T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ ORTADOĞU ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ORTADOĞU EKONOMİ POLİTİĞİ ANABİLİM DALI ORTADOĞU DİNLERİ AÇISINDAN HOMO ECONOMICUS’UN ANALİZİ Doktora Tezi HAZIRLAYAN: İPEK MADİ İSTANBUL, 2014 T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ ORTADOĞU ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ORTADOĞU EKONOMİ POLİTİĞİ ANABİLİM DALI ORTADOĞU DİNLERİ AÇISINDAN HOMO ECONOMICUS’UN ANALİZİ Doktora Tezi Hazırlayan: İpek MADİ Danışman: Prof. Dr. Ahmet TABAKOĞLU i ÖZET Ekonomik faaliyetler, toplumda insan ilişkilerinin bir parçası olduğundan toplumların bu faaliyetlerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen siyasi, dini, kültürel ve ahlaki boyutu incelenmelidir. İktisadi olayların kültürel değerlerle desteklenmesi ile toplumsal refah düzeyinin maksimuma ulaşmasının ilişkisi sebebiyle, bu çalışmada, Geleneksel iktisat teorilerinin gelişmesinde rol oynayan toplumsal nedenler topluca araştırılmış ve iktisadi düşüncenin gelişiminde önemli yer tutan iktisadi faaliyetlerin tarihi yine topluca incelenmiştir. Bu incelemenin gayesi iktisadi düşünce tarihinin ya da iktisat teorisinin gelişiminin ayrıntısını ortaya koymaktan ziyade teorilerin arkasındaki zihniyetlerin etkilerini ve zihniyet değişimlerinin sonuçlarının incelenmesidir. Çalışmada, Geleneksel iktisadi doktrinlerin zihniyet yapısının etkisinin tarihsel araştırması eski uygarlıkları içerirken, yerleşik iktisadın gelişimine katkıda bulunan alanlar, güncel iktisat literatürüne kadar bazı örneklerle ortaya konmuştur. “Neoklasik doktrine nispeten dayandığı esasları gevşetilmiş” Yeni iktisatta, yerleşik iktisattan daha yoğun matematik ve kurgusal modeller kullanılmaktadır. Bu nedenle, bu çalışma, yerleşik veya yeni olsun, “gerçekleri yansıtmayan ve sorunlara çözüm üretemez hale gelmiş olan iktisadı”, “Geleneksel İktisat” olarak nitelendirmiştir. Bunda İktisat Teorisinin fazlasıyla transdisipliner bir alan haline gelmesinin de bir payı vardır. Çalışmada, çeşitli bilim dallarında yaşanan gelişmelerin İktisat Teorisine yansımaları hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Geleneksel iktisat teorisinin zihniyet esaslarının ağırlıklı olarak Batı’nın dünya görüşünü yansıtmasının çalışmanın bütünlüğüne ilişkin nedenlerine değinilmiştir. Geleneksel iktisadi zihniyetin teşkil ettiği sistemlerin yanlış varsayımlarından temizlenmesi gerektiği ve iktisadi tercihleri yapan, faaliyetleri gerçekleştiren “insan” kabulünün gözden geçirilmesinin iktiza ettiğine değinilmiştir. İktisat teorilerinin bazını oluşturan yapının, Batı dünyasının ekonomik ve sosyal gelişimi anlaşılmadan analiz edilmesi zordur. Çünkü Geleneksel iktisat teorileri Batı’nın iktisadi sorunlarına çözüm arayışından ibarettir. Atılgan’ın ifade ettiği gibi, günümüzde Batının yaşadığı ekonomik çıkmaz devam etmektedir. Greenspan’in “birisi insan doğasını değiştirmek için bir yol bulmazsa başka krizler de göreceğiz” ifadesini dile getiren İşler, Greenspan’in krizlerde insan doğasından başka ortak hiçbir nokta bulunmadığını söylediğini ifade etmiştir. ii Batı ekonomileri aşırı tüketim ve israf üzerine kurulu bir yapıya sahiptir. Çünkü hâkim olan zihniyet “çoğu aza tercih eden”, “kendi menfaatini her şeyin üstünde tutan” bir homo sapiens’i kabul ettiği için “itidalli olma” hali mümkün değildir. Materyalist ve Liberal Felsefenin güç aldığı “Evrimci kabul”e dayanan Geleneksel iktisadi zihniyete göre bir “Homo Sapiens iktisadi ortamda bir Homo Economicus’tur”. Çalışmada, Ahiret inancını inkâr edecek homo economicus’un tüm hedefinin azami ve peşin dünyevi menfaat olacağına dair açıklama yapılmıştır. Homo economicus aksiyomlarının geçerliliği üzerine literatürde genel olarak yapılan eleştiriler çalışmanın ilgili bölümlerinde verilmiştir. Aksiyomların geçerliliği, her üç Ortadoğu dini-Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam- açısından ayrıca analiz edilmiştir. “Geleneksel iktisat literatürü, bağlı olduğu varsayımların geçerliliğini sorgulamakta ve teorilerin gerçekleri açıklamadığının farkına varmaktadır. Ancak genel olarak literatür, sorunu kökten halletmemekte ısrarlı olduğundan varsayımlarını, “sorunlu”, “sınırlı”, “güçlü/güçsüz” gibi adlandırmalarla gevşetmekten öteye gidememektedir. Kazgan, iktisadi zihniyetin insan davranışları ile ilgili varsayımları Doğal Kanun felsefesine dayanan ve insan aklı ile kainatın kanunlarının bulunabileceği görüşünü kabul eden, iktisadi liberalizm felsefesinin ürünü olduğunu ifade etmiştir. Salt akılcılık ve deneycilikten etkilenen iktisadi liberal görüşe dayanarak iktisatçılar, kendi duyuları ve mantıklarını kullanarak saptadıkları gözlemleri, insan davranışları ile ilgili varsayımlar yapıp, gerçekleri hangi ölçüde açıkladığı belirsiz teoriler kurarak, evrenselliğini iddia etmişlerdir. Kazgan’ın deyişiyle, varsayımların gerçekleri yansıtması konusunda araştırma yapılmazsa iktisatçılar istedikleri varsayımları yapabilirler. “Tabii ve Toplumsal Kanunların evrenselliği” iddiasının iktisada yansıması “gerçekte evrensel olan Semavi dinlerin iktisadi doktrinlerine” karşıt alternatif olarak getirilmiş bir görünüme sahiptir. Bu görüşün iktisat teorisine yansıması aslında bu çalışmada homo economicus aksiyomlarının analiz edilmesinde de görülebileceği gibi birtakım “ifade edilmeyen ya da gizlenmiş aksiyomlar” içermektedir. Çalışmada İşler’in açıkladığı “gizli varsayımlar”a yer verilmiştir. Ancak çalışmanın bütünlüğü göz önüne alındığında “gizlenmiş aksiyomlar”dan kasıt İşler’in mantıksal bütünlük ile çıkarmış olduğu “gizli varsayımlar” ile ilgili değildir. Bu çalışmanın bütününe müteallik öne sürülen aksiyomlar “ifade edilmeyen aksiyomlar” olarak adlandırılabilir. Geleneksel iktisat teorisinin kabulüne göre iktisadi insanın aksiyomlarından özellikle birbirini gerektiren ve bütünleşen “doyumsuzluk”, “bencillik” ve “rasyonellik” in bir arada gerektirdiği iktisadi tercih ve davranış biçimi Ortadoğu dinlerinin iktisadi doktrinlerinin kabul iii ettiği insan görüşüne ters düşmektedir. Homo economicus varsayımı ağırlıklı olarak Batı’nın zihniyetine dayalı esaslardan güç almaktadır. Bu zihniyetin fiiliyata geçtiği ve etkin olduğu coğrafyalarda ciddi ekonomik ve sosyal krizler yaşanmakta ve sorunun kaynağı kavranamamakla birlikte çözüm getirmeyen hafif modifiye olmuş alternatifler üretilmektedir. Sorunun çözümü ile ilgili öneri ve Geleneksel sistemdeki yanlışlıklar ve bulgular tezin ilgili bölümlerinde ve ayrıca Sonuç bölümünde açıklanmıştır. Anahtar Kelimeler: Homo Economicus, Dinsel İktisadi Düşünce, İslam Ekonomisi, Ortadoğu, Geleneksel İktisat. iv ABSTRACT Since the economic activities are a part of the human relations in the society, it is critical to examine the political, religious, cultural and ethical factors that have direct or indirect effect on those economic activies. In this study, because of the relationship between the economic events with supportive cultural values and the achievement of total welfare at the maximum level; social causes that are crucial to the development of the Conventional economics theories are investigated and the history of the economic activities which affect the development of economic thought, is examined as a whole. The purpose of this study is not to introduce the details of the development of the history of economic thought nor the development of the economic theory, but to investigate the impact of the mindset forming the theories and the consequences of the changes in the mindset. In this study, while the historical investigation of the influences of the mindset of Conventional economics doctrines comprises ancient civilizations, up to the current economics literature, certain types of supportive fields for the mainstream economics are introduced. In New (New Classical) Economics of which “the standing principles are weakend compared to Neoclassical doctrine”, more extended mathematical and theoretical models are utilized compares to ones in mainstream economics. Therefore, this study describes “the economics- mainstream or New”-that does not declare the truth and is no longer capable of producing solutions” as “Conventional Economics”. One of the reasons in this is the transformation of the theory of economics to a highly transdisciplinary science. In the study, the reflections of the developments in other scientific fields on the Economics Theory are concisely provided in this study. The mindset of Conventional economics theory mostly reflects Western world-view; the reasons related to the integrity of this study are also explained. This study highlights the necessity in refinement of false assumptions in the systems derived from Conventional economics’ mindset, and the necessity of revision of “human” who makes economic choices and takes economic actions. It would be difficult to analyze the structure of the basis of economic theories without understanding Western economic and social development. The reason is that Conventional economics theories are developed in order to find solutions to Western economic problems. In today's world, economical dilemma continues to exist in the West. Greenspan said that if someone doesn't come up with a solution to change the human nature, we will see other kinds of crisis. He stated that there is no other common ground in crisis other than human nature. v Western economies are based on overconsumption and wasting. Since the dominant mindset approves homo sapiens who “prefers the more over the less” and “values one's interest above all”, it is not possible to sustain the state of “being restrained”. According to Conventional economics’s mindset which is based on “Evolutionist acknowlegment” that empowers Materialistic and Liberal philosophy, a homo sapiens is a homo economicus at an economical context. In the study, it is explained that all the goal of homo economicus-who will deny the belief in Afterlife- will be about maximum and ready benefits. The common critics in the literature about the validity of the homo economicus' axioms are given in the relevant sections of this study. Besides, the validity of the axioms are analyzed according to the three divine religions- Judaism, Christianity and Islam. The literature of Conventional economics questions the validity of associated assumptions and realizes that theories don't explain the reality. Nevertheless, since the literature insists on not to solve the problems radically, it cannot go farther than just easing the assumptions bu naming them as “problematic”, “limited” or “strong/weak”. Kazgan expressed that the ethos of economics is a product of the philosophy of economic liberalism which bases the human behavior on Law of Nature, and believes that the laws of the universe can be found with human intelligence. The economists who were impressed by economic liberal view supported by absolute rationality and experimentation, claimed universality by their observations derived from their own senses and reason, and by forming theories-which are uncertain in reliability- based on assumptions in human behavior. As Kazgan states, economists may assume whatever they would like to as long as the research is not conducted on the reflections of assumptions about the facts. The reflection of the idea about “universality of Natural and Societal Laws” on economics seems like an opposite alternative to economical doctrines of Divine religions which are “universal in reality”. That reclection on the theory of economics indeed involves certain “unexpressed or obscured axioms” mentioned in the analysis of homo economicus axioms in this study. The study cites “the secret assumptions” explained by İşler. Nevertheless, considering the integrity of this study, the meaning of “the obscured axioms” is not related to “secret assumptions” derived logically by İşler. Entire this study, it is possible to name axioms that are apparently asserted as “unexpressed axioms”. According to Conventional economics theory, the economic preference and behavior which are supposed by economic man’s axioms, especially “nonsatiation”, “egocentricity” and “rationality” which require each other and are integrated, are contradictory to view of vi human which is approved by the economic doctrines of Middleeastern (Divine) Religions. The assumption of homo economicus is mostly based on the principals of Western mindset. Serious economic and social crisis take place at the geography that this mindset has come out and been affective. In additon to the inability to find the source of the problem, slightly modified alternatives that do not bring solutions are formed. Suggestions on the solution of the problem, mistakes and findings about Conventional system are explained in the related sections and Conclusion in the study. Key Words: Homo Economicus, Religious Economic Thought, Islamic Economics, Middle East, Conventional Economics. vii İÇİNDEKİLER Sayfa No. GİRİŞ.......... ............................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM .................................................................................................................... 17 1. Geleneksel İktisadi Doktrinlerin Zihniyet Esaslarının Tarihsel Sürecine Toplu Bakış ....... 17 1.1. Eski Yunan ve Eski Roma Medeniyetleri Hâkimiyetinde Gelişen Düşünce Akımları.... ............................................................................................................................ 17 1.1.1. İyonya, Girit, Helenistik dönem ve Eski Yunan Medeniyetinin İktisadi Zihniyete Etkisi..... ............................................................................................................................ 17 1.1.2. Eski Roma Medeniyeti’nin İktisadi Zihniyete Etkisi ........................................... 25 1.2. Ortaçağ Avrupa Dünyası’nın İktisadi ve Sosyal Yapısının Geleneksel İktisadi Zihniyetin Teşekkülüne Etkisi .............................................................................................. 32 1.2.1. Ortaçağ Avrupa’sının Sosyo-ekonomik Yapısına Genel Bakış ........................... 33 1.2.2. Feodalite ve Burjuva Sınıfının Avrupa Toplumunun Değişimine Katkısı ........... 38 1.2.3. Kilise ve Paris Üniversitesinin Etkisi ................................................................... 41 1.2.4. Sosyoekonomik Gelişmeler ve Neticeleri ............................................................ 44 1.2.5. Batı’da Şövalyelik, Haçlı Seferleri ve Orta Çağ’ın Sonu..................................... 54 1.3. Batı Medeniyeti Teşekkülü ve Zihniyet Esaslarının İktisadi Düşünceye Yansıması 60 1.3.1. Büyük Keşifler, Ticari Kapitalizmin Doğuşu ve İktisat Teorisinin Oluşumu...... 60 1.3.2. Batı Medeniyetinin İktisadi Teşekkülüne Etki Eden Bazı Akımlar ve Düşünürleri... .................................................................................................................... 68 İKİNCİ BÖLÜM ...................................................................................................................... 76 2. Geleneksel İktisadi Doktrinlerin “İnsan” Görüşüne Etki Eden Esasların Analizi............... 76 2.1. Liberalizm Felsefesine Dayanan İktisadi Doktrinlerin “insan” görüşüne etki eden esaslarının Analizi ................................................................................................................ 76 2.2. Materyalizm Felsefesine Bağlı İktisadi Doktrinlerin “insan” görüşüne etki eden esasların Analizi ................................................................................................................... 81 2.3. Geleneksel İktisadın “Hatalı Evrenselliği” ve Homo Economicus’un Patolojisi ..... 89 2.4. Geleneksel İktisadi Zihniyete Göre “insan”, Homo Economicus ve Aksiyomları .. 105 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ................................................................................................................ 122 3. Geleneksel İktisadi İnsan’ın Semavi Dinler Perspektifiyle Analizi ................................... 122 viii 3.1. Semavi Dinlerin ve Geleneksel İktisat Teorisinin “İnsan”a Bakış Açısı ................ 122 3.2. Musevi İktisadi Doktrinine Göre “Homo Economicus”’un Analizi ....................... 139 3.2.1. Yahudi Dininin Bazı Kutsal Kaynakları: ........................................................... 139 3.2.2. Yahudi Dünyasındaki İktisadi Tarihsel Süreç ile Hakim İktisat Teorisi Zihniyeti Teşekkülünün İlişkisi: ..................................................................................................... 141 3.2.3. Yahudi Öğretisi’nin İktisadi Esasları ................................................................. 146 3.2.4. Homo economicus Varsayımlarının Tevrat’taki İktisadi Buyruklar Perspektifiyle Analizi: ............................................................................................................................ 150 3.3. Hıristiyan İktisadi Doktrinine Göre “Homo Economicus”’un Analizi ................... 160 3.3.1. Hıristiyanlık Dininin Bazı Kutsal Kaynakları .................................................... 160 3.3.2. Hıristiyanlık’ta İktisadi Meseleler ve Geleneksel İktisadi Zihniyetin Hıristiyanlık Açısından Analizi............................................................................................................ 162 3.3.2.1. Hıristiyan Dünyasındaki Tarihsel Sürecin Geleneksel İktisat Teorisi Zihniyetinin Teşekkülüne Etkisi ................................................................................. 162 3.3.2.1.1. Kilise’nin Etkisi ve Protestanlık Öncesi Batı’da Nüfuzu....................... 162 3.3.2.1.2. Protestanlığın Ortaya Çıkışının Batı’nın İktisadi Zihniyet Esaslarına Etkisinin Analizi ...................................................................................................... 165 3.3.2.2. Geleneksel İktisat Teorisinin Zihniyet Esaslarının Hıristiyanlık Açısından Analizi...... ................................................................................................................... 175 3.3.2.2.1. Hıristiyanlığın Geleneksel İktisadi Zihniyetin Yarattığı Sorunlara Bakış Açısı.......... ............................................................................................................... 175 3.3.2.3. Hıristiyan Öğretisinin İktisadi Esasları ...................................................... 185 3.3.2.4. Homo economicus Varsayımlarının İncil’deki İktisadi Buyruklar Perspektifiyle Analizi .................................................................................................. 188 3.4. İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi................................. 203 3.4.1. İslami İktisadi Doktrinin Bazı Kaynakları, Temelleri ve Hedefi ....................... 203 3.4.2. Ortadoğu-İslam Dünyasındaki İktisadi Tarihsel Gelişim Çerçevesinde Zihniyet Esasları ve Uygulamaları ................................................................................................ 212 3.4.2.1. İslam Medeniyetinin Temel Değerleri ve Rönesans Öncesi Avrupa Medeniyeti ile Mukayesesi .......................................................................................... 213 3.4.2.1.1. Emeviler döneminde İslam iktisadının uygulamaları ............................ 218 3.4.2.1.2. Abbasiler döneminde İslam iktisadının uygulamaları ........................... 223 3.4.2.1.3. Selçuklular döneminde İslam iktisadının uygulamaları ......................... 224 3.4.2.1.4. Osmanlılarda İslam İktisadının Uygulamaları ....................................... 225 3.4.3. İslam’ın İktisadi Öğretisinin Temel Esasları ...................................................... 232 ix 3.4.3.1. Mülkiyet, servet, gelir dağılımı, sermaye ile ilgili esaslar ......................... 235 3.4.3.2. Mal ve hizmet piyasaları ............................................................................ 243 3.4.3.3. Para-Sermaye Piyasaları ve Faiz ................................................................ 245 3.4.3.4. Ücret ve Kâr ile ilgili esaslar ...................................................................... 249 3.4.3.5. Devletin Etkinliği ile ilgili esaslar .............................................................. 250 3.4.4. İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi: .......................... 252 SONUÇ....... ........................................................................................................................... 286 KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 304 x TABLO LİSTESİ Sayfa No. Tablo-1 Birinci Oyun: Mahkumlar çıkmazı Oyunu ................................................... 263 Tablo-2 İkinci Oyun ................................................................................................... 264 Şekil 1…………………………………………………………………………………81 Şekil 2…………………………………………………………………………………83 xi GİRİŞ Bu çalışmanın konusu, “yaşam bir doğal seleksiyondan ibarettir ve zayıflara yer yoktur” dünya görüşüne dayanan Geleneksel İktisadın insan tarifine karşılık, “zayıfa, yoksula yardımı emreden” Ortadoğu dinlerinin kâinat görüşüne bağlı olarak, insanın iktisadi boyutunun incelenmesidir. Ortadoğu dinlerinin “insanın iktisadi özgürlüğü için kulluğunu satmaması” anlayışı ile Geleneksel iktisadın dayandığı zihniyet yapısına eleştirel perspektifle yaklaşılmıştır. Çalışmanın hedefi, “doğanın kanunlarına göre hayat bir mücadeledir, bu mücadelede bireysel haz ve maksimum tatmin almak esastır; bu sebeple insanın doyumsuzluğunu kabul ederek kendi çıkarını maksimumlaştırması gereklidir” zihniyetine dayalı Geleneksel İktisadın insan varsayımının Ortadoğu dinleri açısından analiz edilmesidir. Tarihte mücadelelerin, toprak edinme, denizlere yakın olabilme gibi sebeplerinin yanında, en önemli neden “kutsal semboller” olmuştur. Dini düşüncelerin ve kutsalların açılımının en önemli yeri ise Ortadoğu coğrafyası olmuştur. 1 Büyük peygamberler şehri olan Kudüs’ün, yalnızca Ortadoğu’nun değil evrenin merkezi olduğu ifade edilmiştir.2 Ortadoğu Semavi dinlerinin en önemli merkezlerinden biri olan Kudüs’ün manası, dini coğrafyanın önemini ortaya çıkartan en belirgin örnek olmasıyla yalnızca “bölgesel nitelikli” değildir.3 “Ortadoğu’nun kalbi” olarak nitelendirilebilecek Kudüs şehri her üç din için çok önemli bir merkezdir. “Kâinatın merkezi” olarak adlandırılan Kudüs’ün de bulunduğu Ortadoğu coğrafyasında doğan üç Semavi dinin, insanın iktisadi davranışına bakış açısının ve değerlendiriş yönteminin araştırılması, ekonomik faaliyetlerin zahirinin ve bâtınının bir derece incelenebilmesine bir adım olabileceği gerekçesiyle de anlamlıdır. Ortadoğu, “fikirlerin, malların ve orduların” tüm yönlere açılan bir merkezi haline gelen ve “hacılar, fatihler, hükümdarlar” dâhil olmak üzere insanlar için son derece çekici bir bölge olmuştur. Ancak Ortadoğu’nun dini yapısı etnik yapısına göre 1 Kılıç, D. “Ortadoğu’nun Dinî Jeopolitiği ve Günümüze Yansımaları Üzerine Bir Deneme”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 13:1, 2008, s.66. 2 El-Khatip, A., “Kur’an’da Kudüs”, Çev. Dr. Ramazan Işık, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 9:1 (2004), s.109-111. 3 Kılıç, a.g.m., s.66. 1 daha karmaşıktır. Lewis, Avrupalı’nın davranış değişikliklerinin, Amerikan toplumundan meydana gelen istisnalar dışında tamamına yakınının Avrupa kökenli olduğunu ancak, Ortadoğulu’nun durumunun, bunun aksine olarak kendi adetlerinin yabancı kültürlerden kaynak bulduğunu ifade etmiştir. Ortadoğu toplumlarında Helen ve Roma kültürünün etkisi görülmüş, dini yaşamda farklı biçimlerde tapınmalar olmuştur. Ancak pagan dünya görüşünden Monoteist inanca geçiş göreli daha kısa bir sürede gerçekleşmiştir. Musevilerin, İranlıların ve Yunanlıların gelenekleri Hıristiyan ve İslam uygarlıklarının bazı ortak köklerine etki etmiştir. 4 Ortadoğu’da, Hıristiyanlığın doğuşundan İslamiyet’in doğuşuna kadar üç önemli gelişme olmuştur. İlki, Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla önceki dinlerin etkisini yitirmesidir. Ancak Helen-Roma pagan inancı bir müddet daha yaşamıştır. Roma İmparatorluğu’ndaki merkezinin Roma’dan Konstantinopolis’e yönlenmesi ikinci önemli gelişmedir. Üçüncüsü ise, Ortadoğu’da Yunan kültürünün etkinleşmesidir. Lewis, önemli bir gelişme olarak “ekonominin” devlet tarafından planlanması ve idare edilmesini de ilave etmiştir. 5 Ortadoğu dinlerine- Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam- göre, kâinat Allah tarafından belirli bir amaç için yaratılmıştır. İnsan kâinattaki imtihan sahasında “iyi” ve “kötü” arasında tercih yaparak, bu tercihlerinin neticesinde karşılığını alacaktır. İnsanın tercihlerinin arasında iktisadi olanlar da bulunduğundan bu sahadaki seçenekler için de kanun ve kurallar belirtilmiştir. İnsanın iktisadi tercihlerinin en uygun düzeyde gerçekleştirilme kısıtı sadece dünyevi sebepler olmamalıdır. Dinsel iktisadi düşünce Geleneksel iktisadi doktrinlerin ihmal ettiği birtakım meselelere değinmektedir. Ortadoğu dinlerinin insana ve insanın iktisadi boyutuna bakış açısı incelenmeden bu dinlerin iktisadi meselelere dair getirdiği düzenlemelerin anlaşılması zordur. Ortadoğu dinlerinin ortak görüşüne göre kâinatı (dolayısıyla doğayı da) yaratan Allah’tır. Kutsal Kitap’ta kaos manası içeren rastlantıya cevap mevcuttur. “İnsan kura atar, Ama her kararı RAB verir.”6 Ayetinden Allah’ın tüm olayların Rab’bi olduğu 4 Lewis, B., Ortadoğu, Arkadaş Yayınları, 6. Baskı, Ankara, 2009, s. 3, 22, 33-34. Lewis, a.g.e., s.44-46. 6 http://incil.info/kitap/Suleymanin+Ozdeyisleri/16:33 5 2 anlaşılmaktadır.7 Allah, hiçbir şeyi rastlantıya ya da doğaya bırakmaz; her şeyi hesaplamıştır, insanları, onların ihtiyaçlarını yaratmıştır ve besinlerini de hesaplamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Kamer Sûresi 49. Ayette, “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” buyrulmuştur. 8 İslam kâinatın tesadüf eseri olmadığını bildirmiştir. Tüm kâinat bir hedef için yaratılmıştır. Dünya hayatı ve maddi ilişkiler ahirete hazırlık dönemini oluşturan bir imtihan sahasıdır. “Dünya ahiretin tarlası” olduğuna göre, geçici olan madde mananın emrinde olmalıdır. 9 Geleneksel iktisat teorisinin insan kabulü, Ortadoğu dinlerinin tarif ettiği gibi “kâinata geliş amacına uygun tercih ve davranış sergileyen” bir niteliğe sahip olmamakla birlikte, bu insan varsayımının kabulü neticesinde gereklilik olarak meydana gelen tercihler, kararlar ve davranışların motivasyonu, yalnızca iktisadi ve sosyal alanda değil diğer yaşam alanlarında da sorun yaratmaktadır. “İnsan”ın iktisadi (ve diğer) boyutunun incelenebilmesi için insanın kâinatta yer alışı, dünya hayatına geliş nedeni, iktisadi gayesinin incelenmesi gerektiğinden, kâinat ve insan algısı net olmayan bir dünya görüşünün şekillendirdiği bir teorinin anlaşılmasının mümkün olmaması sebebiyle Ortadoğu dinlerinin kâinat ve insan algısının açıklanmasına gayret gösterilmiştir. Çalışmada kâinata bakış açısının “fayda penceresinden” çıkmasının Ortadoğu dinler açısından neden yanlış olduğu açıklanmıştır. Geleneksel İktisat Teorisinin kabulü olan Homo economicus varsayımına etki eden zihniyet esasları açıklanmış ve bu zihniyet esaslarının kökleşmesine hizmet eden iktisadi doktrinlerin gelişim çerçeveleri incelenmiştir. Homo economicus’un genel literatürdeki aksiyomları incelenmiş ve eleştirilmiştir. Ortadoğu dinlerine göre-Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam- iktisadi davranış, motivasyonunu, Geleneksel iktisat teorisinin kabul ettiği gibi bireysel tatminden almaz. Ortadoğu dinleri açısından insan, iktisadi özgürlüğü ve alacağı maddesel tatmin için kulluğunu satmaz! Ortadoğu dinlerine göre insanın kâinata geliş amacı Yaratıcı’sına 7 Mackay, D. M., İnsan Makine Midir? Kutsal Kitap’ın ve Mekanik Bilimsel Düşüncenin Işığında İnsan, Yeni Yaşam Yayınları, 1. Basım, Nisan 2010, s.58. 8 Kantakji, S., “Islamic Economic Math Model”, Ver.101, Translated by: Iman Sameer Al-Bage, 2009, s. 4-7. 9 Tabakoğlu, A., Toplu Makaleler II İslam İktisadı, Kitabevi, İstanbul, Kasım 2005, s. 18-21,165. 3 kulluk olduğu için iktisadi davranışların motivasyonu Yaratıcı’nın rızasını kazanmaktır. Dolayısıyla insan için dünyevi tercihlerden maksimum haz alma gibi gayret kabul edilemez. Ayrıca Ortadoğu dinlerinin insan görüşüne, Batı iktisadi zihniyetinin bireycilik ve hazcılık esasları ters düşmektedir. Bireyciliğin aksine üç din paylaşımı, yardımlaşmayı özellikle yoksula destek olmayı öğütlemiştir. İnsan, Ortadoğu dinlerine göre, maksimum haz alma amacında olmayacağı için kendi çıkarının maksimizasyonu peşinde olan doyumsuz ve bencil (Geleneksel iktisadın) insan kabulü, homo economicus, ters düşmektedir. Geleneksel iktisadın varsaydığı insan modelinin dayandığı bireycilik, bireysel tatmin, kendi aklına güvenme, en az zahmet ile maksimum hazcılık gibi konular Pagan görüşünü benimsemiş Antik Çağ felsefesinden feyiz almıştır. Paganist fikre dayanan hazcılık ve bireyselcilik Geleneksel İktisadın homo economicus’u için kabul edilen niteliklerdir. Geleneksel İktisadi zihniyet ağırlıklı olarak insanı-homo economicus’u bu açıdan ele aldığı söylenebilir. Homo economicus, maksimum zevk ve minimum zahmet anlayışına dayalı maddesel tatmin için maksimum fayda/kar ve minimum zarar hedeflemektedir. Bireycilik esası homo economicus için bencillik-kendi çıkarını maksimumlaştırma aksiyomu gereği önemlidir. Hazcılık ve bireyciliğin ekol olarak ilk ileri sürülmesi Eski Yunan ve Eski Roma’da gerçekleşmiştir. Çalışmada Antik Çağ Yunan ve Roma medeniyetlerinde gelişen Stoacılık ve Epikürcülük akımlarının gelişiminden, bu akımların ortaya çıkma aşamalarından ve dünya görüşlerinden bahsedilmiştir. Stoacılık ve Epikürcülük özellikle hazcılık, bireycilik açısından Homo Economicus’un zeminini hazırlamıştır. Stoacılık akımına göre insan sadece akıl gücüne dayanarak, kendine güvenerek yani kâinatın kanunlarına, doğaya göre yaşamalı, devlete ya da Tanrı’ya bağlı olmamalıdır. İnsan tam manasıyla özgürlüğü yaşamaktan tat almak için aklını kullanarak, dış varlıklara bağlanmamalıdır. İktisadi doktrinlerde “doğal yasalar” kavramını ilk kez ortaya atan Stoacılık’ın ahlak öğretisi olmuştur. Epirkürcülükte gelişen Kyrene Okulu, “hazcılık-hedonizm” diye tanınan, mutlu yaşamın minimum acı maksimum haz duymak demek olduğunu ileri sürmüştür. Bu okul, insanın hezeyanlardan, korkulardan, batıl inançlardan bilgi sayesinde kurtulabileceğini, “insanın en şiddetli hazları duymaya çalışması” gerektiğini iddia etmiştir. Stoacılık karşıtı olan Epikürcülük akımına göre, yaşamdan tat alınması 4 gereklidir. Kainat olayları belli yasalara göre oluşur ve doğa üstü güçlere inanç “boş bir kuruntu”dur.10 Özellikle Stoisyen düşüncenin Panteist fikre dayanan doğa düzeni görüşü Doğal Kanun felsefesinden güç alan iktisadi liberalizmin çekirdeğidir. Çalışmada, Ortaçağ’daki iktisadi gelişimlere ve bu gelişimlerin bazı neticelerine, Batı medeniyeti teşekkülünün dayandığı esaslara etki aşamalarının analiz edilmesi açısından değinilmiştir. Batı zihniyet esaslarının Ortaçağ’da iktisadi boyutunun gelişimi bir derece, feodal düzen, Kilise, burjuvanın gelişimi, Paris Üniversitesi ve Haçlı Seferleri’nin etkileri incelenerek anlaşılabilir. Çalışmada, daha ayrıntılı biçimde anlatılan ve çalışmanın bütünlüğü ile ilgileri açıklanan tarihsel gelişmelere kısaca değinilmiştir. 12. Yüzyıl Avrupa için ticaretin gelişmesi nedeniyle iktisadi düzende büyük bir değişimin yaşandığı bir dönem olmuştur. Topraksız köylülerin bazıları ticarete atılmıştır. Kiliseye ya da senyörlere veya başka herhangi bir merkeze bağlı olmayan ve serüven arayan tüccarlar-merchant adventurers-ortaya çıkmıştır. Şehirlere gelindiğinde önceden bağlı olunan senyörün ya da cemaatin önemi kalmamış ve yalnızca servet biriktirme yeteneği, kazanç kabiliyeti, zekâ seviyesi gibi ölçütler öne çıkmıştır. 11 15. yüzyıl Batı dünyası kapitalizme doğru bir yönelime başlamış, 18. yüzyılın sonlarına kadar olan bu süreç ticari kapitalizmin yaşandığı bir dönem olmuştur 12 . 15.-18. yüzyıllar arasında iktisadi düşünce teolojinin etkisinden çıkmaya başlamıştır. Ancak iktisadi konularda henüz bağımsız bir teori oluşmamıştır. Ortaçağ sonu ile iktisadi düşüncenin bilimsel olarak teşekkülüne kadar geçen dönemde düşünürler “servet” kavramı üzerinde durmuşlardır. Temeli “servet biriktirme”ye dayanan Merkantilizm, daha sonraki ekonomik sistemler için (özellikle liberalizm için) zemin hazırlamıştır. 13 Batı Hıristiyan dünyasının “külli akıl (vahiy14)”dan saparak yalnızca insan aklına güvenen zihniyet esaslarına dayalı ticari kapitalist (Merkantilist) aşamasının meşru gördüklerinin neticesi “sömürü” olmuştur. Bu bulgunun analizi çalışmamızın “Merkantilizm”in anlatıldığı bölümde yapılmıştır. 10 Selik, M., 100 Soruda İktisadi Doktrinler Tarihi, Gerçek Yayınevi, 3. Baskı, Şubat 1980, s.39-43. Yalçın, A. İktisadi Doktrinler ve Sistemler Tarihi, Ayyıldız Matbaası A.Ş., Ankara, 1976, s. 125128. 12 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10. 13 Zeytinoğlu, E., Ekonomik Sistemler, İ.İ.T.İ.A. Ekonomi Fakültesi Yayınları, İstanbul,1981, s.27-28 14 Bkz. “İslami İktisadi Doktrin Açısından Homo Economicus’un Analizi” bölümü. 11 5 17. yüzyılda başlayıp 18. yüzyılda da devam eden “insanın rasyonel yaratık” olduğu varsayımı ve “insan aklına aşırı güven” ile kuvvet bulan dünya görüşü, akılcılıkgözlemcilik anlayışı olarak ortaya çıkmış ve Doğal Kanun felsefesinin oluşumuna zemin hazırlamıştır. 15 17-18. yüzyıl Avrupası’nın esasları toplumun ve devletin teşekkülünde evrensel niteliğinde algılanmıştır. Batı’nın doğrultusunda ve merkezine bağlı biçimde ilkellikten uygarlığa doğru gelişim seviyelerinde tabii düzen esas alınmıştır.16 Geleneksel iktisadi zihniyetin insan davranışları ile ilgili varsayımlarının dayandığı iktisadi liberalizm felsefesi Doğal Kanun felsefesinin iktisada yansımasıdır. Bu dünya görüşü insan aklı ile kâinatın kanunlarının bulunabildiğini iddia etmektedir. 17 Liberal sistemin zihniyeti bireyin çıkarına dayanır. Bu zihniyet yapısına göre “insan” piyasa için çalışır. “Birey”in ve “bireysel hürriyet”in her şeyden üstün tutulduğu liberal sistemde, iktisadi faaliyetlerin amacı bireyin menfaatini maksimum seviyeye en serbest şekilde çıkarabilmektir.18 Liberal iktisadi felsefenin eleştirisi ve iktisadi liberal doktrinin çelişkileri çalışmamızın bütünlüğünde iddia edilenler esas tutularak ilgili bölümde yapılmıştır. İktisadi liberalizm Batının bazı siyasi düşünürlerinden ve bazı akımlardan destek almıştır. Çalışmanın bütünlüğüne müteallik bilgi ilgili bölümde verilmiştir. İktisadi liberalizm Batının bazı siyasi düşünürlerinden ve bazı akımlardan destek almıştır. 18. Yüzyıl Aydınlanma Hareketi bünyesinde popüler olan Pozitivizmin hedefi sosyal ilişkilerin “ “pozitif politika” metodu ile rasyonalizasyonu”dur.19 Rönesans hareketi ile ortaya çıkan bir diğer akım Hümanizme göre ise “Hıristiyan insana karşı doğal insan” ön plana çıkmıştır. Bu sebeple pagan yaşama olan nazar ve bir yakınlık inkişaf etmiştir. Maddi yaşamın gereklerine, doğaya yönelik bir zihniyete dolayısıyla Ahiret düşüncesine kapalı bir yaşam tarzına destek veren bu akıma yönelim oluşmuştur.20 Rönesans’ın entelektüel 15 aktiviteleri Reform’un gelişmesini Erim, N., İktisadi Düşünce Tarihi, Palme Yayıncılık, Ankara 2007, s.16-18. Tabakoğlu, A., Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 3. 17 Kazgan, G., İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi, Haziran 2004 s.55-56. 18 Zeytinoğlu, a.g.e., s. 38-39. 19 Özlem, D., “ Batılı Bilgi, Pozitivizm ve Felsefe Çerçevesinde Avrupamerkezci Tarih Anlayışının Temelleri”, İnsan&Toplum, İlem Yayınları, Cilt 3, Sayı 6, 2013, s.8-9. 20 Yalçın, a.g.e., s. 130. 16 6 desteklemiştir.21 Yaşam tarzındaki bu köklü değişiklik dini alanda Reforme olarak adlandırılan değişim hareketine sebep olmuştur.22 Reform ve Protestanlık bireyciliği desteklemiştir. Feodal mekanizma ve Kilise güç kaybederken, desteklenen bireycilik ticaret sistemini etkilemiştir.23 Calvin’in ekonomik düşüncesi teolojinin etkisinden bütünüyle çıkarak liberal sisteme zemin hazırlamıştır (Calvin ve Calvinizm ile ilgili bilgi ve eleştiri “Homo economicus’un Hıristiyanlık’ta Analizi” bölümünde yapılmıştır). Nedeni siyasi ve sosyal alanda liberalizmi gerçekleştirmek olan ve iktisadi ortamın hukuki çerçevesinin oluşumunu sağlayan Fransız Devriminin getirdiği esaslar da liberal sisteme zemin hazırlamıştır. Liberal sistemin esasları da bireyin çıkarına dayanır ve liberal sisteme göre bireyin çıkarı toplumun çıkarına aykırı değildir.24 “Hıristiyanlığa karşı aklın üstünlüğünü” savunan 16.-18. yüzyılın bazı düşünürleri ve oluşturdukları hareket, Rönesans ve Reform hareketlerinin getirdiği zihniyet değişikliklerine ek olarak, toplumun doğa düzeni esasına göre teşekkülü ve iktisadi hayata laisser-faire versiyonunun uygulama bulması ile, homo economicus algısı oluşumunu tamamlamışlardır. Homo economicus’un gelişimini tamamladığı liberal felsefeye bağlı kapitalist sistemin gelişim süreci bir anlamda Hıristiyanlıktan sapma sürecidir. Pozitif bilimler ise bu sapma sürecinin esasını teşkil eden zihniyet yapısının temeline katkı sağlamıştır. 25 Kapitalist sistemde, maddeci zihniyet, sürekli olarak kişi isteklerini çoğaltıp ve çeşitlerini artırmaktadır.26 Kapitalist sistemde çözümü sınıf bilinci kazanarak emeğinin neticesinde sadece sermaye sahiplerinin kazandığının farkına vararak haklarını arayacak olan işçi sınıfının yapacağına inanan Marksist doktrin, bunun toplumun genel yararına olacağını ileri sürmüştür. Marks yalnızca kişisel menfaatlerin ve güvenliğin sağlandığı bir hayatın yeterli olmadığını, insanın “tek başına sermaye biriktirme kaygılarından” ve durmadan 21 Erbaş, A., Hristiyanlık’ta Reform ve Protestanlık Tarihi, İnsan Yayınları, İkinci Baskı: İstanbul, 2007. s.70 22 Zeytinoğlu, a.g.e., s.24 23 Erbaş, s.73-74 24 Zeytinoğlu, a.g.e., s.25-26 25 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 7, 10-11. 26 “Bazı Normatif Kaideler”, The Group of Islamic Economy, Ekonomislam, 7 Mayıs 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-normatif-kaideler/ 7 bir şeyler satın alma arzusundan bütünüyle kurtulduğu bir toplumu hayal etmiştir. 27 Marks insanı toplumsal bir hayvan gibi görmüştür28. Marksist iktisadın açıklamaya çalıştığı “insan” liberal felsefenin açıkladığı modelin modifiye halidir. Marksist zihniyet yapısına göre insanlık tarihi üretim süreci ile belirlenir ve şekil alır. Bu kuram ile evrim mekanizması keşfedilebildiği söylenir. Ekonomik sınıfların oluşum, dönüşüm ve değişimlerini açıkladığı iddia edilen bu kuram temelini Materyalist zihniyet esaslarına dayandırmaktadır. 29 Marksist materyalizm dünyanın kökeni ve doğası bakımından maddi olduğunu ileri sürüp, “akıl, düşünce, bilinç”in var olanın, yani maddenin, ürünü olduğunu iddia etmiştir. 30 Marksist doktrinin iktisadi koşulları düzenleme amacıyla iddia ettiklerinin eleştirisi çalışmanın ilgili bölümünde yapılmıştır. Ayrıca çalışmanın üçüncü bölümünde Dinsel iktisadi doktrinlerin homo economicus’u analizi ile Marksist iktisadın insan görüşüne gerekli cevap dolaylı olarak verili haldedir. 19. yüzyıl yeni iktisadı bu oluşumlardan yaşanan sancının neticesidir.31 19. yüzyıldan itibaren burjuva ile gelişen kapitalizm hâkim sistem haline gelmiştir. Kapitalizm tarihi araştırmalardaki yetersizlik nedeniyle “evrensel bir realite” olarak algılanmıştır. Bu algının güçlenmesine çağdaş kapitalist ve Marksist yaklaşımlar etkili olmuştur. 32 20. yüzyılın sonlarına kadar sosyal bilimler, dini akılcı olmayan bir alana ait olarak değerlendirmişlerdir. Akılcılık dine “üstün görülmüş” ve din çerçevesine dâhil tercihlerin rasyonellik kapsamına girmediği genel görüş olmuştur. 33 Genel olarak iktisatçılar modellerinde giderek daha kişiliksiz, daha hiperrasyonel, daha egoist, daha doyumsuz, daha inançsız bireyler varsaymaktadırlar. İnsanın aşırı matematikselleştirilmiş dolayısıyla kişiliksizleştirilmiş yaklaşımlarla ele alınması söz konusudur. Geleneksel iktisat teorisinde “insan aklının her şeyi çözebileceği iddiasıyla duygu, his ve adetlerden bağımsız davranış modelleri ile kişiliksizleştirilmiş bir 27 Yılmaz, Z.B., “Marx ve “İnsanî Varoluş””, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl:14, Sayı:55, Kasım, Aralık, Ocak 2010-11,s.75-76. 28 Marks , K., Engels, F., Felsefe Üzerine, Derleyen : Mehmet Türdeş, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul, Ocak 2003, say. 73-74,119. 29 Hançerlioğlu, O., Ekonomi Sözlüğü, Remzi Kitabevi,6. Basım, İstanbul,1993, s.282. 30 Marks, Engels, a.g.e., say.75 31 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 3. 32 Tabakoğlu, A., ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki Algılanışı”, 23-24 Eylül 2010, Ankara, Konrad-Adenauer-Stiftung e.V. Baskı 2011, s. 93, 98,100. http://www.kas.de/wf/doc/kas_23417-1522-12-30.pdf?110816144632 33 Demir, Ö. , Din Ekonomisi, Sentez Yayıncılık, Ankara, Nisan 2013, s. 65-66. 8 rasyonellik” varsayımı kabul edilmektedir. İktisat teorisinin en temel varsayımlarından biri olan homo economicus için kabul edilmiş aksiyomlar dünyevi menfaatlerin maksimizasyonunu sağlayan tercihleri yapmanın fırsat maliyetinin ciddiyetini kamufle etmektedir. “Homo economicus-iktisadi insan” varsayımı, 1848’de John Stuart Mill’in Essays on some Unsettled Questions of Political Economy adlı çalışmasıyla ortaya konmuştur. 34 Ben-Ner ve Putterman’ın deyişiyle, “homo economicus en iyi ihtimalle ahlak ile ilgisiz ve en kötü ihtimalle de bütünüyle faziletsiz/ahlaka aykırıdır”. 35Mill’in deyişiyle, “insan yaratığının davranışı takriben neticelerin öngörülerinden ve safi hayvan içgüdülerinden üstün olan dürtülerden etkilenmektedir. 36 Homo economicus için literatürde genel olarak sayılmış aksiyomlar, tam bilgiye sahip olma, seçici olma, doyumsuz olma ( bu çalışmada tatminsizlik veya açgözlülük olarak da ifade edilmiştir), tercihlerinde tutarlı olma, bencil olma ve rasyonel olma olarak sıralanabilir. Gelecek ile ilgili durumlar için belli bir yanılgı payı ile kestirim yapabilen homo economicus’un tam bilgiye sahip olduğu varsayılır. Homo economicus’u tüketici veya üretici olarak piyasada aldatmak imkân dâhilinde değildir.37 Seçici varsayılan homo economicus alternatifler arasında değerlendirme yapabilecek bilgiye ulaşma yeteneğine sahip38 olarak tercih yapar ve mümkün olan en iyiyi seçer.39 Doyumsuz ya da açgözlü homo economicus belirli bir sepette kendisine kâfi gelecek kadar elde etmiş bile olsa her vakit çoğu aza tercih eder.40 Homo economicus’un tercihleri arasında geçişkenlik olarak da 34 Sickert, C.R., “Homo Economicus”, entry prepared for the Handbook of Economics & Ethics, Edited by Peil, Jan and Irene Van Staveren, Edward Elgar Publishing, Pontificia Universidad Católica de Chile FACEA, Escuela de Administración, May 2009, s. 1,3. 35 Ben - Ner, A. and Putterman, L., “Homo Economicus Meets “The Moral Animal”: On Some Implications of Evolutionary Psychology”, s.1. http://www.econ.brown.edu/fac/louis_putterman/working/pdfs/wrirev98.pdf 36 Mill, J.S., Principles of Political Economy, Abridged, with Critical, Bibliographical, and Explanatory Notes, and a Sketch of the History of Political Economy, By J. Laurence Laughlin, Ph. D. Assistant Professor of Political Economy in Harvard University, 1885, The Project Gutenberg EBook, Release Date: September 27, 2009 [Ebook 30107], s.134. 37 Özkazanç Ö., Berberoğlu C. N., v.d., İktisat Teorisi, Editörler: Kemal Yıldırım, Mustafa Özer, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2003, s.21. 38 Reny, J.P., Jehle, G.A., Advanced Microeconomic Theory, Second ed., Addison Wesley,2000, s.6. 39 Gökdere, A., İçöz C. v.d., İktisadın İlkeleri, Alkım Yayınevi, Ankara, 1996, s.12. 40 Özkazanç, Berberoğlu, vd. , a.g.e., s.21-22. 9 adlandırılan tutarlılık aksiyomuna göre söz konusu tercihlerin birbiriyle çelişmediği varsayılır. İkili karşılaştırmalar birbirine tutarlı olarak bağlantılıdır. 41 Bencil homo economicus yalnızca kendi çıkarı peşinde koşar. Üretici iktisadi insan kendi karının maksimizasyonu için, tüketici iktisadi insan kendi faydasının/tatminin maksimizasyonu için çabalamaktadır.42 Rasyonellik homo economicus için bir davranış ilkesidir. Tabii Kanun felsefesinin iktisadi liberalizmde akılcı yöntem katkısına göre akıl, tüm fiziksel ve sosyal bilimlerde eksiksiz ve yanılmaz bilgi edinimi sağlayabilir. Salt akılcılığa göre insan aklı, deneyden ve denemeden evvel gelen tüm gerçeklerin kaynağıdır. 43 Geleneksel iktisadın temel aksiyomlarından biri olan akılcılık ya da rasyonellik, insanların tercihlerinde “kendilerine yararlı olanı” seçtiklerini ifade eder. Tercih yaparken öncelikle tam bilgiye sahip olduğu varsayılan bireyin, hafızasının her şeyi hatırladığı da varsayılarak ve gelecek olayları doğru ve noksansız tahmin ettiği de varsayılarak, bütünüyle irade sahibi olarak “gerçekleşenden ziyade arzulanan” bir rasyonellik niteliği ortaya konmuştur.44 Ancak genellikle insanların eksik bilgi ile tercih yaptıkları, unutkan oldukları ve hafızalarının seçici olduğu, sıklıkla hisleriyle karar verdikleri ve hata yaptıkları ve irade problemi yaşadıkları, ayrıca öfke, gurur, korku, arkadaşlık gibi duyguların yönlendiriminde karar aldıkları gözlemlenmiştir. Hatta bazı duyguların yönlendirimi altında kendine faydalı olanın tersi tercih edilebilmektedir. Bununla birlikte insanın birbiriyle tutarsız, ara sıra birbiriyle çatışabilen tercihleri olabilmektedir.45 Hazcı insan doğası anlayışı ve toplumun bireyci anlayışı iktisat teorisinin zihniyet esaslarıdır. Neoklasik iktisatçı için bir faaliyet ancak piyasada birilerine fayda yaratıyorsa önem ifade eder. Neoklasik iktisat teorisi gelişmeyi piyasadaki faaliyetin yükselmesi, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın artması olarak kavramaktadır. GSYİH elde edilen tatminlerin toplamından ibarettir. Buna göre, bir annenin kendi çocuğuna bakması faaliyeti, işgücünden bir kişi eksileceği ve yaptığı iş piyasada mevcut olmayan 41 Reny, Jehle, a.g.e., s.6 Gökdere, A., İçöz, C., vd, a.g.e., s.15-16. 43 Kazgan, a.g.e., s. 41,55. 44 Demir, a.g.e., s. 63-64. 45 Demir, a.g.e., s. 64-65, 90-91, 102,104,105. 42 10 bir iktisadi hizmet olarak kabul edildiği için GSYİH’yi düşürmektedir. 46 Bu zihniyet esasının çelişkilerinden birini bu örnekte görmek mümkündür. Çelişkiler ile ilgili gerekli açıklamalar çalışmada yapılmıştır. İktisatçıların iktisadın ne olduğu konusundaki görüşleri de çeşitlidir. “Sonsuz insan ihtiyaçlarının var olan kıt kaynaklarla karşılanmasını inceleyen bilim dalı” tanımı genel olarak kabul görmüş bir tanımdır. Kaynaklar sınırlı iken, “dünya hayatı bir mücadeledir” ve “güçlü olan hayatta kalır” zihniyet esaslarına bağlı olarak bireylerin kendi çıkarlarının peşinden koşmaları, bu çıkarları maksimumlaştırma gayretinde olmaları söz konusudur. Bununla birlikte “kendinden başka kimseye karşı sorumlu olmayacak kadar özgür bireyin tatmini” bir amaç olarak öngörüldüğü için, bu bireylerin, çoğu aza tercih etmeleri ve rasyonel-akılcı olmaları yerleşik bir varsayımdır. İktisadi sahada bireysel tatmin için insanın en az zahmet ile maddi olarak maksimum netice alma gayesiyle davrandığı varsayılır. Gazâlî, “üç vadi dolusu altını iki vadi dolusu altına” tercih edebilecek kadar “insanda garip bir şey” gözlemlemiştir. O’na göre bunun biri herkesçe kolayca anlaşılabilen, diğeri ise ince, gizli ve güç anlaşılır nitelikte olan iki sebebi vardır. İkinci olanı insanın ruhundaki gizli bir özellikten kaynak bulmaktadır. 47 Çalışmanın “İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi” bölümünde bu hususa yer verilmiştir. Geleneksel iktisadi zihniyetin insana bakış açısı Ortadoğu dinlerininkinden çok farklıdır. Semavi dinlerin hayatı ve insanı tüm yönleriyle bir bütün olarak ele almasının aksine, Geleneksel iktisadi zihniyete göre insan, dini, ahlaki ve hukuki yönleri ele alınmadan, yalnızca iktisadi yönüyle “atomistik-ekonomik ajan” olarak incelenip değerlendirilmektedir.48 Geleneksel zihniyete göre iktisadi anlamda başarı “katı biçimde” para kazanmaktır. Yaşamın nihai hedefi servet elde etmedir. Bir başka deyişle, tek hedef maksimum seviyede “iktisadi kazanç” ve tek motivasyon aracı “para 46 Clark, C.M.A., “Catholic Social Thought and Economic Theory: Some Preliminary Reflections”, Paper to be presented at the Second Catholic Social Thought and Management Conference, Antwerp, Belgium, July 27-29,1997, First Draft, July 1997, s. 10-12. 47 Orman, S. Gazali’nin İktisat Felsefesi, İnsan Yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul 2007, s. 127-128. 48 Eskicioğlu, O., İslam ve Ekonomi, ISBN: 975-6824-02-6, Ekim 1999,s.14. http://www.enfal.de/islamekonomi.pdf 11 duygusu” olduğunda fayda azamiyesi sağlanabilir. 49 Geleneksel iktisadi zihniyet genel bir esas olarak “ihtiyacı karşılayan her şey faydalı” olduğunu iddia etmektedir. Kullanımı dinen veya ahlaken doğru olmayan bir şeyin, iktisadi fayda içerebileceği esasına göre esrarkeş biri için afyon kullanmak, ihtiyacını tatmin edeceği için faydalıdır.50 Ancak “fayda”nın ne olduğunu ve neyin fayda içerdiğini din belirlemektedir. Ortadoğu dinlerinde fayda ve maslahatlar Yaratıcı’nın hikmetleri açısından ele alınmaktadır. Yuengert, şüphesiz olarak Hz. Havva’nın elma tercihinin O’nun fayda fonksiyonunda pozitif marjinal faydaya sahip olmadığını ve onu arzulamasının bir tuzak ve bir aldatma olduğunu ifade etmiştir.51 Braima’ya göre, evvelde insanın test edilişi, her birinin hem fayda hem de zarar (disutility) içerdiği iki tüketim örüntüsünden oluşmuştur. İlk örüntü Allah tarafından kurallarıyla belirlenmiştir ve içerdiği fayda, lezzete ilave olarak Cennet’te daimi bir ikamettir. Diğer örüntü, İblis (insanın bariz düşmanı) tarafından öne sürülmüş ve fayda gibi görünen hayatta ve saltanatta ebediyet getirdiği iddiası taşıyan yeni bir tüketim türünün keşfidir. 52 Çalışmada üç Semavi dinin “fayda” meselesine yaklaşımından bahsedilmiştir. Yahudilik inancına göre yeryüzü ve orada olan her şey Allah’a aittir. İnsan sahip olduklarının vekili ve muhafızı olarak ancak bunlara nezaret eder.53 Kutsal Kitap öğretisine göre, insan yaratılmıştır. Ve insanın yaratılışının bir gayesi vardır. 54 İslam’da Tevhit anlayışına göre kâinat Allah tarafından tasarlanmış ve yaratılmıştır. Allah, her şeyi bir maksat ile yaratmış, bu maksat insanın bir parçasını oluşturduğu kâinatın var 49 Kahf, M., “İslam Toplumunda Tüketici Davranışı Teorisine Bir Katkı”, Çev. Hüner Şencan, İslam İktisadı Araştırmaları I, Dergâh Yayınları, Çağdaş İslam Düşüncesi, Birinci Baskı: Temmuz 1988, s.39. 50 Eskicioğlu, O., İslam ve Ekonomi, s.14. 51 Yuengert, A.M., “Elements of a Christian Critique of Consumer Theory”, Faith&Economics,Number 54, Fall 2009, s. 35. 52 Braima, M. E., “A Qur’anic Model for a Universal Economic Theory”, JKAU: Islamic Econ., Vol. 3, (1411 A.H./1991 A.D.), s. 5. 53 Goldstein, S.E., “ Judaism and the Industrial Crisis”, Annals of the American Academy of Political and Social Science, 1 September 1922, s.88. https://archive.org/details/jstor-1014958 54 Mackay, a.g.e., s.79. 12 oluşuna mana ve değer vermektedir.55 Yeryüzünde insanın halifelik görevi vardır. Kullanıma verilen kaynaklar birer sorumluluktur.56 Musevilik’te hayatın hedefi Tanrı’nın buyruklarına uymaktır. Tanrı’dan ayrı olarak dünyevi mutluluk kabul edilmemekte, dünyevi mülkü elde etme amacıyla elde etmeye gayret göstermek budalalık olarak nitelendirilmektedir. Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için sahip olunan mülkler bu hedef için araç olarak kullanılmalıdır.57 Materyal mallar yalnızca, Hıristiyan teolojisine göre gaye olan, Allah yolunda ve cemaat içinde yaşam için kullanıldığında yararlıdır. Maddeler ihtiyaçları karşılamak ve Allah’a şükretmek içindir. Materyal mallar mutlak amaç olursa saplantı haline gelmiş olur. İnsanlar birbirlerine mülkiyet transfer etsinler diye yaratılmamışlardır; yaratılış bir armağandır ve ancak bir bağ iledir.58 İslam iktisadı insanı kâmil bir varlık derecesine yükseltirken maddeyi, hükmedilen bir unsur olarak görüp onu yönetir. Ancak materyalist sistemler maddenin topluma hükmeden yegâne faktör olduğunu iddia etmişlerdir Bireyin yaşamının ihtiraslarına bağlı olmaması ve bunların uşağı olmaması gerekmektedir.59 Samimi Müslümanlar için, insanın hedefi Allah’a hizmet etmektir. Materyal malların elde ediniminin amaç değil araç olduğu unutulmamalıdır.60 İktisat Teorisinin bakış açısının insanın varoluş biçimini şekillendirdiği söylenmektedir.61 Bu çalışmanın bütünlüğünün içerdiği manaya bakıldığında bu görüşe katılınmadığı ortaya çıkacaktır. Çünkü insanın varoluşa bakış açısı tercihlerini ve davranışlarını belirlemekte; böylelikle iktisadi davranış ve faaliyetler de 55 Chapra, M.U., Islam and Economic Development,The International Institute of Islamic Thought and Islamic Research Institute,Islamization of Knowledge-14,Islamic Resarch Institute Press, Pakistan, 1993, s. 5. 56 Mannan, M.A., “İslamda Sermaye Teorisi ve Faizsiz Bir Ekonomi Olanağı”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 27 Mart 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islamda-sermaye-teorisi-vefaizsiz-bir-ekonomi-olanagi/ (islam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 57 Sombart, W., Kapitalizm ve Yahudiler, Çev. Sabri Gürses, İleri Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 2005, s.169,198. 58 Yuengert, a.g.m., s. 32-36. Cemal, M.A., İslam İktisadının Üstünlüğü, Hilal Yayınları: 76, Mütercim: Ali Rıza Temel, İstanbul, 1971, s. 16. 59 60 Wilson, R. “Islamic Economics and Finance”, World Economics, Vol.9, No.1, January-March 2008, s. 180. http://www.relooney.info/00_New_2168.pdf 61 İktisatta Yeni Yaklaşımlar, Der: Ercan Eren-Metin Sarfati, İletişim Yayınları 1685, Araştırmaİnceleme Dizisi 279, İstanbul, 2011, s.9. 13 belirlenmektedir. Bu davranış ve faaliyetlerin biçimi dünya görüşünü yansıtmaktadır. Bir teori insanın varoluş biçimini şekillendiremez. Teoriler insanların kabulleri, inançları ve dünya görüşüne bağımlıdır. Bu söylemin bu şekilde ifade edilmesinin sebebi çalışmanın Sonuç bölümünde açıklanmıştır. İktisat biliminin evrenselliği, teorisinin, gerçeklere daha iyi açıklık getiren bir yenisi bulunmadıkça kabul görmesine bağlıdır. Bir teori, gerçekleri yansıtan varsayımları ve içsel bütünlüğünde tutarsızlık olmayan yapısı ile, zaman ve mekandan bağımsız olduğu için, evrensel sayılabilir.62 Geleneksel iktisat teorisi düşünürlerine göre, uygulanan yöntemin inanç sistemlerinden bağımsız olması doğa bilimleri gibi evrensel geçerliliği olmasına ön koşul olarak benimsenmiştir. Hâlbuki bir teorinin inanç sistemlerinden bağımsız olması, onun evrensel olarak geçerli olduğunu göstermez. İnanç sistemi evrensel ilkelerden oluşuyorsa, teorinin bu sisteme bağlılığı derecesinde evrenselliğinden söz etmek pekâlâ mümkündür. Bununla birlikte, bir insanı ya da insan topluluğunu, benimsediği inanç sisteminden ayrıştırmak olanaksız olduğu için, iktisadi davranışlarını açıklayacak teoriyi de söz konusu topluluğun inanç sisteminden bağımsız olarak oluşturmak son derece anlamsız olacaktır. Deneylerle inanç sistemi test edilemeyeceği için, Geleneksel İktisadın zihniyet esaslarına göre, iktisadi insan, yani homo economicus, inanç sisteminden arındırılmış bir pozitivist olarak, çıkar azamileştiricisi ve aynı zamanda duyguları ve somut tercihleri matematiksel olarak ifade edilebilecek derecede hiperrasyonel (ve zamanla evrim geçirerek şuur kazanabilmiş, sosyalliği öğrenebilmiş bir hayvan türü) ve davranışları test edilebilir bir varlık olarak varsayılmıştır denilebilir. Bu varsayım, belirli bir zihniyet esasına bağlı olarak bencil bir rasyonellik ve “Batı zihniyetine bağımlı sorunlu gelişmişlik” için ilk adım gibi görünmektedir. Eski Yunan ve Eski Roma’da “kendilerinden olmayanlara barbar denmesi” gibi Batı zihniyeti kendisine dâhil olmayanlar için az gelişmiş ifadesini kullanmaktadır. Kalkınma ile ilerlemek isteyen “az gelişmiş” ülkelerde “ihtiyaçlar sun’î olarak artırılmakta” ancak üretim kapasiteleri bu artışa yetmemektedir. Sanayileşerek dünya hâkimiyetini sağlamış olan Batı, sömürgeleştirme aktivitelerini medenileştirme olarak 62 Kazgan, a.g.e., s.399. 14 değerlendirmektedir.63 Ancak “gelişmekte olan ülkeler” kadar zengin kapitalist ve sosyalist ülkeler de, seküler Aydınlanma dünya görüşüne dayalı stratejiler marifetindeki verimlilik ve hakkaniyet hedeflerini eş zamanlı olarak kavramakta kabiliyet gösterememişlerdir.64 Şunu da belirtmek gerekir ki, Müslüman ülkelerin baskın ideolojisi İslam değil, feodalite, kapitalizm ve sosyalizm karmasından oluşmuş bir sekülarizm halindedir. İslami iktisadi sistem Müslüman Dünyasının her hangi bir kısmında hüküm sürmemektedir. Müslüman ülkeler iktisadi sorunlarını hâkim sistemlerin seküler perspektiflerinin geliştirdiği politikalar ile çözmeye çalışmaktadır.65 Geleneksel iktisat literatürüne çıkarılan her yeni doktrin, farklı felsefeden kaynak bulmuş gibi gözükmesine karşılık hepsi aynı zihniyetten doğmaktadır. Atılgan, servet edinmiş olanlar ile yalnızca emek sahibi olanlar arasındaki rekabeti görebilmek için insanın adının Karl Marx olmasının gerekmediğini ifade etmiştir.66.Ancak sosyal Darwinizm ya da dialektiğe dayanan kapitalist ve sosyalist dünya görüşleri insana gereken değeri vermemektedir. Bu sistemler insan kardeşliğine, sosyo-ekonomik adalete önem vermemektedir. Yalnızca “güçlü olanın hayatta kalması”, “sınıf mücadelesi”, “maksimum tatmin”, “hayatın materyal koşulları” konularında abartılmış vurguları vardır. İnsanı toplumun menfaati için çalışmasına gayret ettirecek bir düşünce yapıları ve sistemleri yoktur.67 Kâinatı, Euclide esaslarına göre şifreleyen, Yaratıcı ve insan arasındaki ilişkiyi “hiyerarşik” boyuttan “yatay”a indirgeyen kabulde, Eski Yunan düşüncesinin materyalist realite algısı ve matematiksel indirgemeci nedensellik baskındır.68 İnsan dünyaya maksimum haz elde etmeye gelmemiştir. İnsan bir makine ya da, bir hayvanın doğal seleksiyon sonucu hayatta kalan ve birdenbire şuur kazanan bir türü olmadığı için, tercih yaparken Ahirette göreceği karşılığı da unutmamalıdır. Çalışmada, 63 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 160,162. 64 Chapra, M., U., “Islam and the Economic Challenge”, The Islamic Foundation and The International Institute of Islamic Thought, Islam and the Economic Challenge (Islamic Economics Series; No.17) I. Title 11. Series' 330.12., s. 199. 65 Chapra, a.g.m.,, s. 9. Atılgan, A., İslam’ın Ekonomik Politikaları, Akademik Araştırmalar Serisi-2, İstanbul, Eylül 1996, s.14 67 Chapra, M.U., “Islam and the Economic Challenge”, s. 200. 68 Arslan, M., “İktisadi Okulların Felsefi Kökenleri ve Çoğulculuk”, İktisadı Felsefeyle Düşünmek, Der. Ozan İşler-Feridun Yılmaz, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 63-64,66. 66 15 aldatıcı ve geçici dünyevi yani fânî faydalar (ve /veya zararlar) getiren seçeneklerin tercihi -eğer Semavi dinler dairesinde uygun kabul edilmiyorsa-rasyonel bir davranış olmadığına dair açıklama yapılmıştır. Üç dine göre insan, (iktisadi) tercih yaparken dünyevi menfaati ile, tercihinin Ahiret’teki karşılığı arasındaki fırsat maliyetlerini inceler. Bu nedenle iktisadi boyutta insanın rasyonelliği bu perspektif ile değerlendirilmelidir. Çalışmada, Ortadoğu dinlerinin- Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam- “iktisadi insan” görüşü incelenmiş ve Geleneksel iktisat teorisinin kabul ettiği homo economicus aksiyomlarının-tam bilgiye sahip olma, seçicilik (ve optimize edicilik), tercihlerde tutarlılık, tatminsizlik ya da doyumsuzluk, bencillik ve rasyonellik- yanlışlığını ve geçersizliğini ortaya koyan iktisadi öğretilerinin temelleri topluca açıklanmaya gayret edilmiştir. Homo economicus varsayımının kendi içindeki çelişkili ifadelerine dayalı eleştirel analiz Geleneksel İktisat Teorisi çerçevesinde topluca yapılmış, ayrıca Ortadoğu dinlerine göre hem ayrı ayrı hem de bir bütün olarak gerçekleştirilmiştir. Üç Semavi dinin “insan-ı kâmil” için vurguladıkları özellikler içinde iktisadi davranışlar ile ilgili olan bölümler analiz edilmiştir. Geleneksel iktisadi zihniyetin tarif ettiği homo economicus karakteristikleri sırasıyla Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam perspektifiyle analiz edilmiştir. İslam dininin son din olması itibariyle, İslami iktisadi doktrine göre insan, diğer dinler açısından yapılan analize göreli olarak daha ayrıntılı ele alınmıştır. Homo economicus’un literatürde sayılan aksiyomlarının-özellikle “doyumsuzlukaçgözlülük” ve “kendi menfaatinin azamiyesi peşinde olma-bencillik” meselelerinin- üç Semavi dinin öğretileri ile ve dayandıkları esaslar ile ters düştüğü, üç Semavi dinin “insan-ı kâmilin iktisadi motivasyonu ve davranışları” üzerine öğütlediklerinin aktarılmasına gayret gösterilmiştir. Analizde Kutsal Kitaplardaki ayetlerden, dinsel iktisadi düşünce literatüründen, tefsirlerden ve Hadislerden yararlanılmıştır. 16 BİRİNCİ BÖLÜM 1. Geleneksel İktisadi Doktrinlerin Zihniyet Esaslarının Tarihsel Sürecine Toplu Bakış 1.1. Eski Yunan ve Eski Roma Medeniyetleri Hâkimiyetinde Gelişen Düşünce Akımları 1.1.1. İyonya, Girit, Helenistik dönem ve Eski Yunan Medeniyetinin İktisadi Zihniyete Etkisi İlk çağlarda Ege Bölgesi, yüksek dağlar ile çevrili olması nedeniyle bölünmüş topluluklardan oluşan, topraklarının %20’ sinin ekilebilir olduğu ve üretimleriyle ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan küçük siteler halinde olmuştur.69 MÖ 2000’den itibaren Tuna bölgelerinden gelen göçmenler Ege kıyılarına ulaşmışlar ve Akhalar adını almışlardır. Göç hareketleri sonucu diğer Yunanlılar, İyonyalılar ve Aiolisliler Akhalara katılmış ve Miken dünyası böylece oluşmuştur. MÖ 2000’den sonra Egenin en parlak merkezi Girit olmuştur. MÖ 17.yy ile 14.yy arasında Girit’te şehir krallıkları kurulmuş, denizcilikte ustalaşmış olan Giritliler Doğu ülkeleriyle ticaret ilişkileri geliştirmişlerdir. MÖ 13.yyda Yunanlılar, kendilerine yabancı bir çevre olan Anadolu kıyılarına gelerek ilk siteleri kurmuşlardır. Polis adı verilen siteler daha sonra adalarda ve Yunan anakarasında yaygınlaşmıştır. Bu yeni siyasal oluşum 15 yüzyıl boyunca devam etmiş, Atina adı hem siteyi hem de Akropolisin etrafındaki kentleri ifade etmiştir. Yunan siteleri Hellenizmi Akdeniz’in büyük kısmına yaymıştır. MÖ 13-12. yüzyılları arasında Dor istilalarıyla gerileme dönemine giren Yunan uygarlığında Doğu ile Egeyi birleştiren ticari ilişkiler kesilmiş, Yunanlıların “kendine özgü niteliklerinin” teşekkülünü yaşayan bir zamana geçilmiştir.70 Eski Yunan âlemi, özerk site devletleri halinde Akdeniz’in çeşitli bölgelerinde, “Anadolu kıyısından Marmara ve Karadeniz’e taşmış”, Yunanistan yarımadası, Sicilya ve Kıbrıs adalarına gelmiş ve İtalya’nın güneyine koloniler olarak yerleşmiştir. Bu bölgelerde karşılıklı birliklerle birlikte iç savaşlar yaşanmış, ekonomik yaşamın 69 70 Zeytinoğlu, E., İktisat Tarihi, Süryay Sürekli Yayınlar, İstanbul-1993, s. 32-33. Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, s.48-50. 17 gelişmesiyle deniz ticareti önem kazanmıştır. Böylelikle siteler arası ekonomik, toplumsal ve manevi ilişkiler hareketlenmiştir.71 Topraklarının az bir bölümünün ekilebilir olması sebebiyle Ege bölgesi sakinleri diğer ülkelerle zorunlu ve sürekli olarak ilişki içinde olmuşlar, “deniz ticareti”, “sömürgecilik” ve “ulaşım” faaliyetleriyle meşgul olmuşlardır. Gemiciler ve tüccarlar büyük servet sahibi olmuştur. İsparta sitesi hariç, Yunanlılar iktisadi faaliyeti medeniyetlerinin sürekliliği için tek yol olarak görmüştür. İsparta sitesi ise askeri üstünlüğü daha fazla önemsemiştir.72 M.Ö. 6.yüzyılda, çeşitli medeniyetlerin kesişme noktasında olan Batı Anadolu sahillerindeki İyonya’da, adalar ve küçük körfezler ülkesi olması sebebiyle, farklı siyasal sistemler oluşmuştur. İyonya’da kâinatın bir iç düzene sahip olması sebebiyle bilinemez olmadığına dair düşünceler ortaya çıkmıştır. 73 Büyük İskender’in hâkimiyeti altında, imparatorluk içinde medeniyetlerin kaynaşması sağlanmıştır. Büyük İskender’den sonra imparatorluk, Selefki, Lagos ve Antigonos Hanedanlarını kuran komutanlar arasında paylaşılmıştır. Ancak, etkinlik merkezleri Doğuya kaydığı ve büyük deniz yolları Korinthos’tan ya da Atina’dan atık geçemediği için, sitelerde siyasal hâkimiyet ve iktisadi faaliyetler zayıflamıştır. Bu krallıklarda halk, vergi ve angaryaya bağlı köylü kesiminden oluşmuştur. Selefkiler siteler ağı desteğiyle göreli olarak daha başarılı olmuşlardır. Bazılarında yüz binlerce insanın yaşadığı, geniş yolları, kanalizasyon şebekeleri, büyük su kanallarıyla büyük metropoller oluşmuştur. Selefki krallığı, Batıda MÖ 300’de Antiokheia (Antakya), Doğuda 312’de Seleukeia olmak üzere iki büyük kent kurmuştur. Attaloslar içinde çeşitli yapıların ve İskenderiye Kitaplığı ile kıyaslanabilecek 200.000 cilte sahip kitaplığın olduğu başkentleri Pergamon’u (Bergama) kurmuşlardır.74 Ortadoğu’nun Fenike alfabesi Grek diline uygulanarak ve okuma-yazma yaygınlaşmıştır. Zamanla Grek medeniyetinin siyasal ve toplumsal yapısı, daha eski Ortadoğu medeniyetlerinin kalıpları içine girerken, Grek kültürünün belirgin özellikleri 71 Yalçın, a.g.e., s.34. Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, s. 32-33. 73 Sander, O. Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e, İmge Kitabevi Yayınları, 11. Baskı, Şubat 2003, s.38. 74 Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, s.53. 72 18 gevşemiş ve Doğu’nun düşünce ve davranışlarını içermiştir. Bu döneme “Helenistik dönem” adı verilmiştir. Makedonyalı Büyük İskender’in fetihleriyle sürekli genişleyen “Helen” dünyası ile Greklerde, şehir devletlerinden çok geniş bir “kozmopolis”in bilinci oluşmuştur. İskender’in kurmuş olduğu imparatorluk kısa bir süre içinde dağılmış olmasına rağmen, küreselleşmeye başlayan dünyanın ilk habercisi olmuştur.75 M.Ö. 1000-700 yılları arasındaki dönemde, aristokrasi ortaya çıkmış, şehir devletleri kurulmuş ve aristokrasi kralları devirerek siyasi iktidarı eline geçirmiştir. Bu dönemin ilk yüzyıllarında toprak üzerinde mülkiyet kolektiftir. Daha sonraları özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla beraber toprak, miras yoluyla bölünerek küçülmüş; bununla birlikte evlenme, satın alma, borçlanma gibi sebeplerle toplanarak özel mülk olarak gelişme göstermiştir. Hava koşullarına bağlı olarak bazı yıllarda kötü ürün alınması ve salgın hastalıklar ve savaş nedenleriyle bazı kesimlerin toprak payı artmış, ancak, halkın büyük oranı fakirleşmiştir. Bu durum, ekonomik koşulları kötüleşen kesimin bağımsızlıklarını koruma imkânlarının da azalmasıyla beraber, büyük toprak sahiplerinin korumalarına sığınmalarına yol açmıştır.76 Toprakların büyük bir kısmının aristokratların elinde olması ile toprak dağılımındaki adaletsizlik sıkıntı yaratmıştır. Böylelikle Yunanlılar yeni kıyılarda toprak aramaya başlamışlardır.750’ye doğru Napoli’nin kuzeybatısında, Cumae’de ilk kolonilerini oluşturmuşlardır. Güney İtalya ve Sicilya kıyılarında da koloniler kurulmasıyla birlikte Büyük Yunan dünyası oluşmuştur. Pers istilasıyla mücadele eden Yunan siteleri üç yüzyıl boyunca Büyük Yunan dünyasının hâkimiyeti için savaşmışlardır.77 Şehir devletlerinin ortaya çıkmasıyla, iktisadi, siyasi ve toplumsal vazifelerde çeşitlilik ve zorluklar meydana gelmiştir. Krala yardımcılar alma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Böylece, siyasi iktidar aristokrasinin eline geçmiştir. Hem siyasi hem iktisadi güç sahibi aristokrasi ve topraksız ya da az toprak sahibi yoksullar olmak üzere toplum sınıflaşmış ve ikiye ayrılmıştır. Önceleri, tarım ve hayvancılık iktisadi faaliyetlerin büyük oranına sahipken, ticaretin payı yok denecek kadar az olmuştur. Ancak, zamanla iş bölümü artmış ve çeşitli zanaatlar ortaya çıkmıştır. Böylece, iç ve dış ticaret 75 Sander, a.g.e.,s. 38,41,42. Selik, s.9-10. 77 Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, s.50-51. 76 19 gelişmiştir. Deniz taşımacılığındaki gelişmelerin neticesinde, Akdeniz’de daha önceleri Fenikelilerin tekelini aldığı ekonomik üstünlük Yunanlılara geçmiştir.78 Yunan dünyasındaki şehirleşmenin hızlanması insan ilişkilerine yeni düzenlemeler getirmiştir. Yeni ticari ve iktisadi ilişkiler yeni ihtiyaçları beraberinde getirmiştir.79 Paranın kullanılmaya başlanmasıyla; ticaret hız kazanmış, pazarlar çoğalmış ve Yunanlılarda endüstri üretimi artmıştır. Önceleri sadece iç talebi karşılamaya çalışan küçük işyerleri zamanla büyük sanayi kuruluşları haline gelmiştir. Ancak, ihtiyaç duyulan işgücü, ülke içinden sağlanamamış, dışarıdan köle getirerek bu emek ihtiyacı kolay ve ucuz yoldan karşılanmıştır. Para ekonomisi ve köleliğin işgücüne katılımı 7. yüzyıldaki en önemli gelişmelerden biri olmuştur. Paranın üretim için daha geniş çapta piyasa için yapılmasıyla beraber, önceleri kapalı aile ekonomisinin yerini artık açık para ekonomisi almıştır.80 İşletilen toprağın kirasını ödemek zorunda olanlar, geçim ve üretim için gerekli parayı elde edememeleri durumunda yüksek faizle borçlanmışlardır. Bu durum küçük üretici ile büyük toprak sahibi aristokrasi arasında yer alan bir burjuva sınıfı ortaya çıkartmıştır. 7. yüzyılda, Atina halkı, köleler dışında, büyük toprak sahibi aristokrasi, Atina’da oturan tüccar ve sanayiciler ve küçük toprak sahibi köylülerden oluşmak üzere üç sınıfa ayrılmıştır. Burjuva sınıfı, denetimleri altındaki gemici, küçük esnaf, zanaatkâr ve işçi sınıflarından oluşan bir kitleyle köylülerin de desteğini alarak aristokrasiye karşı bir cephe oluşturmuşlardır. Böylelikle, aristokrasi ile şehirli yeni zenginler arasında bir iktidar çatışması başlamıştır.81 Aristokratların, kendilerine karşı yoksul halkı arkasına alacak bir tiran çıkmasına karşı duydukları korku, onları köylülerle uzlaşmaya ve bazı reformların yapılmasına razı olmaya itmiştir. Bunun için, görevlendirdikleri Drakon, aristokratların can ve mal güvenliklerini sağlamlaştırmakla sınırlı bazı yasalar çıkartmıştır. Daha sonraları, reform için Solon görevlendirilmiştir. Solon, borç altındaki köylünün durumu için düzenlemeler yapmış, borca karşılık olarak insanların rehin gösterilmesi yönteminin ortadan kalkmasını sağlamıştır. Yeni bir anayasa yapan Solon, halkı soylarının asaletine 78 Selik, a.g.e. s.10-11. Yalçın, a.g.e., s.30. 80 Selik, a.g.e., s.12-13-14. 81 Selik, a.g.e. s.14-15. 79 20 göre değil, ancak, varlıklarına ve gelirlerine göre dört sınıfa ayırmıştır. Siyasal haklar ve askerlik vazifeleri bu sınıflamaya bağlanmıştır. Solon’dan sonra görev alan Peisistratos’un tiranlık dönemi sonraki kuşaklar tarafından “köylünün altın devri olarak” görülmüştür. Peisistratos, Atina ticaretinin gelişmesini sağlamış ve onun iktidarı sürecinde Atina dönemin en büyük sanayi merkezlerinden biri olmuştur. M.Ö. 508-507 yıllarında, Kleistenes halka daha ileri haklar tanıyan reformlar yaparak, demokrasiye daha yakın olunmasını sağlamıştır.82 5. yüzyıl, Atina ve Yunan iktisadi tarihinin en parlak dönemi olmuştur. Ancak, kazanılan zaferlerle birlikte birçok ülkeyi kendi yönetimine alarak birleştirme gayesiyle gelen egemenlik hırsı sonucu zenginlik kaynakları tükenmiştir. Bu dönemde başlayıp, 4. yüzyıla kadar devam eden birçok iç ve dış savaş nedeniyle ekonomi sarsılmış, siyasi huzursuzluklar ortaya çıkmış ve M.Ö. 338’de Makedonya Krallığı’nın hegemonyası altında Yunanistan’ın bağımsızlığı sona ermiştir.83 MÖ 4.yüzyıl Eski Yunan için bunalım devri olmuştur. Köylüler ile zenginler arasında iç savaşlar, Sparta ile Atina arasında çatışma ve Thebai’nin Eski Yunan’a egemenlik iddiası bunalımı pekiştirmiştir.336-323 arası Büyük İskender’den sonra Yunan Dünyası İndus’a kadar yayılmış ve Eski Yunan’ın siyasi rolü son bulmuştur.84 Eski Yunan uygarlığında nüfus ve dolayısıyla ihtiyaçların sınırlı olması nedeniyle, ekonomi ayrı bir bilim dalı olarak görülmemiş, iktisadi faaliyetler adi aktivitelerden sayılmıştır. Devletle ilgili konular ekonomiden daha fazla ilgi görmüştür. Devletin bireyden üstün tutulması, toprak dağıtımında da olmak üzere eşitlik fikri üzerinde durulması, servetin hor görülmesi ve toprakların verimsizliği ile maliyetlerin yüksek olması dolayısıyla statik bir nüfus görüşünün hâkim olması nedenleriyle felsefe üstün tutulmuş ve iktisadi düşüncenin gelişimini engellemiştir.85 Eski Yunan iktisadi doktrinlerinde en etkili olanlar Eflatun, Aristo, Stoacılar ve Epikürcülerdir. Eflatun ve Aristo’nun iktisadi aktiviteleri ve işlevleri inceleme metotları, ağırlıklı olarak, gelişmekte olan bir aristokrasinin davranışı ve tarıma önem veren görüşlerini yansıtır. Stoacıların ve Epikürcülerin ise, kamusal hayattan uzak 82 Selik, a.g.e., s.16-20. Selik, a.g.e. s.20-21. 84 Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, s.52. 85 Özgüven, A., İktisadi Düşünceler-Doktrinler ve Teoriler , Filiz Kitabevi, İstanbul, 1992, s.11. 83 21 durmayı tavsiye eden bir bireyci tutumları vardır. Eski Roma ve sonraları Rönesans dönemlerinde entelektüel düşünce üzerinde etkileri olmuştur. 86 Ekonomideki sarsılmalar ve siyasi huzursuzluklar, düşünürleri bu konularda çareler aramaya sevk etmiştir. Eflatun –Platon, içinde yaşadığı Yunan toplumunun, huzur ve mutluluktan uzak olması sebebiyle, bunlara ulaşabilecekleri bir düzen hakkında düşünmüştür. Eflatun’a göre toplumun kuruluşu, çok çeşitli ihtiyaçların olması ve bunların karşılanabilmesinin insanların topluluk halinde yaşayıp birlikte gayret göstermelerinin imkanatına bağlıdır. Bu sebeple toplum işbölümüne dayalı kurulmalıdır. Kendi eseri olan Devlet’te insanların yaradılıştan birbirine benzemediğini ve farklı işlere yatkın olduklarını belirtmiştir. Her insanın yaradılışına en uygun işi yapmasının kendisi ve başkaları için en uygun davranış olacağını söylemiş ve meslek tercihinde toplumun söz hakkına sahip olması gerektiğini eklemiştir. Zenginliğin ve yoksulluğun insanı olabileceğinden başka hale getiren, kötüleştiren durumlar olduğunu söylemiş, birinin insanı “keyfe, tembelliğe, değişme arzusuna” yönelttiğini, öbürünün insanı “küçülttüğünü, işini aksattığını” ilave etmiştir. Düzeni oluşturulmuş bir toplumda zenginliğin ve fakirliğin bulunmaması gerektiğini, bunların mutlu ve huzurlu bir yaşamı engellediğini, insan için “bilgeliğin, yiğitliğin, doğruluğun ve ölçülülüğün en büyük dört erdem olduğunu” söylemiştir. Eflatun’a göre, bireysel ve toplumsal yaşam için sistemde ölçülülük esastır. Ülke ile dış dünya ilişkileri minimum olmalı; ülke içinde üretimi olmayan şeyler dışarıdan alınmalıdır. Üretim ithalatı ödemelerine kâfi gelecek kadar fazla vermeli, zenginlik artmamalı; sadece yoksullaşma engellenmelidir. “Mal para ile, para mal ile” değiştirilmeli, kredi verilmemelidir.87 Eflatun’un talebesi ve ilk eleştiricisi olan Aristoteles, (M.Ö. 384-322), eseri Politika’da, iktisadi ve toplumsal sorunlarla ilgili düşünceleri ve doktrinleri anlatmıştır. Nikomakhos’a Ahlak adlı eserinde ise ahlaki meselelere değinmiştir. Aristoteles’in fikirleri Ortaçağ’da, Musevilik ve Hıristiyanlık’ın yanısıra, iktisadi düşünceye büyük kaynak teşkil etmiştir. İnsanlar arasında fark olduğunu ileri süren Aristo’ya göre, iktisadi faaliyet aileden başlar; bireysel ihtiyaçlar aile içinde karşılanır. Ev yönetimi sanatı ya da en yönetimi bilimi-oikonomia- ile genel olarak ihtiyaçlar karşılanır. Ayrıca, 86 87 Selik, a.g.e.,,s.7-8. Selik, a.g.e., s.21-23, 24 ,28. 22 doğal olan ve doğal olmayan diye ikiye ayırmış olduğu edinme-elde etme- sanatından söz etmiştir. İnsan ihtiyaçları ve bunları karşılamak için gerekli servet için sınırsız olmadıklarını, her bir sanatın araçlarının, sayı ve büyüklük bakımından daima sınırlı olmasıyla açıklamıştır. Zenginliğin bir aile içinde veya devlette kullanılan araçların sayısı olarak tanımlanabileceğini söylemiştir. İktisadi faaliyetlerde, en doğal olmalarından dolayı tarım ve hayvancılığı en üstün kabul etmiştir. Daha sonra zanaatların geldiğini, zanaatlardan sonra “kötü, katlanılması gereken bir fenalık” diye tanımladığı ticaretin geldiğini ileri sürmüştür. Para ticaretini-faizciliği- en kötü olarak kabul edip, Selik’in deyişiyle “yerin dibine batırmıştır”. Aşırı mal zenginliğine düşkünlüğü kınamış, ancak; mülkiyet kurumunu yararlı görmüştür. Mülkiyetin belirli bir manada ortak, genel kural olarak özel olması gerektiğini; çünkü insana “bir şeyin kendisine ait olduğunu bilmesinin ona “çok büyük bir zevk”” verdiğini ifade etmiştir. En tatlı zevkin insanın “dostlarına ikram ve hizmette bulunmak” olduğunu ve böyle bir zevkin ancak özel mülkiyeti olan birinin tatmasının mümkün olduğunu söylemiştir. Kişisel menfaati yoksa insanın gayretini esirgeyeceğini ya da eserinden kendisi kadar çalışmayanların faydalanmasını istemeyeceğini; kişisel menfaat dürtüsü olmadan insandan maksimum verim beklenemeyeceğini ve kişisel menfaatin ve buna bağlı olarak özel mülkiyet isteğinin insanın kendini sevme hissinden ayrı düşünülemeyeceğini söyleyerek mülkiyet hakkında üç ilke ileri sürmüştür. Ortak menfaatlere pek fazla kimsenin ilgi göstermediğini her bireyin kendi menfaatini kolladığını ileri sürerek, mülkiyet ortak olduğunda, her ferdin bir işi diğerinin yapmasını bekleyeceğini; böylelikle, işin yapılmayacağını ya da eksik yapılmış olacağını, netice olarak herkesin zarar göreceğini anlatmıştır. Aristo, Ahlak isimli eserinde “karşılıklılık ve adalet prensipleri” üzerinde durarak değişim ile ilgili anlatım yapmıştır. Tüm malların “aynı bir şeyle ölçülmeleri” gerektiğini ve bunun talep olduğunu söylemiştir. 88 Stoacılık ve Epikürcülük akımları, eski Yunan iktisadi doktrinlerini dolaylı olarak etkilemişlerdir. Kyniklerin erdem öğretisi Stoacılıkta, Kyrene Okulu’nun haz öğretisi Epikürcülükte gelişmiş olarak meydana gelmiştir. Kynikler, “erdem”i her şeyden üstün ve değerli kabul etmiş; insanın bütün ihtiyaç ve eğilimlerden sıyrılıp erdem sahibi olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu okulun kurucusu Antistenes, 88 Selik, a.g.e., s. 29-31, 32-34, 35, 36, 37. 23 insanların alçak gönüllü olmasını, onların sade ve “hatta iptidai” bir yaşamı tercih etmelerini tavsiye etmiş, toplumsal sınıfların bir anlam teşkil etmediğini ifade etmiştir. Kyrene Okulu, “hazcılık-hedonizm” diye tanınan, mutlu yaşamın minimum acı maksimum haz duymak demek olduğunu ileri sürmüştür. Bu okula göre, hazzı elde etmek için bir başka deyişle “erdemli, mutlu ve ahlaklı bir yaşam için”, bilgiye ulaşmalıdır. İnsanın hezeyanlardan, korkulardan, batıl inançlardan bilgi sayesinde kurtulabileceğini, “insanın en şiddetli hazları duymaya çalışması” gerektiğini iddia etmişlerdir. Bu okulun kurucusu olan Aristippos, mutlu bir yaşamın, hazzı maksimum, acısı minimum olan bir hayat olduğunu iddia etmiştir. Bu hazlara akıl ile hâkim olmak gerektiğini, bunların insana hâkim olmasına izin vermemesi gerektiğini söylemiştir. Bunun için insanın ihtiyaçlarını mümkün mertebede azaltmasını ve kanaatkâr olmaya gayret etmesini tavsiye etmiştir.89 “Maksimum haz, minimum acı için tercih yaparken kanaatkâr olmak ve mümkün mertebede ihtiyaçları azaltmak” kendi içinde son derece ironik biçimde çelişki teşkil eden bir iddiadır. Çünkü azami mertebede haz almak için insan “çoğu aza tercih etmeli”, asgari acı için insan- belirli bir mantık silsilesiyle- “yetinmelidir”. Maksimum haz ve minimum acı için yapılan tercihlerle dolu bir yaşamda insanın karakteristiği “acıları minimuma indirgemek için elindekiyle yetinme halinde iken doyumsuz biçimde hazzının maksimizasyonu peşinde koşan” bir durumdadır. Bu hayat görüşü kendi içinde çelişki teşkil eden bir iddiaya sahiptir. Ayrıca böyle bir karakteristik “kanaatkâr” yapı ile ters düşmektedir. Bir başka deyişle maksimum haz almak amacında olan bir kimse kanaatkâr değildir ya da ihtiyaçlarını asgariye indirme gayesi yoktur, olamaz. Homo economicus bu görüşten türemiştir. Geleneksel İktisadi zihniyet ağırlıklı olarak insanı bu açıdan ele almıştır. M.Ö. 300 yıllarında başladığı kabul edilen90 Stoacılık akımının (Stoisyen düşünce) kurucusu Kıbrıslı Zenon’a göre, dünyaya bağlı olmamak erdemli yaşamın esasıdır. Ona göre tüm tutku ve hisler insanın aklının iyi işlemesini engellediği için zararlıdır. İnsanın bağımsızlığa ve mutluluğa erişmesini sağlayan “duygusuzluk haline 89 Selik, a.ge., s.39-41. Karagöz,H., “Stoisyen Düşüncenin Roma Hukukuna Etkisi”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Romalılar II, yıl:11, sayı:50, Ağustos, Eylül, Ekim 2009, s.103. 90 24 girmektir”. Bu akıma göre insan sadece akıl gücüne dayanarak, kendine güvenerek yani kâinatın kanunlarına, doğaya göre yaşamalı, devlete ya da Tanrı’ya bağlı olmamalıdır. Yani insan tam manasıyla özgürlüğü yaşamaktan tat almak için aklını kullanarak, dış varlıklara bağlanmamalıdır. İktisadi doktrinlerde “doğal yasalar” kavramını ilk kez ortaya atan Stoacılık’ın bu ahlak öğretisi, M.S.5. yüzyıla kadar özellikle Roma’da etkin olmuştur.91 Stoisyen düşünceye göre kâinatı oluşturan bir madde, ruh ile vücut bulur. Bu düşünce akımında kâinatın Tanrısal olarak nitelenmiş olaylardan oluştuğu kabul edilir. Bir aklın her şeyi kapsayarak tüm kâinatı yönlendirdiğini, insan aklının bu Tanrısal aklın parçası olduğunu ve kâinatı anlayabileceğini iddia eden Stoisyen düşünce, Tanrısal aklın bulunmasının tabiata uygun yaşamakla olanaklı hale gelebileceğini ifade etmiştir.92 Stoacılık karşıtı olan Epikürcülük akımının kurucusu Epikuros’a göre, erdemli ve mutlu bir yaşamın sağlanabilmesi için “dünyadan eletek çekilmesi”, boş inançlardan kurtulunması ve yaşamdan tat alınması gereklidir. Ona göre, kâinat olayları belli yasalara göre oluşur ve doğaüstü güçlere inanç “boş bir kuruntu”dur.93 1.1.2. Eski Roma Medeniyeti’nin İktisadi Zihniyete Etkisi Roma, M.Ö. 10. yüzyılda İtalya yarımadasında Latinler tarafından kurulmuştur. İlk kral Romulus’tan itibaren her kral Roma şehrini sürekli imar etmiştir. İtalya yarımadasının ağırlıklı olarak tarıma elverişli olmayan niteliği sebebiyle Roma’nın dışa açılması gereklilik olmuştur.94 Roma döneminin, iktisadi ve sosyal düşünceye fikir ve teorik bakımdan önemli orijinal bir katkısı olmamıştır. Bu dönemin önemi tatbik, politik ve kullanışlı kurumlar geliştirilmiş olmasından kaynaklanmıştır.95 Tarıma elverişsiz topraklar nedeniyle dışa açılan Roma, ekonomik gelişimini fetihlerle ve savaşlarla gerçekleştirmiştir. Ancak zaferler neticesinde alınan köle ve elde edilen ganimetler ile ordunun savaşa hazır olmasının sürekliliğinin getirdiği maliyetler karşılaştırıldığında savaşın Roma için kazançlı bir ekonomik faaliyet olmadığı 91 Selik, a.g.e., s.39-42. Karagöz, a.g.m., s.103-104. 93 Selik, a.g.e., s.43. 94 Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 42-43. 95 Yalçın, a.g.e., s.88. 92 25 anlaşılmaktadır.96 Sosyoekonomik durumun teşekkülünde rol oynayan faktörler nüfus artışının getirdiği ihtiyaçlar, askeri harcamalar ve savaşlar olmuştur. Öztürk, bu dönemde tarım ekonomisinin hakim olduğunu ve tarım üretiminin toplumun çıkarlarına göre ayarlanması gerektiğinin düşünüldüğünü ifade etmiştir. Bazı Romalılar Yunanlı düşünürlerden etkilenerek, isteklerin aşırılığının önlenmesi ve ihtiyaçlara sınır konulması ile mutluluğa erişimin mümkün olabileceğini savunmuş ve ekonomik sorunları ertelemişlerdir.97 M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda askeri, siyasi ve sosyal sahada genişleyen Helenizm, M.Ö.200 ile 146 arasında Yunan yarımadası ve Makedonya’ya kadar kontrol elde etmiş olan Roma İmparatorluğu ile hızını kaybetmiştir. M.Ö. 6.yüzyılda şehir-devlet haline gelen Roma, M.Ö. 260’ta üç milyonluk nüfusuyla 130.000 𝑘𝑚2 lik bir alana sahip olmuştur.98 Krallık olan Roma’da sonraları cumhuriyet kurulmuş, kralın yerini yönetimde tepede iki kişinin olduğu konsül almış, gerçek iktidar sahibi olan senato99 ve halk meclisinin varlığı devam etmiştir. 100 M.Ö. 27 yılında Roma Cumhuriyeti, Augustus tarafından İmparatorluğa dönüştürülmüştür.101 Roma, M.Ö. 4.yüzyılda Orta İtalya, 3.yüzyılda İtalya’nın bütünü, 2.yüzyılda “Sicilya, Espanya, Kuzey Afrika, Batı Anadolu, Yunanistan, Makedonya eyaletleri, Roma’ya bağlı krallıklar ya da Roma’ya bağlı cumhuriyetler olmak üzere büyük bir coğrafyayı kontrolüne alarak, bütün Akdeniz çevresinde hâkimiyet kurmuştur. Giderek büyük bir imparatorluk haline gelen Roma’nın bu emperyal dönemi koloni politikasında çok önemli değişiklikler meydana getirmiştir.102 Roma’da, kanunla, babadan oğula geçen meslekler statü kazanmıştır. Roma toplumu, “devlet memurları halinde kapalı kastlar” haline gelmiştir. Eques103 azalırken, clarissimus104 sınıfının büyümesi ile zenginler ve yoksullar arasındaki fark büyümüştür. 96 Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 44. Öztürk, a.g.e., say. 3 98 Sander, a.g.e.,s.42-43. 99 Senato, imparatorluğa danışma meclisi vazifesini gören zenginlerden oluşmuş bir topluluktur. Yalçın, A. İktisadi Doktrinler ve Sistemler Tarihi, 1976, s.90 100 Selik, a.g.e., s. 45. 101 Yalçın, a. g.e., s.90 102 Selik, a.g.e., s. 48,50. 103 Yönetici sınıf 104 Senatörler ve aileleri 97 26 Meydana gelen bu hiyerarşik aristokrasinin Roma’da önemli bir yeri olmuştur.105 Yeni cumhuriyette toplum patrisiyenler (soylular) ve plepler (avam) olarak iki sınıfa ayrılmıştır. İlk iki yüzyılda, plepler eşit toplumsal ve siyasal haklar elde etme için mücadele vermişlerdir.106 Devlete ait arazilerin kullanımı özellikle patrisiyenlerin olmuştur. Plepler genel olarak az varlıkları olan küçük çiftçiler halindedir. Sıklıkla savaşa alınmaları topraklarına bakmalarını engellemiş ve “çok ağır olan borçlar yasasına” uymaya mecbur olmuşlardır. Borçlarını ödeyememeleri durumunda, “alacaklıların kendilerini hapsetme”, “köle olarak satma”107 ve bunları borçluların ailelerine uygulama hakları vardır. M.Ö. 287 yılında plepler yasa ile patrisiyenlerle eşit hale gelmiş olmalarına rağmen, sınıf mücadelesi sona ermemiştir. Eski patrisiyenlere birlikte menfaat birliği yapan zenginleşmiş pleplerin de bulunduğu yeni zengin bir soylu kesim ortaya çıkmıştır. Bu sınıf karşısında yoksul halk ezilmeye devam etmiştir.108 Roma’da sınıf ayrımı ve kölelik ciddi boyutta kökleşmiştir. Bu kurumların kökleşmesi filozofların bu ayrımı yazgı olarak değerlendirmesine neden olmuştur109. Roma’da vatandaşlar bireysel vergi ve arazi vergisi olarak iki tür vergi ödemiş, nüfus sayımı ve kadastronun düzenlenmesiyle ödemeler üç taksit biçimde ayarlanmıştır. Ödenmemiş ya da gecikmiş vergilerden bireysel mallarıyla sorumluluk altında olan municipium magistratus’lar vergi toplamada görevli olmuşlardır. Ancak genel bir vergi kaçağı söz konusu olmuştur. Topraklar toplayıcılık, avcılık ve balıkçılık faaliyetlerinin yapıldığı, ayrıca hammadde ihtiyacının karşılandığı saltus ve, tarlalar, bağlar, bahçeler gibi tarım alanlarını kapsayan ager olarak ikiye bölünmüştür. Vicus olarak adlandırılan 105 Théma Larousse-Tarih, İnsan ve Tarih, s. 59. Selik, a.g.e. s. 45. 107 “Kölelik Ius gentium (Ius civile hukuku genel olarak Romalılara uygulanan hukuk iken, ius gentium genelde tüm kavimlere uygulanan hukuktur) kurumuna aittir. “D.1,5,4, pr-1 Florentinus libro nono Institutionum ‘Libertas est naturalis facultas eius qoud cuique facere libet, nisi si quid vi aut iure prohibetur. Servitus est constitutio iuris gentium, qua quis dominio alieno contra naturam subicitur’” “D.1,5,4, pr-1 Florentinus’un Instutitiones’inin dokuzuncu kitabından ‘Özgürlük bir kimsenin zorla veya hukuken yasaklanmadıkça, yapmaya özgür olduğu şeyle ilgili tabii yetkisidir. Kölelik, bir kimseyi doğaya aykırı olarak başkasının mülkiyeti altına sokan, bir ius gentium kurumudur.’” Kaynak: Karagöz, a.g.m., s.106,112. 108 Selik, a.g.e., s. 46-48. 109 Bakır, K., “Roma’da Felsefe, Stoa Ahlakı, Kölelik ve İmparatorluk: Epiktetos ve Marcus Aurelius”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Romalılar II, 2009, s.84 106 27 büyük tarım şehileri Roma ticaret yollarının kesişim bölgelerinde kurulmuştur.110 Yalçın, tarımın, Roma medeniyetinin iktisadi gücünün dayandığı temel üretim faaliyeti olduğunu ifade etmiştir. Latifundia adı verilen büyük toprak işletmeleri giderek genişleyen bir düzenleme olmuştur. Ancak mevcut geniş topraklarının işletilmesinde kullandığı esirler ve kölelerin sömürülmesi nedeniyle sosyal ve siyasi alanda mücadeleler yaşamıştır.111 Tipik Roma ailesi, toprağını işleyen bağımsız çiftçi ailesi olmuştur. Ancak yoğun seferler yüzünden küçük çiftçiler topraklarıyla uzun süre ilgilenememişler, büyük kısmı savaşlarda yaşamlarını yitirmiştir. Geri gelebilenlerin büyük kısmı, varlıklarının ya da ailelerinin dağılmış olduğunu görmüştür. Birikmiş borçlar yüzünden topraklar alacaklıların eline geçmiş ve büyük çiftlikler ortaya çıkmıştır. Köle emeği ucuz olduğu ve savaşlar veya çok ülkeyle yapılan ticari ilişkiler yoluyla kolay temin edildiği için, bu büyük çiftliklerde, çok sayıda köle kullanılmıştır. 112 Roma’nın, savaşa ve savaş ganimetlerine, dolayısıyla da köleliğe bağlı bir ekonomisi olmuştur113. Ancak köle plantasyonlarındaki yaşam koşulları ciddi anlamda rahatsızlık meydana getirmiştir114. M.Ö.1.yüzyılın sonlarına kadar sınırlarını genişletmeye devam eden Roma İmparatorluğunda, tarım ve sanayi gelişmiş, açılan yeni topraklar işlenmiş, bulunan yeni madenler işletilmiş, yeni ürünler imal edilmiş, ticaret genişletilmiştir. Roma’nın egemenliği altındaki ülkelerde ticari engel yaşanmamıştır. Bu ülkelerden, vergi, haraç gibi toplanan gelirlerin büyük bir kısmı ile, kalıcı yollar, köprüler, su kemerleri için harcamalar yapılmıştır. Ancak, Roma’nın ve İtalya’nın ekonomik istikrarı sağlam olmamıştır. İtalya’da nüfus, uzun süren savaşlarla birlikte azalmış ve halkın iktisadi üretkenliği düşmüştür. Kolay ve getirisi yüksek ticaret tarımın yerini alırken, Roma hâkimiyeti altında yaşayan çok zengin ticaret kapitalistleri sınıfı ortaya çıkmıştır. Zenginler, o vakite kadar Roma tarihinde görülmemiş büyüklükte malikâneler, ihtişamlı villa ve konaklar edinmişlerdir. Bununla birlikte, zenginler lüks mallar ithal etmekle uğraşmış, ciddi anlamda lüks ve israf, zengin kesimin yaşamında büyük bir yer edinmiştir. Böylelikle kaynakların ekonomik gelişmeye bir katkısı olmamaya 110 Théma Larousse- İnsanTarih, s.59, 67. Yalçın, a.g.e. s.89-90 112 Selik, a.g.e., s. 49-51. 113 Bakır, a.g.m., s.85. 114 Selik, a.g.e., s. 51. 111 28 başlamıştır. Bu sırada çok sayıda küçük toprak sahibi yoksul çiftçi Roma’ya göç etmiştir. Büyük şehirlerde binlerce işsiz insan ortaya çıkmıştır. “Patlamaya hazır” bu kitlenin sorunlarına çözüm üretmek yerine onlara Roma’da (“her gün muntazam olarak 200.000 kişiye”) bedava beslenme sağlanmış ve 200.000 kişi alabilen arenalarda “35.000 kişinin gladyatör karşılaşmalarını seyredebildiği”, insanlarla vahşi hayvanların birbirleriyle dövüştürüldüğü bir eğlence anlayışı ortaya çıkararak, potansiyel patlamaları ertelemişlerdir. Halka bedava verilen yiyeceğin büyük miktarının ithal edilen tahıldan oluşması da ülkedeki içi üretime büyük darbe vurmuştur115. Bu iç kargaşalıkta birtakım reform girişimlerinde bulunulmuştur. M.