İMAM-I AZAM EBU HANİFE (699- 767) Feridun Eser Geyve İmam Hatip Lisesi Felsefe öğretmeni İmam-ı Azam Ebu Hanife, 699 yılında Kufe’de doğmuştur. Asıl adı, Numan bin Sabit’tir. Kufe, o zamanlar, Irak’ın önemli şehirlerinden biri idi. Babası ve dedesi, Hz. Ali’yi (ra) görme şerefine ulaşmışlardır. İmam-ı azam, Hanefilik mezhebinin kurucusudur. Hanefi mezhebi, Türklerin ameli mezhebi olarak bilinir. Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden biri, hatta ilki, Hanefilik’tir. İmam-ı azam, itikadi görüşleri ile Türklerin itikadi mezhebi Maturidiliğin kurucusu olan İmam Maturidi’yi de büyük ölçüde etkilemiştir. Kendisine, Ebu Hanife denilmesiyle ilgili iki söylenti vardır. Bu söylentilerden ilki şudur: Hanif, Iraklılar arasında divitin bir türüne verilen isimdir. İmam-ı azam, her an yazı yazabilmek maksadı ile divitini yanından ayırmadığından dolayı kendisine ‘divitin babası, divitin atası’ anlamına gelen Ebu Hanife denilmiştir. İkinci bir söylentide şudur: Hanif, “doğru yolda olanlar” demektir; “ebu” ise “baba” anlamındadır. Bu durumda, Ebu Hanife, “doğru yolda olanların babası” anlamına gelen bir unvandır. İmam-ı azam, ise “en büyük imam” anlamına gelir.1 İmam-ı azam’ın Fars, Türk, veya Afgan kökenli olabileceği; ancak kesinlikle Arap olmadığı şeklinde görüşler vardır.2 İmam-ı azam, sahabeden bazılarını görebilme şerefine erişmiş ve din bilgilerini bizzat onlardan dinlemiş, öğrenmiştir. Bu bakımdan İmam-ı azam, tabiindendir. Küçük yaşlarda Kur’an’ı hıfzederek hafız olan İmam-ı azam, 16 yaşında hacca gitmiştir. Yaşadığı bölgede değişik kültürler, farklı milletler ve cemaatler vardı. Bunların içinde, ehl-i sünnet dışı düşüncelere sahip gruplar da bulunmakta idi. İmam-ı azam, Müslümanlar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların yoğun olduğu, çalkantılı bir dönemde yaşamıştır. Hz. Muhammed’in (SAV) vefatından sonra İslam dünyasında başlayan karışıklıklar onun yaşadığı dönemde bir hayli artmış; Müslümanlar arasında birlik bozulmuştu. İmam-ı azam, bu duruma, çok üzülüyordu. İslami olmayan düşünce ve inançlar, Müslümanlar arasında yayılıyor ve bu düşünce ve inançlar, Müslümanları olumsuz etkiliyordu. İmam-ı azam, Müslümanların, bu düşünce ve inançların etkisinde kalmaması için çok çalışmış; ömrünü, dinin doğru bir şekilde anlaşılmasına adamıştır. Kur’an ve sünnete dayanarak, akılcı bir metotla, İslam dışı düşünce ve inançların, hurafelerin ortadan kalkması için mücadele etmiştir. İmam-ı azam, Hz. Peygamberin (SAV), “Ümmetimden her yüz senede bir, dini kalkındıracak, yenileyecek biri gelecektir.” diye haber verdiği kişilerdendir. İmam-ı azam, unutulmaya yüz tutmuş olan din bilgilerini, bidat ve hurafelerden temizleyerek; dini, özüne uygun hale getirmeye gayret etmiş ve başarılı da olmuştur. İmam-ı azam, İslam dinini, Hz. Peygamberin (SAV) ve ashabının yaşadığı ve anladığı gibi öğrenmek ve yaşamak isteyenler için din bilgilerini, sistemli bir şekilde, temel başlıklar altında kısımlara ayırarak bir araya toplamıştır. Bu çalışması