T.C. BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Kalp ve Damar

advertisement
1993
T.C.
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı
KOMPLET ATRİYOVENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKTLİ
OLGULARDA DOWN SENDROMU VARLIĞININ POSTOPERATİF
ERKEN DÖNEMDE MORBİDİTE VE MORTALİTE ÜZERİNE
ETKİLERİ
UZMANLIK TEZİ
Dr. İlknur Akkaya
Ankara 2011
i
1993
T.C.
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı
KOMPLET ATRİYOVENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKTLİ
OLGULARDA DOWN SENDROMU VARLIĞININ POSTOPERATİF
ERKEN DÖNEMDE MORBİDİTE VE MORTALİTE ÜZERİNE
ETKİLERİ
UZMANLIK TEZİ
Dr. İlknur Akkaya
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Bahadır Gültekin
Ankara 2011
ii
TEŞEKKÜR
Hekimlik mesleğinin öğrenilmesinde ara kademelerden biri olan asistanlık
eğitimimin sonuna gelmiş bulunuyorum. Mesleğimin ayrıntılarını öğrenmek ve
hastalarıma zarar vermeden faydalı olmak için, önümde aşmam gereken birçok engel
olduğunun farkında olarak, eğitimim boyunca ilimlerinden faydalandığım, insani ve
ahlaki değerleri ile de örnek aldığım, yanlarında çalışmaktan onur duyduğum ve ayrıca
tecrübelerinden yararlanırken göstermiş oldukları hoşgörü ve sabırdan dolayı başta
Anabilim Dalı Başkanımız Prof.Dr. Mehmet Sait AŞLAMACI olmak üzere, Prof.Dr.
Ahmet Şükrü HATİPOĞLU’na,
Prof.Dr. Atilla SEZGİN’e, Doç.Dr. Bahadır
GÜLTEKİN’e, Doç.Dr. Hakkı Tankut AKAY’a, Doç.Dr. Dalokay KILIÇ’a ve
Yrd.Doç.Dr. Murat ÖZKAN’a teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca asistanlık eğitimim
boyunca kısa bir süre de olsa çalışma şansı bulduğum, tecrübelerinden yararlanmama
izin veren ve desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen anabilim dalımız eski öğretim
üyelerinden Doç.Dr. Erdal ASLIM’a ve Doç Dr. Süleyman ÖZKAN’a, Adana ve
İstanbul Hastanelerimizde görev yapmakta olan, anabilim dalımıza mensup tüm öğretim
üyelerimize de teşekkürlerimi sunarım.
Tezimin hazırlanma aşamasında bana zaman ayıran, bilgi ve deneyimlerini
benimle paylaşarak çalışmalarımı yönlendirilen, yakın ilgi ve desteğini gördüğüm tez
danışmanım Doç.Dr. Bahadır GÜLTEKİN’e ayrıca tekrar teşekkür ederim.
Zorlu mesai ve nöbet saatlerinde birlikte çalışmaktan onur duyduğum başta
asistan arkadaşlarım olmak üzere, yoğun bakımlarımız, servislerimiz, polikliniklerimiz
ve ameliyathanede görev yapan ve daha önce görev yapmış olan tüm hemşire ve hasta
danışmanı arkadaşlarıma da teşekkürlerimi sunarım.
Son olarak, bu günlere gelmemde büyük pay sahibi olan, hayatımın her alanında
beni doğru yönde etkileyen, her koşulda bana verdikleri maddi ve manevi destek
olmaksızın hiçbir şey yapamayacağım, sevgi ve güvenlerini daima kalbimde hissettiğim
mükemmel aileme ve dostlarıma da sevgi ve teşekkürlerimi sunarım.
Dr. İlknur AKKAYA
i
ÖZET
Orta derecedeki mental geriliğin en sık nedenlerinden biri olan Down sendromunda,
olguların yaklaşık %50’sinde konjenital kalp hastalığı mevcuttur. Down sendromunda
saptanan konjenital kardiyak defektler sıklıkla hayatı tehdit edecek boyuttadır ve
mortalitenin
yaklaşık
%35’inden
sorumludur.
Yapılan
çalışmalara
göre
Down
sendromundaki kardiyak malformasyonların yaklaşık %36’sını endokardiyal yastık
defektleri (atriyoventriküler septal defektler) oluşturmaktadır. Tedavi olmayan olgularda
konjestif kalp yetmezliği, pulmoner vaskuler hastalık ve pulmoner hipertansiyon gelişme
insidansları yüksek bulunmuştur. Bu olgularda mortalite, çoğunlukla yaşamın ilk iki
yılında, komplike kardiyak anomalilerde ise ilk bir yılı içinde görülmektedir. Birçok klinik
antitenin birleşiminden oluşan Down sendromu, değişik kardiyak malformasyonlarla
birlikte bulunduğundan, konjenital kalp hastalıkları için cerrahi tedavinin uygulandığı
merkezlerde hasta spektrumunun önemli bir bölümünü oluşturmaktadır
Bu çalışmada Down sendromu saptanan ve cerrahi tedavi gerçekleştirilen komplet
atriyoventriküler septal defektli olgularda postoperatif erken dönem takip sonuçları
değerlendirilerek, Down sendromunun morbidite ve mortalite açısından bir risk faktörü
olup olmadığı araştırıldı. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi
Bölümünde Ocak 2006 ile Aralık 2010 tarihleri arasında, açık kalp cerrahisi yöntemi ile
tam düzeltme operasyonu yapılan komplet atriyoventriküler septal defektli 84 olgu
retrospektif olarak incelendi. Olgular 2 gruba ayrıldı; grup A Down sendromlu 34 olguyu,
grup B Down sendromu saptanmayan 50 olguyu içermektedir.
Preoperatif evrede; telekardiografide vaskülarite artışı, kateter çalışmalarında pulmoner
arter basınçları, pulmoner vasküler direnç ve pulmoner arter basıncının aort basıncına
oranı, grup A’da grup B’ye göre daha yüksek bulundu. Postoperatif evrede; inotrop ajan
kullanım ihtiyacı, entübasyon ve yoğun bakım kalış sürelerinin grup A’daki olgularda daha
uzun olduğu saptanırken, akciğer enfeksiyonu, ritim problemleri ve ciddi kapak yetmezliği
grup B’de daha yüksek oranda saptandı. Mortalite açısından grup A ve grup B arasında
anlamlı bir fark bulunmazken, geçirilen pulmoner hipertansif krizin Down sendromlu
olgularda mortaliteyi arttırdığı saptandı.
Çalışmamızda Down sendromunun, komplet atriyoventriküler septal defekt tanısıyla tam
düzeltme operasyonu geçiren olgularda, morbidite ve mortalite açısından normal
ii
kromozomlu çocuklara göre bir risk faktörü oluşturmadığı, ancak pulmoner hipertansif kriz
geçiren Down sendromlu olguların, pulmoner vasküler hastalık, uzamış entübasyon, uzun
yoğun bakım ve hastane kalış süresi ve mortalite açısından risk altında oldukları sonucuna
varıldı.
iii
ABSTRACT
The Effects of the Presence of Down Syndrome for Early Postoperative Morbidity
and Mortality in Patients with Complete Atrioventricular Septal Defect
Down syndrome is the most frequent reason for mild mental retardation, approximately
%50 of the cases has congenital heart disease. These congenital cardiac defects are usually
life threatening and it is responsible for approximately %35 of mortality. According to the
studies, %36 of the malformations in Down syndrome are atrioventricular septal defects.
Congestive heart failure, pulmonary vascular disease and pulmonary hypertension were
found increased if the subjects left untreated, in these cases mortality can be seen usually
within the first two years of the life. In complicated cardiac anomalies, mortality can be
seen within the first year of the life. Down syndrome is the combination of many clinical
entities, and can be found with various cardiac malformation. So that it has a wide range of
patience spectrum in the clinics that surgical treatment being held for congenital heart
diseases.
In this study, the postoperative early term findings were assessed in the cases who were
diagnosed with Down syndrome and have complete atrioventricular septal defects. Also
this study discusses whether the Down syndrome is a risk factor for mortality and
morbidity. The population in this study was total of 84 cases with complete atrioventricular
septal defect, who were treated with open heart surgery in Başkent University Faculty of
Medicine Cardiovascular Surgery department between January 2006 and December 2010.
Two groups were composed: Group A included 34 casess who were diagnosed with Down
syndrome, Group B included 50 subjects without Down syndrome.
In the preoperative assesments, increased vascularity in telecardiograms, increased
pulmonary artery pressure, pulmonary vascular pressure and the pulmonary artery pressure
and aorta pressure ratio in catheter studies were seen in Group A compared to Group B.
In the postoperative term, inotropic agents needs, the duration of intubation and intensive
care stays were greater in Group A, but pulmonary infection, rhythm problems and valve
failure were observed more in Group B. There was no difference between two groups in
iv
terms of mortality but it was observed a possible pulmonary hypertensive crisis increased
the mortality in Down syndrome cases.
Our study showed that Down Syndrome is not a risk factor, for the complete
atrioventricular septal defect cases who had total correction operation, compared to the
kids who have normal chromosomes, in terms of mortality. However, Down syndrome
cases, who might have pulmonary hypertensive crisis, have increased risk of pulmonary
vascular disease, long term intubation and intensive care stay, and mortality.
v
İÇİNDEKİLER
Sayfa No:
TEŞEKKÜR ........................................................................................................................... i
ÖZET ..................................................................................................................................... ii
ABSTRACT ......................................................................................................................... iv
İÇİNDEKİLER ..................................................................................................................... vi
KISALTMALAR ............................................................................................................... viii
TABLOLAR DİZİNİ............................................................................................................ ix
ŞEKİLLER DİZİNİ ............................................................................................................... x
1. GİRİŞ ................................................................................................................................. 1
2. GENEL BİLGİLER ........................................................................................................... 3
2.1. DOWN SENDROMU VE KONJENİTAL KALP HASTALIKLARI ....................... 4
2.2. ATRİYOVENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKT ......................................................... 5
2.2.1. Normal kalpte atriyoventriküler birleşimin (junction) temel morfolojisi ............ 7
2.2.2. Atriyoventriküler septal defektlerin temel morfolojisi......................................... 7
2.2.3 Atriyoventriküler septal defektlerin sınıflandırılması ........................................... 9
2.2.4. Atriyoventriküler septal defektlerde şantın yeri ................................................. 11
2.2.5. Atriyoventriküler septal defektlerde sol ventrikül çıkım yolu ........................... 12
2.2.6. Atriyoventriküler septal defektlerde atriyoventriküler iletim dokusu ................ 12
2.2.7. Eşlik eden lezyonlar ........................................................................................... 13
2.2.8. Ventrikül dominansı ........................................................................................... 13
2.2.9. Klinik seyir, ameliyat endikasyonları ve teknikleri ........................................... 13
2.2.10. Postoperatif bakım ........................................................................................... 16
2.3. DOWN SENDROMU VE PULMONER VASKÜLER HASTALIK ...................... 16
3. OLGULAR ve YÖNTEM .............................................................................................. 19
3.1 İSTATİKSİKSEL ÇALIŞMA ................................................................................... 22
4. BULGULAR ................................................................................................................... 23
vi
4.1. MORBİDİTE ............................................................................................................ 26
4.2. MORTALİTE ........................................................................................................... 28
4.3. TAKİP ....................................................................................................................... 29
5. TARTIŞMA ..................................................................................................................... 31
6. SONUÇ............................................................................................................................ 39
7. KAYNAKLAR ............................................................................................................... 40
vii
KISALTMALAR
AoM
: Aorta mean basıncı
AoS
: Aorta sistolik basıncı
ASD
: Atriyal septal defekt
AVSD
: Atriyoventriküler septal defekt
CAVSD
: Komplet atriyoventriküler septal defekt
CPB
: Kardiyopulmoner bypass
LA
: Sol atriyum
LV
: Sol ventrikül
LVOT
: Sol ventrikül çıkım yolu
PAM
: Pulmoner arter mean basıncı
PAS
: Pulmoner arter sistolik basıncı
PAVSD
: Parsiyel atriyoventriküler septal defekt
PDA
: Patent duktus arteriyozus
PVRİ
: Pulmoner vasküler rezistans indeksi
RA
: Sağ atriyum
RV
: Sağ ventrikül
RVOT
: Sağ ventrikül çıkım yolu
Qp/QS
: Pulmoner artere giden akım/sistemik artere giden akım
TOF
: Fallot Tetralojisi
VSD
: Ventriküler Septal Defekt
viii
TABLOLAR DİZİNİ
Sayfa No:
Tablo 4.1. Gruplara göre 1 yaşın altında opere olmuş hasta sayıları ................................. 23
Tablo 4.2. Grup A ve grup B de preoperatif semptomların analizi ................................... 23
Tablo 4.3. Preoperatif kalp yetmezliğinin gruplara göre dağılımı ..................................... 24
Tablo 4.4. Olguların katater bulgularının karşılaştırılması ................................................ 25
Tablo 4.5. Gruplara göre kardiyopulmoner by-pass ve aortik kros-klemp süreleri ........... 25
Tablo 4.6. Gruplara göre inotrop ajan alma oranları.......................................................... 25
Tablo 4.7. Grup A ve grup B de entübayon, yoğun bakım ve hastanede kalış
süreleri .............................................................................................................. 26
Tablo 4.8. Postoperatif komplikasyonlar ........................................................................... 27
Tablo 4.9. Grup A ve B’deki olguların takipteki ekokardiyografik bulguları ................... 30
ix
ŞEKİLLER DİZİNİ
Sayfa No:
Şekil 2.1. Anne yaşı ile birlikte artmış Down sendromu riski ............................................ 3
Şekil 2.2. Atriyoventriküler septal defekt ........................................................................... 6
Şekil 2.3. Atriyoventriküler septal defektte liflet yapısı ..................................................... 8
Şekil 2.4. İnlet ve outlet çap farkı ....................................................................................... 9
Şekil 2.5. Atriyoventriküler septal defektlerde atriyoventriküler kapak morfolojisi
Komplet atriyoventriküler septal defekt ............................................................ 10
Şekil 2.6. Komplet atriyoventriküler septal defekt alt grupları ........................................ 11
Şekil 2.8. Atriyoventriküler septal defektte atriyoventriküler iletim sistemi ................... 12
Şekil 2.9. A-Tek yama tekniği ve B-Çift yama tekniği .................................................... 15
x
1. GİRİŞ
Orta derecedeki mental geriliğin en sık nedenlerinden biri olan Down sendromu
yenidoğanda en sık görülen kromozomal anomalidir. İlk kez John Langdon DOWN
tarafından 1866’da tanımlanmıştır. Beraberinde entellektüel gelişim geriliği, sindirim
sistemi anomalileri, ortopedik anomaliler, kalp hastalıkları gibi birçok konjenital defekt
görülür (1). Down sendromu ile konjenital kalp hastalıklarının beraberliği yaklaşık yüz
yıllık bir dönemden beri incelenen bir konudur (2). Olguların yaklaşık %50’sinde
konjenital kalp hastalığı mevcuttur. Down sendromunda saptanan konjenital kardiyak
defektler, sıklıkla hayatı tehdit edecek boyuttadır ve mortalitenin yaklaşık %35’inden
sorumludur. Kardiyak malformasyonlar, Down sendromlu çocuklarda doğum sonrası ilk 2
yılda mortalite ve morbidite ile yakından ilişkilidir (3, 4). Tedavi edilmemiş olgularda
mortalite, çoğunlukla yaşamın ilk iki yılında, komplike kardiyak anomalilerde ise ilk bir
yılı içinde görülmektedir. Birçok klinik antitenin birleşiminden oluşan Down sendromu
(5), değişik kardiyak malformasyonlarla birlikte bulunduğundan konjenital kalp
hastalıkları için cerrahi tedavinin uygulandığı merkezlerde, hasta spektrumunun önemli bir
bölümünü oluşturmaktadır.
