Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Fırat University Journal of Social Science Cilt: 15, Sayı: 2, Sayfa: 413-432, ELAZIĞ-2005 OSMANLININ SON DÖNEMLERİNDE MARUNİLERİN LÜBNAN’DA BAĞIMSIZ BİR HIRİSTİYAN DEVLETİ KURMA GİRİŞİMLERİNİN FİKRİ TEMELLERİ The Endeavour of the Maronites to Set up An İndependents Christian State in Lebanon in the Late Period of the Ottoman Empire Ramazan IŞIK Fırat Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Elazığ. risik@firat.edu.tr ÖZET Biz bu makalede, XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında Marunilerin Lübnan’da bağımsız bir Hıristiyan devleti kurma girişimlerinin tarihsel arka planını incelemeye çalışacağız. Modern ulus kavramı, Orta Doğuda XIX. yüzyılda bir sömürge ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu kavramdan hareketle Marunilerde etnik kimlik bilinci gelişmiş ve 1920’lere gelindiğinde Avrupalı güçlerin özellikle de Fransa’nın himayesinde Lübnan’da bağımsız bir Hıristiyan devleti kurulması yönünde gayret sarf etmişlerdir. Bu amaçla da I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupalı güçler özellikle de Fransa nezdinde çok değişik lobi faaliyetleri yürütmüşlerdir. Anahtar Kelimeler: Maruniler, bağımsızlık, etnik kimlik, misyoner, Fransa. ABSTRACT İn this article, We’ll try to study the historical back plan of the Maronite’s efforts at the beginning of the 19th and 20th centuries to establish and indipendent separate christian state in Lebanon. The modern nation notion in the Middle East appeared as a colony product in the 19th century. With this notion the ethnic identity notion among the Maronites has developed and in the 1920’s, they tried to found an indipendent christian state under the protection of european countries and especially France. With this intention after the first world war the european continued different lobby activities especially by the help of France. Key Words: Maronites, independence, ethnic identity, mission, France. F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) Lübnan Marunileri, IX. yüzyıldan sonra Kuzey Suriye bölgesinden, Cebel-i Lübnan’a göç etmiş, Arami-Süryani kökenli bir topluluktur ve adlarını MS. 410’larda ölmüş olan Aziz Marun adında bir rahipten almışlardır1. XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun giderek daha çok kan kaybetmeye devam etmesi, özellikle de 1821’lerde Balkanlardaki ayaklanmaların ardından, Avrupalı güçlerinde desteği ile bağımsız bir Yunanistan devletinin ilanından sonra, Osmanlı tebaası Hıristiyan topluluklar gittikçe artan bir biçimde ulusal ayaklanma eğilimi içerisinde olmuşlardır2. Aynı şekilde Lübnan’da en büyük Hıristiyan grubu meydana getiren ve Haçlılar döneminden itibaren sürekli Roma Kilisesi ile ilişkilerini devam ettiren Maruniler de XIX. yüzyıllarda ve özellikle de XX. yüzyılın başlarında Avrupalı güçlerin özellikle de Fransa’nın himayesi ile Lübnan’da bağımsız bir Hıristiyan devleti kurabilecekleri düşüncesine kapıldılar. Hatta XX. yüzyılın ilk yarısı boyunca Marunilerde bu eğilimin bir sonucu olarak, Orta Doğuda bağımsız bir Yahudi vatanına karşılık, Lübnan’da bağımsız bir Hıristiyan devleti kurulması