Ö. 133 yılında Tiberius, zenginlerin kanuna aykırı olarak el koyduğu toprakların geri alınması ve devlet tarafından gerekli ıslahatların yapılarak topraksız olanlara dağıtılması biçiminde bir program yapmıştır. Ancak bu durum büyük toprak sahiplerinin muhalefeti ile ilk defa kan dökülen bir hareket olup başarısızlıkla sonuçlanmıştır. On yıl sonra, Caius, amacı toprakların eksiksiz biçimde yeniden dağıtımı ve senatonun gücünün azaltılması olan yeni bir program yapmış, ancak meydana gelen ayaklanmalar nedeniyle Caius ile yüzlerce taraftarı öldürülmüştür. Caius ve Tiberius’un girişimleri gelecek yüzyılda yaşanacak iç mücadelelerin ve devrimlerin başlangıcını teşkil etmiştir. M.Ö. 106’da General Marius, ordunun örgütlenme biçimini değiştiren yeni bir reform girişiminde bulunmuştur. Askerlik hizmetine katılma isteğinde olanları sınıfına bakmaksızın orduya alma usulünü getirerek, askerlik mesleğini profesyonel olarak yapılan ücret karşılığı çalışılan bir hale getirmiştir. Ancak bu reformla birlikte, orduya katılan askerlerin kendilerini devletten ziyade, konsülün askerleri olarak görmeye başlamalarıyla Roma’daki siyasal rejim için bir tehdit ve iktidar kavgaları için bir potansiyel teşkil etmiştir. Ayrıca, halkın karşısında hâkim bir kuvvet olarak ortaya çıkmıştır. Öyle ki, M.Ö. 71 yılında, yeni örgütlenmiş bu ordu, “kendisi de köle olan Spartacus’ün önderliğinde” iki yıl direnmiş binlerce köle ve gladyatörün çarmıha gerilmesiyle neticelenen bir ayaklanmayı bastırmıştır.116 115 Eğlence gösterilerini seyretmek için “hiçbir işin yapılmadığı gün sayısı, Augustus’un yönetimi sırasında yılda 66 iken, giderek artarak sayısı imparator Marcus Aurelius zamanında 135” olmuştur. Kaynak: Selik, a.g.e., s. 51-58. 116 Selik, s. 52-55. 29 Kavimler Göçü ile Avrupa’da 5.yüzyıldan itibaren “barbar krallıkları” denilen küçük devletler oluşmuştur. Gotlar 410 yılında Roma’yı ele geçirmişler, Ostrogotlar 493 yılında İtalya’ya yerleşmişler; bu arada Katolik Hristiyanlığı kabul etmiş olan Franklar Galya’nın kuzeyinde krallık kurmuşlardır. Ancak 7. Yüzyılın ortalarına doğru barbar krallıklarında bunalımlar yaşanmıştır. 675’ten sonra ekonomi ağırlıklı olarak Akdeniz’den Avrupa’nın kuzey kesimine kaymıştır. Böylelikle, Akdeniz ülkelerinin ekonomik önemi göreli azalırken, İtalya-Friesland eksenli Avrupa ekonomik olarak ön plana çıkmaya başlamıştır.117 İmparator Teodosius I’den sonra Roma, Batı ve Doğu olarak ikiye bölünmüştür. Barbar istilaları sonucunda ve M.S.85’te Lombardların İtalya’nın kuzeyini ve Roma şehrini işgaliyle Batı Roma İmparatorluğu sona ermiş, Bizans yani Doğu Roma İmparatorluğu uzun yüzyıllar hüküm sürmüştür.118 Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra, toprak sahipleri kendi malikânelerine dâhil sağlam kalelerde yaşamaya devam etmiştir. Kasabalarda genellikle kölelik koşullarına yakın olan tüccarlar ve mekanikçiler bulunmuştur.119 Batı Roma İmparatorluğunun barbar istilası sonucunda yıkılmasıyla halk topraklarından ayrılıp şehirlere kaçmıştır. Şehir-köy dengesi bozulunca ekonomik çöküş yaşanmaya başlamıştır. Bu sıralarda Roma düşüncesinde Epikür felsefesi etkinliğini göstermeye başlamıştır. Epikürcü akım Yunan çağının sonlarına doğru site hayatının gerilediği dönemde ortaya çıkmıştır. Sitenin sosyal bütünleştirici etkisini kaybetmesi nedeniyle “fertlerin erdemli hayat için siteye muhtaç olmadıkları” fikri güçlenmiştir. Sosyal yaşamdan uzaklaşma meyilleri “bireycilik” ve “maddecilik” anlayışlarının gelişmesini sağlamıştır. İnsanın sosyal ve dini esaslar yerine kendisini tatmin edecek bireysel zevkler peşinde olmasını kabul eden bu görüş, etkili olmaya başlamıştır. Toplumsal hedefler, siyasi ve ahlaki vazifeler için gayret göstermenin verdiği haz yerine bireysel amaçların gerçekleştirilmesinde alınan haz tercih edilmeye başlamıştır. Bunun 117 Théma Larousse- İnsanTarih, s.66-67. Yalçın, a.g.e.,s.90-91. 119 Smith, A., An Inquiry Into The Nature And Causes Of the Wealth Of Nations, An Electronic Classics Series Publication, Ed. Jim Mannis, The Pennsylvania State University, 2005, s. 321. 118 30 sonucunda “toplumda doğal bir dağılma ve birbirinden uzaklaşma süreci” meydana gelmiştir.120 Yunan düşünce hayatında ortaya çıkan Stoisyen düşünce, özellikle Roma’da taraftar bulup genişlemiştir. Bu düşünceyi, özellikle siyaset bilimi, kamu hukuku (ius publicum) alanında etkin hale getirenler olmuştur. Bu kişilerden bazıları, kamu hukuku (ius publicum) ve özel hukuk (ius privatum) konusunda çalışma yapmış Marcus Tillius Cicero (M.Ö. 106-43), siyasi bakımdan önemli görevler almış olan Lucius Annaeus Seneca (M.S.4-65), köleliğe karşı ve doğal hukuk destekçisi Epiktetos (M.S. 50-138) ve imparator Marcus Aurelius Antonius’tur. 19 yıl tahtta kalan İmparator Marcus Aurelius’un dönemi, altın çağ dönemi-Aurelius’lar çağı-olarak kabul edilmiştir. İnsanı kâinatın bir parçası ve evrendeki insanları kardeş olarak kabul etmiştir. Stoacılığın “kâinat, akla uygun yaşam, ölüm, kâinattaki her şeyin değişim içinde olması” gibi konularda eseri vardır.121 Stoisyen düşünceye göre bilgelik tanrısal düzene boyun eğen doğal düzene uyum sağlamakla kazanılır. Ancak bu görüş Panteist bir fikire dayanmaktadır. Bu görüşe dayanarak Cicero tarımı meslekler arasında en itibarlı olarak kabul etmiştir. Aristo gibi faize olumsuz, toptan ticarete, geniş topraklar edinebilme amacıyla çok para kazanma için olumlu bakmıştır. Seneca ise meşru dairede kazanılan servete olumlu bakmış, varlıklı olmanın sağladığı imkânların bilgeyi güçlendireceğini ileri sürmüştür. Bu görüş özel mülkiyet kurumunun önemini ortaya çıkarmıştır. Roma medeniyetinin asıl katkısı bu kurumları uygulama usulleridir. Bireyciliğin esas tutulması ile özel mülkiyet kurumunun ekonomik ve sosyal ilişkilerin düzeninde önemli değişiklikler meydana getirmiştir.122 120 Yalçın, a.g.e., s.91. Karagöz, a.g.m., s.104-106. 122 Yalçın, a.g.e., s.91-93. 121 31 1.2. Ortaçağ Avrupa Dünyası’nın İktisadi ve Sosyal Yapısının Geleneksel İktisadi Zihniyetin Teşekkülüne Etkisi Oldukça geniş tarihi ve felsefi manaya sahip Avrupa kavramı’nın zenginliği artan bir içeriği olmuştur. Avrupa dünyası, “Roma İmparatorluğunun enkazı üzerine” kuzeyden gelip Akdeniz kültürüne dâhil olmuş, Katolik Hıristiyan kavimlerin oluşturduğu küçük devletlerden oluşmuştur. Avrupa’da uzun iç ve dış mücadeleler nedeni ve neticesi ile Ortaçağ toplumları “cehalet, anarşi ve adaletsizlikler” yaşamıştır.123 “Batı’nın dışındakinin Avrupa fikriyatı içinde bastırılmış” olması, kitleleşme neticesinde cemaat yaşamının çökmesi ve bireyin atomlaştırılmasında başarı söz konusu olmuştur. Özellikle 1492 olayları hem Avrupa’yı hem de “dışındakileri” etkilemiştir. Kolomb nesli ile beraber gelen zihniyet esasları tüm dünyaya yaygınlaşmıştır. “Muazzam bir Ötekilik” içerisinde yer alan çok çeşitli, farklı konumları Ötekilik zümresi içinde kaybolmuştur.124 İlkçağ ile modern dönem arasındaki on yüzyıldan oluşan Ortaçağ, Batı Roma İmparatorluğu’nun 476’da yıkılışı ile 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi arasındaki süredir. Geleneksel tarih bu dönemi, “iki Roma’nın yıkılışı” arasına yerleştirmiştir. İstanbul’un fethi “Batı Ortaçağı’nın” sonunu belirlemiştir. Ancak Doğu Roma İmparatorluğu’nun tarihi, Ortaçağ’ın merkezi olarak alınan “Hıristiyan Batı”nın tarihi içinde değildir. Bu sebeple Geleneksel tarih içinde Doğulu Hıristiyanlar ile Avrupalı olup Hıristiyan olmayanlar Ortaçağ Batı Dünyasından genellikle ayrı tutulmuştur. Bununla birlikte Ortaçağ döneminin tarihsel değerlendirmesi farklılık göstermektedir.125 Ortaçağdan önceki dönemde, ağırlıklı olarak hane halkı merkezli üretim ve tüketim söz konusudur.126 Dolayısıyla bazı ekonomik kavramlar, dinsel iktisadi emirlerin dışında, gündeme gelmemiştir. Üretim ve tüketim hane halkı merkezli olunca, fiyat, değer, ücret, emek, bölüşüm gibi kavramlar iktisadi sorun teşkil etmemiştir. Ortaçağda iktisadi düşüncenin temelinde adalet ve ahlak hâkim unsurlardır. 123 Şeyban, a.g.e., s.47,223. Serdar, Z., Davies, M. W. ve Nandy, A., Batı Irkçılığının Kaynakları, Çev. Fatih Bayram, Yöneliş Yayınları, İstanbul, Mart 1997, s. 85-86. 125 De Libera, A., Ortaçağ Felsefesi, Litera Yayıncılık, İstanbul,2005, s. 15-16. 126 Öztürk, a.g.m., s.9. 124 32 Hıristiyanlıkta faizin yasak oluşu, sömürü, kar hırsı, egoist davranış, maddi çıkarın azamileştirilmesi gibi hususlar iyi karşılanmadığından, bazı Ortaçağ düşünürleri üretici ve tüketici arasındaki ilişkiyi bu esaslara göre düzenlemek istemişlerdir. 127 Bu çağa, tek bir teori hâkim olmamıştır. Hıristiyanlığın yanında, birçok iktisadi doktrinler yer almıştır. Ağırlıklı olarak Kilise’nin ve Aristo’nun düşünceleri etkili olmuştur.128 Ortaçağın sonlarına doğru Avrupa’da, en azından iktisadi ve siyasi değişimin merkezi olan şehir hayatında, dominant olan toplumsal yapılar kendi kendini yöneten, akraba ilişkilerine dayalı olmayan, çıkar temelli, aralarında kan bağı olmayan bireyler tarafından kurulmuş organizasyonlar niteliğindedir. Bunların varlıkları özel bir üyenin iştirâkına bağımlı değildir. “Kendi kendini yöneten” den kastedilen, faaliyetlerini düzenleyen kuralların belirlenmesinde üyelerinin katkısı olmasıdır. 129 1.2.1. Ortaçağ Avrupa’sının Sosyo-ekonomik Yapısına Genel Bakış Ortaçağ Avrupası’nı düzenleyen iki yapı vardır. İlki, sosyoekonomik hayatı ve siyasi yaşamı belirleyen feodalite, diğeri ise dini ve kurumsal faaliyetleri ile Kilise’dir.130 Alt yapıyı feodalite, üst yapıyı ise din düzenlemiştir. Katolik mezhebi, ahlaki, felsefi ve geleneksel yapıyı bütünleştiren ve bunları toplumsal düzene adapte eden bir yaklaşım içinde olmuştur. 131 Feodal mekanizmaya göre üretim sınırlı olduğu için mübadele de sınırlı gerçekleşmiştir. Amerika’nın keşfi ve değerli madenlerin büyük miktarlar olarak Avrupa’ya transferine kadar para kıtlığı dolayısıyla dar bir ticaret hacmi gerçekleşmiştir. Mübadele hız kazanıp, ticaret ve şehirleşme gelişene kadar Kilise siyasi sınırlara bağlı olmayan bir otoriteye sahip olmuştur.132 127 Öztürk, a.g.m., s.10 Yalçın, a.g.e., s.91-94. 129 Grief, A., Institutions and the Path to the Modern Economy-Lessons From Medieval Trade, Cambridge University Press, 2007, s.389. 130 Öztürk, a.g.m., say. 3. 131 Şeriati, A., Dinler Tarihi, Çev. Erdoğan Vatansever, Kırkambar Kitaplığı, Sunuş. http://en.bookfi.org/book/1318175 132 Yalçın, a.g.e.,s.94-95. 128 33 Avrupa’nın Doğu ile sürdürdüğü ticaret İslam ordularının Akdeniz’deki Fethileri ile çökmüş ve Avrupa ülkelerinin iktisadi ve sosyal yapısı değişim göstererek tarım ülkeleri haline gelmiştir. Avrupa ülkelerinde toprak sahibi olanlar iktisadi ve siyasi güç sahibi olmuştur. Toprağın senyörler ve Kilise’nin elinde olduğu Ortaçağ Avrupa toplumunun dengesini ticaret ve sanayinin gelişmesi sonucunda ortaya çıkan burjuvazi değiştirmiştir. Burjuvazi dini ve ahlaki değerlerden ziyade kurumlarının somut menfaatlerden güç aldığı zihniyetine dayanmıştır. Burjuva toplumu ile Avrupa’da şehirler canlanmış, refah seviyesinin yükselmesiyle bilim, felsefe ve güzel sanatlara eğilim artmıştır.133 Dönemin sosyal düzeninin genel karakteristiği olan feodal mekanizmada merkezi krallıklar zayıf olmuştur. Halkın büyük bir kesimi tarımla uğraşırken, topraklar aristokratların elinde olmuştur. Halkın büyük çoğunluğu toprak sahiplerinin serfleridir. Tarımla uğraşmayan kesim loncalar şeklinde organize olmuş küçük sanatkârlardır. Bu mekanizmanın sonucu olarak toplumda kesin biçimde ayrılmış sınıflamalar oluşmuştur. Detaylı olarak belirlenmiş haklar, vazifeler, yetkiler statülere göredir.134 Ortaçağın derbeyi-köylü ilişkisinin temelinde “kendi kendine yetinen bir ekonomik düzen” teşekkül etmiştir. Bu sisteme göre 135 i. İktisadi faaliyetler kâr hedefi ile yapılmamıştır. ii. İhtiyaç duyulan miktarda üretim yapılmış, dolayısıyla tarım tekniklerinin geliştirilmesi için sorun olarak algılanmamıştır. Netice olarak tarımda yaşanan duraklama dönemlerinde kıtlıklar meydana gelmiştir. iii. Üretilen ile tüketilenin eşit olmasından dolayı para satın alma aracı rolünü pek göstermemiş, köylüler ücretlerini mal olarak almışlardır. iv. Derebeyi-köylü arasında, temelde karşılıklı çıkar ilişkisi yerine örf ve adetlerin hakim olduğu bir yapı yer almıştır. Bu sebeple ücret örf ve adetlere göre belirlenmiştir. 133 Erbaş, a.g.e., s.27, 28 Yalçın, a.g.e., s.91-95. 135 Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 59-60. Sıralanan maddeler için aynı kaynaktan yararlanılmıştır. 134 34 Derebeyi ve köylüler ilişkisinde tam manada sömürü anlayışı hâkim olmamıştır. Bunun sebeplerinden ilki kapitalist zihniyet esaslarından biri olan “kazanç hırsının” henüz belirginleşecek bir zemin bulmamış olmasıdır. Diğer sebep ise şöyledir: Ortaçağ ekonomisinin temeli tarıma dayalı olmasından dolayı elde edilen gelir iklim koşullarına bağlı olmuştur. İklim koşullarında yaşanan olumsuz gelişmeler neticesinde köylülerin ihtiyaçlarını karşılayacak gelire sahip olamadığı durumlar yaşanmıştır. Bu sebeple senyör ya da derebeyi, malikânesinin hâkimiyeti altında yaşayan köylülere yalnızca emniyet konusunda değil maddi konuda da destekte bulunmuştur.136 Feodal mekanizma başta Norman İstilaları ve Haçlı Seferleri olmak üzere çeşitli sebeplerden ötürü çökmüştür137: i. İskandinav bölgesinden gelen Normanların yaptığı saldırıların arka planında bulundukları bölgenin iklim şartlarının çok soğuk ve tarıma elverişli olmaması nedeni sayılabilir. İktisadi faaliyetleri denizcilikten öteye gidemeyen Normanların adetlerine göre mirasın yalnızca babadan büyük oğula geçmesi de başka toprakları istilaya yönelmelerine neden olmuştur. Ortaçağ Avrupası’nı sürekli rahatsız faydalanarak 10. eden Norman yüzyılda akınları, Normandiya “Avrupa’nın adında bir uyuşukluğundan” resmi topluluk oluşturmuşlardır. Derebeyleri askeri kuvvetleri ile Norman saldırılarına karşı durmaya çalışmışlar ancak pek başarı gösterememişlerdir. Böylelikle birçok derebeyi bir araya gelerek merkezi krallığın otoritesi altında birleşmeye eğilim göstermiş ve feodal mekanizmanın çöküşü gerçekleşmiştir. ii. Akdeniz hâkimiyetinin İslam Dünyasının elinde olması neticesinde ekonomik ve askeri alanda sıkışan Ortaçağ Avrupa Dünyası esas hedefi, Orta Doğudan gelecek zenginlikler ile ticaretin artırılması ve Akdeniz ticaret yollarını hâkimiyetini yeniden kazanma olan Haçlı Seferlerine katılmıştır. “Kendilerinden çok alanda üstün olan toplumlardan” yeni tüketim malları öğrenmeleri sonucu bunları kendi iktisadi yaşamlarına katmayı isteği ortaya çıkmıştır. Böylelikle 136 137 Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 58. Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 60-66. 35 evvelinde “kaba ve zevksiz olan Avrupalı” sonrasında ipekli dokumalar, güzel kokular, zarif halılar, baharatlar ve çeşitli tarım ürünleriyle tanışmış ve bunları tüketmeye başlamıştır. Haçlı Seferleri’nin Avrupa ekonomisine en büyük katkısı Güney İtalya’daki limanların Doğu ticareti nedeniyle canlanması ve elde edilen zenginliklerle Akdeniz’in çeşitli bölgelerinde koloniler kurularak “ticari hegemonya” sağlanmasıdır. Derebeyleri ise bir savaş anında kralın çağrısı üzerine askerlerinin katılımı için her türlü harcamada bulunmaya mecbur olmuşlardır. Malikânelerini ve servetlerini satmak veya rehin bırakmak durumunda kalabilen derebeyleri topraklarından uzun müddet ayrı kalmışlardır. Geri gelebilenler ise döndüklerinde toprakları üzerinde gelişme gösteren bir tüccar sınıfını bulmuş ve alınan borçlar çoğunlukla ödenememiştir. Ortaçağ’da Avrupa’da, her 10 kişinin 9’u kırsal kesimde yaşadığı için138, feodal mekanizma altında, üretim ağırlıklı olarak tarım sektörüne dayanmıştır. 11. ve 14. yüzyıl arasında nüfusun artışıyla köyden kente göç başlamış, kentlerin gelişmesi ile ticaret canlanmış, para tedavüle girmiştir. 139 Bu gelişmeler neticesinde Ortaçağ iktisadi düşüncesinde değer, fiyat, ücret, kar gibi meselelerde adalet kavramının tartışılması söz konusu olmuştur. 13. yüzyılda din bilimi ve felsefe arasında transdisipliner bir yapı oluşmaya başlamıştır. İslam filozoflarının katkısı ile Aristo’nun düşünceleri Latinceye çevrilerek Batı tarafından anlaşılma olanağı bulabilmiştir. Saint Thomas d’Aquin de 13. Yüzyılda yaşamış ve “adil fiyat”, “faiz”, “mülkiyet” gibi kavramlar üzerine yazan Ortaçağ ilim adamlarından biri olmuştur. Aristo’nun iktisadi meseleler üzerine düşündüklerini Hıristiyanlık açısından değerlendirmeye çalışmıştır.140Hıristiyanlığa göre “insan kardeşliği”, statü farklılıklarının ( özellikle Ortaçağda çok kesin şekilde belirgin olan serf-toprak sahibi, usta-çırak, varlıklı-yoksul gibi statülerin) üzerindedir. Bununla birlikte dünyevi meselelerin geçiciliği vurgulanır. Dünyevi kazançlar, maddi hırslar “düşük bir meşgale” olarak görülmüştür. “Kol işi itibarlı ve asalet sahibi bir iş” olarak 138 Thema Larousse, say.102 Layiktez, a.g.e., s. 103 140 Erim, N., İktisadi Düşünce Tarihi, Palme Yayıncılık, Ankara 2007, s.6-7. 139 36 görülmüştür. 141Saint Thomas d’Aquin, Ortaçağdaki dünyevi statü farklılıklarını Ahirete bir hazırlık olarak görmüştür. Adalet ve dürüstlük üzerinde duran d’Aquin, bir malı gerçek fiyatının üzerinde satmanın günah olduğunu ve aynı mantık silsilesiyle ticarette faiz almaya karşı olduğunu ifade etmiştir142. Mülkiyet kurumu hakkında ise malların birlikte veya ayrı ayrı kullanımı gerektiren bir doğal kanunun bulunmadığını söyleyerek insanların ayrı ayrı kullanımı tercih ederek özel mülkiyet sistemini geliştirdiklerini söylemiştir. Bununla birlikte, eşya kullanımı ile ilgili “sahip olma ve tasarrufta bulunabilme” ve “yararlanma” olmak üzere iki ayrı haktan bahsetmiştir. Birincisinin özel mülkiyet sayesinde daha düzen içerisinde gerçekleşebileceğini, ikincisinin ise toplum içinde paylaşma ve yardımlaşma açısından ortak faydalanmayı gerçekleştirebileceğini söylemiştir. Bireysel mülkiyet serbestisi geldiğinde mübadeleyi yönlendirebilecek kurumun “adil fiyat” olduğunu ve adil fiyatın “toplumun o mala atfettiği yarar ile” ölçülebileceğini söylemiştir. Adil fiyat ile birlikte emeğin değerinin ölçülebilmesi için “adil ücret” üzerinde de durmuştur. 143 Saint Thomas değerin ihtiyacın şiddetine göre ölçülebileceği görüşünü savunmuş; insan sayısı kadar değerin ve fiyatın ortaya çıkacağı eleştirisiyle, tüketicinin satın alabileceği kadar düşük, üreticilere biraz menfaat sağlayabilecek kadar yüksek tutulabilecek bir adil fiyat sorunu gündeme gelmiştir. Adil fiyata rağmen ticari karın nasıl elde edileceği sorunu ortaya çıkınca, satıcının kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar kar elde etmesi meşru sayılmıştır.144Paranın mübadele aracı olmaktan çıkmasının sakıncalarına değinerek faizi haram gördüğünü belirtmiştir. Ancak Ortaçağda faiz uygulamaları yapılmış ve Thomas d’Aquin’in doktrini gevşetilerek faiz, ödemelerde gecikme cezası ya da risk içeren yatırımlarda risk payı olarak uygulama alanı bulmuştur. Ayrıca bu doktrine göre, riskli kazancın sağlandığı faaliyetin hizmeti önemli ve maliyeti yüksek ise bu kazanç haklı; tekelci bir hal yaratarak sömürüye yol açar bir vaziyette ise kazancın getirdiği kâr haram sayılmıştır. 145 141 Yalçın, a.g.e., s.95-96. Erim, a.g.e., s.6-7. 143 Yalçın, a. g.e., s.96-98. 144 Öztürk, a.g.m., say. 10 145 Yalçın, a.g.e., s.96-98. 142 37 14. ve 17. Yüzyıllar arası Avrupa, dinsel iktisadi düşüncenin en yoğun ilgi bulduğu dönemi yaşamıştır. Bu dönemde Avrupa kapitalist sürece girmeye başlamış, dolayısıyla üretim, nüfus, ticaret gibi alanlarda yaşanan değişimler iktisadi düşünceye de yansımıştır. Ticaret düşük görülen bir faaliyet olmaktan çıkmıştır. Oresmus’un görüşleri bu değişimi yansıtmış ve Erim’in deyişiyle, üç asır sürecek merkantilist doktrini ihbar eder gibi görünmüştür. Paranın kıymetinde yapılacak bir değişimin sabit miktarlar üzerine ödeme konusunda anlaşmış kimselere zarar vereceğini, para değeri ile oynayan hükümdarın vatandaşları vergilemiş olacağını gibi ifadeleri ile ilk monetarist olarak anılmasına neden olmuştur.146Bimetalizm147 üzerinde duran Oresmus paranın mübadele aracı olduğunu dolayısıyla paranın maden değeri ile oynamanın sakıncalı ve halkı aldattığı cihetiyle bir suç olduğunu söylemiştir. 148 1.2.2. Feodalite ve Burjuva Sınıfının Avrupa Toplumunun Değişimine Katkısı Ortaçağ düzeninde, total ve mutlak olmayan, meşruiyetini Hıristiyanlığın temeli olan İlahi buyrukların ya da Kilise doktrinlerin oluşturduğu tek otorite vardır. Toplum yöneten ve yönetilen olarak ikiye bölünerek örgütlenmiş, yönetenler kesimi de kendi içinde üçe ayrılmış; sınıflar arası hareketliliğe izin verilmemiştir. Yönetilen kesim serfler olarak ifade edilen kesimdir. Serflerin tüm ilişkileri beyler tarafından şekillendirilmiştir. Yöneten kesim ise şövalyeler, soylular ve rahiplerden oluşmaktadır. 149 Hayatta veya ölmüş olanların kurtuluşu için dua eden ve kişileri kutsayan ruhban sınıfı, sadece adaletin ve inancın hizmetinde olmak üzere savaşanlar sınıfı ve tüm toplumun yararına kaynak üreten köylüler sınıfı olmak üzere tarihe geçen üç tabaka kuramını Kilise öne sürmüş, bireylerin bu dünyadaki işlevini anlatmıştır. 150 Feodalite mekanizmasında merkezi otorite zayıftır. Esnaf birliklerinin varlıklarını koruyabilmeleri için ihtiyaç duydukları büyük bir siyasi güç olmamıştır. Bu 146 Erim, a.g.e., s.7-8. İki madenli para sistemi. 148 Yalçın, a.g.e., s.98-99. 149 Öztürk, a.g.m.,say. 4. 150 Thema Larousse, say. 97 147 38 mekanizmanın çökmesi ile birlikte ortaya çıkan yeni düzende esnaf birlikleri, kendi menfaatlerini siyasi iktidarları sayesinde, ticari kapitalizmin gelişim sürecine kadar koruyabilmişlerdir.151 Feodal dönemin en belirgin özelliği fief ile vasallığın aristokrasi bünyesinde yaygınlaşması olmuştur. Vasalların senyörlerine olan bağlılığı, krala ve onun temsilcilerine gösterilen sadakati gölgede bırakmış, köylüyü sonunda köle durumuna getirmiştir. Senyör çağın toprak mülkiyeti hukukuna ve vergi imtiyazlarına dayanarak köylülerden kendisi ve vasalları adına rant almıştır. Feodal toplumun, hâkim kesimin, vasalların bağlılıklarıyla, kendi aralarındaki kan bağlarıyla ve hâkimiyetleri altındaki köylülere karşı tutumlarıyla oluşan bir düzeni olmuştur. Ruhban sınıfı, savaşçılar ve köylülerden oluşan toplumda Kilise, Hıristiyan inancına özgü şövalyelik ahlakına destek vererek dayanışmaya katkıda bulunmuştur. 14. yüzyıla doğru merkezi yönetimin güçlenmesi, krallık vergilerinin artırılması ve sosyoekonomik değişimler sonucu senyörlerin durumu kötüleşmiştir. 152 Toprak sahipleri Kilise ve senyörler olmuş; 14. yüzyılda Kilise birçok Avrupa ülkesinde toprakların dörtte birine sahip olmuştur. Katoliklik feodalitenin ideolojisi haline gelmiş; aristokrasi ile Kilise feodal düzenin tamamlayıcı iki unsuru olmuştur.153 Kent sakinleri Kilise’ye harcanan parayı ölü yatırım olarak görmüşler; Kilise’nin ilkelerine pek önem vermemişlerdir. Toprak mülkiyetinden ziyade mal ve para stokunu zenginlik aracı olarak görmüşlerdir. Toplumun bu sınıfı çevrelerinde saygın bir yer edinmek için ticaret ve sanayi yolunu kullanarak ekonomik güce sahip olmuşlardır. Kazandıkları ekonomik güç ile siyasi güce de sahip olmak isteyen bu sınıf-bourgeoisfeodal mekanizmaya, Kilise’ye ve monarşiye karşı mücadele etmişlerdir. Bu mücadele sonucunda feodalite güç kaybetmiş, monarşiler senyörler üzerindeki etkilerini artırmışlardır. Böylelikle merkezi otoriteler güç kazanmıştır. Bu sürede topraktan ayrılan köylü sınıfı 16. yüzyıldan itibaren, proletariat154 adı verilen ve emeğiyle geçinen bir sınıf halini almaya başlamıştır.155 151 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, say. 99 Thema Larousse, say. 96-97 153 Erbaş, a.g.e., s.27 154 proleterya 155 Erbaş, a.g.e., s.27-28 152 39 Burjuva sınıfını doğuşu ile Avrupalı şehirlerde canlanma yaşanmış; tüketim talebinin artışı üretimi harekete geçirmiştir. Matbaanın icadı ile okuma kolaylaşmış, İncil farklı dillere çevrilmiştir. Felsefe, coğrafya, astronomi, matematik ve tıp alanında İslam dünyasının üstün nitelikli eserlerinden faydalanılmıştır. Yeni kurulan üniversitelerde bu eserler okutulmuştur. Skolastik eğitim sona ermiştir. Denizcilikte pusulanın kullanılması ile bilinmeyen yerler keşfedilmiştir.156 Burjuva toplumu ahlaki ve dini kavramlara değil kendi menfaatlerinin yönlendirdiği birtakım değerler doğrultusunda hareket etmiştir. Avrupa’nın siyasi ve sosyal değişimine en çok etki eden olayın burjuva sınıfının doğuşu olduğu belirtilmektedir. İktisadi yapı toprağa dayalı olmaktan çıkıp ticaret ve sanayiye dayalı hale gelmiştir. Böylelikle feodalite önemini kaybetmeye başlamıştır. Hükümdarlar daha çok vergi vermeleri sebebiyle burjuva sınıfını desteklemişlerdir. Bu gelişmeler Kilise’nin konumunu olumsuz olarak etkilemekle beraber, burjuva sınıfın etkisiyle birlikte Reform’un oluşma süreci hızlanmış; Katolik Kilisesi burjuvaziye karşı olan feodalitenin yanında yer almış, 1789’da ise Fransız Devrimi gerçekleşmiştir.157 Avrupa’daki bu değişimin sebebi burjuva sınıfının ortaya çıkışı olarak gözükse de bu durum dinde ve ahlaki kriterlerde ciddiyetin bozulmasından kaynaklanmaktadır. Ortaya çıkan burjuva sınıfının maddi çıkar doğrultusunda hareket etmesi sebebiyle bu değişim yaşanmıştır. Yani burjuva sınıfının ortaya çıkışı aslında Avrupa’da yaşanan değişimin zahir kısmıdır. Şayet burjuva sınıfının çıkarları Kilise ile çatışmasa idi; bir başka deyişle Ortaçağ’da Kilise dini hususlarda ciddiyeti muhafaza etme konusunda başarılı olsa idi ve doğan burjuva sınıfının mensupları somut menfaatlerini ön planda tutacak zihniyette olmasa idi, Avrupa’da bu değişim yaşanır mıydı? Bunun cevabı meçhul olduğu gibi burjuva sınıfının bu değişimin sebebi olduğunu iddia etmek de çok doğru değildir. Çünkü burjuva sınıfının doğuşunun Avrupa’nın iktisadi gelişimindeki değişimine sebep olabilmesi için Kilise ile çıkarlarının çatışması koşulu yaşanmıştır. Bu nedenle “yalnızca burjuva sınıfının doğuşudur” iddiasını gerçek sebep olarak ileri sürmek doğru olmayabilir. “Kilise ve Paris Üniversitesi” bölümünde verilmiş olan bilgiler bu bulguyu destekler niteliktedir. 156 157 Erbaş, a.g.e.,s.29 Erbaş, a.g.e., s.28,29 40 1.2.3. Kilise ve Paris Üniversitesinin Etkisi Kilise “meclis” anlamındadır ve Grekçe “Ekklesia” kelimesinden türemiştir. Hıristiyanlıkta “Tanrı tarafından toplanmaya çağrılmış bir meclis” anlamındadır. “Ortaçağ’a hükmeden en büyük güç” olarak Kilise, Batı Avrupa’yı hukuki ve kültürel alanda etkilemiştir. 1215 ‘deki Roma Konsili papalığa günahları bağışlama yetkisi vermiş, Kitab-ı Mukaddes’in yorumlama hakkı Kilise’nin tekeline verilmiştir. Aklı ile anlayamasa dahi dini otoritenin kararına boyun eğmek zorunda olan bir Hıristiyan “papanın sözünden değil, kendi aklından şüphe edecektir”.158 Ortaçağ’ın başlarında Kilise’nin mal varlığı ve siyasi rolü, otoritesinin güçlü, sürekli ve yaygın olmasına neden olmuş, dünyevi işlere gereğinden çok müdahil olmuştur. Ruhban sınıfı, senyörlük dünyasıyla kaynaşarak zaman içinde büyük mülk sahiplerine fazlaca bağımlı hale gelmiştir. Piskoposlar kendilerini krallık iktidarının temsilcileri olarak görmeye başlamışlar, Pax Ecclesiae- Tanrı Barışı- denilen ilke ve kurallar nedeniyle Kilise defensor civitatis-kentin koruyucusu- rolünü üstlenmiştir.159 8. yüzyılın sonlarında Kilise maddi ve manevi otoriteye sahip olarak, Hıristiyan coğrafyasını dini eyaletlere ayırmış, piskoposlar tayin etmiş, Hıristiyan toplumdan vergi almış, mahkemeleriyle halkı yargılamıştır.160 1054 yılında Batı Kilisesi, Doğu Hıristiyanlığı’ndan ayrıldığını ilan etmiş, 13. yüzyılda Papalığı merkezileştirmiş ve ruhban sınıfını disiplin altına almıştır. Papa Hıristiyanlığın hakemi olarak Kilise’nin özgürlüklerini güvence altına almıştır. 161 Kilise, dünyevi iktidarın Tanrı krallığına bağlı olması gerektiğini savunduğu için, Papa tek egemenlik merkezi olarak kabul edilmiştir162. Hıristiyan Dünyasında liderlik rekabetleri sebebiyle Bizans ile Batı arasında çelişkiler meydana gelmiş, Papa ve 158 Erbaş, a.g.e., s.66,129. Thema Larousse, say.98 160 Erbaş, a.g.e.,s.65 161 Thema Larousse, say. 98-99 162 Öztürk, a.g.m., say. 5 159 41 Konstantinopolis Patriği’nin 1054’te karşılıklı aforozlarıyla bölünme kendini ortaya koymuştur. 163 16. yüzyılda Avrupa topraklarının dörtte birini elinde bulunduran Kilise günah çıkartma ve vakıf ya da mirasçısı olmayan mallara el koyma gibi metodlar ile büyük servet sahibi olmuştur. Uygulamalarına muhalif olanlara bidatçı muamelesi yapılmıştır. Papalığa karşı doğan itirazlar reform talebinin oluşmasına neden olmuştur. 1215’ten itibaren Engizisyon prosedürü ile imanı koruma amacı adı altında işkence ve zulüm ile sorgulama yöntemine gitmiştir. Böylelikle toplum ile Kilise karşı karşıya gelmiştir.164 Geçen zaman içinde Kilise doktrin sapmalarına karşı mücadele etmiş, savaşlar ve veba salgınlarıyla sıkıntıya girmiştir.165 5. ve 6. yüzyıllarda öğretimi iki döneme ayıran trivium ve quadrivium’dan oluşan pagan içerikli eğitim karşısında Hıristiyanlık tereddüt ederek Roma öğretiminin Hıristiyanlaşmasını öneren manastır ve piskoposluk okulları kurma kararı almıştır. Önerilen öğretim programında, Yunanca dersleri kaldırılarak basitleştirilmiş Latinceye yer verilmiştir. 11. ve 12. yüzyıllarda bu okulların sayısı artmış, daha sonraları manastır okullarının programından din dışı bilimler kaldırılmış ve aralarında Paris Okulu’nun da bulunduğu katedral okulları önem kazanmaya başlamıştır. 1200 yılında Paris Okulu, birçok hocayı bünyesinde toplayan Paris Üniversitesi haline gelmiştir.166 Ortaçağın en önemli olgularından biri, teoloji yerine felsefenin üstünleştirilmeye başlandığı ve kutsal kitaplarda birçok yanlışlar olabileceği ileri sürüldüğü bir dönemi başlatan Paris Üniversitesinin kuruluşu olmuştur. Helenistik düşüncenin ve felsefenin tanıtımı ve Rönesans’a kapı açan bir süreç başlatılmış; tıp, sanat, sivil hukuk, dinsel hukuk okulları kurulmuştur. Dünyanın her tarafından gelen binlerce öğrenci ve hoca ile eğitimde bir patlama meydana gelmiş; ancak bu hızlı büyüme ile sınıfsal problemler ortaya çıkmıştır. Hoca ve öğrenci kesimi, Paris’te ayrı bir nitelikli katman olarak kendini göstermiş ve bu kesim, kentin yönetiminde ağırlıklarını hissettirmişlerdir. 1200 yılında kral Phillippe Auguste, Parisli mekteplilere-scolares Parisiennes- berat vermiş; 163 Thema Larousse, say.113 Erbaş, a.g.e., s.67 165 Thema Larousse, say. 98-99 166 Thema Larousse, say.100 164 42 bu yeni oluşum Papalık dokümanlarında universitas, communitas, societas, consortium olarak ifade edilmiştir. Bu topluluk 1212–1213 yıllarında Kiliseye karşı ilk savaşını vermiştir. 167 Chartres Katedrali en önemli hümanizm bilgi merkezi haline gelmiş, bu okulda “trivium”-dilbilgisi, belagat, diyalektik- ve “quatrivium”-aritmetik, müzik, geometri, astronomi- eğitimi verilmiştir. Katedralin giriş kapısına Layiktez’in deyişiyle, yedi liberal sanatı temsil eden putperest bilim adamlarının şekilleri taş içine oyulmuştur; gramer, diyalektik, belagat, aritmetik, astronomi, geometri ve müzik için sırasıyla Priscian, Aristo, Çiçero, Boethius, Ptolemaios, Euclide ve Pitagoras’dır. Ek olarak doğa bilimlerinin de öğretildiği Chartres okulunda, Yunanlı filozofların, Demokritus ve Epikürcülerin atom teorisinin ve Platon’un etkisi hâkim olmuştur. Mantık ve bilimdeki gelişmeler Chartres Katedrali’nden Paris’e ve Paris’ten Oxford’a kaymıştır.168 Ortaçağ Avrupa’sında teknik ve bilimsel gelişimler; Ortadoğu’dan, Asya’dan, özellikle İslam Dünyası’ndan, ticaret ve Haçlı Seferleri aracılığıyla gelen bilgi birikimi sayesinde yaşanmıştır. Ancak Ortaçağ’da bazı “aydın” düşünürler bu bilgi birikimini organize ederken felsefeyi üstünleştirmiş, teolojiyi- Kilise’nin de hatalarıyla birliktebilimin gölgesinde bırakmışlardır. Bilimsel gelişmelerin ancak ve ancak dinden bağımsız oluşturulabileceğine yönelik zihniyet şekillendiren düşüncelerin temeli bu dönem Avrupa’sında destek bulmuştur. Rönesans, bilimlere nafi olmayan bir yöntemle tatbik edilmiş, Kilise’nin hataları, yüzyıllarca dinden uzak yaşamı destekleyecek doktrinlerin doğmasına destek olmuştur. Dinin bilimsel gelişmeye engel olduğu düşüncesiyle materyalist felsefenin zehirli tohumları böylece Ortaçağ Avrupa’sında atılmıştır. Ortaçağ Avrupa’sının, Rönesans ve Yeni Çağ’daki bilimsel gelişmelere, dinden arındırılmış bir sistemin bazı olması sebebiyle aydınlatıcı bir dönem olduğunu iddia eden görüş, yüzyıllar sonrasında Batı Avrupa’nın geçirdiği veya geçireceği dönemleri “rasyonel” değerlendiremeyecek kadar dar ve miyoptur. 167 168 Layiktez, a.g.e. say.13, 14 Layiktez, a.g.e. say.126,128 43 1.2.4. Sosyoekonomik Gelişmeler ve Neticeleri Ortaçağ Avrupa’sı iki dönemde incelenebilir. 4.-11. yüzyıllar arası ilk dönemi oluşturmuş ve bu dönemde ekonomide tarım işçiliği ön planda olmuştur. 11.-13. yüzyıllar arasındaki ikinci dönemde ise feodal mekanizma kırılmış ve kapitalizme geçiş başlamıştır. 169 Birbirlerinin hem nedeni hem neticesi olan “kapitalizmle geniş çaplı ticaret bütün ülkelerde aynı tarihte…” ortaya çıkmamış ve aynı şekilde gelişme göstermemiştir. On ikinci yüzyılda kapitalizmin varlığını Ortaçağ kaynakları belirtmiş, Ortaçağ Avrupa’sının uluslararası ticaretinin kapitalist niteliği olduğu ortaya konmuştur.170 Avrupa’da, ticaretin gelişmesiyle birlikte yaşanan ekonomik canlanma ile nüfusta artış gerçekleşmiştir. Birinci dönem, Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinden sonra Avrupa’nın kuzeyde Germen saldırılarıyla ekonomik boğulma yaşadığı dönemdir. Bu dönemde toprağa bağlı tarım işçiliği ön plana çıkmıştır, zirai makineler ekonomide yer edinmiştir. Akdeniz’de İslamiyet hâkimiyeti ortaya çıkmış, İslam dünyası ile ticari ilişkiler geliştirilmiştir. Ticari canlılık Avrupa’da şehir hayatının ve tarımsal faaliyetlerin gelişmesine neden olmuştur. Feodal mekanizma sistemi altında senyör-serf ilişkileri sosyal hayatı yapılandırmıştır. Birbirinden bağımsız zirai işletmeler tarafından gerçekleştirilen üretim geçimlik düzeyinde olup pazar için olmamıştır. Dolayısıyla para kullanımı minimumda olmak üzere yalnızca küçük paralar piyasa ihtiyaçlarını karşılamıştır.171 11.-13. yüzyıllar arasındaki ikinci dönemde ise şehir hayatı gelişmiş, serfler özgürlükleri için mücadele göstermiş ve burjuva sınıfı ortaya çıkmıştır. 11. yüzyılın sonlarında Haçlı Seferleri düzenlenmiştir. Haçlı Seferleri esnasında köylüler ürünlerini yetiştirmişler, yeni topraklar ziraata açılmıştır. 950 ile 1300 yılları arasında Avrupa nüfusu %140 artarak 22 milyondan 55 milyona çıkmış, iş hacminin atması teknolojiyi zorlamıştır.172 1291’de Haçlılar Orta Doğu’dan uzaklaştırılmışlardır. Bunun sonucunda 169 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 14 Pirenne H., Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Orj. Adı: Economic and Social History of Medieval Europe, İngilizce’den Çev. Uygur Kocabaşoğlu, İletişim Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 2009, s.181, 182. 171 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 14 172 Layiktez, a.g.e. say.69,80 170 44 Akdeniz ticaretinde gerileme yaşanmıştır. 14.-15. yüzyıllara gelindiğinde Avrupa duraklama dönemine girmiş, kıtlıklar, veba salgınları yaşanmış, nüfusun büyük oranında kayıp görülmüştür. Batı Avrupa’nın Yüzyıl Savaşları (1337–1453) nedeniyle iktisadi dengesi bozulmuş, kent ekonomisi çökünce mübadele hacminde daralma yaşanmıştır. Bu dönem Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasına tekabül etmektedir.173 Ortaçağ başlarında, tarım sektörü üretimde hâkim olmuştur. Tarım sektörüne dayalı bir kırsal yaşam tarzından ticarete dayalı kentsel yaşama geçiş uzun sürmüştür. 174 . 15. yüzyılın sonuna kadar ticaret ve endüstri merkezleri sadece kentler olmuş ve bu faaliyetlerin açık alanlara çıkmasına müsaade edilmemiştir. Köyler sadece tarımla uğraşırken, kentler ticaret ve el sanatları ile uğraşmış; aralarında kesin bir işbölümü görülmüştür.175 Kentler genellikle 1000-2000 arası nüfusa sahip küçük yerleşim merkezleri halinde olmuştur. 14. yüzyıla doğru, 10000 nüfuslu Avrupa kentlerinin sayısı ancak 60’ı bulabilmiştir.176 Ortaçağın ilk yarısında, Avrupa’da tek ticari faaliyet, Suriyeli, Yunanlı ve Yahudi tüccarlar aracılığıyla Doğu’dan lüks mal getirimi olmuştur. İkinci yarısında ise, kuzeyde 1161’de kurulan Hansa ticaret birliği, güneyde ise İtalyanların kurmuş olduğu büyük filolar sayesinde ticaret canlanabilmiştir.177 Yedinci yüzyılın ortalarından itibaren Akdeniz’de Müslümanların ilerlemesiyle Marsilya’nın ticareti yavaşlamıştır. 633638’de Suriye’nin ve 638-640’ta Mısır’ın İslam hâkimiyetine girmesi ile Marsilya limanı aracılığıyla kaynak bulan iç bölgelerin ekonomik yaşamı gerilemiş ve Galya’da eskiden en zengin ülke olan Provence dokuzuncu yüzyılda en fakiri haline gelmiş, hatta parşömen Galya’ya gelmez olmuştur.178 8.yüzyıldan itibaren Avrupa’da ziraat tarihinde büyük bir gelişmeye sebep olan dönüşümlü üç tarlalı sistemin geliştirilmesi, her yıl tarlanın %50’si yerine %30’unun nadasa bırakılması ile doğrudan %20 boyutunda verim artışı elde edilmesi, iki ayrı ürünün alınmasıyla herhangi bir üründe yaşanabilecek sorun olasılığına karşı önlem alınmış olması, toprağı sürme işinin ve 173 Tabakoğlu, a.g.e., s. 14-15 Thema Larousse, say.102 175 Pirenne H., Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s.189. 176 Thema Larousse, say.102 177 Thema Larousse, say.103 178 Pirenne, H., Ortaçağ Kentleri- Kökenleri ve Ticaretin Canlanması, Orj. Adı: Les villes de moyen âge: essai d’histoire économique et sociale, Çev. Şadan Karadeniz, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1990, s.29,30 174 45 hasatın yıl içinde daha iyi dağılım göstermesi, çiftçilerin buğdayın dışında yulaf da ekebilmesi gibi bazı avantajlar getirmiştir 179. Ortaçağ’da değirmenlerin kullanımı ile teknoloji ve sosyal örgütlenme arasında bir ilişki ortaya çıkmıştır. İlk su değirmenleri M.Ö. 2. yüzyılın sonlarında inşa edilmiş; Antikçağda, Akdeniz ülkelerinde köleliğin yaygın olması ve yaz boyu derelerin kuruması sebebiyle, mevsimsel akan sular nedeniyle ekonomik değeri düşen su değirmenlerinin kullanımı yoğun olmamıştır. Emek yoğun işlerde insan gücü yerine su ve yel değirmenleri gibi makinelerin kullanılmaya başlaması ilk kez Ortaçağ’da görülmüştür. Üretimin dışında sosyal hizmet de veren bu makinelerden tahıl öğüten değirmenlerin çevresinde insanlar sosyal nitelikli topluluklar halinde bir araya gelmişlerdir. Önceleri sadece zirai ürünlerin öğütülmesinde kullanılan değirmenler, 11. yüzyıldan itibaren sınaî uygulamalarda da kullanılmaya başlamış; köylülerin yaşam tarzları değişmiştir. Değirmen, üzerinde kurulmuş olduğu araziyi değerlendirmiştir. Su ve yel değirmeni ile kapitalizme ilk adımlar atılmış, feodalizmden sosyal hakların elde edilmesine doğru yol alan bir bilinç ortaya çıkmıştır. 12. yüzyılda Güney Fransa’nın Toulouse şehrinde kurulan dünyanın bilinen en eski kapitalist şirketi Bazacle, Garonne nehrinin üzerindeki değirmenlere sahip olmuş; kuruluşu günümüzün limited şirketleri modelinde olmuştur. İnsanlar değirmene değil şirkete ortak olmuşlar, şirketin hisse değerleri mevsimlerin yağmur oranına ve iş yüküne göre değişim göstermiştir. 14. yüzyılın başlarında Paris’te, Seine nehrinin Notre-Dame Adasına yakın bir bölgesinde sadece 1450 metrelik bir bölümde 68 değirmenin bulunması, şehri bir sanayi merkezi durumuna getirmiştir. Ortaçağ mühendisleri gelgit değirmenleri ile yel değirmenlerini geliştirmişler; gelgit değirmenleri 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar çalışmış, Üçüncü Haçlı Seferi ile teknolojisi Batı Avrupa’dan Orta Doğu’ya geçen yel değirmenleri 12. yüzyılda göreve başlamış ve sayıları hızla artmıştır.180 Ortaçağ’da Avrupa’da en önemli sınaî faaliyet taş ocakları olmuştur. 11. yüzyıl ile 13. yüzyıl arasında Fransa’da kullanılan taşın miktarı Antik Mısır’ın toplam taş tüketimini geçmiştir. İnşaatta kullanılan bu taşlar en ekonomik yöntem olan suyolları ile taşınmıştır. Ancak ağır bir malzeme olduğu için nehir yatakları ıslah edilmiş ve kanallar 179 180 Layiktez, a.g.e. say.83 Layiktez, a.g.e. say.89-94 46 inşa edilmiştir. Ortaçağ’da, Roma devrinde çoğunlukla kullanılan bronzun yerini demir almıştır. Avrupa’da yaşam standartlarının yükselmesinde önemli etken olan demir, Katedral inşaatlarında taştan sonra tüketilen en büyük kalem olmuştur. En yoğun demir tüketimi inşaat sektöründe gerçekleşmiştir.181 Batı Avrupa, 9. yüzyıl boyunca tarıma dayalı uygarlıklara dönüşmüştür. Bu asırda, üretimin, malikâne halkının geçimi amacını taşıdığı ve kar kavramının gündemde olmadığı bir kapalı ev ekonomisi ya da pazarsız ekonomi yaşanmıştır. Dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında, sadece Galya’nın kuzeyinde ticari canlılık görülmüştür. İslamiyet, dokuzuncu yüzyıl boyunca denizdeki hâkimiyetini geliştirmiştir. Balear adaları, Korsika, Sardinya ve Sicilya alınmış, Afrika kıyılarında yeni limanlar kurulmuştur. Kısa Pepin’in başlatıp Charlemagne’ın tamamlamış olduğu para sistemi reformu altın para yerine gümüşün ikamesi şeklinde olmuştur. Roma geleneğine uyularak para birimini oleşturan solidus yerine gümüş denier getirilmiştir. Karolenjlerin imparatorluklarında, yapılan para reformu ile bölgenin yoksullaşmasına neden olunmuştur. Uzak bölgelerden para çekebilecek merkezlerin bulunmaması paranın dural kalmasına sebep olmuş; ayrıca devlet para basma tekelini koruyamamıştır. Barbar göçlerinin sebep olduğu karışıklığın ve siyasal düzensizliğin zirveye ulaştığı dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Batı Avrupa’da ekonomik gelişim en düşük düzeyde kalmıştır. 10. yüzyılda, bir önceki asra göre dengeli bir barış dönemi yaşanmıştır. Lombardia Venedik’in girişimciliğinden etkilenerek ticari faaliyetlere önem vermiştir. Ticaret, Pavia’ya, oradan da komşu şehirlere yayılmış ve gelişmiştir. Bu ticaretin gelişiminde toprak ürünleri ve sanayi etkili olmuştur. 10. yüzyıldan sonra ticarette canlanma başlamış ve tüccar kolonileri gelişmiştir. Tüccarların sayılarının artışı ile ticari yaşama elverişli bölgeler ortaya çıkmıştır. 11. yüzyılda, Kilise’nin esin kaynağı olmasıyla ve feodal mekanizmanın askeri niteliği ile Haçlı Seferleri başlamıştır. “Ordular, her isteyene hizmet veren coterelli ya da brabantiones adlı paralı askerlerle” dolmuştur. Norman şövalyeleri Güney İtalya’da Bizanslılar ve Müslümanlarla çarpışmış ve sonrasında Sicilya Krallığı’nı kuracak olan prenslikler kurmuşlardır.182 181 Layiktez, a.g.e. say.97 Pirenne, Ortaçağ Kentleri- Kökenleri ve Ticaretin Canlanması, s.30-31, 34-36, 41-42, 49, 65, 67, 72, 109. 182 47 11. yüzyıl 13. yüzyıl arasında ekonomik durumda bir iyileşme görülmüştür. 11. yüzyılın başlarında topraklar tarıma açılmaya başlanmış ve bu artarak 12. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir.183 11. yüzyılda, kaynağını Venedik ve Flaman kıyılarından alan ticari canlılık görülmeye başlanmıştır. Bu yüzyılın başlarında Venedik’in serveti oldukça artmıştır. Bari, Tarentum, Napoli, Amalfi gibi şehirler İslam dünyasıyla canlı ticaret yapmışlardır.184 Büyük sayıda tacirler büyük lordlara yüksek miktarda borç verebilecek ve kendi paralarıyla şehre kilise yaptırabilecek kadar kar elde etmişler; bu fonlar, önemli miktarda şehir ve kasabalarda orta sınıfın doğuşuna ve gelişimine sebep olmuştur. Yatırımını toprağa yapan tacirler 12. ve 13. yüzyıl boyunca kentlerdeki arazilerin çoğunu ele geçirmişlerdir. 185 11. ve 14. yüzyıl arasında Batı Avrupa’da nüfus üç misli artmış, köyden şehre göç başlamıştır. Kentlerin gelişmesi ile ticaret canlanmış, burjuvazinin ortaya çıkmasıyla toplumun sosyoekonomik yapısı değişime uğramıştır. Feodal toprak sahipliği sürerken paranın tedavüle girmesiyle birlikte toprak satışları başlamıştır.186 Nüfus artışının sürekliliği sebebiyle, toprağa yatırım yapan tacirlerin, arazilerini inşaat alanlarına dönüştürmesi sonucu kazandıkları rant, 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çoğunun ticareti bırakıp rantiye durumuna gelmesini sağlayacak kadar yüksek olmuştur187. Mal takasının yerine para devreye girmiş, büyük miktarda para basılmış; yeni oluşan pazar ekonomisinde kredi ve finans kurumları aracılığıyla taşınmaz mallar da el değiştirmeye başlamıştır.188 12. yüzyıldan itibaren Avrupa’da ticaret artışı, endüstriyel ve teknolojik gelişmeyi hızlandırmış, kent yaşamının önemi ortaya çıkmaya başlamıştır. Ortaçağ öncesinde soylu-rahip-köylü olarak sınıflanmış topluma, kentlerde refah yükseldikçe, burjuva-kentli faktörü eklenmiştir. Kentler, yönetim, maliye, din, ticaret, sanayi, kültür ve eğitim merkezi haline gelmiştir189. Soylular, özellikle zengin ve büyük kentlerin olduğu İtalya’da, yönetim ve hukuk dallarında etken olmaya başlamıştır. Böylelikle kentler ile kırsal kesim arasındaki fark büyümeye başlamıştır.190 İktidarın iradesinden 183 Pirenne, Ortaçağ Kentleri- Kökenleri ve Ticaretin Canlanması, s.68 Pirenne, a.g.e., s.68,71,72,73 185 Pirenne, Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s.186. 186 Layiktez, a.g.e. say.103 187 Pirenne, Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s.186-187. 188 Layiktez, a.g.e. say.103 189 Thema Larousse, say.102 190 Layiktez, a.g.e., s.103 184 48 bağımsız olarak gelişen yeni bir sınıf olan burjuvazi ile birlikte soylu-ruhban-köylü üçlü tabakasından çıkan toplum, çatışmacı bir yapıya sahip olmaya başlamıştır. Ticaret ve kent yapısı geliştikçe sosyal ve siyasal yapılar değişime göstermeye başlamış, bireyler ortak çıkarlarına bağlı haklar ileri sürmüşlerdir. Bu hakları krala ve diğer toplumsal sınıflara kabul ettirme mücadelesi veren bireyler feodal yönetim mekanizmasının değişimini başlatmışlardır. Böylelikle feodal ilişkilerin bağlayıcılığı sorgulanmış ve özgürlük fikri yerleşmeye başlamıştır. Toplumsal tabakaların siyasi özellikleri, iktidardan bağımsız hukuk kurallarıyla belirlenen statülerle şekil kazanmıştır.191 10. yüzyıl ile 15. yüzyıl arasında orta sınıflar güçlenmeye başlamış, orta kesimin yaşam koşullarındaki değişimler tüm toplumda etkisini göstermiştir. Mutlak iktidar yerine katılımcı kurumlar ortaya çıkmıştır. Kral, burjuvazi ve soylular arasındaki ilişkileri kendi iktidarının yararına kullanmış, ancak bu durum burjuvaziye de güç kazandırmış ve istekleri artmıştır. Burjuvazi ticaretin korunması ve güvenliği için ordu kurulması talebinde bulunmuş ve güçlü ordunun maddi yükünü üstlenmiştir. Böylelikle, kralın gücü burjuvazinin ancak ticaretin gelişimine endeksli maddi desteğine bağımlı hale gelmiştir. Bu sebeple ticareti teşvik eden ve özgürleştiren kanunlar çıkarılmıştır. İktidarın gücü için kurumlar geliştirilmiş, ordu, kanun, vergi ile krallıklar toplumda her alana nüfuz etmiştir. Krallıklar, iktidarlarının güçlenmesiyle, otoritelerine engel olabilecek diğer otoritelerle çatışmaya girmiş ve karşılarında halkı dini konularda etkileyerek kendine bağımlı haline getiren Kilise tek güçlü rakip olarak kalmıştır. Ayrıca Kilise, halktan bağış ve vergi toplayarak ekonomik yönden büyümüş, kralın mahkemelerinin yanında Kilise mahkemelerinin de bulunmasıyla kralın gücü zayıf duruma düşmüş, ortaya iki başlı iktidar çıkmıştır. Burjuvazi, kendi gelişimini engelleyen ve feodaliteyi destekleyen yapısından dolayı Kilise’ye karşı, kralın yanında olmuştur. Buna ilave olarak Kilise’nin dünyevi işlere müdahil olmasını eleştiren düşünürler ortaya çıkmış, reform önerileri ortaya atılmaya başlanmıştır. Herkesin birbirinin kardeşi olduğu ve eşit olduğu ilkelerine dayanan, “Düşmanlarınızı da seviniz, iyilik ediniz ve karşılığında hiçbir şey beklemeden borç veriniz” diyen Hıristiyanlığa karşı burjuvazi- yanına Protestan reformcuları da alarak savaşa girmiştir.192 191 192 Öztürk, a.g.m., say. 5-6 Öztürk, a.g.m., say. 7-9,11 49 Hıristiyanlığın dayandığı temellerin burjuvazinin çıkarlarına doğrudan ters düştüğü açıktır; karşılıksız borç veremeyecek, faiz alamayacak, aşırı kar kazanamayacak, başkasını sömürmeden maddi çıkar sağlayamayacaktır. Kilise iktidarından kurtulan halk özgür olmayacak, siyasal iktidarın egemenliğine boyun eğecektir ancak; Kilise’ye karşı reform hareketi için kralların zorlayıcı gücünün dayandığı temellerin sağlamlaştırılması gerektiği düşünülmüştür. Evrensel bir kilise içinde yer almak yerine kiliseyi kendi sınırları içinde denetleyen ulusal devletler kurmaya amacıyla hareket eden krallar, yeni vergi sistemleri ve düzenli ordularıyla güç göstermişlerdir.193 Ekonomik ve sosyal değişimler sonucunda, Kilise yönetiminde halk söz sahipliği istemiş ve reformlarda ısrarlı olmuştur.194 Zengin kentlerde gelişen ticaret ile tüccarların yaptıkları uzun seyahatler nedeniyle kambiyo senetlerinin tedavülü bankacılığı sistemi geliştirilmiştir. Madeni paranın taşınmasının zorluğu, seyahatlerde yol güvenliğinin taşıdığı riskler kredi notlarının veya kambiyo senetlerinin taşınmasını getirmiştir. Yeni finans sistemleri kurularak uluslararası işbirliği sağlanmış, tüccarların bir araya gelmesiyle kurulan ortaklıklar sayesinde ticari atılımlardan hisse alınarak kişi başına düşen risk oranına karşı koruma sağlanmıştır. Öncelikle İtalya dâhilinde başlayan bu bankacılık sistemi zamanla İtalyan bankalarının dış ülkelerde şube açmasıyla gelişmiş; ticaret seferleri finanse edilmiş, krallara, prenslere ve özel kişilere borç verilmiştir. Toprak sahipleri ile köylü toplumları arasında mukaveleler akdedilmiş, komünler kurulması ile ayrı birer ekonomik ve siyasal güç meydana gelmiştir.195 Ortaçağ’da sanayileşme Batı Avrupa’nın çevre dengelerini bozmuş; milyonlarca dönüm ormanın yok olmasında ekilebilir alanların genişletilmesi, tüm inşaatlarda yoğun olarak kullanılan ve fiyatı gittikçe artan kereste ve odun ihtiyacının karşılanması etken olmuştur. 13. yüzyılda tahtanın fiyatındaki aşırı yükselmeden dolayı, alt gelirli kesimde ölülerini gömmek için kiralık tabut kullananlar olmuş, defin merasiminden sonra tabut mezardan çıkarılarak cenaze tekrar toprağa gömülerek tabutun sahibine iade edildiği olmuştur. İnşaatta kullanılabilecek yeterli kereste bulunmadığından proje mimarları teknolojilerini güncellemeye gayret etmişler; aynı dönemde odunu ikame edebilecek 193 Öztürk, a.g.m., say. 9 Layiktez, a.g.e., s.103 195 Layiktez, a.g.e. say.104,105 194 50 olan kömür bulunmuştur. Önceleri açık madenlerden çıkarılabilen kömür yeterli olmayınca toprak altında kömür galerileri açılmış; kömür madenciliği karlı bir iş haline gelmiştir. Bir süre sonra ticaret ve ihracat metaı haline gelen kömürün yakılması ile hava kirliliği sorunu başlamıştır.196 Ortaçağ’ın sonlarına doğru, nüfusta azalma, zirai verimde düşüş, kıtlık, bulaşıcı hastalıklar, artan vergiler sebebiyle halk isyanları, devalüasyonlar197 ve ekonomik depresyon görülmüştür. 13. yüzyılın ortalarında Avrupa’nın nüfus artışı besin maddeleri üretimini aşınca büyük şehirlerde şartlar zorlaşmaya başlamıştır. 1315-1317 yılları arasında Batı Avrupa’da korkunç bir kıtlık görülmüştür. 1315’in ortalarında ekinler hiç durmadan yağan yağmur sebebiyle çürümüş, yüz binlerce kişi ölmüştür. İzlanda ‘da tahıl ve İngiltere’de üzüm üretimi bir daha başlamamak üzere bitmiştir. Ekin alanları azalmış, Fransa’da, İspanya ve İtalya’da yeniden başlayan savaşlar sonucu tarlalara yakılmış, köyden kente göç başlamıştır. İngiltere’de 1272, 1277, 1283, 1292, 1311, 1332, 1345, 1348 yıllarında kıtlık yaşanmış; buğday fiyatları aşırı yükselmiş; ürünlerin saklanması için gerekli olan tuzlama, sürekli yağış ve kapalı hava sonucu tuz üretiminin yapılamaması nedeniyle gerçekleşememiştir. Sadece Hollanda’da nüfusun %10’u açlıktan ölmüş, yoksul kesim kedileri, köpekleri yemiş, yer yer yamyamlık uygulaması görülmüştür.198 Yağış sebebiyle yüksek miktarda ürün kaybedilmiş, tahıl ve besin fiyatları artış göstermiştir. Enflasyon sebebiyle, Fransa Kralı tüm evcil hayvan fiyatlarının planlanmasına yönelik bir istekte bulunmuş, ancak önlemler işe yaramamıştır. 13. yüzyılda başlayan olumsuz iklim şartları 1315–1317 arasında en etkin hale gelmiştir. Ağır iklim şartlarının etkileri Avrupa’da 150 sene kadar süren bir ekonomik bunalıma sebep olmuştur. Winchester Başpiskoposluğu’nda yaşanan iklim koşulları verilerine göre, 1315’te verim sapması % -35,77, 1316’da % -44,91 olarak gerçekleşmiştir.199 196 Layiktez, a.g.e. say.99-100 “1254 yılında Fransa Kralı Saint-Louis tarafından Haçlı Seferi dönüşü sonrasında, ülkede finansal durumu düzeltmek gayesiyle écu d’or isimli altın para ile gros tournois isimli gümüş para bastırılmış ve değerlerinin korunabilmesi amacıyla zecri tedbirler alınmıştır. 13. yüzyıl sonlarında gros tournois alaşımındaki gümüş oranı azaltıldığı için devalüasyonlar yaşanmıştır.” Kaynak: Layiktez, , a.g.e. say.161 198 Layiktez, a.g.e. say.69,80,160,161,163 199 Gimpel, a.g.e., s.198-199,201 197 51 1337’de Yüz Yıl Savaşı başlamış ve Avrupa ekonomisi sarsılmıştır.2001340’larda birçok İtalyan şirketi, kredi vermiş oldukları kralların borçlarını ödeyememesi nedeniyle iflas etmiştir201. 1346 yılında Batı Avrupa’ya, Doğu’da tuhaf birtakım olayların gerçekleştiğine dair raporlar gelmeye başlamış; Çin’de depremlerin, sel felaketlerinin, çekirgelerin, fırtınaların dolayısıyla kıtlığın ve insanlarda zafiyetin görüldüğüne dair bilgi edinilmiştir.202 1347-1350 arasında Kara Ölüm olarak bilinen korkunç Veba salgını ile daha sonra 1378-1382 arasında devrimci ayaklanma hareketleri ile Avrupa sarsılmıştır.203 Sis görünümünde ve dünyanın üzerinde veba hastalığını sürükleyerek taşıyan ve geldiği yere salgını bulaştıran bulut, Ortaçağ’da geniş çapta mevcut olmakla birlikte, 1346’nın sonlarında Avrupa’nın bazı şehirlerinde “benzeri görülmemiş bir şiddette” seyretmiştir. İpek yolu kervanlarının Tatarlara taşımış olduğu veba, gemi yoluyla İstanbul, Messina, Sicilya, Cenova ve Marsilya’ya varmış; 1348 ilkbaharında Sicilya ve İtalya yarım adasını sarmıştır. Bu veba salgını bulaşma yolunun doğrudan temasla ya da zehirli bir bulutun bölgeyi kaplamasıyla gerçekleştiği bilinmektedir. 204 yılları arasında Batı Avrupa’da yaklaşık 25 milyon kişinin ölümüne sebep 1347-1353 205 olan Kara Veba Ekim 1347’de Sicilya’ya, 1348’de Floransa’ya varan İtalya şehirlerinde nüfusun %40-60’ının ölmesine sebep olmuş; 1348’de İtalya limanlarından çıkarılan gemilerden birinin Marsilya’ya gelmesi ile Fransa’ya, aynı geminin Marsilya’dan çıkarıldıktan sonra İspanya’ya gelmesiyle yayılmıştır. 1348’de İngiltere’ye varan hastalık liman kentlerinden başlayarak yayılmıştır. Şehirlerde ölüm köylere oranla fazla olmuştur. Manş denizindeki Jersey ve Guernsey adalarından tüm balıkçılar ölmüş olduğu için balık getirilememiş; Ekim ayında Dorset’te, Kasım ayında Shaftesbury’de, Mayıs ayında Wareham’de tüm rahipler ölmüş olduğu için cenazeleri başka şehirlerden gelen rahipler kaldırmıştır. Veba sebebiyle, İngiltere’de nüfusun %35 inin kaybedildiği, ölmek üzere olanlardan günah çıkaran rahiplerin hastalığı yayma sebebiyle ruhban sınıfında ölüm oranının %45 ile %50 arasında olduğu belirtilmiştir. Veba salgının 200 Gimpel, a.g.e., s.193 Thema Larousse, say.103 202 Layiktez, a.g.e. say.69,80,160 203 Gimpel, a.g.e., s.193 204 Layiktez, a.g.e. say.69-77 205 Thema Larousse, say.102 201 52 ekonomik ve sosyal sonucu olarak, işgücü kaybı yaşanmış ve ücretler yükselmiştir. Sağ kalan serf işçiler yevmiyeli işçi statüsüne geçmiş ve yevmiyeleri ortalama %100 yükselmiştir. Zirai malların fiyatları, azalan talep nedeniyle düşmüş; at, öküz, inek ve koyun gibi hayvanlar %50 daha ucuza satın alınmış; ustalık isteyen sanayi ürünlerinin fiyatları artış göstermiştir.206 Onbinlerce köy haritadan silinmiş, yitik köylerin yerlerinin saptanmasında havadan keşif yöntemine başvurulmuştur. İngiliz köylerinin yaklaşık %20’si yok olmuş, Almanya ve bazı Akdeniz adalarında yok olan köylerin sayısı bundan fazla olmuştur. Sardunya ve Sicilya adarlındaki köylerin ise %50’si yok olmuştur. Köylerin yok olmasıyla insanlar göç etmeye başlamış, toprak giderek verimsizleşmiştir.207 Baltık ülkeleri ve Slav ülkelerinden büyük çapta ucuz tahıl ithal edilmiş; bu durum köylülerin işsiz kalmasına neden olup orta sınıfa darbe vururken, büyük toprak sahiplerinin ve senyörlerin lehine olmuştur. Tarlalardaki tahılın yerini sanayi ve ticaret bitkileri almış; kentlerde artan et tüketimini ve dokumacılığın hammadde ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla büyük çaplı koyun besiciliğine geçilmiş; çitlerle çevrili özel mülkiyet alanlarında otlaklar kurulmuştur. Bu durum büyük toprak sahiplerinin gücünü daha da artırırken özel mülkiyete alınmış otlakların ortak kullanım hakkı için köylüler ayaklanmaya başlamışlardır. Buna ilave olarak 14. ve 15. yüzyılda Fransa’da, savaşlar sebebiyle vergiler ağırlaşmış ve soyluların askeri alandan başarısız olmuşlardır. Askeri başarısızlık sonucu yeni vergi yüklenmiş, geçim sıkıntısı artmış, isyanlar görülmüştür.208 Sağ kalan köylerde ise endüstri emekçilerinin ücretlerindeki artışla birlikte yaşam standartları yükselmiştir. İşgücünün azalmasına bağlı olarak farklı ücret uygulamaları azalmış ve niteliksiz işgücü bundan faydalanmıştır. Ortalama tahıl fiyatı, nüfus azalışına bağlı olarak izleyen 150 senelik dönemde düşük seyretmiş, 14. yüzyılın ikinci çeyreğinde %20 oranında düşmüştür.1350–1450 arasında İngiltere’de sığır fiyatları %11 düşüş gösterirken, bazı yarı lüks malların fiyatlarında artış görülmüştür. Endüstri ürünlerinin fiyatlarında genel bir düşüş yaşanmış, ancak sürekli savaşlar nedeniyle silah yapımına yönelik demir ihtiyacı sebebiyle demirin fiyatında düşüş görülmemiştir. 209 206 Layiktez, a.g.e. say.77-79 Gimpel, a.g.e., s.204,205,206 208 Thema Larousse, say.102 209 Gimpel, a.g.e., s.206 207 53 14. ve 15. yüzyıllarda riyaziyetçi davranışlar ve inzivaya çekilmeler görülmüştür. Hıristiyanlıkta mistisizm yaygınlaşmış, Avrupa’da okült bilimler ortaya çıkmıştır. Jeomansi- yeryüzü ve toprakla ilgili şeyler aracılığıyla fal bakma-, aeromansi-havaya ve meteorolojiyle ilgili şeylerle fal bakma-, hidromansi- suyla fala bakma-, piromansi-ateşe bakarak fal bakma-, şiromansi-el falı-, augury-kuş falı, nekromansi-ölülerden haber alarak fal bakma-, büyücülük gibi faaliyetler ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte bunlarla mücadele eden Kilise, ürkütücü boyutlarda baskılara başvurmuştur.210 Ortaçağ’daki bilimsel buluşların Hıristiyanlığa muhalif bir tarzda zihniyetlere dayatılmasının sonucunda, ayrıca Kilise’nin211 buna çözüm getirmekte yetersiz kalmasıyla birlikte Engizisyon’un tutuklulara göstermiş olduğu muameleler ve sorgulama yöntemlerinin halkı korku altında bırakması ve halkın Kilise’den daha da uzaklaşması ile Ortaçağ Avrupası’nın Hıristiyanlık’tan sapmasını ispat eden musibetler ardı ardına gerçekleşmiştir. “Batı, hikmeti kaybettiği için gayesini de kaybetmiştir. Dengeli ve ideal medeniyetin numunesi Endülüs Medeniyeti olmuştur.” (Roger Garaudy) 212 1.2.5. Batı’da Şövalyelik, Haçlı Seferleri ve Orta Çağ’ın Sonu Batı Avrupası’nda Şövalyeliğe kabulün temelinde Germen askeri adetleri ile Hıristiyanlığın etkileşmesi yatmaktadır. 1066 da başlayan turnuvalar 14. yüzyılda en önemli sosyal olaylar haline gelmiştir. Endülüs Arapları ile etkileşimden kaynaklanan etik ve namus kavramları ortaya çıkmıştır. Haçlı Seferlerinin başlamasıyla rahip şövalyelerle ortaya askeri tarikatlar çıkmış; bu tarikatlar, Haçlılarla birlikte Filistin, Suriye ve Antakya’ya yerleşmişlerdir.213 6./12. yüzyılın ilk yarısında önemli gelişmelerden biri Hıristiyan tarikatı olan edDâviye- Templier Tarikatı ve el-İsbitâriye-Hospitalier Tarikatının kurulmasıdır. 210 214 İlk Gimpel, a.g.e., s.195; Layiktez, a.g.e. say.160 “Kilise” kurumunda bu konuda sorumluluğu olanlar veya yanlış çözüm önerilerine destek verenler kastedilmiştir. 212 Şeyban, a.g.e., s.30 213 Layiktez, a.g.e., say. 18, 20 214 Şeyban, a.g.e., s.125 211 54 Haçlı tarikatları Tampliye-Templier- ve Hospitaliye-Hospitalier Şövalyeleridir.215 Aragon kralı IV. Ramon Berenguer zamanında tarikat mensupları kendilerine verilen yetki ile muayyen vergilerini toplamışlardır. Tarikat mensuplarının, yaşamlarını Hıristiyanlığı muhafaza etmeye adamaları şartı ile Veşka, Berbeşter, Serakusta ve Kal’atü Eyyûb gibi Müslümanlardan alınan yerlerden edinilen vergi ve gelirlerin bir bölümü kendilerine verilmiştir.216 Tampliyeler, Haçlılara askeri koruma, bankacılık, hancılık hizmetleri sunmuşlar, en büyük rakipleri olan “Hospitalier Tarikatı ise dini bir topluluk olarak”, hasta ve yaralı hacıları tedavi etmek üzere kurulmuştur. Her iki şövalye kurumu da “Orta Doğu’daki Haçlı-Müslüman savaşlarında yer almış”; Hospitalier Şövalyeleri İspanya’da Reconquista’ya da katılmışlardır217. Hıristiyan Kudüs Krallığı’nın zayıf düşmesinde bu iki şövalye kurumunun çekişmesi başlıca nedenlerden biri olarak görülmüştür. Tampliyeler, 12. ve 13. yüzyıldaki hızlı ekonomik büyüme sürecinde, sermayenin toplanması ve transferi tekniklerinde uzmanlaşmışlardır. Avrupa’nın en güçlü finans kuruluşu durumuna gelen Tampliye Şövalyelerinin müşterileri arasında Papa ve Fransa Kralı da bulunmuştur.218 1040 yılında Hospitaliye Şövalyeleri, Birinci Haçlı Seferinin başlamasından sonra 1118 yılında adını Kudüslü Saint Jean Şövalyeleri olarak değiştirmiştir. Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü almasından sonra bu şövalyeler, 1310 yılında Rodos adasına geçmiş ve Rodos Şövalyeleri olarak anılmaya başlamışlardır. Bu şövalyeler in çoğu Fransız kökenli olduklarından Fransız Papalar tarafından desteklenmişler, ancak 1348’de Kara Ölüm- veba salgını- ve 1378’de Papalığın bölünme krizi nedeniyle finans destekleri azalmıştır.219 16.yüzyılda Osmanlılardan kaçıp İtalya’ya sığınan Rodos Şövalyelerini V. Charles Akdeniz’deki topraklarını savunmak amacıyla kullanmış ve emrinde bu şövalyeler Trablusgarp ile Malta ve Gozo adalarını işgal etmişler; daha sonraları adları Malta Şövalyeleri olarak değişmiştir. 268 yıl boyunca Malta’nın hâkimi 215 Layiktez, a.g.e., say. 21. Şeyban, a.g.e.,, s.126 217 Şeyban, a.g.e.,, s.126 218 Layiktez, a.g.e., say.21, 22 219 Layiktez, a.g.e., say. 24 216 55 olmuşlar, ancak Avrupa’daki Reform hareketi sebebiyle etkinlikleri zayıflamış ve Fransız Devriminde Fransa’daki varlıklarına el konmuştur.220 Prusya’nın kuruluşunda etkisi olan Tötonya –Teuton- Şövalyeleri 1190 yılında kurumlarını oluşturmuşlardır. 14. yüzyılda Prusya’nın ziraate elverişli toprakları ve bazı kentlerin ticaret amaçlı federasyonları- Hanseatik Ligi- sebebiyle refah seviyesi yükselen Tötonya Şövalyeleri, kuruluşlarından sonra 300 yıl boyunca Manastır hayatından aldıkları disiplin sebebiyle başarılı asker ve yönetici olarak tarihe geçmişlerdir.221 İspanya’yı Müslümanlardan geri almayı hedef alan Reconquista, Batının Doğuya karşı gerçekleştirdiği Haçlı Seferlerinin ateşleyici fonksiyonunu gören başlangıcıdır.222 Frankların, Bizanslıların ve Müslümanların karşılaştığı Haçlı Seferleri’nin hedefi “inançsızları imana getirmek” ya da yeni topraklar edinmek olmamıştır. Bir Ortaçağ seferinde, “hac”, “Kudüs’e yolculuk”, “denizleri aşmak”, “Kutsal Topraklara yardıma gitmek” söz konusu olduğunda ve amatör savaşçılar profesyonel savaşçılarla yaklaşık aynı sayıda ise, giysilerde bulunan haçlardan dolayı bunlara “Haçlı” denilmiştir.223 Avrupalılar için savaşın gerçek amacı ganimet elde etmek olmuştur. Savaşanlar için köleler, değerli maden ve taşlar, giysiler, hayvancılık veya tarımdan daha çekici ve tercih edilen bir gelir kaynağı oluşturmuştur. Ancak savaşa yönlendirme için “en uygun motivasyon dini duyguları tetiklemek” olmuştur. “Papalığın İspanya’da İslam dünyasına karşı Haçlı savaşına ittiği Hıristiyanlar, vaat edildikleri Endüljans (günahlarının affı) meselesinde şüphe duymalarına rağmen, Reconquista’yı kutsal savaş olarak” görmüşlerdir.224 Haçlı Seferleri öncesinde Normanlar, 1047’de Güney İtalya’ya, Türkler 1055’te Abbasilere egemen olmuş, 1071’de Türklerin yönetimindeki Abbasiler Suriye ve Filistin’i hâkimiyetleri altına almışlardır. 1076’da IV. Henry aforoz edilmiş, 1090 ‘da IV. Henry, Papa II. Urbain’i Roma’dan kovmuştur. 1093’te Normanların desteğiyle Papa II. Urbain Roma’ya dönmüştür.1095’te Aleksis Komneos, Türklere karşı Papa’dan 220 Layiktez, a.g.e., say.24-25 Layiktez, a.g.e.,say. 26-27 222 Şeyban, a.g.e., s. 79 223 Thema Larousse, say.110 224 Şeyban, a.g.e., s.329-332 221 56 destek istemiş ve 27 Kasım 1095’te Papa II. Urbain Clermont Konsilinde, Müslümanlara karşı Haçlı Seferinin başlatılması amacıyla “kutsal savaş” daveti çıkarmıştır.225 1096’da, Frank Şövalyelerinin çoğunlukta olduğu, ağır zırh ve silahlarla donanmış 4000 atlı ve 25000 piyadeden oluşan Birinci Haçlı Seferi harekete geçerek, 1099 ‘da Kudüs’ü almışlardır.1 Mart 1146’da, Papa III. Eugene, İkinci Haçlı Seferine davetiye çıkarmış,1147-1174 yılları arasında Musul Atabeki Nureddin Mahmud bin Zengi, haçlılara karşı mücadele vermiştir. Daha sonra Salahaddin Eyyubi bölgenin hâkimiyetini ele geçirmiştir. Haçlılar, Eyyubilerle barış antlaşmaları yapmış; ancak bu antlaşmalar yürürlükte iken, Eyyubilere ait bir kervana saldırılması ile barış bozulmuş ve Salahaddin Eyyubi büyük bir ordu ile Haçlıları yenmiştir. Üçüncü Haçlı Seferi, Phillippe-Auguste, Aslan Yürekli Richard ve Frederik Barbarossa isimli üç kralın seferi olarak 1188’de Kudüs’ün geri alınması amacıyla başlatılmıştır. Yaffa ve Aşkelon Haçlıların eline geçtikten sonra, Salahaddin Eyyubi ile barış antlaşması yapılmış ve antlaşmaya göre silahsız Hıristiyan hacılar Eyyubiler’in hâkimiyeti altındaki Kudüs’e serbestçe giriş çıkış yapabilmiştir. 1199-1204 yılları arasında Dördüncü Haçlı Seferi olarak tarihe geçen dönemde tahttan indirilen Bizans İmparatoru II. İzak’ın oğlu IV. Aleksis’in, Haçlılardan para karşılığında Konstantinopolis’in işgali ile babasının yeniden tahta çıkarılmasını istemesi üzerine 23 Haziran 1203’de Haçlılar Konstantinopolis’e çıkarma yapmışlar ve Haçlılar Papa tarafından aforoz edilmiştir. Paralarını alamayan Haçlılar, Venediklilerle birlikte Konstantinopolis’i almışlar ve Flander Kontu Baudouin, ilk Latin imparatoru olarak Konstantinopolis’te, Ayasofya Kilisesi’nde taç giymiştir. Yunanistan topraklarında ve Ege adalarında İmparatora bağlı küçük prenslikler oluşmuştur. Beşinci Haçlı Seferi, 1215–1221, “Müslümanların Tabor Tepesine bir kale yapmaları bahanesi ile” organize edilmiştir. Tabor Tepesinde başarısızlığa uğrayan Haçlılar daha sonraları Eyyubilere karşı Kahire’ye saldırmışlardır. Tekrar başarısız olunca, Dimyat’ın Mısır’a iadesi karşılığında serbest bırakılmışlardır. Altıncı Haçlı Seferi, 1227-1229 yılları arasında gerçekleşmiştir. 1227’de Kudüs Kralı II. Frederik, gemi ile sefere çıkmış, iki gün sonra karaya çıkması nedeniyle aforoz edilmiş, ancak Suriye’ye doğru devam etmiştir. Kudüs, Beytüllahim ve Nazire Hıristiyanlara 225 Layiktez, a.g.e., s.30, 33-34 57 verilmiş ancak Frenk baronlar ve şövalyeler afarozlu krala itaat etmemiş, böylelikle Kral II. Frederik Avrupa’ya dönmüştür. Yedinci Haçlı Seferi’nde, 1248’de Fransa Kralı XI. Saint-Louis Ortadoğu’ya hareket etmiş, 1250’de Mansurah savaşı gerçekleşmiştir.1254’te Fransa Kralı ülkesine dönmüştür. Sekizinci Haçlı Seferi 12701271 tarikleri arasında gerçekleşmiştir. Mart 1267’de Saint-Louis Haçlı Seferi’ne tekrar çıkacağını ilan etmiş, 1270’te Ortadoğu yerine Tunus’a gitmiş ve Kartaca’yı almıştır. Fransa Kralı’nın ölümünden bir sene sonra, İngiltere Kralı Edward, Filistin’de Kerak yakınına gelmiş, Haçlılar Nasıra ve Akka’yı almışlardır. 1289’da yeni bir Haçlı Seferi ilan edilse de katılan olmamıştır. 1300’de Ortadoğu’da Haçlı Seferleri son bulmuştur.226 13. yüzyılın Haçlı Seferleri sınırlı ve yararsız olmakla beraber, beşinci ve yedinci olanları doğrudan Mısır’a karşı savaş biçiminde, altıncısı Papa’ya rağmen gerçekleşmiş ve ekonomik ya da siyasi menfaatler doğrultusunda yapılmıştır. Ayrıca Moğollara gönderilen heyetler ile Doğu’da İslam Dünyası’nı kuşatacak şekilde bir ittifak sağlama amacı güdülmüştür.227 Şeref getirdiğine inanılan savaşlara rahipler haricinde her sınıftan insanlar katılmıştır. Kilise savaşı takdis ederek, kutsal hale getirmiş, Hıristiyanlar arasında Kilise doktrinleri, şövalyelik örf ve adetlerine göre savaş yapılmıştır.228 Haçlı Seferleri Avrupa Dünyasına deniz aşırı sömürgeciliği cazip kılmıştır. 14.yüzyıl ve 15.yüzyılın ortalarına kadar olan süre haricinde ( Kara Veba ve mücadeleler nedeni ile ekonomik durgunluğun yaşandığı dönem), ticarette artış sonucu şehir yaşamı canlanmış ve yavaş yavaş şehirli bir sınıf-burjuva-belirgin hale gelmiştir. 15. yüzyıl kapitalizme doğru gelişim yaşandığı bir dönem olmuştur.229 10. yüzyıldan itibaren Avrupa Dünyası Atlantik’te ve Avrasya’da macera arayışına yönelmiştir. 12. ve 15. yüzyıllar arasında İtalya, İspanya ve Portekiz’de yeni toplumlar arama girişimleri başlatan bir büyük keşifler öncesi bir değişim başlamıştır.230 5./11. yüzyılda Endülüs’e ve Doğu İslam Dünyasına düzenlenmiş olan Haçlı Seferleri Hıristiyanların İslam medeniyetini tanımalarına ve sonrasında anlamalarına neden 226 Layiktez, a.g.e., s. 29, 33, 35-40 Thema Larousse, say.111 228 Layiktez, a.g.e. say.163 229 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 9-10. 230 Thema Larousse, say.117 227 58 olmuştur. Başta Sicilya’da ve en çok Endülüs’te olmak üzere Arapça eserler Latince’ye tercüme edilmiştir. 231 Ortaçağda ilk keşifleri Arap dünyası yapmıştır. Arap tacirler, Hindistan ve Doğu Hint Adaları’na gitmiş, ipek, değerli taşlar ve baharatlarla dönmüşler, Sudan’daki altın madenlerine ulaşmışlardır.232 Tıp, anatomi, optik, astronomi gibi birçok teknik ve bilimsel gelişimler Ortaçağ Avrupa’sına, Ortadoğu’dan Asya’dan, İslam Dünyası’ndan özellikle ticaret ve Haçlı Seferleri yoluyla aktarılan bilgi birikiminden kaynaklanmıştır. Özellikle Sicilya ve İspanya’dan gelen Yunanca ve Arapça eserlerin çokluğu Rönesans’ın oluşturulmasına nedendir. Yunan bilimsel edebiyatı Arapçaya tercüme edilmiş olması ve Arap bilim adamlarının tıp, astronomi, aritmetik, cebir, trigonometri gibi alanlardaki orijinal eserlerinin Latinceye çevrilmesi ile bir bilgi hazinesine ulaşım sağlanmıştır. İbn Sina ve İbn Rüşt gibi Arap bilim adamlarının mütalaalarının eklenmiş olduğu Aristo’nun 233 kazandırmıştır. eserleri Paris Üniversitesi’ne bilimsel düşünce sistemi Süftece (kambiyo senedi), mudârebe (sermaye ortaklığı), muhatre (önden satış) gibi finansal kavramlar ile, pirinç, ipek, şeker kamışı, kağıt, pamuk gibi mallar ve abaküs, barut, pusula gibi teknik buluşlar Batı’ya Müslümanlardan gelmiştir.234 Ortaçağın sonlarında, İspanya, İtalya, Almanya, İskandinavya, İngiltere ve 15. yüzyılda en az altı kuşak mütemadiyen Fransa’da savaş yaşanmıştır. 1453’te Yüz Yıl Savaşı sona ermiş, aynı yıl, Bizans surlarında Fatih Sultan Mehmet Ortaçağı tarihe gömmüştür.235 231 Şeyban, a.g.e., s.99 Thema Larousse, say.117 233 Layiktez, a.g.e. say.125,129 234 Şeyban, a.g.e., s.99-100 235 Layiktez, a.g.e. say.164-165 232 59 1.3. Batı Medeniyeti Teşekkülü ve Zihniyet Esaslarının İktisadi Düşünceye Yansıması 1.3.1. Büyük Keşifler, Ticari Kapitalizmin Doğuşu ve İktisat Teorisinin Oluşumu Roma İmparatorluğu Germen asıllı olan barbar kavimleri tarafından yıkılmıştır. Bu kavimler Fransa, İtalyan yarımadası, İspanya ve Roma şehrini almışlardır. Germenlerin, denizci bir kavim olmamaları sebebiyle, Akdeniz ticaretini ve ekonomik ilişkilerini yok edecek koşulları olmamıştır. Bu nedenle 5. ve 8. yüzyıllar arasında Avrupa ekonomisi hemen durgunluğa girmemiştir. 5. ve 6. yüzyıllarda barbar istilalarından kaçan halk, bataklıklar üzerindeki ufak adacıklara Venedik şehrini kurmuşlardır. Venedik gemicilik yetenekleri sebebi ile barbar istilalarından kurtulmuş ve İstanbul’a taşınan Roma dünyası ile ticari ilişkilerini hiç kesmemiştir. Gemicilik yetenekleri, ticaret yöntemleri, teknikleri ve siyasi ve idari alandaki örgütlenmeleri Venediklilere, Avrupa’da özel bir konuma sahip olmalarını sağlamıştır.10. yüzyılda Venedik’in serveti oldukça yüksek bir düzeye ulaşmasıyla, kazanma hırsı, din ve ideolojilerin önüne geçmiştir. Venedik’in ticari başarısı Napoli, Cenova, Piza gibi şehirleri motive etmiş, bu şehirlerin katılımları Akdeniz ticaretinin canlanmasına yardım etmiştir. Venedikliler İslam ülkeleriyle ticari ilişkilerini geliştirmişlerdir. Ticari ilişkilere ilave olarak Haçlı Seferleri neticesinde, İslam uygarlığından bazı usul ve kurumlar Avrupa’ya tanıtılmaya başlanmıştır. 236 12. Yüzyıl Avrupa için ticaretin gelişmesi nedeniyle iktisadi düzende büyük bir değişimin yaşandığı bir dönem olmuştur. Tarım ürünlerinde artış yaşanmış, yeni topraklar ekime açılmış, nüfus çoğalmış, emeğe olan talep artmıştır. Böylelikle insantoprak ilişkileri değişmeye başlamıştır. Topraksız köylülerin bazıları ticarete atılmıştır. Kiliseye ya da senyörlere veya başka herhangi bir merkeze bağlı olmayan ve serüven arayan tüccarlar-merchant adventurers-ortaya çıkmıştır. Ticaret yapamadıkları mevsimlerde mallarını muhafaza edebilmek için toprak satın almışlar dolayısıyla senyörlere bağlı köylü kesimi ile aralarında statü farklılıkları ortaya çıkmıştır. İktisadi konularda çıkan anlaşmazlıkları senyörlerden ve Kilise’den bağımsız hakemler yoluyla 236 Yalçın, a.g.e., s. 121,124-126. 60 çözmüşlerdir. Giderek Kilise’ye veya bir senyöre bağlı olmayan, kendini idare eden bir komün yaşam biçimi belirmeye başlamıştır. Tarım ürünleri ticari mübadelede yer aldığı için değer kazanmış, bu durum toprakların değerinde artışa neden olmuştur. Böylelikle tarım faaliyetinde çalışan nüfus fazlası oluşmuş ve köyden şehre göç artmıştır. Şehirlere gelindiğinde önceden bağlı olunan senyörün ya da cemaatin önemi kalmamış ve yalnızca servet biriktirme yeteneği, kazanç kabiliyeti, zekâ seviyesi gibi ölçütler öne çıkmıştır. Ortaçağın lonca, Kilise hâkimiyeti hızlı biçimde güç kaybetmiştir. Buna Kilise’nin “evrensellik” görüşü yerine merkezi krallıkların güç kazanması da ilave olmuştur.237 15. yüzyıl Batı dünyası kapitalizme doğru bir yönelime başlamış, 18. yüzyılın sonlarına kadar olan bu süreç ticari kapitalizmin yaşandığı bir dönem olmuştur238. 15.18. yüzyıllar arasında iktisadi düşünce teolojinin etkisinden çıkmaya başlamıştır. Ancak iktisadi konularda henüz bağımsız bir teori oluşmamıştır. Dönemin düşünürleri ekonomide günlük yaşamın sorunlarına değinmişler ve çözüm yöntemleri üretmeye çalışmışlardır. Ortaçağ sonu ile iktisadi düşüncenin bilimsel olarak teşekkülüne kadar geçen dönemde düşünürler “servet” kavramı üzerinde durmuşlardır. Temeli “servet biriktirme”ye dayanan bu akım “Merkantilizm”dir. 239 Merkantilist doktrinde iki esas tespit edilmiştir: Servet, gümüş ve altından ibarettir ve bu madenler ülkede yok ise, yalnızca ödemeler dengesi yoluyla veya ithal ettiğinden daha fazlasının ihraç edilmesi yoluyla getirilebilir. Yabancı malların ithalatının mümkün olduğu kadar az gerçekleştirilmesi ve yerli endüstri ürünlerinin ihracatının mümkün olduğu kadar artırılması, ekonomi politikte zorunlu bir hedef haline gelmiştir. İthalatta kısıtlamalar iki türde gerçekleşmiştir. İlki, hangi ülkeden ithal edilirse edilsin yabancı malların ithalatına gelen kısıtlamalar bu malların yurt içinde üretilmesidir. İkincisi, ticaret dengesi elverişsiz kabul edilen belirli ülkelerden gelen neredeyse her cins malın ithalinin kısıtlanması yönünde gerçekleşmiştir.240 Merkantilistlere göre bir ülkenin büyük miktarda değerli madene sahip olabilmesi için ithalattan daha fazla ihracat yapması gerekmektedir. Böylelikle değerli maden elde 237 Yalçın, a.g.e., s. 125-128. Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10. 239 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.27-28 240 Smith, a.g.e., s. 359-360. 238 61 etmeye ve bunları korumaya elverişli bir ticaret bilançosu kazanılabilecektir. Başka bir ifadeyle, ihracat ve sömürgeciliği geliştirerek, dış ticarette bir ülkenin diğer ülkelerin aleyhine bir zenginlik elde edebileceği görüşünü savunmuşlardır. 241 Servet biriktirme eğiliminin Avrupa’da arttığı devir merkez krallıkların güç kazandığı bir devirdir. 16. Yüzyılın sonunda İngiltere’de Kraliçe Elizabeth yönetimi ile 17. Yüzyıl sonlarına doğru olan dönem İngiltere’de merkezi otoritenin kuvvetlendiği, dolayısıyla İngiliz Merkantilistlere uygun ortam sağlandığı dönemdir. Çünkü Merkantilist düşüncenin esası derin Milliyetçiliğe dayanır. Güçlü devlet, savaş hazırlığı için üstün bir ordu ve donanma, asker sayısının çokluğu, bu sebeple ulusun nüfus çokluğu önemlidir.242 15. yüzyıldan sonra servet birikimi yaygınlaşmış ve para ticareti yapan kurumlar ortaya çıkmıştır. Kıymetli madenlerin elde edilme arzusu ile kapitalist davranış ortaya çıkmaya başlamıştır. Bir ülkenin zenginliğinin sahip olduğu değerli madenlerin miktarına göre ölçülebileceği görüşünü savunan Merkantilizm, daha sonraki ekonomik sistemler için (özellikle liberalizm için) zemin hazırlamıştır.243 15. yüzyılda ticari kapitalizmin oluşumunun ve hızlı gelişiminin tarım sektöründe de önemli etkileri olmuştur. Şehirlerde yaşayan ve ticaretle zenginleşen eski senyörler toprak satın almışlar ve yeni toprak sahibi sınıfını oluşturmuşlardır. Bu sayede değerli madenlerin çokluğundan topraklar değerlendirilmiştir. Tarımsal verim artmış ve sanayinin ihtiyaç duyduğu tarımsal üretim geleneksel tarım ürünlerinin yerini almıştır. Yeni pazarlar ve hammadde talebini tetikleyen ihracat sanayi ortaya çıkmıştır.244Anonim şirketler merkantilist dönemin sembollerinden biridir. Seyahat amacıyla sermayelerini bütünleştiren ortaklar sonrasında süreklilik iktiza eden sermaye şirketleri olmuşlardır. Ticaret için kurulmuş bu şirketler aynı zamanda “savaş aleti” de olmuşlardır.245 Merkantilist doktrin Ortaçağın ahlaki yaklaşımından uzaklaşmış bir tutum sergilemiştir. “Adil fiyat” kavramının öneminin kaybolmasına ilave olarak faize meşru bakılmaya başlanmıştır. Üretim ve fiyatlandırmada tekelci eğilim oldukça güç 241 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.28 Yalçın, a.g.e., s. 129,134. 243 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.27-28 244 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.31-32 245 Erim, a.g.e., s.13 242 62 kazanmış, tüccarlar devletin ekonomiye müdahalesini savunmuşlardır. Hatta imtiyaz elde etmiş tüccar gruplarının çıkarları ulusal çıkar haline gelmiş, birey için doğru kabul edilen devlet için de edilmiştir. Ulusal servet, toplumun refahını değil, minimum ücretle yapılan imalat ile ihracat fazlası oluşturmayı hedefleyen bir kabul olmuştur. 246 Batı Hıristiyan dünyasının “külli akıl (vahiy247)”dan saparak yalnızca insan aklına güvenen zihniyet esaslarına dayalı ticari kapitalist (Merkantilist) aşamasının meşru gördüklerinin neticesi basitçe; i. faiz “sömürü” ii. tekelcilik “sömürü” iii. tüccarın çıkarının ulusal çıkar sayılması yani toplum çıkarından üstün sayılması, (belirli mantık silsilesiyle) yoksulların menfaatine olacak bir politika ile tüccarların menfaati çatıştığında tüccarların menfaatinin tercih edilmesi “sömürü” iv. daha fazlasına (burada özellikle “altın”) sahip olma dürtüsü, homo economicus’un doyumsuzluk ve bencillik aksiyomuna açık kapıdır,248 “sömürü249” olarak gösterilebilir. Faiz, tekelcilik, yoksulların göz ardı edilmesi, açgözlülük gibi meselelere “Hıristiyanlık açısından Homo Economicus’un Analizi” bölümünde değinilmiştir. Ortaçağa özgü iktisadi düzenin ve düşüncenin değişim yaşamasında deniz keşiflerinin rolü çok önemlidir. Deniz keşifleri ve bunların sonucunda ortaya çıkan yerler Avrupa için coğrafi genişleme sağlamıştır. Emeğin değerlendirilmesine, ulaşım imkânlarının geliştirilmesine, sermayenin yeni yatırımlarda değerlendirilmesine verilen önem artmıştır. Hammadde ve sürüm alanlarına erişim sağlamıştır. 250 Kıymetli taşlar, baharatlar gibi malların Uzak-Doğu ülkelerinden daha ucuz ve kolay elde edilebilmesi 246 Erim, a.g.e., s.12,14. Bkz. “İslami İktisadi Doktrin Açısından Homo Economicus’un Analizi” bölümü. 248 “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne” zihniyet esası. Bilgi için bkz. Said Nursî, Sözler, Envâr Neşriyat, Çemberlitaş-İstanbul, 2010, s. 409. Bkz. “İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi” bölümü. 249 Bkz. “İslami İktisadi Doktrin Açısından Homo Economicus’un Analizi” bölümü. 250 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.27 247 63 iktisadi faaliyetlerin hızlanmasını sağlamış ve iktisadi düşünce biçiminin değişmesine ve liberal sistemin doğmasına neden olmuştur.251 Şark ticaretini tekellerine almak isteyen Portekizlilerden önce Hint ve Uzak Doğu ticareti Müslümanların elinde olmuştur. Bu ticari üstünlüğün büyük bir kısmına Arap Yarımadası’nın güney ve doğu kıyılarındaki Araplar sahip olmuşlardır. Denizyolu Hindistan’dan Hürmüz’e gelerek, Körfez yoluyla ilerlemiş ve Basra’ya ulaşmıştır. Basra’dan Halep’e yönelen deniz yolu Aden ve Cidde’ye sonrasında Kahire’ye devam etmiştir. Doğu Afrika ile ticari hattı da bu ana yolun yan yolunu oluşturmuştur.252 1492 yılında, Doğu Afrika sahilleri üzerinden Malindi’ye varan Arap merkezlerine araştırma seyahatine çıkan Vasco de Gama, 1499 yılında Ümit Burnu’nu geçmiş, Kilva’dan Hindistan’a açılmış ve Kalikut’a varmıştır. Böylelikle Uzak Doğu ile Avrupa arasında doğrudan ticaret yolunu açmıştır. Baharat ticaretini tekellerine almayı hedefleyen Portekizliler Hindistan’da ticaret merkezleri kurmuşlardır. Buradan eskisine göre çok daha düşük fiyatlarla Avrupa’ya mal taşımışlardır. Bununla birlikte Arap limanlarına, Arap ticaret gemilerine ve onlarla iş yapan merkezlere karşı savaş açan Portekizliler Doğu Afrika sahillerine de saldırmışlardır. 16. yüzyıldan itibaren Doğu Akdeniz’in, Avrupa baharat ticaretinin merkezi olma rolü bitmiştir. Avrupa’nın pazarları Portekizlilerin hakimiyetine geçmiştir.253 Avrupa Dünyasında Rönesans’tan sonra yaşanan büyük değişiklikler, buluşlar, büyük yenilikler yaşanmıştır. İktisadi hayatı son derece etkileyen buluşlar arasında elektrik, buhar ve makine-motor icatları sayılabilir. Bu önemli buluşlar çok kuvvetli oluşumlara sebep olmuş, insanlar zorluklarla karşı karşıya gelmiştir. Büyük çapta üretim için büyük fabrikalar kurulmuş ve büyük çapta sermaye birkimine ihtiyaç duyulmuştur.254 İktisadi faaliyetlerdeki bu önemli gelişimler sonucunda makineleşme 251 Zeytinoğlu, a.g.e., s.27 Duri, A., İslam İktisat Tarihine Giriş, Endülüs Yayınları, Çev. Sabri Orman, İstanbul, Ekim 1991, s.149-150. 253 Duri, a.g.e., s. 150-152 254 Eskicioğlu, O., “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy,1 Nisan 2010, s.11. http://islamekonomisi.org/tarihte-ekonomik-donmeler-sistemlerve-islamiyet/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 252 64 üretim yapısını değiştirmiş ve ‘ “sermaye” faktörü diğer üretim faktörlerine göre çok daha önemli ve etkili bir hüviyet kazanmıştır’.255 Emeğin kiralanmasının tarihsel sürecinde kölelik, serflik, emek ortaklığı ve işçilik devirleri dönemleri sayılabilir. Üretimde faktör olarak insan emeğinin kullanılmasında tekamül neticesi işçilik devri olarak görülmüştür. Makine gücü ve sanayileşme ile gelişen bu süreçte emek mübadelesi dönemi başlamıştır. Bu dönemde iş bölümü, uzmanlaşma, boş zamanları değerlendirilmesi, emek ve sermayenin küçük birimlerin birleştirilmesi ile büyük güçlerin temin edilmesi konusunda gelişmeler yaşanmıştır. 256 Batıda emeğin sömürülmesi ve emperyalist uygulamalar nedeniyle sermaye birikimi yaşanmıştır. Bu ticari kapital birikiminin sanayiye yönlendirilmesinin neticesinde Sanayi Devrimi gerçekleşmiştir. Protestan İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi’ne Avrupa’nın “ulaştırma ve haberleştirme olayı” destek vermiştir. 19. yüzyıldan itibaren burjuva ile gelişen kapitalizm hakim sistem haline gelmiştir. 257 Sanayi Devriminin neden olduğu iç sömürü sahasında işçi sınıfının ve bu sınıfın sefaletinin belirginleşmesi söz konusu olmuştur258. Tabakoğlu, sermaye birikimi ve bunun neticesinde olan Sanayi Devrimi Batıda iç ve dış sömürü nedeniyle gerçekleştiğini söylemiştir259. Gelişen sömürge ticareti nedeniyle el emeği yerine makine kullanma ihtiyacı ortaya çıkmış, imalathanenin yerini ise fabrika almıştır. Büyük deniz ticaret filosu ve deniz aşırı sömürge yapısına sahip olarak sanayileşmenin neredeyse tüm imkânlarına sahip olan İngiltere, makineleşme yolunda etkin olmuştur. Üretim yapısını değiştirerek sınaî kapitalizm devrinin başlamasını sağlayan yeni teknik buluşlar ve icatlar da İngiltere’nin sanayileşmesinde büyük rol oynamıştır. 260 Uluslararası niteliğe sahip ticari hareketler paranın öneminin artmasına sebep olmuştur. Altının para olarak kullanılmasındaki sorunlar ve değerli madenlerin azlığı nedeniyle “banknot” ortaya çıkmış, devletler ülkenin her tarafında geçerli olan paralar basmışlardır. Sınai değişim sonucu kredi kurumunun önemi artmış ve kredinin iktisadi 255 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.34 Eskicioğlu, a.g.m., s.11,12. 257 Tabakoğlu, “İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”, s. 93. 258 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10. 259 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 19 260 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.32-33-34 256 65 faaliyetlerde rolü hızlanmıştır. Böylelikle bankacılık ve finans gelişim göstermiştir.261 O vakite kadar felsefenin ve dinlerin zararlı kabul ettiği ve yasakladığı faiz sermaye birikimi için meşru sayılmaya başlamıştır. Bununla birlikte bireysel emek fabrika ve makinenin çalışmasına bağımlı hale getirilmiştir.262 Daha evvelki çağda proto-kapitalist esaslı olarak özgün bir sistem olan kapitalizm 16. yüzyıl kökenlidir. Gerçek kapitalizmi proto-kapitalist cetlerinden ayırt eden, bir girişimcinin muazzam kâr elde etme arzusu hususunda aldığı risktir. 16. yüzyıldan evvel, risk faktörü belirleyici olmamıştır, çünkü elde edecek olağanüstü kârlar yoktur. Ticaret ve endüstrinin yapısı gereği yüksek riski göze alan ya da düşükriski göze alan biri az bir puanla netice almıştır. Dolayısıyla, yüksek-riski göze alan bir girişimcinin ayrı ve belirgin kâr amacı güden bir sınıf mensubu olarak ortaya çıkmasının getireceği bir fırsat yoktur. Fırsatlar 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başlarında ilk olarak Uzak Doğu’ya ve Yeni Dünya’ya açılan okyanus yolları ile doğmuştur. Eğer bir girişimci sermayesini yıllarca bloke etmeye ve gidişatı süresince riske maruz kalmaya razı olursa, % 20, % 30 değil, hatta %250 değil, % 2000 ya da %3000 belki daha fazlası ile karşılığını alabilirdi. Kapitalizmin doğuşuna sebep olan riski göze alanların bu neslidir. 263 Girişimci ruh, kapitalizmin ortaya çıkardığı “bireysel tercih hakları” gibi evrensel değerler ile beslenmiştir. Girişimci ruh ulusal değil evrensel bir hal almıştır. Kapitalizm artık milli sınır tanımamaya başlamıştır. “Bireyin devredilemez yaşam hakları, özgürlük, mülkiyet, mutluluk elde etmeye çalışma gibi bazı değerler üretmiştir. Kapitalizm savaş üretmemiştir ancak, egemen ulus-devlet içinde tuzak yaratmıştır. Kapitalist kalkınma emperyalizmi gerekli kılmamıştır ancak, gelişmemiş ülkelerdeki hazır ucuz arzı ve kısmen köle gibi olan işgücünü temel mahsullerin üretimi için 261 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.32 Eskicioğlu, “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, s.11. 263 Ochs, A.E.R.S., “Judaism’s Historical Response to Economic, Social and Political Systems”, s. 18-19. http://www.rivkinsociety.org/documents/Judaism/Ancient/Judaism's_Historical_Response-1.pdf 262 66 sömürme avantajına sahip egemen ulus-devlet in çerçevesini kısıtlayan kâr dürtülerini icap ettirmiştir.264 Kârı en üst düzeye çıkarma dürtüsünün kaçınılmaz sonucu kapitalizmin beklenmedik formları ortaya çıkmıştır. Bu dürtü, sermayenin, emeğin ve yönetimsel yeteneklerin daha rasyonel kullanımı ile, yenilikçi teknoloji ile, ve yenilikçi form ve biçimler için engellerin kaldırılması amacıyla siyasi gücün yetenekli kullanımı ile, piyasaların genişlemesi ve derinleşmesi yoluyla, riski göze alarak karını artırmak isteyen girişimcileri teşvik etmiştir.265 17. yüzyılda başlayıp 18. yüzyılda da devam eden “insanın rasyonel yaratık” olduğu varsayımı ve “insan aklına aşırı güven” ile kuvvet bulan dünya görüşü, akılcılıkgözlemcilik anlayışı olarak ortaya çıkmış ve doğal kanun felsefesinin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Doğal kanun fikrine dayanarak ve “bireyin çıkarı”nın abartılı hale getirilmesi ile toplumun iktisadi teşekkülünün temeline “kişisel menfaat”in yerleştirilmesi neticesine ulaşılmıştır. Doğal kanun felsefesine dayanan zihniyet ile iktisadi meseleleri açıklama gayretine giren ve bu zihniyet yapısına göre evrensel kurallar çıkarılabileceğini ileri süren Fizyokrasi’nin en etkili düşünürü John Locke olmuştur. Toplumsal zenginliğe ulaşabilmek için doğal kanunların benimsenerek iktisadi kurallar çıkarılabileceğini düşünmüşlerdir. Girişim, mülkiyet ve sözleşme konularında özgürlük meselelerine değinmişlerdir. İnsanın kendi aklına güvenen biri olarak kendi çıkarını kollayacağı ve kendi zararına olabilecek bir tercih yapmayacağını savunmuşlardır. "Laisser-faire” sloganı bu iddialardan doğmuştur. Bununla birlikte bir makro model oluşturmaya gayret gösterdikleri için iktisat teorisinin başlangıcını meydana getrirdikleri ifade edilir. 266 Tarihi araştırmalardaki yetersizlik nedeniyle kapitalizm “evrensel bir realite” olarak algılanmıştır. Bu algının güçlenmesine çağdaş kapitalist ve Marksist yaklaşımlar etkili olmuştur. Burjuvazinin menfaatleri doğrultusunda gelişen kapitalizme, aslında aynı zihniyetten destek alan türevi Marksist iktisat, “işçi sınıfının sözcüsü” olarak reaksiyon vermiştir. Bilinen bir gerçek ise kapitalist iktisadın esaslarının az gelişmiş 264 Ochs, a.g.m., s.21,24,27. Ochs, a.g.m., s.28. 266 Erim, a.g.e., s.16-18. 265 67 ülkelerin ekonomik ve kültürel alanda kapitalleşmiş Batı’nın egemenliğine bağımlı kalmalarını sağlamasıdır.267 1.3.2. Batı Medeniyetinin İktisadi Teşekkülüne Etki Eden Bazı Akımlar ve Düşünürleri 16. yüzyılda ortaya çıkan Pozitivizm, 18. Yüzyıl Aydınlanma Hareketi bünyesinde popüler olmuştur. Esas kurucusu Auguste Compte, ilk Fransız temsilcisi Saint-Simon’dur. Pozitivizmin esas kurucusuna göre insanın zihinsel gelişim tarihi sırasıyla “teolojik”, “metafizik” ve “pozitif”tir. Hedef sosyal ilişkilerin “ “pozitif politika” metodu ile rasyonalizasyonu”dur. Pozitivizmi eleştirenler arasından Frankfurt Okulu, felsefenin evvelden esaslarında yer alan “otonomi, mutluluk, özgürlük, adalet, dayanışma gibi fikirlerinin“pozitivizmin kısalttığı akıl” ile önemini yitirdiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte Horkheimer pozitivizmi, insanlığa hükmetme arzusundaki politik güçlerin düşünce tarzı ve kendi çıkarları için kullanması olarak ifade etmiştir. 