Kardiyoloji’deki tanı yöntemlerinin gelişmesi, kardiyopulmoner by-pass kullanımında ve
cerrahi teknikteki ilerlemeler, konjenital kalp hastalıklarından kaynaklanan ölümleri
belirgin ölçüde azaltmıştır. Down sendromlu çocukların yaşam beklentisi 1940’lı yıllarda
12 yılken son dönemde yapılan başarılı cerrahi tedaviler ile 60 yıla kadar çıkmıştır.
Literatürde Down sendromlu konjenital kalp hastalığı bulunan olgular, preoperatif,
intraoperatif ve postoperatif özellikleri yönünden incelendiğinde, uygulanan kalp cerrahisi
öncesi ve sonrasında bir risk faktörü olduğunu gösteren çalışmalar olduğu gibi, risk faktörü
oluşturmadığını belirten yayınlar da mevcuttur (6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15).
Çalışmamızda, Down sendromu saptanan ve cerrahi tedavileri gerçekleştirilen komplet
atriyoventriküler septal defekt (CAVSD)’ li olgularda; sendromun preoperatif, intraoperatif
ve postoperatif evredeki etkileri incelendi. Olguların postoperatif erken dönem takip
1
sonuçları değerlendirildi. Down sendromunun, CAVSD’li olguların cerrahi olarak
düzeltilmesi sonrası, morbidite ve mortalite açısından bir risk faktörü olup olmadığı
araştırıldı. Bu amaç için CAVSD tanısı ile Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar
Cerrahisi Anabilim Dalı’nda 2006 – 2010 yılları arasında açık kalp cerrahisi ile tedavi
edilen 84 olgu retrospektif olarak incelendi.
Olgular 2 grupta değerlendirildi.
Grup A; Down sendromlu, CAVSD nedeniyle açık kalp cerrahisi yöntemi ile tedavi edilen
34 olgu.
Grup B; Down sendromu saptanmayan, CAVSD nedeni ile açık kalp cerrahisi yöntemi ile
tedavi edilen 50 olgu (Kontrol grubu).
Olguların tümüne, var olan konjenital kardiak malformasyonun tam düzeltilmesi
operasyonu uygulandı. Palyatif girişim yapılan olgular çalışma dışında bırakıldı.
Düzeltilme operasyonunda aynı cerrahi teknik kullanıldı. Her iki olgu grubu arasında
preoperatif, operatif ve postoperatif veriler birbiri ile kıyaslanarak değerlendirildi. Olgular
hastanede yattığı süre boyunca takip edilerek, mevcut
olan semptomları
ve
ekokardiyografik bulguları kıyaslanarak değerlendirildi.
Down sendromu saptanan CAVSD’li olguların cerrahi tedavisinde, postoperatif hasta
takibinde, mortalite, morbidite ve erken dönem takiplerde, Down sendromunun etkisinin
olup olmadığı, kontrol grubu ile karşılaştırıldı ve literatür verileri tartışıldı.
2
2. GENEL BİLGİLER
Down sendromu, Trizomi sendromları içinde en sık görülen sendromdur. Orta derecedeki
mental geriliğin en sık nedenlerinden birisidir. Komplet ya da parsiyel trizomi ile
karakterize bir hastalıktır. Tüm vakaların %95’i primer trizomi iken, %3’ü translokasyon
anomalisi, %2’si ise mozaik form şeklindedir. Beraberinde entellektüel gelişim geriliği,
sindirim sistemi anomalileri, ortopedik anomaliler, kalp hastalıkları gibi birçok konjenital
defekt görülür (1).
Down sendromu 660 canlı doğumda 1 oranında görülür. Bu sıklık anne yaşına göre değişir.
45 yaş ve üzerinde doğum yapan kadınlarda oran, 30 canlı doğumda 1’e kadar yükselir
(Şekil 2.1).
Şekil 2.1. Anne yaşı ile birlikte artmış Down sendromu riski
3
Down sendromu ilk kez 1866 yılında Langdon Down tarafından klinik olarak
tanımlanmıştır. Bu tanımlamadan yüz yıl kadar sonra, Spicer, Rozien, Hallide – Smith ve
arkadaşlarının çalışmalarında belirtildiği gibi Lejeune ve arkadaşları, Down sendromunun
fazladan bir 21.kromozoma bağlı, sayısal bir kromozom anomalisinden kaynaklandığını
göstermişlerdir (2, 5, 16).
Down sendromunun tanısı güç olmamakla beraber, klinik fenotipi gösteren tüm çocuklarda
sitogenetik inceleme yapılmalıdır. Down sendromunun bazı fiziksel özellikleri: mikrosefali
(%50), düz oksiput (%60), santral yerleşimli oksipital saç kıvrımı (%50), küçük kulak
(%95), ensede fazla deri kıvrımı (%80), yukarı çekik gözler (%70), epikantus (%60), düz
burun köprüsü (%60), dar ve kısa damak (%60), dilin dışarıda durması(%50), Brushfield
Lekeleri (%50), kısa ve geniş eller (%70), 5. parmak orta falanks displazisi (%60), Simian
çizgisi (%40–60), tipik dermografizm (%99), ayak 1. ve 2. parmak arasının geniş olması
(%50), hipotoni(%40-80) olarak belirtilebilir (2, 5, 16).
Bu hastalarda, mental retardasyon (%95), gelişme geriliği (%95), konjenital kalp
hastalıkları (%40-75), işitme kaybı (%60), oftalmik sorunlar (doğumsal katarakt) (%60),
epilepsi (%5-10), gastrointestinal malformasyonlar (%5), hipotiroidizm (%5), lösemi,
infertilite (%99 erkeklerde, %30 kızlarda), anovulasyon tabloya eşlik edebilen tıbbi
sorunlardır (16).
Down sendromu; yenidoğan evresinde,
tipik yüz görünümü, hipotoni ve bazı minor
malformasyonlar ile kolaylıkla tanınabilir. Yenidoğan evresinde sıkça rastlanılan bir bulgu
olan hipotoni, yaş ilerledikçe azalır, ancak zeka geriliği de giderek belirginleşir. Mental
gerilik eğitilebilir düzeydedir.
Kardiyak malformasyonlar, Down sendromlu çocuklarda doğum sonrası ilk 2 yılda
mortalite ve morbidite ile yakından ilişkilidir (3, 4) ve bu hastalarda en önemli mortalite
sebebi, konjenital kalp hastalıklarıdır. Bunu enfeksiyonlar, özellikle de akciğer
enfeksiyonları takip eder (2, 5, 16, 17, 18).
2.1. DOWN SENDROMU VE KONJENİTAL KALP HASTALIKLARI
Down sendromu da diğer birçok kromozomal sendrom gibi konjenital kalp hastalıkları ile
yakından ilişkilidir. 21. kromozom üzerindeki kalp gelişimi ile ilgili genlerin triplikasyonu
4
Down Sendromu ile ilişkili konjenital kalp hastalıklarında önemli rol oynar. “American
Academy of Pediatrics” tüm yenidoğan Down sendromlu çocuklarda rutin kardiyak
görüntüleme yapılmasını önermektedir.
Tüm konjenital kalp hastalıklarının %4-10’u Down sendromu ile ilişkili iken, Down
sendromlu vakaların %20-60’ında konjenital kalp hastalığı görülür (17). Down sendromu
nedeni ile hastaneye yatırılan olgularda,
konjenital kalp hastalığı insidansı daha da
yüksektir (%62) (18). Bu malformasyonlar, komplet atriyoventriküler septal defekt
(CAVSD), ventriküler septal defekt (VSD), atriyal septal defekt (ASD), Fallot tetralojisi
(TOF), patent duktus arteriyozus (PDA)’dur (17, 18). Kardiak malformasyonların çoğunu,
endokardial yastık defektleri ve ventriküler septal defektler oluşturur. Yapılan çalışmalara
göre, Down sendromundaki kardiak malformasyonların yaklaşık %36’sı endokardial yastık
defektleri (atriyoventriküler septal defektler), %33’ü de ventriküler septal defektler olarak
karşımıza çıkmaktadır (19). Yapılan otopsi çalışmalarında, endokardiyal yastık
defektlerinin görülme insidansi %60 iken, izole ventriküler septal defekt insidansi %30
olarak bulunmuştur (20). Down sendromu ile diğer kardiak malformasyonların beraberliği
daha azdır (18, 21). Son bulgular göstermiştir ki, Down sendromunda görülen kardiyak
malformasyonlar etnik köken ve yaşanılan coğrafyaya göre de değişiklik gösterir. Örneğin;
ABD ve Avrupa’da CAVSD (%60), Latin Amerika’da ASD (sekundum) (%40), Asya’da
VSD (izole) (%40) daha sık görülür.
Tedavi olmayan olgularda konjestif kalp yetmezliği, pulmoner vaskuler hastalık ve
pulmoner hipertansiyon gelişme insidansları yüksek bulunmuştur (19, 21). Kardiyak
malformasyonu olsun veya olmasın, Down sendromlu çocuklarda pulmoner arter
hipertansiyonunun daha sık oluştuğu ve bu durumun, morbidite ve mortalite üzerine etkili
olduğu belirtilmiştir (22).
2.2. ATRİYOVENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKT
Atriyoventriküler kanal defektleri, atriyoventriküler kapakların normal seviyelerinin
üzerinde ve altında olması gereken atriyoventriküler septumda, eksiklik veya yoklukla
karakterize, atriyoventriküler kapakların değişik seviyelerde anormalliğinin eşlik ettiği
konjenital kardiyak bir malformasyondur. Bu defektler, atriyoventriküler septal defekt
isminin yanısıra; atriyoventriküler defektler, endokardiyal yastık defektleri, ostium primum
5
atriyal septal defektler (interventriküler ilişki yok ise) ve ortak atriyoventriküler orifis
(sadece tek bir atriyoventriküler kapak orifisi var ise) isimlerini de alırlar (23, 24).
Atriyoventriküler septal defektler, tüm konjenital kalp hastalıklarının %3’ünü oluşturur.
Erkek/kız oranı 1,1/1 dir. Down sendromlu olguların yaklaşık 1/3’ü CAVSD, %5’i ise
parsiyel atriyoventriküler septal defekttir (PAVSD).
Atriyoventriküler septal defektlerin tanımlayıcı özellikleri; atriyoventriküler septumda
eksiklik veya yokluk, bunun sonucunda da atriyoventriküler kapakların üzerinde bir ostium
primum defekt ve atriyoventriküler kapakların altında ventriküler septumun inlet (bazal)
bölümünde bir defekt olmasıdır (Şekil 2.2). Genellikle beş veya daha fazla, değişik
büyüklükte atriyoventriküler kapak mevcuttur (25). Atriyoventriküler kanal defektli
hastalarda, aortun atriyoventriküler kapakların üzerinde, normalde olan kama şekli (wedge)
pozisyonunun olmaması karakteristiktir. Bunun yerine aort kapağı eleve ve anteriora doğru
deviye olmuş durumdadır (26, 27, 28). Bu hastalarda sol ventrikül giriş yolu, çıkım yoluna
göre kısalmıştır ve daralmıştır.
Şekil 2.2. Atriyoventriküler septal defekt
6
2.2.1. Normal kalpte atriyoventriküler birleşimin(junction) temel morfolojisi
Atriyoventriküler birleşim terimi, atriyal myokard ile ventriküler myokardın komşu olduğu
alanı ifade eder. Myokardın bu iki segmenti birbirinden fibrofatty atriyoventriküler sulkus
ve annulus fibrosus aracılığı ile ayrılır. Normal kalpte birleşim, sağ ve sol parietal (sırası
ile triküspid ve mitral kapağı çevreler) komponentler ve orifisler arası septal komponentten
oluşur. Bu bölgede septal komponent nispeten küçüktür. Bu durumda, sol ventrikül çıkım
yolu ve aortik kapak halkası, mitral ve triküspid orifislerinin antero-superior limblerinin
ayırımı arasına wedge (kama) şeklinde yerleşir.
Atriyoventriküler birleşimin septal tarafında, triküspid kapak septal leafleti, mitral kapak
leafletine göre apekse daha yakın yerleşir. Dolayısıyla sol ventrikül ile sağ atrium arasına
septumun bir parçası girer. Bu, atriyoventriküler musküler septum olup, atriyoventriküler
membranöz septumdan ayrılmalıdır.
2.2.2. Atriyoventriküler septal defektlerin temel morfolojisi
Atriyoventriküler septal defektlerin morfolojisi,
yukarıda bahsedilen noktalar ele
alındığında normalden 5 temel farklılık gösterirler:
- Birincisi, normal kalbin musküler ve atriyoventriküler yapılarında defekt vardır.
- İkincisi, atriyal ve ventriküler septal yapılar arasında devamlılık yoktur. Ventriküler
septal defekt, tüm inlet bölgeyi kaplayacak şekilde yerleşmiştir.
- Üçüncüsü, normal kalpteki atriyoventriküler orifisten farklı olarak daha çok oval
görünümlü bir atriyoventriküler birleşim mevcuttur ve sol ventrikül çıkım yolu, normal
wedge pozisyonunu kaybetmiştir.
- Dördüncü bulgu, ortak bir atriyoventriküler birleşim mevcuttur. Bu birleşimin septal
atriyoventriküler devamlılığı olmadığı için, atriyoventriküler septal defektin kapakları,
normal triküspid ve mitral kapakla karşılaştırılamaz. Kapak temel liflete sahiptir. Bu 5
lifletli yapı temel olarak common atriyoventriküler orifiste görülür ve orifisi sağ ve sol
atriyoventriküler orifis olarak bölmek üzere düzenlenmiştir. Kapaklar, superior ve
inferior bridging liflet, iki adet mural liflet (biri sol lateralde, diğeri sağ inferiorda) ve
bir adet anterior superior liflet olarak 5 tanedir. Sol tarafta süperior ve inferior olarak
7
iki papiller kas, sağ tarafta medial, anterior ve inferior pozisyonda yerleşmiş üç papiller
kas bulunur. Sol mural liflet, normal mitral kapağın mural lifletinden daha az kalındır
ve sol ventrikülün superior ve inferior papiller kasları arasında uzanır. Antero-superior
ve sağ mural lifletler, sağ ventrikülde bulunur ve temel olarak normal kalpte yerleştiği
gibi yer alır. Buna karşın, geri kalan iki lifletin normal kalpte karşılığı yoktur. Sağ ve
sol ventrikül papiller kasları arasında uzanır. İki ventrikülle de ilişkide olduğu için
septumun üzerinde yer alır. Sağ ve sol ventrikül papiller kasları arasında bulunduğu
için “bridging lifletler” olarak adlandırılırlar. Temel olarak kalbin sol tarafında üç liflet
ve sağ tarafında dört liflet mevcuttur (Şekil 2.3).