planlarının hayata geçirilmesi çabalarını görmekteyiz3. Bu bağlamda, Maruni entelektüeller kendi toplum ya da cemaatlerinin etnik kökenlerini tarihte medeniyet kurmuş olan kavimlere kadar götürdükleri ve etnik kökenlerini ispat ettikleri takdirde amaçlarına daha kolay ulaşabilecekleri kanaatine vardılar. Böylece, Maruni entelektüeller, kendilerinin tarihte bağımsız ayrı bir ulusal kimliğe sahip olduklarının ispatı yönünde çalışmalara başladılar. Dolayısıyla onlar, etnik köken itibariyle, Maruni toplumunun tarihini, tarihte büyük medeniyet kurmuş olan Fenike ve Fenike ailesine mensup toplumlara kadar götürdüler4. Biz bu makalede, XIX. yüzyılda Maruni entelektüeller arasında etnik kimlik bilincinin ortaya çıkışından, 1920’lerde Suriye’deki Fransız manda yönetimi döneminde 1 Bkz., Ramazan Işık, Maruni Kilisesi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Dok. Tezi, Ankara 2003, 21 vd., 204. 2 Albert Hourani, Çağdaş Arap Düşüncesi, Çev. L. Boyacı-H. Yılmaz, İstanbul 2000, 61; Hourani, Arap Halkları Tarihi, Çev. Yavuz Alogan, İstanbul 2001, 319. 3 Muhammed Züaytir, el-Maruniyye fi Lebanan Kadimen ve Hadisen, el-Vekaletü’ş-Şarkiyye 1994, 464 vd.; Kirsten E. Schulze, ‘İsrail ve Maruni Milliyetçilikleri Bir Azınlık İttifakı Doğal mıdır?’, Orta Doğuda’da Milliyetçilik, azınlıklar ve diasporalar, Der. K. E. Schulze, Martin Stokes, C. Campbell, (Çev. Ahmet Fethi), İstanbul 1998, 214 vd. 4 Bkz., Butros Dau, History of the Maronites, (Religious, Cultural and Political), Lebanon 1984, 9 vd.; Ayrıca Yusuf ed-Dibs, Suriye tarihi adlı eserinin I. cildini tamamen bu konulara ayırmıştır. Bkz., Yusuf ed-Dibs, Tarih-i Suriye ed-Dini ve ed-Dünyevi 1833-1907, I-X, Dar-i Nazir 1994. Yine Maruni tarihçilerden W. Peter Tayah, ‘The Maronites’ adlı eserinde etnik bakımdan Marunilerin Fenike ve Arami kökenli bir topluluk olduklarını ve bunların asıl vatanlarının Lübnan olduğunu zikrederek, Lübnan ve Maruniliğin aynı anlamı ifade ettiğini öne sürmüştür. Bkz., Wadih Peter Tayah, The Maronites, Roots and Identity, Miami, Florida 1987, 239 vd. 414 Osmanlının Son Dönemlerinde Marunilerin Lübnan’da.. ‘Büyük Lübnan’ veya bağımsız ayrı bir ‘Hıristiyan Devleti’ kurulması çabalarının tarihsel arka planını incelemeye çalışacağız. Modern ulus kavramı, Orta Doğuda XIX. yüzyılda ortaya çıkan bir sömürge ürünüdür. Bu modern ulus kavramından hareketle Maruniler, kendi toplumlarının tam anlamıyla benimseyebilecekleri ve paylaşabilecekleri ortak bir etnik kimlik tesis etmek için yeni köken mitleri ve tarihsel bellekler yaratmak gerektiğinin bilincindeydiler. Bundan başka, kendi kültürlerinin üstünlüğünü, kendi toplumlarının tarihteki akrabalarının ve mensup oldukları ırkın eşsizliğine vurgu yaparak, kendilerini diğer gruplardan ya da komşularından ayırmak zorundaydılar. Eğer belirli bir aidiyet ve ortak bir atalar kimliği tespit edilirse, müstesna meziyetleri, üstün değerleri ve yüce idealleri ihtiva eden bir şecere ağacı tarihte mükemmel kabul edilen ilk örneklere kadar geri götürülebilirdi. Böylece bu model, yeni bir politik yapı için taklit edilebilecek belli başlı örnek modellerden biri olabilirdi5. Şüphesiz bu süreç, modern milliyetçiğin