Geleneksel kamu yönetim anlayışı, Max Weber’in bürokrasi modeline dayalıdır. Kamu sektöründeki yeni yönetim anlayışında, performans hedefleri, hizmetlerin niteliği, etkinliği, verimliliği, müşteri odaklı hizmet anlayışı ve daha da önemlisi piyasa sisteminin özellikleri önemli hâle gelmektedir. YENİ KAMU YÖNETİMİ ANLAYIŞININ TEMELLERİ Kamu sektörü 1980’li yıllarda yaşanan ekonomik ve siyasal değişimlerin etkisiyle üzerinde en çok tartışılan ve düşünce üretilen alanlardan birisi olmuştur. 1970’lerin ekonomik krizi, hükûmetlerin sosyal ve ekonomik yaşamdaki farklı ideolojik algılanışı, Keynesyen ekonomi yönetimi ve savaş sonrası evrensel refah devleti üzerindeki görüşlerin yıkılması ve belki de hepsinden önemlisi halkın refah devletinden sosyal hizmetlere yönelik taleplerinin artması bunun karşılanmasında ekonomik olarak zorlanılması kamu sektörü üzerinde yeniden düşünmeyi zorunlu hâle getirmiştir. Gelişimi Yeni kamu yönetimi anlayışının ortaya çıkmasını sağlayan ideoloji liberalizmdir. Liberalizmin de temelinde kapitalizm vardır. Kapitalizm; batı dünyasında feodalizmin çöküşünden bu güne değin egemen olan ekonomik sistemdir. Kapitalizm, anamalcılık, sermayecilik, serbest piyasa ekonomisi, serbest girişim ekonomisi adlarıyla da anılır. Üretim araçlarına sahip olanların üretim araçlarından yoksun bırakılanlara egemenliği kölelik düzeniyle başlamış feodal düzenden geçerek son ve en büyük aşaması olan kapitalizme dönüşmüştür • Özgürlük ve serbestlik anlamlarına gelen İngilizce kökenli “liberty” kelimesinden türetilen liberalizm; özgürlüğü savunan bir düşünce olarak tanımlanmaktadır. Liberalizm bireyin toplumun özü olduğu hipotezine dayanmaktadır. Gruplar, kurumlar ve devlet birey için var olmuştur. Liberalizm devlet karşısında bireyi ve onun özgürlüğünü ön plana çıkarmaktadır. Liberalizm tarihsel evrim içinde Avrupa’daki toprak soylular (aristokrasi) ile kent soylular (burjuvazi) arasındaki çatışmaya koşut olarak doğmuştur . Kapitalizm Kapitalizm bir ekonomik düzeni, bir toplumsal modeli ve belli bir yaşam biçimini ifade etmektedir. Bu yaşam biçimi insanların tutum ve davranışlarını belirleyen belli değer yargılarına ve belli ilişki kalıplarına dayanmaktadır. Kapitalizm tek kelime ile metalaşma olarak da tanımlanabilir. 1980’lerden günümüze değin, büyük oranda kapitalist sistemin tetiklemesiyle birçok gelişmiş ülkede kamu yönetiminde önemli bir dönüşüm yaşanmaktadır. Katı, hiyerarşik ve bürokratik kamu yönetimi, esnek piyasa tabanlı kamu yönetimine dönüştürülmektedir. Sosyal Devlet Önceden kısaca vurguladığımız gibi 1980’ler öncesinde özellikle gelişmiş ülkeler devletin sürekli kamu yatırımları yaptığı, üretimi düzenli olarak desteklediği ve toplumun eğitimden sağlığa, sosyal hizmetlerden konuta değin çeşitli kamu hizmetleriyle sürekli korunduğu sosyal refah devleti modelini uygulamışlardır. Çeşitli sosyal politikalar ve uygulamalarıyla devlet, adeta ebeveyn rolü oynayarak vatandaşı üzerinde birçok sorumluluk üstlenmiştir. Liberal felsefeye göre devletin varlık nedeni, bireylerin doğal hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır. Devlet tamamen sosyoekonomik yaşam alanının dışında tutulmalıdır. 