Mesele ne Gezi ne Cemaat ne El Kaide ne de Suriye Açıklama: Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu durumu ve çekilmek istediği noktayı 18. yüzyıl Osmanlı'sından başlayarak ele alan Ali Nur Kutlu, ortaya 200 yıllık bir fotoğraf koydu. Kutlu'nun 4 yazısını tek dosyada ve ilgili fotoğraflarla yeniden yayınlıyoruz Kategori: BASIN YAYIN Eklenme Tarihi: 07 Şubat 2014 Geçerli Tarih: 18 Temmuz 2017, 20:12 Site: BAĞIMSIZHABERLER.COM URL: http://www.bagimsizhaberler.com/haber_detay.asp?haberID=3595 Mesele ne Gezi ne Cemaat ne El Kaide ne de Suriye #ResminTamamı Bugün ülkemizde ve Ortadoğu'da başımızı döndüren tüm olayları anlamakta zorlanıyoruz. Çünkü resmin tamamını göremiyoruz ve o resmin nasıl yapıldığını da bilmiyoruz. Aslında resmin ne olduğunu ve resmin nasıl yapıldığını, özetle anlatmaya çalışacağım. Böylece meselenin Gezi, Cemaat, El Kaide, Suriye olmadığını anlayacağımızı ümit ediyorum. Şimdi önünüze 18. Yüzyıl'daki sınırlarıyla bir Osmanlı haritası koyun. Şimdi bugünkü dünya haritasını açın ve yanına koyun. Bugünkü dünya haritasında savaş, terör, çatışma, kaos yaşanan ülkeleri işaretleyin. İşaretlediğiniz ülkelerin sınırlarını birleştirin. Ne görüyorsunuz? Ortaya, Osmanlı haritasının Ortadoğu bölümü çıktı değil mi? Çatışma yaşanan bölgeleri son 50 yılı baz alarak işaretlersiniz haritaya Kafkaslar ve Balkanlar bölgesi de girecektir. Her iki blok da Erdoğan'ı durdurmak için harekete geçti. Şii Hilali Arap baharını Suriye'de, Yeşil Kuşak da Mısır'da durdurdu ve karşı devrim başlattı" Böyle olması normal, çünkü Osmanlı toprakları son iki yüzyıldır planlı ve düzenli olarak parçalandıkça ve ana gövdeden koparıldıkça savaş, terör ve kaos o topraktan eksik olmuyor ve asla huzur bulamıyor. Çok değil, sadece yüz yıl geriye gidelim. Büyük Sultan Abdülhamid, otuz yıllık iktidarı boyunca imparatorlukta yaşayan milletleri ve 5 milyon kilometrekare toprağı bir arada tutmayı başarmıştı. Düşmanları kendileriyle uzlaşmayan (özellikle Filistin konusunda) Abdülhamid için iki ayrı plan yaptı. İçeride, 'Kızıl Sultan' ve 'istibdat yönetimi' (diktatörlük) denerek yoğun bir kampanya başlatıldı. Abdülhamid'in bir 'despot ve diktatör' olarak tüm özgürlükleri kısıtladığı gerekçesiyle her yerde aleyhinde konuşuluyordu. Öte yandan 'Ümmet' kavramını ve Osmanlı'nın imparatorluğu bir arada tutan tutkalını yok edecek bir tartışma başlatıldı: 'Biz kimiz? Osmanlı demek ne demek? Müslüman kimliği bizi temsil ediyor mu?' Sonunda 'Asıl millet Türk'tür' denilerek Osmanlı'nın 600 yılda oluşturduğu kuşatıcı ve birleştirici 'millet' kavramını çatlatan ilk hançeri sapladılar. Tartışmayı sürükleyen ana kadro Jön Türklerdi ve İngiltere ile Fransa'da yaşıyorlardı daha çok. Osmanlı içinde kimlik ve millet kavramları tartışılırken ve Abdülhamid 'diktatör' denilerek iktidardan indirilmeye çalışılırken; Ortadoğu'da İngiliz Lawrence gibi kişiler aracılığı ile Arap milliyetçiliği körüklenerek Osmanlı'ya karşı Ortadoğu halkları kışkırtılıyordu. İngiliz asker ve casus... "Arabistanlı Lawrence" olarak da biliniyor. En önemli argümanları 'Osmanlı'nın Arapları sömürdüğü, geri bıraktığı ve Türklüğü önemsediği, Arapları aşağıladığı' yönündeydi. Bunları anlattıkları her Arap aşiretine bir de bağımsız bir devlet vaadinde bulunuyorlardı. 