AİLE İÇİ ŞİDDET VE ÇOCUĞA YANSIMALARI Aile ortamı, bireyin dünyaya geldiği andan itibaren içerisinde yer aldığı, yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli bakım ve desteğin ona sunulduğu sosyal bir ortamdır. Aile, duygularımızın oluştuğu ilk sosyal ortamdır. Kendimiz ve diğerleri hakkında ne gibi duygusal tepkiler vereceğimizi, bu duygularla ilgili düşüncelerimizi ve nasıl ortaya koyacağımızı aile içerisinde öğreniriz. Duyguların öğrenildiği bu ilk sosyal ortam olan ailede, çocuklara duygularını nasıl ifade edecekleri, nasıl düşünecekleri ve nasıl davranacakları doğrudan öğretilmez. Daha çok eşler arasındaki duygusal alışveriş bunun için model oluşturur. Yetişkinlerin çocuklarına gösterdikleri duygular, davranışlar, çocukların duygusal yaşamlarının bir çerçevesini oluşturur. Aile kavramı ve psikolojik düzeyde aile; aile yapıları, ailedeki etkileşim ve ailedeki yaşam döngüsü açılarından incelenebilir. Öte yandan, ailenin, anlamlı yakın ilişkilerin, bütün doyumların, gelişimsel olanakların kaynağı olduğu biçimindeki görüşler sadece felsefi ideallerdir. Aile kimi zaman en büyük duygusal rahatsızlıkların, gerilim ve çatışmaların kaynağı da olabilir. Aile içi polisiye olaylar, kötü muamele gören ve dövülen çocuklar, yatma ve yeme olanağı ile sınırlı ilişkiler, işteki engellenme ve başarısızlıkların yansımaları, duygusal ve cinsel doyumsuzluklar da aile yaşamının gerçek yönleridir. Aile İçi Şiddet ve Çocuk ‘Şiddet’in tanımı onu tanımlayan kişiler ve bu kişilerin amaçları doğrultusunda farklılıklar gösterse de Dünya Sağlık Örgütü ‘şiddet’i şu şekilde tanımlamaktadır: “Fiziksel güç ya da kuvvetin, amaçlı bir şekilde kendine, başkasına, bir gruba ya da topluluğa karşı fiziksel zarara ya da fiziksel zararla sonuçlanma ihtimalini artırmasına, psikolojik zarara, ölüme, gelişim sorunlarına ya da yoksunluğa neden olacak şekilde tehdit edici biçimde ya da gerçekten kullanılmasıdır”. Daha genel bir tanım yapmak gerekirse şiddet bireylerin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelenmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan davranış veya yaklaşımdır. Aile içinde ortaya çıkan öfke ve saldırganlığın nedenleri ile ilgili olarak yapılmış açıklamalar incelendiğinde ise genellikle; genetik, nörolojik ve biyolojik özellikler, bazı psikiyatrik bozukluklar, alkol ve madde kullanımı, sosyal destek yokluğu, yetişkinin çocuklukta istismara uğramış olması, özellikle cinsel istismarın olduğu ailelerde babanın güç ve kararlarda baskın olması, babanın güç ve kontrol sağlamak için şiddete başvurması, anne baba arasında cinsel sorunların olması, aile dışı ilişkilerde kısıtlılık, işsizlik, yoksulluk ya da modernizasyon gibi nedenlerle yoğun bir stresin ortaya çıkması, anne ve babanın çocuğa karşı davranışlarındaki tutarsızlık, çevrede uygun rol modellerinin olmayışı ve içinde yaşanılan grubun şiddeti teşvik etmesi gibi etmenlerin etkili olduğu görülmektedir. Aile içinde ortaya çıkan öfke ve saldırganlığın etkilerinin tüm aile bireyleri üzerinde olumsuz sonuçlar doğurduğu, fakat özellikle çocukların ve kadınların bu etkiye daha çok açık oldukları söylenebilir. Bu nedenle aile içerisinde ortaya çıkan öfke ve saldırganlığın etkilerinin neler olabileceğinin tartışılması gerekmektedir. Aile içinde yaşanan öfke ve saldırganlık içeren davranışlara çocuklar ya kendileri doğrudan maruz kalmakta ya da aile içinde ortaya çıkan şiddete tanık