Superior Bridging Liflet
Antero-superior Liflet
Ventriküler Septum
Sol Mural
Liflet
Sağ Mural
Liflet
Sağ Ventriküler
Orifis
Sol Ventriküler
Orifis
İnferior Bridging
Liflet
Şekil 2.3. Atriyoventriküler septal defektte liflet yapısı
- Atriyoventriküler
septal
defektin
beşinci
temel
farkı,
ventrikül
kütlesinin
düzenlenmesinde oluşan değişikliklerdir. Normal kalpte, mitral kapağın kalbin
tabanında ve ventrikül apeksinde yapıştığı uzaklık (inlet çap) ile ventrikül apeksine
yapıştığı yerle, outlet septumda yapıştığı uzaklık (outlet çap), birbirine eşittir (26, 27).
Atriyoventriküler septal defekt de ise outlet çapı, inlet çapından önemli ölçüde büyüktür
(Şekil 2.4).
8
Şekil 2.4. İnlet ve outlet çap farkı
2.2.3 Atriyoventriküler septal defektlerin sınıflandırılması
Atriyoventriküler septal defektlerin ayırımı, bazı yazarlar tarafından interventriküler ilişki
bulunup bulunmadığına, kısaca şantın düzeyine göre yapılır. Yazarların çoğu ise, common
atriyoventriküler orifis varlığı (CAVSD) veya bir çıkıntının, interventriküler septuma
bağlanması ile oluşan sağ-sol orifise bölündüğü parsiyel form olarak sınıflandırır. Ayrıca
atriyoventriküler birleşimin atriyal ve ventriküler boşluklarla ilişkisi (dominantlık) ve ek
bozuklukların varlığına göre de sınıflandırılır (26, 27).
Parsiyel atriyoventriküler septal defekt (ostium primum tip atriyal septal defekt)
Superior ve inferior bridging lifletler bir araya gelerek connecting tongue aracılığı ile, ayrı
ayrı sağ ve sol orifisleri oluşturmak üzere birleşirler (Şekil 2.5). Liflet dokuları genelde çok
sıkı olarak ventriküler septuma yapışırlar. Büyük çoğunluğu sol atriyoventriküler kapakta
bir “klefte” sahiptir. Sol ventrikül çıkım yolu atriyoventriküler septal defektlerde görülen
kendine özgü şekildedir.
9
Şekil 2.5. Atriyoventriküler septal defektlerde atriyoventriküler kapak morfolojisi Komplet
atriyoventriküler septal defekt(common orifisli atriyoventriküler septal defekt)
Komplet tip atriyoventriküler septal defektte esas bulgu, hem atriyal hem de ventriküler
düzeyde şant ve ortak bir atriyoventriküler orifisi mevcut olması ile common
atriyoventriküler birleşme noktasının, beş lifletli atriyoventriküler kapakla karşılanmasıdır
(Şekil 2.5). Komplet atriyoventriküler septal defektlerin geleneksel sınıflaması, süperior
bridging lifletin, papiller kas yapışmasına bağlıdır. İlk kez Rastelli tarafından 1966 yılında
tarif edilmiş ve 3 alt gruba ayrılmıştır (25).
TİP A- Superior bridging lifletin büyük bölümü sol ventriküldedir. Ventriküler septumun
krestine sıkıca yapışmıştır ve medial papiller kas tarafından desteklenmektedir.
TİP B- Superior bridging liflet sağ ventriküle daha fazla uzanır. Ventriküler septuma
değil ama, sağ ventrikülden köken alan anormal papiller kasa yapışır.
TİP C- Superior bridging liflet ventrikül üzerinde serbestçe yüzen, ventriküler septal
krestle bağlantısı olmayan bir liflet gibidir. Sağ ventriküle uzanım fazladır (Şekil
2.6).
10
Rastelli tip A
Rastelli tip B
Rastelli tip C
Şekil 2.6. Komplet atriyoventriküler septal defekt alt grupları
2.2.4. Atriyoventriküler septal defektlerde şantın yeri
Atriyoventriküler septal defektlerde şantın yerini belirleyen en önemli unsur, bridging
lifletler ve septal yapılar arasındaki ilişkidir. Bridging lifletlerden biri diğerine bir bağ ile
bağlanırsa (connecting tongue) iki liflet ve bu bağ, ventriküler septum krestinin tepesine
sıkıca bağlanır ve şant yalnız atriyal düzeyde olur. Şayet bridging lifletler ve bağ, atriyal
septumun altına yapışırsa, şant ventriküler düzeyde olur. Bridging lifletler ne atrial ne de
ventriküler kreste yapışmaz ise (floating bridging liflet) şant, hem atriyal hem de
ventriküler düzeyde olur (Şekil 2.7). Lifletler ve bağın septuma bağlanışı ayırıcı bir
özelliğe sahipse “geçiş” veya “intermediate” tip olarak tanımlanabilir. Ancak bu
tanımlama, bazı karışıklıklara yol açabilmektedir. Bu terim bridging lifletlerin birbirine
yaklaştığı, lifletlerin kreste sıkı olarak yapışmasına karşın bu bağın katılmadığı durumu
anlatmak için kullanılmıştır. Bu olgularda common atriyoventriküler orifis olmasına karşın
geçiş atriyal düzeydedir.
Şekil 2.7. Atriyoventriküler septal defektlerde şantın yeri
11
2.2.5. Atriyoventriküler septal defektlerde sol ventrikül çıkım yolu
Anterior ve unwedged pozisyonu nedeni ile sol ventrikül çıkım yolu, obstrüksiyonlara
duyarlıdır. Çıkım yolunun uzunluğu ve darlığın miktarı, superior bridging lifletin, septal
kreste sıkı sıkı yapıştığı parsiyel atriyoventriküler septal defektlerde daha belirgindir.
Normal kalpte subaortik darlık oluşturan herhangi bir lezyon, atriyoventriküler septal
defektli hastalarda daha büyük bir sorun oluşturabilir. Bu lezyonlar septal bulging,
subaortik membran veya tünel şeklinde darlık, sol ventrikül papiller kasının anormal
yapışması ve fibroz doku çıkıntılarıdır.
2.2.6. Atriyoventriküler septal defektlerde atriyoventriküler iletim dokusu
Tüm atriyoventriküler septal defekt tiplerinde, atriyoventriküler iletim sistemi aynı temel
bozuk yerleşimi gösterir. Temel sorun, atriyoventriküler septal dokuların bulunmamasıdır.
Normal kalpte, bu alanda atriyoventriküler düğüm penetrating dal halini alır.
Atriyoventriküler septal defekt nedeni ile atriyal septumun inferior limbusu, ventriküler
septumla yalnızca crux bölgesinde ilişki kurar. Bu nedenle atriyoventriküler iletimin geçişi
yalnızca crux bölgesinde olur. Tüm nodal bölge, posterior ve inferiora doğru yer değiştirir.
Burada da üçgen, çok net belli olmakla beraber normal “Koch üçgeni” ile aynı değildir.
Yine de penetre eden dal konusunda önemli bir kılavuz görevi görür. Arkaya doğru deviye
olmuş penetrating bundle, uzamış non-penetrating bundle, inlet septumun krestinde veya
sol tarafında inferior bridging liflet tarafından çevrelenmiştir. Sağ ve sol dallar ise,
normalde olduklarından daha posterior yerleşim gösterirler (Şekil 2.8).
Şekil 2.8. Atriyoventriküler septal defektte atriyoventriküler iletim sistemi
12
2.2.7. Eşlik eden lezyonlar
Anatomik olarak mümkün ise, her türlü defekt atriyoventriküler septal defekte eşlik
edebilir. Atriyal septal defekt ve sol ventrikül çıkım yolu darlıkları daha sık belirlenir.
Özellikle atriyal izomerizm varlığında çift çıkımlı sağ ventrikül olasılığı yüksektir. Fallot
tetralojisi ve pulmoner stenoz da sık rastlanabilen ek anomalilerdendir (29).
2.2.8. Ventrikül dominansı
Atriyoventriküler septal defektlerin çoğunda, ayrı sağ-sol ya da common orifis varlığında,
sağ ve sol atriyoventriküler birleşim çapları ile ventrikül çapları aynı boyuttadır. Sık
görülen bu tip ‘’dengeli tip” olarak adlandırılır. Sağ ventrikül dominansı olanlarda tipik
olarak, sol ventrikül ve aortik yapıların hipoplazisi, sol ventrikül dominansı olanlarda ise,
tipik olarak sağ ventrikül ve pulmoner arter hipoplazisi mevcuttur.
2.2.9. Klinik seyir, ameliyat endikasyonları ve teknikleri
Parsiyel tip: Çocuklukta klinik gidişi belirleyen en önemli parametre, mitral yetmezliğin
derecesidir. Mitral yetmezliğin derecesine bağlı olarak nefes darlığı, sık akciğer
enfeksiyonu ve yorgunluk gibi belirtiler ortaya çıkar. Pulmoner vasküler hastalık bu tip
atriyoventriküler septal defektde sık görülen bir bulgu değildir. Konjestif kalp yetmezliği
%20 oranında görülmektedir. Sternum sol alt kenarında triküspid kapaktan geçen artmış
kan akımına bağlı olarak mid-diastolik üfürüm ve mitral yetmezliğe bağlı apeksten koltuk
altına yayılan sistolik üfürüm duyulur.
Telekardiyografide, kardiyotorasik oran büyümüş ve bronkovasküler dallanma artmıştır.
Elektrokardiyografide, sol aks deviasyonu ve PR mesafesi uzaması sık görülen bir başka
bulgudur. Eğer kalp yetmezliği bulguları gelişmemişse,
uygundur.
Kalp
yetmezliği
tabloyu
ağırlaştırmış
anaokulu çağında ameliyat
ise,
ameliyat
zamanı
için
beklenmemelidir.
Komplet tip: Komplet tip atriyoventriküler septal defektde esas problem, kalp yetmezliği
ve pulmoner vasküler hastalık gelişimidir. Olguların çoğunda belirtiler ilk bir yaş içinde
ortaya çıkar. Gelişme geriliği, ciddi kalp yetmezliği ve sık akciğer enfeksiyonu başlıca
belirtilerdir. Tandon ve arkadaşlarının otopsi çalışmasında 91 CAVSD ‘li olgunun,
13
yaşamın birinci yılında öldüğü saptanmıştır (30). Newfield ve arkadaşlarının çalışmasında
ise, pulmoner vasküler hastalığın hayatın ilk yılında geliştiği ve bunun önlenebilmesi için
yaşamın ilk yılında tedavi edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır (31).
Fizik muayenede; inspeksiyonda, prekordial bölge kabarık ve hiperaktifdir. Palpasyonla
trill alınabilir. Oskültasyonda, sternum sol alt kenarında, 3-5 / 6 pansistolik üfürüm,
apekste, common atriyoventriküler kapaktan artmış kan akımına bağlı olarak mid diastolik
üfürüm duyulabilir.
Telekardiyografide, kalp bütünü ile büyümüş, pulmoner arter belirginleşmiş ve akciğer
damar gölgeleri artmıştır. Elektrokardiyografide en sık rastlanılan bulgu, P-R mesafesinde
uzama, sağ ve sol ventrikül hipertrofileridir.
Pulmoner vasküler rezistansın 10 U/ m2’nin üzerinde olması, ameliyat için bir
kontrendikasyon teşkil etmektedir. Pulmoner vasküler rezistansın 6-8 U/m2 olduğu 3-6
aylık olgular bir an önce opere edilmelidir.
Parsiyel atriyoventriküler septal defekt onarımı
Assendan aorta kanülasyonu ve bikaval kanülasyon yapmak sureti ile kardiyopulmoner bypass temin edildikten sonra, genel hipotermi ve kardiyoplejik arrest altında sağ atriyum,
sağ aurikula ile inferior vena cava doğrultusunda oblik insizyonla açılır. Özellikle
infantlarda, kardiyoplejik solüsyon koroner sinüsden aspire edilerek genel dolaşıma
karışım önlenir. Foramen ovale yoluyla sump kateter yerleştirilerek, sol atriyum ve sol
ventrikül dekomprese edilir. Bu işlem, total by-passa geçildikten sonra hipotermi nedeniyle
kalbin fibrile olması durumunda, aortaya klemp konulmadan önce sağ atriyotomi yoluyla
temin edilerek, ventriküler distansiyondan kaçınılmalıdır. Sağ atriyum açıldıktan sonra,
saline enjeksiyonu yapmak sureti ile kapaklar muayene edilerek kapağın yapısı ve kleft
dikkatle incelenir. Kleft tek tek dikişlerle onarıldıktan sonra, daha önceden alınmış ve
gluteraldehit ile sertleştirilmiş otojen perikard, uygun şekilde kesilir ve pürüzsüz yüzeyi
kalbin sol taraftaki boşluklarına bakacak şekilde ve ostium primum defekti kapatılmak
üzere prolen dikişlerle devamlı dikiş tekniğine uygun olarak dikilmeye başlanır. İleti
sisteminin yeri akılda tutulmalıldır. Koroner sinüs, konulan otojen perikard yamanın
altında olacak tarzda, genellikle sol atriyum tarafında bırakılmış olur.
14
Komplet atriyoventriküler septal defekt onarımı
Kardiopulmoner by-pass temin edilerek atriyumun açılması ve perikardın hazırlanması
parsiyel tipteki gibidir. CAVSD tamirinde esas amaç, dacron yama ile ventriküler septal
defektin kapatılması, ortak atriyoventriküler kanalın bu yamanın krestine dikilmesi ve
atriyal septal defektin, otojen perikard yama ile kapatılmasının gerçekleştirilmesidir (32).