'Ümmet ve millet' kavramı burada da tartışmaya açıldı. Arap ırkının Osmanlı olmadığı, Osmanlı 'millet' kavramının içinde Arapların yer almaması gerektiği ısrarla vurgulandı. Tüm bunlarla aslında İngiltere, Hindistan'dan Fas'a kadar tüm İslam coğrafyasında hedefini seçmişti: 'Ümmetin birliği ve hilafetin dirliği'. Halife Abdülhamid irtica, terör, kaos, ekonomik bozukluklar bahane edilerek askeri bir darbeyle tahttan indirildi. Jön Türklerin devamı İttihat Terakki iktidara geçti. Abdülhamid iktidardan indirildikten hemen sonra 1912 de Balkan Savaşlarıyla Osmanlı'nın sağ kolu kopartıldı. Balkan cephesi düştü. Osmanlı Anadolu'ya doğru çekildi. İki yıl sonra bu kez Birinci Dünya Savaşı başladı. Osmanlı'nın tüm toprakları saldırıya uğradı. Tüm coğrafyada ölümüne direnen bir imparatorluk vardı ama müttefiki Almanya yenildi diye Osmanlı da yenildi sayıldı. Arap coğrafyasında ekilen fitne tohumları yeşerdi ve Osmanlı'dan kopartıldı. Osmanlı doğduğu ana rahmine Anadolu topraklarına çekildi, iki kolu ve bacakları kopartılmış olarak. İngiltere savaşın galibi olarak işte o zaman elinde cetvelle bir resim çizmeye başladı. Ortadoğu'da sürekli savaş, terör ve acının yer alacağı mutsuzluğun resmiydi bu. Osmanlı'nın parçalanmış bedeni üzerine çizilmiş kanlı bir haritanın resmi. Petrol, İsrail ve kukla rejimler, cetvelle çizilmiş sınırlar Bugün yaşadığımız olayları anlamak için resmin tamamına bakmaya devam ediyoruz. İngiltere Birinci Dünya Savaşı'nın galibi olarak elinde cetvelle bir resim çizmeye başladı. Ortadoğu'da sürekli savaş, terör ve acının yer alacağı mutsuzluğun resmiydi bu. Osmanlı'nın parçalanmış bedeni üzerine çizilmiş kanlı bir haritanın resmi. Yüzlerce yıl bir arada yaşamış, huzurun hakim olduğu topraklar şimdi parçalanıyor, et tırnaktan ayrılıyordu. Neye göre böleceklerdi bu toprakları? Osmanlının ümmet, millet ve hilafet tutkalıyla sıkı sıkıya bağladığı halklar ve topraklar şimdi elde cetvelle bölünüyor, parçalanıyor. İşte bugün yaşadığımız tüm savaşların, kaosun ve terörün ilk tohumu o zaman atıldı. Bölgenin doğasına, tarihine, inancına, coğrafyasına aykırı bölümlemeler yapıldı. Aşiretlerin gönlünü almak, İngiltere'nin yanında olmasını sağlamak için akla zarar sınırlar icat edildi. Şehirler, sokaklar, hatta evlerin odaları bölündü, uydurma sınırlar çizildi. Osmanlı'nın toprakları tırnaktan kopartılan et gibi lime lime edildi ve ortaya ucube bir resim çıktı. Bir fırçayla değil, demir bir cetvelle çizilen resim tablosu ancak bu kadar bozuk olabilirdi. İngiltere Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminden itibaren tarihin en başarısız ve beceriksiz operasyonunu Ortadoğu'da ülkeleri ve milletleri birbirinden ayırarak yaptı. Başka dünyanın insanları gelip bilmediği coğrafyada resim yapmaya kalkarsa böyle beceriksiz bir tablo çıkar ortaya. Resmin tamamına bakıldığında İngiltere'nin yüz yıl önce üç önemli amacı görülüyordu: 1. Ümmet, hilafet, millet ve Osmanlı gibi kavramları bu topraklarda bir daha yaşayamayacak hale getirmek. Mekke ve Medine bu nedenle özellikle Osmanlı'dan kopartılmıştı. Böylece Hindistan, Malezya gibi sömürgeleri ve Mısır'daki kukla iktidarları rahatlayacak, İslam dünyası asla bir araya gelemeyecekti. 