1920’li yıllarda başlayıp 1929 yılında en yüksek noktasına ulaşan kriz önce ekonomiyi, sonra da sosyopolitik alanı etkilemiştir. Bu dönemde faşizm de dünyada yükselen bir anlayış olmuş ve İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. ABD’nin yaşadığı 1929 krizi sonrası devletin ekonomiye kökten müdahaleciliği başlamıştır. Ünlü iktisatçı Keynes tarafından temelleri belirlenen bu dönem ”refah devleti” ya da “sosyal devlet” olarak anılan bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Keynes Etkisi Refah devletine kuramsal anlamda en büyük katkıyı Lord John Maynard Keynes yapmıştır. Keynes’in kuramsal çıkış noktası, tam istihdamın kendi kendine işleyen bir pazar mekanizması olmadığıdır. Keynes’e göre toplumda milyonlarca insan, kendi başlarına neyi ne kadar tüketeceklerine ve ne kadar yatırım yapacaklarına karar vermektedir. Otomatik olarak tam istihdamın oluştuğunu varsaymak gerçek dışıdır. Keynesci refah devleti döneminde, devletin kalkınmada öncü rol oynaması, gerekli alt yapı yatırımlarını gerçekleştirmesi, tam istihdamı sağlayıcı ve çalışma ilişkilerini düzenleyici önlemler alması sosyal hizmetler, eğitim, konut ve sağlık gibi temel kamu hizmetlerini sunması da yaygın kabul görmüştür. Kapitalizmi Komünizme Karşı Koruma Tartışmamızın bu noktasında sosyal devlet modelinin tercih edilmesine bir neden daha ekleyebiliriz. Sosyal devlet aynı zamanda 1917 Bolşevik Devrimi ile kurulan SSCB’nin kapitalist sisteme alternatif bir sistem oluşturmasına karşı koruyucu bir uygulama olarak gelişmiştir. Bağımsız egemen devlet kavramı kapitalizm krizini aşmak, ortaya çıkan siyasal ve sosyal sorunlara bir çözüm bulmak amacı ile emek-sermaye ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini gerektirmiştir. Refah devleti uygulamaları toplumun varsıl kesimlerinden yoksul kesimlerine doğru bir kaynak aktarımı sağlamaktadır. Kamunun giderek artan oranlarda toplumsal kaynaklara el koyması kâr oranlarında düşüşe neden olmuştur. Birikim sürecinin işlerliğinde bozulma ve ekonomik alanda yaşanan kriz giderek toplumsal ve politik yaşamı da etkilemiştir. 1970’lere kadar getirilebilen refah devleti süreci bu tarihlerde devlet ekonomilerindeki kötüleşme ve petrol krizi nedeniyle çöküntüye uğramıştır. 1970’li yılların ilk yarısında savaş sonrası kapitalist genişlemenin sınırına ulaşılması, sınıf mücadelesinin de 1970’lerin ikinci yarısından başlayarak zayıflaması, sermayenin saldırısına uygun bir zemin yaratmıştır. O zamana kadar yüceltilen devlet müdahaleciliği artık tüm kötülüklerin nedeni sayıldı. Dönemin yeni sloganı da “devleti küçültmekti 1980’lerden itibaren devlet felsefesinde ve yönetim anlayışında yeni fikirler oluşmaya başlamıştır. Bildiğimiz gibi bu döneme kadar olan sürede iki büyük güç olan Kapitalist Batı ve Komünist Sovyetler Birliği’nin 1945 ile 1991 yıllarında süren Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu bir dünya düzeni oluşmuştu. Yeni Kamu Yönetiminin Ortaya Çıkışı Tam bu süreçlerin ardından “Yeni Kamu Yönetimi” güçlü ve yaygın bir paradigma olarak kabul görmeye başlamıştır. Bu paradigma ABD’de “Devleti yeniden icat etmek” olarak