doğuşundan itibaren, sadece Lübnan ya da Orta Doğu ile sınırlı kalmamış ve bütün ulusal hareketlerin genel bir karakteri haline gelmiştir. Bu aidiyeti yaratmak için, bir toplum yeniden nasıl bir tarih ya da geçmiş inşa edebilir? veya ona yeniden nasıl geri dönebilir? Şüphesiz, buna arkeoloji ilminin önemli bir katkı sağladığı görülmektedir. Çünkü, arkeolojik bulgular sayesinde uluslar kendilerini tarihsel bir çizgiye oturtmakta, kendi toplumlarını eski şecere ağaçlarına ve tarihi ihtişamlı dönemlere bağlamak suretiyle kendilerine belirli bir statü kazandırmaktadırlar. Dolayısıyla, yapılan kazılarda çıkarılan bulguların doğrudan kendi atalarına ait olduğunu iddia eden yerli nüfusun, kendi kendilerini tanımlamaları açısından arkeolojik bulguların müstesna bir önemi vardı. Böylece, onlar kendilerini bölgedeki diğer gruplar veya toplumlardan farklı olduklarını, bölgenin asıl sahiplerinin kendileri olduklarını söyleyebiliyorlardı. Şüphesiz, Avrupalı arkeologlar XIX. yüzyılda Suriye ve Lübnan’da önemli kazılarda bulundular ve onların bu kazılarda elde ettikleri bulgular, istemeyerek de olsa bu yerli halkların milli gururlarının beslenmesine ve gelişmesine hizmet etmiştir denilebilir6. Genel olarak bir köken miti gerekli belirli unsurları taşımak zorundadır. Bunlar, soyluluk, göç, kurtuluş, altın çağ, çöküş ve bütünüyle yeniden doğuş mitleridir. Öyle ise eski ihtişamlı dönem yeniden nasıl inşa edilebilecekti? Maruni entelektüeller, Maruni 5 6 Bkz., Anthony Smith,The Ethnic of Nations, Oxford 1986, 192 vd. Fhilip L. Kohl - Clare Fawcett, Nationalism, Politics and The Pratice of Archaeology, Cembridge 1995, 20 vd.; Aharon Kampinsky, The İnspiratian of Achexology Over İsraeli Society and Culture, Ariel, Vol. 1001, Nisan 1994, 179-90. 415 F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) toplumu için mitsel bir geçmiş yaratmak amacıyla, kendi cemaatlerinin etnik kökenlerini Fenike ve Fenike ailesine bağlı kavimlere kadar dayandırdılar. Dolayısıyla, yukarıdaki soruların tek bir cevabı olmamakla birlikte, Maruni entelektüeller Fenikelilik mitinin muhtemelen bütün bu soruları karşılayabileceğini düşündüler7. Onlara göre, M.Ö. II. bin yılda Kenanlılar, İran körfezinden Büyük Suriye bölgesine geldiler. Kenanlılar, HintAvrupa ırkına mensup kavimlerdi. Bunlar, sahilin kuzey kesimlerine yerleşerek şehir devletleri kurdular ve kendileri deniz ticareti ile ün kazandılar. Kısa bir süre içerisinde büyük deniz ticaret filoları inşa ettiler ve bir çok sömürgeler kurdular. Kırmızı-mor renkli kumaşlarla ticaret yapmaları sebebiyle, kendilerine Yunanlılar tarafından Fenike adı verildi. Dünya medeniyetine, alfabeyi, deniz savaşı ustalıklarını ve diğer bir çok zanaatları miras olarak bıraktılar. Fenike, doğu ve batı arasındaki kültürlerin ve ticaretin bir köprüsü haline geldi. Bütün bunlardan başka Fenikeliler, Batı medeniyetinin ataları olmalarının yanı sıra, Akdeniz havzasında bu medeniyetin yayıcıları oldular. Öyle ki, yabancıların bölgeyi işgal ettiği dönemlerde bile, Fenike kendi varlığını korumayı ve ticaretteki ustalıklarını, ilmi alanlardaki başarılarını devam ettirmesini bilmiştir8. Bununla beraber, bölgenin