2. Gelecek yüzyılın en önemli gücü petrol bölgeleri, ticaret ve su yolları İngiltere'ye bağımlı aşiretlerin elinde olacak, Osmanlı'ya asla bu bölgeler bırakılmayacaktı. Bu nedenle Musul, Kerkük gibi özel mülk statüsündeki yerler bile Osmanlı'dan kopartıldı. 3. Ortadoğu'da geleceğin en büyük savaşlarını çıkartacak, zulüm ve acı ekecek olan İsrail devletinin kurulması için gerekli düzenleme yapılmıştı resimde. Ürdün gibi uydurma bir devlet bu yüzden kurularak, her zaman İsrail'in müttefiki olacak kişiler işin başına getirilmişti. Ortadoğu'da bir ülkenin ya da bir aşiretin tek başına çok güçlü olmaması için sınırlar ve petrol bölgeleri dizayn edilmişti. Sultan Abdülhamid'in çektirdiği Mekke'ye ait ilk fotoğraflar... (Kaynak: Yitik Hazine Yayınları) İlk bakışta muhteşem gibi görünen bu resim tam yüz yıl devam edecek acının, kaosun ve kargaşanın resmiydi aslında. İngiltere'nin yüz yıl önce yaptığı bu başarısız resmin acısını yıllarca bölge halkı çekti. Osmanlı'nın 400 yıl huzur içinde yönettiği topraklar acının eksik olmadığı coğrafyaya dönüştü. İngiltere'nin planları asla tutmadı. Bölgenin petrolünü, yer altı kaynaklarını ve insan gücünü sömürdü ve bu yüzden savaşların çıkmasına, milyonlarca insanın ölmesine neden oldu. Sınırlarını cetvelle çizdiği, bölgenin dokusuna aykırı ülkelerin neredeyse tamamında askeri darbeler oldu, iç savaşlar çıktı, komşu aşiretin devletine zarar versin diye gizliden terör desteklendi. Sınırlar yeniden değişti ve hep ölen Müslümanlar oldu. Fakat itiraf edelim iki şeyi başardı: İslam dünyasını sembolik de olsa bir arada tutan hilafet, Türklerin eliyle ortadan kaldırıldı ve İngiltere'nin en büyük korkusu ümmet bilincini yok etmeyi başardı. Osmanlı, işgal edilen tarih kitaplarına neredeyse sömürgeci canavar olarak işlendi ve yüz yıl önce kardeş olan milletler birbirine düşman edildi. İkinci Dünya Savaşı çıkmasına yakın, diktatörlüklerin moda olduğu dönemde İngiltere kendine uygun diktatörlere darbe yaptırdı. Saddam, Kaddafi, Mübarek, Esad bu geleneğin ürünü olarak yıllar sonra dünyanın başına bela oldular. Sonunda büyük savaşa bir daha girdi dünya. Savaştan sonra Amerika dünya sahnesine çıkacak ve cetvelle çizilmiş bozuk resmi bu kez tank namlusuyla düzeltmeye çalışacaktı. Yine acı, kaos, terör ve savaş bitmeyecekti bu bölgede. Amerikan yeşil kuşağı ve Ilımlı İslam Ortadoğu ve Türkiye'nin yaşadığı bugünkü sorunlar aslında, I. Dünya Savaşı'ndan sonra demir cetvelle bölge sınırlarını çizmeye kalkan İngiltere'nin başarısız politikasıyla başlar. İngiltere'nin, petrol, ticaret, su yolları, kendine