeler haline geliyor. Bütün bunlar, küçük uluslara, 'Bal­ kanlaşma'ya ve çaresiz Haitili lere sürekli tepeden bakılarak rasyonalize ediliyor, öyle ki sonunda yeryüzünde yaşayanların çoğunlugu kendilerinden utanç duymaya başlıyor."68 Siyah A f­ rika'nın Fransa hakimiyetinden çıkmasıyla "balkanlaşma" söz­ cügü, 1 960 yılından sonra eski Afrique occidentale française 65 Paul Scoıı Mowrer, 66 Ballıanized Eıırope: A Sıudy in Poliıical Analysis and Re­ constrııction, New York: E. P Duııon, 1 92 1 . vii , 34. Michel Foucher, "The Geopolitics of Souıheasıem Europe" Eurobalhans. c. 1 5. Yaz 1 994, 1 7. 67 M. E. Chamberlain, Decolonization: The fail of ıhe European Empirrs, Oxford: Basil Blackwell. 1 985, 55-6 1 . 68 Du Jlois, 80 Color and Dmıocracy, 72. [ Fransız Batı Afrikası) yönetiminden kopan ('gerçek dışı var­ lıklar' denen) sekiz bağımsız A frika devleLinin karşı karşıya kaldığı, içinden çıkılmaz sorunları tanımlamak üzere Fransız siyasal dağarcığında yaygın olı;ırak yerini aldı.69 Sözcük lngiliz basını tarafından da benimsendi : l 960'ta Economist dergisi "Afrikalı önderler, balkanlaşmaya karar vermeden önce, ço­ ğunluğun ne istediğini kavramayı. .. kendilerine bir borç bil­ melidir" diye yazdı. The Listener 1962 yılında aynı görüşü pay­ laşıyordu: "Batı Afrika'da bir 'Balkan durumu'nun yaratılması için gereken her türlü çaba gösteriliyor. "70 O sıralarda "balkanlaşma" giderek uluslararası ilişkiler bağla­ mından koparılmaya başlandı. Avusturyalı Alexander Vodopi­ vec 1960'ların ortalarındaki Avusturya kurumlarından duydu­ ğu hoşnutsuzluğu "Avusturya'nın Balkanlaşması" hakkındaki kitabında dile getirdi: "Balkan sözü, bir zamanlar güveni lmez­ lik, tembellik, kokuşmuşluk, sorumsuzluk, k? tü yönetim, hu­ kuk düzeninde yetki alanlarının ve sınırların belirsizl iğ.iyle eşanlam lıydı. Terim, başlangıçta yalnızca Güneydoğu Avrupa devletlerini kapsamaktaydı. Rah<ıtsız edici bir gelişme, onu söz konusu coğrafi sınırların dışınii L�şıdı,'.'.. Bir Bau Alman gazete­ cisi olan 'Klaus Harpprecht de l 960'1arın ortalarında ülkesinde­ kr kurumların durumunu "karmaşa ve can çekişme" diye ad­ landırarak kaygılarını belirtmiş, "albeniden yoksun bir balkan­ laşma" diye nitelemişli: "Eğer biri uzun yıllar uzak kaldıktan soQra Almanya'ya dönerse, bir-iki hafta içinde kapıldığı sıkıcı . hava nın etkisiyle, Avrupa'nın merkezinin albeniden uzak Bal­ kanlar'a, sarımsaktan arınmış Bulgaristan'a, Bükreş'ten, müzik­ ten, Çingenelerden ve Suabyalılardan yoksun kalmış Roman­ ya'ya dönüşüp dönüşmediğini sormadan edemeyecekLir."71 Yine de, farklı bir bağlamda bile olsa, Lerim Lümüyle kendi coğrafi kökenlerinden kopmuş değildi. Bu, özellikle "balkan69 Joseph- Roger de Benoisı, La ballıanisation de l'A/riqur occıdcntıılr /ran(aise, Dakar, Abican ve Lome: Les nouvelles editions africaines. 1 979. 148. 70 Oxford English D ict ionary , 903. 71 Alexander Vodopivec, Die Balhanisicrung Verlag Fritz Molden, 1967, 7, 1 79. Osıerrcichs . . . . , Viyana ve M ü nih: 81 laşma"nın tamamen Balkanlar'dan soyutlandığı ve bir dizi so­ run için bir paradigma haline geldiği Atlantik'in batı yakasın­ da, geçtiğimiz on yılda yaşandı; "balkanlaşma" nın Balkanlar'la ilişkisi Alis Harikalar Diyarında masalındaki gülümseyen ke­ diyle bütün kediler arasındaki ilişkiye dönüşüverdi. Amerikalı okurların önemli bir bölümü Balkanlar'ın coğrari konumunu harita üzerinde bile gösterme yetisinden yoksundur gerçi , ama Amerikalılara " toplumumuzu Balkanlaşmaya kışkırtan toplumsal politikalardan arındırmaları" gerektiği söylendiğin­ de, bir potada eriyen uluslar idealinin antitezi olarak balkan­ laşmanın kasted ildiği n i açıkça anlayacakl ard ı r.72 Richard Gram kısa bir süre önce kaleme aldığı eleştirisinde, C . P. Snow'un lki Kültür adını verdiği, james joyce'un Leopold Blo­ om ve Stephen Dedalus adlı kişilerle somutlaşurdığı bilimsel ve sanatsal mizaçlar arasındaki uçurum üzerine yazdı. Grant "giderek balkanlaşan toplumumuzda" birinden diğerine bağ­ lantı kurmanın güçl üğünü gözler önüne sererken, okurların "balkanlaşmış toplum" kavramını içselleştirdiğini açıkça var­ sayarak, onlara Snow ve joyce üzerine ayrıntılı açıklamalar sundu.73 Travels with Charlie adlı kitabında Amerika'yı arayan john Steinbeck bile ülkesinin balkanlaştığından yakındı: "Sert bir ifadeyle Balkanlaşma adı verilen farklı eyaletlerin varlığı pek çok sorun yaratıyor. lki eyalette petrolden aynı oranda yakıt vergisi alındığı pek seyrek görülür."74 Alışıldık bir Ame­ rikan gazetecilik adımı atan New Yorh Times soğuk savaş son­ rasının ardından gelen dönemin tanımı için bir yarışma açtığı­ nı duyurd u : " G irmiş Bulunduğumuz Çağ Küresel lletişim Çağı mı? Balkanlaşma Çağı mı? Dinsel Savaş Çağı mı? Top­ lumsal Hoşgörüsüzlük Çağı mı? .. Çağımızın temel olayı, so­ nuçları l.enüz lravranmış olmamakla birlikte Balkanlar'daki 72 Washington Post, "Book World," l Nisan 1995, l, 10; William H. Frey ve Jo­ nathan Tilove, " l mmigranıs i n Naıive Whites Ouı," New Yorh Tımes Magazine . 20 Ağustos l99'i, 44. 73 Richard Granı, "The World Beyond,'" Washington Post, 26 Şubat 1995, 9. 74 John Sıeinbeck, Travds with Charlie. in Search of Amerka, New York: Penguin, 1986, 220. 82 kırı m , lslam köktendinciliğinin doğuşu ya da Avrupa birliği­ nin çözülmesi olabilir" diye yazd ı .75 Amerikan Girişimcilik Enstitüsü'nden Patrick Glynn, daha önce , yaşadığımız çağ "Balkanlaşma Çağı"dır ve "Balkanlar'da çığrından çıkmış olan savaş, yeryüzünün pek çok köşesindeki barbarlığın yeniden ortaya çıkışı nın göstergelerinden yalnızca biridir" demişti. Bu­ rada " balkanlaşma" Balkanlar'dan öylesine koparı lmıştır k i , soyut b i r "balkanlaşma" hayaletinin Balkanlar'ı yeniden ziya­ ret ettiği fikri uyanmaktadır.76 Terim, akademi dünyasındaki değişik ve karşıt siyasal görüş­ lerin temsilcilerinin kullanımına girmiştir: Çokkültürlülük bal­ kanlaşmayla özdeş sayılmaktadır; bu, aşırı uzmanlaşma için kullanılan bir addır, postmodernizm ve postkomünizm döne­ mini anlatan bir metafordur.77 Harold Bloom kendi bilim dalın­ da tiksindiği her şeyden yakınmak üzere "balkanlaşma"yı kul­ lanmıştı: Toplumsal cinsiyet ve farklı cinsel tercih ideolojileri­ nin çoğalması, sınırsız çokkültürlülük, Fransız-Germen kura­ mının birbirine benzeyen çeşitli örnekleri: "Ömrümü edebiyat öğretmekle geçirdikten sonra edebiyat öğreniminin şimdi için­ de bulunduğu hastalık döneminden sağ çıkacağına pek güve­ nim kalmadı. .. insanoğlu, sosyal adalet adına beşeri disiplinler­ deki ve toplumsal bilimlerdeki bütün entelektüel ve estetik standartları bozmaktadır. . . Edebiyat incelemelerinin balkanlaş­ masından geriye dönüş yoktur. "78 Burada balkanlaşma, bırbir­ leriyle savaşa giren küçük varlıkların oluşumuyla, parçalara ay­ rılmayla değil; insanlıktan çıkma, estetikten uzaklaşma, uygar­ lığı yıkmayla eşanlamlıdır. Eğer Bloom bütün radikal eleştirile- 75 James Atlas, "Name Thaı Era. Pinpoinıing A Moment On ıhe Map o f l lisıory," New Yorh Times, 19 Mart 1 995, E l -ES. 76 Patrick Glynn, ''The Age of Balkanizaıion," Commrnıary, c . 96, No l , Temmuz 1 993, 21 -24. 77 Ellis Case, "He l lears Amenca Sinking," Nı:w Yorh Timts Booh Revirw, 27 Man 1 994, 1 1 ; David Paııerson, "The Dangers o f Balkanizaıion," Peace & Changr, c. 20, no. 1 , Ocak 1 995, 79; Sıjepan G. Me�ıroviC, 11ıe Balhanizaıion of ıhe Wesı. '/'he Confluence of Posımodemism and Posıcommunism, Londra ve New York: Rouıledge, 1994. 78 Harold Bloom, The Westtm Canon. The Boohs and School of ıhe Ages, New York: lfarcourı Brace, 1 994, 5 1 7. 83 ri böylesine kesin bir tavırla çabucak bir kenara itmeseydi, "bir [ akademik] alandaki parçalanmayla diğerindeki [siyasal] par­ çalanmayı birbirine karıştırmak, ideolojik parçalanmanın ikti­ darın çözülmesini değil , daha da pekişmesini temsil etme olası­ lığını göz ardı eder"79 şeklindeki görüşe katılabilirdi. Solcular arasında Balkan , benimsenen, kolay bir metafor haline geldi: "Her bir istihbarat örgütü. kendi çapında bir Balkan ülkesidir; bir açmazlar coğrafyasıdır, her şeye inanabilir, Türkiye'ye ve onun kardeş ülkelerine karşı tarihsel kin güder, uygarlığı sarsa­ cak ölümcül soğuk savaş oyunları oynar. Fakat bir de her terö­ rist örgütün kendine dönük ve kendi kendinden beslenen bir Balkan ülkesi ve gizli servisi olması söz konusudur. "80 Kavramlar, sözler, sesler böylesine çokken, "Balkan" adı ne­ den kendi ontolojik temelinden koparılıp soyut bir şeytana ve­ rilen ad olmuştur? Neden dilsel bir ayrıkotuna dönüştürül­ müştür? Yanıtı aranmayan bu retorik soru, Balkan ontolojisi­ nin, "Balkan" sıfatının ve "balkanlaşmak" fiilinin bugünkü si­ yasal ve kültürel dağarcıktaki kullanımından doğan nosyona denk düşmediği inancına dayanmaktadır. Öte yandan terimin bağlamından tamamen koparılması ve yeniden tersine bir iş­ lemle Balkanlar'a atfedilmesi, iki basit tasıma dayanmaktadır. Bunlardan birincisi dışsal kestirim [extrapolation] niteliği taşır. Gerçeklik olarak Balkanlar hiç de övgüye layık bulunmayan bir ün edinmiştir (bu ünün ne ölçüde yerinde veya uygun ol­ duğu ayrı bir meseledir); Balkan gerçeklerindeki veya genel­ likle inşa edilmiş Balkan imgesindeki örüntülere benzeyen bir dizi arzu edilmeyecek, tatsız fenomen vardır; ergo [dolayısıy­ la] , bu fenomenlere Balkan diyebiliriz. ikinci tasım, esas ola­ rak yeni değer atfetmeyle ilgilidir [ interpolative] : "Balkan" za­ rarlı bir özelliktir; bir yerlerde Balkan diye pek az bilinen veya yeterince bilinmeyen bir gerçeklik vardır; bu gerçeklik, değer yüklü nitelemeyle örtüşmelidir, dolayısıyla gösterenin ()tonom işleyişi gerçekliğe yansıtılmalıdır. 79 Dirlik, "The Posıcolonial Aura," 347. 80 John Leonard, "C.l .A.-An Infiniıy of Mirrors," Nation, c. 258, no. 12, 28 Marı 1 994, 416. 84 Pek çok yönüyle "Balkan" bir nomen nudum [yalın ad i olup "botanik ve zoolojik terminolojinin bağlı bulunduğu kurallara uygun olarak tam betimlemesi yapılmadan ortaya atıldığın­ dan, dayanaktan yoksun" bir adı anlatmak için kullanılan bir taksonomi terimidir. Evet, bu ad günümüzde coğrafi ve tarih­ sel terminoloj ide yer almaktadır, ancak sorun, onun bitkiler ve hayvanlar dünyasıyla birlikte var olan coğra fi ve tarihsel ger­ çekliği anlatmak amacıyla kullanılmış ve kullanılıyor olmasın­ da, böylelikle de botanik ve zoolojik terminolojinin kuralları­ na uygun düşmesindedir. Taksonomi kuralları gereği , yeni bir türe (burada söz konusu olan soyut kültürel şeytan) belli bir betimlemeyle geçerli kılınmadığı için dayanaktan yoksun, no­ men nudum halindeki bir adın verilmesi olanaklıdır. Ne var ki, durum "Balkan" adı için kesinlikle söz konusu değildir. lnsan gerçekçi olmayan bir biçimde şu dilekte bulunabilir: Keşke Balkan sözcüğünü küçültücü amaçla kullananlar, Heidegger'in yöntemine başvursalar, yani Varlıh'ı silerken , hem sözcüğü hem de üzerine yazılan silin tiyi [superinscribed deleıion ] koru­ salardı, çünkü sözcük yetersiz de olsa gereklidir. Silinti göster­ gesi en azından terimin metaforik kullanımına karşı uyarıcı görevi görecektir. 85 iKiNCi BÖLÜM Öz adland ı rma olara k "Balkanla r" Onun adını yaşam kitabından silip atmayacağım. inci/, Yeni Ahit 3: S Batı'da Balkanlar'dan pek de olumlu bir biçimde söz edilmedi­ ğine göre, Balkan diye adlandırılma nasıl bir deneyimdir? Coğrafi ya da tarihsel açıdan Balkanlar'a ait oldukları söyle­ nenler bu adla nasıl baş ederler? Kendilerini Balkanlı olarak mı görürler; bu ne demektir? Burada bu çalışmanın kapsamı üzerine birkaç söz söylemek yerinde olacaktır. Bu çalışma öz kimliklerin ve kendini adlandırmanın oluşum sürecinin tarih­ sel araştırması değildir. Bölgede bugün ifade edilen imge ve duygular üzerine bir fikir vermeyi amaçlamaktadır. Bundan dolayı, buradaki inceleme, izlenimci bir tablonun üstünlükle­ rinden bazılarını ve eksikliklerinin hepsini barındırmaktadır. Bu bölümde günümüzde Balkanlar üzerine yapılan tanımla­ malarla ilgili sorunlar ele alındığı için, ilk bakışta kronolojik sıraya uygun biçimde bölümün "Balkan" teriminin evrimin­ den sonra yer alması gerektiği düşünebilir. Ne var ki, bölümü buraya alarak, görünürdeki metodolojik tutarlılığı bilinçli bir şekilde bozuyorum. Amacım metodolojik bir katkı yapmak: Adlandırma , sınıflandırma, yorumlama ve değerlendirmeye ilişkin bu analizin en önemli bileşenini, yani Balkan halklarını tam da bu noktada devreye sokmak. Okura Balkanlar'daki ha­ kim öz-algılar hakkında bu aşamada bilgi sunmak istiyorum, 87 böylelikle daha sonraki bölümler okunurken bu konunun dik­ kate alınacağını umuyorum. Balkanlar'a ilişkin dışarıdan küçümseme ve kınamaya daya­ nan algılamaların yanı sıra, olumsuz bir öz-algının da bulun­ duğu neredeyse aksiyomatiktir. "Balkan halkı" nosyonuna başvurmanın, bu halkın kendisini nasıl düşündüğünü ele al­ manın, " ulusal karakter" gibi hem metodolojik, hem de ahlaki gerekçelerle karşı çıktığım bir kategoriyi hatırlattığının bilin­ cindeyim kuşkusuz. Dolayısıyla, karşı çıktığımı iddia ettiğim özselcilik yanılgısına düşmemek için, şu koşulla konuştuğu­ mu belirtmek isterim: ''.Balkanlılar kendilerini nasıl düşünü­ yorlar?" derken, Balkan uluslarının eğitimli elitleri içerisinde etnik, ulusal, dinsel, yerel ve benzer pek çok kimliği üstlenen­ lerin veya en azından bu kimliklerin bilincinde olanların mu­ hayyel bir Balkan kimliğini nasıl tanımladıkları (yani reddet­ tikleri, kabul ettikleri, bu kimlik karşısında çelişkili veya ka­ yıtsız bir tutum sergiledikleri) kastedilmektedir. Erving Goff­ man'ın, öz-kavrayışın temeli olarak damga konusunda işaret ettiği üzere " temsilciler temsili nitelik taşımaz, çünkü damga­ larına dikkat etmeyenler veya eğitim düzeyi nispeten düşük c;ılanlar temsillerde pek yer almaz. "1 Bu öz-algı nereden kaynaklanır: Özdüşünümün bağımsız bir ürünü müdür, yoksa yalnızca dışarıdan bakışla mı oluştu­ _ rulup şekillendirilmiştir? Gerçi Balkan halkları, kendi imgeleri dışandan şekillendirilirken edilgin nesneler konumunda kal­ mışlardır (bu imgenin oluşumunda yoğun etkinliklerinin hiç­ bir rol oynamadığı anlamında değil, söylemin oluşumunda ve yayılmasında etkin katılımları olmadığı anlamında), ama ken­ dilerine vurulan ya[taları ve yüklenen olumsuzlukları edilgin bir şekilde benimsememişlerdir. Bu kitap, Balkanlar'ın dışar­ dan algısının bölgede ne denli içselleştirdiğini vurgulam1ıkta­ dır. Şu var ki, eleştirel özdüşünümün, hiç değilse başlangıçta , nispeten bağımsız bir bileşen olduğunu gösterme k de müm­ , kündür. Bu özdüşünüme karşılaştırmalar kaynaklık etmiş, ay1 Erving GoITman, Stigma: No!es on ıhe Managemenı of Spoiled lden!ily, Englewo­ od Cliffs, N.J.: Prenıice-Hall, 1963, 27. 88 nca dolaysız alışverişin bir sonucu olarak değil, ortak kültürel kaynaklara dayandıkları için gerek dışarıdan gerekse içeriden gözlemciler tarafından paylaşılan beklentiler, değerler ve ideal­ ler onu beslemiştir. Dolayısıyla, eleştirel öz-değerlendirmele­ rin birçoğu, Balkanist söylemin 19 10'lu yıllarda katılaşmasın­ dan önce yapılmıştır. Edebiyatta "Balkan" adıyla ilintili en popüler imge, Bulgar yazan Aleko Konstantinov'un (Aleko adıyla tanınır) ( 1 8631897) ölümsüz kahramanı Bay Ganyo Balkanski'dir. Bay Gan­ yo'yu anlatan kısa öyküler 1 894'te Misil adlı edebiyat dergisin­ de yayımlanmaya başlamış, 1895'te "günümüzde yaşayan bir Bulgar hakkında inanılmaz öyküler" altbaşlığını taşıyan bir ki­ tapta toplanmıştır. Fransız edebiyatındaki Tartarin'in veya Çek edebiyatındaki Schwejk'ın yerini tutan Bay Ganyo ve ondan tü­ retilen bayganyavştina (Bay Ganyo'luk) ismi, Bulgar edebiyatı­ nın yarattığı ve hödüklük, kabalık, görgüsüzlük için kullanılan en popüler simge haline gelmiştir. Onun bütün Bulgarların bil­ diği tek edebi kahraman ismi ve okuduğu tek kitap olduğunu söylemek hiç de abartılı olmaz. Bulgar edebiyat eleştirisi büyük ölçüde bu kahraman etrafında şekillenip gelişmiş, Bay Gan­ yo'nun yorumu haklı olarak ulusal kendini analize denk sayıl­ mıştır. Bulgar edebiyat eleştirisinde bütün bir yüzyıl boyunca şiddetli kutuplaşmalara yol açan büyük ikilik, etnik yaklaşım ile toplumsal yaklaşım arasında yaşanmıştır: Yani, Bay Ganyo biyolojik, ırksal, ulusal, kültürel, uygarlıkla ilgili bir tip olarak mı incelenmelidir, yoksa kesinlikle bir etnik/ulusal özgüllüğü bulunmayan, gerikalmış toplumların tarihinde belirli bir geçiş dönemine ait, somut bir sınıf profiline sahip, kendine özgü toplumsal-tarihsel bir tip olarak mı değerlendirilmelidir? Bay Ganyo Balkanski'nin günümüzdeki en iyi yorumcusu Svetlozar lgov, onu Balkan ortamı içinde bağlamsallaştırmış ve Hama balkanicus nosyonunu üretmiştir. Aleko, "kurtuluştan sonraki ilk aydınlar kuşağının" derin hayal kırıklığını dile ge­ tiriyordu. Bu kuşak, "canlanış döneminin yüce idealleri ile 'öz­ gür' Bulgaristan'ın hızla burj uva yozlaşmasına uğraması ara­ sındaki çelişki"yi çok şiddetli bir şekilde yaşamıştı. Aleko, Ay89 dınlanma Avrupası moralist edebiyatında Avrupa'nın ahlak an­ layışının ikiyüzlülüğünü eleştirmek için çok kullanılan bir modeli -uygarlar arasındaki vahşiyi- benimsemişti; yalnızca Avrupalılar arasındaki Balkan türedilere sert eleştiri oklarını yöneltmek üzere bu modeli dönüştürmüştü. Aynca, önemli bir ince ayrım da söz konusuydu. Avrupa'daki serüvenlerinin anlatıldığı birinci bölümde Bay Ganyo sadece gülünç bir soy­ tarıyken, yurda dönünce tehlikeli ve sahici bir vahşi haline ge­ l ir. Bay Ganyo, yurttaşları arasında sonradan görme bir zengin ve yeni türemiş, yozlaşmış bir politikacıdır; "başlangıçta Bal­ kan bölgesinin gülünç, tuhaf kişisidir, sonunda duruma tama­ men hakim bir siyasal güç, muzaffer bir sosyal figür, halkı et­ rafına toplayan bir liderdir. "2 Aleko, hiç kuşkusuz, Bay Ganyo'yu yaratarak, uygar Avrupa nosyonunun karşısına yerleştirdiği kabalık ve anti-kültürü he­ def almıştı. N efret ettiği bir olguyu gözler önüne seriyordu: Gerçek değerleri benimsemeden uygar davranışların yüzeysel taklidi. Köylü kıyafetleri içinde Batı'ya giden Bay Ganyo, Avru­ palı kılığında ülkesine döner, ama görünüşü ile karakteri ara­ sındaki uyumsuzluk onu daha da gülünçleştirir. Bay Gan­ yo'nun yaratıldığı dönemde yazan William Miller bu konuda şu yorumu getirir: "Şu kılık-kıyafet meselesi, Yakındoğu'da yalnız sanatsal bir ilgi konusu değildir; çünkü gördüm ki, Ba­ tılı kılığına bürünen bir Doğulu ahlaki olarak da bozulmakta­ dır. . . Balkanlar'ın yerlileri, üzerlerine bir siyah ceket geçirince, genellikle ilkel inançlarını ve basit fikirlerini de 'çıkarıp at­ maktadır' . . . Frak giymi,ş bir Balkan politikacısı, kendisiyle aynı kökenden gelen köylü gibi saflığını koruyamaz; ipek şapka, çoğu zaman, basit bir toprak adamını, Parisli bir hayat adamı­ nın çok kötü bir taklidine dönüştürür."1 Basit köylüyü üstü kapalı bir şekilde romantikleştiren bu uzunca alıntıyı, Aleko'nun kitabının çok ünlü, özlü başlangı­ cıyla karşılaştıralım: "Bay Ganyo'ya Türk kaftanını çıkarma2 Sveılozar Jgov, /storiya na bılgarshata literatura, 1 878- 1 944, Sofya: Izdatelsıvo na Bilgarskata akademiya na naukite, 1 993, 1 04- 1 1 5. 3 Miller, Travels and Politics. 58. 90 sında yardımcı oldular, üzerine bir Belçika ceketi geçirdi, her­ kes Bay Ganyo'nun tam bir Avrupalı olduğuna karar verdi."4 Bay Ganyo'nun öykülerindeki temel öğe şudur: Bu, dışarıdan, uzak bir ülkeden, yabancı Avrupalı bakış açısından değil, içe­ riden, bir Bulgar Avrupalı'nın bakış açısından yapılan bir eleş­ tiridir. "Avrupalılaşmış Bulgar" yerine ısrarla "Bulgar Avrupa­ lı" diyorum, çünkü Aleko'nun Avrupalılık'ı, herhangi bir Batı Avrupa ülkesinde kalmış olmasının sonucu değildi (eğitiminin tamamını Bulgaristan ve Rusya kurumlarında yapmıştı), her­ hangi bir ulusal yafta taşımayan ortak bir Avrupa kültürü için­ de yer almasından ve kıtanın eğitim görmüş bütün kişilerinin ortak yetişme tarzından kaynaklanıyordu. Bay Ganyo üzerine ilk yorumlardan birini kaleme alan lvan Şişmanov, Bay Ganyo'yu anlamak için işe Aleko'dan başlamak gerektiğini belirtmiştir: "Bay Ganyo'nun tam zıddını düşünün, karşınızda Aleko'yu görürsünüz."5 Tarihçi, edebiyat eleştirmeni ve 20. yüzyıl başlarında Bulgaristan'daki kültür ve eğitim haya­ tının önde gelen kişilerinden biri olan Şişmanov'a göre , Bay Ganyo'nun tam zıddı, bir yabancı değil, aynı topraklarda yeti­ şen bir başka kimseydi: Yazar ile karakteri içsel bir karşıtlık içinde birbirine bağlanmıştı. Kitabın yapısı da böyle bir çıkar­ samayı destekliyordu: Öyküleri, bir grup neşeli, okumuş genç anlatır, her biri Bay Ganyo'yla başından geçenleri aktarır. Bay Ganyo'yu tanıtan Bulgar yurttaşları arasında, kaybolmuş bir köylü yaşamına ilişkin hiçbir tatlı romantik değerlendirme söz konusu değildir. Bu, bir Bulgar'ın başka Bulgarlar tarafından anlatılan öyküsüdür.6 Dolayısıyla, Bay Ganyo değerlendirilir­ ken temel alınan ölçüt, Avrupalı diye adlandırılsa da, dışarıdan gelmemektedir. Kendi yurttaşlarından oluşan bir grup, değer­ lendirmede başvurulan standart işlevi görmektedir. Bunu, mer­ kezin hegemonik söylemini içselleştirdikleri için kendi gerçek4 Aleko Konstantinov, Do Clıicago i nazad. Bay Ganyo, Sofya: Btlgarski pisatel , 1983, 109. 5 lgov, Istoriya, 1 08. 6 Lifi Ilieva ve Stiliyan Stoyanov, "Bay Ganyo kato 'Homo Balkanicus'-'svoya' i 'chuzhda' gledna tochka," Balhanistic Forum, No. 2., 1993, 67-68; lgov, 1 1 3. 91 liklerine yabancılaşmış bir bakışla ve horgörüyle yaklaşan Batı­ lılaşmış veya Avrupalılaşmış elitlerin tavrı diye açıklamak yeri­ ne, konuya Edward Shils'in merkez-periferi değerlendirmesi ışığında bakmak yerinde olur. Shils, klasik makalesinde şu gö­ rüşü savunur: Merkez basitçe bir mekan değil, toplumu yön­ lendiren simge, değer ve inançların oluşturduğu temel alandır. Merkezi bir değer sisteminin varlığı, insanların somut birey­ sel varoluşlarını aşan ve yücelten [ transfıgure] bir şeyin bün­ yesine katılmak gibi köklü bir ihtiyaca dayanır. insanların, boyutları bakımından kendi varlıklarından çok daha büyük olan ve gerçekliğin nihai yapısı bakımından kendi rutin gün­ lük hayatlarından daha merkezi bir yer tutan bir düzenin simgeleriyle temasta olma ihtiyaçları vardır.7 Böyle bir perspektiften bakıldığında, Avrupalı denen değer­ lerin paylaşılması, sınırları belirli bir coğrafi-tarihsel kendilik­ ten (Batı Avrupa'dan) yayılan değerleri gelişim sürecinde ge­ cikmiş periferi elitlerinin mekanistik bir şekilde benimsemesi olarak görülemez, tersine kültürün evrensel insanlık bağla­ mında yer alan otonom bir fenomen olarak ele alınması gere­ kir. Aleko'nun ünlü sözünü, Avrupalı olmayışın kabulü olarak değil, bu açıdan değerlendirmek gerekir: "Biz Avrupalı'yız , ama tam olarak değil." Aleko Konstantinov'un Bay Ganyo'yu Amerika'da, 1 893 yılında Chicago Dünya Fuarı'nı ziyareti sıra­ sında tasarlamaya başlaması küçük bir rastlantı değildir, eleş­ tirmenler bu noktayı gözden kaçırmayıp vurgulamışlardır. Bir yandan, Bay Ganyo Batı kültür ve uygarlığının antitezi olarak çizilmiş, öte yandan birikim hırsının insanların temel motivas­ yonu olduğu bir toplumun acımasız ve bencil mekanizmala­ rıyla organik bağı bulunan bir karakter olarak gösterilmiştir. lgov'un deyişiyle Bay Ganyo "aynı mekanizmanın Balkanlı­ Doğulu bir embriyonudur, ama o da eninde sonunda 'para ka­ zanma çarkının bir dişlisi'dir."8 7 Edward Shils, Crnter and Periphery: Essays in Microsociology, Chicago: Univer­ sity of Chicago Press, 1975, 7. 8 lgov, lstoriya, 1 1 1 - 1 1 2 . 92 Herbert Vivian, 20. yüzyıl başında Sırp köylülerine ilişkin görüşünü özetlerken, aynı süreci kendi Larzında yakalamıştır. Sırp köylülerinden "güçlü, güzel görünüşlü , konuksever ve neşeli . . . para bir yana, başka her yönden zengin; basit, batıl inançlı, tam anlamıyla Ortaçağ insanları" diye bahseder. Eğer insan dörL-beş yüz yıl geriye gidip ataları arasında yaşayabilse, diye düşünür, onlar da muhtemelen bugünkü Sırp köylüler gi­ bi tahammülü zorlayacak ve uygarlık kibri bir tarafa bırakıla­ bilirse, onların da pek çok erdemi olduğu görülecek. Yalnızca, eğitim görmek üzere yurtdışına gittikleri, siyah ce­ ket giyip üzerlerine ince bir ilerleme cilası vurdukları zaman, eleştiri oklarına heder olurlar. Demokrasinin nimetlerinden (bugünkü hallerinde) yararlanacak olgunluğa erişmiş değiller ve onları hazırlamak için daha pek çok sancılı tecrübe geçir­ meleri gerekecek. Böyle bir hazırlık sürecinden geçemeyecek­ lerini söyleyemem, ama bu süreçten geçtiklerini görmek iste­ miyorum. Ben onları tanıdığım halleriyle hatırlamayı tercih ederi m . Şövalyelik çağı ndan bugüne dek kalan hayranlık uyandırıcı kimseler olarak.9 Benzer şekilde, A. Goff ve Hugh Fawcett da Makedonyalı'yı "görünüşü bakımından pitoresk, köylüleri düşünülürse dürüst ve çalışkan" diye nitelerler. "Ne var ki, şehrin kirli hayatı onu çabucak bozar. Şehirde, hangi şekilde olursa olsun en kolay yoldan en iyi hayat şartlarına kavuşmak ister. " 1 0 Dolayısıyla, Batı'nın balkanist söyleminde, Balkanlar'ın küçümsenmesine Ortaçağlı , azgelişmiş, ilkel niteliği kaynak oluşturmamıştır. Hatta, bu nitelik çekici bulunmuş, görünürde romantik bir dizi övgüye konu olmuştur. Bau'nın görmeye katlanamadığı şey, in­ sanlık tarihinin çok eski dönemlerinden gelen öz-imgesi değil, yalnızca birkaç nesil geriye uzanan imgesiydi. Hem Vivian'ın hem Aleko Konstantinov'un aynı ölçüde esefle karşıladığı se­ vimsiz karakter, daha yakın bir tarihteki şövalyelik çağından 9 Vivian, Tlıe Servian Tragedy, 252. 1 0 A . Goff ve Hugh A . Fawceıı, Macedonia: A Plca for ıhe Primilive, Londra ve New York:John Lane, 192 1 , xv. 93 geliyordu . Belçikalı kılığındaki Bay Ganyo, yerinde bir deyişle "sermayenin ilkel birikiminin şövalyesi" diye adlandırılmıştı.1 1 Balkanlar'da ne Bay Ganyo yalnız bir figürdü, ne de Ale­ ko'nun üzüntüsü benzeri olmayan bir duyguydu. Bu dönemin başka Balkan edebiyatları da, aynı fenomenin, sonradan görme burjuvanın ortaya çıkışıyla ilgilenmişti. lon Luca Caragiale'nin ( 1 852- 1 9 1 2) Kayıp Mektup adlı kitabı, Romanya'da aynı konu­ yu işleyen zengin bir edebiyatın yalnızca en çarpıcı ve en po­ püler örneğiydi . Aleko'nun Bay Ganyo's u nasıl Bulgarca'da bir simge sözcük olmuşsa, Caragiale'nin kitabındaki pek çok ifade Romanya'nın günlük konuşma diline geçmiştir. 12 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında eser veren yazarlar, kül­ tür gibi bulanık bir kategoriye dayanarak özsel açıklamalar ge­ tirmeye çalışmıyordu , tersine son derece özgül olgulara eğili­ yorlardı. Caragiale'nin yergilerinin hedefi Romen bir etnik ar­ ketip değil, yeni oligarşiydi. Gerçi eleştirmenler yazarın yal­ nızca "Batı uygarlığının, toplumun alt tabakalarına kolayca ge­ çen ince cilasına" saldırılar yönelttiğini ileri sürerek yergisinin keskinliğini törpülemeye çalışmışlardı, ama Caragiale'nin me­ sajı çok açıktı: Onlardan nefret ediyorum, arkadaş, Romanya'da büyük bir ciddiyetle buna demokratik sistem diyorlar. . . Ve bu yarı-kül­ türlü veya daha iyisi şöyle diyelim sahte kültür sahibi oligarşi, kar ve itibar hırsı gözünü bürümüş, yararlı üretim yapma, dü­ şünme yetisinden yoksun bir halde, devlet iktidarını tekeline geçirmiş. insanı isyan ettiren, zalim bir arsızlıkla, cahil ve si­ yasal olgunluktan yoksun olduklarını söylediği köylüleri (do­ ğal zenginliğin üreticisi olan o devasa itaatkar kitleyi) herhan­ gi bir müdahalede bulunma hakkından yoksun bırakıyor .. 13 . 11 Igov, lstoriya, i l l . 1 2 )on Luca Caragiale. Oeuvres Choisies: Theatre, Bükreş: Editions "Le Livre," 1 953, 20; !on Dodu Balan, A Concise History of Romanian Literature, Bükreş: Editura şiintifica şi enciclopedici!, 1 98 1 , 46-49. 1 3 lon Luca Caragiale, The Lost Letter and Other Plays, Londra: Lawrence and Wishart, 1956, 9, l l . 94 Yugoslavya'da, küçük bir tarım ülkesinin Batı tarzı bir bürok­ ratik topluma dönüşümünü Branislav Nusic ( 1 864-1938) göz­ lemlemişti. Komedilerinde, "vicdanın bir tarafa itilip hayatların mahvedildiği, direnen namuslu bireylerin ezildiği ve tıynetsiz türedilerin borusunun öttüğü bu netameli süreçteki"14 küçük burjuvaziyi tasvir eder. Bay Ganyo'yu, yalnızca yaratıldığı dö­ nemde görülen belirli bir homo balkanicus olarak konumlandır­ maya çalışan vülger sınıf analizlerindeki aşırılıkların etkisinde kalarak, onun tarihsel özgüllüğünü gözden kaçırmamalıyız. lgov, Bay Ganyo yorumlarındaki aşırılıklardan sıyrılarak bir orta yol bulmaya (onu "belirli bir toplumsal Lipin nevi şahsına mün­ hasır bir ulusal ve tarihsel versiyonu" olarak görmeye) çalışır­ ken, yalnızca bu kahramanın somut toplumsal-tarihsel niteliği­ ni göstermekle yetinmez, ayrıca onun longue duree [ uzun dö­ nemli] Bulgar gerçekliklerindeki derin köklerini de değerlendi­ rir. Bu da, Bay Ganyo'nun torunlarının sorununu enikonu ağır­ laştıran bir girişimdi. Bir olguyu neredeyse gönülsüzce kabulle­ nir bir üslupla şu saptamayı yapar: "Bu tipin gerçeklikte çok güçlü kökleri bulunmaktadır ya da görünüşü, hatta davranış tarzları değişse de, esneklik ve kalıcılığını koruduğuna bakarak, bu gerçekliğin çok yavaş değiştiğini söyleyebiliriz. " 1 5 Tabii ki, tarihsel açıdan, bu gerçeklikteki değişiklikler pek de yavaş sayıl­ maz: Bu gerçeklik, Balkanlar'ın Batı Avrupa merkeziyle periferi, ekonomik ve sosyal takipçi olarak bütünleşmesi, olsa olsa iki yüzyıllık bir geçmişe uzanır. Bu, Balkanlar'ın göreli azgelişmişli­ ğinin yalnızca iki yüzyıl önce başladığı anlamına gelmez, ama Avrupa'nın bölgeleri arasındaki teknolojik uçurum, ancak Wal­ lerstein'in dünya ekonomisi adını verdiği sistemin ortaya çıkma­ sıyla birlikte, yeni yapısal ilişkiler çerçevesinde anlamlı hale gel­ miştir. 1 6 Daha da önemlisi, bu süregelen bir süreçtir. 14 Anıun Barac, A Hisıory of Yugoslav Lilerature, Ann Arbor: M ichigan Slavic Stu­ dies, 1976, 207-208. 1 5 Igov, Isıoriya, 1 12. 1 6 Immanuel Wallerstein, The Modern World-Systrnı, c. 3, New York: Academic, 1 974-1989; lmmanuel Wallerstein, The Politics of ıhe World-Economy: the S�a­ tes, the Movrnımts, and the Civilizations; Essays, New York: Cambridge Univer­ sity Press, 1 984. 95 Bu gerçeklik günümüzdeki öz-kimliklerde nasıl yansıtılır? Kolektif adlandırma olarak "Avrupalı" ve "Balkanlı" gibi nos­ yonların Balkan ülkelerinin konuşma dillerinde bulunmadığı öne sürülmüştür. Getirilen açıklama, kendine ilişkin �dlandır­ malara, ötekine ilişkin adlandırmalara kıyasla genellikle daha seyrek rastlandığıdır. 17 Bu konuyla ilgilenmenin tipik bir ente­ lektüel uğraş olması, dolayısıyla yalnızca yazı dilleriyle sınırlı kalması daha güçlü bir olasılıktır. 19. yüzyılda v.e 20. yüzyılın ilk yarısında Balkanlar'ın konuşma dillerinde, hatta bugün de belirli bir nesilde rastlanan olgu, "Avrupa'ya gitmek" ifadesi­ nin kullanılmasıdır. 1 9 . yüzyılın sonlarında Wil liam Miller şöyle yazmıştı: "Balkan Yarımadası'nın sakinleri, bölgenin ba­ tısında yer alan herhangi bir ülkeye seyahat etmeyi tasarladık­ ları zaman ,•'Avrupa'ya gitmek'ten bahsederler, böylelikle ken­ dilerini Avrupa sisteminin dışında saymış olurlar. " 18 20. yüzyı­ lın başında Ailen Upward, Balkanlar'dan Avrupa'nın doğu ucu veya Avrupa'nın en az bilinen köşesi diye söz etmişti: Balkan dünyasının gözünde Tanrı rolünü oynayan Avrupa, Adriyatik Denizi'nde sona erer. Avrupa uygarlığının beşiği olan, Avrupa'nın kutsal bir boğa tarafından dünyaya getirildi­ ği topraklar, o İ{�rupa'nın parçası sayılmaz. Siyasal gerekçe­ lerle Rusya'yı da içine alır, ama başka yönlerden, Balkanlılar için Avrupalı, Bizanslılar için Frank'ın taşıdığı anlamı taşır. Kısacası, Avrupa Latin Hıristiyan dünyasıdır, Paris başkenti­ dir, Fransızca da dilidir. 19 Upward, bir lngiliz olarak, bu Avrupa imgesinde Fransa'nıil merkezi bir yer tutmasından rahatsızdı, ama söz konusu imge­ yi Latin Hıristiyan dünyasıyla sınırlarken yanılıyordu. Balkan­ lılar, kendi Balkanlar'ından farklı bir "Avrupa"dan bahseder­ ken, onu Latin Hıristiyan dünyasını bir yana bırakın, Batı Hı1 7 llieva, Sıoyanov, "Bay Ganyo," 63. 18 M iller, Travds and Polilics, Xlll, 38-39. 19 Ailen Upward, The East and Europe: Tht Rcport of an Vnoffıcial Mission to the European Provinces of Turhcy on the Eve of tht Revolution, Londra: John M urray, 1908, 50. 96 ristiyanlığı'yla da eşanlamlı kullanmıyorlardı. Balkanlıların di­ linde, "Avrupa," ilerleme, düzen, refah, radikal fikirler anlamı­ na geliyordu, yani bir imge ve idealdi, coğrafi bir kendilik de­ ğil , (gelişme olarak an laşılan) Zaman'a ait bir kategoriydi. lkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, bu nosyon geriledi ve Balkan­ lar'ın Doğu Avrupa'nın bir parçası haline gelen bölümünde kullanımdan kalktı. Söz konusu bölümde, onun yerini Batı al­ dı: "Avrupa'ya gitmek" hala kullanıldığı zaman "Batı Avru­ pa'ya gitmek"le aynı anlama geliyordu. l 904'te Herbert Vivian hala "bütün Balkanlar'da, Tuna ve Sava'nın kuzeyine geçmek­ ten 'Avrupa'ya gitmek' diye bahsetme alışkanlığı vardır" diye yazabiliyordu, oysa elli yıl sonra Macaristan , Çekoslovakya , Polonya veya Doğu Almanya'yı ziyaret etmekten, "Avrupa'ya gitmek" diye bahsetmek kimsenin aklına gelmeyecekti. Aynı şekilde, Yunanistan'da hiç kimse, Latin Hı ristiyan dünyasının temel merkezleri olan lspanya, Portekiz, halla halya'yı ziyare­ tinde ıha pame stin Evropi sözünü kullanmaz.20 Avrupa ile Balkanlar arasındaki ilişki günümüzde nasıl dile getirilmektedir? "Balkan" sözcüğünün çeşitli Balkan di llerinde nasıl kullanıldığının incelenmesi, kişinin Balkanlılık'ına ilişkin değerlendirmeler yelpazesini ve bunu kabul etme derecesini bir ölçüde aydınl ığa kavuşturur. Yine de, edebiyat ve siyaset tartışmalarında bu konunun nasıl ifade edildiğine daha yakın­ dan bakmak yerinde olur. "Yunanistan - Avrupalı'nın Avrupa tatili " , 1988 yılının tu­ rizm sloganıydı. Kimileri, bu sloganı, Avrupalıları taklit etme­ ye çalışan Amerikalıları ülkeye çekmeye yönelik bir girişim olarak yorumlamışur.21 Bu sloganın ortaya koyduğu bir başka gerçek ise, Yunanlıların Avrupalı oldukları konusunda saplantı derecesine varan vurgularıdır. Avrupa Bi rliği'ne üye Balkanlı ve Ortodoks tek ülke olan Yunanistan bu konuda son derece hassastır. Yu nanl ılar, dünyaya , Avrupa sözcüğünün bile Yu­ nanca ·o lduğunu hatırlatmayı unutmazlar. "Avrupa'ya gi tme" ıo Vivian, The Servian Tragrdy, 289. ı 1 Robert Eisner, Travrls to an Anıiqur Land: The History and 1.iteraturf oj Travel to Grrece, Ann Arbor: University o [ M ichigan Press. 1 99 1 , 256. 97 sözünü kullanmaları, Avrupa'ya ait olmadıklarını kabullenme anlamı taşımaz. Spyros Melas'ın yazısında, bu talihsiz nosyon kullanılsa da, Yunanistan'a düzülen coşkulu övgülerde , Avru­ pa kültürünün merkezi olma duygusu yadsınamayacak bir şe­ kilde kendini gösterir: Avrupa'dan dönüş yolculuğumuz sırasında -gri bulutların et­ rafı kapladığı, fırtınalı bir havada- Struma vadisinin sonunda bir parça mavi gökyüzü görünmüştü, yol arkadaşım haykırd ı : 'işte Yunanista n ! ' Yanılmıyordu. Sınırımız, Lam orada, mavi gökyüzünün göründüğü yerde başlıyordu. işte ruhumuzun beşiği, tarihimizin, uygarlığımızın cevheri ! Platon'un fikirleri, Sofokles'in koro için yazdığı şiirler bu mavinin esinini taşır. Anıtların mermer uyumları, onların yıkıntılarındaki boşluklar bu maviyle doludur. Bu mavi, denizlerimize yansır, böylelikle bir kabartma gibi oyulmuş topraklarımız, biri sudan (deniz) öbürü havadan (gökyüzü) oluşan uçsuz bucaksız iki mavilik arasında kalır. . . Maviliğin zaferi, yalnızca suya, havaya, ruh haline, konuşmalara, gülüşlere işlememiştir, dağa, taşa, topra­ ğa da karışmıştır, onlar da giderek hafi n emiş, neredeyse ma­ nevi bir kimliğe bürünmüştür.22 Stratis Myrivilis'in Yunanistan şarkılarında da, "mavi teması" kendini gösterir. Bu şarkılarda, " kaderini hep sarsmış, hala sar­ san dalgalar üzerine" tarihi yazılmış ülkenin övgüsü yer alır. "Mavi sayfalar bir bir açılırken, soyumun ruhunu bütün Akde­ niz'e taşıyan Eskiçag gemilerini görürüm üzerlerinde . . . Mavi sayfalar bir bir açılır ve imparatorluk kartalıyla donanmış Bi­ zans gemilerinin geçişini görürüm . . . Geminin uzun direğinde, bin yıldır Avrupa uygarlıgının koruyucusu olan ve lsa'nın ya­ sasını kutsal halklara yayan Zafer Madonnası'nın sancagı dal­ galanır. . . Mavi sayfalar hiç durmadan bir bir açılır."23 N ikos Kazancakis, doğup büyüdüğü adayı anlatırken bu duyguyu 22 Spyros Melas, "This is Greece ! " Corıina, 1962, 47-49. Modem Greeh Lilerary Gems, New York: R. D. 23 Stratis Myrivilis, "The Greek Waves," Modem Grreh R. O. Corıina, 1 962, 5 1 -53. Liıerary G rms , New York: paylaşır: "Girit; Avrupa, Asya ve Afrika arasındaki ilk köprüy­ dü. Ve Girit toprağı, bütünüyle karanlıklara gömülmüş Avru­ pa'nın ilk aydınlanan yeriydi. . . Çünkü dört-beş bin yıl önce mavi kuş, Ruh bu yere uğramış ve burada kalmıştı."24 Bütün· ulusal kimlikler gibi, Yunanlıların da bir çoğul kim­ likler yarışması vardır: Çağdaş bir Yunanlı, kendisini önce Yu­ nanlı olarak, sonra yerel bir kimlikle (Giritli, Makedonyalı , Epirli vb. ) , üçüncü olarak Avrupalı kimliğiyle, ancak daha sonra Balkanlı, Güney Avrupalı veya Akdenizli olarak tanım­ lar. Balkanlılık konusunda pek öyle büyük bir coşku yoktur, hatta küçümseyici bir uzak durma da söz konusu değildir, Yu­ nanlıların aşağılayıcı yaklaşımları, Balkanlar'a değil, "Doğu"ya (daha somut olarak Türkiye'ye) yöneliktir. Balkanlar'a men­ sup olduklarını yadsımazlar. Yalnızca, tarihsel olarak, Balkan­ lar'ın Yunanistan dışındaki ülkelerine yönelik, son birkaç on­ yılda hafiflemiş bir üstünlük kompleksi görülür. Yunanistan, yalnızca Balkan dünyası için tarihsel açıdan merkezi önem ta­ şımakla kalmaz, ayrıca yakın geçmişe kadar temel tasarımları ve siyasal tahayyülü büyük ölçüde Balkanlar üzerine yoğun­ laşmıştı. Akademik hayatta ise, "Balkan" nötral ve meşru bir yeri olan bir nosyondur: Balkanlar üzerine disiplinlerarası araştırmalar yürüten başlıca kurum Selanik'teki Balkan Araş­ tırmaları Enstitüsü 'dür kurumun temel yayın organı Balkan Araştırmaları dergisidir ve yakınlarda Evrovalkania ( "Avrobal­ kanlar") adında yeni bir dergi yayımlanmaya başlamıştır. Yunanistan, yarımadada kendisinin hala merkezi bir rol oy­ nadığını düşünmektedir, ama bu rol artık bir öncelik sayılma­ maktadır. Resmi açıklamalar da tartışmaya yer bırakmayacak niteliktedir: "Yunanistan için Balkanlar dünyanın bir köşesin­ deki tehlikeli bir bölge değildir. Yunanistan Balkanlar'ın bir parçasıdır." Kendisini Avrupa Birliği'ni n tek "Balkan üyesi" olarak tanımlayan Yunanistan, Balkanlar'ın istikrarı konusun­ da özel bir sorumluluk hissetmektedir ve bir süre önce bir "Açık Balkan Üniversitesi" kurulmasına yönelik bir girişimi , 24 Nikos Kazantzakis, "Creıe, a Great and Noble lsland ," Modern Greek Literary Gems, New York: R. D. Cortina, 1 962, 57. 99 onaylamıştır.25 Tek Avrupalı Balkan ulusu olmaktan övünç du­ yan Yunanlılar, kendi ayırt edici özelliklerinin tehlikeye düş­ mesinden kaygı duymaktadır ve " 1 9. yüzyıl başlarında formü­ le edildiği şekliyle statik bir organik nosyonu -devlet, millet, din ve Yunanlılık'tan oluşan bir ağı- koruma" yönündeki eği­ lim giderek güçlenmektedir.26 Kuşkusuz, Avrupa'yla bütünleş­ me süreci ilerledikçe, Yunanistan'ın kimliğini yeniden inşa et­ me yolu nda karşılaşacağı baskılar yoğunlaşacaktır. Yine de, Yunanistan'da gördüğümüz olgu şudur: Kimlik konusundaki tartışmalara ve bazı çevrelerde özlerini Rom e iosini kaybetme Angsl'ına [korkusuna ) rağmen, Avrupa Birliği'nin kurumsal­ laşmış çerçevesinde Yunanistan'ın yeri güçlü bir güvenlik duy­ gusu yaratmıştır, öyle ki Yunanistan için Balkan "olmanın da­ yanılır ağırlığı"ndan bahsedilebilir. Benzer şekilde, Edward Gibbon'un deyişiyle " l talya'nın gö­ rüş alanı içinde yer alan, ama Amerika'nın iç kesimlerinden daha az bilinen" ülkede de, Arnavutların Balkanlı olduğu ke­ sinlikle inkar edilmemiş ve "Balkan" sözcüğü neredeyse yal­ nızca nötral coğrafi anlamında kullanılmıştır. Arnavutluk dev­ leti kurulurken, lobi faaliyeti yürüten Christo A. Dako şu tez­ leri öne sürmüştür: Arnavutlar Balkan Yarımadası'nın en eski ve en güzel ırkıdır, Ortaçağ'a kadar bütün Balkan ülkelerini ele geçirmişlerdir, ulusal bilinçleri komşularınınkinden çok daha güçlüdür, "yalnızca Aryen bir halk değildir, aynı zamanda ulu­ sal içgüdülerinde de Avrupalı'dır", özellikle aile anlayışı "Türk değil, Avrupalı" bir anlayıştır.27 Bu tutum, Arnavutları, küçük düşürücü bir Balkanlıhk'tan kurtarmaya yönelik değildi, diğer Balkan ulusları arasında egemen bir ulus olarak haklı bir yer kazandırma amacını taşıyordu. Böylelikle, "Arnavut halkının, Balkanlar'ın en kadim halkının uluslar ailesine kabul edilme- - 25 George Papandreou , "Greece, ıhe Uniıed States and ıheir Mutual Common ln­ ıeresıs in ıhc Balkans," Tlır Soutlıeası Europran Yearbooh 1 993, Aıina: ELI­ AMEP, 1994, 13-19. 26 Adamanıia Pollis, "Greek National Idenıity: Religious M inorities, Rights, and European Norms," ]ounıal of Modern Greeh Studies, c. 10, no. 2, 1992, 1 9 1 . 2 7 Dako, Albania: Tlıe Master Key, 2, 28, 3 1 , 1 28, 1 7 1 . 100 si" gerektiği savunulabilecek, Amavutluk'un "Balkan Yarıma­ dası'nda düzen ve barışın bir unsuru olma" arzusu ifade edile­ bilecekti.28 Başkan Wilson'a ve diğer büyük devletlerin dışişle­ ri bakanlıklarına gönderilen yazılarda, Arnavutların Arilik'i ve Avrupa · aile değerlerini benimsediği tezine bu kadar sık ve önemli bir yer verilmesi, yalnızca. Arnavut davasının sözcüle­ rinin hakim siyasal klişeleri ne kadar çabuk kabul ettiklerini göstermektedir. Günümüzde de Arnavutluk'u n Balkanlar'ın bir parçası ol­ duğu tartışma konusu değildir. Mart l 995'te yapllğı bir ko­ nuşmada Cumhurbaşkanı Sali Berişa, Arnavutluk'u Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerinden biri olarak göstermiş, Arnavut­ luk'un Avrupa'yla arasında oluşturmak istediği dolaysız, dola­ yımsız ilişkiyi de vurgulamaya çalışmıştır: "Bu program, bizim için bir şeref sözüdür, Arnavut seçmenlerle, demokrasiyle, Ar­ navutluk'la ve Avrupa'yla yapuğımız sözleşmedir."29 J3unun tersine, Kosova üzerine yazan yazarlar, Kosova'nın yeni bir "Balkan barut fıçısı" haline gelebileceği uyarısında bulunur­ ken bile, "Balkan ruhu" nu, "Balkan boyutu"nu, "Balkan pers­ pektifi"ni öne çıkarmaya çalışmaktadır. Ne var ki , Arnavut­ luk'u "çalkanulı Balkanlar'da bir istikrar adasına dönüştür­ mek" ortak bir arzu olarak belirmektedir.30 Arnavutça'da "Bal­ kan" sözcüğünü küçümseyici bir şekilde kullanma geleneği olmamasına rağmen, komünizm sonrası dönemin yeni klişe­ leri böyle bir kullanımı dile sokmaya başlamıştır. Hıristiyanlık 28 lbid., 1 1 7, 1 20; Chrisıo A. Dako ve Dhimiıri Bala, Albanias Riglıts, l lopcs and Aspirations. "fhe Strengtlı of the National Consciousııcss oj ılır Albania Pwple. Boston: 1 9 1 8 , 8; Christo A . Dako ve M ihal G raıneno, Albaııia's Riglıts and Claims to Independence and 1erritorial lntegrity, Bosıon: 1 9 1 8 . 2 9 Sah Berisha, "The Democraıic Parıy llas Kepı lıs Word ," Rilindja Denıolıratike, 7 Man 1 995; aynca bkz. FBIS-EEU-95-049, 14 Man 1 995. 30 Arshi Pipa, "The Oıher Albania: A Balkan Perspecıive," Arshi Pipa , . c Sami Repishıi, ed . , Studies on Kosova, Boulder, Co. : l.'.ası European Monographs, no. 1 55, New York: Columbia Universiıy Press, 1 984, 244, 247, 25 1 ; Elez Biberaj. " Kosova: The Balkan Powder Keg," Conjlicı Studirs, no. 258, Lon<lra, 1 993, 1 26; Gazmend Zajimi, " l listorıcal Conıinuity o l ıhe Qucsıion o f Kosova," Ko­ sova, no. 1 , 1 993, 1 9-22; Elez Biberaj , "Albania's Road ıo Deınocracy,"' Currrnt History, c. 92, no. 577, Kasım 1 993, 385. 101 üzerine Arnavutça bir makalede şöyle deniyordu: "Balkan ve Arnavut paternalist geleneği sömüren elli yıllık katı komünist yönetim, insanın manevi ve ahlaki değerlerini tamamen tah ­ rip etmiştir." Bu paternalizm, "Balkan halkları için tipik olan bir sosyo-psikolojik modeldir, hayatın lslamileşmesiyle , ayrıca toplumsal ve ekonomik gelişme düzeyinin ilkelliğiyle pekiş­ miştir." Arnavutluk için tek umut, "Avrupa uygarlığını ve Hı­ ristiyan değerlerini seven" genç kuşaktır.31 Ateist dönemden önce halkın yüzde 70'i Müslüman olan bir ülkede Hıristiyan değerlere yapılan bu açık atıf, çoğulcu terminoloj i nin soylu yönünü henüz sindirememiş olan yeni siyasal söylemin safdil­ liğini ve doğrudanlığını göstermektedir. Ne var ki, bu, Avrupa veya Batı söyleminin din, ırk ve etnik grup ayrımlarını aştığı iddia edilen sözde evrenselcilik ve çoğulculuğuna kanmayan yeni Arnavut siyasal elitlerinin sağlıklı siyasal içgüdülerinin de bir ifadesi olabilir. Arnavut profesör, sadece kendisinden önce başkalarının uyguladığı yönteme başvuruyor, yani arzu edilmeyen nitelikleri , atfedilmiş bir Balkanlık'a yükleyip dış­ sallaştırıyordu. Romanyalılar genellikle, Batı dünyasıyla (Orta Avrupa dola­ yımından bile geçmeyen) dolaysız bağlantıları olduğunu, (Slav ve Türk) barbarların oluşturduğu bir ummanda Latinlik ve uygarlığın ileri karakolları olarak misyoner rolü oynadıklarını ısrarla öne sürmüşlerdir. Birinci Dünya Savaşı'nda doğu cep­ hesi haberlerini ileten John Reed Bükreş'ten şöyle yazmıştı: "Bir Romen'i kızdırmak isterseniz, ülkesinin bir Balkan devleti olduğunu söyleyin, yeter. 'Balkan ! ' diye haykırır. 'Balkan ! Ro­ manya bir Balkan devleti değildir. Bizi yarı-vahşi Yunanlılarla, Slavlarla nasıl karıştırırsınız! Biz Latin'iz."32 Bu, her zaman böyle olmamıştı. Hatta, 19. yüzyıl boyunca, "Romencilik" akı­ mının ortaya çıkmasına, Romenlik'in Hellenizm'den kurtarıl­ maya çalışılmasına, içinde pek çok Slavca sözcük bulunan Ro­ mence'nin özleştirilmesine rağmen, Balkanlar'dan ayrı sayıl3 1 Gramoz Pashko, "The Role of Christianiıy in Albania's Post-Communist Vacu­ um," Tlıe Souıheası European Yearbooh 1 993, Atina: ELIAMEP, 1994, 47, 49, 53. 32 John Reed, The War in Easıem Europe, New York: Scribner's, 1919, 273. 1 02 mak Romenlerde saplantılı bir fikir haline gelmemişti . The­ odor Codrescu , lon lonescu de la Brad, Dirnitrie Bolintineanu, A. Pelimon, D. Rallet, Maior Pappazoglu, Cezar Boliac, Stefan Georgescu ve Piskopos Melchisedec gibi bir dizi Romen yaza­ rın gezi eserlerinde, Tuna'mn karşısına geçince hiç yabancılık çekmemeleri çarpıcı bir olgudur: Bu eserler, durumları, davra­ nışları ve sözleri sezgisel bir şekilde kavrayan, içerden yazan kimseler olduklarını gösterir. 33 Benzersizlik ve tam anlamıyla farklılık fikri , "çoğu zaman 'küçük kültürler'de görülen ve resmi tecrit siyasetine tekabül eden kültürel Narsisizm," daha sonra ortaya çıkan bir olgudur, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra aşırı uçlara götürülmüştür.34 Yine de, bu öz-kimlikte bir gerilim vardı. Söz konusu gerilim, Romanya'nın (hiç değilse eserlerinin hacmi ve ülke içindeki ve dışındaki etkisi bakımından) en büyük tarihçisi N icolae lorga'nın eserlerinde bile görülür. 1 9 1 9 yılında basılan Roman­ ya Tarilı i 'nin giriş bölümünde, ülkesinin "Avrupa'nın ortası ile Rusya bozkırları arasında, kuzeyin karanlık toprakları ile gü­ neyin güneşli Balkan Yarımadası arasında" yer aldığını belirtir. Böylelikle, Balkan Yarımadası'nın kuzey sınırını Tuna lrma­ ğı'nın oluşturduğunu açıkça söyler.35 Yine de, Iorga Romanya devletinin ve ulusunun evriminde yarımadanın merkezi bir konumu bulunduğunu görmüş ve analiz birimi olarak G üney­ doğu Avrupa'yı kullanmıştır. Nasıl Alman tarihyazımında Sü­ dostcuropa [G üneydoğu Avrupa ) (Romanya dahil) Balkanlar artı Macaristan ise, !orga için de rEurope du sud-est veya rEu­ rope Sud-orienıale, Balkanlar artı Romanya dernekti. 1 9 1 4 yı­ lında Bükreş'te Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Enstitü­ sü'nün açılış töreninde yaptığı konuşmada, !orga, bölge halk­ larının ortak Trak ve lliryalı temellerinden söz açmış, bunun 33 Maria Mladenova ve Nikolai Zhechev, Rumlnslıi pltepisi ot XIX vdı za bllgarslıi­ ıe zemi, So[ya: lzdaıelsıvo na Oıechesıveniya fronı, 1982. 34 Vladimir Tismancanu ve Dan Pavel, "Romanias Mysıical Revolutionaries: The Generaıion o[ Angsı and Advenıurc Rcvisiıcd," Eası European Polilics and So­ cieties, c. 8, no. 3 Gıiz 1994, 436. 35 Nicolae !orga, A History of Romania. Land, Ptoplt, Civilizalion, New York: AMS, 1970, 1 . 1 03 izlerinin daha sonraki Yunan , Bulgar, Sırp, Romen, Türk mi­ raslarında bulunduğunu söylemiş, söz konusu halkların ortak karakterinin batı, doğu ve kuzey etkileriyle şekillendiğini ileri sürmüştür.36 Güneydoğu Avrupa'nın sürekliliği fikri, sonradan B. P. Haşdeu ve özellikle, Balkan terimini kullanan az sayıdaki Romen yazarından biri olan Victor Papacostea tarafından daha da geliştirilmiştir.37 Papacostea'nın seçkin önderliği altında, 1937- 1948 yılları arasında Bükreş'te bir Balkan Araştırmaları Enstitüsü faaliyet göstermiş ve Balhania adlı bir akademik der­ gi çıkarmıştır. lki dünya savaşı arası dönemde, Romanya, lekelenmiş coğ­ rafi terime gösterdiği aşırı politik hassasiyeti azaltmış ve "Bal­ kan Paktı"na imza atmıştır.38 Ancak, Romen entelektüellerin oluşturduğu belki de en parlak grup, " Romanya'nın mistik devrimcileri," ülkenin Balkanlar'ın bir parçası sayılmasına ke­ sinlikle karşı çıkmıştı: Onların ölçülü, Ona Avrupa bile değil, Batı Avrupa'ydı . Ernst Jünger'in devrimci aristokratlığının Bal­ kanlar'daki karşılığı olarak tanımlanan bu kuşak, burjuvaziye ve ticaret hayatına düşmandı, anti-demokratik ve anli-Semitik bir nitelik taşıyordu. Bu kuşaktan üç kişi, l 930'larda Genç Ro­ manyalı Yazarlar Derneği'nin saygın ödülünü kazanmıştı : Emil Cioran, Constanlin Noica ve Eugene lonesco. Bir dördüncü yazar, Mircae Eliade, "Genç Kuşağın manevi lideri olarak ka­ bul " edildi. Bu yazarlar, günümüz Romanyası'nda, "yeni kuşak öğrenci ve entelektüellerin birçoğunun , kendilerini l 930'ların radikal başkaldırı ruhuyla özdeşleştirdikleri" Çavuşesku son­ rası dönemde entelektüel ufku belirlemektedir.39 Bu dört yazardan, yalnız bir tek (ilk) kitabını Romence yaz­ mış ve en az Romanyalı olan yazar, Gergedan adlı gerçeküstü36 Nicolae lorga, A Hisloirr drs Ronıaiııs et de la Romaııitc Orieıııale, 1 , Paris: Librairie Emcst Laroux, 1 93 7, 1 2 . L. 1 , bölüm 3 7 Papacostea, "La peninsule balkanique," 345-357. 38 joscph S. Roucek, Ballıaıı Poliıics. lıııerııat ioııııl Relalions in No Mıın' Laııd, Wesıpon, Conn.: Grcenwoo<l, 1 948. 9. 39 Yladiınir Tismaneanu, "Romania's Mysıical Revolutionaries," Partisan lkvicw, c. 6 1 , no. 4, 1 994, 600, 606. 1 04 cü başyapıtında en yakın arkadaşlarının Demir Muhafızların ideoloji ve faaliyetlerinin eLkisine girmesi ni anlatırken "gerge­ d a n l ı k " hastalığına boyun eğmemişti r.40 1 940'La yazdığı , l 968'de basılan bir çalışmasında lonesco, Demir Muhafızlar fenomenini atfedilmiş bir Balkanlılık'a bağlar: Orijinal ve otantik bir Balkan kültürü gerçekten Avrupalı ola­ maz. Balkan ruhu ne Avrupalı'dır, ne de Asyalı. Balı hümaniz­ miyle hiçbir ilişkisi yoktur. . . Orada tutkular varlık gösterebilir, ama sevgi hayat bulamaz. isimsiz bir nostalji kendini göstere­ bilir, ama belli bir yüz kazanamaz, bireyselleşemez. ince alay yoktur, halla ironi yoktur, yalnızca acımasız, kaba köylü şaka­ ları vardır. . . Hepsinden önemlisi, Balkanlılar [ !es Balhani q ııes l hayırseverlik nedir bilmezler. Dinleri, Katoliklerin ve Protes­ tanların duygusal, psikolojik ve entelektüel dininden o kadar köklü bir farklılık taşır ki, din bile sayılamaz. Papazlar mater­ yalist, pratik, sözcüğün Baulı anlamıyla aıeisuir; eşkıyadır on­ lar, satraptır, kara sakallı, kurnaz, acımasız. dünyevi yarauklar­ dır: Gerçek "Traklar" . . . Demir Muhafızlar fenomeni geçici bir şey değildir, derinden derine 13alkan niteliği taşır, incelmemiş Balkan ruhunun zalimliğinin gerçek bir ifadesidir.41 lonesco Balkanlar'da ironi yokluğundan yakınmaktadır, ama Balkanlar'daki taban desteğine sahip, Lek kitlesel faşist ve anti­ Semitik hareketin, Codreanu ve arkadaşlarının gerçekten oriji­ nal, nevi şahsına münhası r, sahici ve islisnai bir ölçüde Ro­ manyalı doktrininin, Balkanlı olmadığını en ateşli bir şekilde savunan grup tarafından Balkanlar'a atfedilmesi gerçekten iro­ niktir. Ne var ki, burada da genel balkanist söylemin merkezi özelli klerinden bazıları görülmektedir: Belirsizlik ( ıı i curo­ peene, ni asiatique) , kötülüğün soyut bir Balkanlılık'a yüklene­ rek dışsallaştırılması , içerdeki karanlık yan. Öte yandan, köy­ lülükten duyulan ve hiç gizlenmeyen nefrel , yalnızca Roman40 Maıei Calinescu, " lonesco a nd Rlıinocnos : l'ersonal and Poliıical Backgro­ unds," !.'.ast Europtan l'o!iıics and Societies, c. 6 , no. 3. 1 995, 39-1-399. 41 Eugene lonesco, l'resrnı passe: l'asst' p rt'srnı, Paris: Mercure de France, 1 968, 1 8 1 - 1 82. 1 05 ya'ya özgüdür, başka Balkan ülkelerinde kesinlikle görülmez, öyle ki bu sayede Romenlerin Balkanlı olmama iddialarının gerçeklik kazandığı söylenebilir. "Halkımdan, ülkemden, mis­ kinliklerini seven ve neredeyse her yanından budalalık fışkı­ ran, zaman dışı köylülüğünden o denli nefret ediyordum ki, onların soyundan geldiğim için utanç duydum, onlarla bağımı kopardım, kendilerine özgü ebediyetlerini, olgunluktan uzak kesin tavırlarını, jeolojik düşlerini reddettim" diyen Emil Ci­ oran'ınki gibi sözlere, çok bilinçli bir köylü yanlısı söylemin geleneksel olarak geliştirildiği diğer Balkan ülkelerinde rastla­ mak olanaksızdır.42 Cioran'ın Balkanlar imgesinde de belirgin bir belirsizlik var­ dı. Gerek iki dünya savaşı arasında, l 937'de Sclıimbarea la Jata a Romaııici ("Romanya'nın Dönüşümü") adlı eserini çıkardığı dönemde, gerekse savaş sonrası dönemde, l 960'ta yayımlanan Tarilı ve Otopyd'da burjuva toplumunu kesin bir şekilde reddet­ mesinde bu belirsizlik görülür. Cioran hala anti-kapitalist bir devrim bekliyordu, ama Rusya devriminin başarısızlığından hayal kmklığına uğramıştı, dekadan Batı'nın istikrar kazanma­ sını, yaşının getirdiği bir rehavetin ve bıkkınlığın izlerini taşı­ yan bir nefretle gözlemliyordu. Yine de, l960'ta yayımlanan ki­ tabında bile, Nietzsche'yi hatırlatan bir ateşlilik hissediliyor, "­ Batı enikonu tükendiğine göre- Rusya'nın, hatta Balkan halkla­ rının temsil ettiği güç, içgüdü, canlılık ve iktidar arzusu kültü" vurgulanıyordu.43 Balkan halkları, "yakıp yıkmaya, ülke içi kargaşalara, yanan bir genelevi andıran bir evrene duydukları heves ve eğilimle, Avrupa'daki 'son ilkeller'di, Avrupa'ya yeni bir enerj i kazandırabilirdi, ama Avrupa bunu ister istemez ken­ disini küçük düşüren son yıkıcı darbe sayacaktı . "44 Cioran'ın herkesin rahatını bozmaya, aklını karıştırmaya 42 Emil M. Cioran, "A Litıle Theory of Destiny," The Trnıptalion to Exisı, çev. Ric­ hard Howard, Chicago: Quadrangle, 1 968, 70-7 1 . 4 3 Maıei Calinescu, '"How can one b e whaı one is?' Refieclions o n ıhe Romanian and ıhe French Cioran," maniıskri, 1 995, 34, yazarın izniyle akıarılmışıır. 44 Emil M. Cioran, Hisıory and Vtopia, çev. Richard Howard, New York: Seaver, 1987, 34. 1 06 yönelik ünlü tutumu, sözün büyüsündeki estetik etkiye daya­ nan paradoks sevgisi yeterince dikkate alınsa bile, düşüncesi­ nin daha fazla şey içerdiği açıklı . Büyük, saldırgan, mesihvari kültürler (Fransız, Alman , Rus kültürleri gibi) ile dünyada bir misyondan yoksun oldukları için güçsüz, küçük kültürler ara­ sında bir ayrım yapıyordu. Cioran, Romanya köylülüğünün if­ lah olmaz geriliği, edilginliği ve kaderciliği karşısında hiç ek­ silmeyen tiksi ntisini ifade ediyordu , yine de Romanya kültü­ rünün büyük ve ( lspanya'nınki gibi) küçük kültürler arasında ara bir statüye ulaşabileceğini ve Balkanlar'a hakim olabilece­ ğini düşünüyordu.45 Gerek Cioran, gerekse Eliade daha sonra Demir Muhafızlarla ilişkilerini inkar ettiler, Cioran hareketi aşağılayarak şidde tle bunu vurgu ladı. Ne var k i , Cioran. l 930'1arda aşırı milliyetçi ve Demir Muhafızlar yanlısı gazete­ lere yazılar yazmış, Hitler'e ve Nazilere övgüler düzmüş, "Ro­ manyalıları çılgı nlık siyasetinin keyfini sürmeye kışkırtmıştı . " Eliade d e , 193 7'de Demir Muhafızların gazetesi Buna Veslirc'de "Lejyoner Hareketinin Zaferine N için inanıyorum" başlıklı bir yazı yayımlamışu. Bu yazıda şöyle diyordu: "Romanya halkı­ nın kaderine inanıyorum. Bundan dolayı, Lejyoner hareketi­ nin zaferine inanıyorum. Gerçekliğin bütün düzeylerinde mu­ azzam yaratıcılık güçlerini göstermiş bir ulus, Balkanlaşmış bir demokraside, bir iç felaketle tarihin periferisinde enkaza dönüşemez . "46 Demokrasinin reddi bile, Balkan damgası kul­ lanılarak yapılıyordu. Son olarak, içlerinde Romanya'yı terk etmeyen tek kişi olan, Demir Muhafızlarla kısa süren ilişkileri­ ni yadsımayan ve yadsıyamayan, bu yüzden l 964'e kadar bas­ kı gören Constantin Noica, 1 980'lerde Romanya'nın genç en­ telektüelleri arasında bir kültürel guru haline gelecekti.47 Romanya'nın benzersizliği teması , savaş sonrası dönemde 45 Maıei Calinescu, "How Can One Be a Romanian ," Souıheastem Europe, c. 1 0 , no. 1 , 1983, 25-36; Calinescu, "'How can one b e whaı one is?"' 26-27. 46 Tismaneanu, "Romania's Mysıical Revoluıionaries," 602. 47 Kaıherine Verdery, Naıional ldcnlily under Socialim: ldrntily and Cultural Poli­ ıics in Ccaııscscu's Ronıaııia, Bcrkeley: Universiıy of California Press, 1 99 1 , 256-301 . 107 de kullanıldı ve Çavuşesku döneminde zirve noktasına ulaştı, ülkenin Doğu ile Batı arasında belirsiz bir statüde sıkışıp kal­ masından duyulan rahatsızlığı gidermeye yönelik bir savunma mekanizması işlevi gördü. Çavuşesku yönetiminin son on yı­ lında izlenen dış politikanın, Romanyalı entelektüellerin dışla­ yıcılığını bir ölçüde hafinetmiş, en azından diğer Balkan ulus­ larına hiç değilse bir süre yakınlaştırmış olması beklenebilird i . Bu yönde bazı göstergeler vardır, a m a aksine işaret eden gös­ tergeler de vardır. Bugün, yalıtılmışlıktan kurtulmayı hedene­ yen bir korodan farklı sinyaller gelmektedir. Bunlardan bazıla­ rı bir Slav veya Asya denizinde Lalin adası temasını tekrarla­ yan sıradan i fadelerdir. Vatra Romdneasca mensuplarından bi­ ri, Macar ve Yahudilere kucak açan, kitle zihniyetleriyle, mani­ püle edilmesi kolay Slavlardan ve zalim, kaba, acımasız Asya­ tik Macarlardan farklı olan Romenlerin hoşgörüsünden bah­ setmektedir.48 Unutulmaz Yaz filminin ünlü yönetmeni Lucian Pintilie şöyle demiştir: "Benimsediğim bir yönetim varsa, o da komünistler iktidara gelene kadar süren burjuva yönetimidir. Ayrıca, hoşgörüsüyle tanınan bir halka mensup olmaktan gu­ rur duyuyorum. "49 Daha incelikli yaklaşımlar ise, Balkanlar ile Orta Avrupa ara­ sında, genel olarak Doğu ile Batı arasında yeniden açılan sınır­ lar üzerinde gergi n bir şekilde salınan bir kimliği , "Batı ile bü­ yük Asyalı Doğu arasında geçişi" somutlaşuran bir ülkeyi , "ke­ sinlikle Avrupalı sayılamayacak, ama hiç de Asyalı olmayan bir ·tür sahipsiz toprakları" göstermektedir.50 Genelde, Balkanlılık Romenlerin seyrek olarak göndermede bulundukları aşağılayı­ cı bir kategoridir. Balkan araştırmalarına büyük katkılar yap­ mış ve yapmakta olan Romanya akademi camiası , Balkanlar'da "Balkan araşurmaları" terimini kullanmayan tek gruptur. Ro48 Scoıı L. Malcomson, Bordrrlands: Naıion and tıııııirr, Uosıon ve LomJra: Faber and Fabcr, 1994, 60-63. 49 Aneııe Jnsdorf, "A Romanian Direcıor Telis A Tale of Eıhnic Madness, .. 50 Nt'W Yorlı rimes, 6 Kasım 1994, 422. Vicıor Neumann, The Tempıaıion of Homo Europarus, Uoulder, Co.: East bıro­ pean Monographs, no. 384, New York: Columbia Universiıy Press, 1 993. 1 7 . 33; Malcomson, Uorderlands, 58. 1 08 manya'da bu alandaki akademik çalışmalar Institut des etude sud-est europeennes adlı kurumda yürütülür, enstitünün yayın organı da Rtvue des etudes sud-est europeennes adını taşır. 1975'te Türkiye'nin önde gelen sosyolog ve tarihçilerinden Niyazi Berkes şöyle yazmıştı: "Türkiye bugün ne Batılı ne de Müslüman bir ulustur; Hıristiyan, sosyalist veya kapitalist bir topluluğa da mensup değildir. . . Ne Asyalı'dır, ne de Avrupalı . . . Osmanlı tarihinin baskın doğrultusu doğudan çok batıya yö­ neliktir. Ama doğulu bir kültür çevresine bağlılığı Türkiye'nin Batı dünyasına kabulünü önlemektedir."51 Bu, Balkanlar'da sü­ rekli tekrarlanan arada kalmışlık nakaratını hatırlatmaktadır, yalnız Türkiye için Balkanlar belirleyici bir vektör niteliği taşı­ maz. Uzun bir dikotomiler l istesinde -Asyalı veya Avrupalı; Müslüman veya laik; yerleşik veya göçebe; Fatih'in torunları veya Atatürk çocukları; " lslam'ın kılıcı veya Hıristiyanları ce­ zalandıran güç"; Osmanlı yetimleri veya Türkiye vatandaşları; fatih veya fethedilen; savaşçı veya medeni; Batı'nın bir parçası veya Batı'yı savunan güç; ord u , ümmet veya millet; çağdaş toplum veya tarihsel köprü; "Doğulu, Anadolulu veya Batılı"­ Balkanlar bir alternatif bile sayılmaz.52 Bunun nedeninin belirli bir bastırma [ repression ] süreci ol­ duğu öne sürülmüştür. Bir yandan, bazı Türk tarihçiler Os­ manlı Devleti'nin başlangıçta bir Balkan imparatorluğu niteliği taşıdığını, Balkanlar'ın Osmanlı imparatorluğu için her zaman asıl öncelik olduğunu, tarihsel süreklilikten dolayı Türkiye'nin de bir Balkan devleti olduğunu vurgulamaktadırlar. Bu görüş, Türkiye'nin merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ülkesinin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na kabul edilmesi: için kaleme al­ dığı ateşli çalışmada doruk noktasına ulaşmıştır: Özal, Turhey in Europe and Europe in Turhey adlı kitabını "Avrupa halklarına ve onlardan biri olan Türk halkına" ithaf etmiştir.53 Bilinen Do5 1 Malcomson, Jbid., 1 1 6. Türk Kimliği. Kıılııır Tarihinin Kaynalıları, Ankara: Külıür Ba­ 52 Bozkurt Güvenç kanlığı, 1993, 2 1 . 5 3 Turgu t Özal, Turlıey in Europe and Europe in Turlıey, Lerkoşe: K . Rüstem, 1 99 1 , viii. 1 09 ğu-Batı dikotomisini şöyle sorgulamıştır: "Barbarlar için 'Asya·. uygar ve uygarlaştırıcı Hint-Avrupalılar için 'Avrupa' kategori­ lerinin kullanılması gerçeğe uygun mudur?" Dahası, Batı Avru­ pa ve papalık tarafından ele geçirilirse yok edilecek olan Orto­ doks kilisesinin Osmanlılann Anadolu'yu fethi sayesinde kur­ tulduğunu ve korunduğunu iddia etmişlir.54 Son olarak, Os­ manlı l ın paratorluğu'nun Bizans-Balkan mirasından büyük bir gururla bahsetmiştir: Roma i mparatorluğu, Batı kültürünün yayıldığı alanı Lemsi! ettiği gibi, Osmanlı lmparatorluğu'nun yapısında da aynı öl­ çüde önemli bir rol oynamışur. lsliim'ı kabul eden ve etmeyen Rumların katkılarının yanı sıra, Osmanlılar, Doğu Roma lm­ paratorl uğu'ndan Yunanistan dahil bütün Balkan mirasını devralmışlardır. 55 Öte yandan , Balkanlar, Osmanlıların toprak kaybetmeye başladığı ilk bölgeydi ve bu bir öfke ve ihanete uğram ışlık duygusu yaratmıştı: "Balkan topraklarının kaybı büyük bir travma yaratmış, gerek Osmanlı yönetici sınıfında, gerekse Ye­ ni Osmanlı ve Jön Türk hareketlerinin mensupları arasında devletin bekası kaygılarını derinleştirmişti." Bu travma karşı­ sında, "Balkanlar'ı unutmaya yönelik resmi bir eğilim" benim­ senmiş, Osmanlı imparatorluğu ile Cumhuriyet Türkiyesi ara­ sında her türlü sürekliliği reddeden resmi cumhuriyet ideolo­ jisinde de bu eğilim sürdürülmüştü.56 Ancak, Balkanlar'a yönelik tutum çok daha karmaşıktır ve ideolojik eğilimleri, grup çıkarlannı, bireysel tercihleri yansıtır. Örneği n , cumhuriyetin resmi milliyetçi ideolojisi ile radikal Türkçü-Turancı milliyetçilik, Balkanlar'ı yalnız istenmeyen bir imparatorluk geçmişinin parçası olarak değil, aynı zamanda modern Avrupa'nın en sorunlu bölgesi olarak unutma konu54 lbid l, 22. .. 55 lbid., 349. 56 Tanı( Bora, "Turkish National ldentity, Turkish Nationalim and the Balkan Problem," Günay Göksu ô zdoğan ve Kemftli Saybaşılı, ed., Ballıans: A Mirror of the New lntemational Order, lsıanbul: EREN, 1 995, 104, 1 1 0-1 1 2. 1 10 sunda birleşir. Türk milliyetçiliğinin inşasında vatan olarak Anadolu'ya yapılan vurgu , şu yaygın fikrin oluşumuna kaynak­ lık etmiştir: Balkanlar, çok değerli dikkat ve enerj ilerin Anado­ lu'daki 'saf Türklük'ten uzaklaşmasına neden olmuş, sonunda Türklere ihanet etmiştir. Yılmaz Çetiner'in 1 960'larda Cumlıuri­ yet 'te "Şu Bizim Rumeli" adıyla yayımlanan ve daha sonra ge­ nişletilip kitap haline getirilen popüler yazı ve röportaj larında bu duygu göze çarpar.57 Türkçüler arasında, söz konusu vurgu, Balkan uluslarına yönelik -her zaman rövanşist veya irredantist tasarılara dayanmasa da- "intikam yüklü, düşmanca ve aşağıla­ yıcı" bir tutumun benimsenmesine yol açmıştır.58 Özellikle cumhuriyet ideoloj isine karşı çıkan muhafazakar entelektüeller arasında Balkanlar'ın hatırası canlı tutulur. Ne var ki, bu, Balkanlar'dan göçen Türklerin soyundan gelenlerin , hatta ilk kuşak göçmenlerin neredeyse hayırhah ve romantik nostalj isi değildir. Tam tersine, "malını mülkünü kaybetmiş efendisinin eşiğinde oturan eski bir köleninki kadar bile soylu olamayacak, alelacele kurulmuş devletlere" karşı düşmanca ve kibirli bir tutum sergilenir.59 Aynca , solcu ve Batıcı liberaller arasında, genellikle yeni-Osmanlı bir perspektifle Balkanlar'a ilginin arttığı görülmektedir. Ünlü yazar Nedim Gürsel, 1993 Ve 1994 yıllarındaki Bosna, Makedonya, Yunanistan ve Bulga­ ristan gezilerinin izlenimlerini, Balkan toprağında ölenlere ve Balkanlar'da yaşayan bütün dostlara adadığı Balkanlar'a Dönüş adlı güzel bir kitapta anlatmıştır. Bu kitap, bütün Balkan halk­ ları arasında dostluk ve işbirliği çağrısı yapan sıcak, insani bir anlatıdır, yine de yazar, Osmanlı l mparatorluğu'nu Balkan · ulusları için gerçek bir pax ottomana olarak idealize etme tuza­ ğına düşer ve Balkan devletlerinin imparatorluktan ayrılmasını, özellikle Balkan Savaşlarını emperyalist devletlerin kışkırtmala­ rına bağlar. Birçok kişi, Türkiye'nin Avrupa'yla bütünleşmesi­ nin bir yolu olarak jeopolitik bir yaklaşımı savunur.60 Cengiz 57 Yılmaz Çetinler, Şu Bizim Rumeli, lstanbul: Milliyet Yayınları, 1994. 58 Bora, "Turkish National Idenıity," 1 1 1 - 1 1 3. 59 lbid., 1 14. 60 Nedim Gürsel, Ballıanlar'a Dônaş, lsıanbul: Can Yayınları, 1995, 1 23. 111 Çandar'ın deyişiyle, "tıpkı Osmanlıların Balkanlar'da ilerleye­ rek bir dünya gücü olmaya başlaması gibi, Balkanlar bir kere daha Türkiye'yi Avrupa ve dünya gücü haline getirmektedir. . . Dolayısıyla, Türkiye 2 1 . yüzyıla yolculuğunda bir Balkan gücü haline gelmelidir. . . Anadolu Türk ruhunu boğan bir bölgedir. Balkanlar Türkiye'yi dünya boyutlarına taşımaktadır. "61 70 yıl­ lık resmi unutturma stratejisinin ardından , Balkanlar'ın Türk kimliğine ilişkin kamu söylemine yeniden girdiği kuşku götür­ mez , ama Balkanlar'a yönelik tutumlar, büyük bir çeşitlilik gös­ terse de, bu söylemde bir yan konu olmaktan öteye geçmez. Öte yandan, Doğu-Batı dikotomisi , özellikle lslam ile laik devletçi Türklük arasında grup kimliği bulmak için yürütülen coşku lu arayışlarda merkezi önem taşır. Bu dikotomi öteki Balkan ulusları için de önemli bir yer tutar, ama söz konusu ulusların hiçbiri "Doğululuk"a en küçük bir olumlu değer at­ fetmez. Türkler, hiç kuşkusuz Doğu-Batı gerilimini hissetme­ lerine karşın , belirli bir senteze ulaşmış görünmektedir, Kip­ ling'in "Doğu Doğu'dur, Batı da Batı, ikisi asla buluşmaz" sö­ zündeki bağdaşmazlık fikrine karşı çıkan bir tutum sergile­ mişlerdir. Ziya Gökalp için, bu, Türk milletinin, lslam ümme­ tinin ve Batı medeniyetinin organik bir şekilde biraraya geti­ rilmesiydi; yazar ve eleştirmen Peyami Safa için , Doğu ile Batı , Türklük i l e lslam arasında bir sentezdi.62 Fazıl Hüsnü Dağlar­ ca, lstanbul-Fetih De5tanı'nda bu duyguyu çok güzel dile getir­ miştir: farkedilmez Doğu ve Batı Hayaller dolusu cenaze, düşüncelerden Ayaklarınızın, ayaklarınızın, Ayrılışı yerden63 Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla, özellikle Orta Asya'da Müslüman ve Türk devletlerin bağımsızlıklarını kazanmaları61 Aktaran Bora, "'Turkish Naıional ldenıiıy." 1 1 9 . 62 Guvenç, Türlı Kimligi, 26-30, 43. 63 Fazıl !lüsnü Dağlarca, Selrcıed Poems, çev. Talat Saiı Halman, Piıısburgh: Uni­ versiıy of Pittsburgh Press, ı 969, 65. 1 03 . 112 nın doğurduğu yeni olanaklarla birlikte, Türk kimliği arayışı yeni bir döneme girdi. Yugoslavya'nın dağılması, özellikle Bos­ na'daki savaş, Türkiye'de lslami hassasiyeti artırmış, bu açıdan 1 5-20 yıl önce Kıbrıs'ın yarattığından daha büyük bir etki ya­ ratmıştır. Bosna'nın bir Endülüs olmasının istenmediği yolun­ daki temel slogan, İspanyol reconq u is ta'sına ve Müslümanların lspanya'dan çıkarılmasına göndermede bulunuyordu. Bosna'ya ve Balkan ülkelerindeki Türk azınlıkların kaderine duyulan büyük ilgi, Türk diplomasisinin harekete geçmesi, hatta kimi çevrelerde görülen "bizim Rumeli" nostalj isi, Türkiye'nin siya­ sal ve kültürel önceliklerinde Balkanlar'ın yerini abartmamıza yol açmamalıdır. Balkanlar, esas itibarıyla, Osmanlı tarihsel mirasının "batılı" yüzü olarak önem taşır ve özellikle bugün Atatürk'ün cumhuriyetçi mirası Türkiye'nin ideolojik ve siya­ sal yelpazesindeki bütün akımlar tarafından hararetli bir şekil­ de yeniden değerlend irilirken, Osmanlı geçmişinin reddi veya kabulüyle karmaşık ve dolaylı bir korelasyon içinde Balkan­ lar'ın önemi yüceltilir veya yadsınır. Her şeyden önce, Balkan kavramı herhangi bir küçük düşürücü anlam taşımaz. Türk akademi dünyasında Balkan araştırmaları çok büyük bir ağır­ lık taşımamakla birlikte, saygın bir yer edinmiştir: Ortadoğu ve Balkanlar incelemeleri Vakfı, Ballwnlar adlı yeni bir dergi yayımlamaktadır, Türk Tarih Kurumu'nda da bir Balkan Araş­ tırmaları Komisyonu bulunmaktadır. Türkiye, "Balkan" sözcü­ ğünün kişi adı olarak verildiği -Bulgaristan dışında- tek ülke­ dir. Türkçe'de "Balkan"a hem kişi adı, hem de soyad olarak rastlanır, ama Bulgarca'da sık kullanılan "Balkanski"ye kıyasla Türkçe'de bu kullanım enderdir. "Balkan" kavramının kullanı­ mı, nötral ile nostaljik olarak pozitif arasında salınır, bunun nedeni belki de hiçbir zaman kimliğin merkezi bir kavramı olarak kabul edilmemesidir. Büyük kriz dönemlerinde, kimlikler bulanıklaşır ya da daha sık rastlandığı üzere katı bir şekilde tanımlanır. Yugoslav (Hır­ vat) yazar Dubravka Ugrefü:, 1991 güzünde kaleme aldığı kısa bir başyapıtta , yoğun gerginlik altında öne çıkan, kesin sınırla­ rı çizilmiş, ama kimliksiz aidiyet veya dışlama alanları ile kay113 bolmuşluk duygusunu anlatır.64 Bugün Yugoslav sorunu iyice ön plana çıktığı için, onun açısından Hırvatlık ile Yugoslavlık arasında belirgin ayrım çizgileri olması beklenebilirdi. Aslında UgresiC'in incelikli tanımlamaları, oluşum sürecindeki bir ay­ rım çizgisi bulunduğu, beklenmedik ve acılı yerlerde, kesin ve net olmayan bir dokunun yapılandığı izlenimi vermektedir. lki yıl sonra Ugrefü: için bu süreç hala tamamlanmamıştı: Ug­ resic, kendisini bir etnik kategori içinde değerlendirmeyi red­ dediyor, "ötekiler" grubu içinde yer alan bir "milliyeti bulun­ mayan" diye tanımlıyordu.65 Buradaki konumuz açısından da­ ha ilginç nokta, benimsediği tanım içindeki acı yüklü belirsiz­ likler değil, tanımlamanın daha geniş çerçevesidir. Ugresic Amsterdam'da bir kahvede otururken, kendi yerini (veya yer­ sizliğini) tanımlayacak, Yugoslavya sınırlarından daha geniş bir referans çerçevesine ihtiyaç duyar. Bundan dolayı, kahvesi­ ni yudumlarken bir kağıda ikili karşıtlıkları yazmaya başlar: Düzenlilik-düzensizlik, hoşgörü-hoşgörüsüzlük, medenilik-il­ kellik, rasyonel bilinç-mitik bilinç, öngörülebilirlik-öngörüle­ mezlik, yurttaş-milliyet vb. ; birinci sütuna Batı Avrupa, ikinci­ sine Doğu Avrupa nitelemesini koyar: Bir anda bu Doğu Avrupa'yı karşımda görür gibi oldum. işte masada karşımda oturuyor, aynaya bakar gibi birbirimize ba­ kıyoruz. Eski püskü ayakkabıların ı , bakımsız tenini, ucuz makyajını, köle ruhunun ve arsızlığın suratına verdiği şekli görüyorum. Eliyle ağzını siliyor, bağıra çağıra konuşuyor, ko­ nuşurken el kol hareketleri yapıyor, gözleriyle birşeyler anla­ tıyor. Gözlerinde aynı anda hem umutsuzluk hem de kurnaz­ lık parıltısı görünüyor; "biri" olma yolundaki umutsuz arzu­ su kendini belli ediyor. . . Kız kardeşim benim, üzgün Doğu Avrupam.66 64 Dubravka Ugrefü:, " Zagreb-Amsterdam-New York," Cross Currents, no. 1 1 , 1992, 248-256. 65 Dubravka Ugrefü:, Have a Nice Day: From ıhe Balhan War lo !he American Dre­ arn, New York: Viking, 1 993, 229-230. 66 Ugrefü, "Zagreb-Amsterdam-New York," 2 5 1 . 114 Yugoslavların soğuk savaş dönemi boyu nca Doğu Avru­ pa'yla özdeşleşmeyi gururlu bir tavırla reddettikleri ve ona te­ peden baktıkları düşünüldüğünde, kimlikle ilgili bu tercihin önemi ortaya çıkar. Ugre5ic'in kendisi de, Yugoslavya'nın daha iyi günlerinde, "demir perde"yle ilgili sorularla karşılaşınca, "Biz onlar gibi değiliz, Romanya'ya, Bulgaristan'a, Çekoslovak­ ya'ya benzemeyiz. Biz başkayız" diye karşılık verdiğini anlatır. Ancak Doğu Avrupa dağılırken, hatta bu bölgeden bir kesim, Doğu Avrupalı değil, Orta Avrupalı olduğunu iddia edip Yu­ goslavya adeta tamamen farklı bir türe aitmiş gibi, o ülkede yaşanan kargaşayı sözde anlamayarak tiksintiyle değerlendirir­ ken, Yugoslavlar için, Doğu Avrupa'ya referansta bulunmak, bir umutsuzluk anında onu eşiti, ayna imgesi olarak görmek mümkün hale gelir. Aynı şey, Yugoslav.ya'nın Balkanlar'la ilişkisi için daha da ge­ çerlidir. Ugresic, Balkanlar'ı iki kez adıyla anar. Birincisinde, Ugre5ic -"kozum" diye nitelendirdiği- Yugoslavyası'nın farklı pozitif niteliklerini sıralarken, "Dubrovnik'in güzelliğinden, küçük bir Balkan ülkesindeki kültürlerin çeşitliliğinden, kıyı şeridinin güzelliğinden, özyönetimimizin avantajlarından, gö­ rece demokrasimizden, serbest dolaşım hakkımızdan, sansü­ rün bulunmayışından, bizim ılımlı komünizm türünden" bah­ seder.67 Bunların hepsi, bir turizm acentesinin Batılıları ülkeye çekmek için kullandığı standart reklam sözleridir. Her biri, Ba­ tı'nın inanç ve tercihler yelpazesinde yer alır, farklı, hatta bir­ birine ters düşen beğenilere seslenir: işte önce, meraklı ve ma­ ceracı Batılılar veya Vcnedik ya da Riviera'ya gitmeye bütçeleri elvermeyen ikinci sınıf turistler için Dubrovnik'te Rönesans ltalyası'nın kültürünün serpintileriyle Adriyatik güneşi; sonra, insanlığın yeni düzenini merak eden profesörler ve siyaseten doğru diğer aydınlar için, bir parça a la balkanique çokkültür­ lülük ve ılımlı komünizm; daha sonra da komünistlerden hoş­ lanmayanlar için piyasa ekonomisine ve demokrasiye çok ben­ zeyen bir düzen. 67 lbid., 253-254. 115 Balkanlar'a diğer referans ise, Ugrefü: Yugoslavya'da savaş­ tan bahsederken geçer: "Balkanla r'daki, 'oralardaki' ölü yığın­ ları." Daha sonra Balkan adını anmasa da, "oralarda" niteleme­ siyle bölgeden söz açar. Savaştan önce, Yugoslavlar "onlar"dan farklıydı; bugün Katolikl ik, Ortodoksluk ve lslam ayrımlarına göre medeniyet farklılıklarına vurgu yapılmasına rağmen, Yu­ goslavlar Balkanlar'a aidiyetlerini tamamen reddetmişlerdi. Bunun tek istisnası, Balkanlar'ın meşru bir yer edindiği, ensti­ tü ve dergi isimlerinde kullanıldığı akademi dünyasıydı. 1 9341941 arasında, Belgrad'daki bir Balkan enstitüsü Revııe interna­ Lionale des etudes balhaniques adlı bir dergi çıkarıyordu; bugün Sırbistan Bilimler Akademisi'ndeki Ballıanoloshi institut, Balca­ nica adlı bir dergi yayımlıyor; eski Makedonya Cumhuriye­ ti'nde de yeni bir dergi , Balhan Forum yayımlanmaktad ır. Aka­ demik camia dışında, Yugoslavlar bir Tuna veya Adriyatik ül­ kesi olarak, hatta daha iyisi coğrafi olmayan terimlerle bağlan­ tısız dünyanın eliti olarak tanınmak istiyorlardı. Artık, Yugos­ lavlar "oralardaki biz", "Avrupa'nın pisliği, soru nu, moron ak­ rabası," "oralarda yaşayan bizler" haline gelmektedir.68 Bir ba­ kıma, Avrupa'da algılanma biçimleri de tamı tamına budur: Kolektif olan Avrupa içindeki karanlık taraf. Eski Yugoslavlar için de, Balkanlılık, kendilerinin karanlık yüzünü dışlamaları­ nı sağlarken, Hırvat, Sırp, Makedon vb. kimliklerini saf ve ma­ sum nitelikleriyle muhafaza etmelerine ya da en azından yok olmaktan kurtarmalarına olanak vermektedir. Saraybosn a'da yayımlanan Oslobodenje gaz e t e s i , Eylül 1990'da bir savaş çıkmasından duyulan korkuyu dile getirir­ ken, "Balkan" sözcüğünün ilk kez kullanıldığı metinlerden biri olan bir yazı yayımlamıştı . "Balkan" nosyonu, son otuz-kırk yılda Yugoslav kelime haznesinden ve öz-algısından silinip git­ mişti . Söz konusu yazıda şöyle deniyordu: "Böylece, Avru­ pa'nın ayrılmaz bir parçası haline gelecek yerde, yeniden Bal­ kanlaşıyoruz, Lj ubljana'da, Zagreb'de, Belgrad'da, Stara Pazo­ va'da, Foça'da, Velika Kladuşa'da, Priştine'de ve Üsküp'te Bal68 lbid., 251 , 252, 254. 116 kanlaşma süreci kendini gösleriyor."69 Yazara göre, "Balkanlaş­ ma," siyasal sözdağarına "Lübnanlaşma"yla, yani şiddetli , kan­ lı çatışmaların beraberindeki bölünmeler anlamıyla girmişti. Liberal ve demokratik fikirler taşıyan bu yazıda, o dönemin Yugoslavyası'ndaki bülün politik liderler -Miloşeviç, Tudjınan , lzzetbegovi ç, Raşkoviç vb.- ülkeyi demokralik özgürlükler ye­ iine, "Balkanlar'ın o 'loprak ve kan' çağrısının karanlığı"na gö­ Lürınekle suçlanıyordu. Aslında, Balkanlar'a Blut und Boden ideoloji ve praliğini atfelme gibi büyük bir larihsel cehalel, bu ifadeyi, Roberl Kaplan'ın Nazizm'in Balkan kökenlerine ilişkin ünlü ve çok bilinçli ifadesinin bilinçsiz, dolayısıyla bağışlana­ bilir bir öncüsü haline gelirınekledir. Ayrıca, burada hiçbir za­ man Balkanlı hissetmemiş ve Yugoslavya'yla ilgili bülün hayal kırıklıkları nı Balkanlar'a yükleyecek kadar anti-Balkan stere­ otipini içselleştirmiş bir kişinin kibri ve masumiyeti görülmek­ tedir. Kaldı ki, bu, psikolojide ünlü bir mekanizmadır: Damga­ ların belirgin bir rahatlatma işlevi bulunur ve baslırılmış kaygı­ ların dışsallaştırılmasına ve yansılılmasına yardımcı olurlar.70 Yugoslavya'da savaş başlamasından bu yana dört yıl geçtik­ ten sonra, savaş gerilimi içinde ve tecril halinde yaşayan aka­ demisyenlerin pek çok hareketini mazur görsek bile, bu ülke­ yi, "Balkan paradigması" ile "Avrupa larzı gelişme" arasındaki evri min en lipik örneği sayarken göslerdikleri cürelkarlık ve kibre şaşırmamak mümkün değildir. Halta bugü nkü küçük Yugoslavya'ya bile, "Lalinler ile Germenler arasında bir yeri bulunan lsviçre gibi, Doğu ile Batı arasında" bir konum yük­ lenmekledir.71 Baskı altında kendilerin i dünyanın merkezi sanmaları bağışlanabilir, ama kendilerini Balkanlar'ın merkezi san maları kabul edilemez. Amerikalı Hırvat leolog Miroslav Valf, hoşgörü ve Hıristiyan'ca sevgiyi savunması bakımından 69 Zrnka Novak, "Nema cistih ruku," Oslodenje, 23 Eylül 1 990, 3. 70 Hohmeier, Jürgen, "Stigmatisierung als sozialer Definitionsprozess," Manfred Brusten ve Jürgen Hohmeier, ed., Stigmatisierııng. Zur Produlıtion gesellschaft­ liclıer Randgruppen, Neuwied ve Darmstadt: Hermann Luchıerhand Verlag, 1975, 1 1 . 71 Blagoje Babic, "Collapse of Yugoslav Self-Managemenı Society and a Possible Alıerıiative," Medunarodni problemi. c. 66, no. 2, Belgrad, 1994, 205-227. 117 hayranlık uyandıran bir yazıda, Sırplar, Hırvatlar ve Müslü­ manlar arasındaki savaşı sürekli olarak Balkan savaşı diye ni­ teler: "Balkan evini yeni demonlar ele geçirdi, önce Hırvatis­ tan'da, sonra Bosna'da vandalist ve kanlı bir şölene hazırlanı­ yorlardı," yeni Avrupa "sönmek bilmeyen Balkan yangının et­ rafa saldığı kalın duman altında" kayboluyor, "bugün Balkan­ lar, Sırbistan kimliği adına alevler içinde yanıyor. " "Balkan ça­ tışması ," "Balkan savaşı," "Balkan nefreti" vb. yazı boyunca bıktırıcı şekilde tekrarlanıp durur.72 Slavenka Drakulic, hiçbir zaman kendisinin Balkan kimliğinden bahsetmese de, Balkan­ lar'daki savaş, Balhan Ekspresi hakkında yazar. "Korkunç suç­ lar işlemiş veya bunlara tanık olmuş" hastalardaki travma son­ rası stresi tanımlamak için üretilen "Hırvat sendromu" bile, "Balkan şiddeti" başlığı altında haber verilmektedir.73 Öte yan­ dan Almanya'da yaşayan kozmopolit bir Yugoslav yazarı, Hır­ vat oyun yazarı Slobodan Snaj der, Balkanlar'ın ateşli bir sa­ vunmasını yapar: Balkanlar efsanevi topraklardır. . . Nasıl Akdeniz insanlık tari­ hinin beşiği diye tanımlanıyorsa, aynı şey Balkanlar için de geçerlidir. Burasının yalnızca talihsizlikler yaşanan bir bölge değil, aynı zamanda Avrupa kültürünü şekillendiren güçlü geleneklerin etkisini gösterdiği bir yer olduğunu vurgulamak isterim. "Balkanlaşma" sözcüğü intihar niteliği taşıyan bir sa­ vaşı düşündürse bile, Balkanlar'ın mutlaka olumsuz birşeyler­ le anılması gerekmez.74 Yugoslavya krizinin Yugoslavya sınırları dışına sıçramasının önüne geçilemeyeceği yolundaki, sürekli tekrarlanan felaket senaryolarına karşın, diğer Balkan ülkeleri savaşa girmemiştir, 72 Miroslav Volf, "Exclusion and Embrace: Theologiaıl Refiections in ıhe Wake or 'Ethnic Cleansing,'" Communio Viatonım, c. 35, no. 3 , 1 993, 263-287. 73 Aktaran Dzevad Karahasan, Sarajevo, Exodus of a City, New York: Kodansha lntemational. 1 994, 1 14; Sıephen Kinzer, "in Croaıia, Minds Scarred by War. A Struggle to ıreat the trauma or the Balkan violence," New Yorlı Times, 9 Ocak 1 995, A6. 74 "Krlezas wilder Sohn. I nıerview mit Sıabodan Snajder," Ost-Wesl Gegrninfor­ maıienen, c. 8, no. 1 , Mayıs 1 996, 1 4 . 118 girme niyetleri de yoktur. Üstelik eski Yugoslavlardan bazıları­ nın yeni (ve gönülsüzce) farkına vardıkları Balkanhhkları, bu ülkenin yurttaşlarına gülünç görünüyor, yine de bunu anlıyor­ lar: Bu, felakete uğrayanların duydukları dayanışma ihtiyacı­ dır. Bulgar şairi Boris Hristov'un deyişiyle, felaket onları dibin­ de labirent bulunan bir uçuruma sürüklemiştir.75 Balkan ulus­ ları arasında, Balkanlı olmanın bütün sıkıntılarını yaşainaları­ na karşın, Balkanlılıklarını cidd:ye alıp kabul eden yalnızca Bulgarlardır. Belki de bunun nedeni, Balkan sıradağlarının bü­ tünüyle Bulgar toprakları içinde yer almasıdır. Bulgar edebiya­ tı gibi Balkanlar'a övgüler düzen başka bir Balkan edebiyatı yoktur. Hatta , diğer Balkan edebiyatlarında Balkanlar bir konu olarak ele alınıp işlenmez. Balkanlar, pek çok halk türküsünde, haidutların, yani saygın direnişçilerin barındığı ve saklandığı bir yer olarak karşımıza çıkar. Dobri Çintolov ( 1 822- 1 886) , Hristo Botev ( 1 848- 1876) , lvan Vazov'un ( 1 850- 1 9 2 1 ) şiirlerinde, Balkanlar Bulgaris­ tan'ın ulusal bağımsızlık arzusunun simgesidir. Lyuben Kara­ velov'un 1 867'de kaleme aldığı, vatanı dile getiren metin şu sözlerle başlar: "Seni seviyorum, canım vatanım ! Balkanlar'ını, ormanlarını, derelerini, yamaçlarını, billur gibi berrak ve so­ ğuk p ınarların ı seviyorum ! Seni seviyorum, benim sevgili memleketi m ! " 76 Bulgaristan'ın muzaffer ruhunun s i mgesi "Balkan aslanı" sözü, ilk kez, Nikola J ivkov'un bestelediği ve 1 944 yılına dek kullanılan ilk milli marşta görülür. Ey Balkanlar'ın aslanı, kanatlanmış şanlı ruhun Bizi zaferden zafere götürür, güç verir bize! 77 Balkan Dağlan , bugünkü milli marşta da çok önemli bir yer tutar. Balkanlar'ın en ateşli şairi Penço Slaveikov, 20. yüzyıl 75 Eva Hoffman, Exit lnto History: A Journey Througlı the New Eastern Europe, New York: Penguin, 1 993, 262. 76 Lyubcn Karavelov, Bllgare ot staro vreme, Sofya: Btlgarski pisatel, 1981 , 4 1 . Orijinal metinde, kuçiık harfle başlayan "balkanlar" genel olarak dağlar anla­ mında kullanılmışıır. 77 John Robert Colombo ve Nikola RoussanofT, The Balhan Range, Toronto: Ho­ unslow, 1976. 1 2 1 . 119 başlarındaki bir grup parlak modemisl şairin belki de en ente­ lektüel olanı, Kirvava pesen [ Kanın Türküsü ) adlı epik şiirinde Balkan Dağları'nı ölümsüzleştirmişti: Kader sürükledi beni oraya buraya Gündelik işler içinde savruldum oraya buraya Ama mağrur, görkemli Balkan Gitmedi gözümden bir an ve gitmez hiçbir zaman Kalbimde, en kutsal yerde durur her zaman Balkan, babamız Balkan, rahmet okunan gözlerle, Yükseklerden bakıyorsun sert sert Analarımızın döktükleri gözyaşı Siler mi babalarımızın işledikleri günahlan? Şu mezarlarda yatanlara hele bir bak, Hayatları köle hayatından başka bir şey miydi? Köle sütünden başka ne verdiler çocuklarına? Köle düşüncelerinden başka ruhlarında hangi düşünce var? Bağrımızı dolduran yaralara bir bak! Vadilerinde, engebeli tepelerinde Biz oğulların öldük nice çarpışmadaYine de Zaman'ı uykusundan uyandırdık, ilerlettik, Gecenin perdesini kaldırdık, günışığı göründü. Çevir arlık bakışını dağların kraliçesine, Kulak ver kılıçların nağmesine, türküler türküsüne ! Özgürlük zincire vuruldu diye, kanatlanmış uçuyor insanlar, Biz ölüler uçuyoruz yine o şerefli yere. işte yükseldik, karanlık sahillerden yukarı Yatanın kaderini görelim diye. Yıldızlar karanlığın türküsünü mırıldanırken Dağ kralına seslenen ses de uykuya daldı. Ormanları kaplayan karanlığa bakarken Balkan'ın çenesi sarktı, dudakları kaskatı Gelecek günlerin rüyasına daldı.78 78 T he Slıade of ılıt Balkans, londra: David Nuıı , 1904, 3 1 -32. 1 20 Bulgarislan'ın belki de en büyük öykü yazarı Yardan Yov­ kov'un "Balkan" adlı ünlü öyküsünde, Romanya'nın Bulgaris­ Lan'ı işgal eniği, ikinci Balkan Savaşı günleri anlaulır. Öyküde Balkan, sınırları bekleyen bir ordu köpeğinin adıdır. Balkan, yurtseverlik ve insan onurunun alegorisi haline gelir.79 1904 yılında Penço Slaveikov, Londra'da yayımlanan ve "Balkan­ lar'ın Gölgesinde" diye yerinde bir ad taşıyan bir Bulgar halk türküleri derlemesine uzun bir önsöz yazmıştı. Balkan ile Bul­ garlar arasındaki yakın ilişkiyi vurgulamış, "Balkan Baba"nın Bulgarlar için anavalanla eşanlamlı hale geldiğini belirtmişti. Balkan'a olumsuz bir anlam yüklenebileceği yolunda en kü­ çük bir kuşku duyulmuyordu, oysa bir on yıl geçmeden "Bal­ kan" adı küçültücü bir anlam taşıyacakll: Balkan sözcüğü, burada yalnızca dar anlamıyla düşünülme­ melidir, yani gizemli yolculuğuna kuzeybatıdan başlayıp, 13ul­ garistan'ın ortasından geçen, hızla doğuya yönelip, uykusuz dalgaları, dalgaların bitmek bilmeyen türkülerini dinleyerek Karadeniz'e yükseklerden bakan görkemli sıradağlar kastedil­ memektedir yalnızca. 13alkan, "beyaz ve sessiz Tuna"nın gü­ neyinde uzanan, yarımadaya dağılmış bütün dağların adıdır gerçi her dağın, güzel, ahenkli. anılarla, şiirli efsanelerle yük­ lü, kendine özgü bir adı vardır.80 Bulgaristan'ın bağımsızl ığının göstergesi ve ulus oluşunun simgesi olarak Balkan Dağları , Emiliyan Stanev, Yardan Radiç­ kov ve Georgi Cargarov gibi çağdaş yazarların eserlerinde de işlenen önemli bir Lemadır. Bulgar tarihinde genel olarak dağ­ ların ve özel olarak Balkanlar'ın kritik önemini vurgulayan fi­ lozof ve tari hçiler de bu temayla ilgilenmiştir: "Balkanlar ve toprağımızdaki dağlar olmadan, burada Avrupa'nın güneydo­ ğusunda Bulgarlar adıyla yüzyıllarca yaşayan topluluk varlığı­ nı koruyamaz, belki de hiç ortaya çıkamazdı. " Pelir Mutafçi­ yev'in, Bulgar devletinin Bizans'a karşı yüzyıllar süren mücaRa:ı:lıa:ı:i, Sofya: Bilgarski pisaıel, Tht Slıade of ıhe Balhans, 2 7-28. 79 lordan lovkov, "Balkan," 80 1 974 , 79-94. 121 delesinde varlığını sürdürmesi ve savunulması açısından dağın rolünü gösteren ünlü makalesi "Tarihimizde Balkan" adını ta­ şır. Bir Ortaçağ uzmanı olan Mutafçiyev, Bulgar devletinin var­ lığını korumasında dağın belirleyici stratejik önemini göster­ mek için Bizans kaynaklarındaki çeşitli örneklerden yararlan­ mıştır. Makale, Osmanlı fethi dönemine kadar uzanan zaman dilimini kapsar: "Balkan Dağları, gerçek bir muhafız olarak, Bulgar devletini güçlü komşusundan koruma görevini eksiksiz yerine getirmiştir. Eğer yüzyıllar sonra Bulgar devletini Baye­ zid'in çapulcularından koruyamadıysa, bunun nedeni, çözüm­ süz çelişkilerle dolu bir ömür içinde hayat kuvvetini tüketmiş Ortaçağ Bulgaristanı'nın kendi sonuna yaklaşmasıydı. "81 Bu makalenin dikkati çeken tarafı, iki dünya savaşı arası dö­ nemin tipik özelliği olan romantik havaya zaman zaman bü­ rünmesine rağmen, Mutafçiyev'in "Balkan" sözcüğünü çekin­ cesiz kullanmasıdır. Birinci sınıf bir Ortaçağ uzmanı olarak kaynaklarına bağlı kalan ve "Balkan" ("Bayezid'in çapulcuları" tarafından getirilen bir isim) için kaynaklarında geçen tek isim olan "Haimos"u doğru biçimde aktaran Mutafçiyev'in bu tutu­ mu. Bulgar dilinde ve imgeleminde "Balkan"ın ne kadar derin kök saldığını göstermektedir. Literatürden verilebilecek örnek­ ler neredeyse sayısızdır, ama "Balkan"ın Bulgarlar için özel ye­ rini gösteren daha başka alanlar da vardır. Coğrafya, okulların ders programlarında önemli bir yere sahiptir ve 1994'te yedinci sınıf coğrafya ders kitabı üç bölüme ayrılmıştır: Avrupa, Bal­ kan Yarımadası ve Bulgaristan. Bulgaristan'ın havayolları "Bal­ kan" adını taşır, turizm acenteleri "Balkanturist" ve "Balkan Tatilleri"dir. Ülkenin en başarılı sanayi grubu "Balkanton"dur, COMECON'a ihracatında en önemli mal, "Balkan oto" adında­ ki bir elektrikli arabadır. Sofya'nın merkezindeki en gözde otel "Sheraton-Balkan"dır, ülkenin üçüncü en büyük bankası "Bal­ kanbank"tır, binlerce yurttaşı Balkanski soyadım taşır. Gelgelelim, Bulgaristan'da da Balkanlılık'a karşı standart kü­ çümseyici tutum güçlü bir şekilde hissedilir. Geşkov, 1930'lar81 Pelir Muıakhiev, Kniga ;za btlgarile, Sofya: lzdaıelsıvo na btlgarskaıa akademi­ ya na naukile, 1987, 66, 89. 1 22 daki Balkan Paktı üzerine yazdığı, başka yönlerden olgu araştır­ masına dayalı çok sağlam bir çalışma olan eserinde, Batı klişele­ rini o ölçüde benimsemiştir ki, "bilinen Balkan zihniyeti - uz­ laşma yetisinin eksikliği" hakkında bayağı psikolojik açıklama­ lara bile başvurur.82 Yakınlarda yayımlanan bir gazete yazısında, "Balkanlar'ın gerçek Avrupa'yla geç, kısmi ve eşitsiz bütünleş­ mesi"nden şikayet edilir. Balkanlar, iki farklı dünyanın, Batı ile Doğu'nun, "farklı kültürlerin, dillerin, geleneklerin, hatta uy­ garlıkların" kavşak noktasıdır. "Soğuk savaşta 'demir perde' di­ ye anılan ayrım çizgisi, yüzyıllar önce Türk fetihlerinin durdu­ rulduğu , Batı'yı şiddet ve asimilasyondan kurtaran yerdir." Bal­ kan ülkelerinin sistematik olmayan, kendiliğinden gelişen, taş­ ralı nitelik taşıyan Avrupalılaşma süreci, cömertlik, hoşgörü , iyi niyet, bireye saygı gibi özellikleri Balkan ahlakına yabancı kıl­ mıştır. Bunun bir sonucu olarak, '"yozlaşmamış politikacı', bi­ zim Balkan terminolojisinde 'erdemli suçlu' çağrışımı uyandı­ rır. "83 Bu gibi yazılar, Batı'da üretilip oradan ithal edilen balka­ nizm retoriğinin bütünüyle içselleştirildiğini göstermektedir. Demek ki , Balkan adını ve Balkan kimliğini yalnızca Bulgar­ lar ciddi olarak değerlendirmektedir, ama onlar için bile Bal­ kanlılık, Avrupalılık iddiaları yanında muğlak ve ikincil bir ye­ re sahiptir. Eski bir dışişleri bakanı yardımcısının deyişiyle, "biz Avrupa'da ve Balkanlar'da yaşıyoruz; Balkanlar da Avru­ pa'nın bir parçasıdır ve kendine özgü tarihsel özelliklere sa­ hiptir."84 Bulgaristan'da Balkanlar yakından bilinir; dolayısıyla, Balkan adı , Bulgarların hem kaçamayacakları , hem de estetize etmenin bir yolunu buldukları bir Bulgar kategorisidir. Bulga­ ristan'da Balkan araştırmaları çok güçlü bir gelişme göstermiş, bu gelişme , başka şeylerin yanı sıra, bütün Balkan ülkeleri için o denli tipik olan ulus-devlet yaklaşımının alışıldık dargörüş­ lülüğünün üstesinden gelinmesini mümkün kılmıştır.85 82 Geshkof, Balhan Union, 4 7. 83 l van Slavov, "Balkanpolitikanstvo," 84 Kontinrnt, Edin zavrt , no. 1 , 1 993, 5 1 . 30-31 Ocak 1993, 9. 85 Nikolai Todorov, Bulgaria, Sofya: Devdopmrnı, Adıievrmrnts, and Tashs of Balhan Studies in Pruıa- lzdaıelstvo na bilgarskaıa akademi ya na naukite, 1 977: 123 Bazılarının Balkanlılıklarını -gön ülsüzce de olsa- kabul edip, bazılarının da bu kimlikle her türlü bağı kesin bir şekil­ de reddetmesine rağmen , bütün Balkan uluslarında ortak olan nokta, Balkanlar'ın mevcut olduğu, arzu edilmeyen bir kate­ gori ve bölge de olsa , Balkan diye bir şeyin tanımlanabilece�i konusundaki açık mutabakattır. Kanı tlamak istedikleri , inşa edilmiş olumsuz Balkan imgesine ait olmadıklarıdır. Balka n­ lar'la özdeşleşme sorunu, küçük peri feri uluslarının genel kimlik sorununun bir alttürüdür. Paul Valery'nin retorik soru­ su "Comment peut-on etre ce que \'an est?"* merkez sayılan bölgeye periferinin uzaklığına bağlı olarak değişik anlam ka­ zanır: 'Merkez'den biri "Bir kişi nasıl kendisi olur?" diye ken­ dine sorabilir ve soyut felsefi sonuçlara ulaşabilir, oysa 'mer­ kez' dışından biri için aynı soru , Matei Calinescu'nun yerinde saptamasıyla, "muhtemelen daha az soyut ve daha az seri n­ kanlılıkla değerlendirilen" bir soru niteliğine bürünecektir. Bu soru , muhtemelen, kıskançlık, güvensizli k, aşağı lık duygusu uyandıracak, "kül türünün marj i nalliği veya geç kalmışl ığı karşısında hayal kırıklığı veya huzursuzluk" yaratacaktır. Ay­ rıca kendini aşağılamaya da yol açabilir; nihayet, bi r öfke de yaratabi lir, kimi durumlarda bu öfke de bir üstünlük komp­ leksine dönüşebilir.86 Bütün Balkan ülkelerinde, kuşkusuz, yalnızca damgayla baş etmenin çeşitli yollarını değil, aynı zamanda kendini damgala­ mayı da görüyoruz. Kendini damgalamanın psikolojik meka­ nizmaları eksiksiz olarak araştırılmış değildir, kendini damga­ lama ile damgayı silme (Selbststigmatisienmg als Entstigmatisi­ erung) arasında pozitif bir korelasyon vardır. Wolgang Lipp'in hipotezine göre, kendini damgalama, yer değiştirilip, damg� la­ nana deği l , "kontrol eden otoritelere" yöneltilen bir yansıtma deseı godini insıiıuı za balhanisıislıa, 1 964- 1 978: lsıoricheılıa ıpravlıa bibliogra­ fiya, Sofya: CIBAL, l 979. Balkan sorunları üzerine yayı nlar arasında şunlar da yer alır: Eıudes balhaniques, Sıudia balhanica, Ballıaniıliha, Bibliographie dcs tıudes balhaniques, Sofya, l 966-; Ballıaniııic Forum. (*) "Olan bir şey nasıl kendisi olur7" - e.n. 86 Calinescu, "'How can one be what one is?"' 2-3 ; Calinescu, "How Can üne 13e a Romanian," 25-36. 1 24 sürecidir.87 Bütün Balkan ülkelerinde görülen bir başka ortak özellik ise, kendilerini uygarlıkların kavşak noktası, kültürler arası köprü olarak algılamalarıdır. Bu açıdan, Balkanlar söz ko­ nusu yaklaşımlarıyla benzersiz, hatta özgün bir nitelik sergile­ mez; Dogu Avrupa ülkelerinin çoğunda da aynı durum görü­ lür. Bu bağlamda, Balkan entelijensiyasının hayal kırıklıkları, "neredeyse istisnasız olarak maddi yoksunlukların ve teknolo­ jik geriliklerin etkisini taşıyan" Doğu Avrupa entelijensiyasının hayal kırıklıklarının ayrılmaz bir parçasıdır.88 Visegrad grubu­ nun* kesinlikle Batı'ya ait oldukları yolundaki ısrarlı tutumu, genellikle yabancılara seslenildiğinde kullanılan çok kararlı bir dille ifade edilmiştir. Belki Çekleri bir yana bırakırsak, Doğu Avrupa'nın her yerinde, köprü metaforu, aradalık niteliği iç tar­ tışmalarda dile getirilir. Daha 1994 baharı gibi çok yakın bir ta­ rihte, Budapeşte'deki Etnografya Müzesi, '"Doğu' ile 'Batı' ara­ sında Macarlar" hakkında, Macar kimliğindeki belirgin muğ­ laklığı konu edinen mükemmel bir sergi düzenlemiştir.89 Elisa­ veta Bagryana'nın Doğu ile Batı arasında Bulgar ruhu üzerine şiiri, György Kondrad'ın Orta Avrupa'nın "geçicilik ve geçiş" niteliği, "ne batı , ne de doğu oluşu ; hem batı , hem de doğu oluşu" hakkındaki düşüncelerinden pek farklı değildir.90 Tabii ki, bu gerilim Rus kimliğinin de değişmez bir parçasıdır, Po­ lonyalılar arasında da, daha sınırlı düzeylerde kendini gösterir. 87 Wolfgang Lipp, ·�Jbsısligmatisierung," Brusıen, Manfred ve Jürgcn Hohme­ icr, cd. , Stigmaıisierung. Zur Produlıtion gesellschaftliclıer Randgruppen, Neuwi­ ed ve Darmsıadı: l lermann luchıerhand Verlag, 1975, 46-4 7. (*) Viscgrad grubu, Doğu Bloku'nun çöküşünden sonra Polonya, Macaristan ve Çckoslovakya'nın oluşturduğu, Baıı'yla bütünleşmeyi öngören devletler gru­ budur. Çekoslovakya'nın bölünmesinden sonra, Çek Cumhuriyeti ve Slovak­ ya gruba dahil olmuş, Visegrad grubu "dörtlü grup" olarak da anılmaya baş­ lanmıştır - e.n. Borderliııe Culture: The Politics of ldentity in Four Twrııtietlı-Century Slavic Novels, Fayeıteville: University of Arkansas Press, 88 Tomislav Z. Longinovii:, 1993, 1 3 . Hungarians Between 'East' and 'West. ' Tlıree Essays on Nati­ onal Mytlıs and Symbols, Budapeşıe: Museum of Eıhnography. 1 994. György Konrad, "Cenıral Europe Redivivus," Tlıe Melanclıoly of Rebirth: Es­ says from Post-Communist Central Europe, 1 989-1 994, San Diego: Harcourı 89 Tamas lfofer, ed., 90 Brace. 1 995, 1 59. 125 Doğu ilişkisel bir teri mdir, gözlem noktasına göre değişir: Doğu Almanlar Bali Almanlara göre 'doğulu'dur, Polonyalılar Doğu Almanlar için 'doğulu'dur, Ruslar da Polonyalılara göre 'doğulu'dur. Aynı şey, kendi içsel oryantalizmlerini yaratma eği­ limi taşıyan , Milica BakiC-Hayden'in yerinde ifadesiyle "sürekli çoğalan oryantalizmler" sürecini barındıran Balkanlar için de geçerlidir. Bir Sloven için Sırp 'doğulu'dur, ama coğrafi açıdan Bosna batıda yer alsa da, Sırp için Bosnalı bir 'doğulu'dur. Aynı şey Arnavutlar için de geçerlidir: Gerçi Arnavutluk Balkanlar'ın batısında yer alır, ama diğer Balkan ulusları tarafından en do­ ğulu ulus diye algılanır. Yunanistan, Avrupa Birliği'nde yer al­ mak gibi benzersiz bir statüsü bulunduğu için, Balkanlar'daki komşuları tarafından 'doğulu' sayılmaz, ama Avrupa'nın ku­ rumsal çerçevesinde 'doğulu' rolüne sahiptir. Bütün Balkan halkları için, ortak 'doğulu' Türk'tür, oysa Türk, kendisin i , Araplar gibi gerçek 'doğulu'lar karşısında Batılı olarak görür. Balkanlar'daki "sürekli çoğalan oryantalizmler" pratiği, Erving Goffman'ın damgalanmış bireyin kendisini konumlandırması­ na ilişkin getirdiği tanıma tekabül etmektedir. Goffman damga­ lanmış birey için , "damgasının bariz veya belirgin olma derece­ sine göre kendisini konumlandırma" eğiliminden bahseder. " Daha sonra, kendisinden daha bariz şekilde damgalanmış olanlara karşı , normallerin sergiledikleri tutumları takınabilir. . . Kendisinden daha bariz şekilde damgalanmışlarla ilişkisi veya kopuşu çerçevesinde, bireyin kimlik edinme sürecindeki salı­ nımlar en belirgin halde görünür."91 Doğu, kimliklerinde çok tartışmalı da olsa, belirli bir yer tutan Türkler hariç, diğer bü­ tün Balkan ulusları, Doğu olarak algıladıklarını reddetmiştir ve kendilerini tam anlamıyla Batılı değilse, kesinlikle Doğulu ol­ mayan uluslar diye kabul ederler. Doğu'nun, izlerini bırakmış olduğunu yadsımazlar, ama bu herhangi bir verimli etkisi ola­ cak bir gösterge değil, olsa olsa bir lekedir. Gerçi kendi arala­ rında öteki Balkan ülkelerinden daha fazla Avrupalı olmak için rekabet eder, daha az ve daha çok 'Doğululaşmış' mensupları 91 Goffman, Sıigma, 107. 1 26 için içsel hiyerarşiler yaratırlar, ama nihai ve mutlak 'Doğulu­ luk'la damgalanmış tek ulus Türklerdir. Balkan ulusları için tipik ve -kabul etmek gerekir ki- rahatsız edici olan unsur, geçiş, karmaşıklık, karışım, müphemiyet du­ rumun u anormal bir durum olarak algılamalarıdır. Arada olma, Batılı gözlemciler tarafından reddedilmekle kalmaz, Balkan­ lar'ın üzerine bir damga olarak vurulur, gözlemcilerin çoğu bu­ nu tahammül edilemeyecek bir varoluş şekli sayarlar. "Herkes bilir ki , insan köprüde veya kavşakta yaşayamaz . . . Köprü olsa olsa yolun bir parçasıdır, hem de zorlu, tehlikeli bir parçası, ama insanın meskeni olamaz. "92 Köprü ve kavşak metaforu adeta mantra* benzeri bir niteliğe bürünmüştür: Bölge hakkın­ da yazıp çizenlerin hemen hemen hepsi bu metaforu Balkan­ lar'ın temel özelliği olarak belirtirler: "Balkanlar her zaman parçalanma ve düşmanlıklar anlamına gelmiştir. Doğu ve Batı kültürlerinin biraraya geldiği, farklı halkların (Yunanlıların, La­ tinleri n, Slavların, Bulgarların ve Türklerin) ve dinlerin (Kato­ lik, Ortodoks, Müslüman) harmanlandığı Güneydoğu Avrupa her bakımdan kıtaların kavşak noktası niteliği taşır. "93 Bu me­ tafor, kuşkusuz, Batı-Doğu dikotomisine, özselleştirilmiş bir karşıtlığa, Doğu ile Batı arasında kabul edilmiş temel bir farklı­ lığa dayanır. "Balkan Yarımadası, uzlaştırılamaz siyasal, dinsel ve toplumsal idealleri bulunan Asya ile Avrupa -'Doğu' ile 'Şa­ tı'- arasında bir geçiş bölgesidir. "94 Yine de, geçiş konumunun taşıdığı bütün belirsizliklere karşın , tek tek bütün Balkan ülke­ lerindeki (yalnızca Türk ulusu hariç) söylemlerin temel mese­ lesi şudur: Yalnızca kesin olarak Avrupalı olmakla kalmazlar, aynı zamanda Avrupa'yı Asya'nın tecavüzlerinden kurtarmak için kendilerini feda etmişlerdir; bu fedakarlık, kendilerini yü­ zeysel biçimde kirletmiş, ama özlerini lekeleyememiştir. 92 Tsvetana Gcorgieva, "Khora i bogove na Balkanite," 1994, 33. Ballıanistic Forum, no. 2, (*) Hinduizm ve Budizm'de sık kullanılan kutsal söz ya da dize - e.n. 93 Thanos Vcremis, "The Balkans in Search of Multilateralism," 17, Kış 1 994/95, 4. 94 Gechkof, Eurobalhans, no. Ballıaıı Uııion, 4. 1 27 Batı'dan gelen, Balkanlar'ı sürekli olarak aşağılayan ve özsel­ leştirilmiş kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasına ilişkin (Huntington tartışmasındaki gibi) mesajlar yollayan kalıcı bir h egemonik söylem karşısında, B al kanlar'ın belirsizlikleri olumlayan ve özselciliği reddeden, liberal, hoşgörülü, bütün farklılıkları kucaklayan bir kimlik yaratmasını beklemek ger­ çekçi bir tutum sayılamaz. Yine de, hakim stereotipe direnişin cesaret verici birtakım örnekleri vardır. Eva Hoffman , yeni Do­ ğu Avrupa'ya gezisini anlatırken belirgin bir "belirsizlik kabu­ lü"nden bahseder. Hoffman'a göre, bu özellik, Bulgarlar, Ro­ menler ve Macarlarda tipik bir biçimde kendini gösterir. Tabii ki, ilgi çekici nokta, yazarın şu sözlerinde görülen Leh-Ameri­ kalı bakış açısıdır: "Belki de böyle bir kabul, ne de olsa Oryan­ tal Doğu'ya daha yakın olan bu bölgeler için karakteristiktir." Bu yeni terimi, "Oryantal Doğu"yu I Oriental East) , ancak içer­ den biri ya da içerden kişilerin bakış açısını benimsemiş, böl­ ge nin içsel oryantalizmleriyle sıcak bir diyaloğa girmiş bir kimse üretebilirdi.95 Köprüde yaşamanın anormal olduğu savı­ na karşı erken dönemde gösterilmiş bir tepki kısa bir etnolojik metinde bulunmaktadır. Hıristiyanlık ile lslam arasındaki ün­ lü sembiyoz fenomeni üzerinde bir Bulgar uzman şu sonuca varır: insanlar ve tanrılar bir köprüde ve bir kavşakta karşılaş ı r ve birbi rleri n i n yanından geçerler. Balkanlar'da ise, karmaşık bir temas-çatışma sürecinde birleşi rler, bu süreç onları dinsel ve­ ya ideolojik doktrinlerin ideal tiplerinden farklı kılar. Uygarlı­ ğın evriminde Balkanlar bir geçiş bölgesi değil, Tanrı ile ı an rı ­ larııı çelişkilerinin insanlar tarafından al t edildiği bir mekan­ dır. Birçok kuşağın can vererek ödediği yüksek bedel budur. Bundan dolayı, köprü ve kavşak gibi metaforik yaftalarla açı­ ğa çıkan ideolojik tutumların ve onlardan doğan stratejilerin gözden geçirilmesi gerekir.96 95 Hoffman, Exiı /1110 Hislory, 387. 