268 Renaissance269’ın iktisadi hayata etkisi büyük olmuştur. Rönesansta, İslam dünyası aracılığıyla tanınan Yunan kültürüne dönüş etkili olmuştur270. Daha materyalist bir hayat görüşü ortaya çıkmış, kişilerin daha iyi giyinip, daha iyi evlerde yaşamasına ve daha şık mobilyalar edinmesine sebep olmuştur. Ortaçağdaki şatoların ve kiliselerin yerini lüks mekânlar almış, buralar sanat eserleri ile doldurulmuştur. Dolayısıyla mimariye paralel olarak “cam, seramik, çini, tekstil, kuyumculuk, der, demir ve ağaç yapımı gibi” ticari ve sınai faaliyetlerde gelişme görülmüştür.271 “Lüks yaşamak, zevk ve sefa sürmek anlamına gelen Rönesans, önce İtalya’da Floransa ile Hollanda’da Brugger’de ortaya çıkmış, sonra bütün Avrupa ülkelerini etkisi altına almıştır. Böylelikle 15. yüzyıldan itibaren edebiyat, sanat ve bilim alanlarında yeni bir çağ açılmış”tır.272 267 Tabakoğlu, “İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm , s.98,100. Özlem, D., “ Batılı Bilgi, Pozitivizm ve Felsefe Çerçevesinde Avrupamerkezci Tarih Anlayışının Temelleri”, İnsan&Toplum, İlem Yayınları, Cilt 3, Sayı 6, 2013, s.8-9, 19. 269 Naissance “doğuş”, Renaissance ise “yeniden doğuş” anlamına gelmektedir. 270 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10. 271 Zeytinoğlu, a.g.e., s.23 272 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.23 268 68 Hümanizm akımı Rönesans hareketi ile ortaya çıkmıştır. “Hıristiyan insana karşı doğal insan” ön plana çkmıştır. Bu sebeple pagan yaşama olan nazar ve bir yakınlık inkişaf etmiştir. Maddi yaşamın gereklerine, doğaya yönelik bir zihniyete dolayısıyla Ahiret düşüncesine kapalı bir yaşam tarzına destek veren bu akıma yönelim oluşmuştur. Bu akım Eski Roma ve Yunan çağının yaşamına merak uyandırmıştır.273 Yaşam tarzındaki bu köklü değişiklik dini alanda Reforme274 olarak adlandırılan değişim hareketine sebep olmuştur. Bu hareketi 1517’se martin Luther başlatmış, Calvin ve Zwigli ise hareketin diğer öncüleri olmuştur. Luther, 1520’de Papa Leo X tarafından aforoz edilmiş, yeni kilisesini kurarak “herkesi kutsal kitapları kendisine göre okuyup anlaması gerektiğini ileri sürmüştür”.275 Rönesans’ın entelektüel aktiviteleri Reform’un gelişmesini desteklemiştir. Bireyselliğe verilen önem Protestanlık için de önemlidir.276 Ayrıca materyalist hayat görüşünün yerleşmesine paralel olarak dini yaşamda da değişim oluşmuştur. İktisadi konularda tutucu olan Luther, feodal mekanizmaya karşı direnen Protestan köylülerin ezilmesine seyirci kalmıştır. “Ticaretin gelişmesine ve dış ticaretin önem kazanmasına karşı da olmuş”, sadece tarımsal faaliyetlere önem vermiştir. Ancak, insanın asgari bir hayat seviyesine razı olmasını, refah hırsına yenilmemesini savunmuş, tekelciliğe karşı çıkmıştır.277 Reform çalışmaları başladığında Avrupa, iktisadi olarak refahın toprağa bağlı olduğu, ziraata dayanan bir durumda olmuştur.16. yüzyılın başlarında sömürgeler sebebiyle ele geçirilen yeni kaynaklar orta sınıf tüccarlarının feodal aristokrasinin yerini almasına neden olmuştur. Uluslararası ticaretin başlaması ile para ekonomisi önem kazanmaya başlamıştır. Giderek sermaye sahibi olan bu sınıf, sermayelerinin Roma’ya gitmesini istemedikleri için Reform’u desteklemişlerdir. Serflik kayboldukça özgürlük kazanan çiftçiler yeni bir orta sınıf oluşturarak Kuzey Avrupa’da Reform’a destek olmuşlardır.278 273 Yalçın, a.g.e., s. 130. Reforme, “yeniden kurma/yeniden oluşturma” anlamına gelmektedir. 275 Zeytinoğlu, a.g.e., s.24 276 Erbaş, a.g.e.,s.70 277 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.24 278 Erbaş, a.g.e., s.69-70 274 69 Erbaş’a göre, “Reform’un ortaya çıkışında ekonomik faktörlerin yanında sosyal ve dini faktörler de bulunmaktadır.” Reformun ortaya çıkışında etkili olan dini faktörleri ekonomik ve sosyal faktörler desteklemiştir demek daha doğru olur. Nitekim Erbaş, Reform’un en önemli sebepleri olarak “Katolik Kilisesi’nin bozulması, din adamlarının Kilise imkânlarını kendi çıkarları için kullanmaları ve halkı ekonomik yönden sömürmeleri, endüljans sorunu, matbaanın yaygınlaşması, İncil’in diğer dillere tercüme edilmesi, Rönesans’ın etkisi ile oluşan hür fikir ortamı, Kilise artan mal varlıklarına halkın tepki göstermesi”ni saymıştır. İlk üçü ve sonuncusu dinde ve din adamlarının ciddiyetinde doğrudan ciddi sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Matbaanın yaygınlaşması ve İncil’in diğer dillere tercümesi dindeki bozulmanın giderileceği yerde giderek daha yanlış yorumlamalar yapılmasını kolaylaştırmıştır. Reform sonucunda Katolik Kilisesi merkeziyetçi rolünü kaybetmiş, özellikle devlet tarafından kontrol edilen Anglikan ve Lutherci ulusal kiliseler yaygınlaşmıştır. Laik öğretim kurumları yaygınlaşarak, rahiplerin sosyal pozisyonunu laikler almıştır. Saint Simon ve Protestanlığın ruhunun materyalizm olduğunu ileri süren Auguste Compte, Ortaçağ’da Katolik Kilisesi’nin bölünmesini “çok faydalı” bulmuşlardır.279 Reform ve Protestanlık bireyciliği desteklemiştir. Feodal mekanizma ve Kilise güç kaybederken, desteklenen bireycilik ticaret sistemini etkilemiştir. Luther’in faiz ve fiyat düzenlemelerinin devlet tarafından yapılmasını ifade etmesi, Calvin’in zenginleşmenin sadece bu dünyada değil ahirette de fayda getireceğini ileri sürmesi ekonomik yapılanmada değişime teşekkül oluşturmuştur.280 Calvin’in ekonomik düşüncesi teolojinin etkisinden bütünüyle çıkarak liberal sisteme zemin hazırlamıştır281.(Calvin ve Calvinizm ile ilgili bilgi ve eleştiri için “Hıristiyanlık Açısından Homo economicus’un Analizi” bölümüne bakınız.) Siyasi düşünürlerin iktisadi düşünceye etkileri gözardı edilmemelidir. 15-16.yy arasında İngiltere’de yaşamış, Oxford’da eğitim almış, ileri derece Latince ve Yunanca öğrenmiş olan Thomas More, Avrupa’nın ekonomik ve sosyal durumu ile ilgilenmiştir. 16. yy da şövalye ünvanı aldığı için Sir Thomas More, Papalık tarafından beatificatio ile 279 Erbaş, a.g.e., s.72,73 Erbaş, a.g.e.,s.73-74 281 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 25. 280 70 kutsanmış olduğundan 1935’ten beri Saint Thomas More olarak anılmaktadır. Utopia adlı eseri Yunanca’da Ou-to-pos “olmayan yer” anlamına gelen bir sözcükten isim almaktadır. Eseri Avrupa’daki ekonomik ve toplumsal koşulları eleştiren ve ayrıca Atlantik’te “hayali bir adada en iyi toplum tasarımı”nı yapan iki bölümden oluşmuştur.282 Anglikan bir papazın oğlu olarak dünyaya gelen Thomas Hobbes Oxford’da skolastik felsefe eğitimi almıştır. Ünlü eserlerinden biri olan Leviathan’ın bir bölümünde “mutluluğu ve mutsuzluğu bakımından insanlığın doğal durumu üzerine” yazmıştır. İnsanların doğuştan eşit olduğunu ve insanları doğanın fiziksel ve bilişsel olarak eşit yarattığını iddia etmiştir. Eşitsizlikten güvensizlik doğduğunu söyleyen Hobbes’a göre iki insanın eş zamanlı olarak elde edemeyecekleri bir şeyi arzuladıklarında birbirlerine düşman olacaklarını ve “esas hedefleri olan “varlıklarını sürdürmek ve zaman zaman yalnızca zevk almak”” gerekçesiyle birbirlerini yok etme ya da birbirlerini hakimiyet altına alma gayretine girerler. Ayrıca güvensizlikten savaş doğacağını da söyleyen Hobbes iddiasına şunu da eklemiştir: Birinin başkasına olan güvensizliğinden kurtulmasının “tek akla yatkın yolu”, kendisi için risk sayılabilecek derecede başka bir güç kalmadığını anlayıncaya dek, “ “cebren veya hileyle” mümkün olan en çok kişiyi egemenliği altına almasıdır. İnsan doğasında rekabet, güvenlik ve şan-şeref olmak üzere üç kavga sebebi vardır. Bunlardan ilki kazanç amacıyla, ikincisi güvenlik ve üçüncüsü şöhret amacıyla mücadele etmeye teşvik eder. Doğanın insanları ayırmasının ve birini diğerini yok etmesi için teşvik etmesinin “bu konuları iyice düşünmemiş birine tuhaf gelebileceğini” ileri sürmüştür. Herkesin herkese karşı mücadele içinde olmasının neticesinde böyle bir mücadelede hiçbir şeyin adalete aykırı olmayacağını, genel bir gücün bulunmadığı yerde adaletsizliğin olmadığını iddia etmiştir. Mücadelede cebir ve hilenin en büyük iki erdem olduğunu, adaletin ya da adaletsizliğin bedenin veya zihnin melekeleri olmadığını söylemiştir. Herkesin herkesle mücadelesinin bir başka neticesi olarak mülkiyetin, hâkimiyetin, aidiyet ( “benim ve 282 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, Der. Mete Tuncay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 27, İstanbul, Eylül 2002, s.3-4. 71 senin” diye ifade edilmiştir) ayrımının bulunmaması, yalnızca herkesin elde edebildiği şeye mümkün olduğu sürece sahip çıkmasını saymıştır.283 17.-18. Yüzyıllar arasında yaşayan, kimya ve tıbba da alakadar olan John Locke insan ve toplum bilimleriyle ve din bilimleriyle ilgilenmiştir. İktisat, eğitim ve dinbilim konularında eserleri vardır. Orta sınıf menfaatlerini, tüccar ve toprak sahiplerini ve mülkiyet haklarını savunmuştur. Siyasal ve biçimsel olarak eşitlik ve özgürlük yanlısı olup iktisadi ve sosyal adalet yanlısı değildir. Uygar Yönetim Üzerine İki İnceleme adlı eserinin İkinci İnceleme’si liberal siyaset felsefesi üzerine yazılmıştır. 284 İlgi alanı siyasal olup, arzusunun devleti maddileştirmek, siyaseti ahlaktan bağımsızlaştırmak olan Niccolo Machiavelli, 15.-16. Yy arasında Floransa’da yaşamıştır. O sıralarda İtalya’da iktisadi ve kültürel gelişim düzeyi yüksek olmakla birlikte siyasal ve askeri açıdan problemli bir yapı hâkimdir.285 Niccolo Machiavelli’nin, Yeniçağ tarihinin düşünürleri arasında “modern” olarak vurgulanan düşüncelerinin bazı kısımları toplum düzeni için oldukça tehlikeli olabilir. Il Principe adlı yapıtında “Quomodo fides a Principus sit servanda” (Prensler Sözlerini nasıl tutmalıdırlar?)286 kısmında bir hükümdarın ya da halkın yöneticisinin hilekârlığa başvurarak halka verdikleri sözü tutmayarak dürüst davrananlara karşı daha üstün geldiklerini savunur. Gerekçesi de insanların tümünün iyi olmadığı ve kötü oldukları için verdikleri sözü tutmayacaklarını ifade etmesi ve bu durumda da verilen sözü tutmanın gerekli olmadığıdır. Machiavelli’nin önerdiği bir ikiyüzlülük vardır ki bu söz konusu hükümdarın şöhreti için en etkili bölüm olduğu Tuncay tarafından vurgulanmıştır; “bağışlayıcı, sözünün eri, insancıl, dürüst, dindar görünmek ve olmak gibi; ama aklını öyle ayarlamalısın ki, gerektiğinde tersine dönüşmeyi bilmelisin”. Devamında, yeni bir prensin devletin bekası için, çoğu zaman vaat ettiğine, iyiliğe, insanlığa ya da dine karşı çıkmak mecburiyetinde olabileceğin, belirtilen beş nitelikle uyuşmayan bir şeyin ifade edilmemesine büyük itina gösterilmesini ve kendisine itaat edenlere bağışlayıcı, inançlı, dürüst, insancıl, ve dindar görünürken son niteliğe sahipmiş gibi görünmenin de elzem olduğunu söylemiştir. Max Weber, Machiavelli’nin 283 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.209-213. Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.255-256. 285 Machiavelli, N., Hükümdar, Çev. Selahattin Bağdatlı, Derin Yayınları, Eylül 2012, s.2,4. 286 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.62 284 72 Floransalıların mücadelelerinde ülkelerine olan düşkünlüklerini ruhlarının kurtuluşu endişesinden daha üstün tuttuklarını ifade ettiğini ve “gururlu bir bu dünaylık ruhuna” değindiğinden bahsetmiştir.287 Machiavelli, bir hükümdarın gücünün ya da egemenliğinin sürekliliğinin ( ya da sarsılmazlığının), bazen aldığı kararların dine veya ahlaka uygunsuz olmasıyla sağlanabileceği görüşünü savunmuştur.288 “Hedefe giden her yol mübahtır” ya da “amaca ulaşmak için her yol meşrudur”289 zihniyetinden hareketle amaç için ahlaktan ya da dinden soyutlanmış her türlü araç kullanılabilir. Toplumun refahı ve bu refahın bekası için bu görüş tehlikelidir. Machiavelli’nin ifadesindeki “gerektiğinde tersine dönüşmeyi bilmek” 290 insani ve ahlaki değerleri hiçe sayarak yapılırsa erdem diye bir şey kalmadığı gibi bir insanı ve dolayısıyla toplumu insanlıktan çıkarır, hayvanlardan daha aşağı derecelere indirir. “Çoğu kez verdiği söze, iyiliğe, insanlığa, dine karşı çıkmak zorunda kalabilir” ifadesinden, hilekârlığa başvurabilir, kötülüğe dayanabilir, insani değerleri hiçe sayabilir, dini kuralları çiğneyebilir ve bunu çokça kez yaptığına göre toplumu kaosa, teröre, isyana götürebilir neticesi kolaylıkla çıkarılabilir. Cassirer, Devlet Efsanesi eserinde Machiavelli’nin “siyasal eylemleri bir kimyagerin kimyasal reaksiyonları incelediği gibi” ele aldığını söylemiştir. Söz konusu kimyagerin labaratuarda çok kuvvetli bir zehir hazırlaması ile bunun neticelerinden sorumlu tutulamayacağını ifade etmiştir. Gerekçe olarak ise, bu zehrin iyi bir doktorun elinde iyi bir ilaç olabileceğini fakat bir katilin elinde birinin ölümüne sebep olabileceğini söyleyerek iki farklı durum için de kimyagerin sorumlu tutulamayacağını ifade etmiştir.291 Ancak şunu belirtmekte fayda vardır: Siyasi eylemler kimyasal reaksiyonlara benzemez. Siyasi eylemleri yapanlar insanlar olduğu için bu eylemlerde ruh dolayısıyla ahlak faktörü vardır. Siyaset ya da ekonomi, veya herhangi bir bilimin dine ve ahlaki değerlere karşıt olarak ortaya atılmasının (ya da tam tersinin) moderniteyle ilgisi olmadığı gibi, bu, ahlaki ve dini değerleri feda edecek kadar “aykırı/farklı olma arzusu” ndan kaynaklansa gerektir. 287 Weber, M., L’éthic Protestante et l’esprit du Capitalisme (1904-1905), Texte préparé par JeanMarie Tremblay, sociologue, 17 mai 2002, s. 70. Bookfi.org 288 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.62-64 289 Machiavelli, a.g.e., s.3. 290 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.64 291 Machiavelli, a.g.e., s.4. 73 16. yy da doğmuş olan Jean Bodin, Tolouse Üniversitesi’nde hukuk eğitimi görmüştür; tarih, iktisat, doğa bilimleri ile ilgilenmiş ve maliye ve iktisat üzerine denemeler yazmıştır. Devlet Üstüne Altı Kitap isimli eserinde mal eşitliğinin topluma etkisi, toprak eşitliğinin adalete aykırılığı konusunda yazıları vardır. 292 Büyük bir halk kitlesi tarafından gerçekleştirilmiş olan “Fransız Devrimi” “eşitlik, kardeşlik, hürriyet”293 gibi fikirleri uyandırmış ve insanları otoriteye karşı direnmeye çağırmıştır. Aralarında J.J.Rousseau, Baron de la Brède et de Montesquieu, Voltaire, Didérot, d’Alambert gibi düşünürlerin bulunduğu Fransız Devrim Hareketi bu düşünürlerin önderliğinde gerçekleşmiştir.29418.yy da Fransız Devrimine fikirleriyle katkıda bulunmuş olan Montesquieu, La Brède’de doğmuş, Paris’te hukuk eğitimi görmüştür. En ünlü eseri olan Yasaların Ruhu’nda siyasal toplumu bir araya getiren fiziki ortam, ırksal özellikler, ekonomik, sosyal, dini kurumlar gibi öğelerin karşılıklı ilişkilerini açıklamaya çalışmıştır. Ancak bu eser bazı kesimlerce (Cizvitler ve Jansenistler) sakıncalı bulunmuştur. 18.yüzyılda yaşayan Jean-Jacques Rousseau sadece bir köy okuluna gitmiş ve başka bir öğrenim görmemiştir. “Doğal din”i savunması sebebiyle siyaset ve din adamlarının tepkilerini almıştır. İnsanın doğadan iyi olduğunu ifade etmiştir.295 Nedeni siyasi ve sosyal alanda liberalizmi gerçekleştirmek olan Fransız Devriminden sonra kölelik, aristokrasi gibi unvanlar kaldırılmış, kiliseler ulusallaştırılarak kilisenin malları devlete devredilmiş, ruhban sınıfının yetkilerine sınır konmuştur. Ceza yasaları değiştirilmiş, krallıklara son verilerek cumhuriyetler ilan edilmiştir. İktisadi ortamın hukuki çerçevesinin oluşumunu sağlayan Fransız Devriminin getirdiği esaslar liberal sisteme zemin hazırlamıştır. Liberal sistemin esasları da bireyin çıkarına dayanır ve liberal sisteme göre bireyin çıkarı toplumun çıkarına aykırı değildir.296 292 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.177-200. “égalité, fraternité, liberté”, “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” anlamına gelir, Fransız Devrimi’nin simgeleri olan kavramlardır. 294 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.25-26 295 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s. 297-298, 345-346. 296 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.25-26 293 74 “Hıristiyanlığa karşı aklın üstünlüğünü” savunan 16.-18. Yüzyılın bazı düşünürleri ve oluşturdukları hareket, Rönesans ve Reform hareketlerinin getirdiği zihniyet değişikliklerine ek olarak, toplumun doğa düzeni esasına göre teşekkülü ve iktisadi hayata laisser-faire versiyonunun uygulama bulması ile, homo economicus algısı oluşumunu tamamlamışlardır.297 297 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10-11. 75 İKİNCİ BÖLÜM 2. Geleneksel İktisadi Doktrinlerin “İnsan” Görüşüne Etki Eden Esasların Analizi 2.1. Liberalizm Felsefesine Dayanan İktisadi Doktrinlerin “insan” görüşüne etki eden esaslarının Analizi Klasik İktisat Okulu Liberal felsefeye dayanmaktadır. Liberal Ekonomik Okulu bu isimle anılmaktadır. Liberal sistemin hukuki esası “kendi kendine çalışan ekonomik yasalar”dır.298 Adam Smith ile başlayan bu ekol, “ilk bilimsel ekonomi politik anlayışı” olarak görülmüştür. David Ricardo ile birlikte Adam Smith’in bilimsel ve nesnel bir kuram geliştirdiği ifade edilmektedir.299 Adam Smith’in düşünceleri üzerinde İskoç Aydınlanmasının önemli filozoflarından olan 18.yy’da yaşamış tarihçi David Hume300 etkili olmuştur301. Hume’a hastalığı sırasında moral vermek için kendisini ziyarete gelen302 ünlü iktisatçı Adam Smith’in kendisinin iyi dostlarından biri olması siyasal düşünceler ile iktisadi düşüncenin ne derece etkileşim içerisinde olduğunun bir göstergesidir. Adam Smith sermaye birikiminin yapılmasını baştan bir önkoşul olarak kabul etmiştir. Bir nevi sermaye birikimi bir varsayım gibidir. Görüşlerinin, “sermaye birikiminin yapılmasının” zorunlu hale getirilmesine hizmet eder bir hali vardır. Bu bulgumuzu Smith’in görüşlerinden bazılarını303 maddeleyerek şu gerekçeler halinde gösterebiliriz: i. Smith’e göre sermaye birikimi için “somut bir şey” üretilmelidir. ii. Ancak “somut bir şey” üreten emek verimlidir. Smith ve klasik dönemin bazıları, din adamları, hukukçular, doktorlar, müzisyenlerin bulunduğu bazı emek sahiplerinin emeğini “verimsiz” kabul etmiştir. Mesleklerini “boş 298 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 37. Hançerlioğlu, a.g.e., s.236. 300 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.393. 301 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 40. 302 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.395. 303 i. –iv. maddeleri için yararlanılan kaynak: Erim, a.g.e., s.44-45,48. 299 76 meslek” olarak ifade etmiştir. Bu hizmetlerin toplum zenginliğini artırıcı bir etkisi olmadığı görüşü güçlenmiştir. iii. “Verimli emek” sermaye birikimini sağlar. iv. Sermaye birikimi gerçekleşince ekonomik gelişim sağlanır. Ancak net gelirin toprak sahibi olanlar ve sermayedarlar (kapitalistler) arasında paylaşıldığını da ifade etmiştir. Bu paylaşımdan sonra net gelir tasarrufa yönlendirilmesinin “toplumun hayrına”olacağını söylemiştir. Aşağıdaki maddeler tarafımızdan ilave edilmiştir: v. Bu sistemde birikimi ağırlıklı olarak kapitalist sınıf yapabildiği için sermaye birikiminin gerçekleşmesi “toplumun hayrına değil “kapitalist”in hayrına”dır. vi. Ayrıca paranın “birikim aracı”304 olarak görülmesinin, mantık silsilesiyle ulaşılabilcek bir neticesi de adil gelir dağılımının gerçekleşmeyeceğidir. “Birey”in ve “bireysel hürriyet”in her şeyden üstün tutulduğu liberal sistemin esasları bireysel özgürlük çerçevesinde gerçekleştirilen, bireyin menfaatini maksimum seviyeye çıkarabilme amacıyla yapılan faaliyetler oluşturur. Tüm liberal iktisatçıların zihniyet esası birey ve bireysel özgürlüktür. Bireyin menfaati en serbest şekilde gerçekleştirilebilmelidir. Bu sebeple bu sistem laisser-faire (bırakınız yapsın) olarak ifade edilmiştir. Liberalizme göre “insan” toplumun bir unsurudur. Toplumdaki kurumların, devletin var olma sebepleri bizzat bireydir. Sistemin zihniyeti bireyin çıkarına dayanır. Bu anlayışa göre “insan” piyasa için çalışır. Üretimdeki hedefi en yüksek karı elde etmektir. Üretimde bulunanların talebi bilmesi ve tüketici arzularını tatmin etmesi gereklidir. Böylelikle üretim tüketime uyum göstererek menfaatler arasında çatışma olmamaktadır. Bireysel menfaatler ile toplumsal menfaatin çatışmadığını ifade eden bu görüş ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri kabul etmekle beraber bu eşitsizliği yararlı olduğunu ileri sürer.305 304 305 Erim, a.g.e., s.49. Zeytinoğlu, a.g.e., s. 38-39. 77 Adam Smith’in iktisadi insan için görüşünün dayandığı esaslar şöyle sıralanabilir306: 1.Bireysel özgürlüğü temel alan bir doktrindir. 2. Düzen Tanrısal değildir-a priori bir ilke değildir-, bireysel menfaat anlayışı ile insanların ruhsal eğilimlerine dayanan bir düzendir. 3. İnsan kendi menfaatinin peşinden koşarken, bilinçli olarak toplumun menfaatine hizmet etmek istediğinde gerçekleştirebileceğinden daha iyisini yapar. Bu sebeple insan menfaatinin gerektirdiği yöntemi izlemekte bütünüyle özgür olmalıdır. 4. Eşitsizlik doğaldır. 5. Mülkiyet, tersi ispatlanana kadar, kabiliyet ve başarının armağanıdır. Dolayısıyla fakir servet ve sermaye sahibi olma konusunda yeteneği olmadığından fakirdir. Bu sebeple fakir mülkiyeti kıskanır. Mülkiyet hakkını fakirin hasedine karşı korumak gerekir. Liberal iktisadi felsefe insan aklına aşırı güveni neticesinde, aklın kişisel davranışları kontrol etmedeki rolünü abartmıştır. Liberal iktisadın akılcı davranış ile ilgili varsayımları, davranışlarda itici gücün bireysel menfaat olduğu kabulüne götürmüştür. Buradan oluşturulan inanç sistemi, rasyonel homo economicus’ların tatminlerini maksimumlaştırması ile toplumun refahı maksimumlaşacağı düşüne dayanır. Kazgan’ın deyişiyle, “olması gereken ile gerçekten varolan birbirine karıştırılmıştır”. Serbest rekabet koşulları ile oluşturulmaya çalışılan piyasa modelleri, gerçekte olması gerekeni, yani toplumsal refahın maksimuma ulaşmasını açıklayabilmek için kurulmuştur. “Gerçekten varolan” koşullar farklı olmakla birlikte liberal iktisat bu akılcılık yöntemi ile “olması gerekenin” ne derece varolduğunu araştırmayıp ikisini birbiriyle karıştırmış ve rasyonel insanlar dünyası içinde bir cennet oluşturulabileceği inancını yaygınlaştırabilmişlerdir.307 306 Maddelendirme tarafımızdan yapılmıştır. Ancak gerekli bilgi için aşağıdaki kaynaktan alınmıştır: Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 40-41. 307 Kazgan, a.g.e, s. 56. 78 İktisadi liberal doktrinin kendi içinde çelişki yaşadığı meselelerden bir tanesi de şu iki görüştür: 1.”Tüm liberal iktisatçıların zihniyet esası birey ve bireysel özgürlüktür. İktisadi faaliyetler bireyin menfaatini maksimum seviyeye çıkarabilme amacıyla yapılır.” 2. “Bu zihniyet yapısına göre “insan” piyasa için çalışır.” Hem 1 hem 2 numaranın aynı zihniyet yapısında gerçekleştiğini varsayalım. Şu sonuca varılır: 1 numaradan “bireysel özgür insan kendi menfaatini maksimum düzeye çıkarma amacıyla çalışır” ve 2 numaradan “insanın iktisadi gayesi piyasaya hizmettir”. Piyasaya çalışan insanın piyasa menfaati ile kişisel menfaati çatıştığında ne olmaktadır? Bu zihniyet bu soruya net bir cevap vermez. Çünkü böyle bir cevabı bulabilecek kabiliyete sahip olan bir sistem değildir. Çünkü bu zihniyet esaslarına göre birey kendi çıkarını maksimize edecek, her birey bu şekilde davranacak ve sistem ya da toplum maksimum refaha ulaşabilecektir diye varsayılır. Bununla birlikte her birey piyasa için çalışmaktadır. “Birey piyasa için çalışıyor” ve “kendi menfaati piyasa menfaati ile çatışıyor ise” ve “her birey kendi menfaatinin maksimizasyonunu hedefleyerek tercih yapıyor ise” bu bireyler nasıl piyasa için çalışmaktadır? Piyasa için çalışıyorlar ise kendi menfaatlerinin maksimizasyonunu nasıl gerçekleştirmektedirler? Bu zihniyet esaslarını kabul etmiş iktisatçıların “insan doğası” fikrini tasdik etmelerinin bir nedeni, matematiksel modellerinin neden olduğu gibi, denge sistemleri olarak kabul ettikleri toplum ve ekonomi görüşlerinin belirleyici (deterministik) ve atomistik davranışı icap ettirmesi olduğu ifade edilmektedir. Clark’ın deyişiyle, bunun ortaya çıkardığı en büyük ironi de serbest piyasa koşullarını oluşturan serbest seçim/serbest tercih, ekonomiyi ve toplumu oluşturan bireylerin belirleyici davranışları olması gerektiğidir. Neoklasik iktisat teorisinde de, bu yaklaşımın temeli, hazcı insan doğası anlayışı ve toplumun bireyci anlayışıdır. Neoklasik iktisatçı için bir faaliyet ancak piyasada birilerine fayda yaratıyorsa önem ifade ettiği için iktisadi işlemlerin toplumsal saadete ya da refaha katkı yapıp yapmaması sorun olmamıştır; teori için önemli olan sadece bu işlemlere katılan bireylerin işlemlerinden fayda/tatmin sağlayıp sağlamadığıdır. Bununla birlikte, ortak yarar sorunu analizden hariç tutulmuştur. 79 Bireyci kavrama dayanan toplum ve hazcı kavrama dayanan insan doğası kaynaklı Neoklasik iktisat teorisi gelişmeyi piyasadaki faaliyetin yükselmesi, “elde edilen tatminlerin toplamından ibaret Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın artması” olarak kavramaktadır. GSYİH gelişimin ve toplumsal refahın ana göstergesi olarak laissezfaire ideolojisinin değerlerini yansıtmakta ve toplumun yalnızca küçük bir yüzdesinin yararını gösteren, diğer tüm iktisadi faaliyetlerin üstünde olan özel üretimin ayrıcalıklı makamına hastır.308 Bu zihniyet esaslarına göre, işgücünden bir kişi eksileceği ve yaptığı iş piyasada mevcut olmayan bir iktisadi hizmet olarak kabul edildiği için bir annenin kendi çocuğuna bakması faaliyeti GSYİH’yi düşürür309. Çelişkiyi bu örnekte de görmek mümkündür. Şöyle ki, Geleneksel iktisadi zihniyete göre her birey kendi menfaatinin maksimizasyonu peşinde koşmaktadır. Dolayısıyla yukarıdaki paragrafta verilen örnekteki gibi “istihdam edilmek yerine kendi çocuğuna bakmayı tercih eden anne menfaatini maksimize etmiştir” diye varsayalım. Yine bu zihniyete göre her anne bu şekilde davrandığında toplumun refahının maksimuma ulaşması gerekir. Ve piyasadaki faaliyetlerin yükselmesini GSYİH ile ölçülmekte, bireysel menfaatlerin tatmininin toplamı bulunmaktadır. Ancak aynı zihniyete göre yalnızca bir anne kendi çocuğuna bakmayı tercih ederse GSYİH düşmektedir. Başka bir alternatif de annenin kendi çocuğuna bakmayı tercih etmeyip işgücünde yer almayı düşünerek menfaatini maksimize etmemesidir, ki bu alternatif de menfaat maksimizasyonunun her zaman geçerli olmadığına bir örnektir. Bir diğer alternatif, söz konusu annenin işgücünde yer alarak menfaatini maksimize ediyor olmasıdır ki bu tercih ile çocuğa bakıcı tutmanın GSYİH’ı artıracağı iddiası ile hareket etmek gerektir. Bu da günümüzde dejenere olmuş gençliğin ve “kadın”ın konumunun ve öneminin vurgulanacağı ayrı bir tartışma konusunu açmaktadır. Bununla birlikte bu tercihi yapan bir annenin, öncelikle tanımlanması gereken “menfaat”i de tartışma söz konusu olacağı gibi, “böyle bir tercihten bugüne kadar “tatmin olmuş bir anne” var mıdır?” bu da ayrı bir tartışma konusudur. 308 309 Clark, a.g.m., s. 8-9-10. Clark, a.g.m., s. 12. 80 2.2. Materyalizm Felsefesine Bağlı İktisadi Doktrinlerin “insan” görüşüne etki eden esasların Analizi Marksizm, metafiziğin yerine diyalektiği getiren doktrindir310. Marksist görüş metafiziğin rastlantı ve zorunluluk çelişmesi ile şaşırmış olduğunu iddia etmiştir. Mehmet Türdeş’in derlemiş olduğu Karl Marks-Friedrich Engels: Felsefe Üzerine adlı eserde,“Bir şeyin ya da bir durumun ya rastlantı ya da zorunlu olduğu” ifade edilmiştir. Birinin önemli özgül karakterleri zorunlu varsaydığı, “türlerin bireyleri arasındaki diğer farkları rastlantısal olarak nitelelendireceği” ve aşağı grupların yukarı gruplara göre yine rastlantısal olacağı ifade edilmiştir. Genel kanunlar altına alınabilenler zorunlu, alınamayanlar rastantıdır denilmiştir. Açıklanamayan bir şeyin bilinmemesi nedeniyle bilime ilişkin olmadığı ifade edilmiştir.311 Bu iddialara cevap olarak şunları sayabiliriz: 1. Yukarıdaki önerme için baştan bir varsayım yapılmıştır. Buna göre bir şey ya zorunlu ya da rastlantısal olmaya mecbur değildir. Yalnızca öyle takdir edilmiştir. Şöyle ki, Metafizik “tevafuk”u rastlantı olarak açıklıyor ise bu metafizikçilerin eksiğidir, karşıt görüşün haklı olduğu anlamına gelmez. Şekil 1: : Gerçekleşmiş, tevafuk etmiştir. A ile B zorunluluk ya da rastlantı değildir. Yani A olmasaydı B olacaktı gibi bir açıklama olamaz. ( ) 'nin değilinde yani \ ( ) ’i oluşturan tevafuk edenin dışındakilerde yani ( ) ’nin dışında kalan alanda neyin gerçekleşebileceğini bilemeyiz. Çünkü 310 311 \ de gerçekleşebilir, Hançerlioğlu, a.g.e.,s.282. Marks, ve Engels, a.g.e., say.107. 81 \ da, veya \ ( ) da gerçekleşebilir veya \ veya \ de gerçekleşebilir. İlahi Kudret ( ) ’nin gerçekleşmesini takdir etmiştir. Dolayısıyla tam ilmi açıklama için ilgili kaynağa312 başvurmalıdır. Burada açıklanması hedeflenen şey, Marksist iktisadi doktrinin dayandığı felsefe tıpkı kapitalist iktisadi doktrinin dayandığı liberal felsefe gibi arka planında kainatın yaratılmış olduğunu ve yaratılmadan önce mükemmel bir tasarım ile programlanmış olduğunu inkar eden zihniyet yapısı taşıdığıdır. Bu nedenle iktisadi sorunları hangi model ile ne başarıda açıklarsa açıklasın hem (ve hep) eksik, hem (ve hep) hatalı hem de sisteminde kriz yaşamaya mecburdur. Açıklamaya çalıştığı “insan” liberal felsefenin açıkladığı modelin modifiye halidir. “İnsan”ı doğru algılayamayan bir sosyal sistemin evrensel olma ihtimali yoktur. Her iki sistem de inşa ettiklerinin şoklarla yıkılmaması için durmadan yama yapmakta ve birbirlerini eleştirmektedir. 2. “Bilmemek bilime ilişkin değil” anlamına gelmez. Çünkü kontra pozitifine bakıldığında “Bilime ilişkin ise bilmek” kesin değildir. Marks ve Engels’ın aynı eserinde, “tohum zarfındaki bezelye tanelerinin sayısının neye bağlı olduğuna” bir cevap bulunamadığı sürece bunun rastlantı konusu sayılacağı ifade edilmiştir. Bununla birlikte “bireysel bezelyenin başaşağı olayını sebepsel zincirlenmesinde geriye doğru izleme”nin bilimsel olmadığı iddia edilmiştir.313 Bu iddia eğer doğru olsaydı, üst paragraftaki bilginin şu anda okunuyor olması bu tezin yazılmış olması neticesine bağlı olmayacaktı. Yalnızca bir rastlantı olarak üst paragraf okunmuş olacaktı. Sebepler ile ilgili açıklamayı ilgili kaynağa bırakıyoruz.314 312 Kur’an tefsirinde şöyle buyrulmuştur: “Kader, sebeble müsebbebe bir taallûku var. Yâni, şu müsebbeb, şu sebeble vukua gelecek. Öyle ise denilmesin ki: “Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir. Cüz-i ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var, atmasaydı yine ölecekti?” “Elcevab”ve bilgi için bkz. Said Nursî, Sözler, “Yirmialtıncı Söz”, Envâr Neşriyat, İstanbul, 2010, s.467. “Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul.”” s.467. 313 314 Marks ve Engels, a.g.e., say.108. Said Nursî, “Tabiat Risalesi” (Yirmiüçüncü Lem’a), Envâr Neşriyat, İstanbul, 2006. 82 A ve B gibi iki olay için ( ) ’nin gerçekleşmiş olması sebebinin anlaşılması için esbab zincirine bakılmalıdır. Çünkü A ve B daha evvelinde yani tercih edilmiş olmadan önce C veya D gibi tercih edilmiş veya tercih edilmemiş olan nedenlere bağlıdır. 315 Şekil 2: Yukarıdaki ağaç örneğinde A ya da B seçeneğinin tercih edilebilir olması için evvelinden C’nin tercih edilmiş olması, onun evvelinde E’nin tercih edilmiş olması, onun evvelinde de M’nin tercih edilmiş olması gerekmektedir. Böylelikle basit bir mantık silsilesiyle “rastlantının akılcı bir açıklama olmadığı” anlaşılabilir. Bununla birlikte kâinatta tek gerçekleşen olay ( ) değildir. Tüm olayların denk gelişi yukarıdaki basit örnekle anlaşılmaya çalışıldığında bir olayın “raslantı” ya da “zorunluluk” olmasının ne derece anlamsız olduğu kavranabilir. Yine aynı eserde, “bitki için rüzgârın tohumlarını nereye savuracağı” bir rastlantı sonucudur diye iddia edilmiştir. Darwin’in, eserinde “rastlantının varolan en geniş temelinden” yola çıktığı ifade edilmiştir. 316 Bitkinin oraya konmuş olması, rüzgarın nereden savuracağı, bitkinin topraktan ne kadar su alacağı, güneşten ne zaman hangi oranda faydalanacağı önceden programlanmıştır. Darwin bile bir rastlantı sonucu değildir! 315 Burada kastedilen “olayları sebeplerin meydana getirmesi değildir, kâinattaki tüm olayların ve varlıkların, “sebepleri de yaratan” Yaratıcı’nın eseri olduğu”dur. Tam bilgi ve açıklama için bkz. Said Nursî, “Tabiat Risalesi” (Yirmiüçüncü Lem’a), Envâr Neşriyat, İstanbul, 2006. 316 Marks ve Engels, a.g.e., say.109,110. 83 Diyalektik-doğanın işleyiş kanunları olarak-insanın yaşamını çözümlediği ve yönlendirdiği varsayılan bir yöntemdir. Bu yöntem altyapının oluştuğu üretim sürecini açıklamaya çalışmıştır. Marksist zihniyet yapısına göre insanlık tarihi üretim süreci ile belirlenir ve şekil alır. Bu kuram ile evrim mekanizması keşfedilebildiği söylenir. Ekonomik sınıfların oluşum, dönüşüm ve değişimlerini açıkladığı iddia edilen bu kuram temelini Materyalist zihniyet esaslarına dayandırmaktadır. 317 Marksist Materyalizm prensipleri bu zihniyet esaslarını açıklamakta çok etkindir. Marksist materyalizm maddenin ne olduğuna dair açıklamasını yaparken “nesnel olarak varolanın adıdır” diye ifade etmekle yetinmiştir. Dünyanın kökeni ve doğası bakımından maddi olduğunu ileri sürüp, “akıl, düşünce, bilinç”in var olanın, yani maddenin, ürünü olduğunu iddia etmiştir. 318 Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan ilki “maddenin nesnel olarak varolması” meselesidir. Bu hususla ilgili ıspatları ilgili kaynaklara bırakıyoruz. Literatürde madde için tanımlar ve tarifler farklı şekillerde verilmiştir. Pozitif bilimlerde madde genel nitelik taşıyan tanımına göre, boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan her şeydir 319. 1970’lerden günümüze “parçacık” ile ilgili çalışma yapan fizikçi bilim adamları maddenin yapısının temelini araştırmışlardır.320 Standart Model en basit haliyle bile, maddenin yapısını ve kararlılığıyla ilgili sorunların büyük kısmını; dört kuvvetin etkisi altındaki altışar çeşit kuark ve leptonla, açıklamaktadır. Standart Model, kainatta, temel parçacık olarak sadece, 6 çeşit kuark, 6 çeşit lepton, bunların 'karşıt' parçacıkları ile, foton, 8 çeşit gluon ve 3 çeşit 'vektör bozon'dan oluşan kuvvet parçacıklarının olduğunu ve kuarklarla leptonların bu parçacıklar aracılığıyla etkileşime girerek, kainattaki görünür maddenin tümüne vücut verdiğini iddia etmektedir. Ancak 317 Hançerlioğlu, a.g.e., s.282. Marks ve Engels, a.g.e., say.75 319 http://madde.nedir.com/#ixzz2NsmkEzwv “Yoktan var edilmiş olan ilk maddeler bulunmasaydı, yani sonraki maddelerin kendinden önceki maddeden hâsıl olması işi sonsuz öncelere gitseydi, maddelerin birbirlerinden meydana gelmelerinin bir başlangıcı olmazdı ve bugün hiçbir maddenin var olmaması lazım gelirdi. Maddelerin var olmaları ve birbirlerinden hâsıl olmaları, yoktan var edilmiş ilk maddelerden üremiş olduklarını göstermektedir. Madde âlemi sonradan yaratılmış olunca, bunu yoktan Yaratan vardır. Çünkü hiçbir olayın kendiliğinden olamayacağı yukarıda bildirilmişti.” 320 İlgili bilgi için bkz: CERN (Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire), http://home.web.cern.ch/search/node/define%20material%20substence%20language%3Aen 318 84 bu modelin yanıtlayamadığı birçok soru mevcuttur. Ayrıca bu model sadece kâinatın bilinen kısmının %4 lük bölümünü tarif edebilmektedir. 321 Marksist-Leninist tanıma göre madde, “bilinçten bağımsız olarak varolan ve bilince yansıyan objektif gerçekliktir” Bu görüşe göre “madde sonsuz ve bitimsizdir; yaratılmaz, yok edilmez. Diyalektik Materyalizm, maddeyi birincil, bilinci ikincil olarak görür.” 322 Bu konuda da ilgili ıspatı ilgili kaynaklara bırakıyoruz323. İkincisi “akıl, düşünce, bilinç” gibi soyut kavramların maddenin ürünü olduğunu iddia etmesidir. Buna ilişkin cevabımızı böyle bir durumun olduğunu varsayarak iddia ettiklerinin çelişki ortaya koyduğunu göstermekle vermeye çalışacağız. Şöyle ki; somut bir varlık kendi kendine soyut bir varlık yaratamaz. Dolayısıyla üretemez. Soyut olan, maddenin ürünü ise somut olması gerekir. Varsayalım a maddesi nesnel, somut varlık olsun. Ve varsayalım ki b, soyut olan, a maddesinin ürünü olsun. Öncelikle “ürün” nedir, onu tanımlayalım. Ürün324: “bir tutum ya da davranışın ortaya çıkardığı şey” “eser” “tepkime sonucu doğan özdek” “doğadan elde edilen mahsul” “bir veya daha fazla sayıdaki maddelerden biyolojik, kimyasal veya fiziksel değişimlerin sonucu meydana gelen madde” 321 http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/madde/standartmodel.html Marksist-Leninist Politika ve Ekonomi-Politik Sözlüğü, 2.Cilt, Çev. Nadir Savaşçı, Yeni Dünya Yayınları, İstanbul, 1978, say.407. 323 “Madem herşey’in tabiatı, her şey gibi mâhluktur; çünki san’atlıdır ve yeni oluyor… Hem her müsebbeb gibi, zâhirî sebebi dahi masnû’dur ve madem herşey’in vücudu, pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır.” Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Tabiat Risalesi (Yirmiüçüncü Lem’a), Envâr Neşriyat, İstanbul, İkinci Baskı, 2006, s.28. 324 Ürün tanımları aşağıdaki kaynaklardan alınmıştır : http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.530da497160430.41114 232 http://www.nedirnedemek.com/%C3%BCr%C3%BCn-nedir-%C3%BCr%C3%BCn-ne-demek http://urun.nedir.com/ Hançerlioğlu, a.g.e., s.462. 322 85 “bir oluşum, işlem ya da yapım sonucu elde edilen nesne” “ekonomide belirli bir malzeme ve insan hizmeti vererek meydana getirilen kullanılabilir yarı işlenmiş ya da tamamlanmış madde” “üretimle elde edilen kullanma değeri” Bu durumda b’nin sayılan özellikleri taşıması gereklidir. b eğer ürün ise “uzayda yer kaplayan ve kütlesi olan şey” 325 in (a’nın) eseri olmalıdır. Ancak b eser olma özelliğine sahip ise a’nın fiilini göstermelidir. Çelişki burada ortaya çıkmaktadır. Çünkü b soyut olmak üzere, mücerrettir. “Varlığı duyularla algılanamayan”326, müşahhas olmayandır. Bireyin düşünce ve duygularına dayanır. Bu nedenle a’nın ürünü niteliğini taşıması çelişkiyi ortaya koymaktadır. Demek ki b, a’nın eseri değildir. Dolayısıyla ürünü de değildir. Marksizme göre sermaye bireysel değil “toplumsal bir güçtür”. Mülkiyetin sınıf niteliğinin ortadan kaldırılması esas alınmıştır. Dolayısıyla sermaye ortak yani tüm toplum mensuplarının mülkiyetine dönüştürülürse bireysel mülkiyet toplumsal mülkiyete dönüştürlmüş olmaz.327 Bu satırların eleştirisini İslami İktisadi Doktrin bölümüne bırakılmıştır. Ancak “dolayısıyla sermaye ortak yani tüm toplum mensuplarının mülkiyetine dönüştürülürse bireysel mülkiyet toplumsal mülkiyete dönüştürülmüş olmaz” iddiasının kendi içinde çelişkili olduğunu görmenin pek de zor olmadığını ifade etmekte yarar vardır. Bununla birlikte ironik olan şudur: Geçici olan sermaye, mal ve mülk için “bir güçtür” denmiştir. “Güç” geçici olamaz. Çünkü güç mana itibariyle zayıfın üstündedir. Geçici olan bir şey de üstün olamaz. Ayrıca Marksist görüş, ilk çağ dinlerinin Hıristiyanlığa yenildiğini, “18. Yüzyılda Hıristiyan düşüncenin akılcılık karşısında dayanamayıp çöktüğünü” feodal mekanizmanın burjuvaziyle mücadele verdiğini iddia etmiştir.328 Öncelikle şunu belirtmek gereklidir: Hıristiyan düşünceler akılcılık karşısında dayanamayıp çökmüyordu. Çünkü Hıristiyanlıktan sapma yaşanmıştı. Aklın çözemediğine cevap 325 http://madde.nedir.com/ http://tr.wikipedia.org/wiki/Soyut 327 Marks, Engels, a.g.e., say.61. 328 Marks ve Engels, a.g.e., say.62. 326 86 verebilecek evrensel niteliğe bağlılık önceden yitirilmişti. Bu akılcılığın zaferi değildir. Akılcılık, Ortadoğu dinlerin özü nazarının karşısında bir güç değildir. Geleneksel İktisat Literatüründe kullanılan “akılcılık” ifadesinin aksiyomları da Kur’an’dan alıntıdır. (“Bir insanın iki defa aynı hatayı yapmaması” meselesinin Hadis’ten alınması gibi… Gerekli bilgi için İslami İktisadi Doktrin bölümüne bakınız.) Marksizm, Kapitalizm ile aynı zihniyetten doğmuş olmasına rağmen, “sömürü” meselesine ağırlı olarak eğilmiştir. “Sömürü” için geçmiş çağlarda toplumda bir bölümün başka bir bölüme uyguladığı ortak olgu demiştir. Dolayısıyla sınıf çatışmasının ortadan kalkması ile sömürünün yok olabilecek “belirli ortak biçimler” içinde bulunması ifade edilmiştir.329 Buraya verilecek cevap en basit haliyle şöyle olabilir: “Ortak biçimler” sa’y motivasyonunu ortadan kaldırır. Ortada “biçim” kalmayacaktır. Buna ilave olarak Marksist doktrin tüm geçmiş tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu iddia eder. Toplumda sınıf çatışmalarının “bir tek sözcükle zamanlarının iktisadi şartlarının ürünü” olduğu iddia edilir. Böylelikle her dönemde dinsel, felsefi veya başka görüşler gibi tüm yasal ve siyasal kurumların üstyapısını açıkladığı ileri sürülmüştür. Önerdiği şey ise “üretim biçiminin gizli kalmış niteliğini açığa çıkarmak”tır. Hedefi “artık değer”in ifadesiyle gerçekleştirilmiştir. Buna göre kapitalist üretim biçimi ödenmemiş emeği sömürmektedir. Bu artık değer sermaye birikimi olarak sürekli belirli ellerde yığılmaktadır.330 Buraya cevabımız şöyledir: İktisadi koşullar sadece birer semptomdur. Enfeksiyonun kendisi ile semptomunu karıştırmamak gerekir. Semptomun ortadan kalkması sadece enfeksiyonu gizler. Tedavi edilemez. Tedavi edilemediği ve semptomların ortadan kaldırıldığı bir vakada enfeksiyon daha da güçlenir. Dolayısıyla Marksist doktrinin iktisadi koşulları düzenleme amacıyla iddia ettiği tedavi değil semptomların-üstelik kendi içinde çelişir şekilde- ortadan kaldırılmasıdır. Bununla birlite “artık değer” dâhiyane bir buluş değildir. Bu kavramın oluşmaması için zaten Semavi dinlerde emniyet vazifesi olan kurumlar vardır. İslam İktisadında zekât ile gelir dağılımı emniyet altına alınmıştır. İlahi planlama ile bu zaten 329 330 Marks ve Engels, a.g.e., say.62-63. Marks ve Engels, a.g.e., say.73-74. 87 ortaya konmuştur. İlgili bilgi için çalışmada bulunan Semavi dinlerin iktisadi öğretilerine bakılabilir. Marks insanı toplumsal bir hayvan gibi görür331. İnsan olmaktan vurguladığı insanın toplumsal tarafıdır. Ortak bir hedef edinmek insanın varoluşuna yaklaşmanın çözümü olabileceğini düşünmüştür. Bu sebeple kapitalist sistemde çözümü sınıf bilinci kazanarak emeğinin neticesinde sadece sermaye sahiplerinin kazandığının farkına vararak haklarını arayacak olan işçi sınıfının yapacağına inanmıştır. Ayrıca bunun toplumun genel yararına olacağını ileri sürmüştür. Marks bireysellik ve bireycilik arasında ayırım yapmıştır. Bireyselliğin insanın farklı olan kabiliyet ve yönlerinin geliştirilmesini kabul ettiğini, bireyselliğin korunması ile grçek hürriyetin sağlanabileceğini ifade etmiştir. Özgürlüğün yalnızca fiziksel kısıtlandırmalardan sıyrılmak olmadığını, bencil duygulardan ve insanın kendi gücünü toplumsal güç olarak benimseyememesi durumundan kurtulmakla sağlanacağını söylemiştir. Yalnızca kişisel menfaatlerin ve güvenliğin sağlandığı bir hayatın yeterli olmadığını, insanın “tek başına sermaye biriktirme kaygılarından” ve durmadan bir şeyler satın alma arzusundan bütünüyle kurtulduğu bir toplumu hayal etmiştir. Bu insani varoluş şartlarının gerçekleşmesi için status quo’nun ve iktisadi koşulların iyileştirilmesini yeterli bulmamış, sistemin bütünüyle çözülüp dağılmasını gerekli görmüştür.332 331 332 Marks ve Engels, a.g.e., say.119. Yılmaz, Z.B., a.g.m., s.75-76. 88 2.3. Geleneksel İktisadın “Hatalı Evrenselliği” ve Homo Economicus’un Patolojisi İktisat biliminin evrenselliği, teorisinin, gerçeklere daha iyi açıklık getiren bir yenisi bulunmadıkça kabul görmesine bağlıdır. Bir teori, gerçekleri yansıtan varsayımları ve içsel bütünlüğünde tutarsızlık olmayan yapısı ile, zaman ve mekandan bağımsız olduğu için, evrensel sayılabilir.333 İktisatçıların iktisadın ne olduğu konusundaki görüşleri bile çeşitli olmakla birlikte genel olarak iktisat ya da ekonomi biliminin tanımı şu şekilde olmuştur: “Sonsuz insan ihtiyaçlarının var olan kıt kaynaklarla karşılanmasını inceleyen bilim dalı”. İktisat, Arapça’da “kasd” ( ) قصدkelimesinden türemiş, “itidalli olma” manasına sahip bir sözcüktür334. Antikçağda Aristoteles tarafından ifade edilen “ekonomi” – “oikonomia” terimi, sırasıyla ev ve yönetim anlamlarına gelen, oikos ve nomos, sözcüklerinden türemiştir335. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, İslam Âlemi’nde ve Osmanlı’da ekonomi bilimi İlm-i Servet, İlm-i İktisat ve İktisat olarak adlandırılmıştır. Ortaya çıkan, “ilm-i tedbir-i menzil”, “ekonomi politik”, “ekonomi”, “ilm-i servet”, “ilm-i iktisat”, “tutum bilim”, “geçim bilim” gibi ifade değişiklikleri, bu bilim dalının adlandırılmasındaki problematiktir. 336 (Çalışmamızın bütünlüğü esas tutularak adlandırma problematiği ayrıntılı incelenmemiş, gerekli tanımların verilmesi ile yetinilmiştir.) J. Baptist Say’e göre, iktisat (ya da ekonomi), servetlerin nasıl doğduğunu, tedavül ettiğini, dağıldığını, tüketildiğini amaçlayan bilim dalıdır. A. Hansen ve F. Garver insan faaliyetini bedeli fiyat olarak ödenen mübadeleler yönünden inceleyen ilim olarak ifade etmişlerdir. A.Marshall, iktisadın konusu için maddi refah koşullarına erişmek ve bunlardan gereğiyle faydalanmak gayesiyle iş hayatında insanların ve toplumun davranışlarını incelemek diye ifade etmiştir. P.Henry Wicksteed ise, iktisat için, ferd-aile-firma veya devlet düzeyinde, kaynakların yönetimine ait genel ilkeleri inceleyen ve bu düzeylerdeki kıymet yaratıcı yahut çoğaltıcı eylemleri kapsamına alan 333 Kazgan, a.g.e., s.399. Gül, A.R., “İslam İktisat Düşüncesinin Kur’ân’daki Temelleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2(2010), s.28. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/1531/16813.pdf 335 http://www.etymonline.com/index.php?term=economy 336 Güler, M.N., “Günümüzde İktisat (Ekonomi) Biliminin Adlandırılma Problematiği”, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 18, Sayı 4,2005, s.383 334 89 ilim derken; Lionel Robbins, iktisadı, çeşitli alternatiflere kullanılabilecek sınırlı imkanlar ile tatmin edilmek istenilen ihtiyaçlar arasındaki ilişkilere ait insan davranışlarını inceleyen ilim olarak tarif etmiştir. Knut Wicksell ise, iktisadi olayları ve faaliyetleri, maddi bir ihtiyacı tatmin etmek, en az zahmet ve fedakarlık karşılığında hedef tutulan veya mümkün olan sonucu almak üzere harcanan sistemli gayretlerin oluşturduğunu söylemiştir.337 Marksist-Leninist görüşe göre, belirli bir tarihsel dönemde toplumun ekonomik düzenini ve ekonomik alt kuruluşunu (bazını) belirleyen sosyalüretimsel ilişkilerin toplamı olarak ifade edilmiştir338. Ricardo, Marks ve Marshall gibi iktisat teorisyenlerinin, kaynak kıtlığının, sadece bir kaynak meselesi yaratmayıp, insaninsan ilişkisinde de büyük oranda etkili olduğunu belirtmiş olmalarına rağmen, Robbins’ in tanımı, günümüzde, Batı ülkelerindeki “iktisat ders kitapları”nda yer almaktadır339. Robbins’e göre ekonomist aslında sonuçlarla ilgili değildir. Ekonomist, sonuçlara erişimin sınırları olduğu yolla ilgilidir. İktisat araçların tertibatı derecesinde sonuçlarla ilgilenir. Sonuçlar bazen mükemmel olabilir veya düşük olabilir, “maddi” veya “manevi” olabilir-sonuçlar eğer böyle tanımlanabilirse. Ancak bir takım sonuçlara erişim, birilerinin feda edilmesini içeriyorsa, iktisadi bir durumu vardır. İktisat göreceli değer birimlerinde sonuçları verili kabul eder ve belli davranış ile ilgili belli perspektifler hususunda ne gibi sonuçların izleneceğini araştırır.340 Genel olarak sorun, insanların sınırsız ihtiyaçlarına karşı sınırlı kaynakların dağılımı şeklinde görülmüştür. Kaynaklar sınırlı iken, “dünya hayatı bir mücadeledir” ve “güçlü olan hayatta kalır” zihniyet esaslarına bağlı olarak bireylerin kendi çıkarlarının peşinden koşmaları, bu çıkarları maksimumlaştırma gayretinde olmaları söz konusudur. Bununla birlikte “kendinden başka kimseye karşı sorumlu olmayacak kadar özgür bireyin tatmini” amaç olduğu için bu bireylerin çoğu aza tercih etmeleri ve bu davranışları ile rasyonel-akılcı olmaları varsayımı yerleşiktir. Geleneksel iktisat, “bencilce bir optimizasyon elde etme gayreti”dir. İktisadi sahada bireysel tatmin için 337 Genel Ekonomi Ansiklopedisi, Hazırlayan: Akbank, Basılan Yer: Milliyet Tesisleri, Mart, 1988.s.422 Marksist-Leninist Politika ve Ekonomi Politik Sözlüğü, s.178 339 Kazgan, a.g.e.,s.115 340 Robbins, L., An Essay on the Nature and Significance of Economic Science, Second Edition Revised and Extended, Macmillan And Co., Limited, St. Martin’s Street, London, 1945, printed in Great Britain, http://mises.org/books/robbinsessay2.pdf , s.25,30. 338 90 insanın en az zahmet ile maddi olarak optimum netice alma gayesiyle davrandığı varsayılır. Çobanoğlu, “ihtiyaç”ı “karşılanırsa haz, karşılanmazsa elem veren bir madde arzusu”,341 olarak tanımlamıştır. Ekonomik olarak “ihtiyaç”ın( ya da “gereksinim”in), çeşitli tanımlamaları vardır. Genel olarak, insanların yaşayabilmeleri için doğal ve toplumsal gerekliliklerin tümüdür. Ekonomik olarak ihtiyaç, mal ve hizmetlerle karşılanır. Kuramcılar ihtiyaçları, zorunlu olan ve zorunlu olmayan, doğal ihtiyaçlar ve sonradan edinilmiş ihtiyaçlar, fizyolojik ve kültürel ihtiyaçlar olarak ayırt etmişlerdir.342 Doğal kaynaklar çeşitli olduğu gibi, insan için değerler ve hazlar kültürel olarak farklıdır. Bu değerler ve hazlar şahıslara göre ve dönemlere göre de farklılık gösterir. Bu nedenle teknolojinin ürünlerinde çok çeşitlilik vardır. Temel gereksinimlerin karşılanmasında yaşanılan sorunlar ile sınırlı olmayan ürünler, çağlar boyunca insanların yaşam biçimlerinin ve yöntemlerinin materyal gösterimleri olmuştur. Bundan dolayı teknolojinin tarihi insanın isteklerinin tarihinin bir parçası olmuş, insan zihninin eseri olan istek, arzu, özlem ve hayaller ise bu ürünlerin bolluğuna sebep olmuştur. 343 Rönesans Avrupa’sı kültüründe doğanın insan ihtiyaçlarına hizmet etmesi için egemenlik altına alınması düşüncesi ortaya çıkmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda tartışılan bir konu olmuştur. 19. yüzyılda bu düşünüş “doğanın fethi” olarak ifade edilen bir ilke haline gelmiş, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar doğa kontrol altına alındığında teknoloji tüm olanaklarıyla kullanılabilmesi düşüncesi oluşmuştur. Bununla birlikte bazı çevreciler doğal kaynakların tüketilmesi, çevre kirliliği gibi konularda eleştiri getirmiş ancak sınırlı kalmışlardır. Yeniliği yönlendiren iktisadi ve kurumsal faktörler, özellikle kültürel yaklaşım üretim faktörlerinin ağırlığını açıklamada yararlı olabilmektedir. Rönesans’ın kültürel sahası “teknolojik yenilik getiren mucidin aşaması” olmuştur. Önceki çağlar ile mukayese edildiğinde Rönesans döneminde yeniliğe imza atanlar kendilerini destekleyen ‘patronlar’ bulmuşlar ve refahı artırıcı buluşlarından dolayı ünlü düşünürler tarafından övgüye layık görülmüşledir. 344 341 Çobanoğlu, Ş., “İhtiyaçlar”, Ekonomik Meseleler, 01 Şubat 2011, http://www.merhabahaber.com/ihtiyaclar-4544yy.htm 342 Hançerlioğlu, a.g.e., s.134 343 Basalla, G., Teknolojinin Evrimi, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Çev. Cem Soydemir, 1996, s.19 344 Basalla, a.g.e., s. 175-176, 180-181 91 İcatlara müteallik ekonomik güdüler iktisatçıların ve tarihçilerin ilgisini çekmiş; özellikle pazar talebinin icat etme sürecindeki rolü ve emek kıtlığının icat etme sürecinde teşviki kapsamlı bir tartışma konusu olmuştur. İhtiyaçlar arttıkça veya geliştikçe teknolojik icatlar yapılmıştır. İnsanlar suya ihtiyaç duyduklarında kuyu kazma, baraj inşa etme; barınma ve korunmaya ihtiyaç duyduklarında ev, kale, şehir, askeri araç yapma; yiyeceğe ihtiyaç duyduklarında hayvanları evcilleştirme, bitki yetiştirme; çevrede rahat hareket etmek ihtiyacı duyduklarında gemi, at arabası, bisiklet, otomobil, uçak, uzay aracı icat etmişler ve acil ya da zaruri ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik teknolojiden yararlanmışlardır 345. İhtiyaç ve icat kavramları incelendiğinde gereksinimin göreli bir terim olduğu sonucuna varılmaktadır. Bir toplumun bir şeye duyduğu gereksinimin başka bir toplumda işlevsel değeri olmayabilir ya da “yüzeysel bir lüks” olarak değerlendirilebilir.346 İnsanların ihtiyaçları yaşadıkları zamana ve topluma göre farklılık gösterdiği gibi, ekonomik sistemlerde de ihtiyaç anlayışı aynı değildir. Örneğin, sosyalizme göre ihtiyaç kavramı, devletin, insanlara tanıdığı sınırlar dâhilinde tanımlanmaktadır. Bu sisteme göre, emek ihlal edilir ve mülkiyetin meydana gelmesine engel olunur. Kapitalizmde, maddeci zihniyet, sürekli olarak kişi isteklerini çoğaltıp ve çeşitlerini artırmaktadır. Kapitalist düzenin hâkim olduğu toplumlarda, gereksiz ve hiç ihtiyaç duyulmayan çoğu malların üretimiyle, toplum lüzumsuz tüketime yönlendirilmekte, bu durum ise yeni talep artışlarına sebep olmakta ve yatırım tercihlerinin temel maddeler üzerine yapılmasını engellemektedir. Bu toplumlarda, satın alma gücünün büyük bir kısmının zenginlerin elinde toplanmış olması nedeniyle lüks ihtiyaçların karşılanması konusu ağırlık taşımaktadır. 347 Her ekonomik sistemin kendine özgü kaynak bölüşümü uygulaması vardır ve farklı sistemlerde bazı kavramlar farklı yorumlanmış ve farklı üretim faktörlerine yer verilmiştir. Bu kavramlar bazılarında yasaklanmış bazılarında meşru görülmüştür.348 İktisadın öznesi insandır. İnsanın kullandığı kaynaklar kâinatta, ona belirli kurallar çerçevesinde sunulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de, Şûrâ Suresi’nde (42/27) “Allah rızkı 345 Basalla, a.g.e., s. 7,153 Basalla, a.g.e., s.15 347 “Bazı Normatif Kaideler”, Ekonomislam The Group of Islamic Economy, , 7 Mayıs 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-normatif-kaideler/ 348 Öztürk, a.g.m., say. II,III. 346 92 kullarına sınırsız olarak verseydi yeryüzünde azgınlık çıkarırlardı. Fakat, Allah dilediği kadar indiriyor. Şüphesiz o kulların her şeyinden haberdar olan ve onları bilendir” buyrulmuştur. 349 Ülgener iktisadi faaliyeti “ihtiyaç tatmini için insan-madde, çevre-zaman arasındaki çok yönlü ilişkiler toplamı” ve insanı “tatmin olanaklarına, çevreye ve yakın/uzak geleceğe” yönlendiren eylem ve davranışlar olarak tanımlamıştır. Buna göre, insan madde ile ilişki kurduğuna göre her bir ayrı insan ruhunun madde karşısında öznel yargıları vardır. İnsan çevresiyle ilişki kurduğuna göre her bir ayrı insan ruhunun kendisine en yakın bir başka insandan en uzağına kadar bunların karşısında ayrı ayrı tercihleri ve davranışları vardır. İnsan yakın ve uzak gelecek ile ilgili sınırlı kaynaklar bölüşümüne dikkat ederek karar aldığına göre muhtelif dereceler için gelecek kaygıları ve bunlar için belirli değer ölçüleri ve tercihleri vardır. Ülgener, bu ilişkiler doğrultusunda, İktisat ahlakının madde, çevre ve zamana karşı tavırların boyutunu ve limitlerini düzenleyen normatif yani kaide teşkil eder olduğunu gözler önüne sermiştir.350 Aslında sonsuz olmayan ihtiyaçlar, sonsuz arzu ve isteklerdeki sınırsızlık olarak ifade edilmiştir. Bugünkü Batı zihniyetinde “ihtiyaç” ile “ihtiras” kavramları birbiriyle karıştırılmaktadır. Bu zihniyete göre, aslında “gerçekte ihtiyaç halinde olmayan” bir mal ya da hizmete, bireylerin istek duyması sağlanmaktadır. Geleneksel iktisadi zihniyet Batı kültürünün ihtiyaçlarını bir iktidar vasıtası gibi kullanılmıştır. 351 İnsan için ihtiyaçların sonsuz, bunların tatmini için kullanılacak kaynakların kıt olduğu varsayımı yapan ekonomi tarifleri doğal kaynakların ve imkanatın sınırlı olduğunu görmezlikten gelmektedir. Geleneksel iktisadi zihniyetin temellerinden olan üretim, insanları ihtiyaçları olsa da olmasa da sürekli tüketime yönlendirmektedir. Üretimin artırılması hedefiyle gerektiğinde suni ihtiyaçlar oluşturularak ve kredi gibi ihtiyaç dışı tüketime yönlendirecek “kolaylaştırıcılar” vasıtasıyla tüketme eğilimi artırılmaktadır. Böyle bir 349 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 20 Ülgener, S., Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, Derin Yayınları, 2006, s.29-30. 351 http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?makale=kaynaklar-kit-ihtiyaclar-sonsuz-mu&id=8609 350 93 ekonomik sistem için Gül, “üretmek için tüketmek formülünün” uygulama sahasıdır demiştir.352 İktisat Teorisinin bakış açısının insanın varoluş biçimini şekillendirdiği söylenmektedir.353 Bu çalışmanın bütünlüğünün içerdiği manaya bakıldığında bu görüşe katılmadığımız ortaya çıkacaktır. Çünkü insanın varoluşa bakış açısı tercihlerini ve davranışlarını belirlemekte; böylelikle iktisadi davranış ve faaliyetler de belirlenmektedir. Bu davranış ve faaliyetlerin biçimi dünya görüşünü yansıtmaktadır. Bir teori insanın varoluş biçimini şekillendiremez. Teoriler insanların kabulleri, inançları ve dünya görüşüne bağımlıdır. Bu söylemin bu şekilde ifade edilmesinin sebebi çalışmamızın “Sonuç” bölümünde açıklanmıştır. Büyük Durgunluk global krizin sürecini açıklama gayretine giren Greenspan, savunmasında “ideoloji” kavramını öne çıkarmıştır. Geleneksel (İşler’in deyişiyle “anaakım iktisat”) iktisadın “sorgulanmayan bir inanç sistemi” kabulünü almış kuramları ve uygulamada küresel krizlerin kapitalist sistemin periyodik bir problemi olduğunu “unutması” ile birlikte Greenspan’in iktisadi bilgiyi politikalarda ideolojik olarak uyguladığını itiraf etmesi ilginçtir. 354 İdeoloji, teori arkasındaki düşünce/inanç sistemidir. İktisadi bir soruna bakış açısını bu düşünce sistemi belirlemektedir. Kazgan’ın deyişiyle, bu inanç sistemi deneylerle test edilemez.355 Deneylerle inanç sistemi test edilemeyeceği için Geleneksel iktisadın zihniyet esaslarına göre iktisadi insan yani homo economicus, inanç sisteminden arındırılmış bir pozitivist olarak çıkar azamileştiricisi ve aynı zamanda duyguları ve somut tercihleri matematiksel olarak ifade edilebilecek derecede hiperrasyonel olan zamanla evrim geçirerek şuur kazanmış bir canlı olarak davranışları test edilebilecek bir zemine hazırlanmak amacıyla varsayılmıştır diyebiliriz. Bu varsayımla belirli bir zihniyet esasına bağlı olarak bencil bir rasyonellik, “Batı zihniyetine bağımlı sorunlu gelişmişlik” için ilk adım gibi görünmektedir. 352 Gül, a.g.m., s. 32. İktisatta Yeni Yaklaşımlar, s.9. 354 İşler, O. “Anaakım İktisadın Temelden Eleştirisine Doğru: Gizli Felsefi Varsayımların Somutlaşması Üzerine Bir Deneme”, İktisadı Felsefeyle Düşünmek, Der. Ozan İşler-Feridun Yılmaz, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 75. 355 Kazgan, a.g.e., s.35. 353 94 Geleneksel iktisat teorisi düşünürlerine göre, uygulanan yöntemin inanç sistemlerinden bağımsız olması doğa bilimleri gibi evrensel geçerliliği olmasına ön koşul olarak benimsenmiştir. Hâlbuki, bir teorinin inanç sistemlerinden bağımsız olması, onun evrensel olarak geçerli olduğunu göstermez. İnanç sistemi evrensel ilkelerden oluşuyorsa, teorinin bu sisteme bağlılığı derecesinde evrenselliğinden söz etmek pekâlâ mümkündür. Bununla birlikte, bir insanı ya da insan topluluğunu benimsediği inanç sisteminden ayrıştırmak olanaksız olduğu için iktisadi davranışlarını açıklayacak teoriyi de söz konusu topluluğun inanç sisteminden bağımsız olarak oluşturmak da son derece anlamsızdır. Herhangi bir inanç sistemine bağlı olan insan topluluğunun, bu inanç sisteminden, evrensel olma amacı altında( ya da başka bir sebeple) bağımsızlaştırılması bilinçli bir ideolojinin yani başka bir inanç sisteminin ürünüdür. Kainatı, Euclide esaslarına göre şifreleyen, Yaratıcı ve insan arasındaki ilişkiyi “hiyerarşik” boyuttan “yatay”a indirgeyen, “kaba materyalist ontolojik rahim” tarafından doğrulmuş modern birey, felsefeden ayrı geliştiği iddiasındaki modernitenin etkenidir. Modern bilimin altyapısında bulundurduğu, sorunlu rasyonalite vb. varsayımlar ile piyasa, toplum gibi yapıların teşekkülünü sağladığı “seküler indirgemeci teoloji”dir. Bu zihniyet esaslarına uygun kabulde Eski Yunan düşüncesinin materyalist realite algısı ve matematiksel indirgemeci nedensellik baskındır. “Rasyonelleşme”, “kaynakların fayda/tüketim eksenli olması” ve “kendi kendine referans teşkil etme” Arslan’ın modern bilimin unsurları için saydıkları arasındadır. 356 İktisatta ve genel olarak sosyal bilimlerde, bir olayın açıklanmasını, olayın gözlemleyicisinden ayırt etmek mümkün olmayacağı için, gözlemleyicinin olaya bakış açısı, söz konusu iktisadi ya da sosyal olayın açılanmasında önemli bir etkendir. İktisat, doğa bilimlerinden farklı olarak, insan davranışlarını incelediği için357, davranışları gerçekleştiren insanın yine bir başka insan tarafından gözlemlenmesi ve değerlendirilmesi gerekir. İnsanı “egoist temsilci” veya “heterojen bir somut ajan” olarak, adeta bilgisayar simülasyonundaki sanal bir “şey” kabul edip, onun tercihlerini 356 357 Arslan, a.g.m., s. 63-64,66. Kazgan, a.g.e., s.30-35. 95 “maneviyattan soyutlayıp”, aşırı matematiksel ifadelerin kullanıldığı “mükemmel açıklamayı arayan iktisat teorileri” sürekli yerlerinde saymaktadırlar. İktisat teorisinin içerdiği parametreler zaman ve mekân için değişmektedir. Belirli bir toplum için bu parametreler zaman içerisinde değişecektir. Ayrıca bu parametreler toplumlar arasında farklılık gösterecektir. Toplumsal olayların bağlı olduğu etken sayısı çok fazla olduğu için bir etkenin ötekine kıyasla hangi toplum için ne derecede daha önemli olduğuna karar vermek kolay değildir. Kazgan, doğa bilimlerinden farklı olarak, iktisadın (ya da diğer sosyal bilimlerin), insanın davranışları ve yarattığı kurumlarla alakadar olduğunu ifade etmiştir. 358 İnsan davranışlarını salt, katıksız, bilgisayarda programlanmışçasına doğa bilimleriyle ifade etmenin ne kadar eksik bir yaklaşım olduğunu öne koyan açık bir ifadedir. Geleneksel iktisat teorilerinin içsel bütünlüğü olmasına rağmen birbirleriyle çelişkiler içeren tahliller ortaya çıkarmalarının nedeni, teorisyenlerin bilinçli ya da bilinçsiz olarak benimsediği siyasi inançlarını veya felsefi perspektiflerini doğrulayan neticelere ulaşmasını sağlayan varsayımları seçmeleridir. İktisadi olayları inceleyen teorisyenlerin izlediği metotlar farklılık göstermekte ve aynı zamanda bu teorisyenlerin zihniyetleri incelemek istedikleri konuyu etkilemektedir. Yöntem veya bulgu aynı olsa bile, belli bir durum bir teorisyenin değer yargılarına göre olumlu iken, bir başkası için olumsuz olarak nitelendirilebilmektedir. Kazgan’ın deyişiyle, varsayımların gerçekleri yansıtması konusunda araştırma yapılmazsa iktisatçılar istedikleri varsayımları yapabilirler. Ancak Milton Friedman’a göre bunun tersine olarak, teoriler ne derece anlamlı ise, varsayımlarının o kadar düşük mertebede gerçeği yansıttığı ileri sürülebilir.359 Geleneksel iktisat literatürü, bağlı olduğu varsayımların geçerliliğinin sorgulamakta ve teorilerinin gerçekleri açıklamadığının farkına varmaktadır. Ancak genel olarak literatür, sorunu kökten halletmemekte ısrarlı olduğu için varsayımlarını, bunları “sorunlu”, “sınırlı”, “güçlü/güçsüz” gibi adlandırmalarla gevşetmekten öteye gidememektedir. 2000 yılında Fransa’da Ecole Normale Supérieure’de, bir grup iktisat öğrencisinin yayınlamış olduğu bir bildiriyle ortaya çıkan Post Otistik İktisat hareketi, 358 359 Kazgan, a.g.e. , s.31, 33. Kazgan, a.g.e., s.33-35, 399. 96 iktisat teorisinde hakim görüş olan Neo-klasik iktisat doktrinini ve matematiğin iktisatta aşırı kullanımını eleştirmiştir. İktisat biliminin gerçeklerden ziyade hayali bir dünyayı tercih eden esaslara sahip olduğu ve “bilimsel görünümünü sürdürmek” amacıyla “matematiksel olmayan durumlar için matematiksel yapılar kurduğu” ve birtakım içeren sosyolojik şartları ve bilgi felsefesi ile ilgili konuları hesaba katmakta yeterli olmadığı iddia edilmiştir. Post Otistik İktisat Hareketi kısa sürede tüm dünya üniversitelerinde yaygınlaşmış, “Robert Solow, Amartya Sen, James Galbraith, Frank Ackerman, Jacques Sapir, Deirdre Mc Closkey, Tony Lawson, Steve keen, Sheila C. Dow, Ben Fine, Julie A. Nelson, Bernard Guerrien, Bruce J. Caldwell, Ha-Joon Chang, Richard Wolff, Robert Heilbroner gibi bazı iktisatçıların desteğini almıştır. Gittikçe daha yoğun olarak doğa bilimi kategorisine yaklaşan iktisat teorisi, iktisadi sorunların sinyallerini algılamakta sorun yaşamakta, akılcılığı savunduğu halde sorunlara “akılcı” çözümler getirememektedir.360 Post otistik iktisat hareketi tarafından da ifade edilmiş olan iktisatta en kısa zamanda reform yapılması gerekliliği, bu çalışmanın birçok yerinde vurgulandığı gibi, iktisadi doktrinlerin zihniyet yapısından kaynaklanmaktadır. Keynes ve Hayek gibi iktisatçılar iyi iktisatçı olmanın yolunun iktisat dışı alanları da iyi bilmekten geçtiğini ifade etmişlerdir.361 Ancak, “iktisat dışı alanları da iyi bilmek” yeterli şart değildir. Ayrıca bunu “iktisat dışı alanları da iyi bilmek” yerine “iktisadın süjesi olan insanı anlamaya çalışmak”, ve yine bunun için de “insanın ve kâinatın Yaratıcısı’nı diğer alanlar ile birlikte iktisat ile maksadını ve hikmetlerini anlamaya çalışmak” daha doğru bir ifade olacaktır. Zira, bunlara gayret edilerek “faydalı iktisat” için gerekli diğer alanlar da öğrenilmiş olacaktır. Yeni İktisatta özellikle fizik, matematik ve bilgisayar biliminin metodları, teknikleri ve kavramları olan “filtre, kalibrasyon, simülasyon, sınırlı akılcılık, kaos, fraktal geometri, topoloji, oyun teorisi, nonlineerlik” gibi kavramlar yaygın olarak kullanılmaktadır. Matematik, fizik, biyoloji, bilgisayar bilimi, sosyoloji, siyaset bilimi, psikoloji gibi bilim dallarındaki gelişmelerin iktisada uygulanmasının iktisatta yeni 360 Atik, S., “Post Otistik İktisat Çerçevesinde Küresel Kriz ve Neoklasik İktisat Eleştirisi”, EconAnadolu 2009: Anadolu Uluslararası İktisat Kongresi’nde sunulmuş tebliğ, 17-19 Haziran 2009, Eskişehir, Türkiye, s.6-8. 361 Eren, E. “Yeni İktisatta Ortak Noktalar”, İktisatta Yeni Yaklaşımlar, Der: Ercan Eren-Metin Sarfati, İletişim Yayınları 1685, Araştırma-İnceleme Dizisi 279, İstanbul, 2011, s.14. 97 şeyler söylemek anlamına geldiğini görmek mümkündür. Yeni iktisat bu bilim dallarındaki gelişmeleri yansıtan bir hale gelmiştir.362 İngiltere’de Jevons, daha sonra Marshall ve Edgeworth ve Amerika’da J. Fisher iktisada matematiksel uygulamalar getirmişlerdir. R. Auspitz ve R. Lieben’ın Untersuchungen ül·er die Theorie der Preise (1888); ve Launhardt’ın Mathematische Begründung der Volkswirtshaftslehre (1886) eserlerini Walras ve Jevons takip etmiştir. İlk zamanlarında bu ekol, geniş kitleye anlaşılmaz gelen bir dilin kullanımına karşı hoşnutsuzluktan kaynaklanan ve “matematiksel iktisat”ı ilke olarak sui generis363 ve doğa bilimlerine aykırı bir yaklaşım kabul etmiş birtakım önyargılara karşı epey mücadele vermiştir. 364 Ancak iktisat “yanlış/doğru” gibi değerlendirme yapamayacağından, insanların iyiliğe yöneldiğini tespit edecek bir çıkar yol sağlayamadığından sağlam dostluk ilişkileri, içten bağlılık gibi bir takım sayısal olmayan durumları kıymetlendirememekte ya da önemini belirleyememektedir.365 “Bilimsel” olma görüntüsü özellikle matematiğin kullanımında gösterilen katılıktır. Aşırı matematiksellik iktisadın işleyişinin anlaşılmasına çok fazla bir katkı sağlamaz; tersine iktisadın anlaşılmasına bir engel oluşturmaktadır.366 “Yeni iktisat”ta kullanılan matematikte, kalkülüs yerine küme teorisi, oyun kuramı ve topoloji kullanılmaktadır. Faydacılık-rasyonellik bağıntısının yerini sınırlı rasyonellik, evrimci oyun kuramı ve deneye dayalı olarak tanımlanmış rasyonellik alırken, karmaşık kuramlar, evrimci oyun kuramları, yeni kurumsalcılık çerçevesinde yeni çalışmalar vardır. Metodolojik açıdan ağırlıklı olarak tümevarım yöntemi tercih edilmiştir. Dinamik stokastik genel denge, ön plana çıkmıştır. Çoklu denge analizlerinin temel varsayımlarını, yatırımcı ya da girişimci açısından öne çıkan hayvani güdüler ve daha çok tüketici açısından öne çıkan güneş lekelerinin varlığı ( modern anlamda herhangi bir tesadüfî değişken), oluşturmaktadır. Tesadüfî değişkenler, non-lineer 362 Eren, a.g.m., s.14-15. Sui generis: Kendine özgü 364 Schumpeter, J. , Economic Doctrine and Method, Trans. R. Aris, Oxford University Press, 1954, s.175. http://Bookfi.org 365 Özkazanç, Berberoğlu, v.d., a.g.e.,s.4. 366 Clark, a.g.m., s. 4. 363 98 fonksiyonlar, iyimser-kötümser beklentiler (artan getiri-yüksek faiz oranı, düşük büyüme gibi), sözü edilen kavramlarla öne çıkan noktalardır. 367 Bu gelişmelere paralel olarak birçok ünlü iktisatçının aslında “iktisatçı” olmadığını görmek mümkündür. Termodinamikte birinci yasanın başka biçimde ifadesi olan kıtlık kavramı ve Fisher’ın miktar kuramı, matematikçi Cobb-Douglas’ın, üretim/fayda fonksiyonu, artan/azalan/sabit getiri kavramları, Klasik fizik eğitimi almış olan Samuelson’ın, türev, diferansiyel problemine indirgediği marjinal kavramını, maksimizasyon kavramını optimizasyon sorunu olarak ele alışı, mühendis kökenli Pareto’yu, kuantum kuramcısı olan Koopmans ve kuantum mekaniği çalışmış bir kimyacı olan ilk ekonometricilerden Clark ciddi örneklerdir. 1950 li yıllarda ArrowDebreu ile matematik kullanımı üst düzeye çıkmış ve dengenin varlığı ve kararlılığı ile ilgili gelişmeler yaşanmıştır. 368 Dolayısıyla, iktisat ile ilgili olarak literatüre katkıda bulunmuş birçok bilim adamını “iktisatçı” yerine “iktisat teorisyeni” olarak görmek daha doğru olur. Post Otistik İktisat hareketinin yerleşik iktisada yapmış olduğu eleştiriler, çalışmanın bu bölümünde aktarılan bilgilere dayanarak, yetersiz kalmıştır. Bunun nedeni, eleştirilerin “Neoklasik iktisatın dayandığı zihniyete değil”, “Neoklasik iktisat”a yapılmış olmasıdır. “Neoklasik doktrine nispeten dayandığı esasları gevşetilmiş” Yeni iktisatta, yerleşik iktisattan daha yoğun matematik ve kurgusal modeller kullanılmaktadır. Bu nedenle, bu çalışma, yerleşik veya yeni olsun, “gerçek dünyadan kopmuş ve sorunlara çözüm üretemez hale gelmiş olan iktisadı”, “Geleneksel İktisat Teorisi” olarak nitelendirmiştir. Burada ifade etmeye çalıştığımız durum, Geleneksel İktisadın- Yeni İktisadın da dahil olduğu- iktisadi olayların nedenlerini, niteliğini ararken kullandıkları varsayımların, yaklaşımların ve nihayet zihniyetin iktisadi davranışı ve düzeni anlamaya veya çözmeye yeterli olmayacağı, geçmişte kabul edilen teorilerin ve görüşlerin bugün eleştirildiği ancak bulunan yeni çözümlerin geçmişteki zihniyetin ifadesinin şekil değiştirmiş hali olduğudur. İktisat Teorisinin transdisipliner bir alan haline gelmesine misal olarak ekonofizik, kaos ve kuantum kuramı, fraktal geometri, termodinamik, entropi, oyun 367 368 Eren, a.g.m., s.18-20. Eren, a.g.m., s.15-17. 99 kuramı, istatistik, ekonometri, nöroekonomi, evrimci psikoloji ve evrimci biyoloji, davranışsal iktisat gibi bilim dallarında yaşanan gelişmeler ile bunların İktisada yansımaları sayılabilir. Ekonofizikte, istatiksel fiziğin kuram ve yöntemleri kullanılarak, finansal piyasalardaki getiri dağılımları, gelir-refah dağılımı, iktisadi şokların dağılımı ve büyüme oranları, şehir ve firma büyüklükleri dağılımı ve büyüme oranları gibi iktisadi problemler üzerine çalışılmaktadır. Belirsizlik veya stokastik öğeler ve doğrusal olmayan dinamikleri içeren ekonofiziğin temel araçları, olasılık ve istatistiksel yöntemlerdir. Kaos ve kuantum kuralı, 1987 ‘de sermaye piyasası bunalımının gündeme gelmesiyle İktisatta kullanılmaya başlanmıştır. Kaos görüşünün getirdiği “kestirilemez determinizme” göre, sistemin yapısı çok iyi modellense bile çok küçük de olsa muhakkak bir hata ortaya çıkacaktır ve böylece bu hata ile yapılacak kestirme tamamen yanlış neticeler verecektir. Bu görüş ile “Çin’de kanat çırpan bir kelebek ABD’de bir fırtınaya neden olabilir” diye iddia eden“Kelebek Etkisi” modelidir. Ekonofizik ve kaos kuramlarındaki gelişmeler, heterodoks iktisat içerisinde değerlendirilen kompleksite iktisadının yaygınlaşmasını sağlamıştır. Kuantumun “eşyanın başka şeylerle ilişki halinde olduğu ve ilişkilerin sürekli değişmede olduğu” görüşüne dayanan kompleksite tanım olarak “içinde aynı türden birçok unsurun bulunduğu, birbirine aykırı olabilecek çok şeyden oluştuğu ve/veya kainatın bütünleşik fakat bilinen mekanik ya da lineer yollardan kavranamayacak derecede çeşitlilik ve zenginlik içermesi durumu”dur. 45 farklı kompleksite tanımlarından az bir bölümü İktisat için elverişli görülmüştür. Bir ekonomik sistemin deterministik endojen periyodunun dinamik kompleksliğe sahip olması için, onun asimptotik olarak sabit bir nokta olmasına izin vermemesi gerekir. Bu da, iktisatta doğrusal olmayan durumlara neden olmaktadır.369 Neoklasik iktisadı kompleksite iktisadından ayıran özellikleri kısaca şöyle sıralayabiliriz: İlki lineer/doğrusal iken ikincisi lineer değildir, ilkinde birey temsili ajandır, ikincisinde heterojen bir somut ajan bulunur, ilkinde denge, ikincisinde dengesizlik-çoklu denge ön plana çıkmıştır. Neoklasik iktisatta rasyonel beklentiler sözkonusuyken, kompleksite iktisadında adaptif, evrimci, tümevarımcı görüş vardır. 369 Eren, a.g.m., s.21-24, 27-28. 100 Kompleksite iktisadında neoklasik iktisattaki serbest rekabetçi piyasadan ziyade piyasa başarısızlığı konudur.370 Kaos kuramı ile ilişkili olan fraktal371 geometri, ekonomi ve finans, borsanın seyri, petrol araştırmaları, astronomi gibi alanlarla birlikte biyoloji ve tıp, mekanik mühendisliği, gürültü ve düzensizliklerle uğraşan ilgili dallarda da uygulama alanları bulmaktadır. 372 Temel 4 yasası olan, termodinamik, enerji bilimidir. 0.yasasında, “birbiriyle temas eden sistemlerin sıcaklık bakımından denkleştiği”; 1.yasasında “ hiçbir enerjinin yoktan var edilemeyeceğini, varsa yok edilemeyeceğini”iddia eder. 1. Yasa iktisadın açıklamaya çalıştığı kıtlık kavramı - sonsuz insan ihtiyaçları karşısında sınırlı kaynakların nasıl dağıtıldığı -ile ilişkilendirilir. 2.yasası, entropi anlamına gelen “hiçbir enerjinin bir kayıp vermeden tür değiştiremeyeceği”ni iddia eder. 3.yasası, “mutlak enerjisiz bir ortamın oluşmasının imkansız olduğunu” ileri sürer. Buna göre en soğuk ortamda dahi bir sıcaklık olduğundan sıcaklıkta “mutlak sıfır” noktasının tahminen bulunabildiği söylenir. Entropi, bir “sistemdeki düzensizliğin bir ölçüsü” olup, entropi üretimi, bir sistemin durum değiştirmesi esnasında meydana gelen düzensizliktir. Matematiksel olarak durumların sayısının logaritması olarak ifade edilebilir. 373 İstatistiksel fizik, mikroskobik durumları ölçmedeki problemler sebebiyle tesadüfi olarak addedilen, mikroskobik etkileşime bağlanan fizik yasasıdır. Bu bilim dalı ortalama değerler üzerinden hesap yapmaktadır; çünkü yalnızca çok sayıda parçacık için birer birer hareket denklemi yazımı ve çözümü imkansızdır. Ekonometri, test etme, ölçme, öngörme ve ilişkiyi karakterize etme konularında çalışan ve nedenselliği de araştıran bilim dalı olup; kısaca “istatistik ve matematiğin iktisatta birarada kullanımı”dır. 1970’lerde Lucas’ın eleştirisi ile birlikte “yeni” ekonometriden söz edilmeye başlarken, VAR, yapısal VAR, LSE ekonometrisi, entropi ekonometrisi yeni gelişmeler olarak literatürde yer almıştır.374 370 Eren, a.g.m., 2011, s.21. Fraktal: “tam sayı olmayan, pürüz, kesir”. Fraktal geometri: “Doğanın gerçek geometrisi”. Kaynak: Eren, E. “Yeni İktisatta Ortak Noktalar”, İktisatta Yeni Yaklaşımlar, Der: Ercan Eren-Metin Sarfati, İletişim Yayınları 1685, Araştırma-İnceleme Dizisi 279, İstanbul, 2011, s.29. 372 Eren, a.g.m., s.29. 373 Eren, a.g.m., s.24-25. 374 Eren, a.g.m., s. 26-27, 37-38. 371 101 İktisatta Oyun kuramı Cournot’nun duopol modeliyle başlamıştır. Cournot, ileri analizin düşünce formlarının birçok iktisadi önermeye uygulama alanı bulabildiği farklı bir matematiksel iktisat bulmuştur375. Bir alan olarak oyun kuramının etkinliği J.von Neumann ve O. Morgentern ile yaygınlaşmıştır. Özellikle J. Nash’in çok etkili olduğu oyun kuramının iktisattaki karşılığı rasyonel oyun kuramı olup; iktisatta mana kaymasına neden olarak “Pareto etkin olmayan denge, çoklu denge, istikrarsız denge, sayısız Nash dengesi” gibi kavramlar sayılabilir.376 Geleneksel oyun kuramında strateji uygunluğu bireysel fayda ile ilgilidir ve bireyin hiperrasyonelliği varsayımı vardır. Biyolojideki evrimden esinlenen evrimci oyun kuramında, kar maksimizasyonu hedefleyen oyuncular ile beraber tercihi eşitlik olan oyuncular da kabul edilir Evrimci oyun kuramındaki varsayımlardan bazıları, insanlar ve aktörlerin miyop davranışları, strateji seçiminin tümevarımdan ziyade “doğal seleksiyon, taklit ve genetik kaynaklı olması”dır. Bu kuram modellerinin kültürel evrimci değerlendirmeleri “bireyin her vakit çoğu aza tercih etmesi” ve “bireylerarası karşılaştırmaların anlamlı olması” varsayımlarına bağımlıdır. Deneysel iktisat güçlü rasyonalite varsayımlarının gerçek insan davranışları ile uyumsuz olduğunu ortaya koyunca evrimci oyun kuramı daha zayıf rayonalite varsayımları ile hareket etmeye çalışmaktadır. 377 Çünkü insanların Geleneksel İktisadın varsaydığı gibi yüksek oranda rasyonel davranış sergilemediği (İktisatçılar için biraz geç de olsa) anlaşılmıştır. Çoklu denge analizlerinde önemli bir yapıya sahip olan deneysel iktisat, laboratuar ortamında iktisadi yapıda insanların cognitif süreçlerini anlamak için tümevarım yöntemini kullanarak, kontrollü deneyler ve genellemeler elde etmeyi hedeflemektedir. Söz konusu deney sonuçlarının bir kısmında rasyonellik-geçişlilik varsayımının378 geçerli olmadığı görülmüştür; A,B ve C üç seçenek olduğu bir durumda, A’yı B’ye, B’ yi C’ye tercih eden bir birey C’yi A’ya tercih edebilmektedir. İktisatta psikoloji biliminden yararlanma sürecinde ortaya çıkan Davranışsal iktisatta, tam rasyonellik varsayımı yapılmamakla beraber hedef, rasyonellik çerçevesinde insan davranışlarının incelenmesidir. Özellikle yer aldığı alanlar “oyun kuramı, finans, kamu 375 Schumpeter, a.g.e., s.174. Eren, a.g.m., s.31-33. 377 Eren, a.g.m., s.31-37. 378 Konu ile ilgili olarak “Homo Economicus ve Aksiyomları” bölümüne bakınız. 376 102 maliyesi, hukuk, emek ekonomisi ve makroekonomidir”. Davranışsal iktisada sinir sistemini gözlemlemeyi getiren ve bireylerin tercihlerini inceleyen Nöroiktisat, aynı bireyde rasyonellik, sınırlı rasyonellik, irrasyonellik görülebileceğini farketmiş olarak İktisat Teorisine katkı yapmaya gayret etmektedir. Kararların değerlendirilmesinde, risk ve ödüller belli olduğu zaman, beynin her biri ile ilişkisi ele alınarak değerlendirme yapan Nöroiktisat nöroloji, iktisat ve psikoloji bilimlerinin sentezidir. İktisatta açıklanmış tercih kuramı ile ölçülemeyen “hissedişlerin” nöroiktisat ile doğrudan ölçülmesi amaçlanmaktadır. 379 Evrimci psikoloji, evrimci biyoloji ve kognitif psikoloji bilimlerinin sentezidir. Kaynağı Darwin’in görüşlerine dayanan, evrimci biyolojiye göre, “hayatta kalma ve kendini çoğaltma canlıların davranışlarını belirlemektedir”. Bu davranışlar evrimci psikolojiyi oluşturur. Kognitif psikoloji ise insan davranışlarının zihinsel süreçlerin neticesi olduğunu, zihnin bir bilgisayar gibi çalıştığını iddia eder. İnsanların duygu ve düşüncelerini veri ve bilgiişlem kavramlarıyla açıklamaya çalışır. 380 Birçok kesim tarafından “gelişigüzel” anlayış olarak görülen, yalnızca bir kişinin temsil edildiği, Geleneksel iktisadın “standart birey” varsayımı insanı açıklamakta yetersiz görülmektedir. Geleneksel iktisat “bozulmayan bir denge” arayışını fizik biliminden esinlenerek atom misaline özenmiştir.381 Bu çalışmanın bütünlüğü göz önüne alındığında, ifade edilen iddianın, söz konusu varsayımın “yalnızca yetersiz” değil, “kasıtlı bir yanlış” olduğunu ileri sürdüğü anlaşılabilir. Geleneksel iktisatta yer edinmiş “standart birey” varsayımının yarattığı sorunlar Geleneksel iktisatçıları da bu sorunla uğraşmaya yönlendirmiştir. Örneğin, Kahneman ve Tversky, insanların aldıkları kararların risk altındayken “daha rasyonel” olduğunu öne sürmüşlerdir. Fakat karar anındaki değişiklik yalnızca risk altında olmaya mahsus değildir. Kararlarda din çok etkindir; çünkü din, zihniyet yapısını etkilediği için 379 Eren, a.g.m., s.39-43. Eren, a.g.m., s.42. 381 Eren, İ. “İslam’ın Ekonomik Yapısında İnsan Modeli: Homo Economicus ile Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2013, C.18, S.1, s.368-369. 380 103 davranışları da şekillendirir. Sabahattin Zaim, insanın çıkarlarını azamiye ulaştırma gayesinin İlahi emirler ile uygun ölçüye getirildiğini ifade etmiştir.382 Zaim’in ifadesiyle bütün bilimler Yaratıcı’ya ulaşmak içindir. Zaim, eskiden bilimlerin Yaratan ve yaratılan arasındaki bağ dikkate alınarak ele alındığını ifade etmiştir. Seküler sisteme geçişle bu bağın kesilerek küçük parçalara ayrılarak, “uzmanlaşma” altında derinlemesine gittiğini ancak bu şekilde edinilen bilginin ve ufkun daraldığını söylemiştir. Zamanla bunun handikabının farkedildiğini, çözümünün de transdisipliner araştırmalar olması gerektiği düşünüldüğünü ifade etmiştir.383 Nitekim iktisat bilimi de günümüzde bunu yaşamaktadır. Geleneksel İktisat bilimi, Geleneksel iktisatçıların da kendi varsayımlarına koyduğu “sınırlı/sorunlu” gibi gevşemelerle bir müddet idare etmiştir. Ancak Geleneksel iktisat, “Yaratıcı ile bağı kopuk bir bilim” haline gelmiş bulunduğu cihetiyle ufku daraldığından, sorunun ne olduğunu kabul etmemekte ısrarlı olan kesim daha derinlemesine matematiksel ifadeler kullanmaya devam eden akımları ve ekolleri ile bambaşka bir bilim ortaya koymuşlardır. Ortaya koydukları bu “sanal iktisat”a kendileri dahi inanmadıkları için Darwinci kabullerini tasdik ettirici destekler arayışına girmişlerdir. Bu arayışlarını Nöroiktisat, Davranışsal İktisat, Evrimci Biyoloji, Evrimci Psikoloji gibi transdisipliner araştırmalardan ummaktadırlar. Bir kısım Geleneksel iktisatçılar, destek aldıkları pozitif bilimlerin diliyle ifade edilecek olursa, Geleneksel iktisadın patolojik durumunun semptomlarını fark ettikleri için “aynı zihniyet esasları ile açıklanmaya çalışılan” diğer bilim dallarının yaklaşımlarından medet ummuşlardır. Geleneksel iktisadın sorunlu yönlerine farklı bilim dallarından destek alınmaya çalışılmaktadır. Ancak bu, patolojik problemi örteceği beklentisini boş çıkarmış ve virüslü zihniyet esaslarının, sürekli mutasyon geçiren teorileri ile, kronik halde belirginleşmesine neden olmuştur. Çünkü teşhis yanlış yapılmış, yanlış teşhisle birlikte yanlış tedavi yöntemlerine başvurulmuştur. Geleneksel 382 Eren, “İslam’ın Ekonomik Yapısında İnsan Modeli: Homo Economicus ile Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme”, s.370-372. 383 Zaim, “Genç İlim Adamına Nasihatler”, s. 16-17. 104 iktisadın homo economicus’u ex olmuştur. Fakat bir kısım iktisatçılar bunu kabullenememektedir. 2.4. Geleneksel İktisadi Zihniyete Göre “insan”, Homo Economicus ve Aksiyomları İktisadi teorinin iktisadi soruna bakış açışı o teorinin dünya görüşünü yansıtmaktadır. İktisattaki insan vb. kavramlar, söz konusu teorinin dünyayı algılayışı yani zihniyeti içinde mana bulmaktadır.384 Geleneksel (hâkim) iktisadi zihniyet; metodu, temeli, toplumların işleyiş tarzını açıklayan yaklaşımı, insan davranışları ile ilgili varsayımları Tabii Kanun felsefesine dayanan iktisadi liberalizm felsefesinin ürünüdür. Bu felsefeye göre insan aklı ile kainatın kanunları bulunabilmektedir. 385 386 Tabii uyum ile bireylerin birbirleriyle ve bireyin toplumla menfaatinin uyuştuğu görüşü kabul bulmuştur. Tabii kanun ile toplum kendiliğinden en iyi-optimal-koşulları sağlayabilmektedir. Çünkü bu zihniyete göre kainatta olduğu gibi toplumlarda da tabii kanunlar vardır. Doğadaki rekabet, doğal seleksiyon-güçlü olmayanın tasfiyesi-evrensel kanunlar olduğu gibi, insan, dolayısıyla toplum için de evrensel kanunlar vardır387.388 Read, klasik liberalizmin toplumun ana yapısını değişime uğrattığını ifade etmiştir. Bir homoloji-türdeşlik-kurmaktadır: bu piyasadaki ilişkilerin serbestiler ve haklar dizisinden bir takım özgürlüklerin değişimi olarak anlaşılması gibidir.389 İktisadi liberal görüş salt akılcılık ve deneycilikten etkilenmiştir. Bu görüşü benimseyen iktisatçılar kendi duyuları ve mantıklarını kullanarak saptadıkları gözlemleri, insan davranışları ile ilgili varsayımlar yapıp gerçekleri hangi ölçüde açıkladığı belirsiz teoriler kurarak, evrensel kılmışlardır. İnsan aklının onun davranışlarını yönlendirmesindeki etkisi abartılmış hale gelmiştir. 390 20. Yüzyılın başlarında iktisat daha çok sosyal bilim dalı olmuştur.1940’larda Hicks ve Samuelson 384 Gökdere, İçöz, v.d., a.g.e., s.7. Kazgan, a.g.e., s.55-56. 386 Bkz. E1 387 Bkz.E2 388 Kazgan, a.g.e., s.57 389 Read, J., “A Genealogy of Homo-Economicus: Neoliberalism and the Production of Subjectivity”, Foucault Studies, No 6, The University of Southern Maine, February 2009, ISSN: 1832-5203, s. 27. 390 Kazgan, a.g.e., s.56. 385 105 gibi iktisatta matematiksel devrim yapanlar iktisadi insanları optimize edici olarak ifade eden bir yaklaşım oluşturmuşlardır.1950’lerde Keynes’in mikro temellerini izleyen iktisatçılar daha rasyonel modeller kurmuşlardır. “Hiperrasyonel” denilebilecek bireyleri içeren modeller ortaya çıkmıştır. Öyle ki eğer A modelindeki bireyler B modelindeki bireylerden daha akıllı/zeki iseler, A modeli B modelinden daha iyi sayılmıştır. Thaler, “ Homo Economicus’un IQ’sunun yalnızca en akıllı/zeki iktisatçıların IQ’ları ile sınırlandırılmış olduğunu” ifade etmiştir. Aslında rasyonel ve duygusuz bireylerden model kurmak yarı-rasyonel ve duygusal bireylerden model kurmaktan daha kolaydır. 391 Geleneksel iktisat literatüründe, bireysel menfaatin insan davranışlarının motivasyonu olduğu kabul edilerek, insanın menfaatini azamileştirme çabası içinde olduğu ve söz konusu hedefi gözeterek seçenekler arasında tercih yaptığı iddia edilmektedir. İktisadın hakim görüşünün rüyasına göre bu yöntem sayesindedir ki, toplum refahı maksimuma ulaşabilecektir. Bu zihniyet esası ile bir inanç sistemi oluşturulmuştur. 392 393 Temel hedefin toplumun maksimum refahı olduğu bu görüşe göre toplumu oluşturan bireyler kendi çıkarları ile ilgili en iyi sonuca varabilirler. Adam Smith’e göre, her birey kendi menfaatini azamileştirme çabası içinde üretim yaparken aslında mübadele için üretmektedir. Dolayısıyla toplum için üretim yapmaktadır. 394 Geleneksel iktisadi görüş bireyin ve toplumun çıkarı arasında bir uyum olduğunu ileri sürer. Buna göre, bireyin menfaatine dahil olan her şey toplumun da menfaatine dahildir.395 Newton mekaniğinde maddi gerçeklik sabit, birbirlerini etkileyen sonsuz sayıda atomlardan oluşmaktadır. Bu kurama göre, kainatta süregelen uyum eşyanın çekim kuvvetlerinin dengeye gelmesiyle sağlanmaktadır. Bu kuramda atomun rolü ile hakim iktisatta insanın rolü aynıdır. Adam Smith’in “‘görülmeyen el’ini” kainattaki çekim 391 Thaler, R., “From Homo Economicus to Homo Sapiens”, Journal of Economic Perspectives, Volume 14, Number 1, Winter 2000, s. 134,140. 392 Kazgan, a.g.e., s.56. 393 Bkz. E3 394 Kazgan, a.g.e., s.59 395 Chapra, Islam and Economic Development, s.14. 106 kuvvetleri gibi piyasanın dengeye getirici kuvvetleri belirlemiştir. İnsan ise maksimum menfaat amacına sahip tüketici veya üretici olarak işlemcidir.396 Faydacı felsefenin temellerine göre bireyler maksimum mutluluğun peşinde koşmalı; akılcı davranması gereken bireylerin maksimum zevki397, minimum zahmeti olmalı398; bireyin kendisine en fazla yarar sağlayan davranışı topluma da en yararlı olmalı; zevk-zahmet hesabı399 yapılırken “en büyük sayı için en büyük mutluluk” ilkesi amaç edinmelidir.400 Hedonistik zihniyete göre insanın yaşam amacı hazdır. İktisadi aktivitenin en çok hazza ulaşmayı hedeflediğini süren bu görüş temelini bir felsefe öğretisi olan Hedonizm’den almaktadır. Marjinalist ve tarihçi iktisat ekolleri, iktisadi faaliyetleri açıklarken bu esasa dayanırlar. Bu ekoller bireyin, en az zahmetle en çok hazzı elde etmek için iktisadi aktivite yaptığını iddia etmketedirler. Bu görüş, değeri yararlılık olarak açıklamaktadır. Dolayısıyla değer tüketim alanında incelenmelidir.401 İktisat, kıt kaynak seçenekleri arasında rasyonel insan davranışlarının incelenmesi olarak tanımlanırsa toplum refahı amaç, insan davranışları yalnızca araç haline gelmektedir.402 İnsanın yapması gereken elindeki kıt kaynakları kendisine en çok menfaat getirecek403 iktisadi kullanım alanlarına dağılımını sağlamaktır. Tüketici insan faydasını azamileştirme hedefi ile gelirini, tüketim malları arasında dağıtacak; üretici insan ise karını azamileştirme hedefi ile kıt üretim kaynaklarını üretim alanları içinde dağıtacaktır. İnsan, tüketici veya üretici olarak iktisadi işlemcidir. Seçenekler arasında karar vericidir.404 İktisat teorisinin en temel varsayımlarından biri olan“homo economicus-iktisadi insan”, 1848’de John Stuart Mill’in Essays on some Unsettled Questions of Political Economy adlı çalışmasıyla ortaya konmuştur. 19. Yüzyılın sonlarında Jevons, Walras ve 396 Gökdere, İçöz v.d. , a.g.e., s.8-10-11. Bkz. E4 398 Bkz. E5 399 Bkz. E6 400 Kazgan, a.g.e., s.60-61. 401 Hançerlioğlu, a.g.e., s.79-80. 402 Özkazanç, Berberoğlu, v.d., a.g.e., s.4. 403 Bkz. E7 404 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.8-10. 397 107 Menger gibi Marjinalistler Mill’in fikirlerini aksiyomlar halinde düzenlemişlerdir. 405 Ben-Ner ve Putterman’ın deyişiyle, “homo economicus en iyi ihtimalle ahlak ile ilgisiz ve en kötü ihtimalle de bütünüyle faziletsiz/ahlaka aykırıdır”: kendisine menfaat getirecek hırsızlık, hilekârlık ve-neden olmasın?-cinayet gibi başkalarının refahına nasıl etki edeceklerine bakmaksızın her tür eylemde bulunacaktır. Homo economicus’u bu eylemleri gerçekleştirme niyetinden vazgeçirebilecek tek şey ceza/yaptırım korkusudur, gelecekteki iş kaybıdır, ve geleceğiyle ilgili bir takım başka neticelerdir. 406 Persky, genel olarak “iktisadi insan”ı John Stuart Mill’in tanımladığının bilinmekte olduğunu ancak onun yazılarında böyle bir isim kullanmadığını belirtmiştir. Fakat bu terim Mill’in çalışmalarına verilen tepkilerde ortaya çıkmıştır. 407 Mill’in deyişiyle, “insan yaratığının davranışı takriben neticelerin öngörülerinden ve safi hayvan içgüdülerinden üstün olan dürtülerden etkilenmektedir. 408 Toplam olarak “Mill’in iktisadi insanı”nın, sermaye birikimi/sermaye yığma, boş zaman/aylaklık, lüks, ve üreme olmak üzere dört tane belirgin ilgisi vardır. Mill’in, verdiği birçok örnekte Lamarkçı karakter gelişimi olarak adlandırılabilecek bir uygulamaları vardır: bir neslin yaptığı az ya da çok rasyonel tercihlerin sonraki nesillerin beğenilerini benzer tercihler yapmaları hususunda kuvvetlendirmeleri için önceden yatkınlaştırdığının ifadesidir. 19. Yüzyılda J. B. De Monet Lamarck çevrenin hayvanlarda ve bitkilerde yapısal değişime neden olabileceği ve bunun gelecek nesillere genetik olarak aktarıldığı fikrinin sorumlusudur.409 405 Sickert, C.R., “Homo Economicus”, entry prepared for the Handbook of Economics & Ethics, Edited by Peil, Jan and Irene Van Staveren, Edward Elgar Publishing, May 2009, Pontificia Universidad Católica de Chile FACEA, Escuela de Administración, s. 1,3. 406 Ben-Ner, A. and Putterman, L., “Homo Economicus Meets “The Moral Animal”:On Some Implications of Evolutionary Psychology”, s.1. http://www.econ.brown.edu/fac/louis_putterman/working/pdfs/wrirev98.pdf 407 Persky, J., “Retrospectives: The Ethology of Homo Economicus”, Journal of Economic Perspectives, Volume 9, Number 2, Spring 1995, s.222. 408 Mill, J.S., Principles of Political Economy, Abridged, with Critical, Bibliographical, and Explanatory Notes, and a Sketch of the History of Political Economy, By J. Laurence Laughlin, Ph. D. Assistant Professor of Political Economy in Harvard University, 1885, The Project Gutenberg EBook, Release Date: September 27, 2009 [Ebook 30107], s.134. 