Nurten Akyazılılar : "Su Güvenliği 2050" `yi

advertisement
Nurten Akyazılılar : "Su Güvenliği 2050" 'yi
okuduktan sonra rahat uyuyamazsınız!
Geleceğe kangrenli miras bıraktığımızın bilincinde miyiz?
Nurten Akyazılılar
Gün geçmiyor ki rant odaklı ağaç kıyımına dair haberler ile bu kıyımlara, “dur” diyenlerin
eylemleri gündeme yansımasın. HES projeleri için; “derelerime dokunma” diyenler, “Nükleer
1
santrale hayır” diyenler var. Mevsim normalleri üzerindeki hava koşulları ile bunların yaşam
alanlarımızdaki etkilerine dair haberleri kanıksadık. Seller, heyelanlar can alıp yerleşim
merkezlerinde hasarlar bırakırken diğer yandan tarım mahsulleri heba olmakta... Şiddetli
depremler, tsunamiler ve hortumlar yüzünden yıkılan kentler görüyoruz. Bölge bölge kıyıdan
çekilen, kuruyan göller haberlerine alıştık…
Ülkemizin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın “Kuraklık nedeniyle elektrik
ithal etmeyi düşünüyoruz” açıklaması üzerine Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu‟nun;
"Su sıkıntısı olmayacağını defalarca söyledik. İlla ki su sıkıntısı olmasını istiyorsanız onu
bilemem ama biz, gerekli tedbirleri aldık" şeklindeki makamına yakışır beyanıyla kafalarımız
bulandı.
İsrail‟in deniz suyu arıtım atıkları Gazze Şeridi‟nin içme suyunu kirletiyor, olabilir mi?
Su sıkıntısına dair son haberlerden biri, Gazze Şeridi‟nden geldi; evlerin musluklarından akan
çeşme suyun kalitesi, “suyun tuz oranı o denli yüksek ki deniz suyu ayarında” deniliyor.
Haberin detayına göre dere veya nehrin bulunmadığı Gazze Şeridi‟nin su ihtiyacı, bir yeraltı
su rezervuarından temin edilmekte. Birleşmiş Milletler‟in verileri ise Gazze Şeridi‟ndeki
yeraltı su kaynaklarının yüzde 90′ından fazlasının, Akdeniz‟den gelen tuzlu su, zararlı
maddeler veya kaynağı belli olmayan atık sularla kirlenmiş olduğu yönünde! Kirlilik kaynağı
pek de belirsiz olmayabilir zira burunlarının dibindeki İsrail‟in, kapasitesiyle alanının en
büyüklerinden olan Hadera deniz suyu arıtma tesisi mevcut…
Su politikaları uzmanı Dursun Yıldız, işte tüm bunlara yanıt olabilecek nitelikte; “Su
Güvenliği 2050” adıyla, geniş araştırma, birikim ve kaynağa dayalı yeni bir kitap çıkardı.
Sayın Yıldız‟ın, Su Güvenliği 2050 ile dikkat çektiği dünyamızın kanayan yaralarına parmak
basıp, insanları geleceğe bıraktığımız kangrenli mirasla uyandırmak lazım.
Küresel ekonominin gelecek 10 yılda karşılaşacağı en önemli risk: “Su Riski”
Su güvenliğinin enerji, gıda ve çevre güvenliği ile doğrudan ilişki içerisinde olduğuyla
başlayan kitap, ülkelerin geleceklerini planlarken bu 4 güvenlik kavramını dikkate almadıkları
takdirde 21. Yüzyılın ikinci yarısını göremeyeceklerine dikkat çekiyor. Küresel ekonominin
gelecek 10 yılda karşılaşacağı en önemli riskin ise “Su Riski” olacağı belirtiliyor.
Küresel ısınma durdurulamaz; buna adapte olmaya çalışmalıyız
Stockholm Dünya Su Konferansında yer alan, “Küresel ısınma geri döndürülecek seviyeyi
aştı, iklim değişikliğine karşı alınacak önlemler için çok geç kalındı. Artık bunu durdurmak
yerine adapte olmaya çalışmalıyız” tespitine önemle dikkat çekiliyor…
Dünyada 1 milyar kişi gıda güvenliğinden yoksun
Hali hazırda dünyada 1 milyar kişinin gıda güvenliğinden yoksun yaşadığını ifade eden
Yıldız, 2050 yılına kadar 2 milyar kişinin daha yeterli gıdadan yoksun olacağının ileri
sürüldüğünü kaydediyor. Devamında, “Dünya‟nın iklim düzensizliği sürerse 2050 yılına
kadar buğday ve soya çekirdeği üretimi, yüzde 30 oranında düşer” öngörüsünü ekliyor.