Atriyum açıldıktan sonra kapakların mimarisi, koaptasyonları, yetmezlik durumunun
varlığı ve anterior superior bridging leafletin straddlingi incelenir. Dacron yama uygun
boyda kesildikten sonra ventriküler septal defekt, posterior annulustan başlamak sureti ile
kapatılır. Dikişler defektin boyutundan daha geniş olarak, defektin şekline uygun
hazırlanan dacron bir yamadan geçirilir ve yama yerleştirilerek dikişler bağlanır. İleti
sistemine zarar vermemeye özen gösterilmelidir. Bir diğer önemli nokta da, kullandığımız
dacron yamanın kapak koaptasyonuna zarar vermemesine dikkat etmektir. Ventriküler
septal defekt kapatıldıktan sonraki aşama, otojen perikard ile atriyal septal defekti
kapatmaktır. Bu işlem de PAVSD kapatılması gibidir. CAVSD’ de tarif edilen ve
kliniğimizde de kullanılan bu teknik, çift yama tekniğidir. Bir diğer teknik Mc Mullan ve
arkadaşları tarafından tarif edilen tek yama tekniğidir (33). Bu teknikte,
genişçe bir
perikard veya dacron yama alınarak, daha önceden anlatıldığı şekilde ventriküler septal
defekt kapatılır. Ventriküler septal defekt kapatıldıktan sonra yama, sağ atriyum tarafına
ilerletilerek, koroner sinüs solda kalacak şekilde atriyal septal defekt kapatılır. (Şekil 2.9)
A
B
Şekil 2.9. A-Tek yama tekniği ve B-Çift yama tekniği
15
2.2.10. Postoperatif bakım
Preoperatif pulmoner hipertansiyonu hafif, kalp yetmezliği kontrol altında olan, ilave
anomalisi olmayan PAVSD’li olguların, postoperatif dönemleri sakin seyreder. Buna
karşın, yüksek pulmoner basınç ve rezistans, önemli kalp yetmezliği ve bunlara bağlı
pulmoner komplikasyonlar ve gelişme geriliği gösteren bir yaş altındaki CAVSD’li
olgularda, postoperatif dönem, en az ameliyat evresi kadar önemli bir dönemdir. Bu
olgularda ameliyat sırasında, pulmoner arter veya pulmoner çıkımda darlık yok ise, sağ
ventriküle mutlaka kateter yerleştirilerek, postoperatif dönemde pulmoner arter basıncının
monitorize edilmesi gerekir. Değişen derecelerde inotrop ihtiyacı ve diüretik, rutin olarak
uygulanmalıdır. Pulmoner hipertansif kriz riski gözönünde bulundurularak, olguların olası
hipoksi sebepleri dikkatle gözden geçirilmelidir. Uygun sedasyonla, emosyonel stres gibi
pulmoner hipertansif krizi provoke eden faktörler ortadan kaldırılmalıdır. Persistan
pulmoner hipertansiyon ve/veya pulmoner hipertansif kriz, postoperatif dönemde akut kalp
yetmezliği ve ölüme neden olan en önemli komplikasyondur.
Pulmoner hipertansif kriz, pulmoner basıncın akut olarak sistemik seviyelere ulaşması,
sistemik kan basıncının düşmesi ve oksijen satürasyon düşüklüğü ile seyreden malign
klinik bir sendromdur. Bu yönüyle, krize aday olgularda, pulmoner basınç eğrisi yakından
gözlenerek, olguların sedatize halde, mekanik ventilatör tedavide tutulmaları gereklidir.
Ventilasyonda olacak aksaklık, uyumsuzluk, bronşlara aspirasyon ve emosyonel
değişiklikler, krizi tetikleyen nedenlerdir. Ameliyat yaşı ile pulmoner hipertansif krizler
arasında doğru orantı vardır. Bu olgularda, pulmoner vazodilatör tedavi, krizleri önlemede
ve kontrolde tutmada önemlidir. Bunun için nitrik oksit tedavisi, perlinganit, sildenafil gibi
ajanlar kullanılmaktadır.
Ameliyat sonrası ritim problemleri, ortaya çıkması en muhtemel komplikasyonlardandır.
Olgulara geçici pacemaker teli her zaman rutin olarak konulmalıdır. Kalp yetmezliği için
gerekli medikal tedavinin yanı sıra, olası kapak yetmezliklerinin belirlenmesi amacı ile
aralıklı olarak ekokardiografik değerlendirme yapılmalıdır.
2.3. DOWN SENDROMU VE PULMONER VASKÜLER HASTALIK
Down sendromlu olgularda pulmoner vasküler hastalık, soldan sağa şantlı hastalıklarda,
özellikle de CAVSD ve büyük VSD gibi erken dönemde pulmoner vasküler hastalığın
16
gelişebileceği olgularda, ciddi bir morbidite ve mortalite nedeni olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu grup olgularda hayatın ilk 6 ayı, pulmoner vasküler hastalık gelişme
ihtimali de gözönünde bulundurulduğu zaman, ameliyat için en iyi zaman olarak kabul
edilmektedir (34, 35, 36). Pulmoner vasküler hastalık, persistan pulmoner hipertansiyon
veya pulmoner hipertansif kriz olarak karşımıza çıkabilmektedir. Persistan pulmoner
hipertansiyon ve/veya pulmoner hipertansif kriz, postoperatif dönemde akut kalp
yetmezliği ve ölüme neden olan en önemli komplikasyonlardan biridir. Pulmoner
hipertansif kriz, pulmoner basıncın akut olarak sistemik seviyelere ulaşması, sistemik kan
basıncının düşmesi ve oksijen satürasyon düşüklüğü ile seyreden malign klinik bir
sendromdur.
Down sendromlu olgular, pulmoner vasküler hastalık gelişimi için ayrıca bir risk
altındadırlar (37). Böyle olmasının sebebi, bu olgu grubunun sıklıkla üst hava yolları
obstrüksiyonuna uğramaları ve rekürren pulmoner enfeksiyonlara maruz kalmalarıdır. Bu
durum da, alveoler hipoventilasyon ve pulmoner doku hasarına yol açmaktadır. Pulmoner
arteriyollerdeki incelmiş media tabakası ve alveol sayısının azalması, pulmoner vasküler
hastalığı arttırmaktadır (38).
Clapp ve arkadaşları, 1 yaşın altında kateter çalışması yapılan olguları incelemişler ve
Down sendromu olan olgular, normal kromozomlu olgularla kıyaslandığında, daha yüksek
PVRİ (pulmoner vasküler rezistans indeksi) ve pulmoner kan akımında daha az yükselme
tespit etmişlerdir. Clapp ve arkadaşları kronik üst hava yollarının obstrüksiyonunun,
pulmoner vasküler hastalık gelişiminde olası bir katkısı olabileceğini söylemektedirler.
Ayrıca kendi serilerinde çarpıcı bir bulgu olarak Down sendromlu olguların bir yaşına
varmadan önce, pulmoner vasküler hastalık geliştirdiğini bildirmişlerdir (34). Hawort ile
Hislop ve arkadaşlarının yaptıkları klinik çalışmalarda büyük kardiyak septal defektlerde
iki tip pulmoner vasküler reaksiyon gösterildiği bildirilmiştir (39, 40). İlk tipte (olguların
büyük çoğunluğunu oluşturan tip), postnatal dönemde normal olarak gözlenen pulmoner
arter düz kasının regresyonu, sol-sağ şant ve değişen derecede konjestif kalp yetmezliği
izlenmektedir. İkinci ve daha az olarak rastlanan tipte ise, doğumdan sonra pulmoner arter
düz kas hücresi gerilemez ve pulmoner kan akımındaki artışı engelleyecek şekilde
pulmoner vasküler direnç yüksek kalır. Down sendromlu olgularda da PVRİ’nin yüksek
olması, ikinci tipe uymaktadır. Ancak bu durum aynı zamanda normal kromozomlu
olgularda da olabilmektedir. Bir yaşın altındaki olgularda,
17
preoperatif kateter
çalışmalarında eğer PVRİ yüksek ise, bu hastalar ameliyat için yüksek riskli hasta
grubundadırlar.
Atriyoventriküler septal defektli, Down sendromlu olgularda, pulmoner vasküler hastalık
bakımından bir diğer özelliği de belirtmek gerekir: Bazı Down sendromlu olgular, ikinci
dekadda bile başarılı bir ameliyat sonrası dönem geçirirken, bazı olgular hayatın ilk 6
ayında opere oldukları halde, pulmoner vasküler hastalık sebebi ile hayatlarını
kaybetmektedirler. Bu durumda bir başka predispozan faktör daha ortaya çıkmaktadır.
Daha önceki çalışmalarda belirlendiği gibi, Rastelli tip A’ ya sahip hastalarda, tip C ‘ye
göre daha dar bir sol ventrikül çıkım yolu (LVOT) ve daha geniş bir sağ ventrikül çıkm
yolu (RVOT) mevcuttur.
Bu, hemodinamik durumu etkileyebilmektedir. Suzuki ve
arkadaşlarının çalışmasında, Down sendromlu ve Rastelli Tip A’ daki olgular, pulmoner
vasküler hastalık için risk altındadır (41). Hals ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada,
CAVSD olan, Down sendromlu olgularda, 1 yaş altında sabit olarak yüksek pulmoner
vasküler rezistansın varlığı gösterilmiştir (42). Daha önce yapılmış bir çalışmada, Soudon
ve arkadaşlarının makalesinde de benzer sonuçlar alınmıştır (43).Yamaki ve arkadaşlarının
çalışmasında, 21 Down sendromlu ve 20 Down sendromu olmayan, basit kardiyak
anomalili olgularda, küçük pulmoner arteriyollerde intimal değişiklikler ve medial
kalınlaşma incelendiğinde; Down sendromlu olgularda daha erken intimal değişiklikler
olduğu, intimal değişikliklerin daha ciddi olduğu, kontrol grubu ile aynı pulmoner arter
basınçlarında, pulmoner arterin media tabakasının daha ince olduğu ancak basınç
değişimlerine karşı hipertrofi ile cevap verdiği bildirilmiştir. Sonuç olarak,
Down
sendromunda erken intimal değişikliklerden ve pulmoner hipertansiyondan sorumlu olan
faktörün, pulmoner arter basınç yükü olduğu vurgulanmıştır (44).
18
3. OLGULAR ve YÖNTEM
Bu çalışma, Başkent Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Araştırma Kurulu tarafından
06/09/2011 tarihinde onaylanmış (Proje no: KA11/170) ve Başkent Üniversitesi Araştırma
Fonunca desteklenmiştir.
Çalışmaya dahil edilen olguları, Ocak 2006 – Aralık 2010 tarihleri arasında, CAVSD
tanısı ile, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp – Damar Cerrahisi Anabilim Dalı
tarafından izlenen ve açık kalp cerrahisi ile tedavileri gerçekleştirilen 84 birey oluşturdu.
Tam düzeltme operasyonu yapılan olgular, iki ana gruba ayrılarak, retrospektif olarak
değerlendirildi.
GRUP A; Down Sendromlu CAVSD nedeni ile, açık kalp cerrahisi yöntemiyle tam
düzeltme operasyonu yapılan 34 olguyu içermektedir.
GRUP B; Kontrol grubu olarak değerlendirilen gruptur. Down Sendromu saptanmayan
CAVSD
nedeni
ile
açık
kalp
cerrahisi
yöntemiyle
tam
düzeltme
operasyonuyapılan 50 olguyu içermektedir
Hastaların ortalama yaşları 6,9 ± 5,05 ay (median 6 ay) olup, 2 ile 32 ay arasında
değişmektedir.
Ortalama yaş: Grup A’da 6,6 ± 4,1 ay
Grup B’de 7,26 ± 5,6 ay
Tam düzeltme yapılan 84 olgunun 77’si 1 yaşın altında idi (%91,6).
Değerlendirilen 84 olgunun ortalama kilosu, 5,69 ± 1,96 kg dır.
Hastaların kilo kaybı, dispne olup olmaması, efor kapasiteleri, terleme, sık akciğer
enfeksiyonu geçirip geçirmedikleri, ek hastalıkların var olup olmadığı incelendi.
19
Fizik muayenede akciğer sesleri, kardiyak oskültasyon, hepatomegalinin varlığı
değerlendirildi.
Telekardiyografide pulmoner vaskülarite incelendi. Değerlendirme tek elden ve hastanın
hangi gruptan olduğu bilinmeden yapıldı
Ekokardiografik inceleme ile; atriyal situs, kalbe dönen büyük venlerin durumu,
atriyoventriküler ve ventriküloarteriyel ilişkiler, interatriyal ve interventriküler ilişkilerin
varlığı, sağ ve sol ventrikül boyutları, çıkım yolları, kapak yetmezlikleri ölçümleri MMode renkli Doppler ve iki boyutlu transtorasik ekokardiyografi ile değerlendirildi.
Olguların preoperatif kateter çalışmalarında; pulmoner arter sistolik, diastolik ve ortalama
basınçları, aortanın sistolik, diastolik ve ortalama basınçları, pulmoner vasküler rezistans
ve sistemik vasküler rezistans indeksleri değerlendirildi. Sol ventrikül anjiografisi
yapılarak interventriküler ilişki ve sol atriyoventriküler kapak kaçağı değerlendirildi
Olguların intraoperatif değerlendirmesinde, kardiopulmoner by-pass süreleri ve aortik
kross- klemp zamanları incelendi.
Operasyona alınan olguların tümü, 5 kanallı EKG, nabız oksimetresi ve invazif kan basıncı
ölçümü ile monitörize edildi.
Anestezi indüksiyonunda hastalara fentanyl 10 µg/kg, i.v. verildi. Entübasyondan önce
yeterli kas gevşekliğini sağlamak amacıyla 0,1 mg/kg veküronyum i.v. ve sevofluran
maksimum dozda 2 MAC (minimum alveoler konsantrasyon) kullanıldı. Entübasyonu
takiben, anestezinin devamı için fentanyl 10 µg / kg / saat ve %50 oksijen / hava karışımı
içinde izofluran %0.8 - 1.2 kullanıldı.
Ameliyat boyunca olgular basınç kontrollü olarak tidal volüm 6-8 ml / kg. ve inspirasyon
ekspirasyon oranı ½ olacak şekilde PEEP uygulanmadan ventile edildi. Solunum sayısı
end–tidal CO2 değeri 30-40 mmHg olacak şekilde ayarlandı.
İnvaziv kan basıncı monitörizasyonu için radial arter, santral ven kateterizasyonu için ise
sağ internal juguler ven kullanıldı. Ameliyat sırasında vücut ısısı takibi rektal termometre
probu aracılığıyla yapıldı.
20
Erken postoperatif evrede, olguların ihtiyaç duydukları inotrop destek, aldıkları inotrop
ajanın türüne, birden fazla inotrop ajan alıp almadığına ve inotrop ihtiyacının ne kadar süre
devam ettiği tespit edilerek gruplandırılmıştır. İnotrop ihtiyacı olgunun hemodinamik
durumuna göre ayarlanmış olup hemodinamik olarak stabil olan tüm olgularda dopamin 5
mikrogram/kg/dk rutin olarak başlanmaktadır. Yeterli kan basıncına ulaşılamamış
olgularda dopamin dozu arttırılmıştır (5-10 mikrogram/kg/dk). Maximum inotrop destek
ihtiyacı gösteren ve yeterli hemodinaminin sağlanamadığı olgulara 10-15 mikrogram/kg/dk
dopamin, 10 -20 mikrogram/kg/dk enoksimon ve 0,01-0,1 mikrogram/kg/dk adrenalin
infüzyonları uygulanmıştır. Entübasyon süreleri, re-entübasyon yapılıp yapılmadığı, yoğun
bakım kalış süresi, postoperatif gelişen akciğer enfeksiyonu, perikardiyal efüzyon, plevral
effüzyon, ritim problemi, reoperasyon olup olmaması araştırıldı ve gruplar arasında
kıyaslanarak değerlendirildi. Down sendromu olup da cerrahi düzeltme yapılan olgularda,
Down sendromu olmayan ve cerrahi düzeltme yapılan olgulara göre ameliyat sonrası
dönemde yukarıda sayılan parametreler baz alındığında bir fark olup olmadığı araştırıldı.