olmaktadırlar. Aile içi şiddet uygulayanların büyük bölümünün kendisi doğrudan şiddet gören çocuklar arasından değil, ana babaları arasındaki şiddete tanık olanlardan çıktığı yönünde görüşlerin olmasına karşın, çocuklukta şiddet içeren davranışlara maruz kalan bireylerin yetişkinlikte ciddi davranış bozuklukları gösterdikleri de görülmektedir. Bu bireylerin aynı zamanda kendi çocuklarına daha çok öfke ve saldırganlık içeren davranışlar gösterdikleri ortaya çıkmaktadır. Çocuk için özdeşim nesnesi olan biri örneğin baba aile içinden bir başkasına yineleyici bir biçimde şiddet uyguluyorsa, çocuğun saldırganla özdeşimi doğrudan şiddete maruz kalan çocuğun özdeşiminden daha kolay olabilmektedir. Aile içinde şiddete görsel ya da işitsel olarak tanık olmuş olan çocuklara “sessiz”,” unutulmuş” ya da “görünmez” kurbanlar adı verilmektedir. Bu çocuklar son yıllarda duygusal kötüye kullanma kategorisi içinde düşünülmektedirler. Doğrudan öfke ve saldırganlığa maruz kalmasalar da, bu çocuklar diğer kötüye kullanılmış ya da ihmal edilmiş çocuklarla aynı tür davranış özelliklerini göstermektedirler. Ebeveynleri arasındaki fiziksel şiddete tanık olan çocukların kendileri fiziksel olarak şiddet görmese bile, saldırganlıkta artma, uyku, yeme ve kilo ile ilgili sorunlar da dahil olmak üzere çok sayıda sağlık ve davranış sorunları olabilir. Bu çocuklar, okulda sorunlar yaşamakta, yakın ve olumlu arkadaşlıklar geliştirme konusunda zorlanmaktadırlar. Kadınları istismar eden erkeklerin, %40-70’i çocuklarını da istismar etmektedir. İstismara uğrayan bu çocuklar kaçıp kurtulmayı deneyebilir, hatta özkıyım girişiminde bile bulunabilirler. Araştırmacılar, herhangi bir yaşta olan 3.3 milyon çocuğun şiddete maruz kaldığını tahmin etmektedir. Sosyal öğrenme teorisi, ebeveynlerin model oluşturma yoluyla şiddet davranışını öğrettiğini ve şiddete başvurmaksızın çatışma çözme becerilerini öğretmek konusunda yetersiz olduklarını vurgulamaktadır. Bu teorinin savunucuları, toplumsal cinsiyet temelli farklılıklara göre, erkeklerin şiddetin failleri ve kadınların kurbanları olmaya devam edeceğini ifade etmektedirler. Erkekler ve kadınlar, yaşantılarındaki deneyimlerden, öğrendikleri arasında farklılıklar vardır. Cinsiyetin önemi birçok çalışmada vurgulanmış olmasına rağmen, bu etkiler ne tam olarak tutarlı ne de kesindir. Genellikle çalışmalarda, erkeklerin düşmanlık ve saldırganlık gibi dışsallaştırılmış, kadınların ise depresyon ve somatik şikayetler gibi içselleştirilmiş davranış problemlerini daha fazla sergiledikleri gösterilmiştir. Bazı çalışmalarda erkekler, bazılarında ise kadınlar için daha ciddi problemler olduğu saptanmıştır. Kadınların özellikle yaşlandıkça, bu genel eğilimden farklılık gösterdikleri ayrıca daha saldırgan davranışlar sergiledikleri bildirilmektedir. Aile içi şiddete tanık olan çocukların şiddetten nasıl etkilendiğini belirleyen önemli bir faktör anneleri ile olan ilişkileridir. Çocukların, ya biyolojik ya da üvey babaları tarafından istismar edilenlere göre, kendi anneleri tarafından istismar edildiklerinde, özgüvenlerinin daha düşük olduğu bildirilmiştir. Anneleri şiddet gören evlerde yaşayan çocukların, başkalarının nasıl hissettiğini anlama konusunda daha az çaba gösterdikleri ve olayları başkalarının bakış açılarından değerlendirdikleri saptanmıştır. Aile içi şiddetin yaşandığı evlerde, şiddet uygulayan kadınların çocuklarını şiddete maruz kalanlara göre daha