bağımlı devletler ve İsrail'in kuruluş politikası üzerine kurduğu oyun, yüz yıl boyunca bölgenin acı çekmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından siyaset sahnesine çıkan Amerika, Ortadoğu'da cetvelle çizilmiş berbat bir resimle karşılaştı. İngiltere'nin mirası İsrail devletinin kurulmasıyla başlayan Arapİsrail savaşıyla coğrafya resmine kan sıçradı. Şimdi herkes ABD'nin ne yapacağına bakıyordu. ABD, bu bozuk resmi düzeltmek için İngiltere'den daha kötü bir enstrüman kullandı: Tank namlusu ve uçak bombası. İkinci Dünya Savaş'ı sonrası ikiye bölünen dünya elli yıl boyunca adına 'Soğuk Savaş' denen cinnet halinde yaşadı. Dünyadaki tüm gelişmeler, ABD'nin Rusya'yı ya da Rusya'nın ABD'yi durdurması, engellemesi, kuşatması amacıyla cereyan ediyordu. ABD, Rusya'nın (artık ilk okul tarih kitaplarında bile okutulan) 'sıcak denizlere inme projesini' engellemek için Ortadoğu'nun tarihini değiştirecek bir fikir arttı ortaya: 'Yeşil Kuşak Teorisi'. 1950'li yılların başında ortaya atılan bu sözüm ona 'eşsiz' fikre göre, Rusya'nın İran, Afganistan, Pakistan üzerinden bölgeye, yani petrol ve sıcak denizlere inmesini engellemek için bölgedeki Müslüman ülkeler birleştirilecek ve Rusya güneyden kuşatılacaktı. Bu amaçla adına CENTO, (Central Treaty Organization); Merkezi Antlaşma Teşkilatı denen uluslar arası pakt kuruldu. Bu paktın ilk adımı Türkiye ve Irak arasında Bağdat Anlaşması'yla atıldı. Güvenlik ve savuma anlaşmasına daha sonra İran, Pakistan ve İngiltere dahil oldu. ABD paktı hem destekliyor, hem de finanse ediyordu. Türkiye ve Irak 24 Şubat 1955 yılında Bağdat paktını imzaladı Tabii Mısır başta, Araplar bu anlaşmayı Arap Birliği'ne karşı bir tehdit olarak ilan etti ve Irak'tan başka hiçbir Arap ülkesi üye olmadı. 1959'da Irak'ta darbe olunca onlar da ayrıldı. ABD'nin planı başlamadan başarısız oldu. Amerika bunun üzerine tüm İslam ülkelerinde komünizmin karşısına İslam'ı çıkarmak için çeşitli grupları ve cemaatleri desteklemeye başladı. Komünizmle mücadele derneklerinden tutun, İslami medrese, okul ve derneklerin kurulmasına kadar tüm İslam ülkelerinde yoğun bir faaliyet başlatıldı. Fas'tan Malezya'ya kadar tüm ülkelerde iktidarlarla işbirliği yapıyor, cemaat ve grupların desteklenmesini, büyümesine fırsat verilmesini sağlıyordu. 1970'ler de başlayan bu yoğun faaliyetlerin en temel hedefi komünizmi düşman kabul etmesini sağlamaktı ki bu da çok kolay oluyordu. Afganistan'ın 1978'de Rusya tarafından işgaliyle birlikte bu faaliyetler hem meşruluk hem de yaygınlık kazandı. ABD Rusya'ya karşı kullanırım diye silahlı Müslüman grupları bile destekledi ve büyüttü. Afganistan'da Taleban hareketi ve diğer mücahit gruplar bu sayede büyüdü. İşte Ortadoğu'nun başına belalar da o zaman açılmaya başladı. Ülkelerin içinde desteklediği cemaatlerin bir kısmı kontrolden çıktı, kendi ülkelerine karşı mücadele etmeye başladı. Kimi gruplar istenilenden daha fazla radikalleşti. İran'da ABD'nin en büyük müttefiki Şah'a karşı devrimin yapılmasıyla beraber