Ekstübasyon kriterleri olarak olgunun uyanıklığının ve kooperasyonunun iyi olması, yeterli
hemodinamik stabilitesinin olması, toraks drenaj tüplerinden kabul edilebilir bir drenajının
olması, akciğer filminde ekstübasyona mani olacak atelektazi, plevral ve mediastinal sıvı
birikiminin olmaması, kan gazlarında parsiyel oksijen ve karbondioksit değerlerinin, asit –
baz dengesinin makul düzeylerde olması, laboratuvar değerlerinde herhangi bir anormallik
saptanmaması ve olası bir pulmoner hipertansif krizi tahmin etmekte yardımcı olacak olan
pulmoner arter kateter monitorizasyonunda pulmoner arter basınçlarının yüksek olmaması
olarak belirlendi.
Reentübasyon kriterleri; olgunun solunum güçlüğünün olması, monitorizasyonda
saturasyon
düşüklüğünün
saptanması,
ciddi
hemodinamik
instabilite,
kan
gazı
çalışmalarında asidoz ve parsiyel oksijen ve karbondioksit değerlerinde hastanın aleyhinde
değişme olması ve pulmoner hipertansif kriz olarak belirlendi. Pulmoner arter basıncının
akut olarak sistemik seviyelere ulaşması, sistemik kan basıncının düşmesi ve oksijen
satürasyon düşüklüğü ile seyreden tablo pulmoner hipertansif kriz olarak nitelendirildi.
Tüm olgularda göğüs drenaj tüpleri ameliyattan en az 1 gün sonra, drenaj miktarı günlük
50 cc veya altında olunca ve fizik muayene ile akciğer filminde pnömotoraks ve sıvı
birikimi saptanmadıysa çekildi.
21
Pulmoner hipertansif kriz, enfeksiyon, perikardiyal effüzyon, plevral effüzyon, böbrek
fonksiyon bozukluğu, reoperasyon ve ritm sorunları postoperatif morbidite olarak kabul
edildi.
Olguların kısa dönem izlemlerinde, semptomlar değerlendirildi, fizik muayeneleri yapıldı.
Sağ ve sol ventrikül boyutları, çıkım yolları, kapak yetmezlik ölçümleri M-Mode, renkli
doppler ve iki boyutlu transtorasik ekokardiyografi ile değerlendirildi. Olgularda residüel
ventriküler septal defekt, residüel interatriyal şant, sağ ve sol kapak yetmezlikleri olup
olmadığı araştırıldı.
3.1 İSTATİKSİKSEL ÇALIŞMA
Çalışmada kullanılan ve olgulardan elde edilen değişkenlerin dağılımı bilgisayar ortamında
sınıflandırıldı. SPSS v 18,0 (Statistical Package for the Social Sciences for windows,
version 18,0) programı kullanılarak istatistiksel sonuçlar elde edildi.
Sayısal değişkenler, ortalama ve ± 1SD sapması ile verildi. Gruplar arası farklılıklar,
sayısal değişkenler için Mann-Whitney U testi ile, nitelik değişkenler ise ‘’ki-kare’’testi ile
değerlendirildi. Grup A ve grup B de belirlenen parametreler, tüm olgular arasında
kıyaslanarak değerlendirildi. İstatistiksel önemlilik, p değerinin 0,05‘in altında olduğu
durumlarda (p<0,05), var olarak kabul edildi.
22
4. BULGULAR
Gruplar arasında preoperatif değerlendirme yapıldığında, grup A ve grup B’ deki olgularda
yaş ve ağırlık açısından farklılık saptanmadı. Tam düzeltme yapılan 84 olgunun 77’si 1
yaşın altında idi (%91,6) (Tablo 4.1).
Tablo 4.1. Gruplara göre 1 yaşın altında opere olmuş hasta sayıları
CAVSD
Grup A (1 yaş altı hastalar)
32 (%94,1)
Grup A (toplam hasta sayısı)
34
Grup B (1 yaş altı hastalar)
45 (%90)
Grup B (toplam hasta sayısı)
50
Dispne, efor kapasitesi, morarma, akciğer enfeksiyonunu sık geçirme açısından iki grup
arasında, istatistiksel anlamlı fark saptanmazken, grup B’deki olgularda, terleme ve kilo
almada güçlük yakınmasının istatistiksel açıdan belirgin fazla bulunduğu saptandı (p < 0,05).
Grup B’de, 50 olgunun 26’ sında (%52), Grup A’da ise 34 olgunun 11’inde (%32,3) kilo
alamama yakınması belirlendi. Gruplardaki preoperatif semptomların değerlendirilmesi
Tablo 4.2 de özetlenmiştir.
Tablo 4.2. Grup A ve grup B de preoperatif semptomların analizi
Yorulma
Morarma
Dispne
Sık akciğer
enfeksiyonu
Kilo
alamama
Terleme
Grup A
22 (%64,7)
9 (%26,4)
21 (%61,7)
14 (%41,1)
11 (%32,3)
23 (%67,6)
Grup B
41 (%82)
11 (%22)
33 (%66)
21 (%42)
26 (%52)
46 (%92)
Grup A ve Grup B’deki olgular preoperatif belirlenen ek anomalilerle birlikte
değerlendirildiğinde; Grup A’da 7 olguda patent duktus arteriozus, 1 olguda çift vena cava
23
superior tabloya eşlik ediyordu. Grup B’de ise 3 olguda patent duktus arteriozus, 2 olguda
çift vena cava superior, 3 olguda pulmoner stenoz, 1 olguda sağ atrial izomerizm, 2 olguda
aort koarktasyonu ve 1 olguda fallot tetralojisi mevcut idi.
Olgularda preoperatif kapak yetmezlikleri incelendiğinde; Grup A’da 3 olguda ikinci
derece sağ atriyoventriküler kapak yetmezliği, 4 olguda ikinci derece sol atriyoventriküler
kapak yetmezliği ve 6 olguda minimal sağ ve sol atriyoventriküler kapaklarda yetmezlik
saptandı. Grup B’de ise 1 olguda üçüncü derece sol atriyoventriküler kapak yetmezliği, 1
olguda ikinci derece sağ atriyoventriküler kapak yetmezliği, 2 olguda üçüncü derece sağ ve
sol atriyoventriküler kapak yetmezliği saptandı.
Fizik muayene ve ekokardiyografik inceleme ile, Grup A’daki olgularda kalp yetmezliği
Grup B’ye göre daha az bulundu ve bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0,05). Her
iki gruptaki kalp yetmezliği oranlarının dağılımı Tablo 4.3 de izlenmektedir.
Tablo 4.3. Preoperatif kalp yetmezliğinin gruplara göre dağılımı
Grup A
Grup B
34
50
7 (%20,5)
22 (%44)
Toplam olgu sayısı
Kalp yetmezliği olan olgular
Olguların preoperatif telekardiyografilerinde vaskülarite değerlendirildiğinde, Grup A’da
vaskülarite artımının daha fazla olduğu saptandı (p<0,05).
Yapılan preoperatif kateter çalışmaları sonucunda, aorta sistolik ve diastolik basınçları
grup A’da grup B’ye nazaran daha yüksek bulunmuştur ancak bu durum istatistiksel olarak
anlamlı değildir (p>0,05).
Grup A’daki olgularda, pulmoner arter sistolik ve ortalama basınçları ile pulmoner arter
basıncının aorta basıncına oranı grup B’ye nazaran daha yüksektir. Bu bulgular istatistiksel
olarak anlamlıdır (p < 0,05).
Pulmoner vasküler direnç ölçüldüğünde, Grup A’daki olgularda PVRİ, Grup B’deki
olgularla kıyaslandığında, daha yüksek bulunmuştur (p<0,05).
24
Grup A ve Grup B’deki olguların kateter bulguları sonuçlarının birbiri ile kıyaslanarak
değerlendirilmesi Tablo 4.4’de izlenmektedir.
Tablo 4.4. Olguların katater bulgularının karşılaştırılması
Grup A
Grup B
P
PAS
57,2 ± 19,6
52,3 ± 24,4
P < 0,05
PAM
39,0 ± 15,3
34,3 ± 16,9
P < 0,05
AoS
97,1 ± 19,3
85,4 ± 17,7
P > 0,05
AoM
77,8 ± 16,1
67,5 ± 11,4
P > 0,05
PAS/AoS
0,73 ± 0,33
0,64 ± 0,35
P < 0,05
PAM/AoM
0,61 ± 0,29
0,52 ± 0,27
P < 0,05
PVRİ
3,45 ± 2,7
2,96 ± 1,67
P < 0,05
QP/QS
2,95 ± 1,4
2,74 ± 1,06
P > 0,05
Olguların intraoperatif değerlendirilmeleri amacıyla kardiyopulmoner by-pass ve aortik
kros-klemp süreleri ayrı ayrı belirlenerek birbirleriyle kıyaslandı. Sürelerin kıyaslanması
tablo 4.5 de gösterilmiştir, süreler açısından gruplar arasında istatistiksel anlamlı bir fark
saptanmadı (p>0.05).
Tablo 4.5. Gruplara göre kardiyopulmoner by-pass ve aortik kros-klemp süreleri
CPB
KROS-KLEMP
Grup A
89,9 ± 15,1
71,6 ± 26,2
Grup B
106,1 ± 54,1
69,7 ± 14,3
P değeri
0,2 (p>0,05)
0,8 (p>0,05)
Olgular, postoperatif erken evrede aldıkları inotrop ajan desteğine göre değerlendirildi.
Uygulanan destekte, inotrop ajan dozları 3 gruba bölünmüştür. Grup A ve Grup B’de
alınan inotrop miktarları ve gruplara olan dağılımı tablo 4.6’da gösterilmiştir.
Tablo 4.6. Gruplara göre inotrop ajan alma oranları
Grup A
Grup B
10 (%29,4)
29 (%58)
5-10 µg/kg dopamin
16 (%47)
15 (%30)
Maximum inotrop doz
8 (%23,5)
6 (%12)
5 µg/kg dopamin
25
Bulgulara göre, grup A’daki olgular grup B’ye göre daha fazla inotrop ihtiyacı gösterdi.
Bu durum, istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05).
Olguların erken postoperatif izlemlerinde; entübasyon zamanları, yoğun bakım kalış
süreleri ve toplam yatış süreleri incelendi. Bulgular tablo 4.7’de izlenmektedir.
Tablo 4.7. Grup A ve grup B de entübayon, yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri
ENTÜBASYON
SÜRESİ (saat)
YOĞUN BAKIM KALIŞ
SÜRESİ (gün)
TOPLAM YATIŞ SÜRESİ
(gün)
GRUP A
32,3 ± 23,1
4,3 ± 3,1
13,2 ± 8,3
GRUP B
26,2 ± 19,5
3,7 ± 2,1
12,5 ± 10,1
Bu bulgulara göre kıyaslanan süreler grup A’da uzun olarak saptandı. Entübasyon ve
yoğun bakımda kalış süreleri grup A’da uzun olmasına karşın, istatistiksel olarak anlamlı
bulunmadı (p>0,05).
Grup A’da 9 olgu reentübe edildi (%26,4). Entübe edilen olguların reentübasyon nedeni
olarak; 2 olguda akciğer enfeksiyonu, 2 olguda pulmoner hipertansif kriz, 3 olguda ciddi
solunum sıkıntısı ve 2 olguda da arteriyel kan gazında parsiyel oksijen basıncı ve
saturasyon düşüklüğü olarak saptandı.
Grup B’de ise 11 olguya (%22) reentübasyon gerekli oldu. Reentübasyon nedenleri; 1
olguda akciğer enfeksiyonu, 4 olguda pulmoner hipertansif kriz, 3 olguda ciddi solunum
sıkıntısı, 3 olguda ise arteriyel kan gazında parsiyel oksijen basıncı ve saturasyon
düşüklüğü olarak belirlendi.
4.1. MORBİDİTE
Tüm olgularda postoperatif dönemde pulmoner hipertansif kriz, böbrek yetmezliği, plevral
effüzyon, perikardiyal effüzyon, reoperasyon, ritim sorunları ve enfeksiyon incelendi.
Bulgular tablo 4.8’de izlenmektedir.
26
Tablo 4.8. Postoperatif komplikasyonlar
Grup A
Grup B
Pulmoner hipertansif kriz
4
6
Böbrek yetmezliği
2
3
Plevral effüzyon
-
2
Perikardiyal effüzyon
1
1
Pnömotoraks
1
-
Reoperasyon
1
1
Ritim problemleri
4
13
Enfeksiyon
5
7
18 (%52,9)
33 (%66)
Toplam
Enfeksiyon başlığı altında akciğer enfeksiyonu, mediastinit, sepsis ve idrar yolu
enfeksiyonu değerlendirildi. Grup A’daki olguların 1’inde sepsis, 1’inde idrar yolu
enfeksiyonu ve 3’ünde akciğer enfeksiyonu saptandı. Grup B’deki olguların 7’sinde
akciğer enfeksiyonu saptandı. Akciğer enfeksiyonunun Grup B’de daha fazla görülmesinin
istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlendi. (p <0,05). Çalışmaya alınan hiçbir olguda
mediastinit ya da yara yeri enfeksiyonu saptanmadı.
Grup A’da 1 olguya perikardiyal effüzyon nedeni ile tüp perikardiostomi uygulandı.
Grup B’de 1 olgu atriyoventriküler tam blok sebebi ile kalıcı pacemaker implantasyonu
operasyonu geçirdi. Diğer ritm problemleri; grup A’da 4 olguda geçici atriyoventriküler
blok, grup B’de ise 11 olguda geçici atriyoventriküler blok ve 1 olguda supraventriküler
taşikardi gelişti. Postoperatif gelişen ritim problemleri grup B’de, grup A’ya göre daha
yüksek oranda saptandı.
Grup A’da 2 olguya, grup B’de 3 olguya, böbrek fonksiyon bozukluğu nedeni ile periton
dializi yapıldı.
Postoperatif dönemde grup A’da 1 olguya sol pnömotoraks nedeni ile tüp torakostomi
uygulandı.