409 Persky, s.223, 227. 108 Ortalama tüketici davranışlarını açıkladığı varsayılan410 iktisadi insan bazı özelliklere sahiptir. 411Buna göre, homoeconomicus, I. II. tam bilgiye sahip, seçici, (dolayısıyla optimize edici412) III. çoğu aza tercih eden/açgözlü IV. tercihler arasında tutarlı olan V. VI. bencil rasyonel iktisadi insandır. Homo economicus aksiyomlarının açıklaması yapılmadan önce tercihlerin gösterimi için literatürde genel olarak kullanılan “bağıntı”lar için ön açıklama şöyle olabilir: X kümesi, tüketim kümesi ya da tercih kümesi boş kümeden farklı ve pozitif reel sayılar kümesinin alt kümesidir ( X ve X n ). xn n1 dahilindeki X gibi bir küme, eğer tamamıyla X X kümesi kapalı ( m kümesi dahilinde yakınsak bir dizi [ x1 , x2 , x3 ,... vektörlerinden oluşan dizi x vektörüne yakınsak ise, gibi herhangi bir pozitif reel sayı için, öyle bir N tamsayısı vardır ki, n N , x n B (x) , [ r, m ’de bir vektör ve da pozitif B (r ) {x m : x r < } ] ; bir sayı olsun. r civarındaki -topu ; d( x n ,x)= xn x < , x vektörü de bu dizinin limitidir.]413 ise ve bu dizinin limiti de X kümedir)414 ve konveks [ X gibi bir küme eğer, 410 kümesinin dahilinde ise kapalı bir X ’in içinde x ve y gibi iki nokta için Bkz. E8 Özkazanç, Berberoğlu, v.d., a.g.e s.21. 412 İktisadi insanların seçici olmaları yani alternatifler arasında karar vermeleri sonucunda “optimum”a ulaşmak istemeleri varsayımı çıkarılır. Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.12. 413 Simon, C.P., Blume, L., Mathematics for Economists,W.W. Norton&Company, Inc.,1994, s.261. 414 Simon, Blume, a.g.e., s.267. 411 109 bu iki noktayı birleştiren doğru parçası ℓ x,y tx 1 t y : 0 t 1 de X ’in içindeyse konveks bir kümedir]415 bir kümedir. Ayrıca 0 vektörü X ’in elemanıdır, 0 X . xi i malının birim sayılarını temsil etmektedir. Negatif olmayan mal birimleri anlamlıdır ve bir maldan hiçbir birim sahibi olmama imkanı vardır. Ayrıca x= x1 ,...., xn olarak sonlu, sabit n farklı mallardan oluşan bir vektör olarak n maddeli tüketim planıdır. Dolayısıyla her tüketim planı x , x n noktası tarafından temsil edilmektedir. N 1, 2,......, n tüketicilerin kümesi olsun. Herhangi bir tüketici i N, seçenekler ( her x,y X tercihini seçenekleri N boyutlu vektörlerdir) arasında yapacağı X N kümesi üzerinde tanımlanmış ikili bağıntısı ile gösterebilir. Eğer tüketici için x y ise bu “x en az y kadar iyidir” manasındadır.416 Buna göre, homo economicus’un özellikleri şöyle ifade edilebilir: I. Tam bilgiye sahip olmak İktisat literatüründe çok tartışılan tam bilgiye sahip olma varsayımına göre, iktisadi akılcı insan statik olarak piyasa şartlarını eksiksiz bilmektedir. Gelecek ile ilgili durumlar için belli bir yanılgı payı ile kestirim yapabilmektedir. Ekonomik konularla ilgili eksiksiz enformasyona sahip iktisadi insanı tüketici veya üretici olarak piyasada aldatmak imkân dâhilinde değildir.417 418 415 Simon, Blume, a.g.e., s.506. Reny ve Jehle, a.g.e., s.5. 417 Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21. 418 Bkz. E9 416 110 Seçicilik II. Seçme olanağı olduğunda, seçenekler arasında değerlendirme yaparak mutlaka tercihini belirtme durumudur.419 ∀x,y ∈ X , x>y veya y>x veya x=y x y veya y x veya x y . i i i Tüketici-i- X tüketim kümesindeki x,y gibi iki seçenekten hakkında bir karara varacaktır. Eğer x>y ise “x’i, y’den daha fazla beğenecek” ve x’i, y’ye tercih edecektir; x y . Eğer y>x ise “y’yi, x’den daha fazla beğenecek” ve y’yi i x’i e tercih edecektir; y x .Eğer x=y ise “x ile y arasında kayıtsız kalacaktır”; i x y. i Örneğin, belirli bir sepet-X- içerisinde, bu sepete dahil olan her alternatif için, x ve y gibi, ya x, y’ye tercih edilir; ya y, x’e tercih edilir, ya da x ile y arasında kayıtsız kalınır420. Tüketici karşılaştırma yapabilir ve alternatifler arasında değerlendirme yapabilecek bilgiye ulaşma yeteneğine sahiptir.421 Karar veren/seçim yapan iktisadi insan mümkün olan en iyiyi seçer. Ancak bir durumun optimum422 olabilmesi için getiri gibi bir ölçüt gereklidir.423 424 Ancak insanlar tercih yaparken “adalet”i de önemsemektedirler. Ultimatom game olarak bilinen oyunun sonucuna ile ilgili deneysel iktisatçıların bulguları buna bir örnek teşkil etmektedir. Oyun şöyledir: Bir adet bozuk para ve iki oyuncu ile oynanmaktadır, sırasıyla A ve B oyuncusu olsun, hedef 100 Liranın paylaşımıdır. Bozuk paranın havaya atılması ile Yazı veya Tura gelişine göre A oyuncusunun ya da B oyuncusunun kararına göre 100 Lira paylaştırılacaktır. Eğer ilk kararı verecek A olursa B oyuncusu bu kararı onaylayacak veya 419 Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21. Author, D., MIT Department of Economics, “Lecture-3 Axioms of Consumer Preference and the Theory of Choice”,14.03/14.003 Microeconomic Theory and Public Policy, Fall 2010 (Compiled on 9/12/2010), s.4. 421 Reny ve Jehle, a.g.e., s.6. 422 Bkz. E10 423 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.12. 424 Bkz. E11 420 111 reddedecektir. Onaylarsa 100 Lira paylaşılacak, reddederse iki oyuncu da hiçbir şey almayacaktır.425 Geleneksel iktisat teorisi bu durum için de şunu varsaymaktadır: İnsanlar servetlerini azamileştirme hedefinde olan rasyonel varlıklardır. Bu varsayım şunu gerektirmektedir: A oyuncusu kendisine 99 Lira B oyuncusuna 1 Lira önerecektir ve B oyuncusu bu teklifi kabul etmeye mecburdur. Çünkü B hiçbir şey kazanmadan oyundan ayrılmaktansa 1 Lira almayı tercih edecektir. Buna ilave olarak A oyuncusu bu teklifin B tarafından kabulünü mantıklı bulmakta ve B oyuncusuna 1 Liradan daha fazlasını teklif etmekte bir fayda görmemektedir. Böylelikle bu oyunun Nash dengesi 99-1 Lira olacaktır.426 Ancak deneysel iktisatçıların reel oyunculara ültimatom oyununu oynatması sonucunda neticelerin tahmin edilenle hiç uyuşmadığı gözlemlenmiştir. B oyuncuları 1 Lira teklifini ( ya da daha azını) çoğunlukla reddetmişlerdir. Bunun bilincinde olarak A oyuncuları B oyuncularına 1 Liradan daha fazlasını teklif etmişlerdir. Bazıları 50-50 teklif etmiş; ancak ekseriya A oyuncuları B oyuncularına 30 ya da 40 Lira teklif ederek kendilerine biraz daha fazlasını istemişlerdir. Bu durumda B oyuncuları çoğu kez teklifi kabul etmişlerdir. Oyunda insanların adalete önem verdikleri gözlemlenmiştir. 99-1 teklifi insafsız bulunmuş, 70-30 hala adil olmamakla beraber oyuncuların normal olarak kendi çıkarlarından vazgeçmeleri yönünde teşvik edecek kadar adaletsiz değildir.427 III. Tatminsizlik/Çoğu aza tercih etmek (/Açgözlülük) Doyumsuzluk varsayımı olarak da adlandırılan bu varsayıma göre, iktisadi rasyonel insan belirli bir sepette kendisine kâfi gelecek kadar elde etmiş bile olsa her vakit çoğu aza tercih edecektir.428 Tüketici her zaman daha fazla tüketime pozitif değer vermektedir429. 425 Mankiw, G.N., Principles of Economics , Third Ed. Internatinal Student Edition, Thomson, SouthWestern, 2004, s. 492. 426 Mankiw, a.g.e., s. 492. 427 Mankiw, a.g.e., s. 492. 428 Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21-22. 429 Author, a.g.m., s.6. 112 x, y∈ X , 1 ve 2 numaralı mallarından oluşan iki sepet olsun. x = x1 , x2 ve y = y1 , y2 ve x1 y1 ve x2 y2 (her iki iddia için de faydanın artan olduğu varsayıldığında), x y ( x , i tüketicisi tarafından katı olarak y ’ye tercih edilir), i ( x1 , x2 , y1 , y2 seviyelerine bakılmaksızın). Bu durum şunu ima etmektedir: a. Tüketici her zaman daha fazla tüketime daha fazla değer vermektedir. b. Kayıtsızlık eğrileri haritası sonsuza kadar uzanmaktadır.430 IV. Tercihler arasında tutarlılık Tercihler arasında geçişkenlik olarak da adlandırılan tutarlılık varsayımına göre homoeconomicus, birbiriyle çelişmeyen tercihler yapar. Her hangi x,y,z X için, eğer x y ve y z x z . i i i Tüketici tercihlerinden herhangi üç eleman, x,y,z için eğer x ’i y ’ye ve y ’yi z ’ye tercih etmişse x ’i z ’ye tercih edecektir. Bu aksiyom tüketicinin tercihlerinde tutarlı olduğunu söylemektedir. İkili karşılaştırmalar birbirine tutarlı olarak bağlantılıdır. 431 Bu varsayıma göre belirli bir sepet-X- içerisine dahil herhangi üç seçenekten -x, y, z- x, y’ye tercih edilmiş ve y de z’ye tercih edilmiş ise x, z’ye tercih edilmelidir.432Ancak yapılan deneyler, çeşitli durumlar altında, birey tercihlerinin her zaman geçişken olmadığını göstermiştir.433 430 Author, a.g.m., s.6. Reny ve Jehle, a.g.e., s.6 432 Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21-22, Reny ve Jehle, a.g.e., s.6. 433 Reny ve Jehle, a.g.e., s.6. 431 113 Karşılaştırmaların geçişkenlik bağlamında tutarlı olması beklenmektedir. Bağıntılar bir insanın fedakârlığını, teveccühünü ya da dini değerlerini de yansıtabilir.434 Gelişmiş toplumların büyük bir oranı hükümet politikaları için demokratik ilkelere itibar etmektedir. İki seçenek arasında toplumsal tercih yapıldığında çoğunluk yöntemi ile kolayca sonuca ulaşılabilir. Ancak toplum genellikle ikiden kalmaktadır. 435 fazla seçenek arasında tercih yapmak durumunda Toplumsal tercihlerin tutarlılığı üzerinde geçişkenlik kıstasında ısrarlı olunduğunda birtakım sorunlar ortaya çıkabilmektedir436. İlk olarak Marquis de Condorcet çoğunluk kuralının dönüşsel olma olasılığını göstermiştir437.Condorcet bu konuda yaptığı çalışmanın detaylarını olasılık hesapları üzerindeki prensiplere değinerek açıklamıştır.438 Condorcet paradoksu çoğunluk yönteminin toplumsal tercihler üzerinde geçişkenlik gerekçesini her zaman sağlayamadığını göstermektedir.439 V. Bencillik/Egoizm İktisadi insan yalnızca kendi çıkarı peşinde koşar. Üretici iktisadi insan kendi karının maksimizasyonu için, tüketici iktisadi insan kendi faydasının/tatminin maksimizasyonu için çabalamaktadır. Gerisinde bir toplum felsefesi mevcut olan egoizmin, bireyin kendi çıkarının peşinde olması ile toplumun aleyhinde davranışlar bulundurup 434 Reny ve Jehle, a.g.e., s.240-241. Mankiw, a.g.e.,s.485. 436 Reny ve Jehle, a.g.e., s. 241. 437 Young, H.P., “Condorcet’s Theory of Voting”, American Political Science Review, Vol.82, No.4, December 1988, s.1232. 438 Condorcet, M. de, “Essai sur l’Application de l’Analyse à la Probabilité des Decisions Rendues à la Pluralité des Voix”, Paris, De L’Imprimérie Royale,1785, Préliminaire, s.v. http://www.google.com.tr/books?hl=tr&lr=&id=MyIOAAAAQAAJ&oi=fnd&pg=PP5&dq=condorcet+es sai+sur+l%27application&ots=95YxJLkUHD&sig=ZfKqmmrInCYmctLtkydL5dawdE&redir_esc=y#v= onepage&q=condorcet%20essai%20sur%20l'application&f=false 439 Reny ve Jehle, a.g.e., s. 241. 435 114 bulundurmayacağı, çıkar çatışması dolayısıyla “kaos” oluşup oluşmayacağı tartışmaya açıktır440.441 VI. Rasyonalite442 Akılcılık ya da rasyonalite nesnel veya öznel olarak iki türlüdür. 16. Yüzyıldan itibaren önem kazanan öznel rasyonellik soyut düşünme ve tümdengelim yöntemine odaklaşmıştır. Amaç-araç ilişkisi üzerinde durarak, amaç için araçları inceler. Ancak amaçların rasyonel olup olmadığı hususu tartışmalıdır.443 Rasyonel/akılcı davranış birkaç görüşle açıklanmıştır; güçlü-zayıf rasyonellik, sınırlı-sınırsız rasyonellik, özsel rasyonellik ve yöntemsel rasyonellik. İktisadi insanın belli hedefi için uygun araçlar içerisinde seçim yapacağı varsayımı güçlü-zayıf rasyonelliği anlatmaktadır. Bireyin seçiminde, yapılan varsayımların güçlü ya da zayıf olmalarına göre nitelendirilmiştir. Sınırlı rasyonalitede bireyin bilgisinin eksik ya da yanlış olduğu bir durumda bu bilgiye ulaşmanın maliyeti vardır. Bu hususta Simon’a göre, bireyler azamileştirme çabası içinde değil, “’dilek-düzeylerini’ karşılama” arzusundadır. Sınırsız rasyonalite ise insanların tam bilgiye sahip oldukları varsayımını yapmaktadır. Bir iktisadi karara etki edebilecek bütün değişkenlerin maliyetsiz olması durumu vardır. Özsel rasyonellikten söz edebilmek için veri kısıtlamalar varken, davranış veri hedeflere götürmelidir. Yöntemsel rasyonellik iktisadi davranışın akıl yürütmeye dayandığı varsayımını yaparak, alışkanlıklara, hislere, adetlere vb. dayanmadığını iddia etmektedir444.445 Rasyonellik homo economicus için bir davranış ilkesidir. Tabii Kanun felsefesinin iktisadi liberalizmde akılcı yöntem katkısına göre akıl, tüm fiziksel ve sosyal bilimlerde eksiksiz ve yanılmaz bilgi edinimi sağlayabilir. Salt akılcılığa göre insan aklı, deneyden ve denemeden evvel gelen tüm gerçeklerin 440 Bkz. E 12 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.15-16. 442 Bkz. E13 443 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.13. 444 Bkz. E 14 445 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.14-15. 441 115 kaynağıdır. 446 Geleneksel iktisadın temel aksiyomlarından biri olan akılcılık ya da rasyonellik, insanların tercihlerinde “kendilerine yararlı olanı” seçtiklerini ifade eder. Tercih yaparken öncelikle tam bilgiye sahip olduğu varsayılan bireyin, hafızasının her şeyi hatırladığı da varsayılarak ve gelecek olayları doğru ve noksansız tahmin ettiği de varsayılarak, bütünüyle irade sahibi olarak “gerçekleşenden ziyade arzulanan” bir rasyonellik niteliği ortaya konmuştur.447 Ancak genellikle insanların eksik bilgi ile tercih yaptıkları, unutkan oldukları ve hafızalarının seçici olduğu, sıklıkla hisleriyle karar verdikleri ve hata yaptıkları ve irade problemi yaşadıkları, ayrıca öfke, gurur, korku, arkadaşlık gibi duyguların yönlendiriminde karar aldıkları gözlemlenmiştir. Hatta bazı duyguların yönlendirimi altında kendine faydalı olanın tersi tercih edilebilmektedir. Bununla birlikte insanın birbiriyle tutarsız, ara sıra birbiriyle çatışabilen tercihleri olabilmektedir. Dolayısıyla insan tercihlerinin gerekçesinin aynı olması ve bunları açıklayabilme amacıyla tek biçimde modellendirilebilmesi tartışmaya açıktır. Demir, rasyonel tercihin, mümkün olan maliyetlerinin hesaba katılmasıyla alınan bir kararın neticesinde katlanılan maliyetleri karşılayan bir artı kazanılması durumunu ifade edebilen bir tercih olduğunu söylemiştir. Tercih neticesinde katlanılan maliyetler karşılanmıyorsa bu tercihin irrasyonel olacağını da eklemiştir. Bununla birlikte dinlerde, emir dairesinde yapılan hareketler neticesinde bu dünyada veya Ahirette ödül, emir dairesi dışındaki hareketlerin ise ceza getirdiğini de ifade etmiştir. Böylelikle, rasyonel bireyin ödül/ceza neticesine “kayıtsız kalmayarak” gerekli hesabı yapmasının beklendiğini söylemiştir. Dini metaların genelinden beklenen faydanın seküler metalarla karşılaştırıldığında bunların tersine olarak, bu dünya ile kısıtlanmadığını ifade eden Demir, seküler iktisadi tercihlerin arzuları “hayata geçirmeye endeksli”, dini tercihlerin ise arzuları “denetlemeye endeksli” olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte insanların ölümsüzlük gibi bu dünyada hayata geçirmesi mümkün olmayan arzularının da olduğunu söylemiştir. 446 447 Beynin pozitif biyolojik Kazgan, a.g.e., s. 41,55. Demir, a.g.e., s. 63-64. 116 kazanımlarının bir bilgisayarda depolanmasını ifade eden “bilgisayar insan” projesi ile biyolojik sınırlardan kurtulmayı ve ölümsüzlüğe ulaşmayı planlayan bir tasarıdır. Demir şunu da ilave etmiştir: Dinler insanların çok istekli olmalarına rağmen bu dünyada sahip olmayacaklarının sınırsız biçimde elde edebilmesi mümkün olan Ahiret yaşamını sunmaktadır. Ve bu alternatife kayıtsız kalmanın rasyonel insanlardan beklenip beklenmeyeceğini sorgulamıştır.448 Geleneksel iktisadın matematiksel yapısındaki analitik soyutlamaları bazı problemlere neden olmaktadır. Ancak soyutlama yöntemleri mantıksal açıklamaların basitleştirilebilmesi içindir. Soyut varsayımların göreli somutlaştırılması üzerinde Neoklasik iktisadi temeller yetersiz kalmıştır. İşler’e göre bu soyutlamaların somutlaştırılması süreci iktisatçıların neleri neden çalışamadıkları meselesine çözüm getirebilir. İşler’in deyişiyle anaakım iktisadın “insan doğasına” nasıl yaklaştığı analiz edilebilir. Anaakım iktisadın çalışmalarının teşekkülünde ““insan doğası”nın ne olduğu hakkındaki belirsizlik” rol almaktadır. Seçim teorisinin matematiksel soyutlamalarındaki gizli varsayımların somutlaştırılması ile ilgili olan yazısında İşler, Greenspan’in “birisi insan doğasını değiştirmek için bir yol bulmazsa başka krizler de göreceğiz” deyişine yer vermiştir. Greenspan iki kriz arasında insan doğasından başka ortak hiçbir nokta bulunmadığını söylemiştir. 449 Rasyonel seçim teorisi mikroekonomi teorisi yapısının teşekkülünde olduğu gibi bu esaslara dayanan birçok iktisadi alanların da şekillenmesinde etkilidir. Davranışsal iktisat ve deneysel iktisat çalışmalarında rasyonalite ve bencillik-kişisel menfaatçilik aksiyomları sorgulanmaktadır. Ancak davranışsal ve deneysel iktisadın çalışmaları seçim teorisi ile ilgili matematikselleştirme yöntemlerini değiştirmek yerine temeldeki, “içeriği boş” fayda fonksiyonlarının revize edilmesinden öteye gitmeme görünüşü sergilemektedir. 450 Seçim teorisinde rasyonel ve özgür homo economicus sınırlı olanaklar ve araçlar hakkında çıkacak neticeler hakkında düşünür, neticeler göreli 448 Demir, a.g.e., s. 64-65, 90-91, 102,104,105. İşler, a.g.m., s.85-87. 450 İşler, a.g.m., s.87-88. 449 117 değerler ile anlamlandırır ve davranışlarını, tercihlerini en çok değer biçtiği neticelere ulaşmak amacıyla sahip olduğu olanakları en verimli şekilde düzenler. Fayda fonksiyonu insan tercihinin matematiksel bir fonksiyonun maksimizasyonu biçiminde bir temsildir. Fayda fonksiyonu kullanımı sürecinin ideolojik yapısı söz konusu açık aksiyomlarla beraber somutlaşan gizli felsefi varsayımlarla ilgilidir. İşler en az üç tane gizli varsayım olduğunu ifade etmiştir. Bunlar “kıtlığın mutlak hakimiyeti gizli varsayımı”, “tasvir değişmezliği gizli varsayımı” ve “bireyin çıkarlarının (kendine) saydamlığı gizli varsayımı”dır. Bu varsayımlara göre (sırasıyla) 451; i. fayda fonksiyonu yapısında seçeneklerin neticelerinin ne olduğunun “içi tamamen boştur”. Bu soyutlama ile tutarlı olabilecek her türlü bireysel tercih temsil bulabilir. Araçların kıtlığı söz konusu iken fayda fonksiyonu mantığı devam eder. Kişisel fayda elde etme ihtimalleri kıtlık meselesinin tarihsel ve toplumsal boyutundan bağımsız olarak değerlendirilir. Bu sebeple, “kıtlık” düzeyi çeşitli iktisadi sorunlarda değişken ve davranışlar üzerinde çeşitli ve belirsiz etkilere sahip iken, fayda fonksiyonunun somutlaşması ile kıtlık - neyin kıt olduğu belirtilmemiş olmasına rağmen- davranışlar üzerinde mutlak hakimiyet kurmaktadır. ii. Bütünüyle matematiksel tanımlanmış rasyonel insan çeşitli tasvirlerin özünde aynı aynı mantıksal neticeyi temsil eder ve tercihini değiştirmez. Kahneman ve Tversky’nin deneylerinde katılımcıların sorunun temelinde farklılık göstermeyen çeşitli tasvirlerin farklı neticelere ulaşacağına inandıkları, bu hatanın kendilerine ifade edildiği ancak buna rağmen tercihlerinde hataya düşmekte ısrar ettikleri gözlemlenmiştir. Fayda fonksiyonunun somutlaşması ile söylemin insan davranışlarını etkilemedeki önemi anaakım iktisadın zemininde incelenmesi olanaklı değildir. Söylem ile anaakım iktisadın matematiği farklıdır. 451 İşler, a.g.m., s.88-91. Varsayımların açıklamaları aynı kaynaktan alınmıştır. 118 iii. Fayda fonksiyonunun temsil ettiği birey her bir neticenin kendisi için ne ölçüde yarar taşıdığını bilir. Davranışlarının motivasyonunun teşekkülü bu doğrultudadır. İşler, insanın bir restoranda yemek seçerken, gerçekten arzuladığını ya da sağlığı için yararlı olanı tercih etme hususunda ikilemde kalabildiğini ifade ederek basit durumlar olabileceğini ve bu tarz kararsızlıkların fayda fonksiyonunda yer bulmadığını söylemiştir. Homo economicus iktisatçılar arasında hakim insan davranışı modeli olup başka sosyal bilimlere rasyonel tercih teorisi adı ile nüfuz etmiştir.452 Eleştiriler: E1: Akıl ile çözülemeyen meseleler için ne yapılması gerektiği belirtilmemiştir. E2: Akılcılık olarak ifade etmek yerine evrim teorisinin iktisat teorisinde uygulama bulabilmesinin “en akılcı” yolu olarak ifade edilmesi yerinde olabilir. E3: Bireyin “kendi” çıkarını maksimize etme çabası ile toplumun refahının maksimuma ulaşacağı iddiası gerçekten akılcı bir prensip değildir. Konu ile ilgili bilgi İslami İktisadi Doktrin bölümünde aktarılmıştır. Ayrıca, Oyun teorisinde, oyuncuların kendi çıkarlarını maksimize etmesiyle ortaya çıkan Nash dengesinin toplumda her zaman optimal dengeyi vermediği üniversitelerde “İktisada Giriş” dersinde öğretilir. E4: En az zahmet ile en fazla mutluluk ilkesi Ahiret inancı olmayan bir zihniyete dolayısıyla Ateist İktisada uygundur. Çünkü Ahiret inancı yok ise böyle bir zihniyete göre, en az zahmet ile mümkün olan en peşin mutluluk alınmalıdır ki her an ölüm riskinden dolayı “yok olup gitme” olasılığına karşı bir kazanç olabilsin. 452 Rodriguez-Sickert, C., “Homo economicus”, entry prepared for the Handbook of Economics & Ethics, Edited by Peil, Jan and Irene Van Staveren, Edward Elgar Publishing, May 2009, Pontificia Universidad Católica de Chile, FACEA, Escuela de Administración, s.1. 119 E5: Zahmeti minimum olan bir seçenek bireye maksimum mutluluk verirken bu seçenek başka bir bireye en yararlı olmayabilir. E6: Ortadoğu dinlerine göre, kar-zarar mukayesesini en iyi yapan insanlar peygamberlerdir. Bununla birlikte en çok zahmete giren yine onlardır. Akıl vb. bazı cihazları ile üstün olan peygamberler bu özellikleri ile en iyi iktisatçılardır. Çünkü Ortadoğu dinlerinin iktisadi yaşam anlayışında “peşin ve maddi tatmin”in azamiyesinden önce Kâinatın Yaratıcısı’nın rızasını kazanmak gelmektedir. Ortadoğu dinleri iktisadi yaşamı bu hedefe yönelik nitelemiştir. Bu nedenle, en çok zahmete girerek Ahirette alınacak karşılığın maksimizasyonunu gerçekleştirebilmek “en akılcı” insanlara has bir davranış biçimidir. (Açıklama için bkz. İslami İktisadi Doktrin bölümü.) E7: Bireyin kendi çıkarını izlemekte özgür olmasının da bir sınırı vardır. Söz konusu sınırları “varsayımlar” belirleyemez. E8: Deneysel iktisadın laboratuar sonuçları böyle olmadığını göstermektedir. Ayrıca insanların tercihlerinin her zaman geçişkenlik göstermediği gözlemlenmiştir. E9: Tam ve eksiksiz bilgiye sahip olma olasılığı çok düşüktür. Çünkü; i. İktisadi meselelere etki eden faktörler sadece iktisadi faktörler değildir. ii. Yetersiz bilgi sahibi olma olasılığı her zaman daha yüksektir. iii. Dezenformasyon olasılığı vardır. Bununla birlikte yanlış bilgiden yanlış ve /veya eksik yorum çıkarma olasılığı vardır. iv. Doğru bilgiyi yanlış yorumlama olasılığı vardır. 120 E10: Yalnızca kendi çıkarının peşinde olmayan insanların çoğunlukta olduğu gerçeği ile, insanların, ellerindeki sermayeyi en çok getiri veren alternatife vermek ya da zekât, sadaka veya hayırseverlik içeren başka bir biçimde harcamak arasında, ikinciyi tercih ettiği çok durum olmuştur ve olmaktadır. Ayrıca “en çok getiri” göreli bir kavramdır ve her zaman maddesel olarak algılanamaz. E11: “En iyi” ölçütü nasıl belirlenmektedir ve bu ölçütü ne belirlemektedir? Evrensel olanın belirlediği ölçüt en iyi yani optimumdur. (İktisadi bir örnek olmasa da, İslam’da her gün nafile oruç tutulmasından ziyade Pazartesi ve Perşembe tutulması gibi.) E12: Bireyin kendi çıkarını maksimize etmesi çabası sonucunda diğerlerinin aleyhinde davranmış olmayacağı anlamı çıkarılamaz. En azından böyle olmayacağı ispat edilemez. E13: “Akılcı insan aynı hatayı ikinci kere yapmaz.” akılcılık önermelerindendir. Ancak gerçekte İslam’dan-Hadis’ten-alıntıdır. İlgili bilgi için bkz. İslami İktisadi doktrin bölümü. E14: İnsanın manevi değerlere göre de karar alması çok olağandır; dolayısıyla iktisadi kararları da manevi değerlerine bağımlıdır. 121 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. Geleneksel İktisadi İnsan’ın Semavi Dinler Perspektifiyle Analizi 3.1. Semavi Dinlerin ve Geleneksel İktisat Teorisinin “İnsan”a Bakış Açısı Ekonomik perspektifle din kelimesinin anlamı birey ve toplum açısından değerlendirilir. Bireysel olarak bakıldığında, inanca ve ahlaka dayanan davranışlara toplum veya devlet tarafından müdahale edilemeyeceği gibi, toplum açısından din düzen anlamını içermektedir. Semavi dinlerin teşkil ettiği hukuki ve iktisadi düzenlemeler vardır. Akıl sahibi olanları güzel ahlaka ve hayırlı davranışlara yönlendirmek için Allah’ın topluma iktisadi meseleler konusundaki buyrukları, yasakları, hükümleri ve tavsiyeleri vardır.453 Yaratılış kanunlarına göre kainatta iktisat egemendir; çünkü Cenab-ı Hakk’ın Hakîm ismi iktisat ve israfsızlığı gerektirir. Çünkü israf, ism-i Hakîmin zıddıdır. Her şeyde “en kısa, en kolay, en yararlı” şekil bulunur. 454 Ekonomik sistemin gayesi ağırlıklı olarak dünya görüşüne bağımlıdır. Bu dünya görüşü kâinatın nasıl vücut bulduğuna, insan hayatının anlamına ve hedefine, mülkiyet edinmenin nihai seviyesine, insanın tasarrufundaki sınırlı kaynakların maksadına ve insanların birbirleriyle ilişkilerine ( hak ve sorumlulukları dâhil) ve çevreye dair sorgulamalar yapan zihniyet esaslarıdır. Örneğin eğer kâinatın kendi kendine var olduğuna dair bir görüş benimsenmiş ise, insanlar hiç kimseye hesap verme mecburiyetinde olmayan zevklerine göre yaşayan özgür bireylerdir. Hayattaki hedefleri nasıl gerçekleştiğinin ve başkalarının nasıl etkilendiğinin bir önemi olmadan maksimum zevk almaktır. Böylelikle bireysel menfaatinin hizmeti ve en uygun olanın varlığını sürdürülebilmesi en mantıksal davranış normları haline gelir. 455 Kapitalist ve sosyalist dünya görüşleri insana gereken değeri vermez. Sosyal Darwinizm ya da dialektiğe dayanan bu sistemler insan kardeşliğine, sosyo-ekonomik adalete önem vermez. Yalnızca “güçlü olanın hayatta kalması”, “sınıf mücadelesi”, “maksimum tatmin”, “hayatın materyal koşulları” konularında abartılmış vurguları vardır. İnsanı toplumun menfaati için çalışmasına gayret ettirecek bir sistemleri yoktur. 453 Eskicioğlu, O., İslam ve Ekonomi, , s.6. Yılmaz, M.K., “Din ve İktisat”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 21 Nisan 2010, s.2. http://islamekonomisi.org/din-ve-iktisat/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 455 Chapra, M.U., Islam and Economic Development, s. 3, 4. 454 122 Üstelik bu dünya görüşleri sadece kaynakların dağılımında verimsizlik ve hakkaniyetsizlik yaratan iddialarını ve arbedelerini pekiştirmekle kalmayıp hayal kırıklığı, suç, ailevi ve sosyal bozulma ve en sonunda insanlığın degradasyonunu şiddetlendirmektedir. 456 Benjamin, Fisher ve Choi çalışmalarında, ateistlerin ve agnostiklerin 457, daha az riskten kaçınma niteliğine sahip oldukları bulgusuna varmışlardır. Bu etkinin ateistlere nazaran agnostiklerde daha kuvvetli olduğunu ifade etmişlerdir. Ayrıca Miller ve Hoffman’ın (1995), Miller’in (2000) ve Miller ve Stark’ın (2002) dominant dinin “inançsızlığın dehşetli ebedi sonuçları olacağı” öğretisinin olduğu ülkelerde dinsiz olanların dindar458 olanlara göre daha az risk karşıtı olduğunu buldukları ve korelasyonun düşük risk karşıtlığının dinsizliği daha muhtemel yapmasından kaynaklandığı ilave edilmiştir. 459 Blaise Pascal “Pensées sur la religion et sur quelques autres sujets” eserinde;460 kötünün korktuğunu ancak bu korkunun Tanrı’ya inançtan kaynaklanmadığını, Tanrı’nın varlığından şüphe etmesinden kaynaklandığını belirtmiştir. Gerçek korku imandan, suni korku şüpheden kaynaklanır. Gerçek korku ümit ile, suni korku çaresizlik 456 Chapra, M.U., “Islam and the Economic Challenge”, Islamic Economics Series; No.17, The Islamic Foundation and The International Institute of Islamic Thought, I. Title 11. Series' 330.12, s. 200, 201. 457 Agnostik: Bilinmezci 458 “Kimlik” bir kimsenin gerçekten dindar olup olmadığını veya ne kadar dindar olduğunu göstermeyebilir. “X” dinine mensup gözüken bir kimsenin “Y” dinini gerçekten yaşıyor olması mümkün iken, kendini “Y” dinine mensup tanıtıp gerçekte “Y” dinini yaşamayanlar olabilir. Ve devamında kendini “Y” dinine mensup tanıtıp “Z” dinini yaşayanlar da olabilir… Bir dine mensup olduğunu ifade eden bir kimsenin gerçekte ateist olması da mümkündür. Bunun tersi de mümkündür. Ayrıca bir kimsenin kendini ne ölçüde “X” dinine mensup hissettiğini belirlemek kolay olmadığı gibi iktisadi davranışının ne derece o din ile bağlantılı olduğunu göstermek de zordur. Bunun mümkün olması ancak “kendine özgü belirli ve net kurallara göre oluşturulmuş bir iktisat sistemi” sağlayan bir dine mensup bir kimsenin iktisadi davranışlarının “incelenebilmesi” iledir. Aksi takdirde “X” dinine mensup gibi gözüken veya ne derece mensup olduğunu kendisi bile bilmeyen birinin bu dinin ( dinini ne kadar tanıyor, anlayabiliyor ve yaşayabiliyorsa) iktisadi doktrinlerine ne derece uyduğunun tespiti hem eksik hem de yanlış olabilir. 459 Benjamin, D.J. v.d., “Religious Identity and Economic Behaviour”, August30, 2013, s.3-4. http://econweb.arts.cornell.edu/dbenjamin/Religious%20identity%20and%20economic%20behavior%20 2013.08.30.pdf 460 (“908-262 Superstition et concupiscence. Scrupules, désirs mauvais. Crainte mauvaise. Crainte, non celle qui vient de ce qu'on croit Dieu, mais celle de ce qu'on doute s'il est ou non. La bonne crainte ient de la foi, la fausse crainte du doute; la bonne crainte jointe à l'espérance, parce qu'elle naît de la foi et qu'on espère au Dieu que l'on croit; la mauvaise jointe au désespoir parce qu'on craint le Dieu auquel on n'a point eu foi, Les uns craignent de le perdre, les autres de le trouver.” http://www.ub.uni-freiburg.de/fileadmin/ub/referate/04/pascal/pensees.pdf 123 ile birleşiktir. İlk korkuyu taşıyan Tanrı’yı kaybetmekten, ikincisini taşıyan Tanrı’yı bulmaktan korkar diye ilave etmiştir. Benjamin, Fisher ve Choi çalışmalarında, Miller ve Hoffman’ın (1995), Miller’in (2000) ve Miller ve Stark’ın (2002) “Pascal’ın Bahsi”nde belirttiği üzere dinsizliğin riskli olması mantığına istinaden söz konusu korelasyon bulgusundan bahsettiklerini söylemişlerdir. Pascal Bahsi’ne göre, “her bireyin Tanrı’nın varlığına dair bir bahse girdiğini ve Tanrı’nın gerçekten var olması olasılığına karşı ve O’na inanç veya inançsızlık neticesinde alınacak sonsuz kazanç ya da kayıp varsayımı altında “rasyonel bir insanın” Tanrı varmış gibi yaşaması gerektiği ve O’na inanmaya çalışması gerekir. Eğer Tanrı gerçekten yok ise, bu bireyin yalnızca sınırlı bir kaybı (birtakım zevkler, lüks gibi) olacaktır.” 461 Batı kapitalist anlayışının yerleşmesinden sonra gelişen “rasyonellik”, “faydacılık” “tüketici davranışı teorisi”nin teşekkülünü meydana getirmiştir. İktisadi anlamda rasyonalizm insanların tercih yaparken hesaplama ve ilerisi ile ilgili tahmin yaptıklarını iddia eder. İktisadi anlamda başarı “katı biçimde” para kazanmaktır. Yaşamın nihai hedefi servet elde etmedir. Para kazanma başarısı kabiliyetlerin göstergesi olup, faydacılık ahlaki değerler ve davranışların menşeidir. Tüketicinin en önemli hedefi maksimum fayda elde etmektir. “Fayda, yalnızca homo economicus olarak davranıldığında” maksimize edilebilir. Bir başka deyişle, tek hedef maksimum seviyede “iktisadi kazanç” ve tek motivasyon aracı “para duygusu” olduğunda fayda azamiyesi sağlanabilir. Kapitalist sistemin tüketici davranışı teorisi marjinalist teoriyle müteallik olarak tüketicinin faydasını sayısal olarak ölçülebileceğini iddia etmiştir. Marksist sistemin görüşü ise bundan farklı olmamıştır. 462 Seküler piyasa paradigmasında olduğı gibi, insanın refahı esaslı olarak servet ve tüketim maksimizasyonu yapmaya bağlı değildir. Refah için insanın karakterine ait hem 461 http://en.wikipedia.org/wiki/Pascal's_Wager Kahf, M., “İslam Toplumunda Tüketici Davranışı Teorisine Bir Katkı”, Çev. Hüner Şencan, İslam İktisadı Araştırmaları I, Dergâh Yayınları, Çağdaş İslam Düşüncesi, Birinci Baskı: Temmuz 1988, s. 38-39. 462 124 maddesel hem de ruhsal ihtiyaçların tatmininde bir denge bulunması gereklidir.463 Temel hedefin toplumun maksimum refahı olduğu Geleneksel iktisadi zihniyete göre toplumu oluşturan bireyler kendi çıkarları ile ilgili en iyi sonuca varabilirler. 464 Geleneksel iktisadi görüş bireyin ve toplumun çıkarı arasında bir uyum olduğunu ileri sürer. Buna göre, bireyin menfaatine dâhil olan her şey toplumun da menfaatine dâhildir. Ancak bu yanlış bir varsayımdır. Özellikle seküler çevrede fayda-azamileştirici tüketici ile kar-azamileştirici üreticinin toplum menfaati ile kişisel menfaatleri çatıştığında toplum menfaati için hizmet etmelerini motive edecek bir şey olmadığında, birey çıkarı ile toplum çıkarının her zaman birbiri ile uyuşmak zorunda olmadığını görmek basittir. 465 Geleneksel iktisadi zihniyetin insana bakış açısı Semavi dinlerinkinden çok farklıdır. Semavi dinlerin hayatı ve insanı tüm yönleriyle bir bütün olarak ele almasının aksine, Geleneksel iktisadi zihniyete göre insan, dini, ahlaki ve hukuki yönleri ele alınmadan, yalnızca iktisadi yönüyle “atomistik-ekonomik ajan” olarak incelenip değerlendirilmektedir.466 “Religious Identity and Economic Behaviour” adlı çalışmada, dini kimliğin bireylerin iktisadi kararlarını etkilediğine dair hipotez kurulduğu ifade edilmiştir. McClearly ve Barro’nun sosyal sermaye, güvence, tutumluluk, cömertlik, meslek ahlakı, dürüstlük, ikramcılık /misafirperverlik ve sert/şiddetli tavır olmak üzere dinin etkileyebileceği sekiz değişken saydığı söylenmiştir. Aynı çalışmada, Iannaccone’nin bunlara on iki tane daha ekleme yaptığı söylenmiştir, bunlar; risk alma, bireysel sorumluluk, eğitim, suç faaliyeti, intihar, uyuşturucu ve alkol kullanımı, fiziksel ve zihinsel sağlık, cinsel faaliyet, evlilik, doğurganlık, boşanma ve yaşamdan alınan tatmin/doyumdur.467 Dinin ve ahlakın doğru, iyi ve güzel kabul etmediği bir şeyin iktisadi fayda taşıması mümkün değildir. Geleneksel iktisadi zihniyet genel bir esas olarak “ihtiyacı 463 Chapra, M.U., What is Islamic Economics?, Islamic Development Bank, Islamic Research and Training Institute, Jeddah, Saudı Arabia, IDB Prize Winners' Lecture Series No.9, First Edition 1417H (1996), s. 22. 464 Kazgan, a.g.e., s.59 465 Chapra, Islam and Economic Development, s. 14. 466 Eskicioğlu, İslam ve Ekonomi, s.14. 467 Benjamin v.d., a.g.m., s. 1. 125 karşılayan her şey faydalı” olduğunu iddia etmektedir. Kullanımı dinen veya ahlaken doğru olmayan bir şeyin, iktisadi fayda içerebileceği esasına göre esrarkeş biri için afyon kullanmak, ihtiyacını tatmin edeceği için faydalıdır. Aslında esrarkeşin ihtiyacı normal ve tabii olmadığından bu varsayımın yanlış olduğu yalnızca bu örnek ile ispat edilebilir. Ayrıca esrar kullanıcıları gerçekten ihtiyaç duydukları malları üretmedikleri için topluma yük olarak; ayrıca topluma hem maddi hem manevi zarar vererek; buna ilave olarak kullandıkları maddenin tıp alanında ilaç olarak daha zaruri yerlerde kullanımı olabileceğinden, bir esrarkeşin afyon kullanımının kendisine ve topluma fayda değil zarar getirdiği anlaşılabilir bir şeydir!468 Neyin “fayda içerdiğini” din belirlediği gibi iktisadi faydayı da belirler. Verilecek birçok (sayısı tarafımızdan belirlenmemiştir) delillerden yalnızca birkaç tanesini Kutsal Kitaplardan aldığımız şu ayetler ile gösterebiliriz: Zebur’da, Süleyman’ın Özdeyişleri, Doğrulukla Kötülüğün Karşılaştırılması, 10’da, “Haksızca kazanılan servetin yararı yoktur, Ama doğruluk ölümden kurtarır.” buyurulmuştur. Tevrat’ta, Mısır'dan Çıkış 22’de şöyle buyurulmuştur: “ “Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz.” İncil’de, Luka (12:15), “Zengin Budala”bölümünde: “Sonra onlara, “Dikkatli olun!” dedi. “Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir.” buyrulmuştur. Matta (6:20)’de (Göksel Hazineler) bu konuda şöyle buyrulmuştur: “ Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar.” Kur’ân-ı Kerîm’de, Rum Sûresi 39. Ayette “İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz, Allah katında artmaz. Ama Allah'ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekat verirseniz; işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat arttıranlardır.” , Enfal Sûresi’nde “Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükafat vardır.”, Bakara Suresi 168. Ayette “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” buyrulmuştur. Bakara Suresi 275-276. Ayetlerde “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, "Alış veriş de faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. 468 Eskicioğlu, İslam ve Ekonomi, s.14. 126 Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır. Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah hiçbir günahkâr nankörü sevmez.” buyrulmuştur. 469 Ahiret inancının davranışı etkilemedeki hipotezlerden Becker ve Mulligan’ın öne sürdüğüne göre geleceğe daha fazla ağırlık vermek, gelecek daha “hoş” öngörülüyorsa, “fayda”yı artırır.470 Yine bu noktada eleştirilecek husus şu olabilir: Çalışmamızın bütününde kâinata bakış açısının “fayda penceresinden” çıkmasının Semavi dinler açısından yanlış olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle dini kimliğin iktisadi davranışlar üzerindeki etkisinin analizinde fayda penceresinden hareket, abesle iştigal sayılabilir. Çünkü Semavi dinler (Benjamin v.d.nin çalışmasında yalnızca Katolikler, Protestanlar, Yahudiler, Ateistler ve Agnostikler ele alınmıştır) yaşamı “fayda elde etme” meselesi ile algılamanın tersine “Yaratıcı’nın rızasını kazanma amacıyla (iktisadi veya başka bir alanda) amel etme” ile ele aldığı için, dindar bireylerin iktisadi davranışlarını açıklama gayretine girildiğinde meseleye “fayda penceresi” ile bakmak, “bireysel tatmini iktisadi davranışlarda itici güç”471 haline getirmek demektir. Bu da bu konuda yapılacak bir çalışmanın tam kalbine büyük bir çelişki ( Semavi dinlerde davranışlarda itici güç Kâinatın Yaratıcısı’nın rızasını kazanmaktır) koyacaktır. Geleneksel iktisadın dayandığı zihniyet yapısının “ifade edilmeyen ya da gizlenmiş aksiyomlar”ı vardır. Bunlar zincir halinde birbirini gerektiren aksiyomlardır: 1. Dünya hayatı bir mücadeledir. 2. Ölümden sonrası önemsiz olduğuna göre, ölümden öncesinde elde edilen önemlidir. 3. En çok tatmini almak için her yol meşru hale gelir. 4.İktisadi hedef bireysel tatmin kazanma amacıyla madde elde edinimidir. 469 Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (A.S.M.) “Fakirler cennete zenginlerden beşyüz yıl önce girerler.” buyurmuştur (Tirmizi , Zühd 44) http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.219. 470 Benjamin v.d., a.g.m., s. 6. 471 Kazgan, a.g.e., s.56. 127 5. Her birey “Ene”sinden başkasına hesap vermeyen Homo economicus’tur. 1. “Dünya hayatı bir mücadeledir”: Geleneksel iktisat zihniyeti Ortadoğu dinlerinin “kâinatın Allah tarafından yaratıldığı ve insanların dünya hayatına imtihan için geldiği” görüşüne katılmayarak, kendi kendine var olan veya doğanın eliyle veya başka bir sebep eliyle472, “rastlantı ya da zorunluluk neticesinde var olabilmiş (!) insan”ı kabul etmektedir. Dolayısıyla bu zihniyet kâinatın maksat ve hikmetler ile yaratıldığı görüşünü kabul etmez. “Dünya hayatı bir mücadeledir”; bu sebeple “büyük balık, küçük balığı yutar” ya da “güçlü olan hayatta kalır” gibi birtakım yaşam mücadelesi öğretilerine (böyle bir yaşam modelinde iktisadi alanda, “bencilliği- kendi çıkarı peşinde olmayı”, “tatminsizliği-açgözlülüğü”, “ahlaki boyuttan uzaklaştırılmış, kişiliksizleştirilmiş bir rasyonellik anlayışını” öğütleyen öğretiler) bağımlı olan Geleneksel iktisadi zihniyet için, mücadelenin sonundaki ölümden sonrasının bir önemi yoktur. Çünkü Ahiret inancı yoktur. Dolayısıyla Ahirette hesap verme endişesi yoktur. “Özgür” homo sapiens, iktisadi alanda da özgürdür. “Güçlü olan hayatta kalır”; dolayısıyla her birey kendi çıkarı için yaşamalıdır. Bencillik birey için artık bir davranış modelidir. Her birey “kendi çıkarını”/faydasını/kârını maksimize etmelidir. Kendi çıkarını düşünmezse, zayıf düşecektir; yaşam bir mücadele olduğundan güçlü olan zayıfı ezecektir. Başkaları kendi çıkarını maksimize ederken, bireyin de kendi menfaatini ilk plana alması gerekmektedir. Üstelik zayıf olanların korunması bir sorun değildir. Çünkü zayıflar, hem yaşam mücadelesinden geçemeyeceklerdir, üstelik zayıfı korumanın ya da ona 472 Dört ihtimal vardır. Gerekli bilgi için bkz. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Tabiat Risalesi (Yirmiüçüncü Lem’a), Envâr Neşriyat, İkinci Baskı, İstanbul, 2006. 128 yardım etmenin bir fırsat maliyeti vardır: Bireyin kendi çıkarının azamiyesi. Birey için yaşamın merkezi Ene olmuştur. Kendi çıkarını maksimuma ulaştırmak isteyen birey’in tatminini bu dünyada sınırlayacak bir şey kalmamıştır. Böyle bir homo sapiens, üç tane malı iki mala tercih edecektir, iki mal kendi için yeterli olsa bile. Üstelik iki homo sapiens’li ve iki mallı bir dünya varsayımı altında, birer birer paylaşmayı tercih etmeyecekler, yaşam mücadelesi sonucu biri güçlü (“güçlü”nün tanımı bağlı olduğu teoriye göre değişir) olursa iki malı alacaktır. Böyle bir durum Geleneksel iktisadi zihniyete göre verimli sayılacaktır. Çünkü iktisadi verimlilik açısından önemli olan o iki malın tamamının tüketiliyor olmasıdır. 2. 1 numaralı aksiyomun gerektirdiği ikinci aksiyom: “Ölümden sonrası önemsiz olduğuna göre, ölümden öncesinde elde edilen önemlidir.” Çünkü ölümden sonra hesap verme endişesi yaşam mücadelesinde elde etme faaliyetlerini etkileyecek bir faktör değildir. Dünya sevgisi-fani eşyaya sahip olma arzusu- ön plandadır. Bir başka deyişle, dünyadaki her şeyden haz alma ve tatmin elde etme anlayışı hâkimdir. Her şeyden maksimum haz alma peşinde olan birey’i sınırlayacak bir ahlaki norm olup olmadığı tartışmaya açıktır. Çünkü hesap verme endişesi yoktur. Kendi aklı ile doğru saydığı her tercih ona haz verecektir. Böylelikle rasyonellik alanına girmiş olacaktır. Üstelik maymun türlerinden olup da şuur kazanabilerek 21. yüzyıla ulaşabilmiş homo sapiens, her nasılsa yüksek iktisatçıların karmaşık modellerinde hiperrasyonelleşebilecektir. 3. 1 ve 2 numaralı gizli aksiyomların neticesinin (Ahiret yok ise, hesap verme endişesi yoktur; dolayısıyla en çok tatmini getirecek tercihler yapılır) gerektirdiği 3. gizli aksiyom şudur: “En çok tatmini 129 almak için her yol meşru hale gelir”. Niccolo Machiavelli’nin iddia ettiği “hedefe giden her yol meşrudur” anlayışı gibi… Kendi tatminini düşünen, açgözlü veya doyumsuz homo sapiens, yaşam mücadelesinde maksimum hazzı bulabilmek için her yolu deneyebilir. Toplumun veya kendinden başkasının çıkarının, kendisi için bir önemi yoktur: “bencillik”. En çok tatmini almak için her zaman “daha fazla”sı elde edilmelidir: “doyumsuzluk”. 4. “İktisadi hedef bireysel tatmin kazanma amacıyla madde elde edinimidir.” “İktisadi yaşam yukarıdaki ilk 3 gizli aksiyomun gerçekleştirilebileceği bir çekirdek alandır; elde etme bilimi ya da elde etme sanatı” olarak iktisadi hayat en çok tatmini almak amacıyla düzenlenir. Çünkü bu anlayışa göre (iktisadi) hedef bireysel tatmin kazanma amacıyla madde elde edinimi haline getirilmiştir. 5. “Her birey “Ene”sinden başkasına hesap vermeyen Homo economicus’tur”: 4. Gizli aksiyomun iktisadi yaşam kabulüne göre “gerekli hale gelen insan kabulü”dür. İktisadi hayatta “ene”si tarafından yönlendirilen ve kişiliksizleştirilmiş bir hiperrasyonelliğe sahip, her imkânı kendi menfaati açısından maksimum derecede değerlendirecek kadar egoist, sahip oldukları ile hiçbir zaman tatmin olmayacak derecede açgözlü bir Homo Sapiens: Homo Economicus. (6.Her birey bir homo economicus ise, toplumun refahının maksimuma ulaşacağı iddiasının Dinsel İktisadi Düşünce açısından analizi çalışmaya değer bir konudur…) Geleneksel iktisat teorisinde “insan” , i. Tam bilgiye sahip ii. Seçici, dolayısıyla optimize edici 130 iii. Açgözlü (çoğu aza tercih eden ya da doyumsuz) iv. Tercihleri arasında tutarlı v. Bencil, kendi çıkarını azamileştirme çabası içerisinde vi. Rasyonel/akılcı olarak tanımlanmıştır. Ancak Semavi dinlerin tarif ettiği “insan” ın iktisadi boyutu bu aksiyomlarla uyuşmamaktadır. Zikredilen özelliklerin hepsine aynı anda sahip olan bir insanın olduğunu varsayılsa ( böyle bir varsayımın ne kadar geçersiz ve yanlış olduğu başka bölümde ıspatlanmıştır) bile böyle bir insan Semavi dinlerde tarif edilen insan değildir. En azından iii ve v numaralarda zikredilen özellikler Semavi dinlerce tarif edilen ideal insana uymamaktadır. (Bununla birlikte homo economicus’un birbirini gerektiren altı aksiyomunun yalnızca bir tanesinin yanlışlığı ve geçersizliği ortaya konduğunda homo economicus varsayımı çökmüş olur) Çalışmada Üç Semavi dinin “insan-ı kâmil” için vurguladıkları özellikler içinde iktisadi davranışlar ile ilgili olan bölümler analiz edilmiştir. Geleneksel iktisadi zihniyetin tarif ettiği homo economicus karakteristikleri sırasıyla Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam perspektifiyle analiz edilmiştir. Homo economicus varsayımının kendi içindeki çelişkili ifadeleri Geleneksel İktisat Teorisinde de yapılmıştır. Bu bölümde homo economicus’un literatürce sayılan aksiyomlarının-özellikle “doyumsuzluk-açgözlülük” ve “kendi menfaatinin azamiyesi peşinde olma-bencillik” meselelerinin- Semavi dinlerin öğretileri ile ve dayandıkları esaslar ile ters düştüğü, Semavi dinlerin “insan-ı kâmilin iktisadi motivasyonu ve davranışları” üzerine öğütlediklerinin aktarılmasına gayret gösterilmiştir. Homo economicus için sayılan özellikler “İktisat Teorisine göre “insan”” bölümünde açıklanmıştı. Analiz için hatırlatma amacıyla bu özellikleri bazı hataları ile kısaca şöyle sıralayabiliriz: i. İnsanın tam bilgiye sahip olma ihtimalinin ne kadar düşük olduğuna dair açıklama bir önceki bölümde yapılmıştır. 131 Ayrıca tam bilgiye sahip homo economicus’un piyasada aldatılmasının mümkün olmaması kabulünün anlamsızlığı da-yine aynı zihniyet esaslarına dayanarak varsayılmış “tatminsizlik” ve “bencillik” aksiyomları gereği entrikacılık, aldatma eğilimi söz konusudur-açıklanmıştır. ii. İnsanın seçici olduğu doğrudur. Ancak bu konuyla ilgili olarak en az üç önemli mesele vardır. Birincisi insanın kendisi için her zaman doğru ya da optimal olanı seçme kabiliyeti/özgürlüğü olup olmadığı, ikincisi seçeceği an itibariyle kendisine sunulan seçeneklerin ortaya çıkaracağı neticeleri bilip bilmediği, üçüncüsü sunulan seçeneklerin ortaya çıkaracağı neticeleri bildiği varsayılsa bile aralarından en iyi olanı seçip seçmeyeceği. Ayrıca bireyin seçicilikteki olası hataları ilgili bölümlerde anlatılmıştır. Bu aksiyom da “rasyonalite” ve “doyumsuzluk” aksiyomu ile içiçe geçmiştir. iii. Semavi dinlerde tarif edilen ideal insanın tokgözlü ve kanaatkâr olması istenilen erdemlerdendir. Kimyâ-yı Saâdet eserinde İmam-ı îî şöyle buyurmuştur: “Doğrusu, sabreden fakîr, şükreden zenginden üstündür. Bütün bu hadîs-i şerîfler bunu gösteriyor. Fakat işin içyüzünü öğrenmek istersen, şöyle bilmelisin ki, Allahü teâlânın zikrine ve muhabbetine engel teşkil eden her şey aşağı ve kötüdür. Bazı kimseye fakirlik, bazısına da zenginlik engel olur. Burada en güzel yol, kendine yetecek kadar malı bulunmak, bulunmamaktan iyi olan yoldur. Çünkü bu kadarı dünyadan sayılmaz. Âhıret azığıdır. Bunun için Resûllullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: “ Yâ Rabbî! Muhammed’in Âli’nin rızkını kendine yetecek kadar eyle.” Bundan fazlasının ise bulunmaması daha iyidir, ama hırs ve kanaat hâli ikisinde de aynı olmak şartıyla.”473 473 İmam-ı Gazalî, Kimyâ-yı Saâdet, Tercüme eden: A. Fârûk Meyân, Cİld: I, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1969, s. 643. 132 Doyumsuzluk ya da açgözlülük için Semavi dinlerde çok ciddi uyarılar vardır. Gazalî, “İsâ aleyhisselâm buyurdu: “Zengin, çok zor Cennete girer.” Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: “Allahü teâlâ sevdiği kuluna belâ verir, sevgi daha fazla olursa iftinâ eder.” Yâ Resûllallah, iftinâ ne demektir dediklerinde: “Ne malı, ne de ehli kalan kimsedir,” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm: “Yâ Rabbi, insanlar içinde sevdiklerin kimlerdir? Onları ben de seveyim,” deyince, Allahü teâlâ: “Nerede bir fakîr varsa, fakir yâni tam fakîr,” buyurdu.”474 diye buyurmuştur. iv. İnsanın tercihleri arasında her zaman tutarlı olmayacağı Geleneksel iktisat teorisinde de tartışma konusudur. Nitekim insanın ruhu olgunlaştıkça geçmişinde aldığı kararları, yaptığı tercihleri kısmen beğenmeyecektir. Geçmişte yaptığı herhangi bir tercihten sapma ya da her hangi iki tercihe karşı tutarsız sayılabilecek üçüncü bir tercih yapma ihtimali her zaman vardır. Semavi dinlerde anlatıldığı üzere, Allah’ın emir dairesinde hareket etmek koşuluyla insanın tutarlı tercihler yapmaya gayret etmesi gerekmektedir. Buna ilave olarak İktisat Teorisi’nde tercihlerin tutarsızlığı konusunda yazılmış ciddi eleştiriler vardır. v. Bencillik ya da kendi çıkarını azamileştirme, açgözlülük ile bağlantılıdır. Bu konuyla ilgili İlahi emirler açıktır. Bencilliğin doğuracağı kötü sonuçlar, toplumun çıkarının ferdin çıkarına üstün tutulması (ikisi çakıştığında), paylaşma, yardımlaşma, yoksulun gözetilmesi, kardeşlik, komşuluk, sevgi, kendi nefsini terbiye gibi konularda uyarılar yapılmıştır. Bu uyarıların “bencil bir iktisadi insan” olmamaya yönelik algılanabilme dereceleri vardır. vi. Akılcılık ile kastedilenin Semavi dinlerde ne olduğuna, Allah’ın nasıl, nerede, ne gibi işlerde, hangi derecede 474 İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 641. 133 kullanılan akıldan razı olacağına bakılmalıdır. Hatalardan ders alma ve aynı hatayı ikinci kez yapmama güzel bir özellik olmakla beraber rasyonel insanın bu nitelikleri “Hıristiyan dinine karşı aklın üstünlüğü savunulmadan önce, 14 asır önce İslam dini tarafından” belirlenmiştir. Ancak birçok insan aynı hatayı defalarca tekrarlamaktadır. Bununla birlikte “akıl” cihazının ne amaçla kullanıldığı da önemlidir. Konuyla ilgili Semavi dinlerin ayrı ayrı aktarımlarına bakılmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Bakara Suresi 30. Ayette, “Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler, Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti.” , Enam Suresi 165. Ayette, “O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hakim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” buyrulmuştur. Yeryüzünde halife olma, kaynakların idaresi konusunda Allah’a hesap verme mecburiyeti Hıristiyanlıktaki yöneticilik fikrine benzemektedir. 475 İncil’de, Romalılar 13’de “Çünkü yönetim, senin iyiliğin için Tanrı’ya hizmet etmektedir. Ama kötü olanı yaparsan, kork! Yönetim, kılıcı boş yere taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı’nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı’ya hizmet ediyor.” buyrulmuştur. Bununla birlikte, Tevrat’ta, Yaratılış 9’da “ “Yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümü sizden korkup ürkecek. Yeryüzündeki bütün canlılar, denizdeki bütün balıklar sizin yönetiminize verilmiştir.”” buyrulmuştur. Naqvi’nin eleştirmenliğini yaptığı Wilson’ın Economics, Ethics and Religion: Jewish, Christian and Muslim Economic Thought adlı eserinde İktisat Teorisi-Semavi Dinler İlişkisi ile mütealik bazı temel önermeler476 ifade edilmiştir. Şöyle ki: 475 Wilson, R. “Islamic Economics and Finance”, World Economics, Vol.9, No.1,January-March 2008, s. 181. http://www.relooney.info/00_New_2168.pdf 476 Numaralandırılmış önermeler adı geçen eserden alınmıştır. Gerekli ekleme ve analizler ile ilgili alıntılara da yer verilmiştir. 134 Beşerin iktisadi faaliyetleri ahlaki mevkiinden ayrıştırılamaz ve bu konum kişinin benimsemiş olduğu dininin şartları tarafından belirlenmiştir.477 İktisat teorisi çalışmanın tek yararlı yolu, evrensel olarak kabul edilmiş üç Semavi dinin-İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik-ahlaki esaslarından temel iktisadi önermelerin türetilmesidir.478 “Ahlaki ve Dini Gerekçeli bir İktisat Teorisinin” iktisadi-ahlaki-dini irtibatları Tevrat, İncil ve Kur’ân’ı kaynak almalıdır. Wilson, tarihi ve sosyal nedenlere bağlı olarak Yahudi ve Hristiyan toplumların, iktisadi ve dini meselelerin kesin ve katı olarak ayrımında ısrarcı olarak bütünüyle seküler adetlere teslim olduklarını ifade etmiştir. Dolayısıyla Batılı neoklasik iktisat İncil’e müraacat etmemektedir. Benzer şekilde Yahudi toplumu iktisadi meselelerde Tevrat’ın öğretisine pek az başvurmaktadır. Wilson’ın ifadesine göre, Kur’ân’da iktisadi meseleler daha geniş yer aldığı için Müslümanların çoğunluğu İslami iktisadi öğretiler konusunda bilgi sahibidirler. Bu sebeple “Yahudi İktisadı” ve “Hıristiyan İktisadı”na kıyasla “İslam İktisadı”nın “daha yüksek” konumu şaşırtıcı değildir.479 Naqvi, Wilson’ın adı geçen eserinin kıymetini vurgulamak için beş önemli bulgusunu şöyle ifade etmiştir:480 1. Üç Semavi din insanın bu dünyadaki faaliyetleri ile Ahiret’te alacağı karşılığın ( mükâfat ya da ceza) arasındaki sıkı irtibata vurgu yapmıştır. Üçü de “iktisadi rasyonalite”yi kutsal mana ile ilişkili olan iktisadi aktiviteler hakkında verdikleri bilgiler doğrultusunda tanımlamayı amaçlar. Bu tanım, iktisadi öznelerin (insanların) günlük davranışlarının “yalnızca bireysel menfaat gibi miyop düşünceler” ile kısıtlanamayacağı anlamına gelmektedir. Bunun yerine insanın (aydınlanmış)menfaatini, doğru ve tam refah azamîyesine ulaşmanın geçici ve ölümlü işlere duyulan hırsın terkiyle mümkün olduğu fikri ile değerlendirmesi gerekir. İslam bu tanımı çok daha fazla belirgin 477 Naqvi, S.N.H., (Reviewer), “Rodney Wilson Economics, Ethics and Religion: Jewish, Christian and Muslim Economic Thought”, New York: New York University Press, 1997, 233 P. (including a bibliography and an index)”, J.KAU: Islamic Econ., Vol. 12, (1420 A.H / 2000 A.D). Islamabad, s. 69. 478 Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 70. Naqvi,(Reviewer), a.g.m., s. 70. 480 Numaraldırılmış beş tespit aşağıdaki kaynaktan alınmıştır. Gerekli ekleme ve analizlere de yer verilmiştir. Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 71-73. 479 135 yapmıştır. Haşr suresi 9. Ayette şöyle buyrulmuştur: “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine'ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Leyl Suresi 18. ayette şöyle buyrulmuştur: “Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah'a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.” 481 2. “Tüm mülkün Allah’a ait olduğu” ve “insanın yalnızca mülkün emanetçisi olduğu” üç Semavi dinin ortak görüşüdür. Ancak bu görüşün iktisadi davranışlara olası etkileri açısından ince farklar mevcuttur. Yahudilikte kapsamlı biçimde eşitlikçilik varken, Allah’a adanmış mülkiyet, birey ya da sınıf için mutlak mülkiyet hakkı tanınmamış olsa bile, mevcut mülkiyet haklarının yapısının meşrulaştırılması olarak değerlendirilmektedir. Hıristiyanlık açısından, kaynakların kullanımında izlenilen yöntem ve yolun Allah’a hesap vermede zorunluluk getirdiği vurgulanmış; ancak kaynakların en uygun yetenekler doğrultusunda kullanımı hakkında daha geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır. İslam tüm servetin “göreli” sahipliği kavramına vurgu yapmıştır. Birey ölçülü olarak ve toplumun yararına harcama yapmalıdır. Hadıd Suresi 7. Ayette, “Allah'a ve Resülüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükafat vardır.” buyrulmuştur.482 3. Üç dinin ortak içeriklerinden bir tanesi de zenginin yoksula ve ihtiyaç sahibine olan sorumluluğu konusundaki görüşleridir. Yahudilik fakire yardımı sosyal mecburiyet olarak görmektedir. Hıristiyanlık, Allah’ın Saltanatı’na (Kingdom of God) dahil olanlar için, zenginin yoksula yardım etmesini istemektedir. İslami görüş ise yoksulun zenginin serveti üzerinde “hakkı” olduğunu belirtmiştir. Mearic Suresi 24-25. Ayetlerde “Onlar, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir.” buyrulmuştur. Vermenin sadece bir hayırseverlik olmadığı, yoksulun konumunun iyileştirilmesi için yapıldığı vurgulanmıştır. Yoksula yardım 481 482 Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 71. Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 71. 136 etmemek ve başkalarını aynısını yapmaya teşvik etmemek inancını inkâr etmek ile müsavidir. Maun Suresi 1-3. Ayetlerde, “Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.” buyrulmuştur. 483 4. Üç Semavi dinde ortak olarak gelir ve servetteki geniş farklılıkların Allah’ın Tasarımı’ndan sapma-yoldan çıkma teşkil ettiğini dolayısıyla böyle bir durumun olmaması gerektiği vurgulanmıştır. Ancak bazı farkılıklar vardır. Naqvi, Wilson’ın eseri ile ilgili bu dördüncü bulgusunda, Yahudilikte İlahi Düzen’in kurulmasının amaçlandığını ancak servet ve gelirdeki geniş farklılıkların muhakkak “adaletsiz koşullar”ı tanımlamadığı görüşünün olmasından ötürü bu durumun bir derece paradoks içerdiğini ifade etmiştir. Hıristiyanlık “servet dağılımında denge”yi önemsemektedir. İncil’de manevi seviyenin aksine olarak materyal seviye ihtiyacının “hayli kaygılanacak bir şey olmadığı” buyrulmuştur. 484 Luka (12:15)’da, “Zengin Budala”: “Sonra onlara, “Dikkatli olun!” dedi. “Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir.” , Matta (6:20)’de (Göksel Hazineler): “ Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar.” buyrulmuştur. Naqvi, Wilson’a göre İslam’da, inananlar için Ahirette çok daha fazlası vaat edildiği için bu dünyadaki gelir ve servet dağılımının önemli sorunlar teşkil etmediği görüşünün hâkim olduğunu ifade etmiştir. Naqvi bu değerlendirmeye katılmadığını ifade ederek, Haşr Suresi 7. Ayette “Allah'ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah'a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah'ın azabı çetindir.” buyrulduğu üzere İslam’ın, ekonomik sistemin başarısı için özel mülkiyet haklarındaki adaletsiz yapının değiştirilmesini elzem gördüğünü ortaya koymuştur. Çünkü adaletsiz 483 Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 71-72. Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 72. 484 137 bir ekonomik yapı zulümdür, El-Adl (C.C.) İsm-i Şerifinin manasına ters düşmektedir ve toplum dengesinin inkârıdır.485 5. Riba konusunda üç dinin hükümleri“göreli” dir. Hıristiyanlık samimi ve açık bir şekilde bu uygulamayı kınamaktayken, Yahudilikte özellikle diaspora halindeki Yahudiler için husus aynı değildir. Wilson bu durumu “birçok” önde gelen bankacı ve finans uzmanının Yahudi olmasına atfetmiştir.486 İslam’ın riba yasağı ile ilgili olarak görüşü çok kesin ve aşikâr olup, İslam iktisat sisteminin “en belirgin” karakteristiklerinden biridir.487 Geleneksel İktisadi zihniyetin yorumladığı insan tanımı ile Semavi Dinlerin tanımının farkı açıkça şöyle görülebilmektedir: Geleneksel İktisadi Zihniyet Materyalist ve Liberal Felsefenin güç aldığı “Evrimci kabul”e dayanmaktadır. Buna göre bir “Homo Sapiens iktisadi ortamda bir Homo Economicus’tur”. Böylelikle kâinatın bir Yaratıcısı olduğu ve yaratılmadan önce mükemmel hesaplar ve hikmetler ile -el-Adl (C.C.), el-Hakîm (C.C.) isimlerinin muktezası ile- planlanmış ve tasarlanmış olduğunu reddeden bir zihniyete dayalı esasların Ahiret inancını inkar edeceği açıktır. Etmiyorsa çelişki teşkil eder. Buna göre, söz konusu iktisadi Homo Sapiens Ahiret için iş yapmayacaktır. Ahiret’te kazanacağı ya da kaybedeceği bir durumu hesaplarına katmaz. O sebeple tüm derdi azami ve peşin dünyevi menfaattir. Böylelikle dünya sevgisi çoktur. Dünya sevgisi çok ise, ölmeyi hiç istemeyeceği için ve ölümden sonrasının kendisi için bir sorun teşkil etmemesinden dolayı, ömründe uzun gelecek hesapları yaparak elde etmek istediklerinin maksimizasyonu için kendi menfaatine yönelik azami çaba sarfedecektir. Gazalî “uzun emelli olmanın sebepleri” için şöyle buyurmuştur: “ İnsanın kalbinden çok yaşamayı geçirmesi iki sebepledir. Biri câhillik, ikincisi dünya sevgisidir. Dünya sevgisi galip olunca, ölüm sevdiği şeyi ondan alır. Bunun için ölmeyi sevmez. Kendine uygun bulmaz. İnsan kendine uygun bulmadığı şeyi, kendinden uzaklaştırmak 485 Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 72. Bu konuyla ilgili gerekli bilgi ve analizimiz için bkz. Yahudilikte iktisadi insan bölümü 487 Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 72. 486 138 ister. Kendini yemeye, içmeye, eğlenmeye ve oyuna verir. Hepsi kendi kalbinde, kendi arzusuna uygun bir şekil alır. Böylece daima yaşamak, para sahibi olmak, hanımlarını, çocuklarını ve dünyalık elde etme sebeplerini aklından geçirir. Hepsinin yerinde olmasını ister. Bu arzularına aykırı olan ölümü unutur.”488, “Âhiretin uzunluğunu, ömrünün kısalığını düşünen kimse, âhireti verip dünyayı satın almanın, rüyadaki bir gümüşü, uyanıklıktaki altından çok sevmesi gibidir.”489 Gazalî’nin “…ahireti verip dünyayı satın almanın, rüyadaki bir gümüşü, uyanıklıktaki altından çok sevmesi gibidir” ifadesinden Semavi dinlerin aklıcılık anlayışını ifade eden bir esas ortaya çıkmaktadır. Nitekim Yahudilik’te, Hıristiyanlık’ta ve İslam’da insanın iktisadi durumunun analizinde bu esasın dayandığı İlahi Emirler çalışmamızda açıklanmıştır. İslami dairede iktisadi rasyonalite ayrıca ilgili bölümde bir derece açıklanmaya çalışılmıştır. 3.2. Musevi İktisadi Doktrinine Göre “Homo Economicus”’un Analizi 3.2.1. Yahudi Dininin Bazı Kutsal Kaynakları: Yahudi kutsal kitapları ikiye ayrılmaktadır: Tanakh, Yazılı Dini Edebiyat, ve Talmud, Sözlü Dini Edebiyat. Tanakh Hıristiyanlar tarafından “Eski Ahit” olarak adlandırılmaktadır. İsim olarak Tanakh, kendisini meydana getiren üç bölümün baş harflerinin birleştirilmesi ile oluşmuştur; Torah(Tevrat), Neviîm (Peygamberler) ve Ketuvîm ( Kitaplar).490 İbranice Torah (Fransızca’da Pentateuque491 ya da Arapça Tevrat) şeriat anlamındadır ve Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye492 olmak üzere beş kitaptan oluşmaktadır. Ortodoks Yahudi görüşü Tevrat’ın Hz. Mûsâ (A.S.)’a vahiy ile gönderilmiş Tanrı Kelâmı olduğunu kabul etmektedir.493 488 İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 771. İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 772. 490 Hıdır, Ö., Yahudi Kültürü ve Hadisler (İsrâiliyyât-Hadis İlişkisi), İnsan Yayınları: 447, 2. Baskı, 2010, s.72. 491 Bucaille, M., Tevrat, İncilleri Kur’ân-ı Kerîm ve Bilim-“La Bible, Le Coran, et la science”, Tercüme: prof. Dr. Suat Yıldırım, Işık Yayınları, 2005, s. 46. 492 Bucaille, a.g.e., s. 46. 493 Hıdır, a.g.e., s.73-74. 489 139 Jahud Ha-Nasi tarafından 2. Yüzyıl başlarında derlenen Mişna, Sedârîm denilen 6 ana bölüm, 63 kitap ve 523 konu başlığından oluşmaktadır494. Zera’im ( zirai sorumluluklar), Mo’ed (mukaddes vakitler), Naşim ( Kadın-aile hukuku), Nezikin ( ceza hukuku), Kodaşim ( Mabed hizmetleri) ve Torohot ( Taharet ve temizlik meseleleri) olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır. Mişna, halaha çalışmalarının temelini oluşturmaktadır.495 Halaha “gidilen yol” anlamında olup, “ıstılahta “bir konuda tespit edilip karar verilen hukuki kural”” manasındadır. Yahudi hukuk sisteminin tamamını ifade için kullanılmaktadır.496 Halakhik kurallar sadece yazılı kanuna müracaat etmez, ciddi anlamda insanın sağduyusunu gerektirmektedir497. Talmud öğrenim ve öğreti manasındadır. Mişna’nın tamamlanmasından sonra Mişna’yı şerh çalışmaları sonucunda meydana gelmiştir. Hukuk külliyatı olmalarına rağmen, Mişna’daki hükümlerin akıl yürütme yöntemi ile yorumlanması ve incelenmesi Talmudların en önemli özelliğidir.498 Midraş şerh, yorum manasında olup Tevrat’ın ahlaki, tasavvufi, folklorik ve menâkıbî metinleri ile ilgili yorumlardır. Halakhik bilgilerin yorumları Mişna ve Talmud’da bulunmakta, aggadik (ahlaki, teolojik ve tarihi) bilgi yorumları Midraş’ta bulunmaktadır. Amoraim adlı Yahudi din adamları Mişna ve Talmudların derlenmesinden sonra, Mişna’daki hükümlerin akıl ve nakil ile temellendirilmesi ve ilave olarak önceki rabbilerin-Tannâîm-499 yorumlarını Tevrat’taki hükümler ile esaslandırılması konusunda çalışma yapmışlardır.500 494 Hıdır, a.g.e., s.76-77. Arslantaş, N., İslam Dünyasında İktisadi ve İlmi Hayatta Yahudiler Abbasi ve Fatımiler Dönemi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları No:222, 1. Baskı İstanbul, Şubat 2009, s. 369370. 496 Arslantaş, a.g.e., s. 403-404. 497 Sagi, A. ve Statman, D.,“Divine Command Morality and Jewish Tradition”, Journal of Religious Ethics, s. 55. 498 Arslantaş, a.g.e., s. 370. 499 Hıdır, a.g.e., s.79, 82-83. 500 Arslantaş, a.g.e., s. 370. 495 140 3.2.2. Yahudi Dünyasındaki İktisadi Tarihsel Süreç ile Hakim İktisat Teorisi Zihniyeti Teşekkülünün İlişkisi: Eckstein ve Botticini’ye göre, Yahudi olanlar ve olmayanlar arasındaki farklılık 2. Yüzyıldan sonra erkek Yahudilerin önemli oranının okuma biliyor ( bazıları da yazabiliyor idi) olmasından kaynaklanmıştır. Milenyumun sonunda neredeyse tüm erkek Yahudiler okuryazardır ve sadece az kesimi çiftçidir. Aynı zamanda, Yahudilerin yaşadığı yerlerde neredeyse nüfusun tamamı okuryazar değildir ve büyük bir kesimi tarımla uğraşmaktadır.501 İkinci Tapınak tahribatı Musevi dininde derin değişimler meydana getirmiştir. Museviliğin çekirdeği artık ayinlerden ve Tapınaktaki rahiplerin gerçekleştirdiği dinsel törenlerden oluşmuyordu. Tevrat’ın okunması ve öğretilmesi Musevi dininin esası haline gelmiş idi. Hahamlar ve âlimler cemaatlerin öne çıkan liderleri olarak belirmişlerdir. Hahamlar Allah’a ibadetin sadece dua ile değil öğrenim ile de gerçekleştirileceğini ciddi biçimde ifade etmişlerdir. İnancı ile ilgili bütün kanunları inceleyebilmek için bir Yahudi eğitim almalı idi. İyi bir Yahudinin hizmet için, haftada dört kez, Sebt günü iki kez ve her Pazartesi bir kez ve Perşembe sabahları, Tevrat’ın bölümlerini okuması gerekiyordu. Musevilikte eğitim reformunun o vakitlerde ortaya çıkmasının nedeni tahmin edilebilir. Öğretmen olmaları nedeniyle Hahamların o vakitlerde gelirlerini artıracağı nedeniyle eğitim reformunu tercih etmiş olmaları mümkündür. Öğrenim ve eğitime verilen ehemmiyet sonraki yüzyıllarda devam etmiştir.502 “Tekrar etmek, öğrenmek” anlamında olan Mişna’nın yazıya dökülmesinden önce Yahudiler Filistin’de ve başka yerlerde tarımsal faaliyetlerle meşgul olmuşlardır. Fakat Kudüs ( Geniza dokümanlarından edinilen bilgiye göre, ticaret Kudüslü Yahudilerin başlıca geçim kaynağı olmuştur503)İskenderiye, Babil ve Roma’da tarımsal olmayan faaliyetlerde bulunmuşlardır. Yahudilerin tarımsal faaliyetlerden zanaat, ticaret 501 Eckstein, Z. ve Botticini, M., “From Farmers to Merchants: A Human Capital Interpretation of Jewish Economic History”, January 2003, s.11. 502 Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.12, 13. 503 Arslantaş, a.g.e., s. 128. 141 ve ikrazata geçişleri Talmud döneminde başlamıştır. Tarım bazı ülkelerde esas meşguliyetleri olarak devam etmiştir.504 Okuryazarlık ve eğitim sadece tüccarlar ve ikrazatçılar için değil başka meslek sahipleri için de kıymetli idi. İlk binyılda birçok malın üretimi kişiye özeldir. Dolayısıyla, kuyumcu, demirci, kunduracı ya da terzi gibi her esnaf ve zanaatkâr için müşteri ve üretici arasında ileride bir anlaşmazlık ihtimaline karşı ürünlerin boyutunu ve cinsini belirleyen sözleşmeler yazabilmeye muktedir olmanın getirdiği bir üstünlük vardır. Ayrıca esnaf ve zanaatkârlar hammadde getirtip yerli ve uzaktaki tüccarlara nihai ürün satıyorlardı. Yine, sözleşme tasarlayabilme ya da okuyabilmeye muktedir olmak kazançlı idi. Eğitimli ve okuryazar olanlar çiftçilerden daha fazla para kazanmıştır.505 Yahudilerin söz konusu alanda başarı elde etmelerine fayda sağlayan başka faktörler de olmuştur. Yaşamlarının ticari diğer alanlarında, bulundukları yerden bağımsız olarak, Yahudi hukukuna başvurmuşlardır. İtalya, Fransa, İspanya, Hazar, İslam Dünyası, Çin ve Hindistan başta olmak üzere birçok yerde dindaşlarıyla kurdukları irtibatlar neticesinde kolay ve büyük çapta ticaret yapmaya muktedir olmuşlardır. Talmudik dönemden beri yaygın olan İgeret arahit ya da igeret dikar olarak adlandırılan tavsiye mektupları bulundukları bölgelerde dindaşları tarafından çok ehemmiyet verilmelerine neden olmuştur. 506 Eckstein ve Botticini araştırmalarında, 6. yüzyıl itibariyle Yahudilerin başka azınlıklara göre belirgin vasıfları olmasının dinlerinin eğitim merkezli olmasına bağlı olduğu sonucuna varmışlardır. İddiaları şöyledir; Yahudilere belirgin vasıf veren, onların azınlık statüsüne sahip olmaları değil, 8. ve 9. yüzyıldan itibaren onların çiftçi olma yerine tüccar olmayı tercih etmelerinin ana nedenidir. İlk binyılın ikinci yarısında Yahudilerin %70’inin yaşadığı Mezopotamya’da olduğu gibi, Yahudiler ticarete intikal ettiklerinde el sanatlarının, ticaretin ve finansın yüksek beşeri sermayeye yüksek getiri sağladığı yeni kentlere göç etme dürtüsüne sahip olmuşlardır. 9. ve 10 yüzyıllarda Yahudilerin Batı Avrupa’ya 504 Eckstein ve Botticini, a.g.m.,s.6. Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.15. 506 Mağribli bir Yahudi tüccarın Askalan yolculuğu esnasında Ürdünlü başka bir Yahudi tüccarla yaptığı ortaklıkta bir süre sonra kar elde edememesi sonunda mahkemelik olmaları vaki olmuştur. Bilgi için bkz. Gil, Erets Yisrael, III, 322. Kaynak: Arslantaş, a.g.e., s. 126, 133. 505 142 gerçekleştirdikleri hızlı göç ve orada ulaştıkları yüksek yaşam standardı iddiaya destek niteliğindedir. Ayrıca delillerin desteklediğine göre muazzam miktarda müzakerenin kendilerine sağladığı mantıksal düşünme ve Mişna ve Talmud’un günlük yaşam analizini öğrenen söz konusu Yahudi tüccarlar, Yahudiler arasında en eğitimli olanlar idi.507 Ancak Yahudilerin ticaretteki başarılarının bir başka nedeni, birçok ulus birbiriyle mücadele içindeyken , “kimsenin güvensizliğini uyandırmadan” ve her yere tehlikesizce girerek yüksek kârlar elde edebilmeleridir 508. Yahudilerin, yerel yöneticiler tarafından yürürlüğe konan kısıtlamalar ve yasaklar sebebiyle, nüfusun diğer kesimini oluşturanlardan farklı olarak zirai faaliyetle meşgul olmamaları görüşü Abrahams ve Roth tarafından geliştirilmiştir. Çünkü Orta Çağın sonlarında birçok ülkede Yahudilerin toprak sahibi olmaları yasaklanmış ve bazı yerlerde kırsal alanlarda yaşamalarına izin verilmemiştir.509 Ancak İslam dünyasında Avrupa’daki gibi ticari yaşamdan dışlanmamışlar, aksine İslami ekonomik toplum ile bütünleşme göstermişlerdir. Yahudiler Babil sürgünü ve Helenistik dönemde ticari faaliyet göstermişler ancak İslami dönemde profesyonelleşmeleri ile “Tüccar Yahudi” tipi meydana gelmiştir. Yahudiler için “altın çağ” olarak nitelendirilen 10. yüzyıl ve sonrasında toplumsal kesimler belirginleşmiştir. Küçük sermayeli esnaf ve zanaatkârlar olanlardan sonraki nesiller büyük iş adamları kesimine dâhil olmuştur.510 Yahudilerin tarımdan el sanatlarına, ticarete ve finansa intikalleri 8. yüzyılda ağırlıklı olarak Mezopotamya’da, İslam hâkimiyetinin tamamında, daha sonrasında göç ettikleri Batı Avrupa’da gerçekleşmiştir. Mesleki intikal gerçekleşirken Abrahams ve Roth’un ileri sürdüğü gibi kısıtlamalar ve yasaklamalar olmamıştır. Yahudiler toprak sahibi olmuşlar ancak hiçbir suretle tarımsal emekte bulunmamışlardır. 8. yüzyıldan 9. yüzyıla kadar Abbasi hâkimiyeti boyunca gerçekleşmiiş olan İslam coğrafyasında kentleşme sürecinde Yahudiler ülkelerarası yer değiştirmişler, küçük köylerden şehirlere göç 507 Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.4,10. Arslantaş, a.g.e., s. 133. 509 Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.2. 510 Arslantaş, a.g.e., s. 125-127. 508 143 etmişlerdir. 8. yüzyılın sonunda İslam coğrafyasında Yahudi nüfusunun neredeyse tamamı şehirli olmuştur. Ayrıca uzun mesafeli ticaret ile meşgul olmuşlardır.511 Hıristiyan-feodal Avrupa’da toprak sahibi olma hususunda Yahudilerin büyük oranda hariç tutulmaları bazı kalıcı ekonomik ve sosyal neticeler vermiştir. Yahudiler 8. ve 10. yüzyıllar arasında uluslararası tüccar olarak geçimlerini sağlamaya, 10.-12. yüzyıllar arasında geniş çapta ikrazatçılar, 10.-13. yüzyıllar arasında yerleşik tüccarlar, 13.-16. yüzyıllar arasında ikinci derecede ikrazatçılar olmaya mecbur bırakılmışlardır. Dolayısıyla kapitalist sistem Avrupa’da pre-kapitalist sistemi yerinden etmeye başlamıştır, Yahudiler henüz modern kapitalist girişimci olmamalarına rağmen hâlihazırda bir şehirleşmiş toplum idiler. Bir başka neticesi ise şöyledir: Yahudiler arasında baskın elit tabaka, kralları, asilleri ya da din adamlarını içermemiştir; ancak resmi-dindar âlimleri/talebeleri (Scholars) ve servet sahibi cemaat mensuplarını içermiştir. Dolayısıyla kapitalist sistem yerleşmeye başladığında Yahudilerin kralları, asilleri, din adamları yoktur. Yahudilikte ilime verilen ehemmiyet neticesinde, kapitalizm bilgi-yoğun evresine ulaştığında, Yahudiler, özellikle A.B.D.’de, genç kuşakları için işgücüne dâhil olmalarından ziyade eğitim almalarını tercih etmişlerdir.512 Avrupa’da kapitalizmin doğuşunun Hıristiyanlıktan daha çok Yahudilik üzerinde sorun yarattığı söylenmektedir. Daha evvelki çağda proto-kapitalist esaslı olarak özgün bir sistem olan kapitalizm 16. yüzyıl kökenlidir. Gerçek kapitalizmi proto-kapitalist cetlerinden ayırt eden, bir girişimcinin muazzam kâr elde etme arzusu hususunda aldığı risktir. 16. Yüzyılda evvel, risk faktörü belirleyici olmamıştır, çünkü elde edecek olağanüstü kârlar yoktur. Ticaret ve endüstrinin yapısı gereği yüksek riski göze alan ya da düşük-riski göze alan biri az bir puanla netice almıştır. Musevilik ve Yahudi toplumunun kapitalizm ile özel bir ilgileri olmuştur. Musevilik, Antik Yakın Doğu’da yarı-göçebe pre-kapitalist bir toplum kökenlidir. Yahudilikte ve Yahudi toplumunda daha sonraki gelişmeler pre-kapitalist bir toplum yapısında vuku bulmuştur. 16. yüzyılda, Yahudilerin çoğunluğu modern kapitalizmin oluşmadığı Doğu ve Orta Avrupa’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nda 511 yaşamıştır. Kapitalizmin doğduğu Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.2, 6. Ochs, A.E.R.S., “Judaism’s Historical Response to Economic, Social and Political Systems”, s.16-17. http://www.rivkinsociety.org/documents/Judaism/Ancient/Judaism's_Historical_Response-1.pdf 512 144 Antwerp’te, Amsterdam’da ve Londra’da yaşamamışlardır. Ancak Yahudilik ile kapitalizm arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır. Orta Çağ boyunca faaliyet gösteren Museviliğe göre Allah Kutsal Kitap’ta Buyruklarını beyan etmiştir; insanın gayreti Allah’a inanmaktır, Allah’ın emirlerine uymaktır ve Ahiret’te kurtulma yolunu aramaktır. 513 Orta Çağ’daki Musevilik, girişimci faaliyeti reddetmemesine ve engellememesine rağmen, kapitalist girişimciler için ideal bir din değildi. 19.yüzyıl Almanya’sında, batılılaşma ve aydınlanma konusunda kendileriyle gurur duyan Yahudi din adamları Musevilikte yeni bir form meydana getirmişlerdir. Yenilikçi veya Reformist Yahudilik olarak adlandırılan Musevi dininin bu yeni formu 19. yüzyıl Almanya’sında ortaya çıkarak sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde gelişmiştir. Museviliğin bu radikal formu modernleşme ve batılılaşmaya “Evet”, kapitalizmin kıtlık meselesi ile mücadele vaadine “Evet”, özgür-tercihlere ve risk alan bireylere “Evet”, bilimsel ve eleştirel düşünceye “Evet” demiştir. Reformist Yahudilik ekonomik sistem değildir, bir dindir ve şunu ileri sürmektedir: insani değerleri mümkün kılan ve düşünen aklı yaratan Allah’tır. Doğa ihtiyaçların karşılanması için sınırsız hazır servet ile stoklanmıştır. Dolayısıyla Ochs’a göre, Reformist Yahudilik batılılaşma ve modernleşmeye “Evet”, kapitalizme “Evet”, risk alan bireye “Evet” demektedir.514 Kuznets, Yahudilerin 19. ye 20. Yüzyıllarda topluluk olarak en yoğun yerleşim gösterdikleri ülkelerde, yerel nüfusa oranlarından bağımsız olarak, önemsiz/kayda değmeyen bir kesimlerinin tarımla uğraştığını ifade etmiştir. Büyük çoğunlukları ticaret, finansta faaliyet göstermiş ve bundan sonra endüstriyle ve el sanatlarıyla meşgul olmuşlardır.1931’de Polonya’da Yahudilerin %96’sı tarımsal olmayan faaliyetlerle meşgul iken Yahudi olmayanlar için oran %47’ye düşmüştür. Şu hususa dikkat edilmelidir ki; aynı tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa’da Yahudiler zirai faaliyetlerde bulunmaları yasaklanmamıştır.515 513 Ochs, a.g.m., s.18-19, 29,30,32,33,34,35,36. Ochs, a.g.m., s.30,32,33,34,35,36. 515 Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.5. 514 145 Yahudi Ghettosunda516 meydana gelen ekonomik profesyonelleşme ile büyük farlılıklar ortaya çıkmıştır. Bazı bölgelerde Yahudiler özellikle bankacılık, ticaret ve imalat ile meşgul olmuşlar; ancak zamanla her meslek grubunda yer almışlardır. Britanya, Kuzey Amerika ve başka ülkelerde yapılan araştırmalar neticesinde Yahudilerin “kol kuvveti ile yapılan mesleklerden ‘beyaz yakalı’ meslek gruplarına” ve serbest çalışmaya yöneldikleri ortaya çıkmıştır. Akademik yaşam, hukuk, tıp ve bilimsel araştırma dalları Yahudiler tarafından cazip bulunmuştur.517 3.2.3. Yahudi Öğretisi’nin İktisadi Esasları Musevilik “bir din ve bir yaşam biçimi” olarak ifade edilir. Yahudi kimliği için “içinde dinin de bulunduğu sosyal bağlılık” nitelendirilmesi yapılmaktadır.518 Püritenliğin iktisadi bir etkisinin olduğu kabul edilirse, Museviliğin etkisinin daha önemli olduğu anlaşılmalıdır; çünkü Musevi dini günlük hayatın en küçük detayını etkilemektedir. Bir Yahudi alacağı her kararın Tanrı’nın şanını yükseltip yükseltmeyeceğini veya O’nun adına hürmetsizlik edip etmeyeceğini sormaktadır. Yahudi kanunu insan ile Tanrı, insan ile insan, insan ile doğa gibi mümkün olan tüm ilişkiler için davranış kuralları meydana getirmiştir. 519 Yahudi iktisat teorisinin beş temel aksiyomu vardır. Bu aksiyomlardan iktisadi politikalar için mantıki sonuçlar çıkarılabilir.520 Yahudi iktisat teorisinin ilk aksiyomu: “Tanrı dünyayı yaratmıştır ve insan dünyada oluşturucudur. İnsan maddi kaynaklara sahip olma, çalışma ve yenilikler getirme ile yükümlüdür. 521 Musevilik’te hayatın hedefi Tanrı’nın buyruklarına 516 İtalyanca kökenli bir kelime olan Ghetto tarihte, belli bir ırka mensup topluluğun yerleşmek mecburiyetinde kaldıkları belirli bölgelerini ifade etmektedir. Kaynak: http://getto.nedir.com/#ixzz2secLWhOt 517 De Lange, N., Yahudi Dünyası (Atlas of the Jewish World), İletişim Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, IV. Cilt, Çev. Savil Atauz, Akın Atauz, İletişim Yayınları Equinox/Phaidon (Oxford), İstanbul 1987, s.95 518 De Lange, a.g.e., s.92. 519 Sombart, W., Kapitalizm ve Yahudiler, s.182. 520 http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory 521 http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory 146 uymaktır. Tanrı’dan ayrı olarak dünyevi mutluluk kabul edilmemektedir. Dünyevi mülkü elde etme amacıyla elde etmeye gayret göstermek budalalık olarak nitelendirilmiştir. Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için sahip olunan mülkler bu hedef için araç olarak içerebilmektedir. kullanılmalıdır. Dolayısıyla, dünyevi mülk zenginliği 522 İkinci aksiyom özel mülkiyet hakları ile ilgilidir. Özel mülkiyet hakları elzemdir ve muhafaza edilmelidir. On Emir’de belirtildiği üzere özel mülkiyet korunmalıdır. “ “Çalmayacaksın.” “Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.””523buyrulmuştur. 524 Vaiz 5’te “Annesinin rahminden çıplak çıkar insan. Dünyaya nasıl geldiyse öyle gider, Emeğinden hiçbir şey götürmez elinde.” buyrulmuştur. Dolayısıyla ayette açıklandığı gibi insanın dünyada sahip olduğu mülk geçicidir. Vaiz 5’te şöyle buyrulmuştur:“ Üstelik Tanrı bir insana mal mülk veriyor, onu yemesi, ödülünü alması, yaptığı işten mutluluk duyması için ona güç veriyorsa, bu bir Tanrı armağanıdır.” Bu ayetten de mal ve mülkün insana Allah tarafından verildiği ifade edilerek bunun bir hediye olduğu vurgulanmıştır. Yahudilik’te ortak mülkiyete önem verilmektedir. İlk İbraniler toprak, su kaynağı ve yiyecek arzı konusunda özel mülkiyeti tanımamışlardır.525 Tevrat’ta, Yeşaya 5:8,“Evlerine ev, tarlalarına tarla katanların vay haline! Oturacak yer kalmadı, Ülkede bir tek siz oturuyorsunuz.” buyurulmuştur. Ayette tekelleşme konusunda ihtar yapılmıştır.526 Yahudi iktisat teorisinin üçüncü aksiyomu servet birikimi ile ilgilidir. Ancak servet birikimi bir fazilettir, zaaf değildir.527 Kitab-ı Mukaddes’te, Sülayman’ın Özdeyişleri, 8:21’de “Böylelikle, beni sevenleri servet sahibi yapar, Hazinelerini doldururum.” buyurulmuştur. Yasa’nın Tekrarı 8, Rab’bi Unutmayın, 17-18’de “ ‘Bu serveti toplayan kendi yeteneğimiz, güçlü elimizdir’ diye düşünebilirsiniz. Ancak bu serveti toplama yeteneğini size verenin Tanrınız RAB olduğunu anımsayın. Atalarınıza ant içerek yaptığı antlaşmayı sürdürmek amacıyla bugün de bunu yapıyor.” 522 Sombart, a.g.e., s.169,198. http://incil.info/kitap/Misirdan+Cikis/20 524 http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory 525 Goldstein, a.g.m., s.88. 526 Goldstein, a.g.m., s.88. 527 http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory 523 147 buyurulmuştur. Dürüstçe biriktirilen servet gösterilmiş olan yüksek gayret, yetenek ve başarının sinyalidir. Tevrat’ta üretken ve namuslu, dürüst çalışmadan bahsedilmiştir.528 Kitab-ı Mukaddes’te, Süleyman’ın Özdeyişleri, Doğrulukla Kötülüğün Karşılaştırılması, 10’da, “Haksızca kazanılan servetin yararı yoktur, Ama doğruluk ölümden kurtarır.” buyurulmuştur. Kitab-ı Mukaddes’te servet yığmanın neticesi konusunda uyarı yapılmıştır.Vaiz 2’de “Çünkü Tanrı bilgiyi, bilgeliği, sevinci hoşnut kaldığı insana verir. Günahkâra ise, yığma, biriktirme zahmeti verir; biriktirdiklerini Tanrı’nın hoşnut kaldığı insanlara bıraksın diye. Bu da boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmakmış.” buyurulmuştur. Dördüncü aksiyom ihtiyaç sahiplerine hayırseverlikle yardım etmektir. Yasa’nın Tekrarı, 15’te “ “Tanrınız RAB’bin size vereceği ülkenin herhangi bir kentinde yaşayan kardeşlerinizden biri yoksulsa, yüreğinizi katılaştırmayın, yoksul kardeşinize elisıkı davranmayın. Tersine, eliniz açık olsun; gereksinimlerini karşılayacak kadar ona ödünç verin.” buyurulmuştur. Yahudilikte insanın dünyadaki rolü sadece çalışmak, üretmek, servet biriktirmek değildir; tüm bireyler toplumdaki en yoksul insanlara bağış yoluyla yardım etmek durumundadır. Dördüncü aksiyom, yoksullara, muhtaçlara yardım etmek ile ilgilidir.529 Süleyman’ın Özdeyişleri, 11:25’te, “Cömert olan bolluğa erecek, Başkasına su verene su verilecek”, 22:9’da “Cömert olan kutsanır, Çünkü yemeğini yoksullarla paylaşır.”, 22:16’da, “Servetini büyütmek için yoksulu ezenle Zengine armağan verenin sonu yoksulluktur.” buyurulmuştur. Her bireyin toplumdaki en yoksullara hayırseverlikle yardım etmesi gerektiği emredilmiştir. Tzedakah-sadakahayırseverlikle yapılacak yardım mecburiyeti olarak adlandırılmıştır. Ancak bu gelirin yeniden dağılımı ile karıştırılmamalıdır.530 Bununla birlikte, Yasa’nın Tekrarı, 14: 22’de “Her yıl tarlalarınızda yetişen ürünlerin ondalığını bir yana ayıracaksınız.” buyurulmuştur. Allah’ın yoksula rızkını vaat etmiş olmasına rağmen yoksula daima destek olunmalıdır. Ancak bu vaat O’nun kanunlarına mutlak bağlılık koşuluyla garanti edilmiştir.531 Yasa'nın Tekrarı 15’te şöyle buyurulmuştur: “4-5“Aranızda yoksul kimse olmayacak. Tanrınız RAB’bin mülk edinmek için size vereceği ülkede Tanrınız 528 http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory 530 http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory 531 Ochs, a.g.m., s.4. 529 148 RAB’bin sözünü can kulağıyla dinler, bugün size bildirdiğim bütün bu buyruklara özenle uyarsanız, O sizi kesinlikle kutsayacaktır.” . Beşinci aksiyomda devletin etkinliği tartışılmış ve devletin aşırı yoğunlaşmış bir güce sahip olmasına karşı çıkılmıştır. Kitab-ı Mukaddes’te, kötü mahiyetli devlet ve bürokrasiyle ilgili uyarılar yapılmıştır. 532 Süleyman’ın Özdeyişlerinin 29:4’te “Adaletle yöneten kral ülkesini ayakta tutar, Rüşvet alansa çökertir.” buyurulmuştur. Yahudilik inancında adalete önem verilmektedir. Kitab-ı Mukaddes’te Mezmurlar 112’de “Ne mutlu eli açık olan, ödünç veren, İşlerini adaletle yürüten insana! Asla sarsılmaz, Sonsuza dek anılır doğru insan.” buyurulmuştur. Dolayısıyla iktisadi yaşam da da adalet önemlidir. ( Örneğin tüketici üreticinin ya da satıcının açgözlülüğüne ya da tamahına karşı muhafaza edilmelidir.)533 Emeğin kıymeti ve önemi sürekli olarak Yahudi inancında vurgulanmıştır. Ancak Yahudilik inancına göre yeryüzü ve orada olan her şey Allah’a aittir. İnsan ancak sahip olduklarına nezaret eder. İnsan sahip olduklarının vekili ve muhafızıdır. Başka bir deyişle, yeryüzündeki kaynaklar bencilce azınlığın zenginleşmesi uğruna kullanılmamalıdır; ancak akıllıca olarak herkesin hizmetinde olmalıdır. Kitab-ı Mukaddes’te, Yakup 3’te “Ama yüreğinizde kin, kıskançlık, bencillik varsa övünmeyin, gerçeği yadsımayın. Çünkü nerede kıskançlık, bencillik varsa, orada karışıklık ve her tür kötülük vardır.” buyurulmuştur. Nüfusun onda biri yeryüzü hazinelerinin onda dokuzuna sahip olmamalıdır. Bir bütün olarak ümmet, üzerlerinde her insanın esas itibariyle varlığına ve gelişimine bağımlı olduğu muazzam servet hazinelerini sahiplenmeli ve kontrol etmelidir.534 532 http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory Goldstein, a.g.m., s.88. 534 Goldstein, a.g.m., s.87-88. 533 149 3.2.4. Homo economicus Varsayımlarının Tevrat’taki İktisadi Buyruklar Perspektifiyle Analizi: Çalışmanın ilgili yerinde homo economicus aksiyomları anlatıldığı için burada ifadeleri ayrıntılar ile tekrar edilmeyecektir. Hatırlatma için bu aksiyomlar kısaca “tam bilgiye sahip olma, seçicilik-optimize edicilik, tercihlerinde tutarlılık, doyumsuzlukçoğu aza tercih etme, bencillik-kendi çıkarının maksimizasyonunu hedef tutma, akılcılık” olarak sayılabilir. Doyumsuzluk ve bencillik haricinde olanların geçersizliği ya da gevşetilmeleri konusundaki görüşler Geleneksel İktisat Literatüründe de tartışılmaktadır. Analiz için üç Semavi dinin incelendiği her bir bölümde özellikle “doyumsuzluk/açgözlülük” ve “bencillik-kendi çıkarının peşinden koşma” karakteristiklerinin üzerinde durulmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de Bakara Sûresi 83. ve 84. Ayetlerinde, “Hani, biz İsrailoğulları'ndan, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekatı vereceksiniz" diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz. Hani, "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız" diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.” buyurulmuştur. Ayetlerde ifade edilmiş olan buyruklar Yahudi-Hristiyan literatüründe "On Emir" olarak adlandırılmıştır. Ayetlerde Allah'tan başka Tanrı tanımama, anneye ve babaya, akrabalara, yetimlere, yoksullara iyilik gösterme, herkese güzel söz söyleme, namaz kılma, zekât verme, birbirinin kanını dökmeme, kendi yurttaşlarını yurtlarından çıkarmama olarak ifade edilen sorumluluklar On Emir’de de bulunmaktadır. Tanrı-insan ilişkisini, aile ile ilişkiyi;, insan-toplum ilişkisini düzenleyen, Yahudiler’in kabul ettiği temel ilkeler- On Emir (Aseret Adiberot)- şöyledir: 535 “1. Seni Mısır’dan esaretten çıkaran Tanrı benim. 535 Maddeler halindeki On Emir de aynı kaynaktan alınmıştır: http://www.salom.com.tr/ 150 2. Benden başka Tanrı’n olmayacaktır. Boşlukta, yerin üstünde veya altında, denizlerin derinliklerinde mevcut olan varlıkların resimlerini yapmayacak ve onlara hiç bir suretle tapmayacaksın. 3. Tanrı’nın ismini boş yere ağzına almayacaksın. 4. Cumartesi gününü daima hatırlayıp, onu kutsal kılacaksın. Haftanın 6 günü çalışacak, yedincisinde istirahat edeceksin. Cumartesi günü istirahata tahsis edilmiş umumi dinlenme günüdür. O gün ne sen, ne oğlun, ne kızın, ne uşağın, ne de hayvanların, kısaca hiç biriniz çalışmayacaksınız. 5. Anne ve babana hürmet edeceksin. 6. Öldürmeyeceksin. 7. Zina yapmayacaksın. 8. Çalmayacaksın. 9. Yalan şahadette bulunmayacaksın. 10. Hiç kimsenin evine, barkına, karısına, hizmetçisine, öküzüne, eşeğine velhasıl sana ait olmayan bir şeye göz dikmeyeceksin.” Kur'ân-ı Kerîm'in İsrâ Sûresi’nin 101. âyetinde “Andolsun, biz Mûsâ'ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor (sana anlatsınlar): Hani Mûsâ onlara gelmiş ve Firavun da ona, "Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!" demişti.” Buyurulmuştur. Belirtilen dokuz âyet cumartesi yasağı dışındaki On Emrin kalanlarını ihtiva etmektedir. Nahl Sûresi’nin 124. Ayetinde belirtildiği üzere, “Cumartesi gününe saygı, ancak onda görüş ayrılığına düşenlere farz kılındı. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.” Cumartesi gününe gösterilen saygının sadece Yahudileri bağlayan bir hüküm olduğu anlaşılmıştır.536 Cumartesi yasağı dışındaki buyruklar tüm Peygamberlere gönderilen Kutsal Kitaplardaki ortak öğretilerdir. Kur'ân-ı Kerîm’de de belirtildiği üzere Müslümanlar da bu buyruklara itaat etmekle yükümlüdürler. En'âm Sûresi, 151-153’te “(Ey Muhammed!) De ki: "Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı 536 http://www.sorularlaislamiyet.com/article/11835/hz-musa-as-a-gelen-on-emir-nelerdir.html 151 öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça Allah'ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız." ﴾151﴿ Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti. ﴾152﴿İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O'nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti. ﴾153﴿” buyurulmuştur. Ayrıca İsrâ Sûresi’nde 23-39 ayetlerinde, “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara "öf!" bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. ﴾23﴿Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: "Rabbim!, Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı."﴾24﴿ Rabbiniz içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır. ﴾25﴿Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. ﴾26﴿ Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. ﴾27﴿ Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle. ﴾28﴿ Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.﴾29﴿ Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Çünkü O, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir. ﴾30﴿ Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. ﴾31﴿ Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur. ﴾32﴿ Haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir. ﴾33﴿ Rüştüne erişinceye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın, verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur. ﴾34﴿ Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha 152 hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir. ﴾35﴿ Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur ﴾36﴿ Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin. ﴾37﴿Bütün bu sayılanların kötü olanları Rabbinin katında sevimsiz şeylerdir. ﴾38﴿ Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinme. Sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın. ﴾39﴿” buyurulmuştur. 537 Kitab-ı Mukaddes’te Eski Antlaşma (Tevrat & Zebur)’da, Mısır’dan Çıkış, 20, On Buyruk, 1-17’de şöyle buyurulmuştur: “Tanrı şöyle konuştu: “Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim. “Benden başka tanrın olmayacak. “Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım. Ama beni seven, buyruklarıma uyan binlerce kuşağa sevgi gösteririm. “Tanrın RAB’bin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü RAB, adını boş yere ağzına alanları cezasız bırakmayacaktır. “Şabat Günü’nü kutsal sayarak anımsa. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın RAB’be Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü ben, RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü’nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim. “Annene babana saygı göster. Öyle ki, Tanrın RAB’bin sana vereceği ülkede ömrün uzun olsun. “Adam öldürmeyeceksin. “Zina etmeyeceksin. “Çalmayacaksın. “Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. “Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.”” Kitab-ı Mukaddes’te Yeni Antlaşma (İncil’de), Matta 19, Zenginlik ve Sonsuz Yaşam’da şöyle buyurulmuştur: “ Adamın biri İsa’ya gelip, “Öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için nasıl bir iyilik yapmalıyım?” diye sordu. İsa, “Bana neden iyilik 537 http://www.sorularlaislamiyet.com/article/11835/hz-musa-as-a-gelen-on-emir-nelerdir.html 153 hakkında soru soruyorsun?” dedi. “İyi olan yalnız biri var. Yaşama kavuşmak istiyorsan, O’nun buyruklarını yerine getir.” “Hangi buyrukları?” diye sordu adam. İsa şu karşılığı verdi: “ ‘Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, annene babana saygı göstereceksin’ ve ‘Komşunu kendin gibi seveceksin.’ ””; Romalılar 13, Birbirinizi Sevin, 8-10’da, “ Birbirinizi sevmekten başka hiç kimseye bir şey borçlu olmayın. Çünkü başkalarını seven, Kutsal Yasa’yı yerine getirmiş olur. “Zina etmeyeceksin, adam öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, başkasının malına göz dikmeyeceksin” buyrukları ve bundan başka ne buyruk varsa, şu sözde özetlenmiştir: “Komşunu kendin gibi seveceksin.” Seven kişi komşusuna kötülük etmez. Bu nedenle sevmek Kutsal Yasa’yı yerine getirmektir.” buyurulmuştur. Üç Semavi Dindeki iktisadi insan için aynı emirler eş zamanlı incelendiğinde hakim iktisadi zihniyetin dayattığı homo economicus varsayımının (ve aksiyomlarının) son derece yanlış olduğu idrak edilebilir. İktisat biliminin bütünü endüstride ve ticarette ve finansta vazifesini görmeden önce ahlak kurallarına uygun olarak yeniden düzenlenmeye ihtiyaç duymaktadır. Yahudilik bu konunun üzerinde durmaktadır ve iktisadın değil ahlak kurallarının sosyal yaşamın yapısal kanunu teşkil ettiği hakikatini öğretmekten hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Yahudiliğin öğretisinde endüstrinin esas ölçütü dinidir. Endüstride iki meselenin örgütlenmiş olması gerekmektedir: Birincisi, emeğin layıkıyla geçindirilmesidir. Endüstri üzerindeki ilk vazife kar payları değil çalışanların refahıdır. İkincisi, topluma hizmet etmektir, endüstrinin öncelikli gayesi kâr yaratmak değil insanların ihtiyaçlarını karşılamaktır, onları kurtarmak ve Allah’ın Saltanatı (Kingdom of God)’na giriş yapan herkes tarafından paylaşılan daha geniş bir hayat için donatmaktır. Francis Walker, “iktisadi hayatı kontrol altında tutanların İktisadi Kutsal Kitabı haline gelen” Political Economy adlı kitabında “ekonomistin var olan kurumlar hakkında doğru ya da yanlış olduklarını sorgulaması söz konusu değildir” diye ifade etmiştir; ancak Goldstein, Yahudiliğin bu öğretiyi kabul etmediğini söylemektedir. Goldstein, “ticarette ve endüstride son sözün arz ve talep kanunu olduğu kabul etmediklerini” ifade etmiştir. Bunun adaletsiz fiyatlara ve sömürüye neden olduğunu ilave etmiştir. Adaletsizliği doğuran hiçbir kanunun nihade olamayacağını söyleyen 154 Goldstein, Yahudiliğin rekabet doktrinini onaylamadığını ileri sürmüştür. Yahudilik rekabet doktrinini kabul etmemektedir; çünkü rekabet gereksiz ve uygunsuz bir mücadele/gayret ve çekişme ve insan ilişkilerinin mihnetine neden olmaktadır. 538 İnsanlık kişisel çıkarlar için birbiriyle rekabet etme değildir, ortak yarar için birbiriyle işbirliğidir. Süleyman'ın Özdeyişleri 14’te “Huzurlu yürek bedenin yaşam kaynağıdır, Hırs ise insanı için için yer bitirir.” buyurulmuştur. Zebur’da Eyüp 20, Sofar’da 20“Hırsı yüzünden rahat nedir bilmedi, Serveti onu kurtaramayacak.” buyurulmuştur. Hırsın kötü olduğu açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca hırs “daha fazlasına sahip olma isteğinin bencillik duygusunun da eşlik ettiği bir ihtiras halidir. “Daha fazlasına sahip olma” ise “daha çok rahat etme” hedefi ile yapılır ( aksi düşünüldüğünde mantıksal çıkarımı kolaydır), ancak ayette “daha fazlasına sahip olmanın rahatlık vermeyeceğine dair” uyarı vardır. Vaiz 5’te, buyurulmuştur: “Parayı seven paraya doymaz, Zenginliği seven kazancıyla yetinmez. Bu da boştur. Mal çoğaldıkça yiyeni de çoğalır. Sahibine ne yararı var, seyretmekten başka? Az yesin, çok yesin işçi rahat uyur, Ama zenginin malı zengini uyutmaz.” “Parayı seven paraya doymaz” ayeti ile daha çok para kazanma arzusunun açgözlülüğe neden olduğu ifade edilmiştir. Zenginlik, açgözlülük ve hırs ile ilgili olarak “Bu da boştur” ifadesi vardır. Bununla birlikte ayetlerin devamında “Ama zenginin malı zengini uyutmaz.” ayetinden “varlıklı olmanın rahat getirmekten ziyade rahatı bozduğu” ifadesi anlaşılabilir. Böylelikle Geleneksel İktisat teorisindeki homo economicus varsayımında “daha fazla daha iyidir” ya da “çok aza tercih edilir” ya da doyumsuzluk aksiyomunun Kitab-ı Mukaddes’teki öğretiler ile paralel olmadığı açıkça görülmektedir. Akılcılık Museviliğin karakteristik özelliğidir. Musevilik inananı bir rasyonaliste dönüştürmektedir. Yahudi yaşamı Yahudi dini tarafından akılcılaştırılmıştır.539 Ancak Yahudilikte “kendi çıkarını maksimize etmekten ve yalnız kendine faydalı olanı tercih etmekten ziyade yoksulu gözetme, yardımlaşma” emredilmiştir. Mısır'dan Çıkış 22’de şöyle buyurulmuştur: “ “Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, 538 539 Goldstein, a.g.m., s.89. Sombart, a.g.e., s.192,206,215. 155 ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz.”, Levililer 19’da, “Bağbozumunda bağınızı tümüyle devşirmeyecek, yere düşen üzümleri toplamayacaksınız. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız RAB benim.”, Levililer 23’de, “ ‘Ülkenizdeki ekinleri biçerken tarlalarınızı sınırlarına kadar biçmeyin. Artakalan başakları toplamayın. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız RAB benim.’ ”, Levililer 25’te, “Kardeşlerinizden biri yoksullaşır, toprağının bir parçasını satmak zorunda kalırsa, en yakın akrabası gelip toprağı geri alabilir.”, “35“ ‘Bir kardeşin yoksullaşır, muhtaç duruma düşerse, ona yardım etmelisin. Aranızda kalan bir yabancı ya da konuk gibi yaşayacak.”, “39“ ‘Aranızda yaşayan bir kardeşin yoksullaşır, kendini köle olarak sana satarsa, onu bir köle gibi çalıştırmayacaksın.”, Mezmurlar 41’de, “Ne mutlu yoksulu düşünene! RAB kurtarır onu kötü günde.”, Mezmurlar 82’de, “Zayıfın, öksüzün davasını savunun, Mazlumun, yoksulun hakkını arayın.”, Süleyman'ın Özdeyişleri 22’de, “Cömert olan kutsanır, Çünkü yemeğini yoksullarla paylaşır.”, Süleyman’ın Özdeyişleri 28’de, “Yoksula verenin eksiği olmaz, Yoksulu görmezden gelense bir sürü lanete uğrar.”, Süleyman'ın Özdeyişleri 29’de, “Doğru kişi yoksulların hakkını verir, Kötü kişi hak hukuk nedir bilmez.”, Hezekiel 16’da, “ “ ‘Kızkardeşin Sodom’un günahı şuydu: Kendisi de kızları da gururluydu, ekmeğe doymuşlardı, umursamazlardı. Düşküne, yoksula yardım elini uzatmadılar.” buyurulmuştur. Ayetlerde yoksula yardım etmenin ne kadar önemli olduğu vurgulanmış, yoksulu görmezden gelmenin çok ciddi bir hata olduğu ifade edilmiştir. Yoksul ile ilgili başka ayetler için şu örnekler verilebilir: Yasa'nın Tekrarı 15’te ““Tanrınız RAB’bin size vereceği ülkenin herhangi bir kentinde yaşayan kardeşlerinizden biri yoksulsa, yüreğinizi katılaştırmayın, yoksul kardeşinize elisıkı davranmayın.”, “ ‘Yedinci yıl, borçları bağışlama yılı yakındır’ diyerek yüreğinizde kötü düşünce barındırmaktan sakının. Öyle ki, yoksul kardeşinize karşı elisıkı davranıp ona yardım etmekten kaçınmayasınız. Yoksul kardeşiniz sizden RAB’be yakınabilir, siz de günah işlemiş olursunuz.”, “Ülkede her zaman yoksullar olacak. Bunun için, ülkenizde yaşayan kardeşlerinize, yoksullara, gereksinimi olanlara eliaçık davranmanızı buyuruyorum.”” buyrukları vardır. Yasa'nın Tekrarı 24’te “ “Ücretle çalışan, gereksinimi olan, yoksul bir soydaşınızı ya da kentlerinizin birinde yaşayan bir 156 yabancıyı sömürmeyeceksiniz.” buyurulmuştur; bu ayetten de anlaşılır ki, Yahudilikte sömürme kabul edilemez. Dolayısıyla “iktisadi insanın hedefinin“başkasını görmezden gelerek kendi çıkarını azamileştirmek” olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Süleyman’ın Özdeyişleri 23’te, “Zengin olmak için didinip durma, Çıkar bunu aklından.”, 28’de “Dürüst bir yoksul olmak, Yolsuzlukla zengin olmaktan yeğdir.”, “Güvenilir kişi bolluğa erer, Zengin olmaya can atansa beladan kurtulamaz.”, “Yoksula verenin eksiği olmaz, Yoksulu görmezden gelense bir sürü lanete uğrar.” buyrulmuştur. “Dürüstçe yaşanan yoksulluk, yolsuzlukla yaşanan zenginliğe tercih edilmektedir”. Dolayısıyla ahlaki veya dini değerlerden arındırılmış bir homo economicus’un “çoğu aza tercih etmesi” ile ters düşmektedir. Ayrıca “yoksulu görmezden gelenin bir sürü lanete uğraması”, Kutsal Kitap’a inanan birinin “yalnızca kendi çıkarının azamiyesi peşinde olması”na herhalde bir uyarıdır. Musevilikte yeryüzü ve orada olan her şey Allah’a aittir. İnsan sahip olduklarına nezaret eder ve sahip olduklarının vekili ve muhafızıdır. Yeryüzündeki kaynaklar bencilce azınlığın zenginleşmesi uğruna kullanılmamalı; akıllıca olarak herkesin hizmetinde olmalıdır. Nüfusun onda biri yeryüzü hazinelerinin onda dokuzuna sahip olmamalıdır. 540 Kitab-ı Mukaddes’te, Yakup 3’te “Ama yüreğinizde kin, kıskançlık, bencillik varsa övünmeyin, gerçeği yadsımayın. Çünkü nerede kıskançlık, bencillik varsa, orada karışıklık ve her tür kötülük vardır.” buyurulmuştur. Ayetten açıkça anlaşıldığı üzere homo economicus’un kıskançlığının getirdiği “çoğu aza tercih etme” ve “bencillik”; “en çok benim olsun ve ilk önce ben” prensibi, Geleneksel iktisadi zihniyetin öğretisindeki gibi “her homo economicus bu şekilde davrandığında toplum optimal olana ulaşacaktır” prensibine aykırı olarak, “orada karışıklık ve kötülük vardır” buyrulmuştur. Netice olarak, aşağıda literatürden elde ettiğimiz sonuçların özetlendiği maddelerin de bulgularımızı desteklemesiyle, Musevilikte iktisadi hayat süjesi olan insanın, Geleneksel iktisat teorisinin varsaydığı homo economicus olmadığı ispat edilmiştir: 540 Goldstein, a.g.m., s.88. 157 1. Yahudi kanunu insan ile Tanrı, insan ile insan, insan ile doğa gibi mümkün olan tüm ilişkiler için davranış kuralları meydana getirmiştir. Bu din günlük hayatın en küçük detayını etki altına aldığı için bir Yahudi alacağı her kararın Tanrı’nın şanını yükseltip yükseltmeyeceğini veya O’nun adına hürmetsizlik edip etmeyeceğini sorgular. Musevilik’te hayatın hedefi Tanrı’nın buyruklarına uymak olduğu için Tanrı’dan ayrı olarak dünyevi mutluluk kabul edilmez. Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için sahip olunan mülkler bu hedef için araç olarak kullanılmalıdır. Dünyevi mülkü elde etmenin amaç haline gelmesi budalalık olarak nitelendirilmiştir.541 2. Yahudilikte ilme ve eğitime önem verilir. İlme ve eğitime verilen önem neticesinde, Yahudiler analitik kabiliyetlerini ticari faaliyetlere yönlendirmelerinde göreli olarak erken bir üstünlük seviyesine ulaşmışlardır. Bu üstünlük seviyesi, Mişna ve Talmud’un günlük yaşam analizini öğrenen Yahudi tüccarların, Yahudiler arasında en eğitimliler olmalarıyla ilgilidir. Muazzam miktarda müzakerenin kendilerine sağladığı mantıksal düşünme ve sözleşmeler yazabilmeye ya da okuyabilmeye muktedir olmanın getirdiği bir üstünlük ve kazanç ortaya çıkmıştır.542 3. Yahudiler Babil sürgünü ve Helenistik dönemde ticari faaliyet göstermişler ancak İslami dönemde profesyonelleşmeleri ile “Tüccar Yahudi” tipi meydana gelmiştir. Yahudiler için “altın çağ” olarak nitelendirilen 10. Yüzyıl ve sonrasında toplumsal kesimler belirginleşmiştir. Küçük sermayeli esnaf ve zanaatkarlar olanlardan sonraki nesiller büyük iş adamları kesimine dahil olmuştur.543 Kapitalist sistem yerleşmeye başladığında Yahudiler arasında baskın elit tabaka, kralları, asilleri ya da din adamlarını içermemiştir; ancak resmi-dindar âlimleri/talebeleri (Scholars) ve servet sahibi cemaat mensuplarını içermiştir. Kapitalizm bilgi-yoğun evresine ulaştığında, Yahudiler, özellikle A.B.D.’de, genç kuşakları için işgücüne dahil olmalarından ziyade eğitim almalarını tercih etmişlerdir.544 4. Musevilik ve Yahudi toplumunun kapitalizm ile özel bir ilgileri olmuştur. Musevilik, Antik Yakın Doğu’da yarı-göçebe pre-kapitalist bir toplum kökenlidir. 541 Sombart, a.g.e., s.169, 182,198. Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.4,15. 543 Arslantaş, a.g.e., s. 125-126. 544 Ochs, a.g.m., s.16-17. 542 158 Yahudilikte ve Yahudi toplumunda daha sonraki gelişmeler pre-kapitalist bir toplum yapısında vuku bulmuştur. Avrupa’da kapitalizmin doğuşunun Hıristiyanlıktan daha çok Yahudilik üzerinde sorun yarattığı söylenmektedir. Proto-kapitalist esaslı olarak özgün bir sistem olan kapitalizm 16. Yüzyıl kökenlidir. 16. yüzyılda, Yahudilerin çoğunluğu modern kapitalizmin oluşmadığı Doğu ve Orta Avrupa’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşamıştır. Kapitalizmin doğduğu Antwerp’te, Amsterdam’da ve Londra’da yaşamamışlardır. Orta Çağ boyunca faaliyet gösteren Museviliğe göre Allah Kutsal Kitap’ta Buyruklarını beyan etmiştir; insanın gayreti Allah’a inanmaktır, Allah’ın emirlerine uymaktır ve Ahiret’te kurtulma yolunu aramaktır. 19.yüzyıl Almanya’sında, batılılaşma ve aydınlanma konusunda kendileriyle gurur duyan Yahudi din adamları Musevilikte yeni bir form meydana getirmişlerdir. Ochs’a göre, Museviliğin bu radikal formu modernleşme, batılılaşma, kapitalizmin kıtlık meselesi ile mücadele vaadi, özgür-tercihler ve risk alan bireyler, bilimsel ve eleştirel düşünce meselelerine olumlu bakmışlardır. Reformist Yahudilik insani değerleri mümkün kılan ve düşünen aklı yaratanın Allah olduğunu, doğanın ihtiyaçların karşılanması için sınırsız hazır servet ile stoklandığını söylemiştir.545 5. Tevrat’ta, homo economicus aksiyomlarının yanlışlığını apaçık ortaya koyan emirler vardır. Bu emirler iktisadi ve sosyal hayatta insanın tercih yapacağı durumlarda kendisini yönlendirecek belirli kabulleri ve dünyayı algılama perspektifi ile de ilgilidir (1 numaralı madde bunu özetlemektedir). Analiz neticesinde “çoğu aza tercih edendoyumsuz/açgözlü”, “kendi çıkarının en üst düzeye çıkarımı hedefi ile karar alanbencil” homo economicus’un Musevi dininde kabul edilebilir bir varsayım olmadığı açıkça ortaya konmuştur. 545 Ochs, a.g.m., s. 18-19,29,30,32,33,34,35,36. 159 3.3. Hıristiyan İktisadi Doktrinine Göre “Homo Economicus”’un Analizi 3.3.1. Hıristiyanlık Dininin Bazı Kutsal Kaynakları Katolik Kilise’nin Dini Öğretisinde (Catechism of the Catholic Church) , CCC#81’e göre, “Kutsal Kitap Allah’ın Kelâmı’dır…”546 Kutsal Kitap ya da Kitab-ı Mukaddes, Hıristiyanlar tarafından Eski Antlaşma olarak adlandırılan Tevrat ve Zebur ile Yeni Antlaşma’dan oluşmaktadır. Yeni Antlaşma’da “Müjdeler” olarak adlandırılan bölümde İnciller, “Matta”, “Markos”, “Luka” ve “Yuhanna”, “Tarihsel” olarak adlandırılan bölümde “Elçilerin İşleri”, “Romalılar” bölümünden “Filimon”’a kadar “Pavlus’un Mektupları” bölümü, “İbraniler”den, “Yahuda”ya kadar “Genel Mektuplar” bölümü ve “Vahiy”den oluşan “Kehanet” bölümü yer almaktadır.547 İncillerde bütünlüğün teşekkülü, Hz. İsa (A.S.)’ın risaletinin neticelenmesinden bir yüzyıldan fazla bir dönem sonradır. Clavier ise, Hellenistik dönem Hıristiyanlığın doğduğu ve Yeni Ahit’in yazımının düzenlendiği bir devirdir demiştir548. İncillerin zikredilmesi St. Paul’ün yazılarından sonraki bir dönemde olmuştur. Sayıları yüzü aşkın Katolik ve Protestan bilirkişilerden oluşan bir ekibin eseri, L’Introduction à la Traductionocuménique de la Bible, Nouveau Testament tespitlerine göre 140 yılında İncil metinleriyle ilgili tanıklıklar ortaya çıkmıştır. Kanonik549 İnciller 2. Yüzyıl başlarında yazılmış ancak tanınmaları çok sonra gerçekleşmiştir. Oecuménique550Ökümenik-tercümeye göre 140 yılından önce İncil metinlerinin tanınmış olmasına dair bir delil yoktur. Bu tercüme dört İncil’in kanonik hale gelmelerinin yaklaşık 170’te gerçekleştiğini öngörmektedir. İncillerin yazıldığı tarih konusunda ise farklı görüşler vardır.551 Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde Hz. İsa (A.S.) hakkında yazılmış olan birçok eser için, sonraları güvenilir sayılmamaları gerekçesiyle, Kilise tarafından gizlenmeleri 546 http://www.catholicjournal.us/scripture/ http://incil.info./ 548 Clavier, H. “Les sens multiples dans le Nouveau Testament”, Source: Novum Testamentum, Vol. 2, Fasc. 3/4 (Oct., 1958), pp. 185-198, Published by BRILL, s. 187. 549 Canonique: Resmî, Kilise kanunlarına uygun. 550 Oecumenisme: Parçalanmış haldeki Hıristiyanlığı tek Kilise olarak birleştirmeyi hedefleyen akımdır. Ökümenik, İncillerde “her şeyin Hz. İsa (A.S.)’ın tasarrufunda olduğu” manasında kullanılan bir kelimedir. Kaynak: Bucaille, a.g.e., s. 103. 551 Bucaille, a.g.e., s. 103-104. 547 160 emredilmiştir. Bunların adlandırılmalarında apocryphes552 kelimesi kullanılmıştır. Hz. İsa (A.S.) hakkında çok eser olması nedeniyle Kilise, bazı tasfiyelerde bulunmuştur. Bucaille’ın deyişiyle “muhtemelen 100 İncil iptal edilmiştir”. Yalnızca dört İncil Kanonik sayılmıştır. Metin eleştirisi konusunda Hıristiyan bilirkişiler tarafından yazılmış Introduction à la Bible adlı eserde “mevcut tüm İncil yazmalarının 200.000 civarı sürüm ortaya koyduğunu ve bunlardan büyük kısmının önemsiz, 1/8’inin önemli sayılabileceği” bilgisi verilmiştir. Ökümenik Tercüme’ye göre, günümüz metin eleştirilerinin tüm çabaları “inpropriapersona553 orijinal metne erişme umudu herhangi bir şekilde konu olmamakla birlikte orijinal metne yakın olabilme olasılığının en yüksek olduğu bir metin teşkil etmektir”. 554 Matta’ya ait İncil’in Yeni Ahit’teki sunuluşu birinci sıraya sahiptir. Ökümenik İncil Tercümesi tefsircilerinin ifadesine göre bu İncil’in yazılma gayesi “Hz. İsa (A.S.)’ın İsrail tarihini tamamladığını ispattır”. Matta’nın kaleme aldığı İncil’de, Markos ve Luka ile ortak kaynaktan yararlandığı görüşü hâkimdir. Ancak anlatışı farklıdır ve O. Culmann’a göre, “Hz. İsa (A.S.)’ın talebelerinden biri olmayan Markos’un İncilinden faydalanmıştır”. Markos İncili dört İncil arasında en eski ve en kısa olanıdır ve bir Havarinin kitabı olmama özelliğine sahiptir. Tamamı kanonik kabul edilmiştir, ancak Ökümenik Tecüme tarafından da açıkça belirtildiği üzere son bölümü (16, 9-20), bazı müelliflerce sonradan ilave edilmiş olarak kabul görmüştür. Luka, Markos ve Matta İncillerinden yararlanarak yazılmış ve Ökümenik Tercüme’ye göre Luka, “Titus’un askerlerinin 70 yılında Kudüs’ü kuşatıp yaktığını bilmektedir”. Dolayısıyla belirtilen tarihten sonra kaleme alınmış olması gerekmektedir. Genellikle yazılışı için 80-90 yılları tahmin edilmekle beraber, daha evvelinde yazıldığını söyleyenler olmuştur. Yalnızca bu İncil’de Hz. İsa (A.S.)’ın çocukluğuna dair anlatımlar vardır. Yuhanna İncili, konuların sıralanması ve seçimi, üslup, coğrafi ve kronolojik bilgi ve dini görüş bakımından diğerlerine göre farklılıklar içermektedir. Bucaille, bu İncil’in Hz. İsa (A.S.)’ın sözlerini diğer İncillerden farklı naklettiği neticesini çıkarmıştır. Ökümenik Tercüme’ye göre eleştiricilerin büyük bir kesimi bu 552 Apocryphe: Doğruluğu şüpheli, yazarı belli olmayan. İnpropriapersona: Bizzat. 554 Bucaille, a.g.e., s. 133,135,138. 553 161 İncil’in havari Yuhanna tarafından yazıldığı fikrini kabul etmemekle beraber, yazmış olması olasılığını çok düşük görmez. O. Culmann, bu İncil’e sonradan ilaveler yapıldığının çok açık olduğunu belirtmiştir. 555 İçerdikleri ortak bilginin çoğunluğu anlamında sinoptik ifade edilen İnciller’den Markos, ortak bilginin %93’üne, Matta % 58’ine ve Luka % 41’ine sahiptir. Yuhanna İncili ise sinoptik İncillerden değildir; çünkü yapısı ve tertipi bakımından %92 oranında özgün veya farklı olarak nitelendirilebilir.556 Ökümenik İncil Tercümesi tefsircilerine göre, İncillerin ortak cümleleri yaklaşık olarak şöyledir: Her üç sinoptik557 İncil’deki ortak cümle sayısı 330’dur. Markos ve Matta’daki ortak cümle sayısı 178’dir. Markos ve Luka’daki ortak cümle sayısı 100’dür. Matta ve Luka’daki ortak cümle sayısı 230’dur. Ancak üç sinoptik İncil’in yazarlarının her birinin kendine özgün cümlelerinin sayısı, Matta, Markos ve Luka için sırasıyla 330, 53 ve 500’dür.558 3.3.2. Hıristiyanlık’ta İktisadi Meseleler ve Geleneksel İktisadi Zihniyetin Hıristiyanlık Açısından Analizi 3.3.2.1. Hıristiyan Dünyasındaki Tarihsel Sürecin Geleneksel İktisat Teorisi Zihniyetinin Teşekkülüne Etkisi 3.3.2.1.1. Kilise’nin Etkisi ve Protestanlık Öncesi Batı’da Nüfuzu “Meclis” anlamındaki Kilise, Grekçe “Ekklesia” kelimesinden türemiştir. Hıristiyanlıkta “Tanrı tarafından toplanmaya çağrılmış bir meclis” anlamındadır. Kilise “Ortaçağ’a hükmeden en büyük güç” olarak Batı Avrupa’yı hukuki ve kültürel alanda etkilemiştir. 1215 ‘deki Roma Konsili Papalığa günahları bağışlama yetkisi vermiş, 555 Bucaille, a.g.e., s. 108, 111, 114, 117, 120,122-124. Linderer, A., “The Literature of The New Testament”, Arizona Christian University, s. 2. http://arizonachristian.edu/pdf/academics/biblical-studies/Andrew%20Linderer%20%20The%20Literature%20of%20the%20New%20Testament.pdf 557 Synoptic: İlk Üç İncil ile alakalı. 558 Bucaille, a.g.e., s. 127. 556 162 Kitab-ı Mukaddes’in yorumlama hakkı Kilise’nin tekeline verilmiştir. Aklı ile anlayamasa dahi dini otoritenin kararına boyun eğmek zorunda olan bir Hıristiyan “papanın sözünden değil, kendi aklından şüphe edecektir”.559 Bilimsel gelişmenin gecikmeli gerçekleşmesinin nedeni olarak yüzyıllar boyunca eğitimin neredeyse tamamen Kilise otoritesi tarafından yürütüldüğü literatürde ifade edilmiştir. Bu otorite Ortaçağ Katolik Kilisesi olmuştur. Buna ilave olarak Protestan bölgelerde de 18. yüzyılın sonlarına kadar durum aynı olmuştur.560 Ortaçağ’ın başlarında Kilise’nin mal varlığı ve siyasi rolü, otoritesinin güçlü, sürekli ve yaygın olmasına neden olmuş, dünyevi işlere gereğinden çok müdahil olmuştur. Ruhban sınıfı, senyörlük dünyasıyla kaynaşarak zaman içinde büyük mülk sahiplerine fazlaca bağımlı hale gelmiştir. Piskoposlar kendilerini krallık iktidarının temsilcileri olarak görmeye başlamışlar, Pax Ecclesiae- Tanrı Barışı- denilen ilke ve kurallar nedeniyle Kilise defensor civitatis-kentin koruyucusu- rolünü üstlenmiştir.561 8. yüzyılın sonlarında Kilise maddi ve manevi otoriteye sahip olarak, Hıristiyan coğrafyasını dini eyaletlere ayırmış, piskoposlar tayin etmiş, Hıristiyan toplumdan vergi almış, mahkemeleriyle halkı yargılamıştır.562 1054 yılında Batı Kilisesi, Doğu Hıristiyanlığı’ndan ayrıldığını ilan etmiş, 13. yüzyılda Papalığı merkezileştirmiş ve ruhban sınıfını disiplin altına almıştır. Papa Hıristiyanlığın hakemi olarak Kilise’nin özgürlüklerini güvence altına almıştır. 563 Doğu kilisesi Ortodoksluk, Batı Kilisesi Katoliklik olarak anılmaya başlamıştır.564 325 yılında İznik Konsili ile başlayan görüş ayrılıkları 1054’teki ayrılmadan sonra Batı Kilisesi bünyesinde de devam etmiş; simonie565, zölibat566, laieninvestitur567 konularında yoğun eleştiriler gelmeye başlamış, Kilise’de reform yapılması konusu gündeme gelmiştir.568 559 Erbaş, a.g.e., s.66,129. Moore, E. C., “The Christian Doctrine of Nature”, Journal of Religion, Volume III, Number 1, January 1923,s.4, 561 Thema Larousse, say.98 562 Erbaş, a.g.e., s.65 563 Thema Larousse, say. 98-99 564 Erbaş, a.g.e., s.17 565 Kilise hizmetlerinin para karşılığında alımı-satımı 566 Ruhban sınıfının evlenmeme yemini, bekârlık 567 “Piskopos ve başrahiplerin laik yetkililer tarafından atanması” bkz. Erbaş, a.g.e. s.18. 568 Erbaş, a.g.e., s.18 560 163 Kilise, dünyevi iktidarın Tanrı krallığına bağlı olması gerektiğini savunduğu için, Papa tek egemenlik merkezi olarak kabul edilmiştir569. 16. yüzyılda Avrupa topraklarının dörtte birini elinde bulunduran Kilise günah çıkartma ve vakıf ya da mirasçısı olmayan mallara el koyma gibi metodlar ile büyük servet sahibi olmuştur. Uygulamalarına muhalif olanlara bidatçı muamelesi yapılmıştır. Papalığa karşı doğan itirazlar reform talebinin oluşmasına neden olmuştur. 1215’ten itibaren Engizisyon prosedürü ile imanı koruma amacı adı altında işkence ve zulüm ile sorgulama yöntemine gitmiştir. Böylelikle toplum ile Kilise karşı karşıya gelmiştir.570 Geçen zaman içinde Kilise doktrin sapmalarına karşı mücadele etmiş, savaşlar ve veba salgınlarıyla sıkıntıya girmiştir.571 12. yüzyılın sonunda Papa III. Ignocent ile Papalık iktidarının üstünlüğü zirveye ulaşmıştır. Papalar Avrupa politikasında aktif rol almış, devletlerin iç işlerine müdahale etmiştir. Bununla birlikte 12. yüzyılın sonlarında Fransa, İngiltere ve İskoçya’nın toptan aforoz edilmesi Papalığın elindeki güçlü yaptırımın krallar üzerindeki etkisini göstermiştir. Papa VIII. Boniface ile Kilise’nin gücü zirveye çıkmışsa da bir süre sonra Kilise’nin üstünlük dönemi sona ermiştir.572 12. yüzyılın ortalarında Avrupa’nın batısında ve Balkanlar’da Katolik Kilisesi “Inquisition 573 ”- baskıcı sorgulama yöntemini kullanan mahkemeler- ile dinden sapmalara, heretikliğe (Katoliklikten uzaklaşmak) ve dine başkaldırmalara karşı bir yargılama ve cezalandırma uygulamıştır. Fransa’da başlayıp daha sonra İtalya, Almanya, Bohemya, Macaristan, Slav ve İskandinav ülkelerinde uygulanmış; İspanya’da Hıristiyanlık’tan uzaklaşanlarla birlikte Hıristiyanlaştırılan Yahudilerden eski dinlerine dönmek isteyenler ve Müslümanlar da engizisyona muhatap olmuştur. Engizisyon uygulamaları Almanya’da Reform ile sona ermiş, ancak Fransa’da 1772, İspanya’da 1834, İtalya’da 1859’a kadar devam etmiştir.574 569 Öztürk, a.g.m., say. 5 Erbaş, a.g.m., s.67 571 Thema Larousse, say. 98-99 572 Erbaş, a.g.e., s.19-20 573 Engizisyon Mahkemesi 574 Erbaş, a.g.e., s.20-21-22 570 164 Fransızca’da hoşgörü anlamına gelen “indulgence”-endüljans-, “Orta Çağ Avrupası’nda günah çıkartma ve Papa’nın sattığı af belgesi”575 anlamına gelmektedir. “Günah dolayısıyla alınan cezanın kısmen veya tamamen bağışlanması” anlamına gelen endüljansın, plenière576 (tam endüljans; bütün küçük günahların bağışlanması) ve partielle577 (kısmi endüljans; bir kısmına kefaret olması) olarak iki uygulaması olmuştur. 13. yüzyıldan itibaren Papalara tahsis edilen endüljans, Katoliklik’te “günahın cezaları” doktrinine dayanmaktadır. Papalar ve Piskoposlar endüljanslar ile ciddi bir finans kaynağı elde etmişler, ancak endüljans, halkın batıl inançlara eğilmesine neden olmuştur. Satılan endüljanslarla toplanan paralar bankalara yatırılmış, borçlar ödenmiştir. Bağışlanma için günahlarla ilgili çeşitli para miktarları ayarlanmıştır. Papa X. Leo hazırlattığı 35 maddelik listede- Taxa Camarae- işlenen suçlara karşılık gelen ödemeler yer almıştır. Roma’da San Pietro Kilisesi’nin yapımı için çıkarılan endüljans, “satışta tekeli, ticaret burjuvazisi ile işbirliği neticesinde, Almanya’nın en büyük bankerleri olan Fuggerler’e” verilmiş olması inancın paraya dökülmüş olduğunun göstergesidir. Bununla birlikte Rönesans döneminde Kilise’nin ünlü ustalara ısmarlamış olduğu büyük eserleri ödeyebilmesi için de ciddi miktarda para gerekmiştir.578 3.3.2.1.2. Protestanlığın Ortaya Çıkışının Batı’nın İktisadi Zihniyet Esaslarına Etkisinin Analizi Batı dünyasındaki gelişmeler 16. Yüzyılın başlarında Hıristiyanlıkta değişimi savunacak Protestanlığın sahneye çıkmasını hızlandırmıştır. Protestanlık anlayışına göre Kilise günahların affedilme uygulamasına sahip değildir ve Tanrı’nın vekili değildir. Kilise’nin şefi Hz. İsa (A.S.)’dır. Kilise başkalarının hizmetinde olmalıdır. Protestanlık ’ta, İncil’de belirtildiği üzere “fakirler, köleler, mazlumlar ve hayata gücenmiş olanlarla dayanışma içinde” olmayan bir Kilise vefasız bir Kilise olarak görülmüştür. Kilise’nin yanlışları eleştirilmeli ve Kilise’ye öneride bulunabilmelidir. “Kilise yararına” anlayışı 575 http://tr.wikipedia.org/wiki/End%C3%BCljans “genel” anlamındadır. 577 “kısmi” anlamındadır. 578 Erbaş, a.g.e., s. 23,24,25,31 576 165 ve aforoz uygulaması kabul edilmez. Kilise bir amaç olarak değil araç olarak kabul edilen bir öğrenme yeridir.579 Luther’in Wittenberg Şatosunun kapısına astığı 95 maddelik tezindeki 43. Madde şöyle ifade edilmiştir: “Hıristiyanlara; fakirlere hibe ya da muhtaçlara yardım etmekle, bağışlanma belgesi satın almaktan daha hayırlı bir şey yaptığı öğretilmelidir.” 81. Maddede “endüljans vaizleri yüzünden okumuş adamların bile Papanın saygısına karşı iftirada bulunanları engellemeleri ve hatta laiklerin kurnaz şüphelerinden kurtarmaları zorlaşmaktadır” ; 90. Maddede “laiklerin bu hoş olmayan argümanlarını ve şüphelerini sadece cebren bastırmak ve makul argümanlar göstermeden bunlardan kaçınmak, Kilise’yi ve Papayı düşmanlarının alay konusu haline getirmekte, Hıristiyanların ise mutsuz olmasına neden olmaktadır” yazılmıştır. Bireyin Hz.İsa(A.S.)’ı izlemesinin endüljans ile elde edilen güven hissinden daha iyi olduğu belirtilmiştir580. Endüljansın laiklerin ve sekülarizmin güçlenmesine ve materyalist felsefenin destek bulmasına sebep olduğu görülmektedir. Luther, Kilise’nin İncil’in tefsirini tekeline almış olmasını ve Kilise hukukunun kabul ettiği sınıf ayrımını eleştirmiştir. Kilise hukukuna göre insanlar laik ve ruhban olarak ikiye ayrılmış, her iki sınıfın hakları ve sorumlulukları ayrı ayrı belirlenmiş ve bu sebeple iki sınıf arasında çatışmaya neden olunmuştur. Luther’in eleştirileri neticesinde Kilise siyasi alandaki kazanımlarını kaybetmeye başladığı için Papa tarafından Luther aforoz edilmiştir. Bu süreçte Kilise’nin büyük servetini ele geçirmek isteyen prensler Luther’i korumuş ve Protestanlığın benimsendiği bölgelerde bu servetlere el konulmuştur. Ayrıca Luther’in siyasi alanda devlete koşulsuz itaat düşüncesi Kilise’nin nüfuzunu zayıflatmıştır. Papalık ve diğer dinsel otorite olarak hiçbir aracı kurumun temsil olarak kabul edilemeyeceği görüşünde olan Luther’e göre en üstün dini otorite Kutsal Kitap’tır ve her Hıristiyan’ın onu yorumlama yetkisi581 vardır. Luther’in eleştirileri dini otoritelerin siyasi ve dünyevi meselelere müdahalelerine karşı protesto olmuştur. Avrupa bu sebeple laik düşünceye daha kolay582 geçmiştir. Luther’in protesto 579 Erbaş, a.g.e., s.50,130,131 Erbaş, a.g.e., s. 32,42,45,49,50 581 Yorumlayabilecek tek otorite papalık değildir demek daha doğru olur. 582 Ancak din dünyevi işlerin tüm alanlarında geçerlidir. Siyasi hayat da dini daire içindedir; ancak yalnızca Papanın dairesinde değildir. Bu sebeple laik düşüncenin gelişiminden hem Kilise’nin bazı 580 166 olarak başlattığı bu hareket daha sonrasında Reform olarak anılmıştır. “Kilise ile ilgili bir ıslah hareketi olmaktan öte, bugünkü Avrupa coğrafyasının belirlenmesinde etkin olacak politik bir misyon da içeren Reform hareketi Hıristiyanlık tarihinin dönüm noktalarından biridir”. Katolik Kilisesi reform hareketini isyan olarak algılarken, Protestanlık Hristiyanlığın restorasyonu olarak görmüştür. Reform hareketi seküler tarihçilerce devrimsel hareket olarak görülmüş, Marksistlere göre ise ilk burjuva devrimi olarak algılanmıştır. Engels, Luther’in kapitalizmin doğuşuna sebep olduğunu ileri sürmüştür. İki yönlü olan bu kapitalizmin ilk yönü 16. Yüzyıldan daha önce gerçekleşen ticari kapitalizmdir. Diğer yönü ise endüstriyeldir.583 Reformun ortaya çıkışında etkili olan dini faktörleri ekonomik ve sosyal faktörler desteklemiştir. Katolik Kilisesi’nin din adamlarının Kilise olanaklarını menfaatleri doğrultusunda kullanmaları ve toplumun ekonomik yönden sömürülmesi, endüljansların etkisi, matbaanın yaygınlaşması ve/ile İncil’in diğer dillere tercüme edilişi, Rönesans’ın özgürlük fikrinin yaygınlaşması, Kilise’nin artış gösteren sermayesine halkın reaksiyonu, Reform’u hızlandırmıştır. Reform sonucunda Katolik Kilisesi merkeziyetçi rolünü yitirmiştir. Devlet kontrolü altında ulusal kiliseler yaygınlaşmış, laik öğretim kurumları artmıştır. Reform ve Protestanlık sonucunda bireycilik destek bulmuş ve bu durum ticaret sistemini etkilemiştir. Luther, faiz ve fiyat düzenlemelerinin devlet tarafından yapılmasını öne sürerken, Calvin zenginleşmenin sadece bu dünyada değil ahirette de fayda getireceğini söylemiştir.584 Protestan girişimcinin, kendisini bu dünyanın işlerine adamasıyla “seküler homo economicus’a dönüşümü” hızlanmıştır. Protestanlık öncesinde Hıristiyanlıkta bu tarz keskin ve kayda değer bir adanmışlık yoktur. Kurumsal ve diğer düzeylerde işleyen rasyonelliğin artışı Hıristiyanlıkta Reform yani Protestan Ahlakı ile paralel gerçekleşmiştir. Çünkü dünyevi başarı dini kurtuluş garantisi gibi görülmüştür. 585 mensupları ( bu konuda etkin olanlar kastedilmiştir, Kilise kurumunun tamamı kastedilmemiştir) hem de Luther sorumludur; hisseleri vardır. 583 Erbaş, a.g.e., s. 51,52,62,63,68. Sınıf çatışmalarının din savaşlarında rolü olduğunu iddia eden Engels, vahyin akıl olduğunu, “Mesih’in insan olduğunu” ileri sürmüştür. Son ileri sürdüğünün gerçekliğinin açıklığının suiistimaliyle ilk savunduğunun adi bir ispatına girişilmiştir. Vahiy “külli akıl”dır. Bkz. “İslami İktisadi Doktrin” bölümü. 584 Erbaş, a.g.e., s.72-74 585 Özdemir, Ş., “Din-Ekonomi İlişkisi ve Güncel Arayışlar”,s.154,159. http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/2044360064_20072307066.pdf 167 Fransa, İskoçya, İngiltere, Batı Avrupa ve Amerika’da çok yaygınlaşan Calvinizm için Weber, liberal sistemin ortaya çıkışında çok büyük katkısı olduğunu etmiştir586. ifade Fransız Rönesans kültürünü iyi bilen ve Protestanlığın organizasyonuna çalışan Jean Calvin 16.yy da Fransa’da doğmuştur. 14 yaşındayken Paris Üniversitesine giden Calvin, Orleans ve Bourges Üniversitesinde hukuk eğitimi almış, Reformasyon merkezi haline gelen Strasbourg’da teoloji profesörlüğü yapmıştır. İsviçre’de, içeriğinde devletin görevleri, yöneticilere itaat, yöneticinin ödevleri gibi konuların incelendiği, “Zayıfı ve yetimi savunun: Düşküne ve yoksula adalet edin. Zayıfı ve fakiri çekip kurtarın; onları kötüler elinden azat edin” (Mezmurlar I xxii,3,4) ; “Krala saygı gösterin” (Petrus’un I. Mektubu ii,17) gibi Kutsal Kitap’tan emirlerin yer aldığı Hristiyan Dininin Öğretisi adlı eserini kaleme almıştır. 587 Calvinizm’e göre mesleki faaliyeti de içerebilen toplumsal aktivite yalnızca in majorem Dei gloriam 589 içindir. 588 ’dir. “Komşu sevgisi” yalnızca Tanrı şanına hizmet etmek Doğa düzenini Tanrı yaratmıştır. Tanrı’nın iradesini yorumlayarak insan bu düzeni korumalıdır. Bu düzeni sürdürebilecek kurumlar oluşturmalı, tutumlu ve sade davranmalıdır. Sevap kazabilmek için dünyada başarılı olmalıdır. Dünyada başarılı olması gerektiği esasından yola çıkılarak Calvinizm ile kapitalizmin gelişmesi arasında bir bağ olduğuna dair başta Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu olmak üzere bazı eserler yazılmıştır.590 Servet hırsını dolayısıyla servetini çoğaltma gayesinde olmayı meşru sayan Calvin, “fertlerin elde ettikleri servetlerin, Tanrı’nın sevdiği kullarına verdiği ödüller olduğunu” ifade etmiştir.591 Calvinizm, tasarruf ve sorumluluk gibi ilkeleri önemsemiştir. Ancak, faizin günah olmadığını açıklayarak paranın ekonomik aktivitelere yönelmesine neden olmuştur. 592 586 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.24 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi, s.81,90,91 588 Tanrı’nın yüce şanı için. http://en.wikipedia.org/wiki/Ad_maiorem_Dei_gloriam 589 Weber, a.g.e., s. 72. 590 Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi, s.82-83 591 Servet biriktirme ile ilgili İlahi emirler çalışmamızın “Yahudi İktisadi Doktrini, Hıristiyan İktisadi Doktrini ve İslami İktisadi Doktrin”in incelendiği bölümlerinde aktarılmıştır. 592 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.24-25 587 168 Sorumluluğa önem veren bir fikrin faizin günah olmadığını savunması çelişki yaratmaktadır. Faiz yoksulların emeğini sömüren bir kurumdur. Sorumluluk ile sömürü birbiriyle çelişen kavramlardır. Sorumluluk, “kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, sorum, mesuliyet; uyulması gereken bir yargıya, bir kural ya da yetkili üstün verdiği buyruğa uyulmaması üzerine suçlu düşme durumu; başkasına ilişkin bir dokuncanın buna yer verenince karşılanması, ödenmesi”593 anlamına gelmektedir. Sömürü, “bireylerin, toplumsal kümelerin ya da toplumların, görece daha güçsüz bireylerin, toplumsal kümelerin ya da toplumların emeğini ve kaynaklarını kendi çıkarlarına kullanmaları; yasal veya uygun olmayan bir biçimde bir ülke, kişi veya kaynak üzerinden aynî veya parasal çıkar elde etme”594 anlamına gelmektedir. Sorumluluk ile sömürü çelişmiyor varsayılsın. Sorumluluk kavramının yerleşik olduğu bir zihniyet yapısı altında “başkasına ilişkin bir dokuncanın buna yer verenince karşılanması, ödenmesi” sağlanmalıdır. Ancak bir kez faiz meşru sayıldığında faiz alanlar emek sarf etmeyecek, emeğini sarfedenlerin sayesinde geçinecek; bu şekilde sömürü ortaya çıkacaktır. O halde sömürünün tanımı gereği “toplumsal kümelerin ya da toplumların emeğini ve kaynaklarını kendi çıkarlarına kullanmaları” durumu olmaması gerekirdi. Ancak bu çelişki yaratır. O halde sorumluluk ile sömürü aynı zihniyet yapısında yer alamaz. Dolayısıyla sorumluluk ve faizin meşruiyeti aynı zihniyet yapısında birbiri ile çelişen iki ayrı kurumdur. Çelişkinin ötesinde sistemin çöküşüne zemin hazırlamaktadır. Servet biriktirmeye önem veren Calvin dış ticarete taraftar olmuştur. Calvin, her türlü iktisadi aktivitenin üretici olduğunu ve emeğin iktisadi aktivitesini kabul etmiş, bununla birlikte ahlak kurallarına uymak şartı ile çalışmayı bir Hıristiyanlık vazifesi saymıştır. Böylece Calvin’e göre ekonomik düşünce bütünüyle teolojinin etkisinden çıkarak liberal sisteme zemin hazırlayan bir şekil almıştır. 595 593 http://tdkterim.gov.tr/bts/ http://tdkterim.gov.tr/bts/ 595 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.25 594 169 “Emeğin ekonomik faaliyetine inanan Calvin”596 faizi meşru saymaktadır. Bu çok büyük bir çelişkiyi ortaya koymaktadır. Servet biriktirmeyi özendiren Calvinizme karşıt olarak Hıristiyanlıkta “kötülüklerin kökü para sevgisidir” buyrulmaktadır. Zira İncil’de, “ Kuşkusuz, elindekiyle yetinen için Tanrı yolu çok büyük kazançtır. Çünkü dünyaya hiçbir şey getirmedik, ne de herhangi bir şey götürebiliriz. Ama yiyeceğimiz, giyeceğimiz varsa, bunlarla yetinelim. Zengin olmaya özenenler ise denenmeye düşer, bir sürü akılsız, yararsız tutkunun tuzağına yakalanırlar. Bunlar insanları yıkıma ve mahva götürür. Çünkü tüm kötülüklerin kökü para sevgisidir. Kimileri zenginliğe imrenip imandan saptılar ve pek çok üzüntüyle kendilerini içler acısı bir duruma düşürdüler.”597 buyrulmuştur. Protestan Kilisesi, özgürlük kısıtlamalarına, toplumsal, ırk ve cinsiyet sınıflarına dayanan ayırımcılığa, şiddete, terörizme karşı olmuştur. Protestanlığa göre, mülkiyet anlayışına rağmen paylaşma ve farklılığa rağmen yardımlaşmaya önem verilmiştir. Luther’in 95 maddelik tezinin 45. Maddesinde şöyle denilmiştir: “ Hıristiyanlara; muhtaç birisini görmezlikten gelerek parasını bağışlanma belgesi satın almak için harcayanların, papanın endüljansının değil, Tanrı’nın gazabını satın almış oldukları öğretilmelidir”. 46. madde: “Hıristiyanlara; ihtiyaçlarından fazlasına sahip olanlar hariç aileleri için hayati öneme sahip olan para ve eşyayı kendilerine ayırmaları ve bunları kesinlikle bağışlanma belgeleri için harcamamaları öğretilmelidir.” Özellikle 54. Madde dikkate çok değerdir; “Aynı vaaz süresi içinde Kelam’a ayrıldığı kadar veya ondan daha fazla bir süreyi bağışlanma belgelerine ayırmak Tanrı Kelamı’na haksızlık etmektir”.62. maddede ise “Kilise’nin hakiki hazinesinin Tanrı’nın ihtişam ve inayetine dair en Kutsal İncil” olduğu belirtilmiştir. 66. maddede “ Endüljans hazinelerinin, servet sahiplerini avlamak için kullanılmış ağlar” olduğu ifade edilmiştir. 598 Protestanlık, Kilise’nin bireysel kanaatlerin farklılığını göz önünde bulundurmasını istemiştir. Ahlaki hayatın kendiliğinden ve severek gerçekleştirilmeye çalışıldığı Protestanlıkta Luther’in ifadesiyle “iyi ağacın iyi meyve vermeye 596 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.25 Kutsal Kitap ve Deuterokanonik (Apokrif) Kitaplar, Yeni Antlaşma (İncil), Pavlus’tan Timoteos’a 1.Mektup, 1.Timoteos,6: Para Sevgisi, Kitabı Mukaddes Şirketi, 1. Basım, İstanbul Ekim 2003, s.303304. 598 Erbaş, a.g.e., s. 45,46,48-49,132 597 170 zorlandığını, onun zorlandığı için değil, bizatihi iyi ağaç olduğu için iyi meyve verdiğini” açıklamasıyla anlatılmıştır. Ahlak anlayışında eleştiriye hoşgörüyle bakılan Protestanlıkta plüralist düşünce hakim olmuş, ancak plüralizm toplumsal dayanışmanın anlam yitirmesine sebep olması ile eleştirilmiştir. Çünkü dayanışmacılığa önem veren bir anlayışta-Protestanlık- “herkesin sadece kendi işiyle ilgilenmesi, birbirine alakasız kalması-plüralizm-” durumu çelişkili olduğunun göstergesidir.599 Katolik mezhebinde Ahiret inancı sabittir. Ölümden sonra Cennet, Cehennem ve Araf vardır. Katolik Kilisesi 16. Yüzyıl Trent Kurulu “bir kimsenin nihai kaderinin “ Tanrı inayeti ve Hz. İsa’nın erdemi ile başarılmış iyi amelleri” ile belirleneceği”ni yazmıştır. Protestanlık, Katolik mezhebine karşıt olarak sola fide doktrinini benimser. Bu doktrine göre “kurtuluş yalnızca imanladır; bir kimse Cennet’e, yaşam boyu gerçekleştirdiği iyi ameller ile değil, ancak Hz.İsa’ya olan inancı ile girebilir”. Fakat iyi amellerin yokluğu imanın kurtaracak bir iman olmadığının sinyalidir.600 Katolik mezhebinde zenginlik adına riskli bir yaşam yerine az gelirli ancak imkan dâhilindeki en emin yaşam biçimini tercih edilir. Ancak Protestanlıkta ekonomik akılcılığa eğilim gösterilmiştir. Bununla birlikte Calvinizm, dünyanın sadece Tanrı’nın şanına hizmet için belirlenmiş olduğunu, bir Hristiyan’ın Tanrı’nın buyruklarına uyarak onun şanını artırmak için gayret ettiğini, Tanrı’nın Hıristiyan sosyal faaliyetlerinin ve yaşam biçiminin O’nun emrine uygun olarak ve buyruklarına göre düzenlenmiş olması gerektiğini ileri sürmüştür. Calvinizm’e göre bir Hıristiyan’ın yaşam biçimi, Tanrı’nın emirlerine uyarak O’nun şanını artırma amacına uygun olmalıdır.601 Dünyevi asketik602 Protestanlığa göre kazanç mücadelesi Tanrı’nın isteğidir. Ancak servet sahibi olma zevkine karşı çıkılarak, lüks tüketime sınırlama getirilmiştir. Mülk akıldışı kullanılmamalıdır. Methodizm603’in kurucusu Wesley dinin çalışkanlık ve 599 Erbaş, a.g.e., s.134 Benjamin v.d., a.g.m., s. 6. 601 Erbaş, a.g.e., s.153 Weber, M., Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu, Çev. Zeynep Aruoba, İstanbul 1985, s. 3132,86 602 Dünyevi Asketizm: Dünyevi çilecilik manasındadır. 603 Methodist Kilise: Protestan ilahiyatçı John Wesley’in 18. Yüzyılda kurduğu Kilise’dir. Dini günlerde ve bu gibi konularda metodik bir düzen takip etmişlerdir. Oxford Hapishanesindeki tutukluları düzenli ziyaret etmişler, muhtaç çocukların eğitim ve öğretimlerini üstlenmişlerdir. Bkz. Erbaş, a.g.e., s.113 600 171 tutumluluk üretmek zorunda olduğunu ve bunların da ancak zenginliğe yol açtığını ifade etmiş; ancak zenginliğin arttığı durumda gururun, kızgınlığın ve dünya sevgisinin artacağını ileri sürmüştür. Metodistler çalışkan ve tutumlu olmalarıyla birlikte mülklerini çoğaltmışlardır. Ancak dünyevi istekleri de artmıştır. Weber’in ifadesine göre dini kökler silinmeye yüz tutmuş, dünyevi faydacılık ortaya çıkmıştır; “Protestan ahlakı kapitalizmi doğurmuş ancak kapitalist birikim Protestan ahlakını yok etmiştir”.604 Bu hususla ilgili olarak eleştirilebilecek ilk nokta “dinin üretmek zorunda olduğu çalışkanlık ve tutumluluk sonucu ancak zenginliğin ortaya çıkacağı” iddaasıdır. Birincisi, çalışkanlık ve tutumluluk zenginliğin gerekli şartlarıdır, ancak yeterli şartları olmayabilir. İkincisi, çalışkanlık ve tutumluluk ile kazanılan zenginliğe eğer paylaşma, kanaat, muhtaçları gözetme, israf etmeme gibi bazı erdemleri eklemedikçe gurur, kızgınlık ve dünya sevgisi gelir ve çoğalır. Çünkü muhtaçları gözetme ve paylaşma yoksa gurur vardır, dünya sevgisi çoğalır. Kanaat yoksa hırs vardır, dünya sevgisi çoğalır. İsraf varsa hesap yoktur, iktisad etme yoktur, sonu zulme kadar gider. Dünyevi arzuları kontrol altına almayan bir mekanizma ortaya çıkmıştır. Artık dini ahlaktan söz edilemez. Konuyla ilgili ayrıntılı açıklama için çalışmanın İslami İktisadi Doktrin Bölümüne bakılabilir. Eleştirilebilecek ikinci nokta ise Protestan ahlakının kapitalizmi doğurduğudur. Bu hususla ilgili eleştirimizin ilk kısmı aşağıda verilmiştir. İkinci olarak ise şunlar eklenebilir: Weber’e göre, “kendi içinde nesnel bir gelişme kaydedecek ekonomi ile inanca dayalı bir ahlak sistemi bütünüyle uzlaşmayacaktır”. Bu konudaki cevabımız İslami İktisadi Doktrin kısmında verilmiştir. Max Weber, püriten ahlakın rasyonaliteye sahip olduğunu ifade etmiş, Protestanlığın çerçevesinde ortaya çıktığını ve ekonomi alanında kendini gösterdiğini hatta kapitalizmi doğurduğunu iddia etmiştir.605 Bu iddiaya cevap olarak 3.Bölümde Yahudilik’te İktisadi Doktrin kısmında kapitalizm ile ilgili açıklama yapılmıştır. Protestan ülkelerde okuma, ilmi ve tarihi yorumlama yapılmıştır. Protestanlık bilimsel özgürlüğün yerleşmesine destek vermiştir. İlim ve teknolojinin de aynı amaca hizmet ettiği inancına sahip Protestanlık’ta “insanların mesleklerini icra ederken Tanrı’ya hizmet etmiş oldukları” ifade edilmiştir. Bilimsel gelişmeler ile Protestanlığın 604 605 Erbaş, a.g.e., s.154 Erbaş, a.g.e., s.134,135 172 ortaya çıkışı arasında ilişki kurulmakta; ancak Reform ile ilimler arasındaki ilişki gelişiminin ölçülerinin tespit edilmesinde zorluklar bulunmaktadır. Luther’in öğrencilerinden Mélanchton 16. Yüzyılda Reform’un yayılmasına paralel olarak ilerleyen Copernic’in iddialarına saygı göstermiş; Calvin ilimlerdeki gelişmeleri müsbet bulmuştur. 606 Ancak bazı çevrelerce bilimsel yönden cahil kalmış din görevlilerine bilimsel ıspatlarda bulunmanın “din”in yanlış bir yaşam biçimi olduğunu göstermek ile bağlantılı olduğu gibi bir anlayış yayılmıştır. Calvinizm ve Püritenizm ile kapitalizm zihniyetinin gelişiminde ilişki kurulmuştur. Bu iddiaya cevap olarak İslami İktisadi Doktrin Bölümünü gösterilmiş idi; ancak bu noktada bir eleştiri çerçevesinde ekleme yapmak doğru olabilir. Şöyle ki, “Orta Çağda Avrupa’da kapitalizmin gelişmesinde Kalvinizm ve Püritenizm etkili olmuştur” demek daha doğru olur. Nitekim kapitalist zihniyet gelişimi Yahudilikte de oluşmuştur ve bu nedenle Orta Çağ’dan önce gelişmiştir. Orta Çağ’da Avrupa’daki gelişimi daha organize biçimde ve bir cihetle Engizisyon’a ve endüljanslara tepki olması sebebiyle daha yankı uyandırıcı yaşanmıştır. Genel olarak Katolik ülkelerde Protestanlığın yayılış hızı Hıristiyan olmayan ülkelerdeki yayılış hızının yarısı kadar olmuştur. İtalya’da rasyonalist anlayışın yayılması ile Protestanlığın gelişmesi kolaylaşmış; Protestanlığın organizasyonu 19. yüzyıl boyunca sürmüştür. İspanya’da 18. Yüzyılda İsviçre ve Alman Protestanlar çiftçilik amacıyla davet edilmiştir. Portekiz’de göreli olarak Protestanlık erken gelişmiş, 16. yüzyılda, auta da fe607 ve Protestanların cezalandırılmaları söz konusu olmuştur. Latin Amerika’da, özellikle Brezilya’daki gelişmeler önemlidir. Burada 19. yüzyılda pastörsüz cemaatler de bulunmuş ancak, 1835-1840 arasında, pastör Kidder “liberalizmden yararlanarak” reform ilan etmiştir. Fransa’da reformu başlatan Jean Calvin 16. Yüzyılda Cenevre’ye çağrılması üzerine orada halkın seçtiği papazlardan ve bu papazlara yardım etmekle görevli 6 Protestan papaz ve 12 laik din bilginlerinden oluşan Consistorium608 ve diyakoslar ile yeni Kilise kurmuştur. Cenevre Avrupa’da Protestanlığın başlıca yayılma merkezi olmuş, Cenevre koleji Avrupa’nın en meşhur 606 Erbaş, a.g.e., s.135-137, 150 Auta da fe: Engizisyon Mahkemesinin ceza olarak yakma kararıdır. 608 Consistorium: Kilise Yönetim Kurulu 607 173 üniversite merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bununla birlikte temel bilgi sağlayan okulların artışı nedeniyle Protestanlık eğitimi gelişmiştir. İngiltere’de reform hareketlerini devlet başlatmış, Anglikanizm- İngiliz Kilisesi-, Roma Katolikliği ile Protestanlık arasında bir kilise olmuştur609. 610 16. yüzyılda Protestanlığı kabul edenler arasında, zengin kesimin en üst tabakasının büyük çoğunluğu, ülkelerin doğal kaynaklar veya ilişki potansiyeli bakımından en uygunu veya iktisadi olarak en gelişmiş alanlarda bulunanlar, özellikle zengin şehirlerin büyük bir oranı yer almıştır.611 Bu durum da yukarıdaki bulgumuza destek vermektedir. “Kapitalizmin ortaya çıkış nedeni Protestanlık’tır” iddiasının gerçekliği kesin olmayabilir. Gerekli açıklama yukarıda yapılmıştır. Burada ise “varlıklı kesimin-kendisine avantajlı gelmesinden dolayı- Protestanlığı tercih ettiği görülmektedir. Protestanlık ve Calvinizm ilk desteğini, şehirlerde yaşayan Kilise ve devlet meseleleri ile ilgilenen eğitim almış insanlardan almıştır. Orta sınıf için geliştirilmiş doktrinler yine orta sınıf tarafından geliştirilmiş ve toplumda tatmin edilememiş kısma cazip gelmiştir. Bu sebeple, İskandinavya’da ve Orta Avrupa’da kapitalizmin gelişimini hızlandıran Protestan Kiliseler kurulmuştur.612 Katolikler ile Calvin’e destek verenlerin çatışmalarına neden olan 16. yüzyıl Avrupası’nda Din Savaşları yaşanmıştır. 36 yıl süren savaş döneminde Fransa’da açlık yaşanmıştır. Yaşanan mali bunalım ve enflasyonla birlikte sosyo-ekonomik değişimler başlamıştır. Protestan olan birçok usta ve işçi yurt dışına kaçmış; bu sebeple sanayi üretimi çökmüştür. Karayolları ve suyolları yarar sağlayamaz duruma gelmiştir. Dış pazarlar kapanması sebebiyle ticaret darbe almıştır. 1618-1648 yılları arasında süren Otuz Yıl Savaşı ise, bütün Avrupa’yı etkilemiştir. Bu savaş nedeniyle Avrupa’nın ortasında nüfus ve ekonomik yaşam yıkıma uğramıştır. Bu bölgede açlık, salgın hastalık, eziyetler ve katliamlar yaşanmıştır. Nüfus 16 milyondan 6 milyona düşmüştür. 609 Erbaş, a.g.e., s.101 M. Aydın, Hıristiyan İlahiyatı, Konya 1983. 610 Erbaş, a.g.e., s.93-101 611 Weber, M., Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu, Çev. Zeynep Gürata, Ayraç Yayınevi, Ankara 1999, s. 30; e-kitap 612 Erbaş, a.g.e., s.151 174 1650-1850 yılları arasında Almanya siyasi varlık gösterememiş, İspanya hazinesi boşalmıştır. Fransa da savaştan dolayı büyük zarara uğramış; ancak göreli olarak kaybı az olduğundan üstün duruma gelebilmiştir.613 Sonuç olarak Reform ve Protestanlık Batı Hıristiyan dünyasının iktisadi teşekkülünü etkilemiştir. Bu da zihniyetteki değişimin iktisadi düşünce ve iktisadi doktrinlerin teşekkülüne ne kadar etki ettiğinin kanıtıdır. 3.3.2.2. Geleneksel İktisat Teorisinin Zihniyet Esaslarının Hıristiyanlık Açısından Analizi İktisat teorisinin Hıristiyan bakış açısı ile analiz edildiği literatürde “tüketici teorisinin Hıristiyanlıkta eleştirisi”, “homo economicus Hıristiyan olabilir mi?”, “Katolik toplumsal düşüncesi ve İktisat teorisi”, “Katolik iktisat sistemi” gibi konular irdelenmiştir. Çalışmanın bu bölümünde öncelikle literatür taraması yapılmış, sonrasında homo economicus’un Hıristiyanlıkta da kabul edilemeyeceği, Hz. İsa(A.S.) ile gelen vahiy ile İlahi emirlerin, Hıristiyanlıkta “insan” ın iktisadi boyutunun nasıl açıkladığı analiz edilmiştir. 3.3.2.2.1. Hıristiyanlığın Geleneksel İktisadi Zihniyetin Yarattığı Sorunlara Bakış Açısı Batıda iktisadi düşünce gelişiminin teşekkülü sürecinde, herkesin birbirinin kardeşi olduğu ve eşit olduğu ilkelerine dayanan, “Düşmanlarınızı da seviniz, iyilik ediniz ve karşılığında hiçbir şey beklemeden borç veriniz” diyen Hıristiyanlığa karşı614, maksimum çıkar hedefinde olan iktisadi gayretler yaşanmıştır. Karşılıksız borç vermemek-faiz almak, aşırı kâr kazanmak, başkasını sömürerek maddi çıkar sağlamak, dolayısıyla menfaatinin en üst düzeye çıkarımı için gayret göstermek Hıristiyanlık Öğretisi’nin esaslarına net bir şekilde ters düştüğü için, çıkar maksimizasyonuna hizmet eden düşünce akımları “akılcılık maskesi altında” ortaya çıkmıştır. 613 614 Erbaş, a.g.e., s.87-88 Öztürk, a.g.m., say. 8-9,11 175 Neoklasik iktisat ve Marksist iktisat, modellerini teşkil eden temel varsayımlar ve değer tercihleri içeren geniş bir tarihçeye sahiptir. Bu varsayımlar ve değer tercihleri Batı kültürünü derinden etkilemiş ve Batı’da hakim olan Hıristiyan düşüncesi tarafından şekillendirilmiştir. Ancak her ikisinde de alternatifler mümkün olmuştur ve bazı fırsatlar gözardı edilmiştir. Kapitalizm geniş çapta tek bir hedefte-“mallar”ın üretiminde durağan büyüme-başarılı olmuştur. Johnston bir Hıristiyan bakış açısıyla bu hedefin anlamının belirsiz olduğunu ifade etmiştir ve bu üstlenebilir cinsten değildir. Bununla birlikte, kapitalizmin topluluklar ve doğal çevre üzerinde olumsuz etkileri olduğunu söylemiştir. Ayrıca kapitalizm muhalifleşmeye tecrit edilmeye, önemini yitirmeye, - kapitalist sistemde sadece işsiz kalmaya değil sıkça iş verilemeyen, çalıştırılması için gerekli vasıfları olmayan duruma gelme-doğru bir eğilim yaratmıştır. Hem Marksizm hem kapitalizm ekonomilerin gerçekten nasıl işlediğini tetkik etmekten ötesine gitmiştir ve olası tümdengelime bağlı aksiyomlara dayalı ekonomik modeller oluşturmuştur. Bu aksiyomlar ya da mukaddemeler bireyci-bireysel-egoistçe, materyalist-maddeci olmuş ve toplumların hedeflerine “malların” üretiminde büyümeyi merkezîleştirmiştir.615 Johnston’a göre, bu modeller “kör bir itikad” ile ekonomileri ve toplumları kendilerine uygun hale getirmeye teşebbüs edecek ideolojiler haline gelmiştir. Johnston Hıristiyanların, bunların “putperestlik türünden” olmaları cihetiyle, aleyhinde olmaları gerektiğine inandığını ifade etmiştir. 616 Johnston bu aleyhtarlığı yetersiz bularak, bu aksiyomları ve sonuçlarını incelemek ve yargılamak gerektiğini ve daha iyi alternatifler sunulmasını tavsiye etmiştir. Tarihte Protestanların tüm ekonomik sistemleri İncil perspektifiyle yargıladıklarını ifade ederek, sorumluluk sahibi Hıristiyanların müspet ve yapıcı alternatifler araştırması, toplumların daha adil ve sağlam istikametlere yönlendirecek gerçekçi ve elverişli fikirler geliştirmesi gerektiğini savunmuştur.617 150 seneyi aşkın bir süre boyunca iktisadi adalet konusu için kullanılan terimler özgürlük ve eşitlik çerçevesinde olmuş ve yalnızca topluluklardan ve diğer eşyadan kopuk “birey”ler için olmuştur. Johnston’ın ifadesine göre, “doğru/gerçek ilişkiler” cihetiyle insanlar arasında, Tanrı’ya bağlı insanlar ile Tanrı arasında ve yaratılmış olan 615 Johnston, C., “ A Christian Critique of Economics”, Christian Theological Seminary, BuddhistChristian Studies, Volume 22 (2002), s. 17-18 616 Çalışmanın bütününde bu ifadeye katıldığımızı ifade etmiş oluyoruz. 617 Johnston, a.g.m., s.18-19. 176 diğer şeyler ile olmak üzere İncil’de adalet anlayışı çok farklıdır. İncil’den insanların doğal olarak toplulukların parçası olduğu ve adaletin topluluğun bütünüyle alakalı olduğu anlaşılmıştır. Başka bir ifadeyle, sağlıklı bireyler olmak için, sağlıklı ekosistemlerde sağlıklı topluluklara ihtiyaç vardır.618 Kapitalist ekonomilerin model olarak aldığı temel Neo-klasik iktisattır. Hıristiyanlık bakış açısıyla Neo-klasik iktisat, Johnston’ın ifadesiyle, tamamen bir merkezi amaç, insan doğası üzerine tek temel varsayım, teoriye iliştirilmiş bir tek değer tercihi üzerine yönlendirilmiştir. Merkezi amaç, katıksız ve yalın haliyle sadece “malların üretiminde büyüme”dir. Bireyler veya toplulukların sağlığı ya da ekolojik bütünlük gibi başka amaçların önemi yoktur. İnsan doğası ile ilgili temel varsayım “insanlar doğaları gereği kendi “fayda”larını azamileştirme eyleminde olan bağımsız bireylerdir”. Teknik olarak bir birey, topluluğu veya çevreyi ekonomik büyümeye tercih edebilir; fakat bir ekonomik sistem bunu yapamaz. Ayrıca pratikte varsayıma göre, John Stuart Mill’e göre, her insan bir refah azamileştiren homoeconomicus’tur. Teoriye iliştirilmiş temel değer tercihi hususu ise “bireylerin istediklerini tercih etme konusunda özgür olmalarının yararlı olması”dır ve ekonomik büyümeyi hedefleyen serbest piyasanın mekanizması haline gelmiştir.619 Johnston’a göre, tek kıstas ekonomik büyüme olsaydı ve insanlar yalnız bireyler olarak kabul edilseydi, neo-klasik teori sadece yeterli değil aynı zamanda ciddi anlamda başarılı sayılabilirdi. Ancak Luka 4:4’te “İsa, “ ‘İnsan yalnız ekmekle yaşamaz’ diye yazılmıştır” karşılığını verdi” buyrulmuştur. Ayrıca insanlar birbirlerinden izole edilmiş olarak yaşamaz ve ailelerinden veya yaşadıkları topluluktan “ayrık” karar almaz. Ancak neo-klasik teori bireylerin ailelerinin veya bağlı oldukları toplulukların faydalarını “azamileştirme/maksimize etme”yi tercih edebileceklerini ve bu tercihlerin “toplanma”sıyla ortaya çıkacak akıbetin toplumsal düzeyde etkili olacağını öne sürerek bu hususu azletmeye çalışmaktadır. Fakat şunu fark etmelidir ki, “mallar”ın üretiminde büyümenin dışında bir hedefin lehinde olan bireysel veya toplumsal herhangi bir tercih, üretimde büyümeyi hedef edinmiş ekonomik sistemin karşısında doğal olarak daha işlevsel/fonksiyoneldir.620 618 Johnston, a.g.m., s.20 Johnston, a.g.m., s.21. 620 Johnston, a.g.m., s.22. 619 177 Neoklasik iktisat modelinin dünyada dehşet verici sorunlara sebep olan kasıtsız başka etkileri de olmuştur. İktisadın erken gelişim sürecinde “sermaye, işgücü ve arazi” olmak üzere üç üretim faktörü tespit edilmiştir. Zaman içinde kapitalizm, sermayenin çeşitli şekillerinin de maruz kaldığı gibi, araziyi ve emeği giderek tehdit altında bırakmaya başlamıştır. Bu durum, arazi ve sürdürülmesi veya muhafaza edilmesi gereken doğal sistemlerin parçası olan arazinin ihtiyaçlarının istismarına ve kötüye kullanımına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte, giderek üretim makinalarının değiş tokuş edilebilir bölümleri haline gelen işgücü de aynı etkiye maruz kalmıştır. Sermayenin en verimli kullanımını takip etmek zorunda olan işgücü (yönetim sınıfı dâhil olmak üzere), nakil olunan sermaye ile sürekli olarak nakil olmaktadır. Şirketler yer değiştirdikçe ve işçiler takip ettikçe, topluluklar kaçınılmaz olarak parçalanmakta ve zayıflamaktadır. Aile sağlığı sonuçta aileye bağımlı olduğundan ve tek veya çift ebeveynli aileden daha geniş olan komşuluk/çevre bağları ve geniş aileler ve komşuluk/çevre ilişkileri birlikte yer değiştiremeyeceğinden aileler de zayıflatılmış hale gelmektedir. Serbest hızlandırmaktadır. ticaret Sermaye doktrini ulusal sınır toplulukların dışına parçalanma serbestçe çıktıkça, sürecini şirketler operasyonlarını serbestçe daha ucuz mevkilere taşımakta, dolayısıyla, ülkeleri birbirlerinin aleyhinde karlı işler elde etmeye mecbur etmektedir. Ancak, bu uygulama dünya genelinde ücretlerin azalmasına, sistem giderek daha da küreselleştikçe, A.B.D. ve Almanya’da yaşandığı gibi üretim ücretlerinin önceden bulundukları ülkelerdeki düzeyden daha aşağı çekildiği bir hale gelmiştir. Aynı zamanda, şirketler kolayca geliştikleri ve daha az bağlayıcı bir yere taşınabildikleri için, ülkeler çevre korumalarını ve sosyal güvenlik ağlarını yürütmekte zorluk yaşamaktadır.621 Neo-klasik modelin başka tartışmalı etkilerinden biri ise, piyasada yapılan bireysel tercihlerin sonuçlarına olan odağıdır, böylece bunun dışındaki her şey “dışsallık” olarak isimlendirilmiştir. Hava, su, toprak kirliliği iktisadi faaliyetlerin “dışsal” etkileridir, dolayısıyla bunlar doğrudan piyasada oluşmamış başka şeylerdir. Bir tarafta, bu durum herhangi bir iktisadi faaliyetin gerçek toplumsal maliyetinin piyasa sisteminde gizli kaldığı anlamına gelmektedir ve toplulukların ve ailelerin bütünlüğünü kaybetmelerinin ve ekosistemin tahribatının/yıkımının ekonomik teoride 621 Johnston, a.g.m., s.21-22. 178 sorun olarak görülmemesinin nedenini ortaya koymaktadır. Aslında, Gayri Safi Milli Hasıla’nın (GSMH) hesaplanmasında tüm piyasa faaliyetlerinin pozitif/avantaj getiren sayılması ile çevresel temizlik ve toplum yozlaşmaya uğradıkça daha geniş polis gücünün yükü gibi maliyetler, gerçekte olumlu/pozitif katkılar olarak hesaplanmaktadır. Bu aynı zamanda şöyle bir anlama da sahiptir; toplumun alt yarısı ya da daha büyük bir oranı daha yoksul bir duruma gelebilmektedir; fakat GSMH büyüdükçe, ülke için, herkes olanların yararlı olduğunu varsaymaktadır.622 Marks da endüstriyel gelişimin toplumları yozlaştırdığının farkında olmuştur. Sermaye-yoğun ziraat toprağın verimliliğini/üretkenliğini tahrip etmekte ve fabrika sistemi bireysel teşebbüsleri/girişimleri ve iş memnuniyetini tüketmektedir. Hıristiyanlık’ta adalete önem verildiği gibi Marks da sosyal adalete ve eşitsizliğe değinmiş; ancak bunu materyalist düzeyde yapmıştır. Eşitlik ve adalet gibi ülkülere önem vermesi Marksizme izleyici bulunması açısından çok güç kazandırmıştır. Ancak Marks da, kapitalist iktisadı geliştirenler gibi, olumsuz/negatif neticeler bazı önemli tercihler yapmıştır- ve doğrusu, bu tercihler ekonomik model olarak Marksizm’in vahim ve zararlı olduğunu kanıtlamıştır. Marks’ın yaptığı ilk tercih, her iktisadi değerin bir malı üreten işgücünden meydana geldiğini iddia eden emeğin değer teorisini ileri süren David Ricardo, Adam Smith ve John Locke’u izlemek olmuştur. Netice olarak, kapitalizmin toprağı ve işgücünü sermayenin biçimleri olarak ele alması gibi, Marksizm de toprak ve sermayeyi işgücünün biçimleri olarak ele almıştır. Aslında, işgücünün değer teorisi hem mutlak kıtlık nedeniyle oluşan değeri, böylece Marksistler doğal kısıtları ihmal etmeye yönelmişlerdir, hem de Tanrı tarafından insanların kullandığı kaynakların yaradılışını inkar eder biçimde neticelenmiştir. 623 Katolik Sosyal-İktisadi Düşüncesi (KSD) literatürü işçilerin çalışma koşulları, sermaye ve gelir eşitsizliği, kütlesel işsizlik vb hakim iktisadi doktrinlerin ihmal ettiği konulara değinmiştir. KSD ile hakim iktisat literatürünün anlaşmazlığa düştüğü konular ya KSD’nin geleneksel iktisat teorisinin temel prensiplerinin Papalar tarafından ihmali yani Papaların ekonominin nasıl işlediğinin anlamaması, ya da iktisat teorisinin yeteri kadar vazifesinin(ekonominin nasıl işlediğinin anlatımı) yerine getirmediği üzerine 622 623 Johnston, a.g.m., s.22. Johnston, a.g.m., s.23-24. 179 olmuştur. Bu aslında ekonomistlerin ekonominin nasıl işlediğini anlamıyor olmasıdır. Beklenildiği üzere, ekonomistler Papaların ya da Piskoposların uzmanlık sahalarının dışında kalem aldıklarını söylemişlerdir; bir başka deyişle iktisat teorisini tam anlamadıklarını ifade etmişlerdir. KSD ise ekonomistlerin bugüne kadar hatalı olduklarını ileri sürmüştür. Clark, KSD’nin ışığı altında iktisat teorisiyle ilgili dört sorunun ele alınması gerektiğini ifade etmiştir: reel ve ideal olanın bağlantısı, toplum anlayışı, insan doğası anlayışı ve gelişme anlayışı.624 Reel ve ideal olanın bağlantısı için Clark şunları ifade etmiştir. Yüzyıldan fazla zaman önce ekonomistler “pozitif” ve “normatif” ayrımını yapmaya başlamışlardır. Bu ayırım “amaçlar” ile “araçlar”ayrımının bir tahavvülüdür. Pozitif iktisat değerden bağımsızdır, bir şeyin “ne olduğu” ile ilgilenir. Normatif iktisat ise “ne olmalı” sorusuyla ilgilenir ve değer yargılarına önem verir, kaideye ait olana bakar. İktisat öğrencileri ilk ders yılının ilk haftalarında, bu ayrımı öğrenmektedirler. Ekonomistler bu ayrıma bağlı kalarak analizlerinin “bilimsel” olduğunu ileri sürerler. Clark’a göre “her iktisat teorisi muhakkak normatiftir”. A.B.D. Piskoposu’nun “ Economic Justice For All” sunumunda anlatmış olduğu altı ilkeden ilki her iktisadi karar ve kurumun insanın itibarını koruması açısından ele alınması gerektiğini ifade etmektedir.Clark pozitif/normatif ayırımının tamamen yanlış olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, en basit gözlemin bile gözlemlenebilmesi için bir bakış açısı gereklidir. Her gözlem için günlük yaşantıdaki karmaşaya “düzen” getirebilme amacıyla teoriye ihtiyaç vardır. Teoriler ve modeller gerçekliği vasıflandırmak için yararlıdır ancak bu vasıflar insan tarafından oluşturulmaktadır ve daima değer yargılarına dayalıdır. Bu radikal bir konu değildir, filozof ve bilim tarihçilerinin büyük bir kitlesi tarafından kolayca kabul edileceği bir husustur. Sadece ekonomistler, bir grup olarak, bu hakikati reddeder görünmektedir. İktisadın tamamı, tüm sosyal bilimler gibi, normatiftir; aksi takdirde yardımcı olabileceği bir varlık yoktur. 625 Bu çalışma, Clark’ın reel ve ideal konusunda ileri sürdüğü izahlara katılmaktadır. Bir teoriyi oluşturan zihniyet yapısı, ele alınan iktisadi soruna bakış açısını, yaklaşımı ve getirilecek çözümü etkileyeceği kesindir. 624 625 Clark, a.g.m., s. 2-3. Clark, a.g.m., s. 3-4. 180 Clark, KSD’nin ışığı altında ele alınması gereken ikinci sorun olarak toplum anlayışlarını söylemiştir. Politik iktisat tarihinde toplum nedir sorusuna üç cevap verildiğini ifade etmiştir: bireylerin mekaniksel etkileşimi olarak toplum, organik ya da örgütsel bütün olarak toplum veya bir süreç olarak toplum. Mekaniksel toplum görüşü klasik ve neoklasik iktisada egemen olmuştur. Isaac Newton’un en büyük destekçisi olduğu bu görüşe sahip mekaniksel sosyal teorisyenler bireye “nihade” olarak bakmaktadırlar. Bu görüş “metodolojik bireyciliğin”, insanın doğasında olan dürtü ve meyillerin toplumsal düzeni (denge) oluşturacağı ve kaos yaratmayacağı inancından kaynaklandığını iddia etmektedir. Clark’n deyişiyle, “piyasa dengesi masalı Newtoncu mekaniğin iktisadi faaliyetlere kaydırımıdır”. 626 Mekanik bilimler bütün disiplinlerde açıklayıcı metot olarak kullanılmakta ve bu kullanım incelenmekte olan konunun saygınlık ve objektiflik kazanması ve mümkün olduğu kadar “bilimsel” gözükmesi amacıyla yapılmaktadır.627 Mackay’a göre, “mekanik düşünce” insanlığı tehdit eden bir hastalıktır ve kaynağı toplumun temel yapısı değildir. Bu hastalık “varsayımlardan”, “düşünce biçimlerinin alışkanlık haline gelmesinden” kaynaklanmaktadır. Bu düşünce yapısına göre insanın değerini yok sayılmaktadır. İnsan bir obje olarak görülmektedir. Kişiliksizleştirme eğilimi ile “bilimin ilerlemesine uyumlu” hale getirilir. Mackay’ın deyişiyle, “mors alfabesiyle gönderilen bir SOS mesajının bir yardım çağrısı olmaktan ziyade sadece mors kodları içeren sinyallerin teşekkülü olduğu” iddiası bunun mantıksal olarak saçma bir görüş olduğuna misaldir. 628 Mekanik düşünce sisteminin “gerekirci-deterministic-, kişiliksizleştirici ve maneviyatsızlaştırıcı” neticeleri vardır. Yalnızca dini olarak değil, ayrıca insan özgürlükleri konusunda da teşkil ettiği engeller bulunmaktadır. Determinizm (Gerekircilik), iki farklı mana taşımaktadır; ilki fiziksel olayların fiziksel sebeplerini olduğunu açıklayan bilimsel metot varsayımıdır; ikincisi ise insanların seçeneklerinin gerçek manada var olmadığını maneviyatçıların sorumluluklarımızı hayal ürünü olarak yarattıklarını iddia eden bir görüştür. İki mana yaygın olarak birbiriyle karıştırılmakta 626 Clark, a.g.m., s. 5-6. Mackay, a.g.e., s.12. 628 Mackay, a.g.e., s.11,18-21. 627 181 ve ilki kendisine “ortak olan asalak” ikinciye destek zannedilmektedir. Newton mekaniği başta olmak üzere fizik bilimi determinizmi koruyucu bir rol üstlenmiştir: Bir sistemin başlangıçta durumu ve sistemi oluşturan unsurlarının devinimlerini belirleyen yöntemler bilinirse, sistemin ileri bir vakitte durumunun tahmin edilebilir olduğu varsayılmaktadır. Ancak son zamanlarda determinist fizik dünya modeli olmaktan uzaklaşmıştır; çünkü “kuantum kuramı” açıklanmıştır. Bir atomu ve her şeyi, kendisiyle enerji alışverişi yapmadan gözlemlemek imkansızdır. Kuantum kuramı gereği gözlemlenmiş bir sistemin bir oranda değişiklik yaşamış olması gerekmektedir. Dolayısıyla, bir objenin temelinde öngörülemezlik vardır.629 Kutsal Kitap’ta kaos manası içeren raslantıya cevap mevcuttur. Yaratılış 1:2’de “Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu.” buyurulmaktadır. Süleyman’ın Özdeyişleri 16:33’te, “İnsan kura atar, Ama her kararı RAB verir.” ayetinden Allah’ın tüm olayların Rab’bi olduğu anlaşılmaktadır. Kutsal Kitap öğretisine göre, insan yaratılmıştır. Ve insanın yaratılışının bir gayesi vardır. “İnsan yalnızca bir makine midir?” sorusunun cevabı insanın bilinçli bir varlık olduğunu inkar eder bir biçimde olamaz; çünkü aksi takdirde soru sorulamazdı, yanıtının da manası olmazdı.630 Toplumun organizma olarak tanımı Yunan doğa görüşünün uzantısıdır. Toplum içindeki işlevlerine bağlı olarak bireyler daha çok bir vücudun bölümleri gibidir. En gelişmiş organik iktisat teorisi Marksist iktisattır. Bireyin kıymetine, saygınlığına ya da itibarına sahip çıkma konusunda hiçbir tedarik/hüküm sağlamayan Marksist iktisat da KSD tarafından reddedilmektedir.631 Hem organik hem mekanik toplum görüşleri zorunlu olarak kısmi ve eksik anlayışlardır. Mekaniksel teoriler eksik belirtilmiş olmakla eleştiri alırken, organik teoriler artık belirtilmiş (over-determined) olarak görülmektedir. Organik toplumsal teori özgür iradeyi yok saymakta, mekaniksel toplum teorisi kültürü görmezden gelmektedir. Her iki yaklaşımın temel sınırlaması birey ve toplum kavramlarını 629 Mackay, a.g.e., s.13-15. Mackay, a.g.e., s. 58, 79, 85. 631 Clark, a.g.m., s. 6. 630 182 birbirinden ayrık kabul etmeleri ve insanın toplumdan bağımsız var olabileceği ya da toplumun her nasılsa bireylerden oluşan üyelerinden bağımsız olduğu görüşüdür. Toplumu süreç olarak kabul eden görüş, doğal bilimlerin gözlemlediğinden bütünüyle farklı bir mütevellit tutum olduğunun bilincinde olarak bireyler ile toplum arasındaki etkileşimi kavramaya çalışır. KSD hem serbest piyasa ekonomisinin haddinden fazla bireyciliğine hem de komünizm altında bireyin arka plana itilmesini eleştirmektedir. Clark’ın ifadesiyle “Ortodoks iktisat, Marks ve KSD arasındaki belirgin fark ortaya çıkmaktadır”. KSD için, “Yaratıcı’nın şan ve şerefi insan davranışı için bir “amaç”tır, amaç dünyevi “zevkleri” ya da “faydayı” maksimize etmek değildir veya insanın “kendi hatırı” için kabiliyetlerini geliştirmesi de değildir”. KSD aynı zamanda tamamıyla Ortodoks iktisatta namevcut olan özgür iradeye de önem vermektedir. İnsan doğasının anlaşılabilmesi açısından önemli teolojik rolü olan özgür irade, iktisadi faaliyetin ve piyasa ekonomisindeki belirsizliğin açıklanabilmesine yardımcı olmaktadır. Rasyonel iktisadi insan, tam bilgiye sahip olma varsayımı ile, beniâdem olmaktan öte halde iken “aşırı belirtilmiş (over-determined)” insan beşeri olma halini karşılayamamaktadır.632 Gelişim kavramı genellikle bir “amaç” a ulaşım için hareket olarak kullanılmaktadır. “Amaç” tarafından tanımlanan ve değerlendirilen gelişim bireyin değerlerinden, kurumlardan veya “gelişim”i tanımlayan topluluktan ortaya çıkmaktadır. “Amaçlar” asla nötr veya değerden bağımsız olamaz ve objektif bilim tarafından ayrı olarak belirlenemez ya da değerlendirilemez. Bireyci kavrama dayanan toplum ve hazcı kavrama dayanan insan doğası kaynaklı Neoklasik iktisat teorisi gelişmeyi piyasadaki faaliyetin yükselmesi, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın artması olarak kavramaktadır. GSYİH elde edilen tatminlerin toplamından ibarettir. Ancak örneğin cinayet, suç, terör korkusu vb. ile insanlar daha çok işlem (alış veriş) yapabilirler. Bu işlemler mutluluklarını artırmak için değildir. Biri eşinden boşanır ve eski eşi onun yardımcısı ya da aşçısı olarak işe başlarsa GSYİH artar. Bir annenin kendi çocuğuna bakması GSYİH’yi düşürür. Çünkü işgücünden bir kişi eksilmiştir ayrıca annenin yaptığı iş piyasada mevcut olmayan bir iktisadi hizmettir.633 632 633 Clark, a.g.m., s. 6-9. Clark, a.g.m., s. 9, 11. 183 Marjinal fayda teorisi değer teorisinin iki işlevine de hizmet etmektedir: toplumun özelliklerinin düzeni ve amaçların değerlendirmesinde meşrulaştırma/akla uygun hale getirme. Neoklasik iktisatçı için bir şey ancak piyasada birilerine fayda yaratıyorsa önem ifade eder. Piyasa ortamı tüketici bireylerin faydalarının toplamını alarak bu toplamı üreticilerin zararlarıyla (üretim maliyetleri) dengeye getirir ve talep edilen miktar ile arz edilen miktar birbirine eşitlendiğinde başabaş noktasına ulaşılır. İktisatçılar sıklıkla faydanın piyasa işlemleri dışında var olabileceğini ancak bunun piyasa başarısızlığı olarak görüldüğünü ve verimsizliğe sebep olduğunu ifade etmektedirler. Dolayısıyla, sorunlar iktisadi olsun ya da olmasın, müteallik çözümler mülkiyet hakkı tesis etme gibi olmuştur. İktisat teorisinde bu yaklaşımın bütününün temelini teşkil eden hazcı insan doğası anlayışı ve toplumun bireyci anlayışıdır. Toplumsal saadet (social well-being/the common good) bireysel faydaların kümülatif tüketimi olarak tanımlanmıştır. İnsan doğası ve toplumla ilgili bu yaklaşımlar altında, iktisatçıların önem verdikleri hususun iktisadi işlemleri( mal ve hizmetlerin satışı) ölçen iktisadi saadet (economic well-being) olması normaldir. Bu işlemlerin toplumsal saadete ya da refaha katkı yapıp yapmaması sorun olmamıştır; teori için önemli olan sadece bu işlemlere katılan bireylerin işlemlerinden fayda/tatmin sağlayıp sağlamadığıdır. Bununla birlikte, ortak yarar sorunu analizden hariç tutulmuştur. GSYİH gelişimin ve toplumsal refahın ana göstergesi olarak laissez-faire ideolojisinin değerlerini yansıtmaktadır. Ayrıca toplumun sadece küçük bir yüzdesinin yararını gösteren, diğer tüm iktisadi faaliyetlerin üstünde olan özel üretimin ayrıcalıklı makamına hastır. Katolik Düşünce sisteminde değer için alternatif bir anlayış vardır. Katolik düşüncede değer kavramı insanın saygınlığında ve ortak yararda ulaşılan makamdır. “Economic Justice for All” sunumunda A.B.D. Piskoposlarının ileri sürdüğü gibi, “Üretkenlik eğer toplum saadete hizmet edecek kaynaklara sahipse elzemdir. Ancak, üretkenlik yalnızca mal ve hizmetlerden ibaret çıktılarla ölçülemez.”634 634 Clark, a.g.m., s. 9-11. 184 3.3.2.3. Hıristiyan Öğretisinin İktisadi Esasları Peygamberler materyal malların sıklıkla saplantı haline geldiğini ve insanları Allah’tan uzaklaştırdığını ve mutsuz materyalizme köle ettiğini öğretmişlerdir. Materyal mallar mutlak yararlı ya da iyi değildir. Materyal mallar yalnızca, Hıristiyan teolojisine göre gaye olan, Allah yolunda ve cemaat içinde yaşam için kullanıldığında yararlıdır. Maddeler ihtiyaçları karşılamak ve Allah’a şükretmek içindir. Şükretmek ve başkalarıyla paylaşmak gerekir. Materyal mallar mutlak amaç olursa saplantı haline gelmiş olur. İnsanlar birbirlerine mülkiyet transfer etsinler diye yaratılmamışlardır; yaratılış bir armağandır ve ancak bir bağ iledir. Yaratılış, eğer Veren ile alanlar arasındaki bağlar görülmeksizin sadece armağandan ibaret algılanırsa hata edilmiş olur. Materyal mallar maddeden ötedir; onların bizleri seven Yaratıcı tarafından verilmiş olmaları itibariyle önemli bir değeri vardır. Dolayısıyla maddeleri Allah ile olan ve diğer ruhlarla olan bağlarımızı görmeksizin değerlendirmek ciddi bir hatadır: Dünya malları nihai hedef değildir. İncil’de dünya malları ile ilgili uyarılar yapılmıştır. Luka (12:15), “Zengin Budala”: “Sonra onlara, “Dikkatli olun!” dedi. “Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir.”, Matta (6:20)’de (Göksel Hazineler) bu konuda şöyle buyrulmuştur: “Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar.”.635 Hz. İsa (A.S.)’ın doğumundan önceki özellikle üç yüz yıllık süre, sosyal ve siyasi bakımdan bir kargaşalık çağıdır. İnsanlar hayatın anlamını araştırmaya, ahlaki bir yaşamın kanunlarını tespit etmek için gayret göstermeye başlamışlardır.636 Hz. İsa (A.S.) kapitalizm, sosyalizm ya da komünizm gibi çeşitli iktisadi sistemleri mübahase etmemiş, iktisat teorisinin derin ve ince tetkiklerinde bulunmamıştır. Bunun yerine iktisadi meseleler ile ilgili Allah’ın buyurduklarını anlatmıştır. Para ve mülk, zengin ve yoksul, ve bunların Allah’ın yaratma tertipleri ve maksatları ile ilgilerini anlatmıştır.637 635 Yuengert, a.g.m., s. 32-36. Selik, a.g.e., s.41 637 Cox, D.D., “The Greatest Economics Teacher”, Catholic Journal US Reflections on Faith and Culture, 1 Ağustos 2013, s.2. 636 185 İncil’de Hz. İsa (A.S.)’ın etrafında toplananlara ders verdiği anlatılır. Verdiği bir ders esnasında biri, kendisine dersle alakası olmayan bir soru yöneltmiştir. İncil’de şöyle anlatılmıştır: “Topluluğun içinden biri, “Öğretmen!” dedi, “Kardeşime söyle de şu mirası benimle bölüşsün.”638 Hz. İsa (A.S.) konunun anlattığı ders ile ilgisi olmadığını söylememiş ve bu kişinin talebini ihmal etmemiştir. Bunun yerine, durumu Allah’ın yaratma hususunda iktisat ile ilgili maksadını ya da iradesini kavrayış için ders verme vesilesi olarak almıştır. Ayetler şöyle devam etmektedir: “İsa ona, “Ey adam” dedi, “Beni üzerinize kim yargıç ya da miras dağıtıcısı atadı?” Ardından herkese şunu belirtti: “Her tür açgözlülüğe karşı uyanık olun ve kendinizi koruyun. Çünkü insanın yaşamı varlığının bolluğuyla ölçülmez.”Sonra onlara simgesel bir öykü anlattı: “Varlıklı bir adamın tarlaları bol ürün verdi. Adam içinden ‘Ne yapacağım ben?’ diyordu, ‘Çünkü ürünlerimi koyacak yerim yok!’”639 Bu ayetlerde birinin “çok fazla mülkü olduğunda ne yapacağı” sorunu ele alınmıştır. Hz. İsa (A.S.) “tarlaları olan varlıklı” bir adamdan bahsetmiştir. Günümüzde yaşayanlar için bu bir tavsiftir ancak Hz. İsa (A.S.)’ı o vakit o kültüre ait olarak dinleyenler için bir hususa işaret edilmiştir: “Tarla sahibi” olan birinin varlıklı olmasıdır.640 Luka 12, (Akılsız Zengine İlişkin Simgesel Öykü) ‘de ayetlerin devamı şöyledir: “Sonra, ‘Ne yapacağımı biliyorum’ dedi, ‘Ambarlarımı yıkıp daha büyüklerini kuracağım. Buğdayımın tümünü ve başka her şeyimi de oraya koyacağım. Canıma da diyeceğim ki, ey can, yıllarca yetecek kadar bol malın var. Rahatına bak. Ye, iç, mutlu ol!” Ancak şu bilinmelidir ki, bir nimet, bir inayet, bir mucize, Allah’tan bir hediyedir. Çok nimet çok sorumluluk demektir.641 Luka 12’de (Akılsız Zengine İlişkin Simgesel Öykü), ayetlerin devamında şöyle buyrulmuştur: “Ama Tanrı ona, ‘Ey akılsız adam, canın bu gece senden isteniyor’ dedi, ‘Biriktirdiklerin kimin olacak?’ “Kendi yararına mal biriktiren ama Tanrı önünde zengin olmayan insanın durumu budur.” Hz. İsa (A.S.) adamın akılsız olması hususunda iki şeyden bahsetmiştir. Birincisi, adam olanların manasını kavrayamadığı için akılsızdır. Hz. İsa (A.S.), fazla mal ya da artık değerin birine ihsan edilmiş olmasının 638 Luka 12:13, ( Akılsız Zengine İlişkin Simgesel Öykü), İncil, New Testament, New International Version, Türkçe/İngilizce, Kitabı Mukaddes Şirketi, Sirkeci-İstanbul, Ohan Matbaacılık LTD. Şti, İstanbul, s.259. 639 Luka 12:14-17, İncil, New Testament, s.259. 640 Cox, a.g.m., s.2-3. 641 Cox, a.g.m., s.3. 186 tek maksadının etraftaki her birey için yeterli miktar olması hakikatine değinmiştir. Varlıklı adam muhafaza etmek ve kazandığını kaybetmemeye odaklanmıştır. Tasarılarında başka herhangi birinin refahı olduğuna dair bir delil yoktur. İkincisi, ayette “canının o gece istendiği” söylenmiştir. Ancak bunun bir ceza olduğuna dair bir söylem yoktur. Adamın ölümünün gelişinin zamanına dikkat çekilmiştir. Varlıklı adam servetinin tamamını muhafaza için uğraşırken, böylece yıllarca yiyebilecek, içebilecek ve mutlu olacaktır, planlarının aniden bozulduğu aşikârdır. Luka 12:20’de ‘Biriktirdiklerin kimin olacak?’ buyrulmuştur.642 Ayette “akılsız” olma ile ilgili bildirilen husus homo economicus’un davranış ilkelerinden birine cevaptır. Ayette, Luka 12:21, “Kendi yararına mal biriktiren ama Tanrı önünde zengin olmayan insanın durumu budur.” buyrulmuştur. “Finansal olarak güvende olma” hususunda bir günahtan bahsedilmemiştir. Bireysel ve toplumsal olarak, Allah’ın verdiği emanetler ortak yarar için tertip edilmelidir. Dolayısıyla sahih olan iktisat politikaları Allah tarafından verilen tertip sorumluluklarına sadakat icbar etmektedir. Sorumluluklar ve Allah’a sadakat konusu özellikle biri Ateist diğeri Monoteist olmak üzere iki karşıt dünya görüşü açısından önem taşımaktadır. İktisadın Ateist dünya görüşü çok esaslı olarak, evrimin uzun zaman içerisinde ve yavaş bir sürecinde eşya sadece zuhur eder diyen Darwin Teorisinden etkilenmiştir. Eğer eşya şimdi zuhur edebiliyor ise servet de zuhur edebilmelidir. Monoteist görüş her şeyin Allah’tan geldiğini takdir etmekte ve herhangi bir topluluğun ya da toplumun “servet”inin de basit olarak serbest ve adil mübadeleyle ve üretilenden daha azının tüketilmesiyle oluşması prensibini kabul etmektedir.643 Luka 12:21’de “Kendi yararına mal biriktiren ama Tanrı önünde zengin olmayan insanın durumu budur.” buyurulmuştur. “Tanrı önünde zengin olmak” ehemmiyetlidir. “Allah için ehemmiyetli olan veya Allah için manası olan nedir?” sorusuna cevap olarak İncil’de, Luka 10:25-27, şöyle buyurulmuştur: “Yasa yorumcularından biri ayağa kalktı, İsa’yı deneyerek, “Öğretmen” dedi, “Sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmalıyım?” İsa, “Ruhsal yasada ne yazılmıştır?” diye sordu, “Sen nasıl yorumluyorsun?” O da şöyle 642 643 Cox, a.g.m., s.4. Cox, a.g.m.,s.4. 187 yanıtladı: “ ‘ Tanrın Rab’bi tüm yüreğinle, tüm canınla, tüm gücünle ve tüm anlayışınla seveceksin. İnsan kardeşini de kendin gibi seveceksin.’” 644 Burada sevginin kalp, akıl ve ruh ile olması gerektiğinden bahsedilmektedir. Ayrıca “insan kardeşini kendin gibi sev” buyrulmuştur. Dolayısıyla “kendi çıkarını maksimize etme” söz konusu bile olamaz. Böylece homo economicus’un “doyumsuzluk/çoğu aza tercih” etme ve “bencillik/kendi çıkarının maksimizasyonunu hedef alma” aksiyomlarının geçersizliği ortaya konmuştur. Luka 12:20-21 “doyumsuzluk/çoğu aza tercih etme” aksiyomunun geçersizliğini ispat etmektedir. Luka 10:25-27 “bencillik” aksiyomunu ve “dünyevi hedeflerin tatmininin azamiyesini elde etme” meselesininin geçersizliğini ispat etmektedir. 3.3.2.4. Homo economicus Varsayımlarının İncil’deki İktisadi Buyruklar Perspektifiyle Analizi Yasak meyvenin yenmesi neticesinde insan ile Allah, insan ile insan ve diğer yaratılmışlar arasındaki bağlar değişmiştir. Yaratılış (2:17)’de şöyle buyrulmuştur: “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.” (3:6)’da “Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi.” (3:17-19)’da “RAB Tanrı Adem’e “Karının sözünü dinlediğin ve sana, Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi, “Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı verecek, Yaban otu yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın Ve yine toprağa döneceksin.” Yuengert bu konuda şöyle önemli bir açıklama yapmıştır: ““Elma” şüphesiz Hz. Havva’nın fayda fonksiyonunda pozitif marjinal faydaya sahip değildi, ancak onu arzulaması bir tuzaktı ve bir aldatma, vehim idi.”645 644 645 Cox, a.g.m.,s.4. Yuengert, a.g.m., s. 35. 188 Tüketici teorisinin Hıristiyan İlahiyatınca analizinde homoeconomicus için ileri sürülen aksiyomlar eleştirilmektedir. Yuengert, Hıristiyan bakış açısı ile eleştiri getirilen iki aksiyomu dile getirmiştir: Biri doyumsuzluk ya da açgözlülük aksiyomu bir başka deyişle çoğu aza tercih etme; diğeri açığa çıkan saadet meselesi, bir başka deyişle seçenekler arasında tercihleri nihayetinde tüketici davranışının tamamıyla saadetini sağlaması ya da optimaliteye ulaşması. Yuengert’e göre gerçekçi bir husus da şudur ki tüketicilerin gerçek saadetlerini yansıtan tercihlerine bağlı olarak davrandıkları varsayımı doyumsuzluk varsayımından daha temel ve sorun çıkaran bir aksiyomdur646. Analitik olarak, iktisatçıların kayıtsızlık eğrilerinin birbirine kısmi olarak bağımlı olduğunu açıklamaları gerekmektedir. Hıristiyan öğretisi, insanların içtimai amel lezzetinin ve uzun-dönem hedeflerinin hazır çıkarlardan üstün olduğunun farkına varmalarını sağlamaktadır.647 Yuengert’e göre eğer aksiyomlar sorgulanırsa refah neticeleri değişebilir. Yuengert açıklamalarına şöyle devam etmiştir: Kutsal Kitap hakkında ilmi yüksek ve iktisat teorisinde uzman bir Hıristiyan iktisatçı, Kutsal Kitap’ta tarif edilen tercihler meselesi ile iktisat teorisindeki tercih aksiyomlarının çatıştığını, bunların birbiriyle bağdaşmadığını ya da aykırı düştüğünü farkedebilir; ancak başa çıkamaz. “Daha fazla daha iyidir” ya da “çok aza tercih edilir” iddiası ile Hıristiyan geleneğinin öğretisi arasında net ve kesin bir zıtlık olduğunu Luka 6:24’teki ayeti hatırlatarak ifade etmiştir: “Ama vay halinize, ey zenginler, Çünkü tesellinizi almış bulunuyorsunuz!” Doyumsuzluk aksiyomu ile çelişen ya da “daha fazla daha iyidir” prensibine aykırı düşen ayetler İncil’de çoktur. Örneğin Luka 12:15’te, “Sonra onlara, “Dikkatli olun!” dedi. “Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir.” buyrulmuştur. Efesliler 4:19’da “Bütün duyarlılıklarını yitirip açgözlülükle her türlü pisliği yapmak üzere kendilerini sefahate verdiler.” Efesliler 5:3’de “Aranızda fuhuş, ahlaksızlık ya da açgözlülük anılmasın bile. Kutsallara yaraşmaz bu” buyrulmuştur. 646 Yuengert, a.g.m., s. Abstract, 33. Woehrling, F., “ “Christian” Economics”, Journal of Markets&Morality 4, no 2 (Fall 2001), 199216, s.209 647 189 Markos 7, “İnsanı Kirleten Şeyler”-21-23’te, “Çünkü içerden, insan yüreğinden kötü tasarılar çıkar: Fuhuş, hırsızlık, adam öldürme, zina, açgözlülük, kurnazlık, düzenbazlık, soysuzluk, kıskançlık, sövüp sayma, kendini beğenme, akılsızlık. Bu kötülüklerin tümü içerden çıkar ve insanı kirletir.” buyrulmuştur. Bu ayetlerde belirtildiği üzere açgözlülük bir kötülüktür ve insanı kirletmektedir. İnsanı kirleten ve kötü sayılan bir özellik hakim iktisat zihniyetindeki iktisadi insan yani homo economicus’un karar almasına etki eden bir özellik olarak dayatılmıştır. İncil’de kötülük olduğu ve insanı kirlettiği çok net olarak ifade edilen açgözlülük iktisat teorisindeki doyumsuzluk aksiyomu ile çelişmektedir. Dolayısıyla Hıristiyanlık’ta “çok aza tercih edilir” veya “daha fazla daha iyidir” iddiası kabul edilemez bir söylemdir. Hıristiyan öğretisi ile çatışmaktadır, İlahi emirler ile aykırı düşmektedir. Timoteos’a I. Mektup 6, “Aykırı Öğretiler, Para Sevgisi”, 7-10 numaralı ayetlerde şöyle buyrulmuştur: “Çünkü dünyaya hiçbir şey getirmedik, ne de herhangi bir şey götürebiliriz. Ama yiyeceğimiz, giyeceğimiz varsa, bunlarla yetinelim. Varlıklı olmaya özenenler ise denenmeye düşer, bir sürü akılsız, yararsız tutku tuzağına yakalanırlar. Bunlar insanı yıkıma ve mahva götürür. Çünkü tüm kötülük köklerinden biri de para sevgisidir. Kimileri buna imrenip imandan saptılar ve pek çok üzüntüyle kendilerini yürekler acısı duruma düşürdüler.” , “Zenginlere Uyarı”: 17-19’da “ Şimdiki çağda varlıklı olanlara buyruğun şu olsun: Yüksekten bakmasınlar, güvenilmez zenginliklere umut bağlamasınlar. Gönenç bulmamız için her şeyi bize bol bol sağlayan Tanrı’ya umut bağlasınlar. Söyle onlara: Yararlı işlerle uğraşsınlar, sağlıklı işlerde zenginlik bulsunlar, eliaçık olsunlar, varlıklarını paylaşsınlar. İlerisi için kendilerine sağlıklı bir temel atsınlar. Böylece, gerçek anlamda yaşamı oluşturan değere sarılsınlar.”. Buradaki ayetlerde buyrulduğu üzere, var olan yiyecek ve giyecek ile yetinme tavsiye edilmiştir. Varlıklı olmaya özenenler için imtihana tabi tutulacakları ile ilgili uyarı yapılmıştır. Varlıklı olmaya özenenler için “akılsız, yararsız tutku tuzağına” yakalanacakları buyrulmuştur. Tutku “güçlü istek ve eğilimin yöneldiği amaç”648 tır. Yararsız ve akılsız tutku tuzağı ise, tuzak “birini güç ve tehlikeli bir duruma düşürmek 648 http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.52ce90944f2786.5084 7733 190 için kurulan düzen”649 olduğuna göre, akılsız ve yararsız güçlü istek ve eğilimin yöneldiği amacın güç ve tehlikeli bir duruma düşüreceği düzen haline gelmiş olur. Bu durumda varlıklı olma özenmenin ya da doyumsuzluğa yönelmenin ne derece yanlış olduğu açık hale gelmiştir. “…eliaçık olsunlar, varlıklarını paylaşsınlar” ifadesi ile “paylaşmanın emredildiği sebebiyle çoğun aza tercih edilmeyeceği ve bireyin kendi çıkarının maksimizasyonu gayretinde olmaması gerektiği” nettir. Bununla birlikte Markos 7, “İnsanı Kirleten Şeyler”:21-23’te buyrulduğu üzere hırsızlık, düzenbazlık, kıskançlık da kötülüklerdendir ve insanı kirletirler. İktisadi insan için doyumsuzluk aksiyomu geçerli olsa, doyumsuz olan bir insan “daha fazlasına sahip olabilmek için” hırsızlığa yönelebilir, düzenbazlık, hilekarlık yapabilir. Ayrıca doyumsuz iktisadi insan daha fazlasına sahip olanı kıskanabilir. Böylelikle Markos 7:21-23’te açıkça belirtilen insanı kirleten ve kötülükler olduğu kesin olarak ilan edilmiş hırsızlık, düzenbazlık ve kıskançlık yine bir kötülük olduğu belirtilen ve insanı kirleten açgözlülük sebebiyle fiil haline gelebilir. Bu sebeplerle hakim iktisat zihniyetinin ileri sürdüğü homo economicus’un doyumsuzluk ya da çoğu aza tercih etme aksiyomu hem İncil’deki İlahi Emirlere ters düşmekte hem de toplum saadeti açısından ciddi tehlike potansiyeli taşımaktadır. Markos 10, Sonsuz Yaşam Arayan Varlıklı Genç, 23-25 “İsa çevreye bakıp öğrencilerine şöyle dedi: “Parası bol kişilerin Tanrı hükümranlığına girmeleri ne denli güçtür!” O’nun bu sözleri öğrencileri şaşırttı. Ama İsa yine, “Çocuklar!” dedi, “Ne güç iştir Tanrı hükümranlığına girmek! Devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin kişinin Tanrı hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.” Bu ayetlerde zenginliğin riskli bir durum olduğuna dair ifadeler vardır. “Devenin iğne deliğinden geçmesinin” daha kolay olması meselesi ile ilgili gerekli açıklama ayetlerin devamında yapılmıştır ve göz ardı edilmemelidir. Şöyle ki, 26-27’de buyrulduğu üzere: “Öğrenciler büsbütün şaşırdılar. Birbirlerine, “Öyleyse kim kurtulabilir?” diye sordular. İsa onların gözlerinin içine 649 http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.52ce906dac98d6.9964 5402 191 bakarak, “İnsanlar önünde bu olanaksızdır” dedi, “Ama Tanrı önünde değil. Çünkü Tanrı önünde her şey olanaklıdır.”650 Hıristiyan teolojisinin iktisat teorisine etkisi şöyledir: Maddeler önemli şekilde, tüketen kişinin maddeleri değerlendirme yöntemindeki faziletine bağlıdır. Bununla birlikte, Kitab-ı Mukaddes’in incelenmesiyle iki meselenin önemi meydana çıkmaktadır: 651 Tüketiciler gerçek çıkarlarını yansıtan tercihler yapmayabilirler. Eğer tüketim saplantı haline gelirse tercihler yoldan çıkar. Çoğunluk çok aza göre daha iyiymiş gibi hareket etse bile “çok” “az”a göre daha iyi olmayabilir. Literatürde “açığa çıkan tercihler”-revealed preferences- “gözlemlenen davranışlar”dan anlam çıkarılarak tercih ilişkilerini yansıtmaktadır. “Ortaya çıkan ihsan”- revealed wellbeing-ise “ortaya çıkan tercihler aynı zamanda insanın ihsanını yansıtır” varsayımını yapmaktadır. İktisatçılar tüketici tercihi modelini nitelendirirkenu(X)-fayda fonksiyonunun manasına yeteri kadar dikkat göstermemektedirler. İnsanların tercihlerinin onların saadetini artırmama olasılığı vardır. “Çok aza göre daha iyidir” ya da “tüketici tercihleri normatiftir” iddiaları ile iktisatçılar, derin düşünmeden, müstenidat olmaksızın ve “felsefe yaptıklarından” bihaber felsefi münazarada yer almaktadırlar652. Hedef fonksiyon insan davranışlarının hedefi ile ilgili özel varsayımlar içerir; insanlar kendi maddesel tüketimlerini dikkate alırlar- daha fazla tüketim daha az tüketime tercih edilir, ancak marjinal faydalar giderek azalır. Tüketici davranışının pozitif analizinde, doyumsuzluk/tatminsizlik varsayımında fayda fonksiyonunun birinci türevinin pozitif oluşuyla ilgili bir kısıt vardır. u ' 0 sezgisel olarak birden fazla olası anlamlar içerebilir: 653 650 İncil, New Testament, s.162. Yuengert, a.g.m., s. 36. Maddeler için de aynı kaynaktan yararlanılmıştır. 