Su sorunu yaşayacak bölgeler K.Afrika, O.Doğu ve G.Asya
ABD Ulusal Güvenlik birimlerinin hemen hemen tümünün katıldığı 2012 yılındaki bir
çalışmada, 2040 yılının hedef seçilerek; “Küresel Su Güvenliği” başlığıyla raporunun
yayınlandığını hatırlatan Yıldız, “Bu rapora göre demografik ve ekonomik gelişme baskısı
nedeniyle su konusunda önemli sorunlarla karşılaşılacak bölgeler; K.Afrika, O.Doğu ve
G.Asya” diyor.
2
2022 yılından sonra su sorunu yüzünden devletler güçsüzleşecek
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton‟ın 2012 Mart‟ında ABD‟nin su yönetimi konusundaki
uzmanlığını dünya ülkeleriyle paylaşmak için toplantı yaptığına değinen Yıldız, buradaki
rapora göre su sorununun 2022 yılından sonra daha ciddi hale geleceğini belirterek, şöyle
devam ediyor:
“Yani bir kurak dönem bekleniyor. Aynı raporda, gelecek 10 yıldan sonra su kaynaklarındaki
azalmalar daha ciddi hale geldikçe, havzalarda paylaşılan suyun giderek artan bir şekilde
baskı unsuru olacağı yazılıyor. Böylece suyun bir silah olarak veya teröristlere yeni hedefler
yaratmak için kullanılması ihtimali de artacak deniyor…
„Seller‟, „su kaynaklarının azalması‟ ve su kalitesinde bozulma‟ gibi sorunların, yoksulluk,
sosyal gerilim, kötü yönetim ve zayıf hükümetler gibi faktörlerle birleşmesi çok sayıda devleti
güçsüzleştirecek. Bu unsurların „istikrarsızlık ve devletlerin güçsüzleşmesi tehlikesinin
artması, bölgesel gerilimlerin şiddetlenmesi ve ülkeleri önemli siyasal amaçlar konusunda
ABD ile birlikte çalışmaktan alıkoyması ihtimallerini güçlendirecek‟…
ABD eski Dışişleri Bakanı Clinton‟a göre, „Bu tehditler gerçek ve ciddi kaygılar yaratıyor‟.
Pentagon ve ABD ordusu, iklim düzensizliklerinin yıkıcı etkilerinin ortaya çıkacağı bir
dünyaya hazırlık yapıyor”.
Hollywood filmlerinde kıyamet senaryoları o kadar arttı ki konu, halkın bilinçaltına işlenerek
şimdiden o korkunç geleceğe insanları hazırlıyorlar, diye düşünüyorum.
2030 yılına kadar Afrika‟daki silahlı çatışmalar yüzde 50 artar
Yıldız, ABD Kongresi‟nin 2004 ve 2008 yıllarında konuyu ele aldıktan sonra 2010 yılında
yayınlanan „4 yıllık Savunma Değerlendirme‟ raporunda, iklim değişikliğinin ulusal
güvenliğe olan etkilerini de içermesine karar verildiğini belirtiyor.
CIA‟nin, ABD‟de ani iklim değişiminin güvenliğe etkilerini tahmin edebilmek için özel
merkez açtığı ve buradaki yeni bir çalışmada 2030 yılına kadar Afrika‟da, silahlı çatışmalarda
yüzde 50 artış olacağı ve de bu çatışmalarda 400 bine yakın kişinin hayatını kaybedeceğine
yer verildiğini kaydediyor.
Doğanın milyonlarca yıllık tecrübesi yerine insanın kurnaz zekâsı
Toprağın olağanüstü özelliklerini anlamayı beceremeyip güçlü tarım ilaçları ve kimyasal
atıklarla verimli tarlaları tükettiğimize de vurgu yapan Dursun Yıldız, “Şimdi genleriyle
oynayarak uyum sağlayan türleri değil, para kazandıran türleri üretiyoruz. Doğanın
milyonlarca yıllık tecrübesini yok sayıp, yerine kendi kurnaz zekâmızı koyamayız” diyor.
Veriler, gezegenin beklenilenden daha hızlı değiştiğini gösteriyor
Bilim insanlarının dünyadaki ısınmanın 2C altında kaldığı sürece deniz seviyesinin
yükselmesi gibi felaketlerin önüne geçilebileceğini düşündüklerini kaydeden Yıldız, konuyla
ilgili açıklamalarını şöyle sürdürüyor:
Son bulgular, 2 derecelik artışa ulaşmadan da dünyanın hızlı bir iklim değişikliği dönemine
girilebileceğini gösteriyor. Bütün bunların altında üç temel geri besleme mekanizması yatıyor.