Araplar tarafından fethedilmesi ile, bu bölgede Fenikelilerin mirası yok olmuştur. Bu dönemde, Fenikelilerin mirasına sahip olan Maruniler, kendi üstün meziyetlerini korumak amacıyla, Cebel-i Lübnan’a çekilmek zorunda kaldılar. Cebel-i Lübnan’da kendi ulusal varlıklarını ve atalarından miras aldıkları üstün faziletleri ki bu üstün değerler Akdeniz kültürü, deniz sevgileri, ticaretteki ustalıkları ve en önemlisi de ilmi niteliklerini korumasını bildiler. Dolayısıyla, zaten var olan bu üstün değerleri Hıristiyanlık ve Maruni Kilisesi daha da yüceltmiştir. Lübnan’ın kendi topografik yapısının bir sonucu olarak, Cebel-i Lübnan bu meziyetlerin korunması için çok elverişli bir hazine haline gelmiş ve dağ ehline onları korumayı vasiyet etmiştir9. Bu anlamda, kendi coğrafi ve tarihsel sınırları içerisinde Lübnan’da bağımsız bir Hıristiyan devleti kurulması sonucu, Lübnan halklarının eski tarihi ihtişamına geri dönebileceği ve insanlığa olan katkılarına uygun bir şekilde dünya milletleri arasında yeniden üstün bir pozisyona yükselebileceğine inanılmaktaydı. Görüldüğü üzere yukarıda anlatılanlar, Fenike ve Fenike ailesine mensup kavimlerin tarihteki imajından başka bir şey değildir. Bu anlamda, XX. yüzyıl ile birlikte Fenikelilik düşüncesini destekleyenler arasında bu Fenikelilik köken miti Maruni 7 Smith, The Ethnic of Nations, 192. Dau, 9 vd. 9 Tayah, 37 vd. 8 416 Osmanlının Son Dönemlerinde Marunilerin Lübnan’da.. tarihinin omurgası olarak değerlendirilmiştir. Zaman zaman detaylar eklenmiş veya çıkarılmış, ancak genel olarak hikaye aynı çizgide devam etmiştir. Dolayısıyla, onlara göre günümüzün Lübnanlıları Arap etnisitesinin bir parçası değil, Fenike-Arami kökenlidirler. Bu anlamda, onların Batı kültürüne katkısı yadsınamaz. Ticaretteki ustalıkları emsalsizdir. Miras aldıkları ulusal karakterleri bilgelik ve barışçıllıktır. 1860’lara kadar Fenike sahil şehirlerinin tarihi hakkındaki bilgiler, temelde Kitab-ı Mukaddes ile Yunan ve Latin yazarların çalışmalarına dayanmaktaydı. Ernest Renan’ın “Mission de Phenicie” adlı kitabı, Fenikelilerin geçmişini anlamak için ilk modern çalışmalardan biri olmuştur10. 1860 sivil savaşını takiben, Fenikelilerin tarihi mekânlarının incelemesini yapmak için Fransa imparatoru tarafından Suriye’ye gönderilen bir araştırma heyetinin içinde ünlü oryantalist ve filolog Renan da bulunmaktaydı. Onun araştırma ve incelemeleri sadece bilimsel faaliyetlerle sınırlı değildi. Kendi döneminin sosyo-politik gelişmeleriyle de çok ilgilenmekteydi. Bu dönemde tarih, politik ve ideolojik semboller için bir kaynak olarak görülmeye başlandı. Nitekim, politikacılar ve tarihçiler, uluslar içerisinde kendi ulusunun ve onun yerinin yüceltilmiş rolünü açıklayan belirli milli karakteristikler için tarihteki dönüm noktası olayları keşfettiler. Bu amaçla Renan filolojiyi kullandı11. Eğer değişik Avrupa ulusları için tarih bir araştırma konusu ise, o takdirde bu tarihin Batı Hıristiyan medeniyetinin kökleri ki Kitab-ı Mukaddes’in vatanı Roma ve Yunan dönemlerinin başlangıcına kadar geri götürülmesi doğal olacaktır. Dolayısıyla, Avrupa halklarının manevi mirası hükmünde olan bu yerlerin görülmeye değer