652 Yuengert, a.g.m., s. 38, 48, 53. 653 Yuengert, a.g.m., s. 37, 39. Maddeler için de aynı kaynaktan yararlanılmıştır. 651 192 i. Toplum “daha fazlayı daha iyi kabul edebilir”. ii. Toplum “daha fazla daha iyi olmasa bile daha fazlayı seçebilir”. Bu iki durumdan meydana gelebilir: a. “Daha fazlasının daha iyi olmadığının farkında değildir”. b. “Daha fazlasına sahip olma konusunda kendine hakim olamıyordur”. i. durumunda “daha fazla daha iyidir”, yani tüketiciler daha fazlasıyla daha çok tatmin olurlar ve daha iyi duruma gelirler. ii.a. ve ii.b. durumlarında ise “tüketiciler daha fazlasını tercih etse bile, daha fazlasını tercih etmeleri refah-bozucu tüketime sebep olabilmektedir”. ii.a.’da tüketici daha fazlası ile yanlış bir tecih yaptığının farkında değildir. Dolayısıyla bu davranışı refahı için zarar verici bir tercihi maksimize etmektedir. ii.b.’de ise tüketici kendi içinde çelişkiye düşmektedir: tercihlerinin refahını sağlamayacağını bilmektedir, ancak tercihlerini tecessüm ettirecek dürtülere tamamıyla mukavemet edememektedir. Bu tavsif altında “tüketiciler daha fazlanın daha iyi olmadığına dair muhakeme etmiş olsalar bile, daha fazlayı daha aza tercih etme davranışında bulunabilirler”. İktisatçılar söz konusu üç tavsif ile ilgili pek dikkat göstermemektedirler.654 İnsan doğası anlayışı konusunda Katolik sosyal Düşünce’nin eleştirileri vardır. İktisatta tipik insan doğası görüşü sıklıkla “rasyonel homo economicus” olarak adlandırılır. İktisat teorisi insan doğasını “rasyonel/akılcı fayda azamileştiricisi”, “yalnızca kişisel menfaat güdümlü” gibi faydacı terimler ile kavramaktadır. İnsan doğası hedonistik/hazcıdır655; başka bir deyişle zevkleri ve acıları hesaplar. Neoklasik iktisat teorisinin temelinde yatan insan doğası görüşü Jeremy Bentham tarafından sahneye çıkarılmıştır. Buna göre, insan zevk peşindedir ve acıdan kaçar, her karar karzarar veya zevk-acı hesabından kaynaklanmaktadır. 656 Hakim iktisat zihniyetindeki bu hazcı görüş bir başka deyişle insanın karar alırken zevk-acı hesabı yaptığı, her zaman 654 Yuengert, a.g.m., s. 39-40. Hazcı görüş Eski Yunan Stoacılığına dayanır. Bkz. İlk bölüm, Eski Yunan Medeniyeti. 656 Clark, a.g.m., s. 7. 655 193 zevklerini maksimum, acılarını minimum yapmaya gayret ettiği varsayımı yanlış bir varsayımdır. İnsan davranışlarının karşılığı sadece maddi değildir. Aldığı zevklerin de çektiği acıların da karşılığını dünyada veya ahirette görecektir657. İncil’de acı çekme ve mutluluk aynı ayet içinde şöyle bulunmaktadır: “Doğruluk uğruna acı çekseniz bile, ne mutlu size! İnsanların “korktuğundan korkmayın, ürkmeyin.” (1. Petrus 3:14). 2. Korintliler 7’de “Tanrı’nın isteğiyle çekilen acı, kişiyi kurtuluşla sonuçlanan ve pişmanlık doğurmayan tövbeye götürür. Dünyanın acılarıysa ölüm getirir. Bakın bu acılar, Tanrı’nın isteğiyle çektiğiniz bu acılar sizde ne büyük ciddiyet, paklanmak için ne büyük istek yarattı! Sizde ne büyük öfke, korku, özlem, gayret ve suçluyu cezalandırma arzusu uyandırdı! Bu konuda her bakımdan masum olduğunuzu kanıtladınız.” , İbraniler 12’de “Terbiye edilmek uğruna acılara katlanmalısınız. Tanrı size oğullarına davranır gibi davranıyor. Hangi oğul babası tarafından terbiye edilmez?” buyrulmuştur. Ayetlerde buyrulduğu üzere ne için acı çekildiğine göre zevk-acı hesabının neticesi değişmektedir. Yine, Luka 8:14’te “Dikenler arasına düşenler, sözü işiten ama zamanla yaşamın kaygıları, zenginlikleri ve zevkleri içinde boğulan, dolayısıyla olgun ürün vermeyenlerdir.” Ayetine göre zevklerle ilgili uyarı iletilmiştir. 1. Timoteos 6’da “Şimdiki çağda zengin olanlara gururlanmamalarını, gelip geçici zenginliğe umut bağlamamalarını buyur. Zevk almamız için bize her şeyi bol bol veren Tanrı’ya umut bağlasınlar.” Bu ayette de “zevk alma, umut bağlama” hususlarında bir kısıt belirtilmiştir. Titus 3’de “Çünkü bir zamanlar biz de anlayışsız, söz dinlemez, kolay aldanan, türlü arzulara ve zevklere köle olan, kötülük ve kıskançlık içinde yaşayan, nefret edilen ve birbirimizden nefret eden kişilerdik.”, Yakup 5’te “Yeryüzünde zevk ve bolluk içinde yaşadınız. Boğazlanacağınız gün için kendinizi besiye çektiniz.” buyrulmuştur. Bu ayetlerde “zevklere ve arzulara köle olma”dan bahsedilmiş,” zevk ve bolluk içinde yaşamanın netice ihtimali” üzerinde durulmuştur. 657 “Mü’minlerin devlet reisi Ömer ibn Hattab, Rasûlullah (A.S.M.)’ı şöyle buyururken işittim dedi: “Yapılan her türlü işler kişilerin niyetlerine göre değer bulur. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre bulur….” Buhârî, Bedü’l Vahy1; Müslim, İmârât 155) http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf 194 2. Petrus 2’de “Ettikleri haksızlığa karşılık zarar görecekler. Gündüzün zevk alemlerine dalmayı eğlence sayarlar. Birer leke ve yüzkarasıdırlar. Sizinle yiyip içerken kendi hilelerinden zevk alırlar.” Ayetlerinde “zevk alemlerine dalanların bunu eğlence sayması, kendi hilelerinden zevk almaları bu kişilerin ettikleri haksızlık sebebiyle karşılık görecekleri” ifade edilmiştir. Petros’un II. Mektubu, “Yalancı Peygamberler”,2: 14’te “Gözleri zinayla ve ardı arkası kesilmeyen günahla doludur. Kararsız canları kandıranlardır bunlar. Yüreklerini açgözlülüğe eğitmiş lanet çocuklarıdır” buyrulmuştur. Bu ayetlerden “sade bir şekilde zevk-acı hesabı” yapan bir insanın zevkini maksimum, acısını minimum yapmasının her zaman “akılcı” olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. “Yüreklerini açgözlülüğe eğitmiş lanet çocuklarıdır” ayeti homo economicus’un doyumsuzluğunu noktalamıştır. Bununla birlikte bazı ayetlerde hakim iktisat teorisinin zihinlere dayatmaya çalıştığı “maksimum zevk, minimum zahmet, peşin ücret” gibi meselelere cevap olarak gösterebileceğimiz başka ifadeler de vardır. Şöyle ki; Matta5’te, Gerçek Mutluluk bölümünde “İsa konuşmaya başlayarak onlara şunları öğretti: “Ne mutlu ruhta yoksul olanlara! Çünkü göklerin hükümranlığı onlarındır. Ne mutlu yaslı olanlara! Çünkü onlar avutulacaklar.” ; “Ne mutlu başkasının acısına ortak olanlara! Çünkü onlar acılarında destek bulacaklar.” Matta 5, Düşmanlara Sevgi bölümünde “ Eğer biri seninle yargıca gidip gömleğini almak isterse, ona üst giysini de ver. Ve kim sana bir kilometrelik yolu zorla yürütmek isterse, onunla iki kilometre yürü. Senden dilekte bulunanlara ver ve ödünç isteyeni geri çevirme.” Markos 9, En Üstün Olan Kimdir? Bölümü’nde, “ İsa oturunca On İkiler’i çağırıp “En üstün olmak isteyen, hepinizin arasında sonuncu ve hepinizin hizmet görücüsü olsun” dedi.” buyurulmuştur. Matta 5, Düşmanlara Sevgi bölümünde “ Eğer biri seninle yargıca gidip gömleğini almak isterse, ona üst giysini de ver.” Ayeti “doyumsuzluk” ve “bencillik” aksiyomlarını geçersiz kılmaktadır. Eğer doyumsuzluk Hıristiyan inancında kabul görmüş olsaydı “Eğer biri seninle yargıca gidip gömleğini almak isterse, ona üst giysini de ver.” Ayetinde emrolunduğu üzere, “kendinden bir şey istendiğinde daha fazlasının verilmesi” buyrulmuş olmazdı. Geleneksel iktisadi zihniyete sahip homo economicus’un “daha fazlasını alma, elde etme arzusu”nun, yani “çoğu aza tercih etme/doyumsuzluk” 195 aksiyomunun aksine İncil’de “daha fazlasını verme” vurgulanmıştır. Bununla birlikte İncil’deki söz konusu ayette buyrulduğu üzere “kendinden bir şey istendiğinde daha fazlasının verilmesi” meselesi ile Geleneksel iktisadi zihniyete sahip homo economicus’un “kendi çıkarının maksimizasyonu peşinde olma”, yani “bencillik” aksiyomu birbiriyle çelişmektedir. Bu nedenlerle Matta 5:40, “doyumsuzluk” ve “bencillik” aksiyomunun geçersizliğini ortaya koymaktadır. Markos 9, En Üstün Olan Kimdir? Bölümü’nde, “ İsa oturunca On İkiler’i çağırıp “En üstün olmak isteyen, hepinizin arasında sonuncu ve hepinizin hizmet görücüsü olsun” dedi.” Ayeti çok net bir biçimde “doyumsuzluk”, “bencillik” aksiyomlarının geçersizliğini ortaya koymaktadır. “Herkesin içinde sonuncu ve herkesin hizmet görücüsü” olmaya razı bir kimsenin “çoğu aza tercih etme” gibi bir dürtüsü olamaz. Bununla birlikte “böyle bir kimse kendi çıkarının maksimizasyonunu hedefleyemez”. Çünkü böyle bir kimse dünyevi hedefler peşinde değildir, her şeyden evvel hazcı dünya görüşüne sahip değildir. Dolayısıyla “maksimum zevk, minimum zahmet” amacında değildir. İktisatçıların bu insan doğası fikrini tasdik etmelerinin bir nedeni, matematiksel modellerinin neden olduğu gibi, denge sistemleri olarak kabul ettikleri toplum ve ekonomi görüşlerinin belirleyici (deterministik) ve atomistik davranışı icap ettirmesidir. Bir başka deyişler, ekonomistler insanı gerçekte olduğu gibi değil, kendi kurdukları teorilerin ulaşması gereken denge sisteminin ihtiyaç duyduğu belirleyici ve atomistik bireyler olarak tanımlamaktadırlar ve ayrıca kurdukları matematiksel modellerin de bu ihtiyaca uygun olması gerekmektedir. En büyük ironi de serbest piyasa koşullarını oluşturan serbest seçim/serbest tercih, ekonomiyi ve toplumu oluşturan bireylerin belirleyici davranışları olması gerektiğidir.658 KSD’ye göre Neoklasikler ve Klasikler gibi Marksizm de insanlığın amacı hakkında materyalist fikir ileri sürmektedir. Marks kapitalizmin merkezi hedefi olan iktisadi büyümeye hücum etmemektedir. Marks’a göre eğer insan rasyonel azamileştirici ise, onun bu davranışını şekillendiren toplum ve piyasa ilişkileridir. 658 Clark, a.g.m., s. 8. 196 KSD’nin “insan” için ileri sürdüğü görüş ise şöyledir: İnsan toplumun dışında düşünülemez. Hıristiyan doktrinine göre, “insan dünyaya toplumda düzen içinde yaşasın diye, Allah tarafından takdir buyurulan bir otorite altında, Yaratıcı’sının şan ve şerefi için ve şükran için tüm kabiliyetlerini geliştirip tamamlayabilmek adına gönderilmiştir. Mevkiinin yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmekle insan geçici ve ebedi mutluluğa erişebilecektir”(Quadragesimo Anno’da belirtildiği üzere). 659 “Mevkiinin yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmekle” ifadesi çok önemlidir. Çünkü Luka 12, “Asıl Korkulacak Yetki” bölümünde şöyle buyurulmuştur: “Beş serçe iki kuruşa satılır, değil mi? Öyleyken biri bile Tanrı katında unutulmuş değildir. Bunun gibi, başınızdaki saçların tümü de sayılıdır. Korkmayın, birçok serçeden daha değerlisiniz.” Bu ayetlerde de çok meseleye işaret edilmiş olabilir; dünyada yapıp edilen her şeyin kayıt altına alınması, her kıymetin değerlendirilmesi ve değerlendirileceği, her amelin karşılığının verileceği, Allah’ın adaleti (burada en azından hiçbir şeyin unutulmaması ve her şeyin karşılığının verilmesi), verilmiş her şeyin hesabının bilinmesi ve tutulması, insanların bazılarının hayvanların bazılarından daha değerli olması ancak bazılarından daha aşağı olabilmesi, insanların bazılarının hayvanlardan daha aşağı olması ve insanların bazılarının hayvanlardan daha üstün olması olasılıkları bunlardan bazılarıdır. İncil’deki “Korkmayın birçok serçeden daha değerlisiniz.” ayeti ve Luka 12, Güvenilir Uşak ile Güvenilmez Uşak bölümündeki bazı (aşağıda verilmiştir) ayetler incelendiğinde insanların hayvanlardan üstün olarak yaratıldığı ve kendilerine verilen sorumlulukları kendilerine anlatılan şekilde ve ölçüde yerine getirmekle yükümlü oldukları anlaşılabilir. Luka 12, Güvenilir Uşak ile Güvenilmez Uşak bölümündeki 42 numaralı ayette “Güvenilir ve akıllı kâhya kimdir?” buyurulmuştur. Devamında “Ev sahibinin ev halkına vaktinde yiyecek sağlaması için atadığı kâhya.” Ayetler şöyle devam etmektedir: “”Efendisi geldiğinde atandığı görevi uygulamakta olan uşağa ne mutlu! Doğrusu size derim ki, efendisi tüm malları üzerinde sorumluluk verecektir ona. “Ama o uşak içinden ‘Efendim gecikiyor’ der, kadın erkek demeden hizmetçileri tartaklar, 659 ( Quadragesimo Anno- O’Brien ve Shannon, 1992, p.68) Kaynak: Clark, a.g.m., s. 8. 197 kendini yemeye içmeye, sarhoşluğa verirse, efendisi hiç beklemediği bir gün ve düşünmediği bir saatte çıkagelecek. Onu parça parça edecek, imansızların gideceği yere atacak. “ Efendisinin ne istediğini bilip de onun isteği uyarınca hazırlık yapmayan, ya da davranmayan uşak çok dayak yiyecek. İstenileni bilmeden dayağı hak edecek biçimde davranansa daha az dayak yiyecek. Kendisine çok verilenden çok istenecek. Çok güvenilenden daha da çoğunu isteyecekler.” Dolayısıyla insan kendine verilen her şeyden hesap verecektir. İncil’deki bu buyruklar insanların bu sorumluluğun bilincinde olmaları gerektiğini söylemektedir. “Kendisine çok verilenden çok istenecek” ayetinden “kendisine çok verilenin vereceği hesabın, daha fazla olacağı” anlaşılabilir. Bu ayet de “doyumsuzluk/çoğu aza tercih etme” aksiyomunun anlamsızlığını ortaya koymaktadır. İncil’de, Luka 10:25-27, şöyle buyurulmuştur: “Yasa yorumcularından biri ayağa kalktı, İsa’yı deneyerek, “Öğretmen” dedi, “Sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmalıyım?” İsa, “Ruhsal yasada ne yazılmıştır?” diye sordu, “Sen nasıl yorumluyorsun?” O da şöyle yanıtladı: “ ‘ Tanrın Rab’bi tüm yüreğinle, tüm canınla, tüm gücünle ve tüm anlayışınla seveceksin. İnsan kardeşini de kendin gibi seveceksin.’” Birinin “insan kardeşini kendi gibi sevmesi”, “kendisi için istediğini kardeşi için de istemesi”ni gerektirir. Böyle bir durum, hem “bencilliğe” hem de “açgözlülüğe/tatminsizliğe” engel teşkil eder. İncil’de bireyciliğin ve bencilliğin tersine paylaşım, dayanışma, yardımlaşma, yoksulları gözetme konularında ayetler vardır. Matta6, Yardımda Sağlıklı Tutum, “Birine yardım elini uzatırken, sol elin sağ elinin ne yaptığını bilmesin. Yardımını gizlice yap.” 1. Korintliler 3, “Çünkü hâlâ benliğe uyuyorsunuz. Aranızda kıskançlık ve çekişme olması, benliğe uyduğunuzu, öbür insanlar gibi yaşadığınızı göstermiyor mu?” buyurulmuştur. Habercileri İşleri 4, İnananlar Varlıklarını Paylaşıyor, “İman eden topluluğun yüreği, canı birdi. İçlerinden hiçbiri sahip olduğu şeylere kendi malı gözüyle bakmıyordu. Tersine, her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı.” “İçlerinden hiçbiri sahip olduğu şeylere kendi malı gözüyle bakmıyordu.” Ayetinden hem “doyumsuzluk” hem de “bencillik” aksiyomlarının geçersizliği çıkarılabilir. “İman edenlerin sahip oldukları 198 şeylere kendi malı gözüyle bakmaması”ndan, sahip olunanlara bencillik ile kendi çıkarını kollama amacıyla yaklaşılmayacağı, bencillik ile yaklaşmayacağı gibi “açgözlülük” ile de yaklaşılmayacağı anlaşılabilir. Luka 11, Dinsel Yorumculara ve Ferisiler’e Yöneltilen Yargı bölümünde, “ “En iyisi, içte bulunanlardan yoksullara verin. Her şeyin size temiz kılındığını göreceksiniz. Ama vay sizlere, Ferisiler! Çünkü nanenin, sedef otunun, her tür sebzenin ondalığını verirsiniz; öte yandan Tanrı adaletini, sevgisini önemsemezsiniz. Bunları yapmanız, ama ötekileri de önemsemeniz gerekirdi.” buyurulmuştur. Ayetten anlaşıldığı üzere, sadece paylaşmak değil paylaşırken Allah sevgisini ve adaletini önemseyerek vermek gereklidir. Hıristiyan İktisadi Doktrinine Göre Homo Economicus’un Analizi Neticesi şöyledir; 1. Kilise’nin mal varlığı ve siyasi rolü, otoritesinin güçlü, sürekli ve yaygın olmasına neden olmuş, dünyevi işlere gereğinden çok müdahil olarak, “Ortaçağ’a hükmeden en büyük güç” haline gelmiş ve Batı Avrupa’yı hukuki ve kültürel alanda etkilemiştir.660 Bilimsel gelişmenin gecikmeli gerçekleşmesinin nedeni olarak yüzyıllar boyunca eğitimin neredeyse tamamen Ortaçağ Katolik Kilisesi tarafından yürütüldüğü literatürde ifade edilmiştir. Buna ilave olarak Protestan bölgelerde de 18. Yüzyılın sonlarına kadar durum aynı olmuştur.661 Batı dünyasındaki gelişmeler 16. Yüzyılın başlarında Hıristiyanlıkta değişimi savunacak Protestanlığın sahneye çıkmasını hızlandırmıştır. Protestanlık anlayışına göre Kilise günahların affedilme uygulamasına sahip değildir ve Tanrı’nın vekili değildir. Kilise’nin şefi Hz. İsa (A.S.)’dır. Kilise başkalarının hizmetinde olmalıdır. Luther’in protesto olarak başlattığı bu hareket daha sonrasında Avrupa dünyasını etkileyen politik bir amaç içeren Reform hareketi olarak anılmıştır. Reform hareketi Hıristiyanlık tarihinde dönüm noktalarından biridir. Katolik Kilisesi Reform hareketini isyan olarak algılarken, Protestanlık Hristiyanlığın restorasyonu olarak görmüştür. Reform hareketi 660 Erbaş, a.g.e., s.66 Harman, Katolik Kilisesi ve Teokrasi, Din Devlet İlişkileri Sempozyumu Bildiriler, s.66; Besnard Albert (Kollektif, Hıristiyan İlahiyatı, (Çev: Mehmet Aydın) Ankara, 1983, s.14. 661 Moore, a.g.m., s.4, 199 seküler tarihçilerce devrimsel hareket olarak görülmüş, Marksistlere göre ise ilk burjuva devrimi olarak algılanmıştır.662 Reform ve Protestanlık sonucunda bireycilik destek bulmuş ve bu durum ticaret sistemini etkilemiştir. Luther, faiz ve fiyat düzenlemelerinin devlet tarafından yapılmasını öne sürerken, Calvin zenginleşmenin sadece bu dünyada değil ahirette de fayda getireceğini söylemiştir. Ancak Katolik mezhebinde zenginlik adına riskli bir yaşam yerine az gelirli ancak imkân dâhilindeki en emin yaşam biçimini tercih edilirken Protestanlıkta ekonomik akılcılığa eğilim gösterilmiştir.663 Protestan girişimcinin, kendisini bu dünyanın işlerine adamasıyla “seküler homo economicus’a dönüşümü” hızlanmıştır. Protestanlık öncesinde Hıristiyanlıkta bu tarz keskin ve kayda değer bir adanmışlık yoktur.664 Netice olarak Kilise’nin, Reform Hareketi ve Protestanlığın zihniyet esaslarının Batı Hıristiyan dünyasının iktisadi teşekkülü üzerinde ciddi ve uzun müddet kalıcı etkileri olmuştur. 2. Batıda iktisadi düşünce gelişiminin teşekkülü sürecinde, herkesin birbirinin kardeşi olduğu ve eşit olduğu ilkelerine dayanan, “Düşmanlarınızı da seviniz, iyilik ediniz ve karşılığında hiçbir şey beklemeden borç veriniz” diyen Hıristiyanlığa karşı665, karşılıksız borç vermemek-faiz almak, aşırı kar kazanmak, başkasını sömürerek maddi çıkar sağlamak gibi maksimum çıkar hedefinde olan iktisadi gayretler ortaya çıkmıştır.Bunlar, Hıristiyanlık Öğretisi’nin esaslarına net bir şekilde ters düştüğü için, çıkar maksimizasyonuna hizmet eden düşünce akımları “akılcılık maskesi altında” ortaya çıkmıştır. Neoklasik iktisat ve Marksist iktisat modellerini teşkil eden temel varsayımlar ve değer tercihleri Batı kültürünü derinden etkilemiştir. Kapitalizm geniş çapta tek bir hedefte (“mallar”ın üretiminde durağan büyümede) başarılı olmuştur. Hıristiyan bakış açısıyla bu hedefin anlamının belirsiz olduğunu ifade edilmiştir. Bununla birlikte, kapitalizmin topluluklar ve doğal çevre üzerinde olumsuz etkileri olduğu belirtilmiştir. 662 Erbaş, a.g.e., s. 50,62, 63,130,131 Erbaş, a.g.e., ,s. 73-74,153 Weber, M., Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu, Çev. Zeynep Aruoba, İstanbul 1985, s. 3132,86 664 Özdemir, a.g.m., s.154. 665 Öztürk, a.g.e., say. 8-9,11 663 200 Bir Hıristiyan bakış açısı ile Johnston, bu modellerin “kör bir itikad” ile ekonomileri ve toplumları kendilerine uygun hale getirmeye teşebbüs edecek ideolojiler haline geldiği ve bunların “putperestlik türünden” olmaları cihetiyle Hıristiyanların bunların aleyhinde olmaları gerektiğine inandığını ifade etmiştir. Ayrıca aleyhtarlığı yetersiz bularak, bu aksiyomların sonuçlarını incelemek ve yargılamak gerektiğini ve daha iyi alternatifler sunulmasını tavsiye etmiştir. Sorumluluk sahibi Hıristiyanların müspet ve yapıcı alternatifler araştırması, toplumların daha adil ve sağlam istikametlere yönlendirecek gerçekçi ve elverişli fikirler geliştirmesi gerektiğini savunmuştur.666 3. Kutsal Kitap öğretisine göre, insan yaratılmıştır. Ve insanın yaratılışının bir gayesi vardır.667 Hıristiyan doktrinine göre, “insan dünyaya toplumda düzen içinde yaşasın diye, Allah tarafından takdir buyurulan bir otorite altında, Yaratıcı’sının şan ve şerefi için ve şükran için tüm kabiliyetlerini geliştirip tamamlayabilmek adına gönderilmiştir. Katolik Sosyal İktisadi Düşünce açısından, “Yaratıcı’nın şan ve şerefi insan davranışı için bir “amaç”tır, amaç dünyevi “zevkleri” ya da “faydayı” maksimize etmek değildir veya insanın “kendi hatırı” için kabiliyetlerini geliştirmesi de değildir”.668 Materyal mallar yalnızca, Hıristiyan teolojisine göre gaye olan, Allah yolunda ve cemaat içinde yaşam için kullanıldığında yararlıdır. Materyal mallar mutlak amaç olursa saplantı haline gelmiş olur. İnsanlar birbirlerine mülkiyet transfer etsinler diye yaratılmamışlardır; yaratılış bir armağandır ve ancak bir bağ iledir. Yaratılış, eğer Veren ile alanlar arasındaki bağlar görülmeksizin sadece armağandan ibaret algılanırsa hata edilmiş olur. Materyal mallar maddeden ötedir; onların bizleri seven Yaratıcı tarafından verilmiş olmaları itibariyle önemli bir değeri vardır. Maddeler önemli şekilde, tüketen kişinin maddeleri değerlendirme yöntemindeki faziletine bağlıdır.669 4. Hıristiyan Öğretisi’nde “insan kardeşini kendin gibi sev” buyrulmuştur. Dolayısıyla “kendi çıkarını maksimize etme” söz konusu bile olamaz. Böyle bir durum, “kendisi için istediğini kardeşi için de istemesi”ni gerektirirken hem “bencilliğe” hem 666 Johnston, a.g.m., s.17-19. Mackay, a.g.e., s.79. 668 Clark, a.g.m., s. 8. 669 Yuengert, a.g.m., s. 32-36. 667 201 de “açgözlülüğe/tatminsizliğe” engel teşkil eder. Homo economicus’un “bencillik” ve “açgözlülük” aksiyomlarına Hıristiyanlığın cevabını ortaya koyan meselelerden yalnızca bir tanesidir. İncil’de kötülük olduğu ve insanı kirlettiği çok net olarak ifade edilen “açgözlülük”, Geleneksel iktisat teorisindeki “doyumsuzluk” aksiyomu ile çelişmektedir. Dolayısıyla Hıristiyanlık’ta “çok aza tercih edilir” veya “daha fazla daha iyidir” iddiası kabul edilemez bir söylemdir. Hıristiyan öğretisi ile çatışmaktadır, İlahi emirler ile aykırı düşmektedir. Bununla birlikte İncil’de zenginliğin riskli bir durum olduğuna dair ifadeler vardır. İncil’de birçok ayette Geleneksel iktisat teorisinin zihinlere dayatmaya çalıştığı “maksimum zevk, minimum zahmet, peşin ücret” gibi meselelere apaçık ve kesin cevap olan ifadeler vardır. İncil’de, bireyciliğin ve bencilliğin tersine paylaşım, dayanışma, yardımlaşma, yoksulları gözetme konularında da ayetler vardır. Hıristiyan Batı’nın zihniyet esaslarındaki değişim sürecinde “rasyonelleşme ve bilimin dinden bağımsızlaştırılması” adına atılan adımlar, bireyciliğin ve alışkanlıklara, duygulara, adetlere, inançlara dayanmadan dilek düzeylerini karşılama arzusunu ihtiva eden bir iktisadi davranışın dolayısıyla seküler homo economicus kabulünün oluşmasında hızlandırıcı etkilere sahiptir. Sorumluluk sahibi bir Hıristiyan perspektifi, Geleneksel iktisattaki bu patolojik durumun farkındadır ve müspet, kalıcı ve adil çözümler aramaktadır. Hıristiyan iktisadi doktrinine göre, insanın “dünyaya Allah tarafından takdir buyurulan bir otorite altında, Yaratıcı’sının şan ve şerefi için ve şükran için, tüm kabiliyetlerini geliştirip tamamlayabilmek adına gönderilmiş670” olması sebebiyle ve insanın amacının “dünyevi “zevkleri” ya da “faydayı” maksimize etmek olmaması671” nedeniyle, materyal malların kullanımı yalnızca, Hıristiyan teolojisine göre gaye olan, Allah yolunda ve cemaat içinde yaşam için kullanıldığında yararlıdır. Materyal mallar mutlak gaye değildir ve mutlak gaye olursa saplantı haline gelmiş olur. Tüm bu bulguların ve analizin neticesinde “Hıristiyanlık Öğretisinin iktisadi boyutuyla 670 671 Clark, a.g.m., s. 8. Clark, a.g.m., s. 8. 202 tanımlanan insanın, homo economicus olmadığı” ıpatlanmıştır. Bir başka deyişle, homo economicus aksiyomları Hıristiyanlık Öğretisi’nin iktisadi esasları ile bağdaşmamaktadır, aykırı düşmektedir. 3.4. İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi 3.4.1. İslami İktisadi Doktrinin Bazı Kaynakları, Temelleri ve Hedefi Esas olarak vahiyden kaynaklanan ilkelerin incelendiği İslam usul ilmine göre bilginin temel üç kaynağı vardır; havâss-ı selime (beş duyu), akıl ve sadık(doğru) haber. Kaynağını beş duyudan alan bilginin evrenselliği kâinatın izafiliği ile sınırlıdır. Sadık haberin kaynağı ise Kur’an ve Sünnet’tir. 672 İslam, tam bir teslimiyet ile Yüce Olan Tek Allah’a ve her yerin her şeyin O’nun İlahi Kudreti’ne boyun eğdiğini ifade eden yeni bir din olarak ortaya çıkmıştır. Allah, Hz. İbrahim (A.S.)’ın inandığı Allah’tır ve imanın şartları belirlidir. İslam’ı diğer dinlerden ayıran özelliklerinden birisi de din ile siyaset bilimi arasında ayırım gözetmemesidir. Dolayısıyla hem bir din hem de siyasi bir kurumdur. 673 Müslümanlar için otorite olarak yol gösterici kaynak Allah Kelâm’ı olarak Kur’ân, Hz. Muhammed (A.S.M.)’in buyurduğu sözler ve teamülü olarak Hadis ve Sünnet, ve İçtihat’tır.674 Şeriat’ın mükemmelliği her asır ve dönemde her ülke için geçerli geniş bir kılavuz olması sebebiyle de açıklanır. Şeriat zamanın ve alanın üstünde olduğu için yalnızca genel kanunlar içerdiği düşünülmemelidir. Khurshid Ahmad Şeriat’ın uzanımları, çıkarsamaları ve tümdengelimleri ile spesifik olabilme özelliğine de sahip olduğuna dikkat çekmiştir.675 Kuran-ı Kerim, bütün din ve ideolojilerin dayandığı esasların eksikliklerini tamamlamıştır. İnsanın 672 yalnızca ruhuna, ahlakına ve Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 17,18. El-Ashker, A., Wilson, R., Islamic Economics A Short History , Leiden-Boston, 2006, Hotei Publishing, s.30. http://en.bookfi.org/book/1077302 674 Wilson, R. “Islamic Economics and Finance”, s. 177. 675 Ahmad, K., “ “The Concept of An Islamic Economy”- Monetary and Fiscal Economics of Islam, Selected Papers”, Ed. Mohammad Ariff, International Centre for Research in Islamic Economics, King Abdulaziz University, Jeddah, Saudi Arabia, FEbruary 2009, s.3. 673 203 maneviyatına değil, siyasi ve iktisadi sahada da nasıl davranacağını açıklayan emir ve kanunlar getirmiştir.676 Sabahattin Zaim’in ifadesine göre insanların maddi yaşamdan gayesi refah ve saadettir. Toplumun yapısı ile insanın halet-i ruhiyesi arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Beşeri bilimlerin amacı insanı refah ve saadete ulaştırmak olmalıdır. Bilen gözler için Kur’an-ı Kerim’de insan, toplum, kainat ve tarih ile ilgili temel kanunlar ve kaideler yer almaktadır. 677 Neredeyse tüm sistemler (Semavi dinler haricinde) ya bireyci-individüalist- ya da toplumcu-sosyalist-tir. İslami sistem “birey ile toplumu birlikte”678 kabul etmiştir. Diğer sistemlerin düşünürleri kendi fikirlerini ifade ettikleri halde “İslam alimleri kendiliklerinden bir fikir, düşünce veya hüküm ileri süremezler”. İslami iktisat sisteminin “kendine mahsus” bir karakteri vardır. 679 İslam iktisat sisteminin esasları ve görüşleri diğer sistemlerin dayandığı esaslardan hem çok farklı hem üstün hem de tektir. İslâm, Kapitalizm ve Marksizm doktrinlerinin ortak tek noktası üretimin artırılarak doğadan mümkün olan en yüksek oranda yararlanmaktır680. İslam iktisat sistemi Marksist ve Kapitalist ekonomik sistemlerinin ortasında kalan uzlaştırıcı bir sistem değildir. İslam iktisat sistemi insana hem maddi hem manevi alanda başarılı olabilmesi için tutarlı ve uyumlu bir düzen sağlaması sebebiyle insanı, Geleneksel iktisadi sistemlerin zihniyet yapısının kabul ettiği gibi “ekonomik yaratık” olarak değil, “sosyalmanevi yaratık” olarak ele alır.681 Bir doktrin kendi ile çatışmayan inanç, hayat görüşü ve duygulara kavuşturan bir mevkiye muhtaçtır. İslami sosyal doktrin ve mevkii inanç, anlayış ve duygu 676 Eskicioğlu, “ Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, s.13. Zaim, S. , “Genç İlim Adamına Nasihatler”, I. Genç Akademisyenler Buluşması Açılış Konuşması, İLEM Yıllık, Yıl 2, Sayı:2, 30 Haziran 2007, s.9,15. 678 İslami iktisadi insanın aksiyomları bölümünde toplum çıkarı ile bireyin çıkarına İslam’ın bakış açısı meselesine değinilmiştir. 679 Eskicioğlu, a.g.m., s. 1314. 680 “İslam Ekonomisinde Üretimin Konusu ”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 8 Nisan 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-uretimin-konusu/ 681 Mannan, M.A., “İslamda Sermaye Teorisi ve Faizsiz Bir Ekonomi Olanağı”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy,27 Mart 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islamda-sermaye-teorisi-vefaizsiz-bir-ekonomi-olanagi/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 677 204 unsurlarından oluşmaktadır. İnanç unsuru bir Müslümanın kainatı algılayışını belirlerken, İslâmi iktisadi doktrine göre tavır almasını sağlar682. Anlayış unsuru inancın açıklığa kavuşturduğu genel görüşler açısıyla eşyanın yorumlanmasını, duygu unsuru ise anlayışların gelişimine katkıda bulunur. Belirli bir realite karşısında İslami anlayıştan kaynak bulan hissiyat belirlenir. Bu üç unsur toplum için uygun ortamı hazırlama hedefi ile ortak çalışır.683 İslami dünya görüşü üç temel kavram üzerinde durur. Bunlar Tevhit ( Allah’ın Birliği), Halifelik ( insanların yeryüzündeki eşyanın yöneticisi olması ve bunlardan sorumlu olması) ve Adalettir. Bu kavramlar arasında en önemlisi Tevhit’tir; çünkü diğer ikisi mantıksal olarak bu kavramdan türemiştir. 684 Tevhit anlayışına göre kainat Allah tarafından tasarlanmış ve yaratılmıştır. Tek ve Bir olan Allah, her şeyi bir maksat ile yaratmıştır. Bu maksat insanın bir parçasını oluşturduğu kainatın var oluşuna mana ve değer vermektedir. İrade, akıl ve ahlaki bilinç sahibi olarak insan Allah’a itaat etmelidir.685 Yeryüzünde insanın halifelik görevi vardır. Enam Suresi 165. Ayette “O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hakim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” buyrulmuştur. Kullanıma verilen kaynaklar birer sorumluluktur. Hadıd Suresi 7. Ayette “Allah'a ve Resülüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükafat vardır.” buyrulmuştur. İnsanları yaratan Allah olduğu için, insanların doğaları, zayıf ve güçlü yönleri hakkında mükemmel ilim sahibidir. O, insanların yapıları ve ihtiyaçları ile dengede olmaları için onlara yol göstermiştir. Peygamberler (A.S.) aracılığıyla insanlara rehberlik edecek değerler, davranış kanunları ve din göndermiştir. İnsanlar, Allah’a hesap verecek ve Allah’ın onlara gösterdiği yolu izlemekteki uyumluluk derecelerine 682 göre ödüllendirilecek veya Es Sadr, M. B., “İslam Ekonomisindeki Bazı Bağlantı Örgüleri”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 31 Mayıs 2011, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisindeki-bazi-baglanti-orguleri/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 683 Es Sadr, M. B., “İslam Ekonomisi Bütünden Bir Parçadır”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 31 Mayıs 2011, s.1-2. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisi-butunden-bir-parcadir/ (İslam Ekonomisi Taim ve Tedkik Merkezi) 684 Chapra, Islam and Economic Development, s. 5. 685 Chapra, a.g.e., s. 5. 205 cezalandırılacaklardır.686 İnsanlar ervah âleminde yeryüzünde Allah’ın halifesi olmayı kabul etmişler ve böylelikle bir emanet almışlardır. İnsana verilen vücut, mal, mülk, aile, komşu, çevresindeki canlılar emanettir. Elmalı insan için “Allah’ın hukuk emini” ifadesini kullanmıştır.687 Adaletin sağlanabilmesi için Allah, Peygamberleri aracılığıyla buyruklarını bildirmiştir. Hadıd Suresi 25. Ayette “Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resüllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” buyrulmuştur.688 İslam, hüküm süren sistemlerden farklı bir sistemi tasavvur eder. Kökü İslami öğretiye (Şeriat) dayanan bu sistem dünya görüşünü, hedeflerini ve stratejilerini de belirlemektedir. İslam’ın hedefleri günümüzün en nüfuzlu seküler sistemlerinden farklı olarak materyalist değildir. İslam kardeşlik, sosyo-ekonomik adalet ve tüm insanların hem maddi hem manevi ihtiyaçlarının dengeli ve ölçülü tatminine önem verir.689 Bir ekonomi eğer beşeri ve materyal kaynakların toplam potansiyelini, iktisadi istikrarın ve gelecekteki sürdürülebilir büyüme oranının makul seviyesini tutturarak, ihtiyaçların karşılanması amacıyla erişebilinecek en üst düzeydeki mal ve hizmetlerin üretiminde kullanma kabiliyetine sahip olmuş ise bu ekonominin optimum verimlilik düzeyine eriştiği söylenebilir. Bir ekonomi eğer, iş motivasyonunu, tasarrufu, yatırımları ve teşebbüsü olumsuz yönde etkilemeyecek şekilde, üretilmiş mal ve hizmetlerin dağılımını her bireyin ihtiyaçları yeterli miktarda karşılanacak kadar gerçekleştirmiş ise ve servet-gelir dağılımında eşitlik sağlayabilmiş ise, bu ekonominin 686 Chapra, a.g.e., s. 5-6. Eskicioğlu, O., “İslam Ekonomisinin Mülkiyet Anlayışı”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 31 Ocak 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinin-mulkiyet-anlayisi/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 688 Chapra, Islam and Economic Development, s. 7. 689 Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 6. 687 206 optimum hakkaniyet düzeyine eriştiği söylenebilir. En akılcı yaklaşım her ikisine birden erişmiş bir ekonominin sağlanmasıdır.690 Ancak iktisat literatüründe “verimlilik ya da hakkaniyet” demektedir. Bununla birlikte en basit haliyle iki kişi ve bir maldan oluşan bir ekonomide söz konusu malın tüketiminde optimum verimlilik açısından malın tamamının tüketilmesi önemlidir. Yalnızca bir kişi malın tamamını tüketmiş diğeri hiçbir pay almamış olsa bile bu paylaşım verimlidir. Ancak hakkaniyet sağlanmamıştır. Geleneksel iktisadi zihniyet ağırlıklı olarak bu malın tüketiminin “verimli olup olmadığı ile ilgilidir”. Bu maldan ( bu malın bir pasta olduğunu varsayalım) pay alanlar ile veya kimin ne kadar payı niye aldığı ile ilgisi pek yoktur. Ancak paylaşım verimli şekilde tamamlandıktan sonra “adil gelir dağılımı” üzerine tartışmalar yapar. Gelişmekte olan ülkeler kadar zengin kapitalist ve sosyalist ülkeler de, seküler Aydınlanma dünya görüşüne dayalı stratejiler marifetindeki verimlilik ve hakkaniyet hedeflerini eş zamanlı olarak kavramakta kabiliyet gösterememişlerdir. Müslüman Dünyasının adapte olacağı sistem sadece dengesizlikleri ortadan kaldırmakla yetinmeyecek verimlilik ve hakkaniyet hedeflerinin eş zamanlı gerçekleşmesini sağlayacak kaynakların dağılımını gerçekleştirecek kabiliyette olmalıdır. Sistem katılımcılarının prensiplerine bağlı kalmaları konusunda motive edecek ve katılımcıların yalnızca kendi menfaatleri için değil toplumun menfaati için elinden gelenin en iyisini yapmalarını sağlayacak kapasitede olmalıdır. 691 Sanayileşerek dünya hâkimiyetini sağlamış olan Batı, sömürgeleştirme aktivitelerini medenileştirme olarak değerlendirmektedir. Eski Yunan ve Eski Roma’da “kendilerinden olmayanlara barbar denmesi” gibi Batı zihniyeti kendisine dâhil olmayanlar için az gelişmiş ifadesini kullanmaktadır. Batı’ya göre gelişmişlik kıstası kişi başına düşen gelirdir. İstihdam, adil gelir dağılımı, toplumsal refah gibi kıstaslar dikkate alındığında Batılı birçok ülke az gelişmiş olarak değerlendirilebilirken, Batı tarafından az gelişmiş olarak değerlendirilen birçok ülke Batı gibi sanayileşmekten başka seçenekleri olmadığına inanmışlardır. Kalkınma ile ilerlemek isteyen “az 690 691 Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 3. Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 199. 207 gelişmiş” ülkelerde “ihtiyaçlar sun’î olarak artırılmakta” ancak üretim kapasiteleri bu artışa yetmemektedir.692 Müslüman ülkelerin baskın ideolojisi İslam değil, feodalite, kapitalizm ve sosyalizm karmasından oluşmuş bir sekülarizm halindedir. İslami iktisadi sistem Müslüman Dünyasının her hangi bir kısmında hüküm sürmemektedir. Müslüman ülkeler iktisadi sorunlarını hakim sistemlerin seküler perspektiflerinin geliştirdiği politikalar ile çözmeye çalışmaktadır.693 Faizden bağımsız bir ekonomi çoğunlukla kredi bazlı-kapitalist ekonomileri inceleyen Neoklasik ve Keynesyen makroekonomik modellere göre oluşturulabilir694. Ancak ideal olanı bu değildir. Çünkü belirli bir dünya görüşüne ait esasların farklı bir zihniyete dayanan modellere göre değerlendirilmesi “yırtılmak üzere olan bir kumaşı farklı mahiyetteki bir kumaş ile yamamak” gibidir. Bu sebeple İslam iktisadının da neoklasik İslami iktisat olarak değerlendirilmemesi gerekir. İslami zihniyeti benimsemiş insanın iktisadi davranışlarını Batı kültürünün faktörleri belirleyecek olursa zihni berrak olmayacağından tercihleri de çelişkili olacaktır.695 İslam ekonomisi eski çağlara geri dönüş ve yabancı bir olgu olarak algılanmamalıdır. Aksine modern etik finans ve sosyal sorumluluğa dayalı yatırım hareketleri ve sadece finansal getirileri ile değil paralarının nasıl kullanıldığı ve kaynak dağılımındaki olası etkileri ile alakadar olan yatırımcıların bulunduğu İslami finans arasında paralellik vardır.696 Bireyin yaşamının ihtiraslarına bağlı olmaması ve bunların uşağı olmaması gerekmektedir. İslam iktisadı insanı kamil bir varlık derecesine yükseltir. İslam maddeyi, hükmedilen bir unsur olarak görüp onu yönetirken, materyalist sistemler maddenin topluma hükmeden yegâne faktör olduğunu iddia 692 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 160,162. Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 9. 694 Zangeneh, H., “A Macroeconomic Model of an Interest-free System”, The Pakistan Development Review, 34:1 (Spring 1995) pp. 55-68, s.55. 695 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam iktisadı, s. 8. 696 Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 179. 693 208 etmişlerdir.697 İktisadi motivasyonu bireyin materyal tatmininin maksimizasyonu olarak gören faydacı yaklaşımı İslam iktisadı reddeder. Samimi Müslümanlar için, insanın hedefi Allah’a hizmet etmektir. Materyal malların elde edinimi amaç değil araçtır.698 Geleneksel iktisat teorisi savunucuları; varsaydıkları “akılcı adamın” ve bencil, sadece kendi çıkarının maksimizasyonu hedefinde yaşayan bireylerin dayandığı davranış ilkesinin, inanç sistemine bağımlı olarak yaşayan bazı toplumlarda bulunmamasının az gelişmiş olmalarının nedeni olarak ileri sürerler. Çünkü varsayılan “akılcılık” ilkesi, iktisadi davranışlardan ahlaki ve dini değerlerin ayrılmasına sebep olmaktadır. Dini ve ahlaki değerlere bağlı olarak yaşayan toplumların, hakim görüş tarafından akılcı olmamakla dolayısıyla piyasa ekonomisinin gelişme şartlarına uygun davranışlar sergileyemeyecek olmakla nitelendirildiği bilinmektedir. (Bununla birlikte İslam Ekonomisini tam anlamıyla uygulayan bir ülke bulunmamaktadır.) Akılcı evrensellikle bencilleşen insan toplulukları, varsaydıkları akılcılık sayesinde değil, dayandıkları bu varsayımları ileri sürmeden önce yaşadıkları bölgede varolan şartlardan, aynı dönemlerde inanç sistemine bağımlı toplulukların manevi ve maddi birtakım ihmallerinden, bu toplumların yaşadığı bölgenin jeoekonomik koşullarından ve geçirmiş oldukları tarihi süreçlerden dolayı bugün “kendilerine göre gelişmiş ancak periyodik olarak krizde” şeklinde nitelendirilebilir. Nitekim bu asırda, “akılcılığı” savunan sözkonusu bu toplumların içinden çıkamadıkları ekonomik ve sosyal krizlerle başbaşa kaldıklarını ve kalıcı bir çözüm bulamadıklarını; teorilerinin aleyhlerine geliştiği gözlemlenmektedir. İktisadın hedefi maddi eğilimlerin tatmininden ziyade bunlara esir olunmasını engellemek olmalıdır. Ekonomik aktiviteler insanın yaratılış gayesi olan ibadete mani olmamalıdır. Zariyat Sûresi 56. Ayette, “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurulmuştur.699 Bir Müslümanın iktisadi davranışlarını Batılı manada rasyonalite anlayışı yönlendirmez. Çünkü Batı kültürüne dayanan Geleneksel İktisadi zihniyet iktisadi 697 Cemal, M.A., İslam İktisadının Üstünlüğü, Hilal Yayınları: 76, Mütercim: Ali Rıza Temel, İstanbul, 1971, s. 16. 698 Wilson, R. “Islamic Economics and Finance”, s. 180. 699 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163. 209 insanın- homo economicus-dünyevi kazanç için kendi çıkarını maksimumlaştırmayı hedeflediğini iddia etmektedir. 700 Bu zihniyete göre her birey bu şekilde davrandığında toplum için en iyi sonuca ulaşılacaktır. Ayrıca homo economicus’un tam bilgiye sahip olduğu, hata yapabildiği, ancak aynı hatayı ikinci kez yapmadığı varsayılır. Bunlar Geleneksel iktisat teorisi tarafından homo economicus’a atfedilen rasyonalite prensipleridir. “İslami akılcılık” için aşağıdaki maddeler sıralanabilir: 1. Her türlü tedbir alınır, sonra Allah’a tevekkül edilir.701 Ve “akıl ile bulunamayanlar nakil (külli akil)702 ile çözülür.”703 Külli akıl ile kastedilen vahiydir. Kâinatın tüm zamanlarında ve tüm insanlar için konmuş mükemmel kurallardır. “Kusurlu, aciz ve çok muhtaç”704 olan insanın, kendisinin sınırlı kullanabildiği ( bazen de kullanamadığı) cihazlarından biri olan akıl inanç merkezi değildir. 2. Toplumun menfaati bireyin menfaati ile çatışıyorsa toplumun menfaati tercih edilir.705 Prof. Faruk En-Nebehann İslam Hukukunun ana hedefinin fayda, ihtiyaç ve zaruret açısından toplumun çıkarının tahakkuku olduğunu ifade etmiştir. Bir mal sahibinin yaptığı tasarruf bu ana hedef ile ters düşerse mal sahibinin yaptığının batıl olacağını söylemiştir706. İslam’da bir ağacın üzerindeki meyvelerin olgunlaşmadan satılması yasaklanmıştır.707 İnsana ve topluma birlikte değer verilir. Bununla birlikte toplumsal zarar ile bireysel zarar karşılaştırıldığında bireysel zarar tercih edilir708. Ayrıca belirtmek gerekir ki, İslam’da “bir ferd dahi feda edilmeden umumun selametinin sağlanması” esastır. Umumun selameti ile birlikte, o umumu oluşturan her bireyin selameti 700 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163. Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163. 702 Bilgi için Bkz. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Küçük Sözler, Envâr Neşriyat, ÇemberlitaşOnikinci Baskı, İstanbul,2012, s. 91. 703 Orman, S. Gazali’nin İktisat Felsefesi, İnsan yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul 2007, s. 50. 704 Bilgi için bkz. Said Nursi, Sözler, s. 41. 705 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163. 706 Cemal, a.g.e., s. 27. 707 Hasanuzzaman, S.M., “The Economic Relevance of the Sharia Maxims (al Qawaid al Fiqhiyah)”, Centre for Research in Islamic Economics, Scientific Publishing Centre King Abdulaziz University, Jeddah, Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on net 2007, s.23. 708 Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, Dergâh Yayınları, Ekim 2008, s.59 701 210 de feda edilmeden sağlanmalıdır. Umumun selameti için ferdin rızasının alınması gereklidir.709 İslam, toplumun refahının maksimizasyonu şartını, toplumu oluşturan hiçbir bireyin refahının feda edilmemesi kadar ileriye götürmüştür.710 Kur’an’ın insan-ı kâmil kabulünde “kişisel çıkarların maksimumlaştırılması esası” çelişki teşkil eder. İslam toplumsal ve bireysel menfaatlerin değerlendirilmesinde kusursuz esaslar711 ortaya koymuştur. 3. “Akılcılığın”, “rasyonel insan aynı hatayı tekrar etmez” prensibi, 14 asır önce İslam Peygamberi tarafından tanımlanmıştır!712Buna rağmen bazı akımlar ve doktrinlerce din ile bilimin çelişki içinde olduğuna ve dini ve ahlaki prensiplerin akılcılıkla çatıştığına dair yanlış zihniyet esasları oluşturulmuştur. 4. Kur’ân’a göre akıl sahibi olanlar “kâr-zarar” hesabı yaparlar. Geleneksel iktisatta karını maksimum, zararını minimum yapma meselesi, yani bir nevi maksimizasyon ( genellikle optimizasyon) problemidir. Çoğunlukla çok değişkenli ve dinamik olarak (günlük hayatta da farkında olmadan basit düzeyde yapılan) yapılan optimizasyon Geleneksel İktisat Teorisinde sadece dünyevi maksat ile yapılırken, İslam’da hem dünyevi hem Ahiret ile ilgili meseleler için yapılır. Çünkü dünyevi çok menfaat getiren bir tercih Ahiret için fayda getirmeyebilir veya dünyevi çok menfaat getiren bir tercih Ahiret’te az ya da çok zarar getirebilir. Dünyevi az fayda içeren bir tercih Ahiret’te daha çok fayda getirebilir. Buna ilave olarak dünyevi zarar getiren bir tercihin Ahiret’te karşılığı büyük bir mükâfat olabilir… Ayrıca hangi tercihin ne kadar menfaat ya da zarar getireceğini Allah belirleyip insanlara bildirmiştir. Buna göre bir Müslümanın tercih yaparken 709 Kur’an tefsirinde, “Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için feda edilmez.”, “Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez.” denilmiştir. Bkz. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Mektubat, Envar Neşriyat, Sekizinci Baskı, İstanbul, 2011, s.53,54. 710 Bkz. “İslami iktisadi doktrine göre Homo Economicus’un Analizi, Birinci Netice, 14. Madde” Bkz. “İslami iktisadi insanın aksiyomları” bölümü. 712 “Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz. (Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)” (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.) http://www.kurandan.com/db/40hadis.htm 711 211 dikkate alacağı kıstaslar ilk olarak Allah’ın bildirdiği bilgilerdir. İktisadi yaşam, Yaratıcı tarafından programlanmış kainat düzeninin bir parçası olduğundan iktisadi tercihleri etkileyecek öğreti ve meseleler de Yaratıcı tarafından belirlenmiş ve insanlara iletilmiştir. Ömer ibn Hattab Peygamber (A.S.M.)’ın şöyle buyurduğunu duyurmuştur: “Yapılan hertürlü işler kişilerin niyetlerine göre değer bulur. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre bulur. ”(Buhârî, Bedü’l Vahy 1; Müslim, İmârât 155)713 Bakara Sûresi 13. Ayette “Onlara, "İnsanların inandıkları gibi siz de inanın" denildiğinde ise, "Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?" derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.”, Enam Sûresi 32.Ayette “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”, İbrâhim Sûresi 52.Ayette “Bu Kur'an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” , Sâd Sûresi 29.Ayette “Bu Kur'an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” buyrulmuştur. “Akıl” kelimesinin geçtiği başka birçok ayet vardır. 3.4.2. Ortadoğu-İslam Dünyasındaki İktisadi Tarihsel Gelişim Çerçevesinde Zihniyet Esasları ve Uygulamaları Çalışmanın bu bölümünde, tarihte İslam ekonomisinin uygulama sahasına konu olmuş devletlerin sadece belirli bir kısmı ele alınmış; söz konusu devletlerin Batı medeniyetinin teşekkülünü sağlayan iktisadi faaliyetlerine etki eden faktörlerin bir kısmı konu olarak ele alınmıştır. Çalışmanın bu kısmında hedef olarak İslam iktisadının tarihinin incelenmesi alınmamıştır. “Batı zihniyetine dayalı İktisadi düşünce”nin 713 http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.2. 212 oluşumunu sağlayan sebeplerin anlaşılabilmesi açısından, Avrupa’yı etkileyen Orta Doğu-İslam dünyası ile olan etkileşimin ortaya konması esas tutulmuştur. 3.4.2.1. İslam Medeniyetinin Temel Değerleri ve Rönesans Öncesi Avrupa Medeniyeti ile Mukayesesi İslam medeniyetinin hâkimiyeti Eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin yaşadığı yerlerle birlikte Orta Asya, Hindistan ve Endülüs’ e kadar Eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin yaşamadığı yerleri de kapsamıştır. Bu geniş medeniyetin hakimiyeti altında iktisadi, sosyal, siyasi düşünce bakımından yüksek seviyede canlılık yaşanmıştır. Batı Dünyası Eski çağ doktrinlerini İslam düşünürlerinin katkıları sayesinde keşfedebilmiştir.714 İslâm iktisadiyatı için Marc Bloch, XIII. yüzyılın ortalarına kadar Batı üzerinde “gerçek bir üstünlüğe sahip olduğunu” ileri sürmüştür715. Akdeniz hakimiyeti Hıristiyanlara Müslümanlardan geçmiştir. Doğu ticareti Haçlı Seferleri ile başlamıştır. Bunun sonucunda Avrupa’da ekonomik ve medeni gelişme başlamıştır. Anadolu Doğu-Batı ticaretinde köprü rolünü almıştır.716 Atlas Okyanusu’ndan Çin sınırlarına kadar uzanan ve Hint Okyanusu’ndan kuzeyde Hazar Denizi’ne kadar gelen İslam ortak pazarı yoğun ticari faaliyete konu olmuştur. Uzun süre Uzak Doğu-Avrupa ticareti İslam medeniyetinin hâkimiyeti altında yürümüş, iktisadi ve kültürel etkileşim yaşanmıştır. İlk İslam devletlerinde uygulama bulan iktisadi politikalar, Haçlılar aracılığıyla Avrupa’yı etkilemiştir.717 İslam ülkelerinin ticareti Akdeniz, Uzak Doğu, Hint, Asya ve Avrupa arasında önemli role sahip olmuştur. Suriye ve Endülüs kentlerinde değerli ticaret malları, Musul ve Şam’ın dokumaları bütün dünyada tanınmıştır. Halı, dericilik, kağıtçılık, madencilik, silah endüstrisi, şeker, rasat aletleri, saat imali, matematik aletleri, teraziler ticarete konu olan mallardandır. Basra Körfezinden ve Kızıldenizden, Doğu Afrika ve Hint Dünyası ile ticari ilişkiler geliştirilmiştir. Hint Dünyasından değerli mücevherat, Keşmir’den 714 Yalçın, a.g.e., s. 100. Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.84 716 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 31 717 Tabakoğlu, a.g.e., s. 23 715 213 kumaşlar, Tibet’ten tıbbi malzemeler getirilmiştir. 718 Ticaret yolları üzerinde hanlar, kervansaraylar yapılmış, İslam tüccarları “poliçe” olarak adlandırılan ticaret senetlerini icat etmişlerdir. Mal ve insan akımlarının böylesi yoğun ve canlı olduğu ortamda, barış ve istikrarlı bir sosyal ve siyasi ortam sağlayan İslam dininin, ticaret, mülkiyet, gelir, faiz, para, ücret gibi iktisadi konularda koyduğu kurallar çerçevesinde düşünceler ve doktrinler geliştirilmiştir. Hz. Muhammed’in (A.S.M.) bizzat ticaretle uğraşmış olması İslam’ın dünyevi meseleleri de düzenleyen bir din olduğunun bir göstergesidir.719 İslam iktisadı, Emeviler ve Abbasiler’de, Ortaçağ’da Türk Devletlerinde, Selçuklular ve Osmanlılar’da uygulama bulmuştur. İslam ekonomisinin temeli Kur’an ve hadislere dayanmaktadır. “Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir” kuralına dayanarak özel koşullarda farklı yorumlanabilen ilkeler doğrultusundadır. 720 Arap-İslam toplumunun en temel ilkesi “adalet”tir. Adalet hukukta, siyasette, ekonomik ve sosyal ilişkilerde ve başka çeşitli alanlarda kendini göstermiştir. Adalet düşüncesi, ekonomik ilişkilerde özellikle servet yığma, başkasına tahakküm, sömürü, riba, tekelcilik gibi konularda görünmüştür. Başkasına zarar vermeme koşulu ile sağlıklı ve şerefli yollardan çalışmanın saygınlığı üzerinde durulmuştur. 721 Sosyal yönden adalet düşüncesi, kardeşlik722, hoşgörü, düşünceye saygı biçiminde temsil bulmuş, toplumun önemli değerlerine dikkat edilmiştir. Çalışma ve hizmet etme dışında bir üstünlük kıstasına yer verilmemiş, yıkıcı eğilimler önlenmiştir.723 İslam medeniyetinde sosyal bir kuvvet olan Ahilik, meslek statülerinin ilişkilerini düzenlemekle birlikte toplumda dayanışma, yardımlaşma, dürüstlük, cömertlik gibi ahlaki değerleri dini kurallara uygun şekilde düzenleyen “Fütüvvet teşkilatlarıdır”. Devlet, tüketicinin sömürülmemesi, fiyatlarda ve maliyetlerde, ölçü ve tartılarda adaletin sağlanması gibi konularda esnafı, bu teşkilatlar ile işbirliği yaparak denetlemiştir.724 718 Yalçın, a.g.e., s.104-105. Yalçın, a.g.e., s.105. 720 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 23,24,26 721 Duri, İslam İktisat Tarihi, s.112,113 722 Kur’an-ı Kerim, Haşr Sûresi’nde, 9. Ayette “Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” buyrulmuştur. 723 Duri, a.g.e., s.114-115. 724 Yalçın, a.g.e., s.112-113. 719 214 İslam uygarlığının toprakları genişledikçe, ordu büyüdükçe, devletin ihtiyaçları da artış göstermiştir. Elde edilen toprakların düzenlenmesinde “ikta rejimi” sisteminin yerleşmesi sağlanmıştır. Bu sisteme göre topraklar devlet hükümdarının emrinde olup, bazı kimselere ya da kurumlara bir hizmet görülmesi karşılığında verilebilmiştir.725 İslam Peygamberi, mülkiyet edinmeyi haklı bir kurum olarak görmüş ancak “çalışarak kazanma” meselesine önem vermiştir. Ancak elde edinilen maddi imkânların İslam dini tarafından belirlenmiş meşru dairede kazanılmış olması gerekmektedir.726 Mirasın bölüşülmesi emredildiği için servet sınırlı ellerde yığılmamış ve adalet sağlanmıştır. Güçsüzlerin güçlüler üzerinde belli hakları olduğundan, zekat ve bağış yoluyla servet dağılımı üzerinde denge ve adalet sağlanmıştır.727 İslam medeniyetinde bilime değer verilmiş, öğrenciler cesaretlendirilmiş ve onlara burslar bulunmuştur. Ayırım yapılmadan öğrenim fırsatları verilmiştir. Bilim adamları saygı görmüştür.728 Başta matematiksel ve astronomik bilimler olmak üzere hikemi ilimler, Müslümanlar arasında Hicret’in ikinci ve Miladi takvime göre 8.yüzyılın sonlarında Ebû Cafer el-Mansûr zamanında öğrenilmeye başlanmıştır. Yunanlılardan elde edilen çeşitli kaynaklar Arapçaya tercüme edilmiş, bilim ve fenlerin öğrenilmesi Müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştır. İbn Haldûn’a göre tercümesi ilk yapılan eser Kitab-ı Öklides olmuştur. Ebû Cafer el-Mansûr’un halefleri felsefe ve matematiksel ilimlerde donanımlı ve Yunan lisanına hakim kişileri Yunan eserlerinin Arapçaya tercümesi için toplamıştır. Bağdat’ta Okullar ve Kütübhâne’nin tesis edilmesi ile bilimler yayılmış, maarif ve sanayi etkin şekilde gelişmiştir. Bu gelişme hakkında Hârûn el-Reşîd’in Charlemagne’a gönderdiği güzel hediyeler içinden, o zamanlarda bir benzerinin görülmemiş olduğu “çalar su saati” ilginç bir örnek teşkil etmektedir. 729 Din ile aklın uzlaştırılması hususunda İslam filozoflarının fikirleri, Ortaçağ Avrupa’sına büyük ses getirmiş ve fikir alanında büyük gelişime sebep olmuştur. 725 Yalçın, a.g.e., s.109. Yalçın, a.g.e., s.105-106. 727 Duri, a.g.e., s.114 728 Duri, a.g.e., ,s.115 729 Zeki, S., “İslam’da Matematiksel Bilimler Tarihi”, (“Remzi Demir ve Ali Rıza Tosun, “Salih Zeki Bey’in “İslam’da Matematiksel Bilimler Tarihi” Adlı Makalesi”), Ortaçağ İslam Dünyası’nda Bilim ve Teknik (Makaleler), Editör: Yavuz Unat, Lotus Yayınevi, Ocak 2008, Ankara, s. 21,23. 726 215 Avrupa’da kullanılan Arap rakamları, Romen rakamlarının yerine geçmiştir. “Algebra” (el-cebr), “betelgeuse” ( beytü’l-cevze) ve “cenit”(essemt) terimleri Müslümanlardan gelmiştir.730 Toledo Başpiskoposu Raimund’un kurmuş olduğu akademi Bağdat’ta bulunan Beytülhikme benzeridir. Akademide Müslüman ve Hıristiyanlar felsefe, astronomi, edebiyat, coğrafya, tarih matematik, tıp ve kimya gibi alanlarda birçok eseri Arapçadan Latinceye çevirmiştir. Ayrıca 7./ 13. yüzyılda İşbiliyye ve Mürsiye’de de benzeri akademiler kurulmuştur.731İslam Medeniyeti’nin başlarında meşhur olan râsıt Ahmed ibn Muhammed el-Nihâvendî, Cündişapur şehrinde birçok rasat yapmış, 803 senesinde bulgularını içeren el-Müştemil adında bir eser ortaya koymuştur.732 Dokuzuncu yüzyılın başlarında Bağdat’ta ararlında Aristoteles, Galenos, Euklides, Apollonios’un bulunduğu Yunan bilim adamlarının eserleri hakkında tartışmalar yapılmıştır. Maarifin gelişmesinde Hârûn el-Reşîd’in oğlu Me’mûn nâmdâr olmuş, asrın ilim sahiplerini ve filozoflarını toplayarak bilimlerin ve fenlerin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Me’mûn Dönemi’nde meşhur matematikçilerden Ebu‘ Abdullah Muhammed ibn Mûsâ el-Hârizmî’nin Kitâb el-Muhtasar fi Hisâb elCebr ve el-Mukâbele adındaki eseri Avrupalılar’ın eline geçen kitaplardan olmuş, Avrupa’nın Karanlık Çağı’nda yaşamış olan matematikçi Fibonacci ve aralarında Lucas de Burgo, Tartaglia, Cardano, Ferrari gibi matematikçilerin bulunduğu Rönesans çağı bilim adamlarının eserlerine temel ve kaynak olmuştur. Astronomi bilimine de hizmet vermiş El-Hârizmî’nin eserlerindeki denklemlerin çözüm metodu Yunan eserlerinde veya Hint eserlerinde bulunmamaktadır. Avrupalılar arasında, “Algoritme” adı verilen sayılardan bahseden bu matematik dalının ismi, cebir kitabının yazarının bulunduğu şehir olan Hârizm’den gelmektedir. Sâbit ibn Kurre, Kitab-ı Öklides ve Kitab-ı Mecistî gibi matematik ve astronomi bilimlerinin temellerini düzeltmekle kalmamış, bunları yeniden Yunanca metinlerinden tercüme ederek, hikemi ve matematiksel ilimlerin Arap lisanına aktarılmasında hizmet vermiştir. 18. Yüzyılda matematikçi Euler’in bulmuş olduğu metoda benzeyen bir şekilde Dost Sayıların çıkarılmasını Sâbit ibn Kurre sekiz 730 Şeyban, a.g.e., s.101 Şeyban, a.g.e., s.100-101 732 Zeki, a.g.m., s. 24 731 216 buçuk yüzyıl önce keşfetmiştir. Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Battânî, astronomik problemlerin çözümünde kullanılan trigonometri dalında, yayların kirişleri yerine sinüslerini kullanmıştır.733 Onuncu yüzyılda, El-Bîrûnî matematiksel coğrafyaya hizmet vermiş önemli bir şahsiyettir. Trigonometride dairenin yarıçapını 1 sayısı ile gösterip tekrar daire çevresinin buna göre değerini belirleyen ve “dik açılı üçgenlerde açı sinüslerinin ilgili kenarlar ile orantılı olması konusundaki şöhretli teoremi keşfedip ufkun alçalması ile yer meridyeninin uzunluğunu hesaplayan”, İslam filozoflarından El-Bîrûnî olmuştur.734 İktisadi düşünceye katkısı olan İslam filozoflarından biri Farabi’dir. İhtiyaçların farklı olması sebebiyle insanlar arsında iş bölümü ve topluluklar arası iş birliğinin olması gerektiğinden bahseden Farabi, özel mülkiyeti kabul etmiş ancak ortak mallardan toplumun bütününün yararlanması gerektiğini ilave etmiştir.735 İmam-ı Gazali’nin iktisat felsefesi ise O’nun, insanların iyi bir dini-ahlaki yaşama kavuşturulması olan asıl ilgi alanı ile ilgisi derecesinde olmuştur. İktisadi yaşamın insanda dini saikin zayıflamasına neden olmaması için arzuları ifrat ve tefritten arındırarak orta yol haline getirmek gerektiğini ifade etmiştir. Ahlaki terbiyenin hedefi Allah ile insan arasındaki engellerin kaldırılmasıdır. Ahlaki terbiye ile arzuların tatmin edilmesi isteğinin özü yerinde duracak ancak ahlaki terbiyenin amaç değil yalnızca bir araç olması sebebiyle hedefe ulaşıldığında bunun bir hükmü kalmayacaktır. Aksi yöndeki aşırılıklar dengeye getirilip itidalli yol tutturulduğunda, bu aşırılıkların bir niteliği kalmayacaktır.736 (İmam-ı Gazali’nin çalışmanın bütünlüğü ile ilgili olabilecek düşünceleri yine çalışmanın ilgili bölümlerinde aktarılmıştır.) İslam filozoflarından İbni Haldun, iklim koşullarının toplumların gelişmişlik seviyelerini etkilediğini belirten ilk düşünürdür. Adam Smith ve David Ricardo’dan üç yüz elli sene evvel, üretimin esas unsurunun emek olduğunu ifade eden İbni Haldun’un sözleri bir malın ve kazancın değerinin onu ortaya çıkaran emeğe bağlı olduğu konusundaki görüşünü ortaya koyması ile “emek-kıymet teorisi”nin öncüsü 733 Zeki, a.g.m., s. 24, 27-28, 30-31, 33 Zeki, a.g.m., s. 39-40 735 Erim, a.g.e., s.9. 736 Orman, a.g.e., s. 57, 60-63. 734 217 sayılabildiği ifade edilmektedir. 737 Bununla birlikte iktisat teorisinde Laffer Eğrisi olarak bilinen vergi oranları ile vergi gelirleri ilişkisini ilk ifade eden İbni Haldun olmuştur. İslâm’ın eski Yunan, Roma, İran, Türk ve Hind kültürlerinin mirasçısı olmasıyla birlikte Batı medeniyeti de İslam’dan feyiz almıştır. İslâm'ın yaygınlaşması, eski Yunan, Hind ve İran tercümeleri ve hızlı şehirleşmenin neticesi ile “kaynağını Kur’ân ve Sünnette bulan çeşitli ilimlerin sistemleşmiştir.” Avrupa'da arkeolojik kazılarda “üzerinde kufi yazıyla 'Bismillah' yazılı bronz bir haçın” bulunmuş olması İslâm'ın kültürel yayılma sahasının genişliğinin bir göstergesidir.738 3.4.2.1.1. Emeviler döneminde İslam iktisadının uygulamaları Emevilerin zamanında İslam Saltanatı kemale ermiş739, dünya kara ticareti Müslümanların eline geçmiştir. Fütuhatın genişe yayılmasıyla, ganimetlerde çoğalma olmuş ve ticari yollar Müslümanların eline geçmiştir. Fethedilen yerlerde halk İslamiyet’e ısınmış, Araplar ve yeni Müslüman olanlar barış fikriyle yaşayarak ticaret ve ziraat yaşamına geçebilmişlerdir. Böylelikle İslam ortak pazarı zemininde iktisadi refah seviyeleri gelişmiştir. 7. yüzyılın sonlarına doğru özellikle Bizans dinarlarının piyasadan kalkmasına neden olan ilk İslam paraları, Emeviler döneminde, Abdülmelik zamanında740 basılmıştır. 741 Emeviler döneminde darbedilen İslâm gümüş parası (dirhem) ve altın parası (dinar) ile İslâm dünyasında bimetalizm yeniden canlanmış, zamanla tüm İslâm ülkelerinde kabullenilmiştir. Ticaretin gelişimi finans sistemini de tetiklemiş, Beytü'lmal ihtiyat fonları bulundurmuştur. Cehbezler ve Bâbillilerden itibaren varlıkları bilinen sarraflar, sırasıyla, mevduat toplayıp kredi veren ve mevduat kabul ederek karşılığında 737 Erim, a.g.e., s.9-10. Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.83 739 Zeki, a.g.m., s. 21. 740 Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.77 741 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, say. 51,115 738 218 senet veren ya da mevduat sahibi olup çek ile ödeme yapan, özel bankalar gibi işlev gören kimseler olmuştur.742 İslâm'ın ilk asrında poliçe (süftece), çek (sakk) ve havale senetleri gibi, para naklini ve tedâvülünü kolaylaştıran uygulamalar olmuştur. Bu kredi uygulamaları, Haçlılar aracılığıyla Avrupa'yı etkilemiştir. Bazıları, çek gibi isimleriyle beraber varlıklarını sürdürmüşlerdir. İslâm ülkelerinde çek ve poliçe VII. yüzyıldan beri uygulama bulurken; bankalar Avrupa'da ilk defa XV. yüzyılın başlarında- 1401'de Barcelona'da, 1408'de Cenova'da –görülmüştür.743 7. ve 11. yüzyıllar arasında, Moğol istilasına kadar Uzak Doğu-Avrupa ticareti Müslümanların denetimi altına girmiştir. Atlas Okyanusu’ndan Çin sınırlarına, Hint Okyanusu’ndan Hazar Denizi’nin kuzeyine kadar ulaşan bir bölgede İslam ortak pazarı oluşturulmuş, yüksek seviyede iktisadi ve kültürel etkileşim ortamı meydana gelmiştir. Türkistan, Mezopotamya, Mısır, Kuzey Afrika, Kafkasya ve İspanya İslam toprakları olmuştur. Ayrıca, altın madenlerine ulaşan yollar, İpek Yolu, Baharat Yolu, Basra Körfezi, Kızıldeniz ulaşımı, Suriye-Mısır limanları, Cebelitarık ve Sicilya boğaz ve limanları, Avrupa-Ortadoğu-Orta Asya arasındaki ve Kuzey Afrika’daki ulaşım organizasyonları ile kervan yollarındaki büyük şehirler İslam hâkimiyeti altına girmiştir.744 Endülüs (ve Reconquista hareketi) Endülüs, “İslamiyet’in siyasi-askeri güç ve medeniyet bakımından Ortaçağ’daki zirvesi ve Batı Aydınlanmasının ya da insanlığın değer kaynağı” olarak, Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ile coğrafi ve kültürel konumu gereği doğrudan ilişkili olmuştur. Endülüs “Avrupalı İslam’dır” ve “Avrupa kıtasında İslam’ın varlığı, Avrupa’nın yok olmasına neden olmadığı gibi Müslüman, Hıristiyan ve Musevi halklar arasında ender rastlanan verimli bir birliktelik oluşturarak bilimde, felsefede, kültürde ve sanatta daha önce eşi görülmeyen bir kalkınma” yaşamıştır. Endülüs toprakları dâhilinde veya 742 Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.77-78 Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.78 744 Tabakoğlu, a.g.e., 115,116 743 219 Hıristiyan İspanya devletleri dâhilinde, Convivencia ( Endülüs’te bir arada Yaşama Sanatı) hem savaş hem de barış zamanlarında gerçekleşmiş, tüm Hıristiyan ve Müslüman halk arasında karışma ve kaynaşma görülmüştür. 745 Endülüs “İslam Dünyası’na karşı Avrupa’da Haçlı düşüncesinin doğuşu ve seferlerinin başlamasına sebep olmuş bir Müslüman devletidir”. Fethedilen yerleri geri alma anlamına gelen Reconquista İspanya’yı Müslümanlardan geri alma amacına sahip bir harekettir. Bu hareket, Batının Doğuya karşı gerçekleştirdiği Haçlı Seferlerinin başlangıç devresi olup, “bir çeşit ateşleyici fonksiyona” sahip olmuştur. 746 Reconquista, İber yarımadasında Müslümanlara karşı savaşçı bir ruhun oluşmasına neden olmuş; aynı zamanda Katalonyalılar’ın Akdeniz’e yayılması, Portekizlilerin Afrika’daki keşifleri ve Castilla’nın Yakınçağdaki imparatorluk maceralarına da sebep olmuştur.747 Ortaçağda İber yarımadası, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki savaşlara sahne olmuştur. Kuzeyde kalan Vizigotlar, Kurtuba’daki Endülüs Emevileri’ne karşı uzun süre direnmişlerdir. Güneye indiklerinde Reconquista-yeniden fetih- hareketini başlatmışlardır. Bu hareket, Ortaçağda Batı’da bir eşi daha olmayan, senyörlerin zulmünden kaçarak concejos-belediyeler- kuran savaşçılardan oluşan bir sınır toplumu ortaya çıkarmıştır. Reconquista’nın yayılması sırasında işgale uğrayan Müslümanlar dinlerini muhafaza etmişler; finans ve ticaret konusundaki uzmanlıklarıyla kabul gören Yahudiler (Sefaradlar) ise kralların koruması altına girmiştir. Kralların hazinedarları olan Yahudilere karşı 1400’lerde hoşgörüsüzlük yayılmaya başlamış ve 1492’de sürülerek Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmışlardır. 14. ve 15. yüzyıllarda İber Krallıkları iç savaşlar nedeniyle parçalanmış, salgınlar ve açlık nüfusun %10 ‘unu yok etmiştir. 1333’te Barcelona nüfusunun beşte biri yokluk içinde ölmüş; Yüz Yıl Savaşları sürerken, söz konusu karışıklıklar toplumda daha büyük yıkıma sebep olmuştur. 15. yüzyılda Aragon Kralı ile Kastilya Kraliçesinin evlenmesiyle birlikte Kastilya Krallığı ile Katalonya-Aragon konfederasyonu oluşmuştur. Bu evlilik ile Kilise üzerindeki nüfuzlarını kullanmışlar, Kilise’nin manevi bakımdan değişimine sebep olmuşlardır. Böylelikle Hıristiyan hümanizm hareketi gelişmiştir. 1492’de Hıristiyanlar Granada’yı 745 Şeyban, a.g.e., s.28-31, 91, 227-243 Şeyban, a.g.e., s. 28, 78-79 747 Thema Larousse, say.108 746 220 geri aldıklarında Reconquista’ nın hızı kesilmemiş, Kuzey Afrika’da birçok liman işgal edilmiştir. Bu yıl aynı zamanda Kastilya Kraliçesinin hizmeti altındaki Kristof Kolomb’un Amerika’ya ulaştığı tarihtir. 748 Reconquista döneminde Hıristiyanlar, “daha fazla kentleşmiş, teknikte ileri, ruhsal olarak gelişmiş, dünyaya açık bir medeniyet” olan üstün İslam medeniyeti ile karşılaşmışlardır. Arapça’dan Avrupa dillerine geçen kelimeler İslam kültürünün etkilerinden biri olmuş, Şeyban’ın deyişiyle, “Hıristiyanların, Müslümanlara amansızca (merhametsizce) muamele etmelerinin altında biraz da bu entelektüel aşağılık duygusu” sebep olmuştur. 6./12. ve 7./13. yüzyıllarda Afrika ve Avrupa’da ihtiyaçların artması nedeniyle karşılıklı ticari ilişkiler gelişmiştir. “Bu dönemler Avrupa’da yeni bir ticarî hayatın başlangıcını” oluşturmuştur. Endülüs ile İspanya, kıtalar arası ticari harekette geçiş yolu üzerinde olmaları sebebiyle önemli bir etkiye sahip olmuşlarıdır. İspanya 8.15. yüzyıllar arasında Avrupa’nın en zengin medeniyeti olmuştur. Bu parlak medeniyet içerisinde fikirler, gelenekler, buluşlar, bilim ve sanatlar, endüstriler, yenilikler ve klasik dönemin disiplinleri bir araya gelmiş, bu kaynaşma ile yeni buluşlar ortaya çıkmıştır. Endülüs Medeniyeti’nin ilim ve kültür dinamikleri insanlığın ihtiyaç duyduğu ortak değerlerin anlaşılmasında önemli etkiye sahiptir.749 “Erken dönem Avrupa kapitalizminin uzun mesafeli ticareti Roma’nın mirası değil”dir. Devralındığı dönem “ onbir ve onikinci yüzyıllardaki büyük İslam çağı”dır. Dinar (altın para) ve dirhem (gümüş para), İslam dünyasında iktisadi üstünlüğe sahip olmuştur. “İktisat alanında Avrupa, 1252 yılında altın paranın yeniden basmaya başlamasıyla çıraklıktan kurtulmuştur”. Süftece (kambiyo senedi), mudârebe (sermaye ortaklığı), muhatre (önden satış) gibi finansal kavramlar Batı’ya Müslümanlardan gelmiştir. 750 7.-8./13.-14. yüzyıllarda iki toplum arasında kültürel ve ekonomik ilişkilerde önemli etkiye sahip Müdeccenlerden (Hıristiyanların hâkimiyetine geçmiş İslam topraklarında kalan Müslümanlardan), zanaatkâr ve kültür erbabı olanlar korunmuştur. Hıristiyan kralları müdeccenleri ülkenin iktisadi çıkarı için kollamıştır. Müdeccenler 748 Thema Larousse, say.108-109 Şeyban, a.g.e., s.30-31, 227-243,390 750 Şeyban, a.g.e., s.99-100 749 221 Müslümanların bilimsel birikimlerinin İspanya’ya ve Avrupa’ya yayılmasına sebep olmuşlardır. Müsta’ribler ( Endülüs topraklarında İslamiyet hâkimiyetinde yaşayan Hıristiyanlar) serbest dolaşım hakkına sahip olarak, İspanya’ya ve Avrupa’ya İslam medeniyetinin öğelerinin yayılmasında etkili olmuşlardır. Hıristiyan ve Musevilerden, mükellefin ekonomik durumuna göre senede 20–48 dirhem arasında değişen Cizye (baş vergisi) alınmıştır. Ancak bu vergiden “kadın, çocuk, yaşlı, müzmin hastalıklı, din adamı, muhtaç ve fakirler muaf” tutulmuştur. Zımmîlerden ise Harâc vergisi (arazi vergisi) alınmış ve bu vergi ekilen biçilen toprakların mahsulünün yılda ortalama %20’si olmuştur.751 İçte Müvelled isyanları, dışarıda İspanya-Portekiz Reconquista savaşları ve bu harekete destek veren Avrupalılar, doğuda Abbasiler ve Afrika’da Fâtimîler tarafından çevrelenmiş Endülüs devleti, “yeterli gıda kaynaklarına sahip kalma başarısı” ile “kendine yeterli bir tarım ekonomisi doğurmuş”, Hıristiyan İspanya devletlerine üretim fazlasını ihraç etmiştir. Endüstriyel alanda zamanın diğer devletlerine kıyasla ileri bir seviyede olan Endülüslüler suyun düşüşünden güç elde edebilmişlerdir. Bununla birlikte suyun yeraltından kanallarla naklini ve kâğıdın Avrupa’ya intikalini gerçekleştiren Endülüslü Müslümanlardır. Pirinç, ipek, şeker kamışı, pamuk gibi tarım ürünleri, palamut ve hurma ağaçlarından katran elde edilmesi, abaküs, barut, pusula gibi teknik buluşlar ve Yunan bilimi Müslümanlar aracılığıyla keşfedilmiştir. Endülüs ile kıyaslandığında tarım ve endüstri alanlarında geri kalmış bulunan Hıristiyan İspanya devletleri, Endülüslüler ile büyük çaplı ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır. Her savaştan sonra büyük bir ticari hareket olmuş ve bu ticaretin savaş meydanlarında başladığı görülmüştür. Bunun nedeni özellikle “köle tüccarı olarak ün yapan” Yahudilerin savaşa gidenleri takip ederek savaş bitince askerlerin eline geçen mal ve köleleri ucuza satın almalarıdır. Endülüs ile İspanya arasında yapılan ticaret büyük oranda kölelere dayanmıştır.752 11. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Haçlı Seferleri ve Moğol istilası güvenlik sorunu yaratarak ve iktisadi hayatın gerilemesine sebep olmuştur. Buna rağmen, feodal mekanizmadan çıkıp, kapitalizme zemin hazırlayan Avrupa’nın iktisadi etkinliği 13. 751 752 Şeyban, a.g.e., s.75, 92-93 Şeyban, a.g.e., s. 99-102, 382-383, 385, 387-389 222 yüzyılın ortalarına kadar İslam Dünyası’nın gerisinde kalmıştır. Batı, 14. ve 15. yüzyıllar arasında kıtlık, açlık, salgın hastalıklar ve savaşlarla birlikte ekonomik bunalım yaşamıştır. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine denk gelmektedir.753 Endülüs’ün kaybı sonrasında Osmanlı Devleti’nin Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika’da sağladığı hâkimiyet güç kazanmıştır.754 3.4.2.1.2. Abbasiler döneminde İslam iktisadının uygulamaları Emeviler zamanında kara ticareti ön planda iken Abbasiler zamanında deniz ticareti gelişmiş, Akdeniz Müslümanların hakimiyeti altına girmiştir.755 Irak’ın kara ve deniz ulaşım yollarının üzerinde bulunarak coğrafi merkez konumunda olması Abbasiler’de ticari faaliyetlerin gelişmesine sebep olmuştur. Uzak Batı, Endülüs, Doğu Afrika taraflarına ticari faaliyet yapılırken, Rusya, Baltık havzası, Hindistan, Çin ve Kore’ye kadar da aktiviteler yapılmıştır. Ciddi miktarlara ulaşan servet sahibi (“bir kısmının serveti milyonlara” ulaşmıştır) tüccar sınıfı oluşmuştur. “Şirket ed-Daman”, “Şirket el-Vucuh”, “Şirket el-Mufavada” gibi çeşitli şirket modelleri oluşmuş ve tüccarlar arasında uzmanlaşma meydana gelmiştir. Irak’ta sanayinin canlanması ekonomik gelişmenin başka bir boyutu olmuştur. Sanayi, az sayıda kişinin çalıştığı imalathanelerden, küçük dükkânlardan ve devlete ait geniş atölyelerden oluşmuştur.756 Abbasiler zamanında, 9. ve 10. yüzyıllarda, iktisadi ve sosyal hayatta yeni değişimler meydana gelmiştir. İslam kentleri ana niteliklerinin kazanmıştır. Bunun en iyi örneği Bağdat’tır. Meslekler gelişmiş, çarşı ve işyerleri genişlemiş, yardımlaşma amacıyla “Esnaf”, “Meslek Sahipleri”, “ Zenaatkarlar” denilen yeni organizasyonlar kurulmuştur. Her mesleğe ait gelenekler istikrarlı hale gelmiş, meslek dalı, üyeleri arasında bağ olarak kabul görmüş ve üyeler yardımlaşmış ve korunmuştur. Çarşılar, genel ahlakı murakebe eden muhtesip tarafından gözetim altında tutulmuş, alım-satım, ölçme-tartma denetlenmiştir. Ticaretin canlanmış, bankerlik ve finansal kurumların gelişmesi ticaretin gelişimine sebep olmuştur. Sarraflar-bankerler kredilendirme, sigortalama gibi işlemlerin yürütülmesinde rol almışlarıdır. Tüccarlar uluslararası 753 Tabakoğlu, Toplu Makaleleler II İslam İktisadı, say. 116 Şeyban, a.g.e., s.28 755 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, say. 23 756 Duri, a.g.e., s. 96-97, 100 754 223 ödemeler için havale ve seyahat çekleri görevini yürüten “suftece”leri kullanmışlardır. Normal ödemeler ve poliçeler için “sakk” (çek) kullanılmış, kredi işlemleri ticarette önemli etkiye sahip olmuştur. Zirai mülkiyetler genişleyerek tarımsal ikta rejimi yaygınlaşmıştır. Toprak sahipleri gübre kullanmış, arazi ıslahı ile uğraşmış ve entansif tarımın ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Geniş toprak sahipleri arazi ıslahında büyük sayıda köle çalıştırmışlardır. Abbasiler vergi ile ilgili İslami prensipleri tespit çalışması yapmışlardır. Emeviler döneminin sonlarına doğru Abbasiler, istikrarlı olan vergi sisteminin dışına çıkmamış ve vergi toplamayı denetim altına almaya çalışmışlardır.757 3.4.2.1.3. Selçuklular döneminde İslam iktisadının uygulamaları Anadolu Selçuklular’ın fetihleri sonucunda dünya ticaret yollarına açılmış, özellikle 12. yüzyıl sonlarında ticari faaliyetler gelişmiştir. İktisadi ve kültürel gelişme yaşanmış, Avrupalılar Selçuklular ile antlaşmalar yapmışlar ve Anadolu’da kazandıkları ticari serbestliğe dayanarak büyük kentlerde koloniler ve konsolosluklar kurmuşlardır. Transit ticaret ön planda olup, ticari faaliyetlerde birlik ve bütünlüğe önem verilmiştir. Siyasi ve askeri hareketleri buna göre ayarlayan Selçuklular’da, ticaretin herhangi bir sebeple engellenmesi savaş nedeni sayılmıştır. En önemli iktisadi faaliyeti transit ticaret olan Selçuklu Türkiyesi’nde, iç ticaretin varlığını ortaya koyan şehir yaşamı gelişmiştir. Fethedilen yerlere cami, medrese, zaviye inşa edilmiş, nüfusun ileri gelenleri (ilim sahipleri ve kalifiye iş gücü) ve tüccarlar buralara yerleştirilmiştir. Böylelikle hem kültürel ve ilmi faaliyetler desteklenmiş hem de ticari etkinlikler gelişmiştir. 758 Ortadoğu'daki hâkimiyetlerine ilave olarak transit ticârete dikkat eden Büyük Selçuklular Devleti hükümdarı Melikşâh’ın 600 bin dinarı bulan ticârî vergi ve gümrükleri kaldırması ticarete verilen öneme bir örnektir.759 757 Duri, a.g.e., s.86-87, 94-96, 98-100 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 30-31 759 Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.91 758 224 I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, Bizans’ın Haçlılar tarafından parçalanması sonucu kervan yollarında emniyet sorunu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Karadeniz ve Akdeniz ticaret hattını açmak için seferler düzenlemiştir. 13. yüzyılın başlarında ise Selçuklu ekonomisi Avrupa ticaretine açılmıştır. Akdeniz ve Karadeniz ülkeleri ile doğrudan ticaret olanağı sağlanmış, Avrupa ticaretine aracılık yapan Kıbrıs ile ilişkiler geliştirilmiştir. I.İzzeddin Keykavus’un 1214’te Sinop’u almasından sonra Haçlılar ile ilk kez ticaret antlaşmalrı yapılmıştır. Bu sefer sonrası ticaretten alınan bac ve geçiş vergileri kaldırılmıştır. Yol emniyetsizliği sebebiyle zarara uğrayan tüccarlar için ticaret sigortası sistemi oluşturularak, siyasi güvenlik içerisinde tüccar himayesi sağlanmıştır. Böylece Selçuklu Türkiye’si uluslararası transit ticaret merkezi haline gelinmiştir. I.Alaeddin Keykubad zamanında Anadolu’da kavimler arası ticari faaliyetler artmıştır. İktisadi ve sosyal gelişme hızlanmış ve büyük inşaat faaliyetleri yapılmıştır. Önemli ticaret merkezleri alınmış, kurulan Alaiye şehri (Alanya) ticarette ön plana çıkmış; Alaiye Mısır ve Suriye ile yapılan ticaretin merkezi haline gelmiştir. Keykubad’dan sonra, Moğol istilasının etkisiyle birlikte iktisadi ortamda durgunluk başlamıştır. Emniyet sorunu nedeniyle çiftçilerin ziraat edemediği olmuş, kervan yolunun işlemesinde aksaklıklar yaşanmıştır. 760 14. yüzyıla doğru ve bu yüzyılın başlarında dış ticaret için güvenli bir ortam olmaması nedeniyle durgunluk yaşanmıştır. Bölgede, beyliklerin kurulmasından sonra yabancı tüccarların, özellikle İtalyanların, ticari faaliyetleri bu bölgeleri Osmanlılar ele geçirinceye dek devam etmiştir.761 3.4.2.1.4. Osmanlılarda İslam İktisadının Uygulamaları Osmanlı’nın ekonomik sistemi, toplumsal zihniyetin, düşünce yapısının şekillendirdiği hayat tarzı ile ilgilidir. Bu zihniyeti belirleyen esaslar İslami ilkelere dayanmaktadır. 762 Erim, Osmanlılar’ın iktisat sistemine göre devletin hiçbir vakit 760 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 31-32 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 32 762 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 10 761 225 “yalnızca iktisadi esaslı” bir hedefi olmadığını ifade etmiştir. 15.-18. yüzyıllarda Osmanlılarda uygulama bulan iktisat sistemi, aynı dönemde Batı’nın uyguladığı merkantilist doktrinin zihniyet esaslarından farklı bir yapıya dayanmıştır. 19. yüzyıla kadar dış ticaret, Osmanlılarda ülkede yaşanabilecek bir kıtlığın önlenebilmesi amacıyla yapılmıştır. Sanayi Devrimi sonrasında Batı’nın iktisadi politikalarını tecrübe etmişlerdir. Mehmet Genç’in ileri sürdüğü Osmanlıların “provizyonist” ilkesine göre ekonomik aktivitenin hedefi insan ihtiyaçlarını karşılamak olduğu için arzın mümkün olan en yüksek düzeyde tutulması gerekir. Genç, provizyonizmden başka, gelenekçilik763 ve fiskalizm764 ilkelerini de sayarak bu üçünün değişik ölçülerde bir arada uygulandığından bahsetmiştir.765 Osmanlı sisteminde "Allah'ın kullarının refahının sağlanması" esasına bağlı olarak İktisadî kararlar alındığı için, devletin iktisadî kararları toplumsal refahın sağlanması hedefine bağlıdır. Adalet ve refah dengesi, devlet gelirlerinde artış gereği ile bozulursa bunalım meydana gelmektedir.766 Zihniyet açısından ahilik Osmanlı sisteminin Batı’dan farkını ortaya koymuştur. Batı medeniyetinin dayandığı burjuva zihniyeti iken Osmanlı’nın ekonomik ve sosyal sisteminin arkasında ahi zihniyeti vardır. Söz konusu zihniyet sebebiyle Osmanlı’da Batı’da olduğu gibi sömürü, sınıf ayrımcılığı gibi kavramlar gerçekleşmemiştir. Çünkü Osmanlı’da, Batı’daki kapitalist zihniyetin idealize ettiği “homoeconomicus” yoktur; ancak kanaatkar ve müteşebbis, toplum çıkarını kendi menfaatinden üstün tutan insan tipinin müşahhas örneği olarak ahiler iktisadi yaşamın ilk örgütleyicisi olmuşlardır.767 Osmanlı’da, ahi zihniyet esaslarına göre insan, “alıcı olmaktan önce verici”, bir başka deyişle, “bencil değil diğergâm” olmalıdır. Ahilik anlayışına göre dayanışmacı bir toplum oluşturma hedeflenmiştir. Bireyin en yakınından dış çevresine doğru infâk ile birbirine bağlandığı bir toplum anlayışı arz yönlü bir toplumu ve arz yönlü ekonomiyi meydana getirmenin teşekkülünü oluşturur. Buna göre Osmanlı iktisat sistemi, (provizyonal) arz yönlüdür. Osmanlı iktisat sistemi, Say'in "Her arz kendi talebini oluşturur" ifadesindeki gibi talebin arttırılmasına bağlı kapitalist sistemden uzaktır. 763 Sosyal ve ekonomik ilişkilerin eğilimlerini muhafaza etme. Hazine gelirlerinin azalmasını mümkün olduğu kadar engelleme. 765 Erim, a.g.e., s.14-16. 766 Tabakoğlu, A., Türkiye İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, Gözden Geçirilmiş 12. Baskı, s. 133. 767 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 10-11 764 226 Kapitalist zihniyet esasına göre insan ekonomi içindir. Osmanlı sistemine göre ise, ekonominin hedefi insan refahını arttırmaktır. Dolayısıyla öncelikle piyasada yeterli mal bulunması iktiza eder. Kitlesel üretim esasına dayanmayan ancak yüksek üretim olasılığına sahip Osmanlı sistemi, ithalatı genel olarak sınırlandırmamıştır. 768 Osmanlı’nın ekonomik ve sosyal sistemi, klasik ve yenileşme dönemi olmak üzere iki dönemden ibarettir. 11. yüzyıldan 13. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı klasik dönemini yaşamıştır. Bu dönem oluşma (1075–1453), olgunlaşma(1453–1699) ve esnekliği kaybetme ( tüm 18.yüzyıl) olarak üç alt dönemden oluşmuştur. Yenileşme dönemi ise 1790 – 1923 yılları arasıdır. 769 Osmanlı medeniyetinin parlak döneminde dini değerlere ciddiyetle önem verilmiş, bu sayede yenilikler, araştırma ve öğrenme teşvik edilmiştir. İmparatorlukta “özel bir ruh yapısı” şekil almıştır. Bu ruh yapısı sınırlarının genişlemesiyle ortaya çıkmıştır. Frontier spirit denilen “sınır boyu ruhu”, “bilinmeyenden korkmama, inceleme, haber alma, olayları akılcı değerlendirme, sorunlara hızlıca yanıt bulma ve intibak, risk alma” gibi karakteristikleri içerir.770 Klasik dönemde oluşma alt döneminde Osmanlı Devleti’nin zihniyetini belirleyen bazı esaslar vardır. Bunlar siyasi birlik, gelenekçilik, adalet ve refah, arz yönlü toplum ve ekonomidir. Klasik Osmanlı zihniyet esası insanın alıcı olmadan önce verici olmasını uygun görmüştür. Bu esastan dolayı göre, Batı zihinyeti esasına dayanan sömürgeci aktiviteler ve sınıf mücadeleleri gerçekleşmemiştir. Temel gayesi kişisel çıkar olan “homoeconomicus” ve onun müşahhas şekli olan burjuva zihniyeti Osmanlılarda yoktur. Toplum yararı kişisel menfaatten üstün tutulmuş, kanaatkâr ancak müteşebbis insan tipi vardır. Böylelikle dayanışmacı bir toplum hedef alınmıştır. Toplumun bir bütün olarak bireyin kendisinden başlayıp en yakınından dış çevresine kadar “infak ile birbirine bağlandığı” yaklaşımına göre ekonomi insan içindir. Batı zihniyet esasına dayalı kapitalist sistemdeki gibi “insan ekonomi için değildir”. İktisat sistemi arz yönlüdür çünkü iktisadın gayesi insan refahını artırmaktır. Bu sebeple piyasalarda yeterli mal bulunması gerekir.771 768 Tabakoğlu, Türkiye İktisat Tarihi, , s. 133. Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 1-2,9,10 770 Yalçın, a.g.e., s.118-119. 771 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 2-6 769 227 Üniter devlet anlayışı tevhit inancının siyasi yansımasıdır. Kabile bağlılığı İslamın siyasi birlik anlayışıyla çelişmektedir. Batı’daki gibi “çelişkilere dayanan sınıflaşmadan değil, ilkelerden hareket eden nizam fikrinden kaynak” bulan Osmanlı sosyal sistemi, “merkezi-üniter devlet anlayışı, ‘nizam-ı âlem’ için ‘vahdet’ ülküsü” uygulaması ile “bölünmeci eğilimleri sistemli bir şekilde” engellenmiştir. Birlik için tehlike oluşturabilecek zenginleşmelere ve siyasi güç haline gelebilecek ekonomik güç kazanımlarına izin vermemiş, burjuvazi ortaya çıkarılmamıştır. Osmanlı ekonomisinde “işçi sınıfı” oluşmamış ve emeği ile geçinenler iyi durumda yaşamıştır. Bununla birlikte dış sömürü İslami zihniyette yer almadığından, Osmanlı sisteminde “sömürge-anavatan ayrımı” da yoktur.772 Geçmişin tecrübe birikimine sahip çıkma anlamına gelen gelenekçilik esası ile sisteme uyum ve esneklik niteliği sağlanmıştır. İslami esaslara uymayan bölünmeci eğilimler esnekliğe sahip bir eritme biçiminde engellenmiştir. Antik Orta Doğu’nun tecrübe birikimi, Anadolu, İran ve Bizans gelenekleri bu esas çerçevesinde önemli yer tutmuştur. Osmanlı sistemi Batı ile etkileşim halinde olmuş ve 18. yüzyılın sonuna kadar Batı oluşumuna katkı yapmıştır. 773 Tabakoğlu, “geleneğin İslam mantık ve hukukunun kaynaklarından” olduğunu ifade ederek, İslâm'ın ilk dönemlerinde mahallî geleneklere olan esnek tavrının devamını Osmanlılar’ın tarım, para ve maliye sistemlerinde görülebileceğini açıklamıştır. Sistemin yeni koşullara uyumu ve esnekliğini sağlayan ve İslami esaslara uyum sağlamayan birliği parçalayıcı meyilleri ayıklayan bir ilkedir. Osmanlı sistemine göre deneyim birikiminin değerlendirilmesi ile kâmil olan bulunabilir. Aydınlanma zihniyet esaslarına dayalı yaklaşımdan ziyade Osmanlı sistemi, asıl sisteme dönüşü esas tutmuştur.774 Varlık sebebi halka hizmet olan devletin, varlığını devam ettirebilmesi için şart olan gelir sağlama adalete dayanmalı, adaletin hedefi ise sosyal refahı sağlamak olmalıdır. Devlet, iktisadi kararlarında gerektirici sebep olarak ‘ibadullahın terfih-i ahvalleri’ yani “Allah’ın kullarının refahının sağlanması” esasını almıştır. Batı’nın 772 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 2-4,17,18,19 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 4,17 774 Tabakoğlu, Türkiye İktisat Tarihi, , s. 131-132. 773 228 Aydınlanma Çağından sonra toplumun işleyişi için tabiatın model alınmasına karşılık İslam toplumlarında adalet ilkesine önem verilmiştir.775 Osmanlı medeniyeti İstanbul’un fethiyle gücünü tüm dünyaya ispat etmiştir. Bu medeniyet, dış dünyaya açık, İslami kıstaslara uygun bir akılcılığa sahip, istikrarlı bir toplumu temsil etmiştir. Bu fetih, kültür, edebiyat, sanat, bilim, düşünce gibi alanlar ile birlikte iktisadi sahada da çok canlı, yapıcı ve refah sağlayan bir ortamın habercisi olmuştur.776 İstanbul’un fethinden Karlofça Antlaşması’na kadar olan olgunlaşma döneminde Karadeniz bir Türk gölü olmuş, Akdeniz hâkimiyeti Müslümanların olmuştur. Modern kapitalizmin gelişme dönemine denk gelen olgunlaşma döneminde kapitalizm ile mücadele edilmiştir. “Yaklaşık üç nesillik süre içerisinde Osmanlı Devleti ciddi bir yenilgi yüzü görmemiştir.” “ Yine 1492–1565 arasındaki 73 yılda fiyatlar hemen hemen hiç artmamıştır”.777 Tüm 18. Yüzyıl boyunca yenileşme arzuları ve tüketim yapısında değişim başlamıştır. Üretimde büyük gelişme yaşanan bu dönemin ilk yarısına kadar ihracat ithalatı aşmıştır. “Yenileşme” ve “Batılılaşma” ile kapitalizmin model olarak alındığı bu dönemde sistem esnekliğini yitirmiştir. Bunun temel nedeni ülkenin küçülmeye başlamış olmasıdır. Artık hakim dünya sistemi olma niteliğini yitirmiş ve “referans kaynağı da Batı olmuştur”.778 İkinci dönem yenileşme (1790-1923) dönemidir. 19. Yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti kapitalizmin etki alanına girmiştir. 20. Yüzyıl askeri bürokrasi hakimiyeti altında ve batılılaştırmaya yönelik eğilimler doğrultusunda yaşanmıştır. Dünya devleti olan Osmanlı’nın hakimiyeti kaybolmuş ve kapitalist sistemin “edilgen bir öğesi” haline gelmiştir. Kalkınma sosyal refah kavramının yerini almış, güçlü orta 775 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 4-5,13: “Adalet dairesinde birbirine bağlı 8 ilke vardır”. 776 Yalçın, a.g.e., s.117. 777 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 7-8 778 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 8,19 229 sınıf fikrinin yerini ise burjuvazi almıştır. Adil gelir dağılımı prensibi yerine ise servet temerküzü geçmiştir.779 Osmanlılar zamanında sanat ve ticaret icra edebilme selahiyeti disiplin altına alınmıştır. Zengin ve ticarette gelişmiş yerleşim merkezlerinde çarşılar, hemen kapalı çarşının etrafında toplanmıştır. Kuzey Afrika ve Arap şehirlerindeki çarşılar da Türk şehirlerindekilere benzer yapıda olmuş, kapalı çarşılar hemen her İslam şehrinde görülmüş; bununla bulunmuştur. 780 birlikte pazarlar, kervansaraylar, sarraf dükkânları da Mal bolluğu için dış ticaret teşvik edilmiş, devlet transit ticarete önem vermiştir. Etkili piyasa denetimi yapılmış ve tekelci eğilimlerle mücadele edilmiştir. Sosyal refahın sağlanması için fiyat istikrarına önem verilmiştir.781 Her mala, istihsal edenle imalatçının maliyetleri ve emeği ile halkın satın alma gücü göz önünde tutularak kadı tarafından tespit edilmiş, sabit fiyat anlamına gelen narh konmuştur. Konulan fiyattan eksiğine veya fazlasına satış yapanlar cezalandırılmış, halkın zarar görmesine izin verilmemiştir. 1326-1740 yılları arasında Osmanlı akçesi yıllık ortalama %0,2 değer kaybı yaşamıştır782.Tanzimat’tan sonrasına kadar tatbik edilen narh, Avrupa’da sanayi hareketlerinin büyümesiyle yabancıların serbestçe ve az gümrükle mal satmaya başlaması karşısında tesirini yitirmiştir.783 Osmanlılar’da İmparatorluğun her yanında geçerli olmayıp, özellikle Anadolu ile İmparatorluğun Avrupa’daki kısımlarında uygulanan askeri ikta sisteminde, iktalar mirasa konu olmamış, askeri hizmet karşılığı verilmiştir. İktaların genişliği sahibinin temin edeceği atlı askerlerin sayısına bağlı olmuştur. Sultani arazilerin çoğu zeamet ve tımar olarak sipahilere ikta verilmiştir. Arap Yarımadası, Irak ve Mısır’da uygulamalar farklı olmuştur. 18. yüzyılın sonlarında arazinin büyük bölümü iltizam sistemine dâhil olmuştur. 784 779 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 9 ,19 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, say. 94 781 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 18 782 Tabakoğlu, A., “İslam Ekonomisinde “İstikrarlı ve Reel Para” ve “Maliye Sistemi””, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 10 Haziran 2011, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisindeistikrarli-ve-reel-para-ve-maliye-sistemi/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 783 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, say. 95 784 Duri, a.g.e., s.163-164 780 230 1639 yılında Arap dünyasının tamamına yakın bölümü Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girmiştir. Ancak 15. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’daki gelişim, Amerika’nın keşfi, Portekizlilerin doğrudan Hindistan’a giden yolu açması önemli sonuçlar doğurmuştur. Doğu ticaretini tekellerine almayı hedefleyen Portekizliler Hindistan’da ticaret merkezleri kurmuşlardır. Avrupa’ya “Arap memleketlerinden geçen ve çok sayıda vergiye tabi olan mallardan daha düşük fiyatlarla” mal taşımışlardır. Bununla birlikte Arap limanlarına, Arap ticaret gemilerine ve onlarla iş yapan merkezlere karşı savaş açan Portekizliler Doğu Afrika sahillerine de saldırmışlardır. Bölge ekonomisi ağır darbe almıştır. Bu dönemde I. Selim Mısır’ı fethetmiş ve Osmanlılar Arap Yarımadası’nın güneyinde Portekizlilerle karşı gelmişlerdir. Portekizlilerle bir çok çatışma yaşayan Osmanlılar, sonuncusunda Aden’i almışlar, ancak Hindistan’a ilerlerken Dîve tarafında başarısız olmuşlardır.785 Yüzyıllarca Araplar, Avrupa ile Uzak doğu arasındaki ticaret hattında hâkimiyet kurmuşlardır. Hint Okyanusu, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ndeki deniz nakliyatı Arap gemilerinin hâkimiyetinde olmuştur. Ticari kazançlar ve geçiş vergilerinin kamu finansmanındaki payı bu hattın önemini göstermektedir. İktisadi hayatı önemli ölçüde etkileyen bu ticaret hattı, özellikle Suriye ve Mısır’ın zenginleşmesinde büyük rol almıştır. Ancak 16. yüzyılın başlarında Doğu Akdeniz’in Avrupa baharat ticaretinin merkezi olma durumu sona ermiştir. Portekizliler Avrupa’nın en iyi pazarlarına hâkim olmuşlardır.786 Bununla birlikte, 16. yüzyılın başlarında Batı, Osmanlı Devleti’ne nüfuz etme yönteminde değişiklik yapmaya başlamıştır. Fransızların İspanya’ya karşı ittifak sağlama amacıyla Bab-ı Âlî’ye yakınlaşması 1534’te ticaret anlaşması şeklini almış ve Osmanlı Devleti’nde Fransız tüccarlarının mal ve can güvenliğini sağlayan, ibadet ve ticaret özgürlüğünü içeren haklar verilmiştir. Bu haklar daha sonra “zorunlu imtiyazlar” haline gelmiştir. Suriye ve Mısır’da ticari merkezler kuran Fransızlardan sonra 1580’de İngilizlere, 1612’de Hollandalılara imtiyazlar verilmiştir. 