96 Gcorgicva, "Khora i bogove," 4 1 . 1 28 Balkan entelektüellerinin özgüveni için, Nietzsche'nin Alsa Sprach Zaratustra'daki "insanda büyük olan taraf bir hedef de­ ğil, bir köprü olmasıdır" sözünü zaman zaman tekrarlamanın yararlı olacağını eklemek gerekir. Aslında, "bizim Avrupamız ," yani Balkanlar ve "öteki Avrupa ," yani Bali hakkında yakınlar­ da yayımlanan bir yazının temelinde de bu yaklaşım kendini göstermektedir. Bir başka Bulgar akademisyen olan yazar gu­ rurlu bir edayla şu sonuca varmaktadır: "Bu geçiş konumu ne büyük bir dram yaratmakta, ama aynı zamanda ne büyük bir güç kazandırmaktadır! Bizim gücümüz ! "97 Nihayet, aksi yöndeki iddialara rağmen , bütün 13alkan ulus­ ları dışarıdaki imajlarının tam anlamıyla bilincindedir. Bu, yal­ nızca siyasal alanla sınırlı değildir, örneğin Balkan, özellikle Bulgar folkloruna duyulan yoğun ilginin ortaya koyduğu gibi kültürel alanda da çarpıcı bir şekilde hissedilmektedir. Bulgar halk şarkılarına ve oyunlarına yönelik ilgi, son yirmi yıldır Amerikalı , Japon, Hollandalı, Danimarkalı vb.- çeşitli profes­ yonel ve amatör grupların çalışmalarıyla beslenmiş, lsviçre'de çıkarılan "La mystere des voix bulgares" albümünün başarısıy­ la, ardından Bulgar korosunun dünya turuyla zirve noktasına ulaşmıştır. Bu ilgi, bizatihi Bulgar folkloruna, yani organik Bulgar bağlamında esas it ibarıyla kırsal bir sanat olan fenome­ ne yönelik değildir; Batı'da Bulgar folkloru merakı temel ola­ rak kentsel bir fenomendir.98 Ayrıca, belirli tür bir folklor -ço­ ğunlukla Pirin ve Şop yöresi ürünleri- yani çoksesli ürünler tercih edilmektedir. Bulgar folklorunun yabancı yorumları Ti­ mothy Rice'ın tanı mladığı iki modele uymuştur: Orijinali tak­ lit etme ve onun tam bir kopyası nı çıkarmaya çalışma; genel­ likle müzikal kolaj denen çalışmalarla, örneğin Bulgar müziği ile Zaire müziğini harmanlamaya yönelik Paris'te yapılan giri­ şimlerle, Bulgar müziğin asimilasyonu. 9 7 Roumiana Mihneva, "Noıre Europe e l '('auıre Europe' o u 'europeisaıion' conı re evoluıion ·eı cerıains problenıes du 'ıemps' ıransiıoire dans les Balkans,·· Eıudes Balhaniques, no. 3, 1 994, 20. 98 Marıha Forsyıhe, " l n ıeres kim bilgarskiya folklor ve SASHT," Bilgarslıi Jollılor, no. 1, 1 987, 80. 1 29 Burada ilginç olan nokta, farklı bir kültürel bağlam veya çev­ rede sanatın alımlanması sorunu değil, Bulgar folklorunun adap­ tasyonunun Bulgar müzik eleştirmenlerince alımlanması, yani geniş anlamda gözlemlendiğinin farkında olan bir gözlemlene­ nin duyarlılığı sorunudur. "'Mystere'deki Ötekiler: Bulgar Müzik Folklorunun Yabancı Yorumlan Üzerine Gözlemler" adlı bir ma­ kalede, iki Bulgar eleştirmen, kolajın Bulgar halk müziği için uy­ gun bir ortam sağlayıp sağlayamadığı sorusunu sormuştur: Özelliğini yitiren özgün Bulgar halk türküleri soyut bir bileşe­ ne dönüşür. Yabancının müziksel düşünüşünün gerçek imgesi üzerine yerleştirilince, dinleyiciyi bilmediği, tanımadığı bir dünyaya gönderen bir sıçrama tahtası haline gelir, ama aynı zamanda sıçrama tahtasının kendisi -yani Bulgar folklorunun benzersiz müzikal metni- üzerinde odaklanır. Ama belki de amaç budur - iki 'ilkel'in (Avrupamerkezli bir bakış açısından gerek Afrika gerekse Bulgar halk müziği 'ilkel'dir) biraraya ge­ tirilmesiyle canlı ve egzotik bir müzikal kolaj yaratılır, günü­ müzün sıkılmış dinleyicisini uyaracak bir çeşni elde edilir.99 Yazarlar, lngiliz basınında ve daha sonra ABD'de Papazov'un (kendisi bir Roman'dır) alımlanışına işaret eder. Papazov, ABD'de Benny Goodman ve Charlie Parker'la karşılaştırılmış, ama vurgulanan nokta kaba erkekliği olmuştur. Klarnetinden çıkan sesler, "yüzyıllarca bir şişede tutulmuş cinlerin bastırıl­ mış şiddetiyle" nitelenmiştir, müziği "korkutucu, coşkulu, kış­ kırtıcıdır." Fiziksel görünüşü, " üçüncü sınıf bir boksör ile bir taverna sahibi arasında" birini andırır. "Orkestrası, çirkin göm lekler giymiş sakal l ı adamlardan oluşan e tkileyici bir ekiptir ve [ Papazov'un) burnunun sağ deliğiyle yaptığı hızlı Oüt solo sırasındaki 'vahşi' görünüşü dinleyicileri kendinden geçirmektedir." Makale açık fikirli bir havada sona erer: ister benzersiz, ister 'vahşi' olsun Bulgar müzikal folkloru, öz­ gün bir armoni bulmak isteyen yabancılardan rağbet görmek99 Lozanka Peicheva ve Ventsislav Dimov, "Drugite v 'misteriyata" . ," Balltanislic Forum, no. 1, 1993, 39-45. .. 1 30 tedir. . . Yabancılar için. bizim folklor müziğimizin (birisi bu müziği Bulgarların ses ikonu diye adlandırmıştı) temsilleri Bal­ kan egzotizminin anakronistik bir restorasyonu değil, bizim Bulgar seslerinin canlılığından yararlanarak yarattıkları kendi canlılıklarının yeni hronotop'larıdır. * Bu seslerin Bulgar sesleri olduğunu algılamasalar bile, onlara ihtiyaç duymaları yeler. Yazarlar, görüşlerini dile getirirken bile, Tsvetan Todorov'un Batı'nın yabancı sevgisi [xenophilia) diye adlandırdığı, yabancı kültüre daha düşük bir değer biçerek onu olumlu algılama tavrının kesinlikle farkındadırlar, aslında Todorov'un yaklaşı­ mından esinlenmişlerdir: "Batılı için, bizim geleneklerimiz . . . ilkelliği, ilksel [elemenLal) niteliği, geriliği v e vahşi egzotizmi açısından heyecan vericidir. "100 Balkanist söylemi inşa edip ye­ niden üretirken, nesnelerinin düşünce ve duyarlıklarını pek bilmeyen, aslında bu konuyla hiç ilgilenmeyen Batılı gözlem­ cilerin tersine, farklı öz-imgelerin Balkan mimarları, ta başın­ dan beri bu söylemle karmaşık , yaratıcı , dinamik bir ilişki içinde olmuşlardır: Kimileri kendi konumlarının son derece bilincindeydiler (hala öyledirler) , kimileri meydan okuyan, ki­ mileri de paranoid bir tavır geliştirmiş, birçoğu kibirli, hatta saldırgan bir tavır sergilemiştir, ama istisnasız hepsi bu söyle­ min farkındaydılar ve hala farkındalar. Bu Balkanlar'a özgü bir şey değildir. Chakrabarty, Batılı olmayan akademisyenlerin na­ sıl Batı tarihiyle bağlantılar kurarak, ona referansla kendi ta­ rihlerini yazdıklarını, oysa Batı akademisinin aynı yaklaşımı sergilemediğini göstermiştir. 101 Becker ve Arnold ise inandırıcı bir biçimde şu noktayı orta­ ya koymuştur: "Damga yalnızca bir kültürel evrensel değildir, aynı zamanda kültürler arası evrensel bir önem taşır." Bir top­ lumda ortaya çıkan damgalama başka toplumlara dalga etkisi (*) Tarihsel özgüllük taşıyan zaman-mekAn düzenlemeleri anlamında Bakhtin'in ürettiği bir terim - e.n. 1 00 Tsveıan Todorov, "Zabelezhki oınosno kı1stosvaneıo na kulıurite," mı vestnilı, no. 8, 199 1 , 3. Literatu­ 1 0 1 Dipesh Chakrabarty. "Posıcolonialiıy and ıhe Artifice of Hisıory: Who Spe­ aks for 'lndian' Pasıs?" Rfpresrntations, c. 37, Kış 1992, 342-369. 131 gösterip yayılabi lir ve hem toplumların kendi içlerindeki , hem d e toplumlar arası çatışmalarda b u etkinin payı göz ardı edilemez. Bu yazarlara göre, "sosyal bilimcilerin, bazen alttan alta işleyen, bazen de çok belirgin ve çarpıcı nitelik taşıyan kuvvetlerin yarattığı çatışmalarda belli bir rolleri vardır: Hem kül türler arası hem de kültür içi düzeydeki damgaları anla­ mamız için kritik faktörleri ortaya çıkarmak , ayrıca kendi kültürümüzü v e başka kültürleri daha iyi anlamamızı sağla­ yacak araçlar geliştirmek. " 102 Damga üzerine disiplinlerarası çalışmalar, en önemli üç yönünü ortaya koymuştur: Korku, stereotipleştirme ve sosyal kontrol. Bunlar, damganın birincil duygusal, bilişsel ve davranışsa\ bileşenleridir. Ayrıca, söz ko­ nusu çalışmalar göstermiştir ki, toplumsal gerçekleştirme ve fırsatlar üzerinde istenmeyen farklılıkların sıkça anılan kısıt­ layıcı etkisinin yanı sıra , sosyal kontrolün dayatıl ması da damgalamada belirleyici bir rol oynar. Damgalamaya böyle bir yaklaşım, damganın karmaşık ilişkisel çerçevesini gözler önüne serer ve "birçoklarının kavramsallaştırdığı gibi esas iti­ barıyla bireylerin bir özelliği olmadığının, sürekli değişen ve insan farkl ılıklarına olumsuz karşılıklarımızı meşrulaştıran, insanların inşa el liği bir algılama şeklinde anlaşılmasına im­ kan verir. " 1 03 james Carrier, karşıtlık yoluyla tanımlama sürecinin biçim­ sel simetrisini inceleyerek şu sonuca varmıştır: Tarihsel, siya­ sal ve ekonomik gücünden dolayı, "Batı'yı bütün Ötekilerin kendisine göre tanımlandığı standart haline getiren" bir asi­ metrik modelle karşı karşıyayız. Batılılar, mevcut politik den­ gesizlikten ötürü, yabancı toplumların imgelerini uygun gör­ dükleri şekilde inşa etme konusunda görece özerklik taşıyor­ lar: "Batılı antropologlar, belki de yakından ve sıcak bir yakla­ şıınla ça,lışmış oldukları toplumları tasvir ederken, ürettikleri temsil üzerinde tek denetim unsuru muhtemelen kendi onur1 02 Gaylcnc Bcckcr ve Rcgina Arnold, "Stigma as nıcı,"" Tlıc Dilrnıına of Differeııcc, 56. a Social and Culıural Consı­ 103 Lcriıa M. Cokman, '·Sıigma: An Enigma Deınysıified," The Dilemma of Diffe­ ınıcc. 227-228. 1 32 landır. Tasvir edilenler temsili okuyup reddetseler bile, onla­ rın reddinin, antropologlar için asıl önemli olan akademik ve toplumsal bağlamlarda dile getirilmesi pek söz konusu değil­ dir." 104 Batı'nın, ürettiği temsil üzerinde denetim unsuru ola­ rak "kendi onuru"nu ortaya koymasını beklemek gibi bir zo­ runlulukla karşılaşmak, hiç de "rahatlatıcı bir durum değildir. 1 04 Carrier, "Occidentalism," 197. 1 33 ÜÇÜNCÜ BÔLÜM Balkanlar'ın keşfi Un voyageur dois se garder de l'enthousiasme s'il en a et sourtouı s'il n'en a pas . 1 [Bir gezgin kendini eğlenceye vermemeli, eğlenceye karşıymış, ondan sakınıyormuş gibi davranmalı . ] H ELMUTH YON M OLTKE Avrupalı gezginler, Balkanlar'ı ayrı bir coğraft, toplumsal ve kültürel kendilik olarak, ancak 18. yüzyıl sonlarından itibaren 'keşfetmişlerdir.' Osmanlı lmparatorluğu'nun Avrupa toprakla­ rının kendine özgü bir fizyonomisinin olduğunun ve yalnızca Osmanlı vilayetleri veya arkeolojik yöreler olarak değerlendiril­ mesinin ötesinde ayrı bir ilgiye layık olduğunun anlaşılması, bu 'keşif' sürecinin başlangıcıdır. Osmanlı imparatorluğu, o dö­ neme kadar, Avrupa ve Asya'daki topraklarıyla bir bütün olarak görülüyordu. Bu sırada başlayan değişim, "doğu dünyasının bütünsel niteliğini yıkmıştır. "2 Bu, çokyönlü bir sürecin parça­ sıydı, Avrupa'nın siyasal, toplumsal ve kültürel hayatında mey­ dana gelen derin yapısal değişikliklerin bir sonucuydu: Sanayi üretim tarzlarındaki teknolojik ilerlemeler ve değişiklikler, ar­ tan iç ve dış ticaret, gelişen iletişim araçları, geleneksel toplum­ sal düzenin dönüşümü, Aydınlanma'nın temel fikirlerinin ya­ yılması ve hayata geçirilmesi, matbaacılık ve eğitim alanındaki Helmuıh von Molıke, Bricfc ilbcr Zustdnde und Begcbenlıciten in der Tilrhci aus 1 835 bis 1839, Berlin: E. S. Miııler, 1 9 1 1 , 21 Mayıs 1 8 3 7 tarihli mektup. den Jahrcn 2 Nicolae !orga, Lcs voyagcurs Jrançais Gamber, 1928, 1 1 2. dans l'Oricnt Europtcn, Paris: Boivin, J. 135 devrimin ortaya çıkardığı potansiyelin tam anlamıyla gerçek­ leştirilmesi, böylelikle gerek okur kitlesinin, gerekse de yazılı materyal üretiminin muazzam bir artış göstermesi. Ayrıca, Balkanlar'da yaşayan çeşitli nüfusların 18. ve 19. yüz­ yıllarda siyasal egemenlik için gittikçe yoğunlaşan faaliyetleri, yabancı gözlemcilerde, o güne kadar Osmanlı veya Türk Hıristi­ yanları gibi farklılıkları göstermeyen genel bir ad altında topla­ nan halklara yönelik bir ilgi uyandırmıştır. 19. yüzyıl romantiz­ minin ve Rcalpolitik'inin gözlemcilerin kafasında oluşan farklı karışımları, söz konusu halklar için lobi yapmaya veya onları şeytanlaştırmaya yönelik kutupsal karşıtlıkları içeren bir yakla­ şım yaratmıştır. l820'lerde Avrupa'yı saran Filhelenizm modası ve ardından gerçekliklerin yarattığı hayal kırıklığı bu açıdan son derece anlamlıdır. Aynı trend, Türkofili ve Slavofobi'nin kendi­ ne özgü bileşiminde ve onun ayna imgesi fenomenler olan Tür­ kofobi (daha doğrusu lslamofobi) ve Slavofilizm'de de görülür. Bu fenomenler, Büyük Devletler siyasetinin, özellikle 19. yüzyıl­ da Rusya'ya yönelik tutumların dolaysız ürünleridir. 1 8 . yüzyılda lngiltere ve Fransa ticari faaliyı:: t leriyle Yakın­ doğu'da l talyan şehir devletlerinin yerini almışlardı. 18. yüzyıl ortalarından itibaren, gezginlerin ilgisinin gi� erek doğuya kay­ dığını görüyoruz: l ngiliz grand tour'unda,* özellikle devrimler döneminde ve Napolyon savaşları sırasında Batı Avrupa'nın gezilere kapanmasıyla, l talya'nın yerini Yunanistan almıştır. Klasik antik dönemin edebiyatına ve anıtlarına yönelik sürege­ len bir ilgi vardı ve bu ilgi özellikle Aydınlanma döneminde çok canlıydı. Genç Gibbon şöyle yazmıştı: "Felsefi deha, en yalın fikirlere dönme, şeylerin ilk ilkelerini keşfetme ve birara­ _ ya getirme yeteneğinden ibarettir. . . Böyle bir deha nasıl bir ça­ lışmayla oluşur? . . Edebiyatı inceleyerek, sırasıyla bir Yunan, bir Romal ı, Zenon'un veya Epikuros'un öğrencisi olma alış­ kanlığını edinerek. "3 (*) Grand ıour: Büyük tur; lngiliz aristokrat gençlerinin eğitimlerinin bir parçası olarak yapııkları Avrupa seyahati - e.n. 3 Edward Gibbon, An Essai on ılıe Study of Literature, New York: Garland, 1970, 89-91. 1 36 Ne var ki, antik dönemle yaşanan büyük romansta edebiyat da, anıtlar da yetersiz hale geliyordu. Aydınlanma, evrim aşa­ maları kavramından gelen yeni bir arzu yaratmıştı: Kişinin uy­ garlık tarihindeki yerini belirlemesini sağlayacak ipucu o tari­ hin yeniden kurulmasıydı ve insanlık tarihinin köklerini bul­ ma tutkusu , hem tarihsel araştırmalar hem de etnolojik göz­ lemler yoluyla hedefine ulaşabilirdi. Paris'te l 799'da kurulan Societe des observateurs de l homme un daimi sekreteri louis­ François jauffret, Revolution'un IX. yılında şu görüşü ortaya atmıştı: "Bizim ilkel tarihimizin en karanlık sorunlarını" ay­ dınlığa kavuşturmak için en iyi yol, farklı halkların "özellikle henüz uygarlaşmamış olanların" geleneklerini, dillerini, pra­ tiklerini ve çalışma hayatlarını karşılaştırmaktı.4 Antropoloji­ nin ve daha sonra kurulan geog raphie hu mai ne in [ beşeri coğ­ rafyanın] öncülerinden olan Gerando baronu Joseph-Marie, il­ gilerini mineraller, flora ve fauna üzerinde yoğunlaştıran gez­ ginlerin yüzeysel yaklaşımını eleştirmiş, bunun yerine, "evren­ sel toplumun yüce bağlarını yeniden kurmak" ve uygarlığın çeşitli derecelerini yeniden ortaya çıkarmak amacıyla insanın doğal ve toplumsal ortamında tasvir edilmesi ve incelenmesi gerektiğini iddia etmişti: "Şimdi. . . bir bakıma kendi tarihimi­ zin ilk dönemlerine geri gideceğiz . . . Dünyanın bir ucundan öbürüne yelken açan felsefi gezgin, aslında zamanda yolculuk ediyor. . . Ulaştığı o bilinmeyen adalar onun için insanlık tarihi­ nin beşiğidir. . . O halklar. . . atalarımızın durumunu ve dünya­ nın en eski tarihini bizim için yeniden canlandırıyor. " 5 Bir kuşak öncesinde, Kaptan Cook'un ikinci seferinde yar­ dımcı doğa uzmanı olarak yer alan George Foster, "A Voyage Round the World"de, eski Yunanlılar ile Tahitililer arasında, alışkanlıklar, fiziksel görünüş, hatta siyaset alanlarında karşı­ laşurma yapılacak birçok nokta bulmuştur.6 Bir somak i adım, ' ' ' 4 Jean Copans ve Jean Jamin, ed. , A ux origincs de l'anthropologic Jrançaist. . .. . Pa­ ris: Le Sycomore, 1978, 77. 5 Joseph-Marie DeGerando, Tlıe Obsuvation of Savagc Peoples, Berkeley ve Los Angeles: Universiıy of California Press, 1969, 63. 6 Eisner, Tra\·ds, 77. 1 37 eski Yu nanlıların yaşadıkları topraklara gitmekti, "llyada ve Odysseia'yı Akhilleus'un döğüştüğü, Odysseus'un dolaştığı ve Homeros'un destanını söylediği diyarlarda okumak amacıyla doğu yolculuğuna çıkan," gezgin ve siyasetçi Robert Wood, sonunda Homeros'un ilkel bir toplumun temsilcisi olduğu te­ zini öne sürmüştü.7 O dönemde klasik topraklarda yaşayanlar aracılığıyla antik dünyayı inceleme girişimi, dikkati yaşayan Yunanlılara ve onların sorunlarına çekmişti. Bu ilgi, çok geç­ meden, yarımadada yaşayan çeşitli Slav halkları ve diğer etnik grupları da kapsamaya başladı. Söz konusu insanlar, giderek Avrupa'nın Volksmuseum'u ! halklar müzesi) olarak görülen bir alandaki canlı figürler haline gelmişti. Gezginlerin eserlerinin ve başka betimlemeleri n tarihsel kaynak olarak değerlendirilmesi sırasında iki uç tutum görü­ lüyordu: Bazen, özellikle başka bilgilerin çok kıt olduğu dö­ nemler için söz konusu eserlere tam bir hayranlık ve aşırı gü­ ven gösteriliyor, bazen de (daha seyrek olarak) bu eserlerin yüzeysel olduğu ve ulusal önyargıları ortaya koymaktan başka bir şeye yaramayacağı gerekçesiyle tümüyle reddedici bir tu­ tum sergileniyordu. Bu iki aşırı görüş de, aşırı genelleme arzu­ sunun ve tek tek somut örneklerin güçlü ve zayıf yanlarına dikkat göstermemenin ürünüydü. Bugün , gezi eserleri, en iyi eleştirel gelenekte hak ettikleri özenle ele alınmakla kalmıyor, ayrıca ötekilik araştırmasının vazgeçilmez kaynakları sayılıyor. Balkanlar'ın 'keşfi'ni nispeten geç bir tarihsel ana yerleştirmek, gezi eserlerinin veya diğer betimlemelerin ancak 1 8 . yüzyıl sonrasında ortaya konduğu anlamına gelmez. llk değerlendir­ melerin birçoğu, özellikle siyasal gözlemcilerin, istihbarat gö­ revlilerinin ve diplomatların yazdıkları, genellikle, daha sonra­ ki gezi eserlerinin bazılarında bulunanlardan daha keskin göz­ lemlerin, daha çok bilgiye dayanan saptamaların ürünüdür. Erken tarihlerde kaleme alınan eserleri nitelemek için 'keşif' tam anlamıyla yerinde bir terim değildir, çünkü antik dönem­ de ve Ortaçağ'da çok iyi bilinen yerlerin daha sonra Batı'nın 7 "Robert Wood," Press, 1 38 c. Dicıionary of Naıional Biography, Londra: Oxford University 2 1 , 1921 -22, 844-846. belleğinden silindiği ve 'yeniden keşfedilmesi' gerektiği izleni­ mi uyandırmaktadır. Batı Avrupa tarihyazımında ve edebiya­ tında Bizans ve Balkan temaları şu ya da bu ölçüde her zaman varlığını korumuştu, ama 1 5 . yüzyıldan sonra dar anlamıyla bir 'yeniden keşif' değil, giderek artan bir somutlaştırma ve öz­ gülleştirme söz konusuydu.8 Daha sonraki eserleri önemli kılan, üzerlerinde durmamızı gerektiren birçok özellik bulunmaktadır. Birincisi, bu eserler­ de Balkanlar, yalnızca klasik tarihin yaşandığı mekanlar veya Osmanlı payitahtına giderken geçilecek topraklar olarak gö­ rülmez, başlı başına bir coğrafi ve kültürel kendilik sayılmaya başlanır, bu algılama giderek pekişir. ikincisi, söz konusu me­ tinler nispeten geniş ve meraklı bir okur kitlesi için yazılır ve basılır; dolayısıyla, gezginler dönemin gazetecileri işlevini gö­ rürler. Zamanlarının hakim zevklerini ve önyargılarını dile ge­ tirerek kamuoyunu şekillendirmişlerdir. Daha eski eserlerin neredeyse hiçbiri yayımlanmak amacıyla kaleme alınmamıştı: Birkaç önemli ve etkili istisna bir yana, çoğu son derece sınırlı sayıda basılmış, bu nedenle hemen bibliyografik açıdan değer­ li, ender bulunan kitaplar niteliği kazanmıştır ya da ancak 19. ve 20. yüzyıllarda yayımlanmış, genellikle uzmanların okudu­ ğu kitaplara dönüşmüştür. Bunlardan birkaçı, yazıldıkları za­ mandan sonraki bir dönemde popülerlik kazanmış, kapsamlı bir imgenin oluşumu sırasında çeşitli algılamaları veya eski önyargıları kitlelere maletmiştir. Üçüncüsü, ancak sonraki dö­ nemin eserlerinde, mevcut Balkan stereotipini şekillendiren neredeyse bütün unsurların biraraya getirilmesi gözlemlene­ bilmektedir. Kuşkusuz, 16. ve 1 7. yüzyıllarda kaleme alınmış gezi eserlerinde ve betimlemelerde de bazı unsurlar bulun­ maktadır. Modernliğin ancak 18. yüzyılda başladığını söyleyen Troeltsch'e saygısızlık etmek istemesek de, şu noktayı belirte­ lim: Söz konusu eserler, ne de olsa, -postmodern döneme geç­ tiğimiz iddialarına rağmen- halen içinde yaşadığımız tarihsel dönemin başlangıcında kaleme alınmıştır. 8 Raya Zaimova, Bılgarskaıa ltma v :zapadnoevropeishaıa kni:zhnina XV-XV/l veh, Sofya: Universiıetsko izdatelsıvo "Sv. Klimenı Okhridski," 1 992, 209. 1 39 lslam'ın ilerlemesiyle Akdeniz dünyasının keşin olarak Hıris­ tiyan ve lslam iki uzlaşmaz kampa bölündüğünü , bu yüzden Hıristiyanlık'ın Yakındoğu'daki kaynaklarından koptuğu yolun­ da Hemi Pirenne'in ortaya koyduğu görüşü birçok kişi kabul etmiştir. Avrupa'nın güneydoğusundaki Osmanlı hakimiyeti, Batı'nın bu bağı yeniden kurmaya yönelik haçlı seferi düzenle­ me arzusuna nihai darbeyi indirmiştir. Osmanlıların 16. yüzyıl sonlarına dek Orta Avrupa'ya doğru ilerleyişi, haçlı zihniyetini canlı tutmuş, en azından 1 5 7 1 lnebahtı Savaşı'ndan sonraki otuz-kırk yıl, hatta Osmanlı lmparatorluğu'nun Avrupa'daki ge­ rileyişini nihayet kesin ve durdurulamaz hale getiren 1 7. yüzyıl sonundaki savaşlara kadar bu durum sürmüştür. 'Batı'nın 'Os­ manlı tehdidi'ne karşı homojen ve monolitik bir karşılık verdi­ ğini ileri sürmek, güçlü bir düşman, somut yabancı karşısında büyük bir ortak korku duyulduğunu kabul etsek bile, meseleyi basitleştirmek olacaktır. Osmanlı Devleti'ne duyulan ilgi o ka­ dar büyüktü ki , Osmanlılara ilişkin tarih ve edebiyat eserlerinin sayısı, Yeni Dünya'nın keşfine ilişkin eserlerin sayısını kat kat aşı}'ordu.9 Ne var ki, bu yeni Avrupa devletiyle ilişkilerde hakim olan unsurlar, bir yandan güç dengesi hesapları (ünlü Fransız­ Osmanlı ittifakını doğrudan doğruya bu hesaplar doğurmuştu), bir yandan da önemli ticaret yollarının ve toprakların yeni efen­ dilerini tanıma ve onlarla bağ kurma arzusuydu.10 Yarımadadan geçen gezginler her zaman olmuştu, ama bunla­ rın çoğu bu topraklardan hızla geçip bir an önce ilgi çekici iki merkeze, Kutsal Topraklar ve lstanbul'a ulaşmak istiyorlardı. Osmanlı hakimiyetinin ilk yıllarında Avrupalıların kaleme aldık­ ları eserler arasında, gerçek anlamıyla gezginlerin anlatılan de­ necek eserler nispeten mütevazı bir yer tutar. Söz konusu eserle­ rin çoğu, Osmanlı aleyhtarı polemik ve propaganda metinleri, orduların seferlerini anlatan çalışmalar ve siyasal risalelerdir. 1 1 9 lbid., 6. 1 0 Doroıhy M. Vaughan, Euro� and ılıt Turh: A Palltm of Alliances, 1350-1 700, Liverpool: Universiıy Press, 1954, vii-viii. Dit Tilrkenfrage in der {ljjenıfichen Meinung Europas im 16. Jalır­ huııderı, Baden-Baden: Bibliotheka Aureliana, 70, 1978. 1 1 Cari Göllner, 1 40 Kuşkusuz, erken dönem Osmanlılara ve Balkanlar'a ilişkin en iyi bilgileri, son dönemlerinde Bizans lmparatorluğu'yla gele­ neksel olarak güçlü ticari, siyasal ve kültürel bağlan bulunan Venedikliler sağlamıştır. l 453'te lstanbul'un [ethinden sonra canlı bir Yunan entelektüel diasporasının oluşması, sürekli ve verimli bir alışveriş yaratmış, böylelikle Rönesans'ın hümanist ruhunun temel unsuru ortaya çıkmıştır. Venedik, gelişmiş ve karmaşık ticaret mekanizmasının korunması kendisi açısından hayali önem taşıdığı için, 16. yüzyıl sonlarına kadar, Osmanlı topraklarındaki ayrıcalıklı konumunu yatıştırma, işbirliği, taraf­ sızlık ve savaş gibi değişik stratejilere başvuran becerikli bir dip­ lomasiyle korumuş, kıta Avrupası'nda yeni ortaya çıkan güçle­ rin giderek arlan rekabeti karşısında direnmiştir. Venedik, gücü­ nü kaybetmesi üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra da, Balkanlar'ın çeşitli yerlerinde (doğu Adriyatik'te ve Peloponnis­ sos Yarımadası'nda 18. yüzyıla kadar) fiziksel varlığını bile sür­ dürmüştür ve Venedik elçilerinin raporları benzerlerinden çok üstün niteliktedir. Venediklilerin relationisi [ raporları ] , Venedik'in siyasal söy­ lemindeki ve Osmanlı lınparatorluğu'nun algılanmasındaki ev­ rimin bir göstergesiydi. 1 560 dolaylarında değerlendirmelerde köklü bir değişiklik meydana geldi. Daha önceleri. elçilerin ra­ porları, lslam'a geleneksel Hıristiyan bakış açısından bütünüy­ le uzak olmamakla birlikte, Osmanlıların başarısını anlamaya yönelik araştırıcı, meraklı ve rasyonel bir bakış açısına dayanı­ yordu. Bundan dolayı, imparatorluğun iç düzenine bilgili bir hayranlık ve açıkça dile getirilen saygı söz konusuydu, Ragusa patrici'lerinin tutumunu da bu yaklaşım şekillendirmişti. Bu tarihten sonra yerleşen yaklaşım ise, tam ve ant bir tersine dö­ nüştü: Padişahın mutlak yönetimi için duyulan belirgin hay­ ranlık, zorbaca uygulamalarına ilişkin sert hükümlere dön üş­ tü; Osmanlı imparatorluğu despotizmin en tipik örneği olarak gösterilmeye başlandı. ltalya'da meydana gelen siyasal değişik­ liklerden, özellikle Floransa Medici Prensliği ile Venedik Cum­ huriyeti arasındaki rekabetten dolayı, zorbalığın niteliğine iliş­ kin Venedik'teki değerlendirmelerde meydana gelen değişimin 141 bir sonucuydu bu: "Önce özgürlük devleti ile zorbalık devleti arasındaki dikotomi kavramsal olarak oluşturuldu, daha sonra Osmanlı imparatorluğu zorbalığın mükemmel örneği sayıldı, Floransa Prensliği için büyük ölçüde geçerli olan, Osmanlı im­ paratorluğu için mutlak olarak geçerliydi." 12 l ronik bir şekilde, Rönesans'ın özgürlüğe verdiği değer, Karşı Reform'un zirve noktasında Venedik siyasal söyleminin temel ilkesi haline geldi. Dahası, bu söylemin Osmanlı aleyhtarı tavrı, papalığın Trento Konsili* sonrası militan Katoliklik'inin, "kuş­ kusuz Reform karşıtı olduğu kadar Rönesans karşıtı nitelik taşı­ yan amaçlan uğruna birçok Rönesans değerini benimsemesin­ deki" paradoksu da açıklar. 1 7 . yüzyılda Balkanlar'da Katolik propaganda, 1622'de Roma'da kurulan imanı Yayma Örgü­ tü'nün faaliyetleriyle doruk noktasına çıkmıştır. Balkan Slavları­ na yönelik özel misyoner politikasında, Karşı Reform "hem ide­ olojik açıdan yönlendirilmiş bir kuvyetti, hem de Türklere kar­ şı oluşturulan Batı ittifak sisteminin bir parçasıydı ."13 1 637'de Propaganda Fide'nin başı, Kardinal Antonio Barberini'nin eski sekreteri Francesco Bracciolini, kardinale, Bulgaristan'ın Hıris­ tiyanlaştırılmasına ilişkin bir şiir sundu. Bu, Protestanlık'ın Or­ todoksluk'u evanjelik geleneğe daha yakın gördüğü ve Orto­ doksluk'la ilişkilerini geliştirmek için birçok girişimde bulun­ duğu bir dönemde yazılmış bir metindi. "la Bulgheria Conver­ titia" adlı, açıkça polemiksel ve propagandist nitelik taşıyan şiir, iyi ve Kötü dikotomisi üzerine kurulmuş, Kötü'yü Ortodoks­ luk, lshlm ve Protestanlık'ın oluşturduğu üçlü kuvvetin temsil ettiği bir barok ahlak hikayesiydi. 14 Bölge dillerinde yapılan pa12 Luceıte Va lensi, "The Making of a Political Paradigm: The Oıtoman Staıe and Orienıal Despotism," Anthony Frafton ve Ann Blair, ed. Tlıe Transmission of Culture in Early Modem Europc, Philadelphia: Universiıy of Pennsylvania Press, 1990, 199; Zdenko Zlatar, Our Kingdom Come: Thc Counıer-Refonnalion, lhe Rrpublic of Dubrovnilı, and ıhe Libaalion of ıhc Balhan Slavs, Boulder, Co.: Eası European Monographs, no. 342, New York: Columbia University Press. 1992, 15, 20. (*) Katolik kilisesi tarafından ltalya':n ın Trento kentinde toplanan, Protestanlık karşıtı kararlann alındığı konsil ( 1 545-1 563) - e.n. 13 Zlatar, Our Kingdom Comt, 4, 2 1 . 14 Zaimova, Bılgarslıaıa tema, 1 0 , 1 39-1 44. 1 42 palık yanlısı propaganda, farklı Slav halklarına ilişkin dolaysız ve ayrıntılı bilgi edinmeye yönelik sürekli ve başarılı bir girişi­ me dayanıyordu. Bu açıdan, Venedik diplomasisinin keskin ve somut gözlemler yapma mirası devam ettirilmişti. Venedik'in, daha sonra ltalya'nın Balkanlar'la yakın ilişkiler kurmasında, her zaman varlıklarını sürdüren Balkan göçmenlerinin, özellik­ le varlıklı ve etkili Yunan diasporasının, aynı zamanda farklı Slav etnik gruplarının temsilcilerinin de payı vardı. 18. yüzyılın ikinci yarısında, Rusya'nın Akdeniz politikası sonucu Balkanlar'ın çeşitli kesimlerinde Babıali'ye karşı ayak­ lanmalar çıkarken, ltalya doğu ile batı arasında, "ltalyan-Yu­ nan-Rus sembiyozu" diye tanımlanan karmaşık bir i lişkide aracı rolü oynadı. ltalya'nın Balkan dünyasıyla geleneksel bağ­ ları, "Helenizm'e ilgiyi, Yunan sürgünlerle dayanışmayı, neo­ klasik bakış açılarını, Rus dünyasının keşfini," Venedik, Tosca­ na, Napoli, hatta Piemonte kültürünü güçlü bir şekilde etkile­ yen unsurlar haline getirmişti. 1 5 ltalya, Fransa'nın yanı sıra, Aydınlanma fikirlerinin Yunanistan'a, oradan da diğer Balkan ülkelerine aktarılmasında en önemli kültürel kanal olmuştu. 16 Ayrıca, belki fiziksel yakınlığından, ya da m ission civilisatri­ ce'yi [uygarlaştırma misyonu) organik şekilde benimsememiş olduğundan dolayı, ltalya, genel olarak Balkanlar'a karşı soyut ve yukarıdan bir tavır geliştirmemiş ve hiçbir zaman Balkan­ lar'ın somutluğunu gözden kaçırmamıştı. ltalyanlar gibi, Almanca konuşan dünya da Osmanlılarla dolaysız temaslar kurmuştu ve Habsburglar, Almanların yaşa­ dığı topraklarda Reformasyon'dan dolayı yıkıcı mücadeleler sürerken, Osmanlıların Avrupa'ya yayılması karşısında temel engeli oluşturmuştu. Türk aleyhtarı propaganda içeren muaz­ zam miktardaki ürün, Osmanlı'ya ilişkin vahşi, kanlı ve gayri insani olarak stereotip bir imaj yaratmış ve Hıristiyanlık'ın ka1 5 Franco Venıuri, Tht End of ıhı Old Rtgimt in Europe, 1 768- 1 776, c. 1 , Prince­ ton, N. J . : Princeıon Universiıy Press, 1 989, 1 1 1- 1 32. 16 Paschalis Kiıromilides, "John Locke and ıhe Greek l nıellecıual Tradiıion: An Episode in Locke's Reception in Souıh-East Europe," G . A. J. Rogers, ed., Loc­ kt� Philosophy: Content and Contexı, Oxford: Clarendon, 1994, 222, 226, 231. 143 dim düşmanını temsil eden şeytanlaştırılmış bir antagonist üretmişti. Bu propaganda, mutlakıyetçilik ve nüfusun "sosyal disiplini" konularıyla yakından ilintili iç siyasal sorunlar için kullanılmıştı.17 Ayrıca, çok sayıda halk şarkısının, vaazın, be­ lirli geleneklerin kanıtladıgı üzere, popüler zihniyette , "Tür­ kennot und Türkenfurcht" [Türk belası ve Türk korkusu! di­ ye bilinen duygular derin izler bırakmıştı.18 Öte yandan, aynı dönemin gezi edebiyatında Osmanlı lmpa­ ratorluğu'nun imajı, propaganda malzemelerinin soyut stere­ otiplerinden büyük ölçüde farklıydı. Venedik'in relationi'si için tipik olan keskin gözlemlere benzer gözlemler, muhtemelen yalnızca Habsburglarda ve genel olarak Almanca g�zi edebiya­ tında bulunabilir. Söz konusu edebiyat, 16. 18. yüzyıllarda Balkanlar'a ilişkin en fazla sayıda ayrın tılı ve bilgiye dayalı an­ latıyı üretmiştir. 19 Bunların çoğu, Babıali'ye giden diplomatik görevlilerin günlüklerinden, ayrıca tüccarların, hacıların ve sa­ vaş esirlerinin günlüklerinde bölgeyi tanıtan notlardan oluşur. Yazarları, genellikle, Habsburg lmparatorlugu'nun mükemmel eğitim görmüş üst düzey görevlileri ve önde gelen hümanist uzmanlardır. Bazıları da Slav (Hırvat, Sloven, Çek vb. ) köken­ lidir, dolayısıyla gözlemleri, bölgeye daha yakın olmalarının etkisini taşır. - Habsburg elçileri, bölgeyi yakından tanımaları ve ayrıntılara duydukları ilgi sayesinde, etnik farklılıklara çok daha duyarlı ol muştur. lçlerinden birçogu -Kuripesic, VranCi c , Dernsch­ wamın, Busbecq, Gerlach, Schweigger, Lubenau- Slav gruplar arasındaki farkları dogru olarak saptamış ve Sırpların, Bulgar­ ların, Dalmaçyalıların vb. kıyafetlerine, danslarına ve gelenek­ lerine ilişkin son derece değerli betimlemeler bırakmıştır. On­ ların eserlerinde, daha sonraları Osmanlı lmparatorluğu'na 17 Kari Vocelka, " Das Türkenbild des chrisılichen Abendlandes in der frühen Neuzeiı," Erich Zöllner ve Kari Guıkas, ed., Ôslerreiclı uııd die Osmaneıı-Prinz Eugen und seirie Zeil, Viyana: Ösıerreichischer Bundesverlag, 1 988, 22-26 : 18 Şenol Özyurı, Die Türlıenlieder und das Türlıenbild in dtf.deıılschrn Vollısilberli­ eferımg vom 1 6. bis zum 20. ]alırlıımderı, Münih: Wilhelm Fink Yerlag, 1972. 1 9 Jonov, Neınslıi ... , XV-XVI v. , 29; Nemshi ... , XVlI-XVIII �. 9. 144 uzak ülkelerden gelen gezginlerin eserlerinde genellikle görül­ meyen, zengin, somut bilgilerle karşılaşırız. Anton VranCi c, dönemin Avrupalı yazar ve okurlarının çok rağbet gösterdiği pir konuya eğilmiş, Bulgar kadınlarının saç şekillerine ve baş­ lıklarına ilişkin ilk ve en ayrıntılı betimlemelerden birini yaz­ mıştır. Saray mücevherlerine ve tören giysilerine alışkın Habs­ burg diplomatlarının beğenilerine göre, süsler "garip ve basit," "hafif ve gülünç"tü. Gelgelelim, VranCic, benzeri gezginlerin aristokratik kibrini yüce gönüllülük gösterip bir tarafa bırakır­ ken, iyi niyetli masumiyeti, önyargısının boyutlarına ulaşan şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Eğer [ süslerinin ) basitliği, ezilmiş ve çoğu köylü olan bir halkta görülmeseydi, bunların duyarlı bireyler olduklarına doğrusu zor inanırdık. Kıyafetleri­ ne kıyafet demeye bin şahit ister. Muhtemelen ilkel insanların giydikleri şeylere benzer, tuylü postlardan yapılmış, kaba saba, ucuz giysiler giyiyorlar. " Ne var ki, bu açıklamanın ardından, yazar, Pirot yöresinde Bulgar kadınların benzersiz başlığını , yüzük ve bileziklerini ayrıntılarıyla anlatmak için tam sayfa ayırıyor ve moda üzerine iyi niyetli genel bir felsefi değerlen­ dirmeyle bölümü sona erdiriyor: Bir seferinde, etrafımızda birçok kadın vard ı , onlar bize, biz onlara, süslerine şaşkın şaşkın bakıyorduk. içlerinden biri, bi­ zim kadınlarımızın da kendilerini süsleyip süslemediklerini sordu. Bizim aşırı israfımızı bilmeyen bu kadınlar ne kadar mutluydu, dünyaları sudan ucuz nesnelerle sınırlıydı. Yoksul­ lukları içinde hallerinden m e m nundular, bizim zenginlik içinde yüzen kadınlarımızdan hiç de daha az bahtiyar sayıl­ mazlardı.20 Habsburg aristokrat gözlemcilerinin hemen hemen hepsi, gösterişli beyefendi kimlikleriyle, karşılaştıkları köy kadınları­ nın güzellikleri üzerinde durmuş, konukseverliklerini ve çalış­ kanlıklarını vurgulamıştır. Daha sonra bölgeyi gezen lngiliz ve Fransız gezginler de Balkan kadınlarının güzelliğini övmüş, 20 Jonov, Ntmshi . , XV-XVI v. , 183-184. .. 145 ama erkeklerinin vahşi ve ürkütücü görünümüyle aralarında bir karşıtlık kurmuştur, buna karşılık Alman gezginler erkek­ lere hiç değinmemiştir. Bunun istisnası, Hans Demschwamm ve Reinhold Lubenau gibi az sayıdaki aristokrat olmayan gez­ gindir. Bu gezginler, yerlilerin erkek kıyafetlerine de aynı dere­ cede, yargılarda bulunmadan ilgi göstermiştir. Reinhold Lube­ nau, 1 587'de Babıali'ye yıllık haracı ödemek üzere giden impa­ ratorluk elçi heyetinde eczacı o larak yer almış ve Balkan­ lar'dan geçmiştir. Königsberg'de eski bir kentli ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Protestan Lubenau iyi eğitim almıştı ve yabancı ülkeleri görme arzusu taşıdığı için , Katoliklik'ten nef­ ret ettiği halde Habsburg elçi heyetinde yer almayı kabul et­ mişti. Bulgaristan'ı gördükten sonra, halkın dilini ve kılık kı­ yafetlerini ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Lubenau, kılık kıya­ fetlerden dolayı hayretlere düşmek bir yana, en küçük bir şaş­ kınlık belirtisi bile göstermemiştir. Lubenau sağduyulu bir şe­ kilde şunları yazmıştır: "Bizim Kurlandlılar ve Litvanyalılar gi­ bi saçlarını uzatır, genellikle şapka giymez, kaba gri giysilere bürünürler, bana Kurlandlı ve Estonyalı köylüleri hatırlatıror­ lar." Renkli gömlekler giymiş, takılar takınmış kadınlar, tıpkı "bizim oralardaki Prusyalı, Estonyalı, Kurlandlı , Rus ve Lit­ vanyalı kadınlar gibi" süsleniyorlardı, "öyle ki aralarında hiç­ bir fark yoktur. Tuna'ya gelince, Litvanyalı kadınların toprak­ larını bırakıp oraya göçtüklerini sandım." Bu, Vrancic'in afalla­ mış bir tavırla yaptığı aşağılayıcı tasvirinden çok farklı bir dünyadır. Burada köylülerin görünümüne alışkın, dahası köy­ lülerin keskin gözlemcisi olan birini görüyoruz. Lubena u , Lehçe bildiği v e biraz Çekçe öğrendiği i ç i n , Hırvatça veya Slavca konuşan yerli ahaliyle iletişim kurmakta zorlanmadığı­ nı belirtmiştir. (Lubenau'ya göre, Lehistan, Litvanya, Rusya, Çek tqprakları, Moravya, Macaristan, Sırbistan, Trakya, Make­ donya, Dalmaçya, Arnavutluk, llirya vb.'ni kapsayan çok geniş bir alanda Slav veya Dalmaçya dili adını verdiği tek bir dil ko­ nuşuluyordu.) Lubenau, başlarında garip süslerle bezenmiş şapkalar bulunan kadınların, ortadan kalkmış eski Bulgar soy­ lu ailelerinin soyundan geldiklerini öğrenmiştir. Bunu, ibret 1 46 dersi vermek üzere Bulgaristan'ı kullanarak, aristokrasi hak­ kında kendi felsefi düşüncelerinden bazılarını eklemek için uygun fırsat sayar: Bu ülkede, Bulgaristan'da, tıpkı bütün Türk topraklarında ol­ duğu gibi, hiçbir Çeşit soyluluk yoktur. . . Eski hükümdar aile­ lerinden, hatta Paleologos soyundan gelen birçok kimse ço­ ban kızlarıyla evleniyor, öyle ki aristokrasi bütünüyle yok ol­ muştur. Soylularımızdan çok kibirli olanlar, etraftakileri hor görenler, burada soylu kökenden gelen genç kadınların köy­ lülerle evlendikleri gerçeği üzerinde biraz düşünseler iyi olur.21 Felemenk aristokrat, pek çok dil bilen uzman ve Habsburg sarayı nın seçkin diplomatı Ogier Ghiselin de Busbecq, Os­ manlı lmparatorluğu'na ilişkin belki de en popüler eseri yaz­ mıştır. Bu eser, yazarının sağlığında kitap şeklinde çıkan çok az· sayıdaki benzer çalışmadan biridir. Legationis Turcicae epis­ Lolae qualor adlı kitap, 16. ve 1 7 . yüzyıllarda çeşitli Avrupa dil­ lerinde yirmiden fazla baskı yapmıştır. VranCic'in gözlem yap­ tığı dönemde ve aynı bölgede Bulgar kadınların taktıkları baş­ lıklar üzerine yorum getiren Busbecq, söz konusu kadınların sahneye çıkan Troyalı Klitemnestra veya Hekabe'ye benzedik­ lerini söyler.22 Klasik eğitimin ve antik döneme duyduğu sap­ lantı derecesindeki ilginin, burada mükafatını fazlasıyla almış­ tır. Topladığı ve Viyana'daki saray kütüphanesine gönderdiği yığınla materyal, zengin Yunanca manüskri koleksiyonunun temelini oluşturmuştur. "Yanımda sayısız sikke götürüyo­ rum . . . Topladığım Yunanca manüskrilerle birçok arabayı ve gemiyi doldurdum. Venedik'e deniz yoluyla yaklaşık 240 cilt yolladım. "23 Busbecq istisnai bir örnek değildi: Balkanlar'a gi­ den bütün gezginler iyi eğitim görmüştü, hemen hemen hepsi klasik literatürü yakından tanıyordu, birçoğu seçkin hümanist uzmanlardandı ve eski eser meraklısıydı. 21 lbid. , 461 -562. 22 lbid., 2 1 9. 23 Cvetkova, Frenshi .., XV-XV/11 v., 135. . 147 Yine de, eserlerindeki bilgilerin çoğu, Osmanlıların yönetim sistemi hakkında ayrıntılarla bir fikir vermeye yönelikti - as­ lında o bilgileri toplamalarının temel nedeni buydu . Gerçi güçlü bir Hıristiyanlık önyargısı taşıyorlardı ve lslam impara­ torluğu hakkındaki genel izlenimleri bir zorbalık, yağma, dü­ zensizlik ve baskı devleti olduğu yönündeydi, ama yaptı kları tasvirler şaşırtıcı ölçüde zengin ve gerçekçiyd i. Genellikle, ku­ ru mları ve olayları ayrın tılı şekilde tasvir ederken, Osmanlı bürokrasisinin etki nliğinden , ordusunun organizasyonundan , Alman topraklarındaki alkol sorunuyl� karşıtlık oluşturacak şekilde böyle bir sorunun bulunmayışından, halla insanlarının dostça tutumlarından olumlu olarak etkilen mişlerdi. Avru­ pa'nın büyük bir bölümünde mezhep mücadeleleri ve savaşla­ rının sürdüğü bu zorlu dönemde, Osmanlı lmparatorluğu'nda Hıristiyan ve Yahudilere -ikincil statüde bulunsalar da- göste­ rilen hoşgörü, gözlemciler, özellikle Protestanlar üzerinde çok olumlu bir izlenim bırakmıştı. Padişahların despotizmi ise, bir ölçüde karışık duygular uyandırıyorsa da, hayranlıkla karşıla­ nıyor, genel değerlendirmelerde çoğu zaman etkinlik vurgusu ağır basıyordu .24 16. yüzyılda Habsburgların yazdıkları, daha sonraki eserler­ le karşılaştırıldığında benzersiz nitelik taşır, özellikle sıradan insanlara gösterdikleri ilgi dikkat çekicidir.25 Bu da pek şaşırtı­ cı sayılmaz, çünkü 1 7 . yüzyıl Reform etrafında yoğun bir ide­ olojik ve siyasal mücadelenin yürütüldüğü bir dönemdi, bu sı­ rada Otuz Yıl Savaşları yaşanmıştı, Habsburglar ile Osmanlılar arasında hassas bir güç dengesi kurulmuştu, bütün bunlar Al­ manca konuşan dünyadaki kültürel durgunluğu açıklayan fak­ törlerdir. 1 743 gibi geç bir tarihte, Jena'da, yeni keşfedilen halkların ayrıntılı betimlemesinin yapıldığı bildirilen, bu arada etnik ve yerel gruplar, toplum ve meslek grupları, lakaplar bir­ birine karıştırılarak tanıtılan bir kitap yayımlanmıştı : Hussa­ ren, Heydııklıen, Tolpatclteıı, lnsurgcnten, Sclavonienı, Pandııreıı, 24 Vocclka, " Das Türkenbil d ," 30. 25 jonov, Nemslıi . ., XVIl-XV/11 v. , 22. . 148 varasdiııern, Lycaııern, Croaten, Mor/ahan, Raitzen, Walachen, Dalıııatiııern, Ushohen, yani "Macar süvari leri, soyguncular, sa­ karlar, asiler, Slavlar, Arnavut muhafızlar, Varazdin'liler, Lyca­ ner'ler ( ? ) , Hırvatlar, Morlah'lar, Sı rplar, Eflaklılar, Dalmaçyalı­ lar, eşkıyalar. "26 Styria'da 18. yüzyıl başlarında yapılan yağlıboya bir tabloda, etnik hiyerarşilerin ve Avrupa uluslar ailesinde Almanların yeri­ nin o sırada nasıl algılandığı gösterilmektedir.27 "Avrupa Ulusla­ rının ve Onların Özelliklerinin Kısa Tanıtımı" adındaki bu tab­ loda, kuşkusuz olumludan olumsuza doğru uzanan bir sırala­ mayla, farklı ulusları temsil eden on erkek yer alıyordu: "lspan­ yol , Fransız, Felemenk, Alman, l ngiliz, lsveçli, Leh, Macar, Moskovalı, Türk veya Yunan . " Bu sıralama şaşırtıcı değildir, ama Türk ile Yunan'ın tablonun en olumsuzu gösteren tarafın­ da, yalnızca sarıklı bir erkekle temsil edilmesi dikkat çekicidir. Tablo bu figürleri on yedi kategoride karşılaştırır: Mizaç, tabiat, zeka, kusurlar, tutkular, bilgi, kılık kıyafet, hastalıklar, askeri güç, din, siyaset biçimi vb. Yalnızca stereotipleri göstermesi açı­ sından değil, önemli ve beklenmedik stereotip kaymaları sergi­ lemesi açısından da hoş bir illüstrasyondur bu. Zihinsel özellik­ ler bakımından, lspanyol zeki ve bilge, Fransız ihtiyatlı, Alman kurnaz, lngiliz ise huysuz kategorisine sokulmuştur. Aynı kategoride, alay edilen u lusların zihin özelliklerine ge­ l ince, Leh'in zekası "sınırlı"ydı, Macar'ınki "daha da sınır­ lı "ydı, Rus'un "hiç" zekası yoktu , Türk-Yunan'ın zekası ise "hiçten de az"dı. Bu tablo kuşkusuz Katolikler tarafından ve Katolikler için yapılmıştı, çünkü kilise ibadetleri bakımından ispanya en yüksek dereceye yerleştirilmiş, Fransa iyi derecede sayılmış, Almanya ise "orta düzeyde" bulunmuştu. Buna karşı­ lık, lngilizler "hava gibi durmadan değişiyor," Lehler her şeye inanıyor, Ruslar ise "kiliseye muhalefet ediyorlar"dı. Türk-Yu­ nan Ruslarla "aynı" diye nitelenmiş, böylelikle Ortodoks sap­ ma ile lslam inancı aynı kefeye konmuştu. lspanyolların giyim 26 Gabriella Schubert, "Berlin und Südosteuropa," Klaus Meyer, ed., Berlin und Osteuropa, Berlin: Colloquiurn Verlag, 199 1 , 185-186. 27 ôzyurt, Die Tılrfıenfieder, 143. tarzı "saygın", Fransızlarınki "değişken," Almanlarınki "taklit­ çi"ydi , lngilizler ise " Fransız usullerini takip ediyorlar"dı . Lehlerin uzun giysileri vardı, Macarların giysileri alacalı bula­ calıydı, Ruslar kürk, post giyiyor, Türkler ve Yunanlar ise ka­ dınsı tarzda ("auf Weiber art" ) giyiniyorlardı. lspanyollar, Fransızlar, Almanlar ve lngilizler sırasıyla fillere, tilkilere, as­ lanlara ve atlara benzetiliyor, Lehlere, Macarlara, Ruslara ve Türk-Yunanlara yine sırasıyla ayılar, kurtlar, eşekler ve sıçan­ lar uygun bulunuyordu. Ancak, daha önemli olan nokta, bun­ ların hepsinin "Avrupa ulusları" sayılmasıydı. Bizim açımız­ dan en ilginç taraf, tabii ki, Osmanlı lmparatorluğu'nda yaşa­ yanların hepsinin monolitik bir yaklaşımla değerlendirilmesi­ dir. Bu yaklaşım, Hıristiyanlar (Ortodokslar dahil) ile Müslü­ manlar arasında kurulan , alıştığımız dikotomiden , yani bu dö­ nemde Avrupa'nın güneydoğusuna dair bilgi düzeyinin gerile­ mesiyle açıklanabilecek bakış açısından çok farklıydı. Osmanlıların algılanışında köklü bir değişiklik, ancak 1 7 . yüzyıldan sonra, Aydınlanma'yla birlikte görülecekti. Genel olarak lslam'ın imgesinin yeniden değerlendirilmesine, özel olarak olumlu bir Osmanlı imgesinin yaratılmasına Fransa ön­ cülük etmiş, bu süreç yavaş yavaş Almanya'yı da etkilemiştir.28 Gerard Cornelius Driesch, 1 7 18 Pasarofça Antlaşması'nın ar­ dından Habsburg imparatorunun lstanbul'a gönderdiği magna legatio'da "katip ve tarihçi" olarak görev almıştır. Hacimli La­ tince günlüğü l 7 2 l'de Viyana'da yayımlanmış, daha sonra Augsburg ve Nürnberg'de iki ayrı Almanca baskısı yapılmıştır. Driesch'in anlatısı, son derece geniş bilgiler sunmakla ve Os­ manlı lmparatorluğu'nda gündelik hayat hakkında zengin bir hazine oluşturmakla kalmıyor; ayrıca, yazar, Osmanlı toplum­ sal ve siyasal sisteminin belirli yönlerine, özellikle bir aristok­ rat soyunun bulunmamasına açıkça hayranlığını dile getiriyor, bu durumu Habsburg soyluluğunun tutumu karşısında olum­ lu bir gözle değerlendiriyordu.29 28 Vocelka, "Das Hırkenbild," 3 1 . 29 Jonov, Nemshi . .. , XVll-XVlll v. , 232. 1 50 1 740 ve 1 74 1 yıllarında Balkanlar'ı gezen Kaptan Schad da bu görüşleri paylaşıyordu, ama notlarının birinci bölümüm1n başına Voltaire'den aldığı şu sözleri koymuştu: "Zorbalar ve kötü hükümdarlar arasından da becerikli fatihler çıkar, ama onlar bile birinci gruba daha yakındırlar." Balkanlar'da günde­ lik hayatın son derece ayrıntılı ve canlı tasvirlerini yapmış, ay­ rıca Avrupa'daki Hıristiyanların Müslümanlardan daha büyük hırsız olduklarını belirtmiştir. Schad, acımasız Yeniçerilere iliş­ kin alışıldık tabloyu çizmek yerine, Razgrad yakınlarında Çin­ gene fahişelere ödemek zorunda kaldıkları akıl almaz fiyat (günde aldıkları 6 narin ücrete karşılık 1 ,2 florin) için onlar adına üzüntüsünü dile getirmiştir.30 Gerçi Schad'ın günlüğü kendisi hayattayken yayımlanmamıştı, ama benzer gezi eserle­ ri okur kamuoyunun giderek daha fazla etkiliyordu: l 780'lere kadar Alman okurlar Avrupa'da üretilen gezi edebiyatının baş­ lıca tüketicileriydi.31 18. yüzyıl sonlarında, Almanca konuşan dünyaya "iyi Türk" (le Turc genereux) bile tanıtılmıştı ve pek çok örnek arasında en popüler eseri anarsak, Mozart'ın "Sa­ raydan Kız Kaçırma" adlı operasıyla popülerleştirilmişti.32 1 9 . yüzyılda Hıristiyan-M üsl üman dikotomisi, siyasal ve kültürel sözdağanndan çıkartıldı, en azından eski terimlerle ifade edilmez olmuştu. Artık, gerikalmış bir gelenekçi ortamda Avrupa'nın ilerleme yolunda gelişmek isteyen uluslar çerçeve­ sinde karşıtlık kuruluyordu. Filhelenizm, "milliyetçiliğin, di­ nin, radikalizmin, ticari hırsın, ayrıca romantik duyguların ve katıksız kahramanlığın rol oynadığı uluslararası bir protesto hareketi" olarak tanımlanıyordu.33 Alman versiyonu, neredey­ se yalnızca romantik duygulardan ve kahramanlıktan beslen­ mişti. Byron'ın ününden ve İngiliz Filhelenler üzerine geniş li­ teratürden dolayı, Yunanistan'ın en ateşli ve özgecil tutkunla­ rının İngilizler olduğu yolunda bir izlenim doğmuşsa da , Yu30 lbid., 363. 31 Gabriella Schubert, "Das Bulgaren-Bild deutscher Reisender in der Zeit der Osmanenherrschafı," Zeiıschriftfılr Ballıanologit, c. 26, 1990, 1 1 5. 32 Vocelka, "Das Türkenbild," 3 1 . 3 3 C . M. Woodhouse, The Philhtllenes, Londra: Hodder and Stoughton, 1969, 9. 1 51 nanistan için savaşan Almanlarm sayısı öteki Avrupalıların sa­ yısından kat kat fazlaydı: Yunanistan'da çarpıştığı bilinen 940 Avrupalı Filhelen vardır, bunlar içinde en büyük kesirrii (üçte biri) Almanlar oluşturur, ardmdan Fransızlar ve l talyanlar, an­ cak daha sonra lngilizler ve Amerikalılar gelir. 34 Öteki Balkan uluslarından gelen gönüllülerin sayısı çok daha fazlaydı. O dönemde yaşamış bir Yunan yazar, savaşta Yunan tarafında çarpışan Bulgarların 14 .OOO'den fazla olduğunu bildirir. Yunan ve Rus arşivlerinde bunların en azından 704 tanesinin adları bulunmaktadır, bu sayı da herhangi bir Batı ülkesinden gelen Filhelenlerinkinden büyüktür.35 Öteki Balkan ülkelerinden ge­ len gönüllülerin savaşa katılımının teknik olarak Filhelenizm kategorisine girmemesi, özellikle Balkan ulusları arasında bit­ mez tükenmez düşmanlıklar üzerine bu kadar vurgu yapıldığı düşünülünce, Balkan dayanışmasının bu dışavurumu konu­ sundaki sessizliği haklı göstermek için kullanılamaz. Moltke'nin Briefe aus der Türkei adlı eseri, ayrıntıların nes­ nelliği ve betimlemelerinin güzelliği açısından Goethe'nin lta ­ lienische Reise adlı kitabından bile üstün bulunmuştur.36 Gele­ ceğin askeri dehası, gençliğinde, Osmanlı yönetiminin Yeniçe­ ri Ocağı'nı hızlı bir şekilde yok ettikten sonra, Avrupa modeli­ ne göre ıslah etmeye çalıştığı Osmanlı ordusunda öğretmenlik yapmıştı. Moltke, Eflak'ın olumsuz durumunu "bu ulusu tam bir kölelik altına alan Türk boyunduruğu"yla açıklamakta hiç­ bir sakınca görmemişti. Ü l kede gördüğü ne kadar ilerleme varsa hepsini -köylülerin kurtuluşu, vergi yüklerinin hafifletil­ mesi, yerel milislerin eğitimi, etkin bir veba önleme sisteminin geliştirilmesi- General Kisselev komutasındaki Rus işgal kuv­ vetlerine bağlamıştı. Yine d e , başka Avrupalılar gibi, Babı­ ali'nin reform girişimlerini güçlü devletlerin gözünü boyama­ ya yönelik siyasal oyunlar sayarak küçümsemiyordu. 1 837'de 34 Eisner, Travds, 1 20. 35 Nikolai Todorov ve Vesselin Traikov, ed., Btlgari uchaslnilsi v borbiıe :ı:a osvo­ bo:ı:hdcniclo na Gtrtsiya, 1 82 1 - 1 828, Sofya: Btlgarska akademiya na naukite, 1971. 36 Schubert, "Berlin und Südosteuropa," 190. 152 Balkanlar gezisinde padişahın maiyetinde yer almıştı. Bütün uyrukların din farkı gözetilmeksizin kanun önünde eşit oldu­ ğunu bildiren Tanzimat Fermanı'nın okunmasından iki yıl ön­ ce padişahın yaptığı konuşmaları dinleyen Moltke, başarıya götürecek doğru yolun bulunduğu konusunda ılımlı iyimserli­ ğini dile getirmişti.37 Moltke, bir gezginin aşın merak ile ilgi­ sizlik arasında bir orta yol tutturması gerektiği şeklindeki ken­ di kuralına tam anlamıyla bağlı kalmıştı, ama onun dönemin­ de yüksek kalitede, çeşitli değer yargılarına başvurmayan bir açıklıkta özenli eserler vermiş başka yazarlar da vardı. 19. yüz­ yılın ikinci yarısında Almanca konuşan dünyadaki uzmanların yazdıkları eserler, bakış açılarının genişliği, ilgi alanlarının çe­ şitliliği ve sundukları bilgilerin n iteliği bakımından, Alman hümanistlerin eserlerinden bile üstündür.38 Bu açıdan mü­ kemmel bir örnek Felix Philipp Kanitz'in eseriydi. Bu eser, yir­ mi yıl boyunca yaptığı gezilerin ürünüydü ve Bulgar ve Balkan coğrafyası, etnografyası, demografisi, arkeolojisi, dil bilimi vb. üzerine zengin ve akademik bilgiler sunan gerçek bir maden­ di: Hiçbir özet bu kitabın hakkını vermez. Eser, ayrıca, büyük edebi değer de taşımaktaydı ve Birinci Dünya Savaşı'na kadar, Kanitz'in "gözde" halkı olan Bulgarlar üzerine ciddi bilgiler sunan rakipsiz bir kaynaktı.39 Almanya'daki Bizans araştırmaları alanının kurucusu, bü­ yük arkeolog ve filolog Kari Krumbacher, 20'li yaşlarında yeni Yunanistan devletini ve Osmanlı lmparatorluğu'nda Rumların yaşadığı yerleri ziyaret etmişti. Gezi notlarından oluşan eseri­ ni, "büyük Filhelen, Bavyera Kralı 1. Ludwig"e ithaf etmişti. Krumbacher, Avrupa devletlerinin ölçütleri kullanılarak, veya · bütünüyle idealize edici bir bakış açısı sergilenerek oluştur� lan yüksek beklentiler gerçekleşmeyince bir hayal kırıklığı ya37 Helmuıh von Molıke, Briefe über ZusUJnde und Begebmhciım in der Türkei aus den]ahren 1 835 bis 1 839, Köln: Verlag, Jakob Hegner, 1968, 24, 27, 1 50- 15 1 . 3 8 Schuberı, "Das Bulgaren-Bild," 1 20. 39 Feliıc Philipp Kanitz, Donau-Bulgarien und der Balkan: Hislorisch-geographisch­ eıhnographische Reimıudim aus dm]ahmı 1 860-1 878, Leipzig: H. Fries, 18751879. 1 53 şandığını, bunun sonucu olarak Yunanistan'a ilişkin verilen ağır hükümlerin haksız olduğunu belirtmişti. Yunanistan'ın sorunlarım ve o güne dek sağlanan ilerlemeyi gerçek ve derin bir kavrayışla görmüştü. Yunanlıların kendilerini "Romaioi" ve "Graikoi" diye tanımlamayı yavaş yavaş bir yana bırakıp "Hellenes" kimliğini benimsemeleri sürecindeki kimlik dönü­ şümleri üzerine incelikli yorumlar getirmişti. Dönemin Avru­ pa, (özellikle) Alman etnografyasının mekanistik metodolojisi karşısında son derece eleştirel bir tutum sergiliyor, "sarı ve si­ yah saçlıların oranlarını istatistiklerle hesaplayarak, mavi ve kahverengi gözlüleri sayarak, ayrıntılı kafatası ölçümleri yapa­ rak" koca bir ulus hakkında çok kesin yargılara varıldığını be­ lirtiyordu. Yunanlıların inatçılığını , cevvalliğini ve sürekli ge­ leceği düşünmelerini Prusyalıların tutum ve davranışlarıyla karşılaştırırken bir ölçüde milli gurur sergiliyordu kuşkusuz, ama genel olarak Yunanlıları kendi vasıflarıyla değerlendiri­ yordu. Krumbacher için, Balkanlar kesinlikle ayrı bir kendilik­ li ve Balkanlar'ın özgünlüğünü, köklü kµltüret. tutumlarda ve­ ya değer sisteminde değil, etnik çeşitlilikte, farklı kıyafetlerde ve belirli toplumsal ilişkilerde görüyordu. Bir keresinde Kor­ fu'dayken şehrin l talyan niteliğini belirtmiş, yalnızca arada sı­ rada görülen Arnavut çöpçülerin, Ulah iplikçilerin ve Justanel­ la* giyen Rumların Balkan Yarımadası'nın yakınında olundu­ ğunu hatırlattığını söylemişti.40 Ye ni kurulan Bu lgaristan devleti de ilgi çekmiş, h a t ta 1 880'lerde bir edebiyat/tiyatro çalışmasına esin kaynağı ol­ muştu. 1886'da Aleksandr Battenberg'in tahttan feragatinden sonra, Bulgaristan , başta Rusya olmak üzere Büyük Devletlerin taleplerini karşılayacak yeni bir prens bulmak için yoğun bir araştırmaya girişmişti. Ağustos 1 887'de yeni prens bulundu: Ferdinand von Saxe-Coburg-Gotha, otuz bir yıl boyunca ülke­ yi yönetecekti. Aynı yıl Leipzig'de Bulgar Tacı Ister miydiniz? "Evet" Diyecek Herkese Bir Uyarı Olarak Ithaf Edilmiştir adlı (*) Efsun askerlerinin giydikleri eteklik - e.n. 40 Kari Krumbacher, Gricchischc Reise, . ., Berlin: Augusı Heltler, . 1 1 , 48-49, 253-255, 3 1 1 -3 1 3, 340-343, 389. 1 54 1886, 7-8, 1 0- bir kitap yayımlanmışu. Berlinli popüler bir yergici olan julius Stettenheim'ın yazdığı kitap dört bölümden oluşuyordu: Piya­ no eşliğinde on beş dakikalık bir opera ("Sakkingen Trampet­ çisi veya Bulgar Sorununun Çözü mü " ) ; Prens Ferdinand'a Berlin ağzında yazılmış bir dizi alaycı mektup ( "Muckenich ve Bulgaristan" ) ; iki kısa metin ("Yakıcı Soruna Çözüm" ve "Bul­ garistan'dan Çeşitli Olaylar") . Ferdinand'a verilen öğüt çok netti: "Bulgaristan'a yalnız en gerekli şeyleri götür. En fazla üç takım elbise, iç çamaşırı, tıraş malzemeleri, birçok dolu silah, bir yemek kitabı, kilolarca haşarat ilacı, bir de kullanılmış bir asa al yanına. Oraya ayak basar basmaz, üç aylık avans al he­ men. "41 Stettenheim'ın alayları, megalomanileri kendi ülkele­ rindeki önemleriyle ters orantılı Alman prenslerine yönelikti, ama Balkanlar'a ilişkin o günkü yaygın görüşleri de ortaya ko­ yuyordu: Güneydoğu , Rusların manipüle ettiği geri, karışık bir bölgeydi, Alman prensleri burada çok temkinli olmalı, göz­ lerini dört açmalıydı. Gerçekten, Ordnung und Gesetz'in [ Dü­ zen ve Yasa ) yeni değerleri o denli içselleştirilmişti ki, 20. yüz­ yıl başında johann Gustav Droysen'ın bir öğrencisi, Reformas­ yon dönemindeki Türk korkusu üzerine doktora tezinin so­ nunda, yasa ve düzen yerine fetih ve güce dayalı ıslah olmaz bir devleti koruyan Büyük Devletlerin o dönemde izledikleri siyaseti eleştirmişti. 42 Balkanlar, Yakındoğu'nun bir parçası olmasına karşın, çok farklı bir yaklaşımın da nesnesi olmuştu: Geç dönem roman­ tiklerinden Kari May ( 1 842- 1 9 1 2) Balkanlar'ı konu almıştı. l 960'lara gelindiğinde kitapları kırk milyondan fazla satmış olan ve genellikle küçümseyici bir şekilde "en çok okunan Al­ man yazarı" diye anılan Kari May, Hitler'in eserlerinden hoş­ lanması gibi bir bahtsızlığa uğramış, bu durum bir süre ününü 41 Julius Sıettenheirn , Bulgarische Krone gefallig7 Ailen denen, welche ja sagen wollrn, als Wamung gewidmeı, Leipzig: L Freund, Buch und Kunsı Verlag, 1 888, (ikinci baskı) , 22. 42 Richard Ebermann, Die Türhenfurchı, ein Beitrag zur Geschichte der ôlfrntlichrn Meinung in Deutschland wahrrnd der Refoniıationsztit, Halle: C. A. Kraemme­ rer, 1904, 69. 1 55 lekelemişti. Daha sonra yeniden itibar kazandı, pasifizmi, hat­ ta anti-emperyalisc tutumu vurgulandı ve şövalye kahramanla­ rı gençlere esin kaynağı olan, macera edebiyatının kendine öz­ gü bu ak-kara türünde sağlam bir. yer edindi. Gerçi popülerliği Kızılderili romanlarına dayanıyordu ve Avrupalı yeni yetmeler kuşaklar boyu lhtiyar Kırık Kol ve Winnetou öyküleriyle bü­ yümüşlerdi, ama Kari May Yakındoğu üzerine de bir dizi ro­ man yayımlamıştı. Dördüncü cildi "Balkan Dağlarının Vadile­ rinde" adını taşıyan orientalische Reiseromane's i, romantik kah­ raman Kara Ben Nemsi'yi ölümsüzleştirmişti. Kari May tıpkı Kuzey Amerika'ya hiç gitmediği gibi, Balkanlar'ı da görmemiş­ ti, ama Yakındoğu romanları, genellikle gezi ve coğrafya eser­ lerinden yararlanarak yaptığı derin araştırmalara dayanıyordu, öyle ki kahramanın izlediği güzergahın gerçeğe uygunluğunu göstermek mümkündü.43 Kari May, turizm ile memleketinde kalma arasındaki ilişkiye dayanan, yerinde bir terimle ecriture yerine ecritour diye adlandırılan yeni hayal turizmi türünde ilk ürün veren kişi sayılabilir.44 1 980 gibi çok yakın bir tarihte, Kosova ve Arnavutluk'u ziyaret eden bir Alman dilci, bu top­ raklar hakkında çok belirsiz fikirleri olduğunu, "yabancı, Or­ yantal havası ve belirgin askeri nitelikleri bulunan, ağırlıklı olarak kırsal, patriyarkal, muhafazakar bir toplum imgesi" dı­ şında kafasında pek bir şey olmadığını belirtmiştir. "Bu imge, kuşkusuz, Kari May'ın çocukluğumda okuduğum eserlerine dayanıyordu. "45 Karl May, türü icat etmese de, kendisinden daha yeteneksiz pek çok yazara esin kaynağı olmuş, böylelikle hayali macera­ ları, yiğitlik öykülerini ve birçoğu Balkanlar'daki çarpışmalara 43 Gerhard Klussmeier ve Hainer Plaul, ed., Kari May. Biographie in Dolıumcntrn und Bildem, Hildesheim ve New York: Olms, 1978, 104; Schuben, "'Das Bulga­ ·ren-Bild," 1 18; Schuben, "Berlin und Sıidosıeuropa," 195 - 1 96. 44 Craig Jonaıhan Saper, Tourism and lnvcntion: Roland Barthes's "Empire of Signs," doktora ıezi, University of Florida, 1990. 45 Harımut Alberı, "Kosova 1 979, Albania 1 980, Observations, Experiences, Conversations," Arshi Pipa ve Sami Repishti, ed., Studies on Kosova, Boulder, Co.: East European Monographs, no. 1 55, New York: Columbia Universiıy Press, 1984, 105. 1 56 dayanan, pek fazla yiğitlik içermeyen çatışmaları konu alan eserler yazılmıştır. Hayali çarpışmalar konusunda uzmanlaş­ mış "Kari May'lar" ortalığı öylesine kaplamıştı ki, Stettenheim onlara şiddetli eleştiriler yöneltmişti. Mephislopheles, Kladde­ radatsch ve Die Wespen adlı gülmece dergilerinde yazan Stet­ tenheim, kendisinin yarattığı savaş muhabiri "Wippchen" im­ zasıyla çok sayıda popüler uydurma haber yazdı. "Wippchen" , Almanca sözdağarına masal anlamına gelen yeni bir sözcük olarak girdi.46 Dikkat çekici nokta, yakınlardaki Balkanlar'ın, çok uzaklardaki Kuzey Amerika bozkırları gibi, popüler imge­ lemde gerek romantik olsun, gerekse olmasın, ahlak üzerine kurulu tiyatro oyunları için uygun zemin sayılmasıdır. Aydınlanma, Türk imgesinin yeniden gözden geçirilmesi so­ nucunu getirmişti. Bu durum, en belirgin şekilde Fransa'da hissedilmişti. Ne var ki, Fransa'da ani bir kopuştan çok, bir sürekliliğin giderek canlandırılması söz konusuydu. Venedik ve Habsburglar en başından beri muzaffer Osmanlılarla doğru­ dan çatışmaya girmişti, oysa Fransa, gerek fiziksel uzaklığın­ dan dolayı, gerekse lngiltere'yle neredeyse aralıksız süren Yüz Yıl Savaşlarında boğuştuğu için, Osmanlı larla dolaysız ilişkiye girmemişti. Bunun tek istisnası, Dük III. Philippe (lyi) döne­ minde Burgonya'nın izlediği aktif siyasetti: Bu dönemden ka­ lan az sayıdaki metinde, haçlı seferlerinin gelenekleri ve acıları belirleyici etkendi . Bu metinlerde Osmanlılardan Sarasenler diye bahsedilir. Ama zaman zaman zeki bir gözlemci çıkıp, ha­ kim klişelerden bazılarının ötesine geçebiliyord u . 1 43 2 1433'te gizli bir görevle bölgeye gelen Bertrandon d e l a Broqu­ iere, Türklerin askeri gücünü övmüş ve onların, Yunanlılardan daha dostane tavır sergilediklerini belirtmişti. Kuşkusuz Bi­ zans'ta haçlıların şüphe çeken faaliyetlerinin taze anılarının et­ kisiyle, Katolik soyluluğunun bir mensubuna açıkça düşman­ lık gösteren Yunanlılar yerine Türkleri tercih ediyordu.47 Fransa ile Kutsal Roma imparatorluğu arasında şiddetli bir 46 Schubcrt, "Bcrlin und Südosıeuropa," 1 96. 47 Cvetkova, Frcnslıi ... , XV-XVIII, 5 1 -52, 58. 1 57 rekabetin yaşandığı 1 6 . yüzyılda, "Zambak ile Hilal" Habs­ burglara karşı mücadelelerinde bir "kafir birliği" oluşturmuş­ tu. lıu "kafir ittifakı," iniş çıkışlar gösterse de, Napolyon döne­ mine kadar varlığını sürdürdü. 1 6. yüzyıl Fransız gezi edebi­ yatı, rasyonel ve ampirik bir yaklaşımı getiren hümanizmin öğretileri ve Fransız çıkarlarını gözetmeye yönelik siyasal kay­ gılar gibi iki farklı etki altında, Osmanlı lmparatorluğu'na iliş­ kin çok olumlu bir imge yarattı.48 Gözlemcileri en çok etkile­ yen konu, imparatorlukta hissedilen düzen ve asayişti. ] ean Chesnau, güvenlik kuvvetlerinin mükemmel teşkilatlanarak geceleri düzen ve asayişi sağlamasından övgüyle bahseder. Pi­ erre Belan, kırsal alanların gelişmesinde uzun süren barışın ne denli yararlı olduğunu övgüyle anlatan bir Rum'u anar.49 Gerçi bu gezi edebiyatı ilk elden izlenimlere dayanıyordu, ama 16. yüzyılın gezi eserleri -birkaç küçük istisna dışında- diplomatik misyonlara mensup kişiler tarafından kaleme alınmıştı : ] ean Chesneau, Jacques Gassot ve Pierre Belan 1 5 47'de böyle bir misyonda yer almıştı. Nicolas de Nicolay ( 1 5 5 1 ) , Philippe du Fresne-Canay ( 1 572) , Pierre Lescalopier ( 1 574) de benzer gö­ revlerde bulunmuştu. Osmanlı lmparatorluğu'nun kurumları­ na ilişkin görüşleri , yalnız Fransız dış politikasının oluşumun­ da etkili olmamış, ayrıca Fransızca deneme, tiyatro, düzyazı ve şiirlerde, kültür ve dinle ilgili fikirlerin gelişiminde de büyük bir rol oynamıştı.50 Despotik, ama iyi işleyen Osmanlı lmpara­ torluğu imgesi, Avrupa'da, özellikle Fransa'da mutlakıyetçilik ideolojisinin şekillenmesinde çok önemli bir etkendi.51 48 E. Kafe, "Le myıhe ıurc et son declin dans les relations de voyage des europe­ ens de la Renaissance, Oriens, 1 968-1969, c. 2 1-22, 1 59-1 95; !orga, les voya­ geursfrançais, 2 1 -48. 49 Cveıkova, Frmslıi ... , XV-XVllI, 73, 84. 50 Clarence Dana Rouillard, The Turk in French History Thought, and liıeraıure (1520-1 660), Paris: Boivin, 1940 (yeni baskı: New York: AMS, 1973). 51 Hans Sturmberger, "Das Problem der Vorbildhaftigkeit des tiirkischen Staats­ wesens im 16. und 1 7. Jahrhundert und sein Einfluss auf den europaischen Absolutismus," Comite international des sciences historiques, Xllf congres in­ temalional des sciences hisloriques, Viaıne 29 aoaı-5 seplembre 1 965. Rapporı iV, Horn ve Viyana: (y.y., ı.y.), 201-209. 1 58 Yabancı gözlemcileri yakından ilgilendiren bir sorun da, im­ paratorluğun din kurumları ve çok farklı din ve mezhep men­ suplarının birarada yaşama koşullarıydı. Seçkin doğa bilimcisi Pierre Belan, farklı Hıristiyan mezhepleri mensuplarının, ayrı­ ca ispanya ve Portekiz'den kovulduktan sonra Osmanlı lmpa­ ratorluğu'na kabul edilen Yahudilerin kendi ibadethanelerinin bulunmasından çok etkilenmiş, Osmanlıların gücüne ilişkin şu açıklamayı getirmişti: "Türkler kimseyi Türk hayat tarzını benimsemeye zorlamıyor, bütün Hıristiyanlara kendi kanunla­ rına göre yaşama hakkı tanınıyor. Türklerin gücünün kaynağı­ nı tam da bu tutumda aramak gerekir. Bir ülkeyi fethedince, o ülkede yaşayanların kendilerine itaat etmeleriyle yetiniyorlar. Vergileri topladıkları sürece, insanların ne yaptıklarıyla ilgilen­ miyorlar. "52 Bu tür izlenimler lslam'ın hoşgörüsüne i lişkin yaygın görüşün oluşumunda etkili olmuştur, ama bunların Av­ rupa'da , özellikle Fransa'da dinsel hoşgörüsüzlüğün doruk noktaya ulaştığı dönemde edi nildiği , dolayısıyla o bağlam içinde değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Ayrıca, Osmanlılara ilişkin kamuoyundaki olumlu imgelerin etkisi abartılmamalıdır. Rabelais'nin 1 530'lar ile 1550'ler arasın­ da yazdığı Gargantua ve Pantagruel adlı eserleri, içerdikleri bü­ tün o ince alay ve hümanist atılıma karşın, Türkler söz konusu olunca, yaygın haçlı ruhunu ve önyargılan sergiler. Picrochole, ordularının Brötenya, Normandiya ve Flanders'ten Lübeck, Nor­ veç ve lsveç'e kadar her yeri ele geçirdiği, Rusya'yı, Eflak'ı, Er­ del'i, Macaristan'ı, Bulgaristan'ı ve Türkiye'yi dize getirip lstan­ bul'a dayandığı söylenince, şöyle haykırmıştı: "Haydi. . . Hemen onlarla hesabımızı görelim, ben Trabzon imparatoru da olmak istiyorum çünkü. Bütün bu köpekleri, Türkleri, Müslümanları öldürmeyecek miyiz?" Panurge ise, "kana susamış, alçak Türk­ lerin" eline düşünce, bir tavşan gibi kızartılacağından emindi, kurtuluşu ancak takdir-i ilahi sayesinde mümkün olurdu.53 52 Pierre Belan du Mans, Les observaıions de plusieurs singulariıe:ı: et choses mt­ morables, . . , Paris, 1 553, 1 80- 1 8 1 . 53 François Rabelais, Garganıua and Panıagruel, Chicago: Encyclopaedia Brittani­ ca, 1952, 40-41 , 92-94. . 1 59 1 6 . yüzyılın sonlarında, Osmanlı lmparatorluğu'na ilişkin giderek belirginleşen çelişkili yaklaşımlar söz konusuydu, er­ tesi yüzyıl boyunca aynı yaklaşımlar sürdü. Bir yandan, Habs­ burglara karşı aktif ittifak hattı korunuyor ve yoğun ticari iliş­ kiler aralıksız sürdürülüyordu; öte yandan, imparatorluktaki Katoliklere güçlü bir destek sağlanıyor, Balkanlar'daki Hıristi­ yan nüfus arasında direniŞ hareketleri oluştui-mak için diplo­ matik faaliyetlerde bile bulunuluyordu. Bu, hem Karşı Reform döneminde Katolik propagandanın genel olarak hız kazanma­ sının bir sonucuydu, hem de Fransa'nın Osmanlılarla kurduğu ittifakın yarattığı olumsuz izlenimi silmeye yönelik bir giri­ şimdi.54 Dolayısıyla, 1 7. yüzyılda -önceki yüzyılda olduğu gi­ bi- neredeyse yalnızca diplomatların kaleme aldığı gezi esei:le­ rinde, her iki yaklaşım da kendini gösterir. Louis Gedoyn, "le Turc" , 1605 ile 1609 arasında lstanbul'daki Fransız büyükt:lçi­ liğinde başkatiplik yapmış, 1 623- 1 625'te ise Fransa'nın Halep konsolosu olarak çalışmıştı. Halep'te Rum kökenli bir Fransız soylusu olan Nevers Dükü Charles Gonsague'nün komplosu­ na tanık oldu. Gonsague, papanın, Kutsal Roma imparatoru­ nu� . lspanya'nın, Lehistan'ın, hatta Suriye'deki Dürzilerin des­ teğini sağlayarak Osmanlılara karşı bir kutsal Hıristiyan ittifa­ kı kurmuş, Sırbistan ve Bosna'ya elçiler göndermişti. Gedoyn , Ocak 1624'te Belgrad'dan yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: "inşallah bütün bunların altından kalkılır ve bu ilk girişim, bugün uyuyan Hıristiyanların uyanmasını sağlar." Yalnızca bir ay geçtikten sonra, bu kez Sofya'dan yazdığı bir mektupta şu sonuca varıyordu: "Levanten Hıristiyanlar dört bir yanda uya­ nıyorlar ve Hıristiyan prenslerin desteğini bekliyorlar. "55 Otuz Yıl Savaşlarından sonra Habsburg imparatorluğu öyle­ sine zayıflamıştı ki, XIV. Louis, 1664'te St. Gotthard muhare­ besinde Osmanlılara karşı zafer kazanan ittifak ordusuna bir­ lik bile göndermişti. Fransızlar, ayrıca, 1660'larda Girit'e de yardım yollamış, Babıali'yle ilişkilerini tehlikeye atmış, ama 54 Cveıkova, Frrnsfıi . . ., XV-XVll/, 1 3. et correspondaıct de Gtdoyn "le Turc, " consul de France a Alep (1 623-1 625), Paris: y.y. , 1909, 47, 53. 55 Aug�sıe Boppe, Joumal 1 60 hiçbir zaman bütünüyle kopannamışu. Osmanlı lmparatorlu­ ğu'nun açıkça savunmaya çekildiği ve yapısal bozukluklarının su yüzüne çıktığı bir dönemde, Fransa imparatorluğun bölü­ nüp paylaşılmasına yönelik ilk planları yapmışu.56 1670'lerde, Dela croix (babası ünlü bir oryantalist ve sarayın Türkçe ve Arapça çevirmeniydi) doğu dillerinde yazmalar toplamak gibi, Fransa'nın Levant politikasının benzersiz bir özelliği haline gelecek bir görevle Yakındoğu'ya gönderilmişti. Delacroix böl­ gede on yıl geçirdikten sonra, Par(s Üniversitesi'nde Arap dili kürsüsünün başkanı oldu ve babasının saraydaki görevini dev­ rald ı. Üretken bir yazar olan, Türkçe, Arapça ve Farsça'dan pek çok çeviri yapan Delacroix, 1684'te yayımladığı anıların­ da, temel Osmanlı kurumlarındaki yozlaşmayı vurguladı ve şu sonuca vardı: "Yabancılar, Osmanlı l mparatorluğu'nun gücü­ nü gözlerinde çok büyütmekteler, aslında bu devleti yok et­ mek için Hıristiyan hükümdarlarının güçbirliği yapmasına ge­ rek yok. Fransız Krallığı tek başına bu işin üstesinden gelebi­ lir, adeta Tanrı bu zaferi Majesteleri için saklamaktadır. "57 Eski olumlu yaklaşımlar da sürüyordu, ama inandırıcılıkları­ nı büyük ölçüde yilirmişti. 1657'de A. Poullet Sofya'dan geçmiş ve civar köylerdeki kadınların güzelliğinden etkilenmişti. Bul­ gar kadınları, Doğu'daki öteki kadınlar gibi yüzlerini örtüler al­ tında gizlemiyordu. "Zarif, bizim Fransız kadınlarının neredey­ se eşi olan" bu kadınlar çok kibardı ve adeta Fransız karakteri taşıyorlardı. Giysilerinden, bakır, gümüş ve altın paralardan ya­ pılan kolyelerinden daha da çok etkilenmişti: "Göğüslerine bu paralarla süslenmiş mendiller takar, bütün servetlerini damda­ ki kiremitler gibi kat kat kumaşların altında saklarlar; bütün bunlar, kadınların bazı yazarların bizi inandırmaya çalıştıkları kadar baskı görmedikleri fikrini uyandırıyor insanda."58 Poul­ let kuşkusuz işinin uzmanı bir kişiydi, Dubrovnik'teki hanım­ ların kılık kıyafetlerini, kendilerini "bedeni olmayan kalçalara" . 56 Jean Coppin, Le bouclirr de l'Europr ou la gurrrr 5ainır, ., Lyon: 5-7 Cvetkova, frrmhi, XV-XVlll, 255. .. 1 660. 58 lbid., 229. 1 61 çevirdikleri için sert bir şekilde eleştirmişti.59 Yine de, elbise ya­ kalarındaki mendillerden bahsetmek, abartılı tahakküm suçla­ malarına karşı kullanımına pek rastlanmayan, kuşkus�z yaratı­ cı bir tezdir. Fransa ile Osmanlı imparatorluğu arasındaki iliş­ kilerin, özellikle ticari ilişkilerin geliştirilmesine yönelik öykü­ lerin arasında bile eleştirel notlar kendini gösteriyor, zaaflara, yozlaşmaya ve genel gerilemeye ilişkin örnekler genel betimle­ melerin içinde git gide daha sık yer alıyordu. Yargılardaki bu ikilik 18. yüzyıl boyunca sürdü. Diplomat ve yazar Charles de Peyssonel, l 750'lerden l 770'lere kadar uzanan dönemdeki Osmanlı imparatorluğu ve Kırım hakkın­ da değerli değerlendirmeler bırakmış, ticari potansiyellerini incelemiştir. Peyssonel, Osmanlı lmparatorluğu'nun ateşli bir taraftarıydı, özellikle yükselen Rusya'ya karşı denge oluşturu­ cu rolünü vurguluyordu. Resmi Fransız siyasetinin aynı ölçü­ de ateşli bir savunucusu olan Esprit-Mary Cousinery, l 790'la­ ra dek konsolos olarak görev yapttğı bölgeler hakkında hükü­ metine ayrıntılı ve yararlı bilgiler aktarmıştır. Tutkuyla araştır­ dığı başlıca ilgi alanı antik dünyaydı. Bugün Paris, Münih ve Viyana müzelerindeki koleksiyonları süsleyen onbinlerce an­ tik para ve madalyonu toplamasının yanı sıra, yazılarının ka­ rakteristik özelliği olan klasik üslup özentilerine karşın, Ma­ kedonya'ya ilişkin en değerli ve tarafsız gözlemleri bırakmıştır. Osmanlı ordusunun modernleşme girişimlerinde etkin bir rol oynayan diplomat Baron François de Tott, Türklerin cesareti, ihtişamı, vakarı, hatta adaleti hakkındaki yanıltıcı görüşlere çok sert eleştiriler yöneltmişti. Verdiği hükümler o kadar kes­ kindi ki, fazla abartılı bulunarak eleştirilmişti.60 Önceleri yalflıZ Rum ve1 Türklerden bahseden Fransız gez­ ginleri, 18. yüzyıl ortalarından itibaren öteki Hıristiyan Balkan 59 Jonov, Evropa o!novo othriva bılgari!t, 79. 60 Charles de Peyssonnel, Trailt sur it commerce dt la Mtr Noirt, Paris: 1 787; Esprit-Mary Cousi n�ry, Voyagt dans la Mactdoint conlenan! des rccherches . sur l'his!oire, la gtographit ti les antiqu ilt de ce pays, Paris: lmprimerie roya­ le, 183 1 ; Mtmoires de Baron de To!! sur /es Turcs e! /es Tarıarts, Amsterdam, 1 784. 1 62 uluslarını da keşfetmeye veya ayırt etmeye başladı.61 18. yüzyı­ lın sonuna doğru, Osmanlı lmparatorluğu'nun geleceğine iliş­ kin kuşkucu ve eleştirel görüşler, yerini, özellikle Aydınlanma fikir ve beğenilerinden etkilenen, Fransız Devrimi'nin olayla­ rıyla şekillenen kesimlerde, düpedüz redd iyeci bir tavra bırak­ mıştı. Etkin despotizmle yaşanan romans sona ermiş; daha 1 7 . yüzyılda Osmanlı imparatorluğu oryantal despotizmin mekanı olarak görülmeye başlanmıştı, Fransız monarşisinin ise böyle bir niteliği olmadığı belirtiliyordu: "Bütün monarşiler dcspoti­ quc değildir; yalnız Türk monarşisi o niteliktedir." Ne var ki, ancak Montesquieu'nün De l'esprit des lois adlı eserinin olağa­ nüstü popülerlik kazanmasından sonra, terim 18. yüzyıl siya­ set düşüncesinde merkezi bir yer edinmiş, Voltaire bir yana, başta Rousseau, Mably, Holbach, Boulanger ve Turgot olmak üzere hemen hemen bütün düşünürler tarafından, monarşiden niteliksel olarak farklı, Asya ve Afrika'nın bütün büyük impa­ ratorlukları için tipik kabul edilebilecek kendine özgü bir yö­ nelim şekli sayılmıştır.62 Aydınlanma'nın belirgin anli-klerika­ lizmi ve muhafazakarlık, önyargı ve geriliğin sığınağı saydığİ dine saldırısı da , lslam değerlendirmelerini kökten değiştirmiş­ tir. Osmanlı l mparatorluğu'nun despotizmin en tipik örneği olduğu şeklindeki görüşün yanına, fanatizm ve taassuba bu­ lanmış lslam dininde reform gerçekleşemeyeceği inancı eklen­ miştir. Bu inanç, lslam'ın hoşgörüsüne ilişkin önceki görüşler­ le tam bir karşıtlık oluşturuyord u . Ateşli bir jakoben olan Kont Ferrieres de Sauveboeuf l 790'da şöyle yazmıştı: Keşke bir gün Türkler kendilerini aydınlatabilseler! Boş bir ha­ yal bu! Cehaleuen beslenen fanatizm ufuklarını daraltıyor, zevk ve eğlence dışında başka bir şey düşünmüyorlar. . . Osman­ lılar Avrupa'dan çıkarılabilir, ama asla değişmezler. Fanatizm giuikleri her yere peşleri sıra gelecektir. Dinin karanlığı onları daima böyle bir bilinçsizliğe sürükleyecek, bu yüzden bizim 6 1 (orga, Les voyageurs français, 109. 62 Melvin Richter, "Despoıism," Dictionary of the History of Ideas, c. 2, New York: Scribner's , 1973, 7, 10- 1 2. 163 alışkanlıkla.rımıza yakın olmalan sayesinde onları önyargıların­ dan uzaklaştıra �ak her şeye horgörüyle bakacaklardır.63 1798 yılında Mısır'a gönderilen Fransız bilimsel araştırma heyetinde yer alan, Osmanlılara tutsak düşüp Osmanlı lmpara­ lorluğu'nda üç yıl geçiren Doktor François Pouqueville'in ver­ diği yargı da benzer nite�ikteydi: "Derin bir barbarlığa gömül­ müş olan Türkler, yalnızca nasıl yıkıp yıkacaklarını düşünür­ ler, bu · özelliklerini çok önemserler; dinsel inançlarıyla ilintili bir talihsizliktir bu . " 1805'te Tepedelenli Ali Paşa'nın sarayında, daha sonra Patras'ta Fransız konsolosu olan Pouqueville, de­ ğerli istatistik veriler ve coğrafi ayrıntılar içeren anılar� nı ya­ yımlamıştır. Avrupa nosyonunu dar coğrafi anlamıyla değil, alegorik anlamda kullanan ve Osmanlıları uygar Avrupa ulusla­ n ailes_i nin dışında sayan ilk yazarlardan biridir. Pouqueville'e göre, lstanbul "Avrupa'ya yalnızca yaşadıkları yer dolayısıyla ait olan bir halkın yaşadığı bir şehir" haline gelmişti. Benzer şe­ kilde, ünlü seyyah ve böcekbilimci Guillaume-Antoine Olivier Osmanlı lmparatorluğu'nun gerileyişini "baskıcı bir din"in fa­ natizmine ve toplumun ahlaki yozlaşmasına bağlamıştı.64 1829'da, Osmanlı imparatorluğu izlenimlerini aktardığı anı­ larını yayımlayan Kont Louis-Auguste Felix de Beaujour, Po­ uqueville'in görüşünü paylaşıyor ve şöyle yazıyordu: "Hem ge­ lenek ve inançlarıyla, hem de idaresinin despotizmiyle Avrupa uluslarının oluşturduğu büyük aileden yabancılaşmış olan Tür­ kiye, siyasal varlığı için hiçbir destek ya da sempati bulamaz, yalnızca, içlerinden birinin tek başına imparatorluğu ele geçire­ ceğinden korkan devletlerin rekabeti sayesinde ayakta durmak­ tadır." Öte yandan, ne zaman dinsel hoşgörü örneklerine rast­ lanırsa, bunlar Aydınlanma döneminde geliştirilmiş bir başka kategori olan uygarlıktan etkilenmemiş bir nüfusun cahilliğiyle açıklanır. Hauterive Kontu Alexandre-Maurice l 785'te Osmanlı 63 Ferrieres de Sauveboeuf, Mtmoires hisıoriques ti poliıiques de mes voyages . , c. 2, Maestrüchı ve Paris, 1790, 302-303. 64 Pouqueville, Voyage en Morte, c. 1, 350-358, c. 2, 142; Guillaume-Antoine Olivier, Voyage dans f'Empire Oıtoman . . , c. 1, Paris, 180 1 , 334-338. .. . 1 64 lmparatorluğu'nu gezerken, Bulgarların "sessiz ve iyi niyetli dinsel kuşkuculuğu"na hayran kalmış, bunu "kesinlikle bağış­ lanabilir" bulmuştu. Lady Mary Montagu'nün daha önce Arna­ vutlarda gözlemlediği, Hıristiyanlık ile lslam arasındaki kendi­ ne özgü sembiyoz, Alexandre-Maurice'e göre, Macaristan ve Erdel'deki bir milyon Husçu, Yakubi ve Katolik'in ölümüne yol açan din savaşlarından çok daha tercih edilecek bir şeydi, ama bu doğuştan gelen herhangi bir karakter soyluluğunun değil, "eğitim ve aydınlanmadan yoksun kalan bir halkın cehalet ve basitliği"nin bir ürünüydü. Kendi ifadesiyle bu "körlük" şu ol­ guya bağlıydı: "Bu talihsiz insanlar uygarlıktan çok uzak, öyle ki başka yerlerde önyargılann o kadar yaygın ve köklü hale ge­ tirdiği tutkuların hiçbirine sahip değiller. "65 Aydınlanma fikirlerine ve devrimci ateşe kapılmaları bu ki­ şilerin pratik bakış açısını bütünüyle köreltmemişti. Kont Ma­ rie-Gabriel de Choiseul-Gouffrier, Yunanistan'da altı yıl geçir­ dikten sonra, l 782'de son derece popüler eseri Voyage p ittores­ q ue de la Grece'i yayımlamıştı. Kitabındaki illüstrasyonlar pas­ toral bir idil içindeki Maine'lileri gösteriyordu, ama Choiseul Fransa'ya ve öteki Avrupa ülkelerine 11. Yekaterina'yla işbirliği yaparak Hellas'ı kurtarma çağrısında bulunuyordu. l ngiltere büyükelçisi Sir Robert Ainslie bu fırsattan yararlanarak, Os­ manlı padişahına Fransız rakibinin yıkıcı fikirleri hakkında bi lgi verd i , imalı bir i fadeyl e ki tabı göstererek şöyle dedi : "Fransa'nın size gönderdiği adam işte bu ! " Choiseul, itibarını kaybetmemek için, gizlice kitabın Osmanlı yanlısı bir baskısı­ nı yaptırdı ve orijinal kitabın sahte olduğunu ileri sürdü.66 Yine de, 1 8 . yüzyılın yeni fikirleri, Balkan Yarımadası'nın Türk olmayan halklarına ilişkin tutumlarda köklü bir dönü65 Beaujour, Voyage, c. 2, 589; "Joumal inediı d'un voyage de Constanıinople iı Jassi, capiıale de la Moldavie dans l'hiver de 1 785," Memoriu asupra vedıei ıi actualei a Moldovei presrnıaı lui Alcxandru Voda Ipsilante domnul Moldovei la I 787 de comiıele d'Hauıtrive, Bükreş: Llnsıiıuı d'arıs graphiques Carol Göbl, l 902, 3 1 1-312. 66 Venturi, The End of the Old Regime, 1 38-1 39; Hellen Hill Miller, Greece Thro­ ugh ıhe Ages. As Seen by Travelers from Herodoıus ıo Byron, New York: Funk and Wagnalls, 1972, 16; Eisner, Travels, 80-81 . 1 65 şüm yaratmıştı. 1 6 . ve 1 7 . yüzyılların eserlerinde, görkemli atalarıyla karşılaştırıldığında o dqnemin Yunanlılarının n e denli değersiz olduğu üzerinde uzun uzun duruluyor, ama n e zaman bunun nedenleri bulunmaya çalışılırsa, "bozulmaya yol açan içsel faktörlere ve Yunanlıların yanlış yollara saplanması­ na" işaret ediliyordu. Yunanlılara sempati gösteren ifadelere pek ·seyrel:< rastlandığı gibi , bağımsızlıklarını kazandıkları nı görmek gibi bir istek bulunmuyordu. Yunanlılar gerçi Hıristi­ yan'dı, ama Hıristiyanlık'ı bölen bir mezhebe mensuptular, yö­ neticilerinden farklı olsalar da, "ne Batı'nın ışığıyla, ne de Do­ ğu'nun egzotik parıl lısıyla aydınlanan bir alacakaranlık bölge­ de" yer alıyorlardı. insanların doğal ve medeni hakları öne çı­ kıp mutlak otoriteye karşı güçlü bir eleştiri yöneltildikçe, mo­ dern Yunanlıların gerileyişi, Bizans ve özellikle Türk idaresi al­ tında özgürl üklerini kaybetmeleriyle açıklanmaya başladı. Klasik geçmişi o canlandırıcı etkisiyle birlikte yeniden ortaya çıkarmanın tek yolunun Yunanlıların siyasal kurtuluşu olduğu görüşü ağırlık kazandı. Bu yeni değerlendirmenin yapılmasın­ da siyaset ile kültür arasında kurulan ilişki etkili olmuştu.67 François-Rene Chateaubriand ilk tutumun en ünlü örneği­ dir, bu yazar, ancak daha sonralan Fransız siyasal Filheleniz­ mi'nin etkisi altına girecekti. 1 806 ve 1807'de Yunanis-tan'a yaptığı yolculuktan esinlenerek kaleme aldığı llineraire Fransız edebiyatının ilk gerçek gezi eseriydi ve Alphonse de Lamarti­ ne, Gustave Flaubert, Gerard de Nerval ve Maurice Barres'in yolunu- . açtnıştı . Bu eser, yeni bir türün örneğiydi, dışsal ger­ çeklik üzerinc�e değil, yazarın öznel dünyası üzerinde yoğunla­ şıyordu. Bütünüyle kendi romantik persona'sına gömülmüş olan Chateaubriand, Yunanistan manzaralarının en önde gelen şairi oldu. Tıpkı Arnavutlar ve Türkler gibi modern Yunanlılar da uygarlıktan uzak tavır ve hareketleriyle kendisini rahatsız ediyordu. Bir Türk'ün kendisine yolculuğa neden çıktığını sor­ ması üzerine, insanlar, "özellikle ölmüş Yunanlılar görmek 67 Olga Augusıinos, Frendı Odysseys. Greue in French Travel Literature from the Renaissance ıo llıe Romantic Era, Baltimore: Johns Hopkins Universiıy Press, 1 994, 6 1 , 28 1 , 285. 1 66 için" geldiği karşılığım vermişti. Hayana olan Yunanlılara hor­ görüyle bakıyor, çarpıtılmış, karikatür tasvirlerini ortaya koyu­ _ yordu. Chateaubriand, ancak 1825'te, Yunanlıların bağı!"isızlık mücadelesi doruk noktasına ulaştığı sırada, Yunan lhtilali'ne destek verdi, Avrupa'ya Hellenizm, Hıristiyanlık ve insanların doğal haklan adına bu ihtilale yardım etme çağrısında bulun­ du. Modem Yunanistan hakkında daha önce ve sonra ortaya koyduğu görüşlerin içinde çarpıcı bir istisna olarak görünen bu tavır, minnettar Hellas'ın kalbinde ölümsüz bir yer edinme­ sini sağlamıştır. Ne var ki, Fransızlar, Yunan bağımsızlığı fikri­ ni benimsedikleri zaman bile, kültürel açıdan, üstün olan Avru­ palıların mission civilisatrice havasından sıyrılamayacaktı. Av­ rupalılar, "modern Yunanlıları kendi özlerine uygun biçimde, yani Batı kaynaklı klasik modellerin etkin taklidi yoluyla de­ ğiştirip eski gücüne döndürmenin yollarım arıyordu. lronik bir şekilde, bu tutum.Yunan �ültürünün yeniden birleştirilme­ sini hedeflemesine karşın, aslında antik geçmişi ile Hıristiyan­ Bizans-Osmanlı mirası arasında karşıtlık kurulduğu için, bu kültürün ikiye bölünmesine yol açıyordu. "68 1 8 . ve 1 9 . yüzyıllarda, 'gerçek' gezginlerin sayısı, bölgeye gelen diplomatların sayısını ilk kez aşmıştı: Antika eser me­ raklıları, tüccarlar, �imler ve maceracılar yolculuğa çıkıyorlar­ dı. lçlerinden birçoğu için, Balkanlar'ın cazibesi klasik dün­ yayla ilişkisinden kaynaklanıyordu. Restorasyon dönemi poli­ tikacısı, Filhelen ve antikitenin tutkuı.ti bir hayranı olan Mar­ cellus Vrkontu Marie-Louis-jean-Andre-Charles, 1 8 1 6- 1 820 arasındaki yolculuklarının izlenimlerini kaleme almıştı. Bal­ kanlar'ın eteğinde küçük bir köyde genç-ihtiyar yalınayak ka­ dınlar kendisine sofrada h izmet ederken , Homeros'u , Stra­ bon'u ve Menandros'un çokeşlilikle ilgili komik şiirlerini ha­ tırlamıştı. Antik Yunanistan hayalleri kurması, kendisini pra­ tik becerilerden yoksun kılmamıştı : Bugün mükemmel Milos Venüsü Louvre'da bulunuyorsa, bunu kendisine borçluyuz.69 68 lbid., xii, 1 85 , 2 1 6-2 1 8. 69 M.-L.-J.-A.-C., Vicomıe de Marcellus, Souvenirs de l'Orient, becourt, 1839, 542-545. .. . , c. 2, Paris: De­ 1 67 Klasik dönemden ve Ortaçağ'dan miras kalan , sahip olmaya pek önem vermedikleri eserleri yabancılara satan Balkan köy­ lülerinin açgözlülüğü ve Osmanlı görevlilerinin rüşvet alması­ na ilişkin hikayeler o denli etkili olmuştur ki, eski gezginler­ den birinin, Paul Lucas'ın, Aynaroz kütüphanelerinden keşiş­ leri "satış önerisi duymak bile çılgına çevirdiği" için yazmaları ele geçirememekten dolayı umutsuzluğa düşerek şikayet etti­ ğini belirtmek yerinde olur. Fransız gezginlerin hemen hemen hiçbiri kadın güzelliğine kayıtsız kalmamıştır. Ayn ı Paul Lu­ cas, Meriç vadisindeki köylü kadınların kibar çevre kadınları­ nınkine benzer tavırlar sergilemesine şaşırmış, onları N icolas Poussin'in Baküs rahipleriyle karşılaştırrnıştır.70 Beaujour da, lslimiye yakınlarındaki Güller Vadisi'nde gül toplayan genç kızların kendisine antik yazarların kaleminden çıkan pastoral sahneleri hatırlattığını yazmıştır.71 Erkekler için daha olumsuz değerlenqinneler yapılmıştı. Po­ uqueville'e göre, şehvet düşkünü doğulu hükümdarların, bü­ yüleyici güzellikteki, yürüyüşü soylu, uzun boylu Bulgar ka­ dınlan arasında aşk güllerini aramaları gerekti, Bulgar erkekle­ ri ise "hoş bir görünüşleri olsa da, asil vücut hatlarından mah­ rumdurlar; tıraşlı yüzleri, küçük gözleri ve çıkık alınları kendi­ l erini kaba karakterlerinden daha iyi tanıtır. " 72 Genellikle "vahşi" veya "yarı vahşi" diye nitelenen yarımada erkekleri üzerine nispeten yumuşak bir hükümdü bu. Daha eski dönem­ lerden bir gezgin ve bir kadın hayranı olan Poullet, Dalmaçya kıyısındaki Katolik Slavların gürültülü danslarından, özellikle "yarı Latince, yan Slavca olan dillerinde" okudukları dualar­ dan, bu "hayvan gibi vahşi" erkeklerin dinsel törenlerinden . tiksinti duyuyordu.73 Gezginler, hiç değilse bir yan konu ola­ rak, melezlik temasını giderek daha çok öne çıkarırlar. Napolyon lmparatorluğu'nun yükselişiyle birlikte, Fransız70 Paul Lucas. Voyage du sieur Paul Lucas fail par ordrc du ray dans la Grtce, l'Asie Mincure, la Mactdoint ti l'Afrique. Paris, 1 7 1 2 , 240-259. 71 Beaujour, Voyagt mililairr, c. l, 242-245. 72 Pouqueville, Voyage m Morte, c. 3, 234-240. 73 Jonov, Evropa. 79. 1 68 lar Balkanlar'da dolaysız biçimde varlıklarım göstermeye başla­ mıştır. Slovenya, Hırvatistan ve Dalmaçya'da Fransa'ya bağlı 11lyria eyaletleri kuruldu, lon adalarında Fransız idaresi yeni­ den oluşturuldu, Fransız diplomasisi, gerek Sırbistan, Eflak ve Boğdan'da, gerekse Tepedelenli Ali Paşa ve Osman Pazvantoğ­ lu gibi Kuzey Yunanistan'ın ve Batı Bulgaristan'ın yarı-bağımsız hükümdarlarına yönelik olarak faaliyetlerde bulundu. Önemli istihbarat misyonlarında diplomatların yanı sıra, subaylara ( 1 80 l 'de Charbonelle Kontu J.-C. Margueritte. 1807'de Louis de Zamgna, 1 8 26'da Kont Armand-C harles Guilleminot, 1 828'de Trommelin Kontu J .-J .-M.-E Boudin, 1830'da Felix de Favier) , istihkamcılara ( 1 8 1 2'de Andreossy Kontu Antoine­ François, 1 8 1 4'te François-Daniel Thomassin, 1 826'da Pelet Baronu Jean-Jacques Germain, 1 8 28'de G .-B. Richard) ve coğ­ rafyacılara ( 1 828'de J .-G. Barbie de Bocage) yer verilmiştir. Bu sayede yeni bir tür ortaya çıktı: Topografya, yolların durumu, köyler, şehirler, istihkamlar vb. üzerine ayrıntılı bilgiler veren, ama yerel nüfusun son öncelik olduğu gezi eserleri yazıldı. Bunlar, etnografik ve başka tip veriler bakımından daha eski gezi eserlerinden genellikle daha düşük nitelikteydi. Yine de, birçoğu akademik dergilerde yayımlanmayan ya da hiçbir yer­ de basılmayan bu eserler, yarımadaya ilişkin somut bilgi dağar­ cığına çok büyük katkıda bulunmuşlardı.74 Büyük. Fransız şairi, diplomatı ve politikacısı Alphonse-Ma­ rie-Louis de Lamartine, 1 830'iarın başlarında, çok uzun za­ mandır kurduğu bir düşü gerçekleştirerek Doğu Akdeniz'i ge­ zerken Balkanlar'dan da geçmiştir. Esas itibarıyla romantik bir fantezinin hayata geçirilmesi demek olan bu yolculuk, siyaset ve tanınma amaçlarından da beslenmişti. 1835'te Lamartine yolculuk izlenimlerini yayımladı. Daha sonraki baskılarında Voyage en Orient adını alan kitap, farklı eleştirilerle karşılaş­ masına karşın iyi bir satış yaptı. Lamartine'in çekici ve duygu­ lu üslubu, Doğu Sorunu konusundaki görüşleri, özellikle bir şair olarak sah ip olduğu büyük ü n , Osmanlı i mparatorlu74 Cveıkova, Frenshi . XIX v. , 8-9. .. . ğu'nun bütünlüğünü korumaya yönelik resmi dış siyasete kar­ şı kamuoyu oluşturulmasında büyük bir rol oynadı. Yazar, dö­ nemin bütün popüler kilit kavramlarını -özgürlük, akıl, uy­ garlık, ilerleme- kullanıyor, ulusal bağımsızlık mücadelesinin savunucuları arasında en ön safta yer alıyordu, Ne var ki, La­ martine'in Fransa'ya dönüşünün hemen ardından parlamento­ da yaptığı konuşmalar, daha çok, Avrupa'da Osmanlı lmpara­ torluğu'nun gerilemesiyle bozulan güç dengesi sorunlarıyla il­ giliyd i . Ön erdiği çözüm, Ortadoğu'da herhangi bir Büyük Devlet'in tek taraOı müdahalesine olanak vermeyecek bir Av­ rupa himayesinin kurulmasıydı .75 Bir Bulgar köyünde yüksek ateşle yatağa düşen Lamartine, köylüleri tanımış ve değerlerini görmüştü, ayrıca bağımsızlık için tam olarak olgun oldukları­ nı ve Sırp komşularıyla birlikte Avrupa'da geleceğin devletleri­ nin temelini atabileceklerini belirten ilk kişilerden biriydi. i l . Mahmud v e reformları konusunda olumlu görüşleri olmasına karşın, imparatorluğun yıkılmasının kaçınılmaz olduğunu dü­ şünüyor, Avrupa'ya bu yıkılışı hızlandırmama, ama aynı za­ manda aktif biçimde engellememe çağrısı yapıyordu: "Uygarlı­ ğa, akıla ve ezdikleri ileri dinlere karşı barbarlık ve lslam'a yardım etmeyin. Dünyanın en güzel kesimlerinin boyunduruk altına alınmasına ve yakılıp yıkılmasına katılmayın. "76 Bulgar köylüleri Lamartine'e Savoia'nın Alp nüfusunu hatır­ latıyordu, kılık kıyafetleri Alman köylülerini, dansları Fransız­ ları andırıyordu. Folklor merakının doruk noktasına ulaştığı, benzersizliğin denektaşı sayıldığı bir dönemde, benzerliklere ilgisini, bir başka tutuma, sınıf tutumuna ilişkin değerlendir­ melerinde göstermiştir: "Bulgarların adetleri bizim lsviçreli ve Savoia'lı köylülerimizin adetleridir: Bu insanlar basit, boyun eğmiş, çalışkan, papazlarına saygılı kişiler." i tirazını dile getir­ diği tek konu, Savoia'lılar gibi, kölelik koşullarından kalma çekingen tavırlarıydı. Öte yandan, Sırplar, özğürlüğe bağlılık­ larıyla kendisini etkilemiş, küçük kantonlardaki Isviçrelileri 75 William Fortescue, Alphonsc de Lamar1inc. A Political Biography, Londra ve Canberra: Croom Helm, New York: Sı. Martin's, 1 983, 72-73, 75-76. 76 Lamartine, Voyagt en Oricnı, Paris, 1 887, 525. 1 70 hatırlatmıştır. Osmanlıların bir Sırp isyanını bastırdıktan sonra N iş yakınlarında kafataslarından oluşturduğu yığına ilişkin çarpıcı paragraflar yazmıştır. lamartine, buna rağmen Türkleri "bir insan ırkı, bir ulus olarak bu büyük imparatorluğun ulus­ larının en önde geleni, en vakuru" diye niteliyordu, çünkü ona göre, özgürlük kişinin görünüşüne silinmez bir damga vururdu, Osmanl ıları beceriksiz efendilere dönüştüren şey, idarelerinin ve adetlerinin yozlaşması, cehalet ve kanunsuz­ luklarıydı.77 Lamartine'in yanlış ve muğlak ifadelerle dolu, ti­ pik bir romantik eser olan kitabı, Osmanlı l mparatorluğu'nda yaşayan halklara yoğun ve kalıcı bir ilgi uyandırdı. Nesnellikleri hakkında yazarlarının da belirttiği ve içselleş­ tirdiği çekincelere karşın , 19. yüzyılın pozitif bilgi toplama ve birikimine yönelik büyük çabalarının ürünü olan eserlerden bazı larını okurken , yaratıcılarının harcadığı yoğun emeğe, yaptıkları kapsamlı araştırmalara ve bilgi zenginliğine saygı duymamak elde değildir. Yazarların kafalarında daha önceden oluşmuş fikirlerin ve düpedüz önyargıların etkilerine yer yer rastlanır kuşkusuz, ama disiplinli ve eleştirel araştırmalarla ya­ pılan gözlemlerin zenginliği, kaçınılmaz ufak tefek yanlışları önemsiz kılar. Von Moltke bu tür bir yazardı; Kanitz de öyle. Belki de en başarılı çalışma, Ami Boue'nin birçok ciltten olu­ şan eseriydi. Gerçekten ansiklopedik bir kafaya sahip olan Bo­ ue, jeoloji, mineraloji, orografya (dağbilim), coğrafya, topog­ rafya , botanik ve haritacılık üzerine önemli akademik çalışma­ lar yapmış, ayrıca Osmanlı l mparatorluğu'nda yaşayan ulusla­ rın etnografyası, yer adları, tarihi, folkloru, demografisi, dilbi­ limi ve edebiyatı hakkında değerli gözlemlerde bulunmuştu.78 Boue, "Osmanlılar ve uyruklarına ilişkin Avrupalıların doğuş­ tan getirdikleri veya sonradaki edindikleri önyargılaı:.ı" düzelt­ meyi kendine görev olarak biçmişti. Ilımlı değerlendirmeler yaparak, Osmanlı padişahının reformlarının ateşli taraftarları77 lbid., 248-265, 531 -532. 78 Ami Boue, La Turquie d'Europe . . , c. 1 -4. Paris: Arıhus Bertrand, 1 840; Ami Boue, Recueil d'ilintraires dans la Turquie d'Europe. .. . , Viyana: W Braumüller, 1 854. . 1 71 nı da, karşıtlarını da düş kırıklığına uğratacağını biliyordu. Yu­ nanistan'ın bağımsızlığını kazanmasını alkışlıyor, ayrıca impa­ ratorluğun öteki uluslarına, özellikle "Avrupa uygarlığının ge­ lişimine ve güç dengesine katılmaları kaçınılmaz" olan Slavla­ ra dikkat çekiyordu. Boue, Doğu ve Batı gibi netlikten uzak kavramlara dayanmakla birlikte, etkileşim sonucu değişim ku­ ramının öncülerinden sayılabilir. Yazar şu görüşü dile getiri­ yordu: "Doğu ile Batı'nın kaynaşmasıyla, Batı, kendi uygarlığı­ nın yararlı yönlerini kadim Asya geleneklerine aşıladıktan sonra, Doğu'da, kendisinin aşırı yapay ve karmaşık hayatını� düzeltecek birçok fikir bulacaktır, tıpkı Avrupa'da haçlı sefer­ leriyle başlayan değişim süreci gibi."79 Kitabın son cildine yazdığı "Türkiye'de yolculuk tarzı" adlı ek bölüm, günlük hayatı tanıtan eşsiz bir giriştir ve başarılı bir antropologun duyarlılıklarını yansıtır. Boue'nin yerlileri nasıl dinlemek gerektiği ve onlardan nasıl bilgi edinileceği konu­ sundaki öğütleri bugün de yararlanılabilecek bilgiler içermek­ tedir. Anlaşılan kendisi, "ciddi ve akıllı Osmanlılarla, akıllı Ar­ navutlarla, zarif Yunanlılarla, kurnaz Ulahlarla, çalışkan Bul­ garlarla, savaşçı Sırplarla, kaba saba Boşnaklarla ve şen şakrak Herseklilerle sıcak söyleşileri girmek" te ustaydı.80 Boue'nin topladığı, düzenlediği ve analiz ettiği muazzam miktardaki sis­ tematik bilgi, toplum ve doğa bilimlerinin bölgeyi inceleyen çeşitli dalları için büyük bir itici güç olmakla kalmamıştır, bu­ gün de 19. yüzyıl Balkanları hakkında en zengin kaynakl,,rdan biı:ini oluşturmaktadır. Ami Boue'yi okuyanlar, insanın içinde uyanan " coşku"yu aştığı, ama bütünüyle yitirmediği o hassas noktaya erişmesinin, hiç değilse yaklaşmasının mümkün ol­ duğuna inanmaya başlarlar ister istemez. Aynı şey, yurttaşı seçkin yazarlar Emile de Laveleye, Cyprien Robert ve Louis Leger için de söylenebilir. Laveleye, Doğu Sorunu üzerine kes­ kin denebilecek görüşlere sahipti, Balkan federasyonu fikrini savu,nuyordu, yine de, Balkan Yarımadası üzerine son derece 79 Boue, La Turquie d'Europe, 80 lbid .. 1 72 c. 4, 449-469. c. 1 , vii-xvii. yararlı ve tarafsız bir eser yazabilmişti. Cyprien Robert, Slav­ lar, özellikle "Balkan Slavları" ya da "Türkiye Slavları" üzerine çeşi tli eserler kaleme almıştı. Bölgeye büyük bir sempatiyle yaklaşan Robert, tarihte Slavlık'ın rolünün "Asya ile Avrupa, hareketsizlik ile ilerleme, geçmiş ile gelecek, varolanı koruma ile devrim arasında" sürekli aracılık yapmak, Yunanlılar ile La­ tinler, Doğu ile Batı arasında bir bağ kurmak olduğunu düşü­ nüyordu. Robert'in atfetliği bu tanımlanmamış aracı rolü, çok geçmeden yerini, Balkanlar'ın arada kalmışlığı hakkındaki hiç de olumlu sayılamayacak değerlendirmelere bırakacaktı. Louis Leger, birçok değerli eserinin yanı sıra, 1880'lerin başlarında Sloven , Hırvat, Sırp ve Bulgarları tanıtan değerli bir çalışma da kaleme almıştır. Ancak, Leger, yer yer uygarlaşmış ziyaretçi havasına bürünerek, bu ulusların Avrupa ailesine dönüşünü över, "yeniden canlanan bir Doğu'ya güç , düzen ve uygarlık gibi değerli öğeleri" getirdiğini belirtir, bütün bunlar anlatısı­ nın bir tezat noktası olarak işlev görür, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa söyleminin ilgi alanlarını yansıtır.81 İ talyan, Fransız ve Almanların yazdıklarıyla karşılaştırıldı­ ğında , yarımada üzerine Rusların yazdıkları daha sonraki dö­ nemin ürünleridir. 1 5 . yüzyılda III. lvan döneminde "Rus top­ raklarının birleştirilmesi "nin ardından , Rusya doğuya doğru genişlemiş, 1 7 . yüzyılda Sibirya'yı ele geçirmiş, ancak 18. yüz­ yılda güneybatıya yönelmiş, Osmanlılarla çatışmaya başlamış­ tır, dolayısıyla Rusların geç ürün vermelerini dogal karşılamak gerekir. Ruslar, Petro döneminde ilk kez Karadeniz'de bir köp­ rübaşı ele geçirmiş, ancak 11. Yekaterina döneminde Rusya bir Karadeniz gücü haline gelmiştir. Üç tür Rus seyyah vardı: Kut­ sal topraklara veya Aynaroz Dağı'ndaki manastırlara giderken bölgeden geçen din adamları; bir keşif misyonunda bölgeye gelen askerler; belirli bir proje için bölgeye gelen yazarlar veya uzmanlar. Tam olarak gezi eseri türüne girmese de, çağdaş düThe Balhan Peninsula, londra: T. Fisher Unwin, 1 887; Cyprien Robert, Le monde slave. �on passt, son ttaı prtsent et son aveııir, c. 1 , Paris: Passard, 1852, 4 , 45-46; Louis Leger, La Save, le Danube et l e Balhan . . . . , Paris: E. Plon, Nourrit, 1884, 194 - 195, 234. 81 Emile de Laveleye, 1 73 şüncelerin şekillenmesinde benzer bir önem taşıyan, diplo­ matların ve gazetecilerin yazdıkları çeşitli eserler de bulun­ maktaydı. Gerçi 1 7 . yüzyılda yazılmış eserlerin pek azı, Slav Hıristi­ yanlar ile Slav olmayan Hıristiyanlar arasında ve farklı Slavlar arasında bir ayrım yapar, ama daha sonra Slavlarla ve genel olarak Ortodokslarla dayanışmanın getirdiği üzüntülere ilişkin hiçbir işaret de yoktur.82 Büyükelçi Kont Pyotr Tol stoy'un l 703'te yazdığı, Osmanlıların maliyesine, askeri durumuna ve diplomasisine ilişkin ayrın tılı ve profesyonelce metin bile, Türkleri "gururlu , güçlü ve hırslı bir ulus" sayarak dengeli bir şekilde değerlendiriyor, serinkanlılıklarına dikkat çekiyor, Hı­ ristiyanlara ve başka dinlerin mensuplarına zulüm yapmadık­ larını, ancak iç mücadelelere girişmeye ve devlete karşı isyan çıkarmaya çok yatkın olduklarını belirtiyordu. To)stoy Rumla­ rın ezildiğine işaret ediyord u , ama onları Sırplar, Ulahlar, Araplar ve başkalarının da dahil olduğu, ağır vergi yükü altın­ da ve sürekli aşağılamalara uğrayarak ezilen topluluklar listesi içine koyuyordu. Hıristiyan dindaşlar fikri bile, Rusya'nın po­ litikasını meşrulaştırmak için değil, Türklerin Rusya'dan gel­ diğini hissettikleri tehdidi ve kurtuluşlarının Rusya sayesinde olacağını düşünen Rumlarda ve başka ezilen halklarda uyanan umutları göstermek için kullanılıyordu.83 19. yüzyılda Doğu Sorunu ortaya çıkıp, Rusya Osmanlıların en büyük düşmanı haline geldikten sonra , Rusların eserlerinde, ezilen Hıristiyanlara yönelik gizlenmeyen bir destek ve gerçek bir tutku görülür. E P. Fonton 1829'da şöyle yazmıştır: "Müslü­ man ve Hıristiyanlann birarada yaşaması bugün en yaygın görü­ len günahtır. Türklerin göç ettirilmesiyle bu durum ortadan kalkmadığı sürece, kabul edilebilir bir anlaşmaya varılması im82 Opisanie Turetshoi imperii, soslavlrnnoe russhim, byvshim y plrnu u turoh v XVll vehe, Sen Petersburg, 1890; "Povest'i skazanie o pokhozhdenii v Jerusalim i Tsa­ rigrad Troitsko-Sergieva monastyria, chemogo dyakona lony po reklomu Ma­ len'kogo," Pamialnihi dremei pis'mmnosli i isslıusıva, c. 35, Sen Petersburg, 1882. 83 Russhii posol v Slambule: Peır Andreevich Tolsıoy i ego opisanie Osmanshoi impe­ rii nachala XV/11 v. , Moskova: Glavnaya redaktsiia vosıochnoi liıeratury izda­ ıel'stva "Nauka," 1985. 1 74 kansızdır. "84 Bütün Balkan ulusları, şu ya da bu dönemde Bü­ yük Devletlerin koruması altına girmiştir. Yunanlılar, antik ta­ rihlerinin çekiciliği ve Aydınlanma fikirlerinin etkisi sayesinde özel bir ilgi görmüşlerdir. Bulgarlar ise, coğrafi konumlarından, görkemli bir antik geçmişleri bulunmamasından ve nispeten geç (Yunanlılardan otuz-kırk yıl sonra) ulusal seferberliğe başla­ malarından ötürü, tipik bir göz ardı etme veya kayıtsızlık gele­ neği içinde, ancak sınırlı ölçüde ilgi uyandırmıştır. Bu durumun açıklaması, kısmen, Bulgarların Batı Avrupalıların dikkatini çek­ tiği dönemde Rusya ve Panslavizm'e ilişkin korkuların gittikçe artmasında bulunabilir. Bu kuralın tek istisnası tabii ki Ruslar­ dır. Dillerinin yakınlığı sayesinde Bulgarların kendine özgü bir ulus olduğunu çok erken tarihte görmekle kalmamış, ayrıca Bulgarları Türklerin en çok ezdiği ulus olarak ilan etmişlerdir. Seçkin bir filolog ve tarihçi olan Yuri lvanoviç Venelin, Fon­ ton'la aşağı yukarı aynı zamanda, 1 830'da Osmanlı lmparator­ luğu'nun kuzeydoğu bölgelerindeki Bulgarlar üzerine araştır­ ma yapmaya gitmiştir. Doğduğu zaman kendisine Georgiy Khuta adı verilen 28 yaşındaki bu Ukraynalı, Moskova Üni­ versitesi'nde öğrenim görmüş ve güney Rusya'daki Bulgar ko­ lonileriyle ilgilenmişti. Bulgar tarihi, dili ve etnografisi üzerine iki ciltlik dev çalışması ve daha sonraki eserleri Bulgarlar ara­ sında ulusal bilincin uyanmasında benzersiz bir rol oynamış­ nr.85 Venelin'in, Bulgarların Osmanlı lmparatorluğu'nda öteki Balkan uluslarına kıyasla nasıl bir konumda bulunduklarına ilişkin değerlendirmesi, o günden bu yana Bulgarların kendi­ lerini algılamalarında ağırlıklı bir yer tutmuştur: Türkler için bu bahtsız halk koyun gibidir, insana en yararlı ve gerekli hayvan gibidir. Ondan süt, yağ, peynir, et, post, yün, yani yiyecek ve giyecek sağlarlar... Bulgarların Türkiye'deki en 84 F P. Fonıon, Yumoristicheshie, poliıicheshie i voennye pis'ma iz glavnoi hvarıiry Dunaislıoi armii v 1 828 i 1829 godahlı, Leipzig, 1 862 (Aktaran Kozhuharova, Rushi plltpisi, 84). 85 Yurii 1. Venel i n, Drtvnye i nyneshnie bolgare . . . c. 1 -2, Moskova, 1829- 1841; Ve­ nelin, O hharalıtere narodnyhlı pesen u zadunaishihh slavyan, Moskova: 1835; Venelin, O zarodyshe novoi bolgarshoi literatury, Moskova, 1 838. 1 75 iyi inşaat ustaları ve zanaatkarlar olması kendi zararlarına ol­ muştur. Kısacası, Avrupa'da Türk hakimiyeti ve varlığı esas olarak, belki de yalnızca Bulgarlara dayanmaktadır. Boğdanlı­ lar ve Eflaklılar her zaman yarı özgür olmuşlardır. Sırpların bir kısmı Türklerle karışmış, bir kısmı din değiştirmiş, bir kısmı da bağımsızlıklarını korumuştur, hepsi dağlık bölgenin koru­ masından yararlanmıştır. Arnavutlar da her zaman yarı-bağım­ sız kalmışlardır, doğaları gereği gururlu savaşçılar oldukların­ dan, Türklere yalnızca çıkarları uğruna ve para için hizmet et­ mişlerdir. Yüksek dağlar, yaşadıkları küçük ülkede kendilerini korumuştur. Aynı şey, Mora'daki dağlı Yunanlılar için de söyle­ nebilir. Adalarda yaşayan Yunanlıların daha başka avantajları vardır ve daha özgür bir havada yaşamaktadırlar. . . Slavlar ara­ sında en b\iyük sıkınuyı çeken Bulgarlardır. ..86 Bulgarların yaşadıkları sefalete ilişkin yürek parçalayıcı ve ay­ rıntılı öyküler, bu bölgeyi anlatan bütün Rusça eserlerde göze çarpmaktadır; bu, gezi edebiyatında benzersiz bir durumdur: Fonton ( 1 829) , E. Kovalevskiy ( 1 840) , V Gr� goroviç ( 1 8441845), E. Yujakov ( 1 859), O. M. lemer ( 1873). Dil yakınlığın­ dan ve Ortodoksluk bağlarından ötürü, Bulgar-Rum kilise çatış­ masıyla ilk kez yakından ilgilenenler de Rus yazarlardır.87 Fried­ rich Engels'in, Rusların, "koşullan, tarzları, gelenekleri ve ku­ rumları yarı Asyalı" bir ülkeden oldukları için, Türkiye'nin ger­ çek durumunu en iyi anlayan grup olduğu yolundaki küçümse­ yici sözlerinin aksine, Rus seyyahlarına ilişkin en ilginç olgu, kendi kimliklerini Avrupalı olarak tanımlamalarıdır.88 Fonton, 86 P. Bezsonov, Mtlıotorye clıcrty puteshestviya Yu. 1. Venelina v Bolgariyu, Mosko­ va, 1857, 1 2- 1 9. 87 Fonton, Yumorislicheshie; E. Kovalevskii, "Balkany. Nish," biblio!eha dlya chte­ niya, no. 80, Sainı-Petersburg, 1847, razd. 3, 1 - 1 3; V. 