1-Eriyen buzul sularının denizlerdeki akıntıları değiştirmesi,
2-Eriyen permafrosttan atmosfere salınan metan ve karbondioksit,
3-Dünyadaki buzulların yok oluşu.
2 C derecenin altında kalmanın tek yolu da karbondioksit emisyonunu 450 PPM‟de
durdurmak olarak kabul edildi. Bugün bu seviye, 395 PPM civarında. Ancak bu görüşün aşırı
iyimser olduğu anlaşılmış bulunuyor. Dünyanın dört bir köşesinden gelen veriler, gezegenin
beklenilenden daha hızlı değiştiğini gösteriyor. Alaska ve Sibirya boyunca uzanan permafrost,
atmosfere tahminlerden daha fazla miktarda güçlü bir sera gazı olan metan gazı salıyor. Batı
3
Antarktika‟daki buzulların deniz üzerine uzanmış, karaya da henüz bağlı kısımları (buz
şelfleri) tahminlerin üzerinde bir hızla kırılıp kopuyor.
Miami‟den Bangkok‟a kadar çok sayıda kent, sular altında kalır!
Dursun Yıldız, 2012 yaz aylarında ABD‟yi etkisi altına alan su baskınları ve ısı dalgaları gibi
sıra dışı hava olaylarında artış görüldüğünü ifade edince aklıma beklendiği ve hatta
kurgulandığı gibi 2012‟de kıyametin gerçekleşmediği geldi. Yıldız, konunun devamında,
James E.Hansen‟in bu yüzyılda deniz yüzeyindeki yükselmenin 5 metreye çıkabileceğini
hesapladığını belirterek, “Bu da Miami‟den Bangkok‟a kadar çok sayıda kentin sular altında
kalması anlamına geliyor. Bu arada artan sıcaklık ve kuraklık, küresel kıtlığa yol açabilir”
diyerek, konunun vahametine dikkat çekiyor.
Deniz seviyesindeki 60-70 cm‟lik bir yükseliş bile ciddi sonuçlar doğurur
Bazı uzmanların, Hansen‟in bu görüşlerinin aşırı korkutucu olduğu kanısında olsalar da çok
küçük değişikliklerin bile o güne dek sabit iklim koşullarında yaşamaya alışmış olan
uygarlığımızı tehdit edebileceği görüşünü paylaştıklarını da ekleyen Yıldız, şu örnekle
düşüncelerini pekiştiriyor:
W.Tad Pfeffer, “Bu yüzyılda maksimum deniz yükselmesinin 5 metreyi bulması olası değil;
büyük olasılıkla 2 metrenin altında kalacak. Kamu ve özel sektör yetkilileri, deniz
seviyesindeki 60-70 cm‟lik bir yükselişin bile, ne kadar ciddi sonuçlara yol açabileceğini
bilmek zorunda. Bu sinsi sinsi ilerleyen tehlike, bizi bu gezegenin üzerinden silip atabilir”
diyor.
2020‟li yıllardan sonra „mini soğuma‟ yani kuraklık bekliyoruz
Dursun Yıldız, birçok çalışmada birlikte olduğu DEÜ‟den Prof.Dr. Doğan Yaşar‟ın; “2020‟li
yıllardan sonra „mini soğuma‟ yani kuraklık bekliyoruz ve tüm dünya da bu döneme
hazırlanıyor” şeklindeki görüşüne yer veriyor. Sayın Yaşar‟ın, bu konuya dair açıklamalarının
sonunda; “Yer altı sularının kullanımları, ihtiyaç sahiplerinin istekleri doğrultusunda değil;
devletin izin verdiği miktarda olmalıdır” mesajı mevcut.
Küresel ısınmanın sebebi, yüzde 95 insan kaynaklı
Yıldız, Stockholm‟de, Eylül 2013‟de düzenlenen konferansın ardından sunulan 5.İklim
Değerlendirme raporuna göre küresel ısınmanın tartışmasız varlığına dikkat çekilip küresel
ısınma sebebinin yüzde 95 insan kaynaklı olduğunun vurgulandığını belirtiyor.
Küresel ısınmanın etkileriyle neler olduğunu halen bilmiyorsanız!
Küresel ısınma nedeniyle dünyamızda neler oldu ve etkileriyle neler olacağına dair Dursun
Yıldız, şu maddeleri sıralıyor:
1-Küresel iklimdeki ısınma olağandışıdır yani: Atmosfer ve okyanuslar ısınmış, kar ve buz
miktarı azalmış, ortalama deniz düzeyi yükselmiş ve sera gazlarının atmosferdeki birikimi
artmıştır.
2-1901-2012 yılları arasında kara ve okyanus sıcaklığı ortalama 0,9 C derece artmıştır.