yerler olduğu açıktır. Şüphesiz Renan, Kitab-ı Mukaddes’in yayıldığı topraklara seyahat eden ilk Avrupalı değildi. Bununla beraber, onun döneminde bu seyahatlerin karakterindeki değişim sembolleştirildi. Böylece XIX. yüzyılın ortalarından itibaren, antik çağla ilgili araştırmalar milli bir amaç haline dönüşmüş oldu. Roma, Atina, Ba’albek, Kahire ve Kudüs’ün klasik dönem medeniyetlerinin muhteşem yapıları sosyal hayatta önemli denebilecek bin anlam taşımaya başladı. Modern bilim ve arkeolojik kazılarla toplanan bilgiler, bu medeniyetleri yeniden gün ışığına çıkarmaya başladı. Avrupalı hükümetlerin de aktif teşvikiyle yeni bazı kazı hareketleri başladı. Bu kazılarda ortaya çıkarılan bulgularla ilgili iddialar öne sürülmeye başlandı. Bu anlamda, Şecere kökleri ile ilgili araştırmalarda Keltlerin, Fenikelilerin torunları olduğu bile iddia edildi. Başka bir 10 11 Ernest Renan, Mission de Phenicie, Paris 1864, 7 vd. Edward W. Said, Şarkiyatçılık (Batı’nın Şark Anlayışları), Çev. B. Ülner, İstanbul 2003, 136-159. 417 F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) ifadeyle, Britanya’yı keşfedip, buraya yerleşenlerin Fenikeliler olduğu ileri sürüldü12. XIX. yüzyılın başlarında özellikle Fransa’nın eski medeniyetlere olan ilgisi akademik amaçların da üstünde ve ötesinde gelişti. Renan’dan sonra da çok sayıda araştırmalar yapıldı. Böylece, Fransa ile eski yakın Doğu arasında duygusal bağlar güçlendirildi. 1894-98 yıllarında Fransa dış işleri bakanı olan ve bu dönemde Fransa’nın sömürgeciliğe yeniden dikkat çekmesinde önemli rol oynayan Gabrie Hanotaux “La Montagne du Liban n’atteint pas les hautes altitudes” isimli bir eser yazdı. Ona göre; Lübnan dağının zirveleri ulaşılmaz olmamakla birlikte, dünya tarihinde önemli bir yere sahipti. Çünkü, Hz. Süleyman döneminden Renan’a insanoğlunun hikmet bilgisi, laik sedir ağaçlarının gölgesinde burada gelişmiş ve gelişmeye devam etmekteydi. Görüldüğü üzere, burada Kitab-ı Mukaddes devirlerinden Hanotaux’un kendi zamanına kadar olan dönem de Fransa’nın kültürel mirasına vurgu yapılmaktaydı. Başka bir ifadeyle Hanotaux, Akdeniz dünyası ve onun kültürünü bizzat Fransız halkının kendi kültürü olarak değerlendirmekteydi13. Fransız yazar Gustave Flaubert, ise 1863 yılında yazmış olduğu bir eserinde Akdeniz havzası kültürleri ile Fransız kültürünün bir ve aynı kültürü meydana getirdiğini söylemekteydi. Bunun sonucu olarak, Fransa’nın Yakın Doğunun eski medeniyetlerine olan ilgisi hem laik hem de dini okullarındaki müfredat programlarına kadar girdi. Fransa kendi tarihinin bir parçası olarak okullarında, Eski Mısır, Babylon, Asuri, Kenan ve Fenike ile ilgili dersler koydu. Ders kitaplarında öğrencilere eski Fenikelilerin, Arap olmadıkları ve Hint-Avrupa ırklarının ortaya çıktığı Ham’ın neslinden geldikleri anlatıldı14. Fransa’nın Akdeniz’e olan ilgisi, XIX. yüzyılın son çeyreğinde yaşamış olduğu bazı politik olaylardan sonra daha da artmıştır. 