'Grigorovich, Odıerh pu­ teshestviya po Evropeishoi Turtsii, Kazan, Sofya: Jzdatelsıvo na Btlgarskata aka­ demiya na naukite, 1 978; E. Yuzhakov, "Mesyats v Bolgarii," Kozhuharova, Ruslıi pllepisi, 260-293; O. M. Lemer, "Vospominaniya o Bolgarii...," Zapi.shi graı.lıdanind, Odessa, 1876, no. 8, 8- 1 1 , no. 9, 26-3 1 , no. 1 1 , 77-80; lnok Par­ tenii, "Skazanie o stransıvii ... ," Kozhuharova, Rushi pttepisi, 182-196. 88 Frederick Engels, "The Turkish Question," Kari Marx ve Frederick Engels, Collected Worhs, c. l 2, New York: l ntemational, 1975, 2l . 1 76 Rusya'nın politikalarının çıkarcı olmadığını belirtmiş, "Avru­ pa"mn ("Avrupa" öteki Büyük Devletler için genel bir isim ola­ rak kullanılır) dayanaksız kuşkularına işaret etmiş, ama bu ara­ da Rusya'mn Avrupalı olmadığını ima etmemiştir. Şafr Viktor Grigoreviç Teplyakov mason ve Dekambrist olduğu suçlamasıy­ la hapsedilmiş, daha sonra affedilerek 1828- l829'da savaş mu­ habiri olarak cepheye gönderilmişti. iyi eğitim görmüş ve antik eserlerin uzmanı olan Teplyakov, mermerden otuz altı alçak ka­ bartma ve yazıt, iki heykel, seksen üç sikke vb.'den oh.�şan bir koleksiyon toplam1Ş ve bunları Rusya'ya göndermişti. Dolayısıy­ la, Lord Elgin'in mütevazı ölçekte bir Rus versiyonu sayılabilir­ di. Vama'nın oryantal görünümünden, caddelerindeki kalaba­ lıktan, gürültüden ve renklerden etkilenmişti: "Bu Asyalı kala­ balık arasında birçok lsrailoğlu'na ve birçok Avrupalı'ya -Rusla­ ra, Fransızlara, ltalyanlara, Almanlara, lngilizlere- rastlayabili­ yorsunuz. "89 Makedonya ve Arnavutluk'u gezen muhtemelen ilk Rus kadın olan M. E Karlova da benzer bir şekilde şöyle yaz­ mıştı: "Adamlar durup gezginlere bakıyorlar, büyük bir şaşkın­ lıkla beni inceliyorlar. Hiç görülmedik bir mucize karşılarında: Bir Avrupalı kadın ! "90 1877-1878'de Devlet Gazetes i 'nin savaş muhabiri olarak Rus askerleriyle birlikte yolculuk eden ünlü Rus yazar Vsevolod Vladimiroviç Krestovskiy için, Tuna "Avru­ palı" Romanya ile "Asyalı" Bulgaristan arasındaki gerçek sınırdı: Zimnitsa, ne kadar soğuk ve itici bir yer olsa da, yine de 'Avru­ pa'dır. Caddelerinde tozdan topraktan nefes almak güçleşir, ama caddeler geniştir, belli bir plana göre açılmışur. Buradaysa, toz toprak yok, sarnıçlarda bol miktarda su var, ama bu taş duvar­ lar, inanılmaz derecede dar sokaklar öyle bir labirent ki, alışkın olmayan şeytan bile burada bacağını kırabilir. . . Kısacası, orası Avrupa, burası Asya; ama görünümü, ilkel ve karışık sokak dü­ zeni bizim için o kadar yeni ve tuhaftır ki, tam da yeni ve özgün olmaları dolayısıyla bizde merak ve sempati uyandırırlar. 89 Kozhukharova, Rushi pllepisi, 97, 102. 90 M. F. Karlova, "Tureıskaya provinısiya i ee sel'skaya i gorodskaya zhizn," Vesı­ nih Evropy, no. 6, Sen Petersburg, 1870, 721-753. 1 77 Krestovskiy, Doğu'nun büyüleyi ciliği karşısında taraOı ol-· makla kalmıyor, ayrıca Doğu'yu bozulmamış bir saOıkta gör­ mek istiyord u . Va rlıklı Bu lgar tüccarı Yilko Pavurciyev'i n evindeki ve ailesindeki adetleri anlatışı, hem 1 870'lerin kent­ sel Bulgaristanı için, hem de Avrupa'iıın romantizm modasına kapılmış, eğitimli Rus orta sınıfının büyüklük taslayan tavırla­ rı için değerli bir etnografik portre çizer: işlemeli masa örtüleri, divan örtüleri, sehpalar, Doğu'nun ev döşeme zevkinin ve lüksünün ayrılmaz birer parçasıdır. Öte yandan, bazen aynı odada, bu eşyalarla yan yana, döner Viya­ na koltuklarını, oyun masasını, bütünüyle Avrupa beğenisi­ nin ürünü benzer eşyaları, deyim yerindeyse uygarlaşmış ba­ yağılık örneklerini görmek, insanı nasıl rahatsız eder. Avrupa kıyafetleri Bulgar erkeklerine, kadınlarına nasıl yakışmıyorsa, bu eşyalar da o ortamda öylesine iğreti duruyorlar.91 Rusların Bulgarlar karşısındaki tavırları, çoğu zaman, Avru­ pa'nın genel Fi lhelenik tavrını hatırlatır: Avrupalılar nasıl uy­ garlıkların kaynağı olan kendi Yunanlılarını keşfettilerse, Rus­ lar da Slav kültürünün kökleri olarak lıendi Bulgarlarını keşfe­ diyorlardı. Bazı Ruslar antik mermer heykellere ve metinlere hayranlık duysalar da, Batı Avrupalıların eser merakının ben­ zeri, Rusların Slavca manüskrilere duydukları meraktı. Sovre­ ·mennilı'te yazan gazeteci Yujakov 1859'da bölgeyi gezmiş, Ku­ kuş'ıaki Bulgarların Slav dilinde nasıl dua edildiğini öğrenmek istediklerini anlatmıştı: Tanrım ı Slav dilindeki kilise k\taplarını kenc.lilerinden aldığı­ mız, bize Slavca okuma-yazmayı öğreten bu i nsanlar, bizden Slavca dua okumamızı istiyorlar - kil iselerinde Slavca kulla­ narak kendilerini mutlu etmemizi istiyorlar. . . i nsan , onları bu duruma sokanlar adına özür d ilemek, onların suçunu silmek arzusu duyuyor. . . Ama onları bağışlamak mümkün m ü?92 91 Kozhukharova, Ruslıi pilrpisi, 367, 373. 9 2 lbid., 267. 1 78 19. yüzyılın ikinci yarısında -hem Çeklerin kültürel Slavcı­ lık'ının, hem de Mihail P. Pogodin, Aleksey S. Homyakov, Alek­ sandr S. Danilcvskiy, Timofey N. Granovskiy, juri f Samarin ve lvan S. -Konstantin S. Aksakov kardeşlerin Rus Slavcılık'ının, yer yer emperyal devlet poli tikasının izlerini taşısa da, bütün Slav dünyasıyla dayanışma ve yakınlık isteği uyand ırdığı bir dönemde- Slavofil duygular doruk noktasındayken Bulgarların 'keşfedilmesi,' hüzünlü yaklaşımlara yeni bir hava katmıştı: Pek çok Slav'ın barış ve özgü rlük havası içinde, bugünkü olumlu durumlarından yararlanarak geleceğe gururla ve gü­ venle baktıkları, Avrupalıları onlara saygı duymaya yönelte­ cek şekilde ilerleme yolunda hızla ilerledikleri bir dönemde, Bulgarların -bütün gücüyle ilerlemeye yönelecekleri günlerin özlemini çeken bu güçlü ve sağlıklı u l usun- yüreklerinde umutsuzl u k , arzulad ı kları hedefe u laşmalarını engel l eyen prangalara baktıklarını görmek acı ve üzüeüdür.93 1875- 1878 yıllarındaki Doğu krizi sırasında, güney Slavla­ rıyla dayanışma duygu larının kazandığı yaygı nlık, ge ne.ilikle eğitimli tabakalarla sınırlı kalan Batı Filhelenizmi'nin bütün tezahürlerini gölgede bırakmıştı r. Rus entelektüellerinin tama­ mı Balkan Slavlarının ezilmesine ateşli bir şekilde karşı çık­ mıştı; ayrıca, birçoğu Balkanlar'daki bağımsızlık mücadeleleri­ ni desteklemişti. Bunlar arasında yer alan l van Turgeny�v, Fyo­ dor M . Dostoyevski, Lev N . Tolstoy, M. E. Saltı kov-Şçedrin, Vladimir G . Korolenko, Gleb 1. Uspenskiy, Vsevolod M. Gar­ şin, Vasiliy 1. Nemiroviç-Dançenko gibi pek çok ünlü Rus ya­ zarı, Rusya'yı Osmanlı lmparatorluğu'na karşı savaşa girmeye zorlayan bir kamuoyunun oluşumuna büyük katkılarda bu­ lunmuştu. Tolstoy da, "Bütün R u sya orada, ben de gitmeli­ yim" demiş, kendisini gönüllü olarak orduya katılma fikrin­ den vazgeçirmek için büyük çaba harcanmıştı .94 93 O. M. Lcrncr, "'Vospoıninaniya o Bolgarii," Zapislıi graz.lıdaııiııa, no. 8, Odesa, 1 876, 8. 94 Jelena M ilojkovic-DjuriC, /lallıaııs, 1 830- 1 880, Paıısla\'isnı and Nalioııal /deıılily in Russia and ılır /nıagcs of ıhe Self and Oılıers , Boulder, Co. : East European Monographs, no. 394, New York: Columbia Universiıy Press, 1994, 98-99. 1 79 Ne var ki, Slavofil duyguların gücünü ·ve Barbara Jelavich'in yayılmacı değil, savunmacı ve barışçı, yeni bir düzen kurucu değil , kollayıcı olduğunu belirttiği Rus dış politikası üzerinde­ ki etkisini abartmamak gerekir.95 19. yüzyılda Rusya'nın -eko­ nomik, stratejik, askeri, hatta kültürel açıdan- gerçek çıkarları ve ilgisi kapsamında Balkanlar yer alıyordu, ama asıl ağı rlık noktası bu bölge değildi. Rusya, 19. yüzyılda neredeyse yalnız Orta Asya üzerinde yoğunlaşmış, daha sonra bütün dikkatini Uzakdoğu'ya çevirmişti. Slavlar, özellikle güney Slavları hak­ kında bilgi sahibi olanların sayısı hiç de kabarık değildi. 20. yüzyılın başlarında bile, yalnız sıradan Rusların değil, yüksek eğitim görmüş üst düzey yetkililerin ve pek çok entelektüelin, Almanya , Fransa, İtalya , İspanya, lngiltere ve l sveç hakkında, komşu Slav ulusları hakkında bildiklerinden çok daha fazla şey bildikleri yolunda şikayetler bulunuyordu. Harp akademi­ sindeki öğrenciler, Protestan bir ulus sandıkları Sırpların Ro­ men veya Macar kökenleri olduğunu tahmin ediyordu, gazete­ ler yanlış bilgilerle dolup taşıyor, örneğin Çekçe , Bohemce , Sırpça , Karadağca, Dalınaçya dili, "Horvatski" ve "Kroatsk i " * çeşitli Slav dilleri diye sıralanıyordu.96 "Balkan uzmanları" bile yalnızca apoloj i ü re tmi yorlard ı . Konstantin N ikolayeviç Leontiev, 1 860'lı v e 1 870'l i yıllarda Gi­ rit'te, Yanya'da ve Tulcea'da Rusya'nın elçilik katibi, konsolos yardımcısı ve konsolos olarak yapmıştı . Köklü bir soylu aileye mensup olan Leontiev, aristokrasinin üstünlüğünü yılmadan, açıktan açığa ve ateşli bir şekilde savunuyor, burj uva standart­ larının sıradanlığına büyük bir horgörüyle bakıyordu. Keskin toplumsal eleştiriler g� Liren 19. yüzyıl Rus edebiyatındaki ah­ laki kaygılara ve acıma d uygularına büsbütün yabancı duru­ yordu: "Görkemli, asırlık bir ağaç yirmi tane sıradan köylüden 95 Barbara Jclavich, Russias IJa/lıan Entanglcments, 1 806 - 1 9 1 4 , Cambridge: Çamb­ ridge University Press, 1 99 1 ; Hugh Ragsdale, ed., lnıperi al Rııssian Forci gn Po­ licy, New York: Woodrow Wilson Center Press ve Cambridge University Press, 1993; ]rina S. Dostyan, Rossiya i ba/lıanslıii vopros . . . ., Moskova: Nauka, 1 972. (*) "Hırvatça" anlamına gelen sözcüğün iki farklı telaffuzu - e.n. 96 Jovan Cvijic, Ma/ıedom/ıir 1 906, ii-iii. 1 80 slavyanc, . . . , Petrograd: Slavyanskaya bibliotcka, daha değerlidi r, o köylülere kolera ilacı sağlayacağım d iye öyle bir ağacı kesmeye yanaşmam. "97 Koyu bir Ortodoks olan , ama Ortodoksl uk'un yalnızca Bizans manastırlarına özgü kuralcı versiyonunu benimseyen Leontiev, hiyerarşik Katolik kilisesi­ ne hayra nlık duyuyor, Katoliklik'in eşitlikçiliğe karşı en güçlü silah olduğunu düşünüyordu. Nietzsche'den önce N ietzsche'ci, lbsen'üı ve Fransız estetistlerinin öncüsü olan, kendini "gerici­ liğin dostu" diye niteleyen bu "gerici romantizm filozofu," gü­ zelliği , dini ve sanatı burj uva zevksizliğinden kurtaracak sağ bir devrim arzusuyla joseph Marie de Maistre'in görüşlerine yaklaşıyordu. En keskin eleştirilerini ise , poz itivizmin fe tişi " ilerleme tümörü"ne saklamıştı . Leontiev'in felsefesinde, top­ lum üç gelişme aşamasından geçmişti: llkel, devlet öncesi dö­ nem; girift hiyerarşik yapısı , şövalyeliği ve belirgin, iyi tanım­ lanmış sınıf ayrımlarıyla insanlığın evriminde doruk noktasını oluşturan Ortaçağ'ın gelişmiş, karmaşık organizması ; nihayet, toplumun bir kez daha basitleşmesi ve bireyciliğin çürümesi ve ölümü anlamına gelen burj uva çağı. Canlı ve dinamik bir top­ lumu ancak farklılıklar ve despotizm yaratabilirdi. Batı Avrupa kötü bir illete yakalanmıştı, başlıca belirtileri eşitlik, özgürlük ve evrensel mutluluk olan bu illet Slav dünyasını da tehdit et­ meye başlıyordu. Katoliklik'e disiplinin en mükemmel örneği sayarak olumlu baktığı halde, ne Batılılaşma'yı, ne de Avrasya fikrini savunuyordu. Onun düşünce sisteminde devlet bütün ilkelerden daha fazla öncelik taşıyordu, Bizanslılık da milliyet­ çilikle tehdi t edilen evrensel bir fikird i . Bunlar, Leontiev'in Slav ve Balkan u luslarına i lişkin tavrını belirleyen ve birçok eserinde ortaya koyduğu temel felsefi fikirlerdi.98 Leon tiev, Ruslar ve Lehler ile öteki Slavlar arasında temel bir ayrım getiriyordu: Yalnızca bu iki u lusun uzun dönemli bir devlet evrimi ve kendi soylul uğu b u l u nu yord u . Böyl elikle "ulusun tabaka ayrımı ilkelerine göre eği t i m i " sağlanmıştı, 97 Konsıanıine Leonı'ev, " V svoem krayu," Sobranie sochinenii, lzd. V M. Sablina, 1 9 1 2-1914, 306. c. 1 , Moskova: 98 Nicolas Berdyaev, Leontiev, Londra: Geoffrey Bless, Cenıena ry, 1 940, 67- 1 08; Konsıanı;n Leonıiev, Vizantinizmıt slavyanstvoto, Sofya: Slavika, 1 993, 5-20. 1 81 "bu, Avusturya Slavları arasında hiçbir iz bırakmamış, Türki­ ye'deki Slavların zihinlerinde hiç yer edinmemiş bir ayrımdı." Öteki Slavlara gelince, Çekler Slav kanı taşıyan Almanlardı, Slovaklar bir Slav dili konuşan Macarlard ı , Bulgarlar ise bir Slav dili konuşan Yunanlılard ı . Sı rplar, en fazla parçalanmış olan ulustu, dört devlet, üç din, iki hanedan ve çeşitli derin yabancı etkiler arasında bölünmüştü, bu yüzden kendine özgü bir hukuk, din ve sanat sistemi geliştirememekle kalmamış, ayrıca en temel Slav niteliklerini de yitirmeye başlamıştı . Le­ ontiev, asıl eleştirisini Bulgarlara saklamıştı: 13ulgarlar basit bir ulustur (burada pek çoğunun sandığı gibi gösterişten uzak ve iyi huylu değiller, Yunanlıların yanlış ola­ rak d üşündüğü gibi aptal değiller, sadece basit, yani azgcliş­ m işlcr). Ayrıca, bir Bulgar'dan çok daha duyarlı olan sıradan Rus gibi ateşli bir dindarlıkları da yoktur işte bu nedenle, Bul­ gar ulusu , özellikle köylüler basittir. Öle yandan, küçük Bulgar cnlclij ensiyası kurnaz, kararlı ve -öyle görünüyor ki- gayet bir­ leşmiş bir gruptur. Yunanlılardan, Ruslardan, Avrupalılardan ve kısmen Türklerden aldıkları eğitim, başarılı bir ulusal-dip­ lomatik bir mücadeleye girişmeleri için yeterli olmuştur.99 M illiyetçiliğe açıktan açığa cephe alan Leontiev, bu akımı, i nsanlar, tabakalar, bölgeler, uluslar arasında eşitlik yaratmaya yönelik bir hayali arayışı n , liberal demokrasinin ifadesi olarak görüyordu. Bu arayış, 1 789'daki kargaşa söz konusu fikirleri uyandıralı beri "büyük Batı kültürleri " n i tehdit etmekteydi.100 Leontiev, "küçük ve ikincil u luslar" ın 1 9 . boyunca yaptıkları ayakla nmaları b i rbirleriyle karşılaştırmış, h i ç b i r i n i n , yani Lehlerin, Çeklerin, Yunanlıların ve Macarların " i lericilik bay­ rağı" na, "gerikal mış, gör ü n ü rd e masum ve mü tevazı olan B ulgarlar" kadar hararetle sarıl madıkları sonucuna varmıştı. Yu nanlılar ile Bu lgarlar a rasında, 1 8 70'te doruk noktasına ulaşan ve Bizansl ılık ruhuna ni hai bir darbe anlamına gelen 99 Konsıanıin Lconı'cv, "Vizanıinism i slavyanstvo," ı·o, Sborııilı Statei , c . 1 , Osnabruck: Otta Zcllcr, 100 lbid., 1 06 1 82 ve "Pis'ma oıshel"nika," 267. \ostolı, Rossiya i slııvyaıısl­ 1966, 1 1 4, 1 20- 1 24. kil ise anlaşmazlığının yarattığı sonuçlardan son derece rahat­ sız olmuşt u: Ayaklanan Slav uluslarının sonuncusu ve en gerikalmışı -Bul­ garlar- Büyük Rus devletimizin temelini ol uşturan Bizanslı­ lık'ın gelenekleriyle ve otoritesiyle savaşa girerek tarihsel ha­ yatına başl ıy_or. . . Teh l i keli o l a n , gözüm ü z ü üzerinden h iç ayırmadığımız yabancı düşman değildir, Alman, Fransız, -yarı kardeş ve rakip sayılabilecek- Leh değildir. En tehlike!; olan, yakın , daha genç ve görün ü rde savunmasız kardeştir, hele, en küçük bir ihmalde bizim için öldürücü olabilecek bir hastalı­ ğa tutulmuşsa . . . Bulgarların barışçıl ve d i ndar görünen hare­ ketinde rastladığımız bu gizemli ve tehlikeli fenomenle, ne Çeklerin diriliş tarihinde, ne militan Sırpların hareketinde, ne de Lehlerin bize karşı isyanlarında karşılaşmıştık. Yalnızca Bulgar sorununda, Rus devletini yaratan iki güç -Slav ırkına ait olma bilinci ve kilisenin Bizanslılık'ıL tarihimizde ilk kez Rusların kalplerinde birbiriyle çatışmıştır. 1 01 Bulgarların hastalığı demokrasiydi . Leontiev, on lara güçsüz­ lükleri, yoksullukları, boyunduruk altında olmaları ve genç­ likleri yüzünden acıyanları, Sulla'nın genç Sezar hakkındaki sözleriyle uyarıyordu: "Aman d ikkat, bu genç adamın içinde on tane Marius [ d emokrat] var ! " B ulgarların "aristokrat ve monarşik" hiçbir yönü yoktu; bütün dizginler doktorların, tüccarlar ı n , Paris'te okumuş avukatların ve öğretmenlerin elindeydi; din adamları bile onların kontrolü altındaydı: " Kö­ kenleri Tu na Bulgaristanı'nın, Trakya'nın ve Makedonya'nın kısmen kentli, kısmen köylü n üfusuna dayanan bu burj uvazi­ nin halkın tam güvenine sahip olduğu gayet açıktır. " inatçı, sı­ kıntılı ve kurnaz Bulgarlar, cömert ve şen şakrak Ruslarla tam bir karşıtlık oluşturuyord u ; Alman'ın ltalyan'dan, tamircinin şairden , Adam Smith'in Byron'dan farklı olduğu ölçüde, iki ulus da birbirinden farklıydı. Bulgarların demokrasi hastalığı o kadar ağırdı ve Fransa ile ABD'ye uyarak "Hiç kimse ve hiçbir 1 0 1 Leont'ev, "Vizanıinism," 1 1 8, 1 88- 1 89. 1 83 şey halkın üzerinde olamaz" yanıltıcı fikrine o denli saplan­ mışlardı ki, onlar için tek kurtuluş yolu padişahın hakimiyeti altında kalmalarıydı. Leontiev, "burada, Doğu'da, gerçek Orto­ doks ve Slav ruhu ancak Türkler sayesinde korunuyor" diye­ cek kadar ileri gidiyordu. Gerek Bulgarlara gerekse Yunanlılara meşrutiyetçilik ve demagoji ruhunun musallat olmasının al­ tında yatan neden, imparatorlukta tabaka ayrımı ilkesinin ol­ maması ve " fatihlerinin boyunduruğuna girmiş, ama tam ola­ rak asimile edilmemiş insanlar arasında aşırı bir özgürlük sev­ gisinin gelişmiş" olı:pasıyd ı . 102 Leontiev, en iyi romanında, 1 88 1 - 1882'de Ruskiy Vestnik'te yayımlanan, yarım kalan Mısır Güvercini'nde lstanbul'un Hıristiyan beau monde'unu ve Büyük Devletler arasındaki diplomatik rekabeti tasvir etmiştir. Roma­ nın dikkat çekici bir bölümünde, Avusturya konsolosu Öster­ reicher'in konağında, Rusya konsolosu Ladnev sıkıcı 1848 Al­ man "sosyal devrimi"ni eleştiren ve Prusyalıların askeri deha­ sını öven ateşli bir konuşma yaptıktan sonra, Bulgar çevirmen Boyacıyev, bir Rus için mili tarizm ve aristokrasiye sempati duymanın son derece doğal olduğun u belirtir. Bunun üzerine Ladnev şöyle haykırır: Dinleyin Bay BoyaCıyev. . . Örneğin Bay Österreicher gibi biri Rusya üzerine biİ'şeyler söylese, bu ülkeyi pek tanımasa bile, o kadar önemli değildir. Kendisiyle tartışmaya girebilirim: Biz Rusların pek çok şey borçlu olduğu büyük Alman medeniye­ tinin bir evladıdır o. Peki ya siz? Sizin ne hakkınız var? .. Siz­ den söze karışmamanızı, bir daha asla bana birşeyler anlatma­ ya kalkmamanızı rica ederim.101 . Bu, daha sonra görev yapan birçok Rus diplomatının haber­ dar olduğu , ama ders çıkarmadığı bir olaydır. Yalnız Bulgarlar değil, bütün Osmanlı Hıristiyanları, "patriyarkal alışkanlıkla­ rı"nı kolayca bırakıp "burjuva-liberal adetlerini" benimsemek­ te ve Homeros ve Cooper'ın kahramanları olmaktan çıkıp 1 0 2 lbid., 1 1 2, 1 88 - 1 89, 1 25-1 27, 1 1 2 v e "Pis'ma oıshel'nika," 266. 1 03 Leonı 'ev, "Egipetskii golub," Sobranie sochinrnii, 1 84 c. 3, 392-393. Thackeray ve Gogol'ün karakterleri ne dönüşmektedirler. Le­ ontiev, "dini duyguları ateşlenene kadar dürüst, doğal, hoş­ sohbet, iyi ve yumuşak" olan Türkleri onlara tercih etmektey­ di. Türklerin , Rusların idare sistemine, itaatkarlık ların a ve saygılı tavırlarına hayranlık besledi klerini düşün üyordu: " Ya­ rın Türk devleti Boğaziçi'ni terketse ve bölgeden bütün Türk­ ler ayrılmayıp , bir kısmı Balkan Yarımadası'nda kalsa , genel­ likle çok zaliin ve acımasız olan eski tabi -Balkan ulu.s ları n ı n kaçı nı!ınaz olarak yaratacakları belalar v e sorunlar karşısında kendilerini koruyacağımız yolunda umutlar besleyeceklerin­ den eminim." 1 04 Leontiev, birkaç y ı l sonra ulusal psikoloji üzerine yazd ığı bir makalede , bütün Balkan uluslarının Ruslardan daha pratik, daha kurnaz, daha diplomatik ve daha ihtiyatlı olduklarını be­ lirtiyor, bunu da, idealizme baskın çıkan ticaret ruhuna bağlı­ yordu. Özellikle Bulgar entelektüeli "tam burj uva"ydı. Bütün "Doğu Hıristiyan entelektüellerinin -ister Yunan ister Sırp ister Bulgar olsunlar- belirgin özelliği, bizim üst sınıfımızla karşılaş­ tırıldığında geçimlerini sağlamak için çalışmaya çok daha fazla yatkın olmaları , " kabalıkları, yaratıcılıktan yoksun olmaları , duygularının yontulmamışlığı ve düşünce tarzlarının yalınkat­ lığıydı. Ayrıca , Avrupa ve ilerleme karşısında sonradan görme rolünü benimsemişlerdi. Çalışmayı ütanç verici saymak için, insanın Leontiev'in kibrine sahip olması gerekir.105 Krestovskiy'in Bulgar patriyarkal geleneklerine hayran lıktan kaynaklanan yaklaşımı, Leontiev'in yargılarıyla tam bir karşıt­ lık oluşturuyordu. Krestovskiy'e göre, "Balkan , özellikle Bul­ gar Slav\ ık'ı, Avrupa'da aile ahlakı nın, sa füğını bozulmadan koruduğu muhtemelen tek yerdir. Bunun neden i , Avrupa uy­ garlığının buı::-a)la dünyevi nimetlerini ve sefahatini ihraç ede­ memiş olmasıdır." Leontiev'e gözü nd e , bu durum, Balkan ­ lar'da hayal gücünün n e kadar zayıf ve hayatın n e kada r sıkıcı olduğunun bir kanıtıydı. Balkanlar'daki cinayetler bile şiirden 1 04 Leonı'ev, "Vizantinism", 102, 1 29 - 1 30 ve "l'ıs'ma oıshel'nika," 274-275. 1 0 5 Leont'ev, "Russkie, greki i yugo-slavyane," Vosıolı, Rossiya i slavyanstvo, 204, 222. 1 85 yoksundu: Bulgar, Sırp ve Yunanlı kıskançlık, açgözlülük veya intikam duygularıyla insan öldürüyord u , yoksa Rusya'da oldu­ ğu gibi hayal kırıklığına veya umutsuzluğa düştüğü için, ya da ün kazanmak istediği için, hatta iç sıkıntısı yüzünden cinayet işlemiyorlardı. Burj uva basitleştirmeleri ve Avrupa radikalizmi Doğu Hıristiyanlarının eski ilkelliğinin veya basitliğinin yerini alıyordu. Atladıkları aşama, orta aşamaydı , gerçek gelişme dö­ nemiyd i, "aristokratik l ngiltere'nin" gelişmesinde en bel irgin şekilde i fadesini bulan, "kıta Avrupası'nda o denli parlak ol­ mayan, Rusya'da daha da güçsüz olan , yine de göz ardı edile­ meyecek bir düzeye ulaşan" ve bir ulusun varlığını sürdürme­ sinin tek güvencesi olan sürekl ilikti.106 Leontiev'in adlandır­ masıyla güneybatı Slavları , yani Çekler, Hı rvatlar, Sırplar ve Bulgarlar, genç birer u lus oldukları için , istisnasız olarak de­ mokrat ve meşrutiyetçiydiler: "Bütün o farklılıklarına rağmen ortak bir özellikleri var: Eşitlik ve özgü rlüğe, yani Bizans ve l ngiliz ideallerine değil, Fransız ve Amerikan ideallerine bağlı­ lar. " 107 lngiltere ile Bizans'ın aynı gruba sokulması, Hunting­ ton tarzındaki düşünürlerin yorumlarına yer açan çarpıcı bir çizgiyi hatı rlatmaktadır. Daha da çarpıcı olan nokta, Leonti­ ev'in katıksız ve samimi aristokrat küçümseyici tavrı, kendisi­ nin o denli hayranlık beslediği l ngilizlerin en kibirli yazarları tarafından bile pek aşılamayacaktır; ironik bir şekilde, Balkan­ lar'a son zamanlarda yöneltilen eleştirilerde, demokrasi sözcü­ ğüne verilen farklı değere rağmen , benzer yaklaşımlara rast­ lanmaktadır. 1 06 Kozhukharova, Rus/ıi piıepisi, 378 and "Russkie, greeki i yugo-slavyanc," 203. 2 1 8. 1 0 7 Lconı'ev, "Vizanıinism," 1 30. 1 86 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 1 900'e kadar algılama örüntüleri Gezi edebiyatı , büLün Avrupa'da ilgi gören bir Lür haline gel­ miş, bu alanda çok önemli ü rün ler verilmişLi , ama Lürün en çok rağbeL gördüğü ülke lngi lLere'ydi . lngilLere, belirli tulu mla­ rı nispelen geniş bir kitleye yayacak en geniş olanaklara sahip­ li. Gerçi farklı ülkelerin gezi edebiyatlarını birbirleriyle karşı­ laştırarak kesin yargılara varmak güçtür, ama l ngiliz gezi eser­ lerinin yüzyıllar boyunca romanlardan sonra en çok okunan Lür olduğu da kuşku götürmez. Öle yandan "gezi edebiyatı en üstün Lür olmamasına rağmen, . . . bir lngiliz edebiyatı tarihinde bu tür eserlere haklı olarak ayrı bir yer ayrılır, çünkü söz konu­ su eserler, belki başka herhangi bir Lürden çok daha fazla, ulu­ sal LUlU mları ve ulusal karakteri ifade eder ve etkiler. " 1 1 8. yüz­ yılda, bir tür gezi eseri vermemiş önemli bir l ngiliz yazarı nere­ deyse yokLUr. Üçüncü Shaftesburg Konlu , gezi eserlerini, "bir kütüpha neyi dolduracak Le mel malzemeler" olara k gö rüyor, aLalarının zamanındaki şövalye kitaplarıyla karşılaşl l rıyordu.2 Yararlı bilgiler içeren tarihsel kaynaklar olarak bakı ldığında, 1 8. yüzyılın sonundan önceki gezi eserle ri, Almanca ve Fran­ sızca eserlerde görü len ayrıntı zenginligi ve özenle karşılaştı1 llır Caıııhriılg<' l lisıoıy of Eııglislı Liıcrıııure, c. 14. Canıbridgı·, 1 92 2 , 2 5 5 . 2 Fisner, Trııvrls, 2 0 . 1 87 rıldıklarında sönük kalmaktadır. Bunun nedeni, l ngilizlerin kıta Avrupası'ndaki olaylara çok seyrek kaul ması ve Osmanlı l mparatorluğu'yla ilişkilerinin çok sonraları gelişmeye başla­ masıdır. 1 9 . yüzyılda ise, l ngiliz gez i eserlerinin içeriği zengin­ leşir, Avrupa gezi edebiyatında bu eserler giderek öne çı kar. Ne va r ki, söz konusu eserlere gösterilen özel ilgi tarihsel kay­ naklar olarak ni teliklerinden ve önemlerinden kaynaklanma­ maktadır. Her şeyden önce, bu eserler en önemli küresel sö­ m ü rgeci ü l k e n i n g e z i e d e b i y a t ı n ı o l u ş t u r maktad ı r. D a h a önemlisi, esas olarak - b u eserler sayesi nde, (Avrupa'da Anglo­ Sakson geleneği diye tanınan) lngilizce konuşan dünyada algı­ lamaların aktarımı gerçekleşmiştir. Daha önce işaret edild iği üzere , 1 5 . ve 1 6 . yüzyıllarda Os­ manlı imparatorluğu hakkında Avrupal ıların verdikleri eserle­ rin çoğu, ilk elden bilgileri pek sınırlı olan ya da hiç olmayan uzmanların ve diplomatların kaleme aldıkları siyasal metinler­ di. l talya'da doğan tür kısa zamanda lngiltere'de de tutulmuş, 1 58 l 'de Levant Şirketi'nin kurulması ve ··t ngilizlerin zi hnine Osmanlı imgesinin ilk kez gerçekten nakşedildiği"3 bir dönüm noktasını oluşturan 1 583'te daimi diplomatik ilişkilerin başla­ ması bu yönde önemli bir etkide bulunmuştur. Richard Knol­ les, 1 7 . yüzyılda yedi baskı yapan General History of the 'Iiırkes ( 1 603) adlı eserini bu ülkeye hiç gitmeden kaleme almıştı. Yine de, bu eser, "Elizabeth döneminde Osmanlı l mparatorluğu'na yönelik ilginin en kalıcı anıll" haline gelmiştir.4 Yirmi-otuz yıl önce, l ngiltere'ye Yunan göçmenlerin gelmesi hiç ilgi uyandır­ mamıştı. Yunan edebiyatı seviliyordu, ama Yunanlıların kendi­ leri kurnaz hilekarlar sayılıyordu. "Shakespeare'in döneminde Yunan günlük dilde 'dolandırıcı' anlamına geliyordu."5 16. yüzyılda ve 1 7 . yüzyılın büyük bir bölümünde lngilizlerin 3 C. J. l leywood, '"Sir Paul Rrcaut, il Seventeenth-Cent urr Observer o f thc Otto­ man Staıe: Notes for a Study,'" English and Continrnıal Virws of ılır Ouomaıı Empi· re, 1 500-1 800, Los /\ngeles: William Andrews Clark Memorial (_ibrarr. 1 972, 35 4 Brandon H . lleck, From ıhe Rising of ılır Sun: bıglislı /magrs of ılır Ouoman Em­ pirr ıo 1 71 5, New York, Hem, Frankfun-am-Main ve Paris: Peter Lang, 1 98 7 , 40. 5 Eisner, Travrls, 5 2 . 1 88 kafalarındaki Türk i mgeleri , zulüm, keyfilik, haraç kesme, köle­ lik, korsanlık, vahşi cezalandırmalar ve Hıristiyan kıyımlarına clayanıyorcl u; ayrıca, lslam eleştirileri ve tuha Oık da bu imgele­ rin bir parçasıydı. Aynı zamanda, söz konusu i mgeler güçlülük imgeleriydi, zirve noktasındaki bir imparatorluk tablosu çizi­ yorlardı. Avnıpa'yı kısa bir süre sevince boğan ve Osmanlıların geri dön üşsüz bir çöküş sürecine girdikleri sanısı uyandıran lnebahtı Savaşı'nın ardından doğan hava artık geride kalmıştı. 1 7 . yüzyıl Osmanlı lmparatorluğu'nda isyan ve kargaşalarla baş­ lamış, Osmanlıların Avrupa topraklarından çekilmeye başlama­ sıyla sona ermişti. Buna karşılık, aynı yüzyılda, Avrupa'nın batı ve orta kesimlerinde çok daha zor bir dönem yaşanmış, tarihçi­ lerin " 1 7. yüzyıl krizi" diye andıkları sorunların yanı sıra, ihti­ laller, din çatışmaları ve kanlı savaşlar çok derin izler bırakmış­ tı. 13öylece, Osman lılar ile kıta Avrupası ülkeleri arasında, ancak 1 7. yüzyıl sonlarında bozulan bir güç dengesi kurulmuştu. lngil izlerin o dönemdeki eserlerinde göze çarpan bir nokta, uyga rlıklar arasındaki farklara ilişkin 'nesnel' bir yargıya var­ mak yol unda yapı lan b i l i n ç l i gi r i ş i m d i . H e n r y B l o u n l'ın 1 636'da yayımlanan Voyage iııto ılıe Levanı adlı eseri bu yakla­ şımın bir ürünüydü. Söz konusu kitabın, " lngiliz gezi edebiya­ tında yeni bir hakkaniyet ve tarafsızlık standartı" getirdiği be­ lirti lmişti.6 Oxford Trin ity College'ın kurucularından birinin oğlu olan ve kendisi de iyi eğitim görmüş bir avukat olan Blo­ unl, kitabında iki yıl önce yaptığı geziyi anlatıyordu, Bacon'ın bilgiye yalnızca deneyimle erişilebi leceği ve genellemelerin yal nız gözleme dayanması gerektiği savlarına dayanan ampi­ rist felsefesini birçok yönden hayata geçirmeye çalışmıştı. Blo­ unt, bu ilkelere bağlı kalarak , "Türklerin yol unun söylendiği gibi tam · anlamıyla barbar mı, yoksa bizimkinden farklı, ama daha az iddialı olmayan bir uygarlık türü mü olduğunu" orta­ ya çıkarmak için "Türklerin Dini n i , Tarzlarını ve Siyasetini gözlemlemeye" karar vermiştir.7 6 Beck, From t/ıe Risiııg of tlıe Sun, 62. 7 A Voyage iı ı l o ılıe l.evaııt, Londra: Andrew Crookc, 1 636, 2. 1 89 Bu, lslam'a karşı Hı ristiyan önyargıl;uına başvurmadan Os­ manlıların hayal şekillerini kendi bağlamı içinde çizmeye yö­ nelik ilk girişi mlerden biriydi. Blount'ın ki tabı , " lngiltere'de deizm tarihine kaLılacak bir çizgide yer alan bir eserdir."8 Blo­ unl, Osmanlılara hayranlığını hiç gizlemeden orLaya koyuyor­ du, çünkü Osmanlılar, "im paratorlukları Dünya'yı birdenbire feLheden ve başka hiçbir güçle kıyaslanmayacak ölçüde sağlam Lemellere dayanan, günümüzde büyük eylemlerd e bulunan tek halk" Lı. Blount şöyle yazıyordu: Eğer dünyayı önünde d i z çöktürecek b i r ruhla doğan b i r ırk varsa, bence o ırk Türklerdir . . . Al icenap olanlar ister istemez kibire kapılabilirler, yine de asil tabiatlarını büsbütün kaybet­ mezler: işte Türklerin tarzı da budur. Kendilerine başkaldı­ ranlara karşı acımasız olurlar, bu yüzden gaddar sanılırlar, as­ lında değildirler. Çünkü devamlı olarak tevazuya dönerl � r: Her zaman, onların lehine olarak memnuniyetle gördüğüm nokta buydu.9 Türklerin kendisini pa ra için köle olarak satabilecekleri korkusunu sürekli Laşımasına ve bu açıdan getirdiği eleştirile­ re rağmen, Blount şu sonuca varıyordu: "Bu konu bir yana bı­ rakılı rsa , Türklerin Labialı cömert, şefkatli ve dürüsttür. Bir Türk , sözünü Lutmamayı aklına bile getirmez; elini göğsüne, sakalına veya başına götürüp selam verd ikLen , ekmeği ni be­ nimle bölüştükten sonra, yüz canım olsa, yüzünü de onun bir tek sözüne güvenip Lehlikeye atardım. Hele Mağripli, Ara p ve­ ya Mısırlı değil de, gerçek bir Türk'.se . . " 1 0 Bu alicenap tutumu, BlounL'ın genel felsefesiyle açıklamak çekici görünmektedir. BlounL kendisine ilk görev olarak "Türkler"in önyargısız göz­ lemlenmesini seçmişti. Ne var ki, bu sözler kiLabın genel bağ­ lamı içinde düşünüldüğü nde , (Blount'ın seyyahların çoğu gibi Türkler diye andığı) Osmanlılara ilişkin olumlu değerlendir. 8 John Walter Sıoye, Englislı Travellers Abroad, 1 604- 1 667, Londra: Jonaıhan Capc , 1 952, 1 7 7. 9 A Voyage inıo ılıe Levanı. , 10 lbid., 1 03- 1 04. 1 90 2, 97. meler yapmasının başka nedenleri olduğu açıkça görülür. Blo­ unt, kitabının giriş bölümünde, ikinci büyük görevini şöyle açıklıyordu: "Türkleri n yönetiminde yaşayan Rumlar, Ermeni­ ler, Frenkler, Çingeneler, özellikle Yahudi ler gibi başka grupla­ rı tanımak. Yahudi ırkı, hem tabiatı hem de müesseseleri i tiba­ rıyla ötekilerin h epsi nden farklıdır, kendisini insanlığın geri kalanından üstün sayar, inatçı, aşağılık ve adidir. " 1 1 Bloun t'ın anlattıklarının temel noktası, siyasal başarıya ne­ redeyse bili nçdışı bir saygıdır. Osmanlılarda, bir e fendi ulusun karakterini çizmekteydi . Oluşum sürecindeki bir efendi ulus, köklü bir e fendi ulusu tanıyordu. Bu eğilim, gezi edebiyatının pek çok 6rneğinde görülür ve " Osmanlı yönetici sınıfına yö­ nelik genel tutumları olumlu , hatta onaylayıcı olan" l ngiliz büyükelçilerinin eserlerinde de kuşkusuz mevcuttur. B!r Stu­ art diplomatı olan Sir Richard B ulstrode için l sıanbul elçiliği "' Paris'tekinden daha onurlu ve daha kaza nçlı bir görev"di. 1 693- 1 703 arasında lstanbul'da büyükelçilik yapan Sir Willi­ aın Paget ise, Türkleri "ağırbaşlı ve gururlu" buluyor, yine de kendisini " her zaman çok medeni bir şekilde" karşıladıklarını belirtiyor, böylece "ortak işlerimizde hakkaniyetli anlaşmalar" yaptıklarını söylüyord u . 1 2 Blount'tan otuz y ı l sonra, Paul Ryca uı temel eserini yazdı. Birinci elden bilgilere dayanan Thc Prc-s cnl Slalc of ılıc Olloman Empirc ( 1 668) adlı bu eserde, Blount'la aynı yaklaşımı benim­ siyor, "tarz ve gelenek farklılığıyla bizden ayrılan, kılık kıya­ fetleri bizim zamanımızdakilere ve ülkemizdekilere uymayan herkese barbar" d endiğin i belirtiyordu, " çünkü bilgi eksikli­ ginden ve cehaletten önyargılar üretiyoruz." Bundan sonraki 40 yıl boyunca Osmanlı toplumu daha fazla tanındıkça, Ryca­ u t'un üretken sesi "'haçlı seferi' bağlamından ticaret yol uyla barışçıl il işki bağlamına doğru" ilerled i . Rycaut, lslam'ın da, Batı'nın da "Haçlı Seferi ve Cihat'ın yıpranmış sancakları "nı katlayıp kaldırdıkları bir dönemde eser vermişti.13 1 1 lbid., 2 . 12 l leywood, '"Sir Paul Rycaut," 50-5 1 . 1 l lbid., 55. 191 18. yüzyıl boyunca, "barışçıl ticaret ilişkileri" yoğunlaştı, ge­ zi eserleri, bakış açılarında köklü bir değişiklik olmadan, daha ayrıntılı ve somut hale geldi. Lady Mary Wortley Montagu'nün Doğu'dan gönderdiği mektuplar, ölümünden bir yıl sonra , l 763'te yayı mlandı: daha önce de, söz konusu mektupların ma­ nüskri halinde elden ele dolaştığı anlaşılıyor. Lady Mary, antik dönem yazarlarını onların doğup yaşadıkları topraklarda i lk okuyanlardandı. Ne var ki, asıl ününü, lstanbul'daki Rumlarda gördüğü çiçek aşısını l ngiltere'ye getirmesiyle kazandı. Öte yandan, l ngiltere büyükelçisinin eşi olarak, Türklerin seçkin çevreleriyle ilişki kurmayı tercih etmişti. Sofya'daki Türk ha­ mamlarını, " kadınların kahvehanesi, şehirdeki bütün haberle­ rin anlatıldığı , skandalların icat edildiği yer" olarak tasviri, Ing­ res'nin 1862'de yaptığı Le hain turc adlı tabloya esin kaynağı ol­ muştur. Lady Mary, Sofya hamamlarında gördüğü Türk kadın­ larının "göz alıcı derecede parlak" tenlerine hayranlık duymuş­ tu, bana karşılık yollarda rastladığı Bulgar köylü kadınlarının "tenleri çirki n olmasa da, esmerleşmiş" ti. Bu, ırka değil, sınıfa dayalı estetik tercihlerin çarpicı bir ömeğidir. 1 4 Tabi ırklarla karşılaşılınca gösterilen tepkiler çelişkiliydi. Yöneticilere duyulan doğal empati ile Müslümanlara karşı ge­ leneksel düşmanlık arasında bir gerilim söz konusuydu , ama çoğu zaman ilk tutum ağır basmaktaydı. Köklü bir klasik eği­ tim görmüş olan pek çok gezgin; antik eser müzelerindeki ar­ ketiplerin canlı örneklerini arıyordu. 1 5 . yüzyılın ikinci yarı­ sından itibaren Fransa ve l talya yerine giderek daha çok Yuna­ nistan'a yapılan Büyük Tur'a katılanlar için bu durum özellikle geçerliyd i . 1 5 Eisner'i n deyişle, "Resimlerini yapmak, manzara­ larını seyretmek, hakkında birşeyler yazmak için Yunanistan'a yolculuk etmenin büyük dönemi başlamıştı. " 1 6 G ezginler, ya 1 4 Tlıe Complcıe LrHers of La dy Mary Wortley Montagu , 1 965, 3 1 3- 3 1 4 , 320. c. I , Oxford: Clarcndon, 1 5 Jercmy Black, T/ıc Bri!ish aııd !he Grand Tour, Londra: Croom Helm, 1 985; Ge­ offrey Trcase, The Grand Tour, Londra: Heineınann, 1 967; William Edward Me­ ad. Thc Graııd four in ılır Eightwı!h Cmtury, Bosıon: Houghıon M i fnin, 1 9 1 4. 16 Eisncr, Tı·al'ds, 89. 1 92 da o dönemde üretilen bir sözcükle söylersek turistler, özellik­ le Yunanlılar karşısında hayal kırıklığına uğruyorlardı. Bu ha­ yal kırıklığı kısmen çarpıcı fiziksel benzerlikler bulunmama­ sından, esas olarak da klasik tarzları görememelerinden kay­ naklanıyordu. Antik Yunanlılar ile o dönemdeki mirasçıları nın yozlaşmış durumu arasında süreklilik kurulamaması ya da ba­ lo salonlarındaki beklentiler ile çıplak gerçeklik arasındaki ko­ pukluk birçok eserde görülebi lir. Bu durum, daha Filhelenizm doğmadan yaşanan Filhelen hayal kırıklığı diye ni telenebilir. Klasik beğenilere uygun bir ortam bulunamaması karşısındaki hayal kırıkl ığı , 1 7 76 yılında Peloponissos'ta gü lüşen, dans eden ve güreşen Yunanlıları izleyen john Morritt'i n haykırışın­ da en çarpıcı i fadesini bul ur: "Aman Allahım! Antik dönem­ den özgür bir Yu nanlı gel ip de bir an şu sahneyi görse, öteki dünyada büyük azaplar çekmiyorsa, eminim oraya dönmek is­ teyecek tir. " 1 7 B u acımasız yargılardan ancak genç kadınlar kurtulabiliyor­ du. Genellikle şaşı rtıcı ölçüde güzel oldukları belirtil iyordu, Yu nan kadınlarına bir hayli ün kazand ıran, sadakatle uyulan bir gelenekti bu. Genellikle Yunan ı rkı karşısında hoşnu tsuz­ luğunu dile getiren Morrilt, lzmir civa rında�i Yunan kadınları anlatırken şunları yazıyord u: Elbette bana gezgi nlerin anlatmakla bi tiremedikleri Yunan güzellerinin o övgüleri hak edip etmediklerini soracaksı nız. G erçekten hak ediyorlar; yanımızda olsaydınız, sanırım siz de, köy güzelleri nin yüzlerinin bugüne kadar balo salonların­ da gördüklerin izden kat kat güzel olduğu nu kabul ederdiniz. Hepsinin etki!eyici gözleri, inci gibi dişleri var, ama asıl gü­ zellikleri yüzlerinde ... Ömrümde hiç görmediğim tatlı ve zeki bir ifade; sonra, hiçbir ressamın veremeyeceği bir zarafet ve canlılık... Ayrıca, şık giysileri içinde hiç de köylüye benzemi­ yorlar, eda ve tavırlarının zarafeti karşısında, kendimizi kılık değiştirmiş kibar hanımlar arasında sanmaya başladık. 1 8 1 7 Morriıt, A Graııd Toıır, 245. 18 l bid., 1 09. 1 93 Bu sözler, 18. yüzyıl sonlarındaki Yunan kadınların fiziksel özelliklerinden çok, Ayd ınlanma ile romantizm arasındaki ge­ çiş döneminde, klasik eği tim görmüş, gen ç , sağlıklı l ngiliz aristokratlarının hayallerini gözler önüne seriyor. Değişen yo­ ğunluk derecelerinde de olsa , gezi eserlerinin çoğunda bulu­ nan belirgin bir sınıf tavrı burada da karşımıza çıkmaktadır. Yunan kadınları nitelerken "kı lık değiştirmiş soylu kadınlar" deniyordu. Soylu luğun bulunmaması , Yunan erkeklerine yö­ neltilen temel eleştiriydi. Böyle bir sınıfın varlığından bahse­ dilmesi de, Osmanlı seçkinlerine en büyük övgüde bulunmak anlamına geliyordu. Morrill, Atina'da önceleri lngiliz konsolo­ sunun ikametgahında kalmıştı . Konsolos "yoksul ve Yunan­ lı'ydı, bu iki özellik biraraya gelince, söz konusu kişi ister iste­ mez alçağın teki olur. " Yunanlılar her zaman üçkağıtçı ve do­ landırıcı olarak niteleniyordu, oysa gerçek bir h ırsızlık olayın­ dan, yalnızca l ngilizlerin antik heykelleri nasıl topladığı anla­ tılırken bahsedilmişti: "Bazıların ı çalıyoruz , bazılarını satın alıyoruz, �arayımız bunlarla çok güzelleşecek."19 Elgin mermerleri* konusundaki büyük tartışmaya girmeksi­ zin, arkeolog Edward Dodwell'in yerlilerin tepkilerini aktarışı­ nı hatırlamak yerinde olacaktır: " Genel olarak Alinalılar, hatta bizzat Türkler, yapılan yıkımı üzüntüyle karşıladılar, hüküm­ darlarını b(;}yle bir izin verdiği için yüksek sesle, açıktan açığa kınadılar ! " 20 Aslında, hükümdara yönelik eleştiriler haksız ve­ ya çok ağırdı: Elgin kontu için çıkarılan fermanda, Akropo­ lis'teki Tapınak'ın etrafına bir yapı iskelesi kurma, heykellerin alçı kalıplarını çıkarma, başka anıt kalıntılarına ilişkin ölçüm yapma, yazıtları ortaya çıkarmak üzere kazı yapma izni veril­ . miş, bu uzun listenin sonunda eski yazıtlardan veya heykeller­ den birkaçının .ılınabileceğine ilişkin genel bir i fad e yer alm ış­ tı. Bu ölçüm ve çizim yapma çalışması, anıtları parçalama, iç19 lbid . 1 7 1 , 1 79. . (*) Elgin kontu Thomas Bruce, antik anıtları parçalayarak söktüğü heykelleri ln­ giliz devletine satmıştı. Bu heykeller, bugün British M useum ' da "Elgin mer­ merleri"' bölümündedir - e.n. 20 Woodhouse, Tlıe Plıillıellenes, 1 3- 14. !erindeki yapıtları sökme faaliyetine dönüştürülmüştü. B i r başka gezgin, Cambridge'li Edward Clarke , dizdarın, ç o k gü­ zel bir Parthenon nıctope'sinin* sökülüp alındığını görünce , '"gözlerinden yaş dökülerek, en vurgulu ses tonuyla Telos ! ' [ yeter) diye haykırıp, artık anıtın daha fazla tahrip edilmesine hiçbir şekilde razı olmayacağını kesin olarak bildirdiği"ni ak­ tarır.21 Dodwell'in kendisi de, Yunanlılar karşısında pek duy­ gusal lığa kapılmamış, bronz ve mermer heykellerd e n , sera­ miklerden ve sikkelerden zengin koleksiyonunu oluştururken kullandığı yöntemlerin seçiminde çok titizlik göstermemişti . Bolca rüşvet verdiği için "çok paralı Frenk" diye nam sala n Dodwell, koleksiyonunun büyük bölümünü daha varlıklı ve daha meraklı koleksiyonculara satmıştır: Vazolarını (ünlü "Dodwell vazosu" dahil 1 43 tane) Münih Glyptothek'i satın almış, bazı eserleri de Bavyera veliaht prensine satılmıştır.22 Yunanların tasviri i le Türk efendilerinin alicenap tavırları­ nın tasviri tam bir karşıtlık oluşturur. Morri tt'in ekibi, Midil­ li'de konakladıkları yoksul Rum kesiminden sıkılıp, kendileri­ ni oradaki ağaya davet ettirir, onun kon ukseverliğinden yarar­ lanır. Enfes Kıbrıs şarabıyla yenen tadına doyu lmaz yemekler Morritt'in Levan t nefretini d i nd i rir: "Bütün uluslarda kibar çevreler bul unduğunu düşünmeye başlıyorum. Bu ağalar refah içinde yaşıyorlar. Evleri büyük, güzel, iklime uygun . . . Pek çok atları var, ava çıkmayı seviyorlar, yanlarında çoğu zaman, ır­ gatlarıyla birlikte, üç yüz-dört yüz kişi bulu nuyor. " Morritt, Tesalya'da ve Boiotia'da, yalnız Rum ve Yahudilerin yaşadığı birkaç yoksul köyü görünce adeta isyan eder. Rumlar kendile­ rini idare ederken o denli saçma sapan işler yapıyorlardı ki, "başka yerlerde lngilizleri aradığımız gibi, burada da dört göz­ le Türk aramaya başladık . . . Emin olun, Türkler çok daha say( * ) Metlıope: Bir dorik frizin üçüzyivleri arasında yer alan, üzerleri bazen kabart­ malarla süslenmiş olan dörtgen pano - e.n. 21 Edward Danicl Clarke, Travcls in Various Counıries of Eu rope, Asia and Africa, c . 3, Londra: Cadell and Davies, 1 8 1 4 , 483-484. 22 " Edward Dodwell," Tlıe Diclionary of Nalional Biograplıy, 1 083. c. 5, 1 92 1 - 1 92 2 , gın bir ırk; bu ülke Yunanlıların ve Rusların eline geçse, ya­ şanmaz bir yer olur. " 1 795 yılında yazdığı bir başka ayrıntılı mektupta bu noktayı tekrarlar: Buradaki Türklerle aramız çok iyi ve bizi ziyaret eden, bize av eti gönderen, av partileri düzenleyen, köpeklerinden, atların­ dan vb. yararlanmamıza izin veren, şen şakrak, samimi kay­ makamdan pek hoşnutuz. Sık sık gidip onunla nargile içiyor ve çok iyi anlaşıyoruz. Böyle giderse ben de M üslüman olaca­ ğım. Cah i l olmaları , o nların deği l , devletin ve eli n i n suçu, ama ben başka hiçbir yerde böyle iyi niyetl i ve yiğit insanlar görmedim. En tepede bulunanlardan en alt katmanlara kadar bu insanlarda bir soyluluk ve efendilik var. davranışları vakur. ağırbaşlı ve candan; oysa, clamarları mclaki l ngil iz, nezaket adına yaltaklanan bir Yunanlı'yı tekmelememc yol açabilir.23 Blount'ın yazdıklarında, bir efendi ırkın bili nçdışıyla yavaş yavaş tanınması olarak görünen tavır, burada bilinçli bir şekil­ de ve açı kça ortaya konmaktadı r. Morritt'in tutumunu payla­ şan başka l ngiliz gözlemciler de vard ı , ama aristokrat kibrin­ den ve gençliğinden kaynaklanan dobralığı , öteki l ngilizlerde görülmez, daha yumuşak i fadeler göze çarpar. lngilizler, ge­ nellikle Türkleri Yu nanlılardan üstün tutuyor, Yunanlıların klasik bilgelikten ve atalarını andıran özelliklerden yoksun ol­ masından üzüntü duymakla kalmıyor, ayrıca onların yozlaş­ mış dinlerini bütünüyle iğrenç bul uyord u . Yunanlı lar, fesat, soğuk, dalkavuk, cahil, batıl inançl ı , tembel, açgözlü, rüşvetçi , entrikacı, pis, nankör v e yalancıyd ı . 24 Bunu nla birlikte , l 9 . yüzyılda, ticari , siyasi, askeri, dinsel v e eğitsel faal iyetlerin art­ masından dolayı, Balkanlı nüfusuyla daha yoğun ve daha dü­ zenli temaslar kuruldu . Buna uygun olarak, gezgi nlerin eserle­ rinde, daha zengin ve güvenilir bilgiler bulunur, zaman zaman derin içgörülere ve gerçek bir empatiye rastlanırd ı . 1 8 20'1erde l ngilizlerin büyük romans'ı Yunanistan'dı . Shel2 3 Morri l l , A Grand Tıııır, 1 36, 1 56, 1 80. 24 Woodhouse, Thc Phi llıcllrııcs, 3 1 -34, 37. ley, Yunan ayaklanmasının çıkmasından kısa bir süre sonra yazdıgı "Hellas" adlı şiirinde "Hepimiz Yunanlı'yız" diye yaz­ mıştı . Shelley hiçbir zaman Yunanistan'a gitmemişti. Yunanis­ tan'a gidenler ise, genellikle, Chateaubriand'ın şu sözünü ha­ tırlıyorlardı: "Monsieur, Homeros'un şiirleri dışında, asla Yu­ nanistan'ı görmeyin. En iyi yol bu." C. M. Woodhouse, l ngi liz Filhelenizmi'ni "önyargıların ve kayıtsızlığın" oluşturduğu sü­ reklilik içinde kısa bir ara dönem diye özetlemişti: "Byron bu ateşi yakmadan önce ve o ateş söndükten sonra , Yunanistan'a belli bir ilgi duyulmasına rağmen, Filhelenizm diye bir şey söz konusu dcgild i . " Bu i lgi, klasi sizm i n , Büyük Tur ' u n , önce Fransa'nın, daha sonra özellikle Rusya'nın nüfuzundan çekini­ len doğu Akdeniz'e yönelik stratejik kaygıların bir ürünüydü; hiçbir zaman bizatihi Yunanlılara yönelik bir ilgi duyulmamış­ t ı . Woodhouse , Yu nanistan sevgisine son d erece parlak bir açıklama getirmişti: "Onlar rüyalarının Yunanistanı'nı seviyor­ lardı: O toprakları, dili, antik eserleri seviyorlardı, ama insan­ ları degil. Keşke, diye düşünüyorlardı, bu insanlar lngiliz bil­ ginlerine benzeselerdi; hiç olmazsa, atalarına benzeselerdi; ya da daha iyisi hiç olmasalardı. "25 Ayaklanma çıkmadan, yaygın görüş, Yunanlılar daha iyi eği­ tim görene kadar, bağımsızlığa hazır olmadıkları yolundaydı. Bu görüşü, yalnız Avrupalılar değil, başta Adamandios Korais olmak üzere, Yunan aydınlanmasının liderlerinden bazıları da savunuyorlardı. Savaş sırasında, Yu nanlılara duyulan sempati arttı , Yunan yanlısı gazete ve broşü rler de bu eği limi besled i: "Böylelikle Yunanlılar, l ngilizlerin yüreklerini sızlatan ve uğ­ runa ellerini ceplerine a tmaları gereken ezilen milletler arasına katılmış, lspanyolların , l talyanların ve Latin Amerikalıların (l rlandalıların değil) arasında yerlerini almışlardı." Bu romans kısa sürdü. Filhelenlerin çok azı savaş boyunca Yu nanlıların yanında yer almış, bağımsız Yunanistan'ın inşası idealine bağ­ lanan daha az sayıda kişi de o ülkede kalmıştı. Yunanlılar için daha önce kullanılan ve Filhelenizm dalgası sırasında unutu25 lbld. , 1 0, 38-39. 1 Q7 lan sıfaLların hepsi yeniden onaya çıkmışLı. Yeni şikayeL konu­ su , Yunanlıların kendi kendilerini yöneLmekLen aciz oldukları, özellikle modern Yu nan kurum ve poliLikaları oluşLUru l urken gösLerilen beceriksizlikLi. Bağı msızlığın kazanı lması üzerinden yirmi-otuz yıl geçLikLen sonra , Filhelenizm anlaşıl maz bir şeye dönüşmüş, gezginler daha çok lstanbul'a ve Osmanlı Laşra vi­ layeLlerine rağbeL göstermeye başlamışu. Ne var ki, anık Os­ manlı hakim iyeLi nin yeniden ku rul ması söz konusu deği ldi; Yu nanistan'ın bağımsızlığı fail accompl i'yd i . 26 Dış politika ile kamu söyleminin karşılıklı ilişkisi konusuna girmeden, l ngi lizlcrin gezi eserlerinin çoğunluğu ile dış poliLi­ kadaki temel eğilim ler arasında bir korelasyonun nel bir şekil­ de görüldüğünü söylemek yeLerlidir. 1 830'lu yıllar, hem l ngil­ tere'nin Yakındoğu poli Likası , hem de gezi edebiyaLının niteliği açısından bir dönüm nokLasıydı. 1 8 . yüzyıl ortalarına kadar lngil Lere ile Osmanlı l mparaLOrluğu arasındaki ilişkiler esas olarak Licari niLelik Leydi , diplomatik ilişkiler ancak 1 8 . yüzyı­ lın ikinci yarısında yavaş yavaş öne çıkmaya başladı.27 lngilLe­ re , 18. yüzyı lın sonunda dünyanın en önemli sanayi ve ticaret ülkesi haline gelmiş, N apolyon'un yenilgiye uğralllmasından ve denizaşırı Lopraklarının genişlemesinden sonra, en büyük sömürgeci devleL konu muna da erişmişLi. lngiltere, anık " Pax Britan nica"nın hakimiyetini giderek güçlendi rmeye yönelik bir siyaset güdüyordu. Avrupa'da bu siyaset, "güç dengesi" sis­ temini korumayı hedeniyordu, Osmanlı imparatorluğu da bu açıdan belirleyici önem taşıyan halkalardan biri haline gelmiş­ ti. Ne var ki, l ngiltere 1 830'lara kadar Osmanlı lmparaLOrlu­ ğu'na yönelik özgül bir siyaset beli rle memişLi. Ancak Rus­ ya'nın Avrupa sahnesinde büyük bir güç olarak belirmesinden ve Osmanlı topraklarının önemli bir bö lümünü ele geçirme­ sinden sonra, belirli bir eylem ç izgisi şeki llenmişti. 1 830'lar­ dan sonra izlenen lngiliz dış pol iLikası Lamamen yeni deği ldi, ama Osmanlı l mparato rluğu'nun toprak bütünlüğünü koru26 lbıd . , 73-74, 1 20- 1 23, 1 59- 1 60. 27 Sarah Searighı , lhe l:lritish in tlıe MiJJlr Ecısı , Londra: Weidcbldd aııd N ıcol son, 1 979, 1 6-20. maya yönelik çok kesin bir programa dönüşmüştü .28 l ngilte­ re'nin olağanüstü güçlenmesinden dolayı , 19. yüzyıl ortaların­ da Palmerston "dünyadaki güç dengesi n i alt üst edip, bir kü­ resel l ngiliz hegemonyası dönemi yaratarak ülkedeki sözde l i­ beral statükoyu güçlendirme" girişimine yöneldi .29 Bu dönemde gezi eserlerinin pek çoğunun da politikleştiği görülmektedir. Bu eserlerin çoğun luğunda yazarların siyasal görüşleri güçlü bir biçimde kendini gösterir. Söz konusu ya­ zarların hemen hemen hiçbiri, devletin resmi siyasetinden ay­ rılmazlar; önde gelen Türkofil ve Rusofob David U rquhart gibi bu siyaseti değiştirme hedefi taşıyacak kadar ateşli olanlar, bu konuda istisnayı oluşturmaktadır. 13ir ikisi dışında, 19. yüzyıl­ da yazılan gezi eserlerinin yansıttığı siyasal yaklaşım , Barbara Jelavich'in yerinde ifadesiyle özetlenebilir: "Anlattıkları şeyler, genel olarak doğru kabul edilen şeylerdi. "30 Osmanlı lmpara­ torluğu'na ve Balkanlar'a ilişkin Batılıların değerlendirmelerini ortaya koyan bu geniş panoramada, öteki tarafın sesin e de ku­ lak vermek yararlı olacaktır. Ailen Upward, 20. yüzyılın başla­ rı nda, derin bilgisiyle tanınan bir Türk devlet adamının kendi­ sine şöyle ded iğini aktarır: "Sizin yönetici sınıfınızın halka her zaman istediğini düşündürtebildiğini müşahede etti m . " Up­ ward bu görüşe katılır: "Parlamentoya ve basına rağmen, bu­ gü n, bürokrasinin l ngiltere'deki gibi dizgi_!lsiz güce sahip ol­ duğu, kamunun etkisinin böylesine sınfrlı kaldığı bir başka ülke muhtemelen yo k tur. "31 U rquhart, kariyeri n i n daha sonraki bölümünde, Filhele­ nizm'in tükenişinin en çarpıcı örneğini oluşturmuştur. Yunan davası uğruna neredeyse hayatım kaybedecek olan U rquhart · · 28 John l l owes Gleason, Tlıe Genesis of Russoplıobia i n Greaı Britain. New York: Ocıagon, 1 972; Maria Todorova, Angliya, Rossiya i Tanzimat. Moskova: Glav­ naya redakısiya vosıochnoi liıeraıury izdaıel"sıva "Nauka," 1 983. 29 Jack Snyder, Mytlıs of Empire. Domeslic Poliıics and lnlemational Ambition, I ı­ haca, N.Y. ve Londra: Cornell Universiıy Press, 1 99 1 , 1 60. 30 13arbara Jelavich," "The Briıish Traveller in ıhe Balkans: The Abuses of Oııo­ man Adminisıraıion in ıhe Slavonic Provinces," Slavonic and East Europcan Rcview, c. 33, no. 8 1 Haziran 1 95 5 , 4 1 2. 3 1 Upward, The Eası and Europe, 32 1 . 1 99 (kardeşi gerçekten bu dava için ölmüştür) daha son ra Osman­ lıları keşfetmiş ve onlara kendisinin aşırı ve saplantılı tutkuları­ nı yüklemiştir. Urquhart'ın başyapıtı Tlıe Spirit of the Eas t'te ste­ reotip tamamen ters çevrilmişti. Yunanlıların köle ruhunu ya­ ratan Türklerin zalim idaresi değildi, tersine Türklerin pastoral alışkanlıkları nı, Yunanların köle ruhu bozm uştu .32 Anlaşılan, UrquharL, Osmanlı lmparatorluğu'nun gerilemesinde payı bu­ l unduğu için kendisini de kişisel olarak sorumlu sayıyordu.33 Bunu telafi etmek için, Osmanlı l mparatorluğu'nun Rusya'ya karşı mücadelesini de aynı ateşli coşkuyla benimsemişti . Urqu­ hart"ııı Doğu'daki çalışmaları lngiliz hükümetinin örtük onayı­ nı almakla kalmadı, aynı zamanda Rusya'nın şiddetle aleyhinde kullandığı gazeteciliği de, kamuoyunda büyük bir yankı buldu ve politikaların belirlenmesinde bir ölçüde etkili oldu -bu , ba­ sının etkisinin ilk örneklerinden biriydi.34 Öte yandan, Benja­ min Disraeli hiçbir zaman Filhelenizm rüzgarına kapılmamıştı: Ulusal gelişme konusundaki horgörüsünü daima, tutarlı bir bi­ çimde korumuştu. l 830'da çıktığı Büyük Tur sırasında, Arna­ vutluk'ta çıkan bir isyanı bastırmak üzere sefer düzenleyen Os­ manlı ordusuna katılmak için gönüllü bile olmuştu. Ya nya'da, sadrazamın huzurunda bulunmuş, günlüğüne "bir günde vila­ yet ahalisinin yarıs ının kellesini vurduran bir kişiden itibar görmekten kıvanç duydu"ğunu yazmıştı. Her zaman impara­ torluklara özgü aşırıl ıklara hayranlık besleyen Disraeli , yalnız genç bir gezgin olarak bu tür eylemleri onaylamakla kal mamış, sonradan lngiliz l mparatorluğu'nda iktidar dizginlerini ele ge­ çirince aynı eylemlere kendisi de girişmişti .35 Ne var ki, lngilizce konuşan dünyada model gezi kitabı ha­ line gelen eserde, yani Alexandre Ki nglake'in Eotlıeıı'ında siya32 David Urquhart, Tlıc Spirit of ılıe East: a jounıal of Travcls ı lı roııglı Roıııııal ı , l , Loııdra: il. Co l b ur n , 1 838, 1 95. c. 33 Woodhousc, Tlıc Plıillıcllencs, l 5 ! . 34 Richar<l S h a nnon , "David Urquhart and ıhe Foreign Affairs Coınmittces," ed. Patricia 1 lollis, Prcssııre From Witlıout in Early Victorian England , Londra: Ed­ ward ı\rııo\d, 1 974. 35 Susan llyınan, cd., Ed..,ard Lcar in tlıe Levant, Travels in Albaııia, G reece and Tıırlıcy in Eıı ropc 1 848- 1 849, Londra: John M u rray, 1 988, 26. setin damgası görülmez. Doğu'ya giderek "Avrupa'nın kısır uygarlığı" ndan kurtulan Kinglake, 1 834- 1 835 yıllarında Sır­ bistan, Bulgaristan , Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs , Lübnan, Filis­ tin, Mısır, Ürdün ve Suriye'ye yaptığı geziyi yazıya dökmüştü . 200 sayfadan uzun ese rinde, Balkanlar'dan lstanbul'a gidişine yalnızca on sayfa ayı rmıştı. Gerçi Ki nglake ve yol arkadaşı , ·'Avrupalılaşmış ülkeler"clen "keyifli kaçış" larını zevkle sür­ dürmüş, bi r "yaşam tarz ı" haline gelen Dogu'ya yolculuğun ta­ d ını çıkarmıştı, ama Scml in'den Istanbu l'a giderken " lstan­ bul'u unutmuş, Osmanlı l m paralorluğu'nu u n u tmuş, yalnızca eski zamanları akıllarında tutmuştu . . . Kcale'le dalga geçiyor, Larrcy Miller'a ve Okes'a yukarıdan bakıyorduk; kahkahalar a tarak ilerl iyor, adeta 'neşeli bir loplu l uk'muş gibi heybetl i Sırp ormanlarıyla konuşuyorduk."16 Sonraları "Kinglake'ler ır­ kı"nı ele alan bir eleşti rmenin beli rttiği gibi, Kinglake gezip geçtiği kültüre yabancıydı, ama "okurlarını o denli memnun eden de bu bencil yaban cılıktı", "okurların kültürel önyargıla­ rına son derece uygun şeyler yazdığı için birçok yemeğe da­ vet" edilmişti .37 Sı rbistan ve Bulgaristan, egzo tik serüvenin başlangıç mekanları olmaktan öle bir anlam taşımıyorlardı; bu ülkelerde ilgi çekecek pek bir şey yoktu, i nsan "ne 'bir zaman­ ların gözde' kişisi nin mezarı başında gözyaşı dökmek zorunda kalıyor, ne de canlı ya da ölü herhangi bir şeyi 'saygıyla an­ mak' ihtiyacı hissediyord u ; tanışılmadığı için utanç duyulacak hiçbir Sırp veya Bulgar yazarı da yoklu . " Etrafta değerli klasik anıtlar da görülmüyord u: Yol üzerinde ilgi çekebilecek ıek kamusal bina modern döne­ me ait, ama oryantal mimarinin iyi bir örneği olduğu söyleni­ yor; piramit şekli nde ve otuz bin kafatasından yapılmış, bu yüzyılın (sanırım) başlarında asi Sırpların katkılarıyla oluştu­ rulmuş; tarihinden emin değilim, ama ilk kafatasının konduğu yıl galiba 1 806'ymış. Sabahın köründe bu sanat harikasının ya­ nından fark etmeden geçiverdiğimizi ve "mimarın kavrayışın36 Kinglake, Eotlıen, 1 5. 37 Eisııer, 1ral'els, 1 38- 1 39. daki yal ın görkeme" ve "kabartmacılıktaki eşsiz güzelliğe" hayran olma şansımızı yitirdiğimizi söylemeye utanıyorum.38 Bütün bunlar, aristokratların bilinen burnu büyüklüğüyle ve ironiyle dile getirilm işti , ama 20. yüzyılın başlangıcından i t ibaren Balkan barbarlığının şiddetli k ı namalarından çok farklıydı; ayrıca, yirmi-otuz yıl sonra Kinglake'in yurttaşları­ nın, Osmanlıların işledikleri suçlara yönelik ahlaki öfkelerine de hiç benzemiyordu. Kinglake'ten on yıl sonra, William Ma­ kepeace Thackeray lberia adlı gemiyle Akdeniz yolculuğuna çıkmış ve Ati na'da karaya çıkarak Yunanistan topraklarına ayak basmıştı. 19. yüzyılın seçkin romancıları içinde gelenek­ sel klasik eğitim görmüş tek kişi diye tanınan Thackeray, kla­ sik antik dönemden kalmış anıtlara pek ilgi göstermemiştir. Tersine, Yunanistan kralının o günkü sarayı dikkatini çekmiş­ tir: " Sarayın pespayeliği gerçekten l rlanda'yı gölgede bırakır, inanın gayet ciddi söylüyorum. Basileus'un sarayı, alçıdan ko­ caman bir külliye, bir meydanın içinde altı ev, üç eşek var, yol da yok , (bir han resminde görü nenin dışında) çeşme de yok. " Thackeray Akdeniz'in geri kalanıyla d a ilgilenmemiş, "bir bur­ j uva tekbencisi gibi davranmıştı r. "39 Edward Lear, usta bir manzara ressamı olarak ün kazanmıştı (gerçi daha önceleri kuş resimleriyle tanınmıştır, çocuklar ken­ disini en fazla Booh of Noıısense adlı kitabıyla tanırlar) . Manza­ raları, çarpıcı tasarımlarıyla ve ayrıntılarındaki ustalıkla beğe­ nilmişti. Etkileyici karakalem çalışmalarının, suluboya ve yağlı ­ boya tablolarının çoğunu, 1 840'lı v e l850'li yıllarda Arnavutluk ve Yunanistan gezilerinde yapmıştı .40 Lear, insanlara fazla ilgi göstermemiş, resimlerinde onlara seyrek olarak yer vermiştir. insanları, yalnızca manzaranın pitoreskliğine (gözde bir söz­ cük) uygun düştüğü zaman resimlerine katmıştı. "Bir ressam 38 Kinglakc, Eoılıerı, 1 6. 39 Eisncr, Tr·aveh, 1 45. 40 Edward Lear in Grecce. Gennadius Kütiıphanesi'nden gelen bir sergi, Atina ve Mcridcn, Conn.: Mcridcn Gravure, 1 9 7 1 ; Edward Lear, Joumal of a Laııdscape Paiııtcr iıı Greece aııd Albania, Londra, 1 85 1 ; Lear, Joumal of a Landscape Pain­ ter in Soul lımı Albania, Londra: R. Bcntley, 1 852. gidip Akroseraunya'yı görsün -oraya gitmedikçe, -llirya'nın ve­ ya Epir'in- insanlarının veya dağlarının vahşi, ama klasik pito­ reskl iğinin en büyük evrelerini öğrenemez; ama yanına iyi bir rehber de katın, yoksa bir daha geri gelmeyebilir." Lear da, Gi­ orgio Kokali adında bir Arnavu t uşak tutmuştu, bu adam, ken­ disine son derece bağlı , "vahşi Rob Roy'a benzeyen, yarı uygar­ laşmış bir Sulyot" tu. Ne var ki, Lear, daha fazla uygarlaşmış bölgelerde "herkesin ve her şeyin melez görünüşü"nden nefret ediyordu - bu tema, pek çok yerde sık sık yinelenecekti.41 Dış politika, gezginlerin söylemi ve kamuoyu arasındaki kar­ maşık etkileşimde, farklı zamanlarda bu üçgenin farklı kenarla­ rı eyleyici (etki kaynağı) ve hedef (etkilenen) rolünü oynamış­ tır.42 Gezi eserleri, kamuoyunun şekillenmesini etkilerken, her zaman yalnızca resmi dış politika çizgisini yeniden üretip yay­ gınlaştırmıyorlarclı. Aslında, l ngilizlerin Doğu'ya yönelik sem­ patilerinin her zaman çoğulluğu söz konusuydu , belirli bir dö­ nem l ngiliz toplumundaki bir grubun desteğini almamış hiçbir ulus veya grup gösterilemez, yine de, genel olarak (ve böyle bir kaba genellemeye aykırı düşen istisnalar dikkate alınarak) , bir Türkofil aristokratik yaklaşım ve liberal orta sınıfta Hıristiyan yanlısı bir yaklaşım bulunuyordu.43 l ngiltere'nin geleneksel dış politikasında geçici de olsa, önemli bir değişimin öncüleri olan aykırı seslere önemli bir örnek, 1861 ile 1863 arasında Balkan­ lar'da özellikle Bulgaristan, Sırbistan, Bosna ve Makedonya'da kapsamlı geziler yapan iki kadın gezginin, Georgina Mackenzie ve Adelina Irby'nin verdiği bir dizi konferanstı. 1867 yılında Felix Kanitz'in çizimleriyle bezenmiş Travels in ıhe Slavonic Pro­ vinces of Turhey-in-Europe adlı popüler ve etkili kitaplarının ya­ yımlanması , lngiliz kamuoyuna o zamana dek bilmedikleri bir konuyu tanıtlı: Osmanlı uyruğu Slavların sefaleti. Bu iki gezginin, 1 860 yılında bile hala bütün Balkan "top­ raklarında Türklerin ve Yunanlıların yaşadıklarını sanan" ve 41 J-lyman, Edward Lrar in the Levaııt, 25; Eisner Travels, 1 59. 42 Alice H. Eagly ve Shelly Chaiken, Tlıe Psyclıology of Atıitudcs, Orlando, Fla.: J-larcourt, Brace, Jovanovich, 1993, 634. 43 Skopcıea, I Disi, 1 34, 1 50- 1 52. "Yunanlı" kategorisi içine bütün gayri Müslimleri sokan lngi­ liz kamuoyu için Güney Slavları nı keşfe uiklerini söylemek abartılı olmayacaktı r.44 Mackenzie ve I rby, 1 862 Agustosu'nda ünlü Rila manastırını ziyaret etmiş, Bu lgarca'nın ilk dilbilgisi kitabını kaleme almış olan veri mli yazar, tanınmış eği timci ve dilci Rahip Neophyt Rilski tarafından kabul edilmişti. Rilski , Karadağ'daki Çetine manastırı nın M üslümanlar tara hndan ateşe verildiği yolundaki haberlerden kaygı duyuyord u . Ko­ nuklarının Fransa'nın böyle bir şeye izin vermeyecegi şeklin­ deki sözleri üzerine , rahip şöyle haykırmıştı: " Fransa, belki; ama ya l ngiltere ! " Gezginler kendisine şu karşıl ıgı verdiler: " lngiltere'nin Slav Hıristiyanlara ilgisiz kalması, büyük ölçüde bu konudaki cehaletinden kaynaklan maktadır, öyle ki, kimse adlarını bile duymamışllr. " Rahibin tepk isi , Büyük Devletlerin politikalarının ne denli girift ve çapraşık olduğunu çok iyi bil­ diğini ortaya koyuyordu. "Evlatlarına diledikleri yere seyahat etme ve ne isterlerse yayımlama özgürlüğü saglayan büyük bir ülkenin, Türlı lerle böylesine yakın ilişkiler kurarken, yaşayan HırisLiywılar hakkında bu denli derin cehalet içinde kalması gerçekten çok acı . "45 Mackenzie ve I rby Güney Slavlarını keşfetmekle kalmamış, onların ateşli taraftarları haline ge lmişti; "ülkeyi daha derinden tanımış, Hıristiyan Slavlarının hoşnutsuzluğunun, yoksulluğu­ ntın ve çaresizliğinin ardında yatanları görmüş, Türk yetki lile­ rinin sahte nezaketlerine ve yüzeysel açıklamalarına inanma­ mışlardı." Biri bir baronet, öteki bir lord kızıydı , "onlar Yicto­ ria döneminin hanımefendileriydi: Dinlerine büyük bir imanla bağl ıydılar, ilerlemeye büyük bir inanç besliyorlardı, milliyetle­ rine ve soylarına büyük bir güven duyuyorlard ı , i çlerinden ge­ len ateşli çagrıya kendilerini kapurmışlardı . " Bunun sonucun­ da, yalnız lngiliz kamuoyunu değil, tarafta ;ı oldukları halkları da aydınlatma gi rişiminde bulund ular. 1 869'da Saraybosna'da 44 Doroı lıy P ı\nderson, Miss lrby anıl l in Frırnıls, Londra: l luıchııı;on, l 9bb. 20-2 1 . 45 "fravds i n ılır Slavunic Provincrs uf "liırlıry-in-l:urnpe. Uy G. Muir Maclıcıızi<' A. P l rby, gözden geçirilmiş 2 . baskı, Londra: Daldy, l sbisıer, 1 8 7 7 , 1 54 . aııd Ortodoks kızlar için bir okul açular. Mackenzie 1 8 74'te öldük­ ten sonra, Irby bütün ömrünü okula vakfetti , 1 9 1 l 'de Saray­ bosna'da hayata gözlerini yumup orada gömülene dek, okulun müdürl üğünü yaptı. I rby, Bosna halkında , kendini adayacağı bir hedef bulmuştu , sınıfını ve ülkesini hiçbir zaman un utma­ masına ve ''doğduğu aile, yetişmesi ve uygarlığı sayesinde ka­ zandığı üstünlüğün gururla farkı nda" olmasına karşın, Bosna­ lıların haklarının yılmaz bir savunucusu olmuştu. Bosnalılar hep "yarı barbar" kalmıştı ve "daha iyi bir köyl ü kadını sınıfı" yaratma çabalarına karşın, "d ürüst olmayanların sayısı dürüst olanlardan çok daha fazla"ydı ve bir türlü giderilemeyen zaa f­ ları ''çok çalışmayı becerememeleri"ydi .46 On yıl içerisinde kamuoyu o denli köklü bir değişiklik ge­ çirmişti ki, 1 877'de yapılan Travels'ın ikinci baskısına yazdığı önsözde William G ladstone şunları yazmıştı: "Şimdi neredeyse herkes, gerek gönüllü olara k , gerekse gö nü lsüz olarak, Os­ manlı i mparatorluğu sorununu ele alırken , uyruk ırkların ko­ şullarını göz ardı edemeyeceğimizi kabul etmektedir. "47 Flo­ rence N ightingale dahil en yakın arkadaşları , Aclelina Irby'nin Bosna ve Sırbistan politikasına kendisini kaptı rmasına ve ko­ nuya duyduğu tutkuya önceleri kuşkuyla yaklaşmıştı. Ne var ki, burada bile bir değişiklik söz konusuyd u: " 1876 yazında )'arı barbarlar' arasında dostlar edinmek ve Türk toprakları, Sırp dili hakkı nda bilgi sahibi olmak artık garip karşılanmı­ yordu. "48 Güney Slavları üzerine yeni ki taplar yayı mlanıyor, yeni bilgiler veren bu kitaplarda, l ngiltere devleti yarımadaya gelecekte hakim olacak uluslara ilgi göstermediği için açıkça e 1 eşti ril iyord u. 49 Gladstone, başta N isan 1 8 76'daki ayaklan manın kanlı bir şekilde bastırılması olmak üzere , "Bulgaristan'da sü regelen -+6 Anderson, Miss lrby, 50- 5 1 , 38, 202. Tral'cls in tlıe Slavonic Proviııces, viii. Miss lrby, 1 34. ·19 Williaın Forsyıh, Tlıc Sla1·oııic Proviııcrs Soııtlı of tlıc Daııulıe. A Slıetclı of Tlıcir l listory and Presrnt State in Relatioıı to ılıe Ottomaıı Porte, Londra: John Mur­ -l 7 -+8 ı\nderson, ra y, 1876, 183- 1 94. Türk zulümlerine ilişkin çok sayıdaki kanıtı sistematik olarak hasır allı eden" basını eleştirmiş, "bu talihsiz Bölge'de terörün egemenliğinin hala sürmekte olduğu arlık bilinen bir gerçek­ tir" sonucuna varmıştı. Bosna ve Hersek topraklarının terk edildiğini ortaya koym uş, "nüfusun üçte birinden daha büyük bir bölümünün sürgün veya evsiz" olduğunu belirtmiş, "acı­ masız zulmün . . . Türk adının yanına, ayrılmaz bir biçimde, gi­ derek daha bir kuvvetle işlendiğini" ileri sürmüştü.50 Korkunç Bulgar katliamlarının ardından Vikon tes Emily Strangford , Bulgar köylülerine yardım sağlamak amacıyla bir fon oluşturmuş, Samokov'daki A m erikan Misyoner Kuru­ mu'nun ve o kurumun başkanı james Franklin Clarke'ın des­ teğiyle ihtiyaç sahiplerine giyecek dağıtmış ve başka yardım­ larda bulunmuştu . Amiral Sir Francis Beaufort'un en küçük kızı Emily Anne, evlenmeden önce Doğu'da yolculuklar yap­ mış, Doğu hakkında kapsamlı bir şekilde yazmıştı. Haçlı sefer­ lerinde yer alan Beaufort'ların soyundan gelen Emily Anne'e Kudüs Patrikliği tarafından Ku tsal Kabir nişanı verildi. Kocası Percy Ellen Frederick William Smythe , sekizinci Strangford vi­ kontuydu, 1820'li yıllarda lstanbul ve Sen Petersburg'da görev yapan ünlü l ngiliz büyükelçisinin oğluydu ve döneminin en başarılı filolog ve e tno loglarından biriydi. Farsça, Türkçe, Arapça, Afganca, Hintçe ve modern Yunanca'yı mükemmel şe­ kilde bilen ve Slav dillerine de aşina olan Smythe, 1 840'\ı ve 1 850'li yıllarda lstanbul'daki l ngiliz büyükclçiliğinde ataşe ve katip olarak görev yapmıştı. Kendisine peer unvanı verildikten sonra, 1860'ların başlarında evlenene kadar lstanbul'da "bir derviş hayatı" yaşamaya devam etti. Pal/ Mali Gazelle ve Satur­ day Review gazetelerinde yayımlanan pek çok yazısında Doğu sorunu üzerine görüşlerini dile getirdi. Kendisini anti-Filhelen ve prophiloromaios [ Ru msever] diye tanımlayarak hayali bir geçmişe soyut bir sevgi beslemek ile Yunan ulusunun o günkü sorunlarıyla aktif bir şekilde ilgilenm ek arasında açıklayıcı bir ayrım yapıyor, ne var ki, güneydoğu Avrupa'nın geleceğinin 50 Travcls in tlıe Slavonic Provinces, xi, xii. Bulgarlara, "Türkiye'deki en kalabalık ve en ümit verici Hıris­ tiyan topluluğuna" ait olduğuna inanıyordu.51 Vikontes Strangford , m üteveffa kocasının görüşlerini pay­ laşlığı için, Victoria toplu munda en büyük erdemlerden ve en büyük modalardan biri sayılan bir işe, yani hayır faaliyetlerine girişti. Gerçi misyonunu "yalnızca ve yalnızca hayır yapmak, muhtaç olanlara yardım elini uzatmak" şeklinde tanımlamıştı, ama "onları Batılılaştırma veya kendilerini ulaştırdıkları düze­ yin yapay bir şekilde ilerisine götürme suçlamasına yol açabi­ lecek hiçbir şeye girişmemekle kararl ı " yd ı . Bulgarlar "aptal , apatetik ve miskin bir halk" olsalardı, onları harekete geçirme­ nin çarelerini arardı; ama i lerleme aşkıyla yanıp tu tuştukları için ihtiyaç duydukları tek şey, kendilerini geliştirmeleri için teşvik sağlamaktı. Kendisini en çok etkileyen şey, eğitim gör­ me konusundaki büyük arzularıydı: Bu, "Bulgar karakterinin e n çarpıcı öğesiydi . .. Başlarını sokacak bir evden önce bir okul binaları olsun istiyorlardı. "52 Lady Strangford'a göre, Bulgar, "çalışkanlık ve tutumluluk ile tembellik ve apatinin garip bir karışımıydı; bir an çok Do­ ğulu görünüyor, derken çok Batıl ı oluveriyord u . " l lerlemeye kuvvetle inanan bir kişi olarak şöyle düşünüyordu: Özgürlük . ve bağımsızlık kazanınca, "bütün kusurları -karakterlerinin es­ neklikten uzak oluşu, duygu yoksunluğu, hatta içki tutkusu­ sabah bulutları gibi dağılacak; o zaman ulus pırıl pırıl parlaya­ cak . " Vikontes Strangford'un ılımlı bir dille tanımladığı bütün kusurlar, dünyanın dört bir yan ındaki bütün yoksul ve aşırı çalışan köylülerin binyıllık ve uluslararası kusurlarıydı. Lady Strangford'un kişisel .hayırseverliğindeki yücegönüllüğe ilişkin en küçük bir i mada bile bulunmak çok yakışıksız olacaktır (daha sonraları Rus-Türk savaşındaki Türk askerleri için has­ taneler kurmuş, Kahire ve Beyrut'ta hastaneler açmış ve Yok51 "Smythe, Perce Ellen Frederick William, eighth viscount Sırangford," Tlıe Dic­ lionary of Nalional Biograplıy, c. 18, 605-606; Viscountess [ Emilyl Strangford, Reporı of ılıe Exprndiıure of ılıc Bulgarian Peasanı Relief Fund, Londra: Hard­ wicke and l:logue, 1878, l . 5 2 Strangford, Reporı, 2-3, 25. sullara Hizmet lçin Yetişmiş Hemşireler Sağlama Ulusal Derne­ ği'nin kuruluşuna öncülük etmiştir) , ne var ki , Reporı'u, Viclo­ ria dönemi hayır işlerinin riyakarlı kla suçlanmasına yol açan tulumlardan bir kısmını sergilemekted ir. Bir pazar günü "anne babaları malları-mülkleri yıkılıp yakılmadan önce varl ıklı olan, köyl ülerden üstün bir sınıfa mensup" kırk allı Bulgar erkek çocuğun, kendilerine verdiği giysiler için teşekkür etmeye gel­ diği ve şükranlarını bildiren şarkılar söylediği bir sahneyi anla­ lırken, çocukların "öylesine hoş ve ağırbaşl ı bir şekilde şarkılar söylerken, uz un siyah pardesüler içinde, penguenler gibi" gö­ rünmesinden utanmıştır. "Bunları gönderen lngiliz kralı , keşke solmuş, yıpranmış, eski müslin pardesüleri; topuksuz ve par­ mak yerleri olmayan çocuk çorapları , tabansız ayakkabılar; ucuz cici biciler: lekeli giysiler ve garip eldivenler" dolu balya­ lar yerine, "daha uygun giysiler yollasaydı . "53 1 9 . yüzyıl ortalarından sonra söylemleriyle birlikle ezilen Hırisliyan uluslarının keşfi ile Vicloria dönemi yoksullarının keşfinin aynı zamana denk düşmesi özellikle dikkat çekiciydi. Tıpkı " 1 9 . yüzyılın büyük bir bölümünde lngilizlerin , evanje­ lik din ve ekonomi politikle yetiştikleri için yoksulluğa bakıp onu kabul edilebilir görmeleri" gibi , Yakındoğu'daki siyasal statüko da kabul edilebilir sayılmıştı. lngiliz toplumundaki iki ulus üzerine ateşl i tartışmanın bir benzeri; Balkanlar'da "öteki uluslar" ın fark ına varılmasıyla ortaya çıkmıştı. Her iki durum­ da da, entelektüel çevreler, "Malthus'ün ol umsuz gözle yaklaş­ tığı insani yardım d ışında yapılacak pek bir şey" görmüyorlar­ d ı . 54 l ngilizler arasında ideolojik açıdan kendini korumak için tek yararlı yöntem hayırseverl ik değildi. Doğu, l ngiliz sömür­ geci metropolisinin o dönemde karşılaştığı karmaşık sorunları basil terimlere dönüştürecek kolay seç �nekler sunuyordu: lr­ lancla konusundaki huz ursuzluk, Makedonya k onusundaki huzursuzluğa dönüştürülüyordu; yoksullarla ilgilenme moda­ sı, ezilen u luslarla i lgilenme modasına çevriliyord u; feminist 53 lbid., 3. 2 1 -22. 26. 54 Sheila Mary Sınith. Tlıe Otlıcr Natioıı: Tlıe Poor in Eııglislı Novcls of tlıc 1 840s aııd 1 850s. Oxford: Clarendon, 1 980, 36. hareket haremlerdeki hayat üzerinde yoğunlaşıyordu; Hindis­ tan veya Boer savaşı konusundaki rahatsızlık, 20. yüzyıl başla­ rında Türk zulümlerinden d uyulan suçluluk d uygusuna dö­ nüştürülmüştü . 55 Harry Thomson, Bosna, Hersek ve Make­ donya'ya yaptığı yolculukta, " lngiltere'nin bütün Balkan dev­ letlerinde haklı olarak Türklerin dostu ve onların Hı ristiyan uyru klarının düşmanı sayılması"ndan üzüntü duymuş ve şu sonuca varmıştı: Hindistan topraklarına saplantı düzeyinde il­ gi göstermesi ve Rusya'yı kıskanması yüzünden, " l ngiltere, Balkan Yarımadası'nı n henüz Türk boyunduruğundan kurtu­ lamamış yerlerindeki sefaletten ve kitlesel göçten öteki Avrupa devletlerinden çok daha fazla sorumludur. " 56 Bir başka lngiliz ise , lngiltere'nin farklı Balkan topluluklarıyla duygusal ilişkisi­ ni şöyle özetliyordu: Azınlıklar her zaman kazanan taraf ol muştur. Onlar, lngiliz karakterindeki, birisi çok değerli , öbürü o kadar değerli ol­ mayan iki duyguya sesleniyorlard ı . Biri ncisi, olumlu ya da olumsuz yönlerini araştırmaksızın ezilenlere, fazlaca duygu­ sallığa dayanan, ama son derece sahici olan yardım etme ar­ zumuzdu. Öbürü ise, içimizden k imilerinin, Londra'nın Doğu Yakası'ndaki yoksulların yaşadıkları zorl u koşulları göz ardı etmelerinden dolayı sızlayan vicdanların ı , Avrupa'nın Doğu Yakası'ndaki yoksulların zorlu koşullarına ilgi göstererek ra­ hatlatmayı seçmiş olmalarıydı.57 Kamunun tepkisi, özellikle Gladstone'un öfkesi , lngiliz poli­ tikasının Bulgaristan ve Bosna meselelerine karışması sonucu­ nu doğurmamış, ama bu sayede 1 880 yılında, yeni seçmen kit­ lelerinin önemini ve gazetelerde aktarılan siyasal söylevlerin gücünü dikkate alan Midloth'un seçim kampanyasının ardın­ dan Gladstone'un Liberal Partisi iktidara gelmişti. Balkan soru­ nunu ustaca kullanan (bu arada uzak ü lkelerdeki toplumlarla 55 Skopeıca, / Disi, 1 36- 1 3 7. 56 l-larry C. Thomson, Tlıc Oıııgoing Tıırlı: lnıpressioııs of a Jounıcy tlıroııglı tlıc Wrsıcnı Ballıaııs, New York: D. Appleıon, 1 897, 209, 2 1 2 , 2 2 1 . 57 Cccil F. Melville, Ballıan Raclıct, Londra: Jarrolds, 1 94 1 , 98-99. gerçek, halla saplantılı d üzeyde empati kuran) Gladstone, ah­ laki bir dış poli tikanın gerekl il iği üzerinde yoğunlaşmıştı.58 Gladstone'u destekleyenlerin Disraeli'ye yönelttiği sert saldırı­ lar, Türkofil kamuoyunun ve basının aynı ölçüde acımasız suç­ lamalarından (Gladstone'a Rus ajanı olmak suçlaması bile yö­ neltilmişti) hiç de geride kalmıyordu. 1 20 yıl önceki Bosna krizinden çıkarılacak bir ders varsa, bu ders, "kadim düşman­ lıklar"dan çok, büyük devletlerin dış politikasında kendi ülke­ lerindeki iç çatışmaların etkisiyle ilgilidir. Politik gelişmelerin dışında, Balkanlar'ın algılanışında da bir evrim söz kon usuyd u , gözlemciler çoğu zaman birbirlerine karşıt görüşleri benimsiyordu. Siyaset sahnesinde Mackenzie ile Irby, Gladstone, Vikont ve Vikontes Strangford gibi nüfuzlu isimler ve başka birkaç kişi bulunmasına rağmen , söz konusu şahsiyetlerin söylemi hakim söylem değildi. Bir l ngiliz gazete­ ci, Bulgar yanlısı bir çizgiyi benimsemeden önceki tutumunu şöyle özetliyordu: �'Bulgaristan'a gittiğimde -herhangi bir gö­ rüşüm varsa- Türk yanlısı görüşlerim vardı, ortalama l ngiliz'in yaklaşımını benimsiyordum ."59 Aslında, çok az sayıda kişi gö­ rüşlerini değiştirmişti: "Gerçekten, bütün Güney Slavlarının aşağı ve yarı barbar olduğu yolunda l ngilizlerin b eslediği i n a n ç , Türkiye ve Avrupa v i layetleri soru n u n u n ç ö z ü m ü önünde büyük bir engeldi."60 Mackenzie ve Irby'ni n kitabının yayımlanmasından iki yıl sonra, Kaptan Stanislas St. Clair ve Charles Brophy'nin yazdı­ ğı, karşı görüşleri ateşli bir tavırla sergileyen bir eser yayım­ landı. Kitabın amacı , Türklere yöneltilen kötü yönetim suçla­ malarının temelsizliğini göstermek, Avrupa'ya, önce Tü rkiye'yi inceleyip ondan sonra bu ülke hakkında "yargılara varılması gerektiği , Filhelenik turistlerin ve gazetelerin sundukları veri­ lerle görüş oluşturmanın" yanıltıcı olduğu uyarısında bulun58 Rich:ırd Shannon, Gladstone and the Bulgarian Agitation J 976, Hamden: Nel­ son, 1975; Richard Millman, Briıain and ıhe Eastem Queslion, 1875-1 9 78, Ox­ ford: Clarendon, 1 9 79. 59 John L. C. 13ooıh, Trouble in the Balhans, Londra: Hursı and Blackeıt, 1 905, l 1 5. 60 Anderson, Miss lrby, 1 36-1 37. ınaktı. Kitabın on iki yıl sonra yapılan genişletilmiş i kinci bas­ kısında, Amerikalı misyonerler, yanlış haber yayan kaynaklar arasına eklenmişti .61 Hıristiyanların hoşnutsuzlukları , yalnızca Rusların kışkırtmalarının ü rünü olarak gösteriliyordu. Rusla­ rı n elçileri her yerde bulunuyordu. Rusya'nın şiddetle karşı r.;ı ktığı Bulgar-Yunan anlaşmazlığı bile Rusların manipülasyo­ nu olarak değerlendiriliyordu. Doğu'daki Hıristiyanlık, bozu­ larak din olmaktan çıkmış Fenianizın'e * benzeyen bir gizli ör­ güte dönüşm üştü. Fenian'lar bile, herhangi bir tarihten yok­ sun sayılan Balkan Hı ristiyanlarından daha iyiydi: ·'I rlandalıla­ rı n hcdeOeri ; tari h i , dolayısıyla ülkesi ol mayan reayanın he­ cl c l1 � rindcn çok daha ıneşrudur. " 62 Bu lgarlar, " Rusya'nın sa f p i yonları , " özellikle nefret duyulan bir grup haline gelmişti: G üçlü, ama hanla! bir vücut, geniş omuzlar, yuvarlak bir sırı, ayınınki ne benzer bir yürüyüş, kaba saba yüz halları, şehvetli dudakları örten kocaman bir bıyık, haftada bir tıraş edilen sa­ kallar, her zaman sizin gözlerinizden kaçırdığı, yüzüne hay­ vansı bir kurnazlık görünüşü veren, ufacık, parıl parıl gözler Doğu'nun ilginç Hıristiyanlarına ilişkin, Avrupa'dan beraberi­ nizde geti rdiği n i z o l u m l u yargılara karş ı n , A navatan Rus­ ya'nın bağrına basmak için can allığı, güçlü ve uyumlu bir bütün haline getirmek istediği o büyük Slav M illiyeti'nin, ana gövdeden uzun zaman önce kopmuş bu kolunu hiç de çekici bulamazsınız.63 Bulgarların başlıca kusuru, hiçbir aristokrasiye sahip olma­ maları, bundan dolayı tarihten, edebiyattan, hatta mükemmel şekilde kurulmuş bir dilden yoksun olmalarıydı: "Ermenile­ rin, Yunanlıların ve Sırpların tarihi var, Bulgarların yok." Daha kötüsü, ülkede hiçbir eğitimli kişi bulunmuyordu: 'Tabii ki, zengin Bulgarlar var. . . ama bu milletin belki d e en seçkin ede61 lfrsideııce in Bulgaria, Londra: John M urray, 1 869, 4 1 2. Twelve Years Study or Tlıe Eastenı Question in Bıılgaria, Londra: Chapman and 1-lall, 1 877, 31 l . ( * ) lrlanda Cumhuriyeti kardeşler birliği örgüt ü - e.n. 62 Residence, 306-307. 63 lbid . , 1 0 , 1 4- 1 5. biyat adamı, tanıdığı mız bir çobandır, eseri de sürüsündeki bir domuzun ölümünün ardından yakl l ğı (elbette, gaydayla söyle­ d iği) ağıllır. "64 Etnik meselelerin istismarı hiç kuşkusuz ist iS·· nai bir durum değildir; ama 1 860'lı ve 1 870'li yıllarda, yani çok canlı gazetecilik ve edebiyat faaliyetlerinin yürütüldüğü , Bulgarların eğitim alanında çarpıcı ilerlrmeler sağladığı bir dö­ nemde bu tür sözlerin söylenmesi şaşınıcıdır. SL. Clair ve Brophy'ye göre, en bağışlanamayacak şey, bu "ka­ ba , inatçı, temel, batıl inançl ı, pis, sans foi rıi loi" [ i nançsız ve yasasız ] Bulgarları , Avnıpa'nın uygarlaştırabileceğini düşünme­ siydi. Aslında, " mizacı, içgüdüsü, hatta beğenisiyle büyük ölçü­ de uygarlaşmış" olanlar Türklerdi. "En duyarlı reayasever bile, Yunan dinsel tören lerinin ustaları arasında bir yıl geçirdikten sonra, her bakımdan, hatta Hıristiyanlık açısından, Doğu l lıris­ tiyanı'nın Müslüman'dan ı;ok daha aşağı olduğunu kolay kolay yadsıyamayacaktır. " Belirgin bir dejcı vıı havası taşıyan bir sesle­ nişle, l ngiltere'ye "lstanbul'da, Bau'nın moda olan müdahalede bulunmama siyasetini değil, Türkiye'ye yararlı olurken, bütün dünyada uygarlığın gerçek çıkarlarına da hizmet edecek aktir bir siyaset izlemesi" çağrısında bulunuyorlardı. 65 En ateşli Filhelen ve Hıristiyan yanlısı yayın lar bile, ideolo­ j ik tezlere sıkı sıkıya bağlı kalıyor, Osmanlı yönetimini key ri . despo tik, gayri medeni, fa natik v b . olmakla suçluyor, ama Müsl ümanlara veya Türklere ı rkla ilgi li lekeler sürmeye çal ış­ mı yorlardı. Türk yanlısı yayı nların çoğundaysa, tam tersine, St. Clair ve Brophy'nin hastalıklı yaklaşımıyla değilse de, l l ı­ ristiyan reaya acı nacak küçükler şeklinde resmedilir. Ayrıca, koyu liberaller ve Türkoroblar arasında bi le egemen olan gö­ rüş, Gü ney Slavlarının etkin ve bağımsız gelişme yeteneğinden yoksun olduğu ve Rusya'nın kaçı nılmaz olarak onları manipü­ le edeceğiydi . Bundan dolayı , muhalif söyle min imgeleri ka lıcı stereotiplerde korunmamıştır, yalnız bu söylem zaman zaman (özellikle 19. yüzyıl sonunda) dış politi kayı değilse de, kamu64 lbid., 78-79, 394-397. 65 lbid., 237-238, 335, 409. oyunu kontrol etmiştir. Egemen söyle mi saptadıktan sonra , bu söylemin kamuoyuna ne ölçüde yayıklığını a raştı rma k, önemli ve ilginç bir konu olsa da, bu çalı şmanın kapsa mı dışındadır. Biz i m açımızdan önemli olan nokta, kendine özgü politik ve sınırsal nitelikleriyle bu söylemin yaygınlaşıp sürdürüldüğü ve iktidarın eğil imleri çerçevesinde anlaşılabileceğidir. 1 9 . yüzyı lda l n giliz dilinde yeni bir gezi edebiyatı ortaya çıkmaya başladı: Amerikan gezi edebiya t ı . Amerikalıların böl­ geye ilişkin gezi eserleri 1 9 . yüzyıl başında az sayıdaydı, ama 1 9. yüzyıl sonlarında bu eserlerin sayısı an mıştı. Bunların bir­ çoğu , Büyük Tur'un Amerikan versi yonunun ürünleriydi ; hat­ ta gezginler arasında gerçek tu ristlerin oranının Amerikalı lar­ da en yüksek düzeyde olduğu söylenebilir. Amerikalı gezgin­ ler arasında misyonerler, başka din görevlileri , eği timci ler, dip­ lomatlar ve gazeteciler de vard ı.66 Yunanistan'a yapılmış bir ge­ zinin ü rünü olan ilk eser, 1 806 ilkbaharında, ül keyi ziyaret eden ikinci A merikalı olan Nicholas Biddlc tara rından kaleme alınmıştı .67 Geleceğin akademisyen, poli tikacı ve seçkin mal i­ yecisi, Yu nan istan'ı zi yaret ettiğinde daha yirmi yaşındayd ı , a m a Princeton'ı o n beş yaşında bitirmiş bir genç olarak sağlam bir klasik eğitimi vardı. Varlı klı bir Quaker a i lesinden gelen Biddle, eği tim iyle , yetiştirilme tarzıyla, dış görü nümüyle ve ki­ şisel zevkleriyle, bir Amerikalı'nın olabilecep,i kadar aristokrat­ tı: "C hestnust Caddesi 'ndeki 13idd le, özenle sarındığı togası iç inde forum'da gez inen herhangi bir aristokrat Romalı'dan pek farklı değildi . "68 Bakış aç ısı klasik rikirlerle şekillenmiş ol­ sa da, hem Katoliklik'e hem de Ortodoksluk'a şiddetli bir hor­ görüyle yaklaşan Püri ten tavrı d üşünüşünde çok öneml i bir yer tutuyordu. 6 6 Stephen F. . Larrabe e , Hellas Obsavcd: rlıc 1 775- 1 865, New York: New York Univcrsity rlnıerirnıı l'xpericna of G rrrct". Prcss, 1 957; Ma rc ıa Jcan Pakake, Americans Abroad.· A Bibliograplıical Study oj Amcrirnıı "fravd Litercııııre, l 625- 1 800, doktora tezi, University of Minncsoıa, 1 975. 67 ilki Joseph Ailen Srnith'ti. R . A . McNeal, cd. , Nidıolas Biddlc iıı Grcece. Tlıe )o­ urnal and Leıters of 1806, Universiıy Park, Pcn n . : Pennsylvania State Unıver·· sity Press, 1 993, 99. 68 lbid., 9. 213 Iliddle, Zante'den bir tekneyle Mora Yarımadası'na geldiğin­ de, ilk kez Yunanistan toprağına ayak bastığını h issetmişti: "Artık kendimi Yunanistan'da hissetmiştim. Yabancı bir ülke­ de, bütün sevdiklerimden uzakta, geçmişteki erdemleri ve bu­ günkü harabe haliyle ilgi çekici olan bir toprakta yaşayan bar­ barların eıra rımı doldurduğunu, yapayalnız olduğum u hisset­ tim." Yu nanlı tasv irleri, acıma, hayal kırıklığı ve aşağılama ara­ sında salınıyor, ama aşağı lama tavrı baskın çıkıyordu. Biddle, "özgür bir ulusun, yeteneklerini miras alıp talihine ortak ola­ mayan evlatlarının . . . bir gün , atalarının en göz kamaştırıcı ba­ şarılarını gölgede bırakabilecekleri" olasılığını yadsımıyord u , a m a bugünkü durumları " uygar b i r ulustan barbar kuşaklara geçiş" döneminin bir örneğiyd i. Biddle'a göre, onları tanımla­ yacak en iyi söz "yarı barbar"dı. "Uygarlıkla bağları var; ama giyim kuşamları, davranışları ve toplum hayatlarıyla Müslü­ man ul usların seviyesine iniyorlar." Biddle'ın M üslüma nlara daha yüksek hoşgörü gösterip Yunanlıları ne denli aşağıladığı ve gezi edebiyatının tamamında görülen " melez" tema'sı d üşü­ nülünce, arada olmaya ilişkin bu niteleme önemlidir. Yunanlı­ ların acınası d u rumlarının altında yatan neden, köle olmala­ rıydı ve "öteki köleler gibi, boyun eğerken alçak ve sem , rırsat buld uklarında da kibirli ve acımasız"dılar. "Bir eylemde bu­ l unmaktan aciz oldukları için, özgürce d üşünmeye kolay ko­ lay cüret edemezler; her şeyleri, hatta müzikleri , yüksek sesle konuşmaya korkan kölelerde görülen o genizsi! sesleri, bize bir dendileri bulunduğunu bildi rir. "69 Atina'da, Biddle şöyle haykırmıştır: "Harabelerin üzerinde öylesine güttükleri hay­ vanlardan pek de üstün sayılamayacak şu sdill ere bak, bu adamlar mı Atinalı?" Livadia'da bir olaya tanık olmuştu: Bir Türk süvari, kasabanın ileri gelenlerinden birini küçük düşür­ müş, adamın yüzü kıpkırmızı olmuş, ama " insanlığa bir saygı anlamına gelen" bu u tanç ifadesi, "ülkenin özgürlüğü gibi bir anda geçip gitmişti." Biddle, hemşehrilerinin tavrı karşısında dehşete kapılmıştı: 69 lbid., 2 1 5 . 225-228. Silaha sarılıp ayaklanarak Türk adı taşıyan her şeyi kırıp ge­ çirdiler mi? Dostlarına, hemşehrilerine böylesine hakaret et­ mekten çekinmeyen o sefilin cezalandırılmasını mı istediler? Yarabbi, kahkahalara gömüldüler. Aşağılanmak, hakaret gör­ mek, onlar için gülünecek bir konu. Oysa Livadia, Chero­ nea'dan bir saat, Platea'dan dört saat, Thermopylae'den on sa­ at uzaklıktadırl70 Kölel ik, Biddle'nin aydınlanma sözdağa rında merkezi bir nosyondu. Buna karşılık Biddle, günl ükleri nde veya mektup­ larında, büyük bir gurur duyd uğu kendi toplumunda köleliğin merkezi yeri üzerinde hiç durmamış ve kölelerden çok efendi­ leri anlamaya çalışm ıştır. Gerçi Türkleri, astlarının emeğinin ürünlerine hiç çekinmeden el koyan , tembel bir topluluk ola­ rak nitelemiştir, ama ne de olsa "efendi olarak, ülkeni n beye­ fe ndileri onlard ır." Biddle, Mistra ağasına yaptığı ziyaretten çok hoşnut kalmıştır. Mistra ağası, "genel olarak çok medeni, yaşlı bir beyefendi; Frenklerin yalnız eğlenmek, para harca­ mak için gezdiklerini bil iyorlar, l ngilizleri seviyorlar. " Ayrıca, Biddle Türk devletinin patriyarkal niteliği üzerinde de dur­ muştur. Osmanlı'da davaların kısa sürede etkili çözümler sağ­ laması ndan etkilenmiş, "i nsanların dava açmaya meraklı ol­ madıklarını" saptamakla kalmamış, ayrıca Türk adalet sistemi­ nin Avrupa ve Amerika'daki hukuka tercih edilir nitelikte olup olmadığını da kendi kendine sormuştur. Zorbalık konusunda verdiği pek çok örnek, esas olarak, Yunanlıların kölelik ruhu­ nu ortaya koyma amacına yönelik tir. Öte yandan , Yunanis­ tan'daki Türkler kendisini hoşgörüleriyle etkilemiştir: "Orada Hıristiyanlarla karışmıyorlar, ama iyi geçiniyorlar. Hoşgörülü­ ler. " Türklerin hayvanlara karşı tavırlarının Hıristiyanlarınkin­ den çok daha insancıl olduğunu gözlemlemiştir. Ayrıca, Türk­ lerin dilinden de hoşlanmış, bu dilin Avrupa dillerine kıyasla kulağa çok daha yumuşak geldiğini belirtmiş, ama Türkçe'nin öğrenme zahmetine değmeyeceğini d üşünmüştür. Önce bir Türk düğününü, hemen ardından da bir Yunan düğününü tas70 lhid. , 1 0 1 - 1 02 . 21 5 vir elmiş, Yunan düğününü "her bakımdan daha bayağı " bul­ muş, "iğrenç ve saçma sapan bir lören" diye nilelemişlir.·1 1 13iddle'ın günlüklerinin en dikkal çekici özelliği , MorriLL'in eseriyle çarpıcı paralelliğidir. Edilörü de bunu kabul eder, ama 13iddle'ın daha az kibirli olduğunu ve "arislokral MorriLL'ten da­ ha geniş" bir wplum nosyonu bulunduğunu belirıir. 72 Bidd­ le'ınki e n iyi İ n giliz geleneği ne uygun bir B ü y ü k Tu r'd u . ABD'nin yeni dili "hala lngiliz külLürünün elkisi ahında" ol­ makla kalmıyordu ,73 ayrıca varlıklı genç Amerikalılar da genel­ likle lngiliz sanılıyordu - özellikle İngilizlerle birlikle yolculuk ellikleri zaman: Biddle da, Atina'da lskoç ressam H . W. Willi­ ams'a kaulmıştı. Bir başka genç Amerikalı, gelecekte 1 Iarvard'ın reklörü , Massachusells valisi , Londra büyükelçisi ve dışişleri bakanı olacak Edward Everell, Tepedclenli Ali Paşa'yı ziyarel eden ilk Amerikan valandaşıydı. Paşayı Tyrnavos'ıaki sarayında ziyarele gitliği zaman, Alman müzisyenlerden oluşan bir ban­ donun çaldığı "God Save lhe King" ile karşılanmıştı . 14 Mark Twain'in, lnnoccnts Abroad adlı eserinde, Yunanistan ve Türki­ ye'ye yalnızca iki kısa bölüm ayırmış olması gerçeklen talihsiz­ liklir. Gemisi Pire limanına demirleyince, ·ıwain Parıhenon'da bir gece geçirmiştir. Daha keskin ve sert ironilerini ise. lslan­ bul'un adetlerine saklamıştır. Yer yer kaçın ılmaz Slereolipler melne sızınca bile (örneğin, çekici İzmirli kızlarla Oörtünü an­ laurken, onların ortalama güzelliği nin Amerikalı kızlarınkin­ den bir gömlek üslün olduğunu, ama yalnızca "Yunanca, Erme­ nice veya benzeri başka bir barbar dili" konuştuklarını belirti r) , halya gezisinde görülen o coşkun neşe değilse de, çekici ve lall ı bir anlalımın büyüsü slereotipleri de kaplar.75 Temasların tek kanalı turizm değildi. Amerikan misyonerli­ ği , lncil'i dünyaya yayma hareketi çok daha ciddiydi. Bu hare71 lbid. , 149, 1 55- 1 56, l 78, 1 8 1 , 226, 23 1 . 72 lbid., 3 1 -33. 73 lbid., 26. 74 Woodhouse, The Philhellenes, 23-24. 75 Mark Twain, rhr ltınotcııts Abroad Grosseı and Dunlap, 1 9 1 1 . 288. ur thr Nrıv /'i lgrinıs Progres;, Ncw York: ket 19. yüzyılın başlarında kendini göste rmişti. 1 7. yüzyılda lngilizlerin dinsel coşkusuna, hatta Reformasyon'a benzer bir Ji nsel canlanma söz konusuydu. M isyonerlik hareketi , temel amacı olan H ıristiyanlaşlırma faaliyetinde başarısızlığa uğra­ dıysa da, pek çok olumlu yan etkisi olmuştu. Osmanlı l mpara­ ıorluğu'ndaki Amerikan misyonerlik faaliyetleri, başlangıçta Müslümanları Hı ristiyanlaştırma'ya yönelik olarak tasarlan­ mışsa da, başta Ermeniler ve sınırlı ölçüde Rumlar olmak üze­ re , Hıristiyan azınl ıklarla sınırlı kalmışlır.76 llkin 1 8 l 9'da lz­ mir'de, ardından 1 8 3 1 'de l stanbul'da bir m isyonerlik şubesi kurmuşlardı. 1 869 yılına gelindiğinde, çoğuna A merikalı işçi­ lerin yardım elliği , 46 Amerikalı misyonerin çalıştığı 2 1 şube ve 185 okul açmışlard ı . Amerikan Yabancı Misyonlar Heye­ ıi'nin en önemli projesi olan bu proj eyle, Türkiye'ye bir yüz­ yıldan kısa bir zaman diliminde 1 74 Amerikalı misyoner gön­ Jerilmiş, 1 7 ana şube ve 256 yan şube açılmıştır. Amerikan misyonu okulların ku rulmasına öncülük etmiştir. 20. yüzyılın başlarında okul sayısı 426'ya , bu okullarda öğrenim gören öğ­ renci sayısı 25.000'e ulaşmışlır. 77 lncil dinine yapılan vurgu, Kitab-ı Mukaddes'in bölge dillerine çevrilmesini teşvik etmiş, modern Bulgarca'ya yapılan ilk Yeni Ahit çevirisinin yayını, lz­ ıni r'deki A me rikan M isyonu'nun gözetiminde yapılmışlı r.78 Misyonun en çarpıcı başarısı, lstanbul ve Beyrut'ta kolej ler ku­ rulmasıdır. 1 863'te açılan ü nlü Robert Kolej , Amerikan Misyo­ nu'yla bağlantılıyken bağımsız bir kuruma dönüşmüş, Osman­ lı l mparatorluğu'ndaki en önemli yabancı okul haline gelmiş­ tir. Robert Kolej , çok az sayıda Türk öğrenciyi bünyesine çek76 William Goodell, Forty Years in the Turlıislı Empire, Ncw York: Roberı Carıer. 1 883. 77 Leland James Gordon, Ameıican Relaıions wiıh Turlıey, 1830-1 930, Philadelp­ hia: Universily of Peı:ınsylvania Press, 1 932, 2 2 1 -222. 78 James F. Clarke, Bible Societies, American Missionaries, and ıhe National Revival of Bulgaria, New York: Arno, 1 9 7 1 ; J. Clarke, The Pen and ılıe Sword: Sıudies in Bulgarian Hisıory, Boulder, Co., Eası European M o nographs, no. 252, New York: Columbia Universiıy Press, 1988; Taıyana Nesıorova, American Missi­ onaries aınoııg the Bulgarians, 1858- 1 91 2 , Boulder, Co. , Eası European Monog­ raphs, no. 2 1 8, New York: Columbia Universily Press, 1 987. mesine karşı l ı k , azınlık elitleri n i n , özellikle B u lgaristan'ın 1 878'de imparatorluk kopmasından hemen sonraki döne mde Bulgar okumuş elitlerinin oluşumundaki rolü çok önemliydi . A m a , 1 880'lerde Osmanlı l mparato rlugu'nda ABD'nin büyü­ kelçisi olarak görev yapan Samuel Cox'un öne sürdügü gibi, bu rolü tek başına üstlenmiş de degildir. Cox'a göre, Bulgaris­ tan'ın " uyuyan zekası" lfobert Kolej'de kendine gelmiş, Bulgar liderlerinin zihi nlerini "Amerikan öğretimi ve ilkeleri geliştir­ miş, disipline etmiş, bu ilkeler o zih inlere girmiş ve onları yükseltmiştir. "79 lngilizler ve A merikalı lar arasında popüler olan ve William Miller'in "bagışlanabi lir bir abanma" saydığı "Bulgaristan'ı Robert Kolej yarattı" söz ü , aşırı bir övünmeden başka bir şey değildi .80 Yunanistan'daki Amerikan Filhelenizmi romantik, çıkara dayalı olmayan bir gi rişi mdi. Yu nan bagı m­ sızlık savaşına katılan Amerikalı gönül lüler, sayıları bakı mın­ dan l ngiliz gönüllülerin ardından ikinci sıradaydılar.81 Bu, ay­ rıca bireysel niteli kte bir eylemdi. " Eyleme geçen ilk ve en iyi Amerikalı Fil helen" olan ve daha sonra Yu nan ordusunda ge­ nerall iğe yükselen George J arvis'e, Dictioııary of Americaıı Bi­ og raphy 'de yer bile veri lmez. AI3D hükümeti, Babıali'ye karşı hiçbir resmi eylemde bulu nmamıştı , hatta 1 827'de Navarin'de lngihere , Fransa ve Rusya mü ttefik donan masının Osmanlı­ Mısır donanmasını yaktığı " tal ihsiz olay"dan sonra, Amerikalı gemi inşaatı işçileri Osmanlı donanmasını yeniden inşa etmiş­ lerdi. Yu nan isyanı sırasında, iki ülke arasında henüz diploma­ tik ilişkiler kurulmamıştı, ama bir ticare t antlaşması i<;in gö­ rüşmeler yapılmaktaydı.82 2 Mart 183 1 'de l stanbul'da Komodor David Poner'in masla­ hatgüzar olduğu bir ABD temsilci liği açılmış, Parter 1 839'da 79 Samucl S. Co.x. Di \'fr.ı ioııs vf u Diıılorııcıı iıı "/iı rlıry, Ncw Yo r k : Charlcs L. Websıcr. 1 887. 1 84 , 658; ıvaıı l lchcv, "Robcn ko lc zh i fo rnıirancto na bi l gars­ kata inıcligenısıya ( 1 863- 1 878)", lsıoridırslıi prt'glrd, no . 1 , 1 98 1 , 50-62. 80 Miller, ·ıravcls aııd Pol i ı i c s , 4 1 5. 81 Dou glas Daki n, !Jrilislı aııd Anıaicuıı l'lıillırllrıırs, Sclanık: l<lryma Mdcıoıı l lersonesou ıou Aimou, 1 957. 82 Encydopcılia vf Amrricaıı forcigıı Policy, N e w Yo rk: Scribııc r's, 1 9 78 , 764. ın ukim elçi olmuştur. Diplomatik ilişkilerin başlangıcı hiç de parlak olmamıştı. Babıali, Amerikalıları n , temsilcilerine düşük hir unvan vermesinden hoşnutsuzluk d uymuş, bunu bir saygı­ sızlık nişanesi saymıştı . Ayrıca , Doğu'da binlerce yıldır ayrıntı­ lı simgesel törenlerle sürdürülen armağan verme geleneği n i , Püriten bir ahlaka sahip olan genç ulusun mensupları anlaya­ mamış, basil bir yozlaşma örneği olarak görmüştür. Komodor Porler, Babıali'ye antlaşma için armağanlar gönderirken, her birinin üzerine fiyatlarının konmasına özen göstermişti. Reis E fend i , Porler'a yazdığı yazıda, eğer armağanlara belirtilen mi ktar harcanmışsa, bu miktarın çok fazla olduğunu bildir­ mişti. Parter, bunu daha fazla para sızd ı rmaya yönelik bir giri­ şim olarak yorumlamış, armağanların değerini çok iyi bildiği yanıtını vermiştir.83 Reis E fendi, bütün armağanları geri gön­ · derme tehdidinde bulunmuş, ama sonunda mesele tatlıya bağ­ lanmıştı. Daha sonra, David Parter, il. Mahmud dönemi lstan­ bulu'n un son derece etkileyici ve dengeli bir anlatısın ı kaleme almış, "Türk önyargı larına apoloji üretmek"ten uzak durarak, Hı ristiyanlar ile Türkler arasındaki düşmanlığı her iki taraftaki bağnazl ığa bağlamıştır.114 Yu nanistan'ın bağımsızl ığını kazan­ masından sonraki on yıl içinde, bu ülkeyle ilgili en ayrıntıl ı bilgileri veren, zekice v e önyargısız yazılmış anlatılardan birini ek, bir Amerikalı, ABD'nin ALina konsolosu , G. A. Perdicaris kaleme almıştır. Bunun nedeni, belki de, kendisinin Yunan kö­ kenli olmasıd ı r. 85 1 9 . yüzyıl boyunca Osmanlı l mparatorlu­ ğu'na yönelik geleneksel siyaset, yalnızca ABD vatandaşlarının haklarını korumaktı. Madencilik proj elerinde, sulama ve de­ ıniryolu imtiyazlarında hisse sahibi olmak için bir girişim, an­ cak 20. yüzyılın ilk onyılında yapılmış, ama Avrupa devletleri imtiyazlarını sağlamlaştırdıkları için "dolar diplomasisinin" bu girişimi "Türkiye'de başarısızlığa uğramıştır. "86 83 Gor<lon , Aıncricaıı Rclations witlı Tıırlıey, I 0- 1 2. 84 Da\'i<l Porıcr, Consıaııtiııoplc and ils Environs. . . , Brothcrs, 1 835, 3 1 7-3 1 8. c. 2, New York: 1-larper an<l 85 G. A. Perdicaris, Tlıe Grcece of tlıc Greelıs, New York: Paine an<l Burgess, Eııcyclopcdia of Aıncrican Forcign Policy, 273. 1946. 86 219 Resmi dış siyaset çizgisint; simgesel muha\ i Oer de söz konu­ suydu. Bunlardan ikisi, o dönemde pek önemli olmayan resmi devlet tavrının degiştirilmesine yol açmamış, ama lngil tere'de kam uoy unun o güne dek ödün vermeyen ç izgisinde köklü dö­ nüşüm yaratmıştır. Ocak 1 876'd a , H ollanda köke n l i , N ew York' l u varlıklı bir ailenin oğlu olan Eugene Schuyler, lstan­ bu l'da ABD temsi lciliğine katip ve başkonsolos olarak atan­ mıştı. Böylece, 1 867'den beri diplomatik görevlerde bul undu­ ğu Rusya'dan lstanbul'a gönderilmiş oluyordu. Schuyler, Rus kültürü, dili ve edebiyatıyla o denli yakından ilgileniyordu ki, Turgenyev'in Babalar ve Oğtı l la r'ının ilk l ngilizce çevirisini yapmıştı. 1 8 73'te Sen Petersburg'da, ikinci kuşak l rlanda göç­ men i , Ohio kökenli, maceraperest bir Amerikalı gazeteci olan januarius MacGahan'la tanışmıştı . Dil konusunda çok yete­ nekli, keskin zeka sahibi ve verimli bir yazar olan MacGahan, New Yarlı Hcralcl'ın dış muhabiri olmayı başarmıştı . Kişisel ce­ sareti sayesinde, ideal savaş muhabiri olmuştu. Fransa-Prusya savaşını ve Paris Komünü'nü izlemişti . Komün döneminde, Leh gene ral jaroslaw Dombrowski'yle dostl uk kurmuş, ko­ mü ncül erle birlikte ölmekten kıl payı kurtulmuştu. MacGa­ han, Rusların Hive'yi işgali sırasında orada bulunmuştu . 1 8771 878 Rus-Osmanlı savaşında görev yapacak G eneral Mihail Skobelev başta olmak üzere bi rçok Rus subayının saygısını ve dostluğunu kazanmış, ayrıca köklü ve soylu bir Rus ailesinin kızıyla evlenmişti. Doğu Krizi patlak verdiğinde, Balkanlar'a gönderilmeyi istemiş, ama editörüyle anlaşmazlığa düşünce, bu talebi gerçekleşmemişti. Bunun üzeri ne, liberal Landon Da­ ily News adına çalışmaya başlamış ve Sırbistan-Osmanlı sava­ şını izlemeye gitmişti . lstanbul'a giderken, birkaç ay önce Bul­ garların uğradığı kıyımları öğrenmiş, Osmanlı payitahtında bu meseleyi takip etme kararını vermişti.87 Schuyler, iki ha[ta önce lstanbul'a geldiğinde, Amerikan ce­ maatinin, özellikle Bulgar öğrencilerin de okuduğu Robert Ko87 Marin V. Pundeff, Bulgaria in Am e ri c aıı Perspcctive. Polirical and Cultural lssu­ es, Boulder, Co.: Eası European Monographs, no. 3 1 8 , New York: Columbia Universily Press, 1994, 205 - 2 1 6 , 2 1 9-22 l . kj'in öğretim kadrosun u n , Bulgar katlia mları haberleriyle son t1erece gergin olduğun u görmüştü. Amerikalı eğitimci ler, lngi1 iz büyükelçisi Sir l lenry Elliot'a başvurmuşlar, ama verdikleri lıa berler hiçbir etki yaratmamış, bir sonuç alamamışlardı. Dis­ racl i , ancak söz konusu haberler Daily News'da yayımlanıp ln­ g i l ı ere'de büyük bir tepki oluştuktan sonra, bir araştırma ya­ pıl ması emri vermek zorunda kalmış, ateşli Tü rkofil l ngi liz el­ � i l iğinin, ilgili dil leri bilmeyen bir mensubu nun başkanlığında l ı i r kom isyon kurulmuştu. l ngiliz araştırma komisyo n u n u n ı ı l ayları örtbas edeceği tahmin edildiği içi n , Amerikalılar Dışiş­ lcd Bakan lığı'ndan önceden onay almaksızın ayrı bir araştı rma y urütmeye karar verdiler. Araştırma grubu nda , Schuyler, Ro­ l ıert Kolej i'nde bir Bu lgar öğretmen olan Petir Dimitrov, Mac­ ( ; a ha n , Kölnische Zeitımg muhabiri Kari S c h n e ider, l sta n ­ l ıul'daki Rus elçiliği katibi P rens Tseretelev yer alıyordu. 13ul­ garistan'daki korkunç olaylar hakkında Dai ly Ncws'da yayı m­ lanan haberler, l ngiltere kamuoyunda büyük bir yankı uyan­ dırdı ve statükoya koşulsuz desteğin devam etmesi n i imkansız l ı a le getirdi .88 M acGahan'ın yazılarında anlatılan olaylar ger­ �Tk olsa da, çok aşırı bir duygusallık vardı. Özel likle, tecavüz rdilip öldürü len kadı n ları an latırken , yazarın duygusal yakla­ � ı ını iyiden iyiye belirginleşiyordu: "Kadınların başına gelenler lıcm ci nsellik konusunda aşırı püriten, hem de kadınlar konu­ ..,unda aşırı duygusal olan Victoria dönemi nin vicdanını sars­ ıııış, ama bu olaylara hastalıklı derecede bir ilgi uyanmıştı. "89 1'1 acGahan Rus ordusu ndan savaş muhabiri olarak cepheye gi t me izni al mış ve 1 877-1 878 savaşını izlemişti. Kongreyi iz­ lrnıek üzere Berlin'e gitmeye hazırlanırken , tifoya yakalanmış, 1 8 78 yazında lstanbul'da ö lmüştü. MacGahan bu savaşta muhabirlik yapan tek Amerikalı gaze­ teci değildi. Scribııer's Monthly ve Bostan Monıing joıırnal için � a lışan Edward Smith King de, Amerikan i ç Savaşı ve lspan­ \' a'daki Carlista savaşı üzerine haberleriyle ü n kaza ndıktan ,'i H januarius ı\lo ysius MacGahan, Tlıe Iiırlıislı Aın" iı ies i n llu lı:aria , Cenevre 1 966; Pundeff, "Schu ylcr and MacGahan," 2 1 8-2 1 9 , 22 1 . H'i ı\nderson, Miss l rby , l 26- 1 27 . y.y. , sonra , 1 8 77- 1 878'de Balka nlar'a gö nderil mişti . Paris Komü­ nü'ne sempatiyle bakmış bir liberal olan King, Balkanlar'daki Osma n l ı hakimiyetinin modern uygarl ığa uygun olmadığı inancındaydı.90 Balkanlar'a yapuğı geziden kendisine bir başka açıdan da yararlanmışu : 1 880'de ilk şiir kitabını yayımladı; bu kitap, kendi sözleriyle "Avrupa Türkiyesi'ne -Doğu'nun o ga­ rip sınır bölgesi ne- gerçekten 'Doğu'nun Ya nkıları'yla dolu olan topraklara yapılan bir gezinin" etkisiyle oluşmuştu.91 Bu ki tapla, çoğu Balkan e fsa nelerinden ve halk şarkıl arından esinlenen romantik şiirler yer alıyordu. King'in edebiyat ala­ nındaki bir sonraki çalı şması üç yıl sonra onaya çıktı: Aynı duygula rdan beslenmiş, ama yerli egzotizminden hareket eden bir yapıt olan ilk romanı Tlıe Ge11ıle Scıwıgc, Avrupalı ların so­ fistike dünyasıyla karşı karşıya olan Oklalıonıalı bir Kızılderili hakkındaydı . K i ng, pitoresk Balkan dağlıları ile "ortadan kay­ bolan Cherokee ve Choktaw ırkları nın mükemmel tipleri" arasındaki benzerlik üzerinde uzun uzun durmuştu. 1 lersekli kılavuzu Tomo, " Kızılderi l i topra kları nda görd üğüm güı,:lü kuvvetli, bronz tenli adamları" hatırlatıyordu kendisi ne.92 Av­ rupa'nın Kızılderili toprakları olarak Balkanlar, yalnızca örtük bir metafordu; Hitler, bunu, coğrafi sınırlarını bütün Doğu Av­ rupa'ya genişleterek metafordan gerçekliğe dönüştürecekti . Bu arada, Schuyler'den hoşnut olmayan Babıali , eylemine karşı protestoda bul undu ve ülkesine geri çağrılmasını sağladı. Blachwoods Magazine, Schuyler'e karşı, mesleği nin kuralla rına aykırı hareket ettiği suçlamasıyla ağı r bir eleşti ri yayı mladı: "Eğer Mr. Schuyler Osmanlı uyruklarının belirli bir sınıfının kamuoyunda baş savunucusu olmayı sürdürmek istiyorsa, ho­ bisini yapmak yerden göğe hakkıdır, ama görevinden istifa et­ mesi gerekir." Schuyler'e birçok suçlama yöneltiliyordu, bun­ lardan biri de Rus ajanı olmasıydı. En ı,:arpıcı suçlamalardan temize çıktı, ama Dışişleri Bakanlığı'nın soruşturmasında, gö90 King, Eu rope in Slonn. vii-viıi, 7 34. 776-777. 790. 91 Edward Ki ng, Edıors froın titr Orimt, Londra: 92 King, Europe i n Sıorm, 680, 705. C. Kcgan Paul, 1 880. vii. rüşlerinin " l ngiltere'nin Rusya'yla mücadelesinde Türkiye'nin sempatisinin azaltmaya büyük ölçüde yardımcı oldugu" sap­ ıandı ve görevi nden alındı. Ne var ki , çok geçmeden yeniden Balkanlar'a gönderildi, önce Romanya'da maslahatgüzar oldu, l 882'den itibaren Romanya, Sırbistan ve Yunan istan'da ilk Amerikan orta elçisi olarak görev yaptı . 