3-Geçen 30 yıl küresel ölçekte 1850‟den beri kaydedilen en sıcak ardışık 30 yıl, 21. Yüzyılın
ilk 10 yılıysa en sıcak 10 yıldır.
4-Karbondioksit, Metan ve Diazotmonoksit birikimleri son 800 bin yılda hiç bu kadar yüksek
olmamıştı.
5-CO2 miktarı sanayi devri öncesine göre yüzde 40 artmıştır.
6-Grönland ve Antarktik buz kalkanları, geçen 20 yıllık dönemde kütle kaybetmekte, buzullar
neredeyse küresel ölçekte küçülmeyi sürdürmekte ve Kuzey Kutup deniz buzu ve kuzey
yarımküre, ilkbahar kar örtüsü alansal olarak küçülmesini sürdürmektedir.
4
7-Okyanuslar atmosfere salınan insan kaynaklı karbonun yaklaşık yüzde 30‟unu emmiş ve bu
da okyanusların asitlenmesine yol açmıştır.
8-1971-2010 döneminde okyanuslarda biriken enerjinin yüzde 90‟dan fazlası küresel okyanus
ısınmasıyla bağlantılıdır.
9-Küresel yüzey sıcaklık değişikliği, 21.yüzyılın sonuna kadar, biri dışında tüm yeni IPCC
senaryolarına dayanarak olasılıkla sanayi öncesi döneme göre 1,5C‟yi ve iki yeni senaryoya
göreyse 2 C‟tı aşacaktır.
Kömür yakılan termik santraller, küresel sıcaklık artışını durdurdu
Yıldız, Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli (IPCC)‟nin açıklamasında geçen; “Kömür
yakılan termik santrallerden salınan sülfat aeresollar, soğutma etkisi yaparak küresel sıcaklık
artışını durdurdu” savına yer veriyor.
ABD, Kyoto protokolüne göre Montreal protokolünde çok daha karlı
Tüm ülkeler arasında ABD‟nin en fazla Montreal protokolünden kazanıp en çok da Kyoto
Protokolünden kaybedeceğinin düşünüldüğünün altını çizen Yıldız; “ABD‟nin bu
protokollere uyum için her 1 milyar dolarlık harcamasına karşın Montreal Protokolünden 170
milyar Kyoto için ise 27 milyon dolarlık fayda sağlayacağı tahmin edildi” diyor.
Buzulların erimesi korkutucu
Bilim insanlarını en fazla korkutan şeyin, geri besleme mekanizması gezegendeki buzulların
erimesi olduğunu belirten Yıldız, devamında şöyle yazıyor:
“Örneğin geçen yaz aylarında Kuzey Buz Denizi‟ndeki buzulların erimesinin dramatik bir
hıza ulaşabileceğini bilim insanları tahmin edememişlerdi. Bu arada Grönland‟ın buzulları,
hızla yok oluyor ve Antarktika‟nın buzulları da eriyor. Alaska‟daki Columbia Buzulu‟nun
denize doğru kayma hızı, günde bir metreden, günde 15-20 metreye ulaşmış durumda.
Antarktika ve Grönland‟da, kıyı boyunca deniz üzerinde yüzen büyük buz şelfleri çöküyor.
Bu da şelflerin ne kadar hızla yok olduklarının bir işareti. Isınan deniz suları, buz şelflerini
alttan oyarken, ısınan hava ise yukarıda çatlaklar oluşturuyor. Buz şelfleri, payanda vazifesi
görür; deniz tabanına dayanan buzları ve karadaki komşu buzulların yerçekimi kuvvetinin
durmaksızın çekmesi sonucu denize kaymasına engel olur. Yüzen buzların erimesi, su
seviyesinde yükselmeye yol açmaz ama batan buzullar, seviyeyi arttırır.
Buz kaybı deniz seviyesini arttıracağı için değil, çok güçlü bir geri besleme mekanizmasını
tetikleyeceği için korkutucudur. Buz, güneş ışığını uzaya geri yansıtır. Buzlar ortadan
kalkarsa daha koyu renkli olan kara ve deniz, daha fazla miktarda güneş ısısı emer, daha fazla
buz erir. Yeryüzünün yüzey yansımasındaki bu değişiklik, çok küçük bir kuvvetin bile ne
kadar büyük bir felaket yaratabileceğini gösterir”.
Kuzey Buz Denizi‟ndeki buzullar eriyince gemilere yeni rota oluştu
Rota değişikliği sayesinde Çin‟in, Rotterdam ve Hamburg gibi Avrupa‟nın en büyük
limanlarına daha kısa sürede varmayı ve bu sayede büyük tasarruf sağlamayı hedeflediğine
dikkat çeken Yıldız, “Arktik bölgesindeki buzulların erimesiyle deniz yolları giderek ticarete
uygun hale geliyor. Kuzey Deniz Rotası 35, Süveyş Kanalı rotası ise 48 gün sürüyor” diyor.