1870-71 yıllarında Fransa’nın Prusya’ya yenilmesi sonucu, Fransa Avrupa dışındaki politik faaliyetlere yönelmek zorunda kalmıştır. Bu dönemden sonra Fransa, genel olarak Afrika ve Asya ile daha çok ilgilenmeye başlamıştır. Başka bir ifadeyle, Avrupa’da politik başarısızlığa uğrayan Fransa, Yakın Doğuda elde ettiği sömürgeler üzerindeki misyon faaliyetlerini güçlendirmeye ve buralarda kendi kültür değerlerini yaymaya yönelmiştir15. Böylece, zamanla sömürge gruplarının muhayyilesinde bir Akdeniz imparatorluğu kurma düşüncesi gelişmeye başlamıştır. Nitekim, bu sömürgelerin temel sloganları; “Sen nehri 12 Barbara Tuchman, Bible and Sword, New York 1956, 6. Rene Ristelhueber, Les Traditions Françaises au Liban, Paris 1998, 5. 14 M. L’Able Gagnol, Histoire Ancienne des Peuples de L’orient, Paris 1891, 274; Emile Sepond, Histoire Ancienne de L’orient, Paris 1920, 9. 15 Said, 230. 13 418 Osmanlının Son Dönemlerinde Marunilerin Lübnan’da.. Paris’e aktığı gibi, Akdeniz de Fransa’ya akar”16 olmuştur. Başka bir ifadeyle sömürgeler, Avrupa kültürünün ve özellikle de Fransız kültürünün üstünlüğüne inandırıldı. Bu anlamda Fransız ulusu, Avrupa’da en aydınlanmacı ve âlî kültürü temsil etmektedir. Çünkü, Fransa Roma’nın aydınlamacı felsefesi ile Hıristiyan İncil’inin iman ilkelerini benimsemiş ve onları hazmetmiş bir toplumdu. Dolayısıyla, sadece Fransa’nın imajında Akdeniz dünyasında yeniden bir Roma İmparatorluğu tesis etmek mümkün olabilirdi17. Bölgede Fransa ile Maruniler arasındaki bağlar Haçlılar döneminde başladı. Bu dönem, aynı zamanda Roma Kilisesinin Maruni Kilisesini bağrına bastığı dönemdi. 1584’te Roma’da Maruni Koleji açıldı. Bu kolejin yönetimi, Cizvit rahiplerin uhdesine verildi. Bu dönemden itibaren, Cizvit rahiplerin genelde Suriye’de Katolik misyonu yayma konusunda özel de ise yerel eğitim sistemi üzerinde kayda değer bir iz bıraktıkları görülmektedir18. Fransız Katolik misyonerleri ise Suriye’ye 1831’de geldiler. Bu dönemden sonra, misyon bir Fransız karakteri taşımaya başladı. Bu Katolik Fransız misyonerler bölgede sadece Hıristiyan eğitim sistemini yerleştirmeye çalışmıyorlar, aynı zamanda genelde toplum özelde ise elit tabaka üzerinde çok derin bir tesir bırakmaya gayret sarf ediyorlardı. Bu amaca ulaşmak için, onlar bölgede pek çok okul açtılar ve kendi eğitim sistemlerine uygun şekilde çok genç yaştaki çocukları eğittiler. Nitekim, “yedi yaşında bir çocuğu bize verin ve biz, ebedi olarak ona sahip olalım” sözlerinin, bu Katolik Cizvit rahipler tarafından söylendiği bilinmektedir19. Bu misyonun bir parçası olarak 1875 yılında Beyrut’ta St. Joseph Üniversitesi kuruldu. XIX. yüzyılın sonlarında laik eğilimlerine rağmen, Fransa misyonerlik faaliyetleri vasıtasıyla Fransa dışında geleneksel Fransız dini eğitim sisteminin yayılmasını desteklemeye devam etti20. Fransa ve onun kültürü ile güçlü bir bağ kuran üniversite, Suriye ve Lübnan için kültürel bir merkez haline geldi. Saygın ailelerin bir çoğu, çocuklarını okutmak için bu üniversiteye gönderdi21. 1920’lerde Fransız Manda yönetimi altında bir Lübnan Devleti kurulduğu zaman, bu devletin memurları genel olarak St. Joseph Üniversitesi mezunları arasından seçildi. Böylece, St. Joseph Üniversitesi’ndeki Cizvit rahiplerle Yeni Lübnan devleti arasında güçlü bir bağ tesis edilmiş oldu22. 16 C. H. Andrevw - K. Fostner, “The French Colonial Party”, The Historical Journal, 1971, 88. Rene Millet, Notre Politigue Exterieure de 1898 a’ 1905, Paris 1905, 218-278. 