1 884'te, Kongre, bir ı asa rruf tedbiri alarak, Balkanlar'daki orta elçi lik makamını kaldırdı. Schuyler, Romanya'da Romen edebiyatı ve mitoloj isi c.:alışmaya başladı . Bu çalışmaları sonucunda, Romanya bilim­ l e r akademisine üye seçildi. Bulgaristan'da, ''Osmanlı uyrukla­ rının belirli bir sınıfı "nda büyük saygınlık kazanmıştı.93 Diplo­ matik atamaların gerekçeleri açısından bu olay üzerinde daha fazla durmaya deger. Ülke hakkında bilgi sah ibi , ama o ülkeye d uygusal olarak baglanabilecek diplomatlar mı seçilmelidir, yoksa cehaletlerinden dolayı resmi çizgiden (veya o çizginin bulunmamasından) sapmaları söz konusu olamayacak kişilere mi görev verilmelidir? Amerikalılar, küçük istisnalar dışında, en azından Balkanlar'da daha güvenli seçenegi tercih e tmişler­ dir.94 Hatta, 20. yüzyıla kadar, Balkanlar nosyonunu kullanma­ ya bile alışmamışlard ı , hala "Türkler ve kaybettigi v ilayet­ l er"den bahsediyorlardı. Clıicago Record muhabiri William Curtis, gerçek bir seyyah-ı <ilemdi, Japonya, Hindistan , Burma, Orta Asya, Türkiye, Mısır ve Dogu Akdeniz'den Latin Amerika'ya kadar gezilmedik yer bırakmamıştı. Yunanistan, B ulgaristan, Sırbistan ve Bosna üze­ rine Tlıe Turk and His Lost Provinces adlı kitabı, iyi niyetle ya­ zı lmış bir eserdi, ama hızlı ürün veren, üretken yazarların ne­ redeyse kaderi oldugu üzere, yüzeysel gözlemlerle ve tarihsel hatalarla doluydu. Gerek Sırbistan'ı, gerekse Bulgaristan'ı köy­ lü devletleri olarak n itelemişti. Köylülüge yönelik alışıldık aşagılama tavrından uzak d uran Curtis, köylüleri " çalışkan , samimi ve zeki" bulmuştu. Ona göre, Bulgaristan, Quaker eya­ leti Pennsylvania'yla çarpıcı benzerlik taşıyordu. Her iki ülke93 lbid . , 222-224; Michael Boro Peırovich, "Eugene Schuyler and Bulgaria, 1 8761878," Bulgarian Hisıorical Review, no. l, 1979, 5 1 -69. 94 Pundeff, Bulgaria in American Perspeclive, 233-242. yi, anti-Semitizm olmaması açısından Romanya'dan üstün gör­ müşlü.95 Curtis'in tek, ama kötü niyet eseri olmayan hayal kı­ rıklığı Yunanistan'dı , bunun nedeni, büyük bir ihtimalle çok fazla beklentisi olmasıydı. Günümüzde Kızılderililerin Ama­ zon ormanlarına duyarsızlığından yakı nan yazıları hatırlatan bir paragrafta, "öğrencilerin görmek için dört bin mil yol ka­ tettikleri, sanat ve arkeoloji ürünlerinden habersiz Yunan köy­ lülerinin , " Korinthos'un "civarındaki tarlaları sürmeye devam etmekte" olduklarını yazıyordu. Yunanistan'ın gerçek bir de­ mokrasi olduğu yolundaki yargısı, bir övgü niteliği taşımıyor­ du: Demokratik ruh, genellikle Curtis'in olumsuz bulduğu şe­ killerde kendini gösteriyordu. C urtis, ilerlemenin önündeki büyük engellerden biri saydığı genel "eşitlik duygusu" karşı­ sında özellikle şaşırmıştı. Bu, komünist Balkan ülkelerine yö­ nelik daha sonraki Amerikan eleştirileriyle çarpıcı bir sürekli­ lik gösteren bir temadır. Curtis, ayrıca, özellikle soğuk savaş sonrasında görülen, Batı kamuoyunun işlevsel ve yararlı rolü­ ne mutlak inancın da kendine özgü bir öncüsüydü. Osmanlı padişahlarının korkunç kardeş katli geleneği n i anlattıktan sonra, "Avrupa kamuoyunun tepkisiyle son elli-altmış yılda bu kanlı uygulama yasaklanmıştır" diyordu.96 Curtis'in ifadesi, iki y üz elli yıllık bir hata taşıyordu. Kardeş katli, 1 6 . yüzyıl sonlarında, Avrupa'nın kamuoyu tepkisinden çok farklı ne­ denlerle sona ermişti. Bizim açımızdan, yukardaki incelemeden çıkan sonuç, 1 9 . yüzyıl sonuna dek Amerikalı v e lngiliz tutumları arasındaki ya­ kın ilişki, hatta bu tutumların birleşmesiydi. Bu, yalnızca lngiliz kültür imparatorluğunun hala gön ü l l ü ve bilinçli olarak bir parçası olan turistlerin yazdıklarında değil, lngiltere'yle eşgü­ dümlü yürüyen ve büyük ölçüde Rusya korkusuna dayanan ABD dış politikasında ve diplomasisinde de görül ür. 19. yüzyıl sonuna gelindiğinde, farklı dillerde ve farklı kişilerce ortaya ko­ nan izlenimlerin ol uşturduğu zengin, çeşitlilik dolu ve her za95 William Elcroy Cunis, Tlır Tu rlı arıd l lis Lost Provinces, Chicago, New York ve Toronıo: Fleming i l. Revel, 1 903, 1 9 1 , 203-206, 261 -265. 96 lbid., 325, 336, 68. man uyumlu olmayan koro içinde, kabaca aristokrat ve burj uva diye nitelenebilecek en azından iki algılama örüntüsü görülebi­ lir. Bu tanımlama, özellikle "üretim tarzı anlatısı" , "tarihsicilik" ve "sınıf analizi" bugün iyiden iyiye gözden düştüğü için, isa­ betli bulunmayabilir. Yine de, bu tanımı yalnızca daha iyisi ol­ madığı için kullanmıyorum. Bu kullanımın iki nedeni var: Bi­ rincisi, söz konusu örüntülerin sınıfsal tutumlara dayandığını göstermek istiyorum. ikincisi, bu iki kavramın, burjuva ve aris­ tokratın, özellikle 19. yüzyılda meşru yerleri ve gerçek bilişsel değerleri olması. En azından 19. yüzyıl ortalarına kadar, aris­ tokrat söylem egemen söylemdi. Hatta, bu tarihten sonra da bütünüyle geri plana itilmediği söylenebilir. Bu örüntünün yay­ gınlığı kısmen şöyle açıklanabilir: 19. yüzyılın hatırı sayılır bir bölümüne kadar, Balkanlar üzerine izlen imlerini kaleme alanla­ rın büyük çoğunluğu , aristokratlar veya onlarla yakın ilişkisi olan ve onların beğenilerini ve tutumlarını taklit eden kişilerdi. Bu durum, anayasal düzen , cumhuriyetçilik ve demokrasi ilke­ lerini yücelten bir Amerikalı olan diplomat Samuel Cox'un yaz­ dıklarında olduğu kadar çarpıcı biçimde başka hiçbir yerde gö­ rülemez. Yine de, Cox, Gibbon'ın Türklere, onların sabrına, di­ siplinine, ölçülülüğüne, cesaretine ve alçakgönüllülüğüne duy­ duğu hayranlığı paylaşıyordu: "lşte bu sağlam nitelikleri saye­ sinde, hareme, aristokrat iktidara , Yeniçerilere ve saraya rağ­ men, bu ırk ve yönetim Doğu'da gücünü korumaktadır. " Cox Bulgarları bir köyl ü toplumu olarak niteliyordu. Ona göre, bu toplumda, N orveç, Kansas, lsviçre ve Texas'ta olduğu gibi bir "kırsal demokrasi" vardı, Bulgarlar dürüstlük, samimi­ yet ve tutumluluk gibi iyi niteliklere sahipti , ama yavaş, ev ha­ yatına kapanmış, ciddi ve yabancı lara pek sıcak davranmayan insanlardı. Bulgaristan'ın "görkemli geçmişi" Ortaçağ'dayd ı , o zamanlar ülke, Almanya , Macaristan, Fransa ve l ngiltere'yle karşılaştı rılabilecek bir uygarlık düzeyine erişmişti. Cox'un Romanya anlatısı ise, o sırada bu ülkede yaşanan toplumsal eşitsizlikleri ve derin sorunları bilen kişiler için çok şaşırtıcı­ c.lır. Ona göre, Romenler, Batı uygarlığının etkisini taşıdıkları için özel bir ilgiye layıktı lar. "Aslında, Romanya gerçek anla225 m ıyla bir Balkan ülkesi değildir." Romenler çok seyahat edi­ yor, müziği ve gösterileri seviyordu, çok güzel atları vardı, "şa­ tafatlı arabaları benzersiz"di, çok düzgün yapılmış, zarif evleri vardı, ayrıca, şövalyelik, yiğitlik taşıyan mağrur insanlardı .97 Osmanlı imparatorluğu ve Balkanlar'daki gelişmelerin · de­ ğerlendirildiği aristokratik bakış açışı , ö nceki yüzyıllardaki Osmanlı gücüne gösterilen saygıda net bir şekilde belli olu­ yordu. i mparatorluğun gerileyişine horgörüyle bakılmasında bile bu tutum bulunabilir; büyüklüğün kaybedilmesi karşısın­ da üzüntü , hatta çaresizliğe dayanan bir öfke sezilebilir. Ayrı­ ca, imparatorluk ve otoritenin kabulü çok köklü bir tavırd�. Genel lslam karşıtı , çoğu zaman düpedüz köktendinci Hıristi­ yan retoriğe rağmen, Avrupa yönetici elitlerinin büyük çogun­ lugu için, güç dengesi kaygılarından bağımsız olarak, Balkanlı türediler yerine Osmanlı yöneticileriyle özdeşleşmek daha ko­ laydı (zaten öyle yapmışlardı). Bu yaklaşımda, yal nız yönetici­ lerle kurulan empati değil, ayrıca uyruklara yönelik sempatiye dayalı , ama küçümseyici tavır da kendini gösteriyordu. Bura­ da, aristokratın köylüye karşı esas olarak önyargılı, ama koru­ yuculuk taslayan tavrı söz konusuydu. Bu açıdan , Osmanlı yö­ netiminin köylülüğe yönelik genel tutumuyla çok büyük bir benzerlik bulunuyordu: Köylüler, toplum u n temel direğiydi, korunup kollanması gereken bir sınıftı. · i kinci örüntü ise , tamamen farklı bir değerler dizisinden kaynaklanıyordu. Bu değerler, esas ilibarıyla aristokrat deger­ lere karşıydılar, ama daha önce geliştirilmiş önyargılar üzerine kendi özgün stereotiplerini garip bir biçimde eklemişlerdi. Bu, b ü tünüyle 1 9 . yüzyıla özgü y e n i b i r fenomendi , Aydınlan­ ma'nın düzçizgisel evrim düşüncesine ve ilerici-gerici, ileri-ge­ ri, sanayileşmiş-tarımsal, kentsel-kırsal, rasyonel-irrasyonel, tarihsel-tarihsel olmayan gibi dikotomilere dayanıyord u . Bu yaklaşımı, Rebecca West şöyle özetlemiştir: 19. yüzyıl lngiliz gezginleri, genellikle, Osmanlı lmparatorlu­ gu'nun Hıristiyan uyruklarına ilişkin olumsuz bir görüş oluş97 Cox, Divcrsions of a Diplomat, 1 1 1 , 1 83-184, 642-643, 658. 226 turmuştu. Onların pis, cahil , (genellikle yoksul oldukları hal­ de) tamahkar, yaltaklanan , konuk sevmeyen ve (genel likle korkak oldukları halde)' nezaket bilmeyen kimseler oldukları­ nı söylüyorlardı. Lancashire ve Yorkshire'ın yeni sanayi ce­ hennemlerinde yaşayan, pis kokmakta, aşırı cin i çmekte ve kaba olmakla ısrar eden kişileri nasıl eleştiriyorlarsa, onları da aynı şekilde eleştiriyorlardı. Hatta, ülkesinin bu talihsiz in­ sanlarının, orta ve üst sınıOara mensup hayırseverlerin misyo­ nerlik faaliyetlerine konu olmasından nasıl memnuniyet du­ yuyorlarsa, Hıristiyan Slavlar ı n , zarif kişisel a lışkanlıkları olan, incelmiş, cömert, ağırbaşlı , konuksever ve son derece nazik Türklerin gözetimi altında olmasından da aynı memnu­ niyeti duyuyorlardı.98 Ne var ki, bu yeni yaklaşımın aristokrat yaklaşımdan ayrıl­ dığı nokta, Osmanlıların tedrici olarak, ilerlemenin önünde te­ mel bir engel sayılmasr, sonunda büsbütün gözden düşmesiy­ di. Aslında, nasıl demokrasi 20 . yüzyıl sonlarında kilit bir kav­ ram haline geldiyse, 19. yüzyıl sonlarında ilerleme de böyle b i r kavrama dönüşmüştü . 1 890'larda lngil tere'nin dış politika­ sını eleştiren ve geniş görüşlü lngiliz tarihçilerinden biri olan William Miller'a göre, lngiltere "bariz kusurlarına rağmen, hiç değilse Türkiye'nin sahip olmadığı şeyi, yani ilerleme tohum­ brını barındıran Hıristiyan devletleriyle dostluk kurmaya ça­ lışmalı"ydı . Mil ler, ilerlemeye bağlı olmasına karşı n, kollayıcı muhafazakar tavrını bırakmıyor ve şöyle diyordu: "Türklerin yüzyıllardır süren kötü idaresinden yeni kurtulmuş bir Doğu halkına uygun tek yönetim şekli, hayırhah otokrasidir. Bütün politik düzenbazlıklar içinde en kötüsü, bir Doğu ulusuna, ka­ mu işlerini öğrenme fırsatı sağlanmadan, eksiksiz temsili yö­ netimin bahşedilınesidir. " Miller, Yunanistan, Sırbistan ve Bul­ garistan'daki parla menter yöneti min ve "sınırsız " , "m utlak" demokrasinin doğurduğu feci sonuçlardan derin üzüntü du­ yuyordu.99 O dönemde demokrasi, lngilizlerin içselleştirdikle'lH Rcbccca West, Blaclı Lamb and Grey Falcon, New York: Penguin, 1 969, 1 095. cı9 M i ller, Travels and Politics, 1 1 8 , 279, 295-297, 3 1 9. 227 ri sınıf hiyerarşi lerine yönelik temel tehdi tti. 20. yüzyıl başla­ rında bir başka lngiliz yazar da, Yu nanlıların dünyadaki en de­ mokratik halk olduklarını düşünüyordu: "Sınıf ayrımlarının bulunmaması, Batılı gezgini şaşkınl ığa düşürecektir. Kaurcısı­ nın, ev sahibinin sofrasına kurulan bir konuk, doktor veya köy muhtarı olduğunu görecektir. Garsonların ve hizmetçile­ rin senli ben l i tavırları, yeni gelen ziyaretçiyi rahatsız eder, ama çok geçmeden o da bu adete alışacaktır. Aslına bakı lırsa, bu tavırları kırıcı değildir. " 1 00 Başka pek çok gezgi n , imparatorluk ve otokrasi nin genel reddi üzerinde duru yordu: "Son zamanlarla imparatorluklara kuşkuyla bakıyorum . Zaten çocukluğumdan beri bilinçli veya bilinçsiz olarak imparatorlukların değerini kafamda tartışır dururdum , çünkü dü nyanın gördüğü en büyük imparatorluk­ lardan birinin yu rttaşı olarak doğmuştum, derken büyüd üm, onları en şiddetli şekilde eleştirenlerden biri oldum."101 i mpa­ ratorlukları kötülemek bir Amerikalı için çok daha kolayd ı . Edward King'e göre, "gelecekte Avrupalıların çoğunluğu de­ mokrat, imparatorluk karşıtı ve i lerici olacaktı." King, tipik bir Yankee iyimserl iğiyle, sanayi ve ticaret yoluyla ilerleme fi­ kirlerine dayanarak Balkanlar için parlak bir gelecek öngörü­ yo rdu. "Bütün Gü neydoğu Avrupa'n ın barbar despotizmden kurtulmasını" coşkuyla karşılıyor, "çok geçmeden bu toprak­ ların demiryollarıyla örüleceğine ve Avrupa ticaret ine yeni bir canlılık kazandırmak üzere muazzam kaynaklarının kullanıl­ maya başlanacağına" inanıyord u . 102 Bu görüşün aristokrat yak­ laşımla ortak noktası, köylülüğe yönelik genci küçümseyici ta­ vırdı, ama burada aristokratın adeta iyiliksever kollayıcı havası görülmüyordu . Bu bakış açısına göre, köylülük hala hesaba katılması gereken, ama esas itibarıyla devri geçmiş bir ekono­ mik ve sosyal düzene ait olan bir sosyal gruptu. En olumlu de­ ğerlendirmeyle köylülük, tarihin merkez sahnesinden çekilen 1 00 Duckeıı Ferriman, G rfecr aııd ılıe Grrchs, l 50. ı o ı Wcsı, Uladı l.cınıb and Grry Falcıın, 1 089 . 102 l\ i ng, Eu rvf'e iıı Sıornı, vi i - i x . bir lOpluluktu , arkaik adet ve inançların gözlemlenebileceği bir nadide varlık, bir hazine niteliği taşıyordu. 1 9 . yüzyıl sos­ yalistlerinde görülen en aşırı yaklaşımda, köylülüğün bütü­ nüyle yok olacağı çok kesin bir öngörü olarak ortaya konu­ yordu. l ronik görünebilir, ama Komünist Manifesto, kentsel, rasyonel, sanayileşme ve ilerleme yanlısı şeklinde en geniş an­ la mıyla düşünüldüğünde burj uva bakış açısının en mükem­ mel ifadesiydi: Burjuvazi, kırsal alanları kentlerin egemenliği altına soktu. Çok büyük kentler yaranı, kent nüfusunu kır nüfusuna oran­ la çok fazla anırdı, böylece nüfusun önemli bir bölümünü kırsal hayatın budalalığından kurtardı. Tıpkı kırsal alanları kentlere bağı mlı kıldığı gibi, barbar ve yarı barbar ülkeleri de uygar ülkelere, Doğu'yu Uatı'ya bağı mlı hale getirdi. 103 Eşitlikçi köylü toplumları hakkındaki aristokratik önyargılar, ıck değeri Avrupa'nın açık hava Vollısmuseum'unu oluşturmak olan Balkanlar'ın batıl inançlı, irrasyonel ve geri kırsal geleneği olarak görülen geleneğe ilişkin kentsel burj uva önyargılarına dönüşmüştü. Ayrıca , algılama estetiğinde de belirgin bir deği­ şim söz konusuydu: "Aristokratik kültür, yozlaşma ve duyusal­ lığa yönelik burj uva saldırısı karşısında yavaş yavaş gerilerken, egzotik ve doğulu olanın kozmopolit, hedonist değerlendirme­ si, yerini , hoşgörüsüz bir tulumla 'görgülülük' takın usına bı­ rakmıştı."104 Bu algılama örüntüleri , ayrıca, giderek eğitimli Av­ rupalıların ortak bakış açıları haline gelen yaklaşımla şekilleni­ yordu. Eğitim görmüş Avrupalılar, farklı dönemlerdeki entelek­ tüel akım ve modaların getirdiği inançlarını ve önyargıları pay­ laşıyorlardı: Rönesans değerleri , hümanizm , ampiriz m , aydın­ lanma fikirleri, klasisizm, romantizm, haıta zaman zaman sos­ yalizm . . . Ama, neredeyse her zaman Aijaz Ahmad'ın " 1 9. yüzyıl 1 03 Kari Marx ve Frederick Engels, "Mani[esıo o[ ı he Communbı l'any." Cvllec­ ırd Worlıs, çev. Richard Dixon eı a l . , c. 6., New York: lıııernaııonal, 1 976, 488. 1 04 lli llie Melman, Wom en s Orients: Eng l i s h Wonıcn and ıhc Middle ı:ası, 1 7 I 81 9 1 8. Sexualiıy, lleligiun and Worlı, Ann Arbor: Uııivcrsiıy o [ M ichigan Press, 1 99 5 , 3 1 1 . Avrupamerkezciliği'nin basmakalıp yargıları'.' dediği şeyler bü• tün bunlara damgasını vurmuştu .105 Söz konusu inanç ve ön­ yargılar, sonraki dönemler boyunca aktarılmış, sonraki kuşak­ lar tarafından bazen değiştirilerek, bazen değişti rilmeden, çoğu zaman iç içe geçmiş bir şekilde sürdürülmüştür. Bu miraslar, Balkanlar'ın temel sorunlara marj inal olduğu , Balkanlar üzerine perspektifin hiçbir şekilde farkına varılma­ dan kullanıldığı tartışmalarda en belirgin hale gelir. 21 N isan 1 894'te, Londra'da Avenue Theatre, George Bernard Shaw'un Plays: Pleasaııt ar.ıd Unpleasant'ının ilk oyununu sergilemişti. llk programda Anns and tlıe Man "Romantik Bir Komed i" all­ başlığını taşıyordu. M uhtemelen seyirciler bu altbaşlığı düzan­ lamıyla algılad ıkları için, eserin daha sonraki baskılarında "Anti-Romantik Bir Komedi" altbaşlığı konmuştu. Shaw, Anns and 1/ıe Maıı'i, "askeri romans konvansiyonlarını yıkmak ve sa­ vaş ile kadınlar üzerine çok daha sağd uyulu bir görüş getir­ mek" amacıyla yazmıştı.106 Shaw, kendisinin söylediğine göre, önce karakterleri Baba, Kız, Yabancı, Kahraman Aşık vb. adlar taşıyan bir oyun yazmıştı. Daha sonra , Sidney Webb'den oyun için iyi bir savaş bulmasını istemişti. Webb "iki dakikada yer­ yüzünde yapılmış bütün savaşları gözden geçird i , ardından Sırp-Bulgar savaşının benim aradığını şey olduğunu söyledi . " Bunun üzerine, Shaw önce olayın Sırbistan'da, bir Sırp ailesin­ de geçmesine karar vermişti. Sonra, savaş sırasında Bulgar do­ nanmasına komuta eden amirale oyunu okuyup, ondan Bul­ garların hayatı ve fikirleri üzerine bilgiler edinince, karakterle­ rinin Sırp değil, Bulgar olmasını uygun gördü. 1 07 Shaw, prömiyerden bir hafta önce, 1 4 N isan 1 894'te Tlıe Star gazetesi için kendi kendisiyle zekice bir görüşme yazarak oyu­ nun reklamını yaptı . Anııs aııd tlıe Man'in Adelphi melodramı üzerine bir yergi olup olmadığı sorusuna verdiği cevapta şu 1 05 Ahmad, /n Tlırory, 229. 1 06 Manin Mciscl. Slıaw and ılır Nineteenıh-Crnlıırv Tlıralre, Princeıon, N .J . : Princeton Universiıy Press. 1 963, 1 86, 1 94. 1 07 George Bernar<l Shaw, Collrcıcd Plays wiılı Tlırir Prcfaccs, c. 1 , Ncw York: Dodd, Mca<l, 1975, 48 1 -482. açıklamayı getirmişti: "Bulgaristan bir açıdan Adelphi Tiyatro­ su gibidir. Romantik hayallere ve Don Kişot'vari ideallere o ül­ kenin gül vadilerinde bolca rastlanır. Anns and tlıe Man'de bu hayal ve ideallere layık oldukları yer verilmiştir; onların ger­ çeklik karşısındaki durumlarını gerçek hayatta olduğundan ne eksik gösterdim, ne de fazla." Oyuncu kadrosuna övgü ler dü­ z e n Shaw, oyun başarısız olursa bütün sorumluluğu n kendisi­ ne ait olacağını belirtmiştir. "Kahraman kim olacak?" sorusu­ na cevabı şöyledir: Bulgaristan'da herkes kahraman. M r. G ould Balkanlar'daki şövalyeliği sahnede sergileyecek; - Mr. Gould'un fantastik bir renk taşıyan rollerde neler yapabileceğini biliyorsunuz. Seyir­ ciler onunla M r. Yorke Stephens arasında bir seçim yaparak kendi gözde kahramanlarını belirleyebilir. Mr. Stephens, Batı Avrupa'nın yüksek uygarlığın ı n görece serinkanlılığının, sağ­ duyusunun, verimliliği n i n ve sosyal eğitiminin timsal i ola­ caktır. Sonra Mr. Welch var. .. Kendisi, Bulgaristan'ın etnoloji­ sini, yerli ırkların özgün adetlerini ve önyargılarını, askeri sis­ temlerinin tuhaflıklarını açıklama görevini üstlenecek. Böyle­ likle, diğer karakterlerin katıldığı hafif sahnelere, ciddi bir bi­ limsel arka plan oluşturacak.108 Bu tür bir bilimsel sahne, eleştirmenlerin tepkisini çekmişti. Söz konusu sahnede, Binbaşı Petkoff rolündeki Mr. Welch bir monologda, kişisel hijyen üzerine birtakım değerlendirme ler­ de bulun ur: PETKOFF öııiinde lıalıve, eli nde sigara: Bu modern adetleri fazla ciddiye almak gerektiğine inanmıyorum. Şu durmadan yıkanma merakı, sağlık lçin iyi ola ıiı az. Doğal değil çünkü. Filibc'de bir lngiliz vard ı , her sabah yataktafl kal kınca soğuk suyla duş yapardı. iğrenç! Hep l ngilizlerden geliyor bu adet­ ler: iklimleri öylesine pis ki, dur!lla dan yıkanmak zorundalar. Babama bak! Ömründe bir Kere banyoya girmemiştir; doksan sekiz sene yaşadı , Bulgaristan'daki en sağlıklı adamdı. Haftada 1 08 lbid. , 475-477. bir banyo yapmaya bir diyeceğim yok; ama bunu her güne çı­ karmak, ipin ucunu kaçırmak, gülünç olmaktır. 109 Shaw, eleştirmenleri pek kaale almazdı, ama "Bulgaristan'da sabun ve su üzerine söylenen birkaç söz"den dolayı kendisine yöneltilen sinizm ve vülgerlik suçlamalarının dayanaksız ol­ duğunu göstermek için büyük çaba harcadı. Shaw'un açıkla­ malarına göre, amacı , "Bulgarların 1 885'teki uygarlık a·şaması­ nı seyircinin gözleri önüne sermekti. O sırada, temiz hava ve temiz giysiler sayesinde, Bulgarlar, biz Londra'dakiler şehrin bu kirli havasında ne denli sık yıkanırsak yıkanalım, bizden çok daha temizdiler. Batı'nın büyük şehirlerinin banyo alış­ kanlıklarını, hijyen nedenleriyle değil, sırf kültür ve uygarlık seremonileri olarak benimsemekteydiler." Bu "gerçekçi değer­ lendirmenin Bulgar ulusuna bir hakaret sayılması"ndan rahat­ sızlık duymuştu . 1 10 Shaw'un " benim gerçek dünyam" dediği dünya ile "eleştirmenlerin sahne dünyası" arasında görülen uyuşmazlık, oyunun kendisinde de bulun uyordu . Shaw, bu noktayı ortaya koymak için , 1 885'teki tarihsel ortamı kısaca tanıtmaya çalışmıştı. Bulgarlar, ü lkelerinin birliğini sağladık­ tan sonra, topraklarını işgal etmeye kalkışan Sırplar karşısında beklenmedik bir zafer kazanmışlardı. Bu sayede, "Bulgarlar al­ tı ay boyunca bir kahramanlar u lusu olarak görülmüştü." A m a Türklere yüzyıllar süren esaretlerinden yeni kurtuldukla­ rı ve dolayısıyla barbarlıktan kurtulma işine -ya da isterseniz, uygarlık hastalığını kapmaya- yeni başladıkları için, çok cahil kahramanlardı ... Batı uygarlığına katılma girişimleri, savaş gi­ rişimlerine çok benziyordu - öğretici , romantik, cahilce. 1 1 1 Bu romantik ve yurtsever kahramanlar dünyasına, tecrübeli ve şüpheci bir Batılı, "lsviçre'nin yüksek demokrat uygarlığın­ dan profesyonel bir asker" girmişti. l kisinin karşı karşıya kon­ ması, oyunun özünü oluşturuyordu: " Komed i , kuşkusuz, Is1 09 lbid. , 4 1 7. 1 1 0 lbid., 506-507. ı ı ı lbid . , 490. viçreli'nin bilgisi ile Bulgarların yanılsamalarının çarpışmasın­ dan doğmaktadır." Romantizm-gerçeklik alegorisi daha da ile­ ri götürülmüş, realizm-tiyatro önyargıları alegorisi oluşmuştu: "Bu dramatik tabloda Bulgaristan, bir oyunun sergilendiği ilk gecenin özel koltuklarının simgesi olarak alınabilir. Bulgarlar drama eleştirmenleridir; lsviçreli onların alanını işgal eden re­ alist oyun yazarıdır: komedi, realist oyun yazarının sunduğu gerçeklikler ile sahne dünyasının önyargılarının çarpışmasının komedisidir. " 1 1 2 Kuşkusuz Shaw, bizatihi Bulgar meselesiyl e p e k ilgilenmi­ yor, daha çok romantik aptalca hayaller ile çıplak gerçekliğin karşılaşmasının getirdiği genel felsefi soruları ele alıyordu. As­ lında, hiçbir zaman özel olarak Bulgarların hassasiyetlerine dokunmayı , onlara saldırmayı amaçlamamıştı; yine de, dört yıl sonra, 1 898 yılında oyunlarının ilk baskısına yazdığı önsözde, Bulgaristan başbakanı Stambolov'a yönelik korkunç suikasti , "kölelikten yeni kurtulan, canlanmış ırkların Batı uygarlığını ilk taklitlerinin teatral niteliği ne il işkin skeçimin sahih oldu­ ğunu gayet sansasyonel bir şekilde doğrulayan" bir olay diye yorumlamaktan kendini alamamıştır. Ne var ki, yirmi-otuz yıl sonra eser veren yazarlarda görülen, Balkanlar'a yönelik aşağı­ layıcı sözlerin hiçbiri, Shaw'un eserlerinde yoktur: Shaw'da söz konusu olan , kuşkusuz biraz tepeden bakan, ama şakacı ve sabırlı bir tavırdır, bir yetişkinin bir çocuk karşısındaki ha­ fi fseyici tavrıdır. Shaw'un asıl savı şuydu : Anns and tlıe Man de idealizme ge­ rek açık, gerekse üstü kapalı olarak yöneltilen genel sald ırı , ·'Gladstone'un bu Balkan prensliklerinin Türk despotizminden kurtarılması çağrısında bulunmasına yol açan ve esaret altında­ ki bu zavallı eyaletleri umutlu ve gözü pek küçük devletlere dönüştüren" türdeki siyasal ve dins�l idealizme ağır bir darbe indirecekti. Shaw'a kalı rsa, bu darbe ne kadar çabuk indirilirse, o kadar iyiydi: "Romansa siyaset ve ahlak alanında verilen pöh­ pöhlü bir isim olan idealizm, benim açımdan, din ve etikteki ' 1 1 2 lbid., 490-49 1 . romans kadar zararlıdır. " Shaw, "bir-iki liberal devrim"in iki­ yüzlülüğüne getirdiği acımasız eleştiride şunları söylüyordu. Hırsızlık, açlık, hastalık, suç, içki, savaş, zalimlik, açgözlülük ve uygarlığın diğer bütün klişeleri üzerine sahte ihtişam yükle­ yen, sahte ahlak ve sahte 'uygun davranışlarla' yetinmem artık söz konusu olamaz. Bu klişeler, insanları bütün bunların ilerle­ me, bilim, ahlak, din, yurtseverlik, emperyal üstünlük, ulusal büyüklük ve gazetelerin taktıkları bin bir çeşit ad olduğu yo­ lunda ahmakça gösterişler yapmak üzere tiyatroya çekiyor. 1 13 Shaw, bazı eleştirmenler tarafından yanlış anlaşılmış olabilir, ama Balkanlar'da, özellikle Bulgaristan'da çok doğru bir şekil­ de anlaşılmıştı . Arms and the Man, bu ülkede h içbir zaman Shaw'un repertuvarının sevilen bir parçası olmamıştır. Hatta , l 920'lerde, Petriç'te Makedon ihtpaki örgütünün mensupları oyunun sergilenmesini engellemişlerdi . 1 14 Bu çıyun, Sırp tiyat­ rolarında da pek rağbet görmemişti; john Reed l 9 1 5'te Sırbis­ tan'ı ziyaret ettiğinde Sırpların oyun hakkında çok hassas ol­ duklarını görmüşt ü . 1 1 5 Ne var ki, Balkanlı seyircileri rahatsız eden şey, sabun ve suya ilişkin sözler değildi. Shaw, Bulgar as­ kerlerinin irrasyonel cesaretleriyle ve cehaletleriyle alay eder­ ken haklıydı, ama u mutsuz görünen bir mücadelenin yalnızca onların gözü pek, azimli ve inançlı olmaları sayesinde parlak bir zafere dönüştüğü de doğruydu . Aslında, 1 9 . yüzyılda kuru­ lan Balkan devletlerinin hepsi , !lteşli ve gözü pek bir milliyet­ çiliğin -Shaw'un rasyonalizmiyle hiç tahammül göstermediği , o öz ü itibarıyla romantik ideoloj i nin- ürünleriyd i . Shaw'un "anti-romantik komedisi", Balkanlar'ın tam da özüne cephe­ den yapılmış bir saldırı anlamı taşıyordu. Bu tutumlar, gerçi en billurlaşmış şekliyle lngiliz geleneğin­ de görülür, ama farklı Avrupa gelenekl erinin birçoğunda da değişen derecelerde bulunabilir. U l usal geleneklerin birbirle1 1 3 lbid . 384-385. 1 14 Richard j . Crarnpıon, ı\ Slıorl l listory of Bıılgaria, New Yo rk: Carnbridge Uni­ vcrsiıy Press, 1 987, 1 03. 1 1 5 John Reed, Tlıe War in Eastem Europe, N e w York: Scribncr"s, 1 9 1 9, 38. . rinden farklı olduğunu, gezi eserlerini inceleyen ilk araştırma­ cılardan biri, Bulgar lvan Şişmanov, daha 1 890'larda alaycı bir üslupla dile getirmişti. Anlatı tarzının genellikle gezgi nlerin ulusal özelliklerini yan­ sıtması dikkat çekicidir. Alman, her şeyden ônce, yol boyunca neler yiyip içtiğini, nerede iyi, nerede kôtü şaraba rastladığını , y o l arkadaşlarının nerede fazla sebze yemekten m idelerini bozduklarını vs. kaydeder. Fransız -toujours galanı [ zendos t ] ­ gümüş sikkelere adını kazır, sonra da onları hatıra olarak ka­ dınlara dağılır; l.ngiliz, Albion'un sadık oğlu ve duygusal Ric­ hardson'ın ôğrencisi olarak, çeşitli malların fiyatlarını de'rteri­ ne kaydetmeyi ihmal etmez, ama aynı zamanda Balkan doğa­ sının güzellikleri karşısında sahici bir haz ve keyif duyar. 1 16 Bu değerlendirme, gözlemcilerin tutumlarına, onların ken­ dilerine ulusal stereotipler yükleyerek verilmiş zekice bir kare şılıktı, yine de farklılıklar açıkça kendini göstermektedir. Ger­ çekten, 20. yüzyıl öncesi nde, eğitim görmüş Avrupalıların ba­ kış açılarındaki ortak yönlere rağmen, ortak bir Avrupa veya Batı geleneği yerine, ayrı ayn ulusal geleneklerden bahsetmek daha uygundur. Avrupalı veya Batılı kimlikleri, ancak 20. yüz­ yılda, gittikçe artan küreselleşmeyle birlikte, özellikle de ikin­ c i Dünya Savaşı sonrasında işlevsel hale gelmiş, bu dönemde bile söz konusu kimlikler, etnik, siyasal , sınıfsal , mesleki, ide­ olojik ve diğer ayrım çizgileriyle parçalanmıştır. Haçlı seferle­ ri, lslam karşısında elılimen ih bir H ı ristiyanlık yaklaşımı nın son tezahürleriyd i , beş yüzyıl sü ren Osmanlı idaresi, Avru­ pa'da farklı devlet oluşumlarının giderek artan bir partiküla­ rizmine, daha sonra da milliyetçiliğine tekabül etmişti. Kuşku­ suz, bu durum, ulusal gezi ekolleri denebilecek gelişmelerde de yansımasını bulmuştu. Bunların doğuşu, kısmen, şu ya da bu zamanda farklı bir Avrupa devletinin Osmanlılarla en yo­ ğun ilişkileri sürdürmesine, dolayısıyla belirli bir dönemde ge1 16 lvan O. Shishmanov, "Stari pltuvaniya prez Bilgariya v posoka na rimskiya vocnen pil i t Belgrad za Tsarigrad," Sbomilı za narodni umotvoreniya, c. 4, Sofya: 1 89 1 , 324-325. zi eserlerinin çoğunu o ülkenin gezginlerinin üretmesine bağ­ lıydı. 1 5 . yüzyılda Venedikli, 1 6 . yüzyılda Venedikli ve Habs­ burglu gezginler büyük bir çoğu nluk oluşturuyordu; 1 6 . ve 1 7 . yüzyıllarda Alman dilinde eser veren gezginler ağırlık ka­ zanmaya başladı; sonraki iki yüzyılda yerleri ni yavaş yavaş Fransız gezginlere bıraktılar, nihayet lngiliz gezginler öne çık­ tı. Gezi edebiyatında farklı geleneklerin oluşmasının bir nede­ ni de, Balkanlar'a giden gezginlerin ve diğer gözlemcilerin ço­ ğunluğunun devlet görevlileri olmaları , dolayısıyla kendilerini devletlerinin temsilcileri olarak görmeleriydi. Son olarak, bu alanda eser verenler, çevirilere ve artan bilgi alışverişine rağ­ men, kendi dillerinin edebiyat geleneğinin sürekliliği içinde yer alıyorlardı. Ogier Busbecq veya Luigi Marsigli gibi gerçek­ ten kozmopolit yazarlar bul unmasına rağmen, gezginlerin ço­ ğunun sergilediği bu yaklaşımlar, gezginlerin görüşlerinin , bu­ rada ortak bir kronolojik dizi halinde değil de, yarı-ulusal bir çerçevede (dil ve devlet ölçütlerine bağlı kalarak) değerlendi­ rilmesinin ardında yatan temel gerekçedir. Gezi eserleri yazanları değerlendirirken 'ul usal' yaklaşımı benimsememin bir başka nedeni, "Batılı" görüşleri, "Batı'nın" algılamaları ve "Batı'nın" siyaseti gibi bütüncül kavramlar kul­ lanmaktan, böylece o dönemde mevcut olmadığına inandığım homojen ve monolitik bir görünüm olduğunu ima etmekten çeki ndiğimi, bu tür kavramlara son derece kuşkuyla baktığımı göstermek istememdir. Bunun anlamı, ortak stereotipler olma­ dığı değil , tek bir Batı olmadığıdır. Kendi siyasal gerçeklikle­ riyle, siyasal ve entelektüel söylemleriyle beslenen farklı ulu­ sal stereotipler içinde de, çok büyük bir görüş çeşitliliği , daha da büyük bir nüans çeşitl iliği bulunuyordu. Dahası, olumlu ve olu msuz değerlendirmelerin oluşturduğu o geniş, doğal yelpa­ ze içinde, Balkanlar'ı uygarlık dışında bırakma girişimi şöyle dursun, bir bütün olarak bölgeye tamamen aşağılayıcı veya ta­ mamen tahkir edici yaklaşımlara pek rastlanmaz , belki de hiç rastlanmaz. Bu yaklaşımla, bir başka çerçevede, Balkanlar'a ilişkin bilginin büyük sınıOandırma sistemleri içinde düzen­ lenmesi ve kullanılması girişimlerinde karşılaşılır. BEŞiNCi BÖLÜM Keşiften icada, icattan s ı n ıflandı rm aya Si les 13alcans n'exisıaicnt pas, il faudrai ı les inventer. 1 [ Balkanlar mevcut olmasıydı. icat edilmesi gerekirdi. J l IERMANN KEYSERl.ING 20. yüzyıl başlarken , Avrupa literatüründe bir Balkanlar imgesi çoktan şekillenmişti; dahası, neredeyse münhasıran Balkan adı altında daha da işlenmişti . Bu imge, üzerinde tam bir görüş bir­ liği olmamakla birlikte, ortak birçok özellik taşıyordu. Coğrafi keşif, bölgenin eşzamanlı icadıyla birlikte i lerliyordu; aslında iki süreç birbirinden ayrılmaz niteliktedir. Başka herhangi bir anlatı gibi , bir gezi anlatısı da, "eşzamanlı olarak dünyayı sunar ve temsil eder, yani eşzamanlı olarak bir gerçeklik yaratır veya ku rar ve söz konusu gerçeklikten bağı msız olduğunu iddia eder" .2 Balkanlar'ın keşfi , insanların farkl ılıkla nasıl başa çık­ tıkları genel kategorisi içinde yer alır. insanların dünyaya an­ lam ve düzen kazandırma çabaları, " nomos inşa etme etkinliği" olarak adlandırılır; bu etkin liği parçası olan tiplere ayırma sü­ reci, bilinebilirlik ve öngörülebi lirlik sağlar.3 i nsanları formel kategoriler geliştirmeye tam olarak neyin yönellliği sorusu, for­ mel kategorilerle henüz cevaplanmış değildir, ama bunun çok köklü bir arzu olduğu ve "etrafımızdaki dünyayı gruplandırdı1 C: o u n t Herrnann Kcyserling, �·ev. Mauricc Saınuc l , Europc, Ncw York: l larcoun. 1 928. Brace, I Sanıp, Posı-sırucıuralism, 1 79. l ı\ i nlay ve Crosby, '"Sıigına, Jusııcc , " 2 0 . gımız kategorilerin inşa veya icat edilmiş" bir nitelik taşıdıgı, "çevrede 'mevcut' olmadıkları" açıktır. Kategorileştirmenin çe­ şitli katkıları içinde en önde gelenleri, karmaşıklıgı ve aralıksız öğrenme zorunl uluğunu azaltmasıdır; algılamanın iki temel hedefi, istikrar ve açıklık veya kesinliktir.4 Algılarken, izleni m ­ lerimizi, Frederic C. Barllett'in "şemalar" , Alrred Schutz'un "re­ çeteler" ve Maurice Merleau-Ponty'nin " formlar" adını verdiği örüntülere uydururuz: "Algılama, bir organın -diyelim görme veya duyu organının- dışarıdan hazır bir izlenim i, bir boya le­ kesi alan bir palet gibi pasir bir şekilde alması meselesi değil­ dir. . . Bütün izlenimlerimizin ta başından şematik olarak belir­ lendiği konusunda genel bir görüş birliği vardır." Aldığımız bil­ gileri , oluşumundan "büyük ölçüde biz algılayanların sorumlu olduğu örüntülere" göre düzenleriz.5 Keşi[ ve icat süreçlerinin birbirinden ayrılmaz niteligi aksi­ yom olarak kabul edilirken, Balkanlar'ın keş[edildiği ve tasvir edildiği 19. yüzyılda, bilgi birikimi sürecinin, bu nesneyi henüz, önceden düzenlenmiş şemalara göre su sızmaz bölmelere ayır­ madığı vurgulanmalıdır. "Özü itibarıyla tasvir edici" hiçbir kate­ gori olmadığını, tasvir etmenin "bir anlam gezeriegi l locııs] be­ lirlemek, bir bilgi nesnesi inşa etmek, tasvir edici inşa edimiyle sınırlanacak bir bilgi ürelmek"6 olduğunu hepimiz biliyoruz. Yi­ ne de, bu dönemde Balkanlar imgesine daha akışkan bir nitelik veren, kategorik ve mahkum edici yargılar yüklemeyen bu bilgi edinme ve biriktirme süreciydi. Gerçekten "farklılaşma yokken, iğfal etme de olmaz." Gelgelelim, anlaşılan, "hepimizdeki katı­ lık özlemi�" "kesin çizgilere ve berrak kavramlara" kavuşma is­ teği, insanlık durumunun bir parçasıdır. Git gide daha fazla bil­ giyi biriktirip düzenlerken, insan bir etiketler sistemini daha de­ rinden benimser: "Böylece bir muhafazakar önyargı oluşur. O da bize güven verir. Her zaman yeni deneyim ışığında varsayım­ larımızın oluşturduğu yapıyı düzeltmek zorunda kalabiliriz, 4 Jeromc S. Bruner, Jacqucline J . Goodnow ve George A. Ausıi n, A Sıudy of Thin­ lıing, New Brunswick, N .J . ve Oxford: Transacıion, 1 986, 2, 6, 1 2- 1 5 , 232. 5 Dougl as, Purily and Danger, 49; Ainlay ve Crosby, "Stigma, Jusıice," 20-2 1 . 6 Ahma<l, i n Tlıeory, 99. a ma deneyim geçmişle ne denli tutarlıysa, varsayımlarımıza o denli büyük bir güven besleyebiliriz. "7 Örüntü kurma egilimi­ ııin özü -şema- longue duree [ uzun vadede ] kuşkusuz dinamik olsa da, kısa vadede belirli bir sabitlik taşır. Yunanistan'daki eşkıyalık olayları Filhelenizm'in gerileme­ -;inde büyük pay sahibiydi, 1870'te l ngiliz turistlerin Dilessi'dc old ürülmesi, Filhelenizm'in sonunu getirdi. 1 878 Berlin Ant­ laşması'yla Makedonya'nın yeniden Osmanlı Devleti'nin dog­ nıdan idaresi altına girmesi , hem bu devlete karşı ihti lalci fa­ ;ıliyetlerin, hem de komşu ü lkelerde rakip gruplar arasında ge­ rilla savaşı nın başlamasına neden oldu. Makedonya sorunu­ ııun ortaya çıkması, yarı madanın bir kargaşa bölgesi olarak unünü artırdı, ayrıca Makedonya'nın da "dehşet, ateş ve kılıç ulkesi" olarak tanınmasına katkıda bulundu. Rakip H ıristiyan ,-ctelerinin giriştikleri kıyımlar ve birbirlerine besledikleri nef­ ret karşısında, Fraser gibi bilgi li ve iyi niyetli bir yazar, yarı­ madayı "karmakarışık bir ağ" , Makedonya sorununu da " Bal­ kan sorunu" olarak nitelemişti.8 Ampirizmiyle övünen bir gelenekten gelen dönemin l ngiliz­ leri şaşırtıcı bir şekilde yüzeysel genellemelere düşmüşlerdir. 1 larry De Windt Balkanlar ve Avrupa Rusyası'na yaptığı yolcu­ lugu , "Adriyatik ile Karadeniz arasındaki yaban ve kanunsuz ulkeleri" dolaştığı, "vahşi Avrupa'nın içlerine" gittiği bir yolcu­ luk diye anlatır.9 Dikkat çekici A Plea far tlıe Primitive altbaşlıgı1 1 1 taşıyan bir kitapta Makedonya'yı an latan iki l ngiliz yazar, Makedonya köylüsünün "olgunlaşmamış, aydınlanmamış zih­ ni" üzerinde durur. Makedonyalıların karakteri üzerine kısa bir pasajda, doğa-yetişme tartışmasını bir senteze kavuşturmuşlar­ dı: "Baskı ve eği timden tümüyle yoksun kalma güçlerini birleş­ ti rmiş, vahşiliğe sinsi bir yatkınlığa ve doğal bir eğilime dönüş­ ınüştür. " 10 ABD'de bu görüşü en çok besleyen olay ünlü Miss "/ Douglas, Puriıy and Darıger. 49 , 1 89, 1 9 1 . H William Le Queux, Tlıe Nwr Eası. . . , New York: Doublc<lay, Page , 1 907, 6 ; Johıı Fosıer l'raser, Picıurcs Frorrı ılır Ballıans, Londra: Casse l, 1 906, 3, 1 6. 'l l larry De Wiııdı, Tlı rough Savage Europe . . . , l.ondra: T. Fisher Unwin, 1 907, 1 5 . 1 O Goff v e fawceıı, Macedonia, 1 0. 239 Stone'un kaçırılması olayıdır. Uzun zamandır görev yapan bir Amerikalı misyoner ve eğitmen olan Miss Stone 190 l yılında Yane Sandanski'nin çetelerinden biri tarafından kaçırı lmışu . Gerçi Miss Stone, yüklü bir fidye karşılığında sağ salim serbest bırakılmış, daha sonra Makedonya davasının sempatizanı hali­ ne gelmişti, ama bu olay bölgeye "terörist" yaftasını yapışurdı . 1 1 Makedonya sorunu Balkan meselelerinin o denli merkezindey­ di ki, gözlemciler bu sorunun hayli yakın geçmişteki kökenleri­ ni isler istemez gözden kaçırıyorlardı. Bilgili bir yazar olan Ber­ kovici'nin l 930'ların başlarında "Makedonya meseleleri bütün Avrupa'ya son yüz yıldır gerilim yaşattı" şeklinde bi r ifade kul­ lanmasının nedeni, sözüne daha bir güç katma isteği olabilir.12 1 903'te çok acımasız bir şiddet olayı Bali kamuoyunu dehşe­ te düşürdü: Belgrad'da Kral Aleksandar ile eşi Draga öldürülüp sarayın penceresinden aşağı aulmışll. Özellikle Avusturya-Ma­ caristan ve Birleşik Krallık'taki monarşistleri çok huzursuz eden bir olaydı bu. Thc Ncw Yarlı Timcs'a göre, pencereden atma, "il­ kel bir Slav mizacına" bağlanabilecek bir " ırksal özellik"ti: "Na­ sıl cesur Briton'lar yumruklarıyla düşmanını yere yı kıyorsa, gü­ ney Fransalılar hasmının işini çok isabetli, ustalıklı bi r tekmey­ le biLiriyorlarsa, l talyanlar bıçağı ve Almanlar el alundaki bira kupasını nasıl kullan ıyorlarsa, Bohemyalı ve Sırplar da düşma­ nını pencereden aşağı atıverirler. " 1 1 llu olay, 1 988 gibi geç bir tarihte saygın bir tarihçiyi şu görüşü savunmaya yönel tmişti: "Avusturya ile Sırbistan arasındaki ilişkilerin dönüm noktası , 1 908'de Bosna-Hersek'in ilhakı değil, daha çok Belgrad'da beş yıl önce yapılan darbeydi . " 1 4 Anlaşılan, medeni Avusturyalıların içlerine sindiremediği şey, ne idüğü belirsiz birtakım ekonomik sürtüşmeler, milliyetçilik ve rnisnıı d'clcıl [ hikmeL-i hükümel ] 11 Laura Sherman, h rc anıl vn ılır ılıc Kiılııappiııg oj Miss Mourııairı: Tlır Mucwlorıiıııı Sıoııc, Duııcan l'err)". '/ lıe D urha ın , N . C . Du k c no. 62, New York: C o l u ınbıa Unı vcrsiıy l'rös, 1 980; tics oj Jemı ı . Tlıı· Mııffılorıicırı l.ibcratioıı Mo\'t'mcıııs, versiıy l'rt'SS, 1 lJ88. l 2 Berkovici, llıc lııcrrılible Ballıwıs, lJO. ]) BalkiC-1 la y d e n , " N esıing ürienıalisıns," 6 - 7 . H Zeınan, " T h e Balkaııs aııd ıhe Coıning \Var," 2 7 . 240 nevulutioıwry Mo\'cnıcnı llouldcr, Co . : Eası E u ropcan Morıographs, l'oli­ Unı­ değil, bu eylemin tüyler ürpertici nitel iğiydi . Makedonya'da 1 903 isyan ının bastırılmasının ardından British Relief Fund l lngiliz Yardım Örgütü ] adına bölgede görev yapan H. N . Bra­ ilsford, Londra veya Paris'in ahlak standartları ile Balkanlar'ın ahlak standartları arasında köklü bir fark bulunduğuna dair inancını nefret içinde dışavuran ilk kişilerden biriydi. lngilizle­ rin Güney Afrika, Hint Yarımadası veya lrlanda'da yaptıkları konusunda hiçbir tereddüde kapılmadan şunları yazmıştı: Balkanlar'ın standartları ile Avrupa'nın standartları arasındaki farkı göz önünde bulundurara k , gerek Hı ristiyanları gerek Tü rkleri olabildigince -bir Avrupalı'nın e l inden geldigince­ hoşgörülü yargılamaya çalıştım. Köylünün sırtında tüfek saban sürdüğü, hükümdarların fırsat çıktığında katliamlara girişme becerileri sayesinde tahtta oturdukları, Hıristiyan rahiplerin si­ yasal cinayetler düzenlediğine herkesin inandığı bir bölgede, hayatın olsa olsa nisbi değeri vardır, cinayet de sıradan bir suç olmaktan öte bir anlam taşımaz. Hunharlık ve kandökücülük açısından Balkan ırklarının arasında pek bir fark yoktur - hepsi asırlardır süren Asyatik idarenin ürünleridir. 1 5 Habsburgların ve Balkanlar'ın ü n l ü tarihçisi Robert W Se­ ton-Watson, ikili monarşiyi, Balkanlar'daki siyasal ve kültürel misyonunu tutarlı bir şekilde yerine getirmediği için eleştir­ miştir. Bu tarihçiye göre, Pan-Sırp fikrinin zaferi "Doğu kültü­ rünün Batı kültürü karşısında zaferi " anlamı taşıyacaktı ve "Balkanlar'ın tamamında ilerleme ve modern gelişmeye ölüm­ cül bir darbe indirecekti . " Saldırgan Sırp yayılmacılığının Bal­ kanlar'da en arzu edilir gelişme olmadığı kuşku götürmez, ama milliyetçilik fenomenini her şeyi bir yana bırakıp ''Doğu kültü­ rü"ne bağlamak, Balkanlar'da milliyetlerin doğuşu konusunda uzman bir kişinin görüşü olarak tuhaf görünmektedir. 1 6 l 5 H . N . Brailsford, Macedonia: /ıs Races and Their Fuıure, Londra: Meıhuen, 1 906, xi. 16 Roberı W Seıon-Waıson, The Souıhem Slav Queslion and ıhe Habsburg Mo­ narchy, Londra: Consıable, 1 9 1 1 , viii-ix, 336-337; Seıon-Waıson, llıe Rise of Naıionaliıy in ılıe Ballıans, Londra: Consıable, 1 9 1 7. Balkan gaddarlığı her zaman Doğu'ya referansla açıklan­ maktadır. Karadağ'da bir kan davası olayını anlatan Harry De Wlndt şu sdnuca varmışlır: "Burada hayat n eredeyse Çin ve Japonya'da olduğu kadar ucuzdur. " 1 7 Doğu'yla karşılaştırma, yabancılık duygusunu güçlendiriyor, Balkanlar'ın Doğulu nite­ liğini vurguluyordu. Balkanlar'daki gelişmelere ilişkin git gide artan eleştirilere rağmen, !kinci Balkan Savaşı'na kadar, müte­ vazı da olsa mevcut iyileşme beklentilerinin yerini neredeyse toptan hayal kırıklığı almadı . Seton-Watson'a göre, "Balkan birliği için duyulan aşırı coşku, Batı Avrupa'da, yeri n i , eski müttefikler arasındaki kardeş kavgası karşısında aşırı nefrete ve altında yalan nedenleri göz ardı etme eği limine bırakı."18 Ne var ki, Balkanlar'ın büyük suçu, daha doğrusu ilk günahı , Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olan Gavrilo Prin­ cip'in düzenlediği suikaslli . Bu olay, bölgeye ilişkin bütün de­ ğerlendirmeler üzerinde derin , çıkmaz bir iz bıraklı. 1903 Ma­ kedonya isyanından sonra bile, G raplı ic'in l ngiliz m uhabiri "her zaman bir şeyin olup bittiği eski, güzel Balkanlar"dan olumlu bir şekilde söz edebilirken, 1 9 14 her türlü ikircimi si­ lip atmıştır. 19 john G unther Inside Europe adlı kitabında Atlan­ tik'in öte yakasındaki duyguları şöyle özetlemiştir: Balkan Yarımadası'ndaki bu zavall ı , sefi l , küçük ü lkelerin, dünya savaşlarına yol açacak çatışmalara girişebilmesi, insa­ nın ve siyasetin doğasına ağır bir saldırıdır. l 9 l 4'te kerpiç evlerden ilkel bir köyde, Saraybosna'da meydana gelen bir o lay yüzünden 1 50.000 A merikalı genç hayatını kaybetti . Balkan siyasetinde görülen, Batılı bir okurun kolay kolay nü­ fuz edemeyeceği, iğrenç, mide bulandırıcı, karışık hesaplar ve oyunlar, Avrupa, belki de dünya barışı açısından hayati önem taşıyor. 20 17 De Windı, Through Savage Europe, 45. 1 8 Cornelia Bodea ve Hugh Seıon-Waıson, ed., R. W Seıon-Waıson şi Romı2nii, 1 906- 1 920, c . 2, Bükreş: Editura Ştiinıifica şi enciclopedica: 1 988, 675. 19 Booth, Trouble in the Ballıans, 2. 20 G u nther, inside Europe, 437. Bu keskin hınç ve öfke duyguları anlaşılır olabil ir, ama kita­ bın l 940 basımında bu bölümün korun ması anlamlıdır. Hil­ ler'in hesap ve oyunları, belli ki, Batılı okurlar açısından daha anlaşılırdı, çünkü onlar Baul ı'yd ı. ikinci Dünya Savaşı'nın su­ çunun da Balkanlar'a yüklenebileceği iddiası, bu bakış açısının pek uzağında değildir. Ancak, böyle bir iddia öne sürmek pek kolay olmamış, bunun için elli yıldan fazla beklenmesi gerek­ miştir. l 990'ların Dame Rebecca West'i olmayı hedenediğini açık açık söyleyen Robert Kaplan, Ba/lıan Glıosts'ta şöyle yaz­ mıştır: "Örneğin Nazizm kökenlerini Balkanlar'da bulabi lir. Güney Slav dünyasına yakın, etnik huzursuzlukların doğum yeri olan Viyana'nın ucuz pansiyonları arasında Hitler başkala­ rına da bulaşacak şekilde nefret etmeyi öğrendi. "21 " Kerpiç ev­ lerden ilkel bir köy" hakkındaki paragra fı , l 990'larda tahrip edilen güzel , kozm opol i t Saraybosna şehrinin çokkültürlü cennetine bugün düzülen övgü ler ışığında okumak ironiktir. Gunther'in mantığı izlenirse, Saraybosna , Habsburgların Batılı aydınlanmış yönelimi ahında iğrenç bir köyken, önce bağım­ sız Güney Slav monarşisi nin barbar yönelimi altında, ardından özellikle Yugoslav komünistlerinin elinde bu harika şehir hali­ ne gelmiş olmalıdu. Savaş sırasında bile Balkan stereotipi değişmezlik göstermi­ yordu. Mechthild Golczewski'nin Al manya ve Av uslurya'nın 1 9 1 2- 1 9 1 8 arasındaki savaş anlatılarına i l işkin analizi, Bal­ kan'ın gerçekte neyi temsil ettiğine dair berrak bir nosyon bu­ lunmadığından ayrı Balkan uluslarının farklılaşmış bir değer­ lendirmesi yapıldığını göstermektedir. Balkan kategorisi genel bölgesel özellikleri (örneğin konukseverlik, köylülere ve dağlı­ lara ilişkin klişeler, doğaya yakın insanlar, gerilik, pislik vb.) belirtmek üzere kullanıldığı ölçüde, öylesine muğlak ve belir­ ginlikten uzaktı ki, bölge dışındaki insanlar için de pekala kul­ lanılabilirdi. Bu kategori ne zaman kullanılsa, ikna kuvveti , duygusal bir bileşenin yanı sıra muğlaklığına d a dayanıyordu. Dahası, en sık kullanılanı "Doğulu" olan ve pislik, edilgenlik, 2 1 Roberı D. Kaplan, Ballıaıı Glıosts. A ]ounıey Tlı rough History, New York: Sı. Martin's, J.993, xxiii. güvenilmezlik, kadın düşmanlığı , entrikacılık, samimiyetsizlik, oportünizm, tembellik, batıl inançlılık, uyuşukluk, hareketsiz­ lik, verimsizlik, beceriksiz bürokrasiyi gösteren başka genelle­ yici sıfatların yanı sıra kullanılabilirdi. "Doğulu" ile kısmen ör­ tüşen "Balkan", acımasızl ık, hoyratlık, istikrarsızlık ve kestiril­ mezlik gibi ilave özelliklere sahipti. Her iki kategori de, temiz­ lik, düzen, özdenetim, karakter gücü, h ukuk anlayışı, adalet, etnik idare, kısaca "insan davranışını da soylulaştıran kültürel açıdan daha yüksek gelişme aşaması" nı22 simgeleyen Avrupa kavramı karşısında kullanılıyordu. Yine de, "Balkan" nosyonu­ nun özgül bir bölgesel karakterizasyonu belirtecek ölçüde be­ lirsiz olduğu açık olsa da, yazarların sezgisel bir şekilde başvur­ dukları duygusal bileşenin, o sırada i çselleştirilmiş, ama henüz eklemlenmemiş bir stereotipe dayandığına kuşku yoktur. An­ cak kara cahiller tamamen masum olduklarını öne sürebilirler; örneğin, Dalmaçya'dan "köpeklerin geldiği yer" diye bahseden Amerikalı kadın bunlardan biri olsa gerektir.23 Savaşın gerçek nedenlerine bakmaya çalışan makul sesler de vardı, bunların bazıları alışıldık sosyal demokrat eleştirmen­ lerden başka kimselere aitti. Charles J . Vopicka, ABD'nin tam yetkili olağanüstü elçisi olarak 1 9 1 3 ile 1 920 arasında Roman­ ya, Sırbistan ve Bulgaristan'da yedi yıl geçirmişti. Bazı küçük tarihsel olaylar hakkında zaman zaman hatalı bilgiler vermesi­ ne ve Wilson döneminin tipik Amerikan iyimserlik ve naiOiği­ ni sergilemesine rağmen , ayrıntılı anıları, çok net bir yargı ge­ tirir: "Dünya savaşı Balkanlar'da başladı , ama kökeni, amansız emelleri ne adalet ne sınır tanıyan zalim otokratların kalple­ rindeydi. "24 Balkan halklarının sorun çıkarmaya doğal olarak yatkın olduğu iddiasını reddederek, onların büyük bir iktidar oyunundaki piyonlar olduğun u belirtir. Ne var ki, dönemin hakim ruh u , savaşın sorumluluğunu ge­ nel olarak Balkanlar'a, özel olarak Sırplara yüklüyordu. Mary 22 Mcchıhild Golczcwski, Der Ballıan in Deuısdıen und Ôslcrrei clıisclıcn Rcise­ ımd Erlebnisbericlııcn, Wiesbaden: Franz Sıeiner Verlag, 1 9 8 1 , 63-67, 269. 23 De Windı, Tlırouglı Savage Europe. 68. 24 Charles J. Vopicka. Secrcıs of lhe Ballıans . . , Chicago: Rand McNally, 1 9 2 1 , v. . Edith Durham, kendisinin ciddiye aldığı kadar başkalarının da kendisini ciddiye alacağından emin bir şekilde, Aziz Sava nişa­ nını Kral Petar'a iade etmiş, ayrıca eklediği mektupta "onun ve halkının tarihte işlenmiş en büyük suçun sorumluluğunu taşı­ dıklarını" belirtmişti. Sırbistan bir "eşekarısı yuvası"ydı ve ge­ rek Karadağ'da gerekse Sırbistan'da yaşayan Sırp ulusu yalnız­ ca sevmeyi ya da ncfret e tmeyi biliyordu; ortası yoktu .25 Sırp­ ların ılımlı olmayı beceremediklerini gösteren epizot, Dur­ ham'in on beş yıl sonra yazdığı kitabın giriş bölümüyd ü. Bu kitapta kendisine "Ya sevmeli ya da nefret etmeli" dediği belir­ tilen kişi, adı verilmeyen, kim olduğu açıklanmayan bir Bal­ kanlı'ydı "ve bu adam böylesi birçoklarının yalnızca bir örne­ ğiydi, dolayısıyla isler Yunan, Sırp, Bulgar olsun, ister Hıristi­ yan veya Müslüman olsun Balkanlı'yd ı . " Durham gezi lerine başlad ığında, günümüz çocukların ı n bir d i nozor müzesine adım attıklarında sahip oldukları nosyon ve duyguların aynı­ sıyla Balkan dünyasına ayak basmıştı: "Dünyanın kaynakların­ dan gelen ham. ilkel fikirleri , tutkulu arayışları, felakete yol açan başarısızlıkları z i h n i kaplıyor; parlak ren k leri , vahşi muhteşem manzaraları göz alıyor." Yine de, bu noktada yazar hala bölgenin havasından coşku duymakta ve farklı Balkan ulusları için bir tür kurtuluş ordusu gibi ortaya atılanların ta­ hakküm kurmaya yönelik eğilimlerini desteklemekteydi. Balkanlıların hiçbiri genellikle gösterildikleri kadar kara de­ ğildir. Hepsi nin, yalnızca gelişme fırsatı tanınması gereken güzel nitelikleri vardır ve hatalarının çoğu toyluktan, gençlik­ ten kaynaklanmaktadır. Zaman zaman hepsinin işlediği kı­ yımlar, bir zamanlar bütün Avrupa'da görülen Ortaçağ adetle­ rinin bir kalıntısıdır. 'insanlık' lngiltere'de bile 19. yüzyıl başı­ na dek icat edilmemişti; o zamana dek nispeten hafif suçlara en acımasız cezalar veriliyordu. Balkan Yarımadası konu edi­ lirken, 'kıyım'lardan pek çok örnek parti hedefleri için üretil­ miştir. 26 25 Durham, Twenty Ycars of Balhan Tanglc, 39, 42, 283. Durham, The Burdm of ıhc Balhans, 3, 8 1 , 90. 26 245 Durham'in bu döneme ilişkin anlatısı özellikle önemlidir, çünkü Batı'nın kendilerini nasıl yargıladıgını anlaşılan çok iyi bilen Balkanlıların tepkilerine ender rastlanan bir şekilde ışık tutmaktadır. Tan ıdıklarından biri, m u h temelen bir A rnavut kendisine hararetli bir şekilde şunları söylemiştir: l ngiltcre'de medeni olduğunuzu ve bize medeniyeti öğretebi­ leceğinizi düşünüyorsunuz. Size şunu söyleyeyim, Londra'da görülen suçları burada işleyecek kimseyi bulamazsınız . . . Bi­ zim eşkıyalar fakir adamlardır. Tarlalarda çalışarak olsa olsa karınlarını zorla doyurabilirler. Çok cahiller, okul yüzü gör­ memişlerd ir. Hayatlarını sürdürmek i ç i n soygun yaparlar, hem <le canlarını tehlikeye almak pahasına. Ama sizin eşkıya­ larınızın çoğu üniversiteye gitmiştir, lüks eşyalara kavuşmak için yalanlarla, aldatmacalarla soygun yaparlar. Yıllardır eğiti­ min ve medeniyetin bütün avantajlarına sahipsiniz, yine de bunları yapıyorsunuz. Ama i nsanları vurduğumuz için bize vahşi <liyorsunuz.27 Durham'in bazı ifadeleri modern bir antropologun içedönük günlügüne benzemektedir: Balkanlar'ı Dogulu gözleriyle göre­ bilme ikileminden söz eder; ama aynı zamanda şöyle yazar: "Balkanlar'ı bir daha hiç Batılı gözleriyle görem eyeceksin . " Durham ş u noktadan d a şikayet eder: Yerliler gibi yiyip içme­ yi , uyum�yı, hatta yaşamayı ögrendikten sonra, tam onları an­ lamaya başladıgınızı d üşündügünüz anda , b i r şey o l u r ve "dünyayı onların bakış açısından görmekten hala eskisi kadar uzak olduğunuzu" kavrarsınız. "O bakış açısını edinmek için yüzyılları aşmalı, Batı'yı ve bütün fikirlerini içinizden silip at­ malı, içinizde ilkel adamdan ne varsa ortaya çıkarıp serbest bı­ rakmalı ve dünyanın başka yerlerinde hiçbir işe yaramayan al­ tı dil öğrenmelisiniz ."28 Durham, yaklaşık bir on yıl içinde, Balkanlar'ın bir bütün olarak degerlendiril emeyecek ölçüde karmaşık oldugunu kavramıştı . Aşağı yukarı aynı dönemde, 27 lbi<l., 286-287. 28 lbi<l., 284-285. " balkanlaşma" kavram ı n ı getiren kitabın yazarı Paul Scott Mowrer ayn ı kafa karışıklığını dile getiriyordu : "Türkiye ve Avuslurya-Macaristan'ın çöküşü , öğrenci için kuşk usuz ağır bir darbedir; iki ülke yerine artık on ülkeyi öğrenmesi gereke­ cek. Eski coğrafyanın basitliğiyle yetişmiş yaşı daha büyük ki­ şilerin de, yeni coğrafyanın karmaşıklığı karşısında huzursuz olması hiç şaşırtıcı değildir. "29 insanın bu karmaşık yapının yalnız bazı yönleri üzerinde uzmanlaşması gerekiyord u , dolayısıyla Durham de Balkan­ l ar'la ilgilenen bütün Batılıların izlediği örüntüye uydu: Esas ilgileneceği , "örnek" ulusu buldu. Durham, kuzey Arnavulluk ve Karadağ'da kabile hayalına ilişkin e tnografik tasvirlerinin yüksek niteliği, özellikle Balkanlar'ın en az bilinen ülkelerin­ den birine, yani Arnavutluk'a dikkat göstermesiyle Balkan ta­ rihyazımında haklı olarak saygın bir yer edinmiştir, ama ken­ disi de sevgi-nefret duygularının ortasını bilmiyordu. Sırplara , dolayısıyla Balkan Slavlarına d uyduğu nefret o denli güçlüydü ki, Yeniçerilerin gaddarlıklarını, "dikkat çekici, vurgulanması gereken bir olgu" dediği Balkanlı kökenlerine bağlıyordu ciddi lıir şekilde. Ona göre, "Balkanlar'ın Türkler tarafından fethinin t e mel nedeni Ortodoks K il isesi'nin fanatizmiyd i . " Türklere pek sıcak bakmamakla birlikle, Türklerin hoşgörüsü mitini benimsemiş ve yeniden üretmişti. Arnavutlara duyduğu ina­ ıı ı lmaz sevgi kendisini öylesine körleştirmişlir ki , j eopolilik konfigürasyonları serinkanlı bir biçimde tahlil etmek yerine di nsel ve ırksal suçlamaları ince ayrım gözetmeden sıralamaya yönelmiştir. "Bin yıldır ulusal nite liğini kaybetmeye direnen" v e yalnızca "Balkanlar'da yerlerini almak, özgürlük ve uyum içinde yaşamak" isteyen Arnavullar, şimdi Türk'ten çok daha kötü bir düşmanla karşı karşıya gelmekteydi: "lşte bu düşman Slav'dır: Fanatik kilisesiyle Rusya ve vahşi Sırp ve Bulgar yan­ daşları , Arnavutluk'u yok e tmeye, Hıristiyanları da, Müslü­ ıııanları da temizlemeye hazır bekliyor. "30 .1<J lll Mowrcr, Ballıanized Europe, 8. Durhaın, Tweııty Ycars of Ballıan Tangle, 52, 57, 1 08, 1 60, 234, 291 -292. 247 "Balkanlaşma" terimi, Balkan Savaşlarının ve Birinci Dünya Savaşı'nın b i r son ucu olarak üretildi ve Bal kanlar'a, adeta onun ayrılmaz bir parçası sayılan tamamen olumsuz bir değer yüklendi . Ne var ki, bu birdenbire gerçekleşmedi ve Balkan Savaşları sırasında bile Batı basını aşağılayıcı deği l, daha çok ironik bir yaklaşım sergiliyordu.31 Balkanlar imgesi, bundan böyle bölgenin baskın değil , merkezi özelliği olarak şiddeti öne çıkardı. Balkan tarihinde şiddet yeni bir şey değildi. Bütün gezginlerin imgelemini kaplayan, özgül olarak "Doğulu" bar­ barlıkların bazılarının Avrupalıları dehşete düşürdüğü anlaşılı­ yordu. Tarihsel Vlad Tepeş'i ölümsüz figür Dracula'ya dönüş­ türen bu egzotizmdi , ama Dracula , Balkanlıların şiddetinin bir örneği olmaktan çok, hastalıklı G otik imgelemin bir ürünüy­ dü. Yine de, bu cezalar genellikle yöneticilerin nevi şahsına münhasır özellikleri sayılıyor, tabiatları gereği biyolojik nite­ likler olarak bölgeye atfedilmiyord u . Balkanlar'ın leitmotiv'i olarak şiddet, tam anlamıyla Balkan Savaşları sonrasına ait bir olguydu . Rebecca West şöyle yazar: Aslında Balkanlar hakkında, G üney Slavları hakkında bütün bildiğim şiddetti. Bu bilgiyi, liberalizme yönelik ilgime ilişkin en eski anılarımdan, eskici dükkanlarının en tozl u köşelerin­ de bir iple birbirine bağlanmış kitapçıklar ormanından düşen yaprakların anılarından, sonra " Balkan" kelimesini bir aşağı­ lama terimi olarak, rastaquouere [ kişiliği karanlık zengin ya­ bancı J tipinde bir barbar anlamında kullanan Fransızların ön­ yargılarından edinmiştim.32 Özgül olarak Balkan ş i d d e t i i mgesi , Agatha C h ristie'ye l 925'te, yerinde bir i fadeyle "cinayet atmosferi taşıyan hayalt Balkan prenslikleriyle ilgili romanslar"33 diye tanımlanan türde bir polisiye yazma ilhamı vermişti. Christie, Slav özellikleri (ama Güney Slavlarının tipik özelliklerini değil) taşıyan, Boris 31 Rumyana Koneva, "Balkanskiıe voini v nemskiya periodichen pechaı," Balha­ rıistic forum, c. 2, 1 993, 76-78. 32 Wesı, Blaclı Lamb and Grey Falcon, 2 1 . 33 "Balkan," Oxford English Dictionary, c . 1 , 1 989. Anchoukoff adında meşum bir karakter yaratmıştı : "Çene ke­ mikleri uzun, mavi gözleri çukura kaçmış, yüzünde cevval bir ifade bulunan, uzun boyl u , sarışın bir adam . " Doğal olarak adam lngilizce'yi ağı r bir aksanla konuşuyordu. Yeni öldürül­ müş Prens Michael'in uşağıydı ve Balkanlı karakterlere uygun olarak efendisinin öcünü alma arzusuyla yanıp tutuşuyordu . " işte size söylüyorum l ngiliz polisi, onun için canımı verirdim ı O öldüğüne, ben de hala yaşadığıma göre, onun intikamını ala­ na kadar, gözüme uyku girmeyecek, içim rahat etmeyecek. Bir köpek avını nasıl koklayarak ararsa, ben de katilini öyle araya­ cağım, onu elime geçirince de - Ah ! " Gözleri parladı. Birden paltosunun altından büyük bir bıçak çekti, bıçağı havaya doğru savurdu. "Onu hemen öldürmeyeceğim -hayır, hayı r ' - önce burnunu yaracağım , kulaklarını kesip gözlerini oyacağını, son­ ra - sonra bu bıçağı o kara kalbine saplayacağım. "34 Afallayan lngi liz karşıl ı k olarak şunları mırıldanır: "Saikan Herzoslovak, elbette. Hiç medenileşmemiş insanlar. Bir eşkıya ı rk ı . " Herzoslovakya Agatha Christie'nin icad ı yd ı : "Balkan devletlerinden biri ... Başlıca ırmakları , bilinm iyor. Başlıca dağ­ ları, bilinmiyor, ama sayıları hayli kabarık. Başkent Ekarest. N ü fus çoğunlukla eşkıya. Hobi, kral öldürmek, ihtilaller yap­ mak. "35 Bu coğrafi icatla en çarpıcı yön, iki noktayı çok güzel gözler ön üne sermesi: Christie, daha önce rastlanan ayrı Bal­ kan uluslarının farklı laşmış bir değerlendirmesi ni deği l, Bal­ kanlar'ın kristalleşmiş bir kolekti f imgesini yeniden üretmek­ teydi; ayrıca, Balkanlar ile yeni ortaya çıkan Orta Avrupa dev­ letleri arasında hiçbir ayrım yapmamaktayd ı . Herzoslovakya, kuşkusuz Çekoslovakya'nın bir parodisiyd i , Hersek ile Slovak­ ya birleştirilerek oluşturu l m uştu. Yaıışıırma döneminden çok önce, 1 925'te yazılan kitapta, Çekoslovakya'ya, Neville Cham­ berlaine'in ünlü nüktesinde geçen, uzak ve bilinmeyen ülke olarak bakılıyordu. "Slavların en medeni ileri karakolu" hak14 Agaıha Chrisıie, Titr Secreı of Chimneys. New Yo rk: Dell, 1 975, l 04- 1 05. 35 lbid., 9 - 1 0. '4q kında gelecekte lngiliz ve Amerikalıların ya?d ıklarını doldu ra­ cak o suçluluk d uygusundan eser görülmüyordu. Gerçi The Secret of Clıimneys Agatha Christie'nin en popüler romanı de­ ğildir, ama sonraki yıllarda birçok baskı yapmışl!r ve Christie hayranlarının tutkulu okurlukları düşünülürse, balkanist söy­ lemin geniş kamuoyuna tanıtılmasında ve yayılmasında rol oynayan popüler kanallardan biri ortaya çıkar. Bu dönemde, farklı ulusal yaklaşımların yerini alan ortak bir Batılı tutumun tedrici oluşumundan , stereotipin uluslararasılaşmasından bah­ setmek belki de yerinde ol ur. lki dünya savaşı arası dönem, bir başka görüşü, ırkçılığı ge­ tirdi. Aslında ırkçılık 1 9 . yüzyıl Avrupa düşünüşünün de ayrıl­ maz bir parçasıydı. Modern anlamıyla ı rkçılık 1 6 . yüzyıl ls­ panyası'nda oraya çıkmışl!, bir Avrupa fenomeni olarak "gerek Bali gerekse Orta Avrupa'da 1 8 . yüzyıla damgasını vuran ente­ lektüel akımlarda, yani Aydınlanma'nın yeni bilimlerinde ve Hıristiyanlık'ın Pietist* canlanmasında temellenmişti . " Coğrafi keşiOer uzak kültürlere merak uyandırmış, giderek, insanlığın doğa içi ndeki yeriyle, özel likle insan ı rklarının sını flandırıl­ masıyla ilgilenen yeni bir bilimin, an tropoloj i nin doğmasını sağlamıştı. l nsan toplumunun yapaylığı karşısına konan doğa­ ya coşkuyla yaklaşılıyordu, ama soylu vahşinin ilk idealizas­ yonları gibi yerini çok geçmeden bir üstünlük duygusuna bı­ raktı. Yerlilere varlığın büyük zincirinde aşağı bir aşama veril­ di, giderek tahakküm altına alınıp eğitilmesi gereken barbarlar damgası vuruldu . Balkanlar ilgi merkezi haline geldiği sırada , soylu vahşi mili çoktan geçmişe karışmıştı. Modern ırkçılığın ayırt edici bir özelliği "bilimden estetiğe kesintisiz geçiş"ti , bunun için yeni bilimlerin temel teknikleri -gözlem, ölçüm ve karşılaşl!nna- antik Yunan'a atfedilen este­ tik ölçütlere dayalı değerlendirme i fadeleriyle birleştirilmişti: "Bütün ırkçılar belirli bir güzellik kavramına -beyaz ve klasik­ orta sınıfın çalışma, ılımlıl ı k ve şeref e rdemlerine bağlıyd ı , bunların d ı ş görünüşte örneklendiğini düşünüyordu." Kafatası (*) Luıhercilik içinde bir dinsel reform hareketi - e.n. bi limi ve fizyonomi gibi sözde bilimlerin gerileyişinden sonra bile, son derece öznel güzellik ve çirkinlik kategorileri ölçüm, iklim ve çevrenin yanı sıra insanları sınıflandırmanın önemli il keleri olarak yerlerini korudular. Değişmez bir klasik ideale dayanan güzellik, "şiddetli alt üst oluşlardan uzak, yerleşik, mutlu ve sağl ıklı bir orta sınıf dünyasıyla eşanlamlı" hale gel­ mişti. B u , "yalnız beyaz Avrupa lıların erişebileceği bir dün­ ya"ydı.36 Güzellik genel olarak ırk sa flığına dayanıyordu. Son derece ender örneklerde ırk karışı mı olumlu denge nitelikleri hile kazandırabiliyordu: "Balkan, Slavların en dikkat çekici ka­ rışımını temsil ediyor ve Hint-Avrupa ve Asya kabilelerinin bu karışı mı, Balkan Slavlarına birçok sevimsiz özelliğin yanı sıra hayranlık uyandıran pek çok özellik de vermiştir. "37 Balkanlar üzerine ırksal değerlendirme, ırksal karışıma i liş­ kin daha önceleri bastırılmış ve yargılayıcı ol mayan motifi n daha açık hale getirilmesiyle başlamıştı. 20. yüzyıl başlarında '->clanik, hala, bir nebze Batı medeniyeti içeren tuhaf bir Babil l\ul csi'ydi: "Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Ulahlar, Ermeniler, :\ nadolulu lar, Çerkezler, Yunanlar, Türkler, Yahudiler, her ül- . kcnin ve dilin kafir ve sapkınları. Bunlar arasında yer yer me­ d e ni Avrupa'nın ırklarına rastlanıyor."38 M üslümanları ve Or­ ıocloksları belirtmek üzere kullanılan " kafirler ve sapkınlar," .ın laşılan bir kalıp ifade haline gelmişti ve bir başka l ngiliz ya­ :'.arı tarafından Mostar'ı anlatırken de kullanılıyordu: Burada ı ıısan "lstanbul pazarlarındakilerle aynı Yahudiler, kafirler ve -.. a rkınlar tarafından karanlık, dar sokaklarda itilip kakılır"dı. '->araybosna "garip milliyetlerle kaynıyord u " : Boşnaklar, Hır­ ı·aılar, Sırplar, Dalmaçyalılar, Yunanlar, Türkler, Çingeneler.39 111 ' ı Geo rge L Mosse. Toward tlıe Final Solulion. A Hisıory of European Racism, New Yo r k: Howard Fcnig. 1 978, xii. xv-xvi. 2 . 8- 1 9 . 1 7. ,\lexandcr Grau Wandmayer. Tlıe Ballıan Slavs in America and Abroad. An add­ ıcss delivercd by Alexaııder Grau Waııdmayer, formerly Commissioner Pleııipolen­ ıiaıy of ıhe Ulırainian Govemmeııı witlı ıhe /ncemalional Conımission for ıhe Li­ ııııidalion of Auslria beforc Scudencs of Racial Baclıgrounds ar Columbia Univer­ ,;cy, ]uly 28tlı, 1 922. Ncw York, 1 922. '..' i llooıh. Tımıble in ehe Ballıarıs, 1 4 7 . "" Wi ndı, Tlıroııglı Sa\'age Eıırope, 82, 98-99. 251 Yaklaşık yirmi yıl sonra, Balkanlar'ın etnik ve dinsel karmaşık­ l ığına ilişkin, yalnızca seyrek olarak "garip milliyetler" n itele­ mesinde bulunan bu neredeyse tarafsız değerlendirmeler, saf­ lı ktan yoksunluğu hatırlatacak, tiksinme duyguları uyandıra­ caktı . 1 92 1 'de iki l ngiliz, Makedonya sakinlerinin ister iste­ mez "melez olan ırk"ı üzerinde duracaklardı: Esas i tibarıyla kırma olan Makedon , fiziğiyle pek ayırt edil­ mez . . . Türkler çeşitli Makedon tiplerinin belki de en iyi fizik­ sel örnekleridir, bunun nedeni m u htemelen diğer topluluk­ larla daha az karışmış olmalarıdır. Böyle bir karışımın güçlü etkisi görülmeyen Türk kadınları genellikle çekicidir, ama Bulgar veya Yunan soyundan kadınların çoğunun Slav tipine özgü geniş ve çok kaba yüz hatları vardır. Kalın dudaklardan, geniş, yassı burunlardan ve uzun çene kemiklerinden oluşan bu hatlar bir kad ı n ı n güze ll iğine p e k katkıda b u l u n maz. Kumral tenleri ve koyuca saçları Yunan tipine benzemelerine yol açar. Yunan tipi de simsiyah saçları ve ışıltılı gözleriyle her zaman solgundur.40 "Slav tipinin kaba hatlar ı " n ı n Yunanlılar arasında yaygın olup olmadığı tartışma götürür, ama bu çekici olmayan fiziğin tasviri, referans skalasının genellikle en altında yer alan zenci niteliklerini hatırlatmaktadır. Irk saflığından yoksunluk, "ol­ gunlaşmamış, aydınlanmamış bir zeka, . . . kurnazlık ve vahşili­ ğe yönelik doğal bir eği l i m " i beraberinde getiriyord u .4 1 Al­ manlar Joseph-Arthur de Gobineau ile H . 5 . Chamberlain'in çıraklarıydı , ama giderek ustalarını aştılar. Bismarckın torun­ larından biriyle evlenen Hermann Graf von Keyserling kendi­ ni tanıma [ self-knowledge) felsefesinde e t k i l i bir isimdi ve l 920'lerde insanın yaratıcı bilgiyle kendini gerçekleştirmesini hedelleyen bir bilgelik okulu kurmuştu. 1 9 28'de Das Spektrum Europa'yı yayımladı, bu kitabın çevirisi aynı anda ABD'de çık­ tı. Kitabın on iki bölümünden biri Balkanlar'a ayrılmıştı: 40 Goff ve Fawcett, Macedonia, xiv, 13- 1 6. 4 1 lbid., 1 0. Başka ülkelerde yaşayan bizler açısından Balkanlar'ın önemi nedir? .. 'Balkanlaşma' kelimesi niçin hemen hemen her za­ man doğru olarak anlaşılıp kullanılıyor? .. Bu kelimenin sim­ gesel anlamı en iyi iki çıkış noktasından kavranabilir: ilki, Balkanlar'ın Avrupa'nın barut fıçısı olduğu yolundaki genel kabul gören ifadedir. ikincisi ise, son derece temel ve uzlaş­ maz ırksal düşmanlık olgusudur.42 Yunanlıların , Romen lerin ve Türklerin özelliklerini uzun ı ı zun anlattıktan sonra (Sırp, Bulgar ve Arnavutları üzerinde d ı ı rulmaya değmez "ilkel savaşçı ve soyguncu ırklar" diye ni­ ı cliyordu ) , Kcyserling Balkanlar'ın özünü şöyle özetliyordu: Günümüz Balkanlar'ı antik dönem Balkanları'nın b i r karika­ türünden başka bir şey değildir. Balkanlar'ın ruhu ebedi çatış­ ma ruhudur. ilkel ırkların yaşadığı Balkanlar, birinin herkese karşı dövüştüğü ilksel mücadelenin ilksel tablosunu sunarlar. Hayli yetenekli ve hayli eğitilmiş ulus ve bireyler örneğinde, bu tablo agoıı'un ruhu olarak görünür. A ma Balkanlar'ın bu temel ruhu, ilksel oluşturucu gücüdür.43 Aynı yıl, 1 927'de Stockholm'de yayımlanan bir lsveççe kita­ l ı ı ıı lngilizce çevirisi ABD'de yayımlandı. Bu kitap, 1 9 . yüzyıl­ da şurda hurda rastlanan bir motifi net bir şekilde ortaya ko­ y uyord u . Kitabın yazan Marcus E hrenpreis, "Doğu'nun ru­ l ı ıı"nu arayarak Balkanlar'ı, Mısır'ı ve kutsal topraklan gezmiş­ t i . Yazar, yalnızca "kıymetli mallarını, fotoğraflarını ve büyük otel faturalan"nı ülkelerine getiren, birlikte seyahat ettiği kişi­ lnclen nefretle bahseder. "Doğu böyle gezilmez ! Doğu'nun ru­ l ı undan bir şey kazanacaksan, Doğu'ya garip bir ülkeye yakla­ > ı r gibi d eğil , ülkene -kendine- dönüyormuşçasına yaklaş . . . Medeniyeti getiren bi ri gibi insanlara yukarıdan bakma, bir oğrenci olarak tevazuyla, öğrenme arzusuyla git. " 44 Bu ruha 1 2 Keyserling, Europe, 3 1 9. 1 l lbid., 3 2 1 -322. +ı Marcus Ehrenpreis, Tlıe Soul of Lhe Easl: Experi rnce and Rejlections. Çcv. Alf­ hild Huebsch, New York: Viking, 1 928, 208-209. kitabın "Yeni Balkanlar Boyunca" adlı ilk bölümünde kesinlik­ le rastlanmaz. Bölümün en başındaki sözl erde , Balkanlar ile otantik Doğu arasında kritik önem taşıyan bir ayrım yapılır: Doğu, daha Prag'da Masaryk demiryolu istasyonunda açıkça görülüyor. Kahire'deki Ezher'in gerçek Doğu'su ya da Hay­ fa'nın sokak kahvelerinin Doğu'su değil, Doğu'nun Levanten­ lik diye bilinen varyantıdır bu; kolay kolay tanıma gelmez bir şey - Doğu'nun ruhsuz bedeni. Harap olmuş bir Doğu'dur bu, kendisinden kaçan hain bir kaçak, fessiz, peçesiz, Kuran'sız: G eçmişiyle bilinçl i olarak bağını koparmış, kadim mirasını reddetmiş, yapay, sahte bir Yeni Doğu. Bu levant'ın ahalisinin tasviri (gerçek Doğu'nun tersine) ırksal yozlaşmayı gösteriyordu : Davranışlarında garip b i r y ö n var, ç o k bağırıyor, çok ani , çok istekli hareket ediyorlar. .. Dört bir yanda acayip, inanılmaz kişiler görünüyor - daracık alınlar, donuk, anlamsız gözler, kocaman kulaklar, kalın alt dudaklar. . . Balkanlar ile Akdeniz arasındaki bölgede bulunan Levanten tipi, psikoloj i k ve sos­ yal olarak tam anlamıyla bir "ara biçim"dir, Doğulu ile Batı­ lı'nın bir karışımı, çokd i l l i , kurnaz, yüzeysel , güvenilmez, materyalist ve hepsinden önemlisi geleneksiz. Bu geleneksiz­ lik, Levantenlerin entelektüel ve bir ölçüde ahlaki düzeyleri­ nin düşüklüğünü açıklar gibidir. . . Ruhsal anlamda bu yaratık­ lar evsizdir; artık Doğulu değiller, ama henüz Avrupalı da de­ ğiller. Doğu'nun kötülüklerinden kurtulmuş değiller, Batı'nın erdemlerinden hiçbirini edinmiş değiller.45 Hem Keyserling'in hem de Ehrenpreis'ın fikirlerinde, daha önce de bulunan, ama kıyas kabul etmeyecek ölçüde belirgin­ leşen vurgular söz konusudur. Kibar efendiler ile yaltaklanan uyruklar arasında kurulan eski dikotomi, artık teori k bir ras­ yonalizasyon bulmuştu: Bir ayrım bölgesinin kültürel i fadesiy­ di bu, ırksal ve kültürel melez saf doğulu Öteki'den de kötüy45 lbid., 1 1 - 1 3 . dü. Yunanlılarla kısa flört dönemi çoktan unutulmuştu , ama o zaman bile Filhelenik destek bir anlamda ı rkçıydı, "yalnız ye­ ni bir Avrupa devrimine özgürlükçü bir destek olarak deği l, modern Yunanlıların antik dönem Yunanlıların soyundan gel­ diği, Turklerin barbar olduğu inancıyla veriliyord u . "46 Daha 1 830 yılında, Gesclıiclıte der Halbinsel Morca walırend des Mit­ telalters adlı kitapta, Jakob Fallmerayer, antik dönem Yunanlı­ ların daha sonraki Slav göç dalgaları içinde eridiği, çağdaş Yu­ nanlıların ırksal temelini Slavların oluşturd uğu ve "modern Yunanistan'ın Hıristiyan nüfusunun damarlarında tek damla sahih ve karlşmamış Helen kanının bile akmadığı"47 yolundaki teorisiyle söz konusu yaygın inancı sarsmıştı . Bu teoriden do­ layı Fallmerayer Yunanistan'da yakın zamanlara dek bir perso­ na nan grata'ydı Fallmerayer'in Yunanlılara yönelik bu ateşli saldırısı, o sırada Bayvera'da yaygın olan Filhelenizm'e karşı yapılmış bir hamleydi ve Rusya'nın siyasal yükselişi karşısında duyu lan paranoid bir korkudan beslenmişti.48 Teorisi, son de­ rece abartılı olsa da, bazı geçerli unsurlar barı ndırıyordu, özel­ likle ırksal saflık fikrine karşı sald ırısı bu açıdan değerlendiri­ lebilir. Nazi Almanyası'nda Yunanistan'ın işgali sırasında Fall­ merayer'in teorisi canlandırıldı, ama "amaç, klasik eğitim al­ mış subayların içini rahatlatmaktı, Yunanlılara karşı giriştikleri kıyımlar, soylu değil, aşağı bir ırka yapılmış olduğundan ma­ zur sayılabilirdi. "49 Keyserling'in ve Ehrenpreis'ın kitaplarını n Atlantik'in öteki yakasında eşzamanlı çevirilerinin yayımlanıp satış başarısı el­ de etmesi bir rastlantı değildir. l 920'ler, kısıtlayıcı göç yasaları çıkması için çalışan en önemli baskı grubu olan Göçü Sınır­ landırma Birliği'nin faaliyetlerini n doruk noktasına u laştığı . 46 Eisner, Tı-a vels, 1 1 9. 4 7 Aktaran George E. Mylonas, Tlıe Ballıan Sraıes: An lnıroducıion ıo Tlıeir His­ tory, Washington, D.C.: Public Affairs, 1 947, 1 69. 48 Eugen Thurn her, ed., jalıob Philipp Fallmerayer: Europc zwisclıen Rom u n d Byanz, Bozcn: Athcsia, 1 990; Eugen Thurnher, ed. , jalıob Plıilipp Fallmerayer: Wisseıısclıaftler, Politilıer, Schriftsteller, Innsbruck: U niversitatsverlag Wagner, 1 993. 49 Eisner, Travels, 1 1 9. yıllardı. 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Anglo-Saksonizm'den beslen e n , belkemiğini Bostan Brahminlerinin* oluşturd uğu birlik, Orta ve Doğu Avrupa'dan göçün sınırlanmasını savunu­ yor, "aksi takdirde Amerikan 'ırkı' intihar etmiş olur" diyor­ du.50 l 920'ler ayrıca, ırkların ve sosyal grupların doğal genetik üstünlüğü teorisini savunan Amerikan Öjeni Derneği'nin de yoğun faaliyet gösterdiği yıllardı . Dernek üyelerinin birçoğu , ırkların karışmasının toplumsal yozlaşmaya yol açacağına i na­ nıyor, kül türel açıdan aşağı olanlarla , özellikle Slavlarla asimi­ lasyondan kaçınılması gerektiğin i , ayrıca toplumsal açıdan aşağı olanların aşırı çoğalmasının engellenmesi gerektiğini sa­ vunuyordu. Sanayi şehirlerine özellikle Balkan Slavlarının gö­ çü engelle nmeye çalışılıyor, onlara kanun kaçakları gözüyle bakılıyor ve Hunlıies (Hunlar) deniyord u . Balkan Slavlarının Amerikan toplumuna aktif bir şekilde dahil edilmesin i savu­ nanlar bile şu uyarıda bulunuyordu: "Balkan Slavlarının Avru­ pa ve özellikle Batı uygarlığına sürekli yönelmelerine rağmen, tabiatları gereği Doğulu olduğunu u n utmamamız gerekir."51 Dernek, sosyal Darwinizm'e teorik olarak karşı olmasına rağ­ men, ortak olarak benimsenen bir nativizm temelinde hatırı sayılır sayıda sosyal Darwinist'i bünyesine çekmişti.52 Bu fikir­ ler, 20. yüzyılın ilk yirmi-otuz yılındaki resmi desteği ve say­ gınlığı bir daha hiçbir zaman kazanamasa da, etkisini belli öl­ çüde sürdürdü ve zaman zaman yeniden ortaya çıktı. Bu görüşlerin yankıları en iyi niyetli girişimlerde bile görü­ lebilir. Anıtsal p rojesi "Slovanska epopej " i hayatı nın son otuz yılında gerçekleştirmiş olsa da, arı no uveau n u n büyük Çek us­ tası Alphonse M ucha kültürel Slavizm'in romantik unsurların­ da esin kaynağı bulmuştu . Aslında, 1 9 28'de "Slav Epik"i üze' (*) Ncw England'in köklü aileleri. Külıürlerini ve muhafazakar tutumlarını çok önemseyip bunlarla gurur duymalarıyla tanınırlar - e.n. 50 Josephinc Wıulich, American Xenophobia and the Slav /mmig ranı: A living Le­ gacy of Mind aııd Spiril, Boulder, Co.: Eası European Monographs, no. 385, New York: Columbia University Press, 1 994, 40-4 1 . 51 Wanclmayer, Tlıe Ballıaıı Slavs, 4 , 52 Wıulich, American Xcnoplıobia, 1 1. 34-38. rinde çalışmaları nı sürd ü rü rke n , eseri Prag şehrine adaması karşısında çelişkili tepkilerle karşılaşması nın n edeni buydu. Birçok eleştirmen bu eserin 1 848 yılına daha uygun old uğunu ileri sürmüş, iki dünya savaşı arası gergin dönemde artık çok­ tan modası geçmiş bir romantizmle yüklü olduğunu belirtmiş­ ti. Herder'in sözlerini neredeyse olduğu gibi tekrarlayan Muc­ ha'ya göre , "her ulusun kendi d i li olduğu gibi kendi sa natı vardır. " 53 Bu fikre ABD'deyken varmış ve 1 9 1 0'da Slav uzman­ larıyla yoğun görüşmelerden sonra , farklı Slavların kültürünü ilk elden öğrenmek üzere Rusya, Polonya, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan'ı kapsayan bir geziye çıkmıştı. Mucha'nın gördükleri, görmek istedikleriydi : Slavlık'a iliş­ kin kendi bekle ntileri ve vizyon ları esin kaynağı olmuştu. Ge­ zisinin doruk noktası Rusya'ydı , burada kendi kökenlerini bulduğuna inanmıştı. Eşine coşk u iç inde şöyle yazıyord u : "Müz ik v e şarkı söyleme, hepsi derinden Bizanslı ve Slav. A de­ ta 9 . yüzyılda yaşamak gibi bir şey. .. lki bin yıldır hiçbir şey değişmemiş."54 M ucha yalnızca romantizmden beslen miyor­ du, yine de ikonografisine yön veren genellikle buydu. Göz­ lemleri döneminin ideoloj i k ufkuna hakim olan başka nos­ yonlarla da şekillenmişti. Bunlardan biri, Avrupa'nın doğu ke­ narının insanlığın erken döneminin benzersiz bir tablosunu, Avrupa'nın premodern aşamasını, Avrupa'nr n kendi geçmişi­ nin tarihsel müzesini sunduğuydu . Ancak bu. nokta göz önün­ de tutulursa, M ucha'nın Rusya'da meydana gelen köklü deği­ şikliklerden, özellikle devrim öncesi dönemde görülen yoğun ve son derece modern kültür hayatından tamamen habersiz ol ması ve kendisinin tasvi r edeceği donmuş iki bin yıllık tablo fa ntezisiyle büyülenmiş oluşu açıklanabilir. Mucha'nın Balkan Slavlarına yönelik tutumu daha da ilginç­ tir. Sırp, Karadağlı ve Bulgarlara sempatiyle dolu olmasına rağ­ men, bu ul uslar Ana Rusya'ya sıraladığı övgülerden pek p.ay alamaz . Türklerden aldıklan palaları, takunyaları ve kostümle53 · Arıhur Ellriclge, Mııclıa: Tlıc Triıırnplı of A rt Noııl'caıı. l'aris: Ediıions Pie rre Te rrai l , 1992, 1 8 3 . 54 !bici. , l 9 3 . 257 riyle bu uluslar, olsa olsa bir mumya müzesine yakışacak gara­ betler sunuyord u . lkinci ziyaretinde, yalnızca Aynaroz Da­ ğı'ndaki Ortaçağ manastırlarıyla ilgilendiğinde gerçekten etki­ lenmişti . Mucha'da kültürel ve ırksal saflık özleminin zayıf bir versiyonuna da rastlanabilir. O sırada Avrupa'nın medeni dün­ yası, sonuç olarak getireceği felaketleri sezmeden bu ideoloj i­ nin hakimiyeti al tına girmişti. Balkan Slavları tek bir soyun saflığından (ya da soyun tahayyülünden) yoksundu; melez ni­ telikleri görünür olmanın ötesine geçiyordu - onların özüydü. Mucha'da bu gerilimin çok hassas olduğu ve kalın ve zengin Slavofil katmanın altında pek zor seçilebildiği doğrudur; çağ­ daşlarının, Keyserling ve Ehrenpreis'ın dile getirdiği kaba ve açık nefretten onda eser yoktur. Mucha açısından, Balkan Slavları, yalnızca Slavlık'ın saf soy ideal soyutlamasına uymu­ yordu; Keyserling ve Ehrenpreis içinse , Balkanlar hiç de olum­ lu nitelikler taşımayan Doğu soyutlamasından daha da aşağı bir sapmaydı. Bu katı ve keskin nitelemeler söylemine hiçbir istisna olma­ dığını öne sürmek dogmatik ve basitleştirici bir tutum olur: Balkan kaosundan anlam çıkarmaya yarayan düzenli sınıfla­ malar yapma arzusuna herkes kapılmamıştı, ama bu arzuya uymayanlar her zaman azınlıkta kalmıştı ve bu dönemde niha­ yet kristalleşen hakim stereotiplere meydan okumamış veya onları değiştirmemişti. İngiliz Archibald Lyall gibi şu tür söz­ leri söyleyenlere pek ender rastlanıyordu: "Güneydoğu Avru­ pa'yı , meseleyi kendimin i nceleyeceği fırsa t oldu ğu sürece kimsenin dediği hiçbir şeye inanmayacak ölçüde iyi tanıyor­ dum." Lyall, The Balhan Road adlı kitabında 1 920'lerin sonla­ rındaki Romanya (bir tür Balkan Hollywood'u olarak Bükreş), lstanbul , Yunanistan, Arnavutluk, Karadağ ve Dalmaçya'yı an­ latan incelikli ve zekice değerlendirmeler bırakmıştır. Özlü ya­ zan keskin bir gözlemci olarak, bir Batılı'nın Balkanlar'da his­ sedeceği rahatsızlığın n edenleri n i , düşmanlık ta n uzak, ama küçümseyen bir sempatiyle dile getirmeyi becermişti. Bu ra­ hatsızlığın başlıca nedenlerinden biri, burj uva konfor ve dav­ ranışlarının bulunmamasıydı: Yüksek Almanca ve ltalyanca konuşulan toprakların doğusun­ da hemen hemen her yerde havada Balkanlar'ın hafif esintisi bulunur; Bohemya'da pek hissedilmeyen bir esinti, doğuya doğru her kilometrede giderek güçlenir - belirli bir konforsuz­ luk, kurallara ve zaman tarifelerine kayıtsızlık, varoluşun sıra­ dan mekanizmasına karşı bir je-m'en-fichisme [ nemelazımcı­ lık ] . mizaç ve koşullara göre çıldırtıcı veya sağlıklı bir tavır. 55 Dakiklik hiçbir zaman Balkanlıların bir erdemi olmamıştt, ama bu alanda bile Lyall'dan sonra yarım yüzyıl içinde ilerle­ me görülmüştür. Lyall'a göre, Yunan gemileri her zaman bir buçuk saat geç kalıyordu, ama bu, tarifeden on dakika önce hareket eden Yugoslav trenlerinin yarattığı sinir bozukluğuyla karşılaştırıldığında hiçbir şeydi. Gelgelelim, "pays balkaniques, pays volconiques"in [Balkan ülkeleri , volkanik ülkeler] en ra­ hatsız edici özelliği, Belgrad'da Skupştina cinayetlerinin bar­ barlığına, So fya'da Sveta Nedelya'nın bombalanması faciasına ve Yunan papazların öldürülmesine yol açan "silah kültü"ydü. Yine de, Lyall, Balkanlar'ın yabancı için başka herhangi bir yerden daha güvensiz olmadığında ısrar eder. Yerliler yalnızca arkadaşlarını ve tanıdıklarını vurur ve yaban­ cılara nadiren müdahale ederler. Paris'te veya Chicago'da bir adamı, cebinde bir içki parası olabileceğini düşündüğünüz için öldürürsünüz, ama Balkanlar'da bir adamı belli bir büyük dava uğruna öldürürsünüz: Siyasal görüşlerini beğenmediği­ niz için, ya da büyük amcası sizin ikinci dereceden kuzenleri­ n i zden birini bir zamanlar vurduğu i ç i n , ya da eşit ölçüde sağlam, bu türden bir başka gerekçeyle. Eğer bir Balkan şeh­ rinde gecenin saat üçünde yürüyüşe çıkasınız gelirse, kafanı­ za bir darbe indirilmesi riski o denli küçüktür ki, bu riski pe­ kala göz ardı edebilirsiniz.56 Bu paragraf kitabın Arnavutluk üzerine olan kısmında yer alır. Lyall, Atina'da beraber zaman geçirdiği lranlı bir Prebis5 5 Archibald Lyall, The Balhan Road, Londra: Methuen, 1 930, 1 2, 1 64. 56 lbid., 13, 153, 1 57- 1 58. teryen'in "korkunç ülke" hakkında yaptığı uyarılara rağmen Arnavutluk'ta gayet iyi bir dönem yaşamıştır. lranlı'nın gülünç suçlamalarını, yani alışıldık olduğu üzere Bau'dan değil, Do­ ğu'dan gelen önyargıları d in lemek öğreticidir. Batılıların Bal­ kanlar'a standart suçlaması fazla Doğulu olmasıdır; medeni Doğulu'nun hiyerarşik düzeninde pej ora tif referans noktası Afrika'dır: Niçin Arnavutluk'a gitmek istiyorsunuz, sevgili beyefendi? Orada kara taşlardan başka görülecek bir şey yoktur. Ev mev Hak getire! Yalnız içinde tüfeklerin görüldüğü yarıklar ve de­ likler bulunan küçük kalecikler vardır ve Arnavu tlar. orada oturur, çal-pal-çal-pal oraya buraya ateş ederler. Yahşi Ba­ Lı'dan daha kötüdür. Kentucky ! Tennesse e ! O nlar Arnavu ı­ luk'un yanında öksüz gibi kalırlar! Öksüzleri Çocuklar! Orası Timbukıu'dur, Timbuktu'nun göbeği! Bana, Arnavuıluk'a git­ meyeceginize söz verin. Yazık olur. Çok gençsiniz . . . Bakın, si­ ze söyleyeyim beyefendi, Tanrı Arnavutları kaynanasıyla kav­ ga ellikten sonra yaraımış.57 Balkanlar'ın etnik karmaşıklığı en iç karartıcı özelliği olarak görünüyordu. Ul usların az çok homojen bloklar halinde yaşa­ dığı Batı Avrupa'nın tersine, Doğu'da uluslar, menü yazanların sözlüğüne macedoine kelimesini eklemesine yol açacak biçim­ de birbirine karışmıştı. Kolay kategorizasyonlar yapılmasını engelleyen ve düzenli reçetelere aykırı düşen bu karmaşıkl ık, Lyall'ın kınayıcı sözler söylemesine değil, basit ve adil bir ifa­ dede bul unmasına yol açmıştır: "Adriyatik'in doğusunda her yerde her meselenin en az on yüzü vardır, bana göre bir şey öteki kadar iyidir. " 58 Karmaşık etnik karışı m , "heterojenlik handikapı"yla malül teşhisi konan yarımadanın istikrarsızlık ve düzensizliğinin sorumlusu olarak gösteriliyordu.59 Azınlık meseleleri, özellikle Doğu Avrupa'da ulus-devletin gelişiminin içsel bir parçasıydı. Gelgelelim , etnik çatışmalara yol açanın, 57 l b i d . 1 2 1 . 5 8 lbid 1 3 , 1 35. 59 Roucrk, Bal/ıatı Poliıics, 3 , 7. . .. kendi başına etnik karmaşıklık değil, etnik homoj enlik teme­ linde idealleştirilmiş ulus-devlet çerçevesindeki etnik karma­ şıklık olduğunu hiç kimse vurgulamıyordu. Irksal karışım dü­ zensizliğe yol açmıyordu yalnızca, ırksal saflıktan yoksunlu­ ğun kendisi düzensizlikti. Balkanlar'ın ırklarının ve devletleri­ nin karışık deneyi mleri onların " medeniyet aşaması"yla açık­ lanıyord u . Bir l ngiliz diplomatın deyişiyle: "Doğu Avrupa'da milliyetçi lik, Batı Avrupa'dakine kıyasla doğal olarak savaşa daha yatkındır, çünkü burası daha geri bir gelişme aşamasın­ dadır. "60 1 9 . yüzyıl sonu ve 20 . yüzyıl başları, evrimcilik, özellikle ar­ zu edilir bir hedefe doğru tarihin kesintisiz hareketi anlamına gelen bir versiyonu olan ilerlemecilik teorilerinin doruk nok­ tasına ulaştığı bir dönemdi. Bu fikir 1 7 . yüzyılda doğmuş, 1 8 . yüzyılda olgunlaştırılmış, Ortaçağ'ın egemen statik "varlık zin­ ciri" anlayışını değiştirmişti. ilk olarak Leibniz'de görülen bu değişim, aşağıdan yükseğe doğru zaman içinde ardışık sırayla birbirini izleyen h iyerarşi aşamaları olduğunu varsayıyordu. Böylelikle, statik bir varlık zinciri anlayışı, daha eksiksiz bir mükemmel liğe doğru düzçizgisel bir yükseliş süreci fikrine dönüşmüştü. Kesintisiz ilerleme varsayımı, gelişme nosyonu­ nun kendisini kült üre bağımlı hale getirmişti; gelişme, "bir mutlak, bir evrensel değer, bir modernlik simgesi ve giderek artan sayıda toplumsal kültürde bilinçli bir hedef veya ideal statüsü kazanmıştı. "61 Tarihsel sürecin ilerlemeci değerlendir­ mesinde kullanılan temel kategorilerden biri, Avrupa düşün­ cesinde kültürün yanı sıra 18. yüzyılda yaygınlık kazanan m e­ deniyet kavramıydı. 19. yüzyılda şekil lenen Balkan araştırmaları, gerek roman­ ı izm gerekse evrimcilik geleneklerinden derinden etkilenmişti. Romantizm özgül Balkan Vol hsgeist(lar) arayışına ilişkin aşırı büyülenme, ayrıca folklor ve dilin metodik incelenmesi sonu­ cunu doğurmuştu; evrimcilik, 19. yüzyıl akademisinin sınıOan60 Natioııalism and War in tlıe Near East (By a Diplomatist), Oxford: Clarendon, 1 9 1 5 , ix, xii, xvi. 6 1 Dictionaıy of tlıe Histoıy of ldcas. c. 1 , 6 1 9, c. 2 , 1 78. dırma saplantıları çerçevesinde , Balkanlar'ı kesin bir biçimde insanlığın ilk dönemine yerleştirmişti. Folklor ve dilin halkla­ rın kimliklerinin özü ve varoluşlarının meşrulaştırılması olarak yüceltilmesi , Johann Gottfried von Herder'in eseriyle toplumsal düşüncede devrim getirmişti. Herder'in fikirlerinin yarattığı açılım, ancak eski hocası ve entelektüel muarızı lmmanuel Kant'ın sunduğu değerlendirmeyle kıyaslandığında gerçek an­ lamda anlaşılabilir. Kant, Anthropologie'sinde şu tezi öne sür­ müştü: "Avrupa Türkiyesi'ndeki milliyetlerin" , ayrıca Lehistan ve Rusya'dakilerin tablosunun çıkarılması bir yana bırakılabi­ lirdi, çünkü "belirli bir halk karakterini edinmek için gereken­ leri hiçbir zaman sağlayamamışlardı ve sağlamayacaklar"dı. Herder'in devrimi Avrupa'nın doğusunda tutundu ve savu­ nuldu, bunun temel nedeni, söz konusu devrimin Doğu Avrupa ulusları arasında tutkulu bir öz-çıkar duygusu yaratması , onla­ ra bir varolma nedeni kazandırmasıydı. Bu devrim, günümüze kadar süren temel araştırma alanlarını belirlemişti: Dil , tarih, etnografi, folklor. Öte yandan, Batı'da onların uluslar hiyerarşisi içindeki statüsünü pek yükseltmemiş, ama hiç olmazsa folklo­ rik gruplar olarak onları zihinsel haritaya yerleştirmişti. Hegel , Herder'in kategorilerini benimsemiş, hatta Doğu Avrupalıların "Hıristiyan Avrupa ile Hıristiyan olmayan Asya arasındaki mü­ cadelede" öncü kol rolünü oynadığını kabul etmiş, ama Her­ der'in folklor saplantısı karşısında kayıtsız kalmıştı. Hegel'in ta­ rihsel değer için ölçütü, bir grubun "akıl biçimleri yelpazesinde bağımsız bir güçle öne çıkıp" çıkmadığıydı ve devlet bu biçim­ ler yelpazesinde en başta gelen konumdaydı. Slavlar, Avrupa si­ yasal tarihinin ne ölçüde parçası haline gelmiş, bir kısmı Batı aklı tarafından fethedilmiş olsa da, genel bir tarihsel araştırma­ ya layık değildiler, çünkü hala "Avrupa ruhu ile Asya ruhu ara­ sında aracı" olmaktan öteye geçememişlerdi.62 lronik bir biçim62 l lans-Dicler Döpmann, "Die Christenheit auf dem Balkan i m Spiegel de­ u ıschsprachiger Liıcratur des 1 9. Jahrhunderıs," Josip Matefü: ve Klaus 1 lciı­ mann, ed., Südosıeuropa in der Walımehmung der deuısclıen Offentliclılıeit vom Wiencr Kongrcss (1 8 1 5) bis zum Parieser Frieden ( 1 856) . Munih: Sudesıeuropa Gescllschafı, 1990, 26. de, "Herder, Slavları her şeyden önce bir folklorik araştırma nesnesi şeklinde formüle ederken, Hegel'in onları tarihsel de­ gerlendirmeden dışlayacagı felsefi perspektifinin yerleşmesine katkıda bulunmuştu."63 Bu miras o denli güçlüdür ki, Batı ta­ rihyazımında evrimci düşüncenin genel olarak gerilemesine ragmen, Balkanlar, en so fistike söyleml erde bile hala Avru­ pa'nın Vollısmuseum'u olarak karşımıza çıkar. iki dünya savaşı arası dönemde ilerleme fikrine ilişkin yaygın bir hayal kırıklıgı olsa da, Balkanlar üzerine degerlendirmelerde bu fikir geçerli bir ölçüt olarak korundu. ilerleme fikri, birbirini dışlayan iki biçim aldı . Bunlardan biri , Dogu'nun (Balkanlar çogunlukla Dogu'nun parçası sayılıyordu) hareketsi z , degişmez ol dugu inancına dayanıyordu. Dolayısıyla, bugün orada yaşayanların incelenmesi geçmişe yeterince ışık tutabilirdi. Brailsford Macc­ doııia kitabının giriş bölümünde şöyle yazıyordu: Dogu'da hiçbir şeyin değişmediği, zorbalık düzeyine ulaşma tehdidi taşıyan bir beylik bilgidir. Kuşkusuz, Doğu'nun ru­ hunda geçmişten kalıntıları ve anakronizmleri adeta özel ola­ rak koruyan bir şey var. Yüzyıllar birbiri ardına akıp gitmiyor. Tersine bi rarada yaşıyor. Köhnemiş adetler budanıp atıl mıyor, ölü nkirler gömülmüyor. Bu sevimli muhafazakarlıgı göste­ renler yalnız Türkler de değil . Dar ve yüksek bir vadide ku­ rulmuş, öğretmensiz, papazsız, dünyadan yalıtılmış tipik Slav köyü, pagan dönem lerinden kalma geleneklerine derin bir saygıyla kendi temkinli , telaşsız hayaunı sürdürüyor.64 Öteki yaklaşıma göre, Balkanlar da evrensel evrim yasaları­ na tabiydi , ama burda geri bir kültür ve medeniyet vardı. En iyilikçi değerlendirmeler bile, " tükenmez, ama azgelişmiş güç­ leri " ni vurguluyordu; "Batı'nın daha ileri medeniyetine özgü ilkeleri ve bakış açısını" Balkanlar'dan beklememeliydi.65 Bu, en kalıcı ve dayanıklı olan görüştür. i l . Dünya Savaşı'nın so63 Wolff, lnvrnıing Eastcm Europe, 3 1 5. 64 Brails[ord, Maccdonia, 1 . 6 5 Felix Borchardı, "Bcrlin-llagdad . . ," Ballıcın uııd Oricııı , llerlirı: Yerlag l'rıız l lirschberg, 1 9 1 6/1 9 1 7 , 8; Nationalisın aııd War, 20, 2 2 . . nunda bile, Bernard Newman şu noktayı belirtmeden geçemi­ yord u : ··son kuşak dönemindeki büyük ilerlemeye rağmen, Balkan davranış kodları henüz Batı standartlarına uymuyor. "66 Barbarlık ile medeniyet arasında bir ara durumda olmasından dolayı, Balkanlar, Birinci Dünya'nın Üçüncü Dünya'da hizmet görmeye hazırlanan "siyaset bilimcileri ve diplomatları i_çin harika bir okul" sayılıyor, bir "sınama yeri " olarak kullanılı­ yordu: ··örneğin akademik olmayan dünyada, bugün A frika­ Asya ülkelerinin sorunlarıyla baş etmeye çalışan resmi ve yarı­ resmi Amerikalı personelin önemli bif bölümü, retrospektif bir bakışla özgün azgelişmiş bölge haline gelen Balkanlar'da bu tür işler için -deyiş yerindeyse- eğitim almıştır."67 Benzer şekilde, gerek gelişme süreci n in temel kategorileri olarak medeniyet ve kültür, gerekse insanlığın başarısının do­ ruk noktası olarak Batı medeniyetinin yüceltilmesi, 11. Dünya Savaşı'nın ardından giderek sorunsal olarak görülmüş, yine ae bunlar kamuoyunun zihninde işlevsel nosyonlar olarak kal­ mışllr. Kuşkusuz, uzmanlaşmış akademik l iteratürde kültür ve medeniyetin sofistike bir şekilde ele alınışı söz kon usudur, ay­ rıca genel olarak sosyal bil imler, ister tekil ister çoğul olarak "medeniyet" kelimesin i kullanmaktan kaçınmaya başlamıştır: " Meden iyet, ancak , tam Lamına öteki 'medeniyetler'in incelen­ mesi olarak tanımlanan ve Oryantalizm denen sahte alanda kullanılıp yaygınlaşmışllr. "68 N e var ki, bu sonuçlar, l isansüstü eğitim düzeyi dışında seyrek olarak popülerleşmiştir. Tam ter­ sine, bütün tutkulu akademik tartışmalara, elnosantrizm eleş­ tirilerine ve çokkültürlülük taleplerine rağmen , Amerika ve Balı Avrupa'da hümanist lisans eğitiminin temel direği, "Batı medeniyeti" konusudur. Samuel Hufıtington'ın yeni makalesi etrafındaki son tartış­ malar, kategoriye yeni bir meşruiyet kazandırmıştır. Hunting66 Bcrnard Newınan, Ballıaıı Baclıg rouııd, New York: Macmillan, 1 935, 72. 67 Joseph Roıhschild, aktaran Henry L. Roberıs, Eastrrn Europe: Politics, Rrvolu­ t ion, and Diıılomacy, Ncw York: Alfred A. Knopf, 1 970, 1 80. 68 l ınmanucl Wallersıein, Geopolitics and Grocııltııre: Essays on ılır Changing Worlcl-System, Cambridge: Cambridgc Universiıy Prcss, 1 99 1 , 2 3 1 . Lon'a göre, gelecekle Leme! çallşma kaynağı ekonomik veya i deolojik değil , kühürel olacaklır. Medeniyeli en yüksek kül­ türel grup olarak tanımlayan Hunti ngton, "küresel siyaselin Leme! çatışmaları farklı medeniyetten uluslar ve gruplar ara­ sında olacaktır" tezini öne sürmüştür. Toynbee'nin tartışma götürür mirasına açıktan açığa başvuran Huntington , günü­ müz dünyasında yedi-sekiz büyük m edeniyet tespit etmişlir: Batı , Konfüçyüs, Japon , lslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve belki Afrika. Tarihsel sürecin dinamiklerine ve in­ celikleri ne duyarl ı he rha ngi bir kimse i ç i n , H u n t i ngton'ın metni aşırı mekanik nitelikte görünecek, bir vizyon sağlamak yerine bir reçete üretmeye yönelik olduğu gözden kaçmaya­ caktır. Huntington çok farklı çevrelerden son derece sert eleş­ Lirilerle karşılaştı, ama ismi, konumu ve fikirlerinin çekici ba­ sitliği sayesi nde, " medeniyetler çatışması" sözü özellikle ne Huntington'u n e de onu eleştirenleri okumuş olan akademis­ yenlerin ve gazetecilerin etkisiyle fazlasıyla yayıldı.69 Hunting­ Lon önce şu görüşü ileri sürüyordu: Komünizm, faşizm -Na­ zizm ve liberal demokrasi arasındaki çalışma ve soğuk savaşla. iki süper güç arasındaki mücadele Batı meden iyeti içindeki çatışmalardı, "Batı'nın iç savaşları"ydı. Bu, örlük olarak, bü­ Lün Doğu Avrupa'yı ve Rusya'yı Batı medeniyeti kaLegorisi içi­ ne alıyordu. N e var ki, Hunlinglon'a göre, ideolojik alanın or­ Ladan kaybolmasıyla birlikte, "Avrupa'nın bir yanda Batı Hı­ ristiyanlığı, öte yanda O rtodoksluk ve lslam arasında külLürel olarak ikiye ayrılması yeniden kendini gösterir. " Buradan çı­ kan mantıksal sonuç şudur: Ateist komünizm, soğuk savaşa rağmen, geleneksel Ortodoks topraklarını Batı medeniyeti , li­ beral demokrasi sınırları içine yerleştirmişti ve "Şer l mpara­ torluğu" nun çöküşüyle bu topraklar asıl a i t oldukları yere dönmüştü. 69 "Rcsponscs to Saınuel P 1 lunıington's 'Thc Clash o f Civilizations?'" Foreigıı Affairs, c. 72, no. 4, Eylül/Ekim 1 993, 2-26; Sanıuel P. 1 lunıington, " l f Not Ci­ vilizatioııs, What1'' Forrigrı Affairs, c. 72, no. 5, Kasım/Aralık 1 993, 1 86- 1 94; Richard E. Rubcııstein ve Jalte Crocker, "Challeııgiııg Hunıington," Forcigrı Policy, no. 96, Güz 1 994, 1 1 3- 1 28 . Ayrım çizgisinin , 1 500 dolaylarındaki Batı Hıristiyanlığı'nın doğu sınırı olduğu belirtiliyordu. Bu ç izgi, biraz daha batıya uzanan, eski komünist Avrupa'nın bütününü kapsayan , Le­ n ingrad-Trieste'den geçen eski ünlü soğuk savaş hattının yerini almaya başladı. Artık, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan , Slovenya, Hırvatistan, ayrıca Macar azınlığın yaşadığı iki bölge (Transilvanya ve Voyvodina) Batılı ilan ediliyordu. Ayrım çizgi­ s i n i n doğusundaki medeniyeti sadece " Ortodoks" yerine, ·'Slav-Ortodoks"diye adlandırarak, anlaşılan "Batı medeniyeti­ nin beşiği " , bir N ATO ve Avrupa Birl iği üyesi olan Yunanis­ tan'ın durumu açıklanmaya çalışılmış, ama aynı zamanda Slav olmayan pek çok ulus (Romenler, Gagavuzlar, Gürcüler, Arna­ vutlar vb.) Batı dışı gruba sokulmuş, pek çok Slav ulus (Lehler, Çekler, Hırvatlar vb. ) da Katolik kimlikleri sayesi nde, rahatsız edici "Slav" n iteliğinden kurtulmuştu. Ama ayrım çizgisinin hayali olmadığını göstermek, fiziksel olduğunu vurgulamak için makalede yer verilen harita, Yunanistan'ı bu çizginin yanlış tarafına yerleştirmişti. Tabii ki, istisnaların kuralı bozmadığı ileri sürülebilir, ama bu, örtük marj inalizasyonlarına karşı şid­ detli tepki gösteren Yunanlıları yatıştırmaya yetmemişti.70 Hunl ington , "Batı m edeniyeti" ile Slav-Ortodoks dünyası ("Batı medeniyeti"yle kara sınırı olan tek ulus grubudur bu) arasında önerdiği ayrım çizgisinin ekonomi veya siyasetle de­ ğil, kültürle ç izildiğine i nanmamızı istemektedir. Gelgelelim, iki medeniyeti tanımlarken ekonomik özellikler ön plana çık­ maktadır. Bu çizginin kuzeyindeki ve batısındaki halklar Protestan ve Katoli k'tir; Avrupa tarihinin ortak deneyimlerini -feodalizm, Rönesans, Reformasyon, Sanayi Devrimi- paylaşmışlardır; ge­ nel olarak çizgin i n dogusundaki halklardan ekonomik açıdan daha iyi durumdalar ve ortak bir Avrupa ekonomisine gittikçe artan katılıma ve demokratik siyasal sistemlerinin kökleşme­ sine yatkın olabilirler. Bu çizginin dogusundaki ve güneyin70 Theodore A . Couloumbis ve Thanos Veremis, "in Search of New Barbari­ ans . . "' Mcditcrranean Quarterly, Kış 1 994, 36-44. .. deki halklar Ortodoks veya M üslüman'dır, tarihsel olarak Os­ manlı l mparatorluğu'na ve Çarlık l m paratorluğu'na bağlıydı­ lar ve Avrupa'nın geri kalanına yön veren olaylardan çok az etkilenmişlerdir; genel obrak ekonomik açıdan daha az ilerle­ mişlerdir; istikrarlı demokratik siyasal sistemler geliştirmeleri çok daha zayıf bir ihtimal görünmektedir.71 Doğal olarak Huntington çok genel i fadelerde bulunmakta, coğrafi çeşitliliklere yer açmaktadır. Yine de, ister istemez varı­ lacak sonuç, kültürel ayrımın, gerçek ayrımı, yani zengin ile fakir arasındaki farkl ılığı maskelemek için kullanıldığıdır. Ne de olsa , aynı ölçüt G ü n ey Amerika i ç i n de k u llanılmakta, "Huntington Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'daki Katolikleri ve Protestanları biraraya getirirken , lspanyolca ve Portekizce konuşulan Latin Amerika'da Katol ikleri dışlamakta, onları (ekonomik nedenlerle?) ayrı bir kültür bölgesine/medeniyete sokmaktadır."72 Lehlerin, Macarları n , Çeklerin, Slovakları n , Hırvatların v e Slovenlerin -bu noktada sadece sözel düzeyde de olsa- "Batı medeniyeti" kapsamına sokulması, yeni "Doğu duvarı"nın bir zengin klübünü koruyan bir duvar değil, kalıcı ve köklü tarihsel farklılıklara dayanan bir set olduğu gibi bir izlenim bırakmaktadır. Balkanl ar'a ilişkin popüler imge n i n , ırk, ilerleme, evrim , kültür ve medeniyet nosyonları etrafında dönen birçok fikir ai lesinin benzer şekilde popüler ve çoğu zaman vülger yoru­ munda önemli rol oynadığını söylemek abartı olmaz. Carnegie Vakfı için Balkan araştırmasını kaleme alan lngiliz diplomat şu sonuca varmıştı: "Asırlarca Asyatik Bizans idaresine tabi olan I3alkanlar'da Avrupa kültürünün tek temelinin ve Avrupa me­ deniyetine yönelik tek yatkınlığın milliyet bilinci olduğu çe­ kinmeden söylenebilir. " Dolayısıyla, "Balkanlar'da nerede ve ne zaman milli duygu bilinçli hale geldiyse, o zaman ve o öl­ çüde medeniyet başlamıştır; böyle bir bilinç, en iyi şekilde sa71 Samucl Huntington, "The Clash of Civilizations7"' Foreign Affairs, Yaz 1 993, 30-31 . 72 Couloumbis ve Veremis, "'in Scarch o f New Barbarians,"' 40. c. 72, no. 3, vaş yoluyla uyanabiliyordu, Balkanlar'da savaş barışa giden tek yoldu . " Bu diplomatın düşüncesine göre, "Selanik limanında bir Messageries posla vapurunda dinamitler saklayan Bulgar komitacı Avrupa medeniyetinin temsilcisiydi , oysa Hilmi Paşa, Selanik Konağı'ndaki çalışma odasından 'Makedonya reform­ ları'nı ve 'Mürzsteg programları'n ı uygulamaya koymaya çalı­ şan o kibar, kül türl ü beyefendi böyle bir nitelik taşımıyor­ du."73 Bu sözler Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden birkaç ay önce yazılmıştı, ama daha sonra Batı'n ın sözde me­ deni milliyetçiliğine doğası gereği yabancı olarak nitelenen Balkan milliyetçiliğinin, Balkanlar'ın Avrupalılık'a layık bulu­ nan tek u nsuru olması ironiktir. Çok geçmeden aynı Bulgar komitacı, Avrupa barış ve medeniyetinin yüce üstatları tarafın­ dan , Avrupa medeniyeti temsilciliğinden uluslararası teröriz­ min başlatıcısına dönüştürülecekti. Bu düşünceler, "Kuran nasıl lncil'den daha az manevi değer taşıyorsa, l slam da Hıristiyanlık'tan daha az sosyal değer taşır" diye ilan etmenin uygunsuz sayılmadığı bir dönemde, kuşku­ suz şaşırtıcı görünmüyordu. Günümüzde de , hür dünyanın iki büyük akımına, Hırisliyanlık ve Kapitalizm'e soğuk savaş son­ rası retorik benzeri zafer şarkıları düzerken, bu düşünceler yi­ ne şaşırtıcı görünmeyecektir: "Batı medeniyetimiz hem mane­ vi hem de maddi bir temele dayanır: Bazı açılardan Hıristiyan­ lık'a denk düşen yurttaşlık deneyimi birikiminin ve bazı bi­ çimlerinde Sermaye olarak i fadesin i bulan refah biriki minin gücü . " Milliyetçiliğin kurtarıcı etkisi dışında Balkanlar'da Av­ rupalı olan hiçbir şey yoklu, çünkü "bu tür etik ve ekonomik bileşenler olmadan medeniyet mevcut olamaz ve bu bileşenle­ rin her ikisinin de gelişmesi Ortodoks karanlıkçılığı [ obscu­ rantism] ile Asyatik otokrasinin kutsal olmayan ittifakı altında imkansızdı . " Anonim l ngiliz diplomatın gerçek ö fkesi Orto­ doksl uk'a yönelikti. Diplomatik dilin şaheserinde, Türklerin başarısızlığını bile "Bizanslılık'a, açgözlülüğe" atfediyordu.74 73 Nationalisnı and War, 3 1 . 74 lbid., 20, 22, 3 7 ' 40-41 . Balkan medeniyetindeki en küçük ilerlemeler bile Avrupa medeniyetine bağlan ıyordu. Müslümanlar arasında çokeşlili­ ğin yaygın olduğu şeklindeki etkili inanca dayanan Harry De Windt'e göre. "çokeşlilik, Avusturya Balkanları'nda artık bü­ yük ölçüde (ve gönüllü olarak) sınırlanmıştır, burada zengin adamlar bile en fazla dört-beş eşle yetiniyorlar. "75 DemograOa­ rın, çokeşliliğin Balkan Müslümanları arasında her zaman çok ender rastlanan bir fenomen olduğunu gösterdiklerini Harry De Windt bilemezdi. En azından b ilmesi gereke ı:ı şey, bir Müs­ lüman erkeğin meşru olarak evlenebi leceği kadın sayısının en fazla dört olduğuydu. Başka yazarlar Balkanlar'da Avrupa me­ deniyeti etkisini çok küçük gösteriyordu: Bu etki, "hiçbir za­ man Avrupa üzerindeki Balkan etkisinin yüzde biri olmamış­ tı." i k inci etki , "şiddet, cinayet , entrika, çapulculuk, blöf ve söz leşme inkarı "ndan ibarelli. Keyserl ing'in "Balkanlar mev­ cut olmasıydı , icat edilmesi gerekirdi" söz üne uygun olarak, idealleşlirilen Av rupa nosyonuna uymayan her şey, bulaşıcı bir hastalık g i b i , Bal kanl ar'dan i thal e d i l m e l i yd i . 76 D ö n e m i n hitsclı , kartpostal kültürüne bakınca, Nordi}< unsurlar taşıyan, masum bi r Avrupa'nın hoyrat bir Balkan yılanı tarafından nasıl baştan çıkarıldığı nın tablosu görül ür ister istemez. Balkanlar imgesine, iki dünya savaşı arasında, ama özellikle i kinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeni bir unsur eklendi . l kinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeni bir demon, yeni bir öteki -ko­ münizm- bu imgenin şekillenmesinde pay sa hibi oldu . Bal­ kanlar'ı "Batı dünyasının kaybettiği" ilan edildi, Rusya yarıma­ dada gücünü ko ruduğu sürece Balkanlar "Batı medeniyetini savunanlar tarafından gözden çıkarıldı" , çünkü Rus komün iz­ mi "Avrupa'nın sonu"ydu.77 Buradaki paradoks, Balkan Kul­ ı u rrauııı 'un [ kültür alanının] en önemli temsilcilerinden i kisi­ nin, yani Yunanistan ile Türkiye'nin bölgeye aidiyetten müna­ sip bir şekilde kurtarılmasıydı. Yunanistan söz konusu oldu75 De Windt, Tlıroııg lı Savag e Europe, 84. 16 Bcrkovic i , Tlıe /ııcrcdible IJallıans, 3-5, 264-265. 