Kuzey Buz Denizi rotasında Çin, Rusya ile işbirliği istiyor
2012‟de dünyanın en büyük ticari gücü haline gelen Çin‟in, bu alanda Rusya ile işbirliği
yapmak istediğini vurgulayarak, şöyle devam ediyor:
“Russia Today‟in haberine göre Çin, canlandırmayı düşündüğü rotada yalnızca kendi başına
seyahat etmek istemiyor. Rusya ile teknolojilerini birleştirerek Kuzey Buz Denizi‟ni canlı bir
5
ticaret yoluna dönüştürmeyi arzulayan Çin, 2021 yılına kadar kuzeyden yaptığı ticaret
hacmini 15 milyon tona çıkarmayı hedefliyor”.
Kuzey Buz Denizi‟nin tamamen eridiğine şahit olunacak
Kuzey Buz Denizi‟ndeki buzul yüzeyinin 1979-2001 arasındaki 10 yıllık dönemlerde yüzde
6‟nın üzerinde erime gösterdiğini belirten Yıldız, yıllar itibariyle gelişen erimedeki artışı
şöyle anlatıyor:
“2001‟de erime hızı 2 katına çıktı. 2007 ve 2012 yıllarında ise tüm zamanların rekoru kırıldı
ve Eylül 2012‟de uzun dönemli ortalamada buzul yüzeyindeki erime yüzde 49‟a çıktı…
Başkanlığını Jiping Liu‟nun yaptığı çalışmaya göre iklim politikaları ve küresel ısınma
seviyeleri aynı kaldığı takdirde 2054-2058 arasındaki bir Eylül ayı ilk defa Kuzey Buz
Denizi‟nin tamamen eridiğine şahit olunacak”.
1000‟li yıllarda Grönland, yeşil bir kara parçasıydı
Konunun devamında, Prof. Dr. Doğan Yaşar‟ın, buzul erimesi ve donmasıyla ilgili şu
yorumuna yer veriliyor:
“Bugün buzulların erimeye başlaması ile Kuzeyden gemilere rota açılmıştır. Ancak bu
dünyanın tarihinde sık rastlanan bir durumdur. Örneğin 1000‟li yıllarda buzulların erimesi ile
Vikingler de bir kara parçası bulmuşlar ve adına „yeşil kara‟ anlamına gelen Grönland
demişlerdir. Çünkü bu dönemler, bugün buz ile kaplı olan Grönland‟da buzlar erimişti. Ve
1000‟li yıllardan sonra başlayan soğuma ile yeniden buz altında kalmıştı”.
Yerleşim coğrafyasında tatlı su dağılımı maalesef adil değil
Dünyadaki suyun sadece yüzde 2‟sinin tatlı su olduğunu ifade eden Yıldız, bunun yüzde
70‟inin buzul ve yüzde 30‟unun da yer altı suyu olduğunu belirtiyor. Bu tatlı suyun binde
5‟inden daha azının nehir ve göllerde yüzeysel su olarak bulunduğunu kaydederek, nüfusa
düşen oranları için de “Dünyadaki tatlı suyun ¼‟ü G. Amerika kıtasında yer alırken burada
dünya nüfusunun 100 kişisinden sadece 8‟i yaşamaktadır. Bunun aksine, tatlı suyun 1/3‟ü
Asya‟da iken nüfusun ise yaklaşık 2/3‟ü Asya‟dadır. İşte tatlı su varlığı açısından böyle bir
dünyanın sakinleriyiz” diyor.
Doğanın etkiye tepki mucizesi
Volkanlar ile planktonların, dünyayı soğutmaya etkisini, şöyle kaleme alıyor:
“CO2 gazının özelliği, güneşten gelen ısının dünyaya girmesine izin vermesi ve dünyadan
yansıyan ısının da atmosferden çıkmasına izin vermemesidir. Sülfür ise bunun tam tersini
yapar ve bu özelliği nedeni ile de bilimde; „termostat gazı‟ olarak tanımlanır. Yani güneşten
gelen enerjinin yeryüzüne inmesini engeller ve yeryüzünden yansıyan enerjinin de
atmosferden çıkmasına izin verir. Dünyadaki termostat gazı olarak işlev gören sülfür gazının
yüzde 70‟inin kaynağı volkanlardır. Geriye kalan yüzde 30‟u ise denizel planktonlardan
sağlanır. Yani hava ısındığı zaman denizlerdeki canlı üretimi artar ve bunların en
küçüklerinden olan planktonlar da DMS dediğimiz, kısaca sülfür gazı üretirler. Hava
soğuduğu zaman da bu canlılar azalır ve dolayısı ile havadaki sülfür gazı da azalarak hava
yeniden ısınır. Ancak planktonların ürettiği sülfür eğer havayı soğutmaya yetmezse, o zaman
buzullar erimeye başlar ve hafifleyen kıtalar çok daha hızlı hareket etmeye başlar.