ile çok büyük ve önemli bir hizmet gerçekleştirmiştir. Her Müslümanın, kendine yetecek kadar fıkıh ve kelam bilgisi öğrenmesi ve öğrendikleri ile amel etmesi farzdır. Ve yine her Müslümanın, inançlarını, doğru bir şekilde anlamak ve eleştirilere karşı savunabilecek kadar bilgiye sahip olması gerekir. İmam-ı azam, Müslümanlara bu yönde faydalı olmaya çalışmıştır. İmam-ı azam, Emevi ve Abbasi Devletleri döneminde yaşamıştır. Emevi idaresini, devleti baskı ve zulüm aracı olarak kullandıkları, lüks ve israfa daldıkları gerekçeleriyle eleştirmiştir. Emevilerin, Arap milliyetçiliği, hatta ırkçılık yaparak; Arap olmayan Müslümanlara, ikinci sınıf Enes SELİM, İmam-ı azam Ebu Hanife, Rehber Yayınları, İstanbul, 2009, s.16 Vecdi AKYÜZ. Dört Mezhep İmamı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s.17 1 2 Müslümanlar muamelesi yapmalarından hiç hoşnut değildi. Hz. Peygamberin torunları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e yaptıkları zulümlerden dolayı da, Emevi idarecilerinden hoşnut değildi. Emevilerin, bu tavırları ile Hz. Peygamberin (SAV) yolundan ayrıldıklarını düşünmekte ve fırsat buldukça onları eleştirmekte idi. Zulme ve haksızlıklara sessiz kalmayan, her fırsatta hakkı dile getiren İmam-ı azam, bu tavrından dolayı işkence görmüş, iftiralara uğramış; en sıkıntılı anlarında bile doğruyu söylemekten çekinmemiştir. Emevilerin ve daha sonra kurulan diğer bir İslam devleti olan Abbasilerin teklif ettikleri kadılık görevini, idarecilerin Kur’an ve sünnete uymayan politikaları sebebi ile kabul etmemiştir. İmam-ı azam’ın babası, büyük tüccarlardan biriydi. Gençliğinde, bir yandan babasına yardımcı olmak ve ailesinin geçimine katkıda bulunmak için ticaretle uğraşıyor; bir yandan da eğitimine ara vermeden devam ediyordu. Yüksek zekası, derin anlayışı, meseleleri çabuk kavrayışı ve akıl yürütme gücü ile çevresinde dikkatleri çekmeye başlamıştır. Bu özellikleri sayesinde, kısa zamanda, ilim meclislerinde söz sahibi olmuş ve kendisi de talebe yetiştirmeye başlamıştır. İmam Şabi ve Hammad bin Ebu Süleyman, onun yetişmesinde emeği geçen büyük alimlerdendir. Kendisinin yetiştirdiği en tanınmış talebelerin birkaçının isimleri şöyledir: İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed Şeybani, İmam Züfer.3 İmam-ı azam, kazancının bir kısmını yoksul öğrencilerine ayırıyor ve onlardan, ekonomik durumu zayıf olanlara burs veriyor; onların, derslerden kopmamalarına çalışıyordu. Onun bu tavrı, eğitim öğretime ne kadar önem verdiğini göstermektedir. İmam-ı azam, halkın eğitimine önem vermekte idi. Sabah namazından öğle namazına kadar olan vakitte, halktan gelen soruları cevaplandırıyor; onlarla sohbet ediyordu. Hz. Peygamberin (SAV) sünneti olan, kayluleden (öğle uykusu) sonra, akşam namazına kadar öğrencilerine ders veriyordu. Bu çalışmalarının yanı sıra, ticaretle de uğraşmaya devam etmekteydi. - Fıkıh Nedir? Fıkıh denince, akla ilk gelen İslam hukukudur; ancak fıkhın anlamı ve alanı daha geniştir. İmam-ı azam’a göre “fıkıh, kişinin