7 7 Roucek, IJallıaıı Politics, 1 2 - 1 3 , 289. ğunda, bu ülkenin Aydınlanmış Batı Larafından sahip r;ıkılan klasik mirasından kaynaklanan özel Lulum her zaman kendini gösteriyordu, ama bu tULum dengesizdi ve Yu nanislan Balkan­ lar'dan ancak seyrek olarak bütünüyle hariç llllul uyord u . i kin­ ci Dünya Savaşı sırası nda, Fallmerayer'in Leorisi Almanların Yunanlılara Unıemıenscheıı [ altinsan ] olarak davranmasına na­ sıl hizmel euiyse, müttefiklerin Lutumu da Yunanlıların Balı medeniyetine kaLkısına ilişkin bilgilerin canlandırıl masına da­ yanmaktaydı; Sırpların ve Arnavutların milli kahramanları ve olayları lngilizlerin ruhlarına hitap edemezdi , ama du ru m Yu­ nanlılar için farklıydı: B a l k a n lar'dan Yu nanistan'a -ge rçekte k es i n l i k l e bir 13alkan devleti değil burası , büyük Akdeniz medeniyet i n i n bir parça­ sı- geçerken kend i m izi manevi olarak dost topraklarda bulu­ yoruz. Yabancı toprakların kaderini belirlemiş m u harebelerin, h ü kümdarların ve kanun koyucuların garip isimleriyle -Koso­ va, George Kastriota, Lek- cebelleşmek yerine, bütün medeni­ yetin kaderlerini çizmiş isi mlerle -Maralho n , Perikles, Solon­ karşılaşıyoruz. Kendi kültürümüzün büyük bölüınunü, sanat­ larımızı, b i l i ml e r i m izi , d i n i m i z i n ald ığı şekl i . spor geleneği ­ mizi ve bugün uğrunda dövüştüğü m ü z idealleri bu kuçük ü l ­ keye borçluyuz. 78 Balkan hasLalığını " heteroj enlik handikapı" olarak Leşhis eden Amerikalı profesör joseph Roucek, ırk klişeleri çerçeve­ sinde çalışıyordu, ama Yunanlıları soylu gösteriyord u : "Bulgar Alp Slavı'dtr, kanında Asyatik, Fin ve Türk unsurlar bulunur. Yunanlı, Nord ik unsurlarla karışmış, A kdeniz soylarıyla ol­ gunlaşmış Helen'dir. Gerçi Romen bir Lalin'den başka bir şey olduğunu hiçbir zaman kabul etmeyecektir, ama Akdeniz un­ surlarıyla karışmış, Asyatik'e fazlasıyla bulaşmış Slav'dır. " 79 Henry Miller'ın Colossus of Maroussi adlı, Avrupa medeni yelin­ den romanlik kaçışını neredeyse kurmaca biçiminde anlalan 78 Newman, Balhan Baclıground, 248. 79 Roucek, Ballıan Politics, 7. kitabı, Helenofil duygunun kendini gösterdiği az rastlanan ör­ neklerden biridir. Miller'ın anlatısını, A merikalı diplomat La­ ird Archer'ın, aynı zamanda, ama daha uzun bir süre boyunca yazdığı Balhan ]oumal adlı günlükle karşılaştırmak çok ilginç sonuçlar doğurmaktadır. Archer'ın sürükleyici anlatısı, Bal­ kanlar'ı n savaşa nasıl sokulduğuna dair ayrıntılı izlenimlerini sunmaktadır. Bu kitap, ayrıca, bir başka Amerikalı'nın Robert Kaplan'ın Nazizm'in Balkan kökenlerin e i lişkin yazdıklarını çürüten bir metin olarak okunmalıdır. Tiran'dan Atina'ya, Sof­ ya'ya ve Belgrad'a giden Archer, l 938'de Hitler'in nefret göste­ rilerinin Balkanlar'da nasıl karşılandığına ilişkin yorumlarda bulunmuştur: "Balkanlar'da Ortodoks Kilisesi'ne bağlı ortala­ ma kişi, Reich'ta genç kuşağı besleyen çiğ et dietinin en yeni sonucuna -Katolik kiliselerinin yağmalanmasına ve sinagogla­ rın yakılmasına- öfkeyle ve biraz da dehşetle bakmaktadır."80 Archer, Miller'in Yunanistan'a derin bağlılığını paylaşıyordu, ama aralarında kritik bir fark vardı. Archer somut siyasal Yu­ nanistan'ı seviyordu. Öte yandan, M iller'in öyküsü ise, kendi Amerikan kültürüne somut bir nefretten besleniyordu, buna karşılık Yunanistan tutkusu en soyut türden, kaçışa yönelik bir idealizasyondu. Miller'ın karşılaştığı ve sevdiği Yunanlılar için taşıdığı duyguların içtenliği ve güzelliği kuşku götürmez; onun Yunanistanı'nın Batı'da eksik olan her şeyin cisimleşmiş hali olduğu da aynı ölçüde kesindir. Yunanistan'a gelince "Av­ rupa'dan bütünüyle koptuğunu" hissetmiştir. Dolayısıyla, Mil­ ler, bu farazi Avrupa ile Yunanistan arasındaki temel karşıtlığı yeniden üretecekti , ama bu sefer roller değişecekti: Ona göre, Yunanistan, ruhsuz ve mekanik Avrupa'dan kat kat üstündü. Yunanistan üzerine en duyarlı ve güzel anlatılardan birini su­ nan Miller, zaman zaman ölçüyü kaçırıyor, örneğin Yunanis­ tan 'ın ormansızlaşmasının, Türklerin bu ülkeyi harap etme yolundaki yoğun isteklerinin sonucu olduğunu ısrarla savu­ nuyordu. M iller'a göre, bundan ötürü Yunanlılar, bağımsızlık­ larını kazanmalarından bu yana topraklarını yeniden ormana HO Lair<l Archer, Balhan]oumal, New York: W W Norton, 1944, 78. kavuşturmak için büyük bir mücadele vermiş ve keçiyi ulusal düşmanları ilan etmişti. Miller'ı okumaktan alınan keyfe rağ­ men, insan ister istemez, yazar bir parça klasik eğitim alsaydı, aynı hataya düşmezdi d iye düşünüyor, tabii o zaman da mo­ dern Yunanlıları idealleştirilen atalarına benzemedikleri için beğenmeyebil irdi.81 M iller'ın yakın arkadaşı Lawrence Durrell, yaklaşık yirmi yıl süren diplomatik kariyerine l 940'ta A tina'da lngiliz temsilcili­ ğinde bir görevle başla mıştı . Yunanistan'a d uyduğu sevgiyi güçlü ve biraz melodramatik bir şekilde dile get irmişti : " l ngil­ tere ve Yunanistan'ın burada birlikte olmasından dolayı çok mutluyum; hataları ne olursa olsun, büyük bir şeyi temsil edi­ yorlar. Gerçekten kozmik bir üçlü bu - Yunanistan, Çin, lngil­ tere." Savaştan sonra Rodos'ta bir göreve getirilmeye yönelik yoğun umutları , Belgrad'a basın görevlisi olarak atanınca boşa çıkmıştı. Durrell, bu şehri " ancak karanlık çağların en karanlı­ ğıyla kıyaslanabilecek barbarlık merkezi" diye niteliyordu.82 Yazar edebi eserlerinde komünizm nefretini sergilemişti, ama bu nefretin ifadesi , yeteneğiyle ve hiç eksik olmayan gülmece duygusuyla bel li bir hafiflik kazanmıştı. l 952'de, Little Red Ri­ diııg Hood adl ı , farsa benzer anti-komünist bir pandomim ka­ leme alınışt ı , bu pandomim Belgrad'da lngiliz elçiliğinde sah­ neye konmuştu. Beş yıl sonra coşkulu Espri! de Corps ortaya çıktı . Bu eser, Yugoslavya'daki kordiplomatiğin sıkıntılarını ve zahmetlerini ölümsüzleştirdi: Belgrad ile Zagreb arasındaki "Özgürlük Ku tlama Makinası"yla yolculuğundan , Komünist Halk Sırp Ticaret ve Kereste Loncası için yemek partisinden, Sava Nişanı, çapraz iki sap saman bulunan Merhamet ve Bol­ luk Nişanı ve üzeri nde sırma şeritler bulunan Titotaliter Ma­ dalyası gibi komünist madalyonlara dek pek çok konuya eser­ de değinilir.83 8 1 Hcnry Miller, Tlır Colornıs of Maroussi, New York: Ncw Dircctıons, 1 94 1 , 1 4. 47-48. 81 Tlıc Dıırrdl-Millrr Lrtıcrs 1 935-80, Ncw York: Direcııons 1 988, 1 48, 207. 8.3 Lawrcnce Durrcll, Espıil de Coıps: Slırıclıcs Jroın ber arıd Fabcr, 1 990, 9- 1 9 , 35-40, 3 2 - 83. 272 Diplımıalic 1.ifr, Londra: l'a­ Ne var ki, Henry Miller'a yazdığı mektuplar aynı ince alayın l' tkisini taşımaz. Durrell'ın komünizm nefreti Churchill'inkiylc kıyaslanacak düzeydedir: " Komünizm nasıl bir tımarhanedir! Onu ciddiye aldığı için ABD'ye n e kadar şü kran borçluyuz . Avru pa, sosyalizmin bu fanatiklere zemin hazırladığını düpe­ d ü z göremeyen , meleyen, yünlü sosyalistlerle dolu bir ağı l . " Mektuplarda, savaş sırasında Yugoslavya'nın uğradığı tahribat l ıakkında tek kelime yoktur, ama "kullanılmaya çalışıldığı an­ da kırılan sermaye donanımı satın almak için hayat standardı­ nı çılgı nca düşüren h ükümet" hakkında pek çok söz vardır. !Vl illcr'ın tersi ne, Durrcll, ABD'nin "temsil ettiğimiz her de­ ger" in savunulmasındaki tutumunu över: "ABD'nin cadı avcı­ lı gı falan , herkesinkinden daha mantıklı bir çizgidir. . . BUNU önlemek için büyük bir savaş bile mazur görülür ve bu zorba­ lık boyunduruğu altında, bu manevi hapishanede inleye n mil­ yonları kurtarmak gerekir. ABD'nin gerçekten komünizmi an­ ladığını ve Kore'ye gittiğini görünce, kalbimin yerinden oyna­ masının nedeni budur. Hurra. "84 Church ill, en azından retoriğinde, öteki Balkan başkentleri­ ne karşı ayrımcılık yapmamış ve Fulton konuşmasında Atina, Varşova , Prag ve Budapeşte'nin yanı sıra Sofya, Bükreş ve Belg­ rad'ı da saymıştır. Çizdiği tecavüze uğramış bir Avrupa mede­ niyeti tablosu, soğuk savaşın simgesel başlangıcını belirlemek için kullanılmıştır. N e var ki, bu medeniyet için savaşmak söz kon usu olduğunda," yalnızca Yunanista n böyle bir göreve layık sayıldı; Ekim 1 944'te yapılan ünlü Moskova paylaşım anlaş­ masında, geri kalan ülkeler Sovyetler Birliği'ne bırakılmıştı . Ti­ to partizanlarına giden l ngiliz misyonunun başı Fitzroy Mac­ ken Yugoslav ve Yunan komünistlerini karşılaştırmaya cüret edip Tito'nun komünizme açık bağlılığı ve Sovyet yanlısı çiz­ gisi hakkında uyarıda bulun unca, Churchill kendisini şu karşı konulmaz tezle yatıştırmıştır: "Savaşta il sonra", diye sordu, "Yugoslavya'ya yerleşmeyi dü­ şünüyor musun?" IH Tlıe Dıırrr ll-llfiller Leıters, 243, 245, 2 5 1 . 273 "Hayır efendim," diye cevap verdim. "Ben de düşünmüyorum," dedi. "Böyle olduğuna göre, ku­ racakları hükümetin şekli hakkında senle ben ne kadar az dü­ şünürsek, o kadar iyi . . "85 . Yunanlılara gelince, bu tavırdan eser kalmıyordu. Yunanis­ tan'da Almanlara karşı çarpışmış en yılmaz savaşçılar "çeteci­ ler" , " haydutlar" ve "dağlarda yaşayan eşkıya çetesi" olarak ni­ teleniyordu ve Churchill lngiltere'nin konumunu, ancak Yuna­ nistan'da sol kanlı bir şekilde ezildikten sonra ortaya koydu. Böylelikle, Yunan istan, hiç değilse l ngilizlerin gözünde ciddi farklılıklar taşıdığı d iğer Balkan devletlerinin aşağılık kaderin­ den kurtuldu. Yunanistan'ın başlıca hasmı ve N ATO m üttefiki Türkiye, hiçbir zaman tam anlamıyla Balkan ülkesi sayılma­ m ıştı . Gelgelelim, savaş sonrası dönemde Türkiye çok daha eski ve kalıcı bir nitelemeden, yani Doğulu olmaktan tedrici olarak kurtuldu. Sovyetler Birliği'ne karşı savunmanın (ya da saldırı nın) önemli bir ileri karakolu sayılan Türkiye, git gide yükselen lslaml hareketlere karşı seküler alternatif olarak gö­ rülüyordu. Batı'nın siyasal propaganda imgeleminde, Yunanis­ tan damokrasinin kalesi olarak görülüyor ve iç siyasetlerine yeşil ışık yakılıyordu. Bu, soğuk savaş sonrası dönemde sürdü­ rüldü ve Türk ordusunun l 995'te Küllere karşı Türkiye'de ve lrak'ta yürüttüğü harekatlar, Batı Avrupa'nın sözlü protestola­ rına karşı Başkan Clinton tarafından beceriksizce meşru göste­ rilmeye çalışıld ı. Yugoslavya, Batılıların bu ülkeye başlangıçta sahip çıkma­ masına ve Sovyet desteğinden yoksun i l k gerçek komünist diktatörlük olmasına rağmen, Moskova'yla erken tarihte girdi­ ği çatışmadan dolayı eleştirilerden muaf tutulmuştu . Churc­ hill'in daha önce kullandığı ölçütü -"Bizi ilgilendiren, hangisi­ nin Almanlara en çok za�ar verdiğidir" - değiştirerek söylersek, savaş sonrası ölçüt, hangisinin Sovyetlere en çok zarar verdi­ ğiydi. Bu yaklaşım gereğince, Doğu Avrupa'nın en korkunç d iktatörü N ikola Çavuşesku (onun yönetimi yanında Mosko85 Stavrianos, Tlıe Ballıans since 1 453, 801 -802. va'daki yaşl ı lar idaresi zemzem suyuyla yıkan mış görünür) kraliçe larafından Londra'ya davel edilmişli ve Bükreş'Len dö­ nen George Bush, Romanya'nın Doğu Avrupa'nın başka ülke­ lerinden daha medeni olduğunu söylemişli .86 Bu dönemde ne Yugoslavya ne Romanya (ne de hiç deği nilmeyen Arnavu lluk) Balkan sıfauyla anılıyordu. Bu lUlum, Lek islisna olmasayd ı , Sovyetler'e yönelik genel çizgilerinin bir sonucu olarak kolay­ ca açıklanabilirdi. Bu istisna Bulgarislan'dır. Ülke , Sovyel lm­ paraLorluğu karşısındaki kölece Lavrı ve i Oah olmaz Rusofil­ lik'i nedeniyle küçümsense de, "Balkanlılık" suçlamasına ge­ nellikle maruz kalmamışur. Aslında, jeopol ilik bir nosyon ola­ rak Balkanlar ve aşağılayıcı bir söz olarak "Balkanlı" , Baulı ga­ zelecilerin ve siyaselçilerin sözlüğünde a nık yer almamaklay­ dı. Bali akademik dünyasında bile, l 960'1arın analarından bu yana "Balkan incelemeleri" alanının verimli büyümesine rağ­ men, çok az istisnasıyla egemen kalegori Doğu Avrupa'ydı ve son zamanlara kadar Doğu Avrupa'nın Balkan kesimleri ile Balkan olmayan kesimleri arasında ayrım yapmak için çok seyrek girişimlerde bulunulmuştu. "Balkanlı" ve "Balkanlaşma"yı aşağı lama teri m leri olarak kullanmanın yeni dalgası, ancak soğuk savaşın sona ermesi ve Doğu Avrupa'da devlet kom ünizminin çökmesiyle kendi n i göslerdi. Yunan istan bile Adam N icolson tarafından kul lanı­ lan bu aşağılayıcı da mgadan kurtulamamıştır: "Yunanisla n , ikinci Dünya Savaşı'ndan beri bizdenken, onlardan (Bal kan­ lar'dan) biri haline geldi . Doğu ve Ona Avrupa'da Sovyel l m ­ para Lorl uğu'nun çökmesinden bu ya na, Yu nan islan'ın N A ­ TO'nun doğu kanadını koruyan b i r güç olarak yararı ortadan kalktı. " 87 Bunun dolaysız sonucu, " Doğu -Bali i l işkileri nde Balkanlar'ın slralej ik değer kaybına uğraması"ydı ve çeşi tli Doğu Avrupa ülkelerinin Baıı'nın ayrıcalıklı ekonomik ve gü­ venlik ku lüpleri ne gi rmeye yönelik girişimlerde bulunarak 86 Richard Oasset, Balkan ray, 87 llours. ·ıravrls in ılır Oılıcr Europe, Londra: John M u r­ 1 990. 1 32. Akıaran Thanos Veremis, Grrrcc's IJallıaıı Enıaııg!rmrnı, Atina, Yu nanisıan EUAME P-YALCO. 1 99 5 . 99. birbi rleriyle rekabet et mesiyd i . "" Bu sürecin ge lişimi, Yugos­ lavya'nın kanlı bir şekilde parçalanmasıyla aynı zamana denk düştü. 13u parçalanma komşu ülkeleri olu msuz bir şekilde et­ kiledi, ama çok fazla kehanete konu ola n Balkan Savaşı'na da yol açmadı. Öte yandan, Yugoslav sa Yaşı için "' Balkan" kelime­ sinin sürekli kullanılması, eski stereotipleri yeniden canlan­ dı rmıştır ve bölge hakkında teme lsiz ge nelleme lere i m kan vermektedir. Tarihten ve özellikle antropolojiden, Yugoslav­ ya'daki olay lar için bir Balkan bağlamında akademik bir yo­ rum getirmeleri , ayrıca şiddet , özellikle Sırp tarafının sergile­ diği şiddet için inanılır bir açıklama getirmeleri istendi. Argü man şu şekilde kurulmaktadır: 1 7 . ve 1 8 . yüzyı llarda Habsburglar, Osmanlı l mparatorlugu'ndan gelen Sırp göçmen­ leri iki imparatorluk arasındaki sınır bölgesinde, Askeri Sı­ nır'da (Yoyna Krayina) yerleştirdi. Bu kolonicilere , sınır bekçi­ leri olarak yaptıkları askeri hizmet karşılığında, (di nsel hoşgö­ rü dahil) özyönetim ve to prak veri l d i . Bu Sırpların askeri etos'u, yalnızca mesleklerine degil, aynı zamanda lslam'a karşı Hıristiyanlık'ın savuncusu olma bi lincine dayanıyord u . B i r başka açıklama, Onaçağ'da v e Osmanlı dönemi nde yaşanan anarşik orta m , yagmacılık ve eşkıyal ığın sürekli olmasıyd ı . Özellikle Balkanlar'ın tarıma elverişli olmayan v e daha çok hayvancılığa uygun olan dağlık bölgelerinde, yarı göçer hayatı sürdüren geniş aileler, klan ve aşiretler halinde örgütlen iyor. gezen tüccarlara sald ırıp malları nı yağmalıyor, yayla ve yollar üzeri nde sürekli kan d avaları nı sürdü rüyorlard ı : " Savaşçı etos'u, özellikle Doğu H ersek'te. hayvancı lıkla uğraşan göçerler arasında derinden yerleşmiştir . . . Bunlar, bugün Yugoslavya'nın sonunu getiren şiddetli çatışmalarda aktif rol oynamaktadır. N ispeten az eğitim görmüş, kent kültürüne ve devlet kurumla­ rına düşmanlık besleyen, silahlı dağ adamları olara k, Sırp şo­ venist propagandasının özellikle etkisi nde kalınışlardır."89 88 Crısıoplıcr Cvijil, /leınalıiııg ılıe llcıllıaııs, l .o ndra : Royal l nsıiıuıe of l nıcrııatı­ onal Affairs, 1 99 1 , 2, l 07. 89 Robcrı J. Donia ve Johıı raycd, Ncw \'. A . l'inc jr. , aııd l k ıagaviııu: A ·ıiacl i ı i aıı llrı­ Press. 1 99-1, 26-28, 38. llıı "'erin her Ucırnia York: C:oluınbıa Univcrsiıy Anlaşılan, 1 7 . yüzyılın dağlıları , herhangi bir değişim geçir­ meden 20. yüzyıl sonlarında siyasal sahneye yeniden çıkmış­ lar. Burada temel mesele, şiddetin özel niteliğidir. l kinci Dün­ ya Savaşı'ndaki kıyımlara, özellikle Holokost'a karşı açıkça ifa­ de edilen ve i çtenlikle duyulan bütün nefrete rağmen, bu kı­ yımlar, başka zaman larda rasyonel , li beral ve öngörülebilir olan Batı dünyasındaki siyasetin tipik son uçları değil, aşırı sapmalar olarak görülüyor. Balkanlar'daki şiddet daha şiddetli­ dir, çünkü arkaiktir ve klan topl umlarının ürünüdür, söz ko­ nusu topl um ların arkaik biçimleri "tarihöncesi ile modern çağ arasındaki uyumsuz çatışma"yı90 ortaya koymaktadır. Görü­ nürde bu argüman çevre faktörlerini (daglık arazi) , ekonomiyi (koyun ve at yetiştiriciliği ) , toplumsal d üzenlemeleri (geniş ai­ leler, klanlar, aşiretler) kullanarak, bir kültürel örüntünün do­ ğuşuIIu açıklamaktadır. Gelgel eli m , argümanın zayı f tarafı şurdadır: Kültürel örüntü doğduktan sonra, değiştirilemez bir yapı olarak otonom bir hayata başlamaktadır ve 1 9 . yüzyılda Balkanlar'ın toplumsal ortamında meydana gelen köklü değişikl ikler (gerçi bu dönü­ şümlerden daha az etkilenen köşeler ve cepler de var) üzerin­ de hiç durulmamaktadır. Kıyımların karşılaştırılmasına ilişkin ek bir unsur daha vardır. Ortaçağ eşkıyalarından çağdaş silahlı dağlılara sıçrayış, Ortaçağ şiddetinin (her iki grup da bu şidde­ tin temsilcisidir) yüksek teknolojiye dayanan çağdaş savaşla karşılaştırılmasını getirir. Burada gerilik, sadece imha silahları­ na değil , şiddet kullananlara da atfedilmektedir. Dolayısıyla, i lkel teknoloji ve ilkel savaş, insanların ilkelliğiyle paralel git­ mektedi r. Bu, bil inçdışı bir şekilde de olsa , açıkça, artık çürü­ tülmüş bir iddiaya, insan doğasının teknolojiyle birli kte olum­ lu bir değişim geçirdiği iddiasına dayan maktadır. yönüyle ciddi ve akademik bir kitap olduğunu vurgulamak isterim. Stereotip­ lerle savaşmaya yönelik yazılan eserlerde bile görülen stereotipleri analiz etme arzusu, beni Bosna konusundaki bu eseri seçmeye yöneltmiştir. 90 Michael Weithmann, Ballıan Clıroııilı: 2000 ]alıre zwisclıen Orienı uııd Olızi ­ dent, Graz, Viyana ve Köln: F. P uster/Styria, 1 995, 4 1 : Michael Weithmann, ed Der rulıelose Ballıaıı: Die Konflilıtrcgioııen Südosleuropas, Münih: Dcutsc­ her Taschenbuch Verlag, 1 993, 9. .. B ü t ü n bunlar, davranışın b i l i nçdışı motorlarına dair bir inancın ürünüdür. l nsanları n davranışına yön veren kültürel gelenektir. Ne var ki, fenomene farklı bir bakış açısından da yaklaşılabilir: Eyleyicilerin rasyonel hesaplamaları ve davranış­ ları dikkate alınabilir ve davranışları sadece yüzyıllar ve binyıl­ lar boyunca oluşmuş tutku ve zihniyetlerle açıklanmayabilir. O zaman terör basitçe veya yalnızca savaşçı tarafın dışsallaştırıl­ ması olarak görülmeyecek, rasyonel terör taktikleri üzerinde durulacaktır. Yugoslavya'da savaşan tarafların ve lkinci Dünya Savaşı'nda Almanların kullandıkları taktikler arasındaki farkla­ ra işaret edilmiştir, böylelikle örtük olarak " etnik temizlik" ile "Holokost" arasında kurulan paralelliklere karşı ç ıkılmıştır. Naziler, kamusal bir öfke dalgası yaratmadan toptan imha he­ define yönelik olarak sistematik katliamlar düzenlemişlerdi; aslında, kamusal öfke dalgası yaratmamak , operasyonun başa­ rılı bir şekilde yürütülmesin i n bir u nsuruyd u . Öte yandan , Bosna'daki etnik temizlikçiler bilinçli bir şekilde kamusal öfke dalgası yarattılar, n ihai hedefleri istemedikleri n ü fusu toptan i mha etmek değildi, bu insanların dayanamayacakları bir psi­ kolojik atmosfer yaratarak yaşadıkları toprakları terk etmeleri­ ni sağlamaktı. Burada amacımız, kimin siyasetinin daha az bar­ bar olduğuna ilişki n saçma spekülasyonlar yapmak değil , her iki durumda da irrasyonel (veya bilinçaltı) i tkilerde·n ziyade rasyonel olarak oluşturulmuş hedefler çerçevesinde açıklana­ bilecek bir temel mantık bulunduğun u savunmaktır. Benzer şekilde, Yugoslav savaşında tecavüz olaylarının bildi­ rilmesi, genel olarak kadınların kaderine duyarlılığın arttığı bir döneme rastladı. Bunun sonucunda Sırplar, bilhassa men­ fur tecavüzcüler, hatta bir savaş aracı olarak rasyonel biçimde tasarlanan ve sistematik bir şekilde uygulanan bir siyaseti n oluşturucuları gözüyle değerlendirildi. Ayrıca, eski Yugoslav­ ya'da tecavüzün kullanımının ancak bölgeye özgü kültürel de­ ğerler çerçevesinde anlaşılabileceği ileri sürüldü. Bütün bunla­ rı sorgulamak, eski Yugoslavya topraklarında işlenen korkunç suçları herhangi bir şekilde küçümsemek anlamına gelmez. Eugene Hammel'in, biraz farklı bir bağlamda çok güzel i fade 'J'Jll elliği gibi: "Bosna'da suçları kanıtlanmış tecavüzcülerin peşle­ rinin bırakılmayıp yakalanması ve -ölüm cezasına nefretle ba­ kanlar kusura bakmasın- en yakın kavak ağacından (ya da kültürel olarak dengi ağaçtan) salland ırıl ması fikriyle hi çbir k işisel sorunum yok. Benim derdim mağd ur adına in tikam alınmasıdır. Bir adalet bekçisi olarak hiçbir sorunum yok, yal­ nızca bir antropolog olarak var. "91 Burada iki eğilim söz konusu: Yugoslavya olayını tarihte emsali olmayan benzersiz bir olay düzeyine yükseltmek (veya alçaltmak) ; sözde bilimsel yoru mlarla bu olayı açıklamak. Antropologlar Yugoslavya'daki tecavüzlerin özgül niteliği hak­ kında görüş sunmak üzere devreye girmiştir. Onlara göre, te­ cavüzler ancak Yugoslavya ve Balkanlar'daki kahramanlık ge­ leneği ve özgül u tanç kodu bağlamında anlaşılabilir. Bunlar <la, patriyarkal , pastoral, kırsal ve cemaatçi hayat örüntülerin­ den, bireylerin bölgede hakim olan geniş ve çok aileli haneler­ deki değerlerle yetişmesinden kaynaklanmaktadır: Tecavüz kollektif bir şekilde düşmanı küçük düşürmeyi he­ deflemektedir. Tecavüze uğrayan kadınlar önce ne düşünür? Avusturyalı, Amerikalı veya l ngiliz kadınlardan farklı şeyler. Söz konusu ulusların kadınları kendilerine şunu soracaktır: Neden ben? Ailelerinden destek alacaklar, ama esas ili barıyla bireysel terimlerle düşüneceklerdir. Bunlar 1 tecavüze uğrayan Yugoslav kadınları] ise önce kocalarını , çocuklarını, an:ı-ba­ . balarını, akrabalarını -utancı- düŞunü rler. Çok sayıdaki teca­ vüz böyle açıklanabilir. Bunlar, hasma siyasal bütünlüğü için­ de ulaşmayı hedefleyen simgesel eylemlerdir.92 Tecavüze uğrayan kadınların ne düşündüğü hakkında er­ kekler tarafından kaleme alınan bu kategorik ifade sosyolojik anketlere veya görüşmelere dayanmamaktadır. Kadınlar ara9 1 Eugene Hanımel, "Mecting the Minotaur," Anıhropology Newsleııer, c. 35, no. 4 , Nisan 1 994, 48. 92 "Tötcn mit Mcsser," Osteneiclıische Zeitsclırift für Geschiclıtswissenschafterı, c. 1 , 1 994, 1 06; Hanncs Grandits ve joel M . l lalpern, "Traditionelle Wert muster und der Kr i cg in Ex-Jugoslavien," Beiırage zur lıistorisclıen Soziallıunde, no. 3, 1 994, 9 l - 1 02. sında eğiti m, meslek ve başka ölçütlere dayalı farklılıkları göz ardı etmesi bir yana , bütün Yugoslav kadınlarını bir kefeye koymakta, bir kültürel tür olarak inşa etmekte ve benzer şekil­ de kurulan Avusturyalı , Amerikalı veya lngiliz kadınlardan , ya ni Baulı kadınlardan çok fa rklı bir yere yerleştirmektedir. B u , akademik söylemde aşırı genelleştirilmiş kategorilerin na­ sıl bir kolaylık ve sorumsuzlukla kullanıldığının lipik bir ör­ neğidir, oysa akademi dışı ortamlarda bu tulum kuşku uyandı­ rıcı son uçlara yol açmaktadır. Akademik çalışmalar, balkanist söylemle daha dolaylı bir ilişkiye sahiptir, ama bilimsel araştırmayla temellendirilmiş gö­ rünen aşırı genellemeler çerçevesi sunarak. bu söyleme -böyle bir niyet taşımasa da- katkıda bulunmuştur. B u , aile tarihinin büyük sosyolojik ve ideolojik sınıflamalarda kullanılması gibi, bir alanda üretilen modellerin farkh alanlarda sonuçlara var­ mak için tümevarımsal bir şekilde kullanıldığı disiplinlerin ke­ sişim noktalarında özellikle doğrudur. Tarihsel Avrupa'da iki evlilik örüntüsü arasında yapılan ayrım -biri , her iki cins için yüksek evlenme yaşları ve nüfusta bekar oranının yüksek ol­ masıyla; öbürü , düşük evlenme yaşları ve insanların neredeyse tamamının evlenmesiyle tanımlanır- görünüşte masum bir şe­ kilde "Avrupalı" ve "Avrupalı olmayan" yaftalarını kullanır ve tarihsel demografinin dışında öngörülmedik sonuçlar üretm �k­ tedir. "Avrupa Nerede Sona Erer?" adlı , aile tarihi üzerine ya­ kınlarda yapılan bir konferansın açış konuşmasında, Budapeşte Ekonomi Üniversitesi rektörü ve taninmış tarihsel demograf Rudol f Andorka, Ortaçağ'da ailelerin yapısının bazı insanlar için bell i , ama olsa olsa marj inal ölçüde ilgi çekici olabileceği­ ni, ama Macaristan'ın Avrupa'ya ait olup olmamasının büyük önem taşıdığını bildirdi. "Avrupa evlilik örüntüsü" nün kıyısın­ daki bölgelerden veya bu bölgeler üzerine çalışan nüfus tarihçi­ lerinin, bölgelerinin "Avrupalı" kategorisine sokulmasına im­ kan tanıyacak özel liklerin hepsini değilse, çoğunu taşıdığını göstermek zorunda kalmaları patetiktir.93 93 Maria Todorova, "On the Epistemological Value of Family Modcls: The Bal­ kans Within ıhc European Paııern," Josef Ehmer ve Marcus Cerman. ed . Fa. Kuşkusuz aile tarihi (ve diğer bütün disipl inler) , o alanda çalışanların niyetlerinden bağımsız olarak, açıkça görü lmese de, güçlü yananlamlar taşır. Beşeri ve sosyal bilimlerde her­ hangi bir analitik söylemde "Avrupa" keli mesinin kullanımı­ nın anlamı düşünülünce, Avrupalı aile modellerinin epistemo­ lojik değeri ve Avrupa coğrafyasında yer alan toplumların "Av­ rupalı " ve "Avrupalı olmayan" diye ikiye bölünmesi, son dere­ ce problematik hale gelir. Jeopolitik kavramında coğrafya ile politika arasındaki m uğlak ilişkide, ikincisi ağırlık taşımakta­ dır. "Avrupa" politikacılar nerede sona ermesini isterse orada sona erer ve araştırmacılar en azından bunun ayırdında olma­ lı, kendi araştırmalarının nasıl kullanılabileceğini ve kullanıl­ dığını göz önünde bulund urmalıdır. mily History and New Historiograplıy. Festsclırift Jor Miclıatl Mitterauer. Viyana (yayınlanacak). ALTINCI BÖLÜM S ı n ıfla n d ı rma ile siyaset a rasında: Balkanlar ve Orta Avrupa m iti "Eski Çekoslovakya'nın ö tesinde ve aşağısında derin Balkanlar uzanır. Burası, söylenegeldiği üzere, büyük devletlerin kötü niyetleriyle yolu döşenmiş bir tür ce­ hennemdir. " J üHN GUNTHER 1 " Doğru soru 'Doğru mu?' değil , 'Ne yapması amaçlan­ maktadır?' sorusudur." S. H . HüüKE2 i kinci Dünya Savaşı sonrasında coğrafi ve siyasal sınıflandır­ malarda, Balkanlar'ın bir kısmı, Batı tarafından SSCB'nin ho­ mojen bir eki algılanan tek bir Doğu Avrupa'nın parçası olarak göze batmayan bir yer edi nmişti; öteki kısmı ise, seve seve Batı c\vrupa'ya alınmıştı , bu o sırada yaygın anti-komünist parano­ ya olmasa düşünülemeyecek bir gelişmeydi . Balkanlar'da da, ortak Balkan kimliği bir yana bırakılmış, Doğu-Batı ekseninde bir öz-tanımlama getirilmişti. 1 989'dan sonra iki kutuplu dün­ yanın yıkılmasıyla birlikte, özellikle ABD'de akademik ve ga­ ze tecilik bilgilerinin düzenlenmesi için daha uygun kategorile­ r i n bulunması yolunda telaşlı bir arayış başladı. Rusya ve Sov­ yct dünyası incelemeleri , bir hüsn-i tabirle, "Avrasya incele­ ıııeleri" diye yeniden adlandırıldı. Doğu Avrupa'yı hem eski süper güçten hem de "Rusya incelemeleri"nin vesayetinden kurtarmak için özel bir ilgi gösterildi. ABD'de Doğu Avrupa ı n celemelerine i l işkin b i r yeniden değerlendi r m eye göre, " Rusya tarihinin seyri, Batı'yla Ruslara kıyasla daha fazla din­ �c1 , kültürel ve ekonomik bağlantıları koruyan Doğu-Orta Av1 Gunther, inside Eııropc, ' George Baranyi, "On Truths in Myths," Easl Eııropeaıı Quarlerly , Eylül 1 98 1 , 354. 437. c. 15, no. 3 283 rupa'nınkinden kökten fa rk lıdır. " l3al k a n lar d a , "sonunda Moskova'nın hakimiyetine giren Ortodoks ül kcler"le karşılaş­ tırılıp araları nda karşı tlık kurul uyord u . Macar tarih<.;i J e nö Szücs'ün Avrupa'yı ü<.; bölgeye ayırmasını " temel olarak doğ­ ru" kabul eden bu çalışmaya göre, bir aynın daha getirilıncliy­ di, yani "Doğu Avrupa, Doğu-Ona ve Gü neydoğu Avrupa diye iki kesime bölünmeli"ydi.3 Böylece Balkanlar ayrı bir kend ilik olarak yeniden ortaya çıkmaya başladı , ama bu kez daha tarafsız olduğu kabul edilen bir isim kullanılıyordu: Güneydoğu Avrupa. Kuş kusuz, yuka­ rıda anılan çalışma, Doğu Avrupa'nın çeşi tli liğini yeniden sı­ nınandırma yoluyla vurgu lamak gibi yüksek bir hedefe daya­ nıyord u , ama sınınanclırmanın "bi� sıralama sürecinin so nu­ cu" olarak görülmesi , yani "önce düşüncelerin düzenlendiği, sonra az çok sabit sını nandırmaların geldiği" şekli nde bir ka­ bulün olması son derece problematiktir. Tersine , '·sıralama sü­ recinin kendisi öncel ve ardıl toplumsal eylemin bir parçası­ dır."� Söz konusu çalışma, farklı Doğu Avrupa kendi likleri nin karşısına konduğu homojen bir Batı Avrupa nosyonunu örtük ola rak kabul etmiştir. "Bütün Avrasya toprak kütlesinin dört Doğu (Yakın, Orta , Uzak Doğu ve Doğu Avrupa) ile tek bir Ba­ tı'dan oluştuğunu düşünmek,"5 Batı Avrupa sendromunun bir versiyonuydu. Bu versiyon , Orta Avrupa ideoloj i sinin temel direklerinden birinin, Szücs'ün tasavvuruna dayanıyordu açık­ ça, dolayısıyla bütün Orta Avrupa söylemini önemli bir bilişsel düzenek seviyesine yükseltiyordu. Yeniden yapılanma akademiyle sınırlı değildi. l 994'te ABD Dışişleri Bakanlığı , Avrupa bürosunun sözlüğünde " Doğu Av­ rupa , artık, l 939'da ikinci Dünya Savaşı 'nın başlamasiridan önceki haline, yani Orta Avrupa'ya dönüştürü lecekti . " Bir ken3 Gale Stokes, '"Eası European l l istory aftcr 1 989,'" J o h rı R. lley Smith, cd., tion after Larııpr "e l'a ula lla­ East Europraıı Sıudies iıı ılır Uııilccl Stcıtcs Malıiııg lts Oıvıı ·ı;-acli 1 989, Washingt on , D.C.: Woodrow Wi lso n Cerııcr, 1 99 l, 35. 4 Mary Douglas ve David l l u l l , l fow Clmsifiuıtioıı Worlıs, h.lın burgh: 1'.dınburgh University Press, 1 99 2 , 2. 5 l.onginovi C , Borclrrlinr Cııltııre, 26. d i l igin yalnızca baıı kanadı bulunan bir merkeze nasıl sahip olacağı bell i clcğildi, a ma bu epizot, Orta Avrupa yanlılarının t ezleri n i n en azından d iplomasi dili uğruna c iddiye alındığını göstermektedir. Daha sonra "Orta Avrupa'nı n kanatlarındaki ıki büyük ulus" tan bahseden Richard Holbrooke, Rusya'nın Doğu Avrupa rolünü üstlendiğin i ima etti, ama bunu hiçbir :aman açıkça dile getirmedi , çünkü "Dışişleri Bakanlığı'nda d i plomasi dili dış siyasetin bir i fadesidir."6 Haber merkezlerinde de reform yapılmaya çalışıldı. 1 Ocak l 995'ten itibaren, Radio Free Europe!Radio Liberty (RREIRL) , Upen Med ia Research lnstitute'un (OMRl) günlük haberlerini iki alana böldü: "Doğu-Orta Avrupa" (Visegrad dörtlüsü [ Po­ l o n ya Macaristan , Çek Cumhuriyeti ve Slovakya ] , üç Baltık rnmhuriyeti , Ukrayna ve Be larus) ve " Güneydoğu Avrupa" ( g üney Yugoslavya, Arnavu tl u k , Bulgarista n , Romanya ve \1 oldova) . Bu sınınand ı rmada adı geçmeyen "Doğu Avru­ pa"nın Rusya için kullanılacağı anlaşılıyordu. Gerçi korkunç �onuçlar doğuracak bir komplo olduğunun düşünülmesi ge­ rekmez, ama genel olarak yapılar kendi kendilerin i üretir hale gelebilir ve bilginin böl ümlere ayrılması, daha sonra yapının geçerli kıl ınması için uygun niteliktedir. OMRI'nin sını Oandır­ ınası, soğuk savaş ayrımlarının mirasın ı ortadan kaldırmaya yönelik gerçek bir girişime atfedi lebilir, ama bu sınıOandırma­ daki "G üneydoğu Avrupa" tam da eski soğuk savaş çizgisinde kesil mişti: Yu nanistan ve Türkiye, "Baıı Avrupa" ve "Ortado­ ğu" içinde sınıOand ırılmaya devam ediyordu. Orta Avrupa'ya ilişkin büyük moda, 1 980'lerin ilk yarısın­ da, bu fikri paylaştığını iddia eden, üç ülkeyi temsil eden ta­ nı nmış yazarların üç eserin in neredeyse eşzamanlı yayınıyla haşladı : jenö Szücs, Czeslaw Mi losz ve Milan Kundera. Bu üç eserin en engtn bilgi birikimine dayananı, Macar tarihçi jenö Szücs tarafından yazılmıştı. Eser, Macaristan'da çok büyük bir cıki yaratmasına rağmen, Batı'da ve Doğu Avrupa'da dar bir , h Richard Holbrooke. '"America, A European Power '" Foreign Affairs, c . 7 4 , n o . 2, Marı/Nisan 1 99 5 , 41; William Safire, "llello, Central," New Yorh Time s Magazi­ ııe, 12 Marı 1 99 5 , 24-26. profesyonel tarihçiler çevresi dışında neredeyse hiç duyulma­ dı. Bu, yalnızca kitabın uzunluğunun ve profesyonelce yoğun üslubunun bir sonucu değildi, ayrıca kolay bir polemik argü­ man getirmemesinden de kaynaklanıyordu. Batı Roma l mpa­ ratorluğu'nun çöküşünden 18. yüzyıl sonuna dek Avrupa'nın gelişimini özet halinde sunan Szücs'e göre, Batı nosyonu daha 9. yüzyılda doğm uşt u , Europa Occidens kuzeye ve d oğuya doğru büy üyerek Doğu -Orta Avrupa'yı içine alacak şekilde genişlemişti . Aynı zamanda, "Bizans etkisi altında, 'yarısı ke­ silm iş' bir Doğu Avrupa ve G ü neydoğu Avrupa şekillendi." Modern çağda, Batı 'nın Atlantik üzerinden ikinci genişlemesi görüldü , ayrıca aşağı yukarı aynı zamanda 'yarısı kesilmiş' Doğu Avrupa genişledi, Sibirya'yı ilhak ederek 'eksiksiz' ni te­ liğini kazandı. "Doğu-Orta Avrupa bu iki bölge arasında sıkı­ şıp kaldı ve Modern Çağ'ın başlarında . . Eııropa Occidens çer­ çevesine mi ait olduğun u , yoksa dışında mı kaldığını artık bil miyordu." Szücs'ün eseri tek örnek değildi; "Doğu" ile "Bali" arasında çarmıha gerilmiş Macar kimliğinin ikilemiyle ve özellikle Ma­ caristan'ın geri kalmışlığının kökleriyle ilgili eserlerden oluşan koskoca bir külliyat, başlı başına bir tür vardı. Szücs'e göre, Macaristan iki zıt merkez arasında bir sınır bölgesi olmanın açmazını yaşıyordu. Bu iki kutup çok farklı trendler geliştiri­ yordu: Batı'da farklı güçlerin egemenlikleri arasındaki boşluk­ larda büyüyen kentsel egemenlik ve yoğun m eta mübadelesi ile Doğu'nun geleneksel kent uygarlığını sultası altında tutan merkezi bürokratik devlet yapıları ; Batı'nın kurumsal özgür­ lükleri ve zümre sistemi karşısında Doğu'nun " hayli amorf toplum üzerinde muazzam tahakküm sahibi iktidarı"; Batı'da devletin içsel ilkelerine baskın çıkan "örgütlenen toplumun iç­ sel ilkeleri" ve Doğu'da tam tersi; Batı'da serfliğin ortadan kal­ kışının yarattığı boşluğu dolduran m utlakıyetçi devletle serfii­ ğin farklı gelişmesi ve Doğu'da m utlakıyetçi devletin serOiği yeniden güçlendirmesi; Batı'da merkezinde kapitalist şirket bulunan merkantilizm ve Doğu'da sanayi üzerinde devlet ha­ ki miyeti; Batı'nın ul usal mutlakıyetçiliğe doğru giden evrimi . ile Doğu'nun emperyal otokrasiye doğru gelişimi; Latin Hıris­ ıiyanlığı ile caesaropapist* Ortodoksluk vs.7 Szücs, engi nliği kuşku götürmez bilgi birikimine rağmen, kendi getirdiği çerçeve içinde eleştirilebilir. Bazen indirgeme­ c i liğe yönelmiştir, örneğin Rus m utlakıyetçiliği n i , Bizanslı ntokrat m istisizmine indirgemiş, Rusya devletinin niteliğinde kısa ömürlü de olsa, anayasal değişim sağlayan hukuki ve si­ yasi mutlakıyetçilik tartışmalarını göz ardı etmiştir; Ortaçağ ve nken modern dönem tari hine ilişkin zengin tarihsel küllürü­ ııe rağmen, Bizans geleneğini caesaropapism olarak değerlen­ dirmenin fazla basitleştirici olduğunu gösteren -artık çok ge­ niş sayılabilecek- literatürü yok saymayı tercih etmiştir; bir ta­ rihçi için daha ciddi ve şaşırtıcı nokta, adeta bir siyaset bilimi ders kitabından aktarıldığı izlenimi veren bir yaklaşımla Ba­ ıı'nın homojen olduğunu varsaymıştır. Hepsinden önemlisi, Szücs Avrupa nosyonunu, birbirinden bağımsız bir şekilde ev­ rim geçirmiş görünen iki kutba dayandırmıştır; "Batı'nın orga­ ı ı i k biçim değişmeleri süreci" nden bahsedecek kadar ileri git­ ı ııiş, böylece Doğu için "inorganik" bir süreç olduğunu ima et­ ıniştir.8 Farklı bir metodolojik yaklaşımla, kutupluluğa dayalı hu görüşün yerine farklılaşmaları daha çok gösteren bir tablo konur, ayrıca Szücs'ün istediği şekilde Doğu-Orta Avrupa'yı oluşturmasını sağlayan keskin mekansal sınırlar, daha saydam v e tedrici zamansal geçişlere dönüşürdü. Ama Szücs bu bilinç­ li metodolojik seçimi dolaylı bir siyasi m esaj vermek için yap­ ı nı ştır. Szücs, yerinde bir adla "Doğu Avrupa dolaylı anlatım tarzı" denen tarzda yazmıştır. Bu tarzda, siyasi tez açıkça görülmez, argümanın bütününden çıkar. Szücs, açık siyasi sonuçlar çı­ karmamakla birlikte, günümüz siyaset bilimi lügatçesinin bü­ ı un uygun terimlerini kullanmıştı. Problematik "sivil toplum" nosyonunu çok sık kullanmıştı. Sivil toplum fikri lskoç Ay\ • ) 1 lem ruhani hem dünyevi otoriteye dayanan - e.n. Jcnö Szücs, "The Three Historic Regions of Europe, A n Outline," Acta Histori­ ca Scientiarurn Hungaricae, c. 29 (2-4), 1 983, 1 34- 1 35 , 1 5 1 . H lbid., 1 42. dınlanması sırasında teorik olarak geliştirilmiş olsa da, "yeni catıse celebre [ ünlü gerekçe ] . toplumsal d üzenin sırlarını çöze­ cek yeni analitik anahtar" sayıldı.9 Szücs, bu nosyonu, Batı'da daha 1 3 . yüzyıl ortalarında " otonom toplu m u n eşanlaml ısı olarak" bir socielas ci vi lis in [sivil toplum) ortaya çıktığını gös­ termek üzere kullanmıştı, Batı'da "hukuk ve özgürlük gibi dü­ zenleyici ilkeler" çeşitli "küçük özgürlük alanları" yaratmayı başarmıştı. Ortaçağ'ın lıonor [ şeref) ve fidelitas [ sadakat) gibi feodal kategorileri bile Batı'nın kurucu bir unsuru olarak "in­ san vakarı" çerçevesinde yeniden yorumlandı, Avrupalı davra­ nışında v irlus [ fazilet] ve tenıperantia'nın [ itidalin ] olumsal bir şekilde biraraya gelişinden bahsetmeye gerek bile yok.10 Aslında dolaysız bir siyasi mesaj da vardı, ama Szücs bunu lstvan Bib6'nun bakış açısından sunmayı tercih etmiştir: "'Top­ lumu örgütlemenin demokratik bir yol u'nun en derin kökleri­ nin araştırıl ması . " Her zaman Bibô'nun arkasına saklanmaya özen gösteren Szücs, demokrasinin yapısal önkoşullarına iliş­ kin görüşünü ortaya koymuş ve Macaristan'ın bu nesnel önko­ şulları karşıladığını belirtmişti. Eserinin görkemli finalinde, yi­ ne Bibô tarafından meşrulaştırı lan açık bir eylem çağrısında bulunur: "Pek çok kez ortaya koyduğu ve bir uzun vade olarak işlev görmesini istediği temel kavramı da geçerli ve uygundur: Gerçekliğe içkin olan olasılıkların. mutlaka gerçekleşmesi ge­ rekmez - gerçekleşmeleri gayret ve iyi niyete bağlıdır. " Szücs'ün vizyonu, bütün Orta Avrupa tartışmasında olduğu gibi, "insan­ lığın özgürl üğe doğru ilerleyişinin büyük tarihi"nel1 dayan­ maktadır. Bu görkemli çerçevede Balkanlar tahlil edilmeye bile değer bulunm uyordu; Szücs daha argümanının başında Güney­ doğu Avrupa diye andığı bölgeyi dışta bırakmıştı: "Bu son böl­ ge Ortaçağ'ın sonlarında Bizans'ın tedrici gerilemesiyle birlikte Avrupa yapısından koptuğu için, onu göz ardı edeceğim."12 ' Ad.anı 13. Scligman, Tlıe idea of Cil' il Socieıy, New York: Free Press, 1 992, 200. 10 Szücs. "Thc Thrcc l l istoric Rcgions," 140- 142, 145, 147, 1 77. l 1 !ver B. Neumann, '"Russia as Cenıral Europe's Consıiıuıing Oıher," East Euro­ pean Poliıics aııd Socicıirs, c. 7, no. 2 , Bahar 1 993, 356. 12 Szücs, ·'Thc Threc l l isıoric Regions," 140- 142, 145, 147, 1 77. 9 Orta Avrupa fikrinin ikinci kurucu babası, "Orta Avrupa'nın bir bütün olarak Avrupa karşısında eşiksel konumda olduğunu savunduğu çok daha kül türel temelli bir tanım" getiren bir ya­ zardı.13 Milosz, Tlıc Witııcss of Poetıy'de, Orta Avrupa'yı tanım­ lamak şöyle dursun, bu terimi kullanmaz bile. l 983'te yayım­ lanan denemeleri, "belki öbür yüzyıllardan daha değişken ve çokyönlü olan 20. yüzyıl, onu gördüğüm üz noktadan değiş­ mektedir" d iyen , son d erece incelikli bir entelektüelin ş i i r dünyası üzerine düşüncelerini içermektedir. M ilosz "Avrupa'da beni m köşem" diye tanımladığı yerden konuşmuştu , ama bu­ rası kendisine atfedilen Orta Avrupa deği ldi. Orta Avrupa'dan hem daha geniş hem de daha dard ı . Dar anlamıyla ''köşe"si Po­ lonyası'ydı, daha özgül olarak Litvanya sınırındaki daha da kü­ çük köşeydi . Burası üç eksen etrafında dönüyordu: Kuzey-Gü­ ne y ekseni, Latince ile Lehçe arasındaki, Roma klasisizmi ve antik dönem şairleri ile Leh ard ılları tarafından üretilen şiir arasındaki karşıtlık, ama aynı zamanda sentez; Batı-Doğu ekse­ ni, vatan ile dünyanın yeni başkenti Paris arasında; Geçmiş­ Gelecek ekseni, şiirin "bir palimpscst*olarak, kod u düzgün bir şekilde çözülünce çağına tanıklık etme" n iteliği.14 Bu üç eksen , Mi losz'un tespit ettiği ve bağlamından koparı­ larak O rta Avrupa tanımını temsil ettiği düşünülen bir başka karşıtlıkla i lişkilendirilmemelidir. Şair, "Roma ile Bizans ara­ sındaki sınır bölgesinde doğdum ve büyüdüm" sözüyle doğ­ d uğu yeri tanıtır. Bu söz de, "yalnızca Avrupa'nın kenarından. yani Orta Avrupa'dan ya da bu örnekte Wilno'dan Avr upa i ı ­ l ık'ın gerçek n iteliklerini layıkıyla an layabil i r, " şek linde yo­ rumlanmıştır. George Schöpfün, böyle bir yoru m u n eğer Orta Avrupa, Avrupa'nın kenarını oluşturuyorsa Doğu Avrupa'nın neresi olduğu şeklinde az çok coğrafi ve semantik soru " y u 1 ) Gcorge SchöpOin v e Nancy Wood, ed. , /11 Srarc/ı of Ccııtral Eııropc, Caıııhrid­ ge, lng. : Poli ıy, 1 989, 1 9. ( *) l'alimpsest: Daha önce yazılmış bir melin silinerek, yerine yeni melin vaz ı l ıııı, manüskri - e.n. 1-f Czeslaw Milosz, Tlıc Witııess of Poı·t ry, Caınbridgc, Mass.: l larvard L'nı w r,ı ı :. Press, 1 983, 3, 6 -7. 1 0- 1 ! . doğurduğunun farkında olmasına rağmen, yine de bu yoruma bağlı kalmıştır. 1 5 Milosz Rusya'ya yönelik ikizdeğerli b i r tutuma sahipti: Av­ rupa'nın yüzyıllardır Roma Katolikliği ile Doğu Hıristiyanlığı arasında bölünmesinden bahsetmiş, ama aynı zamanda "tabii ki Doğu Hıristiyanlığı'ndan değil, onun yenilgisinden doğan sonuçlardan " 1 6 kaynaklandığını düşündüğü tehlikeyi anlatma­ ya özen göstermişti. Rusya'nın yalıtılmışlığını göstermek için, Rus tarihçi Georgii Fedotov'un , Rusya'nın bütün talihsizlikle­ rinin Yunanca'nın evrenselliği yerin e Slav d ilini ikame etme­ sinden kaynaklandığı yolundaki saçma iddiasını bile aktarmış­ tı. Yine de, Rusya'yı hiçbir zaman Avrupa'nın bütünüyle dışın­ da bırakmamıştı; yaptığı şey, Rus Mesihçiliği [messianism ] ile bir bütün olarak Batılı fikirler arasında karşıtlık kurmaktı. Milosz , yorumcularının kabu l ettiğinden çok daha politik bir kişiydi. Bütün Doğu Avrupa'nın kurtuluşu için sesini yük­ seltmekle kalmamıştı, ayrıca iki kat politikti: Dolaysız olarak, Avrupa'nın soğuk savaş dönemi bölünüşünün sinizmini ortaya koymuştu ve daha derin bir d üzeyde, kültüre l imgelerin poli­ tik önemini görmüştü: Avrupa'nın, kendisini Batı'ya sunduğu şekliyle edebi haritası, son zamanlara dek boş alanlar içeriyordu. l ngiltere, Fransa, Almanya ve lıalya belli bir yere sahipti. . . ; Almanya'nın doğu­ sundaki beyaz alana kolaylıkla Ubi leones (aslanların olduğu yer) yazılabilirdi ve bu vahşi hayvanlar Prag (bazen Kafka'dan dolayı bahsi geçiyordu) , Varşova, Budapeşte ve Belgrad gibi şehirleri de kaplıyordu. Yal nızca doğuya doğru, ilerde Mosko­ va haritada görünüyordu. Bir kültürel elitin koruduğu imge­ l er, yöneten grupların kararlarını etkiledikleri için, kuşkusuz politik önem de taşırlar. Bundan dolayı, Yalla anlaşmasını im­ zalayan devlet adamları, bu boş alanlardan yüz milyon Avru­ palı'yı bu kadar kolayca kayıp sütununa yazabilmişti. 1 7 1 5 Schöpflin v e Wood, i n Search of Crntral Europe, 1 9 . 1 6 Milosz, The Wiıness, 5 . 1 7 lbid., 7 . Orta Avrupa'nın kaderi tartışması gündemdeki yerini alınca, M ilosz, ilk bakışta Orta Avrupalılığı konusunda çok daha açık konuşmaya başladığı izlenimi veren bir denemeyle bu tartış­ maya katı ldı: "Pek çok kişinin varlığını yadsımasına rağmen, bence Orta Avrupa diye bir şey var. " 1 8 Özgül Orta Avrupalı tu­ tu mlarını tanımlamak gibi kendine bir görev biçmesine rağ­ men, Milosz'un daha kapsamlı genellemelere giriştiği anda, en i yi bildiği dünyanın, yani edebiyat alanının sınırları içinde kal­ maya özen göstermesi, alçakgönüllülüğünü ve entelektüel dü­ rüstlüğünü ortaya koymaktadır. Milosz açısından, Orta Avrupa edebiyatının en çarpıcı özel­ l iği , tarihin farkında oluşuyd u. Öteki karakteristik özelliği ise suydu: "Bir Orta Avrupalı yazar ironiyi öğrenerek yetişir." Bu­ rada Mi losz, Orta Avrupa ironi alan ı yla karşılaştırıld ığında, ·' klişelere inatla bağlı kala n , sansür tara fından dondurulan �·ağdaş Rus sanat ve edebiyatının kısır ve çekicilikten uzak gö­ ründ t'.ğünü" ifade ederek, ender olarak yaptığı bir şeye , indir­ gemeciliğe düşmüştür. Yal n ızca birkaç isim verelim, l lya llyef, Evgeni y Petrov, !sac Babel, Mikhail B ulgakov, Andrei Platonov, Venyamin Erofeev ve Vladimir Orlov gibi muhteşem bir yazar­ lar l istesi karşısında bu iddianın saçmalığı ortadadır, ama bu, yazarın tek falsosuydu. Milosz Orta Avrupa'nın kısa formülü­ nü "Leh, Çek veya Macar" olarak kabul etmeye başlar görün­ m esine rağmen, Orta Avrupa edebi deneyi içinde payı olan farklı edebiyatlar üzerinde dururken, " Çek, Polonya, Macar, Estonya, Litvan_ya ve Sırp-Hırvat" edebiyatlarını saymıştır; ay­ rıca, Ukrayna, Slovakya ve Romanya edebiyatlarına da gönder­ mede bulunmuştur. Balkanlar'dan ayrı olarak bahsetmeyen Milosz, Rusya d ışındaki Doğu Avrupa'nın geri kalanıyla birlik­ l e Balkan ülkelerini de Orta Avrupası'na dahil etmiş ve bu Or­ t a Avrupa'yı "bir inanç eylemi, bir proje, hatta bir ütopya" cl iye ıı itelemişlir. 1 9 Öne çıkan nokta, Rusya'ya yönelik tutumun be­ l i rsizliğidir. 1 8 Cz eslaw Milosz , "Cenıral European aıtiıudes," Cross Cu rrerıts, . 1 986, 1 0 1 - 108. ı 9 lbid . , 1 0 1 , 1 03 , 106. c. 5, no. 2 , Söz konusu üç eserin en tanınmış ve en çok okunanında, Orta Avrupa üzerine "Batı'da bu kavrama en fazla yaygınlık kazandıran kişi . . . bir Çek, M ilan Kundera"20 tarafından yazı­ lan eserde, bu belirsizlik dışlayıcı kesinliğe dönüştürülmüştür. Bugün, yazılışının üzerinden on yıldan uzun bir zaman geçtik­ ten sonra , Kundera'nın eserini yeniden okuyunca, mantıksal tutarlılık ve ahlaki sorumluluk açısından hayal kırıklığına uğ­ ranması kaçınılmazdır: Eser melodramatik, zaman zaman dü­ pedüz ırkçı görünmektedir, ama dönemin tarihsel bağlamı göz önüne alınınca, özgürleşme pa ıh o s unun gerçek olduğu anlaşı­ lır; aşırı indirgemeciliğinin yanı sıra samimi duygusal sesleni­ şi, çektiği ilgiyi açıklamaktadır. Kundera'nın makalesi yoğun bir entelektüel tartışmanın odak noktası olmuştur ve orijinal metne, güçl ü, ama az sayıdaki eleştirileri ve sayısı daha çok, ama daha güçsüz destekleyici yazıları dikkate almadan yaklaş­ mak imkansız hale gelmiştir. A deta ilk metin otonomisini yi­ tirmişti r, onun 'masum' bir yeniden okuması mümkün olmak­ tan çıkmıştır. Bu durum beni farklı bir strateji izlemeye zorluyor: Tartış­ malara aşina olan ve Orta Avrupa'nın kendine özgü bir kimliği olduğu şeklinde Kundera'nın öne sürdüğü inancı paylaşanla­ rın , yani In Scarclı of Ccnıral E u ropc'un editörlerinin gözünden Kundera'nın görüşlerini sunmak. Bu 'postmodernist' tekn ik, bizzat Kundcra'nın, makalesi nin söz konusu ciltte " ke ndine ait gerekçelerle" yayımlanmasına izin vermemesi, Schöp O in ile Na ncy Wood' un onun argümanının bir özetini su nmasıyla meşrul uk kazanmaktadır. lver N e umann, Kundera'nın, maka­ lesi nin ki taba alınmasına izin vermemesi ni, Şalıa'nın Çekçe versiyonuna yazdığı sonsöze göndermede bulunarak açıklar. Ncumann'a göre, "makale, eserlerinin inkar ettiği bölümüne girer, çünkü Batılıların tüketimi için hazırlanmıştır."21 Schöpf­ lin ve Wood'a göre, Kundera Macaristan ( 1 956), Çekoslovak­ ya ( 1 968) ve Polonya'daki ( 1 956, 1 968 , 1 970 ve 198 1 ) olayla' 20 Timoılıy Garıon Aslı, "Docs Ccntral Europe Exist," New 33. no. 1 5, 9 Ekim 1986, 1 9 1 - 2 1 5 . 2 1 N r uıııann, "Russia," 357-358. c. Yorlı Review of Boolıs, rı , Doğu Avrupa d ramları olarak d eği l , tam anlamıyla Batı dramları olarak yeniden kurgulamıştır. "Kundera'nın şemasın­ d a , ul usların kimliklerini oluşturd u kları, i fade ettikleri ve ki mliklerine kendine özgü nitelikleri verdikleri itici güç olarak görülmesi gereken, siyaset değil , hültür'dür. " Kundera, bu kül­ t ürel yaklaşım çerçevesinde, bir küçük uluslar ailesinin kimli­ ği olarak Orta Avrupa kimliğinin, genel Avrupa deneyiminin ayrılmaz bir parçası olduğunu, aynı zamanda kendine özgü bir profili bulunduğunu savunmuştu . . Öte yandan Rusya konu­ sunda: Kundera ... hem Rus geleneklerinin sürekliliğini hem de Avru­ pa geleneklerinden köklü farlı/ılığını öne sürer. B u , onun açı­ sından Orta Avrupa'nın Batı'ya bağl ılığının neden doğal bir eğilim olduğunu açıklar. Kundera'ya göre, bu bağlılık, kültü­ rel geleneklerin sürekli iç içe geçmesinden kaynaklanır, oysa Rusya, Avrupa'yla kültürel yakınlaşma dönemleri geçirmiş ol­ masına rağmen, bir 'öteki' medeniyeti. temelden farklı bir kültürü temsil der.22 Kundera'nın makalesi, adeta bir tepki seli doğurdu. Tepki­ l e r, Rusya'nın özselleştirilmiş bir yabancı olarak Avrupa'dan t amamen dışlanması üzerinde yoğunlaşıyord u. "Ruslara demo­ ı ı i lı bi r güç" atredilmesine karşı çıkan en güçlü ses Milan Şi­ ınccka idi. Kundera'nın "Ruslar Çekoslovakya'yı işgal ettikle­ ri nde, Çek kültürünü tahrip etmek için ellerinden geleni artla­ r ı n a koymad ılar" şeklindeki suçlamasına karşı lık veren Şi­ ıııccka , şu noktaya işaret etmiştir: " Çek kültürüne son verenin !� uslar olmadığını unutacak kadar olayların uzağında değil­ d i k . . . Orta Avrupalı doğup yetişmiş olmak kaderimizdir. . . Ma­ nevi Biafra 'mız silinmez bir yerel damga taşımıştır." Kundera, l ) rLa Avrupa'nın kaderi açısından Pan-Slav fikrine çok fazla ağırlık atfetmişti : "Kanı mca Orta Avrupa'nın yaptığı hata, 'Slav dunyası ideolojisi' dediğim şeyden kaynaklanmaktaydı." Çek­ inin Slav olmadığını Qoseph Conrad'ın 1 9 1 6'da Lehler için 2 2 SchöpOin ve Woocl. in Scarch of Ceıılral Europe, 140- 1 4 1 . iddia ettiği gibi) iddia edecek kadar ileri gitmemişti, ama dilsel akrabalık dışında, Çeklerin de, Lehlerin de Ruslarla hiçbir or­ tak noktası olmadığını i leri sürmüştür.23 Kundera'nın argümantasyonunda öne çıkan bir ayrıntı var. Bu ayrıntı, daha sonra yurttaşı Vaclav Havel tarafından nere­ deyse simetrik bir biçimde yeniden üretilmiştir. Kundera, Ka­ zimierz Brandys"in Anna Ahmatova'yla konuşmasına atıfta bu­ lunmuştur. Brandys'in kitaplarının yasaklanmasından şikayet etmesi üzerine Ahınatova onun dehşet verici asıl olaylarla, ha­ pis, sürgün vb. ile karşılaşmadığını söylemiştir. Brandys'e göre, bunlar tipik Rus teselli leriydi, Rusya'nın kaderi kendisine ya­ bancıydı , Rus edebiyatı kendisini korkutuyor, hatta dehşete d üşürüyord u ; "onların dü nyasını tanımamayı , ha tta onların dünyasının varolduğunu bilmemeyi" tercih ederd i . Kundera şunları ekler: "Bizimkinden daha kötü ol up olmadığını bilmi­ yorum, ama farklı olduğunu biliyorum: Rusya bir başka (daha büyük) felaket boyutu, bir başka mekan imgesi (o kadar bü­ yük bir mekan ki, koskoca uluslar i çinde yutulup kaybol u ­ yor) , bir başka (yavaş v e sabırlı) zaman kavrayışı, bir başka gü l m e , yaşama ve ö l m e b i ç i m i b i l i yor. " 24 1 994'te J oseph Brodsky, Havel'in postkomünizm kabusu hakkındaki konuş­ masına karşılık olarak bir açık mektup yazmıştı . Bu, bir tür felsefi ınan i restoydu ve orada ileri sürülen gö rüşler paylaşıl­ masa bile, derin entelektüel çabası ve dürüstlüğü saygı uyan­ dırıyordu. Bu mektup insanın doğasını ve toplum sorunlarını, entelektüellerin, özellikle filozof-kralların rolünü ve sorumlu­ luğunu ele alıyordu. Havel'in kibar karşılığı esas itibarıyla bir reddiye olmuştu; Brodsky'nin ortaya attığı (Aydınlanma'nın, Rousseau ve Burke'ün mirası , uzlaşma ve ermişlik, hayatta kalına ve konformizm, kitle toplumu ve bireycilik, bürokrasi ve kültür vb. ) kritik sorunları tartışmaya yanaşmamıştı, gös23 Milan Kundcra, "The Tragedy of Cenıral Europe," Nnv Yorlı Review of Boolıs, e. 3 l . no. 7, 26 Nisan 1 984, 34, 37; Şimccka, "Another Civilization? An Other Ci­ vtlization?" Schöpflin ve Wood, /11 Srarch of CrnLral Europe. 1 59; Joseph Con­ rad. NoLcs 011 Life and Lr!Lcrs, Freeport, N.Y.: Dooks [or Libraries, 1972, 1 35. 24 Kundcra. ""Thc Tragedy,'" 34. terdig;i gerekçe bu meselçlerin fazla karmaşık olması ve "en ' azından [ Brodsky'ninki kadar) uzun bir yazı" yazılmasını ge­ rektirmesiydi. Bunun yerine, Brodsky'ninkinin yaklaşık üçte biri uzunluğunda bir yazı yazdı, bu yazıda ortaya konan tek fi­ kir, deneyimleri arasında temel bir fark olduğuydu: Memleketinizdeki sıradan insanlar için , daha özgür b i r siste­ mi, düşünce ve eylem özgürlüğünü hedefleyen herhangi bir değişiklik, bilinmeyene doğru atılmış bir adımdır. . . Sizin ter­ sinize, Çekler ve Slovaklar, 19. yüzyılın ikinci yarısında Avus­ turya-Macaristan meşruti monarşisi altında hatırı sayılır dere­ cede özgürlük ve demokrasi yaşadılar. . . O günlerin gelenekle­ ri aile hayatında ve kitaplarda hala yaşamaktadır. Dolayısıyla, özgürlüğün yenifenmesi bizim ülkemizde de güç ve rahatsız edici olmasına rağmen, özgürlük asla zaman, mekan ve dü­ şüncenin hiç bilinmeyen bir unsuru olmamış tı . 25 Dolayısıyla, Rus yazar evrensel önem taşıyan varoluşsal so­ runları gündeme getirirken , medeni Orta Avrupalı üstten bir tavırla karşılık vererek, tipik bir taşralı yaklaşımıyla, iki ülke­ nin tarihsel deneyimlerinde derece farklarına ilişkin rrispeten önemsiz bir konuyu gündeme getirir (ülkelerden biri bir kıta büyüklüğündedir, dolayısıyla aşırı genellemeler yapılması son derece güçtür) . Belki de mesele, Çekler hakkında, "Batı'nın ke­ narında yaşayan başka uluslar gibi, bu elitist züppeliğinin alda­ tıcı teranesine bilhassa kapıldıkları ," yani Batı ile Doğu arasın­ da kapatılmaz bir kültürel uçurum olduğu varsayımını kabul ettikleri şeklinde bir hüküm verip daha fazla üzerinde durmaya değmez niteliktedir.26 Burada Rusya "Orta Avrupa'nın kurucu ötekisi" haline geliyordu. Kundera'da dikkat çekici olan nokta, Balkanlar'dan hiç söz açmamasıdır; tek karşıt Rusya'ydı. Dolayısıyla, oluşturulduğu ilk aşamada, O rta Avrupa fikrini hem kültürel (Kundera ve Milosz) hem de tarihsel (Szücs) te25 "The Post-Communist Nightmare': An Exchange," New Yorh Review of Boolıs, c. 41, no. 4, 17 Şubat 1 994, 28-30. 26 Zdenek David, "Bohemian Uıraquism in the Sixteenth Centuıy: . . . " Communio Viatorum, c. 35, no. 3, 1 993, 229. ')Q ıı:: riınlerle tanımlama girişimleri vard ı , ayrıca Orta Avrupa daima Rusya'yla karşıtlık içinde betimleniyordu. Bu aşamada Balkan­ lar ayrı bir kendilik olarak mevcut değildi: Balkanlar ya göz ardı edil iyor, ya da genel bir Doğu Avrupa veya seyrek olarak Orta Avrupa kapsamına sokuluyordu. l 980'lerin Orta Avrupa fikri, özgürleştirici bir fikirdi, "bir protesto ınetaforu"ydu, bü­ tün Avrupa ülkelerinde farklı dönemlerde ve yoğunluklarda temsil edilen "Avrupalılık"la ilgili koskoca bir külliyat içinde bir alttürdü. Temel konular Avrupa'nın kapsayıcılığı ve dışlayı­ cıl ığıydı ve en telektüel güçten çok daha fazla şey işin içinde olduğu için , tartışma hayli hararetliydi. Orta Avrupa fikrinin gelişiminin ikinci aşamasında l 989'a Doğu Avrupa'n ın aımus m i rabili s ine - kadar gerek Batı'nın belli başlı yayınlarında gerekse Doğu Avrupalı entelektüel göçmen­ lerin ve sami zdat'ın * yayınlarında pek çok eser çıktı: Cross ' Cımrnts, East Eııropean Reporlcr, Easlem European Pol itics and Socieıy, Daedalus, Cadmos, Tlıe New Yarlı Review of Boolıs, Sve­ dectri, La Nouvel/c Alterııati ve, Nowa Koalicja vb. Bu nlardan temsil edici örnekler In Seardı of Central Europe'un 1989 cil­ dinde biraraya getirilmiştir. Cildin giriş yazısında şu nokta ka­ bul ediliyordu: Orta Avrupa kimliği üzerine tartışmalar, "var­ sayılan bir Orta Avrupalılık'ı başlangıç noktası olarak alıyor, onun ifade ed ilmeyen, ama bariz olan h edeflerini en uygun şe­ kilde tanımlamaya çalışıyor ve bu kavramın su götürmez doğ­ ru olduğunda , yanlışlığını kanıtlamanın karşı çıkanlara düştü­ ğünde ısrar ediyorlar." "Bariz olan hedefler" olumsuz bir şekil­ de muğlak olarak anlatılıyordu: "Mevcut sistemin yaydığı de­ ğerlerden başka" değerleri vurgulayan bir bilincin ve "Sovyet tipi gerçeklikten başka bir şeyi arayanlar için düzenleyici bir ilke işlevi görebilecek ölçüde sahih" bir kimliğin inşası.27 Schöpflin'in temel girişimi Szücs'ünkünden farklı değildi: Rus­ ya ile Batı Avrupa arasında temel karşıtlık bulunduğunu kanıtla( * ) Rusça: Sam ("kendi") ve izadatelstvo ("yayınları") kelimelerinden oluşan te­ rim. Rusya'dan yasadışı olarak evlerde üretilip elden ele dolaşan ürünler - e.n. 27 Gcorge Schöpfün, "Central Europe: Definitions Old and N ew," in 5earclı of Cerıtral Europe, 18-19, 27. maya çalışmak, ardından Orta Avrupa'yı ikisi arasına yerleştir­ mek, ama iki ideal tip arasındaki uyuşmazlık geçiş modellerini imkansız kıldığından, Batı'nın organik bir parçası olarak göster­ mek. Gerçek farklılıklar kültüreldi, "dolayısıyla Avrupa değerle­ rinin ele alınması hayati önem taşıyordu." Avrupa "kendine özgü değerler geliştirmiştir ve bunlar hem içkin hem de silinmez nite­ liktedir. " Bu tür ifadelerin, "hiçbir çözümün daimi olmadığı" Av­ rupa kültürel geleneğindeki deneysellik ve yenilik ruhunu nasıl barındırdığını mantıksal olarak tasavvur edebilmek güçtür, ama mantık bir siyasal manifesto için en önemli önkoşul degildir. SchöpOin de durumu şu şekilde niteliyordu: " l 980'lerin ikinci yarısında, bütün kanıtlar gösteriyor ki, Orta Avrupalılık kimliği yeterince geniş bir kitleyi etkileyecek kadar çekicidir. "28 Rusya'dan kesin bir ayırışa karşılık, Orta Avrupa bu değer­ lendirmede açık bir şekilde Balkanlar'a karşıt olarak tanımlan­ ınıyordu. Seyrek ve dolaylı atıflar bu bölgeye ilişkin kararsızlı­ ğı, kesin tavır almamış olmayı yansıtmaktaydı. Bazı ifadelerde Balkanlar, Orta Avrupa'dan pek net ayırt edilemeyen büyük bir Dogu Avrupa içinde gösteriliyordu: "Polonya'nın doğusundaki bataklık ovaları -Kresy-Pannonia Havzası, Balkanlar'ı anmaya bile gerek yok, Avrupa'nın el değmemiş Vahşi Batı'sıdır." Aynı zamanda, Latin ve Ortodoks toprakları arasında mezheplere göre çizilen ayrım çizgisine sıkı sıkıya bağlı kalınıyordu: "Hır­ vatistan ve Slovenya kendilerini haklı olarak Orta Avrupalı gö­ rüyorlar, ülkenin geri kalanı ise görmüyor. "29 Mantık, akıllara durgu nluk verecek cinstendi: Bir grubun her türlü kabulü haklı sayılıyor, öteki grubun algılamaları di kkate bile alınmı­ yordu; onlar Orta Avrupa'nın parçası değildi . l 980'lerde, mutlaka etnik süreklilik açısından d eğil , ama metodoloji, üslup ve genel temaları açısından üç büyük anlatı­ nın gelişimi görülebilir. Bir istisnayla, bu anlatılara katkıda bu­ lunanlar, Orta Avrupa fikrinin kabul edilen kültürel paramet­ relerinin dışına çıkmadılar. Söz konusu istisna Peter Hanak'tı. 28 lbid., 9-10, 12, 1 4- 1 5, 27. 29 lbid., 2. 20. Szücs'ün izinden giden Hanak onun anlatısını 1 9 . yüzyıla uyarlamaya çalışmıştı. Hanak'ın eseri, Szücs'ünkünden bile da­ ha fazla, gerikalmışlık ve modernleşmeye ilgi gösteriyord u . Hanak'ın Orta Avrupa tanımı Habsburg topraklarıyla örtüşü­ yord u : "Bir devlet güçleri ve siyaset sistemi olarak Monarşi (Macaristan dahil), Batı'nın tam anlamıyla gelişmiş parlamen­ ter demokrasisi ile Doğu'nun otokrasisi arasında, ortada bir yerde duruyordu. Orta Avrupa'nın anlamı tam da budur. " Orta ve Doğu Avrupa'nın feodal sistemleri arasında köklü farklılık­ lar bulunduğunu kabul edi'.n yazarın argümanları yalnızca de­ rece farklılıklarını ortaya koyuyord u : "Macaristan ve Lehis­ tan'da soylular, Rusya'da olduğundan daha kalabalıktı, daha iyi örgütlenmişti ve daha bağımsızdı," "kentl erin gelişiminde, hu­ kuki konumunda ve ekonomisinde dikkate değer farklar var­ dı . "3° Farklılık ve benzerlik üzerine karşılaştırmalı değerlendir­ meler görecedir ve "geçerlilik ve önem açısından çeşitlilik mu­ azzam olabilir," kritik değişken, " karşılaştırmayı kimin, ne za­ man yaptığıdır."31 Macarlar, Lehler ve Çekler O rta Avrupa ile (Rusya'nın Lemsi! ettiği) Doğu Avrupa arasındaki farklılıklar üzerinde dururken, Almanların Westmitteleuropa ile Ostmillele­ uropa arasındaki farkları vurgulaması şaşırtıcı değildir.32 Milosz'un izinden giderek edebiyat eserleri aracılığıyla bir Orta Avrupa kimliğinin anahatlarını belirlemeye çalışan Czaba Kiss'in. ği rişimi, d ışlayıcılıktan dikkat çekici ölçüde uzaktı . Çizdiği Orta Avrupa edebiyat haritasına üç unsur damgasını vurmuştu: "Bölgenin ara ve sınır niteliği ve Batı ile Doğu ara­ sında olmanın yorumları " ; "küçük ulusların kaderinin edebi fo rmülasyonu" ve " bölgenin dilse l ve kültüre l çeşitliliği ve bunların birarada bulunması. "33 Edebi Orta Avrupa iki yarıyla 30 Hanak, "Cenıral Europe," in Search ofCentral Europe, 57-69. 3 1 Nclson Goodman, "Seven Sırucıures on Similariıy," How Classification Worlıs, 2 1 . 3 2 Winfr i c c.l Eberhard, Hans Lembcrg, l l einz-Dieıer Heimann v e Roberı Lufı, ed., Wcslınitıcleuropa. Ostmitıeleuropa. Vergleiche und Bezielıungen: ... , M ünıh: R. Oldenburg, 1 992. 33 Csaba G. Kiss, "Cenıral European Wriıers abouı Cenıral Europe ... , in Search of Cenıral Europe, 1 28. temsil ediliyordu: Bir yarı , Alman'dı; öteki yarı , küçük ülkeler­ den bir dizi halktan oluşuyordu: Lehler, Çekler, Slovaklar, Ma­ carlar, Slovenler, Hırvatlar, Sırplar, Romenler ve Bulgarlar; ya­ zar ayrıca Finleri, Baltık halklarını, Belorusları, Ukraynalıları ve Yu nanları da listeye eklemişti. Orta Avrupa edebiyatının Rus edebiyat sahnesinden farkını uzlaşmaz değerler çerçeve­ sinde form üle etmemişti. Kiss'e göre, söz konusu fark. Orta Avrupalı yazarların ulusal ideoloji saplantısı taşıması ve edebi­ yatlarının ulusal hedeflerin gerçekleştirilmesine tabi olmasıyla açıklanabilirdi. Nihayet, Kundera'nın argümanlasyonu Mihaly Vajda tarafından takip edildi, gerçi Vajda Kundera'dan bağım­ sız olarak yazdığını ileri sürmüştü. Aynı tutku ve dışlayıcılığı sergileyen Vajda, man tıksal tutarsızlıkta ve "aşağılık duygula­ rıyla sınırlarımızda oturan canavar"a34 sövgüler yağdırmakta çok daha ileri gitmişti . Neyse ki, genellikle nazik yazılar basan Közepeuropa'da Vajda'nın yazısı l:ıir istisna oluşturuyordu. Söz konusu üçlü -Polonya, Macaristan, Çekoslovakya- dı­ şından gelen tek ses, Predrag Matvejevic'in "Central Europe Seen From the East of Europe" adlı yazısıydı. Matvejevic Orta Avrupa vizyonundan dışlanmakla kendisini tehdide uğramış hissetmiyord u . Buna karşılık, K u ndera'nın " bugü n , küçük Avusturya dışında bütün Orta Avrupa Rusya'nın tahakkümü al tındadır" şeklindeki iddiasına bir d üzeltme getirmeye çalışır. "Kundera'nın en çok çevirilen yazarlar arasında yer ald ığı Slo­ venya , Hırvatistan ve öteki Yugoslavya bölgeleri" gibi Rusya tahakkümü altında olmayan başka küçük ülkelere dikkat çek­ li. Matvej evic'in Orta Avrupası en karışık tablolardan biriydi: "Orta Avrupa , üsluplarına dek uzatılabilir - Barok, Biedermeier ve Ayrılık üsluplarına, ya da belirli bir kendine özgü müziğe, resme ve duyarlığa." Matvej evic hiçbir zaman Balkanlar'dan söz açmadı, ama Belgrad ve Bükreş Orta Avrupa'nın bir parça­ sıyd ı , buna karşılık B ulgaristan'ın adı bile anıl mıyord u. llk olarak l 98 7'de yayımlanan bu yazıda gerçekten i lginç olan nokta , ayırıcı kimliklerin farkında ol unmasına rağmen, orgail+ Mihaly Vajda, "Who Excluded Russia from Europe1" in Searclı of Central Eıı­ ropc, 1 75. 299 n ik bir Yugoslavlık görüşüne ne denli bağlı olduğuydu: "Yal­ nız Sloven miyiz, yoksa Yugoslav Sloven miyiz; yalnız Hırvat mıyız, yoksa Yugoslav Hırvat mıyız? Ayn ı şekilde, Sırp münha­ sıran Sırp mıdır, yoksa bir Yugolav Sırp ve bir Avrupalı mıdır vb. ?"35 Bu, daha sonraki süreçte, Yugoslavya'nın bir kısmı bir Balkan kimliğini yeniden keşfetmek zorunda kaldığında "ço­ ğalan oryantalizm"lerden çok farklı bir dünyaydı. Romanya'dan gelen bir başka ses ise Eugene lonesco'ydu . lonesco, "yalnızca Avusturya, Macaristan v e Romanya'yı değil, Hırvatistan ile Çckoslovakya'yı da" içine alacak ve "sözde ide­ olojik Rus barbarlığına ve onun işgal ruhuna karşı tek Avrupa­ lı ve insani direnişi" temsil edecek bir Orta Avrupa konfede­ rasyonunu savunuyordu. Merkez olarak Viyana'nın seçilmesi, yalnızca Habsburg geçmişine nostaljiyi deği l , aynı zamanda çağdaş Avusturya'nın iki kutuplu dünyada kendisi için yarat­ mayı başardığı çarpıcı alanın çekiciliğini de yansıtıyordu. " 36 "Katolik Orta Avrupa ile Ortodoks Balkanlar arasındaki bölün­ meyi" l 989'dan önce dile getiren tek yazar Jacques Rupnik'ti. Rupnik, Orta Avrupa vizyonlarının "ülkeden ülkeye" değişti­ ğini, böylece "komşuların algılanması ve ilgili motivasyonlar hakkında ilginç içgörüler kazandırdığını" kabul etmekle bir­ likte, l onesco'nun fikrine şaşkınlıkla yaklaşm ıştı: "Polonya'nın olmaması dikkat çekiyor, ama lonesco zaten saçmanın tartış­ masız ustasıdır. " Bu 'saçmalık', lonesc?'nun medeniyetler arası ayrım çizgilerini geçmesinde, Katolik Polonya'nın adını bile anmazken Ortodoks Romanya'yı listeye dahil etmesindeydi.37 l 989'a kadar Orta Avrupa fi krinin ikinci aşaması nda, bu fi­ kir yayıldı ve kültürel u nsu rları araştı rılıp saptandı. Balkan­ lar'a yönelik tutumda, kurucu ideologların perspektineri yeni­ den üretildi. Orta Avrupa'nın bir bölge kurma örneği olarak yorumlanması gerektiği i fade edildi. Bu , "kimlik politikası ola35 Schöpfün ve Wood, in Searclı of Central Europc, 1 83, 1 88- 189. 36 Radu Stern ve Vladimir Tismaneanu, "'LEuropc ccmralc: Nostalgics culturelles et rcaliıes po l itiq u es, Cadmos, no. 39, 1 987, 42, 44. 37 Jacqucs Rupnik, Tlıe Other Europe, Londra: Wciden[eld and Nicolson, 1 988, 5, 2 1 -22. " rak adlandırılabilecek politikanın, yani belli bir politik proj e­ nin imgesine göre toplumsal alanı oluşturma mücadelesinin bir alt-grubudur. "38 Kuşkusuz bir k imlik arayışı olarak, "Tra­ um oder Traıırna"39 [ Rüya ya da Travma] Orta Avrupa üzerine tartışma, bir bölge kurma girişimi pek sayılamaz, çünkü Sov­ yetler'den k urtarılması dışında, bölge adına somut bir politik proje üretmemiştir. Tartışmanın bütünü, belirli bir politik pro­ jeyi olumsuzlamaya yönelikti. Olası somut politik senaryolar üzerinde duran tek yazı Fe­ re nc Feher'e aitti , yazının geçerl iliği 1989 öncesinin politik gerçekliğiyle sınırlanmıştı. Yazıda kuşkucu bir tavırla şu uyarı­ da bulunuluyordu: Bu fikir, " Cafe Zen traleuropa entelektüelle­ ri , yani tarihten kaçmaktan her zaman hoşlanmış ve başka in­ sanların acı ları karşısında her zaman kayıtsız kalmış bir grup için kolekti f bir kendinden memnuniyetin zaferine dönüşüp yozlaşabil ir."4° Kuşkucul uklarına karşın , gerek Feher gerekse Agnes Heller Orta Avrupa ile Doğu Avrupa arasında doğaları gereği bir fark olduğu şekli ndeki kategorik görüşü savunuyor­ du: Sivil topl um Orta Avrupa'da doğmaya başlamıştı, oysa Do­ ğu Avrupa'da böyle bir gelişme asla olamazdı.41 Yine de, geliş­ mesinin bu döneminde, Orta Avrupa fikrinin merkezinde öz­ gürleştirici pallıos vardı. 1980'lerin Orta Avnıpası kesinlikle yeni bir terim değild i , ama yeni b i r kavramdı. M illeleuropa'nın d iriltilmesiyle b u fikir oluşturulmamıştı: O bir Alman fikriyd i , Orta Avrupa ise bir Doğu Avrupa fikriydi; Milleleııropa'nın merkezinde her zaman Almanya olmuştu, Orta Avrupa Almanya'yı dışlıyordu.42 Mille­ lcııropa'nın en ünlü savunucusu Friedrich Naumann, Kuzey 38 Neumann, "Russia," 350. 39 H.-1' 13urnıcisıcr, E Boklı uıııa ?.., Brcmen, 1 988. ve Gy. Meszaros, c<l . , Miıırlcııropa- Traum odcr Tra­ -10 Ferenc Fehcr, "On Making Central Europe," [asımı Europraıı Politics aııd So­ cieties, c . 3 , no. 3, Güz 1 989, 443. -1 l Ferenc Fehcr ve Agnes 1 leller, Eastem Left, Westenı Lcft: 1iıta/itariaııism, Frc­ cdonı arıd Drıııocracy, Aılantic Highlands, N.J.: 1 lumaniıies, 1 987, 1 7- 1 8. -12 Henry Cord Meyer, Mittelcuropa in Genııan Tlıoug lıt arıd Aclion, 1 8 1 5- 1 945, Lahey: Marıinus Nijhoff, 1 955. Denizi'nden Alpler'e, Adriyatik'e Tuna'ya uzanan muazzam bir siyasal birim öngörmüştü; ilk versiyon unda Romanya, Bulga­ ristan, Sırbistan ve Yunanistan'ı, ayrıca lsviçre ve Hollanda'yı dışarda bırakmış, bir yıl sonra Bulgaristan'ı dahil olacak ölçü­ de olgunlaşmış saymıştı.43 Naumann'dan önce Partsch, çekir­ değinde Almanya ve Avusturya yer alan, ayrıca Belçika, Hol­ landa, lsviçre, Karadağ, Sırbistan, Romanya ve B ulgaristan'dan oluşan bir Milteleuropa tasavvur etmişti; Yunanistan ve Türki­ ye bu vizyondan dışlanmıştı .44 Ne var ki, l 980'lerin Orta Av­ rupa fikrin in Alman olmayan öncellerini iki dünya savaşı arası dönemde aramak da zorlama olacaktır. Stredni Evropa Çek si­ yasal düşüncesinin bir ifadesiydi ; Thomas Masaryk'in "Kuzey Burnu'ndan* Matapan Burnu'na** kadar küçük ulusları kap­ sayan bölgesi" Laponyalıları , l sveçlileri, N o rveçlileri, Dani­ markalıları, Finleri , Estonyalıları , Letonyalıları , Litvanyalıları, Lehleri, Lausitz Slavlarını, Çekleri, Slovakları, Macarları, Sırp­ Hırvatları ve Slovenleri , Romenleri, B ulgarları , Arnavutları , Türkleri ve Yunanlıları içine alıyor, ama Almanları ve Avustur­ yalıları dışlıyordu.45 Bu dönemde Polonya O rta Avrupa siyasi coğraryasından çok Leh meseleleriyle ilgiliydi ve Macarlar " fa­ natik revizyonizm" lerine bağlıydı "olsa olsa kendi uluslarının merkez olduğu bir Tuna Avrupası ongörüyordu. "46 l 980'lerin ateşli eserleri bölgenin entelektüel özgürleşmesi­ ne yönelik ilk girişim değildi. 1950'de Leh kökenli bir Ameri­ kalı, Oscar Halecki küçük bir cilt yayımladı, on üç yıl sonra ise çok uzun bir çalışması piyasaya çıktı. Bu kitapta , Marksist tarih görüşüne karşı açıktan açığa bir Hıristiyan polemiği ya­ pılıyor ve bir birleşik Hıristiyan Avrupa tasavvuru öne sürülüFriedrich Naumann, Milldeuroııa, Berlin: G . Rei mer, 1 9 1 5 ; Naumann, Bulga­ rim und Miıteleuropa, Berlin: G . Reimer, 1 9 1 6. 44 Joseph Partsch, Mitıeleuropa, Got ha: J. Perthes, 1904. (*) Kuzey Burnu: Norveç'in kuzey kıyıları önünde Mageröy Adası'nda burun. 43 Avrupa'nın en kuzey noktası - e.n. (**)Matapan Bumu: Yunanistan'ın en güney noktası - e.n. 45 Ash, "Does Central Europe Exist," /n Searclı of Central Europe, 1 96. 46 Henry Cord M eyer, "Miıtcleuropa in German Political Geography," Collected Worhs , c. !, l rvine, Calif.: Charles Schlacks , J r. , 1986, 1 23- 1 24. yordu: "Marksist yaklaşımın yerini alacak bir pozitif yaklaşıma şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. . . Alternatif gerçekten genel önem taşımaktadır, ç ü nk ü . . . Hıristiyan tarih yorumunun ve i nsanlığın evriminde dinsel , tamamen manevi unsurun vurgu­ lanması n ı n , tarihsel materyalizmin i dd ialarına en iyi cevap olup olmadığını sorusun u gündeme getirmektedir. "47 Halecki'nin Avrupa tanımı tam anlamıyla kültüreldi: "Avru­ pa topluluğu, özellikle büyüklük döneminde, daima esas ola­ rak bir kültürel topluluktu . " Hıristiyanlık'ın Bali kültürüyle bir tutulmasına karşıydı. Batı kültürünü, Yunan-Roma medeniye­ tinin Hıristiyanlık'la bir sentezi olarak görüyordu. Antik Yuna­ nistan'ın Avrupalılık'ı konusundaki yargısı çok ;ıçıktı: Yunanis­ tan, Avrupa'ya adını vermekle kalmamıştı , aynı zamanda "gele­ ceğin Avrupası'nın çekirdeği"ydi, "Avrupa'nın iki bin yıl önce 'tarihsel' olan bu kesimi Balkan Yarımadası'nı da kapsıyordu." Böylelikle Halecki, Avrupa fikrinin kuruluş mitlerinden ikisi­ nin sentezini yapmıştı: 1 5 . yüzyılda Avrupa'yı Hırisliyanlık'la bir tutan mit ve 18. yüzyılda Avrupa'yı 'medeniyet'le bir tutan mit. Yunanistan'a ilişkin tavır Bizans l mparatorluğu'na da gös­ terilmişti. Halecki, caesaropapism denen olgunun abartıldığı uyarısında bulunuyordu . Doğu Avrupa "Batı Avrupa'dan daha az Avrupalı" olmadığı gibi , "Avrupa'nın Antik ve Hıristiyan mi­ rasının Yunan ve Roma biçimlerine katılmaktadır." Bizanslılar üzerindeki Asya e tkilerini kabul etmekle birlikte, nihai yargısı son derece olumluydu: "Aynı Bizans lmparatorluğu'nun, kuru1 uşundan itibaren, tıpkı antik Yunanistan gibi , Asyatik saldırı­ lara karşı Avrupa'nın çoğu zaman yiğit ve bazen başarılı savu­ nucusu olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır."48 Halecki açısından, Slavlar Avrupa tarihinin önemli bir bile­ şeniydi . Hıristiyanlaşması "doğu Slavlarını Avrupa'nın ayrıl­ maz bir parçası haline getirmiş" olan Rusya'yı özellikle bu ta­ rihin kapsamına almıştı. Tabii ki, Rusya:.yı ele alışında bir H Oscar Halecki, The Limits and Divisions of European History, Londra ve New York: Sheed and Ward, 1 950, 202; Halecki, The Millennium of Europe, Noıre Dame, lnd.: U niversiıy of Noıre Dame Press, 1 963, xv-xvi, 333, 389. 48 Halecki, The Millennium, 3, 5, 39, 43-44, 372, 377 ve The Limits, 1 3, 35, 1 2 1 . muğlaklık vardı: Bir HırisLiyan devleti olarak Rusya Avrupa topl uluğunun bir parçasıydı, ama bu ülkede Asya etkilerin in payı da yadsınamazd ı . Bu etkiler, Bizans olokrasisiyle değil, Moğolların Asya tik yönetim b i ç i m iyle açıklanab i l i rd i . Rus­ ya'nın bugün canlanmış olan Avrasyalı karakterine değinen Halecki , yine de l . Pelro ile l l . Nikola arasında Avrupalı nitelik taşıdığını kabul ediyordu. Bekleneceği üzere , Lenin'in ve Bol­ şeviklerin iktidara gelmesiyle, Rusya "Avrupa karşıtı değilse, Avrupalı olmayan" bir ni teliğe bürünm üştü.49 Batı ile Doğu Avrupa arasında birliği şiddetle savunan Ha­ lecki , büyük özsel ötekisini "Asyalı" olarak belirlemişti . Terimi ilk kez antik dönemi anlatırken kullanmıştı. Bu dönemde, Yu­ nan-Roma kökenlerinden kaynaklanan, ama ·'batı ile doğu Av­ rupa arasındaki karşıllık"la örtüşmeyen Avrupa geleneğinin si­ yasal düal izmi bulund uğunu öne sürmüştü. Halecki'ye göre, söz konusu karşıtlık, "Yunan ve Doğu Avrupalı olmayan , ama Asyalı olan bir doğu l u arka plana karşı doğru olarak anlaşıla­ bilir. '' Bu tanımlanmamış Asyalılık "hem Roma Cumhuriyeti hem de özgür Yunanistan için yabancı"ydı. Halecki, Yunan is­ tan'ı doğudan arındırmaya, antik Yunanlıları temel kurucu et­ kilerinin bazılarından ve Küçük Asya'daki sağlam köklerinden koparmaya çalışmıştır. Bu , Martin Bernal'ın , antik Yunanistan'ı Asya ve Afrika etkilerinden temizleme dediği şeyin mükem­ mel bir örneğidir. A ma bu 'amorf' Asyalılık çok geçmeden ls­ lam'la özdeşleştirilir. Hıristiyanlık ile lslam " tamamen farklı iki medeniye ' t i . "Bu iki meden iyet arasındaki temel farkla karşılaştırıldığında, Latinler ile Yunanl ılar arasındaki i ç ayrı­ lıklar gerçekten önemsiz kalıyord u . " Bu aksiyomatik öncülü belirled ikten sonra, Halecki'nin Osmanlı fetihlerine ilişkin de­ ğerlendirmesi hiç de şaşırtıcı değildir: Yüzyıllar süren Osmanlı hakimiyeti, mantıksal olarak, "Avrupalı uyruklarına, köken, gelenek ve din bakımından tamamen yabancı" olan bir teca­ vüz olarak nitelenir. Bu tecavüz "onların Avrupa tarihine katı­ lımlarını yaklaşık dört yüz yıl" engellemiştir. Bizans ile üs49 Halccki, The Millcrıııiuın. 233, 307 ve Thc Liınits, 93, 99. manlı imparatorlukları arasındaki coğrafi sürekliliğe rağmen , aralarında hiçbir ortak nokta yoktu: Doğu Roma i mparatorluğu , dört yüzy ı l l ı k k i l ise ayrılığına rağmen, her zaman Hıristiyan Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olmuştu ve Latin güçleriyle bütün siyasal mücadelelerine rağ­ men, hiçbir zamaıı Batı'ya yönelik gerçek bir tehdit oluştur­ mamıştı . Osmanlı i mparatorluğu, başkentini lstanbul'a taşı­ ması na rağıneıı, H ı ristiyan ve Avrupalı ol mayan bir işgalci güç ve Hıristiyan Avrupa'nın geri kalanına yönelik büyüyen bir tehlike olarak kaldı.50 Halecki için , "Balkan Yarımadası'nın Osmanlılarca fethi, Av­ rupa'nın doğduğu bu bölgenin , özgürlüğüne kavuştuğu sırada, kıtanın daha talihli kesimlerinden o kadar farklı görünmesinin bariz nedenidir." Bu özgürleşme süreci, "Osmanlı lmparator­ luğu'nun ardı lı HırisUyan devletler arasında Balkanlar'ın bö­ lünmesi, Avrupa'nın bu bölgesini tarihinin son döneminde ye­ niden birleştirmiştir. "51 Yunanistan'ın ve diğer Balkan devletlerinin yeniden doğuşu­ nun, "Avrupa'nın merkezindeki" u luslar için bir esin ve cesa­ ret kaynağı old uğu konusunda Halecki'nin kafasında hiçbir kuşku yoktu. Halecki dikkat çekici bir pasajda Balkanlaşma'yı savunur: G ün eydoğu A\Tupa'nın uzun süredir tahakküm altında yaşa­ yan uluslarının özgürlük ve bağımsızlıklarını yeniden kazan­ dığı Balkan bölgesinin ulusal devletleri, görünüşte kendi ka­ derini tayin etme mücadelesinin bir zaferini temsil ediyordu yalnızca görünüşte, çünkü Büyük Devletler, yarımadanın Hı­ ristiyan halklarının özgü rleşmesine katkıda b u l u nduktan . sonra, onların çetin sorunlarına karışmayı sürdürdüler. Böyle bir durumdan doğan karışıklıklar, çok geçmeden , ulusların kendi kaderlerini belirlemesine karşı bir argüman olarak kul­ lanıldı. Avrupa'nın 'yeni' küçük devletlerin kuruluşuyla 'Bal50 Halccki, Tlıe Millcnniunı, 7-8, 43-44, 23 1 51 ve Tlıe Linıils, 78. Halccki, Tlıe Liınits, 78, 1 20. 305 kanlaşması' tehlikesi üzerine söylenen sözler, yalnızca -Avru­ pa'nın en eski uluslarından olan- Balkan uluslarına haksızlık değildir. aynı zamanda Balkanlar'ın kuzeyindeki bölgede ken­ di kaderini tayin taleplerine önyargısız bir yaklaşımın önünde engel oluşturmaktadır.52 Gerçekten ilgi çekici soru , Halecki ile Orta Avrupa fikrinin savunucuları arasındaki farkın ne olduğudur. l 980'lerin poli­ tik ikliminde bir değişiklik olmuştu. Bu değişiklik, Orta Avru­ pa fikrinin zamanlamasına yansı m ı ş olabi l i r. Polonya'daki olaylar -Dayanışma hareketinin yükselişi ve daha sonra Sovyet işgali olmaksızın sıkıyönetim ilanı- Moskova'nın, uydu ülkele­ re dolaysız müdahalenin alternatiflerini d üşünd üğüne işare t ediyordu. O sırada uydu ülkelere yönelik tavrın durumlara öz­ gü olduğu anlaşılmıştı, bu da aşama aşama özgürleşme giri­ şimlerinde bulunulmasına yol açtı. Halecki 1963'te ikinci kita­ bını yazdığı sırada, ancak şu t ü r b i r iddiada bulunuyord u : "Doğu-Orta Avrupa uluslarının kurtuluşU·bugünkü koşullarda bir savaş olmadan imkansızdır. Bu savaş da, kesinlikle bütün Avrupa'yı , muhtemelen d ünyayı içine alan bir n ükleer savaş olacaktır. "53 l 980'lerde Doğu Avrupalı entelektüellerin taşıdığı duygulardan çok farklı bir tavırdır bu. Söz konusu entelektü­ eller, çok yakın gelecekte sorunların çözüme kavuşacağı yo­ lunda pek umul beslemeseler ya da böyle bir önsezileri olmasa da, bu felaket öngörüsünden çok uzaktılar. Ne var ki, Halec­ ki'yi 1 980'lerin ideologlarından nihai olarak ayıran sadece si­ yasal arka plan değildi . Halecki bir ekümenik Hıristiyan düşü­ nürdü ve kendi tarih yorumunu açıkça birleşik bir Hıristiyan­ lık adına savunuyordu. Ayrıca, Ortodoksluk'un niteliğini ince­ likli bir şekild� kavramıştı ve Ortodoks ulusların Avrupa'dan d ışlanmasına ve polemik amaçlı i n d i rgem e c i l iğe kesinlikle karşıydı. Anatole France'ın ünlü aforizmasını Halecki için de düşünmek mümkündür: "Katoliklik hala d insel kayıtsızlığın en kabul edilebilir biçimidir. " 5 2 Halecki, The Millennium, 3J5. 53 lbid . , 376. Öle yandan, l 980'ler, lslam'a yönelik veya lslam hakkında neleri söylemenin uygun olduğuna ilişkin farklı bir Lavır gelir­ mişli. lronik olan nokla, hiçbir bÜ.yük vizyonu olmayan, ulu­ sal ya da en fazla bölgesel çıkarlar çerçevesinde harekel eden , Ona Avrupa fikrinin tamamen (ya da büyük ölçüde) seküler, aleşli taraftarları nın, Hıristiyanlık içinde dinsel hoşgörüsüzlü­ ğün bayraktarlığı n ı yapmaları ve hakkında pek az şey bildikle­ ri dinsel farklılıkları özselleştirmeleridir. Aynı zamanda, siya­ seten doğru liberalizmin kültürel kodunu mükemmel bir şe­ kilde içselleştirmişlerdi. Halccki'nin zamanından bu yana radi­ ka l bir şekilde değişmiş olan şey şuydu: Artık lslam'ı mutlak öteki ilan etmek kesinlikle uygun görülmüyordu. Rus liberal­ lerin bile " Rusya'nın 'Avrupalılık' iddiasını barbar Türklerle karşı tlık kurarak destekledikleri"54 günler geride kalmıştı. B u , Hı ristiyan önyargısını aştığını göstermesi gereken, anti-Semi­ tizm mirasını bir hamlede geride bırakmak için Batı kültürü­ nün köklerine ilişkin yeni bir sıfat, Yahudi-Hıristiyan sıfatını ekleyip içselleştiren yeni kuşak için kabul edilemezdi. Avrupa kü l türünün Yah u d i-Hıri stiya n-Müslüman geleneğinden ve köklerinden ne zaman bahsedilmeye başlanacağını ister iste­ mez merak ediyor insan. Dolayısıyla, l 980'lerin Orta Avrupası , l 950'lere dek uzanan bir tarlışmanın en son alevlenişi değildi. 1 980'lerin Lartışması, farklı motivasyon ve hedefleri olan yeni bir tarlışmayd ı. Bu da, tarllşmanın o sırada Sovyet yazarları tarafından dikkat çekici bulunmasının nedenini açıklar: Mayıs l 988'de, Lizbon'da Orta Avrupa ve Sovyet yazarları toplantısında, György Konrad Sov­ yet meslektaşlarına şöyle meydan okumuşlu: "Varlığınızı Lank­ larla değil, turistlerle h isselmek isteyen bir bölgede ü lkenizin rolüyle hesaplaşmak zorundasınız ." Bunun üzerine hararetli bir tartışma çıkmıştı. Tatyana Tolstaya şaşkınlık içinde şu ce­ vabı vermişti: "Tanhlarımı Doğu Avrupa'dan n e zaman çekece­ ğim? " Ardından, "hayatında ilk kez, Ona Avrupalıların, Sov­ yetler Birliği kültüründen ayrı bir kültürleri olduğundan bah54 Neumann, '"Russia," 368. setıiklerini duyduğunu" belirtmişti.55 Larry Wol ff, Batı'da iki yüzyıl boyunca varlığını sürdüren, Aydınlanma'nın Doğu Av­ rupa fikrinin, bölgenin kesi n olarak dışlanmasına ela , koşulsuz biçimde Avrupa'ya katılmasına da olanak vermediğini bilclir­ di.56 Bu algılamaya göre Balkanlar Avrupa'nın temel bir parça­ sıydı, sadece son yirmi-otuz yılda Balkanlar'ın dışlanması için gerçek bir girişimde bulunulmuştu . l 980'lerin sonuna gelindi­ ğinde, Orta Avrupa ile Doğu Avrupa arasında doğaları gereği bir farklılık old uğu argümanı şekillenmişti ve önemli sayıda entelektüel tarafından içselleştirilmişti. Schöpf ün/Woocl derle­ mesindeki son makale , doğrudan doğruya "Orta Avrupa Mev­ cut mu?" sorusunu ele alıyordu. Yazısını l 986'da kaleme alan Timothy Garten Ash üç ülkenin temsilcisi olarak üç yazarı in­ celemeyi seçmişti: Havel, Michnik ve Kon racl . Her zamanki parlak yazarlık becerisini gösteren Ash, Varşova'clan değil de, Prag ve Buclapeşte'den gelen seslerden doğan kavramın anla­ mını araştırmıştır. Havel ve Konrad'da "Doğu Avrupa" ile "Or­ ta Avrupa" kullanımları arasındaki önemli bir semantik ayrı­ ma işaret etmiştir. "Doğu Avrupa" her zaman. negatif veya nöt­ ral bir bağlamda kullanılmıştır; "Orta Avrupa" ise daima "po­ zitif, olumlayıcı veya doğrudan doğruya duygusal" bağlamda kullanılmıştır. Orta Avrupa'nın ZivilisaLioıısliLeraLcıı'ine 1 mede­ niyet aydınlarına ) duyduğu bütün sempatiye rağmen, Ash'in keskin analitik kalemi, bu fi krin mitopoetik boyutu üzerine yorum getirmekten kendini alamamıştı: Orta Avrupa'nın geleceğine neyin damgasını vuracağıni düşü nüyorsanız Orta Avrupa'nın geçmişine onu atfetme eğilimi olması gereken ile geçmişte olanın birbirine karıştırılması , y e n i Orta Avrupacılık'ın tipik bir u nsurudur. Gerçclııcn 'Ort; Avrupalı' olanın daima Batı lı, rasyonel , hümanist, demokra tik, kuşkucu ve hoşgörülü olduğunu anlamamız gerekiyvr Geri kalan 'Doğu Avrupalı'ydı, Rus'tu, bel ki de Alman'dı. Orta Avrupa bütün D i c lı te r und Den lıer'i ( şairler ve düşünürleri] ' 55 Rupnik, Tlıe Otlıer Europe, 3. 56 Wolfl, ln\'enıiııg Easıern Europe, 364. alır, Doğu Avrupa'ya 'Riclııer ıınd Hcıılıer' 1 yargıçlar ve cellaı­ lar] kalır. 57 Yine de, Ash'e göre. "saf Orta Avrupa geçmişi miti belki de iyi bir mittir. " Ash'in en ilgi çekici gözlemi Polonya'nın farklı­ lığıdır: Michnik O rta Av rupa'd a n hiç bahse t m e m i ştir, Mi­ losz'un Orta Avrupalılık'ı kendisinin ifadesi olmaktan çok, at­ fedilmişti. Milosz'a göre, "duygusal, kül türel, hatta jeopolitik açıdan doğuya bakış, çoğu Leh için hala en azından eşit dere­ cede önemlidir," " Rusya, Avrupa için neyse, Polonya da Orta Avrupa için odur. " Orta Avrupalılık'a 'ulusal' katkılar arasında­ ki bazı benzerlikleri (siyaset karşıtlığına duyulan ortak inanç, bili nce ve manevi değişimlere atfed ilen ö n e m , "sivil top­ l um"un gücü, şiddet karşıtlığı) araşliran Ash , çok daha fazla sayıda farklılık bulmuş, halla bu yüzden söz konusu fikrin "ortak güçsüzlüğün bir yan ürünü olmaktan öteye" geçip geç­ mediğini sorgulamıştır. Orta Avrupa fikri üzerine son yargısı şöyled ir: "Başka bir şey değil, yalnızca bir fikir. Henüz varlık kazanmış değil . " Ash, programının da "entelektüeller için bir progra m" olduğunu belirtir. Yazısının çarpıcı son bölümünde Ash, kendisine George Orwell'in bir Doğu Avrupalı olduğunu söyleyen Rus şairi Natalya Gorbanevskaya'dan bahseder. Doğu Avrupa in acta [ fiili ] , Orta Avrupa in polentia [ potansiyel] fi­ kirlerini kabul eden Ash şu ilavede bul unuyord u : "Belki de şimdi Orwell'in bir Orta Avrupalı olduğunu söyleyeceğiz. 'Or­ ta Avrupa' ile kastedilen buysa, yurttaşlık için başvururum. "58 Bu arada Doğu Avrupa in acta'nın varlığı sona erdi (bunun öncesinde veya sonrasında Batı'dan kimse yurttaşlık için baş­ vurmad ı), böylece l 990'dan sonra Orta Avrupa fikrinin gelişi­ minde üçüncü aşamaya geçildi. Bu aşamada Orta Avrupa fikri kültürel alandan siyasal alana geçti. Ayrıca, ilk kez bir kendilik olarak Balkanlar'ın argümantasyona girdiğine bu aşamada ta­ nık oluruz. Bu dönem siyaset karşıtlığının sonu demekti, artık siyaset gündemdeydi . György Konrad daha önceden acele edip 57 SchöpOin ve Wood, in Srarch of Crntral Europe, 58 lbid., 195, 1 97, 210, 2 1 2 , 2 1 4. 194-1 95. şu açıklamada bulunmuştu: "Düşünen hiç kimse, birilerini ik­ tidar konumlarından indirip oraya kendisinin geçmesini iste­ memelidir. Hiçbir h ükümette bakan olmak istemem." Havel de "siyaset karşıtı siyaset" ten bahsetmiş ve geleneksel anlam­ da, yani devlette *tidar arama anlamında dolaysız siyasal ça­ lışmanın öneminin abartılmasına karşı oldugunu ifade etmiş­ ti.59 Artık bu devir kapanmıştı. Şimdi Orta Avrupa fikrini yal­ nız düşüncede değil, eylemde de keşfe başlanaqilirdi. Pragmatik sıçrayışı yapan ilk kişilerden biri Ash'ti . 1986 ta­ rihli yazısında, Orta Avrupa fikrinin potansiyel dışlayıcılığını hiçbir zaman araştı rmamıştı, çünkü bu fikri bir entelektüel ütopya, "entelektüel sorumluluk, dürüstlük ve cesaret" alanı olarak kabul ediyordu.60 Ne var ki, dönüşüm halindeki Dogu Avrupa toplumlarının zorlu mücadele yıllarında erken bir ta­ rihte, Dogu Avrupa'nın bir kısmının Batı Avrupa'nın kurumsal çerçevesine kabul edilmesi için lobicilik faaliyeti yürütm üştü. Yine de, talebini olduğundan , yani siyasal bir meydan okuma­ ya pragmatik cevaptan öte göstermeye çalışmayacak denli du­ yarlıyd ı : Pekiyi bu, post-komünist Avrupa'nın geri kalanını nereye ko­ yacak7 Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Hırvaıistan, Litvan­ ya, Letonya ve Esto nya -yalnızca b irkaç ını saymış olduk­ bunların hepsi de "Avrupa'ya dönmek" istiyor. Ayrıca "Avru­ pa" derken, onlar da her şeyden önce AT'yi kastediyorlar. ilk, pragmatik cevap AT'nin her şeyi bir anda yapamayacağı olma­ lıdır. Düz, pratik mantık gereği, en yakın olanlardan başla­ mak, en uzağa doğru ilerlemek gerekir. Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya yalnızca coğrafi, tarihsel ve kültürel olarak en yakın ülkeler değiller, aynı zamanda demokrasi, hukuk düzeni ve piyasa ekonomisi yolunda ilerlemiş olmaları bakı­ mından da yakınlar.61 59 lhicl., 1 98. 60 lbicl., 2 14. 61 Timoıhy Garıon Ash, Michacl Merıcs ve Dominique Moisi, "Let the Eası Eu­ ropcans in'" New Yorlı Revicw of Boolıs, c . 38, no. 1 7, 24 Ekim 1 99 1 . 1 989 sonrası dünyada, Orta Avrupa fikri , bir bölge kurma fırsatı olarak ilk kez kendini gerçekleştirme şansına kavuştu. Visegrad tantanasına ve zirve tQplantılaruıa rağmen , somut iş­ birligi gerçekleşemedi. Kristian G erner'e göre, " l 989- l 990'da Pax Sovielica'dan kurtuluş herhangi bir 'Orta Avrupa'nın mev­ cut olmadıgını ortaya koymuştu . " Duşan Tiestik şöyle yazmış­ tı: "Biz kendimizi yoksul, ama hala saygın Neredeyse Avrupa­ lılar gibi hissediyoruz ve yalnızca bazıları, dilenmeyi kendile­ rine uygun saymayan bazıları yoksul, ama gururlu Orta Avru­ palılardır." Adam Krzemiiıski şunları eklemişti: "Bütün ezilen­ ler merkezde olmak ister. " Peter Hanak ise, Orta Avrupa'yı za­ manından erken gömmenin tehlikesi üzerine keskin bir maka­ le yayımlamıştı.62 l 993 'te György Konrad "Central E urope Redivivus" adlı coşkun bir yazı kaleme aldı. Deneme türü analitik kesinlik ile duygusal etkinin uygun karışımını elde etmek için zengin fır­ satlar sağlar. Konrad yalnız ca duygusal etkiyi kullanmıştır. Or­ ta Avrupa "dün vardı, bugü n de var, muhtemelen yarın da var olacak" diyen Konrad'a göre, varlığı, tıpkı Balkanlar'ın, Orta­ doğu'nun ve Bagımsız Devletler Toplulugu'nunki gibiydi. Orta Avrupa, iki büyük ulus, yani Almanya ile Rusya arasında bulu­ nan küçük uluslar olarak tanımlanıyor, böylelikle bir zaman­ lar Orta Avrupalılık k imliğinin taşıyıcısı sayılan ülke -Alman­ ya- kapsam dışında bırakılıyordu. A lmansız ve Yahudisiz bir Orta Avrupa bir rüyaydı ve Orta Avrupalı pek çok gtubun ça­ balarıyla gerçeğe dönüşmüştü.63 Konrad, ayrıca, etnik iç savaş­ lar konusunda büyük bir teorisyen olarak kendini gösterir ve Stalin'in ulus tanımını gölgede bırakacak, son derece özlü bir tanım getirir: "Bir etnik iç savaş için, çok çeşitli etnik grupla­ ra, dağlık bir bölgeye, uzun bir çete savaşı geleneğine ve bir si62 Neumann, R u ss ia, 364; D u Şan Ti'estik, "We are Europe," /ztolı-lztoh, no. 91 O , 1 99 3 , 1 06; Hans Agnus Enzensberger, Ryszard Kapusciilski ve Adam Krzemiilski, "Back ı o the Fuıure," New Yorh Review of Boolıs, 1 7 Kasım 1 994; Petcr Hanak, "Thc Danger o[, Burying_Central Europe," Magyar Lettre /ntema­ Lionale, 1 99 1 , 4, alıntılanan kaynak: /ztolı-/ztoh, no. 9 - 1 0 , 1 993, 1 1 1 - 1 1 8. " " 63 Konr ad Thc Melaııcholy of Rebirth, 1 58- 1 66, 1 77 , !ahlı adam küllüne ihliyaç vardır. Böyle bir kombinasyon yal­ nızca Balkanlar'da mevcultur." Çevirmeni tarafından Havel'e benzer '"örnek bir Orta Avrupalı yazar" ve dolaylı olarak en büyük Macar yazarı şeklinde lanıulan birinden böyle bir gü­ vence işitmek, dünyanın geri kalanı için gerçeklen çok rahat­ lalıcı. Yazar, kendisi ni üçüncü tekil kişi olarak anıp şöyle nite­ liyor: "K. .. elli yaşında bir romancı ve denemeci . . . Gardırobu mütevazı, ama birçok daktilosu var. "64 Bölgede entelektüel dayanışma ideali kesinlikle yok olmuş­ tu: l 989'un hemen ardından , eski Sovyet bloku ülkelerinden enteleklüeller, post-komünist Doğu-Orta Avrupa loplumları­ nın sorunlarını işleyecek ve bölgenin bülün dillerinde yayım­ lanacak Doğu-Doğıı adlı bir dergi çıkarmaya başladılar. Yayın kurulunda Adam Michnik, Marcin Krul, Milan Şimecka. Fe­ renc Feher, Richard Wagner, Dobroslaw Matejka, Andrej Cor­ nea, Anca Oroveanu, Eva Karadi, Evgeniya Ivanova, lvan Kris­ tev gibi isimler bulunuyordu, ama dergi yalnızca Bulgarca ya­ yımlandı. Geri kalanlar Doğu'yla diyaloga girmek istemedi; daha doğrusu, Doğu'yla hiçbir i lişkileri olmasını istemediler. Kırk yılı aşkın bir süre devam eden ortak hayalın yadsınması anlaşılabilir bir şeydir, ama aynı zamanda bugünkü Orta Avru­ pa söyleminin partikülarizmini ve taşral ılığını besleyen bir faktördür. Komünizmin siyasal estetiğine ilişkin en çarpıcı an­ latılardan birini bir Bulgar'ın yazması şaşırtıcı değildir. Söz ko­ nusu yazar, Doğu-Batı dikotomisi nin Maniheisl içerimleri ye­ rine, 20. yüzyılın en büyük (ve başarısız) toplumsal deneyini üreten modernist i tkinin ontolojisiyle ilgilenmiştir.65 Iver Neumann'a göre, kurumsallaşmış bir Orta Avrupa çer­ çevesinin oluşturulamamasına rağmen, Orta Avrupa projesi, Batı Avrupa'ya yönelik ahlaki bir sesleniş ve eleştiri şeklinde "Batı Avrupa ve Rusya karşısında siyasal olarak hala kullanıla­ bilirdi. "66 Gerçekten, bu noktada, söz konusu proje, Orta Av64 lbid . , vii, 195. 65 Vladislav Todorov, Red Square ... , York Press, 1 995. 66 Neumann, " Russia," 364-365. Blaclı Square, Albany: State University o[ New rupa entelektüel söyleminin bir aksesuarı olmaktan çıkmış, gi­ derek daha fazla siyasal taleplerin içinde yer almaya başlamıştı. Bu, NATO'ya ve Avrupa Birliği kurumsal çerçevesine girme ta­ leplerinde en net şekilde görülür: Argümantasyon genellikle iki temele dayanır: Orta Avrupa'nın Avrupa değerler sistemine yakınlığı ve Rusya'da emperyalist, şovenist, anti-demokratik ve piyasa karşıtı güçlerin iktidara el koyması gibi meşum bir teh­ likenin istismarı. Bu bağlamda, Orta Avrupalılık, katılımcıların bir dizi imtiyaza hak kazanmasını sağlayan bir d üzenek haline gelmişti. Cumhurbaşkanı Havel şöyle diyordu: Eğer NATO işlevsel kalacaksa, kapılarını kimseye birdenbire açamaz . . . Çek Cumhuriyeti , Macaristan, Polonya ve Slovakya -ayrıca Avusturya ve Slovenya- kuşkusuz Avrupa medeniyeti­ nin batı kesimine mensuptur. Onun değerlerini savunurlar ve aynı geleneklerden beslenmişlerdir. . . Dahası, birleşik ve istik­ rarlı Orta Avrupa kuşağı, öteden beri çalkantılı olan Balkan­ lar'a ve demokrasinin ve piyasa ekonomilerinin ancak yavaş ve zorlu bir süreçle kurulmaya çalışıldığı büyük Avrasya böl­ gesine komşudur. Kısacası, O rta Avrupa, Avrupa güvenliği için kilit bir alandı r.67 Balkanlar, yine, Rusya'nın yanı sıra, Orta Asya için kurucu öteki olarak gösterilmiştir. Bunun nedeni, Doğu Avrupa'yı ay­ rılmaz bir kendilik olarak görme yolundaki rahatsız edici eği­ l imdi . Eski Varşova Paktı'ndan yeni ortaya çıkan demokrasiler­ deki yapısal değişiklikleri saptamak isteyen uzmanlar, analizle­ rini Doğu Avrupa'nın bütünü çerçevesinde sürdürmeyi tercih ettiler: "Gerçi bir Doğu-Orta Avrupa ile Balkanlar arasında ay­ rım yapmak genellikle yararlıdır, ama temel argümanlar. . . Do­ ğu Avrupa'ya kolektif referansa imkan tanı maktadır. "68 Akade­ misyenlerin gafları rahatsız edici olabilir, ama Avrupa Birli67 Vaclav Havel, "New Democracies for Old Europe," 1 993, El 7. New Yorh Times, 17 Ekim 68 Michael Waller, "'Groups, Panies and Political Change in Easıern Europe from 1 977," Geoffrey Pridham ve Taıu Vanhanen, ed., Democraıizaıion in Easıcnı Europc, Londra ve New York: Rouıledge, 1 994, 38. ği'nin yeni ortaya çıkan demokrasileri bir paket programda ele alması çok daha sarsıcıydı: l Şubat l 995'ten i tibare n, Çek Cumh uriyeti, Slovakya, Romanya ve Bulgaristan'ın üyelik ant­ laşmaları (daha önce kabul edilen Polonya ve Macaristan an­ laşmalarının yanı sıra) yürürlüğe girdi. Bu eıı groupe [ grup ha­ linde) değerlendirme Çekleri kızdırdı; Çekler son zamanlarda ülke olarak kendi süreçlerinin ayrı yürümesini istiyorlardı. Der Spiege l 'de 13 Şubat l 995'te yayımlanan bir mülakatta, Havel, Çek Cumhuriyeti'nin N ATO'ya kabulünün AB'ye katıl masın­ dan daha ivedi bir mesele olduğunu söylemişti. Eğer Batı belir­ li, özellikle Orta Avrupa ülkeleri nin Rus nüfuz alanına ait ol� duğunu ve NATO'ya katılmalarına izin verilmemesi gerektiğini kabul ederse, Avrupa'nın "yeni bir Yalta"ya gideceği uyarısında bulun uyordu Havel. Anlaşılan bunun mantıksal alternatifi şuy­ du: Bu "Orta Avrupa ülkeleri" NATO'ya kabul edilip diğer ül­ keler Rus nüfuz alanına bırakılırsa, "yeni bir Yal ta" doğmaya­ caktı. Medeni Batı ile lcs ııouveau barbares [ yeni barbarlar) ara­ sında bir limes [ sınır) olduğu nosyonu kaçınılmaz sayılırsa, o zaman soru, limes'in tam olarak nereden geçmesi gerektiği olur. Ryszard Kapuscinski gibi biri için, bir anlık bile tereddü­ de yer yoktur: "Doğu Avrupa'da normal olarak <,:izilen limes , Latin alfabesi ile Kiri! alfabesi arasındaki sınırdır. "69 (lçerde yer alan bir grubun dışarcla bırakılan grubu) toplumsal algılayışı­ nın d ikotomik türden farkl ı lıklar ku rması bir kuraldır. Ama yalnızca bu algılayışların kurumsallaşma derecesi ya da kolek­ tif bütün için nisbi önemi ve gücü, onları pekiştirir ve potansi­ yel olarak patlayıcı hale getirir. Havel'in sözleri, lobicilik faaliyetinde retorik bir hamle ola­ rak ele alınabilir. Ne de olsa, kendisi pratik siyasete karşı pü­ rist tutumunu terk etmişti ve entelektüeller için siyasete katıl­ masının bir sorumluluk olduğunu savunuyord u . lroniktir ki, bu akıl yürütme, eski komünist yönetimlerin entelektüelleri kendilerine çekme yolundaki (başarısız olmayan) girişimleri­ nin argümantasyonuna çok benziyordu: "Arkadaşlarımdan bi69 Enzcnsbcrger, Kapuscinski ve Krzemiı'ıski, "Back to the Future." rinden -harika bir insan ve harika bir yazardı- belirli bir siya­ sal makama geçmesini istedim. Bağımsız kalı nması gerektiği ni savunarak önerimi geri çevirdi. Ben de şöyle cevap verdim. Hepiniz böyle söylerseniz, sonunda kimse bağımsız kalamaz, çü nkü o bağımsızlığı mümkün kılacak ve onun arkasında d u­ racak kimse bulunmaz . " 70 Öte yandan , Havel'in Orta Avrupa adına savunduğu tutum, insanda kaybolmuş bir masumiyete tanık olma d uygusu uyandırıyor. Bu olgunun bir boyutu, mo­ tivasyonu ve eski heybetli konumuyla ilgili. Havel, kelimelerin gücüne inanan bir kişidir: "lster hayranlık uyandıracak, ister korkunç nitelikte olsun, gerçek dünyadaki olayların her za­ man sözler alanında prologu vardır." Bizzat kendisi, Lenin'de, Marx'ta, Freud'ta ve Hz. Isa'da kullanılan kel imelerin gizemini ve ihanetini araştırmıştır. "Maddi olmayan dünyayı aşan ve fazlasıyla maddi bir dünyaya derinden nüfuz eden sonuçlar" hakkındaki uyarısını , hele yeni konumundan dolayı sözleri kutsallık kazanırken, kendisine yöneltme arzusu doğuyor isler istemez. Muhalif bir yazar olarak benzersiz konumu sayesin­ de, 1989'dan önce Havel'in sözleri, Doğu Avrupa'da muhalif entelektüellerin tamamı ve Batı'da bir-iki egzantrik entelektüel arasında yaşıyor ve saygı görüyordu. Siyasal konumundan do­ layı , Batı'da siyasal çevrelerde isim anmayı bir hüner sayanlar arasında ancak şimdi değer kazanmış, ama hayal kırıklığına uğramış ya da yorgun düşmüş Doğulu entelektüeller arasında. eski Doğu Avrupalı başka muhalifler gibi itibarından çok şey kaybetmiştir.71 Gerçekten, kamuoyu oluşturanların bu kelimeleri nasıl kap­ tığını gözlemlemek mümkündür. Chicago Tribıme Churchill'in Fulton konuşmasına atıfta bul unarak şu i fadeleri kullanmıştır: "Doğu Avrupa'ya yeni bir perde düşüyor, kuzeyi güneyden , ba­ tıyı doğudan, zenginleri fakirlerden, geleceği geçmişten ayıran bir perde. Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti demokrasi lO Timoıhy Garıon Ash, "Prague: l nıellcctuals and Poliıicians," New Yarlı Review of Boolıs, c. 42, no. 1, 12 Ocak 1 995, 34. 71 Vladiınir Tismancanu. N YR TLS, and ıhe Velveı Counıerrevolution," Com­ mon Krıowledge, c . 3 , no. ! , 1 994, 1 30-1 42. " . ve piyasa ekonomisi geleceğine koşarken, Romanya ve Bulga­ ristan Balkan gerikalm ışl ığına ve yeni Avrupa'da ikinci sınıf va­ tandaşlığa doğru kayıyorlar. "72 E rnest Gell ner, Balkanlar'dan Avrupa'nın üçüncü zaman dilimi diye bahsederek bir nükte yapmaktan kendini alamaz, kuşkusuz Balkanlar'ın Avrupa'daki Üçüncü Dünya statüsünü ima etmekte veya öngörmekteydi.73 Buna karşılık, Orta Avrupa ülkelerine yalnızca olumlu bir şey kastedilince Orta Avrupalı denmektedir. Olumlu bir şey kaste­ dilmezse, Doğu Avrupa nosyonuna dönüş söz konusud ur. Ör­ neği n , Paul Hockenos Almanya, Polonya, Macarista n , Çek Cumhuriyeti ve Romanya'da sağın ve anti-Semitizm'in yükseli­ şini bildirirken, bu ülkeleri büyük bir Doğu Avrupa içine al­ mayı uygun görmüştür, oysa bu Doğu Avrupa'nın dig,er ülkele­ rinde bu tür gelişmelere rastlanmıyordu.74 Kaldı ki, Çek Cum­ huriyeti, çoksesli bir Batı demokrasisine yakışan bir hareketle, Çingene nüfusuna karşı ayrımcı yasa çıkaran -bugüne kadar­ tek Orta Avrupa (ve tek Doğu Avrupa) ülkesidir.75 William Safire, yeni bir soğuk savaş metninde, yüce gönüllü­ li:.ık göstererek, "sürekli olarak dışlanamayacak olan" Baltık ül­ kelerini ve Ukrayna'yı da NATO şemsiyesi altına almaya karar vermişti. Balkanlar ise, tam tersine, yalnızca Batı'nın başarısız­ lığının şahikası olarak görünüyor. Doğu ve Orta Avrupa gibi terim değişiklikleriyle alay etmekle birlikte, sağduyunun getir­ diği bariz soruy u sormuştu: " Eğer Polonya Orta Avrupa'nın parçasıysa, Doğu Avrupa'nı n bir parçası kabul edilmesi halinde olacağından daha erken bir tarihte NATO'ya alınması gerek­ mez mi?"76 Robert Kaplan, Balkanlar'ı demonlaştırdıktan son­ ra , Yakındoğu'yla birlikte bir Osmanlı sonrası dünyaya yerleş72 R. C. Longworıh , "Bulgaria, Romania Resist Pull of the Wesı," ne, 10 Ekim 1994. 1 , 6. 73 Michacl lgnatid[, "On Civil Society," 1995, 1 34. Chicago "fribu­ Foreign Affairs, c. 74, no. 2, M art/Nisan 74 Paul 1-lockenos, Free ıo Hale. Tlıe Rise of tlıe Rilıgı in Posı-Communisı Eastern Europe, New York: Rouıledge, 1 993. 75 RFEJRL Daily Report, no. 183, 26 Eylül 1994. 76 William Safire, "Baltics Belong in a Big NATO," New forlı Times, 1 6 Ocak 1 995, il 17; Safire, "Hello, Central," New Yorh Times Magazine, 12 Mart 1995, 24. ti rmeye çalışmıştı ve Amerikan dış politikasının uygun şekilde kurulmasını talep ediyordu: "Türkiye, Balkanlar ve O rtadoğu . . . bir bölge olarak yeniden ortaya çıkıyor - tarihsel zihniyet taşı­ ran Avrupalılar her zaman büyük 'Yakı ndoğu'dan bahsetmiştir. Eski Osmanlı lmparatorluğu, hatta eski Bizans dünyası , soğuk savaş sapmasının ardından yeniden birleşiyor. "77 Kaplan tabii ki Avrupalı değil, tarihsel zihniyet taşıyan bir Avrupalı hiç de­ ğil , aksi takdirde, tarihsel olmayan "her zaman" sözünü bu ka­ dar kesin bir şekilde kullanmaktan kaçınırdı. Vizyonu, belirli tarihsel çıkarları yansı tmasına karşılık, pek gerçekçi sayılmaz. Kültür olarak din siyasi gazetecilik diline gün geçtikçe daha � ok giriyor. Mart 1995 gibi geç bir tarihte, New Yorh Times şu tezi dile getiren bir köşe yazısı yayımlayabiliyordu: "Washing­ t on'un en büyük umudu, Katolik Hırvatistan'ın Balkan çatış­ ı ııalarından kendini sıyırma ve Batı'yla daha yakın işbirliğine girme yolunda uzun zamandır beslediği arzuya hitap etmek­ L i r. "78 Balkanlar'daki en korkunç suçlardan bazılarının lkinci Dünya Savaşı'nda tam da bu Katolik Hırvatistan adına işlendi­ ği unutulmuş görünüyor, ayrıca Slobodan Miloşeviç'in ve mil­ l i yetçilikle kendi nden geçmiş başka iç ve dış politi kacıların ya­ nı sıra, Hırvatistan'ın bugünkü liderlerinin de, şimdiki (Bal­ kan değil) Yugoslav bataklığının ol uşumunda büyük payı ol­ d uğu, belli ki göz ardı edilmiş. Gazetecilerin yazdıklarının politika üretimine etkisi konu­ sunda meşru şüpheler duyulabilir, ama gazetecilerin kendileri, '"herhangi bir net stratejik vizyonları bulunmayan hükümetler en son basın haberlerine bağlı görünüyor" ve "ABD başkanı Ballıan Glwsts adlı bir kitap okuduktan sonra askeri harekat­ tan vazgeçti"79 gibi ifadelerde bulununca, kaygıya kapılmak için çok neden var demektir. Eski Dışişleri Bakanı Lawrence Eagleburger, Batı değerlerinin sözde sofistike incelemesine gir;·ı Roberı D. Kaplan, "'The Middle Eası is a Myıh," Ncw Yarlı Times Magazine, 20 Şubat 1 994, 42-43. /"8 "'Balkan Brinkrnanship," New Yorlı Times, 10 Marı 1 995, A28. ;q Forrigrı Policy, no. 97, Şubat 1 994-95, 1 83 ; Fouad Ajarni, "in Europe"s Sha­ dows," Ncw Pepublic, c . 2 1 1 , no. 2 1 , 2 1 Kasım 1 994, 37. meden aynı siyasal noktaya işaret edince, bu retorik düzenek kuşkusuz siyasal işl evsell i k kazanmaktadır. Bosna kriziyle bağlantılı olarak NATO'nun sorum luluğunu ve güvenilirliğini ele alan Eagleburger şunları söylemişti: NATO çok canlı olma­ lıdır, Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'ni içine almalı­ dır ve "böylece kimin içerde, kimin dışarda olması gerektiğine ilişkin açık bir mesaj vermelidir. "80 Avrupa'nın geleceği tartışı­ lıp Avrupa kurumlarının fazla genişlemesinin i mtiyazlı klübün dışlayıcılığını tehlikeye atma ihtimali üzerinde d urulurken , Balkanlar üzerine keskin söylemin işlevselliği, ancak bu "açık mesaj" aracılığıyla aydınlığa kavuşmaktadır. Eagleburger'dan sonra Henry Kissinger da benzer şeyler söylemiş, NATO'nun Yisegrad ülkeleri ni içine alacak şekilde derhal genişlemesini sav unmuştu. Kissinger, daha sonra Slovakya'nın alınmayabile­ ceğine karar vermiş, ABD yönetimine yalnızça Polonya , Maca­ ristan ve Çek Cumhuriyeti'nin NATO'ya katılımını destekle­ mesi çağrısında bulunmuştu .81 Öte yandan, Richard Holbrooke ABD yönetimini fazla yü­ kümlülük altına sokmamak için son derece ih tiyatlı davranı­ yordu. Avrupa'da güvenlik mimarisinin o anda üç kanadı var­ dı: Batı (NATO'yla az çok örtüşüyordu), Orta Avrupa ve Rus­ ya. Bu m imari vizyonda Rusya, Doğu Avrupa haline geliyordu ve Balkanlar, açıkça ifade edilmese de, "Orta Avru pa'nın on beş ülkesi" arasına katılıyordu. Ne var ki, NATO'nun Orta Av­ rupa'ya doğru genişlemesi söz konusu olduğunda, adı anılan ülkeler yalnızca Visegrad dörtlüsüydü. Ayrıca, "Barış için Or­ taklık" düzen lemesi bağlamında, farklılaşma hatlarını net bir şekilde gösteren bir formül kullanıl ıyordu: Düzenleme, özel programları olan 25 ülkeyi içine alacak şekilde ol uşturulmuş­ tu, bunların bazıları NATO'ya girecekti , ötekiler için ortaklık başl ı başına bir amaç olarak kalıyordu.82 Ya da lngiliz gazeteci 80 Tlıe MacNeill-Lelırer News 1/our broadcast, 7 Şubat 1994. 