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa ticareti Yakın-Doğuda gelişerek, “konsolosların himayesi ile” Mısır ile Suriye’de ticari merkezler oluşmuştur. 19. yüzyıla gelindiğinde III. Selim’in başlattığı, II. Mahmut’un 785 786 Duri, a.g.e., s.150-155, 176-177 Duri, a.g.e., s. 152,176 231 devam ettirdiği bazı yeni ıslahatlar gerçekleştirmek istenmiştir. II. Mahmut tarafından yeniçeri nizamı feshedilmiş, sonrasında askeri iktalar ile devletin arazileri birleştirilmiştir. 1839’da, hedefi eskiyen kanun ve talimatların düzenlenmesi, vatandaşlar arasında eşitliğin sağlanması, vergi sisteminin düzenlenmesi, yönetimdeki aksaklıkların giderilmesi olan Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile Tanzimat hareketi başlamıştır. 1858’de ise Osmanlı Arazi Kanunnamesi çıkarılmıştır. 787 3.4.3. İslam’ın İktisadi Öğretisinin Temel Esasları Ulusal ve uluslararası iktisat küresel iktisadın parçalarıdır. Dolayısıyla iktisat dünyanın entegre olmuş bütünlüğüne dayanmak zorundadır. İslami iktisadın başka sistemlerde olmayan Şeriat ’tan kaynaklanan kendine özgü karakteristikleri vardır. İslami iktisat İslam Şeriat’ının kurallarından ve ilminden ortaya çıkar. Şeriat, kâinatın bütünlüğüne ve Yaratıcı’sına olan itaatine dayanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de Bakara Sûresi, 29. Ayette “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök halinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” buyrulmuştur.788 İslami iktisadi prensipler Kur’ân-ı Kerim’e ve Hadislere dayanmaktadır. Dolayısıyla İslam iktisadı “iman”a dayanmaktadır 789. Kantakji, modelinde kesinleşmiş olan aksiyomatik koşullardan bahsetmiştir. Şöyle ki, eğer bir insan Müslüman olmayı kabul etmişse, kesin olarak Allah’ın takdirine boyun eğmiş olmalı, Allah’a inanmalı, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, kaza ve kadere bütünlüğüyle inanmalıdır.790 İslam’ın dayandığı denge fikrinin, kâinatın dengesi, insanın dengesi ve toplumun dengesi olmak üzere üç yönü vardır. Kâinatın dengesini maddenin geçiciliği, mananın ebediliği sağlamaktadır. Enfal Suresi’nde buyrulduğu üzere, kâinatın yaratılış nedeni 787 Duri, a.g.e.,s.166-167,177 Kantakji, S., “Islamic Economic Math Model”, Ver.101, Translated by: Iman Sameer Al-Bage, 2009, s. 2,3. 789 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 17-18 790 Kantakji, a.g.m., s. 3. 788 232 insanın imtihan edilmesidir. Toplumun dengesi ise gayesi sosyal refahı sağlamak olan “adalet” ile kavramı açıklanmaktadır.791 Kur’an-ı Kerim’de, Zariyet Suresi’nde (51/56) “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyrulmuştur. Rum Suresi’nde (30/7–8) Onlar dünya hayatının ancak dış yönünü bilirler. Ahiret konusunda ise tamamen gaflettedirler. Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç düşünmediler mi? Hem Allah gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkar ediyorlar.” buyrulmuştur. Sa’d Suresi’nde 27. Ayette “Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu (yaratılanların boş yere yaratıldığı iddiası) inkar edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkar edenlerin haline!”, Enfal Sûresi’nde “Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükafat vardır.” buyrulmuştur. Kâinat tesadüf eseri değildir. Tüm kâinat bir hedef için yaratılmıştır. Dünya hayatı ve maddi ilişkiler ahirete hazırlık dönemini oluşturan bir imtihan sahasıdır.792 “Dünya ahiretin tarlası” olduğuna göre, geçici olan madde mananın emrinde olmalıdır. Ebedi hayat hatırdan çıkarılmamalı, maddi eğilimlere esir olmamalı, maddeyi hizmet şuuruyla çalıştırmalıdır. İnsanlar arasında gelir ve kabiliyet farklılıkları vardır. Ancak bunlar üstünlük sebebi değildir. Bu farklılıklar imtihan sahasının aletleri olarak ekonomik faaliyetlerin canlılığının temelidir. İktisadi bölüşüm, birlik ve bütünlük içindeki dayanışmacı sınıfsız bir toplumda gerçekleşmelidir. 793 Tegâbün Suresi 15. Ayette şöyle buyrulmuştur: “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükafat vardır.” buyrulmuştur. Çalışmamızda “Hıristiyanlıkta Homo Economicus Varsayımının Analizi” bölümünde Yuengert’in çalışmasında ““Elma” şüphesiz Hz. Havva’nın fayda fonksiyonunda pozitif marjinal faydaya sahip değildi, ancak onu arzulaması bir tuzaktı ve bir aldatma, vehim idi.” 794 ifadesini kullandığı belirtilmişti. Bakara Sûresi 35. Ayette, “Dedik ki: "Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." buyrulmuştur. 791 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-22 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-19-20 793 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 19-20-21,165. 794 Yuengert, a.g.m., s. 35. 792 233 Geleneksel iktisat Teorisinde iddia edilen fayda fonksiyonu ayrı bir konudur. Ancak insanın tercihlerinde sadece dünyevi faydayı hedeflemediği açıktır. Bir Müslüman dünyevi faydaları azamileştirmenin fırsat maliyetine dikkat etmeye gayret eder. Âli İmran Suresi 186. Ayette “Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.” buyrulmuştur. İnsanın maddenin cazibesine kapılmadan, ihtiyaçlarını helal yollardan temin etmesi gereklidir. Nur Sûresi’nde buyrulduğu üzere, (24/36-38), “Allah'ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O'nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar. (Bütün bunları) Allah, kendilerini yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırsın ve lütfundan onlara daha da fazlasını versin diye (yaparlar). Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır.”; ekonomik faaliyetler “Allah’ı anmaktan, namazlarını kılmaktan, zekâtlarını vermekten alıkoymamalıdır”795. İktisat süjesi Müslüman’ın, elde ettiklerinin gerçek sahibini hatırından çıkarmaması ve gayesini unutmaması önemlidir.796 Hac Sûresi 35. Ayette, “Her ümmet için, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır. Şu halde yalnız ona teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele! Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.” buyrulmuştur. Zuhruf Sûresi’nde797, (43/32), “Senin Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Hâlbuki bu dünya hayatında onların maişetlerini aralarında taksim eden, bir kısmının diğer kısmını çalıştırması için, kimini kimine üstün kılan Biz’iz.” buyrulmuştur. İnsanlar arasındaki üstünlük ilmi ve ahlaki alanlarda kabul edilmiştir. Kabiliyet, gelir ve güç farklılıkları imtihan vasıtalarıdır. Bunlar üstünlük sebebi değildir. 795 Nûr Sûresi 24/38, Kaynak: Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 20. Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 20 797 Yıldırım, S., Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Define Yayınları, Haziran 2010, s. 490. 796 234 En’am Sûresi’nde798, (6/165), “O’dur ki sizi dünyada halifeler yapmış ve verdiği nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminize üstün kılmıştır.” buyrulmuştur. Dolayısıyla, İslam iktisadında üstünlük sebebi sayılmayan bu farklılıklar iş bölümünün ve toplumsal hareketliliğin temelini teşkil etmektedir.799 Araf Sûresi 10. Ayette, “Andolsun, size yeryüzünde imkan ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkanları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz!” buyrulmuştur. Bununla birlikte mal çokluğu ile ilgili çeşitli uyarılar vardır.800 3.4.3.1. Mülkiyet, servet, gelir dağılımı, sermaye ile ilgili esaslar “İslam’da insan hakları, kaynağı ilahî olan hükümlerle kesin olarak kabul edilen fıtrî haklardır. Bu sebeple, hiçbirisi inkâr edilemez, ortadan kaldırılamaz, çiğnenemez, bu haklara tecavüz edilmesine müsâmaha ile bakılamaz ve bu haklardan asla vazgeçilemez.” On dört yüzyıldır, İslam’da insan hakları derin ve kapsamlı olarak kabul görmüş, ilan edilmiştir. Bu haklar için her türlü koruyucu önlem alınmıştır.801 İslam’da insan hakları ile ilgili hazırlanmış ve İslam ülkeleri tarafından onaylanmış 23 maddelik beyannamede madde 15, iktisadi hakları anlatmaktadır. Bu maddeye göre, “Her insan rızk elde etmek üzere meşru yollardan çalışıp helal kazanç elde edebilir. Özel mülkiyet meşrudur ve her insan çalışması ve gayretiyle kazandığını elde eder. Kamu mülkiyeti de meşrudur ve bütün milletin maslahatı için kullanılır. Fakirlerin, zenginlerin mallarında mukarrer bir hakları mevcuttur ve bu zekât müessesiyle tanzim edilmiştir. Aldatma, ihtikâr, ribâ/faiz ve yalancılık haram kılınmıştır”. Madde 16 ise mülkiyet hakları ve korunması ile ilgilidir. Bu maddede helal kazanç ile sağlanmış mülkiyet hakkının kimsenin elinden alınamayacağı yazılıdır.802 İlk olarak Allah’a karşı sorumluluk gelir. İnsanın özgürlüğü sınırsız değildir, sosyal sorumluluklar bireysel haklardan daha çok vurgulanır. Tüm varlıklar Allah’a aittir ancak varlıkların kullanımı konusunda insanların mesuliyetleri vardır; bu sebeple 798 Yıldırım, S., Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, s. 149. Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 25 800 İslam Peygamberi (A.S.M.) “Fakirler cennete zenginlerden beşyüz yıl önce girerler.” buyurmuştur (Tirmizi, Zühd 44). http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.219. 801 Şeyban, a.g.e., s.61 802 Şeyban, a.g.e., s.61 799 235 özel mülkiyet hakkı tanınır. 803 “Mülkiyetin asıl sahibi Allah’tır” ve mülkü Allah kullarına, sınanmalarına yönelik emanet olarak vermiştir. Özel mülkiyet imtihan çerçevesi içinde değerlendirilmiştir. İslam insana güvendiği ve insanın şahsiyetine büyük değer verdiği için ‘toplumun çıkarıyla çatışmayan helal yollardan elde edilmiş özel mülkiyet’i tanır. 804 Bireysel mülkiyet bir haktır ve sosyal bir kurumdur.805 Ancak özel mülkiyetin sınırları vardır. İslam’da özel mülkiyetin sınırları şöyle sıralanabilir: Öncelikle, malın elde edilişinde, kullanılışında, elden çıkarılışında hukuki yaptırıma sahip helal-haram sınırları vardır. Mülk sosyal niteliğe sahiptir ve mülkün sahibi yönetiminden sorumlu bir emanetçidir. Gelir ve servet emeğe dayalı olup, mülk edinme nedeni emek sarf etmektir. Mal zararsız kullanılmalıdır. Devlet malın zararlı kullanımına toplum adına engel olmalıdır. Üretim araçları belirli bir süre kullanılmadan atıl bırakılmaz. Üretim ve tüketim bizzat hedef değildir; İslam’da nihai hedef insan olduğundan üretimin basit bir unsuru olarak görülemez veya tüketim makinesi olarak düşünülemez.806 İslam hukukunda toprağın mutlak mülkiyeti devlete aittir. Ancak bireylerin, kimseye ait olmayan ve ziraata uygun olmayan toprakları ıslah edilmesi, devlete ait toprakların devlet tarafından arazisi olmayan kişilere mülkiyetinin devredilmesi (ıkta), anlaşmalı topraklarda belirlenmiş koşullara göre özel mülkiyetin korunması, kendiliğinden Müslüman olanların bulunduğu yerlerde önceden var olan özel mülkiyet hakkının korunması yollarıyla özel mülk arazi edinme hakları vardır. İslam, hediye, bağış, sadaka ve benzeri dışında emeğe dayanmayan kazançları gayrimeşru kabul ettiği için, toprak mülkiyetinin de emekten soyutlanmasına izin vermez. Hz. Peygamber (A.S.M.) zamanında savaşsız elde edilen araziler devletin mülküne geçmiş, barış yoluyla elde edilen araziler için barış şartlarına göre hareket edilmiştir. Fethedilen topraklar savaşçılar arasında diğer ganimetlerle birlikte dağıtılmıştır. Bu düzenlemeler ile Ortaçağ Avrupa’sındaki gibi feodal mekanizma oluşumuna izin verilmemiştir. Emeğe dayanmayan özel toprak mülkiyetine İslam izin vermemiştir. Toprak mülkiyeti ile toprağa bağlı katı maden mülkiyeti arasında, sarf edilen emek açısından fark vardır. 803 Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 181. Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 24 805 Atılgan, a.g.e., s.18 806 Atılgan, a.g.e., s.25,26 804 236 Bazı İslam mezhepleri, hiçbir emek sarf edilmeden bir maden üzerinde o madenin bulunduğu toprağın sahibinin özel mülkiyetini kabul etmiştir. Ancak bu konuda görüş ayrılıkları mevcuttur. Çünkü İslam’da toplumun yararı bireyin yararına tercih edilmesi esasından hareketle özellikle enerji hammaddelerini oluşturan madenlerde devlet mülkiyetine ağırlık verilmesi uygun görülmüştür. Bununla birlikte madenlerde ıkta mümkündür ve uygulama şeklini devlet belirler. Ancak petrol ve tuz gibi açık madenler tüm milletin ortak malı olduğundan, fertlerin bunlardan ihtiyacı oranında yararlanma hakkı önlenemez. Bunların işletme hakkı devletindir. Demir, bakır, altın, gümüş gibi gizli madenler de devletin mülküne aittir ve ıkta edilemezler.807 Toprak mülkiyeti dağılımındaki eşitsizlik birçok ülkede gelir dağılımı eşitsizliğinin temel sebebidir. Gelir dağılımının düzenlenmesine yönelik ekonomik politikalar toprak reformu ile büyük eşitsizlikleri düzenlemeye çalışmıştır. “Bir özel hakkın kullanılmasının diğer insanları fahiş surette zarara uğratmaması” İslam’da mülkiyet hakları kullanımı ile ilgili hükümlerin en önemlilerinden bir tanesidir. Dolayısıyla şehirlerde arsa getirilerinin toplumun lehine göre düzenlenmesi esastır. Ayrıca toprak kirası olarak rantın hak sayılabilmesi konusu İslam bilginlerine göre tartışma konusudur.808 İslam’da üretim araçları üzerinde özel mülkiyet hakkı tanınmıştır. İnsanlar arasında gelir-servet farklılaşması ile iş bölümü için gereklidir ve aynı zamanda bunun bir sonucudur. Ancak üretim araçları mülkiyetinin üzerindeki elde edilen hak da mutlak değildir. Toplum refahına engel teşkil edebilecek özel mülkiyete ya da özel girişime mani olunur. Marka, lisans, patent ve know-how gibi servet öğeleri konusunda İslami iktisat prensipleri açısından henüz çok net bir çalışma yapılmamıştır.809 Miras hakkı özel mülkiyet hakkından doğmuştur. Miras bırakanın servetini en yakınlarına dağıtması bir haktır. İslam’da bu hakkın adaletsiz kullanımını engellemek amacıyla bazı düzenlemeler vardır. Üretim araçlarındaki mülkiyet hakları gibi miras konusunda da toplumun çıkarı önemsenmiştir. Veraset kurumunun serveti topluma yayıcı bir fonksiyonu vardır. Servetin belirli ellerde toplanması ve dengesiz dağılması 807 Atılgan, a.g.e., s. 33-35, 39-40, 41-42 Atılgan, a.g.e., s.33, 103 809 Atılgan, a.g.e., s. 52,53,56,57 808 237 engellenerek toplumun yararının korunması sağlanmıştır. Mirastan geniş bir çevrenin yararlanması emredilmiş ve mirasın üçte birinin vasiyet yolu ile varislerden başkalarına bağışı özendirilmiştir.810 Haşir Sûresi’nde811, (59/7) “Ta ki o mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin.” buyrulmuştur. Ekonomi politiğin hedeflerinden biri servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması ile adil gelir dağılımının gerçekleştirilmesidir812. Geleneksel iktisadın prensiplerine göre işleyen ekonomilerin karşılaştığı piyasa yetersizliklerinin düzeltilmesinde zekât, sadaka ve vakıf kurumları otomatik stabilizatör (automatic stabilizer) görevini üstlenir. Zekât İslam kültürüne ait bir kurum olup, sadaka ve vakıfların niteliği başka kültürlerde mevcut niteliklerinden farklıdır. Zekatın fonksiyonel önceliği vardır ve zekatın olmadığı bir sosyo-ekonomik yapıda faizsiz ödünç, sadaka ve vakıflar işlemez.813 Sosyalizm ve İslâmiyet adlı eserinde Roger Garaudy, Ortaçağda Batı Dünyasının yalnızca topraktan vergi alıp, bireysel mülkiyetten ve ticaretten alınan vergiyi İslam Dünyasından öğrendiğini ifade etmiştir.814 Verilecek olan zekât sadece gelire oranlandığında yüksek bir oran olarak ortaya çıkar çünkü zekât matrahı genellikle servet+gelir üzerinden hesaplanmaktadır. Ayrıca küresel seviyede zekât miktarının büyüklüğünü etkilemektedir; örneğin “dönem başında 100 birim sermaye varsa ve sermayenin marjinal etkinliği % 7 ise dönem sonunda verilecek zekat 107 birim üzerinden hesaplanacak, bunun 7 birimlik gelire oranı % 38’i aşacaktır815. Yani kar gelirlerinin %38’i aşan bir kısmı alt gelir gruplarına transfer edilecektir. Bu gerçekten büyük bir rakamdır. Zekâtın ekonomik, sosyal ve siyasal bir dengeleyici olduğuna inandıracak bir rakamdır.” Piyasaların canlanıp, karlılığın yükseldiği dönemlerde “kar gelirlerinin daha düşük bir oranı zekat olarak alt gelir gruplarına transfer edilir. Böylece marjinal tüketim eğilimi yüksek alt gelir gruplarının talebi aşırı artarak talep enflasyonu belirmesi ihtimali azalacaktır.” 810 Bu da zekatın Atılgan, a.g.e.,, s.43-47 Yıldırım, S. Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, s. 545. 812 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 24 813 Atılgan, a.g.e., s.105-106,109 814 Eskicioğlu, O., “Zekat Vergisinin Sebebi”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 13 Mayıs 2010, s.2. http://islamekonomisi.org/zekat-vergisinin-sebebi-2/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 815 107’nin %2,5’i 2,675 yapar; 2,675’in 7’ye oranı %38,214 eder. 811 238 antikonjonktürel etkisi olduğunu gösterir.816 1976’da Ekonomi alanında Nobel ödülü alan Milton Friedman, negative income tax-olumsuz vergi- hakkında maliye dairelerinin yeteri geliri olmayanlara olumsuz vergi ödemeleri konusunda düşüncesini belirtmiştir. Şayet sosyal harcamalar verimli olmayan hizmetlere sarf edilme yerine gerçek manada ihtiyaç duyanlara yönelik yapılmış olsa idi, ABD’de yoksulluğun çoktan kaybolmuş olacağını söylemiştir.817 Vergi ile zekat arasında farklılıklar ve benzerlikler vardır. Benzerliklerinden biri devletin karşılıksız olarak cebren alması toplum yararına harcamasıdır. Farklılıkları ise isimleri, isimlerinin anlamları, mahiyetleri ve düzenlemeleri, matrahları, miktarları, harcama alanları ve devlet ile olan durumlarıdır. Zekât yalnızca bir vergi değil İslam’ın beş şartından biridir. Dolayısıyla “dinî-malî vergi” ya da “ibadet-vergi” olarak adlandırılmasının daha doğru olabileceği ifade edilmiştir.818 Sözlük anlamı “artma, arıtma ve bereket” olan zekât, sözlük anlamı “doğru söyleme ve sözünü tutma” olan “sıdk” kökünden alınmıştır.819 İslam hukukunda zekât tanımı için “bir malın muayyen bir miktarını muayyen bir zaman sonra müstahak olan bir kısım Müslümanlara Allah Taâlâ’nın rızası için tamamen temlik etmekten ibaret” olduğu ifadesi kullanılmıştır.820 İslam’da zengin ve fakir arasındaki potansiyel gerilime dikkat çekilerek, zekat farz kılınmış ve toplumda oluşabilecek bu tarz bir sıkıntının kökten önelenmesi hedeflenmiştir. Zekat hem bir yardım vasıtası hem de toplumda oluşabilecek bir huzursuzluğu önleyecek “emniyet sübabıdır821”.822 Zekât, servet ve mülkiyetin yaygınlaşmasını dolayısıyla adil gelir dağılımını sağlayan en önemli araçtır823. İslam’ın beş şartından biri olan zekât, “40 koyun-keçi, 30 sığır-manda, 5 deve, 96 gr. altın–640 gr. gümüş değerinde gerçekten veya hükmen artıcı bir mala sahip olan 816 Atılgan, a.g.e.,s. 107-108 İzzetbegoviç, A., “Zekatın Terbiye Edici Etkisi ve Friedman”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 24 Mart 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/zekatin-terbiye-edici-etkisi-ve-friedman/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 818 Eskicioğlu, O.,“Modern Vergi Anlayışı ve Zekat”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy,18 Mart 2010, s.2-3. http://islamekonomisi.org/modern-vergi-anlayisi-ve-zekat/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 819 Yılmaz, M.K., “Din ve İktisat”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 21 Nisan 2010, s.4-5. http://islamekonomisi.org/din-ve-iktisat/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 820 Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.326. 821 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s.149 822 Yılmaz, M.K., “Din ve İktisat”, s.4-5. 823 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s.37 817 239 Müslümanların bu malların % 2,5’ini fakir Müslümanlara vermeleri yükümlüğüdür”. Atılgan, bu ödeme gücünün zamanla “rayici değişebilen bir mala göre değil, bir mal grubuna göre” tespit edildiğini ifade ederek “bir tür zenginlik endeksi” geliştirilmiş olduğunu açıklamıştır. Zekât ödeme sorumluluğu getiren zenginliğe göre fakirliğin ölçüsünün biraz yüksek olduğunu söyleyerek; “konut, binit, giysi, hizmetçi, zanaatkârın alet-edevatı, ilim adamının kitapları ve hane halkının 1 yıllık yiyeceği dışında, ne olursa olsun, 96 gr. altın veya 640 gr. gümüş değerine eşit bir mala sahip olmayan kimselerin” fakir sayıldığını ifade etmiştir.824 İmam Ebu Yusuf, Kitabu’l-haraç isimli eserinde zekat olarak toplanan malların “sarf mahalli Kur’an’da gösterilen yerlere harcanacağı ifade etmiştir. Tevbe Suresi 60. Ayette Allah’ın zekatın sarf yerlerini belirttiğini söylemiştir825: “Sadakalar (zekatlar), Allah'tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam'a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” buyrulmuştur. Zekât toplama işlemi bittiğinde sekiz sınıfa eşit şekilde taksim edilir: Bunlardan ilki fakirlerdir. Fakirler hiçbir şeyi olmayanlardır. İkincisi miskinlerdir. Bir miktar malı olup, “yokluğun hareketsiz bıraktığı insanlar”dır. Bu iki kesimi durumlarından kurtarmak hedeftir. Üçüncü olarak zekatı toplayan memurlar ve taksim etmede görevlendirilenlere verilir. Dördüncü kesim kalbi İslam’a henüz ısınmamış olanlardır. Bunlar da dört sınıfa ayrılırlar, Müslümanlara yardım sağlayacak kimseler, Müslümanlardan zararını bertaraf edecek kimseler, İslama rağbetinin temini ümit edilenler ve kendisi ve bulunduğu topluluğun İslama teşvikini düşünenlerdir. Beşinci kesim, azad olacak kölelerdir. Altıncı kesim borçlulardır, fakir olanların ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla meşru dairede borçlanması ve ödeyememesi ve fakir/zengin birinin Müslümanlara hizmet için borçlanması ve ödeyememesi durumunda verilir. Yedincisi Allah yolunda savaşanlar içindir. Gazilere savaşta ihtiyaç miktarı kadar zekat ve savaşa gidenlere gidiş-dönüş ihtiyaçları kadar 824 825 Atılgan, a.g.e., s.106-107 İmam Ebu Yusuf, Kitabu’l-haraç, Hisar Yayınevi, Çev. Ali Özek, İstanbul-Beyazıt, 1973, s. 138. 240 zekat verilir. Sekizinci kesim ise yolculuk esnasında, kötü bir gaye ile yolculuk etmeyip, muhtaç duruma düşenlerdir.826 Sadaka İslam iktisadının gelir dağılımı prensiplerine dayanan, bireyin Allah’ın rızası için muhtaç olanlara yaptığı maddi ve manevi yardımdır. Vakıf, “bir gayrimenkulün belli bir sosyal, Hayri amaçta kullanmak üzere vakfedenin mülkiyetinden ve özel mülkiyetten ( bir daha alım-satıma konu olmaktan) çıkarılarak Allah’a (kamuya, topluma, ümmete) mal edilmesi” şeklinde tanımlanan, sosyal sorumluluk hissini geliştiren ve kalıcı olan bir yardımlaşma kurumudur. Bu müesseseler özel mülkiyet ile kamu mülkiyeti arasında denge sağlayan sosyal mülkiyet olarak adlandırılabilecek yeni bir kategoriye girmektedir. 827 828 Zekât, sadaka, faizsiz ödünç ve vakıflar, sermayeye bağlı gelirlerin önemli bir bölümünü düşük gelirli kesime transfer etmektedir. Bu müesseseler ile özel mülkiyete ve servete konan sınırlamalar, ücretin İslami ölçülere göre belirlendiği bir ortamda, talep yetersizliğini ve dolayısıyla deflâsyonu ortadan kaldırabilir. Toplam arzın en yüksek düzeyde oluşması için ekonomik faaliyetlere tam katılımın sağlanması ile ekonomik dengeye ulaşılabilir. 829 Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazâlî, 11.-12. Yüzyıllar arasında yaşamış çok yönlü büyük İslam âlimidir. Çağının tüm düşünce ve bilgileriyle alakadar olmasıyla birlikte, fıkıh, hukuk, teoloji, karşılaştırmalı dinler, tasavvuf, ahlak, siyaset, felsefe, psikoloji, metafizik sahalarında eserleri vardır. Selçuklu İmparatorluğu’nun siyasi kargaşa içinde bulunduğu dönemde, İhyâ’ Ulûm Ed-Dîn adlı eserini yazmıştır. Bu eserde zamanın bireysel ve toplumsal yaşamının dini ve ahlaki perspektifle analizi yapılmıştır. Gazâlî iktisadi konular üzerinde de düşünüp yazmıştır. Mal ve servet meselesi ile ilgili olarak malın yokluğunun insanı küfre görürebilecek kadar yoksulluk meydana getirebileceğini ancak malın varlığının da insanı azgınlığa sürükleyebileceğini ifade etmiştir. Bu sebeple yarar-zarar bir arada bulunduğu için mal-servet meselesinin 826 Ebu’l-Hasan Habib el-Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniye, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 234-236. Atılgan, a.g.e., s.109,116-117-118 828 Ebu Zer’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (A.S.M.) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu Zer çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını da gözet.” (Müslim, Birr 142). http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.146. 829 Atılgan, a.g.e., s.132-133 827 241 “zor” niteliğini ortaya koymuştur. Ancak mal-servetin iyiliği veya kötülüğü konusunda peşin hüküm vermemiştir. Genellikle belli birer mekân, vakit ve kişi için varsayımları olmuştur. Tek başına servet yarar ve zarar unsurlarını içerdiği için iki olasılığa açıktır. Bu nedenle servetin yararı ve zararı dini ve dünyevi olarak iki açıdan düşünülür. Gazâlî’ye göre servetin dünyevi yararları arasında dilencilikten veya yoksulluktan kurtulunması, insanlar arasında itibar sahibi olunması, arkadaş ve yardımcı edinilmesi, çoğalma, değer kazanma vardır. Servetin getirebileceği dünyevi zararları ise “korku, üzüntü, endişe, telaş ve yorgunluk” olarak ifade etmiştir. Ancak servetin dünyevi yarar ve zararlarını tümüyle sayma hedefinde değildir. 830 Gazali’ye göre iktisat “kendiliğinden değerli değildir”. İktisadın hedefi nihayetsiz saadete ulaşabilme amacına araç olabilmektir. Gazali’nin iktisadi yaşamı dini yaşama vasıta olarak görüşü ile birlikte iktisadi yaşamı dini ve ahlaki yaşam için riskli olarak görüşü de söz konusu olmuştur. Dolayısıyla iktisadi yaşamın, dini yaşam için oluşturabileceği risklerinden ve tehditlerden arındırılması ve iktisadi yaşamın asıl hedefi olan “vasıta olma” niteliğine kavuşturulması gereklidir. Gazali, iktisadın süjesi olan insanın ve iktisadi faaliyetlerde “nesne” olan malların durumunu ve birbirleriyle ilişkilerini ayrıntılı biçimde analiz etmiştir.831 Gazâlî’ye göre esas hedef “gönlün Allah ile meşgul olabilecek bir durumda tutulması”dır. Dolayısıyla “mal tutmak ya da tutmamak” seçeneklerinden hangisi bu hedefe daha iyi hizmet eder ise o tercih edilir. Bununla birlikte bazen kişilerin durumları değişik olabilir ve bazısını malının olması, bazısını malının olmaması halleri esas hedefe gitmekten alıkoyabilir. Kısacası, Gazâlî’ye göre servetin iyi ya da kötü olarak değerlendirmesinin yapılabilmesi için “zamana, mekana ve şahıslara” göre analiz yapılmalıdır. 832 Buna göre Geleneksel iktisadi zihniyetin öngördüğü homo economicus modelinin doyumsuzluk aksiyomunun dünyevi çerçevede “daha fazla daha iyidir” bakış açısı İslam’da doğru kabul edilmez. Buna ilave olarak Gazâlî, malın insanı asıl hedefinden saptıracak bir faktör olma durumundan çıkması için, “malın, varlığı ya da yokluğundan sevinecek ya da üzülecek 830 Orman, a.g.e., s. 11, 43-45, 77-79,82. Orman, S., İktisat, Tarih ve Toplum, Küre Yayınları, Birinci Basım, Kasım 2001, s.366-368. 832 Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 82-83. 831 242 bir hal ortaya cıkarmamasını” önermiştir. Mal varlığından böylelikle iyi veya kötü olarak söz edilemeyecektir.833 Kapitalist üretim sürecinde sermayedar sınıf yaşamın her alanında hâkimiyet kuracak güce sahip olmuştur. İnsan kendini beğenmiş egoist bir varlığa dönüşmüştür. Para davranışını motive eden tek öğe haline gelmiştir. 834 Günümüzde kapitalist sistemde yaşamakta olan İslam Dünyasının büyük kesiminde satın alma gücü zenginlerin ellerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır. Dolayısıyla lüks mallara olan talep, toplumdaki efektik talebin büyük kısmını oluşturmaktadır. İslami değerlere dayalı bir iktisadi sistemde gerçekçi bir eşitlik sağlandığında lüks malların üretiminde kullanılan faktörler, efektif talep kafi derecede yüksek olacağından, daha fayda sağlayan alanlara aktarılabilir. 835 3.4.3.2. Mal ve hizmet piyasaları Tam rekabet koşullarının tüm piyasalarda sürekliliği sağlanamaması sebebiyle tekelleşme ya da gereğinden fazla piyasa müdahalesi görülmektedir. İslam’da tekelleşmenin olumsuz etkileri ifade edilmiştir: Haşr Suresi 7. Ayette şöyle buyrulmuştur: “Allah'ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah'a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir).”. Bir monopol, miktar ve fiyat açısından tüketiciler aleyhine piyasa dengesinin oluşmasına, gelir dağılımının bozulmasına ve toplumda refah kaybına yol açmaktadır. Sermaye tekellerde üretici rantlarına sebep olarak tüketiciyi sömürmeye başlayabilmektedir. Buna ilave olarak tekelleşmenin en zararlı türü olan kartel ve tröst toplumun aleyhine gelişmelerden olup, firma çıkarlarını toplumun çıkarının önüne almaktadır. İslam, özel sektörün istikrar bozucu yönlerini önlemek amacıyla, yüksek kar getiren sektörlere ve alt sektörlere yüksek oranlı vergi koymak, devlet iznine bağlı iktisadi faaliyetlerde aşırı 833 Orman, a.g.e., s. 83. Mannan, M.A., “Faiz ve Kapitalizm”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 27 Mart 2010, s.2. http://islamekonomisi.org/faiz-ve-kapitalizm/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 835 Mannan, M. A., “İslam’da Tüketim İlkeleri”, (Tercüme; Bahri Zengin, Tevfik Ömeroğlu ) Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 18 Mart 2010, s.3-4. http://islamekonomisi.org/islamdatuketim-ilkeleri/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 834 243 zengin kesim oluşmasını önlemek, küçük müteşebbislere piyasada destek olmak ve büyük sermaye sahipleri tarafından ezilmelerine mani olmak, gelir-servet dağılımında bozukluk ve doğal afetler durumunda devlet olarak, zaruri ihtiyaçlara kâfi gelecek miktarı kendilerine verdikten sonra, zengin kesimin malından diğer ihtiyaç sahiplerine dağıtım yapmak gibi bazı düzenlemeler getirmiştir. Müdahaledeki amaç özel sektörün sömürecek güce ulaşmasını önleyici tedbir alarak yine adaletin sağlanmasıdır. Aynı zamanda İslam ekonomisinde sermaye çok ortaklı işletmeler halinde yaygınlaştırıldığı için bu tedbir sağlamlaştırılmıştır. Servetin dağılımında ve özel sektörün optimum büyüklüğe gelmesinde faizsiz kredi sistemi önemli kolaylıklar sağlamıştır. Çünkü faiz, özel sektörün hızla tekelleşmesine yol açmaktadır. 836 Mal ve hizmet piyasalarının denetimsiz gelişimi ve tam rekabet koşullarının gerçekleşmesinin zorluğu karaborsa ve eksik rekabet piyasalarının oluşmasına neden olmaktadır. Bir mala toplum ihtiyaç duyduğunda ve ticari olarak tedariki zor olmadığında o malın stoklanıp fiyatları yükseldikten sonra satılması İslam dinince meşru değildir. Çünkü toplumun aleyhine bir durumdur. Bununla birlikte söz konusu mal ikame malı ise stoklanıp suni bir darlığa neden olunması mekruh sayılmakta; ancak mal tamamlayıcı mal veya ikamesi mümkün olmayan mal ise haram kabul edilmektedir. Ayrıca haram hükmünün geçerliliği için tüccarların o malı başka yerden tedarik edip piyasaya sürmelerinde zorluklar olmaması koşulu vardır. Eğer malın tedariki zor ise, piyasada mal bulunmaması gelir dağılımının bozulmasından daha zararlı olacağı için geçici yüksek bir fiyata rıza gösterilir ve toplumda küçük bir zarar daha büyüğüne tercih edilir. Stoklama yasağının manevi olmayan hedefleri de vardır. Fiyat hareketlerinin izlenmesi ve hareketlerin gelişmelere uygun seyretmesinin sağlanması 837, yerli üretimi yetersiz olan malların ithal edilmesi, darlığın suni olduğu durumlarda muhtekirlerin mallarına devlet tarafından normal bedeli ödenerek el konulup piyasaya sürülmesi, zorunlu tüketim mallarında narhın miktar müdahalesi ile birlikte kullanılması gibi tedbirler öngörülmüştür.838 836 Atılgan, a.g.e., s.25,26, 28-32,74,75 Atılgan, a.g.e., s.72: “Yusuf Peygamber (A.S.) böyle bir tedbir almıştır.” Bkz. Kur’ân-ı Kerîm, Yusuf Sûresi. 838 Atılgan, a.g.e., s.60,61,70, 71,72. 837 244 Mal ve hizmetlerin heba edilmesi, aşırı tüketim, aşırı lüks tüketim ve birey ve toplumun harcanabilir gelir düzeyi ile oranlı olmayan harcamalar yapılması gibi eğilimler İslam’da yasaktır ve İslam’ın reddettiği, ahlaki, sosyal ve iktisadi boyutları olan israf kapsamına girmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de A’râf Sûresi 31. Ayette, “Yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.”839 buyrulduğu üzere israf edilmemesi emredilmiştir. İslam’da israf yasağı daima ön planda tutularak, israfın gelir dağılımını bozan, yatırımları engelleyen, sosyal barışı tehdit eden, ahlaki kaideleri bozan etkileri önlenmeye çalışılmış ve ihtiyaçlarla bunları karşılayacak kaynaklar arasındaki dengenin sağlanmasına önem verilmiştir. Toplumun sosyoekonomik koşullarına göre bir malın lüks sayılabilmesi için belirli bir ölçü konması gereklidir. Bir ekonomide lüks kabul edilebilen bir mal başka bir ekonomide aynı kabulü görmeyebilir veya bu fertlerin koşulları için de geçerli olabilir. Lüks tüketiminin kontrol altına alınabilmesi için İslami prensipler, kimsenin malının sosyal hedeflerden soyutlayarak istediği gibi kullanmasına izin vermemiştir. Lüks tüketimine sosyal refah seviyesi ile bağdaştırılabilecek seviyede kalması koşuluyla izin verilmiştir.840 Bu konuda yapılacak düzenlemelerde ise dikkatli olmak gerekir; çünkü lüks tüketim vergisinin uygulanması durumunda vergi yükünün ağırlığı talebin esnek olmasından dolayı tüketiciye değil, inelastik arzdan dolayı bu malın üretiminde çalışan orta gelirli kesime yansıyacaktır841. 3.4.3.3. Para-Sermaye Piyasaları ve Faiz Aristo ve Eflatun akıl yürütme yöntemi ile faizi reddederek faiz ile yapılan borçlanma neticesinde paranın üretici vazife taşıyarak mübadele aracı vazifesinden ayrıldığını söylemişlerdir. Fiyat ve kazançların adalet prensiplerine göre şekil alması 839 Yıldırım, S. Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, s. 153. Atılgan, a.g.e., s. 62,63, 66-68 841 Mankiw, a.g.e.,s.130. 840 245 gerekirken faiz adaletsiz bir muamele olarak ortaya çıkmakta ve borç alanlar yük altında kalmaktadır.842 Avrupa’da büyük sanayiler kurulduğunda, fabrikalarda istihdam edilmek üzere geniş bir işgücü kitlesine ihtiyaç duyulmuştur. Bununla birlikte üretim için büyük miktarda sermaye gerekli olmuştur. Bunun için sermaye birikimi yapılması gerekli görülmüş ve bölüşümde toprağa rant, işçiye ücret ve sermayeye faiz verilmiştir. Ancak uygulamada faizin zararları ile karşılaşılmıştır. Faiz oranlarının yüksek olması nedeniyle ekonomik kriz ve durgunluklar, dalgalanmalar yaşandığını farkeden uzmanlar, Merkantilizm döneminde kanun ile faiz nispetlerinin aşağıya çekilmesini teklif etmişlerdir.843 Faiz olumsuz gelişmelere yol açmaktadır. Sermayenin az sayıda firmada yığılmasına sebep olmasıyla tam rekabet koşullarını baştan bozmakta ve üretimi sınırlandırmakta, fiyatların yükseltilmesi sonucunu getirmektedir. Teşvik ettiği sermayenin, sınaî ve ticari sermayeyi yönlendireceği hususu dolayısıyla onlara tahakküm edecek, kredi kurumları az riskli ve kısa vadeli yatırımlara yönelecek ve bazı faaliyet sahaları işlemeyecektir. Bankaların az riskli yatırım alanlarına kredi açmaları ve teminat istemeleri sebebiyle, Batı’da yüksek riskli girişimlerden yüksek faiz kazanmak amacıyla risk sermayesi grupları ortaya çıkmıştır. Bu durum rekabeti bozmaktadır. Ayrıca sermayedarlardan faiz getirisi elde edenlerin emek ve yetenekleri atıl kalacak ve diğer insanların emeği ile geçineceklerdir. Bununla birlikte faiz, kısa dönemde kolaylıkla talep enflasyonuna dönüşebilecek olan maliyet enflasyonuna neden olacak; faiz ile geçinenlerin sayısı arttıkça ekonomide üretim düşecek, fiyatlar yükselecektir. Gelir dağılımı emeğini sarf edenlerin aleyhine değişim gösterecektir. İslam, üretime yönelik faaliyetleri motive eden, çalışmayı ibadetten sayan bir dindir.844 Sermaye ile emek birbirinden bağımsız statülere sahip olmamalıdır. Aksi takdirde iki üretim faktörü birbiriyle çelişen bir durumda olur845. Faizli getiri üretim alanlarının ve emeğin devre 842 Eskicioğlu, “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy,1 Nisan 2010, s.10. http://islamekonomisi.org/tarihte-ekonomik-donmeler-sistemlerve-islamiyet/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 843 Eskicioğlu, O., “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, s.10-11. 844 Atılgan, a.g.e., s. 83-86, 134 845 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 154. 246 dışı kalmasına sebep olmakta, sömürüye yol açmaktadır. Faizin İslam’ın adalet anlayışına ters düştüğü açıktır. Kur’an-ı Kerim’de, Bakara Suresi’nde (2/275-279), “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, "Alış veriş de faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır. Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah hiçbir günahkâr nankörü sevmez. Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Rasûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, ana paralarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.” buyrulmaktadır.846 Emeksiz ve haksız olarak kazanılan sermayelerin temerküzüne sebep olan riba servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması esasına ve kul hakkına girmeme esasına ters düşmektedir. Çünkü hem haksız kazanılmıştır, emek verilmemiştir, başkasının emeğinin hakkına girilmiştir. Ayrıca kredi ilişkilerinde ortaya çıktığından sermayenin az ellerde toplanmasına sebep olmaktadır. 847 Kaynakların yeterli miktarda olmaması faiz ödemeyi icbar ettiren bir sebep gibi gösterilmektedir. Gerekçe olarak sermayenin bir üretimde kullanılmamasının fırsat maliyeti olduğu öne sürülür. Bu sebeple faiz müessesesinin sosyalist sistemde bile bütünüyle yararsız olmadığını ileri sürenler olmuştur. Ancak bu konudaki görüşlerin tümü tamamıyla yanlış ve aldatıcıdır. İslam, üretimde sermayeye pay vererek katkısına bakmadan sermayenin getirisine karşı durmaktadır. Kaynakların yeterli olmaması meselesine gelince, İslam devleti kaynaklarını muhtelif yatırım projelerinin karlılık derecesine göre tahsis eder. Projelerin tercih sırası karlılık derecesi ile doğru orantılıdır. Kaynaklar projelerin tamamına yetmeyebilir. Ancak kaynaklardan maksimum derecede 846 847 Atılgan, a.g.e., s.81-82, dipnot. Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 153,154. 247 yararlanma imkânı doğar. Böylelikle maksimum istihdam gerçekleşebilir. Toplum kaynakları tam kanaat edildiğinde-ve nüfus artış oranı sıfır veya negatif ise- yüksek ihtimal vardır ki tüketimde düşüş eğilimi yaşanır. Tüketimin harcanan gelire oranı düşeceğinden tasarruf oranı yükselir. Talep olumsuz etkilenebilir ve böylece toplum tam örgütlenmiş ise faiz oranı sıfıra düşebilir. Müteşebbis için para kazanma alanı ortaya çıkmış olur. Yatırımın toplam hasılası bir vakit sonra pozitif olacağından kazanma arzusu çok artacağı için zarara yol açması mümkündür. Ancak İslami zihniyete dayalı faizsiz bir iktisadi sistemde her fert birbirine yardıma hazır bulunduğundan ve ortak bir gaye içerisinde olduğundan toplumun zarar etme ihtimali minimuma indirilmiştir.848 Gazâlî, paranın maddesinin kullanım değerinin bulunmaması özelliğinde ısrar etmiştir. Paranın mübadele işlevini en uygun olarak yerine getirebilmesi için “mal niteliğini taşımaması” gereklidir. “Para her türlü arzunun vesilesi olması ile birlikte, maddesinde arzulanacak bir şey olmamalıdır”. 849 “A Chtistian Critique of Economics” makalesinde Johnston, sermayenin en verimli kullanımını takip etmek zorunda olarak üretim makinalarının değiş tokuş edilebilir bölümleri haline gelen işgücünün (yönetim sınıfı dâhil), nakil olunan sermaye ile sürekli olarak nakil olduğunu ve şirketlerin yer değiştirmesiyle toplulukların kaçınılmaz olarak parçalandığını ve zayıfladığını ifade etmiştir.850 Johnston’ın bu konudaki söylemi, İslam iktisadında emek ve sermayenin birbirinden ayrılmaması doktrinine destek veren ifadededir. İslami iktisadi sistemin Müslüman Dünyasının her hangi bir kısmında hakim olmaması sebebiyle Müslüman ülkeler iktisadi sorunlarını hakim sistemlerin seküler perspektifle geliştirdiği politikalar ile çözmeye çalışmaktadır.851 İslam ekonomisi eski çağlara geri dönüş ya da yabancı bir olgu değildir. Aksine modern etik finans ve sosyal sorumluluğa dayalı yatırım hareketleri ve sadece finansal getirileri ile değil paralarının nasıl kullanıldığı ve kaynak dağılımındaki olası etkileri ile alakadar olan yatırımcıların 848 Mannan, M.A., “Faiz, Ekonomik Durgunluk ve Kıt kaynaklar”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 27 Mart 2010, s.1-2. http://islamekonomisi.org/faiz-ekonomik-durgunluk-ve-kit-kaynaklar/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 849 Çalışmamızın esas hedefinden ayrılmama gayesiyle “paranın özellikleri, fonksiyonları” gibi meselelere değinilmemiştir. Bilgi için bkz. Orman, S. Gazali’nin İktisat Felsefesi, İnsan Yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul 2007, s. 133. 850 Johnston, a.g.m., s.21-22. 851 Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 9. 248 bulunduğu İslami finans arasında paralellik vardır.852Mesele, stratejik davranış olarak firmaların pozitif bir faiz haddi ile borç alma haklarının olmaması sebebi ile finansal kısıt altındaki stratejik davranışın neticesinin karşılaştırmalı olarak modellenmesine ihtiyaç duyulmasıdır. 853 3.4.3.4. Ücret ve Kâr ile ilgili esaslar Kur’an-ı Kerim’de Maide Sûresi’nde, (5/2), “İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” buyrulmaktadır. Bu sebeple İslam’da, istikrar, sosyal barış ve dayanışma esasına dayalı olarak iktisadi büyüme veya kalkınmanın gerçekleşmesi esastır. İslami prensiplere göre ücret, işçiden sağlanan verime854 ve işçinin ihtiyacına göre belirlenir. İşçiden sağlanan verim ve işçinin ihtiyacı ile ortalama geçim düzeyi göz önünde tutularak ücret tespit edilir. Ayrıca işçinin dışında oluşan koşullar da işçinin verimliliğini etkilemektedir.855 “Adil ücret” ve “emeğin sömürülmemesi” meseleleri Kur’an’ın Öğretisine ve Sünnet’e göre belirlenmelidir. İslam emekten başka üretim faktörünün katkısını tanımaz ve böylelikle İslam’da “emeğin sömürülmemesi” esası Marks tarafından ileri sürülen “artık değer” meselesine benzemez.856 Bu hususlar işçinin kul hakkına girmeme gayreti ya da işçinin emeğini sömürmeme prensibi ile ilgilidir. Dolayısıyla hem Kapitalist hem de Marksist iktisadın “emek sömürüsü” meselesine net bir cevaptır. İslami iktisatta ticaret ve kâr serbesttir. Faiz yasaktır. İslam iktisat sistemi üretimde mülkiyet, tüketimde umumiyet ve vergilemede zekat prensiplerine dayalı işler.Ticaret yapıp kar elde etme İslam iktisadında meşru ve mubahtır. Geleneksel iktisat 852 Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 179. Mukherji, B., “Theory of Growth Of A Firm In A Zero Interest Rate Economy”, Research Series in English No. 24 1405 H (1984 ), Centre for Research in Islamic Economics, King Abdulaziz University Jeddah, Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on Net April 2008, s. 50. 854 Geleneksel iktisat teorisinde sadece işçiden alınan verime bağlıdır, o da atomistik birey varsayımı ile tüm işçilerin aynı vasıfta olduğu varsayımına dayanarak yapılır. 855 Atılgan, a.g.e., s.94-95 856 Chapra, M.U., Objectives of The Islamic Economic Order, The Islamic Foundation 1979/1399H, Derbyshire Print, s.15. http://8ook5on1slam.files.wordpress.com/2009/12/objectives-of-the-islamiceconomic-order.pdf 853 249 karı, girişimin ve girişim faktörünün payı olarak görürken, İslam iktisadı karı “üretimden değil, ticari bir muameleden doğan hak” olarak görür. İslam iktisadına göre, fiyat ve kâr serbest koşullarda oluşmalıdır. Arz veya talepteki değişimlerden dolayı gerçekleşen fiyat artışlarına-normal şartlarda-fiyat kontrol müdahalesi yapılmaması kabulü vardır. Ancak devlet denetlemesi söz konusudur.857 3.4.3.5. Devletin Etkinliği ile ilgili esaslar Bireysel özgürlüğün sınırı ve sosyal denetim başladığı yer önemlidir. Sosyal denetim bireysel özgürlüğü garanti altına alarak bireyi, Şeriat’ın öngördüğü sorumluluklarını yerine getirebilmesine olanak sağlamaktadır. Böylelikle özgürlük ve denetim mekanizmaları çatışan değil birbirini tamamlayan niteliktedir. Denetim özgürlüğü korumaktadır ve tam tersi de geçerlidir. Bu İslami özgürlük ve denetim kavramlarının özüdür.858 İslami prensiplere aykırı olmayan uygulamalar için “devlete itaat ‘farz’” kılınmıştır. Devlet denetimle görevli olup, etkinliği örgütleme, sosyal adalet ve güvenlik alanlarında görülmelidir.859 İslam iktisadının prensipleri hâkim olduğunda bile, dış iktisadi ilişkiler, doğal koşullar, siyasi bunalımlar ekonomik dengesizliklere sebep olabilir. Bu durumda devlet ekonomiye Kapitalist ya da Marksist sistemlere kıyasla daha sınırlı ve ölçülü olarak müdahale edebilir. Para politikasının temel aracı faiz olduğu için İslami iktisat sisteminde para politikası araçları müdahale için kullanılmaz. Para politikası ile politik sonuçlar elde edilebilir ve birbirini takip eden geçici politikaların uzun dönemdeki etkileri enflasyona sebebiyet verebilmektedir. Maliye politikası araçları için bir sınırlama konmamış olmasıyla birlikte, sosyal adaleti gerçekleştirmek hedefi göz önünde tutularak vergi, harcama ve iç borçlanma (“kamu finansmanı, toplam talebin 857 Eskicioğlu, O., “İslam Ekonomisinde Gelir Dağılımı, Ücret, Kar ve Faiz”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 31 Mayıs 2011, s.2-3. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-gelirdagilimi-ucret-kar-ve-faiz/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) 858 “Guidelines For Key Issues In Islamic Economics”, Research Series in English No. 21, (Discussion Paper) International Centre for Research in Islamic Economics, King Abdulaziz University Jeddah, Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on Net March 2008, s.2. 859 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 24 250 değiştirilmesi ya da vergi yükünün azaltılması gibi amaçlarla”, faiz uygulanmadan) politikaları uygulanabilir. Buna ilave olarak, gelir dağılımına ilişkin aşırı bir dengesizlik durumunda devletin, zenginlerden, kendilerine yetecek miktarda mal bırakılarak, diğer mallarına el koyup düşük gelir gruplarına dağıtması olağandır. 860 İslami devletin iktisadi rolü konusunda çalışma yapan bazı Müslüman yazarlar üç önemli meseleye değinmişlerdir. Bunlar şöyledir;861 i. İslami devlet refah devletidir. Başlıca önem verilen mesele toplumun ekonomik olarak düşük kesimlerinin refahıdır. İslami devlet kalkınma devletidir. Ekonomik büyüme son derece ii. önemli olmakla beraber devletin politikalarını şekillendiren baskın bir rolü vardır. iii. İslami devlet iktisadi denge için sorumludur. İktisadi politikalarının esas hedefi iktisadi dengenin sağlanmasıdır. Chapra’ya göre İslami devletin refah devlet olma rolünü karşılayabilmesi için dört finansal kaynak vardır. Bunlar, zekat, doğal kaynaklardan elde edilen gelir, vergileme ve borçlanmadır. Zekatın payı, toplanması ve paylaştırması İslam’ın orijinal kaynaklarında çok iyi şekilde ele alınmıştır; ancak vergileme ve borçlanmada detaylandırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.862 İslami refah devletinin fonksiyonları aşağıdaki gibidir, ancak aşağıdaki maddelerin sıralamasının özel bir önemi yoktur863: i. Yoksulluğu kökünden halletmek, tam istihdam ve yüksek büyüme oranı için uygun koşullar meydana getirmek 860 Atılgan, a.g.e., s.134,135,137 Kahf, M., ““Taxation Policy in an Islamic Economy”- Fiscal Policy And Resource Allocatıon In Islam” edited by Ziauddın Ahmed Munawar Iqbal M. Fahım Khan, International Centre for Research in Islamic Economics King Abdulaziz University, Jeddah And Institute of Policy Studies, Islamabad, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on Net May 2008, s.114. (Maddeler için de aynı kaynaktan yararlanılmıştır.) 862 Kahf, a.g.m.,s.115. 863 Tüm maddeler Chapra’ya aittir. Chapra, M.U., The Islamic Welfare State and its role in the economy,The Islamic Foundation, Leicester, U.K.,1979/1399H, Printed by J. M. Dent&Sons (Letchworth) Ltd.,The Aldine Press, s. 11-12. 861 251 ii. Paranın reel değerinde istikrar sağlanmak iii. Kanun ve düzeni muhafaza etmek iv. İktisadi ve toplumsal adaleti temin etmek v. Toplumsal güvenliği düzenlemek ve adil gelir ve servet dağılımının gelişmesine yardım etmek vi. Uluslararası ilişkilere uyum göstermek ve milli savunmayı garantiye almak 3.4.4. İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi: Modern kapitalist zihniyet Avrupa’daki Aydınlanmaya ( 15.-18.yüzyıllar) dayanır. Doğa bilimlerinin toplumsal modellemeler için kaynak alındığı bu akımın doğduğu Hıristiyan dünyasında dinin yerine akıl üstünlüğü ve Allah yerine insan inanç merkezi kabul edilmiştir. İçtimaî yasa olarak Darwinci dünya görüşünü yansıtan doğa kanunları esas alınmıştır. Bu görüşün iktisadi zihniyete yansıması “liberal felsefe” olarak gerçekleşmiştir. İktisadın bu felsefi zihniyet yapısı insanı homo economicus olarak tanır ve tanıtmıştır. Karakteristiği ise “kişisel çıkarının maksimumlaşması amacında olan bir homo sapiens” olmasıdır.864 İslami esaslara dayanan iktisadi zihniyette ise böyle bir insan modeli kabul edilemez. Her şeyden önce İslam son din olması nedeniyle hem dinler arasında üstün, hem de “külli akıl”865dır. Tüm kâinat ve kainatı açıklayabilen tüm ilimlerin sahibi Allah’tır. “Kusurlu, aciz ve çok muhtaç”866 olan insanın, kendisinin sınırlı kullanabildiği ( bazen de kullanamadığı) cihazlarından biri olan akıl inanç merkezi olamaz. Kur’an’ın insan-ı kâmil kabulünde “kişisel çıkarların maksimumlaştırılması esası” çelişki teşkil ettiği için kabul edilemez. İslam toplumsal ve bireysel menfaatlerin değerlendirilmesine kusursuz esaslar867 getirmiştir. Bir Müslüman’ın iktisadi saiklerini düzenleyen esaslar ilgili bölümümüzde anlatılmıştır. 864 Tabakoğlu, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki Algılanışı”, s.93. 865 Bkz. “ İslamiyette akılcılık” bölümü 866 Bilgi için Bkz. Said Nursi, Sözler, s. 41. 867 Bkz. “İslami iktisadi insanın aksiyomları” bölümü. 252 Homo economicus karakteristikleri önceki bölümlerde tam bilgiye sahip olma, seçicilik ve optimize edicilik, açgözlülük (çoğu aza tercih etme), tercihlerde tutarlılık, bencillik (hedefinin kendi çıkarının maksimizasyonu oluşu) ve akılcılık olarak ifade edilmiş idi. Bu aksiyomlardan tam bilgiye sahip olma, seçicilik ve optimize edicilik (kendi çıkarına en uygun olanı tercih etme), rasyonalite ve tercihlerde tutarlılık ile ilgili Geleneksel İktisat kendi literatürü içinde eleştiri almaktadır. Birçok yeni akım bu varsayımların geçersiz olduğunu ifade etmekte veya alternatifler getirmektedir. İlgili bölümde gerekli eleştiriler yapılmıştır. Bu sebeple çalışmamızın Yahudilik ve Hıristiyanlık ile ilgili bölümlerinde yapıldığı gibi bu bölümde “çoğu aza tercih etme/doyumsuzluk/açgözlülük” ve “bencillik” ile ilgili bölümlere özellikle değinilecektir. Ancak homo economicus için ifade edilen aksiyomların bazıları birbirini etkilemektedir. Bu sebeple kendi çıkarının en üst düzeye çıkarımı, rasyonalite, bencillik ve doyumsuzluk iç içe geçmiş durumdadır. İktisat Teorisinin temel esaslarının rekonstrüksiyonunun şart olduğunu ileri sürenler vardır. Çalışmanın bütününde homo economicus aksiyomlarının Semavi dinlerde tarif edilen insanın iktisadi zihniyeti ile çeliştiği, çalışmada “İktisat Teorisinde insan” bölümünde aksiyomların mantıksal bütünlük içermediği ve aslında Geleneksel İktisat Teorisi literatüründe de bu çelişkilerin ifade edildiği, çalışmanın bu bölümünde ise İslamiyet’i kabul eden bir insanın iktisadi zihniyetinin tarifleri, İslam iktisadının temel esasları, İslami iktisadi doktrinin Geleneksel İktisat’ta varsayılan insanı analizi neticesinde söz konusu aksiyomların geçersizliğinin ortaya konulmasına gayret gösterilmiştir. Kantakji, Kur’ân-ı Kerîm’den İslami iktisadi aksiyomlar ortaya çıkarmıştır ( burada sadece İktisat ile ilgili olan Sûreler gösterilecektir, Kantakji çalışmasında numaralandırdığı aşağıdaki aksiyomların herbirini ilgili Sûreler ile ifade etmiştir) ;868 1. Her şey Allah’ın hâkimiyeti altındadır. Maide Sûresi 120. Ayette “Göklerin, yerin ve bunlardaki her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah'ındır. O her şeye hakkıyla gücü yetendir.” buyrulmuştur. 868 Numaralı aksiyomların alındığı kaynak: Kantakji, “Islamic Economic Math Model”, s. 4-7. 253 2. Allah’ın hazineleri sonsuzdur ve Her Şeye Kadir Olan Allah, hiçbir sorundan veya kriz/buhrandan zarar görmez. 3. Allah, Her Şeye Kadir olarak, insanı yaratmıştır. 4.Allah insanların evlenmeleri ve çoğalmaları konusunda cesaretlendirmiştir. Ancak nüfus yoğunluğuna çözüm olarak çocukların öldürülmemesi veya ekonomik kriz durumunda zarar görmemek için çocuk yapılmamasının uygun olmaması konusunda uyarmıştır. Çünkü Allah, Esirgeyen ve Bağışlayandır, onlara rızıklarını verir. İsra Sûresi 31. Ayette, “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.” buyrulmuştur. Dolayısıyla Malthus Teorisi- ve destekçileri- İslami itikat ile uyuşmamaktadır ve ters düşmektedir. 5. Her Şeye Kadir olan Allah, her şeyi yaratmıştır, yiyecek ve içecekleri de insan için yaratmıştır. Lokman Sûresi 20. Ayette, “Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah'ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp duranlar vardır.” buyrulmuştur. Nahl Sûresi 3.,4. ve 5. Ayetlerde şöyle buyurulmuştur: “Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir. İnsanı nutfeden (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir. Hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için bir ısınma ve birçok faydalar vardır. Hem de onlardan yersiniz.” Müminun Sûresi 17-22 numaralı ayetlerde, “Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz. Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter. Onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz. Yine o su ile Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem de yiyenlere katık verir. Hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Onların içlerindeki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır 254 ve onlardan yersiniz de. Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.” buyrulmuştur. Nahl Sûresi 13. ayette “Sizin için yeryüzünde çeşitli renk ve biçimlerle yarattığı şeyleri de sizin hizmetinize verdi. Öğüt alan bir toplum için bunda ibretler vardır.” buyrulmuştur. 6. Allah, insanları Küre-i Arz’a yerleştirmiş ve burayı onların meskeni kılmıştır. Hud Sûresi 61 ayette “Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yok. O sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise ondan bağışlanma dileyin; sonra da ona tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.” buyrulmuştur. İbrâhim Sûresi 32. Ayette, “Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır.” buyrulmuştur. 7. Allah, her şeyi insanın kullanımına vermiştir. İsra Sûresi 70. Ayette “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” buyrulmuştur. 8. Her Şeye Kadir Olan Allah, hiçbir şeyi rastlantıya ya da doğaya bırakmaz; her şeyi hesaplamıştır, insanları, onların ihtiyaçlarını yaratmıştır ve besinlerini de hesaplamıştır. Kamer Sûresi 49. Ayette, “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.”, Hicr Sûresi 19-24 numaralı ayetlerde “Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik. Orada hem sizin için, hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik. Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz. Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz. Hiç şüphesiz biz diriltir, biz öldürürüz ve biz (her şeye gerçek) varisleriz Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da.” buyrulmuştur. 255 9. Allah’a inanmak kaynaklardaki çoğalma için anahtardır (Kantakji tam tersinin de doğru olduğunu söylemiştir). Araf Sûresi 96. Ayette, “Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik.” buyrulmuştur. Müminun Sûresi 115. Ayette “"Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?"” buyrulmuştur. Kantakji, çalışmasında Allah’ın insanları hesap vermede sorumlu oldukları bir misyon için yarattığını ifade etmiştir. Kantakji’nin çıkarmış olduğu aksiyomlarda özellikle el-Adl, el-Hakîm ve elHalik ism-i şerifleri vurgulanmıştır. Özellikle İktisatta bu isimlerin tezahürleri yoğun olarak görülmektedir. Mutasavvuf ism-i şerifiyle ve el-Adl ile her şeyin en ince şekilde hesaplandığı ve adalet üzerine kurulduğu ve tüm bunların mükemmel bir bütünlük içinde yapıldığı görülmektedir. Casiye Sûresi 22. Ayette “Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulm edilmez.” buyrulmuştur. Hiçbir şey rastlantıya bırakılmaz; çünkü her şeyi yaratan O’dur ve hikmetle iş görmektedir. İşlerinde hikmetsiz hiçbir şey yoktur, işlerinde asla kaos yoktur, eksiksiz ve kusursuzdur. Mükemmel Olan Allah her şeyi Mükemmel Adaleti ile ölçü ve denge ile yaratmıştır. Dolayısıyla Allah, Kur’ân-ı Kerîm ile buyurduğu üzere, tüm hayatımızda (ve iktisadi yaşamda) kurmuş olduğu mükemmel sistemine uyum gösterilmesini emretmiştir. Kainat mükemmel olduğuna göre içindeki tüm sistemler mükemmeldir. Bu sebeple Kur’ân’da açıklanan iktisadi emirler mükemmel olan iktisadi sistemi açıklamaktadır. Bununla birlikte insanın ulaşması gereken kemalatını iktisadi meselelerin engellememesi gerekmektedir. Kur’ân’daki emirler ile Peygamber (A.S.M.)’ın-mükemmel iktisadi insan olarak-yaşantısından ve buyurduklarından iktisadi insanın nasıl olması gerektiği ile ilgili prensipler çıkarılmıştır. Tokgözlülük-doyumsuzluk aksiyomunun karşıtı olarak ifade edilebilir- özelliğinin insanı muhtaç olmaktan kurtulmasına bir vesile olacağı Hadis’te 256 belirtilmiştir869. Bir başka deyişle tokgözlülük insanın ihtiyaç sahibi olmaktan korunmasına bir vesiledir. 870 Kahf, İslam kültürüne istinaden tüketici tutumlarının saiklerini sıralamıştır. Kahf’ın ifade ettiği saiklerin incelenmesinden elde ettiğimiz netice aşağıdaki gibidir: 871 i. Tüketicinin tercihinin iki neticesi vardır. İlk neticesi bu dünyada ikincisinin neticesi Ahirette alınacaktır. Tercihinden elde edeceği fayda iki neticenin şimdiki değerinin toplamının ifadesidir. ii. İslami zihniyete göre başarı Allah rızasını elde edebilmektir. Hedef tüketici davranışı teorisindeki gibi servet biriktirmek değildir. iii. Servet Allah’ın bir ihsanıdır. Malların ihtiyaçların tatmini için kullanılması gerekir. Bu nedenle mal yığmamalıdır. Kahf saydığı üç saike dayanarak İslami zihniyete dayanan tüketici tutumunun başarısını “felâh’ın maksimizasyonu” olarak ifade edilebileceğini söylemiştir. Maksimizasyon sorununu ise iki bölümde ele almıştır:872 1. Mal ve hizmetlerin tüketiminden elde edilen doyum 2. Allah için harcamak koşulu ile Ahiret hayatının zenginleşmesi 869 Ebû Saîd Sa’d ibn Sinân el Hudrî’den rivayet edildiği üzere İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur: “Yanımda mal olsaydı sizden esirgemezdim, kim istemekten çekinir iffetli davranırsa Allah onun iffetini artırır, kim tokgözlü olmak isterse Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır, kim sabretmeye gayret ederse Allah ona sabır verir, hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve hayırlı birşey verilmemiştir.” (Buhârî, Zekat 50; Müslim, Zekat 126) Ebu Hüreyre’den rivayet edildiği üzere, İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur: “Veren el alan elden daha üstün ve hayırlıdır. İnfak ederken geçimini üstlendiğin kimselerden başla. Sadakanın hayırlısı ihtiyaç fazlası maldan verilendir veya fakiri bolluğa kavuşturacak olandır. Kim istemekten sakınırsa Allah onu kimseye muhtaç etmez. Kim de tok gözlü olup kanaat ederse Allah onu başkasına muhtaç etmeyerek zengin kılar.” (Buhari, Zekat 18, Müslim, Zekat 94) Kaynak: İmamı Nevevî, Riyâzü’s Sâlihîn, s. 23-24142. 870 Kur’an tefsirinden’ “Allah’tan başka kimsenin minneti altına girmemek maksadıyla iktisad etmek” anlaşılabilir. İktisad edebilmenin ön koşulu gönül tokluğu ve muhtaç olmadan zengin olabilmek, elindeki ile yetinmektir. Bilgi için bkz. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Tarihçe-i Hayat, Envâr Neşriyat, Yedinci Baskı, İstanbul, 2011, s.14. 871 Kahf, M., “İslam Toplumunda Tüketici Davranışı Teorisine Bir Katkı”, s. 40-41. 872 Kahf, a.g.m.,s. 42-43. 257 Geleneksel İktisat Teorisinin tarif ettiği homo economicus Semavi dinlerin öğretilerindeki (ve İslami öğretideki) iktisadi esaslara uymadığı, ters düştüğü bu çalışmanın ilgili yerlerinde ifade edilmişti. İslam iktisadının esaslarına dayanarak homo economicus’un yanlışlarının ortaya konması ve ideal iktisadi insanın çıkarımının yapılması gerekmektedir. Çalışmanın bu bölümünde bunun için bir miktar gayret gösterilmiştir. Geleneksel İktisat Teorisi’nin homo economicus’unun aksiyomları çalışmamızdaki ilgili bölümde anlatılmıştır. Bu bölümde ağırlıklı olarak “çoğu aza tercih etme” ya da “doyumsuzluk/açgözlülük” aksiyomu ve “başkalarını görmezden gelerek kendi çıkarının maksimizasyonu hedefi” meseleleri İslami iktisadi doktrine göre analiz edilmiştir. Homo economicus için varsayılan “çoğu aza tercih etme” şöyle tanımlanmıştı (Kullanılan teminoloji ile ilgili varsayımlar bu bölümde tekrar edilmeyecektir): Doyumsuzluk varsayımı (açgözlülük de denilebilir) olarak da adlandırılan bu varsayım, iktisadi rasyonel insanın, belirli bir sepette kendisi için yeterli olacak kadar elde etmiş bile olsa her vakit çoğu aza tercih edeceğini ileri sürmektedir.873 İlgili bölümde aksiyomların analizinde- iç içe geçmiş olduklarındanbirlikte kullanım yapılacağı ifade edilmiştir. Burada da “her vakit çoğu aza tercih edeceğini” meselesinin çelişkili olduğu aslında “seçicilik” bölümünde ultimatom game örneğinde gösterilmiştir. Ultimatom game varsayıldığı gibi “her vakit çoğu aza tercih eden” bir karakteristik olmadığını göstermiştir. Doyumsuzluğa göre tüketici her zaman daha fazla tüketime pozitif değer vermektedir874. x, y∈ X ,875 1 ve 2 numaralı mallardan oluşan iki sepet olsun. x = x1 , x2 ve y = y1 , y2 ve x1 y1 ve x2 y2 (her iki iddia için de faydanın artan olduğu varsayıldığında), 873 Özkazanç, Berberoğlu, v.d., a.g.e., s.21-22. Author, a.g.m., s.6. 875 İlgili açıklamalar için “Homo Economicus ve Aksiyomları” bölümüne bakınız. 874 258 x y ( x i tüketicisi tarafından katı olarak y ’ye tercih edilir), ( i x1 , x2 , y1 , y2 seviyelerine bakılmaksızın). Bu durum şunu ima etmektedir: o Tüketici her zaman daha fazla tüketime daha fazla değer vermektedir. o Kayıtsızlık eğrileri haritası sonsuza kadar uzanmaktadır.876 Homo economicus için varsayılan “bencillik” ilkesi şöyle tanımlanmıştı: Homo economicus yalnızca kendi çıkarının maksimizasyonunu hedefler. Üretici iktisadi insan kendi kârının maksimizasyonu için, tüketici iktisadi insan kendi faydasının/tatminin maksimizasyonu için çabalamaktadır. Bencilliğin gerisinde bir toplum felsefesi mevcuttur. Bireyin kendi çıkarının peşinde olmasının toplumun aleyhinde davranışlar oluşturması ihtimali ile çıkar çatışması ve “kaos” teşkil etmesi tartışma meselesidir.877 Bu iki varsayımdan homo economicus’un “başkasını görmezden gelerek her zaman kendi menfaatinin en üst düzeye çıkarımını hedefleyen doyumsuz insan” olduğu çıkarılabilir. Çünkü “çoğu aza tercih etmektedir” ve “kendi çıkarının maksimizasyonu ile ilgilidir”; başkasının ya da toplumun zarar görmesi onun tercihlerinde etkili değildir. Hatta şöyle varsayılmaktadır: Her birey kendi çıkarını maksimize etme hedefinde olduğunda toplumun çıkarı en üst düzeye gelecektir. Açgözlülük ve hırs İslam’da kabul edilemez.878 Kur’an tefsirinde, homo economicus’un bencillik ve açgözlülük aksiyomlarının yanlışlığına işaret eden ifadeler vardır. 879 876 “Birinci kelime” ve “İkinci kelime” Author, a.g.m., s.6. Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.15-16. 878 Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (A.S.M.) “Hayat şartları kendinizden aşağı olanlara bakınız, sizden üstün olanlara bakmayınız. Bu hareket elinizdeki Allah’ın nimetini hor görmemeniz için en uygun yoldur.” buyurmuştur (Müslim, Zühd 9). Buhari’nin değişik bir rivayetine göre “Sizden biriniz mal ve yaradılış yönünden kendisinden üstün birini görürse hemen ardından kendinden aşağı durumda bulunan kimselere baksın.” (Buhari, Rikak 36). http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.214. 877 259 ifadelerinden homo economicus aksiyomlarından “doyumsuzluk/açgözlülük” ve “kendi çıkarının maksimizasyonunu hedefleme/bencillik” ile ilgili çıkarımlar yapılabilir: “Birinci kelime” hem doyumsuzluk hem bencillik aksiyomlarının geçersizliğini gerektirir. “İkinci kelime” de emek sarf etmeden bir şey elde edinme isteği veya başkasının emeğini sömürme” durumu vardır. 1. “Ben tok olayım”: “Ben” ve “tokluk” bir arada vurgulandığına göre hem bencillik hem de doyumsuzluk (açgözlülük) zihniyetine işaret edilmiştir. “Başkası açlıktan ölse bana ne”: “Başkasının maksimum derecede muhtaç olması (açlıktan ölme)” ve “başkasının durumuna kayıtsız kalma”, kendinden başkasının ihtiyaç derecesine kayıtsız kalma durumuna işaret etmektedir. Dolayısıyla “yalnız kendi çıkarının azamiyesi” ile ilgili olan bir zihniyetten bahsetmektedir. Bu zihniyete göre insan, “kendi tokluğu, başkasının açlığına” sebep olsa bile kendisi “tok” olmalıdır. “Homo economicus’un başkasını görmezden gelerek kendi çıkarının maksimizasyonu hedefinde olma” karakteristiği İslami iktisadi doktrin prensiplerine aykırıdır. Özetle, “bencillik+doyumsuzluk+başkasının durumuna kayıtsızlık” söz konusudur. 2. Sömürü konusunda çalışmamızda faiz, sermaye, zekât meselelerinin anlatımında gerekli açıklama yapılmıştır. Burada vurgulanması gereken “açgözlülüğün ve bencilliğin sömürüye neden olmasıdır”. Doyumsuz/açgözlü insan mümkün olan en fazlayı ister. Bir başka deyişle maksimum fayda minimum zahmet ister. “İkinci kelime”de anlatılan zihniyette minimum zahmet-(“sen çalış”)- ( zahmet sıfır da olabilir) ve bir harcama ya da bir fayda alma arzusu –(“ben yiyeyim”) yatmaktadır. Minimum zahmet ile fayda alma arzusu yine bencilliği, kendi çıkarının azamiyesini, bununla birlikte minimum zahmet ile yine bir doyumsuzluğu ve akabinde sömürüyü gerektirmektedir. 879 Birinci kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.” İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.”” Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Sözler, S. 408-409. 260 Özetle, “bencillik+doyumsuzluk+zahmetsizlik+sömürü” söz konusudur. Bununla birlikte “Birinci kelime” ve “İkinci kelime” her biri ikiye ayrılarak çapraz analiz edildiğinde de homo economicus’un “bencillik” ve “doyumsuzluk” aksiyomlarının zihniyet esasları anlaşılabilir: a. Ben tok olayım ve ben yiyeyim: Kendinden başkasına kayıtsızlık (bencillik) + doyumsuzluk Başkası açlıktan ölse bana ne ve Sen çalış: Kendinden başkasına kayıtsızlık (bencillik) + zahmetsizlik + sömürü b. Ben tok olayım ve sen çalış: bencillik + doyumsuzluk+sömürü+zahmetsizlik Başkası açlıktan ölse bana ne ve ben yiyeyim: Kendinden başkasına kayıtsızlık (bencillik) + doyumsuzluk Homo economicus’un bencillik ve doyumsuzluk aksiyomlarını gerektiren silsile 3 madde ile şöyle ifade edilebilir: 1 2 3 sırasıyla 1: Minimum zahmet ya da zahmetsizlik isteği, 2: 1 numaranın sürekliliğinin arzulanması ve başkasına kayıtsızlık, 3: Zahmetsizliğin sömürü ile maksimuma ulaştırılma arzusu. Gazali’nin insan ruhundaki bazı eğilimleri açıklamasında kullandığı yöntem, mantıksal yürütme yöntemi ile doyumsuzluğun sebebini açıklamaya verilecek çok iyi bir metottur. Şöyle ki; Gazâlî, insanın vücut bulmuş madde ile meşguliyetini ruh- beden ayrımına göre ortaya koymuştur. İnsanın dünyevi madde ile ruh bağı kıskançlık, kin, kibir, kötü niyet gibi ahlaki problemlere büyük kaynak oluşturmaktadır. Beden vasıtası ile kurulan bağ ise, maddeyi insanın kendisi ve başkalarının hedeflerine uygun hale gelmesini sağlayacak şekilde “ıslah etmesi” ile meydana gelir. İnsanın ihtiyaç duyduğu maddeler de ıslaha ihtiyaç duymaktadır.880 Gazâlî’ye göre, insan yeme-içme, giyim, mesken gibi zaruri ihtiyaçları amacıyla ekonomik aktivitede bulunabilir. Ancak insan mal toplamayı, hazineler sahibi olup 880 Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, , s. 117. 261 bunları çoğaltmayı sevdiğini, “üç vadi dolusu altını iki vadi dolusu altına” tercih edebilecek kadar “insanda garip bir şey” gözlemlemiştir. O’na göre bunun iki sebebi vardır. Biri herkesçe kolayca anlaşılabilir, diğeri ise ince, gizli ve güç anlaşılır niteliktedir. İkinci olanı insanın ruhundaki gizli bir özellikten kaynak bulmaktadır. 881 Gazâlî ihtiyaçların dışında ekonomik aktivitede bulunmanın ilk motivasyonunun “gelecek korkusu” olduğunu söylemiştir. Korkan kişinin, kötümser olması nedeniyle, an itibariyle ihtiyaçları karşılanmış bile olsa, uzun hesaplar- tûl-i emel- yapacağını, dünyaya olan sevgisinden dolayı, sürekli uzun ömür ve bununla birlikte karşılaşacağı afet olasılıklarını düşünerek ihtiyaç dışı fazla mal toplama faaliyetine girişeceğini açıklamıştır. Ayrıca Gazâlî bu korku için “belirli hiçbir mal miktarının böylesi bir korkuyu dindiremeyeceğini” ifade etmiştir. Böyle insanların ancak “dünyadaki herşeye sahip oldukları noktada” durabileceklerini anlatmıştır.882 İkinci motivasyon için Gazâlî, “en kuvvetlisi” demiştir. İzahını insan ruhunun tahlili ile yapmıştır. İnsan ruhunun dört temel eğilimi olup, bunlar behimiyyethayvanîlik-, sebaiyyet- yırtıcılık-, şeytaniyyet ve rububîyyettir. Sırasıyla “yeme-içmecinsiyet”, “eziyet-vurma-öldürme”, “entrikacılık-kurnazlık-hilekarlık-aldatma”, “kibirgurur-zorbalık-yücelme arzusu” özelliklerini içeren bu eğilimlerden dördüncüsü yani “rabbani” özellik insan ruhunun rububiyyeti sevdiğini söylemektedir. Gazâlî’ye göre rububiyyet, “kemalde eşsiz ve varlıkta tek ve rakipsiz olmak” anlamına gelir. Ancak “varlıkta tek olmak”, “hakiki kemal” bir tek Allah’a mahsustur. Fakat insanı tek varlık olamamakla birlikte hakiki kemale erişememesi bunlara ulaşma arzusunu engellemez. İnsan kamil olmayı bir hedef olarak arzulamaktadır. Her varlığın kendi zatını ve kemaliyetine ulaşmayı sevmesi söz konusudur. Kimse yokluğu veya kendisinden kemal sıfatların azalmasını istememektedir. Dolayısıyla insan, tek varlık olma ve hakiki kemale ulaşma imkanına sahip olamadığından diğer tüm varlıklara egemen olma yolu ile kemale erişme eğiliminin tatminini istemektedir.883 881 Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 127-128. Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 128. 883 Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 128-129. 882 262 “Başkasını görmezden gelerek her zaman kendi menfaatinin en üst düzeye çıkarımını hedefleyen doyumsuz insan”, “çoğu aza tercih etmektedir” ve “kendi çıkarının maksimizasyonu ile ilgilidir. Kendinden başka bir bireyin veya toplumun zarar görmesi onun tercihlerinde etkili olmamasıyla birlikte her bireyin kendi çıkarını maksimize etme hedefinde olmasıyla toplumun çıkarının en üst düzeye geleceği rüyasının hiç de öngörüldüğü gibi olmadığı zaten İktisada Giriş derslerinde Oyun Teorisi anlatılırken basit bir oyunla ortaya konabilmektedir. İlk örnek oyun olarak meşhur “Mahkumlar çıkmazı” aktarılabilir: Mikroiktisada Giriş derslerinde anlatılan ünlü “Mahkumlar çıkmazı” oyununda, banka soyan iki mahkumun ayrı ayrı odalara alınıp, işledikleri suçu itiraf edip etmeyecekleri durumunun incelenir. Birbirlerinin seçimlerinden haberdar olmadıkları sürece ve “kendi çıkarları için en iyi olan durumu” seçtiklerinde ortaya çıkan oluşum( Nash dengesi) aslında kendileri için en iyi durum değildir. Örnek: Her mahkuma, diğeri onu ispiyonladığı takdirde ( veya suçu ona attığı takdirde), kendisi sessiz kalmayı tercih edecek olursa 7 yıl, arkadaşını ispiyonlayacağı durumda 3 yıl hapse mahkum olacağı; diğeri sessiz kaldığı takdirde, kendisi de sessiz kalırsa 1 yıl, eğer arkadaşını ispiyonlarsa 0 yıla mahkum olacakları söylenir. Bu durumda her mahkumun dominant stratejisi “ispiyonla” olacaktır. Nash dengesi “ispiyonla; ispiyonla” çıkacak ve her mahkum 3 er yıl hapis cezası alacaklardır. Sessiz kalmış olsalardı 1 er yıl hapse mahkum olacaklardı. Tablo-1 : Birinci Oyun: Mahkumlar çıkmazı Oyunu884 İkinci Mahkum İspiyonla Birinci Mahkum Sessiz kal İspiyonla 3;3 0;7 Sessiz kal 7;0 1;1 Mikroiktisada Giriş derslerinde genellikle anlatılan bir başka oyun: İki arkadaştan her biri iki şey isteme durumuna sahiptir; “bana 1000 lira ver” ya da “arkadaşıma 5000 lira ver”. 884 “Mahkum Çıkmazı” Oyunu için: Mankiw, a.g.e., 355. 263 Tablo-2 : İkinci Oyun İkinci Arkadaş Bana 1000 Arkadaşıma lira ver Bana 1000 lira 1000; 1000 Birinci ver Arkadaş Arkadaşıma 0; 6000 5000 lira ver 6000;0 5000;5000 5000 lira ver Her oyuncunun “rasyonel davranıp, kendi çıkarını maksimize etmeyi düşündüğü” anda dominant stratejileri “ bana 1000lira ver” olacaktır. Oyunun Nash dengesi “ bana 1000 lira ver; bana 1000 lira ver”, oyuncuların kazandıkları ( the payoffs) “1000; 1000” olacaktır. Halbuki “arkadaşıma 5000 lira ver; arkadaşıma 5000 lira ver” toplum için optimal ( en uygun) sonucu veren durumdur. Burada bireylerin sadece kendi çıkarlarını maksimize etmeyi düşündükleri durumun hem kendileri hem de toplum için en iyi sonucu vermediği açıkça ve kolayca görülmektedir. Dünya hayatının ahiret için bir hazırlık dönemi-imtihan olması sebebiyle İslam iktisadının uygulama ortamında iktisat süjesi olan Müslüman’ın menfaatleri her davranışını belirleyemez. Tabakoğlu, İslam iktisadında toplumun çıkarlarının bireyin çıkarından üstün tutulduğunu ifade etmiştir. Allah’a inanan insanın, iktisat süjesi olarak, rasyonel davranıp Allah’a tevekkül etmesi, “Allah’ın kullarına hizmet şuuru içinde” olması, kul hakkına saygı göstererek ihtiraslarını azamileştirme gayretinde olmaması, ancak kanaatkâr olması beklenir. Başkasının hakkını kendi üzerine geçirmek, sömürü, tekelci davranışlar, karaborsacılık, israf gibi davranışlar İslam’da kabul edilmez. Bir Müslüman’ın maddeye esir olmaması, insanlar için yararlı işler yapması ve Allah’ın rızası için çalışması önemlidir. 885 885 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 19-22 264 Siddiqi’ye göre, İslami iktisat sisteminde “bireyin kendi ihtiyaçlarının tatmini peşinde olması” varsayımına “bireyin toplumun ihtiyaçlarını da önemsediğini” eklemek gerekir. Özellikle zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayan kesime insanlar alaka gösterirler. Ayrıca çevre, kısıtlı kaynakların muhafazası, istihdam seviyesi, ödemeler dengesi gibi bilgi sahibi olabilecekleri konularda, bir bütün olarak toplumun menfaati ile de ilgilidirler. Bu meseleler her bireyin, mal ve hizmet tercihlerini ve bunların miktarlarını ve bunların fiyat değişimlerine verecekleri tepkilerini etkileyebilmektedir.886 İslami iktisadi doktrini oluşturan çerçeveyi “adalet” ve “hâkimiyet” belirler. Kainat ile ilgili adalet ve dengenin sağlanmasında maddenin mananın emrine verilmesi esası vardır. Ebedi olan ruhtur, madde geçicidir. İnsanın dengesi için aşırılıklardan kaçınma-itidal vardır. İtidal için israftan-aşırı harcamadan- ve taktîrden-yeterli olmayan harcamadan- kaçınmalıdır. Toplum dengesi, hedefi kul hakkı davası olan içtimai adaletin çerçevesindedir. Toplum-insan dengesinin sağlanması cemiyetçilik ya da bireycilik olarak algılanmamalıdır. İslam insana büyük değer vermektedir. Ancak umumi zararın giderilmesi söz konusu olduğunda hususi ve bireysel zarar tercih edilir. Bir başka deyişle “toplumun menfaati bireyin menfaatinden önce gelir”. Örneğin İslam’da insanın şahsiyetine saygıdan dolayı özel mülkiyet bir hak olarak korunur. Ancak toplum zararı söz konusu olursa özel mülkiyete müdahale edilebilir. Bununla birlikte insan-toplum dengesi için servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması prensibi vardır. Toplumun birliğini ve menfaatini bozucu büyük mülkiyetlere izin verilmez. İslam iktisat sistemi kapitalizm gibi temerküze dayanmaz. İslami iktisadın öngördüğü infâktır. Alt gelir gruplarına yapılan harcamalar ile adil dağılım sağlanır. Zekât, servet vergisi olarak İslam iktisat sisteminin “emniyet sübabı”dır. İnsanlar ihtiyaçlarının esiri olmaktan korunur. 887 Atıfları Batı’ya yönlenmiş (aydınlanmış) insanın başarı ölçüsü yalnızca kazandığıdır. Dolayısıyla hedefi dünyevidir. Geleneksel iktisadi zihniyet Batı’nın üstünlüğüne bağlanmış olarak dünyevi hedeflere yönelir. Atıflarını İslam’a yapan insan ise (bütüncü olarak) insan-ı kâmili model alır. Yaratılış nedeninin Allah’ı tanımak ve 886 Siddiqi, M. N., “Teaching Islamic Economics”, , Islamic Economics Research Centre, King Abdulaziz University Scientific Publishing Center, Jeddah, Saudi Arabia, 2005, s. 25. 887 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s.146-149. 265 Allah’a kulluk etmek olduğunun bilincinde olarak dünyanın geçici bir imtihan sahası olduğunu kabul etmiştir. İktisadi faaliyetlerin Allah’ı tanımaya veya İslam ilkelerine göre yaşamaya engel olmaması gerektiğinin şuurundadır. İslami iktisatta insan dengesi, insan-toplum dengesi ve insan-kainat dengesi çok önemlidir. Kainat insan için yaratılmıştır, insan ise küçük kainattır. Madde ruhun emrine verildiğinden, insan maddi denge için aşırılıklardan kaçınmalıdır. Madde, Allah rızasına uygun biçimde kullanıldığında kıymetlidir. Çünkü madde imtihan vasıtasıdır.888 İslam toplumunda ahi zihniyeti olduğundan kapitalistleşmeye uygun değildir. Üreticinin karının, tüketicinin faydasının maksimizasyonu peşinde olduğu sınıf mücadelelerine dayalı sömürgeci zihniyet İslam toplumunun zihniyeti ile uyuşmaz. Fütüvvetin ahlaki esasları “içtimai dayanışma ve hizmet”, “herkese her zaman iyilik etme”, “Allah’ın kullarına sevgi gözüyle bakma”, “kimsenin kötülüğünü istememe”, “her zaman dostlarının durumuyla alakadar olma”, “cömertlik”, “samimiyet”, “hürriyet”, “her an tekâmül içerisinde olma”, “irade sahibi olma”, “tevazu”, “geçimli olma”, “hürmet ve merhamet”, “boş vakit geçirmeme ve lüzumsuz davranışlarda bulunmama”, “dürüst, faziletli ve iyi kalpli olma”yı içerir.889 890 Ahilikte insanın tüm yönleriyle kemalâtına ulaşması hedeflenmiştir. Bu kemalât yolculuğunda insanın manevi ihtiyaçları maddi ihtiyaçlarına göre öncelik sahibidir. İnsanlar arasında üstünlükte maneviyat önce gelir. Ancak fertlerin zaruri ihtiyaçları karşılanmaz ise maddi ve manevi ihtiyaçları arasındaki denge bozulacağından güçlümerkezi bir devletin ve ahiliğe benzer sivil örgütlenmelerin en temel ihtiyaçları karşılama hususundaki fonksiyonu çok önemlidir. İslam Dünyasında Ahilik zihniyeti ile çatışan bir düzene dayalı iktisadi hayatın ahlak yönünden deformasyonları söz konusudur. Bu sebeple mesleki ahlakta da bozulma meydana gelmiştir. Ahilik anlayışına göre bir esnafın müşterisine kalitesiz mal sattığında “papucunun dama 888 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 44, 45,47,48,49,51. Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 47, 59-62. 890 Ahilikte din ve dünya yükümlülükleriyle ilgili olarak, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalış” Hadisine dayanan bir zihniyet hâkimdir. http://www.risaleonline.com/makale/hic-olmeyecekmis-gibi-dunya-icin-yarin-olecekmis-gibi-ahiret-icincalismak2 Özdemir, a.g.m., s.155. 889 266 atılması”, daha sonraları deyim haline gelmiştir. Bu anlayış mesleki ahlaka ve kaliteye ne derece önem verildiğini, dolayısıyla İslam’ın insana değer verdiğini ortaya koymaktadır.891 Homo economicus aksiyomları ile İslami zihniyetten güç alan Ahilik esasları ile çelişmektedir. Homo economicus aksiyomları, yani Geleneksel iktisadi zihniyetin insan kabulü ile İslami zihniyete dayalı Ahiliğin nasıl çatıştığı basitçe şöyle anlaşılabilir: Örneğin, içtimai dayanışma ve hizmet esasına göre halkın menfaati olan şeyler, kulluk adabı gözetilerek, yerine getirilir. Kardeşlerin rahatı kendi rahatına tercih edilir. Kardeşlerin karşılaştığı problemler ile mücadele edilir.892 Bu esas, “seçenekler arasında kendi çıkarını en çok maksimize edeni tercih etme” karakteristiğine sahip homo economicus ile bağdaşmamaktadır. Homo economicus, kendi çıkarı daha önemli olduğundan başkasının rahatını ya da faydasını kendi rahatına tercih etmez. Ayrıca kendinden başkasının problemi ile kendi çıkarı ile çatışmadığı müddetçe mücadele edebilir. Kendi çıkarı ile çatışıyorsa başkasının sorunun giderilmesi için mücadele vermez. Çünkü aksi takdirde çıkar maksimizasyonu sağlanamayacaktır. “Allah’ın kullarına sevgi gözüyle bakmak” esasına göre feta, yaratılmışlar için Allah’ın rızasına uygun şekilde tüm gücünü harcamaktır.893 Yine homo economicus zihniyeti ile uyuşmamaktadır. Çünkü homo economicus ilk olarak kendi çıkarının maksimizasyonunu hedeflemektedir. Kendi çıkarı ile çatıştığında kendinden başkaları için gücünü harcamaz. “Her zaman dostlarıyla alakadar olma” esasına göre, fütüvvet için şöyle söylenmiştir: Dünyevi esbaptan biri kardeşine tercih edilmez.894 Homo economicus, dünyevi menfaat peşindedir. Dünyevi sebep kendi çıkarının maksimizasyonu için daha uygunsa, homo economicus için dünyevi kazanç başarı ölçütü olduğuna göre, dünyevi sebep kendinden başka bireye tercih edilebilir. Bu nedenle yine iki zihniyet birbiriyle çelişki teşkil etmektedir. 891 Özdemir, a.g.m., s.161. Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 59,60. 893 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 60-61. 894 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 61. 892 267 “Hürriyet” esasına göre fütüvvette, az şeye razı olmak ve kanaatkâr olmak kimseye kul olmamak için çok önemlidir.895 Bu esasın Geleneksel İktisadi zihniyete sahip homo economicus’un İslami iktisadi zihniyet ile tamamen bağdaşmadığını ortaya koyan ve homo economicus karakteristiklerini vurucu özellikleri vardır. Çünkü Geleneksel İktisadi zihniyetin dayandığı prensiplerde “bireycilik”, “özgürlük”, “kendi menfaatini kollama ve azamileştirme” temelleri vardır. Bu sebeple özgür bireyin hedefine kendi çıkarının maksimizasyonunu konduğunda- (toplumun geri kalanını önemsemeden, çünkü bu zihniyete göre herkes bu şekilde düşündüğünde ve davrandığında toplum optimal olana ulaşacaktır)- ve “çoğu aza tercih etme ya da doyumsuzluk” varsayımı da eklendiğinde bu özgür birey, “kendi ihtiraslarının kulu olmaktadır”. İslami zihniyet esaslarından biri olan kanaata göre “az şeye razı olmak” önemlidir. Yani ihtiraslarının esiri olmama prensibi vardır; çünkü maddenin imtihan vasıtası olduğu şuuru vardır. Bununla birlikte “kimseye kul olmamak için az şeye razı olma” yine homo economicus ile bağdaşmamaktadır. İslamda kanaat ile bir başkasına kul olmaktan emniyet altına girilir. Kendi içinde çelişen Homo economicus ise “özgür birey” varsayımı altında bireyi maddeye kulluk ettirmektedir. Maddeye ve daha fazlasını elde etme arzusu homo economicus için hayat gayesi olmuştur. Homo economicus özgür değil, maddenin ve daha fazlasına sahip olma arzusunun esiridir. Açıkça belirtmekte ve tekrar etmekte fayda vardır: “İslami zihniyete göre iktisadi özgürlük için (ne de başka bir şey için) insan kulluğunu satmaz.” “Her an tekâmül içinde olma” prensibine göre fütüvvet, nefsinin payı olmadan yerine getirilen fazilettir.896 Bir başka deyişle insan faydasını maksimize etmeyen bir seçenek tercih edebilir. Ayrıca fütüvvet bunu tekâmül için bilinçli olarak yapmayı önermektedir. Ancak homo economicus karşılaştığı seçeneklerden en çok hangisi nefsine uygunsa onu tercih eder. Basitçe ifade etmek gerekirse, “homo economicus nefsinin tatmininin peşindedir”. Çünkü homo economicus için dünyevi menfaat ölçüttür. Nefsine uygun olmayan bir fazileti yerine getirmek homo economicus’un tercih edeceği bir şey değildir. Şayet tercih ederse “çoğu aza tercih etme” ve “kendi dünyevi çıkarının azamileştirilmesi-bencillik” prensipleriyle çelişki teşkil eder. 895 896 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 61. Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 62. 268 Özdemir, “Anglo-Sakson geleneğinin ‘ruhsuz’, ahlakının hesabını kendisinden başka kimseye vermeyen menfaatçi” homo economicus’u için yeni muhafazakârların bulduğu formülün, yeni bir düzene geçişe dayandığını ancak bunun “otoriter yönelimli” olduğundan ve iyi işlenmiş gerçekliğe dayanmayan öneriler içermesi nedeniyle eleştirilebileceğini ifade etmiştir. Özdemir’e göre, devletin, işçi ve işverenin ve sivil toplumun bulunduğu bir diyalog vurgusu yapılmış ancak bunun, Ahi zihniyetine benzeyen dayanışmacılığı çağrıştırmasına rağmen, Refah Devleti krizi ile birlikte değerlendirildiğinde yapısal faktörlerinin doğru dürüst belirlenmediği bir çağrıdan ibaret olduğunu söylemiştir.897 Kur’ân, Hadis ve İslam İktisadı ile ilgili literatürden edinilen bilgiler neticesinde bu çalışmanın çıkaracağı neticelerden biri şöyle olabilir: “İslami iktisadi insanın temel aksiyomları” şöyle olabilir; 1. Allah’ın rızasını kazanma niyeti ve hedefi ile tercih yapmak 2. Bireyci olmamak; Allah’ın kullarına hizmet şuuruyla çalışmak (ve toplumun çıkarını kendi çıkarına tercih etmek), dünyevi menfaatini azamileştirme hedefinde olmamak 3. Kul hakkına saygı göstermek, yoksulun hakkını vermek, mazlumu korumak ve ona yardım etmek 4. Maddi ihtiraslarının esiri olmamak-haz peşinde koşmamak, kanaatkâr olmak; İslami ölçülere uygun girişimci olmak ve israf etmemek 5. Her türlü tedbiri alarak Allah’a tevekkül etmek, cihazlarından biri olan aklını Allah için kullanmaya gayret etmek, aynı hatayı tekrar etmemek suretiyle İslami rasyonaliteye dayanmak 6. Ekonomik faaliyetleri ibadetlerin yerine getirilmesinde kolaylaştırıcı hale getirmek, İslam ahlakı ile çatışan ekonomik faaliyet ve kurumlara dâhil olmamak. 897 Özdemir, a.g.m.,s.160. 269 Bu altı aksiyom birbiriyle bütünlük içinde olup 1 numaralı olan diğerlerini gerektirmektedir. Ayrıca 2’den 5’e kadar sayılanlar 1 numaranın gerçekleşmesine hizmet vermektedir. Geleneksel iktisadi zihniyetin varsaydığı homo economicus aksiyomlarından tam bilgi, seçicilik-optimize edicilik, doyumsuzluk, bencillik-kendi çıkarını maksimize etme ve (ekonomik) akılcılığın buradaki altı aksiyom ile uyuşmadığı açıktır. Bununla birlikte bu altı aksiyom-1 numaralı olan hepsini hükmetmekle birlikte- iktisadi tercihleri eş zamanlı yönlendiren aksiyomlardır. Yani iktisadi karar alırken sadece bir tanesi değil hepsinin sağlanıp sağlanmadığına bakılmalıdır. En azından hiçbirine engel olmayacak iktisadi tercihler yapılmalıdır. Homo economicus aksiyomlarının “İslami İktisadi insanın temel aksiyomları” ile karşılaştırmalı analizi aşağıdaki gibi olabilir: Tam bilgi sahibi olma: İslami iktisadi insan 1 numaralı aksiyomdan ötürü kendisine gerekli olan bilgiyi edinmelidir. Ancak tam ya da kusursuz bilgi edinemeyeceğinin yüksek ihtimali ile 5 numaralı aksiyom “tam bilgi edinme hırsını” engelleyerek makul ölçüye getirecektir. Bununla birlikte 2 numaralı aksiyomdan dolayı İslami iktisadi insan kendi çıkarının azamiye ulaştırma peşinde olmadığı için bilgiyi yine hizmet şuuru içinde olanlarla paylaşmalıdır. Yine bu paylaşımı 1 numaralı aksiyoma dayandırmalıdır. Seçicilik-optimize edicilik: Kur’an tefsirinden anlaşılabilir ki, “insanın tek sermayesi tercih yapabilme kabiliyetidir”898. İslami iktisadi insan seçenekler arasında tercihini ilk olarak 1 numaralı aksiyoma göre yapmalıdır. Birden fazla seçenek 1 numaralı aksiyomu sağlıyor ise o vakit hangi seçenek diğer numaralı aksiyomlar için uygun ise onu tercih etmelidir. İnsan mümkün olan en iyiyi seçer; ancak bu seçimi dünyevi menfaat için değil, ebedi hayatındaki tercihlerini etkileyici şekilde olabilir. İnsan dünyevi menfaatleri ile tercihleri 898 Bilgi için bkz. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Sözler, “Yirmiüçüncü Söz’ün İkinci Mebhası”, Envâr Neşriyat, İstanbul,2010, s.321. 270 neticesinde Ahirette göreceği karşılık arasındaki fırsat maliyetleri karşılaştırmasına dikkat etmelidir. Bir Müslüman optimizasyon yaparken çok dikkatli olmalıdır. 899 Optimizasyon kısıtı sadece dünyevi sebepler olmamalıdır. Tercihleri yaparken Ahirette göreceği karşılığı unutmamalıdır. gore Kur’an tefsirine ““Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.”900 denilmiştir. Bu asırda, dünyevi yani geçici ve değeri düşük seçeneklerin, böyle oldukları bilinmesine rağmen, Ahiret’teki karşılığı çok değerli, sağlam ve kalıcı olan seçeneklere tercih edilmesinin bir düstur haline geldiği anlaşılabilir. Tevbe Sûresi 24. Ayette, “De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticâret ve beğendiğiniz meskenler size Allah'tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez." buyrulmuştur. Çoğu aza tercih etme/doyumsuzluk/açgözlülük: Bu aksiyomla ilgili olarak gerekli açıklamalar çalışmanın birçok yerinde yapılmış olmakla beraber burada altı aksiyom ile çeliştiğini söylemek mümkündür. 1 numaralı aksiyomda açgözlülük ile ilgili Kur’ân’da uyarılar yapılmıştır. 2 numaralı aksiyomun “çoğu aza tercih etme” prensibine bir sınır koyduğu açıktır. 2 numaralı aksiyoma bağlı önemli bir husus vardır. Bu öyle bir husustur ki 2 numaranın en ayrıntılı durumlarda bile iktisadi karar alıcı insanın aklından çıkmaması 899 Ömer ibn Hattab, Rasûlullah (A.S.M.)’ın şöyle buyurduğunu duyurmuştur: “Yapılan hertürlü işler kişilerin niyetlerine göre değer bulur. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre bulur. Kimin niyeti Allah ve Rasûlü’nün rızasını kazanmak için İslâm’ı yaşayamadığı yerden yaşayabileceği yere göç etmekse onun hicreti Allah ve Rasûlünün rızasını kazanmak için olduğundan değerlendirmesi ona göre yapılıp sevabını ona göre alacaktır. Kim de elde edeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadına ulaşmak için hicret etmişse hicretinin karşılığı hicret ettiği şeye göre değerlendirilir.”(Buhârî, Bedü’l Vahy 1; Müslim, İmârât 155) http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.2. 900 Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Kastamonu Lâhikası, ,Envâr Neşriyat, Dördüncü Baskı, İstanbul, 2006, s.104. 271 gerektiğini vurgulayabilir. Dünya nimetlerinin maksimizasyonu peşinde koşmayı engelleyici ve bağlayıcı bir hükmü vardır. Şöyle ki, Gazalî, “Allahü teâlânın verdiği her şeyde, bir hayır vardır demelidir. Bunun gibi eşyânın gitmesini de, kendi için hayırlı bilmesi lazımdır. Allahü teâlânın, vermesi gibi, alması da, hayırlıdır. Verdiği zaman, eşyanın bulunması hayırlı olduğu gibi, aldığı zaman da, eşyânın bulunmaması hayırlıdır demelidir. Hayırlı olan şeylere sevinmek lâzımdır. İnsanlar, hangi şeyin, kendilerine, hayırlı olacağını iyi bilemez. Allahü teâlâ daha iyi bilir.”901 buyurmuştur. İnsanın Allah’ın rızasını kazanmak amacı ile iktisadi karar alırken “kendine verilene şükredip bundan razı olması” gerektiği gibi “kendinden alınmasına da şükredip bundan razı olması” gerekir. 2 numaralı aksiyom zaten bireyci olmamayı paylaşmayı toplumu kendine tercih etmeyi-çıkarlar çatıştığında- de öğütlemektedir. 3 numaralı aksiyom açgözlülüğe açıkça sınır koymuştur. 4 numara başlı başına kanaat prensibini nasihat etmektedir. Kur’an tefsirinde “Hâlık-ı Rahîm, nev'-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıddır, nimete karşı hasaretli bir istihfaftır. İktisad ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.”902, “İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i İlahiyeye tevfik-i harekettir.”903 denilmiştir. Buradan şu anlaşılabilir: İktisad nimete karşı yapılan kârlı bir hürmettir. İsraf şükrün zıddı olduğuna göre nimete karşı hürmetsizliktir. Nimete teşekkür etmek ise memnuniyeti ifade etmek ile olur. O da nimetten güzel bir istifade etmektir; yani kanaat etmek, tam kapasite kullanmaktır. İktisad ve kanaat etmek ile tevfik-i hareket yani uygun hareket sağlanmış olur. İslam dini itidalli olmayı önerir. Yaşamın her alanında, dolayısıyla iktisadi hayatta, “orta yol”un benimsenmesi “dengeli” olunması öğütlenmiştir. İsraf edenler toplumun maddi sıkıntı çeken 901 İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 728. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Lem’alar, Envâr Neşriyat, Dokuzuncu Baskı, İstanbul, 2011, s. 139. 903 Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Lem’alar, s. 140. 902 272 kesimini rahatlatacak kaynakları boşa harcamaktadır.904 İsraf, “orta yolu tutma” anlamına gelen iktisadın karşıtıdır. Maddi olanakların uygun biçimde kullanılmamasını yani israf etmeyi İslam dini yasaklamıştır. İsra Suresi 27. Ayette, “Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.”, 29. Ayette “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” buyrulmuştur. Araf Suresi 31. Ayette “Ey Ademoğulları! Her mescitde ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.” buyrulmuştur. İtidalli yoldan ayrılarak kişisel çıkarı azamileştirme meselesi İslam’da tevekkül anlayışına da ters düşmektedir. Gazalî,“Bakacak kimsesi olmıyanların, bir senelik ihtiyacını, önceden depo etmesi, tevekkülü bozar. Çünkü, sebeplere güvenmiş olur.”905 buyurmuştur. Bununla birlikte sürekli kişisel çıkar peşinde olan birinin-Ahiret inancı olmasa bile- dünyada huzurlu yaşaması ihtimali çok düşüktür. 4 numara ayrıca haz peşinde koşmamayı öğütlemektedir. “Dünyevi faaliyetlerden maksimum haz minimum zahmet” prensibi yani hedonistik zihniyet ile uyuşmamaktadır. 5 numara “her türlü tedbirin alınmasını” öğütlemektedir. Buradan mantık silsilesiyle itidalli olma tedbir alma olarak yorumlanabilir. İtidalli olan aşırıya kaçmaz; bu nedenle daha fazlasını elde etme arzusuna kapılmaz. Bir başka deyişle doyumsuz değildir. 6 numarada ekonomik faaliyetlerin ibadetlere engel olmamakla birlikte ibadetleri kolaylaştırıcı olması istenmektedir. “Çoğu aza tercih etme” prensibi ekonomik faaliyetleri amacından saptırıp ekonomik faaliyetleri amaç haline getirmektedir. Doyumsuz bireyler maddi eğilimlerinin esiri olarak ekonomik faaliyetleri bu eğilimlerin tatmini için programlamaktadır. 904 Yılmaz, M.K., a.g.m., s.1. “Mevcût parayı, malı muhafaza etmekte tevekkül” ile ilgili olarak ayrıntılar için bkz. İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 726-727. 905 273 İslâmi iktisat anlayışında ihtiyaçların zaruret derecesine göre karşılanması prensibi vardır. İhtiyaç türleri yeme-içme, giyim ve barınma olarak üç bölümdür. Bunlar haricindeki varlıklar mesuliyet getirir. Peygamber (A.S.M. ) “Adem oğlunun ancak üç şeyde hakkı var. Bunlar; belini doğrultacak kadar yemek, mahrem yerini örtecek kadar elbise ve barınacağı kadar bir meskenden ibarettir, fazlasının hesabı vardır.” buyurmuştur.906 İbrahim Suresi 34. Ayette “O, İstediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.”, Bakara Suresi 168. Ayette “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” buyrulmuştur. Çalışmamızda İslami İktisadi Doktrin bölümünde zarar ve menfaat getiren tercihler kategorisinin insanlara Allah tarafından açıklandığı belirtilmiştir. Allah’ın yasakladığı zarar getirici, haram, “israfa dönük” girişimlere, Geleneksel iktisadi zihniyetin hâkim olduğu ekonomik sistemlerde izin verilmektedir. 907 Ancak Allah insanların yararına olan bir şeyi zarar908 olarak göstermez. Bununla birlikte Geleneksel iktisadi zihniyete dayalı ekonomik sistemler faiz müessesine de izin vermektedir. Bu zihniyet bu müessese vasıtasıyla sömürüye de izin vermiş olmaktadır.909Necm Suresi 39. Ayette “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” buyrulmuştur. Başkalarının emeğinden haksız kazanç elde edebilme olanağı tanıyan bu zihniyet sisteminde insanlar doyumsuzluk aksiyomunun ( hatta bencillik aksiyomunun da ) tuzağına düşmektedirler! 906 “Bazı Normatif Kaideler”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 7 Mayıs 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-normatif-kaideler/ 907 “Bazı Normatif Kaideler”, The Group of Islamic Economy, s.2. 908 Ka’b ibni Malik’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (A.S.M.) “Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.” buyurmuştur (Tirmizi , zühd 43) http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.218. 909 “Bazı Normatif Kaideler”, The Group of Islamic Economy, , s.2. 274 Gazalî şöyle buyurmuştur: “ Çünkü, asıl maksad, kalbin rahat, üzüntüsüz, Allahü teâlâyı düşünmesidir. Bazılarını mal meşgul eder. Malının hesabını yapmaktan, rahat ibadet edemez. Malı olmayınca düşüncesi, sıkıntısı kalmaz. Böyle kimselerin malı olmaması daha hayırlıdır. Bazıları da, geçinecek kadar malı olunca, rahat eder. Bunların geçinecek kadar gelir edinmesi daha iyidir. Fakat geçinecek kadar mal ile rahat etmeyip, daha çoğu peşinde koşan kalbler, Müslümanlığa bağlı kalblerden değildir. Bunları hesaba katmıyoruz.”910 Gazâlî’ye göre esas hedef “gönlün Allah ile meşgul olabilecek bir durumda tutulması”olduğu için “mal tutmak ya da tutmamak” seçeneklerinden hangisi bu hedefe daha iyi hizmet eder ise o tercih edilir. Bununla birlikte bazen kişilerin durumları değişik olabilir ve bazısını malının olması, bazısını malının olmaması halleri esas hedefe gitmekten alıkoyabilir. Kısacası, Gazâlî’ye göre servetin iyi ya da kötü olarak değerlendirmesinin yapılabilmesi için “zamana, mekana ve şahıslara” göre analiz yapılmalıdır. 911 Buna göre Geleneksel iktisadi zihniyetin öngördüğü homo economicus modelinin doyumsuzluk aksiyomunun dünyevi çerçevede “daha fazla daha iyidir” bakış açısının İslam’da kabul edilmeyeceği açıkça ortaya konmuştur. Tercihlerinde tutarlılık: Bu aksiyomun- homo economicus- için çok eleştiri aldığı ilgili bölümde zikredilmişti. Tercihlerde tutarsız olma İslami iktisadi insan için 1’den 6’ya kadar numaralandırılmış aksiyomlardan en az birinin sağlanmaması durumunda geçerli olabilir. Bir Müslüman alacağı iktisadi kararlarda tercihlerini etkileyen faktörlerin söz konusu altı aksiyomu sağlayıp sağlamadığına bakmalıdır. Bencillik-Kendi çıkarını azamileştirmeye çalışma: Bu aksiyom da “çoğu aza tercih etme” aksiyomunun analizinde olduğu gibi sayılan altı numara ile çelişki içerisindedir. İslami zihniyete göre tercih 910 911 İmam-ı Gazalî, 1969, s.727. Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 82-83. 275 kıstaslarından en önemlisi (birincisi ve olmazsa olmazı) “bu tercih Allah rızası kazandırır mı?” olmalıdır. Kendi nefsinin tatmini peşinde koşan bir Homo Sapiens için bu kıstas önemli olmadığı için “zayıf, yoksul” demeden “büyük balık küçük balığı yutar” prensibinden hareketle kendi çıkarını hedef tutacaktır. İnsanın tercihlerinde kendi nefsinin tatmini hedef kabul etmesi, dünyaya geliş gayesinin gerçekleşmesine engel olmaktadır. Nefsini/kendi menfaatini tatmin peşinde koşma, seçeneklerden Allah’ın rızasını kazandırabilecek olanları tercih etmesine perde ve engel olmaktadır. İslam iktisadının temel hedefi iktisadi faaliyetleri insanın Allah’ın rızasını kazanmak için gerçekleştirmek istediği amellere engel olmaktan çıkarmaktır. Hatta bu gayeye zemin hazırlamak olmalıdır. Bencillik aksiyomunun toptan yıkımı için başkalarını gözetme, toplumun menfaatini düşünme, yoksullara, muhtaçlara yardım etme gibi ameller ve kaideleri çalışmanın ilgili bölümlerinde izah edilmiştir. 912 Bencillik, 1 numara ile çatıştığından geri kalanlar ile de uyuşmamaktadır. Rasyonellik : Çalışmada Geleneksel iktisadın homo economicus kabulüne göre akılcılığın“kendine ‘fayda’ getireni seçme”yi ifade ettiği, insanın hafızasının her şeyi hatırladığı varsayıldığı ve gelecek için noksansız ve doğru tahmin yaptığı, bütünüyle irade sahibi olarak karar verdiği cihetiyle “gerçekleşenden ziyade arzulanan” rasyonellik olduğu anlatılmıştı. Eleştirilerin ise insanın unutkan olduğu, hafızasının seçici olduğu, hisleriyle karar verdiği, hata yaptığı, irade problemi yaşadığı, birbiriyle tutarsız hatta çatışabilen tercihler yaptığı, duygularının yönlendiriminde karar aldığı ve bu duygularının yönlendirimi altındayken “kendine faydalı olanın tersini seçtiği” üzerine geldiği de belirtilmişti. 20. Yüzyılın sonlarına doğru sosyal bilimlerde 912 Kur’an tefsirinde, “Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mâbud ve mahbub yapıyorsun. Herşey’i nefsine fedâ ediyorsun. Âdeta bir nevi Rubûbiyyet veriyorsun.” , “Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, Hüve’yi göster ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, O’nun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir.” buyurulmuştur. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Sözler , “Yirmidördüncü Söz”, Envâr Neşriyat, İstanbul, 2010, s.359. 276 akılcılığın dine üstün görülmeye başlandığı, din çerçevesindeki tercihlerin akılcılık kapsamına girmediği düşünüldüğü, bu sebeple giderek daha kişiliksiz, egoist, doyumsuz, inançsız bireyler varsayıldığı anlatılmıştı. “Kendi aklına güvenen” insan modelinin ise Pagan görüşün benimsendiği Antik Çağ felsefesinden feyiz aldığı belirtilmişti.913 Bu hatırlatmadan sonra yukarıda türetilen altı aksiyom için şunlar söylenebilir: İlk aksiyomla ilgili olarak şu çıkarım yapılabilir: Hz. Peygamber’in Hadisinden914 “akıllı kişinin” nefsini hesaba çektiği bilinmektedir. Bu nedenle akıllı kişi tercihini Allah’ın rızasını kazanma niyetinin aksini hedefleyecek şekilde yapamaz. Dolayısıyla “Yaratıcı’sına değil de kendi aklına güvenerek, hesaplayabildiğini varsaydığı faydaları getirecek tercihleri yapması” çelişki teşkil eder. İkinci aksiyom bireyci olmamayı, toplum çıkarını kendi çıkarına tercih etmeyi ve dünyevi menfaatini azamileştirmeye çalışmamayı ifade ediyordu. Akıllı kişi nefsini hesaba çektiğine göre nefsinin tatmini için tercih yapamaz, en azından nefsinin tatmininin maksimizasyonunu hedefleyemez. Bu sebeple buradan “kendi çıkarının maksimizasyonu” meselesine de bir cevap verili haldedir. ““Kendi” çıkarının maksimizasyonu”na cevap verili halde olduğuna göre “bireyciliğe” de cevap verili haldedir. Üçüncü aksiyom kul hakkı ile ilgili idi. Yoksulun hakkını vermek, mazlumu korumak ve yardım etmek esası ifade edilmişti. Nefsini hesaba çeken kişi (akıllı kişi) kul hakkına girmekten kaçınır. Nefsini hesaba çeken kişi kendi çıkarını azamileştirme gayesinde olmayacağı için 913 Bkz. “Giriş” bölümü. Ebû Ya’lâ Şeddâd ibn Evs’den rivayet edildiğine göre İslam Peygamberi (A.S.M.) ““Akıllı kişi nefsini hesaba çekerek, nefsine hâkim olup ölüm sonrası için çalışandır. Âciz ve zayıf kimse ise nefsini arzularının peşine takıp ta kurtuluşunu hiçbir iş yapmaksızın Allah beni bağışlar diye hayal kurarak Allah’ tan bekleyen kimsedir.”” buyurmuştur. (Tirmîzî, Kıyâme 25) İmam-ı Nevevî, a.g.e., s. 43 914 277 yardımlaşmaktan kaçınmaz. Ayrıca mazlumu koruyan, yoksula hakkını veren kişi sahip olduğundan pay vereceği cihetiyle kendi çıkarını azamileştirme peşinde olamaz. Dolayısıyla Geleneksel iktisadın iddia ettiği gibi “kendine ‘fayda’ getiren” tercihlerin bu dünyadaki faydayı ifade etmesi söz konusu değildir. Çünkü Hadiste belirtildiği üzere, “akıllı kişinin nefsine hakim olup ölümden sonrası için çalıştığı” ifade edilmiştir. Dördüncü aksiyom için maddi ihtirasların esiri olmamak, kanaatkâr olmak ve İslami ölçülere uygun girişimci olmak ve israf etmemek denilmişti. Bu aksiyom yukarıda Hadisten yapılan çıkarımla Geleneksel iktisadın rasyonellik aksiyomuna yeterli cevabı vermektedir. Ayrıca Hadiste “âciz ve zayıf kimse için nefsini arzularının peşine taktığı” belirtilmiştir. Beşinci aksiyom her türlü tedbiri alarak Allah’a tevekkül etmek, aklını Allah için kullanmak ve aynı hatayı tekrar etmemekten bahsetmişti. Çalışmada Geleneksel iktisadın akılcı insanına karşılık 14 asır önce İslam Peygamberi’nin akılcılık915 için buyurduğu ifade zikredilmişti. Altıncı aksiyomda ekonomik faaliyetlerin ibadetleri kolaylaştırıcı hale getirilmesi, İslam ahlakı ile çatışan ekonomik faaliyet ve kurumlara dâhil olunmaması ifade edilmişti. Yukarıda, İslam’ın akılcılık prensibi gereği nefsini hesaba çeken kulun, Allah’ın rızasını kazanma gayesine aykırı hareket etmeyen kul olduğu çıkarımı yapılmış idi. Bu sebeple böyle bir kul İslam ahlakı ile çatışan karar alamaz. Böylelikle “kendine peşin dünya menfaati getirecek tercihleri öğütleyen, Pagan görüşüne dayalı bir akılcılık prensibi” (homo economicus’un davranış ilkesi) Allah’ın rızasını kazanmayı hedefleyen kul anlayışına aykırıdır. 915 Ebu Hureyre 'den rivayet edildiğine göre, İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur: “Akıllı mü'min bir yılan deliğinden iki defa ısırılmaz.” (Buhari, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63) İmam-ı Nevevî, s.654 278 İslam iktisadi doktrinine göre Homo Economicus’un analizinin neticesi iki bölümde –ilki 18 madde, ikincisi 3 madde olarak toplam 21 maddede-şöyle özetlenebilir Birinci Netice: 1. Modern kapitalist zihniyetin dayandığı ve doğa bilimlerinin toplumsal modellemeler için kaynak alındığı Avrupa’daki Aydınlanma ( 15.-18.yüzyıllar) akımının neticesinde Hıristiyan dünyasında dinin yerine akıl üstünlüğü ve Allah yerine insan inanç merkezi kabul edilmiştir.916 Atıfları Batı’ya yönlenmiş (aydınlanmış) insanın başarı ölçüsü yalnızca kazandığıdır ve hedefi dünyevidir. Geleneksel iktisadi zihniyet Batı’nın üstünlüğüne bağlanmış olarak dünyevi hedeflere yönelir.917 Bu zihniyetin içtimaî kanun esasları Darwinci dünya görüşünü yansıtan doğa kanunlarıdır. Bu görüşün iktisadi zihniyete yansıması “liberal felsefe” olarak gerçekleşirken, iktisadın bu felsefi zihniyet yapısı insanı, homo economicus olarak tanıtmıştır. Karakteristiği ise “kişisel çıkarının maksimumlaşması amacında olan bir homo sapiens” olmasıdır.918 2. Homo economicus’un literatürde genel olarak kabul edilen aksiyomları tam bilgiye sahip olma, seçicilik ve optimize edicilik, doyumsuzluk (çoğu aza tercih etme), tercihlerde tutarlılık, bencillik (hedefi kendi menfaatinin maksimizasyonudur) ve akılcılıktır. Doyumsuzluk ya da açgözlülük aksiyomu ve bencillik aksiyomundan homo economicus’un “başkasını görmezden gelerek her zaman kendi menfaatinin en üst düzeye çıkarımını hedefleyen doyumsuz insan” olduğu çıkarımı yapılabilir. Çünkü “çoğu aza tercih etmektedir” ve “kendi çıkarının maksimizasyonu ile ilgilidir”; başkasının ya da toplumun zarar görmesi onun tercihlerinde etkili değildir. Bununla 916 Tabakoğlu, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki Algılanışı”, s.93. 917 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 44. 918 Tabakoğlu, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki Algılanışı”, s.93. 279 birlikte Geleneksel iktisat şöyle varsaymaktadır: Her birey kendi çıkarını maksimize etme hedefinde olduğunda toplumun çıkarı en üst düzeye gelecektir. 3. Homo economicus için ölçüt dünyevi menfaattir. Nefsine uygun olmayan bir fazileti yerine getirmek homo economicus’un tercih edeceği bir seçenek değildir. Şayet tercih ederse “çoğu aza tercih etme” ve “kendi dünyevi çıkarının azamileştirilmesi” prensipleriyle çelişki teşkil eder. 4. İslami dünya görüşü üç temel kavram üzerinde durur. Bunlar Tevhit ( Allah’ın Birliği), Halifelik ( insanların yeryüzündeki eşyanın yöneticisi olması ve bunlardan sorumlu olması) ve Adalettir.919 5. İslam kardeşlik, sosyo-ekonomik adalet ve tüm insanların hem maddi hem manevi ihtiyaçlarının dengeli ve ölçülü tatminine önem verir.920 6. Kâinat tesadüf eseri değildir. Tüm kâinat bir hedef için yaratılmıştır. Dünya yaşamı ve maddi ilişkiler ahirete hazırlık dönemini oluşturan bir imtihan sahasıdır.921 7. İslam, kâinatın dengesi, insanın dengesi ve toplumun dengesi olmak üzere üç yönlü bir dengeye dayanır. Kâinatın dengesini maddenin geçiciliği, mananın ebediliği sağlamaktadır..922 8. İnanç unsuru bir Müslümanın kainatı algılayışını belirlerken, İslâmi iktisadi doktrine göre tavır almasını sağlar923. 9. İslami iktisadi prensipler Kur’ân-ı Kerîm’e ve hadislere dayanmaktadır. Dolayısıyla İslam iktisadı “iman”a dayanmaktadır924. 919 Chapra, Islam and Economic Development, s. 5. Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 6. 921 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-19-20 922 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-22 923 Es Sadr, “İslam Ekonomisindeki Bazı Bağlantı Örgüleri”, s.1. 924 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 17-18 920 280 10. Kur’ân-ı Kerîm, bütün din ve ideolojilerin dayandığı esasların eksikliklerini tamamlayarak, insanın ruhu, ahlakı, maneviyatı ile birlikte siyasi ve iktisadi yaşamında rehber alacağı emir ve kanunlar getirmiştir.925 11. İslam iktisadı, Emeviler ve Abbasiler’de, Ortaçağ’da Türk Devletlerinde, Selçuklular ve Osmanlılar’da uygulama bulmuştur.926 Zihniyet açısından ahilik Osmanlı sisteminin Batı’dan farkını ortaya koymuştur. Batı medeniyetinin dayandığı burjuva zihniyeti iken Osmanlı’nın ekonomik ve sosyal sisteminin arkasında ahi zihniyeti vardır. Söz konusu zihniyet sebebiyle Osmanlı’da Batı’da olduğu gibi sömürü, sınıf ayrımcılığı gibi kavramlar gerçekleşmemiştir. Çünkü Osmanlı’da, Batı’daki kapitalist zihniyetin idealize ettiği “homoeconomicus” yoktur; ancak kanaatkar ve müteşebbis, toplum çıkarını kendi menfaatinden üstün tutan insan tipinin müşahhas örneği olarak ahiler iktisadi yaşamın ilk örgütleyicisi olmuşlardır.927 İslam toplumunda ahi zihniyeti olduğundan kapitalistleşmeye uygun değildir. Üreticinin karının, tüketicinin faydasının maksimizasyonu peşinde olduğu sınıf mücadelelerine dayalı sömürgeci zihniyet İslam toplumunun zihniyeti ile uyuşmaz. Fütüvvetin ahlaki esasları “içtimai dayanışma ve hizmet”, “herkese her zaman iyilik etme”, “Allah’ın kullarına sevgi gözüyle bakma”, “kimsenin kötülüğünü istememe”, “her zaman dostlarının durumuyla alakadar olma”, “cömertlik”, “samimiyet”, “hürriyet”, “her an tekâmül içerisinde olma”, “irade sahibi oma”, “tevazu”, “geçimli olma”, “hürmet ve merhamet”, “boş vakit geçirmeme ve lüzumsuz davranışlarda bulunmama”, “dürüst, faziletli ve iyi kalpli olma”yı içerir. 928 Bu esaslar Batı zihniyet esaslarına dayanan homo economicus aksiyomları ile çelişmektedir.929 12. İslam medeniyetinde sosyal yönden adalet düşüncesi, kardeşlik, hoşgörü, düşünceye saygı biçiminde temsil bulmuş, toplumun önemli değerlerine dikkat 925 Eskicioğlu, “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, s.13. Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 23,26 927 Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 10-11 928 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 47, 59-62. 929 Ahilikte din ve dünya yükümlülükleriyle ilgili olarak, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalış”929 Hadisine dayanan bir zihniyet hâkimdir. Özdemir, a.g.m., s.155. 926 281 edilmiştir. Çalışma ve hizmet etme dışında bir üstünlük kıstasına yer verilmemiş, yıkıcı eğilimler önlenmiştir.930 13. İslam medeniyetinde bilime değer verilmiş, öğrenciler cesaretlendirilmiş ve onlara burslar bulunmuştur. Ayırım yapılmadan öğrenim fırsatları verilmiştir. Bilim adamları saygı görmüştür.931 14. İslam’da insanın iktisadi davranışlarını Batılı manadaki akılcılık anlayışı yönlendirmez. Çünkü Batı kültürüne dayanan Geleneksel İktisadi zihniyet iktisadi insanın- homo economicusun-dünyevi kazanç için kendi çıkarını maksimumlaştırmayı hedeflediğini iddia etmektedir. 932 Bu zihniyete göre her birey bu şekilde davrandığında toplum için en iyi sonuca ulaşılacaktır. Ayrıca Geleneksel iktisat teorisi tarafından homo economicus’a atfedilen rasyonalite prensiplerine göre homo economicus’un tam bilgiye sahip olduğu, hata yapabildiği, ancak aynı hatayı ikinci kez yapmadığı varsayılır. Ancak akılcılığın “rasyonel insan aynı hatayı tekrar etmez” prensibi, 14 asır önce İslam Peygamberi tarafından tanımlanmıştır. 933 Buna rağmen bazı akımlar ve doktrinlerce din ile bilimin çelişki içinde olduğuna ve dini ve ahlaki prensiplerin akılcılıkla çatıştığına dair yanlış zihniyet esasları oluşturulmuştur. Buna ilave olarak İslami akılcılığa göre, her türlü tedbir alınır, sonra Allah’a tevekkül edilir. 934 Ve “akıl ile bulunamayanlar nakil (külli akil)935 ile çözülür.”936 Külli akıl ile kastedilen vahiydir. Toplumun menfaati bireyin menfaati ile çatışıyorsa toplumun menfaati tercih 937 edilir. İnsana ve topluma birlikte değer verilir. Bununla birlikte toplumsal zarar ile bireysel zarar karşılaştırıldığında bireysel zarar tercih edilir938. Bir başka deyişle “( bir süreliğine ya da bir anlık) çok sayıda hayır için az sayıda şer tercih edilir” kaidesine 930 Duri, a.g.e., s.114-115. Duri, a.g.e., s.115 932 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163. 933 Hadis’te “Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz. (Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)” (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.) http://www.kurandan.com/db/40hadis.htm 934 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163. 935 Bilgi için Bkz. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Küçük Sözler, s. 91. 936 Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 50. 937 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163. 938 Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.59 931 282 uyulması ile toplumun “çok hayır”, ferdin “az şer” olduğu anlaşılabilir. Ancak ferdi de feda etmemek mümkün ise, feda etmek zulüm olur. 939 İslami iktisat sisteminde “bireyin kendi ihtiyaçlarının tatmini peşinde olması” varsayımına “bireyin toplumun ihtiyaçlarını da önemsediğini”, zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayan kesime insanlar alaka gösterdiğini ve çevre, kısıtlı kaynakların muhafazası, istihdam seviyesi, ödemeler dengesi gibi bilgi sahibi olabilecekleri konularda, bir bütün olarak toplumun menfaati ile ilgili olduklarını eklemek gereklidir.940 Kur’an’da akıl sahibi olanlar “kâr-zarar” hesabı yaparlar. Geleneksel İktisat Teorisinde sadece dünyevi maksat ile yapılırken, İslam’da hem dünyevi hem Ahiret ile ilgili meseleler için yapılır. Dünyevi menfaatlerin fırsat maliyetinin hesabına dikkat etmek gereklidir. Hangi tercihin ne kadar menfaat ya da zarar getireceğini Allah belirleyip insanlara bildirmiştir. Buna göre bir Müslümanın tercih yaparken dikkate alacağı kıstaslar ilk olarak Allah’ın bildirdiği bilgilerdir. İktisadi yaşam, Yaratıcı tarafından programlanmış kainat düzeninin bir parçası olduğundan iktisadi tercihleri etkileyecek öğreti ve meseleler de Yaratıcı tarafından belirlenmiş ve insanlara iletilmiştir. 15. Kur’an iktisat için tarif yapmıştır. İktisadın maksadını, ön koşulunu ve kanaat etmenin ne olduğunu açıklamıştır.941. Zarar ve menfaat getiren tercihler kategorisi insanlara Allah tarafından açıklanmıştır. Ancak, Allah’ın yasakladığı zarar getirici, haram, “israfa dönük” girişimlere, Geleneksel iktisadi zihniyetin hakim olduğu ekonomik sistemlerde izin 939 Kur’an tefsirinde,“Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için feda edilmez.”, “Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez.” denilmiştir. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Mektubat, s.53,54. 940 Siddiqi, a.g.m., s. 25. 941 Kur’an’ın tarif ettiği iktisat için öz olarak söylenebilecek tariflerden bazıları şöyle olabilir: “Allah’tan başka kimsenin minneti altına girmemek maksadıyla iktisad etmek” ve “iktisad edebilmenin ön koşulu gönül tokluğu ve muhtaç olmadan zengin olabilmek, elindeki ile yetinmektir.” “İktisad nimete karşı yapılan kârlı bir hürmet olduğundan ve israf da şükrün zıddı olduğundan, israf etmek nimete karşı hürmetsizliktir. Nimete teşekkür etmek ise memnuniyeti ifade etmek ile olacağı için, o nimetten güzel bir istifade etmek, yani kanaat etmek, tam kapasite kullanmak gereklidir. İktisad ve kanaat etmek ile uygun hareket sağlanmış olur” Bilgi için bkz. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Tarihçe-i Hayat, s.14; Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Lem’alar, s. 140. 283 verilmektedir. 942 Allah insanların zararına olacak bir şeyi yarar olarak göstermez ve yararına olan bir şeyi zarar olarak göstermez. Çünkü böyle bir durum O’nun “her işi hikmetli görüyor olması”na aykırıdır. Bununla birlikte itidalli yoldan ayrılarak kişisel çıkarı azamileştirme meselesi İslam’da tevekkül anlayışına da ters düşmektedir. 16. İslâm, Kapitalizm ve Marksizm doktrinlerinin ortak tek noktası üretimin artırılarak doğadan mümkün olan en yüksek oranda yararlanmaktır943. İslam iktisadının neoklasik İslami iktisat olarak değerlendirilmemesi gerekir. İslami zihniyeti benimsemiş insanın iktisadi davranışlarını Batı kültürünün faktörleri belirleyecek olursa zihni berrak olmayacağından tercihleri de çelişkili olacaktır.944 17. Bireyin yaşamının ihtiraslarına bağlı olmaması ve bunların uşağı olmaması gerekmektedir. İslam maddeyi, hükmedilen bir unsur olarak görüp onu yönetirken, materyalist sistemler maddenin topluma hükmeden yegâne faktör olduğunu iddia etmişlerdir.945 İktisadi motivasyonu bireyin materyal tatmininin maksimizasyonu olarak gören faydacı yaklaşımı İslam iktisadı reddeder. İslam’da, insanın amacı Allah’a hizmet etmektir. Materyal malların elde edinimi amaç değil araçtır.946 18. İslami iktisadi insanın için birbiriyle bütünlük içinde temel altı aksiyom türetilebilir: Allah’ın rızasını kazanma niyeti ve hedefi ile tercih yapmak (1), bireyci olmamak; Allah’ın kullarına hizmet şuuruyla çalışmak (ve toplumun çıkarını kendi çıkarına tercih etmek), dünyevi menfaatini azamileştirme hedefinde olmamak (2), kul hakkına saygı göstermek, yoksulun hakkını vermek, mazlumu korumak ve ona yardım etmek (3), maddi ihtiraslarının esiri olmamak-haz peşinde koşmamak, kanaatkâr olmak; İslami ölçülere uygun girişimci olmak ve israf etmemek (4), her türlü tedbiri alarak Allah’a tevekkül etmek, cihazlarından biri olan aklını Allah için kullanmaya gayret etmek, aynı hatayı tekrar etmemek suretiyle İslami rasyonaliteye dayanmak (5), ekonomik faaliyetleri ibadetlerin yerine getirilmesinde kolaylaştırıcı hale getirmek, İslam ahlakı ile çatışan ekonomik faaliyet ve kurumlara dâhil olmamak (6). 1 numaralı 942 “Bazı Normatif Kaideler”, The Group of Islamic Economy, s.2. “İslam Ekonomisinde Üretimin Konusu ”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 8 Nisan 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-uretimin-konusu/ 944 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 8. 945 Cemal, a.g.e., s. 16. 946 Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 180. 943 284 olan diğerlerini gerektirmektedir. 2’den 5’e kadar sayılanlar 1 numaranın gerçekleşmesine hizmet vermektedir. Geleneksel iktisadi zihniyete göre kabul edilen insan varsayımının- homo economicus’un- İslam dininin iktisadi doktrini perspektifiyle geçersizliği ortaya konmuştur. Homo economicus aksiyomlarının Kainatın Yaratıcısı tarafından uygun görülen İslami iktisadi kanun ve kaideler ile uyumsuz olduğu ispat edilmiştir. İkinci Netice: 1. İslami iktisadi sistem Müslüman Dünyasının her hangi bir kısmında hüküm sürmemektedir. Müslüman ülkeler iktisadi sorunlarını hâkim sistemlerin seküler perspektiflerinin geliştirdiği politikalar ile çözmeye çalışmaktadır.947 2.Özdemir, “Anglo-Sakson geleneğinin ‘ruhsuz’, ahlakının hesabını kendisinden başka kimseye vermeyen menfaatçi” homo economicus’u için yeni muhafazakârların bulduğu formül, yeni bir düzene geçişe dayanır ancak bunun “otoriter yönelimli” olması ve iyi işlenmiş gerçekliğe dayanmayan öneriler içermesi eleştiri alabileceğini ifade etmiştir.948 3. Gelişmekte olan ülkeler kadar zengin kapitalist ve sosyalist ülkeler de, seküler Aydınlanma dünya görüşüne dayalı stratejiler marifetindeki verimlilik ve hakkaniyet hedeflerini eş zamanlı olarak kavramakta kabiliyet gösterememişlerdir. İslam Dünyasının adapte olacağı sistem dengesizlikleri ortadan kaldırmakla yetinmemeli, verimlilik ve hakkaniyet hedeflerinin eş zamanlı gerçekleşmesini sağlayacak kaynakların dağılımını gerçekleştirecek bir kabiliyete sahip olmalıdır. Sistemin kapasitesi, katılımcılarının prensiplerine bağlı kalmaları konusunda motive edecek ve katılımcıların yalnızca kendi menfaatleri için değil toplumun menfaati için elinden gelenin en iyisini yapmalarını sağlayacak güçte olmalıdır. 949 947 Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 9. Özdemir, a.g.e.,s.160. 949 Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 199. 948 285 SONUÇ Batı dünyasının iktisadi sorunlara bakış açısının temeli ilk olarak, Antikçağ Roma ve Yunan kültürünün bireyciliği ve hazcılığı savunan düşünce akımlarından etkilenmiş, Ortaçağda feodalizmin çöküp ticaretin canlanmasıyla kapitalizme doğru gelişmiş, Merkantilist doktrin ve sonrasında “özgür” bireyciliğin zihniyetlerde belirgin biçimde egemen olmasıyla liberal felsefenin etkisi altında olan klasik ve neoklasik iktisadi doktrinler oluşturulmuştur. Bunların ortaya çıkardıkları ilk sorunlara materyalist felsefenin etkisi altında olan Marksizm doktrin çözüm olarak ortaya konmuştur. Batı kültüründe sosyal bilimlerin gelişimi sosyal olguların kompleksitesinde ve doğa bilimlerinin gölgesinde kalmıştır. İnsanın doğası ve hayattaki rolü Batılı sosyal bilimler açısından çok sıkıntılı bir sorun olmuştur.950 Geleneksel (hakim) iktisadi zihniyet; metodu, temeli, toplumların işleyiş tarzını açıklayan yaklaşımı, insan davranışları ile ilgili varsayımları “insan aklı ile kainatın kanunları bulunabildiğini” iddia eden Doğal Kanun felsefesine dayalı iktisadi liberalizm felsefesinin ürünü olmuştur. İktisadi liberal görüş salt akılcılık ve deneycilikten etkilenmiş ve liberal iktisatçılar kendi duyuları ve mantıklarını kullanarak gözlemler saptamışlar ve insan davranışları ile ilgili varsayımlar yapıp gerçekleri hangi ölçüde açıkladığı belirsiz teoriler kurarak, evrensel kılmışlardır. 951 “Birey”in ve “bireysel hürriyet”in her şeyden üstün tutulduğu liberal sistemin esasları bireysel özgürlük çerçevesinde gerçekleştirilen, bireyin menfaatini maksimum seviyeye çıkarabilme amacıyla yapılan faaliyetler oluşturmaktır. Bireyin menfaati en serbest şekilde gerçekleştirilebilmelidir. Sistemin zihniyeti bireyin çıkarına dayanır. Bu zihniyet yapısına göre “insan” piyasa için çalışır.952 Ancak “Tüm liberal iktisatçıların zihniyet esası birey ve bireysel özgürlüktür. İktisadi faaliyetler bireyin menfaatini maksimum seviyeye çıkarabilme amacıyla yapılır.” Ve “Bu zihniyet yapısına göre “insan” piyasa için çalışır.”” esasları çelişki 953 ortaya koymaktadır. 950 Braima, a.g.m., s. 9-10. Kazgan, a.g.e.,s.55-56. 952 Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 38-39. 953 Çelişki çalışmanın ilgili bölümünde açıklanmıştır. 951 286 Neoklasik iktisat teorisinde de, bu yaklaşımın bütününün temelini teşkil eden, hazcı insan doğası anlayışı ve toplumun bireyci anlayışıdır. Neoklasik iktisatçı için bir faaliyet ancak piyasada birilerine fayda yaratıyorsa önemlidir. İktisadi işlemlerin toplumsal saadete ya da refaha katkı yapıp yapmaması sorun olmamıştır; teori için önemli olan sadece bu işlemlere katılan bireylerin işlemlerinden fayda/tatmin sağlayıp sağlamadığıdır.954 Doğa bilimlerinin toplumsal modellemeler için kaynak alındığı Avrupa’daki Aydınlanma ( 15.-18.yüzyıllar) akımının doğduğu Hıristiyan dünyasında dinin yerine akıl üstünlüğü ve Allah yerine insan inanç merkezi kabul edilmiştir. Darwinci dünya görüşünü yansıtan doğa kanunları esaslarının kabulü görüşünün iktisadi zihniyete yansıması “liberal felsefe” olarak gerçekleşmiş ve iktisadın bu felsefi zihniyet yapısı insanı homo economicus olarak tanır ve tanıtmıştır. Karakteristiği ise “kişisel çıkarının maksimumlaşması amacında olan bir homo sapiens” olmasıdır.955 Geleneksel iktisadi zihniyet, Materyalist ve Liberal Felsefenin güç aldığı “Evrimci kabul”e dayanmaktadır. Buna göre bir “Homo Sapiens iktisadi ortamda bir Homo Economicus’tur”. Bir başka deyişle “her Homo economicus bir Homo Sapiens’tir”. Böylelikle kainatın bir Yaratıcısı olduğu ve yaratılmadan önce mükemmel hesaplar ve hikmetler ile -el-Adl (C.C.), el-Hakîm (C.C.) isimlerinin muktezası ile- planlanmış ve tasarlanmış olduğunu reddeden bir zihniyete dayalı esasların Ahiret inancını inkar edeceği açıktır. Buna göre, söz konusu iktisadi Homo Sapiens Ahiret için iş yapmayacaktır. Ahiret’te kazanacağı ya da kaybedeceği bir durumu hesaplarına katmaz. O sebeple tüm derdi azami ve peşin dünyevi menfaattir. Dünya sevgisi olduğundan, ölmeyi hiç istemeyeceği için ve ölümden sonrasının kendisi için bir sorun teşkil etmemesinden dolayı, ömründe uzun gelecek hesapları yaparak elde etmek istediklerinin maksimizasyonu için kendi menfaatine yönelik azami çaba sarfedecektir. Ayrıca Geleneksel iktisat teorisinde “insan aklının her şeyi çözebileceği iddiasıyla duygu, his ve adetlerden bağımsız davranış modelleri ile kişiliksizleştirilmiş bir rasyonellik” varsayımı kabul edilmektedir. 954 Clark, a.g.m., s. 9-10. Tabakoğlu, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki Algılanışı”, s.93. 955 287 Geleneksel iktisadi zihniyet “çoğu aza tercih eden”, “kendi menfaatini her şeyin üstünde tutan bencil” bir homo sapiens’i kabul ettiği için “orta yolu tutma” ve Geleneksel iktisadın modellerinde bir sorun olan optimizasyonu gerçekleştirme durumu mümkün değildir. Bu zihniyet esasları iktisadi sorunları kendi içinde tezat oluşturacak şekilde bir yaklaşım ile ele almaktadır. Basit bir ifadeyle, günümüzde “karmaşık iktisadi modellerin bilimsel geçerliliği için uydurulmuş “iktisatçıların IQ seviyeleri ile sınırlı” 956 hiperrasyonel iktisadi insan kabulü” ile bu insan için “üç muz meyvesini iki muz meyvesine tercih eden evrimleşmiş egoist maymun” kabulü, çelişki teşkil etmektedir. Buna ilave olarak, Thaler’in, “From Homo Economicus to Homo Sapiens” makalesinde belirttiği üzere aslında rasyonel ve duygusuz bireylerden model kurmak yarı-rasyonel ve duygusal bireylerden model kurmaktan daha kolaydır957. Kendini tüketime ve daha fazlasını arzulayan hazcı zihniyete teslim etmiş homo economicus veya “içi etik olarak boşalmış rasyonel insan” varsayımının zihinlerde teşkil ettiği kirlilik nedeniyle Geleneksel iktisat teorisi krizden çıkamamaktadır. Geleneksel İktisadi zihniyetin dayandığı Batı ve Batı’ya endeksli ekonomilerin kurtuluş reçetesini yeniden keşfetmek şart haline gelmiştir.958 Ortadoğu dinlerine göre insan ve insanın iktisadi yaşamdaki gayesi kendini hedonistik zihniyete teslim etmek ya da sınırsız bir iktisadi özgürlük anlayışı içerisinde arzularını tatmin peşinde koşmak değildir. İnsan dünyaya maksimum haz elde etmeye gelmemiştir. İnsan bir makine ya da bir hayvanın doğal seleksiyon sonucu hayatta kalan ve birdenbire şuur kazanan bir türü değildir. Ortadoğu dinlerine göre- Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam- kâinattaki her şey ve insan Allah tarafından belirli bir amaç için yaratılmıştır. İnsan imtihan sahasında “iyi” ve “kötü” arasında tercih yapacak, bu tercihleri değerlendirilecektir. Değerlendirme neticesinde tercihlerin karşılığı vardır. Değerlendirmede esas tutulan kıstaslar ise, Allah tarafından bildirildiği için insan tercih edeceği seçeneklerden ve tercihlerini değerlendirmedeki ölçütlerinden ve bu ölçütleri nasıl kullandığından sorumlu tutulacaktır. Bu tercihlerin arasında bulunan iktisadi sahadaki seçenekler için de kanun ve kurallar belirtilmiştir. Tercihleri yaparken Ahirette 956 Thaler, a.g.m., s. 134. Thaler, a.g.m., s. 140. 958 Özdemir, a.g.e.,s.159. 957 288 görülecek karşılık unutmamalıdır. Her amelin ahirette baki bir karşılığı olacağına göre aldatıcı ve geçici dünyevi yani fânî faydalar (ve /veya zararlar) getiren seçeneklerin tercihi -eğer Semavi dinler dairesinde uygun kabul edilmiyorsa-rasyonel bir davranış değildir. Tercihlerden en uygun düzeyde fayda elde etme kısıtı sadece dünyevi sebepler değildir. Üç dine göre insan, (iktisadi) tercih yaparken dünyevi menfaati ile tercihinin Ahiret’teki karşılığı arasındaki fırsat maliyetlerini inceler. İnsanın rasyonel davranış sergileyip sergilemediği bu kıstasa bağlıdır. Kur’an dünya hayatının Ahiret hayatına tercih edilmesi durumu hakkında mükemmel (yalnızca iktisadi açıdan değerlendirilecek olsa bile) bir açıklama getirmiştir959. Hıristiyan öğretisi de insanların, içtimai amel lezzetinin ve uzun-dönem hedeflerinin hazır çıkarlardan üstün olduğunun farkına varmalarını sağlamaktadır.960 Yahudi öğretisine göre Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için sahip olunan mülkler yine Tanrı’nın buyruklarına uyma hedefi için araç olarak kullanılmalıdır.961 Yahudilik inancına göre yeryüzü ve orada olan her şey Allah’a aittir. İnsan sahip olduklarının vekili ve muhafızı olarak ancak bunlara nezaret eder.962 Kutsal Kitap öğretisine göre, insanın yaratılışının bir gayesi vardır. 963 Tek kriter ekonomik büyüme olsaydı ve insanlar yalnız bireyler olarak kabul edilseydi, Neo-klasik teori hem yeterli hem de ciddi anlamda başarılı sayılabilirdi. Ancak Luka 4:4’te “İsa, “ ‘İnsan yalnız ekmekle yaşamaz’ diye yazılmıştır” karşılığını verdi” buyrulmuştur. 964 İslam’a göre kâinat Allah tarafından tasarlanmış ve yaratılmıştır. Allah, her şeyi bir maksat ile yaratmış, bu maksat insanın bir parçasını oluşturduğu kâinatın var oluşuna mana ve değer vermektedir.965 Yeryüzünde insanın halifelik görevi vardır. Enam Suresi 165. Ayette “O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hakim kimseler) yapan, size verdiği nimetler 959 Kur’an tefsirinde “Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için hayvana benzer. Öyle ise, insanın iki maaşı var: Biri; cüz’îdir, hayvanîdir, muacceldir. İkincisi; melekîdir, küllîdir, müecceldir.” ““Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.” denilmiştir. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Kastamonu Lâhikası, s.104; Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Sözler, “Yirmidördüncü Söz”, s.357. 960 Woehrling, a.g.m., s.209 961 Sombart, a.g.e., s. 198. 962 Goldstein, a.g.m., s.88. 963 Mackay, a.g.e., s.79. 964 Johnston, a.g.m., s.22. 965 Chapra, Islam and Economic Development, s. 5. 289 konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” buyrulmuştur. Kullanıma verilen kaynaklar birer sorumluluktur. İslam iktisat sistemi insana hem maddi hem manevi alanda başarılı olabilmesi için tutarlı ve uyumlu bir düzen sağlaması sebebiyle insanı, Geleneksel iktisadi sistemlerin zihniyet yapısının kabul ettiği gibi “ekonomik yaratık” olarak değil, “sosyal-manevi yaratık” olarak ele alır.966 İslam’ın insan için “beden ve ruh” olduğu görüşü yüzyıllar evvel Kur’an ile ortaya konmuştur967. Beden ve ruh arasında bir irtibat vardır. İnsan, bilgisayar tarafından kontrol edilen bir robot olarak tercih yapan bir yaratık değildir. İslam maddenin mananın emrinde olduğu esasını ilan etmiştir. Buna göre insan, “bir robot” veya “içinde hayalet gibi bir şey olan bir makine” ya da “adi bir maddeden meydana gelmiş organize bütünlük” değildir. Yahudi kanunu insan ile Tanrı, insan ile insan, insan ile doğa gibi mümkün olan tüm ilişkiler için davranış kuralları meydana getirmiştir. Musevi dininde hayatın hedefi Tanrı’nın buyruklarına uymaktır. Dünyevi mülkü elde etme amacıyla elde etmeye gayret göstermek budalalık olarak nitelendirilmiş ve Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için sahip olunan mülkler O’nun buyruklarını gerçekleştirme hedefi için araç olarak kullanılmalıdır.968 “A Christian Critique of Economics” adlı makalesinde Johnston’ın ifadesine göre, “doğru/gerçek ilişkiler” cihetiyle insanlar arasında, Tanrı’ya bağlı insanlar ile Tanrı arasında ve yaratılmış olan diğer şeyler ile olmak üzere İncil’de adalet anlayışı çok farklıdır.969 İslam’ın dayandığı denge fikrinin, kâinatın dengesi, insanın dengesi ve toplumun dengesi olmak üzere üç yönü vardır. Kâinatın dengesini maddenin geçiciliği, mananın ebediliği sağlamaktadır. Enfal Suresi’nde buyrulduğu üzere, kâinatın yaratılış nedeni insanın imtihan edilmesidir. İslami iktisatta insan dengesi, insan-toplum dengesi ve insan-kainat dengesi çok önemlidir. Madde ruhun emrine 966 Mannan, “İslamda Sermaye Teorisi ve Faizsiz Bir Ekonomi Olanağı”, s.1. Braima, a.g.m., s. 11. 968 Sombart, a.g.e., s. 198. 969 Johnston, a.g.e., s.20 967 290 verildiğinden, insan maddi denge için aşırılıklardan kaçınmalıdır. Madde, Allah rızasına uygun biçimde kullanıldığında kıymetlidir. Çünkü madde imtihan vasıtasıdır. 970 Kutsal Kitap’ta kaos manası içeren raslantıya cevap mevcuttur. Yaratılış 1:2’de “Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu.” buyurulmaktadır. “İnsan kura atar, Ama her kararı RAB verir.”971 ayetinden Allah’ın tüm olayların Rab’bi olduğu anlaşılmaktadır. 972 Semavi dinlerin ortak görüşüne göre her şeyi (ve doğayı da) yaratan Allah’tır. Allah, hiçbir şeyi rastlantıya ya da doğaya bırakmaz; her şeyi hesaplamıştır, insanları, onların ihtiyaçlarını yaratmıştır ve besinlerini de hesaplamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Kamer Sûresi 49. Ayette, “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” buyrulmuştur. 973 İslam kâinatın tesadüf eseri olmadığını bildirmiştir. Tüm kâinat bir hedef için yaratılmıştır. Dünya hayatı ve maddi ilişkiler ahirete hazırlık dönemini oluşturan bir imtihan sahasıdır.974 Üç Semavi din, “pozitif marjinal fayda” meselesine şöyle cevap vermektedir: Tevrat’ta Yaratılış 3’de, “ “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.” Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.” Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi.” buyrulmuştur. İncil’de 2. Korintliler 11’de, “Ne var ki, yılanın Havva’yı kurnazlığıyla aldatması gibi, düşüncelerinizin Mesih’e olan içten ve pak adanmışlıktan saptırılmasından korkuyorum.” buyrulmuştur. Ta Ha Suresi 117. Ayette şöyle buyrulmuştur: “Biz de şöyle dedik: "Ey Adem! Şüphesiz bu (İblis) sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun." 120. Ayette “Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: "Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?"” buyrulmuştur. 970 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-22,48,49,51. Süleyman’ın Özdeyişleri, 16:33 972 Mackay, a.g.e., s.58. 973 Kantakji, a.g.m., s. 4-7. 974 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-19-20 971 291 Yuengert, bu tercihin şüphesiz olarak Hz. Havva’nın fayda fonksiyonunda pozitif marjinal faydaya sahip olmadığını ve onu arzulamasının bir tuzak ve bir aldatma olduğunu ifade etmiştir.975 Braima, “A Qur’anic Model for a Universal Economic Theory” isimli çalışmasında ulaştığı sonuçlardan birini şöyle ifade etmiştir: İnsan yaşamının iktisadi alanı, MPC’nin (marjinal tüketim eğiliminin) temelini oluşturduğu imtihanın doğal akışını sürdürdüğü başlıca alanlardan biridir. Bu imtihan insanın dünyada ekonomik kaynakları yönetirken bu kaynakların gerçek sahibine şükranını sunma koşullarını yerine getirip getirmediği esasına bağlıdır.976 Braima’ya göre, evvelde insanın test edilişi, her birinin hem fayda hem de zarar (disutility) içerdiği iki tüketim örüntüsünden oluşmuştur. İlk örüntü Allah tarafından kurallarıyla belirlenmiştir ve içerdiği fayda, lezzete ilave olarak Cennet’te daimi bir ikamettir. Diğer örüntü, İblis (insanın bariz düşmanı) tarafından öne sürülmüş ve fayda gibi görünen hayatta ve saltanatta ebediyet getirdiği iddiası taşıyan yeni bir tüketim türünün keşfidir. Braima şöyle devam etmiştir: İlk örüntünün içerdiği zarar insanın iradesini kullanmaktan aldığı acıdan ve Yaratıcı’sına itaat etme sağduyusundan ve yeni zevkler için arzularını devam ettirmeden kaynaklanır. İkinci tüketim örüntüsünün içerdiği zarar ise Allah tarafından Hz. Adem’e vaat edilmiş olan ızdıraptır. Ancak hikmeti destekleyen apaçık seçeneğe rağmen zevk arzusu, irade ve sağduyuya boyun eğdirmiş ve kutsal ikametteki insan Yaratıcısına itaat etmemiş ve testi geçememiştir.977 Üç din de bireyciliğe, bencilliğe, zayıfı/yoksulu görmezden gelmeye, “güçlünün zayıfı ezmesine” şöyle bakmıştır: Kitab-ı Mukaddes’te Eski Antlaşma bölümünde, Süleyman’ın Özdeyişleri 28’de, “Yoksula verenin eksiği olmaz, Yoksulu görmezden gelense bir sürü lanete uğrar.”, Mezmurlar 41’de, “Ne mutlu yoksulu düşünene! RAB kurtarır onu kötü günde.”, Süleyman'ın Özdeyişleri 22’de, “Cömert olan kutsanır, Çünkü yemeğini yoksullarla paylaşır.” buyrulmuştur. Bu ayetlerden anlaşılabileceği üzere insan için bireyci olmanın aksine yoksula yardım, paylaşma, cömertlik gibi karakteristikler uygun görülmektedir. Luka 12’de (Akılsız Zengine İlişkin Simgesel Öykü) bölümünde, ayetlerin devamında şöyle buyrulmuştur: “Ama Tanrı ona, ‘Ey 975 Yuengert, a.g.m., s. 35. Braima, a.g.m., s. 8. 977 Braima, a.g.m., s. 5. 976 292 akılsız adam, canın bu gece senden isteniyor’ dedi, ‘Biriktirdiklerin kimin olacak?’ “Kendi yararına mal biriktiren ama Tanrı önünde zengin olmayan insanın durumu budur.” buyrulmuştur. Bireysel ve toplumsal olarak, Allah’ın verdiği emanetler ortak yarar için tertip edilmelidir. Dolayısıyla sahih olan iktisat politikaları Allah tarafından verilen tertip sorumluluklarına sadakat icbar etmektedir.978 Luka 10:25-27, şöyle buyurulmuştur: “Yasa yorumcularından biri ayağa kalktı, İsa’yı deneyerek, “Öğretmen” dedi, “Sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmalıyım?” İsa, “Ruhsal yasada ne yazılmıştır?” diye sordu, “Sen nasıl yorumluyorsun?” O da şöyle yanıtladı: “ ‘ Tanrın Rab’bi tüm yüreğinle, tüm canınla, tüm gücünle ve tüm anlayışınla seveceksin. İnsan kardeşini de kendin gibi seveceksin.’” 979 Bu ayetlerden anlaşılabileceği üzere Hıristiyanlık’ta insan için “kendi yararına mal biriktirme”nin yani bireyciliğin aksine ortak yarar ön plana alınmış, “insanın kardeşini kendisi gibi sevmesi” uygun görülmüştür. Birinin başkasını kendi gibi sevmesi, kendisi için istediğini başkası için de isteyebilmesini gerektirir. Bu sebeple bireycilik Hıristiyanlık öğretisine göre kabul edilebilir bir esas değildir. Ayrıca kendi yararına mal biriktiren birey için “Tanrı önünde zengin olmayan” ifadesi kullanılmıştır. Bu ayetten bireyciliğin kazandıracağı varlığın Tanrı önünde bir zenginlik ifade etmediği anlamı çıkarılabilir. Bireyciliğe dayalı olmayan, toplumsal dayanışmacı bir sistemin hâkim olduğu İslam’da ekonomik ve sosyal ilişkiler ve bunların düzenlemeleri dini hükümlerden bağımsız değildir.980 İslam kardeşlik, sosyo-ekonomik adalet ve tüm insanların hem maddi hem manevi ihtiyaçlarının dengeli ve ölçülü tatminine önem verir.981 Kur’an-ı Kerim’de Maide Suresi, 2. ayette “İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” buyrulmaktadır. Bu sebeple İslam’da, istikrar, sosyal barış ve dayanışma esasına dayalı olarak iktisadi 978 Cox, a.g.m.,s.4. Cox, a.g.m.,s.4. 980 Özdemir, a.g.e., s.154. 981 Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 6. 979 293 büyüme veya kalkınmanın gerçekleşmesi esastır.982 Ayrıca ayetten anlaşılabileceği üzere bireycilik değil yardımlaşma (ancak iyilik ve takva üzere) emredilmiştir. İslami iktisat sisteminde “bireyin kendi ihtiyaçlarının tatmini peşinde olması” varsayımına “bireyin toplumun ihtiyaçlarını da önemsediğini” eklemek gerekir. Özellikle zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayan kesime insanlar alaka gösterir; çevre, kısıtlı kaynakların muhafazası, istihdam seviyesi, ödemeler dengesi gibi bilgi sahibi olabilecekleri konularda, bir bütün olarak toplumun menfaati ile de ilgilidirler.983 İslami zihniyetten güç alan Ahilik esaslarına göre içtimai dayanışma ve hizmet esasına göre halkın menfaati olan şeyler, kulluk adabı gözetilerek, yerine getirilir. Kardeşlerin rahatı kendi rahatına tercih edilir ve kardeşlerin karşılaştığı problemler ile mücadele edilir.984 Ahilik esasları ile Geleneksel iktisadın bireycilik anlayışının uyuşmadığı açıktır. Üç dinin genel olarak maddeciliğe/mülk edinmeye bakış açısı Geleneksel iktisadi zihniyetin varsaydığı ve zihinlere dayattığı gibi değildir. Şöyle ki: Kitab-ı Mukaddes’te Zebur’da, Vaiz 5’te, “Parayı seven paraya doymaz, Zenginliği seven kazancıyla yetinmez. Bu da boştur. Mal çoğaldıkça yiyeni de çoğalır. Sahibine ne yararı var, seyretmekten başka? Az yesin, çok yesin işçi rahat uyur, Ama zenginin malı zengini uyutmaz.” buyurulmuştur. Mezmurlar 73’te, “İşte böyledir kötüler, Hep tasasız, sürekli varlıklarını artırırlar.”,, Mezmurlar 37’de, “Doğrunun azıcık varlığı, Pek çok kötünün servetinden iyidir.” buyrulmuştur. Eski Antlaşma’daki bu ayetlerden mal çokluğunu sevmenin, varlık artırma peşinde olmanın iyi görülmediği anlaşılabilir. İncil’de, “ Kuşkusuz, elindekiyle yetinen için Tanrı yolu çok büyük kazançtır. Çünkü dünyaya hiçbir şey getirmedik, ne de herhangi bir şey götürebiliriz. Ama yiyeceğimiz, giyeceğimiz varsa, bunlarla yetinelim. Zengin olmaya özenenler ise denenmeye düşer, bir sürü akılsız, yararsız tutkunun tuzağına yakalanırlar. Bunlar insanları yıkıma ve mahva götürür. Çünkü tüm kötülüklerin kökü para sevgisidir. Kimileri zenginliğe imrenip imandan saptılar ve pek çok üzüntüyle kendilerini içler acısı bir duruma 982 Atılgan, a.ge., s.94-95 Siddiqi, a.g.m., s. 25. 984 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 59,60. 983 294 düşürdüler.”985 buyrulmuştur. Luka 12 ‘de, “Sonra onlara, “Dikkatli olun!” dedi. “Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir.” buyrulmuştur. İncil’den alınan bu ayetlerin “insanın yaşamının mal çokluğuna bağlı olmaması, elindekiyle yetinme, zengin olmaya özenme, para sevgisinin tüm kötülüklerin kaynağı olması” gibi meselelerin iktisadi maddecilik/materyalizm görüşüne verdiği cevap açıktır. İslam maddeyi, hükmedilen bir unsur olarak görüp onu yönetirken, materyalist sistemler maddenin topluma hükmeden yegâne faktör olduğunu iddia etmişlerdir.986 Ahilikte din ve dünya yükümlülükleriyle ilgili olarak, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalış”987 Hadisine dayanan bir zihniyet hâkimdir.988 İktisadi motivasyonu bireyin materyal tatmininin maksimizasyonu olarak gören faydacı yaklaşımı İslam iktisadı reddeder. Materyal malların elde edinimi amaç değil araçtır.989 İslam iktisadının hedefi maddi eğilimlerin tatmininden ziyade bunlara esir olunmasını engellemektir. Ekonomik aktiviteler insanın yaratılış gayesi olan ibadete mani olmamalıdır. Zariyat Sûresi 56. Ayette, “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurulmuştur. 990 Tüm varlıklar Allah’a aittir ancak varlıkların kullanımı konusunda insanların mesuliyetleri vardır; bu sebeple özel mülkiyet hakkı tanınır. 991 İslam’da asıl amaç Allah’a kulluktur. Dünyevi yaşam Allah’ın rızasını kazanabilme amacıyla düzenlenmelidir. İslam bu hedefe uygun kuralların düzenlediği bir iktisadi sistem inşa etmiştir. İslami iktisadi sisteme göre bireysel tatmin için madde elde edinimi yanlıştır. Çünkü insanın, dünyaya geliş sebebi onun imtihanı olduğundan ve sahip olduklarının imtihan vesilesi olmasından kaynaklanan durumu gereği mal elde edinimi ancak ve ancak Allah’ın rızasını kazanma amacıyla gerçekleştireceği amellere yardımcı nitelikte veya bu amaca engel olma halini taşımayan bir özellikte ve ölçüde olmalıdır. 985 Kutsal Kitap ve Deuterokanonik (Apokrif) Kitaplar, Yeni Antlaşma (İncil), Pavlus’tan Timoteos’a 1.Mektup, 1.Timoteos,6: Para Sevgisi, Kitabı Mukaddes Şirketi, 1. Basım, İstanbul Ekim 2003, s.303304. 986 Cemal, a.g.e., s. 16. 987 http://www.risaleonline.com/makale/hic-olmeyecekmis-gibi-dunya-icin-yarin-olecekmis-gibi-ahireticin-calismak2 988 Özdemir, a.g.e.,s.155. 989 Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 180. 990 Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163. 991 Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 181. 295 “Bir özel hakkın kullanılmasının diğer insanları fahiş surette zarara uğratmaması” İslam’da mülkiyet hakları kullanımı ile ilgili hükümlerin en önemlilerinden bir tanesidir. İslam’da toplum refahına engel teşkil edebilecek özel mülkiyete ya da özel girişime mani olunur.992 Gazâlî’ye göre servetin iyi ya da kötü olarak değerlendirmesinin yapılabilmesi için “zamana, mekâna ve şahıslara” göre analiz yapılmalıdır. Gazâlî, malın insanı asıl hedefinden saptıracak bir faktör olma durumundan çıkması için, “malın, varlığı ya da yokluğundan sevinecek ya da üzülecek bir hal ortaya çıkarmamasını” önermiştir. 993 994 Geleneksel iktisat, “yanlış/doğru” gibi değerlendirme yapamayacağından, insanların iyiliğe yöneldiğini tespit edecek bir çıkar yol sağlayamadığından sayısal olmayan durumların önemini belirleyememektedir. İktisat, kıt kaynak seçenekleri arasında rasyonel insan davranışlarının incelenmesi olarak tanımlanırsa toplum refahı amaç, insan davranışları yalnızca araç haline gelmektedir.995 İnsanın yapması gereken elindeki kıt kaynakları kendisine en çok menfaat getirecek iktisadi kullanım alanlarına dağılımını sağlamaktır. İnsan, tüketici veya üretici olarak iktisadi işlemcidir. Seçenekler arasında karar vericidir.996 Tam bilgiye sahip homo economicus gelecek ile ilgili durumlar için belli bir yanılgı payı ile kestirim yapabilir. Ekonomik konularla ilgili eksiksiz enformasyona sahiptir. Homo economicus’u tüketici veya üretici olarak piyasada aldatmak imkân dâhilinde değildir.997 Seçici homo economicus alternatifler arasında değerlendirme yapabilecek bilgiye ulaşma yeteneğine sahip 998 olarak tercih yapar ve mümkün olan en iyiyi seçer. Ancak bir durumun optimum olabilmesi için getiri gibi bir ölçüt 992 Atılgan, a.g.e., s.52,53,103 Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 82-83. 994 Amr İbni Tağlib, Hz. Muhammed (A.S.M.)’a ganimet malları veya esirler getirildiğini ve Kendisinin bunlardan bazı kimselere verdiğini, bazılarına vermeden dağıttığını söylemiştir. Kendilerine mal verilmeyenlerin söylenmeleri üzerine “Allah’a yemin olsun ki ben kimilerine veriyor kimilerine vermiyorum. Aslında mal vermediğim kimseler verdiklerimden daha sevgilidir. Ben bazı kimselerin kalplerinde (mala karşı) sabırsızlık, aşırı tamah gördüğüm için veririm. Bazı kimseleri de Allah’ın kalplerinde bıraktığı kanaate ve hayra havale ediyorum. Amr ibni Tağlib de bunlardan biridir.” buyurmuştur. (Buhari Cuma 29) http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.219. 995 Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.4. 996 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.8-10. 997 Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21. 998 Reny ve Jehle, a.g.e., s.6. 993 296 gereklidir.999 Doyumsuz ya da açgözlü homo economicus belirli bir sepette kendisine kâfi gelecek kadar elde etmiş bile olsa her vakit çoğu aza tercih eder. 1000 Tüketici her zaman daha fazla tüketime pozitif değer vermektedir1001.Homo economicus’un tercihleri arasında geçişkenlik olarak da adlandırılan tutarlılık aksiyomuna göre söz konusu tercihlerin birbiriyle çelişmediği varsayılır. Bu aksiyom tüketicinin tercihlerinde tutarlı olduğunu söylemektedir. İkili karşılaştırmalar birbirine tutarlı olarak bağlantılıdır. 1002 Bencil homo economicus yalnızca kendi çıkarı peşinde koşar. Üretici iktisadi insan kendi karının maksimizasyonu için, tüketici iktisadi insan kendi faydasının/tatminin maksimizasyonu için çabalamaktadır.1003 Rasyonellik homo economicus için bir davranış ilkesidir. Tabii Kanun felsefesinin iktisadi liberalizmde akılcı yöntem katkısına göre akıl, tüm fiziksel ve sosyal bilimlerde eksiksiz ve yanılmaz bilgi edinimi sağlayabilir. Salt akılcılığa göre insan aklı, deneyden ve denemeden evvel gelen tüm gerçeklerin kaynağıdır. 1004 Akılcılık ya da rasyonalite nesnel veya öznel olarak iki türlüdür. 16. Yüzyıldan itibaren önem kazanan öznel rasyonellik soyut düşünme ve tümdengelim yöntemine odaklaşmıştır. Amaç-araç ilişkisi üzerinde durarak, amaç için araçları inceler.1005 Homo economicus’un aksiyomlarının çelişkileri ve hataları yalnızca Dinsel İktisadi Düşünce açısından değil, Geleneksel iktisat literatürü içerisinde de tartışılmaktadır. Yapılabilecek eleştirilerden, dinsel açıdan olmayanlar için kısaca şunlar söylenebilir: Her bireyin açgözlü, bencil ve (hiper)rasyonel olduğu varsayılırsa; ve açıktır ki her birey aynı derecede egoist, doyumsuz ve akılcı değildir; piyasada bu bireyler kendi çıkarlarını maksimize edeceklerine göre tam bilgiye sahip olma aksiyomuna göre birbirlerini aldatmalarının imkan dahilinde olmadığının iddiası ya da varsayımı “pek akılcı değildir”. En azından böyle bir girişimde bulunacakları 999 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.12. Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21-22. 1001 Author, a.g.m., s.6. 1002 Reny ve Jehle, a.g.e., s.6 1003 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.15-16. 1004 Kazgan, a.g.e., s. 41,55. 1005 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.13. 1000 297 açıktır. “Büyük balık küçük balığı yutar” prensibini hatırlamakta fayda vardır. Daha hiperrasyonel, bireysel çıkarını daha çok gözeten ve kollayan ve daha doyumsuz bireyler elbette kendilerinden daha düşük seviyede doyumsuz, daha düşük seviyede kendi çıkarı için davranış sergileyen ve daha düşük seviyede akılcı bireyleri aldatabilir. Bunun mümkün olmadığını göstermek mümkün değildir. İnsanlar tercih yaparken kendi çıkarları ile birlikte örneğin “adalet”i de önemsemektedirler. Deneysel iktisatçıların reel oyunculara ültimatom oyununu oynatması sonucunda neticelerin tahmin edilen (“insanlar servetlerini azamileştirme hedefinde olan rasyonel varlıklardır” varsayımının geçerliliğine ulaşılacağı yönünde tahmin) ile hiç uyuşmadığı, oyunda insanların adalete önem verdikleri gözlemlenmiştir. 1006 “Açgözlülük”, “bencillik” ve “akılcılık” birarada-eğer bu üçünü frenleyecek ya da yanlış olduğunu izah edecek bir inanç sistemi kabul edilmemişse-netice olarak “hilekarlık, sahtekarlık, düzenbazlık, kavga, çıkar mücadelesi gibi durumları kolaylıkla ortaya çıkarabilir. Sayılan durumların ortaya çıkma olasılığını azamileştiren doyumsuz, bencil ve rasyonel(!) bireylerin oluşturduğu toplumun refahının böylelikle kendiliğinden maksimum seviyeye geleceği çıkarımını yapmak, bu çıkarımı yapan iktisatçıların “hiperrasyonelliğine soru işareti” koymaktadır. İkili karşılaştırmaların geçişkenlik bağlamında tutarlı olması beklenmektedir. Bağıntılar bir insanın fedakarlığını, teveccühünü ya da dini değerlerini de yansıtabilir.1007 Gelişmiş toplumların büyük bir oranı hükümet politikaları için demokratik ilkelere itibar etmektedir. İki seçenek arasında toplumsal tercih yapıldığında çoğunluk yöntemi ile kolayca sonuca ulaşılabilir. Ancak toplum genellikle ikiden fazla seçenek arasında tercih yapmak durumunda kalmaktadır.1008Toplumsal 1006 Mankiw, a.g.e., s. 492. Reny ve Jehle, a.g.e., s.240-241. 1008 Mankiw, a.g.e.,s.485. 1007 298 tercihlerin tutarlılığı üzerinde geçişkenlik kıstasında ısrarlı olunduğunda birtakım sorunlar ortaya çıkabilmektedir1009. İlk olarak Marquis de Condorcet çoğunluk kuralının dönüşsel olma olasılığını göstermiştir1010.Condorcet bu konuda yaptığı çalışmanın detaylarını olasılık hesapları üzerindeki prensiplere değinerek açıklamıştır.1011 Condorcet paradoksu çoğunluk yönteminin toplumsal tercihler üzerinde geçişkenlik gerekçesini her zaman sağlayamadığını göstermektedir.1012 Homo economicusun öznel akılcılığı amaç-araç ilişkisi üzerinde durarak, amaç için araçları inceler ancak, amaçların rasyonel olup olmadığı hususu tartışmalıdır.1013 İnsan aklına aşırı güven neticesinde, aklın kişisel davranışları kontrol etmedeki rolü abartılmıştır. Liberal iktisadın akılcı davranış ile ilgili varsayımları, davranışlarda itici gücün bireysel menfaat olduğu kabulüne götürmüştür. Kazgan’a göre, buradan oluşturulan inanç sistemi, rasyonel homo economicus’ların tatminlerini maksimumlaştırması ile toplumun refahı maksimumlaşacağı düşüne dayanır. Serbest rekabet koşulları ile oluşturulmaya çalışılan piyasa modelleri, gerçekte olması gerekeni, yani toplumsal refahın maksimuma ulaşmasını açıklayabilmek için kurulmuştur. “Gerçekten varolan” koşullar farklı olmakla birlikte liberal iktisat bu akılcılık yöntemi ile “olması gerekenin” ne derece varolduğunu araştırmayıp ikisini birbiriyle karıştırmış ve rasyonel insanlar dünyası içinde bir cennet oluşturulabileceği inancını yaygınlaştırabilmişlerdir.1014 Bilginin bilimsel olmasını sağlayan şartlar yalnızca iktisatçıların açık olarak uyguladığı kurallarla ilgili değildir. Son derece doğal gibi gözüken fakat gizli olan bazı varsayımlar da buna mütealliktir. Söz konusu varsayımlar genel olarak açıkça 1009 Reny ve Jehle, a.g.e., s. 241. Young, a.g.m., s.1232. 1011 Condorcet, a.g.m., s.v. 1012 Reny ve Jehle, a.g.e., s. 241. 1013 Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.13. 1014 Kazgan, a.g.e., s. 56. 1010 299 konuşulmayan özellikte olup, “izlerini zımni olarak ve satırlar arasında gösterirler”. İktisatçıların yalnızca araştırmalarını ne üzerine ve nasıl yaptıklarını değil, “neleri ve neden düşünemediklerini” ortaya koyabilen, ““bilinçdışında” saklı varsayımlardır” 1015. Soyut varsayımların göreli somutlaştırılması üzerinde Neoklasik iktisadi temeller yetersiz kalmıştır. İşler’e göre bu soyutlamaların somutlaştırılması süreci iktisatçıların neleri neden çalışamadıkları meselesine çözüm getirebilir.1016 İşler’in deyişiyle anaakım iktisadın çalışmalarının teşekkülünde ““insan doğası”nın ne olduğu hakkındaki belirsizlik” rol almaktadır. Davranışsal iktisat ve deneysel iktisat çalışmalarında rasyonalite ve bencillik-kişisel menfaatçilik aksiyomları sorgulanmaktadır. Ancak davranışsal ve deneysel iktisadın çalışmaları seçim teorisi ile ilgili matematikselleştirme yöntemlerini değiştirmek yerine temeldeki, İşler’in deyişiyle “içeriği boş” fayda fonksiyonlarının revize edilmesinden öteye gitmeme görünüşü sergilemektedir. 1017 “Doğal ve Toplumsal Kanunların evrenselliği” iddiasının iktisada yansıması “gerçekte evrensel olan Semavi dinlerin iktisadi doktrinlerine” karşıt alternatif olarak getirilmiş bir görünüme sahiptir. Bu görüşün iktisat teorisine yansıması aslında bu çalışmada homo economicus aksiyomlarının analiz edilmesinde de görülebileceği gibi birtakım “ifade edilmeyen/gizlenmiş aksiyomlar” içermektedir. Çalışmamızda İşler’in açıkladığı “gizli varsayımlar”a yer verilmiştir. Ancak burada çalışmanın bütünlüğü göz önüne alındığında “gizlenmiş aksiyomlar”dan kasıt İşler’in mantıksal bütünlük ile çıkarmış olduğu “gizli varsayımlar” ile ilgili değildir. Bu çalışmanın bütünüyle müteallik “ifade edilmeyen ya da gizlenmiş aksiyomlar” Geleneksel iktisadın homo economomicus’u ile doğrudan alakadar vaziyettedir. Şöyle ki; 1. Dünya hayatı bir mücadeledir. 2. Ölümden sonrası önemsiz olduğuna göre, ölümden öncesinde elde edilen önemlidir. 3. En çok tatmini almak için her yol meşru hale gelir. 1015 Söz konusu varsayımlar çalışmamızda ilgili bölümde açıklanmıştır. 1016 İşler, a.g.m., s.83, 85-86. İşler, a.g.m., s.86-88. 1017 300 4.İktisadi hedef bireysel tatmin kazanma amacıyla madde elde edinimidir. 5. Her birey “Ene”sinden başkasına hesap vermeyen Homo economicus’tur. 6.Her birey bir homo economicus gibi hareket ederse toplumun refahının maksimuma ulaşacağı iddiası başka bir çalışma konusudur… Geleneksel iktisat teorisinin kabulüne göre iktisadi insanın aksiyomlarından birbirini gerektiren ve bütünleşen, “doyumsuzluk”, “bencillik” ve “rasyonellik” in bir arada gerektirdiği iktisadi tercih ve davranış biçimi Ortadoğu dinlerinin iktisadi doktrinlerinin kabul ettiği insan görüşüne ters düşmektedir. i. “Bencil-yalnızca kendi nefsinin tatmini önemseyen, kendi faydasının maksimizasyonunun gayretinde olan” ii. “duygu, his, adetler ve inançtan arındırılmış sadece kendi aklına dayanan, bağımsız davranış modelleri ile kişiliksizleştirilmiş biçimde rasyonel” iii. “daha fazlasının daha iyi olduğunu kabul ederek iktisadi tercih yapan, doyumsuz, açgözlü”, niteliklerinin neticesinde hırslı ve toplumu oluşturacak ve sonrasında onu bölecek tehlikeli karakter yapısı taşıyan bireylerin- homo economicuslarınMusevilik’te, Hıristiyanlık’ta ve İslam’da insanın iktisadi yaşamı ile ilgili olarak i. “tercihlerin fırsat maliyetinin Ahiret inancına dayanarak hesaplanması ve buna göre seçicilik” ii. “yoksula, muhtaçlara yardım, kişisel çıkarlarını toplum menfaatinden üstün tutmama, gerektiğinde toplumun menfaati için nefsinden fedakârlık” iii. “kanaat etme, insanın kendisi için neyin daha hayırlı olduğunu bilmemesi nedeniyle verilene ve alınana razı olma, verilenleri tam kapasite ile kullanma, israf etmeme” 301 iv. “daha fazlasına sahip olmaya gayretten ziyade sahip olduklarını Yaratıcı’nın rızasını kazanma amacıyla O’nun emir dairesinde ve O’nun emrettiği ölçülerde ve belirttiği yerlerde kullanımı” v. “Yaratıcı’nın bildirdiği yarar ve zarar getiren tercihlere göre menfaat ve fırsat maliyeti hesaplarının yapılması ve O’nun emir dairesinin uygun gördüğü akılcılık prensiplerine göre hareket edilmesi” gibi esasları ile uyuşmadığı, ters düştüğü açıktır. Geleneksel iktisat teorisi literatürü homo economicus aksiyomlarını tartışmaktadır. Bu zihniyetin kabul ettiği insan görüşünün gerektirdiği tercihler, kararlar ve davranışların neticesinde yalnızca iktisadi ve sosyal alanda değil diğer yaşam alanlarında da problemler ortaya çıkmaktadır. Ağırlıklı olarak Batı’nın kabul ettiği bu zihniyet yapısı nedeniyle bu zihniyetin fiil bulduğu ve etkin olduğu coğrafyalarda ciddi ekonomik ve sosyal krizler yaşanmaktadır. Sorunun çözümü, sistemdeki yanlışlıkların üzerine geçici yamalar yapmak, giderek daha kişiliksiz, daha hiperrasyonel, daha egoist, daha doyumsuz, daha inançsız bireylerin iktisadi ajan kabul edildiği modeller kurmak yerine, sistemi oluşturan çekirdeğin yani “iktisadi tercihleri yapan, faaliyetleri gerçekleştiren insan” kabulünün gözden geçirilmesi ve yanlış varsayımların ortadan kaldırılarak, iktisat teorisinde “kainata geliş amacına uygun tercih ve davranış sergileyen iktisadi ajan”ların aşırı matematikselleştirilmemiş (kişiliksizleştirilmemiş) yaklaşımlarla ele alınması faydalı olacaktır. “Kâinata “fayda” penceresinden bakan “faydasız ilim”1018 haline gelmiş Geleneksel İktisadın” sorunlu varsayımlarının bilinçli olarak incelenmesi ve Yaratıcı ile insan arasındaki ilişkiyi esas tutan ilkeler ile yapılandırılması gerekmektedir. Bilinçli iktisatçıların “İktisat”ı “faydalı” hale getirmek için, insanı dünya hayatındaki vazifesine uygun biçimde ele alması ve buna göre iktisadi yaşamını değerlendirmesi gerekmektedir. Böylelikle, iktisadi serbestiyet için kulluğunu feda eden, kendini özgür 1018 Zeyd ibni Erkam’dan rivayet edildiğine göre İslam Peygamberi (A.S.M.) şöyle dua ederdi: “……Allahım faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73) İmam Nevevî, s. 536. 302 sanan ancak maddenin esiri olmuş, doyumsuz ve bencil insan kabulü yerine Allah’ın rızasını hedef kabul eden ve iktisadi tercihlerini bu hedefe ulaşabilmek için seçen, kanaatkâr (nimetleri tam kapasite ile israfsız kullanan), itidalli, yardımlaşan, paylaşan kulların olduğu iktisadi doktrin, insanın kâinattaki rolüne uygun olanıdır. Bu rolü en iyi açıklayan ve düzenleyen İslam dini olduğuna göre, İslami iktisadi doktrinden başka çare yoktur. İslami ilkelerin devreye sokulması ile İktisat biliminde yeni bir ufuk açılacaktır. Bir “İslam İktisatçısı”nın hedefi İktisat bilimine bu bilinçle yaklaşmak ve yeniden yapılandırılmasına çalışmak olabilir. 303 KAYNAKÇA Yararlanılan Kitaplar: Arslantaş Nuh, İslam Dünyasında İktisadi ve İlmi Hayatta Yahudiler Abbasi ve Fatımiler Dönemi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları No:222, 1. Baskı İstanbul, Şubat 2009. Atılgan Ahmet, İslam’ın Ekonomik Politikaları, Akademik Araştırmalar Serisi-2, İstanbul, Eylül 1996. Basalla George, Teknolojinin Evrimi, Çev. Cem Soydemir, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 1996. Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, Der. Mete Tuncay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 27, İstanbul, Eylül 2002. Bucaille Maurice, Tevrat, İnciller, Kur’ân-ı Kerîm ve Bilim-“La Bible, Le Coran, et la science”, Tercüme: Prof. Dr. Suat Yıldırım, Işık Yayınları, 2005. Cemal Muhammed Ahmed, İslam İktisadının Üstünlüğü, Mütercim: Ali Rıza Temel, Hilal Yayınları: 76, İstanbul, 1971. Chapra Muhammed Umar, Islam and Economic Development, The International Institute of Islamic Thought and Islamic Research Institute,Islamization of Knowledge-14, Islamic Resarch Institute Press, Pakistan, 1993. Chapra Muhammed Umar, The Islamic Welfare State and its role in the economy, The Islamic Foundation, Leicester, U.K.,1979/1399H, Printed by J. M. Dent&Sons (Letchworth) Ltd., The Aldine Press. Chapra Muhammed Umar, Objectives of The Islamic Economic Order, The Islamic Foundation 1979/1399H, Derbyshire Print. Chapra Muhammed Umar, What is Islamic Economics?, Islamic Development Bank, Islamic Research and Training Institute, IDB Prize Winners' Lecture Series No.9, First Edition 1417H, Jeddah, Saudı Arabia, 1996. 304 De Lange Nicholas, Yahudi Dünyası (Atlas of the Jewish World), Çev. Sevil Atauz, Akın Atauz, İletişim Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, İletişim Yayınları Equinox/Phaidon (Oxford), IV. Cilt, İstanbul 1987. De Libera Alain, Ortaçağ Felsefesi, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2005. Demir Ömer, Din Ekonomisi, Sentez Yayıncılık, Ankara, Nisan 2013. Duri Abdulaziz, İslam İktisat Tarihine Giriş, Çev. Sabri Orman, Endülüs Yayınları, İstanbul, Ekim 1991. El-Ashker Ahmed Abdel-Fattah and Wilson Rodney, Islamic Economics A Short History, Brill, Hotei Publishing, s.30, Leiden-Boston, 2006. El-Mâverdî Ebu’l-Hasan Habib, el-Ahkâmü’s-Sultâniye, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1994. En-Nevevî Muhyiddin, Riyâzü’s Sâlihîn (Aslı ve Tercümesi), Çev. Mehmed Emre, Bedir Yayınevi, Kasım 2011. Erbaş Ali, Hristiyanlık’ta Reform ve Protestanlık Tarihi, İnsan Yayınları, İkinci Baskı: İstanbul, 2007. Erim Neşe, İktisadi Düşünce Tarihi, Palme Yayıncılık, Ankara 2007. Eskicioğlu Osman, İslam ve Ekonomi, İzmir, Montaj Baskı ve Cilt: Çağlayan Matbaası, Ekim 1999. http://www.enfal.de/islamekonomi.pdf Genel Ekonomi Ansiklopedisi, Hazırlayan: Akbank, Basılan Yer: Milliyet Tesisleri, Mart, 1988. Gökdere Ahmet, İçöz Coşkun v.d., İktisadın İlkeleri, Alkım Yayınevi, Ankara, 1996. Gimpel Jean, Ortaçağda Endüstri Devrimi, Orj. Adı: The Medieval MachineThe Industrial Revolution of the Middle Ages, Çev. Nazım Özüaydın, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara 2004. Grief Avner, Institutions and the Path to the Modern Economy, Lessons From Medieval Trade, Cambridge University Press, 2007. 305 Hançerlioğlu Orhan, Ekonomi Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 6. Basım, İstanbul, 1993. Hıdır Özcan, Yahudi Kültürü ve Hadisler (İsrâiliyyât-Hadis İlişkisi), İnsan Yayınları: 447, 2. Baskı, 2010. İktisatta Yeni Yaklaşımlar, Der: Ercan Eren-Metin Sarfati, İletişim Yayınları 1685, Araştırma-İnceleme Dizisi 279, İstanbul, 2011. İmam Ebu Yusuf, Kitabu’l-haraç, Çev. Ali Özek, Hisar Yayınevi, İstanbulBeyazıt, 1973. İmam-ı Gazalî, Kimyâ-yı Saâdet, Tercüme eden: A. Fârûk Meyân, Bedir Yayınevi, Cild: I, İstanbul, 1969. İncil, New Testament, New International Version, Türkçe/İngilizce, Kitabı Mukaddes Şirketi, Sirkeci-İstanbul, Ohan Matbaacılık LTD. Şti, İstanbul. Jehle Geoffrey A. and Reny Philip J., Advanced Microeconomic Theory, Second ed., Addison Wesley, 2000. Kazgan Gülten, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi, Haz.2004. Kutsal Kitap ve Deuterokanonik (Apokrif) Kitaplar, Kitabı Mukaddes Şirketi, 1. Basım, İstanbul, Ekim 2003. Layiktez Celil, Ortaçağın Aydınlığı, Tukan Yayınları, İstanbul, 1998. Lewis Bernard, Ortadoğu, Arkadaş Yayınları, 6. Baskı, Ankara, 2009. Machiavelli Niccolo, Hükümdar, Çev. Selahattin Bağdatlı, Derin Yayınları, Eylül 2012. Mackay Donald M., , İnsan Makine Midir? Kutsal Kitap’ın ve Mekanik Bilimsel Düşüncenin Işığında İnsan, Yeni Yaşam Yayınları, 1. Basım, Nisan 2010. Mankiw Gregory N. , Principles of Economics, Third Ed. Internatinal Student Edition, Thomson, South-Western, 2004. 306 Marks Karl ve Engels Friedrich, Felsefe Üzerine, Derleyen: Mehmet Türdeş, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul, Ocak 2003. Marksist-Leninist Politika ve Ekonomi-Politik Sözlüğü Çev. Nadir Savaşçı, Yeni Dünya Yayınları, 2.Cilt, İstanbul, 1978. Mill John Stuart, Principles of Political Economy, Abridged, with Critical, Bibliographical, and Explanatory Notes, and a Sketch of the History of Political Economy, By J. Laurence Laughlin, Ph. D. Assistant Professor of Political Economy in Harvard University, 1885, The Project Gutenberg EBook, Release Date: September 27, 2009 [Ebook 30107]. Nursî Said, Kastamonu Lâhikası, Envâr Neşriyat, Dördüncü Baskı, İstanbul, 2006. Nursî Said, Küçük Sözler, Envâr Neşriyat, Onikinci Baskı, İstanbul, 2012. Nursî Said, Lem’alar, Envâr Neşriyat, Dokuzuncu Baskı, İstanbul, 2011. Nursî Said, Mektubat, Envâr Neşriyat, Sekizinci Baskı, İstanbul, 2011. Nursî Said, Sözler, Envâr Neşriyat, Altıncı Baskı, İstanbul, 2010. Nursî Said, Tabiat Risalesi, Envâr Neşriyat, İkinci Baskı, İstanbul, 2006. Nursî Said, Tarihçe-i Hayat, Envâr Neşriyat, Altıncı Baskı, İstanbul, 2011. Orman Sabri, Gazali’nin İktisat Felsefesi, İnsan Yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul 2007. Orman Sabri, İktisat, Tarih ve Toplum, Küre Yayınları, Birinci Basım, Kasım 2001. Özgüven Ali, İktisadi Düşünceler-Doktrinler ve Teoriler, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1992. Özkazanç Önder, Berberoğlu C. Necat, v.d., İktisat Teorisi, Editörler: Kemal Yıldırım, Mustafa Özer, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2003. 307 Pirenne Henri, Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Orj. Adı: Economic and Social History of Medieval Europe, İngilizce’den Çev. Uygur Kocabaşoğlu, İletişim Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2009. Pirenne Henri, Ortaçağ Kentleri- Kökenleri ve Ticaretin Canlanması, Orj. Adı: Les villes de moyen âge: essai d’histoire économique et sociale, Çev. Şadan Karadeniz, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1990. Robbins Lionel, An Essay on the Nature and Significance of Economic Science, Second Edition Revised and Extended, Macmillan And Co., Limited, St. Martin’s Street, London, 1945, printed in Great Britain, http://mises.org/books/robbinsessay2.pdf . Sander Oral, Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e,İmge Kitabevi Yayınları, 11. Baskı, Şubat 2003. Schumpeter Joseph, Economic Doctrine and Method, Trans. R. Aris, Oxford University Press, 1954. http://Bookfi.org Selik Mehmet, 100 Soruda İktisadi Doktrinler Tarihi, Gerçek Yayınevi, 3. Baskı, Şubat 1980. Serdar Ziyauddin, Davies Merryl Win, ve Nandy Ashis, Batı Irkçılığının Kaynakları-Bir Manifesto-, Çev. Fatih Bayram, Yöneliş Yayınları, İstanbul, Mart 1997. Simon Carl P. and Blume Lawrence, Mathematics for Economists, W.W. Norton&Company Inc.,1994. Smith Adam, An Inquiry Into The Nature And Causes Of the Wealth Of Nations, Ed. Jim Mannis, An Electronic Classics Series Publication, The Pennsylvania State University, 2005. Sombart Werner, Kapitalizm ve Yahudiler, Çev. Sabri Gürses, İleri Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 2005. Şeriati Ali, Dinler Tarihi, Çev. Erdoğan Vatansever, Kırkambar Kitaplığı, http://en.bookfi.org/book/1318175 308 Şeyban Lütfi, Reconquista Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, İz Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 2010. Tabakoğlu Ahmet, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, Kitabevi, İstanbul, Kasım 2005. Tabakoğlu Ahmet, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, Kitabevi, İstanbul, Kasım 2005. Tabakoğlu Ahmet, İslam İktisadına Giriş, Dergâh Yayınları, Ekim 2008. Tabakoğlu Ahmet, Türkiye İktisat Tarihi, Dergâh Yayınları, Gözden Geçirilmiş 12. Baskı. Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, Larousse 1993, Milliyet 1993-1994. Ülgener Sabri, Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, Derin Yayınları, 2006. Weber Max, L’éthic Protestante et l’esprit du Capitalisme (1904-1905), Texte préparé par Jean-Marie Tremblay, sociologue, 17 mai 2002. Bookfi.org Weber Max, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu, Çev. Zeynep Gürata, Ayraç Yayınevi, Ankara 1999. http://en.bookfi.org/book/1161387 Yalçın Aydın, İktisadi Doktrinler ve Sistemler Tarihi, Ayyıldız Matbaası A.Ş., Ankara, 1976. Yıldırım Suat, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Define Yayınları, Haziran 2010. Zeytinoğlu Erol, Ekonomik Sistemler, İ.İ.T.İ.A. Ekonomi Fakültesi Yayınları, İstanbul,1981. Zeytinoğlu Erol, İktisat Tarihi, Süryay Sürekli Yayınlar, İstanbul-1993. 309 Yararlanılan Makaleler: Ahmad K., ““The Concept of An Islamic Economy”- Monetary and Fiscal Economics of Islam, Selected Papers”, Ed. Mohammad Ariff, International Centre for Research in Islamic Economics, King Abdulaziz University, Jeddah, Saudi Arabia, February 2009. Arslan Metin, “İktisadi Okulların Felsefi Kökenleri ve Çoğulculuk”, Der. Ozan İşler-Feridun Yılmaz, İktisadı Felsefeyle Düşünmek, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011. Atik Selda, “Post Otistik İktisat Çerçevesinde Küresel Kriz ve Neoklasik İktisat Eleştirisi”, EconAnadolu, 2009: Anadolu Uluslararası İktisat Kongresi’nde sunulmuş tebliğ, Eskişehir, Türkiye, 17-19 Haziran 2009. Author D., “MIT Department of Economics- Lecture 3-Axioms of Consumer Preference and the Theory of Choice”,14.03/14.003 Microeconomic Theory and Public Policy, Fall 2010, (Compiled on 9/12/2010). Bakır Kemal, “Roma’da Felsefe, Stoa Ahlakı, Kölelik ve İmparatorluk: Epiktetos ve Marcus Aurelius”, Doğu Batı Düşünce Dergisi-Romalılar II, 2009. “Bazı Normatif Kaideler”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 7 Mayıs 2010. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-normatif-kaideler/ Ben-Ner Avner and Putterman Louis, ““Homo Economicus Meets “The Moral Animal”: On Some Implications of Evolutionary Psychology”. http://www.econ.brown.edu/fac/louis_putterman/working/pdfs/wrirev98.pdf Benjamin Daniel J., Choi James J. vd., “Religious Identity and Economic Behaviour”, August30,2013.http://econweb.arts.cornell.edu/dbenjamin/Religious%20identity%20an d%20economic%20behavior%202013.08.30.pdf Carol Johnston, “A Christian Critique of Economics”, Christian Theological Seminary, Buddhist-Christian Studies, Volume 22 (2002). 310 Chapra Muhammed Umer, “Islam and the Economic Challenge”, The Islamic Foundation and The International Institute of Islamic Thought, Islam and the Economic Challenge (Islamic Economics Series; No.17) I. Title 11. Series' 330.12. Clark Charles M.A., “Catholic Social Thought and Economic Theory: Some Preliminary Reflections”, Paper to be presented at the Second Catholic Social Thought and Management Conference, Antwerp,Belgium, July 27-29,1997, First Draft, July 1997. Clavier Henri, “Les sens multiples dans le Nouveau Testament”, Published by BRILL, Source: Novum Testamentum, Vol. 2, Fasc. 3/4 pp. 185-198, Oct., 1958. Condorcet Marquis de, “Essai sur l’Application de l’Analyse à la Probabilité des Decisions Rendues à la Pluralité des Voix”, Paris, DeL’Imprimérie Royale,1785, Préliminaire.http://www.google.com.tr/books?hl=tr&lr=&id=MyIOAAAAQAAJ&oi=fnd&pg=PP5&dq=c ondorcet+essai+sur+l%27application&ots=95YxJLkUHD&sig=ZfKqmmrInCYmctLtkydL5dawdE&redir_esc =y#v=onepage&q=condorcet%20essai%20sur%20l'application&f=false Cox Deacon Donald, “The Greatest Economics Teacher”, Catholic Journal, American Reflections on Faith and Culture, US, 1 Ağustos 2013. Eckstein Zvi, ve Botticini M., , “From Farmers to Merchants: A Human Capital Interpretation of Jewish Economic History”, January 2003. El-Khatip Abdullah, “Kur’an’da Kudüs”, Çev. Dr. Ramazan Işık, Fırat Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9:1 (2004). Eren Ercan, “Yeni İktisatta Ortak Noktalar”, Der: Ercan Eren-Metin Sarfati, İktisatta Yeni Yaklaşımlar, İletişim Yayınları 1685, Araştırma-İnceleme Dizisi 279, İstanbul, 2011. Eren, İ. “İslam’ın Ekonomik Yapısında İnsan Modeli: Homo Economicus ile Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.18, S.1, 2013 Eskicioğlu Osman, “İslam Ekonomisinde Gelir Dağılımı, Ücret, Kar ve Faiz”, Ekonomislam, The Group of Islamic 311 Economy, 31 Mayıs 2011. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-gelir-dagilimi-ucret-kar-ve-faiz/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Eskicioğlu Osman, “İslam Ekonomisinin Mülkiyet Anlayışı”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 31 Ocak 2010. ekonomisinin-mulkiyet-anlayisi/ http://islamekonomisi.org/islam- (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Eskicioğlu Osman, “Modern Vergi Anlayışı ve Zekat”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 18 Mart 2010. http://islamekonomisi.org/modern-vergi-anlayisive-zekat/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Eskicioğlu Osman, “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy,1 Nisan 2010. http://islamekonomisi.org/tarihte-ekonomik-donmeler-sistemler-ve-islamiyet/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Eskicioğlu Osman, “Zekat Vergisinin Sebebi”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 13 Mayıs 2010. http://islamekonomisi.org/zekat-vergisinin-sebebi-2/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Es Sadr Muhammed Bakır, “İslam Ekonomisindeki Bazı Bağlantı Örgüleri”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisindeki-bazi-baglanti-orguleri/ 31 Mayıs 2011. (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Es Sadr Muhammed Bakır, “İslam Ekonomisi Bütünden Bir Parçadır”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisi-butunden-bir-parcadir/ 31 Mayıs 2011. (İslam Ekonomisi Taim ve Tedkik Merkezi) Goldstein Sidney E., “ Judaism and the Industrial Crisis”, Annals of the American Academy of Political and Social Science, 1 September 1922. https://archive.org/details/jstor-1014958 “Guidelines For Key Issues In Islamic Economics”, Research Series in English No. 21, (Discussion Paper) International Centre for Research in Islamic Economics, King 312 Abdulaziz University Jeddah, Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on Net March 2008, Research Series in English No. 21, (Discussion Paper) International Centre for Research in Islamic Economics. Gül Ali Rıza, “İslam İktisat Düşüncesinin Kur’ân’daki Temelleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2 (2010). Güler Mehmet Nuri, “Günümüzde İktisat (Ekonomi) Biliminin Adlandırılma Problematiği”, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 18, Sayı4, 2005. Hasanuzzaman S.M., “The Economic Relevance of the Sharia Maxims (al Qawaid al Fiqhiyah)”, Centre for Research in Islamic Economics, Scientific Publishing Centre King Abdulaziz University, Jeddah, Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on net 2007. İşler Ozan, “Anaakım İktisadın Temelden Eleştirisine Doğru: Gizli Felsefi Varsayımların Somutlaşması Üzerine Bir Deneme”, Der. Ozan İşler-Feridun Yılmaz, İktisadı Felsefeyle Düşünmek, İletişim Yayınları, İstanbul,2011. İzzetbegoviç Aliya, “Zekatın Terbiye Edici Etkisi ve Friedman”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 24 Mart 2010. http://islamekonomisi.org/zekatin-terbiyeedici-etkisi-ve-friedman/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Kahf Monzer, “İslam Toplumunda Tüketici Davranışı Teorisine Bir Katkı”, Çev. Hüner Şencan, İslam İktisadı Araştırmaları I, Dergâh Yayınları, Çağdaş İslam Düşüncesi, Birinci Baskı: Temmuz 1988. Kahf Monzer, ““Taxation Policy in an Islamic Economy”- Fiscal Policy And Resource Allocatıon In Islam”edited by Ziauddın Ahmed Munawar Iqbal M. Fahım Khan, International Centre for Research in Islamic Economics King Abdulaziz University, Jeddah And Institute of Policy Studies, Islamabad, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on Net May 2008. 313 Kantakji Samer, “Islamic Economic Math Model”, Ver.101, Translated by: Iman Sameer Al-Bage, 2009. Karagöz Havva, “Stoisyen Düşüncenin Roma Hukukuna Etkisi ve Doğal Hukuk (Ius Naturale) Anlayışı”, Doğu Batı Düşünce Dergisi Romalılar II, Yıl:11, Sayı:50, Ağustos, Eylül, Ekim 2009. Kılıç Davut, “Ortadoğu’nun Dinî Jeopolitiği ve Günümüze Yansımaları Üzerine Bir Deneme” Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13:1 SS.65–86, (2008). Linderer Andrew, “The Literature of The New Testament”, Arizona Christian University,http://arizonachristian.edu/pdf/academics/biblicalstudies/Andrew%20Linderer%20%20The%20Literature%20of%20the%20New%20Testament.pdf Mannan Muhammad Abdul, “Faiz, Ekonomik Durgunluk ve Kıt kaynaklar”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, http://islamekonomisi.org/faiz-ekonomik-durgunluk-ve-kit-kaynaklar/ 27 Mart 2010. (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Mannan Muhammad Abdul, “Faiz ve Kapitalizm”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 27 Mart 2010. http://islamekonomisi.org/faiz-ve-kapitalizm/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Mannan Muhammad Abdul, “İslamda Sermaye Teorisi ve Faizsiz Bir Ekonomi Olanağı”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 27 Mart 2010. http://islamekonomisi.org/islamda-sermaye-teorisi-ve-faizsiz-bir-ekonomi-olanagi/ (islam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Mannan Muhammad Abdul, “İslam’da Tüketim İlkeleri”, (Tercüme; Bahri Zengin, Tevfik Ömeroğlu ) Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 18 Mart 2010. http://islamekonomisi.org/islamda-tuketim-ilkeleri/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Moore Edward Caldwell, “The Christian Doctrine of Nature”, Journal of Religion, Volume III, Number 1, January 1923. Mukherji Badal, “Theory of Growth Of A Firm In A Zero Interest Rate Economy”, Research Series in English No. 24 1405 H (1984 ), Centre for Research in 314 Islamic Economics King Abdulaziz University Jeddah, Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on Net April 2008. Naqvi Syed Nawab Haider, S.N.H., (Reviewer), “Rodney Wilson Economics, Ethics and Religion: Jewish, Christian and Muslim Economic Thought”, New York: New York University Press, 1997, 233 P. (including a bibliography and an index)”, J.KAU: Islamic Econ., Vol. 12, (1420 A.H / 2000 A.D). Islamabad. Ochs Ellis Rivkin Adolph S., “Judaism’s Historical Response to Economic, Social and PoliticalSystems”, Hebrew Union College-Jewish Institute of Religion, Cincinnati, Ohio,http://www.rivkinsociety.org/documents/Judaism/Ancient/Judaism's_Historical_R esponse-1.pdf Özdemir Şennur, “Din-Ekonomi İlişkisi ve Güncel Arayışlar”. http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/2044360064_20072307066.pdf Özlem Doğan, “ Batılı Bilgi, Pozitivizm ve Felsefe Çerçevesinde Avrupamerkezci Tarih Anlayışının Temelleri”, İnsan&Toplum, İlem Yayınları, Cilt 3, Sayı 6, 2013. Öztürk Filiz, “Bazı İslam İktisat Kaynaklarının Çağdaş İktisat Yönünden Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, 2006. Persky Joseph, “Retrospectives: The Ethology of Homo Economicus”, Journal of Economic Perspectives, Volume 9, Number 2, Pages 221–231, Spring 1995 Read Jason, “A Genealogy of Homo-Economicus: Neoliberalism and the Production of Subjectivity”, ISSN: 1832-5203 Foucault Studies, No 6, pp. 25-36, The University of Southern Maine, February 2009 Rodriguez-Sickert Carlos, “Homo economicus”, (entry prepared for the Handbook of Economics & Ethics, Edited by Peil, Jan and Irene Van Staveren), Edward Elgar Publishing, Pontificia Universidad Católica de Chile, FACEA, Escuela de Administración, May 2009. 315 Sagi A., ve Statman D., “Divine Command Morality and Jewish Tradition”, Journal of Religious Ethics, 23 (1), 1995 Siddiqi Muhammed Nejatullah, “Teaching Islamic Economics”, King Abdulaziz University, Islamic Economics Research Centre, Scientific Publishing Center, Jeddah, Saudi Arabia, 2005.M. E., Braima, “A Qur’anic Model for a Universal Economic Theory, JKAU: Islamic Econ., Vol. 3, pp. 3-41 (1411 A.H./1991 A.D.). Tabakoğlu Ahmet, “İslam Ekonomisinde “İstikrarlı ve Reel Para” ve “Maliye Sistemi””, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 10 Haziran 2011. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-istikrarli-ve-reel-para-ve-maliye-sistemi/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Thaler Richard H., “From Homo Economicus to Homo Sapiens”, Journal of Economic Perspectives, Volume 14, Number 1, Winter 2000 . Wilson Rodney, “Islamic Economics and Finance”, World Economics, Vol.9, No.1, January-March 2008,. http://www.relooney.info/00_New_2168.pdf Woehrling Francis, “ “Christian” Economics”, Journal of Markets&Morality 4, no 2 (Fall 2001), 199-216. Yılmaz Musa Kazım, “Din ve İktisat”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 21 Nisan 2010. http://islamekonomisi.org/din-ve-iktisat/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi) Yılmaz Zeliha Burcu, “Marx ve “İnsanî Varoluş””, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl:14, Sayı:55, Kasım, Aralık, Ocak 2010-11. Young H. Peyton, “Condorcet’s Theory of Voting”, American Political Science Review, Vol.82, No.4, December 1988. Yuengert Andrew M., , “Elements of a Christian Critique of Consumer Theory”, Faith&Economics,-Number 54-Fall 2009. Zaim, Sabahattin , “Genç İlim Adamına Nasihatler”, I. Genç Akademisyenler Buluşması Açılış Konuşması, İLEM Yıllık, Yıl 2, Sayı:2, 30 Haziran 2007. 316 Zangeneh Hamid, “A Macroeconomic Model of an Interest-free System”, The Pakistan Development Review, 34:1 pp. 55-68, Spring 1995. Zeki Salih, “İslam’da Matematiksel Bilimler Tarihi”, (“Remzi Demir ve Ali Rıza Tosun, “Salih Zeki Bey’in “İslam’da Matematiksel Bilimler Tarihi” Adlı Makalesi”), Ortaçağ İslam Dünyası’nda Bilim ve Teknik (Makaleler), Editör: Yavuz Unat, Lotus Yayınevi, Ankara, Ocak 2008. Internetten yararlanılan kaynaklar: CERN (Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire), http://home.web.cern.ch/search/node/define%20material%20substence%20language%3Aen Çobanoğlu Şevki, “İhtiyaçlar”, Ekonomik Meseleler, 01 Şubat 2011, http://www.merhabahaber.com/ihtiyaclar-4544yy.htm “İslam Ekonomisinde Üretimin Konusu ”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 8 Nisan 2010. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-uretimin-konusu/ Tabakoğlu Ahmet, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki Algılanışı”, 23-24 Eylül 2010, Ankara, Konrad-AdenauerStiftung e.V, Baskı 2011. http://www.kas.de/wf/doc/kas_23417-1522-12- 30.pdf?110816144632 http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewishtheology-and-economic-theory http://www.biltek.tubitak.gov.tr/ http://www.catholicjournal.us/scripture/ http://en.wikipedia.org/ http://www.etymonline.com/ http://incil.info/ http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf 317 http://kuran.diyanet.gov.tr/ http://www.kurandan.com/db/40hadis.htm http://www.ortadogugazetesi.net/ http://www.risaleonline.com/ http://www.sorularlaislamiyet.com/ http://www.salom.com.tr/ http://tdkterim.gov.tr/bts/ http://tr.wikipedia.org/ http://www.ub.uni-freiburg.de/ http://www.tdk.gov.tr/ 318