tanımlanmıştır. Birçok ülkede kamu hizmetleri, yeni kamu yönetimi paradigmasına yönelmiştir. Bu çerçevede yeni kamu yönetiminin ortak ögeleri şu şekilde görünür olmuştur : (1) Hizmet kalitesini arttırmak (2) Daha çok pazar mekanizmalarını kullanmak ( 3) Verimliliği arttırmak (4) Etkililiği arttırmak (5) Kişi ve hizmet kurallarına odaklılık (6) Performans yönetimi Son tahlilde, 1970’lerden itibaren hükûmetler ciddi mali krizlerle karşı karşıya kalınca tüm dünyada devletin sosyoekonomik alan dışında kalan klasik sınırlarına dönmesi, verimlilik esasına göre örgütlenmesi ve özel sektör değerlerinin, tekniklerinin kamu sektöründe kullanılması gündeme gelmiştir. YENİ KAMU YÖNETİMİ ANLAYIŞININ NİTELİKLERİ Küresel dünya ekonomisinde 1990’larda görülen yeni-liberal gelişmeler yeni kamu yönetimi anlayışının oluşmasına, yeni sağ ve yeni muhafazakâr politikaların gelişmesine neden olmuştur Yeni kamu yönetimi anlayışı; geleneksel kamu yönetiminin geniş ölçekli, hiyerarşik olarak örgütlenmiş bürokrasisini reddetmiş, ademi merkeziyetçilik, yetki devri, rekabet, tercih imkânı, müşteri merkezcilik ve esneklik gibi değerleri gündeme getirmiştir, Kamu sektörünün gelişmesine karşı çıkan hareket 1970’lerden sonra güç kazanmaya başlamıştır. Siyasal iktidarlar; vergileri azaltmak, kamu mülkiyetini özelleştirmek, kaynak dağılımında piyasaya öncelik vermek, özel sektör girişimcilerine yetki aktarmak, kamu personeli sayısını ve bunlarla ilgili harcamaları azaltmak ve tasarrufa yönelik verimlilik çalışmaları başlatmak amacıyla çeşitli tedbirler almışlardır. Bu girişimler sonucu oluşan anlayışın kamu bürokrasisine yansıması ise yeni kamu yönetimi düşüncesi ile olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist ekonominin yaşadığı büyüme ve genişleme eğilimi tıkanma sürecine girmiş ve kâr oranlarında düşüş yaşanmıştır. Bu nedenle ulusal ekonomiler arasındaki bölünmelere son verilerek dünya çapında açıklık politikasına geçilmesi gündeme gelmiştir. 1970’lerde krizle karşı karşıya kalan dünya ekonomisi, küreselleşme ideolojisinin ortaya çıkmasına neden olmuştur . Bu süreçte küreselleşme, iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda bazı ortak değerlerin yerel ve millî sınırları aşarak dünya çapında yayılmasını ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır (Aktan, 1999). Küreselleşme kavramının yükselişi, 1980’den bu yana dışa açılma politikalarının uygulanmasıyla ivme kazanan uluslararasılaşma sürecine, dünya çapında mali piyasaların ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmeye başlamasına ve yeni-liberal programın bütün dünyaya yayılmasına denk düşmektedir. Kamu yönetimi küreselleşmeden şu ana noktalarda etkilenmiştir : (1) Küreselleşme sürecinde özel kesim lehine, kamu ve özel kesim alanlarında ciddi dönüşümler olmaktadır. Devlet ve kamu kesiminin; kaynakların dağılımı,refahın adil paylaşımı, ekonominin istikrarı, ekonomik gelişme gibi alanlardaki öncü ekonomik rolü küreselleşen şirket seçkinleri tarafından geçersiz kılınmaktadır. (2) Günümüzde devlet ve kamu yönetiminin niteliğinde ve faaliyetlerinde sivil olmayan yönetimden sivil yönetime doğru büyük bir değişim