81 Henry Kissinger, "Expand NATO Now," Washington Post, 1 9 Aralık 1 994; Kis­ singcr, "Ready for Revitalizing," New Yorh Times, 9 Mart 1995, A 2 1 . 82 Richard Holbrooke, "America's Stake in Europe's Future," discussion at ıhe Woodrow Wilson lnternational Center for Scholars, 10 Şubat 1 995. :t 1 D Charles Moore'un kısa bir süre önce Tlıe Spectator'da belirttiği gibi : "Ingiltere esas itibarıyla Ingilizce konuşan, Hıristiyan ve beyaz bir n ü fusa sahip . . . Tıpkı Lehleri, Macarları ve Rusları yavaş yavaş AET'ye sokmak ve pazarlarımızı onların mallarına açmak istediğimiz gibi , insanlarına da kapılarımızı açmayı de­ nemel iyiz . . . Müslümanlar ve siyahlar ise, şimdi olduğu gibi kesin bir şekilde dışarda bırakılmalıdır. "83 Sami Nair'in keha­ netsi değerlendirmesi şöyledir: iki yol var, yalnızca iki yol: Ya cemaatçilik [coııfessionalism J kazanacak ve Avrupa'nın her yerinde cemaat gettoları dikile­ cek ( Papa i l . J ohn Paul'ün Hıristiyan Avrupa'nın fethi üzerine vaazından çıkarılacağı gibi) ve bu açıdan demokrasi kaçınıl­ maz olarak kaybedilen unsur olacak; ya da Avrupa, demokra­ tik i tti fakını modernleştirecek, cumhuriyetçi modelini uygu­ layacak, ama bu sefer model papisl-caesereaıı model in bilinç­ siz taklidine dayanmayacak, somut bir hümanist evrenselci­ likle güvence altına alınacak.84 Avrupa kültürünün Yahudi-Hıristiyan-Müslüman geleneğin­ den ve köklerinden bahsetmek, o kadar da paradoksal bir yak­ laşım değildir. Avrupa'nın açılması ve zengin ve çeşitli kökleri­ ni tanıması anlamına gelebilir; öte yandan, Avrupa ya da Batı geleneğinin o sırada parçası sayılan özelliklerin seçici temellü­ kü anlamına da gelebilir. Ilk seçenek mütevazı başarılar elde etmiştir; ikinci seçenek zengin bir geleneğe sahiptir. Batı dü­ şüncesinin başlangıç noktaları genellikle Mısır, Mezopotamya, Hindistan ve Ibranice Incil'e götürülür, ama bu geleneklerin içinde geliştiği toplumsal ve siyasal kurumlar özenli bir şekil­ de farklı, üçüncü bir dünyaya yerleştirilir. Avrupa'nın ilk kez ve tek başına bu adı taşıyan kesimi (Eski Yunanlılar adaların üstündeki Balkan anakarasına "Avrupa" adını vermişti) , Avru­ pa'dan koparılmış, en iyi durumda saf coğrafi bağlamda ona bir sıfatla -güneydoğu- birlikte yer verilmiş, en kötü durumda 83 Scotı Malcomson, Borderlands , 1 20- 1 2 1 . 84 Sami Nair, "Le differend mediıerraneen," Leııre Intemationale, c . 30, 1 99 1 , çev. için bkz. /ztolı-/zıoh, no. 9- 1 0 , 1 993, 55-63. ise Schimpfworl [sövgü söz ü ] Balkan'la anılmış, neredeyse baş­ ka hiçbir söylemde Avrupalı sıfatı kullanılmamıştır: lslam ge­ l eneklerinin tarihsel gerçekliğinden arındırılıp, bir kendini taçlandırma eyleminde Avrupalı/Batılı Hoşgörüsü'nü süsleye­ cek dereceye nasıl çıkarılacağını tasavvur etmek güç değildir. Orta Avrupa fikrine dönersek, Arthur Schnitzler'in bir sözü­ nü anmak yerinde olacak: "Bahsi en sık geçen şeyler aslında mevc ut degildir. "85 Sch n i tzler aşkı kastediyordu. Orta Avru­ pa'da kaybolmuş bir aşk söz konusu değildir ve Avrupa'ya gi­ ren ilk ülke olrna ffkabeti, Orta Avrupa projesine ağır bir dar­ be indirmiştir: "Havcl'in 'Orta Avrupa' hakkındaki tartışmanın katılımcısı olma programı, başka faktörlerin yanı sıra Cum­ hurbaşkanı Havcl tarafından da suya düşürüld ü. "86 Vaclav Ha­ vel'in şairanelikten daha uzak, daha gerçekçi ve daha başarılı meslektaşı Vaclav Klaus, Çek Cumhuriyeti'nin Avrupa Toplu­ lugu'na katılmasına bir alternatif olarak Visegrad grubu içinde işbirliğinin k urumsallaştırılmasını şiddetle reddetmiş ve "gru­ bun yoksullar klübü ve Batı Avrupa'yı Balkanlar'dan ve Sov­ yetler Birliği'nden uzakta tutacak bir tampon bölge olarak gö­ rülmesi" nin kabul edilemez olduğunu belirtmişti.87 Orta Avru­ pa kavramının özgürleştirici bir idealden siyasal açıdan yararlı bir araca dönüştürülmesi süreci, Avrupa kavramının l ibera­ lizm ve demokrasiyle özdeşleştirilen kül türel bir tanımından "yoksulluğa karşı sermayenin uluslararası dayanışması"na dö­ nüştürülmesiyle paralel gitmiştir.88 Özetleyecek olursak, 1990'dan sonra Orta Avrupa fikrinin gelişimindeki üçüncü aşamada, kültür siyasetinden siyasal pra­ xis'e kayışa tanık olundu. Bir bölge kurma nosyonu haline gel­ menin çok uzağında kalan bu fikir, Avrupa kurumsal çerçevesi­ ne giriş hamlelerinde yararlı bir argüman olarak kullanıldı. Bu aşamada Balkanlar, önce, Rusya'nın yanı sıra ya da bu ülkeden 85 Egon Schwarz, "Cenıral Europe-Whaı i t Is and Whaı it Is Not," in Srarch Ccıııral Europc, 1 43. 86 Neumann, "Russia,'' 364. 87 RFE/RL Daily Reporı, no. 57. 2� Mart 1993. 88 Heiner Müllcr, "Stirb schneller, Europa,'' /ztolı-/ztolı, no. 9-10, 1993, 47. of ayırt edilmeden dikotomik bir karşıt olarak göründü. Doğu Av­ rupa'nın bu içsel hiyerarşisi, siyasal çıkar hesaplarının bir so­ nucuydu, ama retoriğinde balkanist söylemden besleniyordu. izlenebilecek iki strateji var. Birincisi, Orta Avrupa fikrinin öngördüğü ayrım çizgisinin analitik eleştirisini gerektirir: Orta Avrupa kimliğinin su götürmez bir kavram olduğu görüşüne meydan okunacaktır. Polemik açısından taşıdığı bütün cazibe­ ye rağmen , bu bir yanlışlama ve reddetme girişimidir, ama "mit doğru ile yanlışın ötesindedir." ligi odağı olması gereken, mitin pragmatik işlevidir ve bunun için, yalnızca yaratıcıları­ nın saiklerini değil, alıcılarının niteliğini de yakından incele­ mek gerekir, çünkü '' mitin etkisi büyük ölçüde cehalete veya motivasyonunun bilinçdışı olmasına bağlıdır. "89 Ama Orta Av­ rupa mitini sinsi olarak nitelemek, ya da Orta Avrupa ile Bal­ kanlar arasında bir karşıtlık kurma girişimini tiksindirici ilan etmek yeterli değild ir. Öteki strateji, Balkanlar'ın niteliği, on­ tolojisi ve algılanışı sorusunu ele almak ve Orta Avrupa fikriy­ le karşılaştırmaktır. Kısa vadeli kültürel/siyasal potansiyel taşı­ yan Orta Avrupa fikri ni, güçlü tarihsel ve coğrafi temele sahip, buna karşılık aynı ölçüde sınırlı, ama çok daha uzun bir tarih­ sel geçmişi bulunan Balkanlar kavramıyla birarada düşünül­ düğünde, iki kavramın metodolojik olarak kıyaslanamaz, do­ layısıyla bağdaşmaz yapılar olduğu savunulabilir. 89 David Bidney, "Myıh, Symbolism, and Truıh," Thomas A. Sebeok, ed., Myth: Symposium, Philadelphia: American Folklore Socieıy, 1955, 1 2. 321 YEDi NCi BÖLÜM Balkanl ar: Realia Qu'est-ce qu 'il y a de horse-texte? - Eger Balkanlar dehşeuen öte bir şey degilse, orayı bı­ rakıp dünyanın bu tarafına yöneldigimizde, neden bir tür uçuruma düşüş -doğru, hayranlık verici bir düşüş­ gibi bir duyguya kapılıyoruz? 1 EMiL CIORAN ln Searclı of Ce11tral Europe adlı kitap, Timothy Garton Ash'in "Does Central Europe Exist?" adlı makalesiyle sona eriyordu. Balkanlar için böyle bir soru sorulamaz. Balkanlar'ın mevcudi­ yeti konusunda kimsenin kafasında bir kuşku yoktur. 1 988 yı­ lının [ ABD'de] ülke çapında çoksatan Cultural Literacy bile, 5 .000 maddelik temel isimler, tamlamalar, tarihler ve kavram­ lar listesinde "Balkanlar" ismine ve "balkanlaşma" fiiline yer vermişti, üstelik bu kelimeler "balance of power [ güç dengesi ] , balance of terror [ dehşet dengesi ] , balance sheet [bilanço ] , Bal­ boa" ile ·'ballad, ballerina [ balerin ] , ballet [ bale] , ballistic missi­ le [ balistik füz e ] " arası n d a yer a l ı y o rd u . 2 Profesör E. D . Hirsch, Jr.'ın coğrafi nosyonlara çok fazla yer vermediği göz önüne alınınca, bunun önemi daha iyi anlaşılır. Bütün Avrupa devletlerine kitapta yer verilmişti, bunlar arasında kitap hazır­ lanırken mevcut olan bütün Balkan devletleri de bulunuyor­ d u : Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya ve Yugos­ lavya. Bazı teknik atlamalar da vardı: Örneğin, kitapta Türkiye bulunmuyordu (onun yerine "Turkey in the Straw" şarkısına 1 Ci oran , llistory and Utopia, 34. 2 E. D. Hirsch, Jr., Cııltural Literacy: What Every American Needs To Know, New York. Vintage, 1 988. yer verilmişti), ama Osmanlı imparatorluğu, lstanbul, Boğazi­ çi ve Karadeniz kitaba dahil edilmişti. lki Orta Avrupa devleti, Polonya ve Avusturya belli ki bir gözden kaçırma sonucu at­ lanmıştı, ama bu psikolojik sürçmenin nedenlerini ister iste­ mez merak ediyor insan . Orta Avrupa bir yana, Doğu ve Batı Avrupa gibi coğrafi birimler de listede bulunmuyordu tabii ki. Ama dünyanın, Batı'nın bir Balkan çatışması, bir Balkan sava­ şı, bir Balkan trajedisi diyerek genelleştireceği Yugoslavya tra­ jedisine tanık olacağını öngörmesinden bile çok önce, Balkan­ lar listeye konmuştu. Eğer Doğu için olduğu gibi , Orta Avrupa için Derrida'nın "il ' n y a pas de lıors-text'' [ " metin dışında hiçbir şey yoktur" ] sö­ zünden yararlanılabilirse, o zaman Balkanlar için uygun soru şudur: "qıı'esL-ce qıı-il y a de lıors-texte?" [ "Metin dışı nda ne var7 " ] Öyleyse Balkanlar nedir? Güneydoğu Avrupa yarımadasını şekillendiren farklı tarih­ sel mirasların incelenmesi, genellikle, şehir devletlerinin sahil şeridini kolonileştirdiği ve hinterlanda doğru yavaş yavaş ya­ yıld ığı antik Yunan dönemiyle başlar; ardından Balkanlar'ın bir bölümünün Makedonya hükümdarları idaresinde birleştiği kısa Hellenistik dönem gelir; sonra da, bütün yarımadanın Ro­ ma imparatorluğu topraklarına katıldığı ve ilk kez siyasal ola­ rak birleştiği Roma dönemi üzerinde durulur. Daha sonraki Bizans binyılında gerçi yarımada siyasal olarak parçalanmıştı, ama siyasal birlik değilse de, bir kültürel kendilik elde etmişti : lstanbul'dan gelen Ortodoks versiyonuyla H ıristiyanlık yarı­ madaya yayılmış, Slavlar arasında Roma hukuku yerleşmiş, Bi­ zans edebiyat ve sanatının etkisi hissedilmiş, kısacası Bizans kültüre l ve siyasal modelleri taklit edilmişti . Dilbilimciler "Balkan dil birliği" nin başlangıcın ı bu döneme yerleştirirler.3 Yarımadaya adını veren Osmanlı fethi, bölgenin yaşadığı en 3 Ronellc Alexander, "On ı h e Definiıion of Sprachbund Boundarics: Thc Place o f Balkan Slavic," Norberı Reiter, ed . , Zielr und Wege der Balhanlinguistilı . . . . , Ber­ lin: Oııo l larrassowitz, 1 983, 1 6 - 1 7. Ayrıca bkz. Kristian Sandfeld, Lirıguistique ballıaııique. Probleme el rtsultaı, Paris: Librairie ancienne 1-lonon! Champion, 1 930; Lirıgııisliqıır ballıanique. Bibliograplıie, Sofya: lnsıiıuı d'eıudes balkaniqu­ es, CIBAL, 1983. uzun siyasal birlik dönemini başlatmıştır. Osmanlıların geri çekilişinin ardından gelen yüzyıl boyunca yarımadanın yeni siyasal parçalanmasına tanık olundu, ama yeni ülkeler, Bal­ kanlar'ın sürekli periferi statüsünde bulunduğu Avrupa'yla ekonomik, sosyal ve kültürel bütünleşme dalgalarını yaşadı.4 Son yarım yüzyılda ise, soğuk savaş hattı Balkanlar'ı bölmüş­ tü, yarımada ülkeleri , iki ya da -Yugoslav deneyimine tarafsız statüsü tanın ırsa- üç siyasal çerçeve içinde işlev görmüştü. Belki mcsaliance [dengi dengine olmayan bir evlenme] diye ni­ telenebilecek bir evlilik içinde, yalıtılmış ortak hayatla geçen kırk beş yıl izini bırakmıştı. Tarihsel olarak Habsburg, Osman­ lı ve Rusya imparatorluklarında olduğu kadar uzun ve derin bir ortak hayat söz konusu değildir, ayrıca izlerinin bu impa­ ratorlukların bıraktığı izlere kıyasla daha kısa sürede silinmesi beklenebilir. Yine de, söz konusu olan , daha dün geçerli olan bir beraberliktir, bu hayatı yaşayan kuşaklar hala sağdır. Bu tarihsel miraslar dizisinde bizim amaçlarımız açısından en önemlisi, yarımadaya adını veren mirastır; Balkanlar'ın Os­ manlı mirası olduğunu söylemek abartma olmayacaktır. Bu, hiçbir şekilde, Bizans mirasının ve "Bizanslılık" söyleminin derin e tkilerini küçümsemek anlamına gelmez. Söz konusu ·'Bizanslılık" söylemi, "Balkanlılık" söyleminin yanı sıra ve onunla aynı ilkelerle işlev görmekle kalmaz, aynı zamanda ge­ nellikle onun üzerine inşa edilmiştir. Bu, Ortodoksluk'un de­ ğerl endirilişinde kendisini özellikle gösterir, köklü Ortaçağ önyargıları canlandırılmakta ve soğuk savaş retoriği ve soğuk savaş sonrası rekabetleriyle birleştiri lmektedir. Bu, ayrı bir il­ giye ve dikkatli incelemeye değer bir sorundur. Ne var ki, gü­ nümüz Balkanlar stereotipinde hemen hemen her zaman bahsi geçenler, Osmanlı unsurlarıdır (genellikle Bizans unsurlarını da içerir) ya da Osmanlı olarak algılanan unsurlardır. 4 John R. Lampe ve Marvin R. jackson, Ballıan Ecoııomic Hisıory, 1 550- 1 950: Fronı lmpcria! Bordcrlaııds ıo Devcloping Nalions, Bloomington: ln<liana Univcr­ siıy Press, 1 982; lvan Brend ve György Ranki, Econonıic Devclopmenı iıı Eası­ Ccnıral Europe iıı ıhe Ninrleeıılh and Twmlicılı Centuries, Ncw York ve Londra: Columbia University Press, 1 974. 325 Osmanlı mirasın ın iki temel yorumu vardır. Bir yoruma gö­ re, Osmanlı mirası, otokton Hıristiyan Ortaçağ toplumlarına (Bizans, Bulgar, Sırp vb . ) dinsel, toplumsal, kuru msal, hatta ı rksal olarak dayatılmıştı.5 Bu yorumun merkezi u nsuru, l l ı­ ristiyanlık ile lslam, yeni gelenlerin esas olarak göçebe mede­ niyeti ile Balkanlar'ın ve Yakı ndoğu'nun eski kentli, yerleşik tarımsal uygarlıkları arasında bağdaşmazlık bulunduğu inan­ cına dayanır. 19. yüzyılda Avrupalıların yaptığı değerlendirme­ lerin ve Balkan tarihyazımındaki değerlendirmelerin çogu bu inanca dayanır.6 Bu görüşün aşırı biçimleri ciddi akademik çal ışmalardan d ışlanmıştır, ama mekanik yaklaşım (ya da ayrı alanlar yakla­ şımı) denebilecek bir yaklaşımla genellikle bili nçdışı bir bi­ çimde yeniden üretilmektedir. Söz konusu yaklaşımda, miras, sözde kurucu unsurları na bölünmeye çalışılır: Dil , müzik, ye­ mek, mimari , sanat, giysiler, idare gelenekleri, siyasal kurum­ lar vb. Araştırmacı ister Balkanlar'dan , ister Türkiye'den, ister bölge dışından olsu n , bu yaklaşımda Osmanlı, fa rklı alanlarda lslam veya Türk (ve daha sınırlı ölçüde Arap ve Fars) etki le­ riyle eşanlamlı hale gelir, bu etkiler de genellikie Doğulu un­ surlar kategorisinde toplan ı r. Başka yönlerden mükemmel olan, ama genellikle ampirik nitelikte olmanın ötesine geçme­ yen eserlerdeki bu mekanistik bö lünme, kurucu unsurları sap­ tamaya yönelik bilinçli girişimlerin değil, metodolojik sınırlı­ lıkların ve teorik çerçeve eksikliğinin sonucudur. Ayrı ve bağ­ daşmaz yerel/yerli ve yabancı/Osmanlı alanların varlığında ıs­ rar eden Balkan tarihyazımı geleneğinde, "Batı'nın etkisi " n i fazla vurgulamak v e süreklilikleri v e yerli kurumları göz ardı 5 Aşağıdaki analiz, benim şu makalcmın güzden gcçırılıııiş biçimidir: "Tlıc Oııo­ the llalkans," L. Cari llrown. cd., lıııpnial l.r,�acy: /"lır O tıuıı ı cm Ballıaııs and ıhe Hallıaııs aııd ılıı· Mi tlcllc hısı. N e w York: C:ulu ıııhia man lcgacy in lnp rinı in ılıe Universiıy Press, 1 995. 6 Hans G e o rg Majer, cd., Dic Sıaateıı ıııııl c/ir Ornlllllfll, f\ l u n i lı : Cusıas l l a ı z id ı ı n ı ı rı u u , 'Trom Paparrigopoulos ıo Vacalopuulos: Modern Greek 1 l isıoriography o ı ı ı l ıc Onoman Period." A. Lily Macrakis ve I' N ik ı foros Dıaınandouros, cd .. Nnv Trends in Modem Grrrlı llisıoriograplıy, llanover, N. 1 1 . . The Modern Crcck Südosınırvpas Selbsıverlag d e r Sudos ı c u ropa-Gcsellschah, 1 98 9 : Studies Association Occasional Papcrs 1 , 1 98 2 , 1 3- 2 3 . 326 etmekten çok, "yerli" kurum ve etkileri "Osmanlı" kurum ve etkilerinden yapay bir şekilde ayırmak tehlikelidir. Balkanlar'da Osmanlı döneminin bu yorumu , ne kadar ku­ surlu da olsa, belirli bir mantıksal temele sahiptir. Yerel Hıristi­ yan nüfusun segregasyonu gibi çok da hatalı olmayan bir değer­ lendirmeye dayanmaktadır. "Kafir" Türklerin idaresi altında Hı­ ristiyanların durumuna ilişkin yürek parçalayıcı, romantik de­ ğerlendirmelere yöneltilebilecek haklı itirazlar ne olursa olsun, Osmanlı İmparatorluğu her şeyden önce, gayri Müslimlerin geri plana itildiği katı bir dinsel hiyerarşiye dayanan bir lslam devle­ tiydi. Gerçi bu ifade farklı dönemlerdeki geçerlilik derecelerine ilişkin düzeltmelerle yumuşatılabilir, ama genel geçerliliğine yö­ nelik ciddi bir itiraza pek rastlanmamaktadır; " lslam'ın kapsayı­ cılığı - Osmanlı sosyal sisteminin temel taşı," "operasyonel ku­ ralları gerek düşük gerekse yüksek statüdeki pek çok Osmanlı tarafından paylaşılan" bir sözlükçe olarak yorumlanabilir.7 ls­ lam, Osmanlı lmparatorluğu'nun bütün nüfusuyla özdeş olma­ yan Osmanlı toplumu içinde dikey, kendine yeterli bir mekan oluşturuyordu. Ama olası bütünleşmeyi önleyen -ihtidalar dı­ şında- yalnızca dinler arasındaki katı ayrım değildi. Osma nlı imparatorl uğu, tarihinin h içbir döneminde, ama özellikle son iki yüz yılında, güçlü toplu msal bağları olan veya yüksek d üzeyde toplumsal bütünleşmeyi gerçekleştirmiş bir ülke değildi. Ortak bir topluma ait olma duygusu bulunmu­ yord u , dahası imparatorluk nüfusu, birbiriyle bağdaşmayan farklı (dinsel, sosyal ve başka) gruplara ait olduğunu hissedi­ yordu. Bu, değer yargısı içeren bir ifade değildir - bir başka de­ yişle, kastedilen yalnızca şudur: Osmanlı Devleti, 1 9 . yüzyıla kadar güçlü Ortaçağ unsurları taşıyan u lusüstü (daha doğrusu ulusal olmayan) bir imparatorluktu; bu imparatorl ukta bürok7 Benjamin Ilraude ve Bernard Lewis, cd. , Clıristians and)ews in the Ottoman Em­ pire ... , c . 1 . New York ve Londra: Holmes and Meier, 1 982; Speros Vryonis, J r. , . "The Experience of Christians under Seljuk and Ottoman Domination, Ele­ venth ıo Sixteenth Cenıury" M ichael Gervers ve Ramzi Jibran Bikhazi, ed. , Conversion and Continuity . .. , Toronıo: Pontifical lnstiıuıe of Mediaeval Studi­ cs, 1990, 1 85-2 1 6; Şerif Mardin, "The Jusı and ıhe Unjusı," Daedalus, c . 1 20, no. 3 , Yaz 1 99 1 , l l B. . 327 rasi, bütün n ü fusu birbirine bağlayan (ama birleştirmeyen) tek ortak kurumdu. Osmanlı lmparatorluğu'nun bütünleşmiş bir toplum yaratmadığı kuşku götürmez, bazı Balkan tarihçile­ rinin anlamak istemedikleri nokta, bu imparatorluğun , asimi­ lasyonu bir tarafa bırakalım, böyle bir bütünleşmeyi bile sağla­ maya çalışmadığıdır. Yen i ortaya çıkan Balkan ulusları , kimliklerini kazanmaya yönelik girişimlere başlayınca, kendileri ile onları yönetenler arasında sınır çizgilerini belirlemeye çalıştılar. B u , imparator­ luk i lkesiyle doğası gereği bağdaşmayan -ulusal nitelik taşı­ yan- bir çerçevede ve bir retorikte, daha önemlisi Avrupa'da hakim olan söylemle gerçekleştirildi. Dili temel alan, etnisite­ ye dayali ' bir. ulus anlayışıydı bu. Dolayısıyla, 1 9 . yüzyılın orta­ larından itibaren vatandaşlı k temelinde ortak bir Osmanlı kimliği kurmaya yönelik gecikmiş girişim, daha baştan başarı­ sızlığa mahkum ütopik bir denemeydi.8 Burada önemli olan nokta , imparatorluğun dağılmasından çok önceye uzanan, Os­ manlı geçmişindeki sistemin bir parçası olan yabancılaşmadır. Tartışılma·sı gereken soru, yabancılaşmanın mevcut olup ol­ madığı değil, farklı dönemlerde ne ölçüde güçlü olduğu ve nü­ fusun hangi kesimlerini kapsadığıdır. Modern Türkiye ve Or­ tadoğu için Osmanlı geçmişi (ne denli sert ve olumsuz değer­ lendirmeler yapılırsa yapılsın) organik bir unsur sayılabi lir, Balkanlar'da ise bu geçmişi yabancı olarak nitelemeye yönelik ısrarlı girişimler yalnızca duygusal veya siyasal tepkilere da­ yanmamaktadır. Osmanlı dönemi Cumhuriyet Türkiyesi için her zaman a11cie11 regime [ eski rej i m ] olmuştur, ama 18. yüz­ yıldan 20. yüzyıla uzanan zaman d iliminde Balkanlar'da du­ rum çok daha karmaşık görünmektedir. Analitik açıdan , Bal­ kan ülkeleri için de ancien regim e dir, ama bir lslam imparator­ luğunda Hıristiyanların özgül konumundan hareketle, nere­ deyse sadece yabancı tahakkümü, ya da bölgenin değiştirile' 8 Niyazi Berkes, rlıe Developmenı of Secularisın in Turlıry, Monıreal: McGill Uni­ versiıy, 1 964; Şerif Mardin, Tlıe Genrsis of Yoımg Oııoman Tlıouglıı, Princcton, N.j . : Princeton University Press, 1 962; Yurii A. Peırosyan, Mladoıurrıskoc dviz­ hrnic. . . . , Moskova: lzdaıel'sıvo Nauka, 1 973. mez diliyle söylersek Osmanlı boyunduruğu olarak inşa edilmiş ve algılanmıştır. Bu, tamamen farklı bir değerlendirme çerçevesi getirmekte­ dir: Ulusal kurtuluş mücadeleleri ve geçmişle yalnızca eksiksiz ve radikal kopuşlar değil, aynı zamanda geçmişin olumsuzlan­ ması olan ulus-devletlerin kuruluşu çerçevesi. Bu unsur, bir ölçüde Türkler (daha büyük ölçüde Araplar) için de geçerlidir, ama Balkanlar'da kopuş, dil ve din ikili sınırlarıyla gerçekleş­ miş ve etkisini korumuştur - Balkanlar etnisite ve milliyetçili­ ğinin, etrafında inşa edildiği iki temel odak dil ve dindir. lslam gerek Türkiye'de gerekse Arap ülkelerinde Osmanlı geçmişiyle önemli bir bağlantı noktası oluştururke n , dil A raplar için önemli bir ayırıcı işlev görmüştür. Kemal Atatürk , siyasal de­ hasıyla, geleneklerin aktarımında ve yeniden üretiminde dilin merkeziliğini kavramış ve dil d evrimiyle belirleyici bir darbe indirmiştir.9 lkinci yorum, Osmanlı mirasını, Türk, lslam ve Bizans/Bal­ kan geleneklerinin karmaşık bir sembiyozu olarak ele alır. Bu yorumun mantıksal öncülü, yüzlerce yıllık birarada yaşayışın kaçınılmaz olarak ortak bir miras üreteceği ve Osmanlı Devle­ ti'nin tarihinin , içindeki bütün nüfusların (aralarındaki dinsel, toplumsal, mesleki ve diğer farklılıklar ne olursa olsun) tarihi olduğudur. Bu yoruma temel oluşturan olgular, dinsel, kültü­ rel ve kurumsal alanlarda erken tarihlerde görülen senkretizm , fatihlerin çarpıcı düzeydeki özümseme kapasitesi ve impara­ torluğun sonuna dek varlığını sürdüren yüksek derecedeki çokdilliliktir. l l k yorumda Balkanlar'ın tabi halklarının tek gerçek kurumu olarak nitelenen Ortodoks kilisesi, ikinci yo­ rumda pekala tam anlamıyla bir Osmanlı kurumu olarak gö­ rülebilir. Ortodoks kilisesi, devletin imparatorluk boyutlarına sahip olmasından yararlanmıştır, ekümenik niteliği ve siyaset­ leri ancak Osmanlı çerçevesinde anlaşılabilir. Yeni ortaya çı­ kan ulusların ayrı devletler kurarak imparatorluktan ayrılma9 Semih Tezcan, "Konıinuiıaı und Diskonlinuiıaı der Sprachcnıwicklung in der Türkei," Die Staaten Südosıeuropas . . , Münih: Selbstverlag der Südosıeuropa­ Gesellschaft, 1 989, 2 1 5-222; Güvenç, Türlı Kimligi, 263-272. . . sı, neredeyse aynı anda, lstanbul patrikliğinden, yani Osmanlı lmparatorlugu'nun Ortodoks kilisesinden ayrılması anlamına geliyordu. Osma nlı fetihlerinin ilk yüzyıllarındaki başarısının ve bü­ rokrasisinin güc ünün, Balkan halklarının sadakatini bir ölçü­ de kazanıp kazanmadığı, ya da e n azından onların tamamen yabancıla:;; m asını engelleyip engellemediği üzerine spekülas­ yon yapmak ilginç olacaklir. Durumun böyle olduğuna inan­ mamız için güçl ü nedenler var. Tartışmalı devşirme kurumu ve buna yönelik muğlak tutumlar bile, motivasyon soruları bir yana, bütünleştirici bir mekanizma olarak görülebilir. Duygu­ sal boyut taşıyan lslam dinine geçişler sorunu da, bu açıdan ele alınabilir. ih tidalar Osmanlı fetihlerinin hemen ardından başlamış, 19. yüzyıla kadar devam etmiştir, ama kritik dönem 1 7 . yüzyılda yaşanmıştır. Zorla din değiştirme örnekleri ol­ makla birlikte, çoğunluk, hüsn-i tabirle gön üllü denen, zora dayalı olmayan din değiştirmeler kategorisine girmektedir: Bu din değişti rmeler, idari baskı nın değil, dolaylı ekonomik ve sosyal baskıların sonucudur. Esas olarak ayrı bir sosyal yeni­ den kategorizasyona kavuşma arzusuyla yapılan ihtidalar, so­ nunda bir tür bütünleşme olanağı yaratmışlir. Bu, kuşkusuz , Transilvanya'da Ortodoks köylülerin Protestan olmaları hak­ kında söylenebileceklerin daha fazlası anlamına gelmektedir, söz konusu köylüler hiçbir sosyal veya siyasal avantaj elde et­ miyorlardı. Balkanlar'daki ihtidaların, Katoliklik'e veya Ünyat kilisesine geçişlerle karşılaştırılması daha doğru olur, bunların çoğu da, Vatikan'ın misyoner faaliyetlerinin bir sonucu olarak 1 7. yüzyılda gerçekleşmişti. Birinci yorumu n old uğu gibi, i kinci organik yoru mun da yanıltıcı yönlere çekilmesi söz konusud ur. Bunlardan biri , I or­ ga'nın ünlü ve etkili eserinde görüldüğü üzere, yalnızca Bizans döneminden sürekliliklere yoğunlaşıp Osmanlı fenomenini önemsizleştiren yaklaşı mdır. 1 0 G erçi I orga'nın teorisi bugün Balkan Larihyazımının gelişiminde egzotik bir epizot olmaktan 10 Nicolac !orga. Byzancc aprts Byzance , Bukrcş: A l'insıitut d'etudcs byzanti­ nes, 1 935. ... 330 öteye geçmeyebilir, ama Byzaııce apres Byzaııcc [ Bizans sonrası Bizans! formülasyonu, yalnızca talihli bir ifade olduğu için de­ ğil, yaratıcısının ima ettiğinden daha fazlasını yansıttığı için hala canlı lıgını korumaktadır. Bu iyi bir betimleyici terimdir, Osmanlı l mparatorluğu'ndaki O rtodoks halkların d i n , özel hukuk, müzik ve görsel sanatlarda ortak noktalarını temsil et­ mekte, ama aynı zamanda milliyetçiliğin yükselişinin yarattığı kültürel kopuşun Osmanlı fethinin yarattığından daha derin, ya da entelektüel açıdan daha radikal oldugu bir coğrafyada iki imparatorl uk geleneğinin sürekliliğini vurgulamaktadır. Ayrıca , iki yorum da, d uygusal veya değerlendirici imalardan temizlenerek ılımlı ve ikna edici bir tarzda ortaya konabilir. Bu iki yorumdan birinin tercih edilmesi, yalnızca felsefi veya siya­ sal tutumların değil , aynı zamanda metodolojik kaygıların da bir sonucudur. Öyle görünüyor ki, makrotarihsel alanda (iktisat, demogra­ fi, toplumsal yapı ve loııgııe duree [ uzun vade] nitelikli başka fenomenlerde) organik yorum daha geçerlidir, ama bu alana tek başına hakim old uğu da söylenemez. Dinsel ve kültürel alanlardaki ve kurumlar tarihindeki bazı uzun vadeli gelişme­ ler, ayrı alanlar yaklaşımıyla daha doyurucu bir şekilde açıkla­ nır görünmektedir. Benzer şekilde mikrotarihsel alanda (siya­ sal tarih, biyografi. sanat ve edebiyat tarihinde) her iki yorum da kullanılmaktadır. 1 5 . yüzyıl başlarında lslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik'in birliğini savunan, ünlü m u tasavvıf Şeyh Bed­ reddin Simavi , lstanbul fati h i il. Mehmed, Osmanlıların en büyük fetihleri yapliğı dönemde art arda üç padişaha sadra­ zamlık eden, devşirme kökenli, Sırbistan doğu m l u Sokol l u Mehmed Paşa, başarılı bir diplomat, Osmanlı l mparatorlu­ ğu'nun ilk modern tarihçisi ve Aydınlanma'nın tanınmış bir fi­ gürü olan , Bogdan voyvodası Dimitri Kantemir gibi şahsiyet­ ler, hatta Tuna vilayetlerinde Fenerli hizmetinde bulunan ve yarımadanın geleceğine ilişkin Balkanlar'ın birliği vizyonunu getiren, büyük Yunanlı yurtsever ve devrimci Rhigas Velestin­ lis veya ünlü Osmanlı reformcusu ve ilk Osmanlı anayasasının babası Midhat Paşa gibi "milliyetçi" 1 8 . ve 1 9 . yüzyıllarda ya331 şamış kimseler, ancak organik yaklaşım çerçevesinde anlaşılıp değerlendirilebilir, gerçi bakış açılarının ve faaliyetlerinin şe­ killenmesinde, ayrıca farklı gruplar üzerindeki e tkilerinin ne düzeyde olduğunun saptanmasında, hakim gelenekler ile daha az önemli gelenekler arasında ayrım yapmak mümkün ve ge­ reklidir. Buna karşılık, başka örnekler, esas olarak ayrı alanlar yaklaşımının kullanımını haklı çıkarmaktadır: 1 5 . yüzyılda ya­ şayan tarihçi A şıkpaşazade; ünlü Habname'nin güçlü yazarı Veysi; Osmanlılarda en zengin bilgi dağarcığı sağlayan eserleri yazan Katip Çelebi; çok etkili olan Bulgar Slavların Tarihi nin yazarı , ateşli keşiş Paisiy; Güney Slav birliğinin savunucusu , önemli Sırp yazar Dositey Obradoviç; Yunan siyasal ve ente­ lektüel Aydınlanması'nın önde gelen ismi Adamandios Korais. Bu örnekler sonsuza dek çoğaltılabilir. Bu iki yaklaşım, Osmanlı i mparatorluğu çerçevesindeki fe­ nomenleri , özellikle bireysel tarihsel aktörleri yorumlamanın olası yollarını tüketemez ya da bell i kalıplara sokamaz. Araş­ tırma sorunlarının nasıl for m ü l e e d i ldiğine bağl ı olarak, önemsiz bile görülebilirler. Bu iki yaklaşım , birbirine karşıt, hatta bağdaşmaz görünseler de, örtük bir biçimde, ya Osmanlı m irasından tamamen koparılmış, ya da onun organik bir par­ çasını oluşturan monolitik bir kendilik varsayar. Oysa durum kuşkusuz böyle değildir ve somut çalışmalar, söz konusu alan­ lardaki derin içsel ayrımları ortaya koymaktadır. Örneğin Bal­ kan Aydın lanması ve Balkan devrimci gelenekleri , bu yakla­ şıınlardan birine bağlı kalınarak yorumlanamaz. Bunlar bütü­ nüyle yeni değilse de, ilave bir vektörü öne çıkarır: Batı Avru­ pa'daki entelektüel ve sosyo-ekonomik gelişmelerin etkisi ve bu gelişmeler ile yerel dönüşümler arasındaki ilişki . 1 1 Osmanlı fethinin ardından gelen yüzyıllarda Batı'yla yakın kültürel le' 1 1 Paschalis Kitromilides, Enliglılcnmenl, Nalionalism, Oı11ıodoxy . . , Aldershot, Hampshire, lngiltere: Variorum, 1 994; Kitromilides, Tlıe Erıliglııenmerıt as So­ . cial Crilicism: /osipos Moisiodax arıd Greeh Culture in ılıe Eiglıteerıtlı Cerıtury, Princeton, N.].: Princeton Universiıy Press, 1 992; Richard Clogg, cd., Ballıan Society in tlıe Age of Grcclı lndcpendcnce, Londra: Macmillan, 1 98 1 ; Dımiırijc Djordjevic ve Stephen Fischcr-Galaıi, Tlıe Ballıan Rcvolutionary Tradiıiorı, New York: Columbia Universily Press, 1 98 1 . maslar, genel olarak Balkan nüfuslarının hayatına pek etki et­ memiş, ama Aydınlanma hareketleri "başından itibaren Gü­ neydoğu Avrupa'da modern milliyetçiliğin doğuş hamleleriyle ilintili olmuştur. " 1 2 Yukarıda belirtildiği üzere, iki yaklaşım, yalnızca, fenomenlerin ve bireylerin Osmanlı siyasal sistemiyle nasıl ilintilendirildiği veya bu sistem karşısında nasıl konum­ landırıldığı perspektifinden yola çıkan egemen düşünme bi­ çimlerini yansıtmaktadır. iki görüş de temellendirici gerekçelere sahiptir ve kendi sı­ nırlı yaklaşımları içinde, geçici değer taşıyan eserlerin yanı sı­ ra yüksek nitelikte eserler üretmiştir. Asıl önemli olan nokta, Osmanlı mirasının bu iki yorumunun yalnızca olası akademik yeniden inşalar olmamasıdır. Bu yorumlar Osmanlı dönemi boyunca gerçekten yan ya na, birlikte mevcut olmuşlardır. Gerçi ayrı olma d uygusu nu dramatik bir biçimde gel iştiren faktörün son iki yüzyılın ul usal söylemi olduğu kuşku götür­ mez, ama ayrı alanlar yaklaşımını kesinlikle bu söylem icat et­ memiştir: Bu iki tutum, Osman lıların Avrupa'ya geçişinden beri net bir şekilde görülebilmekted ir, a yrıca örneğin geç Bi­ zans dönemi değerlendirmelerinde bu tutumları temellendir­ mek için, bir Sphrantzes-Khalkokondyles-Doukas paradigması ile bir Kritoboulos paradigmasından bahsedilebilir. Tabii k i , malzemenin niteliği v e kıtlığı göz önüne alınınca, bu görüşle­ rin göreli ağırlığı hakkında spekülasyon yapmanın imkansız değilse de, zor olduğu anlaşılır. Bütün toplumda ne kadar de­ rine yayıldıklarını, hatta yayılıp yayılmadıklarını saptamak da­ ha da zordur. Basitleştirici bir genelleme yapma riskini göze alarak şu hipotez ileri sürülebilir: llk görüş, bağımsız Ortaçağ devletlerinin dışa açık aristokratik ve dinsel elitleri tarafından savunulmuş, daha sonra, 18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı siya­ set sisteminden yabancılaşmış h issetmekle kalmayıp, bu sis­ tem tarafından büyük ölçüde engellendiğini de hisseden yeni ticari ve seküler entelektüel elitlerin önemli bir kesimince ulu12 Paschalis Kitromilides, "The Enlightenment Easl and Wesl: A Comparative Perspective on the ideological Origins of the Balkan Political Traditions," Ca­ nadian Review of Sıudies in Nationalism, c. 1 0 , no. 1, Bahar 1983, 55, 66. sal söylem çerçevesinde benimsenmiştir; ikinci görüş ise, Os­ manlı yapısının parçası olan ve kabul edilebilir bir nıodus vi­ vendi [yaşama tarzı ] sağlayan , gayri M üslim mil letlerde yeni yaratı lmış elitlerin (üst düzey din adamları, Fenerli Rumlar, yerel eşraf vb. ) büyük bir böl ümü tarafından sav unuluyordu. N ü fusun çoğunluğu ise, gerek Osmanlı öncesi gerek Os­ manlı dönemi siyasal sistemine aynı ölçüde yabancıydı ve ge­ nel olarak nüfusun tamamının sosyalizasyonu, güçlü bir dev­ letle ve diğer idari yapılarla organik bütünleşmesi , tarihsel ola­ rak geç ortaya çıkan, milliyetçilik ve kitle kül türü çağına denk düşen bir fenomendir. Ayrı olma derecesi, ayrılığın somut bi­ çimi niteliği taşıyan kurumların -dinsel ve hukuki yetkileriyle Hıristiyan kiliseleri veya u lema, yani m illet sistemi- bu nüfus kesimlerini ne ölçüde güçlü ve etkili bir şekilde içine aldığıyla doğru orantılıyd ı . Ayn ı zamanda, günlük haya t düzeyinde farklı etnik-dinsel gruplar arasında birarada yaşama kültürü dikkat çekici boyutlardaydı. lki Welıaıısclıauııng'un [dünya görüşü ] (ya da Ollomanansc­ lıaııııng [ Osmanlı görüşü ] ) eserleri ulusal söylemde bile görü­ lebilmekted ir. Birin i, m illiyetçi hareketler içinde imparator­ lukta kurtuluş sorununa tedrici çözü m yaklaşımını benimse­ yen bir grup temsil ediyordu. 19. yüzyıl başlarında Yunan ör­ gütü Filomoıısos Etaireia, önceliğini eğitime vermişti ve Os­ manlı lmparatorluğu'na Yunan ticari ve kültürel unsurunun hegemonyası yoluyla barışçıl olarak n ü fuz ed ileceğine ve daha sonra bu imparatorluğun bir Yunan devletin e dön üşeceğine inanıyordu. Benzer şekilde, 1 860'larda ve 1 870'lerde, Bulgar ticaret ve eğitim elitlerinin önemli katmanları evrimci düşün­ celer taşıyor ve Bulgaristan'ın güçlü ve reform yapmış bir im­ paratorlukta idari otonomi sağlamasın ı ideal gelecek olarak görüyordu. Bazı Bulgarlar da, Avusturya-Macaristan Ausgle­ ich'ından [ denklik] esinlenerek, düalist bir Türk-Bulgar devle­ ti oluşturulmasını savunuyord u . l m paratorluktan kopmadan otonomi elde etme hedefi Arnavutlar arasında da çok yaygın­ dı. Arnavutlar bu fikrin en güçlü savunucuları olmakla kalma­ dılar, ayrıca ona sonuna dek sadık kaldılar. Bu tutumları yal- nızca ekonomik çıkar beklentileri ve sosyal m uhafazakarlıkla açıklama girişimleri, doyurucu sonuçlar vermemektedir. Yu­ nanlılarda belli başlı kaygılardan biri, yeniden canlandırılacak Bizans hayalleriyle Yu nan e t n i k u n s u r u n u n ve K u l t u rra­ ıım'unun [ kültür çevresi] toprak birliğini korumakken, Arna­ vutlarda, yeni kurulan komşu ulus-devletlerin saldırıda bulu­ nabilecekleri endişesinin yanı sıra , d ine dayalı siyasal yakınlık ve Arnavutların imparatorlukta edindiği özel statü de önem taşımaktadır. Benzer şekilde , lstanbul'da bir Bulgar elitinin or­ taya çıkışı -bu elit eski Fenerli çevrelerin ayrıcalıklı konumla­ rına ulaşmaktan çok uzak olsa da- radikal olmayan, legalist çözüm arayışlarına yol açmıştı . B u , kuşkusuz, ulusal hareket­ ler içindeki çeşitli eğilimlerin ve ince ayrımların eksiksiz bir analizi değildir; önemli olan nokta, siyasal koşullar gereği de olsa, organik yaklaşımı savunan grupların varlığıdır. Ne var ki, uzun vadede "tarihi yapan," Osmanlı lmparator­ luğu'yla tam bir kopuş şeklindeki radikal alternatif olmuştur. Burada, determinizm ve karşı-olgusal tarih gibi felsefi bir me­ seleyi ele almak yersiz olur. 1 8 . yüzyıldan itibaren ve 19. yüz­ yıl boyunca, "ulus-devlet siyasal gelişmenin doğal modeli ola­ rak yerleşmiş, gerek Versailles Antlaşması'nın gerekse Cemi­ yet-i Akvam'ın ideoloj isinde bu şekilde yerini almıştır" 1 3 de­ mek yeterli olacaktır. Gerçi Balkanlar'da milliyetçilik ve ulus­ devletlerin oluşumu olumsal fenomenler olarak görülebilir, ama Avrupa'da ulusal'ın hegemonik bir paradigma haline gel­ diği, "medeni" siyasal örgütlenmenin "altın standart"ı olarak kabul edildiği bir atmosferde, imparatorluk veya başka bir al­ ternatifin hayat şansı bulacağı kuşkuludur. Dolayısıyla, vaktiy­ le marjinal ve radikal entelektüeller olarak görülen kişiler ta­ rafından savunulan devrimci tutum, bir milliyetçilik dönemin­ de, tarihin Whig yorumu haline gelmiş, Balkan bağlamında tek yaklaşım olarak benimsenmiştir. Osmanlı mirasına ilişkin birbirine karşıt iki yorum daha vardır. Bir yorum , dışarıdan bakan nesnelcinin bakış açısına 13 Tom Naim, The Enchanted Class: Britain and lts Monarchy, Londra: Radius, 1 988, 1 29. dayanır. Yorumcunun temel hareket noktası kronolojik olarak Osmanlı dönemi içinde (genellikle sonunda) yer alır. Burada tarihsel zamanı izleyen düzçizgisel bir görüş söz konusudur: Geçmişten bugüne. Bu yaklaşım, sorunla ilgili tarihsel litera­ türün büyük bir çoğunluğunu üretmiştir. Yaklaşımın , ilk göz­ lem noktasını Osma nlı dönemine yerleştirdiği ni söylemek, onu kullanan tarihçilerin ya Osmanlı l m paratorluğu'nun apo­ loj isıleri oldukları ya da mutlaka konularıyla özdeşleştikleri anlamına gelmez. Bu yaklaşımla çalışan bütün yazarlarda or­ tak olan nokta , şu öncüllerle hareket etmeleridir: Osmanlı mi­ rası nesnel olarak tanımlanabilir; Osmanlı l mparatorluğu'nun dağılmasından sonra bile, eski imparatorluğu ol uşturan farklı bölgelerde nesnel olarak tahlil edilebilecek unsurlar vardır. Dolayısıyla, Osmanl ı mirası , i mparatorluk ömrünü tamamla­ dığında, Osmanlı idaresi yüzyıllarının kümülatif etkisinin so­ nucu olarak kalan izlerdir. Öteki yaklaşım , kronoloj ik olarak bugünde yerleşmiş, içer­ den bakanın hayli öznel yaklaşımıdır. Bu yaklaşım , yerleşik alışkanlık, tutum ve inançların karmaşık birliği ve etkileşimi , bir topluluğun geçmişle bağı anlamında Osmanlı mirasını, bu­ güne dayalı bir bakış açısından değer yargılarıyla inceleme ve retrospektif değerlendirme olarak tanımlanabilir. Burada, açık­ lık sağlamak amacıyla, süreklilik olarak Osmanlı mirası ile al­ gılama olarak Osmanlı mirası arasında bir ayrım yapılacaktır. Her miras, geçmişten kalan ve devralınan bir şey, yani tarihsel süreklilik olarak anlaşılabilir. Bu da, sonrasında tarihsel süre­ cin miras olarak rasyonalize edilebileceği bir ayrım noktası bulunduğu varsayımına dayanır. Ayrıca, aynı sürecin, tarihin farklı noktalarında farklı miraslar üretmiş olduğu anlamına da gelir. Bu açıdan , Osmanlı mirası, 1 4. yüzyıldan 20. yüzyıla dek biriken özelliklerin toplamından ibaret değildir, 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başlarında sona ermiş olan kesintisiz ve karmaşık bir süreçtir. Bu sürecin sona erdiği, dolayısıyla bir mirasa dö­ nüştüğü an , en çok, 1 8 . ve 1 9 . yüzyılların tarihsel ortamının özelliklerini taşır. Bizim amaçlarımız açısından, burada Os­ m a n l ı m i rası Balkan d e v l e tl e r i n i n Osma n l ı i m paratorl u - ğu'ndan kopuşundan sonraki tarihsel süreklilikler toplamı olarak degerlendirilmiştir. Dahası, Osmanlı lmparatorlugu içindeki bölgesel farklılıklar, yalnızca Rumeli, Anadolu ve Kuzey A frika vilayetleri arasında­ ki degil, bizzat Balkanlar'daki farklılıklar, üniter bir Osmanlı mirasından bahsetmeyi imkansız kılar. Örneğin Eflak ve Bog­ dan beyliklerindeki Osmanlı siyasal m irası, Sırbistan, Bulgaris­ tan veya Arnavutluk'taki mirasla nasıl karşılaştırılabilir? Büyük çiftliklerin bulunduğu bölgelerdeki (Bosna, Tesalya, Arnavut­ luk) ekonomik durum, Balkanlar'ın geri kalanında yarı bağım­ sız küçük üreticilerin bulunduğu bölgelerle nasıl karşılaştırıla­ bilir? Şurası açık ki, Osmanlı m irasını değerlendirmek, ince bir çizgi üzerinde yürümekten farksızdır: Aşırı genellemelere düş­ mek ile. Osmanlı idaresinin temel özelliklerinden birinin, do­ layısıyla Osmanli mirası nın merkezi bir unsurunu n . bölgeler arası büyük çeşitlilik olduğu gibi malumu ilam eden bir sonu­ ca varmak arasında yer alan bir çizgidir bu . Dolayısıyla, Os­ manlı mirasına ilişkin derinlemesine, ayrıntılı bir çalışmayı yü­ rütmenin en iyi yolu, m uh temelen, bölgesel bir çerçeve içeri­ sinde kalmaktır. Daha genel bir düzeyde, Osmanlı mirasıyla il­ gi li temel sorun , süreklilik mi, kopuş mu olduğu sorusudur. Önemli alt sorular şunlardır: 1 ) Olası "nüfuz alanları" ya da süreklilikler nelerdir? 2) Bugün Osmanlı mirası var m ı , varsa bu miras nedir? 3 ) Süreklilik olarak mirasın algı lama olarak mirasa dönüştüğü belirgin bir kırılma noktası var mı? Siyasal alana, önemli unsurlarından biriyle, devlet sınırları­ nın oluşumuyla başlarsak, çatışan birçok faktör görürüz: Os­ manlı idare geleneği; tarihsel haklar ve kendi geleceğini belir­ leme gibi (çogu zaman bagdaşmayan) iki ölçüte dayalı ulusal hareketlerin hedefleri; Osmanlı l mparatorlugu'nu Avrupa güç de ngesinin bir temel diregi ve genç Balkan devletlerini bu denge karşısında birer tehdit olarak gören Büyük Devletlerin stratejik çıkarları. Osmanlı Devleti'nin vilayet sınırları, 14. ve 1 5 . yüzyıllardaki çeşitli Balkan prensliklerinin sınırlarına çok benzer şekilde ç izilmişti; bu bakımdan, Osmanl ı öncesi dö­ nemden (yer adlarının korunmasına dek yaygınlık gösteren) '1'17 belirgin, ama değişmez olmayan sürekliliği ortaya koymakta­ d ır, yerel Balkan, lslam ve Türk bileşenlerinin karmaşık ürünü olarak Osmanlı mirasının mükemmel bir örneğidir.14 Bazı yer­ lerde, Osmanlı vilayet sınırları daha sonra devlet sınırlarına dönüşmüştür (örneğin, Eflak ve Boğdan beylikleri, Arnavut­ luk ve Karadağ) . Başka bir durumda, idari bir birim olan Belg­ rad paşalığı, Sırp ulus-devletinin çekirdeğini oluşturmuştur. Yine de, ne (Ortaçağ Balkan devletlerinin en geniş toprakları­ na dayandırılan) tarihsel haklar, ne de kendi geleceğini belirle­ me hakkı, nihai olarak sınırların belirlenmesinde etkili olmuş­ tur. Bu unsurlar, olsa olsa. tartışmalı ve birbiriyle bağdaşmayan Balkan irredantist programlarını şekillendirmiştir. Farklı Balkan devletlerinin büyüklüğü, sınırları, gelişme aşamaları, hatta varlı­ ğı. neredeyse sadece, güç dengesi oyununun kurallarına uyan Büyük D evletlerin hesaplarına bağlı olmuş tur. 1 8 78 Berlin Kongresi'nde Bismarck'ın Osmanlı delegelerine söylediği şu söz­ ler anlamlıdır: "Kongre'nin Türkiye için toplandığını sanıyorsa­ nız, kendinizi aldatıyorsunuz demektir. Ayastefanos Antlaşması, Avrupa'nın belirli çıkarlarına dokunmasaydı, olduğu gibi kalır­ dı."15 Diğer Balkan delegeleri bu ilgiye bile layık bulunmamış, onlar tamamen göz ardı edilmiştir. Değerlendirmeci yargıları bir yana bırakırsak, Berlin Antlaşması'nın yüzyıl boyunca Balkan­ lar'daki siyasal gelişmeleri belirlediğini söyleyebiliriz. Bosna gibi bir örnek, ilk bakışta , siyasal alanda Osmanlı mi­ rasını gözler önüne serecek en bariz aday olarak görünür. Bos­ na, O rtaçağ krall ığı temelinde k u r u l m u ş , i mpara torluğun önemli vilayetlerinden biriydi . Karmaşık etn ik/dinsel yapısı, ancak Osmanlı çerçevesinde anlaşılabilir, gerçi Osmanlı öncesi dönemde bile, farklı mezheplerin (Bosna kilisesi, Katoliklik ve Ortodoksluk) mensupları barış içinde b irarada yaşıyordu ve hakim mezhebe mensup olmak siyasal statü için zorunlu bir 1 4 H . J . Kornrumpf, "Zur ıerritorial Verwalıungsgliederung des Osmanischcn Re­ iches, ihrem Enısıehen und ihrem Einfiuss auf die Nachfolgesıaaıen," K.-D. Groıhusen, ed., Etlınogenese und Staatsbildung in Südosteuropa, Göıı inge n , 1 974, 52-6 1 . 1 5 R . W. Seıon-Waıson, Visraeli, Gladstone and tlıe Eastcm Question, Londra, 1935, 450. koşul değildi.16 Ne var ki, demografik alandaki Osmanlı mirası bir yana, bir siyasal sorun olarak Bosna meselesi esas itibarıyla Osmanlı mirasına bağlanmamalıdır; aslında, bu mesele Büyük Devletlerin ve küçük devletlerin siyasal hesaplarının dolaysız bir sonucudur. Bosna, egemeni belli olmayan bir bölge [ na man s land] sayıldıysa, bunun nedeni, nüfusunun hassas bir karışım olması deği l , önce Avusturya-Macaristan'ın Balkan­ lar'da bir ileri karakol araması, sonra da sözde bağımsızlığın Sırplar ile Hırvatlar arasında kurulmuş bir güç dengesinin bo­ zulmasını engellemesidir. Arnavutluk'un durumu benzer bir şekilde açıklanabilir. Ar­ navutluk, diğer Balkan ulusları gibi ayrılıkçılığın yaratlığı tipik bir örnek sayılamaz. Il u n u n neden i , Osma nlı lmparatorlu­ ğu'ndaki Arnavutların özel statüsü ve kültürel otonomi elde et­ mek için görece geç faaliyete geçmiş olmalarıydı. 20. yüzyılın ilk on yılında, bağımsızlık hareketleri ciddi bir ivme kazandı­ ğında, çoktan , bağımsız komşularının yayılmacı emellerinin nesnesi haline gelmişti. Dolayısıyla, Arnavutluk'un doğuşu kro­ nolojik olarak Osmanlı l mparatorl uğu'nun dağılma sürecine denk düşse de, Arnavutların gerek ayakta kalma yönündeki , ge­ rekse de Arnavutların yaşadığı başka devletlere ait bölgeler üze­ rindeki mücadelesi, başka Balkan uluslarına, özellikle Sırbistan ve Yunanistan'a karşı yürütülmüştü. Ne var ki, Arnavutluk'un bağımsızlığını güvence altına alan , her şeyden önce Avusturya­ Macaristan ve l talya'nın baskısıydı. Siyasal alanda Osmanlı mirası (dış siyaset ve sınırlar meselesi söz konusu olduğu ölçüde), kronoloj ik olarak, Balkanlar'da oto­ nom veya bağımsız devletlerin kuruluşundan Osmanlıların ya­ rımadadaki siyasal varlığına son veren Birinci Dünya Savaşı'na dek uzanır. Dolayısıyla, Osmanlı siyasal mirasının şekillendiği dönem , (Arnavutluk istisnasıyla) farklı bölgeler için otuz-kırk yıldan neredeyse bir yüzyıla dek uzanır. Terminus post quem [başlangıç dönemi] sayılan 1 9 1 2- 1 9 23'ten sonra Osmanlı aley­ hine irredantist programlar (ama genel olarak ulusal programlar 1 6 john V A. Fine, j r. , The Lale Medieval Balhans. .. , Ann Arbor: Universiıy of . Michigan Press, 1987, 484. değil) hedeflerine az çok ulaşmıştı. Artık Balkan siyasal elitleri­ nin öz-bilincinde Osmanlı dönemi, modernleşme süreciyle ve azınlıklara yönelik tutumlarla ilgili sonuçları bulunan , tarihsel bir fikir yürütme konusu olmaktan öte bir anlam taşımıyordu.17 Azınlık meselesi , mirasın devam eden tek gerçek unsuru olarak kaldı, diğer bütün yönlerden miras bir algılamaya dönüştü. Otonom ve bağımsız Balkan devletlerinin kurulması , siyasal geçmişle yalnızca bir kopuş değildi, aynı zamanda bu geçmi­ şin reddi anlamına geliyordu. Bu durum, Osmanlı devlet ku­ rumlarının ve yerel özyönelim biçimlerinin yerine yeni Avru­ palı kurumlar kurma girişiminde açıkça kendini gösterir. Bu süreç bazı bölgelerde hızlı, bazı bölgelerde tedriciydi. Yunanis­ tan'daki Bavyeralı hanedan, " i nsanların siyasal, ekonomik, sosyal veya dinsel gibi alanlar arasında pratikte ayrım yapma­ dığı" bir toplumda , tahta geçer geçmez, eğitim, hukuk, bürok­ rasi , ekonomi , ordu ve din alanlarında reformlar getiren bir p rogramı uygulamaya başlad ı . Yu nanl ılar, devl etlerini i nşa ederken, modellerini yakın Osmanlı geçmişlerinde ya da Bi­ zans miraslarında değil , dönemin Batısı'nda arıyorlardı. Miloş Obrenoviç idaresindeki otonom Sırbistan, on yıldan uzun bir süre paşalık olarak kaldı, ancak 1 840'larda Aleksandar Kara­ corceviç idaresi altında, Batı tarzı bir devlet aygı tının temelleri atılmaya başlandı . Bulgaristan'da, ani bir kopuş için gösterilen çabalara rağmen, yeni kurumların yerleşmesi neredeyse yi rmi yıl aldı.18 Osmanlı Devleti içindeki özel konumundan dolayı , Romanya'nın Avrupalılaşma hamlesi, imparatorluktan siyasal kopuşuyla dolaysız ilintili değildi, bu kopuştan önce başlamış­ tı. Genel olarak, siyasal kurumlar söz konusu olduğu ölçüde, 17 Gunnar l lering, "Dic Osmanenzeil i m Selbstverslandnis der Yölker Sü<lostc­ uropas," Die Staatrn .. ., Münih: Selbstverlag der Südosteuropa-Gcscllschaft, 1 989, 36 1 . 1 8 john Pctropulas l'olitics arıd Statccraft in tlıe Kirıgdonı of Greece, 1 833-1 843, Princcton, N .j . : Princeton University Press, 1 968, 501 ; Petropulos, "Thc Mo­ dern Greck Stalc and thc Grcck Pası," Spcros Yryonis, jr., ed., Tlıc "Pası " in Medieval cmd Modem Grcelı Culturc, Malibu, Calif.: Undena, 1 978, 1 66; Mic­ hacl Baro Pctrovich, A llislory of Modern Serbia, 1 804- 1 918, New York: Harco­ urı, Brace, Jovanovich, 1 9 76; Bernard Lory, Le sorl de l'lıeritage ot tomarı en Bul­ garie, 1 978-1 900, lstanbul: !sis, 1 985, 66-78. Osmanlı mirası önemsizdi ve nispeten kısa bir dönem etkisini göstermesi, yaln ızca, ayrı Balkan devletlerinde bu mirasın aşıl­ ma hızlarıyla ilgiliydi. Modern Türkiye'de bile, Osmanlı devlet mirasının cumhuri­ yet kurumlarına -istenmeden de olsa- katılma derecesi abartıl­ mamalıdır. Yine de, Feroz Ahmad'ın işaret ettiği üzere, bugün bile önemli bir etki taşıyan miras, " milletle özdeşleştirilen, ta­ rafsız ve toplumun dışında sayılan, hiçbir partikülarist çıkarı temsil etmeyen, güçlü, merkezi devlet geleneğidir. " 1 9 Osmanlı vesayetinden kurtulan Balkan toplumları için, bu bile ancak kısmen geçerlidir. Türkiye'nin tersi ne, Balkan toplumları dev­ lete karşı endemik bir güvensizlik beslerler. Bu, büyük ölçüde, Osmanlı Devleti'nin, açık olarak lslam'la ve örtük olarak Os­ manlıffürk etnisitesiyle özdeşleşmiş sayılmasından dolayı ya­ bancı ve kendilerine karşıt bir kurum olarak görülmesinden kaynaklanıyordu. Gerçi devlet bütün Balkan ülkelerinde güç­ lüydü, ama bu, tarihsel mirasın e tkisine değil, esas olarak top­ lumsal yapılarına bağlanmalıdır. Sınırlı Osmanlı siyasal mirası, yalnızca Osmanlı siyasal gele­ neğinin bilinçli reddiyle değil, aynı zamanda Balkanlar'da siya­ sal elitlerin, en azından Osmanlı siyasal sürecinde yer almış elitlerin süreklilik göstermemesiyle açıklanabilir. Balkanlar'ın Hıristiyan yerlileri, bürokrasinin -yer alabilirlerse- en alt kade­ melerinde yer alıyor, çoğu zaman da özyönetim organları ile Osmanlı otoriteleri arasında aracı rolünü üstleniyorlardı. Bul­ garistan ve Sırbistan için durum neredeyse tamamen böyleydi - fiilen bağımsız olan Karadağ'dan bahsetmeye bile gerek yok. Aynı anda hem Yunan kültürel elitleri hem de Osmanlı bürok­ ratları olan Fenerlilerin benzersiz konumu, Yunanlılar arasın­ daki tabloyu ciddi bir şekilde değiştirmemişti. Nüfuz alanları esas olarak lstanbul'daydı (ve bir yüzyıl için Tuna beyliklerin­ deydi) , ama büyük kültürel otoritelerine rağmen, siyasal ideal­ leri ve hedefleri onları Yunan ulusal hareketinin anaçizgisin­ den ayırıyordu. Fenerlilerin bir Bizans ideali taşıdıkları ve Bi19 Feroz Ahmad, Tlıe Malıing of Modem Turhey, Londra ve New York: Rouılcdge, 1 993, 1 7. zaııs l m paratorluğu'nu yeniden kurma hayalini besledikleri yolundaki iddialar temelsiz bile olsa, siyasal içgüdülerinden dolayı, O rtodoksl uk'un birleştirici otoritesine ve Rusya'nın desteğine ağırlıklı olarak yaslanıyor, böylelikle ekümenik em­ peryal geleneğin temsilcileri haline geliyor, yeni ulus-devlet ideallerine yabancılaşıyorlardı. Fenerli elitin bir kısmı bağım­ sız Yunan devletinin siyasal ve edebi hamlelerinde önemli bir rol oynadığı zaman bile, bu kişiler sosyal bir grup olarak değil, bireysel temelde hareket etmiştir. Aslına bakılırsa, modern Yu­ nanistan'da Fenerli geçmişiyle kopuş retoriği Osmanlı geçmi­ şiyle kopuş retoriği kadar güçlüydü . Her iki du rumda da, eski imparatorluk geleneği ile yeni milliyetçilik geleneği arasında çatışma söz konusuydu. Bu açıdan tek gerçek istisna, bir yüz­ yıllık Fenerli hakimiyetine rağmen yerel aristokrasisini koru­ yan Romanya'ydı; ne var ki, bu, Tuna beyliklerinin özel statü­ süyle açıklanabilir, Romanya'nın sosyal ve ekonomik yapısın­ daki özellikler de aynı faktöre bağlanabilir. Patriklik ve Fenerliler dışında, Osman lı imparatorluğu, gay­ ri Müslimler arasında, devletin devamına güçlü çıkar bağlarıy­ la bağlı olan siyasal elitler yaratmamış veya bunları destekle­ memişti. Bu iki sadık kuru m da 1820'1erden sonra devlete ya­ bancılaştırılmıştı. Temel aidiyetlerinin Osmanlı imparatorluğu olduğunu düşünenler çoğunlukla M üslüman Balkanlı nüfus­ tu, ama pek çok M üslüman'ın Balkanlar'da kalması, yerel ba­ ğın imparatorlu k bağından güçlü olduğunu göstermektedi r. Bu durum, bölgelerinin toplumsal elitini oluşturan Müslüman Boşnaklar ve diğer Türk olmayan Müslümanlar için geçerliydi. Onlar, ayrı bir devlet kurmayı hedefleyen bir ulusal ideoloji geliştirmemişti ve bilinçler i daha uzun bir dönem millet yapı­ sının özelliklerini taşımıştı . Osmanlı imparatorluğu ekonomik ve sosyal alanlarda daha somut bir miras bırakmıştır. N eredeyse bütün Balkan toplum­ larında doğrudan doğruya Osmanlı varlığına atfedilebilecek birtakım ortak nitelikler vardır. B u temel n itelikler, Ortaçağ Balkan toplumlarının gelişiminde görülmüyordu. Söz konusu toplumlar, yalnızca Bizans versiyonunun değil, 1 204'te lstan- bul'un işgal inin ardından kendisini doğrudan gösteren Batılı formlarının elkisi altında, az çok ortak nitelikte sayılabilecek Avrupa feodal gelişiminin içinde ilerliyorlardı. Bu niteliklerin ilki Loprak sahibi bir soylu sınıfın bulunmamasıdır. Bu, yalnız­ ca eski yerel Hıristiyan aristokrasilerin ortadan kaldırılmış ol­ ması meselesi değildir, aynı zamanda, güçlü merkezi devletten bağımsız (ona karşı olmayı bir yana bırakalım) bir şekilde ge­ lişebilecek bir toprak sahibi sınıf oluşturma eğiliminin bastırıl­ ması söz konusuydu. Devletin toprak, kaynaklar ve uyruklar üzerindeki ağı rlıklı kontrolü şu sonucu doğurm uştu : "Özel büyük çifLlikler, sahibi yönelici elite mensup olsa bile, tarım­ sal üretimde hakimiyet kazanamazdı, bunun Leme! sebebi, iş­ gücünün nispeten özgür bir köylü sınıfından devşirilmesinin gerekmesi , buna karşılık ürünlerin kumanda ekonomisi meka­ nizmalarıyla sabillenmiş düşük fiya L!arla salılması zorunlulu­ ğunun bulunmasıyd ı. "20 Nispeten özgür (en azından kişisel bağımlılığı ve serfliği söz konusu olmayan) köylülüğün varlığı ve bunun sonucunda temel ürelim birimi olarak küçük köylü arazilerinin hakimiyeti (Romanya dışında) bütün Balkan top1 umlarının bağımsızlıklarını elde ettikleri sırada sahip olduk­ ları ikinci tipik özellikti.21 N e var ki, aristokrasinin bulunma­ yışı , hızlı ve yoğun kapitalist gelişmeyi güvence altına almı­ yordu. Oysa, böyle bir gelişmenin, en azından teoride, Doğu Avrupa'nın başka yerlerinde olduğu gibi burj uvazi üzerinde aristokratik tahakküm tarafından engellenmesi söz konusu olamazdı.22 Aslında, Osmanlı lmparatorluğu genişleyen Avru­ pa ekonomisiyle bütünleşmeye başladığı sırada, imparatorlu20 Fikret Adanır, "Tradiıion and Rural Change i n Southeasıem Europe During Oııoınan Rule," Daniel Chiroı, ed., Tlıe Origins of Baclıwardncss i n Easırm Eu­ ropr . . , Berkeley: Universiıy o f Califomia Press, 1989, 1 55. . . 2 1 Çağlar Keyder, "Small Peasan ı Ownership i n Tu rkey: Hisıorical Formaıion and Presenı Sırucıure," Rrview, c. 7 , no. l , Yaz 1983, 53-1 07; Çağlar Keyder, Y. Eyüp Özveren ve Donald Quaıaerı, "Porı-Ciıies in ıhe Oııoman Empire. So­ me Theoreıical and Hisıorical Perspecıives," Rcvirıv, c. 1 6 , no. 4, Güz 1 993, 541 -542. 22 Jacek Kochanowicz, "The Polish Economy and ıhe Evoluıion of Dependency," Thr Origins oJ Baclıwardness in Easlem Europr, 1 1 9. ğun bürokratik elitleri ile yeni sosyal gruplar arasında, özellik­ le ticaret alanında belirgin bir gerilim vardı. Balkan yapısının bu nitelikleri , ayrıca, Balkan deneyiminin bir özelliği olarak kabul edilen durumu, yani eşitlikçiliğe be­ lirli bir bağlılığı da kısmen açıklar. Burada şu nokta ilave edi­ lebilir: Bu durum, Anatoly Khazanov'un başka bir bağlamda göçer toplumlara çok yerinde bir şekilde atfettiği " istikrarlı ve içselleştirilmiş eşitsizliği önleyen servet birikiminin imkansız­ lığı"yla da açıklanabilir.23 N ispeten özgür bir köylülüğün varlı­ ğının bir Osmanlı mirası olduğu ve Osma n l ı l mparatorl u ­ ğu'nun Balkanlar'ı serfliğin ikinci kez ortaya çıkışı denen olgu­ dan kurtardığı tezi akla yakındır. Uzun vadede bu son ucun , "tarımsal üretkenlikte önemli artışlara bir engel olduğu ve ka­ pitalist üretim tarzına geçişi zorlaştırdığı"24 tezi ise pek kabul edilebilir nitelikte değildir. Köylülüğünü ikinci serflikten kur­ tarmayan , güçlü, toprak sahibi bir soylu luğu koruyan , hatta kentleri belirli bir dereceye kadar idari ve siyasal otonomiye kavuşan ve bu bakımdan Balkanlar'da bir istisna oluşturan Ro­ manya, diğer Balkan ülkeleri gibi , Avrupa'nın kapitalist geliş­ mesinin periferisinde kalmıştır. Kaldı ki, bütün bu tartışmalar, vurguyu , süreklilik olarak Osmanlı mirasından gerikalmışlığın sorumlusu olarak Osmanlı mirası algısına kaydırmaktadır. Balkanlar'da kent hayatının, antik dönemden bütün Bizans dönemine dek uzanan kesintisiz bir geleneği vardır, ama (ya da daha doğrusu bu nedenle) Batı kentlerinin güçlü, bağımsız ticaret ve sanayi sınıfının evriminin eşlik ettiği otonom rolünü Balkan kentleri hiçbir zaman kazanamamıştır. Balkan kenti , Osmanlı sistemine, tamamen yapılanmış bir feodal kategori olarak katılmış, Ortaçağ lslam kent hayatının geleneğine uy­ gun şekilde, devlete bütünüyle tabi olmuştur.25 Bütü n Osman­ lı dönemi boyu nca loncaların işlevleri sınırlanmıştır. Bu da, 23 Anaıoly M. Khazanov, Nomads Wisconsin Press, 1994, xi. and ıhe Ouıside World, Madison: Universiıy of 24 Adanır, "Tradiıion and Rural Change," 156. 25 Nikolay Todorov, The Balkan Cily, 1400-1 900, Seaııle ve Londra: Universiıy o[ Washington Press, l 983, 3-8. onları Bali Avrupa'daki loncalardan köklü bir şekilde ayırır. Osmanlılarda, devlel yaplırımı ve koruması sislemi gayri Müs­ lim nüfus içindeki ü reliciler için yararlı olmuşlur. Bu da, Balı Avrupalı bakış açısından paradoksal bir durum yaratmışur: Faaliyellerini lonca sislemine uyduran ve aynı zamanda lonca­ ları kapilalisl sislemin gereklerine göre degişliren, yükselen kapilalisl unsurlar.26 Temel Oryanlalisl argüman, Balı Avrupa şehirleri ile "Oryantal" (bu durumda Balkan/Osmanlı) şehirle­ ri arasında, siyasal ikLidarın esas merkezi karşısındaki konum­ ları bakımından söz konusu olan farklılıgın, bir de "varlıkları­ nı ekonomi öncesi bir siyasal lahakküm manlıgı ile iklidarın sembolizmine borçlu olan" ikinci grup ile "başından beri eko­ nomik bir manuga uyan" Balı şehirleri arasındaki dogmatik karşıll ıga dayanır.27 Kuşkusuz , burada iliraz edilecek nokla, farklılıgın varlıgı ve Lasviri degil, nasıl yorumlandıgı ve ideolo­ jik modellerde nasıl kullanıldığıdır. Fiilen özgür bir köylülüğün sosyal mirası, bir aristokrasinin bulunmayışı, zayıf bir burjuvazi ve güçlü, merkezi bir devlelin varlıgı, bagımsızlık sonrası siyasal gelişmeler açısından önem taşıyordu. Bagımsız bir soyluluğun bulunmayışı, özellikle mil­ liyetçiliğin yükselişi ve u lus-devlellerin oluşumu sırasında de­ rin elkiler yara lmışlır. Balkanlar'da (Romanya islisnasıyla ) , Macaristan v e Lehistan'ın tersine, milliyetçiliği geliştiren, önde gelen Loplumsal grup ( mevcut olmayan) aristokrasi degildi. Balkanlar'da milliyelçiliğin savunuculuğunu enleleklüeller ve burjuvazi üstlenmişti, gerçi burjuvazinin rolünü ve katılımını abartmamaya da çok özen göstermek gerekir. 28 Bu güçlü ortak mirasa rağmen, ortaya çıkan sonuçlar, Os­ manlı mirasının d ışındaki faktörlerden dolayı çok farklıyd ı , ama Osmanlı sonrası dönemdeki yerel gelişmeler i ç i n tipik ni­ telikteydi. Topl umsal açıdan paralellik gösteren iki örnekte, 26 lbid. , 460; Nikolay Todorov, "Les tentaıives d"industrialisation precoces dans les provinces balkaniques de l'Empire Ottoman," Jean Batou, ed., Beıwccn De­ velopment and Underdcvdopment. . . . , Cenevre: Librairie Droz, 1 99 1 , 381 -394. 27 Szücs, "The Three Historic Regions," 1 35- 1 3 7. 28 Keyder, Ozveren ve Quataert, "Port-Cities," 5 5 1 . Bu lgaristan ve Sırbistan'da köylülerin oynadığı farklı roller (Bulgaristan'da son derece önemli, Sırbistan'da gayet uysal ve bağımlı ) , bu köylülerin 19. yüzyılın ikinci yarısında farklı za­ manlarda siyasal olarak aktif hale gelmesiyle açıklanabilir.29 Soru farklı bir şekilde de kurulabilir: Temel toplumsal işlevini, lnalcık'a göre, köylü sınıfını, öteki üretici sınıfların (özellikle doğmakta olan burj uvazinin) aleyhine desteklemek olarak gö­ ren Osmanlı Devleti'nde köylülüğün merkezi yeri, yaşayan bir miras olarak devam etmiş midir?30 Bütün bağı msız Balkan devletlerinde güçlü devlet bürokrasilerinin varlığı, mutlaka bir Osmanlı mirası mı sayılmalıdır? Söz konusu iki ülkede de, bu korelasyon hayli kuşkuludur. Bütün Balkan ülkelerinin eko­ nomik ve sosyal yapısında köylülüğün merkezi bir yer tutma­ sına rağmen, hiçbir yerde yeni yönetici siyasal elitler köylü çı­ karların ı n savunuculuğunu üstlenmemişti . Köylü davasının gerçekten savunulduğu ve gerçek bir köyl ü siyasal denemesi niteliği taşıyan tek örnekte, Bulgaristan'da Aleksandr Stambo­ liski hareketinde bile, (güçlü kent karşıtı imalara rağmen) sa­ nayi karşıtı veya modernleşme karşıtı bir siyaset söz konusu değildi.11 Benzerlikler, ortak Osmanlı mirasına atfedilmek ye­ rine, kentleşmiş ve sanayileşmiş bir Avrupa'yla bütünleşmiş tarımsal toplumların getirdiği meydan okumalara benzer kar­ şılıklar şeklinde açıklanabilir. Benzer şekilde , devletçiliğin var­ lığı, devlet bürokrasilerinin rolü ve toplum üzerindeki hakimi­ yeti, kuşkusuz Avrupa'da Osmanlı Kulturraum [ kültür çevresi ) ülkeleriyle sınırlı değildi v e Avrupa tarihinin geniş çerçevesi içinde yorumlanmalıdır. Biraz farklı bir bağlamda, Alexandru 29 Galc Stokes, "The Social Origins of Easl European Politics," The Origins of Baclıwardrıess, 238. 30 Halil inalcık, "Village, PeasanL and Empire," The Middle fası and ıhe Balhans ıınder ıhe Otıoman Empire, c. 9, Bloominglon: lndiana U n iversity Turkish Stu­ dics, 1 993, 1 4 1 , 1 44. Bir eleş liri için bkz. John Hal don, "The Ouoman Stale aııd the Question of State Autonomy: Comparaıive Perspectives," Halil Berk­ tay ve Suraiya Faroqhi , ed New Approaches ıo State and Prasanı in Otıoman //isıory, Londra: Frank Cass, 1 992, 53-77. .. 3 1 John D. Rcll, Pcasanıs in Power: Alexander Stambolishi and ıhe Bulgarian Agra­ riarı National Union, 1 899- 1 923, Princeton, N .J . : Princeıon Un iversiıy Press, 19 77. Dutu da aynı sonuca varmıştır: "Bölgesel kimlik, ortak özellik­ ler ve ortak bir mirastan çok, hepimizin yüzleşmek zorunda kaldığı ortak meselelere dayanır. Bu meseleler, bu bölgede ya­ şayan bütün insanlar üzerinde özel bir iz bırakan modernizas­ yon süreciyle üretilmiştir. "32 Sosyal alanda en önemli konu, Osmanlı demog ra fi mirasıdır. Bu, yok edilmesi imkansız veya çok güç olan, etkileri bugün hissedilen çok uzun vadeli bir gelişmeydi. Osmanlı l mparator­ luğu'nun demogra fi tari hi, nüfusun coğrafi hareketiyle ilgili meseleleri (iskan, göçle r) ; demografik süreçleri (doğurganlık, ölüm oranı, evlenme oranı vb. ) ve başka türde nüfus hareket­ lerini (din d eğiştirmele r, toplu msal hareketl i l i k vb . ) içerir. Uzun vadeli demografik süreçleri n, doğurganlık, ölümlülük, evlilik örüntüleri , aile ve hane büyüklüğü ve yapısı gibi özel­ likleri söz konusu olduğu ölçüde, Osmanlı l mparatorluğu'nun benzersiz bir etkisi olduğunu gösteren hiçbir belirti yoktur B Balkanlar'da Pax Ottoınana'nın kurulmasın ın temel sonucu , devlet ve feodal güç sınırlarının yıkılmasıyd ı . B u , çok geniş bir coğrafyada nüfus hareketlerini ve farklı grupların birbirine ka­ rışmasını kolaylaştırmış ve yoğunlaştırmıştır. l 9. yüzyıl önce­ sinde hiçbir güvenilir toplam veri bulunmamasına rağmen, bu hareketlerin nitelik ve etkilerini değe rlendirmeye yönelik giri­ �imlerde tartışmalı sorunlardan biri Türklerin iskanıyd ı . Ben­ ::: e r sorunların büyük çoğu nl uğunda olduğu üzere, bu soru­ mın yorumu (ve üzerine araştırma yapılmasına yönelten saik), Balkanlar'da Osmanlı fetihleri , uzun süreli Osmanlı varlığı ve geniş Müslüman nüfusu gibi benzer meselelere açıklama getir­ meye yardımcı olmasına yöneliktir. Türk tarihyazımının ka­ bullerine göre , Osmanlı başarısını açıklayan çeşi tli fa kt�rler arası nda, Anadolu'dan gelen Türk kitleleri nin büyüklüğü be­ lirleyici önem taşıyordu. Bu bakış açısından, Osmanlı l mparaI.' Alexandru D u ı u , " N aıional and Regional l<lcnı ı ı y in Sou ı heası Europc." Bal­ lıans: A Mirror of ıhe Ncw lnumaıional Ordcr, 78. ı \ Maria Todorova, Balhan Fwnily l lisıory aııd ılır fııropeaıı l'aıırnı. Dcnıogrnplıiı Dcvrlopmenıs in Oııomaıı Bulgaria, Washingt o n , D . C . : Amcrican Univcrs11y Prcss, 1 993. torluğu'nun tarihi, yerli nüfus karşısında sayısal üstünl üğe sa­ hip büyük kitlelerin göçlerinin tarihi olarak yeniden yorumla­ nabilir ve padişah idaresinin Balkanlar'da güttüğü bilinçli ve planlı iskan siyasetine merkezi önem atfedilebilir. Bunun tersi­ ne, Balkan tarihyazımı, gerek Osmanlı fethinin başarısını ge­ rekse Osmanlı idaresinin son yüzyıllarında M üslüman nüfu­ sun önemli büyüklükte olmasını açıklarken, Osmanlı iskanı­ nın kilit faktör olarak görülmesi gerektiği tezini çürütmek uğ­ runa büyük çaba göstermiştir. Bu çabalar, Müsl üman nüfusun artışının esas nedeni sayılan lslam\aştırma süreci üzerinde yo­ ğunlaşmıştır. iki rakip yorum arasındaki tartışmanın sonucu, meşruluk kazandırmak üzere kullanılabilecekleri siyasal dava­ ların ikisine de h izmet e tmeyebilir. lki yorumda da mesel e , bölgedeki uluslar i l e söz konusu tartışmalı grupların ''kan ak­ rabalığı" nı kanıtlamaktır. lslamlaştırma tezinin akademik ola­ rak Türklerin iskanı tezinden çok daha iyi savunulması , Bal­ kanlar'ın farklı yerlerinde şu ya da bu zamanda görülen Müs­ lüman veya Türk aleyhtarı tavırlara hiçbir şekilde destek sağ­ lamaz. Hakkında toplam verilere sahip olduğumuz 19. yüzyılın bü­ yük nüfus hareketleri, esas olarak siyasal olayların sonucudur, bu olayların içinde en başta geleni Balkan u l us-devletlerinin kurulmasıdır. 19. yüzyılın son üç çeyreği nde bir milyondan fazla Müslüman Balkanlar'ı terk etmiş, lstanbul'a , Rumeli'nin imparatorlukta kalan bölümlerine ve Anadolu'ya yerleştiril­ miştir. Aynı dönemde bir milyon Hıristiyan, giden Müslüman­ ların yerine yerleşmiştir. Savaşlarla (iki Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Türk-Yunan Savaşı) geçen 1 9 1 2- 1 9 2 2 yılların­ daki göçler daha da dramatik bir ni telik taşımaktaydı. Yaklaşık iki buçuk milyon k işi bu n ü fus hareketlerinde yer almıştır (Anado\ u'dan bir buçuk milyon Rum, Balkanlar'dan yarım milyon Müslüman göç etmiş, çeyrek milyon B ulgar göçmen olmuş vb. ) .34 Böyle kitlesel göçler Avrupa'nın geri kalanı için 34 Dimilrije Djordjevic, " Migrations During the 1 9 1 2- 1 9 1 3 Balkan Wars and World War One," Migrations in Balhan History, Belgrad: Scrbian Academy o f Sciences a n d Arts, 1 989. aLipikLi, ancak ik inci Dünya Savaşı'ndaki gel işmeler daha bü­ yük nüfus harekeLlerine yol açacaku. Bu dramaLik nüfus harekeLlerine rağmen, hiçbi r Balkan ülke­ si Avrupalı ulus-devlelin arzulanan ideal niLeliklerine, yani el­ nik ve dinsel homojenliğe kavuşamamışur. Bu açıdan Balkanlar Doğu Avrupa'nın geri kalanıyla onak bir özelliği paylaşır. 1 5 . yüzyıldan (l ngil Lere'de çok daha öncesinden) b u yana, Bali Av­ rupa çeşitli başarı derecelerine ulaşan muazzam bir homojen­ leşlirme hamlesi yürütmüşLür (lspanya'nın reconquisla'sı [ Hıris­ Liyanlar Larafından yeniden ele geçirilmesi ] , 1 ngi lLere'ni n 1 2 . yüzyılda Yahudileri sınır dışı eLmesi, Fransa ve Almanya'da din savaşları ) , bu sayede ve güçlü hanedan devleLlerinin eLkisiyle gelecekLeki ulus-devletlerin Lemeli aulmıştır. Bau'nın kendine özgü değeri nin, "OLonoın şehirleriyle, kurumsal özgü rlükleriy­ le, zümre sistemiyle ve görsel olarak onaya konması güç bir di­ zi başka yapısal niteliğiyle . . . toplumu de mokratik örgüLleme şeklinin"35 derin köklerinde yanığı, bütün bunların Avrupa'nın teleoloj i k bir biçimde demo krasiye ulaşmasını sağladığı tezi esaslı bir eleşLiriye açı ku r. Aslı nda, demokrasi , Bau Avrupa ulus-devletlerinin ancak 20. yüzyılda (Al manya'nın ise ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra) beni msediği bir yönelim şekli ol­ muştur. Daha önceki yüzyıllarda, söz konusu devletler, genel­ likle sorgulanabilir bir insani ve ahlaki bedel yaratarak, mutlak olmasa da, dikkate değer derecede bir etnik ve dinsel ho mojen­ lik ve disiplinli Loplum ortaya çıkarmışlardır. Yunaniştan ve Arnavutluk tek eLnik gruptan oluşan nüfusa sahip devletlere en yaklaşan devletlerd i , ama onlar da azınlık sorunlarını halletmek zorunda kaldılar: Yu nanisLan, Slav dili konuşan ve Müslüman azınlıklarıyla, Arnavutluk küçük Yu­ nan azınlığıyla uğraştı. BulgarisLan'da nüfusun yüzde 1 3 'ten fazlası azınlıklardan (Türkler, Pomaklar, Çingeneler, Ta tarlar, Ermeniler, Yahudiler, Ruslar vb.) oluşuyordu. Yugoslavya'da da a z ı n l ık l a r (Almanlar, Macarlar, Arnav u t l a r, R o m e n l e r, Türkler vb. ) nüfusun yaklaşık yüzde l S'iydi , ama yüzde 85'lik 35 Szucs, "The Three Historic Regions," 1 35. çoğunluk da varlığı tanınan üç gruptan (Slovenler, Hırvatlar ve Sırplar, varlığı ayrı olarak tanınmayan Makedonlar, ayrıca Sırpça-Hırvatça konuşan Boşnak Müslümanlar) oluşuyordu. Romanya, nüfusun yaklaşık yüzde 27'sini oluşturan en geniş azınlığa (Macarlar, Al manlar, Yahudiler, Ukraynalılar, Ruslar, Türkler, Tatarlar, Çingeneler vb.) sahipti. Osmanlı lmparator­ luğu'ndan küçülmüş olarak doğan, Rumların ülke dışına gön­ derilmesi ve Ermeni kırımlarıyla bir etnik çekirdek etrafında oluşan Türkiye, yalnızca en büyük grubu anarsak, Kürtler gibi kalabalık azınlıklarla baş etmek zorunda kaldı. En karmaşık durum "temas bölgeleri" denen bölgelerdeydi: Makedonya, Bosna, Dobruca, Kosova, Voyvodina, Transilvanya ve lstanbul. Bu bölgelerin yalnızca isimlerinin sıralanması bile, bazılarının Avusturya-Macaristan imparatorluğu içindeki temas bölgeleri olduğunu göstermektedir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, demografi alanındaki Osmanlı mirası meselesine, daha yük­ sek bir genelleme düzeyinde, yani ulus-devlet bağlamında impa­ ratorluk mirasları sorunu çerçevesinde yaklaşılmalıdır. Dönemin Avrupası'nın çokuluslu ya da ulus-üslü imparatorluk miraslarıy­ la, Avusturya ve Rusya miraslarıyla karşılaştırıldığında, Osmanlı mirasının bazı temel farkları olduğu görülür. Bir lslam impara­ torluğu olmak gibi bariz bir fark bir yana, kritik fark şuydu: Mil­ liyetçi fikirlerin doğup geliştiği sırada, Avusturya ve Rusya impa­ ratorluklarında egemen gruplar en yüksek derecede ulusal bilin­ ce sahip etnik unsurlardan oluşuyordu, oysa Osmanlı lmpara­ torluğu'nda bunun tersi geçerliydi. Bir Balkan perspektifinden (ama Ortadoğu perspektifinden değil) bakıldığında, Türkler, kendi milliyetçiliklerini geliştiren son gruptu. 19. yüzyılın sonla­ rında bu gelişme yaşanmaya başladığı sırada, Balkanlar'ın büyük kısmı çoktan Osmanlı lmparatorluğu'ndan kopmuştu , Make­ donya ve Arnavutluk hariç imparatorluğun doğrudan etkisi al­ tında değildi. Ne var ki, Osmanlı imparatorluğu, söz konusu iki imparatorlukla daha pek çok temel benzerlik taşıyordu. Bunlar, imparatorluk sistemi ile halkların kendi geleceklerini belirleme ilkesine dayanan ulus-devletin ölçütleri arasındaki bağdaşmaz­ lıktan, ayrıca etnik ve dinsel homojenlikten kaynaklanıyordu. Bütün Balkan ülkeleri (Türkiye dahil) azınlık sorunları için benzer çözümlere başvurmuştu: Ülke dışına göç ellirme ve asimilasyon. Birinci çözümün zirve noktası, B irinci Dünya Sa­ vaşı'nın ardından görülen büyük nüfus hareketleriydi. ama iki dünya savaşı arası dönemde ve ikinci Dünya Savaşı sonrasında da, gerek devletler arasında, gerek ü lke sınırları içinde önemli nüfus hareketleri olmuştur: l950'lerde lstanbul'daki Rumların göçü, Çavuşesku' nun Romanyası'ndan Alınan ve Yahudi göç­ leri, l 950'lerde ve 1 980'lerde Bulgaristan'dan Türk göçleri . Asimilasyon için nispeten başarılı pek çok sonuç gösterilebilir: K uzey Yunan istan'da "Slavca kon uşanlar"ın en tegrasyon ve asimilasyonu; Bulgaristan'ın Karadeniz kıyılarında kalan Rum nüfusun benzer kaderi vb. Yine de, birçok başarısızlığa işaret edilebilir: Çözüme kavuşturulmamış azınlık sorunları, esas olarak, Balkanlar'daki mevcut ve potansiyel kriz noktalarıdır Bosna, Makedonya, Kosova, Transilvanya, Trakya , Kıbrıs. Karmaşık etnik ve dinsel çeşitliliğin Osmanlı döneminden bir süreklilik olduğu kabul edildiği ölçüde, çıkarılacak sonuç aşikar görünmektedir: Demografi a lanında Osmanlı mirası ka­ lıcıdır. Ne var ki, genelde grup bili ncini, özelde ul usal bil inci şekillendirmenin farklı ve rakip yolları hesaba katılınca, mese­ le daha karmaşık hale gelir. Üstelik, bu alanda tarihsel sürekli­ lik olarak Osmanlı m irasının algıya dönüşüp dönüşmed iği , dönüştüyse nasıl ve ne zaman dönüştüğü sorunu ele alınınca, mesele daha da karmaşıklaşır; Osmanlı mirası ile Türk milli­ yetçiliği nin etkisi arasındaki ince çizgiyi çizmeye çalışırken, neredeyse içinden çıkılmaz bir niteliğe bürünür. 19. yüzyılda Balkanlar'da milliyetçilik esas olarak dil ve din kimlikleri etrafında inşa edildi. Dil , bütün ulusal ve kültürel liderler tarafından en güçlü birleştirme aracı olarak görüldü. Yeni devletlerin çabaları , ordunun yanı sıra milliyetçiliğin en güçlü organlarından biri olarak sekülerleştirilmiş, merkezileş­ tirilmiş ve birörnek eğitim sisteminin ol uşturulması üzerinde yoğunlaşmıştı. N e var ki, dilin birleştirici potansiyeli üzerinde bu vurgu , çizd iği etnik sınırların dışlayıcı l ığını ve katılığını öne çıkarıyordu. Bu da, farklı dil gruplarının ulusa (asimilas351 yon dışında) entegrasyon unu önl üyord u : Sırbistan'da Arna­ vutlar, Bulgaristan ve Yunanistan'da Türkler, Arnavutl uk'ta Yu­ nanlılar, Romanya'da Macarlar, Türkiye'de Kürtler vb. Dahası, ulus-devlete entegrasyonu imkansız olanlar, yalnız­ ca asli etnik gruptan farklı dilsel arka plana sahip gruplar de­ ğil, aynı zamanda Bulgaristan'daki Pomaklar, Müslüman Boş­ naklar, Makedonya'daki Torbeşler gibi aynı dili konuşan, öz­ deş etnik arka plana sahip gruplardır. Bu son örnekler, etnik sınır olarak elin genel sorununu ve özelde Balkan Müslüman­ larının konu munu gündeme getirmektedir. Gerçi dil, Balkan Hıristiyanları (çoğunlukla Ortodokslar) arasında farklı ulusal kimliklerin çekirdeği haline gelmiştir. ama bu Osmanlı yüzyıl­ larında Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında oluşturulan te­ mel sınırı ortadan kaldırmamıştır. Bunun nedeni, Balkan ve yabancı tarihyazı mının büyük çoğunluğunda öne sürüldüğü gibi , Ortodoksluk'un ulus inşasında esaslı ve kritik bir rol oy­ naması değildi.36 Aslında, "din yeni ulusal kimlikler kurma m ücadelesine en son katılmıştır" ve bazı ö rneklerde "ulus­ devletler k iliselerini ulusallaştırana kadar ulusun tan ımında işlevsel bir unsur haline gelmemiştir. " Din, hiçbir zaman ulu­ sal kimliğin yeterli bir bileşeni olamazdı, hatta ulusal mücade­ lelerde bile temel katkısı Müslüman idarecilere karşı m u hale­ feti güçlendirmekti. Bu konudaki istisna Arnavutlard ı . Belki de bunun nedeni, m illiyetçi fikirleri n , çoğun luğunu Müslü­ manların oluşturd uğu n ü fus içindeki farklı dinsel cemaatler arasında aynı anda gelişmesi ve algılanan dış tehdidin Müslü­ man merkezden değil de, Hıristiyan çevrelerden (Yunanlılar ve Sırplardan) gelmesiydi. Ortodoks gruplarda, ulus inşası süreci, "din muhayyel cemaati ile ulus m uhayyel cemaati arasındaki temel bağdaşmazlığı ortaya koymuştu. "37 Bu, Hıristiyanlık ile lslam arasındaki d insel sınırın ayırıcı 36 George G . Arnakis, "The Role of Religion in ıhe Developmcnı o f Balkan Naıi­ onalism," Tlıe Ballıans in Traıısition, 1 1 5- 1 44. 37 Paschalis Kiıromilides, " l magined Communities and ıhe Origins of ıhe Naıi­ onal Qucsıion i n ıhe Balkans," Europeaıı History Quarterly, c. 19, no. 2, Nisan 1 989, 1 7 7, 1 84. tek unsur olduğu anlamına gelmez. Kuşkusuz, farklı Hıristi­ yan mezhepleri, özellikle Ortodoksluk ile Katoliklik arasında­ ki karşıtlık yeni gerilim sınırları oluşturuyordu. Ne var ki, bu sınırların aşılmaz olmadığı görüldü. Bu, Romen Ünyat ve Or­ todoks kil iseleri arasındaki birarada yaşa ma ve işbirliği için özellikle doğrudur; burada Romanyalılık başat bağlan tı nokta­ sı haline gelmiştir. Bulgaristan'daki anti -Katolik önyargılara rağmen, küçük Bulgar Katolik cemaati (ayrıca daha da küçük olan Protestan cemaati) , gerek kendileri gerek başkalarınca Bulgar ul usunun organik bir parçası olarak görülmüştür. Ka­ tolik Hırvatlar ile Ortodoks Sı rplar arasındaki kapanmaz uçu­ rum, uzlaşmaz mezhep farklarıyla değil , iki cemaatin farklı ta­ rihsel gelenekler içinde uzun bir süreçte kurulmuş olmasıyla açıklanabilir. 19. yüzyılda, Yugoslavya fikrinin büyük çekicili­ ğine ve desteğine rağmen ve onun yanı sıra , ayrılık nosyonu, ayrı devlet inşası ideallerini de benimseyen kalabalık gruplar tarafından içselleştirilmişti. Balkan mil liyetçiliğinin, Ortodoksluk'un muhayyel cemaati­ ni geriye dönüşsüz bir şekilde yok ederken, donmuş, değiş­ mez ve birörnek bir Müslüman cemaati imgesini koruması ve bu cemaat karşısında millet sistemi terimlerini kullanması iro­ niktir. Bir başka deyişle, Balkanlar'ın Hıristiyan nüfusları ken­ di aralarında milliyetçil iğin dil ini konuşmaya başlamış, buna karşılık Müslümanlara yönelik tutumları , farklılaşmamış din­ sel cemaatler söyleminde ka lmıştır. Hıristiyanların bu tutumu­ nun bir tezah ürü, genel olarak M üsl ümanlardan bahsetmek için Türk adının sürekli ve ayrım gözetmeden kullanı lmasıdır; bu uygulama Balkanlar'ın birçok yerinde hala sürmektedir.38 Öte yandan, Balkan M üslümanları , ulusal tarza ayak uydura­ madıkları ve ulus oluşumu sürecinden fiilen dışlandıkları için , uzun zamandır bir millet zihniyetinin özelliklerini sergileyen , dolayısıyla Osmanlı mirasının damgası nı taşıyan bir bilinci korum uşlardır. Bu, lslam'ın ya da genel olarak dinin, u lusal bi38 Eran Frae nkcl, "Urban Muslim ldentiıy in Macedonia: ... ," Eran Fraenkel ve Chrisıina Kramer, ed., Larıguage Contact-Language Conflict, New York: Peıer Lang, 1 993, 29-44. lincin alternatif bir biçimi haline geldiği anlamına gelmez. Bu­ nun anlamı şuydu: Bir yandan, Müslümanlar kendilerini dışla­ yan bir alan karşısında marj inalleşmişti; öle yandan , bu süreç, onları, kabul edilebilir bir asimilasyon alternatifi olarak Müs­ lüman alanına yöneltti. Bu Müslüman a lanını Osmanlı mirasının parçası olarak ni­ telemek doğru olmayacaktır. Osmanlı mirası, B irinci Dünya Savaşı sonrası kuşağın bilincinde muhtemelen canlıydı ve ya­ şayan bir imparatorluğun dolaysız anıları ikinci Dünya Savaşı arifesine gelindiğinde az çok silinip gitmişti. Ne var ki, Türki­ ye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla , Osmanlı mirası giderek algı­ lama alanına geçti, bunun sonrasında Türk milliyetçiliğinin Balkan Müslüman nı:ıfusunun önemli bir kesimi üzerinde et­ k i s i n d e n b a h s e t m e k y e r i n d e o l u r . Yin e d e , Osma n l ı ' n ı n Türk'le birleştirilmesi bu ayrımı güçleştirmektedir. Yabancı bir kültür ve devletle eksiksiz kopuş yönündeki hakim görüşten dolayı, Balkan ülkeleri, Osmanlı geçmişi üzerinde hiçbir hak iddiasında bulunmamış ve Türkiye'y i Osmanlı Devleti'nin meşru mirasçısı olarak görmüşlerdir. Dolayısıyla, Türk milli­ yetçiliğine değinirken, bu milliyetçiliğe genellikle Osmanlı im­ paratorluk emellerini atfederler. Türkler ise, Osmanlı impara­ torluk geçmişiyle aralarına mesafe koymalarına rağmen, ken­ dilerini hala Osmanlıların gerçek ardılları olarak görürler. Je­ opolitik çıkarlarını Müslümanları koruma şeklinde ifade eden Türkiye'nin bugünkü aktif Balkan siyaseti de, kuşkusuz bu al­ gılamaları pek değiştirmemektedir. Kültürel alanda en görünür ve dolaysız kopuş, yüksek kül­ tür/el i t kültürü d e n e n alanda görülm üştür. Bu kopu ş , i k i önemli sınırın, yani din ve d i l sınırlarının biraraya gelmesiyle gerçekleşmiştir. Osmanlı kültürü , yani Osmanlı lmparatorlu­ ğu'nun yüksek kültürü , yalnızca Osmanlıca, Arapça ve Farsça konuşan, eğitimli Müslümanlar tarafından üretilip tüketiliyor­ du. Çoğu lstanbul'da, bir kısmı Balkanlar'da bulunan bu grup, arkalarında yalnızca Osmanlı mimari anıtlarını bırakarak, yeni kurulan devletlerde bütünüyle kaybolmuştur. lstisnayı oluştu­ ran Boşnaklar, Bulgaristan , Yunanistan veya Makedonya'daki Müslümanların tersi ne, bölgelerinin sosyal hiyerarşisinde en yü ksek yerleri tutuyorlard ı . 39 Öte yandan, yerel bir yüksek kültürün potansiyel yarallcıları olan, Ortaçag Hıristiyan Bal­ kan devletlerinin aristokrat ve dinsel elitlerinin büyük bir kıs­ mı göç etmiş ya da yok olmuştu. feti hten sonra , Balkan Hı ris­ tiyan aristokrasilerinin yalnızca küçük bir bölümü, siyasal ik­ tidarın alt katma nlarıyla bütünleşmi şti , ama pratik hede Oer açısından (yan i , etni k ya da d i nsel grubun bakış açısından) mevcut degildiler. Osmanl ılar, Balkanlı siyasal ya da kültürel elitler yaratmamıştı. Patriklik kurumu ve Fenerliler dışında, h içbir yüksek l l ıristiyan eliti, Müslüman özü etrafında kurul­ muş i m paratorlukla bütün leşti rilmemişti. Kısmi bir istisna , kültürel elitleri bütünleşmemiş de olsa , hoşgörüyle karşılanan Tuna beylikleri , özellikle Dubrovn ik'ti . Dolayısıyla, Osma nlı yüksek kültür dünyasından bir çifte kopuştan bahsedebiliriz: Biri , fetihten beri sürekli olarak kendini gösteriyordu; ikincisi 19. yüzyılda siyasal bagı msızlık döneminde yaşanmıştı. Ne var ki, bi r başka açıdan bakıldıgı nda, Osmanlı dönemi­ nin, Bizans sonrası Balkan kültürünün gelişmesi için bir çer­ çeve sagladıgı söylenebi lir: Devlet destegi alan hakim kültür ya da Bizans kültürünün unsurlarını en tegre edip sürdü ren Osmanlı kültürü anlamında degi l , Bizans küllürünün, içinde yüzyıl larca ekümenik boyutlarda işlev gördügü bir ortak Ra­ um [ alan] yaratmak anlamında. Bizans kültürel alanı, bölgede edebiyat ve sanat ü retimi üzerinde güçlü bir iz bırak mışı ı , ama bu , Bizans lmparawrl ugu'nun çöküşünden sonra yüzyıl­ larca kalıcılık ve yarallcılık göstermesini açıklamak için yeter­ li degildi r. Bu, ancak, farklı bölgeler arasında yogun etki leşi­ mi mümkün kılan Osmanlı l mparatorlugu'nun sagladıgı i m ­ paratorluk mekanı dikkate alınarak anlaşılabilir. Balka nlar'ın tamamı nda b u etki leşi m i n i zlerine rastlanab i l i r : Bulga ris­ tan'da Rum ve Romen ikonacı, oymacı ve kuyumcular;n eser­ leri, Romanya manasll rlarında, Sırbistan ve Makedonya kili­ selerinde ünlü Bulgar Tryavna okulunun i konaları bulunur. 39 Darko Tanaskovic, "Les ıhemes el les ıradiıions Oııomans dans la liııeraı ure Bosniaque," Vie Staatrn Südosteuropas, 299-307. Aslında, bu küllürel düinıeıı'in parçalanması, Osmanlı dünya­ sının ul usal sınırlarla bölünmesine denk düşer. 19. yüzyılda Bulgar d insel sanatının (özellikle duvar resimleri ve ikonasla­ sis sanatının) Romanya'da, Sırbislan'da, halla Yu nanistan'da kolay rasllanamayacak nilel ikte eserler üretmeye devam et­ mesi bu açıdan anlamlıdır. Bu duru m , Bulgaristan'ın Bizans sonrası alandan komşularına kıyasla otuz-kırk yıl geç ayrıl­ masıyla açıklan ır.40 Benzer şekilde, Fenerl il ere yalnızca bir Osmanlı kurumu olarak bakılamaz; onlar, aynı zamanda, Bizans geleneğiyle ana bağlantı ve bu geleneğin koruyucularıydılar. Bağımsız Yuna­ n islan'ın kuruluşunda Fenerli geleneğinden hararetli bir şe­ kilde kopuş, Bizans olan her şeye koyu bir düşmanlık, bin yıllık bir larihsel gelişmeyi (en azından Korais'i izleyenlerin hakim söyleminde) silip yok etme girişimi, Bizans mirasının ne ölçüde Osma nlı l m paratorluğu'na katıldığının farkına va­ rılmasının da bir son ucudur. Ortaçağ geçmişinden kopuş ve Avrupa Ayd ınlanması çizgisinde gelişme arzusu , kimi zaman, Osmanlılara saf etnik-dinsel muhale fetin önüne geçmiştir. Bu da, bizi , Balkanlar'da fikir tüketi m i , entelektüel ve ideolojik nüfuz kanalları gibi önemli bir meseleye götürür. lslam ile Hıristiyanlık arasındaki kritik bölünmeden dolayı, Balkanlar'a fi kirler neredeyse yalnızca Hı ristiyan Batı ve Rusya'dan gel ­ miştir. Balkanlar'ın uzun Osmanlı idaresi v e Bizans mirası yü­ zünden Avrupa anaçizgisinden kültürel olarak yalıtıldığı nos­ yonu ve Avrupa/Batı medeniyetinin kritik oluşum aşamalarını atlayan Balkanlar şeklindeki yaygın stereotip ciddi ölçüde sar­ sılmıştır. Paschalis Ki tromilides şu noktaya çarpıcı bir şekilde işare t etmiştir: "Hümanizm , Batı'da ortak bir kültürel bakış açısı olarak ortaya çıkmamış, Avrupa'nın iki yarısındaki ente­ lektüel gel eneklerin bi raraya gelmesi sonucu doğmuştur." Ciddi araşlirmacılar, "Yunan Doğu'nun Rönesans h ümanizmi­ nin oluşumuna büyük katkısı " n ı uzun zamandır kabul et­ mektedir, ama bu katkı , popüler eserler bi r yana , genel eser-10 l vanka Gcrgova, "'Mcdicval and Conıcmporary Arı of ıhc Balkans," -1 1 , l 9-25 Ekim 1 994. Vc/ı 2 1 , no. !erde de, çoğunlukla, kuşku uyandırıcı bir sessizlikle geçil­ mektedir.41 Balkanlar'da m illiyetçilikle birlikte büyük bir ku­ rucu e tkide bulunan Aydınlanma'dan bu yana , bölge , Avnı­ pa'daki her kültürel ve ideolojik akıma aktif bir şekilde katıl­ mıştır. l ronik bir şekild e, Bal kanlı milliyetçilerin Osmanlı lm­ paratorlugu'nun Balkanlar'ı Avrupa'nın ana gelişim çizgisi n­ den mutlak olarak kopardıkları yolundaki , inatla öne sürdük­ leri iddia, bu kı taya m eşru aidiyetlerini kanıtlamaya çalıştık­ ları bir anda geri tepmektedir. Aynı zamanda, popüler kültür ve günlük hayat düzeyinde, Osmanlı m i rası çok daha kalıcı olmuştur. Bu miras, otantik Osmanlı unsurlarında (mi mari ve kent yapısı, yemek, müzik, kahvehane kurumu) aranabilir; dolaysız kültürel temas yoluy­ la (dil, d insel senkretizm) etkisinin neler olduğu saptanabilir: nihayet, yerli kurumların ve kültürel trendlerin Osmanlı siste­ mine tepkisel karşılığı ve uyumu görülebilir.42 Osmanlı'nın iz­ lerini silme yönündeki yoğun gayretler, esas olarak maddi (gö­ rünür ve kamusal) alanda sonuç vermiştir. En radikal değişik­ li kler şehirlerin genel görünümü, mimari , giyim-kuşam alan­ larında yaşanmıştır. Bütün Balkan ülkeleri (değişen yoğunlu k dereceleriyle) dillerinde ve yer adlarında Türkçe'nin etkilerini yok etmeye çalışmıştır. Genelde, imparalürluktaki hayatın do­ laysız bilgisine sahip kuşakların bu dünyadan ayrılmasıyla iki­ dillilik ve çokdillilik olguları sona ermiştir. Daha önem lisi , standartlaştırılmış yazı dilini yaygı nlaştıran ve ulusların ho­ mojenleşme sürecinde merkezi rol oynayan okul ve ordu gibi devlet kurumları aracılığıyla geniş halk ki tleleri ul us-devletle­ rin vatandaşları haline getirilmiştir. 4 1 Paschalis Kiırornilicles, revicw of Eııropc: A History of its Peoplrs, Eıınıpcaıı llis­ tory Qııartcrly, c. 24, no. 1 , Ocak 1 994, 1 26; Dcno John Geanakoplos, Byzan­ tinc East aııd Latin Wcst..., Oxford: Basil Blackwcll, 1 965; Geanakoplos, Grcrlı Sclıolars in Vcnice .. . , Caınbridgc, Mass.: 1 larvard U n iversiıy of Wisconsin l'rcss, 1 989; Roberı Byron ve Davicl Talboı Rice, Tlıc Birt/ı of Westmı Painıing . . New York: A. A. Knopf, l 93 1 . . 42 Klaus Roı h , "Osrn:ınischc Spuren i n der Allt:ıgskulıur Sudostcurop:ıs," Dir Staatcn Siıdostcııropas . . , 3 1 9-332; Waync S. Vuchinich, "Sonıe Aspccts of thc Ottoınan Lcgacy," Charlcs ve Barbara Jelavich, ecl., T/ıc Bcı/lıaııs in Traıısirioıı Bcrkelcy ve los Angcles: Univcrsity o f California Press, 1 963, 89-95. . Ne var ki, yemek ve müzik gibi fenomenlerde, Osmanlı mi­ rası daha inatçı görünmektedir. Bulgaristan'da, bütün Balkan­ lar için genelleştirilebilecek, yemeklerle ilgili ilginç bir sapta­ ma yapılmıştır. Eskiden yalnızca Müslüman kentli elitlerin sofrasında bul unan yemekler, malzemelerin bollaşması ve çe­ şitlenmesi sayesinde, bütün şehir nüfusuna ve kırsal nüfusun geniş kesi mlerine yayılmıştır. Böyl elikle, sınırlı Bulgar şehir elitinin gözde ye mekleri 19. yüzyılın son yirmi-otuz yılında Avrupalılaşırken , (Hıristiyan olsun, Müslüman olsun) ge nel olarak Bulgarların sofrası, Osmanlı idaresinin sona ermesin­ den sonra gittikçe Osmanlılaşmışllr.43 Mentalite (popüler inançlar, adetler, tutu mlar, değer sistemi) alanında Osmanlı izlerini silme girişimleri çok daha yoğun ol­ m uştur. Osmanlı izlerini silme, Osmanlı (ya da Doğulu) olma­ nın tam zıddı olan , çok imrenilen ideale, yani toplumun Avru­ palılaşması, Batılılaşması veya modernleşmesi idealine ulaştı­ racak süreç olarak görülüyordu. Bu sürecin, gerek ailede ge­ rekse toplumda bireysellik ve rasyonaliteye dayalı bir dizi yeni ilişki, kadınlar için tamamen farklı bir konum, çocuklar ve ço­ cuk büyütme için yenilenmiş bir rol , yeni bir çalışma ahlakı getireceğine inanılıyordu. En fazla istismar edilen temalardan birini , kadınların konumunu ele alırsak, bu konumun hala ne­ redeyse sadece lslam'ın etkisine atfedildiğini görürüz. Oysa , geleneksel patriyarkal köylü ahlakının , Ortodoksluk'un ve bi­ zatihi Osmanlı kültürünün (burada lslam'ın) etkilerini birbi­ rinden ayrıt etmek imkansızdır.44 Osmanlı kültürü ile gelenek­ sel yerel kültürler arasında ayrım yapmanın güçlüğü, hatta im­ kansızlığı, birçok araştırmacının farkında olduğu bir olgudur, bu nedenle "Osmanlı izlerini silme " , " Doğululuk'tan çıkar­ ma" , "Balkanlılık'tan ç ıkarma" ve "patriyarkal düzeni yık­ ma"ya eşanlamh olarak bakma gibi metodoloj i k çözüml ere başvurulmuştur.45 Ne var ki, b u , temel metodolojik meydan okumaya karşılık vermemektir: Araşllrmalar Balkan-Osmanlı 43 Lory, Le sorı de l 'lıtriıage, 1 38. 44 lbid., 1 66- 1 67. 45 Roıh, "Osmanische Spuren," 323. ekseninin incelenmesinden kaçındıkça ve bunun yerine, yal­ n ızca , Balkan geleneksel kültürü-B atı, Osmanlı-Batı gibi iki kutuplu eksenleri ele aldıkça, sosyal tarihin bu önemli boyu­ tu , alışıldık geleneksel-modern dikotomisine indirgenip değer­ sizleştirilecektir. 46 "Balkan zihniyeti" , popüler söylemde en sık istismar edilen mitoloji unsurlarından biridir ve birçok akademik çalışmada işlevsel bir terim olarak kullanılmıştır. Sorunun mitolojik bo­ yutlarının en iyi analizinde, Paschalis Kitromilides şu sonuca varır: "Ortak bir Balkan 'zihniyeti' bulunduğu yolundaki bütün antropolojik ve sosyal psikolojik argümanlar, bu zihniyette öz­ gül olarak nelerin Balkan olduğu sorusuna inandırıcı cevaplar getirmedikleri sürece, ister istemez sosyolojik metafiziğe dö­ nüşür."47 ]ovan Cvij iC'in La peninsule balkanique'te bu kategori­ yi nasıl kullandığına ilişkin analizi sonucunda, Kitromilides bu kategori ile her türlü etnik ulusal kurgu arasında bağdaşmazlık bulunduğunu öne sürmüştür. Gelgelelim, "Balkan zihniyeti" hakkındaki çoğu araştırma, tam da etnik ayrımlar üzerine ku­ ruludur. Ayrıca, özgül bir "Balkan zihniyeti"nin ve l10mo balka­ n i c u s un dilsel temelini saptamaya yönelik (inandırıcı olma­ yan) bir girişimde bulunulmuştur.48 Kitromilides zihniyet yak­ laşımının aşırı genellemelerine haklı olarak karşı çıkarken, ta­ rihsel olarak özgül bir bağlamdaki "zihinsel ve tutumsal yapı­ lar" dediği yapıların tasvirine olumlu gözle bakmaktadır. Bu, 1 8 . yüzyıl Balkan Ortodoks alemi için geçerli, tarihsel olarak ' 46 Lory, Le sorı de l 'heritage, 1 94-196. 47 Paschalis Kiıromilides, '"Balkan mentaliıy': History, Legend, Imagination," Na­ tioııs and Nationalism, c. 2, bölüm 2, Temmuz 1 996, 1 68. 48 Hans-M ichael Miedlig, "Probleme der M e n ıaliıaı bei Kroaıcn und Serbcn," Srplitmr Corıgres lnurnalional. .. , Atina: Association Internationale d'Eıudcs du Sud-Esı Europı'en, Comiıt Naıional Grec, 1 994, 393-424; Miedlig, "Patri­ archalische Menıalitiit als Hindernis für die staaıliche und gesellschafılichc Modernisienıng i n Serbien . . .," Südosı-Forschungrn, c. 50, 1 99 1 , 1 63- 1 90; Mi­ edlig, "Gründe und Hintergründe der akıuellen Naıionaliıaıenkonflikıe in den jugoslawischen Liindern," Sııdosleuropa, c. 4 1 , 1 992, 1 1 6- 1 30; Taı'iana V Tsiv'ian, Lingvisıi clıeshie osnovy balhanslıoi meddi m i ra , Moskova: Nauka, 1 990; G . D. Gachev, "Balkany kak kosmos khaiduısıva . . . " Sovetslıoe slaviarıo­ vederıie, c. 4, 1 989, 1 7 1 - 1 73. . 359 gösLerilebilir, kendine özgü bir d izi zihinsel özelliktir: Dolayı­ sıyla, tarihsel özgüllük, bir kolektivitenin bakış açısını Lanım­ layan, Lekrarlanan ve yaygın varsayımlar ve normlar dizisinin tasvirinde kritik fakLördür. Ama "Balkan z i hniyeLi" d iye bir artzamanlı birörneklikten bahsetmekte ısrar, doğrulanamaz bir tarihsel masal oluşturmaktan başka bir anlam taşımaz ve bu masalı yanıltıcı bir mitoloj iye dönüştürebi lir.49 Metodolojik ve semantik sorunlar ne olursa olsun , Balkanlar kuşkusuz bir kültür bölgesidir, belki de geniş Akdeniz havzası­ nın bir a!Lbölgesi sayılabili r. Bu, yalnızca atfedilmiş bir kaLegori değildir; Balkan halkları , genellikle gönülsüzce ve pejoratif bir imayla da olsa, bu kaLegoriye ait olduklarını kabul ederler. Böl­ genin varlığı nın Osmanlı imparatorluk mirasına (ya da Bizans mirasına) bağlanıp bağlanamayacağı ya da ne ölçüde bağlana­ bileceği konusunda, en azından şunlar söylenebilir: Osmanlı imparatorluğu , Doğu Akdeniz'in geniş bir bölgesinde, yüzyıllar boyunca, geniş temaslara, karşılıklı etkilere ve kültür alışverişi­ ne i mkan sağlayan kritik bir aracı rolünü oynamıştır. Özetle, süreklilik olarak Osmanlı m irası farklı derecede kalıcılık gös­ termiştir. Demografi ve popüler kültür hariç, hemen hemen bütün alanlarda, ülkelerin siyasal bağımsızlığının hemen ardın­ dan kopuş gerçekleştirilmiş, kopuş süreci Birinci Dünya Sava­ şı'nın sonuna gel indiğinde her yerde tamamlanmıştır; daha sonra bu miras algılama alan ına geçmiştir. Demografi alanında, Osmanlı mirası bir süre devam etmiş, Türk ulus-devletinin et­ kisiyle iç i çe geçmiş, tedrici olarak bu etkiye dönüşmüştür. Algılama olarak Osmanlı mirası ise, gerek ta rihçiler, şairler, yazarlar, gazeteciler ve başka entelektüeller, gerekse siyasetçi­ ler tarafından nesillerce şeki llendirilmiştir ve şekil lend i ril mek­ tedir. Burada i ncelemeye çalıştığımız konu, özgül bir toplu m­ sal grupta Osmanlı geçmişinin değişen algılamaları ve bu algı­ nın nüfusun geniş kesimlerine aktarımı ve yaygınlaştırılması­ dır. Bu nların ilki, tarihyazımı eserleri, ders kitapları, edebiyat ürünleri, gazetecilerin yazdıkları ve sanat eserleri gibi çok sa49 Kiıromilidcs, "Balkan menıality," 1 86-1 87. 360 yıda üründen yeniden i nşa edilebilir ve esas i ti barıyla döne­ min entelektüel ve siyasal elitlerinin egemen görüşlerini tem­ sil eder. ikinci sorunun analizini yapmak daha güçtür ve hege­ monik görüşlerin topluma nüfuzunun ne ölçüde derin ve ba­ şarılı olduğuna ilişkin hiçbir sistematik çalışma bulu nmamak­ tadır. Ulus-devletler içinde farklı etnisite, toplum ve yaş grup­ larının olası karşıt ya da alıernati f algılamaları gibi önemli bir mesele de, h ipotezler alanına i yiden iyi ye gömülmüştür. Bu konuda h içbir sistematik çalışma olmaması , hegemonik görü­ şün gücünün dolaylı bir göstergesid ir. Farklı Balkan ülkelerinde hakim söylemlerin muhtemelen en çarpıcı özelliği, söz konusu söylemler arasındaki d ikkat çe­ kici benzerlik ve zaman içindeki şaşırtıcı sürekliliktir. Osmanlı mirasının algılanması, bugünkü topl umsal düzenlemelerin ya­ pılmasında merkezi rol oynadığı için, her şeyden önce devle­ tin meşrulaştırılmasında ve bütün dönemlerde geçerli bir kim­ lik arayışında son derece önemli bir yer tuttuğu için, ele alış ve yaklaşımda bu (özdeşl i k d eği lse) benzerl i k , tarihsel bir kendilik olarak Balkanlar'ın bir başka yönüdür. Kısaca özetler­ sek (ve bizim amaçları mız için bir ölçüde basitleştirirsek) , ar­ güman şöyledir: Osmanlı fethinin arifesinde, Balkanlar'ın Ortaçağ toplu mla­ rı, Batı Avrupa'daki gelişmelerin ilerisinde değilse, o gelişmele­ re denk, yüksek bir sofistikasyon düzeyine ulaşmıştı . Yarıma­ da, Avrupa feodal Ortaçağ topl umlarının en i leri gel işim aşa­ maları için tipik olan siyasal parçalanmışlığı sergilemesine rağ­ men, Ortaçağ uluslarının (ön-uluslar olarak algılanır) oluşu­ mu, hümanizm ve ulusal kül türler yönünde olası gelişmelere işaret eden beli rti ler de vardı. Uu açıdan, Osmanlıların gelişi benzersiz sonuçlar doğuran bir felaket old u , Avrupa hümaniz­ mi ve Rönesans genel sürecinin önemli ve yaratıcı bir parçası olan güneydoğu Avrupa toplumlarının doğal gel işimini kesin­ tiye uğra ttı . Balkanlar'da Osmanlı idaresinin sağla mlaşması, yarı madayı Avrupa'daki geliş melerden kesin olarak kopard ı . Rönesans i l e Reform'un büyük fi kirlerinin v e dönüşü mlerinin etkisinden yoksun bıraktı . Ayrıca , derin bir kültürel gerileme, 361 hatta barbarlaşma ve toplumun aynı potada erimesi sonucunu doğurmuştu . Fatihler, Balkanlar'ın siyasal entelektüel elitleri­ nin varlığına son verdiler: Aristokrasi ve din adamlarının (bü­ tün Balkan tarihyazımlarında 19. yüzyıl kavramı "en telijensi­ ya" kullanılır) bir kısmı fiziksel olarak ortadan kaldırılmış, bir kısmı sürgüne gönderilmiş, nihayet bir kısmı da siyasal yapıya entegre edilmiş, yani fiilen milliyetini kaybetmiştir. Dinsel ve etnik bilinci canlı tutan kurumlar yalnızca Ortodoks kilisesi ve başla köy komünü olmak üzere özyönelim organlarıydı. Osmanlı idaresinin ilk yüzyıllarında tek rahatlatıcı unsur, birörnek ve düzenli bir verginin getirilmesiyle köylünün yok­ sulluğunun belki de azaltılmış olmasıydı. Ama -temellendiril­ mesi güç olan- yaygın bir iddiaya göre, yabancı idareci lerin baskısı, kendi elitleri tarafından sömürülmekten kökten farklı bir şeydir. Osmanlılar, her zaman , fanatik ve militan bir dinin damgasını vurduğu esas itibarıyla yabancı bir medeniyetin ta­ şıyıcıları olarak nitelenmiştir. Getirdikleri farklı ekonomik ve toplumsal uygulamalar sonucunda, Balkanlar yalnızca hayvan­ cılık ve tarım yapmaya mahkum olmuştur. Bu medeniyet tas­ vir edilirken, aşırı şiddet, suç ve zulme vurgu yapılır; bunlar, Osmanlıların gerileme döneminde, özellikle 1 8 . yüzyılda da­ yanılmaz boyutlara ulaşmış ve u lusal kurtuluş mücadeleleri­ nin başlaması sonucunu yaratmıştır. Balkan tarihinde bu "en hazin ve en karanlık dönem"50 tab­ losu , beş yüzyıllık Osmanlı idaresini, tarihsel revizyonizmin doğuşundan önce Batı Avrupa'nın "Karanlık Çağlar"ının tarih­ yazımdaki dengi konumuna getirir. Modern Balkan tarihyazım­ ları, ulusal fikir yüzyılında, o sırada egemen olan romantizm ve pozitivizmin güçlü etkisi altında şekillenmişti. Bu tarihyazımla­ rı u lus-devletlerde kurumsal statü kazanmış ; kendilerini en önemli dayanaklardan biri olarak algılamış, öyle de algılanmış­ tır.51 18. yüzyıla kadar hakim olan etik-didaktik ve dinsel tarih50 Konsıantin Jirecek, Geschichıe der Bulgaren, Prag, 1 876. 51 Gerasimos Augustinos, "Culture and Auıhenticity in a Small State: Historiog­ raphy and Naıional Development in Greece," Eası European Quarterly, c. 23, no. 1, 1 989, 1 7-3 1 . yazımı yönelimi, aynı ölçüde tek boyutlu bir misyona dönüştü­ rülmüştür: U lusal bilinci şekillendirmek, ulus-devleti meşru­ laştırmak , böylelikle önemli bir toplumsal işlev yerine getir­ mek. Balkan tarihyazımlarının esas itibarıyla ulusal tarihyazımı olarak gelişmiş olması, aynı dönemde komşuların tarihi hak­ kında pek bilgi sahibi olunmaksızın nispeten dargörüşlü kalı­ nmış olmasını açıklar. Dahası, söz konusu olan, komşu ulusla­ rın tarihi hakkında bilgisizlik değil, bu tarihi küçümseme, göz ardı etme, çarpıtma, alaya alma, hatta ol umsuzlama yönünde bilinçli bir gayrettir. Bu gayret içinde, Balkan tarihyazımlarının karşılıklı düşmanlığı , ateşli bir polemik geleneğine dönüşmüş, çoğu zaman Osmanlı l mparatorluğu ve Türkiye'ye karşı düş­ manlığı bile gölgede bırakmıştır. Ayrıca, keskin Balkan milli­ yetçiliğine ilişkin bütün stereotiplere rağmen, çoğu Balkan mil­ liyetçiliği esas itibarıyla savunmacıdır ve bu milliyetçiliklerin yoğunluğu, ulus-devletlerin yerli yerine otı·�mamış olmasının ve toplumsal kimliklerin krizinin dolaysız bir sonucudur. Kim­ lik konusundaki bu gerginlik, Balkanlar'da etnik grubun kö­ kenlerine gösterilen benzersiz ilgiyi açıklayan faktörlerden biri­ dir. Ulus-devletin kalıcı sürekliliğı içinde ve değişik yoğunluk dereceleriyle çok şükür, (iki dünya savaşı arası dönemdeki pek Çok eserin çığırtkan milliyetçiliğini daha da aşan eserlere rast­ lanmaz) bu, Balkanlar'da tarihyazımının hakim tarzıdır. Dolayısıyla, algılama olarak Osmanlı m irası, Balkan milli­ yetçi söyleminin en temel direklerinden biridir. Bu algının yo­ ğunluğu art arda gelen milliyetçilik dalgalarıyla değişikliğe uğ­ ramaktadır, ama söz konusu miras algısı milliyetçiliğin en ka­ lıcı özelliklerinden biridir. Ayn ı zamanda, süreklilik olarak Os­ manlı mirası son yüzyıl içinde gerileme süreci yaşamıştır. Bal­ kan olarak tanımlanan ülkeler (yani , Osmanlı tarihinde yer al­ mış ü lkeler) Osma nlı mirasından ve böylece Balkanlıl ık'tan düzenli olarak uzaklaşmaktadır - bu, elbette herhangi bir de­ ğer yargısı içermeyen bir ifadedir. Bu argümandan çıkacak en önemli sonuç, mirasların ezeli ve ebedi olmadığıdır. Üç impa­ ratorluğun (Habsburg, Osmanlı ve Romanov/Sovyet impara­ torluklarının) mirasları, çok uzun süreli ve derin etkileri ol- masına rağmen, lcnnini post quem ve ante qııeııı [ başlangıç ve bitiş tarihleri] olan tarihsel fenomenlerdir. Düzeltilemez ve de­ ğiştirilemez medeniyet sınırlarına göre özelliklerinin şeyleşti­ rilmesi, ideolojik propaganda malzemesi veya yüzeysel siyaset bilimi alıştırmaları olabilir; ama tarih için meşru bir hipotez sayılamaz. Son u ç Yoks u l lar gibi, Balkanlar d a hep bizimle olacak. KONRJ\D 13ERKOYICI 1 Belki de en iyi çözüm, her üç Balkanl ı'dan birini hak­ lamakur. HOWı\RD 13RUll:\ K ER 2 "Balkanlar, genellikle, yalnız terör ve karışıklık zamanlarında dış dünya için haberlere konu olur; başka zaman larda küçümse­ nip göz ardı edilir. Kipling, The Liglıt Tlwt Failed adlı eserinde şu sözleriyle bu tutumun en tipik örneğini vermiştir: 'Savaştan bahsedeceksek , baharda Balkanlar'da karışıklık çıkacak ."' Bu, l 940'ta yazılmış bir kitabın ilk paragra fıydı.3 l 995'ıe yazılan bir kitabın da ilk paragrafı olabilir pek:il:i. "Balkanlar'ın özselci bir imgesini yeniden üretenler için, bu, son elli , yü z , hatta bin yılda hiçbir şeyin değişmediğine dair bir başka kanll olacaktır. Ne var ki, yukarıda belirttiğim üzere, Balkanlar'ın ciddi ve karmaşık bir incelemeyi hak eden güçlü bir ontolojisi var ve bu ontoloji sü­ rekli ve derin değişimlerden oluşuyor. Balkanlar'ın don muş imgesini yal nızca laubali, küçü mseyici ve küstah bir gazetec iliğin ürünü olarak tanımlamanın ötesine geçilecekse, bu imgenin bir stereotipten daha fazlası olduğu öne sürülebi lir. Bu imge, yüksek gerçekl ik, fenomen dü nyası­ nın yansısı , özü ve gerçek doğası , Kant'ın ayrımını kullanır­ sak, " fenomen" karşısında " n umen" ol arak görü n mektedir 1 2 The lncredible Ballımıs, 3. inside hırope, •+3 7 . Gu nıhcr, 3 Geshko[, Balhan U n i o n , x i . Balkanlar üzerine hüküm vermekte uzmanlaşmış siyasetçile­ rin , gazetecilerin ve yazarların hiçbiri argümanlarının felsefi temeli olduğunu iddia etmemiştir, ama elde ellikleri sonuç bu­ d u r. Birinci D ünya Savaşı civarında genel parametrelerine oturmuş, donmuş Balkanlar imgesi , son otuz-kırk yılda pek değişmeden yeniden üretilmiştir ve söylem olarak işlev gör­ mektedir. Tam bir daire çizip Giriş'teki Kennan prelüdünü bir Kennan koda's ıyla bağlarsak, onun eserinde duyacağımız özellik, eski , tanınmış bir melodinin yeni doğaçlamalarla işlenmiş motifleri­ dir. Bu, Avrupa'nın eski aristokrat paradigmasının 1 9 . yüzyıl Viktorya ahlakıyla bezenmiş Amerikan patrisyen versiyonu­ dur. Burada düzenli medeniyetin, barbarl ık, arkaik eğilimler, gerilik, küçük kavgalar, kural tanımaz ve öngörülmez davra­ nışlar, kısacası "kabilecilik" karşısında üstünlüğüne duyulan evrimci bir inançla karşılaşıyoruz. "Kabile" sözünün kullanıl­ ması, Balkanlar'ı, daha alt bir medeniyet kategorisine sokar; bu kategoride esas olarak A frikalılar bulunur ve kabile terimi genellikle onlar için kullanılır. Elie Kedouri, Afrika ve Asya'yı , atfolunan siyasal geleneklerine göre, kabile idaresinin ve Or­ yantal despotizmin m i rası şeklinde sınıflandırmıştı r. Kabile toplumunun temel özellikleri ilkelliği , karmaşıklıktan yoksun olması ve -örtük olarak- zayıflığıdır, çünkü "sofistike bir hu­ kuk sistemi ve siyasal temsil yönünde modernleşme talebiyle" karşılaşınca, "düpedüz zorbalığa dönüşüp çözülmektedir. " Ka­ bile toplumu, aynı zamanda doğası gereği p'asif, inisiyatif ve girişimle bağdaşmaz niteliktedir. insanların (toplumsal ve tek­ noloj ik) karmaşıklık ve etkinlik nosyonlarına göre sınıflandı­ rılması , esas olarak basın tarafından sürdürülen emperyal söy­ lemin temel bir ilkesidir.4 Bu sınıflandırma, ayrıca, "medeni dünya"yı, aksi takdirde "daha makul" insanlara yükleyebilece­ ği her türlü sorumluluk ve empatiden kurtarır. N i teki m , "Ne yapmal ı ? " sorusuna cevap veren Kennan da şu sonuca varmıştı: "Hiç kimse -hiçbir ülke ya da ülkeler gru4 Spurr, The Rlıetoric, 6 1 -68, 7 1 -73. bu- şirazesinden çıkmış bütün o Balkan bölgesini işgal etmek, ateşli, hırçın halklarını zaptürapt altına almak ve sakinleşip sorunlarına daha makul bir şekilde bakmaya başlayıncaya ka­ dar onları kontrolünde tutmak istemiyor, kimse de böyle bir şey beklememeli."5 lvo Banac, Balkanlıların Avrupalı olmayışı­ na ilişkin bu açıklamayı, müdahalede bulunmama politikası­ nın temeli olarak yorumlamıştır: Aslında, müdahalede bulunmamayı öneren yazısı, Balkan­ lar'ın Avrupa medeniyetinden ayrı olduğuna ilişkin açıkça di­ le getirdiği bir görüşü olmasaydı, pek de ilgi çekici olmazdı. Bu, küçük bir mesele değildir ve kültürel tabular kılıfı altında gizlense de, Batı'nın bölgeden uzak durmasının, bölgeye ka­ yıtsız kalmasının, ayrıca bölgeye yönelik herhangi bir eyleme girişmemesinin muhtemelen temel nedenidir.6 Batı'nın başlangıçta müdahalede bulunmamasının daha pra­ tik pek çok nedeni vardı, ama b.u, kuşkusuz küçük bir mesele değildir. Balkanlar'ın Avrupa olmadığı iddiası , müdahalede bu­ lunmamayı meşrulaştırmak için kullanılmış olabilir, ama mü­ dahalede bulunulmamasının nedeni değildir. N e de olsa, aynı Batı, Avrupalı ve Hıristiyan olmayan, ama petrol zengini olan Kuveyt'e müdahale etmekte tereddüt göstermemişti. Kaldı ki, Batı'nın müdahalede bulunmaması da problematik bir katego­ ridir. Batı, Yugoslavya'daki savaşa müdahale etme konusunda anlaşılır bir şekilde isteksizdi, ama ülkenin parçalanması sıra­ sında ve çirkin dağılma süreci boyunca kuşkusuz ne olaylara mesafeliydi, ne kayıtsızdı , ne pasifti, hatta ne de görüş birliği içindeydi. Yugoslavya'yı parçalanmaya iten , ülke içindeki ve dışındaki eşkıyaların ve misyonerlerin sorumlul uğunu gör­ mezden gelip, yaşanan felaketleri "Balkan zihniyetleri" ve "ka­ dim düşmanlıklar" la açıklamak saçmalamaktır. Batı'nın Yugos­ lavya'ya nihai müdahalesi için aynı ölçüde önemli, pratik ne­ denler vardı. Bunların büyük bir çoğunluğu Balkanlar'ın dışın5 Tlır Oılırr Balhan Wars, 1 4. 