18 Işık, 204 vd. 19 Züaytir, 345 vd. 20 Andrew-Kanya Forster, The Climax of French Imperial Expansion, Stanford 1981, 27. 21 Selim Abou, Le Bilinguisme Arabel-Français au Liban, Paris 1962, 203-204. 22 Bkz. David A. Kerr, The Temporal Authority of The Maronite Patriarachate, Ph. D. Thesis, St. Antony’s College, Oxford 1973, 151. 17 419 F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) Sömürge okullarında genel olarak Fransa, Sömürge durumunda yaşayan toplumları ruhsuz nesneler haline getirmek amacıyla, kendi ülkelerinin tarihini değil, Fransa’nın tarihini öğretti. Nitekim, Kuzey Afrika’daki Fransız sömürge okullarında durum böyle idi23. Ancak, Lübnan’da durum bundan biraz daha farklılık arz etmekteydi. Lübnan’da Maruniler en büyük Hıristiyan gruplardan birini teşkil etmekteydiler ve bunlar Katolik olmaları bir yana, zaten eskiden beri Fransız hayranı bir toplumdu. Başka bir ifadeyle, kendi kültürel değerlerinin bir parçası olduklarını ifade eden Marunileri kullanarak bölgede Hıristiyanları birleştirmeye çalışan Fransa, Katolik misyoner öğretmenlerin bölgenin tarihi ile ilgili araştırmalar yapmaya ve bu bilgileri öğrencileri ile paylaşmalarına çok büyük önem verdi. Böylece, St. Joseph Üniversitesi bölgede Suriye’nin tarihi ve arkeolojisi üzerine araştırma yapan kurumların öncüsü haline geldi. 1902’de bu üniversiteye bağlı olarak Oryantal fakültesi kuruldu. Bu fakültenin öğretim üyeleri arasında Şeyho, Ronzavelle Jalabert, Planchet, H. Lammens gibi ünlü oryantalistler de vardı. Eski Suriye tarihi ile ilgili araştırmalara en büyük katkıyı onlar sağlamaktaydılar24. Bu dönem, Marunilerin kimlik arayışlarının hızlandığı bir dönem olmuştur. Nitekim, 1902’de üniversite tarafından yayınlanan el-Meşrik dergisinde Marunilerle Marada arasında bir akrabalık olduğuna ilişkin olarak bir tartışma başlamış ve bu dergide seri yazı dizisi şeklinde yayınlamıştır25. Bu tartışmanın tamamını burada nakletmek mümkün değildir. Ancak, bu yazı dizilerinin Maruniler ile Marada topluluğunun aynı topluluklar olduklarını dile getiren tartışmaları ihtiva ettiğini söylemek yeterli olacaktır. Şüphesiz bu durum, Katolik misyoner öğretim üyelerinin üstlenmiş oldukları rolü açıkça ortaya koymaktadır. Başka bir ifadeyle, onlar bölge halklarının özellikle de Marunilerin mitsel bir geçmiş yaratmak suretiyle, kendi toplumları için yeni bir tarih inşa etmelerinde önemli rol oynamışlardır26. Bu tartışmayı başlatanlardan biri H. Lammens idi. Lammens, St. Joseph’in müfredatını hazırlayanlardan birisiydi ve dolayısıyla Suriye ile Lübnan’daki ayrılıkçı ideolojilerin gelişmesinde ve beslenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Lammens hem Suriye’nin tarihi ve coğrafyası ile ilgili araştırmalar yapmış hem de öğretmiştir. Yıllarca üniversitenin müfredat programları idari müdürlüğünü yaptı. Ayrılıkçı bir Hıristiyan kimliğine temel oluşturması için, sözde bilimsel izahlarla Suriye ile Lübnan’ın Hıristiyan 23 David Gordon, Self-Determination and History in The Third World, New Jersey 1971, 55, 130. Gordon, 55-60, 130 vd. 25 Bu tartışmalarla ilgili daha ayrıntılı bilgi için bkz., Ahmed Beydoun, ‘ldentite Confessionelle et Temps Sociel Chez Les Historiens Libanais Contemporains, Beyrut 1984, 161-208; Işık, 82 vd. 26 Işık, 81, 189. 