İRAN Şİİ HİLALİ İLE ORTADOĞU LİDERLİĞİ HEDEFİNE Mİ KOŞUYOR? Dr. Yeşim DEMİR Son günlerde sınır ötemizde yaşananlar sadece bir iç savaş değil, aynı zamanda bölgedeki ve dünyadaki güçlerin çıkar çatışmalarıdır. Bu çatışma ortamında İran'ı her gelişmenin içinde görüyoruz. İran, Kral Faysal’ın, ‘‘İslam dünyasında bir buçuk devlet vardır. Biri Türkiye, yarısı İran. Çünkü eskiden beri ilmi, askeri ve hukuki olan sadece bu iki devlet vardır. Türkiye ve İran olmadan Ortadoğu’da düzeni kurmak istersen başarılı olamazsın." sözlerini referans almış olmalı ki bölgede bir düzen kurmaya çalışmaktadır. Köklü devlet geleneği ve tarihi zenginliğe sahip İran’ın, 19. ve 20. yüzyıl boyunca büyük güçlerin özellikle de İngilizler ile Ruslar tarafından mücadele alanına dönüşmesi, I. ve II. Dünya Savaşları’nda işgallere uğraması, İran dış politikasının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. İran dış politikası güvenlik algısı üzerine inşa edilmiştir. 1979’da Batı kültürünü benimseyen Şah yönetimine bir tepki olarak kurulan İran İslam Cumhuriyeti, devrim sonrası içine kapanık ve kendini korumaya yönelik politika izlemiştir. İran, devrim ihracı stratejisiyle bölgesel lider olma hedefi çerçevesinde Basra Körfezi ve Ortadoğu’ya yönelmiştir. Etrafının sürekli düşmanlar tarafından çevrili olduğu düşüncesiyle uluslararası baskılara rağmen nükleer çalışmalara hız vermesi de bu açıdan değerlendirilebilir. Arap Baharı’nın getirdiği değişim süreci, Sünni-Şii kutuplaşmasına giden Ortadoğu’da bölgesel güçleri yeni bir düzen kurulması için mücadele etme zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmıştır. Son dönemde Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen gibi ülkelerde merkezi yönetimin zayıflamasıyla birlikte, bu ülkelerde İran etkisinin artması Şii hilali söylemini güçlendirmiştir. Örnek olarak; Yemen'de Suudi Arabistan'a karşı, İran rejiminin Husileri desteklemesi, Etnik yapının çeşitliliği ve dış güçlerin etkisinin yoğun hissedildiği Lübnan'da Hizbullah bağlantılı Michel Aoun'un cumhurbaşkanı olarak seçilmesi, İran'a bölgesel hâkimiyetini genişletme imkânı vermesi, Terör örgütü PKK'nın Kandil'de bulunan kamplarının bir kısmını İran sınırları içerisine taşıdığının iddia edilmesi. Şii hilali kavramı ilk defa Ürdün Kralı Abdullah tarafından dile getirilmiştir. 2004 yılında Kral Abdullah, Sünni Arap ülkelerinin Şii hilali tarafından kuşatıldığını belirtmiştir. Kral’a göre hilal İran’dan başlayarak, Irak, Suriye ve Lübnan’a kadar devam etmektedir. Bu söylemler karşısında İranlı yetkililer ise Ortadoğu’da Sünni-Şii ayrımının doğru olmadığı vurgusu yaparak İran merkezli bir Şii hilali ifadesine de karşı çıkmışlardır. Dünyadaki Şii nüfusuna baktığımızda Müslüman nüfusun %15’ini oluşturmaktadır. İran, dış politikasında bir araç olarak Şii faktörünü kullanırken, Ortadoğu’nun diğer ülkelerindeki Şii gruplar da çıkarları doğrultusunda mezhepsel kimliklerini ön plana çıkararak İran ile yakınlaşmaktadırlar. Şii nüfusu sayısal olarak az gibi görünse de, ulus anlayışından farklı bir bağ oluşturduğundan Sünnilikten daha avantajlı bir durumdadır. İran’ın mezhep temelli dış politikasının kutuplaşmalara yol açması, Körfezdeki Sünni ülkelerin ABD’den silah alımlarını artırmalarına ve daha otoriter politikalara yönelmelerine neden olmaktadır. Yani Körfez ülkelerinin ABD’nin daha fazla etkisi altına girmesi anlamına gelmektedir. Bu durum İran'ın bölge genelinde yayılmasına göz yuman ABD'nin de işine gelmektedir. Peki neden Körfez ülkeleri İran'ı tehdit olarak görüyor? Birinci neden, dünya’da tüketilen petrolün %20’si Körfez ülkelerinden Hürmüz Boğazı yoluyla ihraç edilmekte olup, İran’ın boğazı kapatma olasılığı. İkinci neden ise İran’ın Körfez ülkelerindeki Şiileri, bu ülkelerde iç sorunlar çıkarmak ve Körfez’de bulunan yabancı yatırımcılara karşı kışkırtmak amacıyla kullanmasıdır. Sonuç olarak, İran gibi Arap olmayan unsurların Ortadoğu siyasetinde etkili aktörler olarak öne çıkması bir takım olumsuz gelişmeleri de beraberinde getirecektir. Bölgesel güçlerin tarihsel karşılıklı önyargıları ve dini yorum farklılıklarının derinleşmesi ile çatışma, husumet ve bölgeye dış müdahale artacaktır. Diğer yandan radikal olmayan fakat yine de Batıyı eleştiren bölgesel işbirliğinin temelleri atılabilir.