6 lvo Banac, "Misreading the Balkans," Forrign Policy, no. 93, Kış l 993- 1 994, 181. 367 daki kaygılara dayanıyordu: NATO'nun yeri ve geleceği , ABD'­ nin küresel askeri süper güç olarak rol ü , özellikle Avrupa'daki stratejik hesapları vb. B ütün bunlar, son zamanlarda Amerikan diplomasi sözdağarındaki gözde keli meyle bir h üsn-i tabir içi­ ne konuyor: G üvenilirlik. Eğer antik dünyadan örnekler ya­ rarlıysa , belki de en çok çağrışım yüklü olanı, Troya savaşı n­ daki tanrıların davranışıdır: Onlar adalet terazisinin kefesine dokunurken keneli oyunlarını oynamışlar, insanlık uğruna ha­ reket ettikleri gibi bir tavır takınmamışlardır. Ama onlar ne de olsa tanrıydı lar. Batı Avrupalıları Amerikalılardan ayıran bir nüans daha var­ dır. Yugoslavya dışındaki Balkan ülkelerinde, eski Yugoslav­ ya'daki savaştan yalnızca Yugoslav Savaşı veya Bosna'daki sa­ vaş diye bahsedilmiştir. Batı Avrupa'da, bu savaş genellikle es­ ki Yugoslavya'daki veya Bosna'daki savaş diye anılır, gerçi sey­ rek de olsa bir Balkan savaşından bahsedildiği de görülmekte­ dir. ABD'de ise, savaş çoğunlukla "Balkan savaşı" olarak genel­ leştirili r, ancak seyrek olarak eski Yugoslavya'daki savaştan bahsedilir. Bazı gazeteciler bütün Balkan tarihini silip Sırp ta­ rihine indirgeyecek kadar ileri gitmişlerdir. Örneğin, Haziran 1 389'da Kosova Ovası'nda "o günden beri bütün Balkan tarihi­ ne yön veren ilksel kıyımın gerçekleştiği"7 gibi sözler yazıla­ bilmiştir. Sırplar dışında Kosova Savaşı'nın, kendilerine ait çok farklı Kosovaları olan diğer Balkan halklarına pek bir şey i fade etmediği göz ardı edilmiştir. Balkan uluslarının çekici yönle­ rinden biri -aynı zamanda talihsizliği- inanılmaz derecede zen­ gin ve yoğun birer tarih e sahip olmalarıdır, ama bu tarihler ço­ ğu zaman kendi içine kapalıdır, az çok yalıtılmıştır. Tarihçiler dışında, Kosova, diğer Balkan kamuoylarının dikkatini Ameri­ kalıların dikkatini çektiği sırada çekmiştir. Savaşın bir Balkan savaşı şeklinde adlandırıl masına ne gerek var? ispanya iç savaşı lber veya Güneybatı Avrupa savaşı değil­ di; Yu nanistan iç savaşı hiçbir zaman Balkan savaşı diye anıl­ madı; Kuzey I rlanda sorunu uygun bir biçimde yerel tutul7 M ichacl Kclly, "Surrcndcr and Blame," Ncw Yorlıer, l 9CJ4, 44. c. 30, n o . 4 2 , 1 9 Aralık muştur - ne l rlanda, ne Britanya, hatta ne de -aslında tam da bu nitelikte olduğu halde- lngiliz sorunu olarak adlandırılmış­ tır. Öyleyse neden, üzücü olaylardan önce Balkan ülkesi olma­ dığında ısrar eden ve daha önceleri Batılı destekçileri tarafın­ dan Balkan diye anıl mayıp Doğu Avrupa'nın parlayan yıldızı sayılan , savaştaki bir ülke için "Balkan" sıfatı k ullanılıyor? "Balkan" öyle korkunç bir Schiınpfwori [ sövgü söz ü ] haline geldi de, kim için kullanılırsa onun dehşete düşeceği mi umu­ l uyor? Psikologların, kolektif damga yükleminin asla iyi bir caydırıcı unsur olmadığı konusunda gazetecileri ve siyasetçile­ ri ikna etmesi gerekiyor. Damgayla ilgili sosyal politika incele­ meleri , yalıtmanın değil, entegrasyonun doyurucu çözüm ol­ duğunu ortaya koymaktadır.8 Balkan değil, Yugoslav krizini Balkan hayaletleri, kadim Bal­ kan düşmanlıkları, Balkanlar'ın ilksel kül türel örüntü leri ve deyimlere geçen Balkan karışıklıklarıyla açıklama girişimleri bir yana bırakılıp soruna Batı'nın kendisine ayırdığı rasyonel ölçütlerle yaklaşılsa, kuşkusuz çok daha iyi olurdu: Halkların kendi geleceklerini belirleme hakkı karşısında statükonu n de­ ğişmezliği , yurttaşl ık ve azınlık hakları , etnik ve dinsel otono­ mi sorunları , ayrı devlet ·kurmanın getirecekleri ve sınırları, büyük ya da küçük ulus ve devletler arasındaki denge, ulusla­ rarası kurumların rolü.9 Amerikalı siyasetçiler ve müttefikleri, halkların kendi geleceklerini belirleme ilkesini kayıtsız şartsız benimseyerek Yugoslavya'nın potansiyel değil, fiilen "balkan­ laşması "nı kesinleştirirken, A merikalı gazetecilerin kendi top­ lu mlarının bölünmesinden (kendi deyişleriyle "balkanlaşma­ sı"ndan) şikayet etmesi bir paradokstur. Bu, ayrılıp kendi gele­ ceğini belirleme süreçlerinin meşru niteliğini inkar etmek an­ lamına gelmez, fenomenleri doğru biçimde adlandırma ve so­ nuçlarına dair berrak bir perspektif sahibi olma yönünde bir çağrıdır. Batı Avrupa'nın 'temiz' toplumlarının liderlerinin, en 8 Chaim 1 . Waxman, Tlıe Stigma of Poveı1y: A Critiqur of Poı•rrıy Tlıeories und Po­ licics, New York: Pergamon, 1977, 1 24. 9 Susan L. Woodward, Ballıaıı Tragedy: Clıaos and Dissoluıion afıcr ıhe Cold War, Wash ingıon, D.C.: Brookings lnstiıution, 1 995. çirkin eylemlerinin üzerinden elli yıl geçmişken, dehşet içinde ellerini kaldırıp eski Yugoslavları Avrupa'nın bir köşesinde bir çokkültürlülük Volhmuseum'unu bulundurmak için "etnik çe­ şitliliği" korumaya davet etmelerin i , üstdik tam tersi sürece yeşil ışık yaktıktan sonra (Amerikan liderliğinin arkasına gü­ venle saklanarak sözleriyle ve eylemleriyle) onları sıkıştırma­ larını gözlemlemek, tabii ki müthiş bir ironidir. Jeopolitik seçenekleri aydınlatmak ve balkanizmin oryanta­ lizmden farklı bir söylem olduğunu göstermek açısından anlam­ lı bir başka bileşen vardır. Yukarıda anlatıldığı üzere, 20. yüzyıl­ dan önce Türkler karşısında çelişkili bir tutum sergileniyordu: Yöneticilere duyulan neredeyse bilinçdışı empati , Hıristiyanlara duyulan geleneksel sempatiyle karışıyordu. Özellikle l ngiltere, Rusya aleyhtarı egemen tutumuyla, Osmanlı lmparatorluğu'nu Rusya'nın daha fazla yayılmasına bir engel olarak destekliyordu. Bu jeopolitik konfigürasyon pek çok bakımdan ABD tarafından miras alındı ve Türkiye soğuk savaşın anti-Sovyet i ttifakında önemli bir unsur haline geldj,. Ama acı çeken Balkanlı Hıristiyan . uyarıcı figürü artık yoktu. Eski Hıristiyanların hepsi, Yunanistan dışında, komünizmin "şer imparatorluğu" içinde yer alıyordu. Kaldı ki, merkezi söylem dinden ideoloj iye kaymıştı. Ayrıca, ikinci Dünya Savaşı'ndan beri , beyaz olmayan ırkla­ rı, Hıristiyanlık dışındaki dinleri ve Avrupalı olmayan toplum­ ları açıkça kınayıp kötülemek gayri meşru hale gelmiştir. Ken­ nan'ın yazdığı girişte, buna uygun olarak, Balkanlar'ın tarihsel kaderinde Osmanlı lmparatorluğu'nun ve Türklerin rolü pek öne çıkmamaktadır: Bugünkü sorunlar "uzak kabile geçmi­ şi" nden kaynaklanmaktadır ve kökleri " kuşkusuz Türk haki­ m i y e t i yüzyıllarından da ö n c eye uzanmaktadır. " N i hayet "Türklere karşı çok katı olmamak gerekir;" n e de olsa, "Türk idaresi altındayken, bağımsızlıklarını kazanmalarının ardın­ dan gelen döneme kıyasla daha fazla barış vardı . (Bu, Türk idaresinin daha sonraki dönemlere bütün yönlerden üstün ol­ duğu anlamına gelmez . ) " 1 0 1 0 Tlıe Oılıcr Ball1an Wars, 1 4 - 1 5 . Aslında , burada, akademik ya da siyasal olarak itiraz edile­ cek hiçbir şey yok. Her şeyden önce, ulus-devletlerin yaklaşık iki yüzyıllık, başarısı kuşku götürür performanslarından son­ ra, imparatorlukların erdemleri eleştirel bir şekilde yeniden değerlendirilecektir. imparatorluklar için "anomali" gibi söz­ lerin kullanılması akademik dünyada muhtemelen geçerliliği­ ni yitirecektir. Birer etnik ve dinsel mozaik olan toplumlara ulus-devletleri ihraç edip uluslar mozaiği yerine ulus-devlet­ ler mozaiği yaratmanın sonuçları üzerinde alçakgönüllülükle yeniden düşünmenin zamanı gelmiştir. 1 1 Batı Avrupa toplum­ larının ulus-devletlere sözde 'organik' gelişimi düşünülünce, bu alçakgönüllülük daha da zorunlu hale gelir. Aslında bu ge­ lişim, heterojenliğe köklü bir düşmanlıkla başlayan ve yüzyıl­ larca süren sosyal mühe ndisliğin -merkezileştirme sürecine eşlik eden etnik ve dinsel savaşların ve sürgünlerin (yani, et­ nik temizliğin)- sonucuydu , nihayet nispeten homojen siyasal birimler oluşmuş, bunlar 'organik' bir şekilde modern ulus­ devletlere dönüşmüştü. Bu anlatı, kuşkusuz, karmaşık bir sü­ reci basite indirgeyerek kurulmuştu r, ama sürecin dayandığı ahlaki iddiaları gözler önüne sermek için bu basitleştirme ge­ reklidir. Ayrıca, Batı Avrupa'nın geçmişini doğru bir şekilde göstermek, Balkanlar'ı sorumluluklarından muaf kılmaz. Da­ hası, Balkanlı siyasetçilerin ve entelektüellerin , bütün talihsiz­ likleri ve yanlışları için günah keçisi olarak Osmanlı lmpara­ torl uğu'nu ve Türkiye'yi kullanmaları, kendilerini şeytanlaştı­ rılmış bir ötekiye karşı tanımlamaya çalışmaları, düpedüz or­ yantalizme başvurmaları kesinlikle kabul edilemez. Gelgele­ l im, itiraz edilecek nokta, Kennan'ın Balkanlar'ı özselleştirme­ sidir: Herder'in Balkan "Vo lksgeist"ının, fiilen, Kaplan'ın "Bal­ kan hayaletleri"ne dönüşmesi . Ne var ki, bu tavra ancak Kennan'ın entelektüel hipostazıyla ilgilenildiği ölçüde epistemolojik gerekçelerle karşı çıkılabilir. Eğer Kennan bir emperyal j eopolitik süreklilik yapısı bağlamı­ na yerleştirilirse, bir stereotipler geleneğinin esiri (ya da yal1 1 Esther Benbassa, "Balkans: sonir du cadre des f ıaı nations," Libtralion, 1 6- 1 7 Ocak 1 993, 5. 371 nızca onun esiri) olarak görülmeyecektir. Kuşkusuz Kennan, ··nal kanist" metinlerle, Wolgang Iser'e göre bütün okurların ya­ zılı metinlerle kurdugu ilişkinin aynısını kurmaktadır. lser'in formülasyonunda, metin , temsil ettiği dünyadan koparılıp pa­ rantez içine alınm ıştır, "parantez içindeki şey, normalde bir parçası old ugu gerçeklikten ayrılmıştır." Daha sonra iki dünya arasındaki sürekli salınım iki yönlü bir çiftilleşlirme [ doubling] yaratmaktad ır - biri alıcıyı , öteki, metnin dünyasını etkilemek­ tedir. Esas itibarıyla sahnelenen [staged] bir söylem olan edebi­ yatla, bu ikilik kurgusallıgı esteıize etme işlevi görürken, felsefi (ya da başka bir) söylemde kurgu örtülü kalmakta, dolayısıyla pratik uygulama kurallarına tabi olabilmekte, özgül bir amaç için tasarlanabilmekte, bir kelimeyle söylersek, yanlışlanabil­ mektedir. 1 2 Gerçekten , " oryantalizmin meydan okuması , tam anlamıyla, metin dışı ve söylemsel olmayan karmaşık içerimler ve sonuçlar getiren söylemsel bir oluşumun meydan okuması­ dır."13 Buna, bir de kaynaklar eklenebilir. Bu perspektiften ba­ kıldığında, Kennan , bir iktidar-siyaset tutumunun hem önemli mimarı hem de porlc-paro/e'u [sözcüsü ] olarak da görülebilir. Bu örüntüde, ne zaman fırsat çıkarsa, o zaman temsili şekillen­ diren (ya da mevcut tiplerini temellük eden) otoritedir. Öyley­ se, bir kimsenin bütünüyle belirli bir söylemin kavramsal aygıtı içerisinde çalışması, o söylemin kısıtlamalarının sonucu değil­ dir, aksine bilinçli bir tercihtir. lser'in deyişiyle, bu, hareket et­ tiricinin [activator] ·'niyete dayalı nıobilizasyonu" dur.14 Dolayısıyla, Kennan , "bizim şeylere uygulad ığımız bir şid­ det ya da onlara dayattığımız bir pratik olarak söylem," iktidar olarak bilgi ile (siyasal) iktidarın bilgi sagladıgı bir konfigüras­ yon arasında bir kesişim noktasında, ya da karmaşık ve diya­ lektik bir zincirleme reaksiyonun ortasında yer almaktadır, 1 2 Wol[gaııg !ser, Prospl'Cliııg: Fronı Rcadcr Rnpoıısc Lo Literary Aııtlıropology, Bal­ timore ve Londra: Johns l lopkins University Press, 1 989. 238-24 1 ; Susan R Sulciman \'C Ignc Crosman, c<l., Tlıe Rcadcr in ılır 'lext: Essays on Audicnce arıd lııteıprclcıtioıı, Princcton, N.J.: Pnnccton Uni,•crsity Press, 1 980. 1 3 Brcckcnridge ve van eler Vecr, Orirııtalisnı aııd ılıc Posıcolonial Predicanıcrıt, 5. 14 Woirgang lscr, Thc Ficlivc and tlıe l magiııary. Clıaıleriııg Lite ray Arıllıropology, Baltimorc ve Lon<lra: Johns 1 Iopkins Univcrsıty Prcss, 1 993, xvii. ç ü nkü bu ikisi "kesin bir biçimde ayrılmazdır"15 Sosyal psiko­ loj inin sözdağarına dönersek, John French ve Bertram Raven allı toplumsal iktidar tabanı saptamaktadır: Zorlayıcı , ödül len­ dirici, meşru , referans, uzman ve bilgiye dayalı . 1 6 Uzman ikti­ darı, hedef kesimin, eyleyicinin üstün güç ve beceriye sahip oldugu şeklindeki algısına dayanır, oysa bilgiye dayalı iktidar, bütünüyle, eyleyicinin mesajının niteliğine, inandırıcılığına ve argümantasyon mantığına daya nır. Kennan gibi birinin kul­ land ığı , uzmanlık ve bilgiye dayal ı iktidar, eyleyicisinin ikili hedef ki tlesi bu lunduğu için hem genişler, hem de ikili bir so­ ru mluluk taşır: Politika üreticileri ve kam uoyu. Katı siyasal gerçekliklerle karşı karşıyayken ve akademinin sınırları ve mü tevazı imkanlarıyla çalışırken , olsa olsa uzman otoritenin bi lgiye dayalı iktidarını baltalama umudu taşınabilir. Coğrafi olarak Avrupa'dan koparılamayan, ama kültürel ola­ rak içerdeki '' öteki" şeklinde inşa edilen Balkanlar, yarımada dışındaki bölgelere ve toplumlara özgü gerili m ve çel işkiler­ den kaynaklanan, siyasal, ideoloj i k ve kültürel bir d izi dışsal­ laştırılmış düş kırıklığını pekala soğurabilmiştir. Balkanizm, zaman içinde , oryantalizmin sağladığı duygusal boşalımın ye­ rini tutacak uygun bir alan haline gelmiştir ve bu sayede Batı, ırkçılık, sömürgecilik, Avrupamerkezcilik ve Hıristiyanların lslam karşısındaki hoşgörüsüzlüğü suçlamalarıyla karşılaşma­ maktadır. Ne de olsa , Balkanlar Avrupa'dadır; ahalisi beyazdır ve büyük çoğunluğu itibarıyla Hıristiyan'dır, dolayısıyla düş kırıklıklarının onlara yüklenerek dışsallaştırılması, d insel veya ırksal önyargılar gibi alışılageldik suçlamaları bertaraf edebilir. Doğu gibi , Balkanlar da, "Avrupa" ve "Batı" olumlu imgesinin i nşa edilmesinde kullanılan olumsuz özellikler toplamı olarak 15 Michel Foucault, Tlıe A rclıaeology of Krıowledge arıd Tlıe Discourse on Larıgıı­ age, Ncw York: Panıheon, 1 972, 229; l'oucaulı, "Space, Power and Knowlcd­ ge," Sirnon During, cd. , The Culıural Sıudies Reader, Londra ve New York: Ro­ uı ledge, 1 993, 169. 1 6 J . Richard Eiser, Social Psyclıology: ALLiLudes, Cogııitiorı and Social Belıavior, Carnbridg�: Carnbridge Universiıy Press, 1986, 39; Alice H. Eagly ve Shclly Chaiken, The Psyclıology of AILitudes, Orlando, Fla.: Harcourt, Bracc, Jovano­ vich, 1993, 635-636. işlev görmüştür. Doğu'nun ve oryantalizmin bağımsız seman­ tik değerler olarak yeniden ortaya çıkışıyla, Balkanlar Avru­ pa'nı n esiri , medeniyet karşıtı , alter ego'su, içindeki karanlık yüzü olarak kalmıştır. Avrupa'nın dehası üzerinde duran Ag­ nus Heller şu tezleri öne sürmüştür: "Başkalarının başarısının tanınması Avrupalı kimliğinin her zaman bir parçası olmuş­ tur," "Batı ile Doğu miti, medeniyet ile barbarlığın karşı karşı­ ya konması değil, bir medeniyet ile öteki medeniyetin yan ya­ na konmasıdır" ve "Avrupalı (Batılı) kültürel kimliği hem et­ nosantrik hem de anti-etnosantrik olarak tasavvur edilmiş­ tir. " 1 7 Avrupa yalnız ırkçılığı değil, ırkçılık karşıtlığını da, yal­ nız kadın düşmanlığını değil, feminizmi de, yalnız anti-Semi­ tizmi değil, o akımın eleştirisini de üretmiştir, ama Balkanizm terimiyle anılabilecek akımın karşısına, tamamlayıcı ve soylu­ laştırıcı "anti" öneki taşıyan bir karşı akım henüz çıkmamıştır. 1 7 Agncs Heller, "Europe: An Epilogue?" Brian Nelson, David Roberts ve Walter Yeit, ed., The idea of Europe: Problems of National and Transnational ldentity, New York ve Oxford: Berg, 1 992, 1 4. KAYNAKÇA Adanır. Fikreı, "Tradiıion and Rural Change in Souıheasıern Europe During Oııo­ man Rule," Danicl Chiroı, ed., The Origins of Baclıwardııess in Eastem Eu rope: Economics & Politics from ılıe Middle Ages unıil ılıe Early Twenıieth Cenıury, Ber­ keley: Univcrsiıy of California Press, 1 989, 1 3 1 -209. Ahmad, Aijaz, in Tlıeory: Classcs, Naıions, Literatures, Londra ve New York: Verso, 1 992. Ahmad, Fcroz, Tlıe Malıing of Modem Tu rhey, Londra ve New York: Rouılcdge, 1 993. Ahmed, Akbar S., Postmodemism and /slam: Predicament and Promise, Londra ve New York: Rouıledge, 1 992. Ahrwciler, l ldene, Lideologie politique de l'Empire byzanıin, Paris: Presses universi­ ıaires de France, 1 975 Ainlay, Sıcphen C., Gaylene Becker ve Leriıa M . Coleman, ed., The Dilemma of Differcnce: A Mulıidisciplinary View of Stigma, New York ve Londra: Plenum Press, l 986. Ajami, Fouad, " i n Europe's Shadows," New Republic, 1 994, 29-37. c. 2 1 1 , n. 2 1 , 21 Kasım Akinian, P Nerses, ed. , Das Armeniers Simeon aus Polen Reisebeschreibung Anlagen uııd Kolofone, Zusammenfassung in deuıscher Sprache, Viyana: Mechiıarisı Press, 1 936. Alberı, Harımuı, "Kosova 1 979, Albania 1 980: Observations, Experiences, Con­ versations," Arshi Pipa ve Sami Repishıi, ed., Studies on Kosova, Bouldcr: Eası Europcan Monographs No. 1 55, New York: Columbia University Press, l 984, 1 03- 1 24. Alcoraııus Mahomelicus... in die trulsche Sprache gebracht durclı Salomon Sclıweig­ ger, Nü rnberg, 1 6 1 6 . Alexander, James Edward, Travels from India t o England; comprdıending a visil to the Burman Empire, and a joumey through Persia, Asia Minor, European Turlıey, & c. in tlıe ycars 1825-26. Containiııg a clırorıological cpitoınr of ılıe late 111ilitaıy operatioııs in Ava; an accounı of ılır proccedings of ılıe prcsrnl missioıı of ılıc Sup­ rcnıe Govcnııncnı of lııdia to tlıe Court of Telıraıı, aııd a su111maıy of ılıc causes aııd ncnıs of ılıe existing war bctwecıı Russia and Persia; wiı!ı slıctches of ııatııral lıistory, ınarıners and customs, aııd illusıratrd ıv iı lı maps and plates, Londra: Pur­ bury, Allen, 1 827. -, ·rı-avels to tlıe Seat of War in tlıe East, tlırough Russia aııd tlıe Crinıea, in 1 829. Witlı Slı ctclı e s of the /111peıial Fleet and Anııy, Pcrsoııal Advcntures, aııd Clıaracte­ ristic Aııecdotes, Londra: H. Colburn and R. Bcnıley, 1 830. Alexander, Ronelle, "On ıhe Definition of Sprachbund Boundaries: The Place o[ Bal­ kan Slavic," Norbcrı Reiter, cd., Ziele und Wege der Ballıaıılinguistih: Beitrilgc zur Taguııg voın 2.-6. Milrz 1 081 in Berlin, Berlin: Üllo Harrassowiız, 1983, 1 3-26. Alcxandresku- Derska Bulgaru, Marie Maıhilde, "La poliıique demographique des sulıans :ı lsıanbul ( 1 453- 1 496)," Revue dcs ttudes sud-est europteıınes , 28, 1 -4, 13ükrcş, 1990, 45-56. Allcock, john B. ve Anıonia Young, cd., Blaclı Lanıbs aııd Grey Falcoııs: Womrn li·aı·cllcrs in ılıc !Jallıaııs, Bradford. lngilıere: Bradford U nivcrsiıy Press, 1 99 1 . Amin. Samir, Euroccııtrisnı, New York: Monıhly Review Press, 1989. -, Unequal Ocvelopmeııt: An Essay on ılıe Social Fonnations of Periplıeral Capitalisnı, New York ve Londra: Monıhly Review Press, 1 976. Ancel, Jacques, Peuples et natioııs des Ballıans, Paris: A. Colin. 1930. Anderson, Doroıhy P. , MiH lrby and Her Fıiends, Londra: Huıchinson, 1966. Anderson, Maıt hew 5., The Easıem Questioıı, 1 774- 1 923, New York: Macmillan, 1966. Andric lvo, The Bridge on tlıe Drina, Chicago: Universiıy of Chicago Press, 1966. Angelomaıis-Tsougarakis, Helen, The Eve of the G reelı Revival: Britislı Travellers Perceplions of Early Niııeleeıııh-Cenıury Grecce, Londra: Rouıledge, 1 990. Anıonin, Archim, Poezd/ıa v Rumdiyu, Sen Petersburg, 1 879. Anıonov-Poljanski, Hristo, B ri tansh a bibliografij a na Malıedonija, Üsküp: Insıiluı za naısionalna isıorija, 1 966. Archer, Laird. Balkanjoumal, New York: W W Norıon, 1 944. Arnakis, George G . , "The Role of Religion in ıhe Developmenı of Balkan Nationa­ lism," Tlıe Balhaııs in Transition: Essays on the Developmcııt of Balhan Life and Politics Since ılıc Eighıeeııth Crntury, Charles ve Barbara Jelavich, ed., Berkeley ve Los Angeles: U niversiıy of Califomia Press, 1963, 1 1 5- 1 44. Asad, Tala!, cd., Antlıropology and ılıe Colonial Encounıer, Londra: \ıhaca Press, 1973. Ash, Timothy Garton, "Does Central Europe Exist," New Yorh Review of Boolıs, c. 33, n. 1 5, 9 Ekim 1986, 45-52 (şu kitapta yeniden basılmıştır: G eoıge Schöpf­ lin ve Nancy Wood, ed., in Search of Central Europe, Cambridge, lng.: Poliıy Press, 1989, 1 9 1 - 2 1 5. -, "Easttm Europe: Apres Le Deluge, Nous," New Yorh Review of Boohs, c. 37, no. 1 3, 1 6 Ağustos 1990, 5 1 -57. -, "Prague: l ntellectua\s &r Politicians," New Yorh Review of Boohs, c. 42, no. 1 , 1 2 Ocak 1995, 34-4 1 . Ash , Tinıoıhy Garton, Michacl Merıcs ve Dominique Moisi, "Leı ıhe Eası Europe­ ans in 1 " Nrw }orlı Rc v ie w of Boolıs, c. 38, ııo. 1 7, 24 Ekim 1 9 9 1 . 1 9 . Atlas. Janıcs, "Name Thaı Era: Pinpointing A Moment O n ılıe M a p of Hisıory," New Yarlı 11nıes, 1 9 Mart 1 995, E l -ES. Auerbach, Erich, Mimesis: tlıe Representation of Reality in Wrstenı Li t e rcı t ıı rc , Prin­ ccton, N.j . : Princcıon Universiıy Press, 1 968. Augustinos, Gerasimos, "Culıure and Auıhenıiciıy in a Small Sıaıc: Hisıoriog­ raphy and National Dcvelopmenı in Greecc," East Eurol 'can Qua rt c rly , c. 23, no. l , l 989, 1 7-3 1 . ı\ugusıinos, Olga, frenclı Odysseys: G rcecc i n Frcnclı Tı·avcl Litcrature /rom tlıc Re­ naissance to tlıc Romantic Era, Ilalıi more: J ohns Hopkins Univcrsiıy Press, 1 994. Ayverdi, Samiha, Ne ldilı Ne Oldulı, lstanbul: l lülbe Yayınları. 1 985. Babic, Blagojc, "Collapse of Yugoslav Self-Managcmenı Society and a Possiblc Al­ ternaıivc," Meöunarodni problemi, c. 46, no. 2, Ilelgrad, l 994 , 205-228. Badic, Berırand ve Picrrc 13irnbaum, Tlıe So c iology of tlı e Staıc, Chicago ve Londra: Univcrsiıy of Chicago l'ress, l 983. Babingcr, Franz. Dic Gesdıidıtssclıreiber der Osmanrn ımd ilıre We rlıe , Lcipzig, 1927. Bakii:-Haydcn Milica, "Ncsıing Oricnıalisms: The Case o f Former Yugoslavia," Sla1•ic lln-ieıv, c . 54. no. 4 Kış 1 995, 9 1 7-93 1 . Bakic-l layden , Milica ve Roberı, "Oricnıalisı Variaıions o n the Theme 'Ilalkans': Syınbolic Gcography in Recenı Yugoslav Cultural Polilics," Slavic Rfl'ieıv, c. 5 1 , no. 1, Bahar 1 992, 1 - 1 5. Balan, lon Dodu, A Concise llistory of Romanian Literature , Bükrcş, Ediıura Şiinıi­ fica şi cnciclopedicii, 1 98 1 . "Ilalkan 13rinkınanship," Neıv Yorlı Times, 1 0 Mart 1 995, A28. "Balkanisierung, Meyers Enı:y/ılopıldisches Lexi/ıon, Mannheim, Viyana ve Zürich: Bibliographisches lnstiıuı, Lexiconverlag, 1 97 1 , 408. The Ballı ans Many Peoplcs, Many Problems, Madison, Wisc.: USı\Fl , 1944. Tlıe Ballıans, Togetlıcr with Hungary , Londra: Raya! lnstituıe of lnıernaıional Affa, irs, 1 945. Ballıaııslıi pcsni, Yama: Zora, 1 9 1 3. Balhcmslıite strani po pltya ha promenite, Sofya: Markisa, 1 993. Banac, lvo, "Milan Kundera i povraıak Srednje Evrope," Gordogan. c. 9, no. 1 . 1 987, 39-46. -, "M isreading ıhe Balkans," foreign Po/icy, no. 93, Kış 1993-94, 1 73-182. Barac, An tun, A History of Yugoslav Literature, Ann Arbor: Michigan Slavic Studi­ es, 1 9 76. Baranyi . George, "On Truths i n Myths," Eası European Quarlerly, c. 1 5 , No. 3 Ey­ lül 1 98 1 , 347-355. Barnard, Frederick M., "Culıure and Civilizaıion i n Modern Times," Diclionary of thc History of ldeas, New York: Scribner's, 1 973, c. 1 , 6 1 3-62 1 . - , Herders Social aııd Political Thought from ıhe Enliglııenment t o Nationalism, Ox­ ford: Clarendon Press, 1 965. Barıhes, Roland, Mythologies, Paris: Editions du Seuil, 1 957. Barıhold, W.-B. Spuler, "Balkhan," The Encyclopedia of lslam, c. 1, Leiden: E. ]. Brill, 1960, 1 002. Basscı. Richard, Balhan Hours: Travels in the Other Europe, Londra: John Murray, 1990. Beaujour, Felix, Voyagc militairc dans tEmpire Otwnıan, ou description de ses fronti­ tres et des ses principalrs dtfrnses, soit naıurelles, soil artificiclles, avec 5 canes gtographiques, Paris: Firmin Didoı, 1 829. Beck, Brandon H., From tlıe Rising of the Sun: English lmages of the Ottoman Empire to 1 715, New York. Bern, Frankfurı-am-Main ve Paris: Peıer Lang, 1 987. Bcck, Hans-George, Manoussos Manoussakas ve Agosıino Perıusi ecl . . Venezia: Centro di mediazione ıra Oriente e occidente (secoli XV-XVI): Aspeıti e problemi, Floransa: L. S. Olschki, 1 977. Becker, Gaylene ve Regina Arnold, "Sıigma as a Social and Culıural Consırucı," Sıephen C. Ainlay, Gaylene Becker ve Leriıa M. Coleman. cd., The Dilemma of Differencr: A Multidisciplinary View of Stigma, New York ve Londra: Plenum, 1 986, 40-58. Behar, Cem, Nuptiality and Marriage Pattems in lstanbul (1885- 1 9 70), lsıanbul: Boğaziçi Universiıy Research Papers, 1 985. -, "Polygyny in lstanbul, 1 885- 1 926" Middle Eastem Stııdies, c. 27, no. 3, Tem­ muz 1 99 1 , 477-486. Bekhin'ova, Ventsislava, ed., Bilgariya prez pogleda na clıeshlıi plteslıestvenitsi, Sof­ ya: lzdatelstvo na Otechestveniya Front, 1 984. Beli, John O., Peasants in Power: Alexander Stambolishi and tlıe Bulgarian Agrarian National Union, 1899-1 923, Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1 977. Belon, Pierre, Les observatioııs de plusieurs singularitez et choses mtmorables, tro­ uvtes en G rtce, Asie, l udte, Egypte, Arabie & autrcs pays astranges, rtdigtes en trois livres, par Pierre Belon du Mans, Paris, 1 553. Benbassa, Esther, "Balkans: sorıir du cadre des Etat nations," Libtration, 16- 1 7 Ocak 1993, 5. Benoist, Joscph-Roger de, La ballıanisation de l'Afrique occidentale française, Dakar, Abidjan ve Lome: Les nouvelles editions africaines, 1 979. Berdyaev, Nicolas, Leontiev, Londra: Geoffrey Bless, Centenary, 1 940 (ilk basımı: Konstantin Leont'ev, Paris: Y.M . C.A., 1 926). Brend, lvan ve György Ranki, Economic Developmenı in East-Cenıral Europe in ıhe Nineternıh and Twenfictlı Crn!uries, New York ve Londra: Columbia University Press, 1 974. Berisha, Sali, "The Democratic Parıy Has Kept !ıs Word," Rilindja Demohratilıe, 7 Mart 1 995; ayrıca FBIS-EEU-95-049, 14 Mart 1 995. Berkes, Niyazi: The Devclopment of Secularism in Turhey, Monıreal: McGill Univer­ sity Prcss, 1 964. -, Turhish Nationalism and Westem Civilization: Selected Essays of Ziya Gökalp, Westporı, Conn.: Greenwood Press, 1 98 1 . Bcrkovici, Konrad, The lncredible Balhans, New York: Loring and Mussey, 1 932. Berna! , Manin, Blach Athena: The Afroasiatic Roots of Classical Civilization, c. l, The Fabrication of Ancient G reecc 1 785-1 985, New Brunswick, N .J . : Ruıgers Universiıy Press, 1 987. Bernaıh, Maıhias, "Südosıeuropaische Geschichıe als geso nderıe Disziplin," Forsclıııngcn zur osteuropaischen Geschichte, c. 20, Berlin: Südosıeuropa-Insıiıuı ve Wiesbaden: O. Harassoviız, 1 973, 1 35 - 1 45. Bcsclıreibuııg eiııer Lcgation uııd Reise, von Wien aus Osterreich auff Constantinopel .. ltzımd abcr in Drudı vcrfertigeL durclı M. Franciscum Omichium, Güsırow: im Fürsıcrlichen Mecklenburgischen Hoffiager, 1 582 . Besdıreibung der Reiserı des Reiııhold Lubcnau, Wilhelm Sahm, ed. , 2 böl., Königs­ berg, 1 930. Bezsonov, P., Nelıotorye clıerty puteslıestviya Yu. /. Venelina 1 857. v Bolgariyu, Moskova, Biberaj , Elez, "Albania's Road ıo Democracy," Currenı History, c. 92, no. 577, 1 922. -, "Kosova: The Balkan Powder Keg," Con.flict Studies, no. 258, 1993, 1 -26. Bibliogrnplıie d'ttudes balhaniques, 1 -20, Sofya: lnsıiıuı d'eıudes balkaniques, Cl­ BAL, 1968- 1 987. Bidney, David, "Myı h , Symbolism, and Truıh," Thomas A. Sebeok, ed. , Myth: Synıposiunı, Philadelphia: American Folklore Socieıy, 1 955, 1 - 1 4. Bisanzio el 'Italia: raccolta di studi in nıemoria di Agostino Pertusi, Milano: Vita e pensiero, 1 982. Black, Jeremy, The British and the G rand Tour, Londra: Croom Helm, 1 985. Bloom, Harold, The Westem Canon: The Boohs and School of the Ages, New York: Harcourı Brace, 1 994. [Blount, Henry ] . A Voyage inlo tlıe Levanı: A Breife relation of a joıımey, lately per­ fornıed by Master H.B. Gentleman, from England by the way of Yenice, inlo Dal­ nıatia, Sclavonia, Bosnah, Hungary, Macedonia, Thessaly, Thrace, Rhodes and Egypl, unlo Gran Cairo: willı particular observations concerning the moderne con­ dition of tlıe Turlıes, and olher people under thaı Empire, Londra: Andrew Cro­ oke, 1 636. Bodea, Cornelia ve Hugh Seıon-Waıson, ed., R. W Seton-Watson şi Romanii, 1 9061 920, c. 2, Bükreş: Ediıura ştiinıifica şi enciclopedica: 1 988. Bolia, Cezar, Liberıaıea, no. 6, 1 3 , 1 4 , 1 5, 1 7 Nisan 1 87 1 . Bolintineanu, Dimiırie, Clıltııorii p e Dunlıre ş i in Bulgaria, Bükreş: Tipografia nali­ onala a lui josip Romanow, 1 958. Booth, John L. C., Trouble in the Balhans, Londra: Hurst and Blackett, 1 905. Boppe, Auguste, Journal e! correspondence de Gtdoyn "le Turc, " consul de France Alep (1623-1 625) , Paris: y.y. , 1 958. ıi Bora, Tam!, 'Turkish National Jdentity, Turkish Naıionalism and the Balkan Prob­ lem," Günay Göksu Ôzdoğan ve Kemali Saybaşılı, ed. , Balhans: A Mirror of Lhe New /nlenıaıional Order, lstanbul: EREN, 1 995, 1 0 1 - 1 20. Borchardı, Felix, "Berlin-Bagdad. Mitteleuropa und der Nahe Orienı," Ballıan ıınd Orienı, Berlin: Verlag Friız Hirschberg, 1 9 1 6/1 9 1 7, 7- 1 0. Boscowich, R. J., Journal d'un voyage de Consıantinople en Pologne, fail ıi mite de son excellcnce Mr Jag. Porıer, ambassadeur d'Angleıerre par . . . , Lozan: Grasseı, l 772. (Boscovich Ruggicro Gi uscppc, Gionıale di ıın Viaggio da Consranrinopoli in Polo ıı i a dcll 'abaıc . . . , Milano: Giordano Ediıore, 1 966). llöllncr, Helınut, Englaııd g rr ifr naclı Süclosı-Eııropa (Wi rısdıafrlidıcr Tarbesıand ıı ı ıd Folgcrııııgl11), Viyana ve Lcipzig: ı\dolf Luser Vcrlag, 1 939. lloue, ,\mi, Rccucil d'irincrairrs daııs la Tu rq ıı i e d 'Eıı rop c: Df!ails geogrcıplıiques, to­ l'ograplıiqucs rl slalisriqucs sur cet mıp i rc , Viyana: W. llrauınüller, 1 854. -, La Turqııie d "E ıı ropc oıı obsavatioııs sıır la gcograplıic, la geologit-, l"lıistoirc naıu­ relle, la srarisriqııc, irs ıııornrs, lcs c ııu r u ııı c s , l'arclıccologic, l 'agricıılrııre, l'indusı­ ric, le wııııı ı cıa, lcs goııı-crııcııırııı.� clil"crs, le clcrgı!, l "h is r o i rc eı l'ı'raı poliıiqııe ele cer r mpi rc. L 1 -4 . Paris: ı\rthus Bartrand, 1 840. Bracciolini. Franccsco. La 13ulglıaia Coııvcrurıı: Pornıa Hcroirn. Roma, 1 637. BrnilsforJ , H. N . , Maccdoııill: lıs Hace' aııd Tlıcir Fıırııre, Londra: Methuen, 1906. Braudc, lkııja ıniıı, ve lkrnard Lcwis. cd., Clırisliaııs ıııı d jc w s in ılıc Ortoıııan Empire: Tlıe Fıınclioııing of a l'lııral Soc ie ry , c. l, Ncw York ve Londra: Holnıes & M c i cr, 1 982. Braun, M . , Die Slawcıı aııf dem Balluııı bis :ıır Bcfrciııng von der Uırlıisclıcıı l leıTsc­ hafr, Lcipzig, 1 9 4 1 . Breckenridge, Carol A. ve Pctcr van der Vccr, c d . , Orienralism and ılıe Posıcolonial Predicanırnl: PersprCfİl"rs on Soıırlı Asia, Philadclphia: University of Pennsylva­ nia Prcss, 1 993. Brodsky, Joscph ve Vaclav Havcl, "'"Thc Post-Coınmunist Night mare': An Exchan­ ge," New Yorlı Rcvicw of IJoolıs, c. 4 1 , no. 4 , 1 7 Şubat 1 994, 28-30. Brooke, Michacl Z., Le Play, E ng i n e cı and Social Scientist: Tlıe Life and Worlı of Frc­ deric Le Play , Harlow: Longmans, 1 970. Brown, Edward, M . D., A Brief Acco ı ını uf Soıııe Tı·avcls in dil'ers Parrs of Eı ırop c, Viz. Hııngaria. Sen-ia, Bulgaria Ma ccılon ia, Tlıessaly, Ausrria, Sryria, Carinthia, Canıiola and Friııli. Tlı roı ıglı a grcal parı of Gcmıany, and Tlıe Low Coıınlries. Tlı rou glı Marca Trcvisana, and Lonıbardy on barlı sidcs of rlıe Po. Wirh soıııc ob se r ­ vations on tlıe Gold, Silvcr, Coppeı; Quiclı-Silver Mines, and rlıe Barhs and Mineral Warers in Tlıosr Parrs. As alsa, rhe Dcscription of ıııany Aıı r i qıı i lies, Habirs, forri­ fi c ari orı s a n d Rrmarlıablc Places. Thc Scc on d Edirion witlı nıany A dd i t i on s , Lond­ ra: Bcnj. Tookc, 1 685. Brown, L. Cari, cd., l mpe ri al Lcgacy: Tlı e OUonıan /mprint in ıhe Ballıans and rhe Middlc East, Ncw York: Columbia University Press, 1 995. Bruner, Jeromc S., Jacquclinc J . Goodnow ve George A . Austin, A Srudy of Tlıin­ lıing, New Brunswick, N .J. ve Oxford: Transaction Books, 1 986. Brusten, Manfrcd ve J ü rgen Hohmeier, ed., Srigmarisienmg: Zıır Prodııhlion ge­ sellsc/ıaftlicher Randgruppen , Neuwied ve Darmstadt: Hermann Luchterhand Vcrlag, 1 9 75. Burmeister, H.-P., E Boldt, Gy. Meszaros, cd., Miııe/europa-Traunı oder Trauma? Oberlegungen zum Se/bstbild einer Region, Bremen: Teınmen, 1 988. Busbecq, Ogier de, A. Gislenii Busbequii omnia quae exıant: Legationes Turcicae episrolae qııatuor, Amsterdam: Ex officina Elzeviriana, 1660. Byron, Robert ve David Talbot Rice, The Birrh of Westem Painling: A History of Co­ loı; Form and lconograplıy, illusrraıed from the Painlings of mi sıra and Mounr At­ hos, of Giotlo and Ducciu, and El Greco, New York: A . A. Knopf, 1 93 1 . Calinescu, Maıci, "lfow Can Onc Be 1 , 1 983, 25-36. a Romanian," Souılıeaslcnı Eıırope, c. 1 0, no. -, "'1-low can one be whaı one is?' RcOecıions on ıhc Romanian and ıhe French Cioran," manüskri, 1995, 4 1 s. -, "'Ionesco and Rlıiııııceros: Pcrsonal and Poliıical Backgrounds," Eası Eııropeaıı Polilics atıd Socirlies, c. 6, no. 3, 1 995, 397-399. -, "Roınania's 1 9305 Revisiıcd," Salmagwıdi, c. 97, Kış 1 993. 1 34- 1 5 1 . Calliınachus, Philippus, Philippi Callimaclıi Experieıııis ad lııtıoceıılium ocıavıım Poıı ıificcııı ıııaxinııını. . . de bcllo Turcis iııfcrrndo oraıio, Frankfurt, 1601 . Caıııbridgc Hislory of Englislı Litcraıure, c. 1 4, Caınbridge, 1 922. Caragiale, !on Luca, Tlır Losl Lrller aııd Otlıcr Plays, Londra: Lawrencc and Wisharı, 1 956. -, Oeııvrcs Choisics· Tlıeatrc, Bükreş: Ediıions "Le Livre," 1 953. Carrc, John le, Tlır Niglıt Mmıagcr, New York: Ballanıine, 1 993. Carricr, Jaıııcs G., Occidrnıalimı: lıııages of tlıe Wcst, New York: Oxford Universiıy Prcss, 1 995. -, "Occidcnıalisın: ıhc world ıurned upsidc-down," American Etlıııologisl, c. 1 9, no. 2, Mayıs 1 992, 1 95-2 1 2 . Carle der Eııropaischen Türhey ııcbst ciıırnı Tlıeile von Klciııasirıı i n XXI Dlatteııı: Naclı den bestrn Hülfsqııelleıı eııtwoıfrıı ımd gezeidıneı dıırclı dcıı lı. lı. Obcrstlieıı­ tcnant Frcııı;: ı·oıı Weiss. Viyana: 1-lerausgegebcn von dem k. k. ösıerrcichischen Gencralquarticrıneisıersıabe, 1 829. Carıcr, f-rancis W, " l ntroducıion to ıhe Balkan Scene," Aıı l listorical Geograplıy of tlıc Ballıans, Londra: Academic Press, 1 9 7 7 , 1 -24. Carver, Roberı, "Despair aınong the dervishcs: The role of fundamentalisın in Tu r­ kcy," Tiınes Literaıy Supplemrnt, 3 Şubat 1 995, 1 3. Casc, Ellis, "He Hcars Aınerica Sinking," New Yorlı Tiınes Boolı Review, 27 Mart 1 994, l l . Castellan, Georgcs, l listoirc des Ballıans: X/Ve-XXe sircfes, Paris: Fayard, 1 99 1 . Ceınarowicz, Anıoni, Ji:ıj na diploınacja Adama jcrzego Czartoıyslıiego n a Ballıa­ naclı: flotcl Lanıbert a lıryzys serbslıi 1 840- 1 844, Krakow: Nakladeın Uniwcrsy­ ıctu Jagiellonskiego, 1 993. Chakrabarıy, Dipcsh, "Posıcolonialiıy and ıhe Arlifice of History: Who Spcaks for 'lndian' Pasıs?" Rrpresentalions, c. 37, Kış 1 992, 342-369. -, "'Radical Hisıorics and Quesıion of Enlightenınenı Raıionalisın: Soıııc Rccenı Criliqucs of Subalıern Sıudics," Economic and Polilical Wcclıly. 8 Nisan 1 995, 7 5 1 - 759. Chamberlain, M . E., Deco/oııizaıion: Tlıe Fail of ılır Eııropean Empires, Oxford: Ba­ sil Blackwcll, 1 985. Charanis, Peıer. Sıııdics orum, 1 972. 0 11 ıhe Dcıııograplıy of tlıc Byzantine F.ıııpire, Londra: Vari­ Chateaubriand, François-Rene, vicomıe de, /tineraire de Paris rusalem ıl Paris, Paris: Le Normanı, 1 8 1 2 (2. baskı). el jtrusalem el de Jc­ Chikhachev, P. A., Straııitsa o vostolıc, Moskova: G lavnaya redaktsiya vosıochnoi liıeraıury izdatel'stva "Nauka," 1 982. �R1 -, Asie Mirıeurc: Descriplion physique, climatologie, zoologie, botanique, gtologie, stalislique et arclıtologie de ceLLe contrte, Paris: 1 853- 1 869. -, Une page sur l'Orienl, Paris, 1 868. Chishull, Edmund, Travels in Turlıey and bach Lo England: By Lhe lale Reverend lear­ ned Edmund Chishull, Londra: W Boyer, 1 74 7. Chrisıie, Agaıha, The Secreı of Chimneys, New York: Deli, 1 975. Chrisıoff, Peıer K., An lntroduction Lo Nineteentlı-Century Russian Slavophilism: a study in ideas, 4 c., Gravenhage: Mouıon, 1 9 6 1 - 1 9 9 1 . The Clıurclı in ıhc Chrislian Roman Empire, New York: Macmillan, 1 956. Cioran, Emil M . , History and Utopia, çev. Richard Howard, New York: Seaver, 1987. -, Sclıimbarea lafatiı a Romaniei, Bükreş: H umanitas, 1 99 1 . - , Tlıe TempLaLion t o Exisl, çev. Richard Howard, Chicago: Quadrangle, 1 968. Clarke, Edward Daniel, Travels in Various Countries of Europe, Asia and Africa, Londra: Cadell and Davies, 1 8 1 4 . Clarke, james F. , Bible Societies, American Missionaries, and the Nalional Revival of Bulgaria, New Yo rk: Arno, 1 97 1 . - . Bulgaria and Salonica i n Macedonia, Bosıon: American Board of Commissi­ oners for Foreign Missions, 1895. -, Tlıc Pen and the Sword: Studies in Bulgarian Hislory, Boulder, Co.: Eası Europe­ an Monographs, no. 252, New York: Columbia Universiıy Press, 1988. Tlıe Claslı of Civilizatiorıs ? The Debate (A Foreign Affairs Readcr) , New York: Coun­ cil on Foreign Relaıions, 1 993. Clifford, James, The Predicamenı of Culture: Twentieth Century Etlınography, Litera­ ture and Art, Cambridge: Cambridge Universiıy Press, 1 988. Clifford, James, ve George E. Marcus, ed., Writing Culture: The Poetics and Politics of Ethnograplıy, Berke ley ve Los Angeles: Universiıy of California Press, 1 986. Clogg, Richard, "Benjamin Barker's journal o f a Tour in Thrace ( 1 823)," Univer­ sily of Birmingham Historical]oumal, c. 1 2, no. 2, 1 9 7 1 . Clogg, Richard, ed., Balhan Sociely i n the Age of Greeh lndependence, Londra: Mac­ millan, 1981. Codrescu, Teodor, O clıllıtorie La Constanlinopol, Yaş, 1 844; ! o n Ionescu de la Brad, Excursion agricole dans la plaine de la Dobrodja, lsıanbul: lmprimerie du journal de Consıanıinople, 1850. Cohen, Roger, "A Balkan Gyre of War, Spinning Onto Film," New Yorlı Times, b ö­ lüm 2, 12 Mart 1 995, 1 , 24-25. -, "in the Dock: Balkan Nationalism," New Yorh Times, 30 Nisan 1 995, ES. Coleman, Lerita M., "Sıigma: An Enigma Demystified," Stephen C . Ainlay, Gayle­ ne Becker ve Lerita M. Coleman, ed., The Dilemma of Difference: A Multidiscip­ linary View of Stigma, New York ve Londra: Plenum Press, 1986, 2 1 1-232. A Collection of Modem and Contemporary Voyages and Travels: Containing, l. Trans­ lations from foreign languages, of voyages and travels never before lranslated. il. Original voyages and travels never before published. lll. Analyses of new voyages and travels published in England, Londra: R. Phillips, 1 805- 1 809. Colombo, John Robert ve Nikola Roussanoff, The Balhan Range, Toronto: Houns­ low, 1 976. Connor, Walkcr, Tlıe National Question in Marxist-Lcniııist Tlı eo ry and Strategy, Princeton , N .] .: Princcton University Prcss, 1 984. Conrad, Joseph, Noıes on Life and Letters, Freeport, N .Y.: 13ooks for Libraries Press, 1 9 72 (Doublcday 1 92 1 baskısıııın tıpkıbasımı). Copans, Jean ve Jean ]ami n, ed., Aux o ıi gines de l 'antlı ropologie française: Les mt­ moires de la Soci t tı' dcs observateurs de l'homme en l'an VllI, Paris: Le ·sycomore, 1 978. Coppin, Jean, Le bouclier de l 'Europe ou la g ıı e ıTe sainte, contenaııt des avis politiqu­ es eı clıretiens qui peuvenı servir de lumiere aııx rois et aux souverains de la C/ın'­ ıienlt', pour gua ra n tir lcurs esıats des incursions des Turcs eı rcpren dre ceux qu'ils ant usurpe sur eux. Avec une relation de voyages faits dans la Turquie, la Tlıebaide et la Barbarie, Lyon: 1 660. Corradi, Giuseppe, "Balcanica, penisola." Grande Dizion ario Enciclopedoci UTET, c. 2, Torino: Unione Tipografico-Editrice Torinese, 1 993, 786-790. Couloumbis, Theodore A. ve Thanos Veremis, "in Search of New 13arbarians: Sa­ muel P. Huntington and the Clash o f Civilizations," Meditenanean Quarterly, Kış l 994, 36-44. Cousinery, Esprit-Mary, Voyage dans la Macedoine contenant des reclıerclıes sur l 'lıis­ toire, la gtograplıie et les anıiquitı' de ce pays , Paris: l mprimerie royale, 1 83 1 . Covel, John, Early Voyages and Travels in the Levanı. il. Extracts from the Diaries of Dr. Jolııı Covel, 1 670-1 679. Londra: Hakluyt Society, 1 893. Cox, Samuel S . . Diversions of a Diplomat in Turhey, New York: Charles L. Webster, 1 887. Crampton, Richard J., Eastem Europe in tlıe Twentieth Century, Londra ve New York: Routledge, 1994. -, A Short Histo ıy of Bulgaria, New York: Cambridge Universiıy Press, 1 987. "Credit McNamara i n Winning the Cold War," New Ya rlı Times, 14 Nisan 1 995, A l 4. Curtis, William Eleroy, The Turh and His Lost Provinces, Chicago, New York ve To­ ronto: Fleming H. Revel, 1 903. Cvetkova, Bistra, ed., Frrnslıi pitepisi za Balhanite, XV-XVll v. , Sofya: Nauka i iz­ kustvo, 1 975. -, Fremlıi pltepisi za Balhanite, XIX v, Sofya: Nauka i izkustvo, 1 98 1 . Cvijic, Cristopher, Remalıing the Ballıans, Londra: Royal lnstitute of lntemational Affairs, 1 99 1 . Civijit, Jovan, La peninsule balhanique: gtographie humaine, Paris: A . Colin, 1 9 1 8 (Sırpça çevirisi: Ballıansho poluostrvo i jutnoslovenshe zemlj e, Belgrad, 1 922). -, Mahedonshie slavyane. Etnografıcheshie isscledovaniya, Petrograd: Slavyanskaya biblioteka, 1 906. Çetiner, Yılmaz, Şu Bizim Rumeli, lstanbul: Milliyet Yayınları, 1 994. Dağlarca, Fazıl Hüsnü, Se/ected Poems, çev. Talat Saiı Halman, Pittsburgh: Univer­ sity of Pit tsburgh Press, 1969. 383 Dakin, Doughas. British and Anıcrican Phillıellcncs, Sclanik: Meleton Hersonesou tou Aimou, l 957. Dako, Christo A., Albania: Tlıc Master Kry ıo tlıc Ncar East, Boston: E. L. Grimes, 1 9 1 9. Dako, Christo A. ve Dhimitri Bala, Albanias Riglııs, Hopcs and Aspiralions. Tlıc Sıreııgtlı of tlıc Nalioııal Cansciausrıcss of ılıe Albaııian People, Boston: 1 9 l 8. Dako, Chrisıo A. ve M ihal Grameno, Albanias R igl ıt s and Claims ta lndependeııce aııd Terrilorial lntcgrity, Bostan: l 9 1 8. Daııchov, N. G. ve 1. G. Danchov, Bilgarslıa eııtsilılopediya, Sofya: Knigoizdatelstvo SL. Atanasov, l 936. Danova, Nadya, Natsionahıiyat vipros v grıtslıile politicheslıi programi prez XIX vch, Sofya: Bılgarska Akadcnıiya na Naukite, 1 980. Danova, Nadja, Ycscla Dimova, Maria Kalitsin, ed., Prcdstavaıa za "drugiya " na Ballıanitc, Sofya: Akadcnıichno izdatelstvo "Marin Drinov," 1 995. Darkot, Besim, "13alkan," l s l a m Ansiklopedisi, lstanbul: Maarif Maatbası, 1 943, 280-283. David, Zdcnck, "Bohemian Utraquism in the Sixteenth Ccntury: The Distincıion and Tribulaıion of a Rcligious 'Yia Media ,"' Comnııırıio Viatorıım, c. 35, no. 3 , 1 993. Davison, Roderic 1 1 . , "Britain, the lntemational Spectrunı, and the Eastern Ques­ tion, 1 827-184 1 ," Nrw Pcrspectives on Turlıey, no. 7, Bahar 1 992, 1 95-23 1 . -, "The lmagc of Turkey in the West in Historical Perspective," Turlıish Stııdics Associalio11 1Julleti11, no. 1 , 1 98 1 , 1 -6. -, "Wherc is the Middle East?" l'oreigıı Affairs, Temmuz 1 960, 665-675. DcGerando Joscph-Marie, Tlıe Observatioıı of Savage Peoplcs, Berkeley ve Los An­ gcles: Uııivcrsity of California Prcss, l 969. Deliradev, P., Ot Kom clo Emine (po biloto ııa Stara-planiııa). Sofya: y.y. , 1 934. Dcrrida, Jacques, Of Granııııatology, çev. Gayatri Chakravorty Spivak, Baltimore ve Londra: Johns 1-lopkins University Press, 1 9 76. -, Tlıe Otlıer Hcadiııg: Rejlcclioııs on Todays Europe, çev. Pascalc-Anne Brault ve Micahcl B. Naas, Bloonıington ve l ndianapolis: l ndiana Univcrsity Press, 1 992. -, Speeclı ancl Phenomcııa, and Otlıer Essays on Husserls Tlıeory of Signs, çev. Da­ vid B. Allison, Evanston, ili.: Northwestern University Press, 1 973. -, Writing aııd Diffe reıı ce , çev. Alan Bass, Chicago: U niversity of Chicago Press, 1 978. De Windt, I-Iarry, Tlırouglı Savagc Eıırope: Being ıhe Narrativc of a ]ourııey Undcrta­ lıen cıs Spccial Coıwspoııclcııt of tlıe "Weslminslcr Gazcttc" Tlırouglıout the Ballıaıı Statrs aııd Eııropeaıı Russia, Londra: T. Fisher Unwin, 1 907. Dimitrov, Strashimir, "Za yurushkata organizatsiya i rolyata j v etnoasimilatsionni­ te protsesi," Velıove, c . 1 -2 , l 982, 33-43. Dimitrova, Snczhana, "jovan CvijiC za periferiyata i tsentira,'· Ballıanistic forum, c . 3, no. 1 , 1 994, 5 - 1 6. Dirlik, Arif. 'The Postcolonial Aura: Third World Criticism in the Age of Global Capital isııı ," Crirical lııq u i ry, c . 20, Kış 1 994, 328-356. Djordjcvic, Dimitrije, "Migrations Duı'ing ıhe 1 9 1 2- 1 9 1 3 Balkan Wars a!Jd Wo rld War üne," Mignııions in Balhan Hislory, Belgrad: Serbian Academy of Scicnces and Arts, 1 989, 1 1 5- 1 30. Djordjcvic, Dimitrije ve Stcphen Fischcr-Galati, The Ballıaıı Revolulionary Tradi!i­ on. Ncw York: Columbia Universıty Press, 1 98 1 . Dncvnyyc zapiski poezdki v Konstantinopol A . G . Krasnokutskogo v 1808 godlJ., Moskova: V Tipografii S. Salivanovskago, 1 8 1 5. Donc hev, Doncho, Fizichcslıa i sotsialno-ilıonomicheska geografiya na Bilgariya, Veliko Tırnova: Slovo, 1 994. Donia, Robert J. ve John V A. F i nc Jr., Bosnia and Hercegovina: A Tradition Betra­ ycd, Ncw York: Columbia Uni\'Crsiıy Press, 1 994. Döpnıaıın, Hans-Dicter, "Dic Christenheit auf dem Balkan im Spicgel dcuıschsp­ raclıigcr L itcralur dcs 19. Jahrhuııdcrts," Josip Mate5iC ve Klaus Heitmann, cd. , Siidostcııropa in der \Vtılırnelınıımg der deuısclıcn ôffenıliclıheil vom Wiencr Kong­ ress (181.5) bis ;:um Pariser f'rieden (1856), Münih: Südosteuropa-Gesellschaft, 1990, 1 9-32. Dosıyan , !rina S., Rossiya i bQIJıcıııslıii vopros. iz islorii russlıo-ballıarıslıilılı politec­ lıeslıilılı svyazei v pervoi tret'e XIX "· · Moskova: Nauka, 1 9 72. -, Russlıaya ob.ı lıcheslvrnnaia mysl'i ballıanslıic narody: or Radislılıclıeva do dclıab­ ristov, Moskova: Nauka, 1980. Douglas, Mary, Pııriıy ımd Daııger: An Analysis of Concepts of Pollution and foboo, l larmondsworth, Middlescx, Ing.: Pcnguin, 1 970 (ilk basımı: 1 966). -. ed. Rıılrs and Mcaning. Tlıe Antlıropology of Evcryday Knowlcdge, 1 larmonds­ worth, Middlcscx , fog.: Penguin, 1 973. Douglas, Mary ve David llull, cd., How Classification Worhs: Ne/son Goodnıan aıııong tlıc Social Scicııces, Edinburgh: Edinburgh Universiıy Press, 1 992. Doyle, Michacl W , Eıı İpirrs, Ithaca ve Londra: Corncll Univcrsity Press, 1986. Draganov, Mincho, cd . , Narodol'silılıologiya na bulgarite: Anıologiya, Sofya: Otec­ lıcsıvcn front, 1984. Dricsh, Gerardus Cornelius, Historia magnae lcgationis Caesareae, aquam fortuna­ lissimi.ı Caroli VI, auspiciııs Auguslum imprranlis post beinalis belli coııfectionem sııscepit ilıısırissimus rı cxcellentissimus S. R. /. comes Daıııianııs Hugos Vinııonti­ us, ııııL,iıııi Caesaris primus nuper ad Passaroviciıırn caduceaıor ejusdemque ıııag­ nus postca ad Portaııı Ornıor, Viyana, 1 72 1 . Droulia, Loukia, "Lcs rclaıions d e voyages sourcc hisıorique pour !es pays d u Le­ vanl (XYe au XIXe s.), Relatioııs el influcnces rtciproques rnıre grecs er bulgares, XVll/c-XXe siccle, Sclanik, 1 99 1 , 1 8 1 - 1 86. -, "La revoluıion française et l'i mage de la Grece," La rcvolurion fraııçaise et l 'lıel­ lcnisıııc coııremporainc, Aıina, 1 989. Duala-M'becly, Munasu, Xenologie: Die Wissenslıafı vom Frenıden und die Verdriln­ guııg der Huınnıanitilt in der Antlıropologie, Freiburg ve Münih: Verlag Kari Al­ ber, 1 977. Duben, Alan ve Cem Behar, lstanbul Households: Marriage, Family ıınd Fertiliıy, 1 880-l 940, Cambridge ve Ncw York: Cambriclge Universiıy Press, 1 99 1 . D u Bois, W E. B., Color aııd Dcnıocracy: Co1onics and Prace, New York: l larcourt Brace, 1 945. Dııdcıı: Das grosse Wörıcrbııclı drr deııısclıen Sprnclıe İli ıcclıı Belliden. Mannheim: Bihli o gra p lıi sclıcs lnsıituı. 1 976. Durlıanı , Mary Editlı, Tlıc llurdell of tlıe Ballıaııs , Londra: Edward Arnold, 1 905. -, Tlıc Sarajcvo Criıııc, Londra: Georgc Allcn and Unwin, 1 925. -, Soıııc Tribal Origiııs, Laws aııd Customs of tlıe Ballıalls, Londra: George Ailen and Unwin, 1928. -, Tırnııy )carı of Ballıaıı limgle, Londra: George Allan and Unwin, 1920. ' During, Siınon, cd., rlıe Cıılıuraf 5ıudics Readcr, Lo ı ıdra ve New York: Rouıledge, 1993. Durnssellc. Jcan-llaptistc, Eııropc: A l lisıory of itı Peopleı, Londra: Viking, 1 990. Durrdl, Lawrcncc, Esprit de Corpı: 5lıcıclıeı froııı Diplomaıic Life, Londra: Fabcr and Falıcr. l 990. Tlıe van Dıırrdl-Millrr LcHcrı. 1 93 5-80, Ncw Yo rk: New Direcıions. 1 988. der Dusscn, Jaıı ve K c v i n Wil so n , cd., Tlır flisrory of ılıc idea of Eııropc, New York: Rou ıkdgc, 1 995. Dutu, ı\lcxaııdru, "Oic l ın ago l o gie und die Entdeckung der Alıcritiit," Kullıırbezi­ clıııııgrn i n M i H c l - ı ı ııd Ostcuropa İli 1 8. ııııd 1 9. Jalırlıundert, 13e rl i n, 1 982, 257263. -, "Tlıc Mental Substraıum of tlıc C u l ı u ral Activity," Rcvııc dcs Cludes ıud-rıt ru­ ropı'rıııırs, c . 28, no. 1-4, 1 990, 3 - 1 0. -, "Naıional and Regi o nal ldcntity in Souıhcast Eu ro pc , " Günay Göksu . ö zdo­ ğan, Kemali Saybaşılı cd., Ballıaııs: A Mirror of ılır New lnıenıatioııal Order, (s­ ıanbul : EREN, 1 995, 75-84. Dyscrinck, 1 Iugo, " Koınparatistisclıe l ınagologie. Zur poliıischen Tragwe it e c i ncr c u ropii isc hcn Wisscnsclıafı von der Litcratur," l lugo Dr se ri nck ve K a ri Ulrich Syndraın, cd., Eu ropcı und clas ııaıioııalr 5dbııwrstdııdniı: lmagologiıclıe'Proble­ ıııe iıı Litcratııı; Kıııııt ııııd Kultur dcs 1 9. uııd 20. jalırlıuııdrrıı, Bonn: Bouvier, 1 988. 1 3-38. Eagly, Alice i l . ve Shelly Chaikcn, Tlıe Psyclıology of Attitudcs, Orlando, Fla.: Har­ c ourı , Ilrace,Jovanovich, 1 993. Ebcrlıard, Winfricd, l lans Lcınbcrg, l lcinz-Dicter l lcimann ve Roberı Lufı, cd . , Oıtmittrlruropa. Vcrglriclıc und Bcziclıııııgeıı: Fcstsclı rifl far Fadiııaııd Scilıı zııııı 65. Gdıurtslal(, M ünih: Oldcnburg, 1 992. Ebcrıııann, IHchard, Dic Türlıcııfıırclıt, eiıı llcitrag zıır Grıclıiclııe der öffeıııliclıcıı Mciııuııg iıı Dcuısclılaııd walırcııd der Rcfonnatioııszeit, ! !aile: C. A. Kraenımcrcr, \Vcsııııirtdrıı ropa. 1 904. Edıvard Lcar in Greccc. Gcnnadius Küıü phanesi'nden alınan bir sergi, Aıina ve Meridcn, Conn. : Mcridcn Gravure, 1 9 7 1 . Ehrenpreis, Marcus, Tlıc Soul of tlıc Eası: f:xpcrirııcc aııd Rrflccıionı, çcv. Alfhild ! l ucbsch, Ncw York: Viking Press, 1 928 (orij inal baskı, Stocklıolın: Hugo Gc­ bcrs f-örlag, 1 927). Eickhoff, Ekkelıard, 5ccfırieg und Secpolitilı zwisclıeıı lılam and Abrııdlaııd, Bcrlin: De G ruyıer, 1 966. -, Vcııcdig, Wieıı uııd die Oııııaııcn, Münih, 1 970. Eber, J . R ich.uc.l , Socicıl Psvclıology: Allil udcs, C og ııi l i o ı ı aııd S o c i a l JJclıavior, C3ınbriclgc: Caı n b ri dgc Urıi\·crsit)' l'rcss, 1 986. ıo mı ıl ıı l i q u c Laııd: Tlıc llhlo ry aııd Liıeralıırc of Travcl ıo Ann Arbor: Univcrsity of Miclıigan Press, 1 99 1 . Eisncr, Robcrı, fravcls G rc ccc . Elcnkov, h·aıı ve lhııııcn lhskalov, ::a s lı ı o sıııe lıınıa idcıııidıııosl, Sofya: Prosvcıa, 1 994. El lr i clg c , Artlıur, Mııclııı: Tlıc ıalıiva] \' tirsenc ııa b i lga rs lı aıa 1i'iıı nı}'lı of A rt Noııvccıu, lıul­ Paris: Ec.liı ioııs Picrrc Tcrrail , 1 992 Eııcyclo}'edia of Aıııaican Engel. Clairc- E lianc, Les Foıcigıı Policy, Ncw York: Scrilmcr's, 1 978. rcrivaiııs ci la ıııoııta,1,� ıc, Paris: -, Lcı litıı'ralure a lpcst rc cıı bcn·: rr. l 930. Frnnce cı De lagrave , 1 93+. cı ı Anglrtcrrr awc 1 8c et 1 9c site/es, Cham­ Engrls, F ri c c.l crick , "Thc Turkısh Qucstion," Kari Marx ve Frcclerick Engels, Col ­ lrcıcd \\(ıı·lıs . .;ev. Richard Dixon et al., c. 1 2, New York: l nı e rnal io na l l'ublis­ lıcrs, 1 975, 22-28. Eııglislı cı ı ı d Cmıtiııcıııal \'icws of ılır Oıtoıııaıı E ıı ıp i ı c, 1 500-1 800. Los An gclcs: Wil­ liaııı ı\ııdrcws Cl a rk Mcınorial Library, 1 972. Eıızcııslıcrgcr. 1 laııs Agııus, R)·szard Kapuscıfıski ve Adam Krzcmifıski, "Back ıo ıhc hı ı urc , '' ,\ cw Yarlı Rcvicw of IJoolıs, c. 4 1 , no. 1 9 , 1 7 Kasım 1 994, 4 1 -48. Ergüder, Üst ün, "Türkiye ve Balkan Gerçeği ," /Jallıcm/cır, lsıanbul: FREN. 1 993, 35-38. <'rnnoıııique ılcs quc, 1 938. Eıaı ııays ballıaııiqucs, 2 c., Bclgrad: i'.dition de ['lnsıituı balkani­ Fabian, Johaııııes, Time aııd ılır Ot lı e r: 1 loıv Aııılıropology Yorlc C oluııı b ia Univcr siıy Prcss, 1 983. Malıcs lts Olıjecl, Ncw Fcdcrici, S i l v ia, cd., Eıııluriııg \Vrsıcnı Ciı·ilizaıioıı: Tlı c Coııslnıdioıı of ılır Coıı c cpt of Wcs l c ı ı ı Civili�aıioıı a ııcl l ı s "Otlıcrs, " West port, Coıııı . : Pracgcr, 1 995. Fclıcr, Fercııc, "On Making Ceııtral Euro pc," Easıenı E ı ı ropc a ı ı l'olitics aııd Sodrl i ­ c s , c. 3 , ııo. 3, G ü z 1 989, 4 1 2-44 7. Fcher, Fcrcnc ve Agncs Hellcr, Easlcnı Left, \Veslcııı Lı'ft: '/otalilariaııisııı, aııd Dcııwcracy, Atlanıic l lighlands, N .j. : 1 luıııanitics. 1 987. Frceılonı Fcrriıııan, Z. D u ck c u . Grrcce aııd t lı e Gıulıs, New York: Ja ı n es l'oll, 1 9 1 1 . F i l i ıııon, loaııııis, /Jolıimion peri tis Fililıis Et cı i ri as , Nauplion, 1 834. Fiııc, J r. , Jo h n V. ı\. , Tlıc Latc f\ledil'l'al llcıllıcıııs: A C rit i ca / Sıı n•ey froı n ılıc Laıc 1\rclfılı Ce ıı l u r y lo ılır Otıoınaıı Conqııesl, Aıın ı\rbor: Univcrsiıy of M ichigaıı Prcss, 1 987. Fischcr-Gabti, Stephcn, Radu R. Florrscu ve George R. Ursu!, ed., R om aı ıia IJct­ wccıı Ecı sı cmıl \Vesi: f l i s ı o rical Essays in M rııı ory of Coıı s ta ıı t i ı ı G i u rrsrn, Eası Europeaıı Monogra p hs , no. 103, New York: Columbia Un iversity Press, 1 982. Fishcr, Syc.lney Ncıılcton, Tlı c Fo rcigıı Rclatioııs of Tıırlıcy, 1 4 81 - 1 5 1 2 , Urbana: Uni­ vcrsıty of lll i ııois Prcss, 1 948. Florescu, Radu, Dracııla, Prince of Maııy Faces: His Life aııd Lilllc, Browıı, 1 989. -, Dracula, a ll i ograp lıy of \'lad Llıe oks, 1 973. / /is Tinıes, Bosto ıı : lmpalcı; 1 43 1 - 1 476, New York: H awıhorn Bo­ fonton, E P., Yıınıoristiclırslıie, politiclıeslıic i vocıınye pis'ma iz glavnoi lıvartiıy Du­ naislıoi arıııii v 1 828 i 1 829 godalılı, Leipzig, 1 862. Forsyıh, Williaııı, Tlıc Slavonic Provinces Souılı of tlıe Danube: A Sheıclı of Tlıcir l listoıy und Prcsrııı Sıaıc iıı Rclaıion to ılır Ottoman Porte, Londra: John M urray, 1 876. Forsyıhe, Martha, " l nıercs kını bilgarskiya folklor v SASHT," Bilgarshi folklor no. 1 , 1 987, 79-8 1 . Fortescue, Williaın, Alplıonse de Lamarline: A Polilical Biograplıy, Londra ve Can­ berra: Croom Hclm, New York: Sı. Marıin's, 1 983. Fosıer, Charles Thornton ve E H . Blackburne Daniell, Tlıe Life and Leııers of Ogier Glıiselin ele Bıısbccq, Scigneıır of Bousbecque, Kniglıı, 1mperial Anıbassador, Lond­ ra, 1 8 8 1 . Foucault, Michel, Tlıe Archaeology of Knowledge aııd Tlıe Discoıırse on Laııgııage, çev. A. M. Sheridan Smith, New York: Pantheon, 1 972. -, Langııagr, Counıcr-Menıory, Practice: Selecıed Essays and fıılcrviews, ed., Do­ nald E Bouchard, çev. Donald E Bouchard ve Shcrry Siman, l lhaca, N.Y.: Cor­ nell University Press, 1 977. -, t.:Ordre du Discoıırs, Paris: Gallimard, 1 9 7 1 . -, Power!Knowlrdge: Selecıed lnıerviews and Other Writiııgs, 1 9 72- 1 977, ed. Calin Gordon, çev. Calin Gordon el al., New York: Pantheon, 1980. -, "Space, Power and Knowledge," Siman During, ed., Tlıe Culıural Sıudies Re­ ader, Londra ve New York: Routledge, 1 993, 1 6 1 - 1 69. Foucher, Michel, 'The Geopoliıics of Souıheastern Europe," Euroballıans, c. Yaz 1 994, 1 6 - 1 9 . 1 5, f o x , Robin, Tlıe Clıallcnge of Anılıropology, N e w Brunswick, N .j . : Transaction, 1994. Fraenkel, Eran, "Urban M uslim l dentity in Macedonia: The l nterplay of Ottoma­ nism and M ul ıi lingual Nationalism," Eran Fraenkel ve Christina Kramer, ed., Language Conlacı-Lcınguage Conjlicl, New York: Peter Lang, 1 993, 27-42. France, Anaıole, Les penstes, ed., Eric Eugene, Paris: Cherche-Midi, 1 994. Frankland, Charles Colville, fravels to and from Constantinople, in ılır years 1 82 7 and 1 828: or Prrsoııal Narralive of a journey from Vienna, ılırouglı Hungary, Transylvania, Wallaclıia, Bulgaria, and Roumelia, ıo Conslanlinople; and from ılıaı city ıo lhc capiıal of Austria, by Lhe Dardanelles, Tcnedos, ıhe Plains of Troy, Smyrna, Napoli di Romaııia, Atlıens, Egina, Poros, Cyprus, Syria, Alexandria, Malta, Sicily, lıaly, lslria, Carniola, aııd Sıyria, Londra: H. Colburn, 1 829. franzos, Kari Emil, Aus Halb-Asieıı: Culıurbilder aııs Galizieıı, der B ulıo\\'ina, Sud­ nıslaııd ııııd Rııındnien, Leipzig: Verlag von Breilkopf und Harıel, 1 878. Fraser, John fosıer, Pictures From ılıe Ballıans, Londra: Casse l, 1 906. Frey, Willianı H . ve Jonaıhan Tilove, "lmmigrants in, Native Whiıes Ouı," Ncw )arlı Tinıcs Magazine, 20 Ağustos 1 995, 44. Fuchs-Sunıiyoshi, ı\ndrea, Orieıııalismus in der deııısclıeıı Litrratur: Uıııersııdııın­ gcıı �u \Vrrlırıı des 1 9. ııııd 20. ]ahrlıuııderıs, l'Oıt Gocılıcs "Wcst-östliclıeııı Diwan " bis Tlıomas Manns "Joseplı "-Tctralogie, Germanistische Texıc und Sıudien, c. 20, l lildesheim, Zürich ve New York: Georg Olms Verlag, 1 984. Fugagnollo, Ugo, Bisanzio c l'Orienıa a Venczia, Triesıe: Linı, 1 974. Gachcv. G . D., "Balkany kak kosmos Khaiduıstva. Balkanskaia kanina mira v eı­ ııoiazykovoın i kul'turno-isıorichcskoın aspekıe," Sovcıslıoc slavianovedcnie, c. 4, 1 989, 1 7 1 - 1 73 . V I�. "Scrhia's Road t o War," joıırııal of Dcınocracy, c. 5 , no. 2 , Nisan 1994, 1 1 7- 1 3 1 . Gagnon, J r. , Gal ı , John, Voyagcs and Travcls, i n ılır Years 1 809, 1 8 1 0, aııd 1 8 1 l ; corıtaining Sta­ tislical, Coııııııcrcial, aııd Mi scellaneous Observations on Gibraltar, Sardinia, Si­ cily, Malta, Srrigo, aııd Turlıey, Londra: X. T. Cadell and W Davies, 1 8 1 2. Gcaııakoplos, Deııo John, Byzantine East and Latin Wesı: Two Worlds of Christen­ donı iıı Middle Agcs and Reııaissancc, Oxford: Basil Blackwell, 1 967. -, Consıaııtirıoplc aııd tlıe West. Essays on tlıe Lale Byzantine (Paleologaıı) and Ita­ liaıı Reııaissaııccs and thc Byzantine aııd Roman Clıurclıes, Madison: University of Wisconsin Prcss, 1 989. -, G reclı Sclıolars in \'cnice: Sıudies in ıhe Disseminalioıı of Greelı Leanıing froııı Byzcııııiıını ta Wcsterıı Eıırope, Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1 962. Gell ner, Emesi, "The Mightier Pen? Edward Said and the Double Sıandards o f ln­ side-ouı Colonialism," Tinıes Literary Suppleıneııt, 1 9 Şubat 1 993, 3-4. van Gennep, Arnold, Tlıe Rites of Passage, Chicago: Univcrsity o f Chicago Press, 1 960. Geni, John Burbu ry, A Relation of a joumey of tlıe Riglıt Honourable My Lord Heııry Howard, from L.oııdoıı to Virnııa, and tlıeııce to Constaıııinople; In ılıe Couııcellor of Sıatl' ta lıis 1nıperial Majesty, ete. And Exıraordinary Anıbassadour from Leopol­ dııs Eıııprroıır of Gernıaııy to tlıe Grand Signior, Sultan Malıonıet Han ılıe Fortlıe, Londra: T. Collins, 1. Ford and 5. Hickman, 1 67 1 . Georgcon, François, Aııx origiııes du nalionalisme ıurc: Yusııf A lıçııra (1 876-1 935) , Paris: Editions A . D . P. E , 1980. Gcorgescu, Sıcfan, Mcıııorii din ıimpul resboiulııi pcııı nı' independenıa, 1 877-1 878, llükrcş, 1 89 1 . Georgicva, Tsvetana, "Khora i bogovc na Balkanitc," Ballıaııistic Forum, no. 2, 1 994, 33-42. Gergova, lvanka, "Medieval and Contcmporaıy Arı of ıhc Balkans," Vch 2 1 , no. 4 1 , 1 9-25 Ekim 1 994, 3. Gcrmaner, Semra ve Zeynep lnankur, Orienıalisııı and Turlıey, lsıanbul: Turkish Culıural Service Foundaıion, 1 989. 1., Ballıan Uııioıı: A Road to Peace in Soutlıeastem Eıırope, New York: Columbia University Press, 1 940. Geshkof, Theodore Gibbon Edward, An Essay oıı tlıe Study of Liıeraıure, New York: Garland, 1 970. 1 lowes, Tlıe Grnesis of Rımoplıobia in Grcat Bıitain, New York: Os­ ıagon, 1 9 72. Glcason, John Glcnny, Misha, " l lere We Go Again-Misha Glcnny on the Coıning Balkan war," Loııdoıı Rcview of lloolıs, 9 Mart 1 995, 2 1 . Glynn, Paırick, "The Agc o f Balkanizaıion," Commrntaıy, c . 1 993, 2 1 -24. 96, no. 1 , Temm lf 389 ı\. ve 1 l ıı gh :\. Fa wcT ı t , Macrdorıi<ı: ,\ York: Jnhn 1 .an c , 1 92 1 . G o ff, Plrn for ılıc Priıııiliı·c. Lon dra ı·e Ncw Goffınan, En·ing, Sıigııııı: Notn mı ılıc ,\ fmıagcmcııı of Spoilnl l<lcııtity, Englcwood Çlirfs. N .J. : Preıııicc-l lall, 1 963. Gö ka lp . Ziya, Tiirlıçıılıi)':ıııı Esasları. A n ka ra: Tiırk Tarih Kurumu , 1 924. Gökhilgi n , M . Tayyib, ıııııııdi 'dr Yıırııfıfrı; foıarlıır ,.,. hlılcli faıilıan. lsıanbıı l , 1957. i n Dcııı., dırn ııııcl Osırnridıischrn Rrisr-ııncl Eıfrlırıi,bcriı hım. Wıc,Jıack n : Franz Stcincr Vcrbg, 1 98 1 . Göllncr, Cari. forciı:a: /.lir rıınıpiıisdım lıirlıcıulniclıe ıks XV/. Jcıhrhunclrrıs. c . 1 -2. Bukrcş l'c !.\e r l i n ([)ihlıoılıcka ı\urcl iana, 2 3 ) , 1 96 1 - 1 968. c. 3, Dic Tıirlıcııfrngc iıı <lrr öffrııılichı·ıı ı\ friııııııg Eıınıpas inı 1 6 . .Jahrhııııclrrı, Baden-Baden (lliblıothe­ Golczcwski, 11.lcclııhild, D er llııllııııı k:ı ı\urclıana, 70) , 1 978. Goodell, Williaın, f'ııı·ıy \r<ırs in ılır liırlıislı Empirr, Ncw York: Roberı Ca rter, 1 883. Goodınaıı, Nclson, "SCl'en Sırucıurcs on Siınilariıy," Mary Dougbs ve Daı·id l lııll, t'.'d. , l low Classificaıioıı \\'orlıs. E d i nbu rgh : Edinburgh Univcrsiıy Press, 1 992, 1 3-23. jaınes, Anınicaıı Rclations wiılı Tıırlıcy, 1 830- 1 930. ı\ıı Ecoıronıic /ıııcrpreıatioıı, Philadelplıia: University o f Pcnıısylvania Press , 1 932. Goudge. Thoınas A., "[volıııionisnı," Dictioııaıy of ılıe Hisıoıy of lclcııs, New York: Gordon, Leland Scribncr's, 1 9i3, c. 2, I H- 1 89. Gramsci, Anıonio, Srlccıioııs fronı ılıe Prisoıı Notcboolıs. N ew York: l nıernaıional. 1 97 1 . l lannes ve jocl M l lalpcrn, 'Tradiıionelle Werıınusıcr und der Krieg in Ex-Jııgoslavien," lfritrilgı· zıır lıisıorisclırn Soziallıııncle, no. 3, 1 994, 9 1 - 1 02. G randiıs, Gran ı , Riclıard, "Thc World lleyoncl," \V.ıslıiııgıoıı Post, 26 Subaı 1 995, 9. Grigorovich, V , Oclıcrlı l 'ulnlıcsll'iycı ı•o hnıpcislıoi Tıırtsii, Kazan, 1 848 ( ! .baskı): Moskova: Tipografiya M. N. Lavrova, 1 8 7 7 (2. haskı): Sofya: clzclaıelm•o na Dilgarska akaclcıniya na naukiıc, 1 978. Grishina, R. l'. " Bal kan y v planakh Konıınıerna," S/cıl'ycırıoı-rclcııie, no. 5 , 1 994. G rozdanova, Elcna, Bıılganlıcıta ııarndııost prcz XVII vclı. /Jcıııogrcıfslıo i:ı;:slrch•aııc. Sofy:ı: 1 989. Gunıhcr, john, /ıısiıle EıırcıJ'C, New York : l larper, 1 940. Gürkan, I hsan, "Jeopolitik ,.e sıraıejik yô nl er i rl e Balkanlar ı· c Türkiye geçmişin ışığımla geleceğe bakı ş , " /Jallıcııılar, lsıanbul: EREN , 1 993. G ursel , Nedim, /Jııllıaıılc.ır'cı G ü ı·enç, flozkurı , Diınıi�. lsıanbııl: Can Yayınları, 1 995. 'fıırlı Kinıligi. Kıilıür Tc.ı rilıiııiıı Kaynalıları, Ankara: Kulıur Ba­ kan l ığı, 1 993. Gyuzcleı', lvan, "Znachenieıo na Balkana za istoricheskoto razviıic na llilgariye," Yııbilcc·ıı ı/Jonıilı po slııclıcıi 25-goılisluıinaıa ol pirviya vipuslı na Gabrovslııııa Ap­ rilol'llıcı gimııa�iya. Filibe, 1 900. Gyuzclcv, V:ısil, " Razınishlc niya vırkhu bilgarskaıa srednon·kovna isıoriya na prof. Pelir M ıııafchicv," Prlir M uıaklıiev, Kııiga za bilgarite, Sofya: llllgarska :ıkadenıiy:ı ııaııkiıe. 1 98 7 , 5-2 1 . "Haeınos," Paıılys Rcal-Encycloııııdie drr Cla ss i s c lı cn Altertıımsw !sseıısclıaft-Ncııc IJccırbcilung, Sıuııgarı: J. ll. M e ızl e r, 1 9 1 2 , 222 1 -2226. Hakov, Cengiz, "Naısionalniyaı vupros rcpublikanska Turısiya," Aspclıti na ctno­ . 1111/tıınıata sitııatsiya v IJıılgariya. c. 1 , Sofya: Tsenıur za izsledvanc na clemok­ raısiy:ııa i fonadaısi:ı '"Friedrich Naum:ınn," 1 99 1 , 67-76. Halbfass, Wilhelm, l n clia and Euroııe: An Essay in Undcrsıcınding. Albany: Sıaıe Univcrsiıy o f Newibrk Prcss, 1 988. H:ıldon, John, 'The On oman Sıaıc ıhc Quesıion of Sıaıe Auıononıy: Comp:ıraıivc Perspecıives," Halil lkrkıay ve Suraiya faro q lı i , ed., Ncıv Aııprocıclıes ıo Stcııe and Pccısant in Ottoman l/ ist o ry, Londra: Frank Cass, 1 992, 1 8- 1 08. lfalccki, Oscar, Tlıc l.inıits cınd Divi.ç ions of E ııropcan Hi st oıy, Londra ve New York: Sheed and Ward, 1 950. -, Tlıc Millrnııiımı of Eıırope, Noırc Damc. i nci.: Un iversiıy of Notrc Damc Prcss, 1 963. 1 l:ıll. Dcrck. Albania aıul tlıe Albcıııicıns. Londra ve Ncw York: Pinıer. 1 994. l lali, Jaıncs A . , "Tlıc Waıchcr al ıhc Gaıes of Dawn: The Transformaıion of Self in Liın inaliıy and by ıhe Transccndenı Funct ion," Naıhan Schwarız-Salant \'C Murray Sıcin, cd., Liminality cıııd Ti-aıı s i t io ı ıal Plıcııomena, Wilmeııe, ili.: Chi­ ron, 1 99 1 , 33-5 1 . 1 laınınel , Eugcne, "Mecıing ıhc Minoıaur," Nisan 1 994, 48. Aııtlıropology Ncws lcıt er, c . 35, no. 4. l !:inak, Pcter, "Central Europe: ı\ Historical Region in Modem Times: a Conıribuıi­ on to ıhc Debaıc abouı ıhe Rcgions of Europe." George Schopnin ve Nancy Wo­ od, cd . , /n Sı-ardı of Central Europe, Cambridgc, lng.: Poliıy Prcss, 1989, 57-6� -. "Tlıe Dangcr of Ilurying Cenıral Europe," Magycır Lcttre lı ı ıe nı at ionale , c. 4, 1 99 1 (tekrar basımı: lztolı-/ztolı, no. 9- 1 0, 1 993, 1 1 1 - 1 1 8). Harris. Gcorge S., ed. , Tlı e Middle East in Tıırlıislı-Amcricaıı Rrlatioııs: Repon of a l /eritagc Foııııdatioıı Coııfcmıce, Ocıober 3-4, 1 984, Washington, D .C.: Hcriıage Foundaı ion, 1 985. l laızidinı iırio u , Cosıas, " From Paparrigopoulos ıo Vacalopoıılos: Modern Greck Hisıoriogr:ıplıy on ılıc Oııoınan Pcriocl," ı\. Lily Macrakis ve P. Nikiforos Di­ aınandouros, ed .. Nnv 1irncls in M oclr nı Grrelı l /istoriogrcıplıy, ( Modern Greek Sıudies Associaıion, Occasional Papers 1 ) . l lanover. N.H.: 1 982. 1 3 -23. d'l lauı�riw, Alcxandre-Maurice 13lanc Lanauııe, "Joumal incdit d'un vorage de Con,ıaıııinoplc iı Jassi• capiıalc de la Moldavic dans l'hiver de 1 985," Mcıııoriıı asııpra \'cclıci si cıctııcı/ri a MolcJv vci prescııtat lııi Alcxanclrıı \'ııcla lpsilante doııınııl ,\lolclorci lcı J 787 de coıııitcle d'Hcııııcrivc, Bükreş: Llnsıituı d'arıs graphiques Carol Göbl. 1 902. Vacla\", ··Anıi-Poliıical Poliıics," John I<eane, ed., Civil Socirty and ılır Statc: Ncw Eııro11cmı Pcnprctiı•es, Londra ve Ncw York: Verso, 1 988, 381-398. _ -, "New Dcmocracies for Ol<l [urope," Nrw Yorlı Timcs, 1 7 Ekim 1 993, E l 7. -. Tlıc Powcr of tlıc Powcrlcss: Citizcns agaiıısl ıhc statr in ccııtral-castern Eııropc, l lavcl, Londra: l luıchinson. 1 985. Hcidenrich, John G., "Thc Gulf War: How Many l raqis Died?" Forcign Policy, no. 90-91 . 1 993. l 08- 1 25 . 391 Hcld, Joseph, cd . . Tlıe Colıımbia lfürory of Easıem Eıırope in ılıe Twenlirılı Cenıury, Ncw York: Columbia Universiıy Press. 1992. lleller, ı\gnes, "Europe: An Epilogue?" Brian Nelson, David Roberts ve Walıer Ve­ it, ed., The idea of Eıırope. Probkms of Naıional aııd Traıısııalional ldenlily, New York ve Oxford: Berg, 1 992, 1 2-25. Hentsch, Thierry, lmagiııing rlıe Middle Easl, Monıreal and New York: Black Rose, 1 992. l lcnze, Paul Il., Tlıe Ploı ıo Kill ılıe Pope. Londra ve Canberra: Croom Hclm, 1 984. Hering, Gunnar, "Die Osmanenzeiı im Selbsıverstii.ndnis der Völkcr Südosıeuro­ pas," Hans Georg Maycr, cd. , Die Sıaaıen Südoslcuropas ıınd dic Osmaııen, Mü­ nih: Sclbsıverlag der Südosıeuropa-Gesellschaft, 1 989, 355-380. l lerman, Edward S. ve Frank Brodhead, Tlıe Rise and Fall of ılır Bıılgariaıı Coıınec­ lion, New York: Sheridan Square, 1 986. Herzfcld, Mich'.lel, Aııılıropology ılırouglı ılıc Loolıing-Glass: Criıical Eılıııograplıy in ılıc Maıgiııs of Eııropc. Cambridge: Cambridge U niversity Press, 1 987. H eyd, Uricl, Foundaıioııs of Tıı rlıish Naıionalism, Wesı port, Conn.: Hyperion, 1979. Heywood, C. J., "Sir Paul Rycauı, A Sc\•enıcenıh-Century Obscrvcr o f ıhe Otto­ ınan Sıatc: Noıes far a Sı udy," Englislı and Conıincıııal Views of ılıe Oııomaıı Em­ pire, 1 500- 1 800, Los Angeles: William ı\ndrews Clark Memorial Library, 1 972, .H -59. l lirsch, Jr. , E. D., Culıural Uıcracy: Wlıal Evcry American Needs To Kııow, New Yorlt: Vintage, 1 988. Hobsbawm, Eric, Natioııs aııd Nalioııalism Since 1 780, Cambridgc: Cambridge Uni\•crsiıy Press. 1 990. 1-lobsbawm, Eric ve Terence Ranger,ed. , Tlıe Jnvcıılion of Tradilion, Cambridge: Carnbridgc University Press, 1 983. 1-lockenos. Paul. frcc ıo llaıe: Tlıe Rise of ılıe Riglıı in Posı-Coınmunisl Easlem Euro­ pe, New York: Routledgc, 1993. Hofer, Tamas, ed., Huııgarians Beıwecn 'Eası' and '\Vesi'. Tlırce Essays on Naıioııal Myılıs aııd Symbols, lludapeşıe: Museurn of Eıhnography, 1 994. Hoffrnan, Eva, Exil hııo Hisrory A joıınıcy Tlıroııglı ılıe Ncw Eusıem Europr, New York: Penguin, 1 993. Hoffrnan, George W, Tlıe Ballıaııs in Trıııısilioıı, Princeıon, N.J . : D. Van Nosırand, 1 963. Hohmeier, Jürgcn, "Stigmaıisierung als sozialer Definitionsprozess," Manfred Brusten ve Jürgcn Hohıneier, �d .. Sıigmarisierung: Zıır Produlıtion gesellsclıafı­ liclıcr Raııdgmpııeıı , Ncuwicd ve Darrnsıadı: lfrrmann Luchıerhand Verlag, 1 975, 5-24. Holbrooke, Richard, "America, A European Power," Foreign Affairs, c. 74, no. 2. Mart/Nisan 1 995, 38-5 1 . l lopkins, Terence K . , World-sysırm' Analysis: Tlıeory and Mcılıodology, Beverly Hills, Calif.: Sage, 1 982. Hughes, Edward, Thc Dcveloııınenı of Cobdcıü Economic Docırines and His Mrılıods of Propaganda, Manchester, 1938. Huııgcr, l l uberı , ed., Das byzanlinische l /crrsclırnbild, Darmsıadı: Wissenscha[ılic­ lıc Buclıgescllscharı. 1 975. l l unıingıon, Samuel !'. "The Clash 'O[ Civilizaıions?" Forcign Affairs, c. 72, no. 3, Yaz 1 993, 23-49. -, " H Not Civilizations, Whaı?" Forrign Affairs, c. 72, no. 5, Kasım/Aralık 1 993, 1 86- 1 94. Hussain, Asar. Robert Olson ve Jamil Qureshi, Oricnıalism, lslanı, aııd /slanıists, Braıılchoro. VT.: Amana, 1 984. l lyıııan, Susan, ed., Edward Lear iıı ılıe Levanı: Tral'Cls in Albaııia, Greccc aııd Tu r­ lıcy in Eıı ropc 1 848- 1 849, Londra: .John Murray, 1 988. Hynkova, Hana, Europaische Rciscbericlııe aus demi 5. und 1 6. Jalırhuııderı als Qııcl­ leıı Ju r die lıisıorisclıe Geograplıie Bıılgariens, So[ya: Verlag der Bulgarischen Akademie der Wissenscharı, 1 973. Ignaıieff, Michael, "On Civil Socieıy," Foreigıı Affai rs, c. 74, no. 2 , Mart/Nisan 1 995' 1 28- 1 36. Igov, Svetlozar, lstoriya na bilgarslıata litrratu ra, 1 878- 1 944, So[ya: clydaıelsıvo na Ililgarska akademiya na naukiıe, 1 99 3 . il catlıeclıisinıo translaıo della lingua tedesclıa in la liııgua italiana per Salomoıı Sclııvcigger: allcmagno Wirt. prcdicaıore del Evangelio iıı Coıısıanıinopoli, Tübin­ gcn, 1 585. Ilc hcv, lvan, " Roberı kolezh i fo rmiraneıo na btlgarskaıa inıeligenısiya ( 1 8631 878), lsıoriclıcslıi prcglcd, c. 1 , 1 98 1 , 50-62. Ilicva, Lili ve Sııliyan Sıciyanov, "Bay Gan)'O kaıo 'Homo Balkanicus'-"svoya'i 'chuzhda' gledna ıochka," Ballıanistic Forum, no. 2 , 1 99 3 , 63-68. inden, Ronald, lmagining /ndia, Oxford ve Cambridge: Blackwell, 1 990. lnglis, K. S. , Clıurclıes aııd tlıe Worlıing Classes in Victoriaıı Eııglaııd, Londra: Rouı­ ledge and K. Paul, 1 963. l nsdorL Aneııe, "A Romanian Direcıor Telis A Tale or Eıhnic Madness," New forlı Tiıncs, 6 Kasım 1 994, H22. lonesco, Eugene, Prtsrnt passt: Passt prtsent, Paris: Mercure de france, 1 968. ( orga, Nicolae, By:zance aprts Byz:ance: continuation de l'Histoirc de la vie by:zaııtinc, Bükreş: A .l'insıiıuı d'eıudes byzanlines, l 935. -, fonnes by:zaııtincs et rtaliıts ballıaııiques Paris: J . Gamber, 1 922. -, Histoire des F.tats ballıaniqııcs jusqu'a 1 924, Paris: J. Gamber, 1 924. -, Hisloirc dcs Romains et de la Romaııiıt Oıientale, Emesi Laroux, 1 937. c. 1 , bölüm l , Paris: Librairie -, A History of Roınaııia: Laııd, Pcople, Civilization, New York: AMS, 1 9 70. -, lsıoria Ro111lııilor din peninsula balcaııiclı (Albaııia, Macedonia, Epir. Tesalia, ete.), Bükreş, 1 9 1 9. -, Lcs voyageurs fraııçais daııs l'Orieııt furopern , Paris: Boivin, J. Gamber, 1 928. lovkov, lordan, Razlıa:zi, So[ya: Btlgarski pisaıel, 1 9 74. lser, Wol[gang, Tlıc Fictive aııd tlıe lmaginary: Clıartiııg Litcrary Aııılı ropology, Bal­ ıimore ve Londra: Johns Hopkins Universiıy Press. 1 973. -. " l nıeracıion Bcıwccn Texı and Reader," Susan R. Suleiman ve l nge Crosman, 393 cd., Tlıc Rradcr in ılıc Trxl. Essays on A uılicnct and lnıcrprcıaıion, Princcıon, N.j.: Princcıon Un i,·crsiıy Press, 1980, 1 06� 1 1 9 . - , Prospccling. From Rcada Rcsponse ıo Liıerary A nı lı ropology , Balıimore \'c Lond­ ra: Jolıns l lopkins Universiıy Prcss, 1 989. inalcık, Halıl. "Balkan," Tlıc fncyc loııard i a of lslcı ı ıı , yeni baskı, c. 1 , Lcidcn: E. j. Drill, 1 960, 998 - 1 000. -. ··Noıcs on a Sıudy of the Turkish Economy during ıhc Esıahlishmcnı and R ise of tlıc Oıto ına ıı Empirc," l lalil inalcık, ed., Tlır Miılıllc Eası and ılır Ballıan.ı ıın­ dcr ılır Oııoıııan E ıı ıl ' i rr . llloomingıon: lndiaııa Univcrsiıy li.ırkish Sıudics, c. 9, 1 993, 205-263. -. Tlıe Oııoıııan Erııl'irr: Thc Classical A gr 1 300- 1 600. Londra: Weidenfcld and Nclson, 1 973. -, "Turklcr ve Balkanlar,"' Ballıımlar, lsıanbul: ERE N , 1 993, 9-32. -. "Village, Peasanı and Em pi re . " Halil i nalcık, cd., Tlı c Middle fası aııd ı lı r llallıaııs ııııdrr ılır Oııoıııan En ıl' i rc , c. ?· llloommgıon: lndiana Univcrsiıy Turkish Sıudics, 1 99 3 , 1 37 - 1 60. Jclavich, Barbara, "Thc British · Traveller in the Balkans: Thc Abuses of Oıtoman Adminisır:ııion in ıhe Slavonic Provinces," S!avonic and fası furoııcan Rnicıv, c. 33, no. 8 1 , l laziran 1 955, 396-4 1 3 . -, Hisıoı)' of ılıc ll al /ı a ns : C. I. figlı ıcenllı and Ninctecııılı Ccnturics. C. 2. 1i••cnıirtlı Ccnıury, Ncw York: Caınbridge Universiıy Press. 1 983. -. Russias Bcıl/ı an Entang!cnırnıs, 1806- 1 9 14, Cambridge: Cambridge Universiıy Press, 1 99 1 . Jelavich, Charles v e Barbara, "B:ılkans," Encydopedia Aınrriccına. lnımıaliona! Ed ı ­ liuıı, c. 3. of tlıc IJallıan National Sta ı cs, 1 804-1 920, Scaııle: Universiıy of Washingıon Press, 1 977. -. Tlıc Estab!islırııcnl Jirccek, Koıısıanıin, Gcsclıiclııe der B u lgarcn , Prag. 1876. -, Die lfrcrs ı rass c voıı Bclg rad n ac lı Consıaııtiııol'rl ıuıd dir ll allı a ıı passe, Prag, 1 877. johnson, Lonnie R. , Crıı t ra! Eu ropc: En rnı ic s , Nc igh bo rs , Frieııds, New York ve Ox­ fonl: Oxford Universiıy Press, 1 996. jonov, Michail, bropa oıııovo oı lıriva bllgarite, Sofya: Narodna l'rosveıa. 1 980. -, ed. , Nrnı s lı i i avstriislıi ıırırpisi za Balhaniır, X\'-XVI � . Sofya: Nauka i izkusıvo, 1979. -, ed., Ncımlıi i avstriislıi pl l rl'i s i za Ballıaııilc, XVIJ-XVlll v., Sofya: Nauka izkusı­ vo, 1 986. Judı. Tony, "Aı Hoıııe in This Ccnıury," Nrıv Yorlı Rcvieıv of Boo lı s , c. 42, no. 6 , 6 Nisan 1 995, 9- l 4. Kadare, lsmail. Tlı c Tlırrc-Arclırd Bridge, r:ranklin. N.Y.: New Aııısıcrdam, 1 995. KafC, E., ..Le myıhc ıurc eı son dedin dans les rclations de voyage d es europcen de la Rcnaissance, Or i rııs , c. 2 1 -22. 1 968- 1 969 , 1 59- 1 95. Kaim, Julius Rudolf, Wrslôsılidıc Wrl ı uııırr S!aıven, Grieclıen, Tiirlırn , Bcrlin: Volks\'crband der Bücherfreunde, Wcgweiscr Vcrlag, 1 930. 2011 P hil ip p , Donaıı-Bıılgaricn ımd drr Ballıan: Hislorisdıc-geograplıisclı­ rılııwgraphisdıc Rrisnlııılirıı aııs dcn ]cı lı rcıı 1 860- 1 8 79, c. 1 -3. Lc i pz i g: H. Frics, Kaniız f-clix 1 875- 1 819. K_a n ı , l ınınaııucl, 5dı rift rn :ur Anthro11ologir, Gcsdıidılsj>hilosoplıic, Politilı ıınd Pc­ dııgoı:ir, c. 1 2 , Frankfurt: Suhrkamp Vcrlag, 1 977. Kap l a n. Robcrı lisın ,"' Jouıııııl A., " l n ı ro<lucıion: Rcv i c w Symposiuın: E<lward Said's Orienıa­ of llsimı Stııılics. c. 39, no. 3 , 1 980, 481 , 484. Sıı rııj r vo, Exoılııs of <1 City, New York: Kodansha l n ı cr naı i ona l , 1 <J 9 4 (ilk hasımı: Dncrni ,,.ı;clbl', Zagrcb: Duricux, 1 993). Kar:ıhas:ın, Dzevad, Km;ı,·clov. Lyulıcn. llilg<11"<' oı staro \Trnır, Sofya: Ililgarski pisaıcl . 1 98 1 . �1 . r . '·Turckskaya provinısiya 1 cc se rskaya 1 gorods ka ya zhizn," \btnilı Eıırııı•y, no. 6 , Sen Pc ı e rsb u rg . 1 870, 7 1 1 -753. K:ırlo,·a. K::ırpaı, Kemal, Oıtoınıuı Poı111l<11ion, 1 830- 1 9 1 4, Ma<l ison: Univcrsiıy o f Wisconsin l'rc>s, 1 985. -. ed., Tlıe Ottoıııan Statc and /Is Placc in \Vorld l listoıy, Le i dc n: Brill, 1 974. Sıü/,ıslrıı ropdisdıc Gcschidıır ııııd Grsclıiclııswisscnschaft, Vi yana Kascr, Kari . Kölıı: llühlau Ve rlag, ve 1 990. a Greaı and Noble Islan<l," Modern G rcclı Lit rrary D. Corıina, 1 962, 54-57. Kazanı:akis, N i kos "'Crcıc, Grım. Ncw York: R. Kazhdan. ı\ l c xan<l er ton, D.C.: ve Gilcs Consıablc, Prople and l'owcr in Byzantium, Was h i ng­ Dunıbarton Oaks Ccnıer fo r By zanti nc Sıudics, 1 982. Keanc, Jolın, cd., Ciı•i! Socicty and State: Ncw Europran Pcrspcctives, Ncw York: Verse, 1 988. Kclly, Michacl. "Surrender a nd Illamc," New Yoılıcr, c . 30, no. 42, 19 Ara l ı k 1 994, ++-5 1 . T. Mills, " A nı cr ica's First Atıeıııpı a ı lnıcrvcntion i n East Cenıral Europc,'" Eııs ı Eııropccııı Qııa rt c rly , c. 24, no. 1 , Mart 1 995, 1 - 1 6. Kcl ly, Kcnncy, Gcorgc, '"Thc Ilosn ia Calculaıion," Ncw Yoılı Ti ın rs hlllgazine, 23 Nisan 1 995, 41-43. -, "Stccring Clcar of Ba lkan Shoals," Nation, c. 262, no. 2, 81 1 5 Ocak, 1996, 2 1 -24. K c pp cl , Gcorgc, Narraliı•e of a )ounıey across tlıc Ballıans, by tlıe Two Passrs uf Sc­ liıııııo aııd Prııl'aıli; also of a Visit ıo A::mıi, cınd otlırr Ncwly Discowred Rıı i ıı s in Asia Minoı; in tlıc )cars 1829- 1 830, Londra: il Co lburn and R. 13cnıley, 1 83 1 . KcyJcr, Ça�lar, "Sınall Peasant Owncrship i n Tu rkcy: 1 listorical Formation an<l Prcscnı Sı ru cı u rc ,'' Rn•iew, c. 7, no. 1 , Yaz 1 983, 53-1 07. Y. Eyiıp Özveren ve Donald Quactcrt, '" Port -C i ı ies i n ıhe Oı ı o ınan T h eo rcı ic al an<l Historical Perspecı ivcs," Rcvicw, c. 1 6 , no. 4, Giız 1 993. 5 1 9-558. Kc ydc r, Çaj'.:lar, Eınpirc: Soınc Keyscrl in g , Count Ilracc, I lermann, Europc, Tra ns. Maurice Samucl, New York: H a rco urı 1 928. Kh az a n o v, A na ı ol y M . , Noııı ads and tlıe Outsidc \Vorld, Madison: U nivcrsity of Wisconsin Prcss , 1 994. K i c i , Machicl, "Gramoıa za osno\'avaneto na grad Trya vna ," Velıo\'e, c. 3, 1 984, 72-75. 395 Kierman, V G . , Tlıe Lords of Human Kiııd: Europcan Attirudes to tlıe Outside World in ıhe lnıpcrial Age, Harınondsworıh, Middlesex, l ng.: Penguin, 1 972. King, Edward, Edıoes fronı tlıe Orient, Londra: C. Kegan Paul, 1 980. -, Eu rope in Starın and Calın: Twenty Years Experiences and Reminiscences of arı Amcrirnn jounıalist, Springficld, Mass.: C. A. Nichols, 1 885. Kinglake, A. W , Eothen, Londra: Ccnıury, 1 982. Kinzer, Sıephen, "in Croatia, Minds Scarred by War: A Struggle to Treat ıhe Tra­ uma of the Balkan Violencc," New Yarlı Tiınes, 9 Ocak 1 995, A6. Kirchhoff, ı\lfrcd, ed .. Landerlıundc vorı Europa, c. 2, bölüm 2, Viyana, Prag ve Le­ ipzig: E Teınpsky, 1 893. Kiss, Csaba G., "Ccntral European Writers abouı Central Europe: l nıroducıion to a Non-Exisıcnt 13ook of Rcadings," George Schöpflin ve Nancy Wood, ed . , in Scarclı of Ccıılral Eıırope, Cambridge. lng.: Poliıy, 1 989, 1 2 5 - 1 36. Kissingcr. lknr)'. " Expand N ı\TO Now," Wash ington J>osl , 19 Aralık 1 994. A27. -, "Rcady for Reviıalizing," New Yorlı Times, 9 Mart 1 99 5 , ı\2 1 . Kiıromilides, Paschalis. "'Balkan Menıaliıy': History, Legcnd, l magination," Nati­ oııs ımd Natiorıalisııı. c. 2, bölüm 2, Temmuz 1 996, 1 63- 1 9 1 . -, Eııliglıleıımeııl, Natiorıalisın, Orthodoxy: Srudies i n rlıe Culrure aııd Polirical Tlıo­ uglıt of Soııllı-Easlcnı Eıırope, Aldershoı, Hampshire, lng.: Variorum, 1 994. -. Tlıc Eııliglııenment as Social Criricisın: losipos Moisiodax aııd G reelı Culrure in tlıc Eiglıteenılı Ccnrury, Princeıon, N.J.: Princeton Univ �rsiıy Press, 1 992. -, 'The Enlightenmenı Easl and Wesı: a Comparative Pcrspective on ıhc ldeolo­ · gica l Origins of ıhe Balkan Polit ical Tradiıions," Caııadiaıı Review of Srııdies in Natioııalism, c. 1 0, no. ! , Bahar 1 983, 5 1 -70. -, 1 Gallilıi Eparıastasi he i Motioaııatolilıi Evropi, Aı ina: Diatlon, 1 990. -, " l ınagined Coınmunities and ıhe Origins of ıhe Naıional Quesıion in ıhe Balkans," Europearı History Quarterly , c. 1 9 , no. 2 , Nisan 1 989 , 1 49- 1 9 2. -, "J ohn Lockc and ıhc Greek l ntellectual Tradition: An Episode in Locke's Re­ cepıion i n Souıh-Europe," G . A . J . Rogers, ed., Loclıe'.s l'lıilosoplıy Coıııeııt aııd Corılcxt, Oxford: Clarendon , 1 994, 2 1 7-235. -, "La rcvoluıion française dans le sud-esı de l'Europe: La dimcnsion poliııque," La rcvolutionfraııçaisc er l'lıellcııisme modeme, Atina: FNRS ve CNR, 1 989, 223245. -, Rcview of Eıuope: A History of irs Peoples, Eu ropeaıı l/isrory Quarterly, no. l, Ocak 1 994, 1 26. c. 24, K lussmeier, Gerhard ve 1 lainer Plaul, ed., Kari May: Biograplıie i n Dolıuıııeııteıı uııd Bildenı. Hi ldcshciın ve New York: Olıns, 1 9 78. Krıolles, Richard, Tlıe Generali llistorie of tlıc Turlıs, from ılıe fırst begiıırıing of tlıaı Natioıı to ılıc rising of tlıe Otlıomaıı Familic, witlı all tlıe ııoıable Expeditiorı.ı of ılıe Clıristiarı Prirıccs against tlıcm, togetlıer wirlı tlıc L i ı'cs anıl Coııqııcsts of ılıc Oıto­ man Ki rıgs and Eınpcrours; fai tlıfııllie collcctcd oııt of rlıc lıcsı l /isrories, barlı aıııı­ lieııt aııd moderne, ııııd digesıcd irıto oııe wnr i rıııal l listorir ııııril tlıis l'rescrır ycare 1 603, Loııdra: ı\ islip, 1 603. Kochanowicz, Jacck, "The Polish Econoıny and ıhe Evolution of Dcpcndency," Danicl Clıiroı, cd., Tlıc Origirıs of"Baclıwanlııcss in Eastrnı Eu ropc: Ecorıoıııics f.,,, Poliıics froın ılıc Middlr Ages unıil ılıc Early Tweıııicılı Cenıııry . Bcrkelcy: Univer­ siıy of California Press, 1 989, 92- 1 30. Kocbner R. ve H . Schınidı, lınperialisın: Tlıe Sıory and Sigııifi cancc of a Poliıical Word, 1 840- 1 860, Cambridge: Cambridge Univcrsiıy Press, 1 964. Kohn, Hans, Pan-Sla,·isnı, /Is /lisıory aııd Jdeology, Notre Daıne, l nd.: University of Noıre Danıc Press 1 953. Koledarov, Pclir, "The Medieval Maps as a Source of Bulgarian Hisıoıy," Bulgarian Hisıorical Revicw, no. 2, 1 982, 96- 1 1 O. -, Poliıiclıcslıa gcograjiya na sredııovelıovnaıa bllgarslıa dirzlıava, Sofya: l 979. Koloğlu, Orhan, "Osmanlı Döneminde Balkanlar," Ballıaıılar, lstanbu l : EREN, 1 993, 4 1 -96. Koneva, Rumyana, "Balkanskite voini v nemskiya pcriodichen pcchaı," Ballıanis­ Lic forum, c. 2, 1 993, 76-78. Konrad, György, AnLipoliLics: An Essay, New York: Harcourı Brace j ovanovich, 1 984. -, Tlıc Melanclıoly of Rcbirılı: Essays from Post-Coııımunisı Ccnıral Eıırope, 1 9891 994, San Dicgo: 1 larcourı Bracc, 1 995. Konrad, György ve Jvan Szelenyi, "Inıellecıuals and Dominaıion in Posı-Commu­ nisı Socictics," Picrre Bourdicu ve James S. Coleman, ed., Social Tlıeory for a C/ıcmging Socicıy, Boulder, Co . : Westview, New York: Russell Sage Foundation, 1 99 1 , 337-364. Konsıan tinov, Aleko, Do Clıicago i nazad: Bay Gaııyo, Sofya: Bilgarski pisaıel, 1 983. KonstantinoviC, Zoran, "Bild und Gegenbild: Ein Beiırag zur l magologic der sü­ dosıeuropiiischcn Völker in der Phase ihrer nationalcn Wiedergeburı ,'' Hugo Dyscrinck ve Kari Ulrich Syndram, ed., Eıı ropa ımd das naıioııale Selbsıvers­ lilndııis: lınagologisclıc Probleme in Literatıır, Kıııısı und Kultur dcs 1 9. uııd 20. ]alırlıuııdcrts, Bonn: Bouvier, 1 988, 283-294. Kop[, David, "Hermeneuıics Versus Histoty," Jounıal of Asiaıı Studies, c. 39, no. 3, ' 1 980, 495-506. Kornrumpf, i l . J . , "Zur ıcrritorial Vcrwaltungsgliedcrung des Osmanischen Rcic­ hcs, ihrem Entsıehen und ihrem Ein Ouss a u f die Nachfolgcstaaıen," K . - D . Groıhusen, ed. , Etlıııogeııcse und Staaısbilduııg i n Südosteuropa, Göııingen, 1 9 74. Kovalevskii, E., "Balkany. Nish," Biblioteka dlya chtevriya, no. 80, Sen Peıersburg, 1 847. Kozhuharova, Margariıa, cd. , Rus/ıi pıtepisi za bilgarslıite zrnıi XV/1-XIX velı, Sofya: Jzdaıelsıvo na oıechestveniya front, 1 986. Krasnokuıskij, Alexander Grigor'evich, Dnevnyya zapishi ı• Koıısıanlinol'ol A. G. Krasııolıııtslıogo v 1 808 godu, samim im pisannyya, Moskova: V tipografii S. Seli­ vanovskago, 1 8 1 5. Krestovskii, Vsevolod, Dvadısaı mesyatsev v dcistvuyuslıc/ıei anııii (1 9 77- 1 878), c. 1 . Sen Pctcrsburg, 1 879. Kriı o·cou\os, l listory of Mclımed tlıe Conqu eror., çev. Charles T. Riggs, Princeıon, N .J . : Princcıon U niversily Press, 1 954. Krifan, �lojnıir, "Postkoııını unistische Wiedcrgcburı cthnischer Naıionalismcn und der Driııc llalkan-Krkg," Osll'lınıpıı, c. 45, no. 3. 1'farı l 9Q5, 20 1 -2 1 8. ··Kriczas wilder Sııhn: lıııcn·icw mit Slohodan Snajdcr." Osı-\\bı Gcgcııiııfoııııııli­ oıırıı, L il . 110. 1 . Mayıs 1 996. 1 2- 1 5. Krumbacher, Kari, Gricdıisclıı· llcisc: IJ/tHıcr aııs c/cııı Tcıgclıııdıc l'iııcr /it-ise iıı Gri­ cc/ıcıı/1111cl ıuıı/ in der Tıı r/ıci, Bcrl in: Augusı 1 lcıılc·r, 1 886. Kundcra, Milan. "The Tragedy o[ Ccnır:ıl Europc," Nrw \'orlı Rcl'icw of /loo/ıs, 3 1 , no. 7 , 26 Nisan 1 984, 33- 38. - c. " -, Zeri, l'rag: Ccskoslovensky Spisovaıel, l 96 7. Laber, Jcri, "13osnia-Qucsıions o[ Rape," Nrw \'orlı Rede\\' of lloolıs. c. 40, no. 6, 25 Marı 1 993, 3-6. Lafore, Laurcnce, T/ıc Loııg fıı.ı e: An lıılcıprclcıtioıı of ılıe Origiıı.ı of \Varid \Var 1, Ncw York: J. il. Lippincoll, 1 97 l. Laınartinc, Alphonsc-Maric-Louis de, 5oııveııi rs, iıııprcssimıs, pcıısı'cs el pcına.�c' peııdrnt uıı ı·vycıgc en Oricııı (1832- 1 8.J.3 ), ou, Nvıes d'ıııı voycıgl'lırs. Paris: Char­ les Gossclin, 1 835. -, Voyagc cıı Oricııl, Paris, 1 887. -, Vııcs, discoıın rl aıticles sur /cı qııeslioıı d'Oricnl, paı: . , ıııcıııbrr ele la Clıaııılnc des clcpıılı's, Paris: Charles Gosselin, 1 840. Lanıpc, Johıı R. ve Marviıı R. .Jackson. llal/ıaıı Ecoııoıııic J /islorv, 1 .5 .50-1 950. Fıoııı /ıııpericıl l:lorclcrlcıııds tv On·rloping Ncııioııs, 13loonıingıon: l ndiana Uni,·crsity Prcss, 1 982. Larrabcc, Sıcphcn E . , J kllcıs Olıscıwd: Tlıc Anrcricaıı L'J'rricrrcc of Greccc, 1 77.51 86.5, New York: New York Univcrsity l'rcss, 1 957. Lavclcye, Emile de, Tlıe llcıllıcııı Pcrriıısu/a. Londr� : T. Fishcr Unwin, 1 887. Lazaro\', Pclir ve Zhivko Zhclev, Grografıycı zcı 7. klas ııcı sredııitr olıslıtoobrcızoı·a­ tclııi uc/ıilis/ııa, So[ya: ,\nubis, 1 994. Leakc, W. M . , Ii"avcls in Norılırnı Grcecc, l.ondra: J . Hodwcll, 1 835. !.car, Edward, Joıınıal of cı Laııdscapr Paiııtcr in Grccce aııd Albıırıicı. Londra: 1 8 5 1 (tekrar basım, Londra: Ccntury, 1 988). -, Joıınral of a Laııdsccıl'e Paiııtcr iıı 5oııı/ımı A/lıaııicı, Londra: H. lknt ley, 1852. -, Vicıvs in ı/ıc Scrnı lvniaıı lslarıds, Londra, 1 863, (trpkıhasını, Odhaııı, Lancashirc: Hugh Broadbenı, l 979). rı du Poııt EıLxiıı, aı·ec la ccırtc g<'nı'­ rnlc de ccs ckııx ıııers, lcı descriptioıı toııogrcıplıiquc de leıırs ril'agrs, le tcıblcaıı ılcs moeurs, drs ııscıges et dıı coııııııcrcc des peııplcs qui fes /ıcıbiırnı; lcı cartr parıiculi­ tre de /cı plcıinc de l:lroııssr en llyı/ıinir, celle du Bosıılıorr te tlıracc, et erile de Coııstanliııvplc acconıpagnü de la descriııtiorı dcs moııuıneııts mıciens et nıodcrııes de cette rnpiıale, P�ris, 1 80 1 . Lcgcr, Louis, La 5aı·e, l e Dcıııubr e t l e Ballıaıı. Voyagc c/ıcz fes 51on'ııes, irs Crocıles, fes Scrbcs el irs !Jıılgarcs, Paris: E. Plon, Nourrit, 1 884. Lele, ]ayanı, ··orienıalism an<l thc Social Scienccs," Orierrtalisııı cıııd tlıe Postcoloııi­ cıl l'redicanıcııt: Persııccliı·es on Soutlı Asia, Philadclphia: University o[ Pcnnsyl­ Lcchcvalicr, Jcan-Batiste, Vvyagr de Propontide ''ania Prcss, l 993. Lemcrlc. Paul, "13ı•zance et les origines de notrc civilisatioıı," Agostino Pcrtusi, ed . , \bıc;:: i a c ! 'Oricntr fra ıardo Mcdiocvo e Rinascinıcnlo, floransa: Saıısoni, 1 966. Leonar<l, Joh11, "C.l .A.-A11 l ııfinity ar M i rrors," Natimı, c. 258, 110. 1 2, 28 Mart 1 994, 4 1 2-4 1 7. Lconı'cv, Koıısta11t i11c, Sobraııic sochiııenii. Moskova: lz<l. V M. Sabli11a, 1 9 1 21 9 1 4 ( l .co11t'ev, Koıısta11tim' , Sobrcırıie soclıiııcnii K. Lconl'rva, Mürzburg: Jal­ rcprint, 1 975). -. Vostolı, lfos.ıiya i slcıryanslvo, Sborııilı statei, c. 1, Os11ahrück: Otto Zellcr, 1 966. Lcoııticv. Koıısta11ti11, "Viza11ti11izmit i slavyaıısıvo," So[ya: Slavica, 1993. Le Queux, Williaın, Thc Ncar East: Thr Prrserıl Siıucılion in Monıcııcgro, Bosnia, Scrvicı. Bıılguria. Roımıania, Tıırlıcy ımd Macrdonia, Ncw York: Doubleday, Pagc, 1 907. Lerncr, O. M . , "Vospoınina11iya o Bolgarii (iz puıevykh zamcıok)," Zcıpislıı grcızlı­ danina, Odcsa, 1 876, 110. 8, 8-1 1 , 110. 9, 26-3 1 , 110. 1 1 , 77-80. L<' voycıgc en Orirııl: cınthologie des voycıgeıırs français dans la Lrrnnı aıı X/Xc sieclc, Paris: R. L1 ffo11t, 1 985. Lewis, A n ıho11y, "Are ıhe Scrbs Conırolliııg Clinton ' " Gainrsl'illc Suıı, 14 Mart 1 993, 2G. Lcwis, Bcrnar<l, Tlır Eııırıgrnce of Modcrıı Turlıcy, Ncw Yo rk: Oxfor<l Unıvcrsiıy Prcss, 1 96 1 . - , •·Euroccntrism Revisiıc<l," Coııııııerıtary, c . 98, 110. 6 , Aralık 1 994, 47-6 1 . - , ··ıslaııı," Dcnis Sinor. cd. , Orieıııalisııı and l/istory, Caınbri<lge: W l lcffcr a11<l Soııs, 1 954, 1 6-33. -, Islcını anıl tlıe Wcst, New York ve Oxford: Oxford Universiıy Press, 1 993. -, /stıınlnıl anıl tlıc Cil'ilization of tlıc Ottoman Empirc, Narman: Univcrsity or Oklahoıııa Press, 1 989. Linguisliııııc ballıaııiquc: Bibliograplıic, Sofya: lnsıiıuı <l'cıu<les balkaniqucs, Cll3AL, 1 983. Lipp, Wo lfgang, "Sclbsısıigmaıisicrung," Manfred Brusıe11 ve Jürgen Iiohıııcicr, ed. , Slignıutisieruııg: Zur Prodıılıtion gesellsclıaftliclıcr Randgrııppeıı, Neuwic<l \'c Darmstadı: l lcrmann luchıerhan<l Verlag, 1 975, 25-54. Le livre noir de l'ex-Yııgoslavie: Purification etlıniquc de crimes de gucrre, Paris: Arlca 1 993. Lloy<l, G. E. R., Dcıııystifyiııg Meııtalities, New York: Cambridge University Prcss, 1 990. Lo11gi novic, Toınislav Z., Borderline Cultııı:e: Tlıc Politics of /deııtity in Foıır Twcııti­ etlı-Ceıııuıy Slavic N01·ds, Fayeııeville: Universiıy o [ Arkansas Press, l 993. loııgworıh, R. C., ··Bulgaria, Romania Rcsist Pull of ıhc West," Clıicago Tı-ilmıır, 10 Ekim 1 994, 1 , 6. Lory, 13crnar<l, Le sari de l 'lıcritage otıoıııaıı en Bıılgaric: frxeınple des villes bıılgarrs. 1 9 78-1 900, lsıanbul: )sis, 1 985. lovincsco, Eugene, Lrs voyagrurs français en Grtce aıı XIX sitcle ( 1 800-1 900) , Pa­ ris, 1 909. Lowc, Lisa, Crilical 1crraiııs: Frendı and British Oricntalisıııs, Ithaca, N .Y. ve Lond­ ra: Corncll Univcrsiıy Prcss, 1 9 9 1 . Lucas, Paul, Voyagc dıı sieıır Pııııl Lııcas fail p a r ordre d u roy dans l a Grtce, l'Asic Mincure, la Maccdoiııe et /'Afrique, Paris, 1_7 1 2 . Lyall, Archibald, rlır Ballıan Road, Londra: Meıhucn, 1 930. MacGahan, Januarius Aloysius, Tlıe Turlıislı Atrocities in Bıılgaria, Cenevre: y.y. , 1 966. MacKenzie, David, Tlıe Serbs and Rııssian Paıı-Slavism, l thaca, N.Y.: Cornell Uni­ vcrsiıy Prcss, 1967. I M ackcnzie, Gcorgina Muir ve Adelina lrby l . fravels in tlıe Slavonic Provinces of for/ıcy-iıı-Eıırvpc by Miss Mıı i r Maclıenzie and Miss l rby, Londra: Beli and Daldy, 1 867. -, Tra\'els in ılıe Slavoııic Provinces of Turlıey-in-Eıırope. By G. Muir Maclıenzir and A.P lrby. Wiılı a P.rcface by ılır Riglıt Hoıı. W E. Gladstoııc, M.P, gözden geçiril­ miş 2.. baskı, Londra: Daldy, lsbisıer, 1 877. Macmichael, William, ]ounıey from Moslıova to Consıantinoplr. in tlıe Years 1 8 1 7, 1 8 1 8 , London: Daldy, lsbister, 1 877. Tlıe MacNeill-Lclırer Ncws lloıır radyo yayını, 7 Şubat 1 994. Mag�s. Branka, "Balkanizaıion or Lcbanizaıion?" Tlıe Deconstrııclioıı of Yııgoslavia, Londra ve New York: Vcrso, 1 993, 346-350. Majer, Hans Gcorge, ed., Die Staaten Südosteııropas ıınd die Osmanen, Münih: Selbstverlag der Südosleuropa-Gcsellschafı, 1 989. Malcomson, Scoıı L. Borderlaııds: Naıion and Empire, Bosıon ve Londra: Faber and Faber 1 994. Manoschek, Walter, "Serbien is Jııdenfrei ": MilitiJrisclıe Besaızuııgspolitilı und Jİıdeıı­ venıiclıtııııg in Serbien l 94 J -2, Münih: R. Oldenburg, 1 994. Mans, Pierre !klon du, Lrs lııdee, Egypte, Arabie & auılıres pays estranges, rcdigtes en trois !ivres, par . . Le caıalogııe contrnanı lcs plus notablrs clıoscs de cc preseııı !ivrr, esi eıı l'aııtrc part de er feuillct, Paris, 1 553. Marcc llus, M.-L. -J-A.-C., Vicomıe de, Souvenirs de l 'Orient, par le Vicompte de Marccllııs. aııcien ministrc plenipoteııtiaire, Paris: Debecourı , 1 839. Marcus, Georgc ve Miclıael f-ischer, ed., Antlıropology as Cııltııral Critiqıu!: An Ex­ perimenıal Moıııcrıt in tlıe l /umıın Sciences, Chicago: Universiıy of Chicago Press, 1 986. Mardin, Şerif, Tlıe Genesis of Yoıuıg Ottoman Tlıouglıt: A Study in ıl:e Modenıization of Turlıislı Politica/ /dcas, Princeıon Oricnıal Sıudies, c. 2. 1 , Princeıon: N .J . : Princeton Un iversity Press, 1 962.. -, "TheJusı and the Unjust," Darda/us, c. 1 20 , no. 3 , Yaz 1 99 1 , l 1 3 - 1 29. Marglin, Stcphcn A. M . ve Frcdcrique Appfel Marglin, ed., Doıııinating Knowledge: Del'elopıııeııl, Culıure and Rcsistance, Oxford: Clarendon, 1 990. Martin, Richard ve \-larold Koda, Orienta/isnı: Visions of tlıc East in Westenı Dress, Ncw York: Mcıropolitan Muscum of Art, 1 994. Marx, Kari ve Frcdcrick Eııgcls, "Manifesto of ıhe Commuııisı Party," Collcctcd \\\ır/ıs , çev. Riclıard Dixoıı et al., c. 6 . , New York: l ıııcrnaıional. 1 976, 477- 5 1 9. Masaryk, T. G . , " Ö sıerreiı:h und der Balkan," Die Ballıanfrage, Münih ve Leipzig: Vcrlag von Duncker und Humbloı, 1 9 1 4. Maıanov, Khristo ve Rumyana Mikhneva, Ot Galipoli do Lepanto: Ballıaniıc. Evropa i osmanslıoto nashestvie 1 354-1571 g., Sofya: Nauka i izkusıvo, 1 988. l'O de/ata na stranslıile patopisci vo vreıneıo na turslıoto vladeenje: janicari, harrnıi, robovi, Ü s küp: Kultura, 1 992. Matkovski, A leksandar, ed., Ballıanot Maıkovski, Alexander, '·Bibliografiya na yaıopisi za Balkanskioı poluostrov vo vre­ me ha ıurskoto vladeenje," Glamilı na institutot za natsionalna istorij a, Üsküp, 1 97 1 , c. 1 5, no. 1 ( 1 37 1 - 1 600), 2 ( 1 600-1 800), 3 ( 1 800- 1 9 1 2) . Maıvcjevic , Predrag, "Central Europe Seen From t h e Eası of Europe," George Schöpflin ve Nancy Wood, ed . , in Search of Central Eu rope, Cambridge, lng.: Poliıy Prcss, 1 989, 1 83- 1 90. Maull, Oııo, Enzylılo11edic der Erdlıunde, Leipzig ve Viyana: Franz Deuıicke, 1 929. McKcchnic, Roscmary, "llccoming Cclıic in Corsica," Sharon Macdonald. cd. , in­ side Eıırnııcan ldcıııit ics: F.ılı nograplıy in Wcstenı E u rope, Providence/Oxford: Llcrg, 1 994, l 1 8- 1 45 . McNeal, R. A . , e d . , Niclıolas 13 iddle in Greece: Tlıe joıırnal and Lcıtcrs of 1 806, Uni­ vcrsiıy Park, Pcnn.: Pcnnsylvania Sıaıe Universiıy Prcss. 1 993. Mcad, Williaın Edward, Tlıe Grancl Toıır in ılıc Eighlccııth Cenıury, Bosıon: 1.ough· ton Milflın, 1 9 1 4. Mciscl, Martin, Slıaw and tlıc Niııctcenılı-Ccntııry Tlıecıtre, Princeıon, N .j . : Princc­ ton Univcrsiıy Prcss, 1 963. Melas, Spyros, "This ıs Greccc 1 " Modern Greclı Literary Gcıns, New York: R. D. Corıina, 1 962 , 46-49. Melchisedcc, Episcop, O cxcıırsinc in Bu lgaria de episcop Melclıiscdec, Bükreş, 1 885. Mellor, Jane, "Is ıhc Russian lntel ligentsia European7 (A Reply ıo Şimecka)," Ge­ orge Schöpflin ve Nancy Wood, cd., in Searclı of Central Eıırope, Cambridge, lng.: Polity Press, 1 989, 1 63- 167. Mclman, Billie, Womens Orienıs: Englislı Women and ılıc Middle East, 1 7 1 8- 1 9 1 8. Scxııality, Heligioıı and Worlı, Ann Arbor: U nivcrsiıy of Michigan Press, 1 995. Mclville, Cccil E , 13allıaıı Raclıet, Londra: Jarrolds, 1 94 1 . Mtmoircs de 13aron de Tott s u r les Tu rcs e t irs Tartares, c . 2 , Amsıcrdam, 1 784. Mcmoires du Sicur de la CroLx, ey - devanı secrttaire de l'Ambassade de Constantinop· le: Conteııant diverses rrlations ırts cıırieuscs de l'Em11ire Ottomaıı, Paris, 1 684. Mestrovic, Stjepan G . , Tlıe Ballıanization of the West: Tlıe Coııjluence of Postmoder­ nism wıd Postcommıınism, Londra ve New York: Routlcdge, 1 994. -, Habits of tlıe Ballıaıı l/eart: Social Clıaracter and the Fail of Communism, Colle­ ge Sıation: Tcxas A&M University, 1 993. Mcyer, Henry Cord, "Mitteleuropa in German Political Geography," Collected Worlıs, c. 1 , lrvine, Calif.: Charles Schlacks , J r. , 1 986, 1 09- 1 26. -, Miıtclcuropa in Germaıı Thouglıt and Actioıı, 1 8 1 5 - 1 945, Lahey: Marıinus N ij· hoff, 1 955. Miedlig, l lans-Michael, "Grı:ınde und H intergründe der akıuellen Naıionalitii.ten­ konflikıc in den jugoslawischen J...a ndern, Sudosteuropa, c. 4 1 , 1 992, 1 1 6- 1 30. -. "Paı riarchalischc Mcnıaliıaı als H iııdernis l"ü r dic sıaaıliche uııd gcsellschafı­ lichc Modcrnisicmng İn Scrbicıı im 1 9. Jahrhuııderı," Siidost-Forsclıııııgeıı , c. 50, 1 99 1 , l fi3 - 1 90. -, "Probleme der ,Mcntaliı:iı bei Kroaıcıı und Scrbeıı ," 5cpritnıc Congrts /nlenıul i ­ oııal d'Etııd,·s diı 5ııcl-Est Eııroptcıı (Tlıcssaloııiqıır, 2 9 aoııt-4 s qıtrmbrr): Rcıp­ port s , ı\ıina: Associaıioıı lnıcrnaıionale d'Eıudcs du Sud-Esı Europccn, Comiıe Naıional Grec, 1 99.f, 393-424. M ihııeva. Roumiana, "Notrc Europe aı 'l'autre' Europe ou 'europcisaıioıı' conıre e\'olıııion el ccrtaiııs probkıncs du 'Leın ps' Lransiıoirc dans lcs Balknns," Etudcs bal/ıaııiqııcs, c. 3, 1 99.f, 9-20. Miller, 1-lcllcn l l ill. Grcccc Tlı ro uglı tlıc Agcs: As Sceıı by Tr·avelers fronı Hcrodo!ııs ıo Byroıı, Ncw Yo rk: Funk and Wag� alls, 1 972. · Miller, He n i)', rlıc Colossııs of Maroııss i , New York: New Direcıions, 1 94 1 . M iller, Williaın, Tlıc Bul�ans: Roıımaııia, Ilulgaria, Servia, and Monlrncgro. New York: G . P. Puınaın's . 1 896. -. Essays on ılıc Lat in Orknl, Cambridgc: Cambridgc Universiıy Press, 1 92 1 . - . Tlıc Oıtmnan Eıııpin· and /ıs 5ııccrssors, 1 80 1 - 1 92 7, Cambridge: Cambridge Univcrsiıy l'rcss, 1 936. -. "fimcls emel Polilics in rlıc Ncar East, Lonclr:ı: T. Fishcr Unwin, 1 898. Millnıan, Richard. Brifaiıı aııcl ılır Eas!mı Qııcs!ioıı, 1 8 75- 1 978, Oxford: Clarcn­ doıı, 1979. Milojko\'iC-Djuric, Jclcna, Paııslcııünı ancl Natimıal ldeııtily in Rııssia and ılıc Bal­ Jıaııs, 1 830- 1 880: Jıııcıgcs of ılır Sel/ and Otlıcrs, fiouldcr, Co.: Eası European Monographs, c. 39.f, Ncw York: Columbia Universiıy Prcss, 1 994. M i losz, Czcslaw, " Ccnıral Europcan Aııiıudcs," Cross Currenıs: A rrarboolı of Cmlral Eu ropcan Cul!ıırc, c. 5 . no. 2 , 1 986, l O l - 1 08. -, "flıc l lis loıy of Polislı Lilcralııre, New York: Macmillan, l 973. -, Thr Witnrss of Pocııy, Cambridgc , Mass.: Harvard Univcrsiıy Prcss, 1 983. Miyaıev, Pclir, ed. , MacJzharslıi pilrpisi za Ballıaııitc, XVl-XIX vrlı za bilgarslıilr ze­ ııı i , Sofya: lzdaıclsıvo na Otcchcsıvcni)'a fro n t , 1 982. Mohanı� S. P. . "Us and Theın: On ıhc Philosophical Bascs of Poliıical Crilicism," folrjoıtnıal of Crilicisnı, c. 2 , no. 2 , 1 989, l -3 1 . Molıkc, l klmuıh voıı, Bric/c librr Zııstilndr uncl Brgcbcnlıeilcn i n der Tıi rlıei aııs den )alımı 1 8.15 bis 1 839, Bcrlin: E. S. M iıtler, 1 9 1 1 5. baskı, Köln: Verlag Jakob Hcgncr, 1 968) . Mommscn, Wolfgang, Tlıcorics of lınprrialisnı, New York: Random, 1 980. Monıagu, Mary Wo rılcy, Lrllcrs of tlıc Riglıl Hon orabl r Lady M . . .y, \V . .y, M . . . u, Wrillcn during her Ji"avels in Eıırope, Asia aııd Africa ıo Pcrsons of Distiııcıion. Loııdra, 1 763. Moııumrııla lıislorica 1 lııııgariae: 5cı: il: Vrraııcsics An lal, ôsszrs nıuıılıai, 1 -72., ı. 232, Budapcşıc, 1 85 7- 1 875. . Moııunıcnıa Polı!niac lıislori � cı . c. 1 . bölüm 1 Varşova: Pansıwowe Wydawn, Na­ u � owç, 1 96 1 . · Moııuııırntal Propaganda: a Tr·aı•elliııg Exlıibiıioıı Orgaııizrd aııd Circulaıed by /ııdc­ ı•cııcleııl Curaıors lııcoıporaıed, New York, 1 994. Johıı n. S. o[ Rokeby, A G rcıııd Toıır: Lrıtcrs aı ı cl .Joıınıcys 1 794-96, G. E. l\fariııdin, cd., Londr:ı: Cc n l l ı ry. 1 985. M o rr i u , Moscr, Clıarlcs A., A l listory of llıılgııriaıı litcratıırc, 865- 1 94 4 , L:ıhcy: M o uıo n . 