Üzerlerindeki buzun kalkması ile hafifleyen kıtaların hızlı hareket etmesi, dünyadaki volkanik
hareketlerin artmasına neden olur ve iklimler yeniden soğuma eğilimine girerler”.
Büyük yanardağ patlamalarında dünya nüfusunun yüzde 80‟i ölür
6
“Dünyamızın termostatı volkanlar olmasa, dünya sıcaktan kavrulurdu ve yaşam olamazdı”
diyen Yıldız, büyük yanardağ patlamalarının dünyaya ve insanlığa etkilerini ise Prof.Dr.
Doğan Yaşar‟dan yaptığı alıntı ile şöyle paylaşıyor:
“70 bin yıl önce patlayan “Yellowstone” değil “Toba” mega yanardağıdır. Yellowstone her
600 bin yılda bir patlar. Ve artık zamanı da geldi. Ama bu zaman, 100 yıl sonra da olur, bin
yıl sonra da, 5 bin yıl sonra da. Geçtiğimiz yüzyılda kalderası 100 cm gibi yükselmişti ve
sürekli kontrol altında. Eğer patlarsa ki mutlaka patlayacak, dünya nüfusunun yüzde 70-80‟i
açlıktan ve susuzluktan ölecektir. Çünkü dünya en az 6-7 yıl nükleer kış yaşayacak yani 6-7
yıl boyunca dünyada güneş olmayacak, yağış olmayacak ve dolayısı ile besin olmayacaktır.
Sonuç; canlıların çok büyük çoğunluğu, besin zincirinin en üzerinde bulunan başta insanlar
olmak üzere maalesef öleceklerdir. Toba mega yanardağı 70 bin yıl önce patladığında
dünyada 100 bin olan insan nüfusunun 2 binlere düştüğü sanılıyor yani insanların yüzde 98‟i
açlıktan ölmüş… İşte tüm bu nedenlerden dolayı yer altı sularını çok dikkatli kullanmak
durumundayız. Çünkü bu 6-7 yıl boyunca tek su kaynağı yer altı suları olacaktır”.
Küçük patlamaların bile dünyaya etkileri büyük
Yaşlı dünyamızın yakın geçmişinde, volkanlar tarihindeki kadar değilse de hareketlilik
olduğunu kaydeden Yıldız, şu bilgileri veriyor:
“1815 yılında Endonezya‟da Sumbawa adasında Tambora yanardağı patladı ve dünyada
ortalama sıcaklık 0.7C düştü. Tambora volkanı patladığında 160 milyar m3‟lük madde dışarı
atılmıştı. Bu bir süper volkan patlaması değildi. Buna rağmen atmosfere yayılan maddeler
nedeniyle, küresel atmosfer anormallikleri yaşandı. Bu patlama nedeniyle 1815 yılında hiç
yaz yaşanmadı. Patlamadan sonraki yıl, küllerin güneş ışınlarına engel olmasıyla Kuzey
Amerika‟da ve Avrupa‟da da yaz yaşanmadı. Meydana gelen iklim değişiklikleri 19. Yüzyılın
en büyük kıtlıklarından birine de sebep oldu. Patlamanın sebep olduğu toplam can kaybı 70
bini buldu. Bu rakama yan etkiler sonucu hayatını kaybedenler dahil değil”.
Yaşanılabilir dünyanın önündeki engel, doğal sermayenin tükenmesi olacak
Karasal biyolojik çeşitliliğin 2050 yılına kadar yüzde 10 daha azalacağını kaydeden Yıldız,
“Biyolojik çeşitlilik bakımından zengin olan büyük orman alanları da yüzde 13 küçülecek.
2050 yılına kadar biyolojik çeşitlilik iklim değişikliğinin, ticari ormancılığın ve biyoenerji
tarlalarının etkisi ile azalacak. 21.yy‟da daha yaşanılabilir bir dünyanın önündeki engel, insan
yapımı sermaye değil doğal sermayenin tükenmesi olacaktır” diyor.
Su kaynaklı güvenlik riskleri, ekonomileri ve devletleri çökertebilir
„Güvenlik risklerine dönüşebilecek alanlar‟ başlığında, dikkat çeken satırları ise şöyle:
“Yoksulluk, toplumsal gerginlikler, çevrenin yaşanılamaz duruma gelmesi, siyasi liderlikte
zafiyet, zayıf siyasi kurumlar gibi etkenlerle birleşerek devletlerin çökmesine yol açabilir.