yaşanmaktadır. Kamu yönetimi sermaye birikimini kolaylaştıracak biçimde sivil olmayan yönetimden kamunun sivil yönetimine dönüşmektedir. Dengeleyici yönetsel devletin yerini şirketleşmiş zora dayalı devlet almaktadır. (3) Küreselleşen devlet kamu yönetimini çok iş yapmaya zorlamaktadır. Özel sektörden gelen yetersizlik iddiaları yüzünden kamu yöneticileri psikolojik baskı altında bulunmaktadır. (4) Profesyonelleşme kamusal hizmet alanına, küresel düzeyde kurumsal ve moral ölçütler getirmektedir. (5) Küreselleşme sürecinde özelleştirme teşvik edilirken, yolsuzlukla mücadele özendirilmektedir. (6) Küreselleşme seçkinciliği yüceltmektedir ve her biri bağımlı şirket ya da uluslararası şirketlerin unsuru olarak faaliyet yürüten iş adamı, yönetici gibi seçkinleri zenginleştirmektedir. (7) Küreselleşme insanların yaşamlarını etkileyen çok önemli kararların alınmasında, yurttaşların katılımcı rollerini ve kamu yöneticilerini dışarıda bırakmak suretiyle yerel yaşamlarını tehdit etmektedir. (8) Küreselleştirme sürecinde kamu yönetimi ve ilgili alanlarda karşılaştırmalı ve uluslararası gibi alt disiplinlerini de kapsayan bilgi gelişmesi olmaktadır. (9) Küreselleşme başka halklar, kültürler ve kamu yönetimleri konusunda bilgilenmeyi sağlamakta ve kişilere zengin yönetim geleneklerini tanıma fırsatı vermektedir. (10) Küreselleşme kamu yönetimi topluluğunda insan bilincine yönelik bir karşı çıkış olarak değerlendirilmektedir. Küresel topluluğun profesyonel yurttaşları, küresel topluluğun her köşesinde neler olup bittiğini gözlemleme ve araştırma olanağına ve sorumluluğuna sahiptirler. (11) Küresel topluluğun çıkarlarının koruyucuları olarak gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerdeki kamu yöneticileri, ahlaklı davranmak üzere küresel bir sorumluluk taşımaktadırlar. YENİ KAMU YÖNETİMİNİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ Yeni kamu yönetimi anlayışının ülkemiz yönetim sistemine çeşitli etkileri vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: • Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi • Devleti küçültme Devlet mekanizmasının işleyişine piyasa kurallarını egemen kılma Kamu yönetimini yeniden yapılandırma çalışmaları yönetime çeşitli yönetsel reformlar şeklinde yansımıştır. Bu konulara sonraki başlıklar altında yer veriyoruz. Özelleştirme Yeni-liberal politikaların en temel yöntemlerinden olan özelleştirme; 1980’lerden itibaren tüm dünyada, kamunun sorunlarının çözümü olarak sunulmakta ve yaygın olarak uygulama alanı bulmaktadır . Özelleştirme, devletin ekonomideki rolünü daraltmanın temel araçlarından biri olarak 1980’lerde gelişmiş ülkelerde, özellikle ABD ve İngiltere’de gündeme gelmiş, 1990’larda küreselleşme eğilimlerinin artmasıyla birlikte, özellikle uluslararası mali kuruluşların (IMF ve Dünya Bankası) gelişmekte olan ülkelere dayattığı istikrar ve yapısal uyarlama politikalarının ana unsurlarından birini oluşturarak sermayenin dünya ölçeğinde hareketini kolaylaştıran güçlü bir ideolojik araca dönüşmüştür. Özelleştirme uygulayan tüm ülkelerin paylaştıkları temel amaç, ekonomide etkinliği arttırmaktır Devleti Küçültme Küreselleşmeye uyum anlamında kamu hizmetleriyle ilgili düzenlemeler genelde devletin yeniden yapılandırılması veya kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması çalışmaları kapsamında gündeme gelmektedir. Devleti yeniden yapılandıran düzenlemelerin geçmişi 24 Ocak 1980 kararlarına kadar gider. 