hem dünya ve hem ahirette yararına ve zararına olan şeyleri bilmesidir”. Geniş açıdan bakılırsa fıkıh, ibadetlerin nasıl yapılacağından, aile hukukundan (evlenme, boşanma, miras…), ticari ilişkilerin nasıl olması gerektiğinden, suç ve cezalardan bahseden; kısaca, insan hayatının bütün yönlerini düzenleyen kuralları belirleyen İslami bir ilimdir. Fıkıh, Müslümanların yapmaları ve sakınmaları gereken işleri, delilleri ile bildiren; dinin temeli olan ilimdir. Fıkıh, kişinin dini hak ve yükümlülüklerini öğrenmesi; dini açıdan neyi, nasıl, ne zaman yapacağını bilmesidir. Dini layıkıyla yaşayabilmek için fıkıh bilgisine ihtiyaç vardır. Fıkıh ve kelam ilimleri, Selçuklu ve Osmanlı medreselerinin temel derslerindendi. İmam-ı azam, İslam hukukunun oluşumuna ve İslam hukuk düşüncesine önemli katkılar yapmıştır. İslam’ın kabulünden sonra kurulan Türk devletleri, inançlarına uygun bir toplumsal düzen kurabilmek için Hanefi İslam hukukunu uygulamaya koymuşlardır. Selçuklu ve Osmanlı hukuku, büyük ölçüde, İmam-ı azam’ın hükümlerine dayanmakta idi. Osmanlı’nın son dönemlerinde Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanmış olan Mecelle adlı kanun kitabı, Hanefi mezhebinin hükümlerine göre hazırlanmıştır. - İlmi Metodu İmam-ı azam, fıkıh ilminde takip ettiği usulü, şöyle ifade etmiştir: “Sorunların çözümünde, önce Allah’ın kitabında olan hükmü alırız. Şayet onda bulamazsak, peygamberin sünnetine bakarız. Onda da bir şey bulamazsak, ashabın benimsediğini alırız. Vereceğimiz kararlarda onların kararlarına uygunluğu gözetiriz.”4 İmam-ı azam’a göre bir Müslümanın uyması gereken dini kaynaklar sırası ile şunlardır: Kur’an, sünnet, sahabe görüşleri. İmam-ı azam, kendisine yöneltilen dini sorulara, önce ayet ve hadislere bakarak, orada bulamazsa, sahabenin görüşüne bakarak, orada da bulamazsa kıyasa başvurarak cevap veriyordu. Hanefilik mezhebinin, sorunları çözümleme yöntemi budur. Ancak İmam-ı azam, yine de, kendi görüşünün “en doğru olduğunu’’ asla iddia etmez; delilleri ile birlikte 3 4 SELİM, a.g.e.s. 36 Ekrem SAĞIROĞLU, İmamı Azam Ebu Hanife, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2002, s.59 daha iyi bir görüş getirene uyacağını, o görüşü kabul edeceğini söylerdi.5 Kıyas (rey, içtihat), Kur’an ve hadislerde, hakkında açıkça bir hüküm bulunmayan bir dini sorunu, hakkında açık hüküm verilmiş bir soruna benzeterek hüküm vermektir. Onun kıyası, Kur’an ve sünnetle ters düşmeyen bir akıl yürütme metottur. İmam-ı azam’ın usulü, Hz. Peygamberimizin, sahabeden Muaz bin Cebel’i, Yemen’e vali olarak gönderirken aralarında yapmış oldukları konuşmada geçen ve Hz. Peygamberin (SAV) beğendiği usuldür. Bu olayı şöyle nakledebiliriz: Muaz bin Cebel, ensardan (Medineli) 18 yaşında müslüman olmuş ve iyi bir fıkıh bilgisine sahip bir sahabedir. Bu özelliği nedeni ile Hz. Peygamber, onu, Yemen’e vali olarak yollamıştır. Muaz (ra), yola çıkacağı sırada, Hz. Peygamberle vedalaşırken, aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir: Hz. Peygamber