Yeşil Kuşak Teorisi bir anda ABD'nin elinde patladı. O panikle Irak'ı İran'a saldırttı ve bölgedeki tüm dengeleri bozdu. Taleban, El Kaide, El Şebap Pakistan İstihbaratına kurdurulan radikal gruplar ABD'nin Yeşil Kuşak Teorisi için bölgede kurduğu bozuk sistemin ürettiği problemli gruplardı. Hepsi dünyanın başına bela oldu. ABD başarısızlıkla sonuçlanan ve kontrol edilemeyen, şiddet eğilimli gruplara karşı bu kez sahneye 'Ilımlı İslam' projesini sürdü. İslam'ın insani yanını, diyalog, kardeşlik ve barış yönlerini ön plana çıkartan bu proje için çeşitli grupları destekledi. Hatırlanacağı gibi 12 Eylül askeri darbesinin ardından Türkiye'de ılımlı İslam teşvik edilmiş, herkesin yasaklandığı bir sosyal yaşamda bir kişinin serbestçe hareket etmesine izin verilmişti: Fethullah Gülen. Gülen ılımlı İslam fikrini sadece Türkiye'de değil tüm dünyada büyük bir başarıyla yayan, eşine az rastlanır bir cemaat kurmuştu. Sonuç olarak resmin tamamına bakıldığında ABD Ortadoğu sahnesinde başarısızlıkta İngiltere'yi geçti. Düşünün Rusya'ya karşı desteklediği Afganistan'daki Taleban ve El Kaide'ye karşı kendisi savaş başlattı ve Afganistan'ı işgal etti. Bizzat büyüttüğü Pakistan istihbaratından en büyük darbeyi 11 Eylül'de yedi. İran'a karşı desteklediği Irak'a savaş açtı ve ülkeyi işgal etti. Amerika'nın tank namlusu ve uçak bombalarıyla çizdiği başarısız resimde, Ortadoğu'nun daha çok kan gölüne döndüğü ve daha çok insanın öldüğü görülüyordu. ABD'nin 'Yeşil Kuşak'ı ile Rusya ve İran'ın 'Şii Hilali' değil, Ümmet Kuşağı sorunlarımızı çözebilir. Yeşil Kuşak, Şii Hilali ve Ümmet Kuşağı savaşı Bugün Suriye iç savaşı, Gezi olayları, Paralel Devlet, Mısır'daki darbe ve Türkiye karşıtı ittifak tartışmalarını anlamak için resmin tamamına bakmak gerektiğini söylemiştim. Resmin tamamına bakmak için de yüz yıl geriye, Osmanlı'nın dağılmasına kadar gitmemiz gerekti. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra elinde demir cetvelle parçalanmış Osmanlı topraklarında ülke sınırları çizmeye kalkan İngiltere, yüz yıl devam edecek kaos ve kargaşanın da ilk tohumlarını ekmiş oldu. İkinci Dünya Savaşı'nda sonra sahneye çıkan ABD ise İngiltere'den daha başarısız politikalarla bozuk Ortadoğu resmini tank namlusu ve uçak bombasıyla düzeltmeye kalktı. Sonuçta Osmanlı'nın dört yüzyıl huzur ve barışla yönettiği topraklar yüz yıl boyunca acı ve kargaşanın eksik olmadığı bahtsız yurtlara döndü. Şimdi yazımızın son bölümünde günümüz Ortadoğu'sunda bozuk resmin tamamında neler olduğuna ve aslında neler yaşandığına bakalım. Ortadoğu'da 1970'lerde ABD Yeşil Kuşağı projesiyle Komünizme karşı İslam'ı mızrak olarak kullanmaya kalktı ve Fas'tan Malezya'ya kadar geniş bir coğrafyada cemaatleri ve Müslüman grupları bizzat örgütledi. Afganistan'da Taleban ve ardından El Kaide böyle doğdu. Pakistan'daki medreselerde aşırı uçlarda dolaşan yüzlerce insan yetişti ve dünyaya dağıldı. Afrika'da İslam ülkelerini kana bulayan El Şebab bu projenin sonucudur. ABD kendi çıkarları için bu grupları