Preoperatif dönemde pulmoner arter sistolik basıncı ve pulmoner vasküler rezistans indeksi
yüksek olan olgulara intraoperatif dönemde pulmoner arter kateteri konuldu ve bu olgular
yoğun bakımda pulmoner arter monitorizasyonu ile takip edildi. Pulmoner arter basıncının
27
sistemik arteriyel basınca eşit olduğu veya daha yüksek olduğu ve bu duruma saturasyon
düşüklüğü, asidoz ve genel dolaşım bozukluğunun eşlik ettiği tablo pulmoner hipertansif
kriz olarak kabul edildi. Pulmoner hipertansif kriz açısından bakıldığında grup A’da 4
(%11,7), grup B’de 6 (%12) olgunun pulmoner hipertansif kriz geçirdiği saptandı.
Pulmoner hipertansif kriz geçirme sıklığı bakımından gruplar arasında fark saptanmadı.
Grup A’da pulmoner hipertansif kriz geçiren olgulardan 3’ü exitus olurken Grup B’de
pulmoner hipertansif kriz geçiren olgulardan 1’i exitus oldu. Pulmoner hipertansif kriz,
Down sendromlu (grup A) olgularda mortalite açısından bir risk faktörü olarak bulundu ve
bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı olarak değerlendirildi (p<0,05). Pulmoner hipertansif
kriz geçiren tüm olgulara mutlak sedasyon, kürarizan ajanlar, prostasiklin (Prostaglandin
I2) analoğu olan iloprost (İlomedin®) infüzyonu ve yoğun mekanik ventilasyon desteği
uygulandı. Ventilasyon desteğinden ayrılabilen hastalara Sildenafil (Viagra®) tedavisi
uygulandı.
Grup A’da pulmoner hipertansif kriz geçiren olgularda ortalama yaş 4,8 ± 2,4 ay iken,
Grup B’deki olgularda ortalama yaş 4,6 ± 1,8 ay idi. Grup A’da, ortalama pulmoner arter
sistolik basıncı 64,8 ±9,7 iken, Grup B’deki olgularda, ortalama pulmoner arter sistolik
basıncı 60,4±11,5 olarak bulundu.
Her iki grupta da entübasyon süresi uzamış bulundu. Grup A’daki olgularda ortalama
entübasyon zamanı 51 saat iken, grup B’deki olguların ortalama entübasyon zamanı 45
saat olarak saptandı.
Grup A’da 2 olgu pulmoner hipertansif kriz nedeni ile re-entübe olurken grup B’de
pulmoner hipertansif kriz nedeni ile re-entübe olan olgu sayısı 4 idi.
4.2. MORTALİTE
Çalışmamızda değerlendirilen 84 olgunun 13’ü (%15,4) eksitus oldu. Down sendromlu
grupta (grup A) eksitus olan olgu sayısı 5 (%14,7) iken kontrol grubu olan grup B’de
eksitus sayısı 8 (%16) idi. Grup A‘da eksitus olan olguların ortalama yaşı 6,3±2,6 ay iken
grup B’de ortalama yaş 7,9±5,8 ay idi. Gruplar arasında, eksitus oranı açısından
istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Eksitus olan olguların yaşları arasında da
istatistiksel bir fark yoktu (p>0,05). Tüm olgular değerlendirildiğinde, yaşayan ve eksitus
28
olanlar arasında ameliyat öncesi yakınmalar (dispne, morarma, kilo alamama, sık akciğer
enfeksiyonuna yakalanma, terleme) açısından, istatistiksel anlamlılık saptanmadı (p>0,05).
İntraoperatif veriler değerlendirildiğinde, yaşayan ve eksitus olan hastalar arasında fark
bulunmadı.
Grup A’da eksitus olan 5 olgunun 3’ünde pulmoner hipertansif kriz belirlendi. Ayrıca bu
olguların 1’inde akciğer enfeksiyonu ve 1’inde de postoperatif gelişen geçici
atriyoventriküler blok saptandı. Diğer 2 olguda da akciğer enfeksiyonu vardı. Grup B’de
eksitus olan 8 olgunun 1’inde pulmoner hipertansif kriz, 4’ünde ciddi kapak yetmezliği,
3’ünde akciğer enfeksiyonu saptandı. Ayrıca 3 olguda da düşük kardiyak output saptandı.
Eksitus olan olguların 4’ünde pulmoner hipertansif kriz mevcut olup bu olguların 3’ü
Down sendromu idi.
Postoperatif sürecin değerlendirilmesinde; pulmoner hipertansif kriz, entübasyon süresi ve
postoperatif komplikasyon insidansının, eksitus olan olgularda yaşayan olgulara göre daha
fazla olduğu saptandı (p<0,05). Eksitus olan olgularda major sebepler pulmoner hipertansif
kriz, ciddi kapak yetmezliği ve düşük kardiyak output olarak saptandı. Eksitus olan her iki
gruptaki olguların, yüksek doz inotrop ihtiyacı gösterdiği belirlendi. İnotrop destek, yeterli
hemodinami sağlamak amacı ile dopamin ile başlanıp daha sonra enoksimon ve adrenalin
infüzyonları tedaviye eklenerek uygulanmıştı.
Akciğer enfeksiyonları olgulardan aralıklı olarak alınan derin trakeal aspirasyon sonda ucu
kültürleri ile etken mikroorganizmanın belirlenmesi ve akciğer filminde infiltrasyonun
görülmesi ile tespit edildi ve uygun antibiyotik tedavisi başlandı.
Atriyoventriküler blok gelişen olgulara geçici pacemaker uygulaması yapılarak yeterli kalp
hızı sağlandı ve gerekli görülenlerde steroid tedavisi verildi.
4.3. TAKİP
Olgular hastanede yattıkları süre boyunca semptomları ve fizik muayene ile
değerlendirildi. Tüm olguların postoperatif dönemde rutin olarak ekokardiyografik
kontrolleri yapıldı. Grup B’deki olgularda, postoperatif kapak yetmezliği insidansı, Grup
29
A’ya oranla istatistiksel olarak belirgin fazla bulunmuştur (p<0,05). Takipdeki
ekokardiyografi bulguları tablo 4.9’da izlenmektedir.
Tablo 4.9. Grup A ve B’deki olguların takipteki ekokardiyografik bulguları
Grup A
Grup B
Kapak yetmezliği yok
30 (%88,2)
41 (%82)
Minimal kapak yetmezliği
4 (%11,7)
5 (%10)
Ciddi kapak yetmezliği
-
4 (%8)
Residüel interventriküler ilişki
-
-
Postoperatif ciddi kapak yetmezliği saptanan olguların hepsinde preoperatif dönemde de
kapak yetmezliği mevcut idi. Bu olguların bir kısmı semptomatik durumda olup dispne
tariflenen olgulardı. Fizik muayenelerinde değişen düzeylerde hepatomegali ve
oskültasyonda üfürüm saptandı. Bu olguların hiçbirisi için reoperasyon kararı alınmadı.
Grup B’de ciddi kapak yetmezliği saptanan 4 olgu yoğun bakım takibinde exitus oldu.
Grup A ve B’ de postoperatif kapak yetmezliği saptanan diğer olgular tuz kısıtlaması ve
diüretik tedavi ile kontrol altında tutuldu ve aralıklı ekokardiyografik kontrollerle takip
edildi.
30
5. TARTIŞMA
Konjenital kalp hastalıklarının, açık kalp cerrahisi yöntemi ile yapılan tedavisinde, gerek
operasyon tekniklerinin, gerekse anestezi ve yoğun bakım olanaklarının gelişmesi ile
önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Güvenli teknikler sayesinde çocuk hastalar daha erken
yaşlarda ve daha kompleks anomaliler nedeniyle ameliyata alınabilmektedir. Konjenital
kalp hastalıkları, ek sendromlarla birlikte görüldüğünde, bu sendromlar hastalığın seyrini
olumsuz etkilemekte, preoperatif, operatif ve postoperatif evrelerde cerrahi ekibi daha
dikkatli olmaya zorlamaktadır. Down sendromlu konjenital kalp hastalığında, ek lezyon
olarak özellikle orta derecede zeka geriliğinin bulunması, preoperatif ve özellikle
postoperatif erken evrede, olguya çok yönlü özenle yaklaşılmasını zorunlu kılmaktadır.
Literatürde Down sendromlu konjenital kalp hastalığı bulunan olgular, preoperatif,
intraoperatif ve postoperatif özellikleri yönünden incelendiğinde, uygulanan kalp cerrahisi
öncesi ve sonrasında bir risk faktörü olduğunu gösteren çalışmalar olduğu gibi, risk faktörü
oluşturmadığını belirten yayınlar da mevcuttur (6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13).
Literatür incelendiğinde, belirli anomaliler de (CAVSD ve VSD) Down sendromuna eşlik
etmekte ve çalışmalara konu edilmektedir (6, 7, 8, 9, 10, 11). Konjenital kalp hastalığı
nedeniyle, tam düzeltme operasyonu yapılan ve Down sendromunun eşlik ettiği geniş
serilerde; Amira Al-Hay ve arkadaşlarının çalışması (6) 106 CAVSD’li olguyu, Guntherr
ve arkadaşlarının çalışması (8) 186 CAVSD’li olguyu, Hanley ve arkadaşlarının çalışması
(7) infant yaş grubunda CAVSD’li 232 olguyu, Bondo ve arkadaşlarının çalışması ise (11)
CAVSD’li 160 olguyu içermektedir. Bu geniş seriler esas olarak CAVSD anomalisinin risk
faktörlerini belirlemeye yönelik çalışmalardır. Literatürde Down sendromunun konjenital
kalp hastalıklarına eşlik ettiğinin bildirilmesine karşın, açık kalp ameliyatı ile tam düzeltme
operasyonlarında, Down sendromunun bir risk faktörü olup olmadığını bildiren çalışmalar
sınırlı sayıdadır.
31
Çalışmamızda, açık kalp cerrahisi ile tedavileri gerçekleştirilen CAVSD’li 34 Down
sendromlu olgu retrospektif olarak değerlendirilerek, Down sendromu olmayan ve cerrahi
tedavileri yapılan CAVSD’li 50 olgu ile kıyaslandı. Grupları oluşturan olguların
seçiminde, Down sendromu dışında her iki grupta da, olguların aynı yaş grubunda ve
vücut ağırlığına sahip olmasına özen gösterildi. Literatüre bakıldığında, genel olarak erken
yaşta yapılan operasyonun, Down sendromu için daha avantajlı olduğunu bildiren yayınlar
mevcuttur (6, 10, 35, 36, 46). Çalışmamızda, yaş ve vücut ağırlığı faktörü bir değişken
olmaktan çıkarılmıştır. Bu nedenle Down sendromlu CAVSD’li olguların cerrahi
tedavisinde,
Down sendromunun, morbidite ve mortalite için bir risk faktörü olup
olmadığı araştırılmıştır. Olgular preoperatif, intraoperatif ve postoperatif olmak üzere 3
evrede incelenmiş ve her evrede değişkenler minimalize edilerek Down sendromunun
normal kromozomlu çocuklarla kıyaslandığında cerrahi girişim açısından tek başına bir
risk olup olmadığı araştırılmıştır.
Çalışmamızda Grup A ve B’de, preoperatif evredeki bulgular değerlendirildiğinde, terleme
ve kilo alma güçlüğünün Grup B’ de belirgin olarak artmış olduğu saptandı. Terleme ve
kilo almadaki güçlüğün açıklanabimesi için, semptom ve fizik muayene bulguları
değerlendirilildi. Kalp yetmezliği bulgularının, B grubunda, A grubuna göre daha fazla
olduğu saptandı. Down sendromlu olgularda, sendromun özellikleri nedeni ile hastanın
ebeveyni tarafından erken muayeneye getirilmesi, Down sendromu için yapılan tıbbi
muayene ve tarama sırasında semptomların fark edilmesi ve bu nedenle kalp yetmezliği
tablosunun erken yakalanması bir açıklama şekli olabilir. Kalp yetmezliği tablosunun
erken farkedilmesinden ötürü, erken tedavi de gerçekleştirilebilmektedir.
Literatürde, pulmoner vasküler hastalık gelişimi ile Down sendromu arasındaki ilişkiye
dair birçok yayın bulunmaktadır. Bu yayınlar kateter çalışmaları ve histopatolojik
incelemelerle kuvvetlendirilmiştir (6, 37, 38, 39, 40). Çalışmamızda, pulmoner vasküler
hastalık
için
bazı
parametreler
incelenmiştir.
Telekardiyografik
incelemelerde,
vaskülaritenin artması, katater çalışmasında ise; pulmoner arter sistolik ve ortalama
basınçları, pulmoner arter / aorta basınçları, pulmoner vasküler rezistans indeksi, bu
parametrelerden istatistiksel olarak anlamlı bulunanlarıdır. Yukarıda bahsedilen değerler,
Grup A’da, grup B’ye nazaran daha yüksek bulundu. Bu bulgular, Down sendromlu
olgularda pulmoner vasküler hastalığın, B grubuna göre daha erken geliştiğini
göstermektedir. Bu ise, Clapp (34), Yamaki (38) ve Haworth’un (39) çalışmaları ile
32
uyumludur. Clapp ve arkadaşları (34), 1 yaşın altında kateter çalışması yapılan olguları
incelemişler
ve
Down
sendromu
olan
olgular,
normal
kromozomlu
olgularla
kıyaslandığında, daha yüksek PVRİ ve pulmoner kan akımında daha az yükselme tespit
etmişlerdir. Clapp ve arkadaşları, kronik üst hava yolları obstrüksiyonunun, pulmoner
vasküler hastalık gelişiminde katkısı olabileceğini ve Down sendromlu olgularda, bir
yaşına varmadan önce, pulmoner vasküler hastalık oluştuğunu bildirmişlerdir. Erken
gelişen pulmoner vasküler hastalık ise kalp yetmezliğinin semptomlarının oluşmasını
engellemektedir. Çalışmamızda postoperatif kalp yetmezliğinin grup A’da grup B’ye
nazaran daha düşük saptanmasının nedeni bu olabilir.
Hawort ve arkadaşlarının (39) yaptığı bir klinik çalışmada, büyük kardiyak septal defektli
olgularda, iki tip pulmoner vasküler reaksiyon oluştuğu bildirilmiştir. İlk tipte (hastaların
büyük çoğunluğunu oluşturan tip), postnatal dönemde normal olarak gözlenen pulmoner
arter düz kasının regresyonu, sol sağ şant ve değişen derecede konjestif kalp yetmezliği
gözlenmiştir.