Devletler ellerindeki su kaynaklarını diğer devletlere baskı aracı olarak kullanabilir, teröristler
stratejik bölgelerdeki su altyapılarını hedef alabilir.
Bazı tarımsal alanlarda yer altı suları, kötü yönetimden dolayı tükenerek ulusal ve küresel
gıda piyasalarına yönelik risklere yol açabilir”.
Fazla su ile yapılan üretim ve tüketimlerden vazgeçmek zorunda kalabiliriz
Modern tarımda 1 kg tahıl yetiştirmek için yaklaşık 200 lt su gerekirken, 1 kg sığır eti
üretebilmek içinse yaklaşık 16 bin lt su gerektiğine dikkat çeken Yıldız, şunları kaydediyor:
“„Su ayak izi‟ betimlemesi, tüketici ve üreticilerin doğrudan ve dolaylı olarak su kullanımını
birlikte değerlendiren bir su tüketim göstergesidir. Mesela 1 porsiyon pilav için 150 lt, 1 çift
deri ayakkabı için 8 bin lt‟lik su ayak izi yaratıyoruz”.
7
Dayatılan tek tip tarım, türlerin kaybolmasına neden oldu
Yeşil Devrim‟in dayattığı tek tip tarım yüzünden asırlardır süregelen tarım ve çiftçilik
bilgisinin böyle bir değişiklik karşısında kaybolup gittiğini belirterek, “Gelecekte işimize
yarayacak birçok türü kaybetmiş olduk. Örneğin Hindistan‟da eskiden 30 bin çeşit yerel pirinç
türü yetiştirilirken artık tek çeşit yetiştiriliyor” diyor. Çinliler‟in, tuzlu su ile doldurulmuş
sulak alanlarda genetiğiyle oynanmış mısır ve pirinç yetiştirdiklerine ayrıca dikkat çekiyor.
Endüstriyel su kullanımı 2050‟de 4 kat artar
OECD tarafından yapılan projeksiyonlara göre mevcut eğilimlerin etkisi altında 2050 yılında
bu yüzyılın başından yüzde 55 daha fazla su kullanılacağının gösterildiğini belirten Yıldız, en
hızlı artışın ise 4 kat artışla endüstriyel alanda olacağının kaydedildiğini ifade ediyor.
Deniz suyu arıtımı tarımsal sulamada yaygınlaşamaz
Deniz suyu arıtımının kullanma suyu için bazı bölgelerde uygun çözüm olabileceğini ancak
bugünkü yöntemle bunun tarımsal sulamada kullanımının çok yaygınlaşmayacağının
öngörüldüğünü ifade eden Yıldız, “Son 10 yılda İspanya ve Fransa‟da bu tesislerin işletme
maliyeti ve çevresel etkileri nedeniyle kapanması, bu öngörünün doğru çıkma olasılığını
güçlendiriyor” diyerek konuya açıklık getiriyor.
Nükleer santraller, kaş yapayım derken göz çıkarmak gibi
Nükleer santrallerde uranyumun çıkarılmasında kömürün çıkartılma işleminde kullanılan
kadar su gerekli olduğunu belirtip, konuyu şöyle sürdürüyor:
“Ancak enerji üretiminde uranyum için kömürden daha fazla suya ihtiyaç duyulur ve bu
ihtiyaç, 1000 Kwh için 2.7 m3‟e kadar çıkar. Bugünkü teknolojilerle kapalı devre soğutma
yapan kömür santrallerinde 1000 Kwh elektrik enerjisi üretebilmek için 1,7-2 m3 su
kullanılıyor. Doğalgaz çevrim santrallerinde ise bu miktar 0.7-1.2 m3‟e düşüyor. Nükleer
santrallerde kullanılan su en fazla olup 1000 Kwh için 2.7 m3 suya ihtiyaç bulunuyor”.
„Manşet.at‟ sitesinde yer alan bir yazıda, nükleer santrallerin 30 – 40 yıl ortalamasında
ömürleri olduğu ve sonrasında nükleer atık sayılarak sökülüp, radyoaktivite düzeyine göre
sınıflandırılarak bertaraf edilmeleri gerektiği ifade ediliyor. Bunun için de izleme ve güvenlik
bedeli hariç en az 500 milyon dolar maliyeti olduğuna dikkat çekiliyor.
Sınır aşan sular, ülkelerin güvenlik kaygılarını arttıracak
Su, enerji ve gıda ilişkisinin artmasıyla sınır aşan suların kullanımında ülkelerin güvenlik
kaygılarını arttıracağını vurgulayan Yıldız, “Kirlenen ve azalan sınır aşan yer altı suları da
ülkeler arasında öncelikli sorun olacak. 2050 yılında sınır aşan su sorunlarının daha çok yer
altı suyu kullanımı konusunda yaşanacağı görülüyor” diyor.