kullandıysa da kontrolünü kaybettiğini anladı ve bu kez 'Ilımlı İslam' projesini sahneye sürdü, radikalleşmiş grupları düşman belledi. Fethullah Gülen hareketi Ilımlı İslam projesinin en iyi ve en büyük örneklerinden biriydi. Lakin ABD Ilımlı İslam projesini uygulamada geç kalmıştı. Afganistan ve Pakistan'da ektiği rüzgar bir kasırga olarak 11 Eylül saldırısıyla kendisini vurdu. ABD kontrolü tamamen kaybetti ve bir zamanlar destek verdiği Afganistan ve Irak'ı bombalayıp işgal ederek 'taş devrine' döndürdü. -/İngiltere ve Amerika bölgede etkin olabilmek için yüz yıl boyunca ekonomiden eğitime, siyasetten askeriyeye kadar her alanda yatırım yaptı ve insan kaynakları üretti. Ülke yönetimlerinde her zaman kendi okullarında okuttuğu, burslarla yurtdışına götürdüğü kişileri destekledi. Ülkeleri sömürdü, ekonomisini kendine bağımlı yaptı ve bağımsızlığını ipotek altına aldı. İsrail'in kurulmasıyla birlikte bölgede askeri varlığını arttırdı ve tam anlamıyla Ortadoğu'yu sömürgeleştirdi. ABD önde, İngiltere ve İsrail arkada dünyanın en zengin enerji merkezinde yıllarca kan ve acının eksik olmadığı mutsuzluğun resmini yaptılar. ABD'nin Yeşil Kuşak projesi içerik olarak farklılaşsa da proje olarak her zaman var oldu. Bu projenin oluşma sebebi Rusya, Ortadoğu sahnesinden kendi ülkesindeki dağılma süreci nedeniyle uzaklaşmış gibi gözükse de aslında her zaman İran aracılığı ile var oldu. İran Şiiliği bir dış politika aracı olarak kullandı ve Rusya'nın yardımıyla Ortadoğu'da adına 'Şii Hilali' denen bir hat kurdu. İran, Irak, Suriye ve Güney Lübnan ile Rusya Hazar'dan Akdeniz'e kadar etkin bir hattın perde gerisinde sahibi oldu. Gözden kaçan bir merkezi daha bu hatta eklemek lazım: Dubai. Şii Arapların etkin olduğu bu zenginlik merkezinde İran ticaretin neredeyse en güçlü ülkesi olarak körfeze de girmiş oldu. Aslında Rusya ve ABD bölgede farklı ülke kartlarını kullanarak yine güç mücadelesi veriyordu. ABD/İngiltere/İsrail ekseninin en güçlü ülkesi olan Türkiye'de Şii Hilali ve Yeşil Kuşak eksenini etkileyecek bir değişim oldu. Fakir bir kaptanın dindar oğlu iktidara geldi ve tüm dünyaya siyasetine yeni bir alternatif sundu: 'İslam ve siyaset bir arada yaşayabilir, ne din, ne demokrasi düşmanı olmak zorunda değiliz. Millet iradesine dayanan bir siyasetle ekonomide ve diplomaside büyük başarılar elde edilebilir.' Recep Tayyip Erdoğan başarıla dolu iktidarında tüm bu mesajları verirken bir şey daha yaptı; Ortadoğu'da yüz yıldır kaybedilmiş, sindirilmiş, bastırılmış Osmanlı fay hattını harekete geçirdi. Dört yüzyıl boyunca lider, öncü, yön veren, kuşatan ve birleştiren rolü birden ortaya çıktı ve Türkiye Ortadoğu sahnesine yeniden döndü. Ak Parti örneği tüm İslam ülkelerine örnek oldu. Yüz yıldır diktatörlerin elinde sömürülen Ortadoğu halkı bağımsız ve özgür ülke olmak için Arap Baharını başlattı. Tunus, Libya, Cezayir, Mısır ve Yemen'de bir biri ardına diktatörler devrildi. Davos'un da rüzgarını arkasına alan Başbakan Erdoğan, Fas'tan Lübnan'a kadar nerdeyse tüm