İkinci ve daha az rastlanan tipte ise, pulmoner arter düz kas hücresi,
doğumdan sonra gerilemez ve pulmoner kan akımındaki artışı engelleyecek şekilde
pulmoner vasküler direnç yüksek kalır. İşte Down sendromlu çocuklarda da PVRİ’nin
yüksek olması, ikinci tipe uymaktadır. Ancak bu durum aynı zamanda normal kromozomlu
çocuklarda da olabilmektedir. Bir yaşın altındaki çocuklarda, preoperatif kateter
çalışmalarında, eğer PVRİ yüksek ise, bu olgular ameliyat için yüksek riskli hasta grubu
olarak kabul edilmektedir (6,34,38,39). Down sendromlu olgular, pulmoner vasküler
hastalık gelişimi için ayrıca bir risk altındadır (37). Riskin nedeni, bu olgu grubunun
sıklıkla üst hava yolları obstrüksiyonuna uğramaları ve rekürren pulmoner enfeksiyonlara
maruz kalmalarıdır. Alveoler hipoventilasyon ve pulmoner doku hasarına yol açan bu
durum pulmoner arteriollerdeki incelmiş media tabakası ve alveol sayısının azalmasına, bu
da pulmoner vasküler hastalığın artmasına yol açmaktadır (38). Bizim çalışmamızda da,
preoperatif katater bulguları, Down sendromlu olgularda pulmoner vasküler hastalığın
daha erken geliştiği düşüncesini desteklemektedir.
Atriyoventriküler septal defektli, Down sendromlu olgularda, pulmoner vasküler hastalık
yönünden, bir özellik dikkati çekmektedir. Bazı Down sendromlu olgular, ikinci dekadda
bile başarılı bir ameliyat sonrası dönem geçirirken, bazı olgular hayatın ilk 6 ayında opere
oldukları halde, pulmoner vasküler hastalık sebebi ile hayatlarını kaybedebilmektedirler.
Bu durumda, bir başka predispozan faktörden daha bahsetmak gerekir. Daha önceki
33
çalışmalarda belirlendiği gibi, Rastelli tip A’ya sahip olgularda, tip C’ye göre daha dar bir
sol ventrikül çıkım yolu ve daha geniş bir sağ ventrikül çıkım yolu mevcuttur (41). Bu,
hemodinamik durumu etkileyebilmektedir. Suzuki ve arkadaşlarının çalışmasında, Down
sendromlu ve Rastelli Tip A’daki olgular, pulmoner vasküler hastalık için risk altındadır
(41). Hals ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada (42), 1 yaşın altındaki CAVSD olan Down
sendromlu olgularda, sabit olarak yüksek pulmoner vasküler rezistans gösterilmiştir Daha
önceden yapılmış bir çalışmada, Soudon ve arkadaşları da benzer sonuçlar alındığını
belirtmişlerdir (43).Yamaki ve arkadaşlarının çalışmasında, 21 Down ve 20 Non –Down’lu
basit kardiak anomalili olgu, küçük pulmoner arteriyollerde intimal değişiklikler ve medial
kalınlaşma açısından incelenmiştir. Down sendromlu olgularda, daha erken intimal
değişiklikler olduğu, değişikliklerin daha ciddi olduğu saptanmıştır. Down sendromu
olmayan kontrol grubu ile aynı pulmoner arter basınçlarında, pulmoner arterin media
tabakasının daha ince olduğu, ancak basınç değişimlerine hipertrofi ile cevap verildiği
belirlenmiştir. Down sendromunda, erken intimal değişikliklerden ve pulmoner
hipertansiyondan sorumlu olan faktörün, pulmoner arter basınç yükü olduğu bildirilmiştir
(44). Çalışmamızda, pulmoner vasküler hastalık gelişiminin, Down sendromu ile ilişkisi
incelendiğinde, Down sendromlu olgularda, preoperatif kateter bulgularımızın, pulmoner
vasküler hastalığın erken gelişmesi açısından literatür ile uyumlu olduğu saptanmıştır (6,
37, 38, 39, 40). Down sendromlu olgularda, pulmoner vasküler rezistans indeksinin, aynı
yaş grubundaki, Down sendromu olmayan olgulara kıyasla, daha yüksek olduğu belirlendi.
Ancak, pulmoner arterlerde, pulmoner vasküler hastalığı gösterecek histopatolojik çalışma
yapılmamıştır. Literatür bilgileri ve çalışmamızda pulmoner vasküler direncin yüksek
olmasının beklentisi, Down sendromlu olguların, ameliyat sonrası dönemde, pulmoner
vasküler hastalık için daha fazla risk altında olmaları yönündedir. Ancak çalışmamızda,
olgu grupları arasında, postoperatif pulmoner hipertansif kriz açısından bir fark
saptanamamıştır. Bunun sebepleri arasında önemli bir faktör, preoperatif dönemdeki
katater bulgularına göre, pulmoner hipertansif kriz geçirme riski yüksek bulunan Down
sendromlu olguların, ameliyat sonrası dönemde monitörize edilen pulmoner arter basınç
değerlerinin kabul edilebilir sınırlar içerisinde olması halinde dahi, mutlak sedasyon,
kürarizan ajanlar, iloprost (İlomedin®) infüzyonu ve mekanik ventilasyona en az 24 saat
devam edilmesi suretiyle,
pulmoner hipertansif krizi tetikleyen faktörlerden uzak
tutulmaları olabilir. Ancak pulmoner hipertansif kriz, Down sendromlu (grup A) olgularda
mortalite açısından bir risk faktörü olarak bulunmuştur ve bu sonuç istatistiksel olarak
anlamlıdır.
34
Yapılan çalışmalarda Down sendromu uzamış mekanik ventilasyon için bağımsız risk
faktörü olarak ortaya konmuştur ve bunun neticesinde de yoğun bakım kalış süresi ile
hastanede kalış süresi uzamıştır (47, 48). Postoperatif erken evrede, grup A’daki olgular,
grup B‘ye nazaran daha fazla pozitif inotrop ihtiyacı göstermiş, entübasyon sürelerinin,
yoğun bakımda kalış sürelerinin ve toplam yatış süresinin, Grup B’deki olgularla
kıyaslandığında daha uzun olduğu belirlenmiştir. Bunların nedenleri arasında, Down
sendromlu olguların, pulmoner arter basıncı ve pulmoner vasküler rezistans indekslerinin
yüksek bulunması, ayrıca bu olguların pulmoner hipertansif kriz açısından yüksek risk
altında olacakları düşünüldüğünden, daha uzun süreli mekanik ventilatör desteği ve mutlak
sedasyon uygulanmasının, proflaktik amaçla daha uzun tutulması sayılabilir. Mekanik
ventilasyon sonlandırılmadan, inotrop destek kesilmemiştir. Bu yaklaşım da, inotrop destek
süresinin Down grubunda daha fazla olmasının sebeplerindendir. Ayrıca Down sendromlu
olguların, kontrolsüz hareketleri ve normal kromozomlu hastalara göre daha hareketli
olmaları nedeni ile aldıkları sedatif ilaç miktarları ve analjezikler,
Down sendromu
olmayan olgulara göre daha fazladır ancak bizim çalışmamızda istatistiksel olarak bir fark
saptanmamıştır. Gackal ve arkadaşlarının çalışmasında, açık kalp cerrahisi ile tam
düzeltme sonrasında, Down sendromlu olguların daha fazla sedasyona ihtiyaç duyduğu
gösterilmiştir (49).
Mekanik ventilasyonu uzun dönem devam eden Down sendromlu olgularda, re-entübasyon
sayısı 9 (%26,4), Down sendromu olmayan Grup B’deki olgularda ise 11 (%22) olarak
saptandı. Shapiro ve arkadaşlarının çalışmasında, Down sendromlu olgularda, trakeal
stenozun normal populasyona göre daha fazla görüldüğü bildirilmiştir (46). Çalışmamız,
retrospektif olduğundan, olgular trakea stenozu yönünden değerlendirilmemiştir.
Entübasyon süresinin Down sendromlu olgularda daha uzun olmasının sebeplerinden
birisi, daha önce de bahsedildiği gibi bu hastaların pulmoner hipertansif kriz ihtimaline
karşın bilinçli olarak mekanik ventilasyonda daha uzun süreli tutulmasıdır.
Literatürde, soldan sağa şantla seyreden ve Down sendromunun eşlik ettiği olgular için
olabilecek risk faktörleri, bazı yazarlar tarafından belirlenmiştir. Bu yazarlardan Amira
A.Al-Hay ve arkadaşlarının yaptığı 147 olguluk çalışmada, 106 hastada Down
sendromunun, konjenital kalp hastalığına iştirak ettiği, erken postoperatif mortalitenin %15
olduğu belirtilmiştir. Mortalite nedenleri olarak: düşük kardiak output, pulmoner
hipertansif kriz, kardiopulmoner by-pass’tan ayrılamama, akut respiratuar distress
35
sendromu ve dissemine intravasküler koagülasyon olarak bildirilmiştir (6). Retrospektif
olarak incelenen 84 olgunun 13’ü (%15,4) eksitus oldu. Down sendromlu grupta (grup A)
eksitus olan olgu sayısı 5 (%14,7) iken kontrol grubu olan grup B’de eksitus sayısı 8 (%16)
idi. Eksitus olan olgularda major sebepler pulmoner hipertansif kriz, ciddi kapak
yetmezliği ve düşük kardiak output olarak saptandı.
Hanley ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, 301 CAVSD’li olgu incelenmiş, 29 olgu için
erken mortalite verilmiştir (%9.6). Mortalite sebebi olarak en fazla gösterilen sebep çift
orifisli atriyoventriküler kapak ve tek papiller kastır (7). Michielon ve arkadaşlarının 4
aylıktan küçük, CAVSD’li 100 olguluk çalışmasında, erken mortalite %16 olarak
verilmiştir. Eksitus sebebi olarak; düşük kardiak output, erken subaortik stenoz, pulmoner
hipertansif kriz, sol atriyoventriküler kapak yetmezliği ve kombine sol ve sağ
atriyoventriküler kapak yetmezliği gösterilmiştir (9). Luann Minich ve arkadaşlarının
çalışmasında, geç yaşta operasyona alınan ve pulmoner vasküler hastalığın geliştiği
konjenital kalp hastalıklı, soldan sağa şantlı olgularda, morbidite ve mortalitenin yüksek
olduğu bildirilmiştir (10). Guntherr ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, CAVSD‘li
olgularda, postoperatif mortalite için risk faktörleri olarak; erken yaş ve düşük ağırlık,
eşlik eden anomali olarak aorta koarktasyonu ve sol atriyoventriküler kapağın ciddi
hipoplazisi olarak bildirilmiştir. Bu olgularda çift orifisli atriyoventriküler kapak ve tek
papiller adele bulunması, mortalite açısından risk faktörü olarak değerlendirilmemiştir(8).
Bondo ve arkadaşlarının çalışmasında, CAVSD mevcut olan 203 olgu incelenmiş ve bu
olguların 160’ında Down sendromu saptanmıştır. Tam düzeltme yapılan olgularda Down
sendromunun bir risk faktörü olup olmadığını belirtilmemekle birlikte, mortalite
sebeplerini; pulmoner hipertansif kriz, akut ventriküler yetmezlik, aritmi, multiorgan
yetmezliği olarak bildirmişlerdir (11).
Çalışmamızda, erken yaş,
gruplar arasında mortalite için bir risk faktörü olarak
bulunmamıştır. Keza tüm olgulara bakıldığında da, erken yaşta yapılan ameliyatın bir risk
faktörü olmadığı sonucuna varılmıştır. Eksitus olan olgularımız, 1 yaş altında olmasına
rağmen, bu durum istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Zira, her iki grupta da eksitus
olan olgular, 1 yaş altında idi. Çalışmaya başlarken, aynı yaş grubundaki hastaları
seçmekteki amaç, literatürde risk faktörü olarak gösterilen yaş faktörünün, risk faktörü
olarak değerini belirlemekti (6,10,15,36,46). Çalışmamızda, yaş bir risk faktörü olarak
saptanmadı.
36
Literatüre bakıldığında, Down sendromunun içinde en fazla yer aldığı grup CAVSD‘li
olgulardır. CAVSD’li olgularda mortalite sebepleri, her parametre için olmasa da, büyük
oranda benzerlik göstermektedir (7,8,9,10,11). Çalışmamızda, gerek Down sendromu olan,
gerekse normal kromozomlu olguların cerrahi tedavilerinden sonra, mortalitede istatistiksel
anlamlı farklılık saptanmamıştır. Bu nedenle, Down sendromunun, CAVSD nedeniyle tam
düzeltme operasyonu sonrasında, mortaliteyi etkileyen bir faktör olmadığı kanısına
varılmıştır.
Postoperatif dönemde; pulmoner hipertansif kriz, enfeksiyon, perikardiyal effüzyon,
plevral effüzyon, böbrek fonksiyon bozukluğu, reoperasyon, ritim problemleri,
pnömotoraks erken postoperatif morbidite olarak kabul edilmiştir. Morbidite olarak kabul
edilen parametreler, literatürdeki çalışmalar ile paralellik göstermektedir ve açık kalp
cerrahisi sonrası görülen morbidite sebepleridir (3,4,6,7,8,9,10,11,32,34).
Çalışmamızda, postoperatif erken komplikasyonlar olarak; grup A’da; enfeksiyon (5 olgu),
pulmoner hipertansif kriz (4 olgu), perikardiyal effüzyon (1 olgu), böbrek fonksiyon
bozukluğu (2 olgu), ritim problemi (4 olgu), pnömotoraks (1 olgu) ve reoperasyon (1 olgu),
grup B‘de ise: enfeksiyon (7 olgu), pulmoner hipertansif kriz (6 olgu), plevral effüzyon (2
olgu), perikadiyal effüzyon (1 olgu), böbrek fonksiyon bozukluğu (3 olgu), ritim problemi
(13 olgu) ve reoperasyon (1 olgu) saptandı. Entübasyon süresinin grup B’de daha az
olmasına rağmen, postoperatif akciğer enfeksiyonunun grup B’de daha sık olduğu
belirlendi. Bunun nedeni olarak, preoperatif dönemde daha semptomatik olan, sık akciğer
enfeksiyonu bulguları daha fazla olan normal kromozomlu olguların, aslında tam tedavi
edilememiş, rezidüel akciğer enfeksiyonu ile ameliyata alındığı ve bu tablonun postoperatif
dönemde, enfeksiyonun alevlenmesine yol açması olarak belirtilebilir.