fazla istismar ettikleri gözlenmiştir. Sonuç olarak, ebeveynleri tarafından istismar edilenler, diğer gruplara kıyasla çocukluk çağından itibaren sıklıkla daha fazla saldırgan davranışlar göstermektedirler. Şiddetin Sonuçları Aile içi şiddet, kadın ve çocukları fiziksel ve ruhsal açıdan olumsuz etkiler. Sıklıkla fiziksel, duygusal, ekonomik ve sözel şekilleri olan aile içi şiddetten, yalnızca kadınlar değil aynı zamanda çocuklar, aileler ve bir bütün olarak toplum etkilenmektedir. Sorun toplum ruh sağlığı ve çocuk gelişimi açısından değerlendirildiğinde, böyle bir ortamda yetişmenin, kişiliğin normal yapısında bozulma, psikopatolojiye yatkınlık ve özkıyım girişimi riskinde artma gibi ruh sağlığı üzerine olumsuz etkileri olduğu açıktır. Duygusal sonuçların, özgüvende giderek azalma, kaygı ve depresyon ile madde kötüye kullanımı, diğer kendini yaralama davranışları ve özkıyım girişimleri aralığında değiştiği bilinmektedir. Şiddetin daha fazla ve daha az görüldüğü evlerde yaşayan erişkinlerin karşılaştırıldığı bir çalışmada, şiddet içeren davranışların şiddetin daha fazla görüldüğü evlerde yaşayan kızlarda üç ve erkeklerde ise iki kat arttığı bildirilmiştir. Diğer bir çalışmada, araştırmacılar çocuk istismarı ve toplumda şiddete maruz kalma ile davranış problemleri, depresyon ve düşük özgüven arasında ilişki olduğunu doğrulamıştır. Problemli davranışların özellikle suça yönelik davranışların kökeninin çocukluktaki yaşantılara dayandığını belirtmektedirler. Frias-Armenta (2002), yapmış olduğu araştırmada, çocuklukta fiziksel ve sözel olarak saldırganlığa maruz kalan yetişkinlerin ileriki yaşlarında depresyon düzeyleri, alkol kullanımı, antisosyal davranış ve kendi çocuklarını cezalandırma gibi davranış özellikleri gösterdiklerini gözlemiştir. Çayboylu (2002) da, evden kaçan ergenlerin geçmişleri incelendiğinde, ev içerisinden kaçmayı başarana kadar yıllardır fiziksel olarak örselendiklerini (saldırganlığa maruz kaldıklarını) ifade etmekte, bu çocukların küçük suçları işleme, intihar girişimi, uyuşturucu kullanımı, fuhuşa yönelme gibi kendine zarar verici davranışlarda bulunmak açısından yüksek risk grubunu oluşturduklarını belirtmektedir. Çocuk istismarı ve ihmalinin özellikle fiziksel istismarın sonuçlarına baktığımızda; bu çocuklarda, çeşitli sakatlıklar, kırıklar, beyin kanamaları, iç organ yaralanmaları sonucu ortopedik sakatlıklar, felçler, havale, zeka özürü, çeşitli organ yetersizlikleri, bu hasarların çok ağır olması durumunda ise ölümün ortaya çıktığını görebiliriz. Yaşamı kurtulanlarda ise depresyon, kaygı bozukluğu, sosyal uyumsuzluk, dışa vurum ya da içe atım sorunları, karşı olma ve karşı gelme bozuklukları vb. gibi ruhsal sorunlar gelişebilir. Bunun yanı sıra zekâ özürü ya da ruhsal örselenme sonucu bu çocuklarda genellikle okul başarısı düşüktür, bilişsel gelişimleri olumsuz yönde etkilenmektedir. Kaynakça Özmen, K.S. (2004). Aile İçinde Öfke ve Saldırganlığın Yansımaları. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, cilt: 37, sayı: 2, 27-39 Pega, A.Z., İnce M. (2008). Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme. Türk Psikoloji Yazıları, 11 (22), 81-94 Bayındır, N. (2010). Aile İçinde Yaşanan Şiddete Karşı Çocuğun Gösterdiği Tepkiler. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2 Sayı: 2: (s. 1-9) İbiloğlu, A.O. (2012). Aile İçi Şiddet. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar. 4(2):204-222