ülkelerde meydan mitingleri yaptı. Sokaklarda Türk bayrağı, duvarlarda Erdoğan posterleri, televizyonlarda Türk dizileri, denizlerde Türk gemileri, inşaatlarda Türk müteahhitleri ve gönüllerde Osmanlı sevgisiyle Ortadoğu bir anda başka bir çehreye bürünmeye başladı. İşte bu ilk alarm zilinin çalmasına neden oldu. Erdoğan, tüm bu meydan mitinglerinde İngiltere'nin yüz yıldır unutturmaya çalıştığı bir ruhu daha canlandırdı: Ümmet bilinci. Ne Şii ne Sünni, ne Arap ne Türk, ne ABD ne Rusya bağımsız bir İslam birliği söylemi bir anda karşılığını buldu. Arap uyanışının en güçlü ülkesi Mısır'da Mursi, Tunus'ta Gannuşi, Fas'ta Adalet Partisi, Gazze'de Haniye de aynı dili aynı, aynı ideali dillendirince ortaya Yeşil Kuşak ve Şii Hilali'ne karşı yeni bir hat çıktı: Ümmet Kuşağı. Erdoğan Malezya'dan Bosna'ya kadar tüm İslam ülkelerindeki halkların tartışmasız birleştirici lideri oldu. İşte ikinci ve son alarm zili o zaman çaldı. ABD/İngiltere/İsrail (Yeşil Kuşak) hattı ve Rusya/Çin/İran (Şii Hilali) hattı Ortadoğu'da yıllardır devam eden sömürülerini bitirecek büyük tehlikenin Türkiye'nin öncülük ettiği Ümmet Kuşağı olduğuna inandılar ve ittifak ettiler. İran ve ABD barışı biraz da bu yüzden oldu. Her iki blok da Erdoğan'ı durdurmak için harekete geçti. Şii Hilali Arap baharını Suriye'de, Yeşil Kuşak da Mısır'da durdurdu ve karşı devrim başlattı. Körfeze, yani enerjinin merkezine dayanmış devrim ateşi sultanların ve emirlerin kirli tahtlarını yakmadan her iki blokun ittifakıyla söndürüldü. Mısır'da darbe yapıldı, Tunus'ta darbe girişimi oldu, Libya kaos ve teröre boğuldu, Irak'ta mezhep savaşı başladı, Yemen teröre teslim oldu, Cezayir fetret devrine girdi, Gazze ablukaya alındı, bombalandı. Türkiye'nin en büyük müttefiki Pakistan terörün kurbanı oldu. Ortadoğu tam anlamıyla saldırıya uğradı ve kaos ortamında yeniden diktatörüler iktidara geldi, Sisi ve Esad binlerce masumu öldürdü. Birden İslam ülkelerinin tamamında El Kaide, El Şebab saldırıları başladı. Türkiye'yi Ortadoğu sahnesine çıktığına pişmen etmek için Yeşil Kuşak, Şii Hilali ve körfez sermayesi (Dubai) ittifakıyla türlü planlar yapıldı. Gezi olayları Yeşil Kuşak'ın taktiklerini kullandı, Erdoğan iktidarını devirmeye kalktı. Buna Suriye iç savaşını bahane ederek Alevileri ve Caferileri tahrik eden Şii Hilali destek verdi. Hatay olaylarıyla adeta fiili ayaklanma çıkartılmak istendi. Suriye'de IŞİD peydahlandı, Türkiye'nin desteklediği muhaliflere saldırdı. Üstüne üstlük Türkiye El Kaide'ye destek vermekle suçlandı. Ancak başarısız oldular. Erdoğan iktidarı Gezi olaylarında dik durmayı başardı. Bunun üzerine Ilımlı İslam Projesi'nin en büyük gücü, diyalog ve kardeşlik hareketi olarak bilinen Gülen Cemaati aktive edildi ve adeta kamikaze saldırısına geçti. Devletin tüm birimlerindeki Cemaat'in uyuyan hücreleri uyandı ve devleti teslim almaya çalıştı. Savaş hala devam ediyor. Resmi tamamına bakıldığında görünen şey, aslında Ümmet Kuşağı'na karşı Şii Hilali ve Yeşil Kuşak ittifakının savaşıdır. (son)