1 972. Mossc, Georgc L.. "foll'aırl tlıc Final Solııtion: ;\ lfütory of Eıır oprn ı ı Racisnı, Ncw York: l fo\\'ard Fc rt i g , 1 9 78. Mouzclis, N i c o s I', Moclcrıı Grrrcr: Faccts of llııdrrclcvdopıııcııt, Londra: M:ıcınil­ lan, 1 988. Mo wrcr. Paul Scoll, Bıı/Jıaııi;:cd Europc: A St u c/y in Politiwl A n a lys i s and /lewııstc nıdioıı. Nc w Yorlc E. I! Duııon, 1 92 1 . Mülkr, 1-lcincr, "Sıirb schııcllcr, Eu ro pa , " 1ztolı-lzıolı. no. c.ı. 1 0 , 1 993, 46- 5 1 . Pctir, Kııiga ::a bilgııriıe, Sofya: lzd:ııclsıvo na 13ilgarska akadcmiyn na naukiıc, 1 987. M ut:ıfchıcv, Muzcı, Alphonsc, Le ıııoııcle bcı/Jıcıııiqııc: Roıııııains de Roıııııaııie, ele Tıwısyll'aııic el de llıılıoviııc, 5rrlıcs ele 5rdıic, de Bosııic, de Croaıic, ele Dcı l ın cı l ic cı ele J\foııttııcg­ ıo, B ıı lgcı rrs , G rccs, Tiıırs rt ı\lbanai.ı, Paris: [rncsı l'laııımarion, 1 9 1 7 Georgc E. • Tlıc Ballıcııı Sı a ı cs : A n /ıııroclııclioıı l o T/ıcir l lisloıy, Washing­ ton. D . C . : l' ubl i c A ffairs Prcss, 1 947. M ylo nas , Myrivilis, Sır:ıtis, "Thc Grcck Waves ," Modem Greclı l.itcrary Grıııs, Ncw York: R. D. Cortin:ı. 1 %2. 50- 53. Nadcr, L.ıura, "Orirnıalisnı, Ckcidcnıalism aıı<l ıhe Con ı rol of Women," Culıııral IJyııwııics: Aıı /ııırrııcııioııcıl }ınınıal for ılıe Sı ıuly l'rocesses aııd Tcıııporaliıy of Cıılıım·. c. 2, no. 3, 1 989. Nair, Sa m i . ··ı.e di ffcreıı<l mc<liıcrr:ınceıı," Lrf l rc lııırnıııl imıale, si: l::ıolı-lzıolı, no. 9-1 O. 1 993, 55-63). Naim, Toııı . Tlır Enc/ıaııtrd Class: Brilaiıı aııd lts Moııarclıy, c. 30, 1 99 1 (çeviri­ LoııJra: Radius, 1 988. Naıioııalisııı aııcl Wcır iıı tlıe Near East (lly a Diploıııaıist), Oxford: Clarendo n , 1 9 1 5. Naunıanıı, fric<lriclı, Bıılgarirn und MWclcıı roııa. Berlin: G. Reimcr, 1 9 1 6. -, Miııclrıırupa Bcrlin: G. Reimcr, 1 9 1 5. Ncalc, Adam, M. D . , Tra ı•rls Oırouglı Soınc Parıs of Gcrmaııy, Polaııd, Molclavia aııd Tıırlıry, Londra: Longıııan, J l ursı, Rccs, Orme and Brown, 1 8 1 8. Nclson, D:ıniel N., llallıaıı lm/Jroglio: Politics ancl Sccurity in Soııt/ıcastcnı Eııropc, Boul<ler, Co. : Wcstview, 1 99 1 . Nl'nov. Tadar ve Gcorgi C ho rc lıo ııı ov, Stara plaııina: Pilcı-oclitel, So[ya: Mediısiııa i fizkulıura, 1 987. Nesıorov:ı, Taıyana, Aıncrican Missionaries aıııoııg ılır Bı ı lga ria ıı s , 1 858- 1 9 1 2 . Boul­ <lcr, Co.: Eası Europcaıı Monographs, na. 2 1 8 , Ncw York: Columbia Universiıy Prcss; 1 987. Ncumann, !ver B . , " Russia as Ccnır:ıl [uropc's Consı iıut ıııg Othcr," fası Eııroııcmı Po/itics aııcl 5odrtirs, c. 7, na. 2, Bahar 1 99 3 , 349-369. Boul<ler, Co.: fası E u ropca ıı Monograplıs, no. 384, New York: Colunıbia University Press, 1 993. Ncumaıın, Victor, Tlıe Trıııııraıioıı of l lonıo Eııroparııs, Ncwnıaıı, Jkrıı:ır<l. Ba/ Jıaıı Baclıgroı ı nd, Ncw York: Macmillaıı, 1 935. N ic olays, Nicobs de. Lrı ııavigatioııs, perrgriııaıioııı et vo_rcıgeı, faicls rıı la Iiırqııir par Nicolas de Nicoluyı Daıılplıinoys Sl'igıicıır d'A ıfevillr, rnllrı de dıaınlnc et gc­ og rap/ı c ordiııairc dıı Roy de frmıcc, coıııcnıwnıı plıııicıırı ıiııgıılcıritr� qııc 1�\ııtı·­ ıır y a vrıı fi obscrn', ı\n\'crs, 1 576. Nicolson, Marjoric 1 lopc. "Liıcrary Atıiıu<lcs Toward Mounıains," ı/ıc 1 /isloıy of ldcas, c. 3., Ncw York: Scrihnd•. 1 973. 253-260. Di c l ioıı wy of -, Moıınıain Glooıı ı emel Moııntııin Glory: Tlır Dr\'!'lopnıcııı of ılır Arsılıcrio of ılır lnfiııilr. l tlı:ıca, Novak. N.Y.: C orn c l l U ni\'crsiıy Prcss, 1 9 59. Zrnka, "Nema <·isıılı ruku," Oslolıoiırııjc, 23 Eylül 1 99 0 , 3. Nyst:ızopoulou-Pclckiı.lou, Maria, Oi rnllwı ı i lıi lııoi. Yanya, 1 978. O li,·icr, G uillaumc-An ıoine, \\ıyııgc da n ı 1'EnıpiH' Ollomaıı. f'Egypır er leı Pcrsc . .faiı p rn clıııır f e s s i x prrıııiercı a nıH'cs ık la Rı'pıı!Jliqııe, P:ı­ par ordrc clıı go111·crıırnıı·11ı, ris, 1 80 l . Opisanie 1iırcıılıoi i ıııı>ffİİ, ıoıtadrnnoc ruıılıinı, hyvs/ıinı ı· pfcnu ıı lıc, tıırolı ı· Xl'/I ı·c­ Sen Pctersburg, 1 89 0 . Orman<lzhian, ı\gop, e<l . , Aıınrııılı i pitcpiıi za Ballıanile, XVll-XIX v .. So[ya: Na­ uka i i zkustv o , 1 984. Onayl ı , 1\bcr, lıııparaıorlıı,:ııın En Uzıın Ylizy ı l ı , lstanbul: l l il Yay ı n la rı , 1 983. Oschies, Wol L " U rsaclıcn ı.les Kricges in Ex-J ugoslawic n." Aıı.ı Politilı gcıclıiclıl<', c . 37/93, no. 1 0 , Eylul 1 993. ıııııl :c i t ­ Ostrogorski, Gcorgijc, l /iıloıy of i /ıc Byzmıtinc Sıaıc, Ox[ord: Blackwcl l . 1 956. Tlıe Ot/ırr llııllıaıı \Van. A 1 9 1 .1 Ccırııcgic Enılownırııl lııqııirv in Rrlrospccl witlı a .\fcıv lııl rn<lııc ıiıııı anıl RcJlcctioıı> ıııı r/ıc Pıncııt Coııflict V)' Ccoı��c F Krnııeııı, Washington. D.C.: Carııegic Enı.lowıııcnt for l nternational Pcacc, 1 993. Özal, Turgu t . ·ıiırlıcy in Eu ropc emel Eııropc iıı Tıırlıcy, 1 .elkoşc: K . Rüstem. 1 99 1 . Özbara n , Salih, cd . . 1arilı Ogrrıimi ı•c Ders Kitapları, l sı an bul : Tarih Vak[ı Yu rı Ya­ yınları, 1 995. eler drntıc/ıcn Vollıslıberlicfc­ (Mo t i ve , Frciburger folkloristische Forsc­ hungrn, 4) M ü n i b : Wilhelnı Fink Verlag, 1 972. Özyurı, Şe n ol , Dic Tiirlırnlicclcr ııııd clas Tıirlıcııbild iıı ruııg vonı J 6. lıis ;:um 20. jıı/ır/ıuııdcrı. Page, Robcrı M . , Slignıa, Londra: Rouılcdge and Kegan Pa u l , 1 984. Painton, Priscilla, "Wlıo Could i lave Done i t , " Time, c. 1 4 1 , no. 1 0, 8 Mart 1 993, 33. Pakakc, Marcia jean, A ıııcricaııı Abroad: A Bibliograııhicııl S l ııdy of Anırıicaıı 7i·al'rl Literalurc, 1 625-1 800, doktora tezi. U nivcrsiıy o[ Minncsoıa, 1 975. Pakula, Hannah, T/ıe Lası Ronıaıııic: A Biograplıy of Quceıı Marie of Romaııia, Ncw York: S i rno n a n<l Sch usı er, 1 984. Pıımialııilıi drevnci pis 'ıııeıınosli i iıılıuıtva, c. 35, Sen Petersburg, 1 882. Panayotov, Plarncn, "Piıuvane kim Vizantion," Konstantin Leonticv, \'i;:antinizmit i ılavyaıııt ı•oıo, Sofya: Slavika, 1 99 3 , 5- 20 . Pangelov, Boiko, " Foreign Po l i cy is S ıron g Whcn Ali Political Forces Rally in Sup­ port of N at i on al l n te rests , " l n t crview wi t h Dc pu t y Ministcr o[ Foreign A ffa irs , Koııtinrııı, 30- 3 1 Ocak 1 993; ayrıca, FBIS-EEU-93-022, 4 Şubat 1 993. Panzini, Alfrcdo, Dizioııario ınodcnıo, Milano: Editore Ulrico H o e pl i , 1 950. l':ıpacosıca, Visıor, Cil'ilizatiı' roıııaııccısclı şi cil'ilizcıtie ballıaııiclı: Studii islorice, Bükrcş: E <l i ı u ra Eınincscu, l 983. l'apa<l:ıkis, Arisıcides, "Thc l l isıorical Tradiıion ar Church-Sıaıe Relaıions under Orıhodoxy," Pcdro Ranıcı, cd., Eastcm Clııisıiaııiıy aııd Politics i n ılıe Tweıılietlı CeıHııry, c. l , Durhaın, N . C. ve Londra: Duke Universiıy Prcss, 1 988, 37-60. Papa<lopoulos, S. 1 . , 1 lıirıisi ıoıı Doıılıa ıou Nel'rl' Karoloıı Goıısaga gia tin aprleftlıe­ nısi 1011 l'allıaııilıoıı /aoıı (1 603-1625), Selanik: Hidryına Meleıon Chcrsonesou ıou 1 laimou, Ekdoseis, 83, 1 966. Papaııclreou, Gcorgc, "Greecc, ıhe resıs in the !3alkans," Uniıed Sıaıes and ıhcir Muıual Cornrnon lnıe­ Tlıc Soııtlıcası Europeaıı Ycarboolı 1 993, Aıina: ALIAMEP, 1 994, 1 1-22. Papoulia, !3asilike, "Die Osınanenzciı in der griechischen Gcschichısforschung sc­ ıı der U nabhiingigkei ı ," Hans Gcorg Majer, ed., Die Staateıı Südosıcııropas uııd ılic Osırıaııeıı, M ü nih: Selbsıverlag der Südosıcuropa-Gcscllscharı. 1 1 3 - 1 26. Pappazo gl u , Maior D., Caliıııdiı pc riul Duni'ıri din Parla dr fier piıılı in Marea Ncgri, !3ükrcş: Tıpografö sıaıulııi Sı. Sava si N ifon, 1 863. Parezan i n , Raıko, :a ballıaııslıo jeclimtvo: osnivcııye, prograııı i rnd Bal/uıııslıog iıısti­ ıuıa ıı Beo.�nıdu, 1 934- 1 94 1 , M ü nih: y.y., 1 976. Parker, j . S. !', "!'rom Acschylus ı o Kissingcr," Gazelle Rcl'icw, c. 1, 1 980, 4- 1 6. Parry, V j . , ""Rcnaissancc Hisıorical Litcraıure in Rclaıion ıo ıhe Ncar an<l Middlc Eası." 13. Lewis ve M. Holı, ed., l /isıoricms of ılıe Miclcllc East, Londra: Oxfor<l Uni,·crsiıy Prcss, Parıcni i , i nak, 1 962, 277-290. Slıa::.aııie o slrarıslvii i pııtrslırsll'ii po Rossii, Moldal'ii, Tıırısii i 51'y a­ toi zcrııle, bölüm 4, Moskova, 1 855. Millclrııropa, Goıha: J . Parısch, joscph, Parıhcs, l 904. Pashko, Grarnoz, "The Role of Chrisıianiıy in Albanias Posı-Cornnıunisı Vacu­ um,"' Tlıe Soııılıeası Eııropcan Ycarboolı 1 993, Aıina: A L I A M E P, 1 994, 4 7-54. 'The Dangers of Balkanizaıion," Peace & Clıange, c . 20, no. I , Patıcrson , David, Ocak 1 995, 76-8 1 . Clıapıcrs o n Medieval aııd Rrnaissarıcc Visitors la Grulı Laııds, Princeton , N.j.: .Aıncrican School ar Classical Sıudies in Athens, 1 95 1 . Paıılys Rcal-Eııcycloptıclic der Classisclıeıı Altcı1U111swisscıısc/ıafı-Neııe Bearbcilıırıg, Paı o n , jarnes Morton , Sıuııgarı: J . 13. Mcızler, 1 9 1 2 . Peicheva, Lozanka v e Ventsislav Diınov, "Drugiıc v'rnisıcriyaıa' (Nablyııdeniya virkhu bilgarskata narodna ınuzika, inı erpreıirana oı chuzhdcnısi, viv fonoıe­ kaıa na Bilgarskoıo naısionalno rad io ) , " lJallıaııislic fonını, no. I , 1 993, 39-45. lrııprcsiuııi de lıiıltılorie lıı Rorıı lı ııica, Bükreş: l nıprirneria nationala Pelinıon, A., alui losif Rornanov et Cornp . . 1 858. Tlıc Grcece of llıe Greclıs, New York: Paine and Burgcss, 1 946. Tlıc Origins of Modem Englislı Socieıy 1 780-1 880, Londra: Rout­ Perdicaris, G . A . , Perkin, Harold, ledge and K. Paul, Pcrry, Duncan, 1 969. rlıe Poliıics of Terror: Tlıe Maceclonicııı Lilıcraıioıı Moverııeıııs, harn, N . C . : Duke U niversity Press, Pertusi, Agosıino, Dur­ 1 988. Sıoriografıa umaııisıica e rııondo bi:::arıLino, ziliano disıudi bizanıini e neocllenici, 1 967. Palcrrno: lnsıiıuıo si­ Pc rıusi, ı\gostı ııo , ccl., ki, 1 973- 1 974. \'cıır:ia c il Lrrnııle fino al scwlo XV, -, ccl., \\-ıırzia c /'Oricnıc fra ıardo Mcdiocı·o c Riııcısciııırnlo, Pcsmazoglou, S t cplıanos . Evmpi-Tourlıicı: Aııclmıalılascis Coıı lıciıııeııon, c. 1 , Atiııa: Ekcloseis Thcmclio, 1 993. l'clııadcsct gocliııi iıısıiını zıı bcı/lıcınisl i s lıa, rajiya, So[ya: CIBAL, l 964 - l 978: Floransa: L. S. Olsch­ Floransa: Sa nso ni, 1 966. lıai c/iaclılascis. I slrcıligilıi lsloriclıcslıa spravlıa i bibliog­ 1 979. Pc ı ropulos, .Jolın, '"Thc Modern Grcck Stale ancl ıhc Grcck Pası," Spcros Vryonis, Jr., cd., Tlıc '"/'ast'" iıı Mcclicı·al aııcl Moclcnı Gıcclı Cııltıırc, Malibıı, CaliL: Uncle­ na, 1 9 78, 1 63- 1 76. -. /'oliı i c.1 wıcl Stat cmıfı i n ılıc Kiııgdom of G ı-eccc, 1 833- 1 8-1.J, Pri ı ı ccıon . N .) . : Princclon Universiıy Prcss, 1 968. l' c ı rosy a n , \'urii ,\., Mlaclotııretslıor clviı.lınıir Moskova: lzdatcl'sıvo Nauka, 1 973. (vtoraya poloviııcı XIX-ııaclıalo XX Pcırovich, M iclıacl lloro, Tlıc Eıııcı;ı:cncc of Rııssian York: Coluınbia Univcrsity Press, 1 956. - , " l'lı gcne Sclıuylcr and Bulgaria, 1 876- 1 878," Paııslcıvisııı, 1 856- 1 870, ı'. J , Ncw Bıılgaıiaıı / / i storical Rnicw, c. 1 . 1 979, 5 1 -69. -, A l l i sıoıy of Moc/eııı Scrbia, 1 80-1 - 1 9 1 8 , Ncw York: l larcourı, Bracc, Jovaııo­ vi c h, 1 976. Pcysso n ncl , Charlcs de, Pfoff, Williaın. "Tlıe Traiı� s u r le coımııcrcc ele lcı Mcr Naire, Abscncc o[ Eınpirc,'" Yorlıcr, c. 6 8 , Paris, 1 787. 10 Agu sı os cıılııırali fra l '/calicı c la Bıılgaria. Napolı, Ncw no. 25, 1 992, 59-69. Picchio, Ricarclo, Rclcı�ioni sloriclıc c 1 982. Pipa. Arslıi, 'Thc Otlıer Albania: A Balkan Pcrspccıivc," Arslıi Pipa ve Sa mi Rc­ pislıti, cd., Stııclics on Kosova, Boulcler, Ccı.: [ası Europcan Monograp h s , no. 1 55 , Ncw York: Colu ın bia Univcrsity Press, 1 984, 2 3 9 - 2 5 4 . Pisarcv, A . , "Tra<liısii <lruzhby naro<lov kak yavlcnic kul'ıury: Osvobocliıc'ııaia bor'ba b:ılkanskikh ııarcıclcıv protiv osmanskogo iga i rossiiskay a inıclligrnısi­ ya," il. il. Pioırcıvskii, ecl., Soı·ctslıcıya lıııl'tııra-70 /re razvitiya. KBO-lctiyıı a/ıacl. /\1. P Kiıııcı, Moskova: Nauka, 1 987, 258-26 1 . Pollıs, Aclaıııan ı i a , "Grcck Nalional ldcnliıy: Rcligio u s Minoriıics, Riglıts, an<l Eu­ ropean Nonns," Joıııııal vf l\1odcııı G rcelı Scııdics, c. 10, no. 2, 1 992, 1 7 1 - 1 95 . Porıcr, DaviıJ, Coııslcııııinoplr cıctıwl sıme of tlıe 111a1111crs, aııcl i l s Em•i roııs . lıı a Scrics of Lrııcrs, exlıilıiliııg ılıe customs, aııd lıabits of tlıe 1iırlıs, Amıenians. Jcws, ancl Grcrlıs, as ıııoclificd lıy tlıc pvlicy of Sııltaıı Malııııoııc/. lly an Anıcricaıı, loııg rrsi­ c/rnı cıı Coıısıaııliııoplc, Ncw York: l la r per, 1 835. '·'Tlıe Posı-Coınınunist Nighı mare': An Exchange" 4 1 , no. 4 , 1 7 Ş ubat 1 994, 28-30. Pounds, Nor ın a n , "Balkans,"' Acadeınic Conıı . : Grolicr, 1 994, 38-40. New Yorlı lkvicw vf lloolı s , c . Anıcricaıı Eııcyclopcdia, c . J, Danbury, " l'ovcsı' i skazanic o pokho:hdcnii v Jcnısalim i Tsar'gracl Troitsko-Sergicva mo­ nastyria, c hcrn ogo clyako ııa lony po rckloınu Malen' kogo," Paıııicıtnilıi c/rrrnri pis'ııınıınosli i isslııısl l'Cı, c . 35, Sen Peıcrsburg, 1 882 . ıi Coııstanıinople, eıı Albanie, et dans plusi­ rnrs cıııl ll'.< parıies de l'Eıııpirc Ollonıan prııdeııı les wıııres 1 789, 1 799, 1 800 rı Pouqueville; François, Viyage rıı Moıü, 1 801 , Par is, 1 805. Pulaha, Scbmi, Aspecls de ılcnıograplıic lıisıoriqıır dcs contrı'es albanais peııdanı fes XVc-XVk sitclcs, Tiran, 1 984. -, "Wisscııscha[tlichc Forschungcn übcr die osınanische Pcriodc dcs Mitıclalıcrs i n Albanicn ( 1 5. Jahrhundcrl his Anfang dcs 19. Jalırhundcrts)," Hans Georg Majcr, cd . . Dir Stacıten Siidosıcuropm ıınıl ılie Osnımıcn, M ünih: Sclbsıvcrlag eler Südosıcuropa-Gcscllschafı, 1 989, 1 63 - 1 78. Pun<leff, Marin V., Bulgcıria in Anıcriccırı Perspecıivc: Political aııd Cıılıııral lssurs, Boulclcr, Co.: Eası Europcan Monographs, no. 3 1 8, Ncw York: Col u mhia l.J'ni­ vcrsiıy Prcss, 1 994. Puto. Arhcn, "The Loııdon Coııkrencc in Two Ecliıions," Kosova: llisıorical!Poliıi­ ccıl licvirıv, no. 1, 1 993, 1 9-22. Rahelais. François, Gargcııılııcı aııd Paııtcıgnırl, Clıicago: Encyclopcclia Briııanica, 1 9 52. Ragsdalc, Hugh, cd., lnıpcrial llııssiaıı Forcign Policy, Ncw York: Wooclrow Wilson Ccntcr Prcss ve Canıbridgc Uııivcrsity Prcss. 1 993. RalkL. D., Sııveııirc şi i mprcs ii de caliııorie in Roıııılııia, Bıılgaria, Conslanlinoplc, Pa· ris: llouclıcı, 1 858. Raınct, Pcdro, cd., Ecıslcııı C/ıri.ılicırıity aııd Poliıics. iıı ılır 1ivcnlicılı Ccııııııy, c. 1 , Durlıam, N.C. ve Londra: Dukc Uni\'crsity Prcss, 1 988. /lccııril d't'ıudcs socicılrs pııbliı' ıl la mı'moire de Frı'dcric Le Play, Paris: A. et. J. Pi­ card. 1 956. Rcdhousc. jaıncs W , A Ncw Tıırlıislı cıııd Eııglislı Lrxicon, lk)·ruı: Lıbraric du Liban, 1 974. Redlıoıısc Yen i Tıırlıçc-lngi/izcc Sözlulı, lstanhul: Rcdhousc Yayıncvi, 1 968. Rccd . Jolın, Tlır \Var in Easıcm Eıırope, New \'ork: Scribncrs, 1 9 1 9. Reitcr, Norbcrt, cd., Dir Sırllung drr Fraıı aııf dem Ballıaıı, Wiesbadcn: Otıo l lar­ rassowiız, 1 987. Rcınak, Joachiın, " 1 9 1 4-Thc Thircl !laikan War: Origins Reconsidcrcd," Jouıııal of Modem llisıoıy, c. 43, 1 97 1 , 353-366. Rcnda, Giınscl ve Max Kortepcter, cd., Tlıc 1ransformaıion of Tıırlıislı Culture: The Alaliırlı Legcıc:y, Priııcetoıı, N .J . : Kingsıon, l 986. lıel 'crıoirr d'ctııdo ballıaniqııcs, 1 966- 1 975, 1-2, Sofya: l nstitut cl'ı'tudes balkaniqu­ cs, C113AL, 1 983- 1 984. Rcporı of ılıc lıııcnıcıtional Cqııımission to lnquirc inıo tlıe Caııses aıııl Conducı of ılıe Ballıan \Vars. Washington, D. Ç . � Carnegie Endowmenı for lntcrnaıtonal Peace, Division o[ lntcrcourse and Education, publication no. 4, 1 9 1 4. " Rcsponses to Samuel P. Huntington's Thc Clash o[ Civilizations?"' Forrign Affa­ irs. c . 72, ııo. 4, Eylül/Ekim 1 993, 2-26. Rf-E/RL Daily Rcport, no. 1 83, 26 Eylül 1 994. Richardsoıı, Michael, "Enough Said. Refiections on Orientalism," Anthropology fo. day, c. 6, no. 4, Ağustos 1990, 1 6- 1 9. 407 Richıer, Melvin, "Despoıism," Dictionary of tlıe Hislory of ldeas , c. 2, New York: Scribncr's, 1 9 73, 1 - 1 8. · Roberı, Cypricn, Le rnondc slave: Son passı!, son etaı presenı el son avenir, c. 1 , Pa­ ris: Passard, 1 852. -, Lcs Slaves de Tıırquie, 2 c., Paris: E. Depee eı Sceaux, 1 844. Robcrts, Henry L., Eastmı Eıırope: Politics, Revolution, & Diplomacy , New York: Alfred A. Knopf. 1 970. Robinson, Gerırude, David Urqulıarı: Some Chapıers in ılır Life of a Viclorian Kniglııcrraııı ofJustice and Liberty, Oxford: Blackwell, 1 920. Rohrbach. Paul, Balhan- Tiirlıei: Einc Sclıiclısalszone Europas, Hamburg: Hoffmann uncl Campe Verlag, l 940. Roider, Jr., Kari A . Auslrias Easıenı Question 1 700- 1 790, Princeıon, N .j . : Prince­ ıon Universiıy Press, 1 982. . Roıh, Klaus, ed. , Mit der Diffrrenz lcben: Eııropilische Eılınologie und Inıerl111 l ıurelle Koıııııııırıilıatioıı, M ü nih ve New York: Waxmann M ünsıer, 1 996. Roıh. Klaus, "Osmanischc Spuren in der Allıagskulıur Südosıeuropas," Hans Ge­ org Majer. cd. , Dic Sıaatcn Südosteuropas und die Osmaııeıı, Münih: Selbsıverlag der Südosıcuropa-Gcsellschafı, 1 989, 3 l 9-332. Roıhschild, Joseph, Rctu ııı to Divcrsity: A Political llistory of fası Central Europa Since World \Var l l , Ncw Yo rk: Oxford Univcrsiıy Press, 1 989. Roucck, Joseph S., IJallıan Poliıics: /ntemational Relatioııs in No Mans Land, Wesı­ porı, Conn.: G reeriwood, 1 948. Rouillard, Clarcnce Dana, Tlıc Tu rlı in Frendı l lisıory, Tlıouglıt, and Litcrature (1 520- 1 660) , Paris: Boivin, 1 940 (yeniden basım, New Yo rk: AMS, 1 973). Ruhensıein, Richard E. ve Jarlc Crocker, "Challenging 1 lunıingıon," Forcigrı Po­ licy, no. 96, Güz 1 994, 1 1 3- 1 28. Rufin, Jean-Chrisıoffe, l.'.Eıııpire et les nouveaux !Jarbares, Paris, Hacheııes-Pluriel, 1 992. Rupnik, Jacques, Tlıe Otlıcr Eu rope, Londra: Weidcnfeld and Nicolson, 1 988. Ruskin, Jonah, The Myılıology of lıııperialimı, New York: Random Housc, 1 97 1 . Russcll, Berırand, The Scientific Outloolı, New York: W W Norton, 1 9 3 1 . Rıısslıii posol v Staıııbule: Peır Andreevich Tolstoy i ego ol'ismıie Osmaııslıoi inıperii ııaclıala XVIII v . , Moskova: Glavnaya rcdakısiia vosıochnoi l iıeraıury izda­ ıcl'sıva "Nauka," 1 985. Rycauı, Pau l , Tlıc Prcseııt State of tlıe Otıomaıı Enıl'ire. Conlaiııirıg tlıe Mcu-iıns of ılıe Tıırlıislı Polilie, tlıe mosı Matrrial Points of t lıe Mahoıııetane Rdigion, ılıeir Secıs aııd Heresies, tlıeir Corıverıls and Religious Votarieı. Thrir nıilitary discipline, witlı an ı:xact Compııtation of tlıeir Foıus both by Land and Sea. lllııstraıed wiıh dil'ers Pieces of Sculplure representing ıhe variety of l labiıs amongsı ılır Tu rlıs, Londra: John Sıarkey and Henry Brome, 1668. Safire, William, "Balıics Bclong i n Big NATO," New Yorh Tiıııes, 1 6 Ocak 1 995, A l 7. -, "Hello, Cenıral," New Yarlı Tırnes Magazine, l2 Marı 1 995, 24-26. Said, Edward W, Culıure and lrnperia/isrn, Londra: Chaııo and Windus, 1992. -. "East lsn't East ," Tiıııes Liıerary Supplerneııt. 3 Şubat l 995. 3-6. -, Orieıııalisnı, Ncw York: Pantheon, 1 978. -, "Represeııting the Colonized: Anthropology's lnterlocutors," Crilica! lııqu i ry, c. l 5, no. 2, Kış 1 989, 205-225. -, Represcnıaıioııs of ılır lnıcllcctual, New York: Pantheon, 1 994. Sand[eld, Kristian, Liııguislique ballıaııique: Probltme el resultaı, Paris: Librairie an­ cienne Honore Chaınpion, 1930. Saper, Craig Jonathan, Tourisnı aııd /nveııtioıı: Roland Bartlıcs's "Eıııpire of Signs , " tez, Univcrsity o [ Florida, 1 990. Sarup, Madan, Post-Structuralism aııd Postmodernisııı, Athcns, Ga.: Univcrsity o[ Georgia Press, 1 993. Saussurc, Ferdinand de, Course in General Liııguisıics, Londra: Fontana/Collins, 1 974. Sauveboeu[. Ferrieres de, Mtıııo ires lıisloriques et poliıiques de ıııes rnyages faits de­ puis 1 782 jusqu'en 1 789, eıı Turquie, en Perse rı rıı A rabie, nıcles d'obscrvatioııs sur le gouverııc�eııı, les ıııoeurs. la religion et le coııımercr de tous irs peuples de ces difftrents pays, avec les relaıions exactes de ıous ces ı'ı'tncnıcnls qui onl lieu dans l'Enıpire Otıoman dcpuis 1 774 jusqu'a la rupıure des Tuıu avec /es deto: co­ ıırs imptriales; suivis de ıous irs dttails de ce qui s'esı passc ılc reıııarquablc cntre lcs deux amıces de ces lrois puissancc belligc'rentes et d'ıırı calcul raisonııc' des avanıages que irs Cours de Vienne et de Saint-Petcrsbourg pruvcnt relirrr de leıır vicloires sur les Ouoıııans, Maestrüchı ve Paris, 1 790. Sbonıilı za narodni uınotvoreniya i narodopis, c. 4 , So[ya: Bilgarska akadcmiya na naukite, 1 89 1 . Schama, Simon, Laııılscape and Memoıy, New York: A . A . Knop[, 1 995. Schdcr. Charlcs . , ed., Le voyage d'Ouırcmer de Berırandon de la Broquierc, ınrıııirr tcuyer tranclıanı eı consciller de Philippe le Borı, duc de Bourgogııe, Farnborough: Grcgg, 1 972. Scheppcr, C.D., "Missions diplomatiques de Corneiile Duplicius de Scheppcr dit Sceppcrus ambassadeur de Christien il, Charles V, de Ferdinand l r et de Marie . reine de Hongrie, gouvernante des Pays-Bas, de 1 523 iı 1 555. Par M. Le Bon de Saint Genois et G.-A. lssel de Schepper," Memoires de l'Academie royale des sci­ ences, des lettres et des beaux arls de Belgique. Classe des lettres, c. 30, Brüksel, 1 857 1 -222. ' Schöpflin, George, "Ccntral Europe: Ddinitions Old and New," Gcorge Schöpflin ve Nancy Wood, ed., ln Search of Central Europe, Cambridgc, lng.: Polity, 1 989, 7-29. Schöpflin, George ve Nancy Wood, "Milan Kundera's Lament," George Schöpflin ve Nancy Wood, ed., in Searclı of Central Europe, Cambridge, lng.: Polity, 1989, 1 39-142. Schubert, Gabriella, "Berlin und Südosteuropa," Klaus Meyer, ed., !Jer!in und Osıe­ uropa, Berlin: Colloquium Verlag, 1 99 1 , 1 77-209. -. "Das Bulgaren-Bild deutscher Reisender in der Zeit der Osmanenherrschah," Zeiısclırifıfür Balha.nologie, c . 26, 1 990, 1 03-1 22. Schwab, Raymond, Tlıe Oriental Renaissance: Europe's Rrdiscovrry of lndia and tlıe Eası, J 680-1 880, Ncw \'<ırk: Coluınbia Univcrsiıy Press, 1 984 ( Fransızca oriji­ nal metin: La Rcncıissıııı c r Oricıııalc, Paris, 1 950). Schwarz, Egon, "Ccnı ral Europc-Whaı l ı Is ancl Whaı it Is Not," Georgc Schöpflin ve N:ıncy Wood, ccl . , in Scarclı of Ccn ı ral Eııropı'. Caınbridgc, lng.: Poliıy. 1 989, 1 43- 1 56. Schwarız-Salanı, Naıhan ve Mu rray Stein, ed., Liıninaliry and Transilional Plıcııo­ ııırııa, W i l n ı c ııc . ili.: Chirow, 1 99 1 . Sclıwciggcr, Saloıııon, Eiııc ncwc Rcysbcsclıreilnıııı; cıııss Teııısclıland nadı Konslaııli­ ııol'rl md jı-rıısıılcnı: Dııriıııı dic Gclrgcn/ıciı derselbcn 1.cıcndcr!StcıcdUFlcclmılı;e­ lıcıı ele. ıkr innıvolıncnlrıı l 'od/ıer Arr/Sillrıı/Gdnacc/ı/Tr·adııcıı/Rcligion vııd Goı­ lesdirıısı ele. N urnbcrg: Johann Lanızcnlıcrgcr 1 608 (phoıoıypic cdiıion Graz, 1 964). Schwocbcl , Robcrı, T/ır Slıadoıv of ılır Crrscrııl: Tlıc Rcncıissance /magc of ılıe 1iırlı ( H.53- / 5 1 7) , Nicwkoop: il. ele G raaf, 1 967. Scobcl, ı\lbcrı, cd., Geoı;rcıp/ıisc/ırs Handbııclı: A ll,�cmeine Erd/ııınde, LiJndcr/rnnılc, ıınd \Vi rısclıcıfı sı;coı:ral 'lıir, c . 1 , IJiclcfclcl ancl Lcipzig: Vclhagcn ancl Klasing, 1 909. Scarigh ı , S:ırah, Tlıc llrilis/ı i n ılır /lliddlr Eası , Loııdra: Wciclcbfclcl ancl Nicolson, 1 979. XV/c congrrs iıııcıııaıioncıl drs scicııccs lıisloriqııcs, Rapporıs, 1. 2 , Grancls ıheıncs. t:i magc Jc l'auırc: cırangcrs, ıninoritaircs, marginaux, Sıuııgarı: Comitc inıcr­ naıional clcs scicııces hisıoriquc, 1 985. Sclignıan, Adanı il., Tlıc idea of Civil Society, Ncw York: Frcc Prcss, 1 992. Scıon-Waıson, Robcrı W. . Disrarli, Gladsıone and ılıc Easlcrıı Qııcslion, Lonclrn, 1 935. -, Tlıc Risc of Ncılioncıli ı_v in ı/ıc Dallıans, Londra: Consıahle, 1 9 1 7. -, Tlır Soııflırnı Slav Qucslioıı aııd ılıc l labsl111rg Monarclıy, l91 1 . Londra: Consıahle, Scııon, Kcnncıh M . , "Thc 13yzantinc 13ackgrouncl ı o ıhc lıalian Rcnaissancc ," Pro­ cccdiııı;s of Llıc Aıııcrican l'lıilosoplıical Socicıy, no. 1 00, 1 956, 1 -76. -, Tlıc Papacy aıııl ılıe Lrrnııı, c. 1 ( 1 204- 1 402), c. 2 ( 1 402-1 504), c. 3 ( 1 504- 1 552), c. 4 ( 1 55 1 - 1 57 1 ) . Philaclclplıia: Anıcrican Philosophical Socicıy, 1 9 76- 1 984. -, lbıicc, Aıısıri cı, and Llıc Tiırlıs in ılır Sewnfcrrıılı Ccııfıııy, Philadclphia: Ameri­ can Plıilosoplıical Socicıy, 1 99 1 . Scydliız, Mekhior von, Gnüıdliclır Bcsclıreibuııg der Wallfalırl ııaclı dem lıciligcn Lande ııebcrı l'cnnelclııng der jcmcrliclıen ıınd langıvirrigen Gcfeııgnuss dersclbcıı Gescll.ılwft: Grsırllcl durclı elen edim clırrııvcslcrı !vlelclıior von Scydlitz aııs Nilı­ lasıloıf ıınd Wirlmı i n Sclılnicn, wdclıer persôııliclı solclıe Nollı ıınd Elccd ausges­ laııılcrı , Gorliız, 1 530. Tlıc Slıcıde of ılır llcıl lıans.· Bciııg a colleclion of !Jıılgariaıı fol lısoııgs and proverbs, here. for ılıc fi rsl l iıııc rcııdercd inlo Englislı, ıogcılırr wiılı aıı essay of B ıılgarian popu­ lar pocl ıy, aııd ııııoılırr on ılıe origin of tlıe llulgars, Londra: David Nuıı, 1 904. Slıannon, Richard, "David Urquharı and ıhc forcign A ffairs Coınmittecs," Patricia l lollis, cd. , l'ı crnırr Fronı Wiılıoııl i n Early Vicıorian Eııgland, Londra: Edward Arnold, 1 974, 239-26 1 . -, Gladstoııc mıd ılıe !Jıılgariwı Agitcıtion 1876, H a m <lc n : Nclson, 1 97 5 . Shaw, G c o rgc llcrn:ır<l, Collcctcd Plays ıvitlı tlıcir l'rcfaccs, c. 1 , Ncw York: Dodd, Mcad, 1975. Slıcnon. Philip, "'20 Ycars Aftcr Vi c t ory, Victnanıcsc Co nı nı n nis t s Ponclcr How to Cdcbratc," Nrıv Yarlı Timn, 23 Nisan 1 995, 1 2. Slıcrınan, Laura, Fire oıı ılır Moıııılain: Tlıc Maccdoııiaıı Rcl'olıılionary Mol'cmrnt wıd ılı!' J.:iılııapping of Miss Stoııe. llouldcr. Co.: Eası Euro pcan Monographs, no. 62, Ncw York: Colnınbia Univc rs i t)' Prcss, 1 980. Shils, E<lwar<l. Crntrr ııııd Pcriplıcıy: Esscıys in Microsociology, Ch i cago: Univcrsity of C lı i c ago l'rcss, 1 97 5 . Shisıııano\', lvan D., ··sıari pil u\' aniya prcz fii l gariya v pos o ka na rimskiya voc ncn pil oı lldgr:ıd za Tsa r ı grad , " Sborııilı �a narodni ıınwt rnrcııiya, c. -f, Sofya: 1 89 1 , 324-325. $iıncck:ı. Milan, ··Anotlıcr Civiliz:ııion? An Otlıcr Civilizaıionr" Gcorı:(e Sclıöpfli n \'c Nancy Wood, cd., in Scıııdı ıif Ccııırnl l'ıırope, Cambridge, lng. : Polity, 1 989, 1 57- 1 62. -, "Which Way Back to Europe? (A Rc ply ıo Mihaly Vajda)," Georgc Schöpflin ancl Na ne)' Woo cl , ccl . , in Scıırclı of Crrıtral Eııropc, Cımbridge, lng.: Poliıy, 1 989, 1 76- 1 83. Siııııııons, Tlıoıııas W, Erutcnı [ııro11c in tlıe Postwıır Period, New York: St. M:ır- t i n's, 1 99 1 . Sinıopoulos, K y r iakos , Xcııoi taxidiolis sten //elladıı, Aıina: y.y. , 1 970- 1 9i5. - , Pos cidaıı oi xcııoi liıı Ellada tou 2 1 , Aıina: y.y. , 1 9 79- 1 980. Skilling, 1 1 . Go rclon , "T. G. Masaryk, Arch-Critic of Ausıro-Critic of Ausıo-Hunga­ r ia n f o rc i g ıı Poliq'." Cross Currcııts, no. i l , 1 992, 2 1 3-233. Sk o pc tca, Elli, 1 Disi lis Anatolis: Ilıoııes al'o to tclos lis Otlıonıaııilıis Avtolıratorias, Ati n a: Gııosi , 1 992. -. "Oricnıalizaııı i Balkan," lstori)slıi asopis. c . 38, J Q9 l , 1 3 1 - 1 43 . Skowronck, J c rz y, Poliıylıa Lıalluınslıa l lotclu L<1111Lırrt (JBJJ - 1 856) , Va rş ova : Uni­ wcrsytcı Warszawski, 1 976. SlavO\·, l vaıı, "Balkanpoliıik:ınstrn," Edin zavct, no. l , 1 993, 5 1 . Sıııith, Arıhur D . 1 l o wcl c n , Figlıliııg tlıe Tıırlıs i n tlıc 13allıans: Aıı Americaıı'.<i /\dl'eıı­ tııın ıvitlı tlıc !\lııcrtloııiaıı Revolııtioııarics, New Yo rk ve Londra: G. P Puınam's, 1 908. Sınith, Shcila Mary, Tlıc Otlıcr Nalioıı: Tlıe Poor iıı Engfislı Novcls of tlıc 1 840s and 1850s, Oxford: Clarcndon, 1 980. Sınochowska-Pctrowa, Wa n <la , Milılıail Clıailıovslıi-Sadılı l'aslıa i bılgarslıoto vız­ rnzlıdaııc, Sofya: lzdaıelsırn n:ı llilgarskaıa akadenı iya na nauki t e , 1 973. Sııydc r, Jack, Mytlıs of Eml'İre: Domestic Politics and lııtcnıcıtioııal /\mbition, it haca, N.Y. ve Lon cl ra: Corncll U ni vc rsi t y Prcss, 1 99 1 . Sokoloski, M . , '"lslamizaısija u Makedonija u XV i XVI vcku," /storij slıi Casol'is, 1 97 5 , 22. Sorcl, Georgcs, Tlıc lllıısion of l'rogress, l3 er keley: U niversity of California Press, 1 969. Söz Derleme Dergisi, c. l , Isıanbul, 1 939. Spurr, David, Tlıc Rlıetoric of Eıııpire: Colonial Discoursc in Joımıalism, "frave/ Wri­ ling, and lıııpcrial Adminisırnıion, Durham, N.C. ve Londra: Duke Universiıy Press, 1 993. Sıaar, Richard E . Tlıe Comııııınisı Regimes in Eastenı Europc. Sıanford. Calif.: Ifo­ over İ nsıiıution, 1 9 7 1 . Sıadtınüller Georg, Gcsc/ıiclııe dcs Sıidostcuropas, Münih: Oldenburg, 1 950. -, "'Osınanische Rcichsgeschichte und balkanische Volksgcschichıe," G r ıı ııdlagcıı ıler Europııisc/ıcıı Gesc/ı i dı ıe , Münıh ve Viyana: R. Oldenbourg, 1965. Sıafford, Mark C. ve Richard R. Scoıı, "'Sıigma, Deviance, and Socıal Conırol. So­ me Concepıual Issues," Sıephen C. Ainlay, Gaylene Becker ve Lerııa M. Cole­ nı:tn, cd., Tlıc /Jilcıııma of /Jiffcrcııcc: A Mııltidisciplinary \!iew of Sıigıııa, Ncw York \'e Loıı<lra: Plenuın. 1 986. ··sı:ıra planina," Enısilılopcdiya !Jilgariya, c. 6, Sofya: 13llgarska akademiya na na­ ukiıc, 1 988, 4 1 5-420. Sıavrianos, Lefıcn 5., Tlıe Ballıaııs Since 1 453, llinsdale, ili.: Dryden , 1 9 58. -, Ballıan frdcrnıion: A Hisıoıy of ılıc Movemcnı Tol\'ard Vııiıy in Modem Tiııırs, baskı, 1 laıııden Conn.: Archon, 1 964. 2. -, "The InOuencc of ıhe Wcsı on ıhe Balkans," Charles ve Barbara Jcla,·ich, ed . , Tlıe llalhans in 1i·aıısilion. Essays on ılır Developmrııı of llallıan Life and Polilics Since ılır Eig lı ıccnı/ı Cenfury, Bcrkelcy ve Los Angcles: Univcrsiıy of California Press, 1 963, 1 84-226. Sı. Clair, Alexandrine, T/ıc lmage of tlıe Tıırlı in Eıırope ( Sergi Kataloğu ) , New York: Meıropoliıan Museum of Arı, 1973. Sı. Clair, Sıanislas G . B. ve Charlcs A. Brophy, Residence in Bulgaria; oı; Noıcs on ı/ıc Rcsoıırcrs and Administraıion of Turlıey: Tlıc Condilioıı aııd Clıaracıeı; Maıı­ ııcrs, Cusıoms, and Langııage of ıhe Clırisıian aııd Mııssulman Populalions, wiılı Rcfcrcncc ıo ılır Easıenı Qucsıion, Londra: John M urray, 1869. -, live/l'f Ycıırs' Sıııdy or T/ıe Easıcnı Quesıion i n Bulgııriıı, Londra: Chapınan and 1 lali , 1 877. Sıeinbeck, John. Travrls wit/ı Charlie: in Seardı of America, New York: Penguin, 1 986. Sıern, Radu ve Wladimir Tismaneanu, "'l:Europe cenırale: Nosıalgies culıurcllcs cı realiıes poliıiqucs," Cadmos. Cahiers ırimesırirl dıı Ccıııre Eu rop te ıı de la Cıılııı­ rr, no. 39, 1987, 39-46. Sıeııenheim, Julius, Bulgarisc/ıc Kronc gcfallig' Ailen denen, ıvclclıc Ja sagrn wollen, als \Vanıııng gcıviı/mrf, Leipzig: L. Freund, Buch und Kunsı Verlag, 1 888 (ikin­ ci baskı). Sıewarı, Cecil, Serbian Legacy, Londra: George Ailen and Unwin, 1 9 59. Stiglmayer, Alexandra, ed., Mass Rape: Thr War againsı Womeıı in Bosııia-Hrrzcgo­ vina, Lincoln: Uni\' ersiıy of Nebraska Prcss, 1 994. Sıoianovich, Traian, Balhan Worlds: The Firsı aııd Lası Europr, Armonk, N.Y. · "e Londra: M. E. Sharpe, 1\194. -, Brıwcrn Eası and Wesı: Tlıc Ballıan and Mediıcrrancan Worlds, 4 c., New Roc­ helle, N.Y.: Aristide D. Caraızas, 1 992- 1 995. Sıohs, Galc, "Eası European Hisıory afıer 1 989," John R. Lanı pe ve l'aula Bailcy Sınith, ed. , Ecı.<I f: ıı roprcın Stııdics in ılır Uııiırd Sıaıes : /vla lı ing Jıs Owıı Tı·aıısilicııı Ajlcr 1 989, Washington, D.C.: Woodrow Wilson Ccnıer, 1 993, 3 1 -36. -. ''Tlıc Social Origins of Eası Europcan Poliıics," Danicl Chirot, ed., Tlıc Origiııs of Bcıdııwınlııcss in Easıcnı Eıırope: Ecoııomi cs t.� l'oliıics from ılır Middlc Agcs ıııııil ılır bırly Tll'rntirılı Ccııtııry, Berkeley: Uni\'ersiıy of California Prcss . 1 989, 2 1 0-25 1 . -, Tlıc Vlıılls Caııır 'liınıbliııg Doıvn: Tlıe Collapsc of Comıııuııism iıı Easıern Eıı rope , Ncw York: OxforJ Universiıy Press, l 993. Stoncıııan, Richard, Lcıııd of l !uıchinson; Lası Gods: Tlıe Scarclı far Classical G rccce , Londra: Norınan: Universiıy of Oklahoına Press, 1 987. Sıoyc, John Walıcr, Englislı Travellcrs Abroad, 1 604- 1 667, Londra: Jonaıhan Cape, 1 952. Sıra ıı gford , \'iscounıcss, ( Emily ] . Rcport of tlıc Expcııdiıurc of ılıe Bulgariaıı Peasaııı Relicf fımcl, Londra: Hardwicke and Bogue, 1 878. Sıurmbcrgcr, l·Jans, "Das Problem der Vorbildhaftigkeit des türkischen Sıaaıswc­ seııs im 16. und 1 7. Jahrhun<lcrt sein EinOuss auf den curopiiischcn Absoluıis­ ıııus," Coıııiıt inırnıaıiona! des scicnccs lıisıoriqıırs, Xlle coııgrcs iıııenıalional dcs lıisıoriıııırs. Viennc 29 aoıl t - 5 sepıcıııbre 1 965. Rappo rl iV, ilam ve Viya­ scicııas na: (y.y. , ı.y. ) , 20 1 -209. Siıdostcııropa uııırr dem Hcılbmond. Uıııersııdıııııgcıı illıer Gesclıiclııc uııd Kulııır der siiclosıeuropdisdırn Völlı e r walırcııd eler Tü r lıeıızei t . Prof Georg Stadııııiıller zıım 6.5. G cburt s ıag gewidmc ı , M ü nih: Tro fenik, 1 975. Sug:ır, Pcıcr, Soıı ı lıcaste nı E ııropc uııder Oııonıaıı Rııle, 1354 - 1 804, Seatıle: Univcr­ sity of Washingıon Prcss, 1 977. Sulciıııan, Susan R. ve I nge Crosınan, c<l., Tlıc Reade r in ılır Tcxı: Essays on Aıulieıı ­ " a aııcı lntcrprcıaıioıı, Princcıon : , N.J . : Princeıon U nivcrsiıy Press, 1 980. Sulcri, Sara, Tlıe Rlıcıoric of Englislı lııdia, Chicago ve Londra: Univcrsiıy of Chica­ go Press, 1 989. Szaıııoıa, ]sıvan, Rı'gi Uıa ;:dsolı Magyarorszagoıı Bu<lapcşıe: Franklin-Tarsulaı, 1 89 1 . ts a Ballııiıı-felszigcten, 1 054- 1 7 1 7, Szporluk, Roman, Communism and Naıionalism: Kari Marx vcrnıs Fricdriclı Lisl, Ncw York: Oxfor<l University Press, 1 988. Szücs, Jenö, "The Three Historic Rcgions of Europe: An Outline," Acta Hisıorica Scicııliarum Huııgaricac, c. 29 (2-4), 1 983, 1 3 1 - 1 84. (Macarca orijinal metin: Tiırırndnıi Szeıııle, no. 24, 1 98 1 , 3 1 3-369 ve Vazlaı Euröpcı lıarom rtgiöjdrol, Budapcşıe: Magvct6, 1 983.) Tanaskovic, Darko, "Les ıhemes et les ıraditions Oıtoman dans la liııerature Bos­ niaquc," Hans Georg M ajcr, e<l., Dic Sı a aı cn S üdos ı rııropas wıd die Osmancıı, Münih: Selbsıverlag der Südosıeuropa-Gesellschafı, 1 989, 299-308. Teplyakov, V. G., Pis'ına iz Bolgarii, Sen Peıersburg, 1 833. Tezcan, Semih, "Kontinuiıat und Diskontinuitat der Sprachenıwicklung in der Turkei," Hans Georg M ajer, e<l., D ie S ı aaten Siıdos ıcu ropas und dic Osmanen, M ünih: Selbstvcrlag der Südosteuropa-Gesellschafı , 1 989, 2 1 5-222. Tlıomsoıı. Harry C., Thc O ıı ıgoing Turlı: lmprcssions of a jounıcy ı lırouglı tlıe Wes­ lrnı Dcıllwns , New York: D. Appleton, 1 897_. T h u rnhcr, Euge n , ccl . , Jcılıııb Plı i lipp Fcıllıııercıycr: E ı ı ropa zwischrn Rom uııd Byzaıı::, l3ozr n : ı\thesia, 1 990. -, .Jalwb Plıilipf' fallıııeraycr: Wi.ı scnschcıfrlcr, Politilıcı; Sclı riftsteller, l nnsbruck: Univcrsitiits,·erlag Wagııer, 1 993. Tismancanu, Vla<limir, "MYR, Tl.S, and the Velvcı Counterrcvolution,"' Coınrııon Knowlrdge, c. 3, no. 1 , 1 994, 1 30- 142. -, "Ronıania's Mystical Rcvolutionaries," Pcırtiscııı Rcvicw, c. 6 1 , no. 4, 1 994, 600609. Tisnıancanu. Vladinıir ve Da n Ravel, "Romania's Mystical Rcvolutionarics: Thc Gcııcrnıion of Angsı an<l A<lvcıııure Rcvisite<l," East Eııropecııı Politks ııııd Soci­ cıin. c. 8. ıw. 3. Güz 1 994. 402-438. Toc.lorov, N ikolai, TJ11' IJallwıı Cily, 1 400- 1 900, Seaı t lc ve l.oııdra: University of W:ıshingıon Press. 1 983. -. ··ı.cs ıcııtati,·es d"iııdusırialisaıion prccoces dans fes provinces balkani q u c s de l"Enıpirc Oııoıııan, J ca ıı llatou, ed., IJelwl'cıı /Jcl' rlof'ıııcnı aııd U ııderd l'l'c lop­ ıııcııt: Tlıc Pıaocioııs t\tıcıııııı.ı al lndııstrializatioıı of ılıe Periplıcry. Cenc\Te: l.ibrairic Droz, 1 99 I , 38 1 -394. 1 800- 1 970. -. Dl'l'flopıııcııı, Adıievcıııcıııs aııd Taslıs of llallıaıı Stııdies in ll ıı fga ria , Sofya: lzdo­ tclsıvo na llilgarska akade ıniya na naukiıc, 1 977. -. "Social Strucıures in ıhc Balkans <lurıng the Eighıecnth and N inctecnıh Ccn­ turies," Etııdcs lıallıcıııicı ııcs, c. 4 . 1 985, 48-7 1 . To<loro\� Nikolai v e Vcsselin Traikov, cd., llilgari uchaslnitsi v bo rbiı c za osvolıozlı­ dcııieıo na Girlsiycı, J 828, Sofya: Bilgarska akadcnıiya na naukitc, 1 9 7 1 . To<lorov, Nikolai v e Aspanıkh Vclkov, Situatioıı dı'mogrnf'/ıiquc d e l a pcnimıılc bcıl­ lıcıııi<1ııc (jiıı dıı XVc s. debııı clıı XV!c s.), Sofya, 1 988. Toclorov, Tsvcıan, " Rca<ling as Consıructioıı,·· Susan R . Sulcinıan ve lngc Cros­ . ınaıı, c<l., Tlıc Jfrcıclrr iıı ılır lrxL Essays oıı Aııdirncc aııcl /ıııerprctatioıı, Princc­ ıon. N.J.: Priııccıon Uııivcrsiıy Prcss. 1 980, 67-82. -, ··zalıclezhki oınosno krisıosvaneıo na kulıuritc," Litcraıurcn vestııilı, no. 8, 1991 , 3. Todorov, Varban. Grrclı fcdcrnlimı Dııring tlıe Nincl.-cııtlı Ccııtııry (lc/cas cmd Pro­ jccts), Boul<lcr, Co. ve Ncw York: Columbia Unıversity Prcss, l 995. Toc.lorov, Vladislav, ileci Squa rc, /llaclı Sqııare: Oıgcınon for Revolulioııary / ıı ıaginaıi ­ on, Albany: Sıaıc Univcrsiıy o[ New York Prcss, 1 995. To<lorova, Maria, Aııgliishi ı•llrpisi ıa llallıaııite, XV/-pirvaıa clıctvirl ııa xıx ya: Nauka i izkusl\'O, 1 987. I'., Sof­ -. Aııgliya, Rossiya i Taıızimaı : Moskova: G la v naya redakısi ya vosıochnoi liıcra­ tury izdaıcl'stva "Nauka," 1 983. -. "The Balkans: From Discovery to lnvenıion," Slavic Review, l 994. 451-482. c. 53, no. 2 . Yaz -, Ballıaıı fanıily Sırııclıırc cıııd tlıe Eııropccın Pallern. Dcmograplıic Dcvclof'ıııcnts in 0110111011 !Jıılgaricı, Wash ingıon, D.C.: American University Prcss, 1993. -. "Languagc as Cultural Unificr in a Mulıilingual Setting: ıhe Bulgarian Case during ıhe N.incıecnth Cenıury," Easırnı Europcan Polilics and Socictics, c. 4, no. 3, 1 990, 439-450. -, "On ıhe Episıcmological Valuc of Family Models: ıhc Balkans Within ıhc Eu­ ropcan Paııcrn," Joseph Ehmcr ve Marcus Ccrman, ed., fcııııi/y l / i s ı o ry and Ncw l/isıoriograplıy: Fcsısclı rijt for lvlidıad Mil lrraucr, Viyana (yayımlanacak). -, ··Die Osınaııcnzcit in eler bulgarischcn Geschichtsschrcibung sciı eler Unab­ .. hangigkcit, Hans G eorg Majcr, cd., Die Sıaaıcıı Südosıcıııopas uııd dic Osma­ ıırıı, Münih: Sclhstvcrlag eler Süelosıcuropa-Gcscllschafı, 1 989, 1 27- 162. -, "Thc Oıtoman Lcgacy in thc Ilalkans," L. Cari Brown, cd., lmperıal Lcgacy: Tlıc Olloıııaıı lmpriııl in llıc Ballıaııs cıııd ılır Micldlc Easl, New York: Colunıbia Uııiversity Pres<, 1 995, 45-77. Maria ve N ikolai Todorov, "The l listorical Demography o f thc Ottoman Eınpirc: Problcms an<l Tasks," Richar<l 13. Spcncc ve Linda L. Nclson, eel., Sclıo­ lcır, Patriol, /\leıııor: llisıorirnf Essays in / /oııor of Diıııitrije Djordjevii, Eası Euro­ pcan Monographs. ııo. 320, Ncw York: Cofumbia Uııivcrsity l'ress, 1 992, 1 5 1 1 72. fodorova, Toınaschek. W. , :ıır Kuııdc ılrr l lılıııııs-Haffıimd, Siızuııgsbcriclııc der Kaisrrliclıcıı Alıaılcıııic eler Wisscıısdıııfırıı iıı \Vicıı. Philosophischhistorisclıc Klassc, Viyana, 1 887. 'Tötcn mit Mcsscr," OsteıTı'ic/ıisclıc :eitsclırifl fiir Gesclıiclıtswisseıısclıaftcıı, c. 1 . 1 994, 1 00- 1 1 0. Trcasc, Gcoffrcy, Tlır Grcuıd Tour, Loııelra: l lcincmann, 1 967. Treptow, Kurt W , cd. , Dracııla: Essays oıı Llıc Life aııd Timcs of Vlad Tcpcs, New York: East Europcan Monographs, no. 323, Columbia Uni\•crsity Press, 1 99 1 . Tfcstik, Dusaıı, "Wc i n Europe," /zıo lı-/zıolı, no. 9- 1 0, 1 993, 1 06- 1 1 0 . Tsimbaev, Nikolai 1 . , Slaı•iaııofilstvo: i z isıcnii nıss/ıoi o/Jslıclıeslvcııııo-politiclıcs/10i ıııysli XIX vclıa, Moskova: Moskovskii Gosudarstvcnnyi Un ivcrsitcı, 1 986. Tsi v'ian. Tat'iana V, l.ingvisliclıeslıie osnovy ballıaııslıoi nmfeli ınira, M oskova: Na­ uka, 1 990. Tsvctkov. Plamcn, A l lisrory of tlıe Ballıaııs: A Rcgioııal Over\'iew from a 13ıılgarian Paspccıiı•c, c. 1 , Lewiston, N .Y.: Edwin Mellen, 1 993. Turner. Bryan 5., Maıx and tlıe End of Orientalism, Londra: George Ailen anel Un­ win, 1 9 78. -, Oricnıalisnı, l'osınıodenıism and Globalism, Lonelra ve New York: Routlcdge, 1 994. Tıırncr, Victor, Tlıe Rilual l'roccss: Struclııre and A n l i -Strııclıırc, Chicago: Alelinc, - , /Jraıııcıs, Fielıls and Melaplıors: Synıbolic ı\clion iıı //uman Socicly, lıhaca, N.Y.: Corncll Un ivcrsity Press. 1 9 74. Twain, Mark, T/ır lııııoccnıs Abroad or ılıe Nrw Pilgrims Progress, New York: G ros­ scı :ınel Dunlap, 1 9 1 1 . Ugrcsic, Dubravka, Havr a Nice Day. From tlıe Ballıan \Var to tlıe American Dream. Ncw York: Viking, 1 993. -, "Zagrcb-·Aınsıcrelam-Ncw York," Cross Cu rreııts, no. 1 1 , 1 992, 248-256. Upwar<l, Ailen, Tlıe Ea.ıı and Eıırope: Tlıe Reporl of an Uııofficial Missiorı ıo ılır Euro­ l'can l'rcıvinccs of 1iırlıey 011 ılıe Eve of tlıe Revolııtion, Londra: John M urray, 1 908. Urquhart, David. Tlıc.Spirit of tlıc East: A )ounıal of 1rave/s througlı Roıımeli, Lond­ ra: it Colburn, 1 838. -, "/iı rlıcy aııd lls Rc.w ı ı ı-ce s , Londra: Saundcrs and Oatlcy, 1833. U ı ı ı ı . Evgcnii lssnkovich, Pis'ıııa iz ll olgari i v 1 8 7 7 2 . , Sen Prtcrsburg: Tipografiya M S ı nsy u le vi cha , 1 879. Vnjda. Mihal)', " Eası-Cenıral European Pcrspectivcs," John Kcane, ed., Civil Soci­ cıy aııd ı lır State. Ncw Eıı ropea n Persp cctives, Londra ve New York: Verso, 1 988, 333-360. Valcnsi , l.uccııe, "Thc Making of a Polilical Paradigm: The Ottoman State and Orirnıal Dcspoıisın," Anıhony Grafton ve Ann Blair, ed., rlıe Transrnission of Cıılııırc in Early Modem E ıı ropc , Philadelphia: U niversity o[ Pennsylvania Press, 1990, 1 73-203. -, Vcnisc el la Sııblimc Po rt e , Paris: Hacheıte, 1 987. Vaughan, Dorothy M., Eııropc and ıhc Tıırlı: A Pattenı of Allianccs, 1 350-1 700, Li­ vcrpool: Universiıy Press, l 954. Ve nclin, Yurıi 1., Dınııyr i ııyıırshnie bolgarc v politiclıcslıom, na rodop is n om, ݧtoric­ lıcslınm i H' li gi oz n om i lılı oınoslıcnii lı rossiyaııcmı, c . 1 , no. 2, Moskova: 1 829184 i . -, O lılıcmılıtcrc ı ı a ru dny lı lı pe s cıı -. o zcırııdyslıc ıı zadıınaislıilılı slal'yan, Moskova: 1 835. JIOl'Oİ lıolga nlıoi l i ıc rat ııry . Moskova, 1 838. Vc nıuri, Franco, Thc Enci of ı lı c Old Rcg im c iıt Europc, 1 768- 1 776, c. 1, Princeton, N .J . : Princcıon Univcrsiıy Press, 1 989. Yenler)', Kaıhcrinc, Ncılioııal ldrnıity ıınder Socialisnı: ldrntity aııd Cultııral Politics in Cecııısrsrns Ro m aıı i a , Bcrkclcy: Universiıy o[ California Press, 1 99 1 . Vcrcmis, Thanos, "Thc Balkans i n Scarch o f M ultilaıeralism," Eııroballıans, no. 1 7, Kış 1 994/95, 4-9. -. Grcrcrs Ballıaıı Eıııaııgl cm cıı t , Aıina: ALIAM EP-YALCO, 1 995. Yiljavcc, Friız. Ausgcwalılıc A ııfs cı t ze , M ünih: R. Oldcnbourg, 1 963. Vivian, 1 lcrberı, Thc Scrvi a ıı fragcdy, wiılı Somc l mp res s i on s of Maccdonia, Londra: Granı Rlchards, 1 904. Vocelka, Kari, "Das Türkcnbild dcs chrisılichcn Abendlandes in der frühen Ne­ uzciı," Erich Zollncr ve Kari Guıkas, ed., Ostrn·ciclı ııııd dic Osmancn-Prinz Eu­ geıı uııd srine Zcil , Viyana: Österreichischer Bundcsverlag, 1 988. 20-3 1 . Vodopivcc, Alexandcr, Dic Ballıanisicrung Osterreichs: Dic gross e Koalition und ilır En de, Viyana ve Münih: Verlag Friız Molden, 1 967. Volf, Miroslav, "Exclusion and Embracc: Theological RcOections in the Wakc of 'Eıhnic Clcansing," Comrnuııio Viatorum, c. 35, no. 3 , 1 993, 263-287. Vopicka, Charles J., Sccrcls of tlıc Ballıaııs: Seven Years of a Diplomalist's Life in ıhe Stomı Crn ı rc of Eııropc, Chicago: Rand McNally, 1 92 1 . \'Osı oclı nyi vopros ı·o vııeslınei po l iı i lı e Rossii: Konets XVlll v. -naclıalo XX ı•. , Mosko­ va: Nauk:ı, 1 9 78. VranciC Anıon, "lıcr Buda l ladriaııopolin anno 1 553 exaratum ah Antonio Veran­ ıio tıınc Qııinqucccclesiensi. mox Agriensi episcopo, ac demum archiepiscopo Strigoniensi, rcgio in Hungaria locumıenenıi. magno rengi cancellario aıque S. R. E. Cardinah electo. Nunc priınum e Verantiano carıophilacıo in lucem edi­ tum," Abb. Forıis, Viaggio in Da l ına ;z:i a , Venedik, 1 774. Vranoussis, Lcandros, J:lıcllcııisnıe postbyzantiıı et l'Eurol'c: Maııııscrits, livrcs, imp­ riınaics, Aıiııa: Ccnırc de reclıcrchcs mcdicvalcs cı nco-hcllcniqucs de l'Acade­ ınic d 'Aıhcncs, 1 98 1 . Vrvo nis, J r. , Spcro s rlıc Dcclirıe of Mcdicval Hellerıisııı iıı Asia /llirıor aııd tlıc Pro­ ccss of lslaıııi::cııiuıı froııı tlıc F.levcııtlı ı/ırouglı ı/ıe Fj/icrnılı Ccrırııries, Berke ley: Univcrsiıy o f California l'r<· ss, 1 9 7 1 . , - , "Thc Expcricncc o f Chr i s ı ian s undcr Sclj u k and O ı ı o nı a n Donı ı naı ion, Elc­ vcnıh ıo Sixıccnıh Cenıurr," M ichael Gcrvcrs ve Ranızi J i brnn 13ikhazi, cd., Coıı"crsioıı cıııd Coııliııııity: lrıı/igcııoııs Clırislicııı Coınıııııııilics in lslanıic Laııds, Eiglıtlı to I'i_�lıtcrntlı Ccrııurics, Toronıo: Pon ı i fical lnsıiıuıc of Mcdiacval Sıudi­ es. 1 990, 1 85-2 1 6. -, "Travelers as a Sourcc for the Socicties of ıhc Middlc Eası: 900- 1 600." A. E. Laiou-Thomadakis, ed., Chararıis Sıııdics: Essays in Hoııor of Pcırr Clıcıraııis, Ncw Brunswick, N.j.: Ruıgers Universiıy Press, 1 980, 248- 3 1 l . Yuchinich, Waync S., "Soıııc Aspects of ıhe Oııoman Lcgacy," Charlcs ve Barbara jclavich. cd., Tlıc Ballıaııs in 1i-aıısilioıı: Essays 011 ı/ıe IJel'clopııırnı of Ballıcııı Life ıırıcl Polilics Since ılıe Eiglıtccııtlı Ccntury, Bcrkelcy ve Los Angclcs: Universiıy of California Press, 1963, 8 1 - 1 1 4. Walicki, Andrzej , Tlıe SlavoJ'lıilr Corıırovcrsy: / lisıory of a Coııscrvativc Utopicı in f\'iııctccnılı-Ccııtıııy Rııssiarı Tlıoııglıt, Noıre Danıe, inci.: Unıversiıy of Noırc Da­ nıc Prcss, 1 989. Waller, Michacl, "Groups, Parıies and Poliıical Chaııgc in Easıerıı Europe fronı" 1 977," G eo ffrcy P r i d ha m ve Tam Va ıı ha ıı en, cd., Dcınocratizatioıı in Easıem Eıı ropr. Lo n d ra �c Ncw Yo rk: Rouılcdge, 1 994, 38-62. Wallcrsıcin, lınmanuel, Tlıc Capiıalist \Vorld-Ecoııoııı;': Fsscıys, Ncw York: Caınb­ . ridgc Univcrsiıy Prcss, 1 9 79. -. Gwpolitics aııd Geocıılıure: Essays 011 tlıe Clıaııging \Vorld-Systcın, Cambridgc: Cambriuge Univcrsity Prcss, 1 99 1 . -, Tlıc Modem \Voıld-Sysıcııı, 3 c., New York: A ca de nı i c , 1 9 74- 1 989. -. Tlıc Politics of tlıe \Vorld-Ecoııoıııy: tlıe Statcs, tlıe Mol'cıııeıııs, cıııcl tlıe Civilizations; Essays. Ncw York: Canıbridgc Univcrsiıy Prcss, 1 984. Walsh , Rolıcrı, Narratil'e of a joıımey froııı Comtaııtiııoplc ıo Englaııd, l.ondra: E Wcsı ley and A. 1 1 . Davis, 1 828. Walzcr, M ichael, cd., Toward a Global Civil Society, l'rovidence ve Ox[ord: Bcrg­ hahn Books, 1 995. Wandmayer, Alcxandcr G rau Tlıe Ballıaıı S/a\'S in Aıııerica arıd Abroad: Arı addır.ıs . clclivrrrcl b_v Alcxaııdrr Graıı \Vandınayeı; formerly Coınmissioner Pleııil'olcııliary of ılıc lllırniııiaıı Govenımcrıı ıvitlı tlıe lııtenıatioııal Coııınıissioıı for tlıe Liqııidati011- of Aııstria lıcforc sıııdcrırs of racial baclıgroıınds at Colıııııbia Vııil'ersity, jıdv 2Rtlı, J 922, Ncw York, 1 922. Wa nd ycz , Pioır 5., Tlıe Lcırıd.ı of l'arlilioııed Polaııcl, 1 795- 1 9 18, Scaııle ve Londra: U n ivc rsiıy o f Washingt o n l'ress, 1 974. Ware, Ronald D., Cacsaropap i sm , Josc ph Dunncr, cd., / laııdboolı of \Vorld His­ tory, Ncw York: Philosophical Library, 1 967, 1 36 - 1 38. " \Vaslıiııgtoıı Post, "Book World," 2 " Nisan 1 995, 1 O . • Waxınan, Chaiın 1. , Tlıe Sligına of Poverly : A Cririqııe of Povcl"ly Tlıroıies and Pol i­ cics, Ncw York: Pcrgaınon, 1 977. Wcbcr, S. H., ecl., Voyagrs and Travels in tlı c Ncar East dııring tlıe XIX Ccııtury, in Aıhcns, 1 952- 1 953. Priııceıoıı, N.].: . Aıncricaıı School or Classical Sıuclies . Wcigand, G usıav, Alclıo Konstaııtiııofs "Baj G aııju , " Lcipzig: Johann Ambrosius 13arıh, 1 908. Wciıhınanıı, Michael. Ballıaıı Clı roıı ilı: 2000 jalırc zwisclıeıı Orienl und Olızicleııt, Gr:ı=. Viyana. Koln: E Pusıcı/Sıyria, 1995. -, ccl., Der nı.lıclosc llallıcııı: Diı· Koııjlilııregionrn Siidostrııroı•as, Münih: Deuıscher Taschcnhuch Vcrlag, 1 993. Wcsı , Rebccca, Blaclı Laınb aııd G rcy Falcon, New York: Pcnguin, 1 982. Williams, Raymond, CÜlııırc and Socirty, 1 780- 1 950, New Yo rk: Columbia U nivcr­ siıy Prcss, 1 958. -. Marximı aııd Lilcrnıurr. Oxford: Oxford University Prcss, 1 977. Wolandı, Gerd, "Kanıs Völkeranıhropologie als Programın," H ugo Dyserinck ve Kari Ulrich Synclram. ed. , Euıopa und das ııaliona/c Selbslversldndnis.· lıııagolo­ gisclıe Probleme in Lileraıuı; Kunsl und Kıılıur des 1 9. uııd 20. Jalırlıııııdcrıs. 13onn: Bouvicr, 1 988. Wolff, Larry, lıll'enling Easımı Europe: Tlıe Map of Civilizaıion qn llıc Mind of ılır Enliglıtcnıııcnı, Sıanford, CaliL: Sıanford Universiıy Press, 1994. Woodhousc, C. M., Tlıe Plıiflıellenes, Londra: Hodder and Sıoughıon, 1 969. Woodwarcl , Susan L., Ballıaıı Tragcdy: Chaos aııd Dissoluıion afıer ılıe Colcj \Var, Washington, D.C.: Brookings l nsıiıuıion, 1 995. Wıulich, .Joscphine, Aınerirnn Xeııoplıobia aııd ılıe Slav lnınıigraııı: A Living 1.rgııcy of Miııcl cıııd Spi ri l , Boulcler, Co. : Eası European Monographs, no. 38 S , Ncw York: Coluıııbia Uııivcrsiıy Press, 1 994. Zaiınova, Raya, llllgarslıaıa ırnıa v ::.apadııoevropeislıala lıııi::.lıniııa XV-XVll l'clı. Sorya: Uniwrsiıcısko izdaıclsıvo "Sv. Klimenı Okhridski," 1 992. Zajinıi, Gazmcnd, "Hisıorical Continuiıy of ıhe Question or Kosova," Kosoı·a, no. 1 , 1 993, 1 5- 1 8. Zcnıaıı, Z. A. B . , "The Balkans and ıhc Coming War," The Conıiııg of ılır Firs ı \Vorld \Var, R. J. W. Evans ve Harıınuı Pogge von Sırandmann, cd .. Oxforcl: Clarcncloıı, 1 988, 1 9-32. Zeuııe, August, G Dt'a: Vrrsudı ciner wisscnsclıafıliclıoı Erdbesclırcibung, Berlin, 1 808. Zhelyazkova, Anıonina, Ra::.prostraııenie na islyanıa v ::.apadnobılgarslıile zeıni pod osnıaııslıa vlası, XV-XVll/ ı•clı, Sorya: Bulgarian Academy or Sciences, 1990. Zirojevic, Olga, "Die Bewahrung und Erforschung der osmanischen Hinıerlas­ scnscharı in Jugoslawien: A rchive und Forschungseinrichıungen," Hans Georg Majer, ecl., Dir Sıaaırn Sıidostru ropas und dir Osmaneıı , M ünih: Selbsıverlag der Südosteuropa-Gescllscharı, 1 989, 1 87-204. Zlaıar, Zdenko, Our Kingdoın Coıne: The Counler-Refornıaıion, the Republic of Dub­ romilı, ruıd ılır Librralion of llır Ballıan Slavs, Boulder, Co.: Eası European Mo­ ııographs, ııo . 342, Ncw York: Columbia Universiıy Press, 1992. Zöllner, Erich ve Kari Guıhas, cd . , Osım·eiclı und die Osnıancn-Prinz Eugen und sr­ inc Zril, Viyana: Ösıcrrcichisches Bundesverlag, 1 988. DiZiN ,\ l'lca l'or Tlıc l'riıııiıiı·c 239 Konsıanıin S. 1 79 Albanus 62 :\B 1 1 4 ABD 1 8 , 1 9 , 66, 1 30, 1 83 , 2 1 6, 2 1 8220. 224. 239. 244, 252, 253, 257, 273, 283, 284, 3 1 8, 323, 368, 370 Abraınowilz, Morıon 1 9, 20 ı\çık Halkan Üni\'crsitesi 99 Adrıyatik Denizi 55-58, 6 1 , 62, 69, 96, i l 5, 1 1 6, 1 4 1 , 239, 260, 302 :\EG 78 Albıon 235 (ayr. bkz. Konsıanı:nov) 89, 90, Alcko 9 1 , 9 2 , 9 3 , 94 Alcksandar ( Kral) 2 1 , 240 Alemdar Mustafa Paşa 60 Alexaııdrc-Maurice ( Kont) 1 64, ı 65 Alınan Milliycıçilcri 76 Almanca 67-69, 74, 1 43 , 144, 1 48 , Acmus 55 ı s ı . 1 53 , ı s 7 . 1 8 7, 2s9 Almanlar 70, 143, 1 49, 1 50, 1 52 , 1 73 , ı\ET 1 1 9 Afganca 206 Afrika 44, 99, 1 63, 264, 265, 304 Agonıs, S ı cpanos 59 1 77 , 1 82 , 240, 270, 274, 278, 298, 302, 349, 350 Al m anya 18, 5 7 , 78, 80, 8 1 , 1 1 8 , 1 49, Alımad, ,\ ijaz 229 1 50, 1 53 , 1 80, 225, 243, 290, 30 1 , Alıınad, Fcroz 341 Ahmaıo\'a, ı\nna 294 Ainslic, Rohrn (Sir) 1 6 5 ı\isklıylos 28 Akademik Gazetecilik 49 Akad em i k Soylcm 49 302, 3 1 1 , 349 Akdeniz Dünyası 140 Akdeniz Politikası 143 Akdeniz 18, 54, 65, 72, 1 1 8, 1 69 , 1 97, 202, 223, 270, 360 Akhillcus 1 38 Akropolis 1 94 Akroseraunya 203 ,\ ksako\' Kardeşler, lvan S. - Alplcr 62, 302 Also Spraclı Zaratuslra 1 29 Ah-Benlik 46 Amazon O r ma nl a rı 224 Amerika Birleşik Devletleri (ayr. bkz. ABD) 20, 68, 69 Amerika 82, 92, 1 00, 2 1 5 , 264 Amerikalılar 66, 82 , 97, 2 1 3, 2 1 8, 2 1 9, 223, 250 Amerikan 13ilişimcilik E ns ıit ü siı 83 Ameri kan Filheleniznı; 2 1 8 Ame ri ka n l ç Savaşı 2 2 1 Amerikan Misyoner K u r u m u 206 Am er i ka n M isyon e rl iği 2 1 6, 2 1 7 Ojeni Derneği 256 Amrn kan Teknolojisi H Amerikan Yabancı Misyonerler Heyeti A m eri ka n 217 A m p i ri z m 229, 239 ı\mslerdam 1 1 4 Anchoukoff, lloris 249 ı\ndorka. Rudol[ 280 ı\ ng lo - Sakso n Gelenek 1 88 A n gl o- Saksoni z m 256 Anna Conınem (Pre nse s ) 62 Anomali 45 ı\nt i-Bal kan S te reo t i p i 1 1 7 ı\ ntihümani:m 29 Anrık Çağ 54 ı\ ntik Dön e m l 3 7 A n ti-Scmitizm 22-+, 3 1 6, 374 ı\nti-Sovyct i ttifak 370 ı\ ntoinc-François 1 69 ı\ntoıı Yrançiç (Piskopos) 56, 57 ı\pcnin 63 ı\rap Dünya s ı 27, 38 ı\ ra p K i ml i ğ i 35 Arap Oryantalizmi 35 Arapça 1 6 1 , 206, 354 Araplar 27, 1 26 , 1 74 Archer, Laird 27 1 Atatürk 1 09 , 1 1 3 , 329 Atina 54, 1 94 , 202, 2 1 4 , 2 1 6, 2 1 9, 259, 2 7 1 -273 Atlantik 82, 242, 255, 286 Atlas Dağları 66 Auerbach, Erich 29 Augsburg 1 50 A•·eııuc Tlıealrc 230 Avlonya-Seliinik Hattı 72 Av ra sp 284, 3 1 3 Avrupa Antropolojisi 49 Avrupa llirliği 83, 97, 1 26 , 266, 3 1 3 Avrupa Dünyası 34 Avrupa Ekonomik Toplulugu 1 09 Avrupa Kimliği 3 2 1 Avrupa Modcrnitcsi 29 Avrupa Sistemi 96 Avrupa Tarzı G e l i şm e 1 1 7 Avrupa Topluluğu 320 Avrupa 1 7 , 1 8 , 23, 28, 34, 36, 37, 4 1 44, 48, 54, 62, 65-70, 72, 76, 78, 8 1 , 92 , 96-99, ! O l , 1 02 . 1 06 , 1 1 0, l l 2 , 1 1 6 , 1 1 8 , 1 2 1 - 1 23 , 1 27 , 1 28 , 1 35 , 1 38 , 1 4 0 , 1 4 1 , 1 43 , 1 5 1 , 1 53 , 1 54 , 1 58, 1 59 , 1 70, 1 72 , 1 77 , 1 78, 185, 1 87 , 1 88 , 1 98, 206, 209- 2 1 2, 2 1 5 , 2 1 9. 222, 224, 228, 229, 235, 239, 240-242, 244, 245, 250, 253, Arilik 1 0 1 255-258, 260, 26 1 , 264, 266, 267, Aristokrat Söylem 225 Aııns anıl Tlıe Mcıı t 230, 232-234 ı\rnavuıça 75, 1 0 1 , l 02 Arnavutlar 73, 1 00, 1 2 6 , 1 66 , 1 72 , 269, 27 1 , 273, 280, 28 1 , 283, 286, 1 76 , 247, 25 1 , 253. 260. 266, 270, 289 , 293, 296, 297, 303, 305, 308, 309, 3 1 4 , 3 1 6, 3 1 8 , 3 1 9 , 320, 328, 333, 335, 343, 344, 346, 356, 357, 36 1 , 366, 368, 370, 37 1 . 373, 374 Arııolcl 1 3 1 Avrupa-i Osmani 65 Avrupalılaşma 36, 37, 92, 1 23 . 340 Avrupalıbşmış llulgar 9 1 Av ru p a l ı l ı k 289, 296, 303, 307. 309 Avrupamcrkczcilik 44, 230, 373 Avusturya 67, 73, 76, 79, 8 1 , 1 84 , 243, Ash, Tiıııothy Garı en '308-3 1 O, 323 A s i m i la syo n 1 23 , 256, 328, 3 5 1 Asra 4 2 , <ı 9 , 1 08 . 1 1 0, 1 27 . 1 35 . 1 63 , Avusıuryalılar 240 Avusturya-Macaristan 18, 76, 80, 240, 302, 335, 339, 349, 352 ,'\rnanııluk 43, 67, 70- 7 3 , 76, 7 7 , 1001 02 , 1 46 , 1 56 , 1 7 7, 200, 202, 247, 258-260, 275, 323, 337, 339, 349, 350, 352 1 7 2, 1 77 , 262, 264 , 303, 304 A sy a l ıl ı k 304 Asyatik Otokrasi 268 ..\şıkpaşaziidc 3 '32 :\T 3 1 0 269, 300, 302, 3 1 3 , 324, 350 247 , 334, 350 Ayastcfanos Antlaşması 338 Aydınlanma 34, 35, 90, 1 35- 1 37 , 1 4 3 , 1 50 , 1 57, 1 63- 1 65 . 1 75 , 1 94, 2 2 6 , 229 , 250, 294. 3 3 1 -333, 3 5 7 Aydınlar Kuşağı 89 Aynaroz Dağı 54, 1 68, 1 73 , 258 Azınlık Meselesi 340 Azınlıklar 65, 1 1 3 , 2 1 7, 2 1 8, 260, 266, 349 Aziz Pablus 68 Aziz Sava 245 !:imkan Yarımadası 46, 62, 66, 67, 7 1 , 74, 7 5 , 96, 1 00 , 1 0 1 , 1 22 , 1 27 , I H. 1 65 , 1 72 , 209, 245, 303 llalkanbank 1 22 Ballwııia (Deıgi) 1 04 Balkanisı Söylem 40, 50, 74. 89, 1 3 1 , 280 llalkanizın 1 7, 26, 3 2 , 33, •f5, 48, 50, Babalar ı·e Ogııllar 220 lsac 29 1 IUb-ı A li 56, 1 4 3 , 1 44 , 1 46, 1 60 , 2 1 8, Babel, 2 1 9, 222 1 2 3 , 370, 3 7 3 , 374 Ballıaıılar (Deıgi) 1 1 3 Balk., nlar 1 7-20, 23-26, 3 2 , 36-45, 4749, 5 3 , 5 5 , 60, 67, 68, 70-74, 77, 8 1 , Babil Ku lesi 2 5 1 Bagryana, Elisaveta 1 25 Bağımsız Devletler Topluluğu 3 1 1 Bakic-l la}:den . Milica 3 2 , 1 26 Baküs Rahibeleri 28 82, 8'1, 87, 88, 93-95, 97, 1 0 1 - 1 1 2 , Balrnııica (Vergi) 1 1 6 223, 225, 226, 228-2 3 1 , 233, 234, 1 1 5- 1 1 7. 1 23- 1 29 , 1 3 1 , 1 35 , 1 36, 1 38, 1 39, 1 4 1 - 1 44 . 1 46, 1 47 , 1 5 1 , 1 53 , 1 56, 1 67 , 1 69, 1 73 , 1 79 , 1 80 , 1 85 , 1 86, 20 1 , 208, 2 1 0, 220, 222, Ballum Araşımnaları (Deıgi) 99 236-239, 24 1 , 242, 244, 246-248, Balkan Araşurmaları Ensıiıüsü (Bükreş) 68, 99, 1 04 Halkan Araştırmaları Komisyonu 1 1 3 Balkan Araştırmaları 50 Balkan Birliği 68 Balkan 131oku 7 1 Halkan Dağları 62, 63, 1 1 9- 1 22 Balkan Dcvleıleri 34 1 Balkan Dilleri 26 2 5 1 -253, 258-264, 267-270, 279, Balkan Edebiyatı 1 1 9 Balkan Ekspresi 1 1 8 Ballıan Forum (Dergi) 1 1 6 Ballıaıı Glwsıs 243 , 3 1 7 Balkan 1 lalkları 1 06 Balkan imgel e ri 47 Balkan lrrcdanıizmi 2 1 Ba/lıaıı jounıal 2 7 1 Balkan Kimliğı 88, 283, 300 Balkan Konferansları 68 Balkan Pakıı 1 04 , 1 23 Balkan Paradigması 1 1 7 Balkan Romansı 39 Balkan Sa\'aşları ( 1 9 1 2- 1 3) 1 8-20, 2 2 , 24, 48, 73, 77, l l l , 1 2 1 , 242, 248, 276, 32'1, 348 Balkan Sı radağla r ı 66 Balkan Sorunu 239 Halkan Sıereoıipi 1 39 , 243 Ualkan Vahşeti 2 1 , 23 283, 284, 29 1 , 296, 297, 300, 308, 309, 3 1 2 , 3 1 6- 3 1 8, 320, 32 1 , 323, 325-327, 329, 33 1 , 335, 337, 338, 34 1 , 342, 344, 345, 347-35 1 , 355357, 358, 360-363, 365-367, 369, 37 1 , 373, 374 IJallıaıılaı"ıı Döıı ıış 1 1 1 Balkanlaşma Çagı 82, 83 Balkanlaşıııa 1 7 , 75-80, 82-8'1, 1 1 6, 1 1 7 , 24 7 , 248, 2 5 3 , 2 7 5 , 369 Balkanlılar 1 05 Balkanlılık 1 05 , 1 1 6 , 1 1 9, 1 22 , 1 24 , 275, 325 /ıısıiıııı (Deıgi) 1 1 6 llalkansky 1 1 3 Balkamon 1 22 Balıık Ulkelcri 3 1 6 llanac, lvo 367 Barbarlar B , H llarberin i , :\ nıonio 1 42 llarres, M.ıurıcr 1 66 Barıhes, Roland 49 Barı leı ı , Frederıc C 238 Hasıırıııa Süreci 1 09 Başbakanlık Arşivi M Batı Alınanlar 1 26 Baıı Avrupa 3·1, 9 5 , 9 7 , 1 04 , 1 1 0. 1 1 4, Ballıaııo/oslıi 1 36 , 1 39 , 242, 296, 303, 3 1 0 , 3 1 2 , 'f8, 7 3 , 76-80, 1 02 , 1 03 , 1 5 3, 242. 3 N , 3 32 , 3·f5 Baıı Dünyası 23, 1 09 , 269 Baı ı l lümanizmi 1 05 llaıı Karşıtlığ: 2 8 Batı Roma imparatorluğu 286 Batı 26, 28, 3 2 , 3 4 , 3 5 , 3 7 , 42 , 47, 50, 53, 68, 87, 9 5, 1 08, 1 1 2 , 1 1 5, 1 1 7 , 1 23 , 1 25 , 1 27 , 1 2.8, 1 3 1 - 1 33 , 1 38. ı +O, 1 42 , 1 52 , 1 67 , 1 7 2, 1 73 . 1 9 1 , 248, 268, 3 39, 348, 3 5 1 , 360. 366 Birleşik K ra l l ı k 240 Bisıııarck 2 'i 2 , 338 llızaııs lııı paraıcrluğu 36, 1 2 1 , 1 39 , 1 ·1 1 , 1 53 , 1 5 7 , 1 66, 1 8 1 . 1 86. 286. 287, 289, 301. 104, 1 1 7 , 324. 3l9 3 3 1 , 3 3 3 , 3 3 5 , 142. 3 5 5 , 356 Bizans Mirası 3'f0, 356, 360 2 1 2 , 224, 229, 2 32 , 2 3 5 , 236, 246, Bizanslılar 96 248, 260, 262 , 265, 266, 268, 27 1 , llizanslılık 1 8 2 . 3 2 5 274, 2 7 5 , 283 , 286, 288, 290, 292, llaıı-Doğu E ks e n i 289 lllaclııvoods Magazine 2 2 2 Bl o oın , llarold 83 lllooın . Lcopold 82 Blount, l lenry 1 89- 1 9 1 Bluı und Bodcn 1 1 7 Batılılar 38. 1 1 5 Bocr Savaşı 209 Batılılaşma 3 7 , 92. 1 8 1 llanenberg, ı\l c ksan d r 1 5·1 Baudrillard, Jean 24 Bavyera 1 'J3, 2 55 Bay Ganyo 89 , 90-92, 94, 9 5 Bayezid (Y ıl dı rı m ) 1 22 Beaufon. l-rancis 206 llcaujour, Lo u i s-Au g us ı e Fclix De 59, Bognic, Josip 69 Boğaziçi 32-1 29 3 , 295, 29 7, 298, 303, 304, 309, 3 1 4, 3 1 5 , 3 1 6, 3 1 7 , 326, 356, 3 67 , 369, 3 7 1 , 3 7 3 Boj'.\c.lan 7 l , 33 l , 338 Bo lı cm ya 2 :3 9 Boıoıia 1 9 5 lloliac, Cezar l 0.3 lloliminearıu, D ı ı n i ı ri c l 03 Bolşevikler 304 llooh oj Noıısrıısr 202 1 64, 1 68 Bebe! 4 1 lloscovıch, lhıggier 59 Bccker 1 3 1 Bosna l lcrsrk 73, 206. 240 Bosna Kilisesr 338 Llo,na Krizi 2 l O lkgriffsgcshichıe 54 llelarus 285 Belçika 9 1 , 302 Bosna M<·sclesi 339 Bclgrad Kahvehaneleri 39 Bo,na Savaşı l l 3 Belgrad 39, 1 1 6, 1 60, 240, 259, 27 1 . Bosna H, 1 1 1 , 1 1 3 , 1 1 8, 1 26, 1 60. 272, 290, 299 203 , 205, 209, 223 . 279. 3 3 7 , 3 39 , Bclon, Pi c rre 1 58 , 1 59 ll e ri şa , Sah 1 O 1 Berke s , N iyazi 1 09 Bosnalılar 205 llerkovici 240 llvstoıı Mvnıiııg)uıınıal 2 2 1 Bc rli n K o n gres i I Antlaşması ( 1 878) 65, 239. 338 Beri in 1 55. 2 2 1 Berna!, Manin 304 llcrnath, M at h ias 67, 70 Beynn 207, 2 1 7 llibo, lsı,·an 288 Biddle. N i r h o l as 2 1 3-2 1 6 Bilgi Fclscfesı 3 1 Birinci Dünya Savaşı 2 2 . 23, 2 5 , 36, 350, 3 5 1 , 368 Bosıon Brahminleri 2 56 Boşnaklar 1 72 , 2 5 1 , 1 5 2 . 35•f lloıev, 1 lrisıo 1 l <J Boudin, J. -J . -M. -F 1 69 lloue, ,\rııi 6 3 , 1 7 1 , 1 72 Boulanger 1 63 Jloyova, lsvcıa ·fü. 4 1 Braccıolini, l'raııccsco H 2 llrailsford, 1 1 . N . H 1 llrarıdys, K a z iın i e rL 294 Brcst Lıto\"Sk Barışı 79 Briefe aus der Türlıei 1 52 Briıanya (ayr. bkz. Büyük 13riıartya) 369 British Rclief Fund ( l ngiliz Yard ım Ô rgüı ü) 2 4 1 Briıonlar 240 Brodsky, Joseph 294, 295 13rophy, Charles 2 1 0, 2 1 2 B ro wn, E<lward 55 Bröıenya 1 59 Budapeşıe Ekonomi Ü niversiıesi 280 Budapeşıe 290, 308 Bu l gak ov, Mikhail 29 1 Bu lga r E deb iyaı ı 89 Bulgar Mirası 1 04 Bulgar Müziği 1 29, 1 30 Bulgar Slcıvlarının Tarihi 3 3 2 Bulgar Tuııası vr Ballıanlar 66 Bu l ga rca 56, 5 7 , 59, 94 , 1 1 3 , 204, 2 1 7 B ulga risıan 2 1 , 39, 43, 54, 55, 58, 59, 63, 64, 70-73, 76, 79, 8 1 , 89, 9 1 , i l i , 1 1 3 , 1 1 5 , 1 1 9, 1 2 1 , 1 4 2 , 1 4 7, 1 54 , 1 55 , 1 77 , 1 78, 1 83 , 20 1 , 203, 205, 209, 2 1 0, 2 1 8, 22 1 , 223, 225, 227, 23 1 -231, 244, 257, 275, 302, 3 1 0, 3 1 4 , 3 1 6 , 323, 340, 34 1 , 346, 35 1 , 352, 354, 356 Bulga rl a r 64, 73, 89, 9 1 , 1 1 9, 1 2 1 , 1 23, 1 2 7, 1 44, 1 53 , 165, 1 70, 1 7 2 , 1 75 , 1 79, 1 82- 1 84, 1 86, 2 0 7 , 2 1 1 , 2 1 2 , 225, 230, 232, 233, 25 1 , 257, 299, 302 , 334 B ulgar- Yu n an Anlaş maz l ığı 2 1 1 Bulsırode, Richar<l 1 9 1 Buna Vrstire (Gazele) 1 07 Burjuva Yozlaşması 89 Burjuva(zi) 37, 1 04, 183, 1 86, 202 , 225, 229, 258, 345, 346 Burke 294 Burma 223 Busbecq, Ogier Ghiselin d e (l l ab s burg Elçisi) 1 44 , 1 4 7 , 236 Bush, George 2 75 Bükreş 54, 68, 8 1 , 1 0 2 , 1 04, 258, 273, 275, 299 13ürokraıik Ulus-Devlcı 37 Büyük 13riıanya (ayr. bkz. lngilıere) 1 8, 79, 80 Büyük Devletler Siyaseti 1 36, 1 5•1, 1 75, 1 7 7, 1 84 , 204, 2 1 0, 305, .3 37 339 Büyük Tür 1 92 , 1 9 7. 200, 2 1 3 , 2 1 6 13yron 37, 1 5 1 , 1 83 , 1 9 7 296 C a l ine sc u, Maıei l 24 Callimaco, Filippo Bunaccorsi 55. 57 Cambri<lge Ü n ıve rsiı esi 54, 1 95 Ca ragi alc, !on Luca 94 Cargarov, G eo rgi 1 2 1 Carlisıa Savaşı 2 2 1 Carnegie Vakrı 2 67 Carol 11 (Kral) 2 1 Carricr, J amc s 3 1 , 32, 1 32 Ccm iyct-i Akvam 335 C ha krab arıy. Dipesh 1 3 1 Chamberlaine. Neville 249. 252 Charbonclle 1 69 Chaıcaubriand, François-Renc 3 7 , 1 66, 1 67, 197 Ch erokec ( Kızılderili) 222 Cheronea 2 1 5 Chesnau, Jearı 1 58 Chesınusı Caddesi 2 1 3 Clıiwgo IJaily Nnvs (Gazete) 79 Ch ic ago Dünya hıarı 92 Clıirngu Record 223 Chicago Tribuııe 3 1 5 Child ııarold 37 Choiseu l-Gouffricr, Maric-Gabricl De (Konı) 165 Chokıaw (Kız ılderil i ) 222 Chrisıie , Agath a 248, 249. 250 C hurc h ı ll (Winsıon) 273, 274, 3 1 5 Cihaı 1 9 1 Ciorarı , Emil l 04 , 1 06, 1 07 C la rke, Edwar<l 195 Clarke , J amcs l'ranklin 206 Clifford 48 Clinıon, Bili 274 Co<lreanu 105 Codrescu. Tlıcodor 1 03 Cohcn, R oge r 23 Cokridgc, Sa m ue l 37 Color wıd Demvaary 80 Cvlos sus Oj Maroıı>si 270 Cadnıos COMECON 1 22 Comoniıza 57, 58 Cook (Kapıan) 1 37 Cooper 1 84 Cormanin, Louis Deshayes De 58 Cornea, Andrcj 3 1 2 Cousinery, Espriı-Mary 1 6 2 C o x , Samuel 6 6 , 2 1 8 , 2 2 5 Cross Cıırrcııt 296 Culıural Literacy 323 Cumhuriyet (Gazelf) 1 1 1 Cumhuriyct�·ilik 225 Curıis, William 223, 224 Cvijic, Jovan 359 Çandar, Cengiz 1 1 2 Çavuşesku, Nikola 1 04, 1 08 , 274, 3 5 1 Çek Cumhuriyeıi 266, 3 1 3 - 3 1 6 , 3 1 8 , 320 Çek Edebiyaı ı 89 Çekçe 1 46. 180, 292 Çekler 1 25 , 1 79, 1 82 , 183, 1 86, 266, 293, 294, 295 , 298, 299, 302, 3 1 4 Çekoslovakya 70, 76, 79, 97, 1 1 5. 249, 292, 293, 299, 3 1 0 Çerkezler 2 5 1 Çetine Manasıırı 204 Çetiner, Yılmaz 1 1 1 Çin 242, 272 Çingeneler 8 1 , 1 9 1 , 25 1 , 349, 350 Çintolov, Dobri 1 1 9 Çokeşlilik 269 Çokkülturlıihık 83, 1 1 5 D'Hauıı erive (Kont) 59 296 Dağlarca, Fazıl Hüsnü 1 1 2 Dako, Christo A. 67, 1 00 Dalmaçya 7 3 , 1 46 , 1 68 , 1 69 , H4, 258 Dalmaçyalılar 1 44, 25 1 Damgalanmış Birey 1 26 Danilevskiy, Aleksandr S. 1 79 Danimarkalılar 302 Danıe 28 Dardanya 65 Darwinizm 256 Das Spdıırum 1'. ııropa 252 Dayanışma Harekeıi 306 Dcmlalus 424 De Brogl i e , Louis ·ı2 De Choıographia 6 1 D e Constanı, D'Fsıourncllc, llarôn 1 8. 19 D e l'.espril dı-s Lvis 1 63 De La Bracl, lon lonescu 1 0 3 De Nicolay, Nıcolas 1 58 De Wi ı ı dı , liarry 219, 242 D eclal us , Stephcn 82 Dcja Vu 2 1 2 Delacroix 1 6 1 Demır Muhafızlar 1 0 5 , 1 07 Demir Perde 1 23 Denıiryolları 228 Demokrasi 107, 1 1 5 , 225, 227, 349 Der Spicgel 3 1 4 Dernschwamm, l laııs ( l labsburg Elçısi) 1 4-+ , 1 46 Derricla 32, 36, 5 3 , 54 Der\"cnt 58 Despotizm 1 4 1 , 1 48 , 1 63 , 1 8 1 , 228, 233, 366 Dcıerrninizın 3]5 /Jevkt Gazetesi 1 77 Dcvşırıne K urum u 330, 3 3 1 Diaspora 1 4 1 , 1 · D /Jicıioııcııy o f Americcırı Bivg rcıp lıy 2 1 8 Dir Wnpı·ıı (Oagi) 1 5 7 Dikoıomi 46, 1 09, 1 1 0, 1 4 2 , 226. 2 54 , 359 Dilcssi 239 Dilcııanıi Derneği 54 Diıniıri Kanıeınir 3 3 1 D i m i ırov, Peıir 2 2 1 Diokles ] 4 Disracli, Bcnjamin 3 8 , 200, 2 1 0 , 2 2 1 Dobruca 7 2 , 350 Dodwell, Eclward 1 94, 1 9 5 Doğu Almanlar 1 26 Doğu Almanya 97 Doğu liırisı iyanlığı 290 Doğu Roma lmparaıorluğu 305 Doğu Sorunu 50, 1 69, 1 72 , 1 74 , 206 Doğu Yakası (Lonclra) 48 Doğu 25-29, 3 2 , D, 35-37, 4 1 , 42, 4 7 , 1 08, 1 1 2, 1 1 7 , 1 23 , 1 26, 1 2 7 , 1 38 , 1 72 , 1 73 , 1 78 , 1 84- 1 86, 1 92 , 2.00, 20 1 . 203. 206. 208, 2 1 1 , 2 1 9. 222. 225, 227, 229, 24 1 , 242, 253, 254. 258, 260, 263, 286, 287, 290, 295, 298, 3 1 2, 356, 373, 374 Doğu-Ban Ayrımı 34 Doğu-llaıı Dikoıomisi 46, 1 1 2 , 1 27, 3 1 2 Doğu-Batı Ekseni 34 Dogu-Dogu 3 1 2 Doğululaşmış 1 26 Doğululaşımlma 5 1 Doğululuk 1 1 2 , 1 27 Doğunun Baıısı 47 Dolar ,D iplomasisi 2 1 9 Dombrowski, jaroslaw 220 Dostoyevski, f'yodor M. 1 79 Douglas. Mary 45 Dracula 248 Draga (Kraliçe) 240 Drakulic, Slavenka 1 1 8 Driesch, Gerard Cornclius 57, 62, 1 50 Droysen, johann Gusıav 1 55 Du Bois, W. E. B. 43, 80 Dubrovnik 74, 1 1 5 , 1 6 1 , 355 Durham, Mary Edith 22, 23, 42, 43, 245-247 Durrell, Lawrence 272, 273 Dutu, Alcxandru 347 Düalizm 304 Dünyanın Dört Yanının Cograyası 59 Dürziler 1 60 Emily Anne (Beauforı) 206 Emine Balkan 63 Emperyal Otokrasi 287 Emperyalizm H Endulüs 1 1 3 Engcls, Friedrkh 1 76 Eothcıı 200 Epikıı ros 1 36 Epir 203 Erdcl 56, 1 59, 1 65 f:rmenıce 2 1 6 Ermeniler 59, 1 9 1 . 2 1 1 , 2 1 7 , 2 5 1 . 349 Erofcev, Venyamiıı 291 Eskiçag 29, 65, 98 hpriı De Corııs 272 Esıonya 76, 29 1 , 3 1 0 Estonyalılar 302 Eşik Evresi 46 Eşitlik 1 82, 1 86 Eşiısızlik 22 5 Etnik Temizlik 278 Etnografya Müzesi (Hudapeşte) 1 25 Etnosanırizm 44, 264 Euripides 28 l:ııropa Occidens 286 Eıırope-Wlıitlıcr Boııııd 79 Everctt. Edward 2 1 6 Evrim 1 37 Evrimcilik 261 Ezher 254 Eagleburger, Lawrencc 3 1 7 , 3 1 8 East Europeaıı Reportcr 296 Eastenı Europeaıı Politics Aııd Society 296 Econonıist (Dergi ) 8 1 Edirne 56 Enak 7 1 . 1 52, 1 59, 1 69 , 337, 338 Eflaklılar 1 49 Ege 6 1 , 69, 72 Egemen ırksal Söylem 48 Ehrenpreis, Marc �s 253, 254, 258 Einsıein 32 Eisner 1 92 Ekümenik l lırisıiyanlık Yaklaşımı 235 Elgin (Lord) 1 77 Eliade, Mircae 1 04, 1 07 Elizabeth 1 (Kraliçe) 1 88 Elliot, Henry 2 2 1 Fallıneraycr, Jakob 255, 2 70 1 'arsça 64, 1 6 1 , 206. 354 Faşizm 265 Fatih Sultan Mehmet (ayr. bkz. Mchıncı i l ) 1 09 Fawceıı, l lııgh 93 Fcdotov, Georgıi 290 l'ehcr, Fere ne 301 , 3 1 2 Felix 59 Feınınizııı 374 Fenianizın 2 1 1 Ferdinan<l (Hulgar Çarı) 2 1 Ferdinand 1 (imparator) 56 Fıili Sömürge 43 Filhelcnızm 1 36, 1 5 1 , 1 52, 1 66. 1 93, 197, 1 98 , 1 99 , 200, 238, 255 Filheknler 39, 1 5 1 , 1 5 2 rilisıin 201 Finler 302 Fischer, Theobald 66 Flanders 1 59 Flauberı, Gustave 1 66 Floransa 1 4 1 foça 1 1 6 Fonton, E r 1 74- 1 76 Fostcr, George 1 3 7 Foucault (Michel) 26, 29, 32 france, Anatole 306 François Pouqueville 59 fransa - Prusya Savaşı 220 Fransa 18, 42, 79, 80, 96, 1 36, 1 43, 1 49 , 1 50, 1 58 , 1 59, 1 60, 1 6 1 , 1 62 , 1 65 , 1 6 9 , 1 70, 1 80, 1 83, 1 92 , l <l 7 , 204, 2 1 8, 2 20 , 225, 290, 349 Fransız - Germen Kuramı 83 Fransız ı\nsiklopc<licilcrı 59 Fransız Batı Afrikası 8 1 Fransız Devrimi 1 63 Fransız Edebiyaıı SQ Fransız Emperyalizmi 35 Fransız Monarşisi 1 63 Fransızca 74, 96, 1 58, 1 8 7 Fransızlar 58, 1 50, 1 60 , 1 67 , 1 70, 1 7 7 Fraser, John Fos ter 239 French, John 3 73 Frenkler 1 9 1 , 2 1 5 Fresne- Canay, Philippe D u 1 58 Freud (Sigmund) 3 1 5 Fulıon Konuşması 273, 3 1 5 Gagavuzlar 266 G aıgcm ı u a 1 5 9 Garşin, Vsevolod M . 1 79 Gassot, Jacques 1 58 Gautier, Theophile 37 Gayri Müslimler 204, 327. 342 Gazetecilik 49 Gedo)'n, Louis 1 60 Gellner, Ernest 3 1 6 Genç Romanyalı Yazarlar Derneği 1 04 Genel Temsil Krizi 30 Grnncıl / /isıory of ılıe Tu rlırs 1 88 Gcnnep, ı\rnold Van 46 Gcorgescu, Stefan 1 03 Gcrgrdcın 1 04 Gcr.ikalmışlık 34, 2•)8 Gericilik 37 Gcrlach, Stephan (liabsburg Elçısil 57, 1 44 Gerınain. Jean-Jacques 1 69 Germenler 1 1 7 Gcrner, Kristian 3 1 1 Grschicle der / l a lbi ııs el More a wd h ren d des Miııelalıers 255 Geshkof, Theodor (Geşkov) 68, 1 22 Glıiaour 37 Gibbon, Edward 1 00, 225 Girit 99, 1 60 Gladstone, William 205, 209, 2 1 0 , 233 Glynn, Patrick 83 Gobineau, Joscph-Arıhur De 252 Gocthe 37, 1 52 Goff. .-\. 93 Goffınan, Erving 88, 1 26 Gogol 185 Golczewski, Mechthild 243 Consaguc, Charles 1 60 Goodman, Bcnny ı :ıo Gorbancvskaya, Naıalya 309 Gorki (Maksim) 4 1 Göçü Sınırlandırma 13irliği 255 Gökalp, Ziya 1 1 2 G raham, S. 79 Graikoi Kimliği 1 54 Gramsci, Anıonio 26, 27 Grand Tour (ayr. b!µ. Büyük Tur) 1 36 Granovskiy, Timofey- N . 1 79 G ranı, Ric hard 82 Grigoroviç, V. 1 76 Grünberg, Martin 58 Guilleminot, Armand-Charles 1 69 Gunı hcr. John 24 2 , 243 G çıç Dengesi 198 Güller Vadisi 1 68 Güney Afrika 24 1 Guney ı\merıka 78, 267 Guııeydogu Avrupa Araşurmaları Enstitüsü 1 03 G ıine)·dogu Avrupa 103, 1 04 Gürcüler 266 Gürsel, Nedim 1 1 1 /fc1bnc1ıııc 332 1 l absb ıı rg l m paraıorluğu 76, 80, 1 60, 363 l labsb urgla r 56, 70, 1 4 3 . 1 4 4 , 1 48 , 1 57 , 1 58, 1 60, H l , 276 i laçlı Ruhu 4 7, 1 59 1 façlı Seferleri 1 72, 1 9 1 , 206 1 taç l ı Zihni)'eti 1 40 1 laçlılar 1 5 7 l laimos Dağı 54-64, 66, 1 22 1 laitililer 80 1 lalecki, Oscar 302-307 ll a lcp 1 60 l laınmel, Eugene 278 l fanak, Peıer 297, 298. 3 1 1 lla rppre cht , Klausc 8 1 1 larvard Üniversitesi 2 1 6 l laşdeu, B. I' 1 04 l lavel. Vaclav 29·1. 308, 3 1 0, 3 1 2- 3 1 5 , 320 Hayfa 254 1 !azar Denizi 64 l legcl 262, 263 l lcgcmonik Sörlcm 1 28 1 feidegger 85 lfeine, 1 le i nric h 37 1 leisenberg Etkisi 3 1 l lekabc 1 4 7 1 !elen Dünyası 6 1 l l elenizm 1 43 l lelcnofil Duygu 27 l H el las l 9 7 1 lcllen 6 5 l lcllencs Kimliği l 5 4 l lcllenizın 1 02 , 1 6 7 llcl ler, A gnes 30 1 , 3 H l lcrder, Johann Gottfricd Yon 2 5 7 , 262, 263, 3 7 1 1 !ersek 209 1 krsckhler 1 72 1 krzoslovakya 249 Heterojenlik Handikapı 2. 70 l lıristiyanlar 4 7, 1 50, 1 5 1 , 1 59, 1 60, 1 74, 1 86, 204, 2 1 1 , 2 1 '5 , 2 1 9 , 24 1 , 24 7, 327, 328, 349 , 352, 370, 373 Hıristiranlaşma 303 lfıristiyanlaşıırma 142, 2 1 7 l l ırist iyaıı l ı k 22, 34. 46, ·17. 50, 1 0 1 , 1 28, HO, 1 4 3 . 1 48, 1 65 - 1 67, 2 1 2 . 2 1 5 , 250, 266, 268, 303, 304, 307, 324, 326, 33 1 , 356 1 lırisıiran-M uslünıan Dikoıonıısı 1 5 1 l l ırvaı Sendromu 1 1 8 l l ı rvaı�·a 57, 75, 1 46 , 3 50 Hırvaıisıan 62, 7 3 , 1 1 8 . 1 69 . 26b. 297. 299, 300, 1 1 0 , 3 1 7 1 l ırvaılar 7 1 , 72, H , 1 1 8 , 1'+9, 1 86 , 25 1 , 266, 267, 302, 339. 350, 353 1 lırvaı lık 1 1 4 l li l ııı i Pa�a 268 1 lindisıan 44, 209, 223. 3 1 9 H ı n ı Yarımadası 24 1 1 lınıçc 206 1 lirsch j r. , I'. D. 323 1 lisıorıa Esı Magısıra Viıac (Ta rıh Yaşamın Özudur) 20 l l iılcr 1 07, 1 5 5 , 222. 243. 2 7 1 1 !ive 220 l lizipçilik 46 l lobsbawm, Eric 76, 7 7 l lockenos, Paul 3 1 6 l loffman , Eva 1 28 1 loffınan, Georgc 7 1 . 72 Hohenzoller 2 1 1 lolbach 1 63 l lolb ro oke , Richard 285, 3 1 8 1 lol landa 302 l lollywood 258 1 lolokosı 23, 2 7 7 , 278 l loıneros 1 38, 1 67, 1 8•1, 1 9 7 l lonıoıcn Ulus-Devleı 3 7 l loınyakov. Aleksey S. 1 79 l lrisıov, Uorıs 1 1 9 l l ugo, Yicıor 28, 3 7 l lukukı Ayrım Sorunu 44 l l u nkıcs 256 l l unıingıon, Samuel 47. 1 28 , 1 86 . 26-1-267 l l üınanizın 229, 356. 3 6 1 i n Rl'I rv�pecı 24 in Srcırdı of Ceıııral Eu ropc 292, 296, 323 lndzhekiaıı, l l ugas 59 lnnoccnıs AlmJ<1d 2 1 6 inside Europr 241 loncsco, Eugenc 1 04, 1 05, 300 !orga, Nicolae 1 03, 330 Irak 274 l rby, Adelina 203-205, 1 1 0 Irkçılık 33, 250, 374 I rksal Söylem 48 !ser, Wol fgang 372 Isıria Yarınıa<l:ısı 62 lralirnisclıc Rt'isc 1 52 /ıiııcrai rr De Paris A .Jrımalcnı 3 7 lber Yarımadası 63 lbranice 3 1 9 lbscn 1 8 1 icat Sureci 2 37 , 238 idealizm 233 ldria Irmağı 72 lgov, Sveılozar 89, 92 i htidalar 330 ikinci Dünya Savaşı 23, 69, 80, 97, 235, 243, 263, 264, 269, 270, 275, 277, 278, 283, 284, 3 1 7, 349, 35 1 , 354, 370 l llirya / l llyria 65, 1 03, 1 46, 1 69, 203 l lyada 1 38 l lyef, llya 291 i manı Yayma Orgtiıü ( 1 622) 1 42 imge 88. 89, 96, 1 24 . 1 39, 1 50, 1 56, 1 57, 1 59, 188, 1 89, 248, 249, 269, 290, 365, 366 l m l iyazlar 2 1 9 inalcık, ! lali! 6 3 , 64. 346 indi 2 1 6, 2 1 7, 268 Indirgenıccilik 1 7, 1 8 lnebahıı Savaşı ( 1 57 1 ) 1 40, 1 89 lngiliz Edebiyatı 187, 1 89 lngiliz Emperyalizmi 35 l ngilizcc 74, 1 88 , 200, 220, 249, 253, 319 lngilızler 43, 55, 74. 1 49 , 1 50- 1 52, 177, 1 88, 1 89, 195-198, 203, 208, 2 1 0, 2 1 5- 2 1 8 , 227, 24 1 , 270, 274 lngilıcre 20, 1 36, 1 65 , 1 80, 1 86, 188, 1 90, 1 92, 198 , 1 99, 203-205, 209, 2 1 2, 2 1 8, 220, 2 2 1 , 223-225, 227, 245, 246, 272, 290, 3 1 9, 349, 370 lon Adalan 1 69 Iran 38 i rfanda 202, 208, 220, 24 1 , 369 lrlandalılar 21 1 Isa ( Peygamber) 3 1 5 lskir Irmağı 59 lskitler 3 3 lskoç Aydınlanması 287 lslam Karşıtı 226 Islam Ümmeti 1 1 2 lslam 27, 29, 33-35, 47, 50, 1 1 2, 1 1 6, 1 28 , 1 40- 1 42, 1 50, 1 59, 1 63. 165, 1 89 , 1 90, 1 9 1 , 235, 265, 268, 276, 304 , 307, 320 , 326, 328-33 1 , 338, 341 , 353, 356, 358 Islamlaştırma 348 lslamofobi 1 36 lslimiye 60 ispanya iç Savaşı 368 ispanya 97, 107, 1 1 3, 1 49, 1 59, 1 60, 1 80 , 2 2 1 , 250, 349 lspanyolca 26 7 lspanyollar 1 49, 1 50, 197 /sıanbul - Fetih Destanı 1 1 2 lsıanbul Patrikliği 330 lstanbul 54, 56, 1 40, 1 50, 1 60, 1 64, 1 84 , 1 9 1 , 192. 1 98 , 20 1 , 206, 2 1 2 , 2 1 6-22 1 , 251 , 258, 324, 3 3 1 , 335, 34 1 , 348, 350, 35 1 , 354 lsıanbul'un reıhi ( 1 453) 1 4 1 lsvcç 1 59, 1 80 l sveççe 253 lsveçliler 302 lsviçre 1 1 7, 225, 232, 302 l ıalya 42, 67, 97. 1 36, 1 43, 1 80, 192, 2 1 6 , 290 Iıalyanca 57, 77, 259 lıalyanlar 74, 1 43 , 1 52, 1 77 , 1 97, 240 Iıalyan-Yunan-Rus Scmbiyozu 1 43 lvan i l i (Çar) 1 73 (vanova, Evgeniya 3 1 2 lzmir 193, 21 7 lzzetbegoviç (Aliya) 1 1 7 Janos Zapolyai (Kral) 56 Japonya 223, 242 Jarvis, George 2 1 8 Jauffret, Louis François 1 37 jeanne d'Arc 4 1 .J claviclı, Barbara 1 80 Jcna 1 48 Jcopoliıik Rckabcılcr 47 Jivkov, N ikola 1 1 9 John Paul 11 (Papa) 3 1 9 Joseplı-Marie 1 3 7 Joyce. Jamcs 82 Jön Türk I larekeıleri 1 1 0 Julian Alplcri 72 J ün ger, Ernsı l o-+ Jvjic, Jovaıı 67, 7 1 , 73 Kadın Düşmanlığı 244, 3 74 Kadınlar 1 45-147, 1 6 1 . 1 68, 1 92, 1 93 , 1 94, 22 1 , 230. 252, 279, 280 Kalka ( Franz) 290 Karkaslar 66 Kahire 207, 254 Kalkınma Evreleri 43 Kalkınma 33 Kanın Tiirlıiisii 1 20 Kaniız, f'clix Plıilipp 65. 1 53 , 1 7 1 Kansas 225 Kanı ( l ııımanuel) 262, 365 K:ıpiıalisı llaıı 34 Kapitalizm 268 Kaplan, Robcrı 1 1 7, 243, 2 7 1 , 3 1 6 , 371 Kapuscinski, Ryszard 3 1 4 K:ıracorccviç, Aleksandar 340 Karadağ 76, 204, 242, 245, 247, 257, 258, 302, 318, 3 4 1 Karadağca 1 80 Karadeniz 55, 56, 60-63, 69, 72, 1 73 , 2 3 9 , 324 Karadi, Eva 3 1 2 Karanlık Çağlar 362 Karavclov, Lyuhcn l l 9 Karlova, M. I' l 7i Karpaılar (Karpaı Dağları) 63, 66, 69 Karşı Reform 1 42, 1 60 Kaser, Karun 69 K:ısırioı:ı, Georgc 270 Kaıip Çclcbı 332 Kaıolik Propaganda 142, l 60 Kaıolik Söylem 4 7 Kaıoliklcr 1 05, 1 49 , 1 60, 266, 267 Kaıoliklik 34. 46, 1 1 6. 142, 1 46, 1 8 1 , 2 1 3 , 306, 330, 338, 353 Kayıp Mrlıtııp 94 Kazancakis, N i kos 98 Kedouri, Elie 366 Kemal Aıaıürk 329 Kennan, George 19-24, 366, 3 70-373 Kenıucky 260 Keşif Süreci 1 35 . 238 Keşif 1 38 . 23 7 Kcyserling 255. 258, 269 Keyscrling, 1-Iermann Graf Yon 252-254 Ke}'scrling. Hcrmann 23 7 Khazanov, Anaıoly 344 Khuıa, Gcorgiy 1 7 5 Kıbrıs 73, 1 1 3 , 1 95 , 20 1 , 3 5 1 Kılık Kıyafet Meselesi 90 Kırım 1 62 Kırsal Demokrasi 225 Kıyafetler 38 Kızılderililer 224 Kimliksiz Aidiyet 1 l 3 King, Edward Smith 66, 22 1 , 222, 228 Kinglake, Alcxandre W 59, 200-202 Kipling (Rudyard) 1 1 2, 365 Kiri! Alfabesi 3 1 4 Kiss, Czaba 298 Kisselev (General) l 52 Kissinger, 1-lenry 3 1 8 Kiıab-ı Mukaddes 2 1 7 Kitromilides, Paschalis 356, 359 Kladdcradatsclı (/)ergi) 1 5 7 Klasizm 1 97, 229. 289 Klaus, Yaclav 320 Klcinstaaıcrei 76, 77 Kliıemncsıra (Troyalı) 147 Knolles, Richar<l 1 88 Koca Balkan 63 Kokali, Giorgio 203 Kolektif Adlandırma 96 Koloniciler 276 K omplo Teorileri 4 5 Komüncüler 220 Komünist Halk Sırp Ticaret \'C Kereste Loncası 272 Komünist Maııifcsıo 229 Komünisıler 1 1 5, 243 Komünizm 1 1 5 . 265 , 269, 272, 273, 275, 3 1 2, 370 Jl"JQ Kon<lra<l, György 1 25 Konformizm 294 Konrad, György 307-309, 3 1 1 Ko n sıa nti nopo lis 2 1 . 34, 46, 60 Konstaııtino\', Aleko 89 Kora is, Adaınanclios 1 97, 332 Kore 273 Koriıııhos 224 Koroknko, Vlaclimir G. 1 79 Kos o \'a Savaşı ( 1 389) 368 Koso\'a 1 0 1 , 1 56, 270, 350, 351 , 368 Kova lev, k iy, E. 1 76 Koz ın opo l i ı 229 Kökten<linci 1 l ı ri s t iyan Retoriği 226 Köktcn<liııcilik 83 Kölelik 2 1 4 . 2 1 5 Köhıisdıc :cil ııııg 221 K ö n i gsbcrg 146 Körfez Sa\ aş ı 24 Köylü Oe\'lctkri 223 Közrpcu ropa 299 Krasnokuıskiy, Alcksan<ler (Yüzbaşı) 60 Krcstm· skiy, Vsevolo<l Vladiıniroviç 1 77 , 1 78, 1 85 Krcsy Panııonia l lavz a sı 297 K ristev, lvan 3 1 2 Kritoboulos Paradigması 333 K ru l , Marcin 3 1 2 Krumbaclıer. K ari 1 53, 1 54 Krzcminski, A<lam 3 1 1 Kudüs Paırikli ği 206 Kukuş 1 78 Kumanlar 64 Kundera, Milan 285, 292-295, 299 Kıır'aıı -ı Kerim 268 Kuripesic (!-labshurg Elçisi) 1 44 Kuısal Kahir N işanı 206 Kutsal Roma imparatorluğu 1 57 Kuısal Topraklar 1 40, 253 Kutuplaşmalar 89 Ku\·eyt 367 Kuzey A frika 38, 33 7 Kuzey Amerika 1 56, 1 57 , 267 Kuzey Avrupa Barış l larekeılcri 20 Kuzey Denizi 302 K uz ey lrlanda 368 Kuzey-Güney Ekseni 289 ' Küçük Balkan o3 Kü�· ük Devlcılcr Sisıeıni (Kleinsıa:ııcrci) 76, 77, 80 Külı urcl Slavizm 25ö Kürıler 350, 352 l'.Eııropc dıı Sııcl-Esı 1 03 103 IJ'.ıı ropc Sııcl-Oricıııalc ikile Eııoqııe 22 La Broquicre, Be rıran don 1 57 La La llıılgheria Coııvcrtilia (Siir) L a Noııvellc Altcrııati ı•c 142 296 1.a Tıırqııir cl'Eııropc 63 Ladncv (Konsolos) 1 84 Lahey Barış Konferansı 20 Laiklik 37 Lamarıiııe, ı\l plıonse De 1 66, 1 69 , 1 70, 1 7 1 Lancashire 22 7 Laponyalılar 302 Lalin Alfabesi 3 1 4 Lalin Amerika 44, 223, 265 , 267 Latin Amerikalılar 1 97 Latin l l ı ris ıiyan Dünyası 96, 97 Lalin H ı ristiya n l ı ğı 287 Latince 4 1 , 1 50, 1 68, 289 Latinler 1 1 7, 1 27 , 304 Latinlik 1 02 Lavcleye, Emile De 1 72 Lear, Edward 202, 203 Lege r, Louis l 72, l 73 Le hç e 1 46, 289 Lehistan 55, 1 46, 1 60, 262, 298, 345 Lehler 1 50 , 1 8 1 , 1 83, 266. 267, 294, 298, 299, 3 1 9 Leibniz 261 Leipzig 1 54 Lejyoner ll are kc ıi 1 07 Lenin 304, 3 1 5 Lc n ing ra d 266 Leonıiev, Konsıanıin N iko laycviç 1 801 86 Lcrner, O. M. l 76 Lescalopier, Pierre l 58 Lc ıon ya 76, 31 O Le va nı Şirketi 1 88 Levantenler 254 Levantenlik 254 Liberal Demokrasi 265 Liberal Parti (Gbdstone) Z09 Liberal Siyasal Düşünce 76 Liberalizm 248, 307 Liberaller 3 7, 1 1 1 Lipp, Wolgang 1 24 1 77, 1 83 . 203, 208, 209. 239, 240, 241 , 252, 324, 3 5 1 , 354, 355 285, 286, 288 , 292, 298-300, 3 1 0, Makedonyalılar 239 Malthus 208 Marathon 270 Marcellinus, Aınmianus 6 1 Margueritte, J.-C. 1 69 Marie ( Kraliçe) 2 1 Marie-Louis-jcan-Andre-Charles (Vikont) 1 67 Marjinallik 46 Marmara Denizi 72 Marsigli, Luigi ( Kont) 62, 236 Marx, Kari 28, 30, 4 1 , 3 1 5 Mary Montagu (Lady) 1 65 , 1 92 Masaryk Demiryolu 254 Masaryk, Thomas 73, 302 Massachusetts 2 1 6 Masum V l l l (Papa) 56 Matapan Burnu 302 Matbaacılık 1 35 Matejka, Dobroslaw 3 1 2 Matvcjevic, Predrag 299 Maull, Otıo 67 May, Kari 1 5 5, 1 56, 1 5 7 McNamara, Robcrt 24 Mechitharist Kilisesi 59 Medeniyetler Çatışması 265 Medici Prensliği (Floransa) 1 4 1 , 1 42 Megalopolis 6 1 Mehmed i l (Fatih) 3 3 1 Melas, Spyros 98 Melchisedec (Piskopos) 1 03 Melez Ü rün 49 Melez 48 Menandros 1 67 3 1 3 , 3 1 5 , 3 1 8, 345 Meplıistoplıeles (Dergi) 1 57 Littlc Rrd Ridiııg Hood 272 Litvanya 76, 1 46, 289, 29 1 , 3 1 0 Litvanyalılar 1 46, 302 Livadia 2 1 4, 2 1 5 Lizbon 307 Lj ubljana 1 1 6 Lobicilik 3 1 0, 3 1 4 Loncalar 344, 345 Londoıı Daily News 220, 2 2 1 Londra 4 8 , 5 4 , 1 2 1 , 2 0 9 , 2 1 6, 230, 232, 24 1 , 246, 2 75 Lot i , Pierre 3 7 Louvre Müzesi 1 67 Lubcnau, Rcinhold (1 labsburg Eki si) 58, 1 44, 1 46 Lucas, Paul 1 68 Ludwig 1 (Kral) 1 53 Luthcr 57 Lux Balcanica Est Umbra Orientis' (Balkan Işığı Doğu'nun Gölgesidir.) 41 Lübcck (rlanders'lı) 1 59 Lübnan 20 1 Lübnanlaşma 1 1 7 Lyall, Archibald 258-260 Mably 1 63 Macaristan 43, 56, 64, 70, 72, 79, 97, 1 03 , 1 46, 1 59 , 1 65, 225, 266, 280, Macarlar 1 08, 1 25 , 1 28, 1 50, 1 82 , 267, 298, 299, 3 İ 9 . 349, 35o Macgahan, Januarius 220, 2 2 1 Mackenzic, Gcorgina 203-205, 2 1 0 Macleen, Fitzroy 273 Mahmud i l 1 70, 2 1 9 Maistrc , J oseph Marie D e 1 8 1 Makedonlar 350 Makedonya Reformları 268 Makedonra Sorunu 239 Makedonya 40, 55, 72, 1 1 1 , 1 1 6, 146, Merhamet ve Bolluk Nişanı 272 Meriç Vadisi 1 68 Merkezin Hegcmonik Söylemi 9 1 Mesembria 62 � essageries (Vapur) 268 Metinsellik 28 Mezopotamya 3 1 9 Mısır Gü vercini 1 84 Mısır 34, 1 64, 20 1 , 223, 253, 3 1 9 Michnik 308, 309, 3 1 2 Midhat Paşa 3 3 1 Midılli 195 Mıdloth 209 M il i ı:ın K a t o l i kl i k 1 42 Miliıariznı 1 84 M i ller, fknry 270, 2 7 1 , 272, 273 M_iller, l.arry 201 M i l l e r, Williaııı 46, 66, 90, 96. 2 1 8, 227 Mıll ıyct çilcr 37 M i lliycıçilik 22, 1 1 O, 1 5 1 , 1 8 1 , 182, 240, 268, 333-335, 342, 345, 35 1 , 353, 354, 357, 363 M i las Venüsü 1 67 Milosz , Czcslaw 285, 289, 290, 29 1 , 295, 309 M i loşcviç, Slohodan 1 1 7 , 3 1 7 l\1isil 89 Miss Sıone ( Kaçırılması Olayı) 240 M isıra 2 1 5 M isyo n er l er 2 1 1 . 2 1 3 , 367 Mısyo ncrl i k 2 1 7 M ıııc l curopa 30 l , 302 Modcrn i za.syo n 27, 37 Modernleşme 33, 340, 346 Modernlik 1 39 M o cs ya 6 1 M o ğollar 304 Moldova 72 Molıkc 1 52. 1 53, 1 7 1 Monarşıler 2 1 Mo nt e squ i cu 1 63 11.loort:, C lı a r lcs 3 1 9 Moorc, Thoıııas 37 Mora Yanııı:ıdası 1 76, 2 1 4 M o ra l i s ı Edchiyaı ı ')0 Mor:ı,ı·a 146 Mo rlalı"lar 149 Morriıı, Johı; 54, 55. 63, 1 e n , l 94- 1 96, 216 M o s ko va Payl aş ım Anlaşması ( 1 9H ) 273 Moskova Üni versitesi 1 7 5 Moskova 274, 284 Mosıar 2 5 1 Mowrer, Paul Scoıı 7 9 , 247 Mozart 1 5 1 256, 257, 258 38 Muclı:ı, Alplıonse M uhafazak5rlar Muhafazakıt.rlık 37 M uraı l l l (Padişah) 57 Muıafçiyev, Pct ir 1 2 1 , 1 22 M uılak i yeıçi l ik 1 58 Münih 73, 1 6 2, 1 9 5 Mürzsıcg Programlan 268 Müslümanlar 1 1 3, 1 1 8. 1 50 , 1 5 1 . 1 59. 1 74 , 1 92, 204, 2 1 2, 2 1 4, 2 1 7 , 247. 25 1 , 269, 3 1 9 , 342, 348, 350, 352, 354, 355 Müslümanlık 4 7 Myrivilis, Sıra ıis 98 Nair, Sami 3 1 9 Napoli 1 4 3 N ap o l yon (llonaparı) 1 58 , l 98 Napo l yon l mparaıorluğu 1 68 N ap olyon Savaşları 37, 1 36 Narsisizm l 03 Nativizm 256 NATO 266, 274, 275, 3 1 3 , 3 1 4, 3 1 6, 3 1 8, 368 Naumann, F ricdr ic lı 30 1 , 302 Navarin Savaşı ( 1 827) 2 1 8 Nazi Almanyası 255 Naziler 67-69, 1 07, 278 Nazizm 1 1 7 , 243, 265, 2 7 1 Nemiroviç-Dançcnko, Vasiliy 1 . 1 7 9 Nerval, Gerard d e l 66 Neumann, lwr 292, 3 1 2 Ncw Yorlı Hcralcl (Gcı�rıe) 220 Ncw Yorlı nmes (Gazete) 78, 82, 3 1 7 Ncw Yo rk 220 Ncwman, Dernard 264 Nicolson, Adam 275 Nicızsche 48, 1 06, 1 29, 1 8 1 Nighıingale, l'lo rcncc 205 Nikola il (Çar) 20, 304 Niş 1 7 1 Noica, Constanıin 1 04, 107 Norıııandiya 1 59 Norveç 1 59, 225 Norveçliler 302 Norwich 5 5 Noırn Koctlicja 296 N urnberg 1 50 Nusic, Branislav 95 Nüfuz Al an la n 44, 80, 337, 341 Obradoviç, Dosiıey 332 Obrenoviç, Milan 2 1 Obreno\' iç, Miloş 340 Odysseia 1 38 Ohio 220 Oklahoma 222 Olivier, Guillaumc-Antoine 1 64 Open Media Rescarch l nstituıe (OM RI) 285 Oricntales 3 7 Orlov, Vladimir 291 Ormanlık Dağlar 63 Oroveanu, Anca 3 1 2 Orta Asya 1 1 2 , 1 80, 223, 3 1 3 Orta Avrupa 1 02, 1 04 Orıaçağ 29, 34, 37, 39, 40, 58, 65, 93, 100, 1 2 2 , 1 38 , 1 68, 1 8 1 , 225, 245, 258, 276, 277, 280, 287, 288, 325327, 333, 338, 342, 344, 355 , 361 Ortadoğu ve Balkan incelemeleri Vakfı 1 13 Ortadoğu 50, 1 70, 3 1 1 , 3 1 7, 328, 350 Ortodoks Dünyası 34 Ortodoks Hıristiyanlık 50 Ortodoks Karanlıkçılığı 268 Ortodoks Kilisesi 46, 57, 247, 27 1 , 329, 330, 353, 362 Ortodoks Sapma 149 Ortodokslar 1 50, 1 74, 25 1 , 352 Ortodoksluk 34, 1 1 6, 142, 1 76, 1 8 1 , 2 1 3 , 268, 306, 325, 338, 342, 353, 358 Ortodoksluk-Katoliklik Karşıtlığı 46 Orwell, Gcorge 309 Oryantal Doğu 1 28 O ryantal imaj 37 Oryantalist Temsil 28 Oryantalizm 1 7, 25-27, 29, 30, 32, 35, 39, 42, 44, 45, 47, 48, 50, 5 1 , 1 26, 264, 300, 372, 374 Oryantali;zm 30, 32, 35 Oslobodenje (Ga;zete) 1 1 6 Osman Pazvantoğlu 1 69 Osmanlı Fetihleri 304, 330-332, 347, 348 , 361 Osmanlı imparatorluğu 36, 5 1 , 55, 57, 65, 66, 75, 76, 1 09, 1 10, 1 3 5, 140- 142, 1 44, 1 47, 1 48, 1 50, 1 53 , 1 58 - 1 64, 1 69- 1 7 1 , 1 75 , 1 79, 1 88, 189, 1 98, 1 99, 205, 2 1 7-219, 226, 267, 2 76, 305, 3 1 7, 324, 327, 328, 330-332, 334- 337, 339, 342-344, 347, 350, 354, 355, 357, 360, 363, 370, 3 7 1 Osmanlı izlerini Silme 358 Osmanlı M i rası 36, 37, 5 1 , 74, 1 1 3, 167, 325, 326, 329, 333, 335, 336, 337, 339, 34 1 , 344, 346, 347, 350, 35 1 , 353, 354 , 357, 358, 360, 3 6 1 , 363 Osmanlıca 63, 64, 354 Osmanlılar 63 , 64, 70, 1 1 0, 1 1 2, 1 40, 1 4 1 , 1 48, 1 50, 1 5 7, 1 60 , 1 64, 1 7 1 , 1 73 , 1 74, 1 89, 1 90, 200, 202, 227, 235, 325, 332, 333, 339, 345, 355, 356, 3 6 1 , 362 Osmanlılaşma 358 Osmanlı-Mısır Donanması 2 1 8 Osmanlı-Rus Savaşı ( 1 877-78) 220, 221 Otuz Y ı l Savaşları 1 48 , 1 60 Oxford English Dictionary 77 Oxford Trinity Collegc 189 Ölüm Cezası 279 Ôsterreicher 1 84 Ötekiler 1 1 4 , 1 3 2 , 254 Ötekilik Ontolojisi 3 1 Ozdüşünüm 88 Ozal, Turgut 1 09 Özerklik Bilinci 45 Özgür Devletler 43 Özgürlük Kutlama Makinası 272 Öz-Kimlik 50, 5 1 Özselleştirme 3 1 , 32 Paget, William 1 9 1 Paisiy (Keşiş) 332 Pal! Mail Gazette (Gazete) 206 Palmerston, Lord 1 99 Pan-Sırp Fikri 241 Panslavizm 1 75 Pantagruel 1 59 Panurge 1 59 Papacostea, Yictor 68, 1 04 Papalık 46, 1 1 0 433 Papazov 1 30 Pappazoglu , Maior 1 03 Paris Komünü 220, 222 Paris Ü niversitesi 1 6 1 Paris Q6, 1 29, 1 37 , 1 62, 24 1 , 289 Parker, Charlie 1 30 Parıhenon 2 1 6 Parıizanlar 273 Parısch 302 l'asarofça Antlaşması ( 1 7 1 8) 1 50 P:ııcrnalizm 102 Paıras 1 64 Patriklik Kurumu 355 Paulus i l (Papa) 55 Paunds, Norman J . G . 77 Pavurciyev, Vilko 1 78 Pax Otıomana 1 1 1 , 34 7 Pax Sovieıica 3 1 1 Pax-Briıannica 198 Pecs 56 Peçenekler 64 Peloponnissos Yarımadası 1 4 1 , 1 93 Pelet 1 69 Pelimon, A. 1 03 Pennsylvania 223 Perdicaris, G. A. 2 1 9 Perikles 2 70 Persler 28, 34 Petar (Kral) 245 Petro 1 (Çar) 1 73, 304 Petrov, Evgeniy 29 1 Peyami Safa 1 1 2 Peyssonel, Charles De 1 62 Philippe lll (Dük) 1 57 Philippos (Kral) 57, 6 1 Picrochole 1 59 Piemonıe 143 Pieıisı Canlanma 250 Pigafetıi, Marco Anıonio 56 Pinı i lie, Lucian 1 08 Pire Limanı 2 1 6 Pireneler 62, 6 3 Pirenne, Hemi 140 Pirin 1 29 Pirot 1 45 Piskoposluk Bölgesi 34 Platea 2 1 5 Platon 68, 98 Plaıonov, Andrei 29 1 Plays: Pleasanl aııd Unpleasanı 230 Plinius 6 1 Pogodin, Mihail P. 1 79 Polonya 76, 79, 97, 257, 266, 285, 289 , 29 1 , 292, 297, 299, 300, 302, 306, 3 1 3- 3 1 6, 3 1 8 , 324 Polonyalılar 1 2 5 , 1 26 Polybius 56, 6 1 Pomaklar 349, 352 Ponıus Euksinus 55 Ponty, Maurice Merleau 238 Portekiz 97, 1 59 Porıe kizce 268 Porıer, David (Komodor) 2 1 8 , 2 1 9 Posıkolonyal Eleştiri 49 Postkomünizm 294 Poststrüktüralizm 53 Poulleı, A . 1 6 1 , 1 68 Pouqueville, Françoise 164, 1 68 Poussin, Nicolas 1 68 Pozitivizm 1 8 1 , 362 Prag 254, 257, 273, 290, 308 Princeton Üniversitesi 2 1 3 Princip, Gavrilo 242 Priştine 1 1 6 Propaganda Fide 1 4 2 Protestanlar 105, 1 48, 267 Protestanlık 142 Prusya 220 Prusyalılar 1 54, 1 84 Ptolemaios 6 1 Püriten Ahlak 2 1 9 Püriten Tavrı 2 1 3 Püriten 221 Pyotr (Kont) 1 74 Quaker Aile 2 1 3 Quaker 223 Rabelais 1 59 Radiçkov, Yordan 1 2 1 Radikalizm 1 5 1 Radio Free Europe (RRE) 285 Radio Liberty (RL) 285 Ragusa Patricileri 1 4 1 Raison d'Etat (Hikmet-! H ü kümet) 240 Rallct, D. 1 03 Rapallo Antlaşması 78 Rastaquouere 248 Rasyonalizm 37, 234 Raşkoviç 1 1 7 Rathcnau, Wolıeer 78 Ravcn, Bertram 373 Razgrad 1 5 1 Realizm 233 Realpolitik 1 36 Rcconquista 1 1 3 , 349 Reed,John 1 02 , 234 Reform 1 42, 1 48 , 361 Reformasyon 46, 1 43, 2 1 7 Reich 2 7 1 Restorasyon 1 6 7 Revolution 1 3 7 Rcvue lnlrnıarionalr drs Eıudrs /Jalluıııiqucs (Dergi) 1 1 6 Ricc. Timothy 1 29 Richardson 235 . Rila Manastırı 204 Rilski, Neophyt (Rahip) 204 Riviera 1 1 5 Robert Kolej ( 1 863) 2 1 7, 2 1 8 , 220, 221 Robert, Cyprien 1 72, 1 73 Rodop Dağları 58 Rodos 272 Roma Hukuku 324 Roma imparatorluğu 324 Roma Katolikliği 290 Roma 46, 68, 1 42, 289 Romaioi Kimliği l 54 Romalılar 55, 6 1 , 65 Rornanov imparatorluğu 76, 80, 363 Romantik Milliyetçilik 39 Romantikler 37 Romantizm 1 36, 1 78, 229, 233, 257, 26 1 , 362 Romanya Bilimler Akademisi 223 Romanya Tarilıi 1 03 Romanya 2 1 , 43, 54, 58, 64, 70-73, 76, 79, 8 1 , 94, 1 03, 1 04, 1 06, 1 07 , 1 1 5 , 1 2 1 , 1 77, 223-225 , 244 , 258, 275, 300, 302, 3 1 0, 3 1 4, 3 1 6, 323, 340, 342-345, 35 1 , 352, 355, 356 Romanyalılar 73, 1 02 Romarı<:ero 37 Romen Edebiyatı 223 Romen Mirası 1 04 Romence 75, 1 02, 1 04 Romencilik 1 02 Romenler 1 03, 1 06, 1 08 , 1 28, 225, . 226, 253, 266, 299, 349 Romenlik 1 02 Roucek, Joseph 270 Rousseau Uean-Jacques) 1 63. 294 Rönesans 44, 62, 1 1 5 . 1 4 1 , 142, 229, 356, 361 Rudolf il ( i mparator) 57 Rumeli 337, 348 Rumeli-i Şahane 65 Rumlar 65, 1 53, 1 54 , 1 9 1 , 1 92, 2 1 7 , 334, 350 Rumların Göçli 351 Rupnik, Jacques 300 Rus Edebiyatı 180, 220, 294 Rus Kimliği 1 2 5 Rus Komlinizmi 269 Rus Mesihçiliği 290 Rusça 1 76 Ruslıiy \bınilı 1 84 Ruslar 74, 1 26, 1 49, 1 50, 1 55 , 1 73 . 1 77 , 1 78, 1 8 1 - 1 83, 1 8 5 , 1 96, 2 1 1 , 220, 283, 293, 294, 3 1 9, 349, 350 Rusofillik 275 Rus-Osmanlı Savaşı ( 1 808) 60 Rusya Devrimi 1 06 Rusya 1 8, 78, 9 1 , 96, 1 06, 1 36, 1 43, 1 46, 1 54, 1 62 , 1 73- 1 75 , 1 77 , 1 79, 1 80, 1 84 , 1 97 , 1 98, 200, 209, 2 1 1 , 2 1 8, 220, 223, 224, 239, 247, 255, 257, 262, 265, 269, 283, 285, 287, 290 , 29 1 , 293-299, 303, 304, 307, 309, 3 1 2, 3 1 3 , 3 1 8, 342, 350, 356, 370 Rycaut, Paul 1 9 1 Sadanski, Yane 240 Saf Türklük 1 1 1 Safire, William 3 1 6 Said, Edward 25-30, 33, 3 5 , 47, 48 Salııkov-Şçedrin, M. E. 1 79 Samarin, Juri E 1 79 Sarnokov 206 Sanayileşme 3 7 Sarasenlcr 1 57 Saraybosna 1 1 6, 205, 243, 25 1 Saraydan Kız Kaçırma (Opera) 1 5 1 Saıurday Rı:view (Gazeır) 206 Saussure, l'erdinand de 53 Sauveboeuf, Ferriercs de 1 63 Sava lrmagı 7 1 , 7 2 , 97 Sava Nişanı 272 Savaş Tazminatı Sorunu 78 Savoia 1 70 Saxe-Coburg-Gotha, Ferdinand von (Prens) 2 1 , 1 54 , 1 55 Scardus 62 Schad (Kaptan) 58, 1 5 1 Sclıimbarea La fala a Romaııici (Romanya'ııın Dôniişümii) 1 06 Schimp[wörıer 1 7 Schneider, Kari 2 2 1 Schnitzler, Arıhur 320 SchöpOin, Gcorge 289, 296, 297 , 308 Schrödinger 32 Schutz, Al frcd 238 Schuyler, Eugene 220-223 Schweigger, Salomon (Papaz / Habsburg elçisi) 57, 58, 1 44 Scott, Sir Walter 40 Scribners Monılı ly 2 2 1 Seliinik Konağı 268 Selanik Limanı 268 Seli!.nik 99, 2 5 1 Selim i l 56 Sembiyoz Fenomeni 1 28 Semlin 201 Sen Peıersburg 206, 220 Senkretizm 357 Seton-Watson, Robcrı W 24 1 , 242 Shaftesburg 1 8 7 Shakespeare (William) 4 1 , 1 88 Shaw, George Bernard 2 1 , 230-234 Sheraton-Balkan 1 22 Shils. Edward 9 2 Sınıf Analizi 225 Sınıflandırma 283 Sırbistan Bilimler Akademisi 1 1 6 Sırbistan 2 1 , 55, 76, 1 1 8, 1 46, 1 60, 169, 20 1 , 203, 223, 227, 230, 234, 240, 244 , 245, 2 5 7, 302, 33 1 , 339-34 1 , 346, 352 , 355, 356 Sırbistan-Osmanlı Savaşı 220 Sırp isyanı 1 7 1 Sırp Mirası 1 04 Sırp Yayılmacılığı 241 Sırpça 7 5 , 1 80, 350 Sırplar 1 1 8 , 1 4 4 , 1 70. 1 72 , I H , 1 80, 1 82 , 1 83 . 1 86, 2 1 1 , 21 2, 23-1. 240, 244, 2-15, 2'1 7 , 25 1 , 270, 276, 299, 302 , 339, 350. 352, 353. 368 Sibırya 1 73 . 286 Sigınaringen l lanedanı 2 1 Sılahsızlannıa 20 Simeon Trir Lehaısi 58 Sivil Toplum 2 7 . 28 7 . 288, 309 Siyah Afrika 8 1 Skobclcv, Mihail 220 Skopetea, Elli 33, 4 7 Skupşıina Cinayetleri 259 Slavcılık 1 79 Slavei kov. Penço 1 2 1 Slavlar 2 2 , 7 1 , 1 0 2 , 1 08, 1 27 , 1 -19 , 1 68, 1 73 , 1 74, 1 76, 1 79, 1 80- 1 82, 1 86, 203-205, 2 1 0, 2 1 2 , 227 , 2-17-2-19, 2 5 1 , 255-258 , 262, 263, 303, 32-1 Slavlık 1 7 3, 1 85 , 257 , 258 Slavofil Duygular 1 79 , 1 80 , 258 Slavofilizm 1 36 Slavofiller 39 Slavofobi 1 36 Slovaklar 26 7, 295, 299 Slovakya 70, 3 1 3 , 3 1 4 , 3 1 8 Slovenler 7 1 -7 3, 267, 302, 350 Slovenya 7 3 . 1 69, 266, 297, 299, 3 1 0 , 313 Smith, Adam 1 8 3 Smith, A rı h ur Douglas 1-lowdcn 39- -1 1 Smythe, Percy Ellen l'rcderick 206 Snajder, Slobodan 1 1 8 Snow, C. r 82 Sofya Uni versitesi 40 Sofya -1 1 , 1 22 , 1 60, 1 6 1 , 1 92 , 259, 27 1 , 273 Soguk Savaş 2 0 , 7 1 , 82, 8 -1 , 1 1 5 , 1 23 . 265 , 266, 268, 285, 290, 3 1 6, 3 2 5 , 370 Sokollu Mchmed Paşa 3 3 1 Solcular 8-1 Solon 270 Sosyal Devrim 1 84 Sosyalıstlcr 77 Sosyalizm 229, 273 Sovrcmcnııilı (Gazete) 1 78 So \')'et Bloku 3 1 2 Sovyctler Birliği 1 1 2 , 273, 274, 30 1 , 307 Sömürge Mirası 50 Sömürgecilik 43, 44, 80 Splıraıı tzes- Klıalko kondyles-Doukas Paradigması 333 SSCB 1 9, 283 Sı. Clair, Stanislas 2 1 0, 2 1 2 St. Goııhar<l Muharebesi ( 1 664) 1 60 Stalin 3 1 1 Staınboliski, Alcksandr 346 Stambolov (Bulgar Başbakanı) 233 Standart Oryantalist Söylem 40 Stancv, Emiliyan 1 2 1 Stara Pazova 1 1 6 Stara Plaııina 56, 57, 59, 75 Stcinbeck, John 82 Sıeııenhe im , J ulius 1 55, 1 5 7 Sıockholm 253 Strabon 56, 6 1 , 1 67 Strangford, Emily (Vikontes) 206, 207, 210 Stredni Evropa 302 Struma Vadisi 98 Styria 1 49 Suabyalılar 8 1 Suriye 1 60, 2 0 1 Südosteuropa (Güneydoğu Almanya) 1 03 Sürekli Çoğalan Oryantalizmler 32 Svedectri 296 Sveta Nedelya 259 Szücs, Jenö 284, 285, 286, 287, 288, 295, 296, 298 Şalıa 292 Şer imparatorluğu 265, 370 Şeyh Bedreddin Simavi 3 3 1 Şıpka Geçidi 54, 60 Şimecka, Milan 3 1 2 Şişmanov, lvan 9 1 , 235 Şop 1 29 Şövalyelik 226 Şu Bizim Rumeli 1 1 1 Şumla 63 Tahitililer 13 7 Taksonomi Kuralları 85 Tanzimat Fermanı ( 1 839) 1 53 Tarih ve Ü topya 1 06 Tarih-dışılık 28 Tarihsel Revizyonizm 362 Tarihsicilik 225 Tatarlar 349, 350 Tecavüz Olayları 278, 279 Tekbencilik 3 1 Tennessee 260 Tepedelenli Ali Paşa 1 64, 1 69, 2 1 6 Teplyakov, Viktor Grigoreviç 1 77 Terörizm 268 Tesalya 1 95, 33 7 Texas 225 Thackeray, William Makepeace 1 85, 202 Tlıe Ballıan Road 258 The Bride of Abydos 37 The Gentle Savage 222 The Light Tlıaı Failed 365 Tlıe New Yorlı Review of Boohs 296 Tlıe New Yorlı Times 240 Tlıe Present State of the Ottoman Empire 191 Tlıe Secret of Chimneys 250 The Spectator 3 1 9 The Spiril of the Eası 200 Tlıe Star (Gazete) 230 The Tu rh and His Lost Provinces 223 The Western Question in Greece & Turhey 79 Thc Witness of Poetry 289 Theopompos (Sakızlı) 6 1 Thermopylae 2 1 5 Thomassin, François-Daniel 1 69 Thomson, Harry 209 Ticaret Yolları 1 4 0 Ticaret 228, 334 Timbukıu 260 Time (Deı;gi) 2 1 Timok lrmağı 62 Timok Vadisi 63 Tiran 2 7 1 Tito (Mareşal) 2 7 3 Titotaliter Madalyası 272 Todorov, Tsvetan 1 3 1 , 1 3 2 Tolstaya, Tatyana 307 Tolstoy, Lev N. 4 1 , 1 74, 1 79 Tomacheck, W 66 Tomo ( Kılavuz) 222 Torbeşler 352 Toscana 1 43 Tott, François De 59, 1 62 Toynbee, Arnold 47, 79, 265 Trak(iar) 33, 6 1 , 1 03 , l05 Trakya 54, 58, 6 1 . 65, 72, 1 46, 183, 351 Transilvanya 56, 266, 330, 350, 35 1 Travels in rhe Slavonic Provinces of Turhey-in-Europe 203 Travels witlı Clıarlie 82 Travcls 205 Trento Konsili 1 42 Trestik, Duşan 3 1 l Triavna 64 Triesıe Körfezi 72, 266 Troeltsch 1 3 9 Troya Savaşı 368 Troya 54 Tsereıelev (Prens) 2 2 1 Tudjman ( Hırvatistan Başkanı) 1 1 7 Tuna Nehri / Monarşisi I Beylikleri 5557, 6 1 , 67, 7 1 , 72, 97, 103, 1 1 6, 1 46, 1 77 , 183, 302, 33 1 , 342, 355 Turgcnycv, lvan 1 79, 220 Turgoı 1 63 Turlıry in Europe and Europe in Turlıey 1 09 Hıbingen Ü niversitesi 5 7 Türk Etnisitesi 34 1 Türk Fetihleri 1 23 Türk Göçleri (Bulgaristan) 3 5 1 Türk Hayat Tarzı 1 59 Türk Hıristiyanlar 1 36 Türk Kimliği 1 1 3 Türk Milliyetçiliği 1 1 l Türk Mirası 1 04 Türk Ordusu 274 Türk Oryantalizmi 35 Türk Tarih Kurumu 1 1 3 Türkçe 63, 64, 68, 74, 75, 1 1 3, 1 6 1 , 206, 2 1 5, 357 Türkçüler 1 1 1 Türkiye 38, 5 1 , 63-66, 70, 72, 73, 84, 99, 1 09, 1 1 1 - 1 1 3 , 1 64 , 1 72, 1 76, 1 82 , 20 1 , 207, 2 1 0, 2 1 2 , 2 1 6 , 2 1 7 , 2 1 9 , 223, 227, 247 , 269, 274, 285, 302, 3 1 7, 323, 326, 328, 34 1 , 350352, 354, 363 , 370, 3 7 1 Türkkr 47, 58, 64, 74, i l i , 1 1 2, 1 26, 1 27 , 1 42, 1 50 , 1 57, 1 59, 1 62 , 1 64, 1 66 , 1 7 1 . 1 74- 1 76, 1 82, 1 84, 1 85, 1 89, 1 90- 1 9 2 , 1 94- 1 96, 200, 203, 204, 209, 2 1 0, 2 1 2 , 2 1 5, 2 1 9 , 223, 225 , 227, 24 1 , 247, 2 5 1 -253, 255, 257 , 263, 268 , 2 7 1 , 302, 327. 329, 347-350, 352, 354, 370 Türklük 1 1 2 Türkmen Aşiretleri 64 Türkofil 1 36, 1 99, 203, 2 1 0 Türkofoblar 2 1 2 Türk-Yunan Savaşı 348 Twain, Mark 2 1 6 Tyrnavos 2 1 6 Ugresic, Dubravka 1 1 3, i l 4 Ukrayna 285, 3 1 6 Ukraynalılar 350 Ulahlar l 72, 1 74, 251 U lusal Kimlikler 99 Ulusçu Parçalanma Süreci 77 Ulus-Devlet (ler) 123, 260, 26 1 , 335, 338, 342, 345, 348, 349, 352, 357, 360-362, 363, 3 7 1 Uluslar Çöplüğü (Völkerabfalle) 7 7 Uluslararası Barış için Carnegie Vakfı (ayr. bkz. Carnegie Vakfı) 1 8-20 Unguru Balkan 64 Unutulmaz Yaz (Film) 1 08 Upward, Ailen 96, 1 99 Urquhart, David 1 99, 200 Uspenskiy, Gleb 1. 1 79 Uzakdoğu 78, 1 80 Uzlar 64 Uzlaşma Hareket i 68 Ü çüncü Dünra 49, 264, 3 1 6 Ü nyat Kilisesi 330, 353 Ü rdün 2oı Ü retim Tarzı Anlatısı 22S Ü sküp ı ı6 Ü topya 37, 29ı Vajda, Mihaly 299 Valery, Paul ı 24 Varazdin'liler ı 49 Yama ı 7 7 Vamenczyk III (Kral) 55 Varşova Paktı 3 1 3 Varşova 273, 290, 308 Vatikan 330 Vatra Romaneasca ı 08 Vazov, lvan i l 9 Veba ı 5 2 Velestinlis, Rhigas 3 3 1 Velika Kladuşa ı ı6 Venedik Körfezi 60 Venedik 58, 59, l l S, 1 4 ı - 1 44, 1 47 , 1 57 Venedikliler ı 4 ı Venelin, Yuri lvanoviç ı 75 Veratius 62 Versailles Antlaşması 335 Victoria ( K raliçe) 2 1 , 204, 207, 208, 22ı Vietnam Savaşı 24 Viktorya Ahlakı 366 Viljavec, Fritz 73 Visegrad Dörtlüsü 1 25 , 285, 3 1 1 , 3 ı 8 Vivian, Herbert 40, 93, 9 7 Viyana 56, ı47, ı 50, ı62, 300 Vlad Tepeş (Voyvoda) 248 Vladyslav S5 Vodobivec, Alexander 8 ı Vol f, Miroslav 1 1 7 Volksmuseum (Halklar Müzesi) 1 38 , 229, 263 Voltaire ı 5 ı , ı 63 Yon Hahn, Johann Georg 66 Vopicka, Charles ]. 244 Voyage en Orienl ı 69 Voyage into The Levanı ı89 Voyna Krayina 276 Voyvodina 266, 350 Völkerabfalle 77 Vrancic, Anton (Habsburg Elçisi) l 44ı47 Wagner, Richard 3 1 2 Waldorf Astor 2 1 Wallerstein 95 Walsh, Robert 60 Washington 3ı 7 Webb, Sidney 230 Weiss, Franz Von (Haritacı) 59 West, Dame Rcbccca 59, 226, 243, 248 Westöstlicher Diwan 3 7 Whig Yorum u 335 Williams, H. W. 2 1 6 Wilno 289 Wilson (ABD Başkanı) ! O l , 244 Windt, Harry De 269 Wiııgenstein 3 1 Wolff. Larry 34, 308 Wood, Nancy 292, 308 Wood, Robert 1 38 Woodhouse, C. M . 1 9 7 Yahudi-Hıristiyan-Müslüman Geleneği 307, 3 ı 9 Yahudiler 1 08, 1 48, 1 59, 1 9 1 , 1 95, 25 1 . 349, 350 Yahudilik 33 1 Yakındoğu 3 5 , 50, 66, 67, 90, 1 36, ı 4o. ı 5s. 1 56, l 98, 208, 3 ı 6, 326 Yalıtılmışlık ıo8 Yalı.a Anlaşması 290 Yankee iyimserliği 228 Yanya 200 Yarı Sömürge 43 Yan-Oryantal Entrika 43 Yekaterina il (Çariçe) l 6S, 1 73 Yeni Dünya 1 40 Yeniçeri Ocağı ı 52 Yeniçeriler ı s ı . 225. 247 Yoksullara Hizmet için Yetişmiş Hemşireler Sağlama Ulusal Derneği 208 Yorkshire 227 Yovkov, Yordan 1 2 1 Yugoslav Sorunu ı 1 4 Yugoslavlar 7 3 , 1 ı s , ı ı 6 , ı ı 9 Yugoslavlık 1 1 4 Yugoslavya 1 9 , 43, 48, S l , 70-73, 76, 79, 95, 1 1 3-1 18, 272-276, 278, 439 279, 299, 300, 323, 324, 349, 353, 367-369 Yujakov, E. 1 76, 1 78 Yunan Denizi 72 Yunan Edebiyatı 188 Yunan ihtilali I Bağımsızlık Savaşı ( 1 825) 1 67 , 2 1 8 Yunan Mirası 1 04 Yunanca 75, 97, 147, 206, 2 1 6, 290 Yunanistan - Avrupalı'nın Avrupa Tatili 97 Yunanistan 42, 43, 70-73, 76, 79, 97100, 1 1 1 , 1 26 , 1 36, 143, 1 5 1 - 1 54, 165- 1 67, 1 69 , 1 92 , 196, 197, 20 1 , 202, 2 1 3 , 2 1 4 , 2 1 6, 2 1 8, 2 1 9, 223, 224, 227, 238, 255, 258, 266, 269275, 285, 302-304, 323, 339, 340, 342, 349, 352, 354, 356, 368, 370 Yunanlılar I Yunanlar 42, 47, 55, 6 1 , 73, 97, 99, 1 00, 1 02, 1 2 7 , 1 37, 1 38, 1 50 , 1 54, 1 57 , 1 66, 167, 1 72, 1 75 , 1 76 , 1 78, 182, 1 8 4 , 193-1 98, 200, 203, 2 1 1 , 2 1 4 , 2 1 5, 228, 2 5 1 -253, 255, 270, 272, 274, 302, 304, 340, 34 1 , 352 Yunanlılık 1 00 Yurtıaşlık Hakları 4 3 Yüz Yıl Savaşları 1 57 Zagreb l 1 6 , 272 Zaire Müziği 1 29 Zamgna, Louis de 1 69 Zante 2 1 4 Zemzem Suyu 275 Zenon 1 36 Zeune, August 60, 62, 66 Zimnitsa l 77 Zorla Din Değiştirme 330 aria Todorova Balkanlar'ı Tahayyül Etmek'e çarpıcı bir giriş cümlesiyle başlıyor: "Batı kültüründe bir hayalet geziniyor: Balkanlar hayaleti." Bu kitap, bir anlamda bu "hayalet"in nasıl oluşturulup kullanıl­ dığının, hangi işlevleri yerine getirdiğinin derinle­ mesine açıklanmasından oluşuyor. Todorova'ya göre, Balkanlar etra­ fında inşa edilen söylem, "Batı"nın kendine ilişkin imgesinin kurul­ masında da kritik bir rol oynuyor. "Doğu"dan farklı bir damgalanma­ ya maruz kalan Balkanlar, Batı'nın kendi içindeki ötekiyi temsil edi­ yor. Batı içindeki farklılıklara da duyarlı olan yazar, homojen bir "Ba­ tı" kavrayışına karşı çıkıyor, çeşitli Batı uluslarının Balkan tahayyülle­ rindeki ortak noktaların yanı sıra değişik (ve zaman içinde değişen) vurgulan da inceliyor. Todorova, inanılmaz derecede zengin bilgi biri­ kimiyle, yarımadaya ilişkin olarak dışandan bakışla yaratılan çok çar­ pıcı imgelerin tarihini sunmakla yetinmiyor, aynca çeşitli Balkan uluslarının içeriden bakışlarını da araştırıyor, hatta bu konuya öncelik veriyor. Söz konusu ulusların kimliklerinde Balkanlı olmanın ne ölçü­ de önemli bir yer tuttuğunu araştırıyor. Örneğin, Balkanlar bir Os­ manlı mirası olmasına rağmen, Türk ulusal kimliğini kuran çeşitli iki­ li karşıtlıklar içinde Balkanlı olmanın neden marjinal bir konumda kaldığını inceliyor. Belki de, kitabın en göz kamaştırıcı yönü, bütün somut sorunları ve değerlendirmeleri, çok incelikli kuramsal tartış­ malarla temellendirmesi. Balkanlar'ı Tahayyül Etmek, pek çok açıdan • klasik sayılan, önemi tartışılmayan bir başyapıt. I LET1ŞI M 872 ARAŞTIRMA iNCELEME 137 1 1 1 1 111 1 1 1 111111 1 9 789750 50 1 1 2 8