Nehirlerdeki su tasarrufları hesap kitaplı olacak
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız‟ın, HES'lerde yaz ayları için daha fazla su
birikmesinin sağlanacağını belirterek, "Suyun kullanımını HES'lerde bu aylarda kıstık"
şeklindeki son açıklamasını doğrularcasına Dursun Yıldız da kitabında; “21.yüzyılın yeni
paradigması, „Biz bu nehirden ne kadar su çekebiliriz yerine, bu nehirde ne kadar su
bırakmalıyız ve ne kadarlık bir değişim kabul edilebilir‟e dönüşecektir” diyor.
İklim ve terör arasında bağ
„Su Güvenliği 2050‟nin son sayfalarında 2050 yılına dair geniş kapsamlı öngörülerini de
paylaşan Yıldız‟ın, dikkat çeken bazı satırları şöyle:
8
“Orta sınıfların sosyal ve ekonomik açıdan belirleyiciliği artacak. Siber araçlar, biyoterör
silahları ulaşılabilir olacak. Küçük grupların çok etkili terör eylemleri yaratabilme
kapasitesine sahip olacağı bir topluma doğru ilerliyoruz. Asya ve Afrika‟da kentlere göç çok
artmış ve kontrolden çıkmış çok büyük mega kentler oluşacak. İklim göçleri gelişmiş
ülkelerde sosyal ve ekonomik dengeleri bozacak. Bu göçlere karşı alınacak önlemler gerilimi
arttıracak. Şeyl gazı ile bağımsızlığını kazanan ABD, enerjide yeni oyun kurucu ülke olarak
dengeleri değiştirecek. OPEC, fiyat kontrol etkisini kaybedecek ve ham petrol fiyatları çok
düşecek. Petrol ihraç eden ülkelerin ekonomileri sallanacak. Rusya gibi doğrudan net ihracatçı
olan ülkeler özellikle Asya‟daki hâkimiyeti üzerinden, bölgedeki güvenlik ve istikrarı
zorlayarak petrol fiyatlarının düşmesini önleyecek veya bugünkünden çok farklı bir dış
politikası olacak. Kolombiya, Endonezya, G. Afrika ve Türkiye, 2050 yılında küresel
ekonominin çok önemli ülkeleri olacak”.
Kıyameti kendi ellerlimizle yaratıyoruz
Dursun Yıldız‟ın özetlediği son satırlardaki kaygı verici gelişmelerden bazıları şöyle:
“Bush‟un Irak‟ın işgali için ayda 4 milyar $ harcarken, Kyoto Protokolü‟nü onaylamayı ABD
ekonomisine zarar vereceği gerekçesiyle reddettiği bir dünyada yaşıyoruz…
Bilim insanları arasındaki tartışma ne olursa olsun sonuçları itibariyle bilinçli önlemler
alınması gereken olağandışı doğa olaylar yaşıyoruz…
Normalde doğanın toprakta, suda kendini yenileme ve temizleme özelliği var. Fakat insan
müdahalesi öyle yıkıcı ki doğa kendini yenileyemez duruma geldi. Bu yıkıcılık, 2050 yılında
farklı bir dünyayı yaratacak kendi kendini besleyen mekanizmaları harekete geçirdi bile.
Geçtiğimiz 50 yılda bereketli üst toprağın ¼‟ünü, ormanların ise 1/3‟ünü kaybettik. Her yıl
suyumuzun büyük bölümü kirleniyor. Son 150 yılda doğal kaynakların 1/3‟ü tüketildi.
Uzmanlar, deniz ve nehirlerdeki balık miktarının son 40 yılda yüzde 30 oranında azaldığını
dile getiriyor”…
Su Güvenliği 2050‟yi okuduktan sonra rahat uyuyabilecek misiniz, bilemiyorum. Zira
zaman su gibi akıp giderken yaşam kaynağımız su da göz açıp kapama zamanı içinde
tükenebilir. Sudan bahanelerle değil de bahanesi su olan savaşlar çıkarsa, su yerine kan
akacaktır dünyanın birçok yerinde…
Birkaç ağaç uğruna ölenler, yaralananlar oldu ya hani, bu kitabı okuduktan sonra o birkaç
ağacı da eylemlere katılan yüce yürekli insanları da onları durdurmak, sindirmek için
TOMA‟lardan sıkılan tazyikli suları da iktidarların politika ve kamu yatırımlarını da bir kez
daha düşüneceksiniz…
http://nurtenakyazililar.blogspot.com/
https://twitter.com/AKYAZILILAR
http://nurtenakyazililar.blogspot.com.tr/2014/05/gelecege-kangrenli-miras-braktgmzn.html
9
Download