buyurur ki; - Ya Muaz! Belki bu seneden sonra sen bir daha beni göremezsin. Belki dönüşünde burada benim mescidime ve kabrime ziyarete gelirsin. Bu sözleri duyan Muaz hüzünlenerek gözyaşı dökmeye başlar; efendimiz; -Ağlama ya Muaz! Bana yakın olanlar nerede olursa olsunlar, Allah’a hakkıyla kulluk edenlerdir, buyurdu ve; - Sana aralarındaki bir davadan dolayı gelirlerse, onların aralarında ne ile hüküm verirsin? diye sordu. -Allah’ın kitabı ile hüküm veririm, Ya Resulallah! - Ya orada bulamazsan? - Peygamberinin sünneti ile hükmederim. - Peki ya orada da bulamazsan? - Bu ikisinden anladığıma uygun bir biçimde hüküm veririm. Muaz bin Cebel’in bu sözleri, Hz. Peygamberin hoşuna gitmiş ve; “Elhamdülillah! Allah u teala, resulünün elçisini, resulünün rızasına uygun eyledi!” buyurmuştur. Bu olay, içtihatla hükmetmeye, Hz. Peygamber’in onay verdiğini gösterir. 767 yılında, icraatlerini eleştirdiği Abbasi idaresinin zindanlarında tutuklu iken vefat etmiştir. Bazı rivayetlere göre, zindanda zehirlenerek şehit edilmiştir. Kabri, Bağdat’tadır. İmam-ı azam, sabırlı, nefsine hakim, engin bilgi ve üstün akıl sahibi, kıvrak zekalı, çokça ibadet eden, takva sahibi bir kişi idi. Yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldığı rivayet edilir. Cuma günleri, dost ve ahbaplarına, evinde ziyafet vermeyi adet haline getirmişti. Kendisine borçlu olan bir kimsenin, evinin veya ağacının gölgesi altında, “borçlunun malından gelecek her fayda, faiz olur” düşüncesi ile oturmayacak kadar hassastı. - Hakkında Söylenenler Maliki mezhebinin imamı olan büyük alim İmam Malik, yüz yüze görüştüğü İmam-ı azam’a, iltifatlar etmiş ve büyük saygı göstermiştir. İmam Malik, İmam-ı azam hakkında, “Ben, öyle bir adam gördüm ki; eğer şu sütun altındır dese, bu iddiasını delilleri ile ispat edebilir”6 demiştir. Diğer mezhep imamı olan İmam Şafii de, İmam-ı azam hakkında takdir edici sözler söylemiştir. “İnsanlar, Fıkıh ilminde, Ebu Hanife’nin talebeleridir.” sözü İmam Şafii’ye aittir. Heysemi; “Fıkıh ilmini ilk defa sistemleştirip, kitap haline getiren Ebu Hanife’dir.” demiştir.7 Eserleri: İmam-ı azam’ın bizzat kendisi tarafından kaleme alınmış bir eseri yoktur; fikirleri, öğrencileri tarafından yazılarak kitap haline getirilmiştir. Müsned (İmam-ı azam’ın görüşlerine delil olan hadisleri içeren kitaptır), Fıkh-ul Ebsat, Fıkh-ı Ekber, El- Alim ve’l Müteallim (Bu eserler, İmam-ı azam’ın itikatla ilgili görüşlerinin yer aldığı kitaplardır), El Alim ve’m Müteallim (Soru - cevap şeklinde ehli sünnet inancını anlatan bir eserdir). 5 AKYÜZ.a.g.e.,s.23, 30 6 SELİM, a.g.e.s.47 SAĞIROĞLU, a.g.e.s.56-59 7 Ayrıca bir Hanefi alimi olan Abdullah bin Mahmud el Mavsili, İmam-ı azam Ebu Hanife’nin içtihat ve görüşlerini El- İhtiyar adlı kitabında bir araya toplamıştır. El İhtiyar, bütün fıkıh kitaplarının özü gibidir. Feridun Eser Geyve İmam Hatip Lisesi Felsefe öğretmeni KAYNAK: TÜRK İSLAM MEDENİYETİNİN YILDIZLARI Yazarı: Feridun Eser Eğitimde Birlik Derneği Kültür yayınları-2, Ankara, 2011