1983 ve sonraki yıllar, sosyal hizmetler alanı da dâhil olmak üzere, ülkemizde “idari reform”, “yeniden yapılanma” söylemlerinin gündeme geldiği bir dönemdir. “Kamu yönetimi sisteminin, toplumun gereksinimlerini karşılamada etkin bir araç durumuna dönüştürülebilmesinin ön koşullarından birisi olarak, gelişen ve değişen koşullara ayak uydurmasını sağlayıcı yönde sürekli yenilenmesi” çabalarını ifade etmek üzere kullanılan “idari reform” kavramı çağdaş merkezleşmiş devlet gücünün kurumsallaşması ile başlayan tarihsel süreçte ortaya çıkmıştır. “İdari reform” kavramının tanımı konusunda farklılıklar ve anlam kaymaları dikkat çekmektedir. Genel bir tanıma göre idari reform “yönetim alanı ile ilgili olarak, iyileştirme sağlamak üzere, bilinçli bir şekilde yapılan ve kalıcı etkiler yaratan” faaliyetlerdir Reform gereksinimi doğuran nedenler, kamu yönetimini konu alan bir araştırma raporunda şu şekilde ifade edilmektedir : (1) Hizmetlerin değişen ve gelişen koşullara uyarlı duruma getirilmesi (2) Yeni teknolojilerin sisteme kazandırılması ve teknoloji kullanımından kaynaklanan sorunlar (3) Yönetim ile sosyoekonomik yapı ve siyasal düzen ilişkilerindeki uyumsuzluklar (4) Devletin görev ve sorumlulukları konusunda yönetim felsefesinde ortaya çıkan değişmeler Merkezileşmiş devlet gücünün kurumsallaşması sürecinde ortaya çıkan “idari reform”, devlet işlevlerinde bir artışın ve genişlemenin yaşandığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında, devleti yeniden yapılandırma yöntemi olarak, ”modernleşme- kalkınma” kuramlarının beslediği bir düşünsel çerçeve içinde biçimlenmiştir. YENİ KAMU YÖNETİMİNİN SOSYAL HİZMETE ETKİLERİ sosyal hizmet, sosyal devlet modelinin uygulanmasını mümkün kılan müdahale bilgi ve beceri repertuarı ile şekillendirilmiştir. Sosyal sorunların ortadan kaldırılması, sosyal eşitsizliklerin önlenmesi ve sosyal adalet hedefine ulaşılması gibi temel hedefler hem sosyal devlet modelinin hem de sosyal hizmet mesleğinin benimsediği ve odaklandığı hedefler olmuştur. Sosyal hizmet, devletin sosyal devlet ya da diğer ifadeyle refah devleti özelliği taşımasını sağlayan bir meslek olarak 1980 öncesinde kamu sistemi üzerinden sunulmuştur. 1980’ler sonrasında neoliberal politikaların şekillendirdiği yeni kamu yönetimi anlayışına geçilmesiyle birlikte bu değişimden sosyal hizmet örgütlenmesi de etkilenmeye başlamıştır. Yeni kamu yönetimi anlayışının bir uzantısı olarak, iyi yöneticinin her türlü örgütlenmeyi, ister bir süpermarket olsun, isterse bir sosyal hizmet kurumu olsun yönetebileceği görüşü egemen olmaya başlamıştır. Farklı işlevler gören çeşitli sosyal hizmet kuruluşları tek çatı altında toplanarak çok amaçlı sosyal hizmet merkezleri kurulmaktadır. Yeni kamu yönetimi anlayışının sosyal hizmete katkısı, hizmet sisteminin müracaatçı taleplerine karşı daha duyarlı ve dinamik hâle gelmesidir