Çalışmamızda sadece 2 olguya reoperasyon uygulandı. Grup A’da 1 olguya, perikardiyal
effüzyon nedeni ile tüp perikardiostomi ve grup B’deki 1 olguya, atriyoventriküler tam
blok nedeni ile kalıcı pacemaker implantasyonu uygulandı. Bondo ve arkadaşlarının
çalışmasında, reoperasyon açısından risk faktörleri; çift orifisli sol atriyoventriküler kapak,
preoperatif evrede saptanan ciddi kapak yetmezliği, pulmoner hipertansif kriz ve artmış
total kardiopulmoner by-pass zamanı olarak bildirilmiştir. Aynı çalışmada, erken
postoperatif evrede, 16 olguya reoperasyon yapıldığı bildirilmiştir. Bu olguların 3’ü
rezidüel VSD, 5’i atriyoventriküler blok sebebi ile kalıcı pacemaker implantasyonu, 8’i ise
ciddi kapak yetmezliği nedeni ile reoperasyona alınmıştır (11). Amira ‘nın çalışmasında,
37
24 olgunun reoperasyona alındığı,
yetmezliği
sebebiyle,
5’inin
bu olguların 19’unun atriyoventriküler kapak
atriyoventriküler
blok
sebebiyle
kalıcı
pacemaker
implantasyonu uygulanması için operasyona alındığı bildirilmiştir. Çalışmada, normal
kromozomlu olguların, Down sendromlu olgulara göre, kapak yetmezliği açısından daha
avantajlı olduğu sonucuna varılmıştır. Reoperasyon için en önemli risk faktörü, displastik
sol atriyoventriküler kapak olarak belirlenmiştir. Amira ve arkadaşlarının çalışmasının
sonuçları Bonnetts ve arkadaşlarının çalışması ile örtüşmektedir (6, 50). Michielon ve
arkadaşlarının çalışmasında, atrioventriküler kapak yetmezliğinin, reoperasyonun en
önemli sebeplerinden biri olduğu bildirilmiştir (9). Stulak ve arkadaşlarının çalışmasında
da 41 olgu, Birim ve arkadaşlarının çalışmasında da 53 olgu ciddi kapak yetmezliği
nedeniyle reoperasyona alınmıştır (51, 52). Çalışmamızda, postoperatif dönemde, grup
A’da hiçbir olguda ciddi kapak yetmezliği saptanmazken, grup B’de 4 olguda ciddi kapak
yetmezliği tespit edilmiştir. Kapak yetmezliği saptanan olguların hepsinde preoperatif
dönemde de kapak yetmezliği mevcut idi. Bu olgular yoğun bakım takibinde exitus
olmuştur. Olgularımız için diğer reoperasyon sebepleri literatürle benzerlik göstermektedir.
Çalışmamızda, taburcu edilen olguların tümü takip sürecindedir. İzlem sırasında, kapak
yetmezliği saptanan olgular, tıbbi tedavi altında tutulmaktadır. Kısa dönem takiplerde
CAVSD’li olgularda kapak yetmezlikleri, rezidüel interventriküler ilişki, rezidüel
pulmoner hipertansiyon değerlendirilmiş ve Down sendromlu olmayan olgularda,
postoperatif kapak yetmezliği insidansı daha fazla bulunmuştur. Bu olgularda preoperatif
dönemde de kapak yetmezliği mevcut idi. Takiplerde, Down sendromu olmaması
postoperatif kapak yetmezliği açısından bir risk faktörü gibi gözükse de, bu sonuç tesadüfi
olabilir ve altta yatan gerçek sebep preoperatif varolan kapak yetmezliği olabilir. Daha
önce de bahsedildiği gibi kapak yetmezliği tespit edilen olgular medikal tedavi altında
tutulmaktadırlar.
38
6. SONUÇ
Kalp cerrahisi sonrası olguların en kısa sürede ve en iyi durumda taburcu edilmeleri
istenmekte ve bu yönde araştırmalar yapılmaktadır. Yoğun bakım ve hastane kalış
sürelerinin kısaltılması, olgu ve yakınlarının konforu için de önemlidir. Kısa süreli hastane
kalışları aynı zamanda maliyet düşüşünü de beraberinde getirir. Değişik parametrenin
incelendiği çalışmamızda, Down sendromu, CAVSD’li olguların cerrahi tedavisinde
morbidite ve mortalite açısından bir risk faktörü olarak saptanmadı. Ancak, pulmoner
hipertansif kriz Down sendromlu (grup A) olgularda mortalite açısından bir risk faktörü
olarak bulunmuştur ve bu sonuç istatistiksel olarak anlamlıdır.
Pulmoner hipertansif kriz geçiren, Down sendromlu, CAVSD nedeniyle tam düzeltme
ameliyatı yapılan olguların, pulmoner vasküler hastalık, uzamış entübasyon, uzun yoğun
bakım ve hastane kalış süresi ve mortalite açısından risk altında oldukları bizim
çalışmamızla da kanıtlanmış durumdadır. Bu amaçla, pulmoner hipertansif krizin
tetiklenmesine sebep olacak faktörleri ortadan kaldırmak için gerekli olan her koşul temin
edilmelidir. Uygun sedasyon, yeterli oksijenizasyon için gerekli mekanik ventilasyon
desteği sağlanmalı ve pulmoner vasküler yatağın genişletilmesi için nitrik oksit
inhalasyonu, iloprost ve sildenafil gibi farmakolojik ajanlar kullanılmalıdır.
Down sendromlu, CAVSD li olguların, hastanede kalış sürecinde uzamaya rol açan risk
faktörlerinin ortaya konması ve tespit edilen bu risk faktörlerine odaklanarak uygun tedavi
stratejilerin düzenlenmesi halinde, bu olgular düşük morbidite ve mortalite ile ameliyat
edilebilirler.
39
7. KAYNAKLAR
1.
Keckler SJ, St. Peter SD, Spilde TL, et al. The influence of trisomy 21 on the
incidence and severity of congenital heart defects in patients with duodenal atresia.
Pediatr Surg Int. 2008;24:921-3.
2.
Spicer RL. Cardiovascular disease in Down Syndrome. Pediatric Clinics of
NorthAmerica. 1984: 31 (1): 1331 – 1343
3.
Dodge-Khatami A, Herger S, Rousson V, et al. Outcomes and reoperations after total
correction of complete atrio-ventricular septal defect. Eur J Cardiothorac Surg.
2008;34:745-50
4.
Formigari R, Di Donato RM, Gargiulo G, et al. Better Surgical Prognosis for Patients
With Complete Atrioventricular Septal Defect and Down’s Syndrome. Ann Thorac
Surg. 2004;78:666-72.
5.
Rozien NJ, Patterson D. Down’s Syndrome. The Lancet, 2003;361:1281-1289.
6.
Amira A.Al-Hay,MRCP, Stephanie J.Mc Neill,MS, Magdi Yacoup, FRS.Complete
atrioventricular septal defect,Down Syndrome,and surgical outcome:Risk factors. Ann
Thoracic Surg 2003;75:412-421.
7.
Hanley F, Fenton K,Jonas R: Surgical repair of complete atrioventricular canal
defects in infancy-twenty year trends..J Thorac Cardiovasc Surg:1993;106:387-397.
8.
Guntherr T, Mazitelli D, Haehnel C. Long term results after repair of complete
atrioventricular septal defects: Analysis of risk factors. Ann Thorac Surg 1998; 65
(3):754 –760.
9.
Michielon G, Stellin G, Rizolli G.Repair of complete common atrioventricular canal
defects in patients younger than four months of age. Circulation 1997: 96 (9): 316322.
10. Minich L, Tani L, Pagotto L. Size of ventricular structures influences surgical
outcome in Down Syndrome infants with atrioventricular septal defects. Am J
Cardiol. 1981: 85: 1062-1065.
40
11. Bondo K, Turrentine M, Kyung S. Surgical management of complete atrioventricular
septal defects. J Thorac Cardiovasc Surg 1995 110/5;1543-1554.
12. Reler MD, Morris CD. Is Down syndrome a risk factor for poor outcome after repair
of congenital heart defects? J Pediatr, 1998: 132: 738–741.
13. Marino B, Papa M, Guccione P.Ventricular Septal Defect in Down Syndrome. AJDC,
1990; 144: 544 – 545.
14. Okada H, Tsuboi H, Nishi K, Matsumoto N. Surgical treatment of ventricular septal
defect associated with Down syndrome, Kyobu Geka. 1993; 46 (5):396-8.
15. Parvathy U, Balakrishnan KR, Ranjith MS. Surgical experience with congenital heart
disease in Down's syndrome. Indian Heart J. 2000; 52 (4): 438-41.
16. Hallide- Smith KA. Current approach to Down’s Syndrome. In:Lane DSB,editor.The
Heart. Eastbourne: Holt Rineheart and Winston Ltd, 1985:523.
17. Newberger DS. Down syndrome:prenatal risk assesment and diagnosis. American
Family Physician. 2000:62(4):825-832.
18. Rowe RD, Uchida IA. Cardiac malformation in mongolism:a prospective study of
184 mongoloid children.Am.J.Med 1961;31:726-735.
19. Greenwood RD, Nadas AS. The clinical course of cardiac disease in down syndrome.
Pediatrics. 1976: 58: 893-897.
20. Tandon R, Edwards JJ. Cardiac malformations associated with down syndrome.
Circulation, 1973: 47: 1349-1355.
21. Park SC, Mathews RA, Zuberbuhler JR. Down syndrome with congenital heart
malformation. Am.J.Dis.Child.. 1997: 131:29-33.
22. Chi TP, Krovetz J. The pulmonary vascular bed in children with down syndrome. J
Pediatr, 1975: 86:533-538.
23. Ebels T, Anderson RH, Devine WA, Debich DE, Penkoske PA, Zuberbuhler JR.
Anomalies of the left atrioventricular valve and related ventricular septal morphology
in atrioventricular septal defects. J Thorac Cardiovasc Surg. 1990; 99 (2):299-307.
24. Lev M. The architecture of the conduction system in congenital heart disease.
I.Common atrioventricular orifice.AMA Arch Pathol, 1958;65:174.
41
25. Rastelli GC, Kirklin JW, Titus JL. Anatomic observations on complete form of
persistant common atrioventricular canal with special reference to atrioventricular
valves. Mayo Clin Proc, 1966;41:296.
26. Piccoli GP, Macartney FJ, Wilkinson JL, Anderson RH. Morphology and
classification of atrioventricular defects. Br Heart J, 1979:42:633.
27. Van Mierop LHS, Alley RD, Kansel HW, Stranahan A. The anatomy and embryology
of endocardial cushion defects. J Thorac Cardiovascular Surg 1962; 43:71.
28. Van Mierop LHS, Alley RD: The management of cleft mitral valve in endocardial
cushion defects. Ann Thorac Surg, 1966;2:416.
29. Pacifico AD, Ricchi A, Bargeron LM Jr. Corrective repair of complete
atrioventricular canal defects and major associated cardiac anomalies. Ann Thoracic
Surg,1988. 46:645.
30. Tandon R, Moller JH, Edwards JE. Unusual longevity in persistent common
atrioventricular canal. Circulation, 1974:50:619.
31. Newfeld EA, Sher M, Paul MH, Nikaidoh H. Pulmonary vascular disease in complete
atrioventricular canal defect. Am J Cardiol, 1977: 39;721.
32. Thies WR, Breymann W, Matthies W, Crespo-Martinez E, Meyer H, Korfer R.
Primary repair of complete atrioventricular septal defect in infancy. Eur J Cardiothorac Surg 1991: 571–574.
33. Mc Mullan MH, Wallace RB, Weidman WH, McGoon DC. Surgical treatment of
complete atrioventricular canal: Surgery, 1972: 72:905.
34. Clapp S,Perry BL, Farooki ZQ. Down’s Syndrome, complete atrioventricular canal
and pulmonary vascular obstructive disease. J Thorac Cardiovasc Surg 1990:100:115121.
35. Kobayashi M, Takahashi Y, Ando M. Ideal timing of surgical repair of isolated
complete atrioventricular septal defect. Interact Cardiovasc Thorac Surg. 2007
Feb;6(1):24-6. Epub 2006 Nov 24.
36. Singh RR, Warren PS, Reece TB, Ellman P, Peeler BB, Kron IL. Early repair of
complete atrioventricular septal defect is safe and effective. Ann Thorac Surg. 2006
Nov;82(5):1598-601; discussion 1602.
42
37. Morris CD, Magilke D, Reller M. Down’s Syndrome affects results of surgical
correction of complete atrioventricular canal. Pediatr Cardiol 1992:13:80-84.
38. Yamaki S, Horiuchi T, Sekino Y. Quantitive analysis of pulmoner vascular disease in
simple cardiac anomalies with Down’s Syndrome. Am J Cardiol 1983; 51:1502-1506.
39. Haworth SG, Sauer U, Buhlmeyer K. Development of the pulmonary circulation in
ventricular septal defect:a quantitive structural study. Am J Cardiol 1977;40:781-8.
40. Hislop A, Haworth SG, Reid L.Quantitive structural analysis of pulmoner vessels in
isolated ventricular septal defect in infancy. Br Heart J 1975;37:1014-21.
41. Suzuki K, Yamaki S, Mimori S, Murakami Y. Pulmonary vascular disease in Down's
syndrome with complete atrioventricular septal defect. Am J Cardiol. 2000:
15;86(4):434-7.
42. Hals J, Hagemo PS, Thaulow E, Sorland SJ. Pulmonary vascular resistance in
complete atrioventricular septal defect. A comparison between children with and
without Down's syndrome. Acta Paediatr. 1993; 82 (6-7): 595 -8.
43. Soudon P, Stijns M, Tremouroux-Wattiez M, Vliers A. Precocity of pulmonary
vascular obstruction of Down's syndrome. Eur J Cardiol. 1975;2(4):473-6.
44. Yamaki S, Horiuchi T, Sekino Y. Quantitative analysis of pulmonary vascular
disease in simple cardiac anomalies with the Down syndrome. Am J Cardiol. 1983
15;51(9):1502-6.
45. Sheehan A,Ward O C, Duff D F. Cardiac Surgery in Down Syndrome. İrish Medical
Journal.1990;83 (2):67-69.
46. Shapiro N, Huang R,Sangwan S. Tracheal stenosis and congenital heart disease in
patients with Down syndrome: diagnostic approach and surgical options.İnt
J.Pediatr.Otorhinolaryngol. 2000: 54:137-142.
47. Harrison AM, Cox AC, Davis S, et al. Failed extubation after cardiac surgery in
young children: Prevalence, pathogenesis, and risk factors. Pediatr Crit Care Med.
2002;3:148-52.
48. Ip P, Chiu CSW, Cheung YF. Risk factors prolonging ventilation in young children
after cardiac surgery: Impact of noninfectious pulmonary complications. Pediatr Crit
Care Med. 2002;3:269-74.
43
49. Gakhal B, Scott CS, MacNab AJ. Comparison of morphine requirements for sedation
in Down ‘s syndrome and non Down’s patients following paediatric cardiac surgery.
Paediatr Anaesth. 1998;8(3):229-33.
50. Bonnetts PL, Goldberg SJ. Copeland JG. Frequency of left atrioventricular valve
regurgitation postoperatively after repair of complete atrioventricular defect. Am J
Cardiol 1994: 74: 1157 – 1160.
51. Stulak JM, Burkhart HM, Dearani JA, Schaff HV, Cetta F, Barnes RD, Puga FJ.
Reoperations after initial repair of complete atrioventricular septal defect. Ann Thorac
Surg. 2009 Jun;87(6):1872-7; discussion 1877-8.
52. Birim O, van Gameren M, de Jong PL, Witsenburg M, van Osch-Gevers L, Bogers
AJ. Outcome after reoperation for atrioventricular septal defect repair. Interact
Cardiovasc Thorac Surg. 2009 Jul;9(1):83-7. Epub 2009 Apr 16.
44
Download