24 420 Osmanlının Son Dönemlerinde Marunilerin Lübnan’da.. olduğunu belirten değişik makaleler yazdı. Lammens, ayrıca Cebel-i Lübnan’ın dağlık ve coğrafyasının ulaşılmaz olması sebebiyle, tarihte uzunca bir dönem baskı altındaki azınlıklar için bir sığınma merkezine dönüştüğünü ileri sürerek, bölgenin Müslüman tehdidi ile karşılaşmasına rağmen, Suriye’nin gerçek karakterinin Cebel-i Lübnan’da muhafaza edildiğini ifade etmiştir27. Orta Doğuda misyonerlerin ve dolayısıyla Batı kültürünün ilk girdiği yerlerden biri de Mısır olmuştur. Bu anlamda, Mısır’ın İskenderiye şehri misyonerlerin tabir yerindeyse at koşturdukları bir yerleşim merkezi idi. XIX. yüzyıl boyunca birçok Avrupalı ve Levanten topluluklar İskenderiye’ye göç etmiş böylece şehir, kendi ünlü kozmopolit havasına bürünmüştür. Suriye’de olduğu gibi, Mısır’da da Fransa, Batı kültürünün yerleşmesinde önemli rol oynamıştır. Burada da Fransız okulları açıldı ve ülkenin birçok bölgesinde olduğu gibi şehirde dini misyonlar faaliyet göstermeye başladı. Zamanla, birçok Suriyeli Mısır’ın özellikle de İskenderiye’nin ideal bir yerleşim yeri olduğunu öğrendi. Suriye’nin misyoner okullarında aldıkları eğitim ve zanaatları hızlı bir gelişmeyi yaşayan Mısır’ın yararına kullanmak adına buraya göç ettiler. Başka bir ifadeyle, XIX. yüzyıl boyunca Suriyeli Hıristiyanların birçoğu Mısır’a geldi ve I. Dünya Savaşı boyunca bunların sayısı dramatik bir şekilde arttı. Savaşın sonuna kadar, İskenderiye’de büyük ölçüde eğitimli Suriye ve Lübnanlılar meydana geldi. Onların birçoğu ya Beyrut’taki ya da İskenderiye’deki Katolik misyoner okullarından mezun oldular. Tarihsel süreçte, Katolik Cizvit rahiplerin yaşam tecrübelerinden hareketle, onlar öğrenci birlikleri kurdular ve kendi içlerinde kültürel faaliyetlerin gelişmesini teşvik ettiler. I. Dünya Savaşı sıralarında Fenikelilik kavramından söz edenlerin bir çoğu, savaş biter bitmez Lübnan’a geri döndüler28. Modern anlamda dışlayıcı bir Hıristiyan kimliği, XIX. yüzyılın ilk yarısı boyunca Cebel-i Lübnan’da vücut bulmaya başladı. Dolayısıyla, XIX. yüzyılda Maruni Kilisesi Lübnan’ın politik tarihinin şekillenmesinde ve 1920’lerde Lübnan’da bir Hıristiyan devletinin yaratılması projesinde önemli rol oynamıştır29. Bununla beraber bu dönemde de kilise, Fenikelilerle Marunilerin aynı etnik kökenden geldiklerini ispat etmek arzusundan daha çok, Maruni Kilisesi’nin tarih sahnesine çıkışından günümüze kadar olduğu gibi, Maruni toplumunun Katolikliğe bağlılığını ispat etmek için çaba sarf ettiği 27 Kemal Salibi, “Islam and Syria in the Writings of Henri Lawwans”, in Lewis and Holt (eds.), Historians of The Middle East, London 1962, 330-342. 28 Züaytir, 284 vd. 29 Meir Zamir, The Formation of Modern Lebanon, London 1985, 1-37. 421 F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) anlaşılmaktadır. Ancak, yine de XIX. yüzyılda Maruni patriği Nicolas Murad yazmış olduğu bir eserinde Marunilerle eski Fenikelilerin arasında tarihsel bir bağ olduğunu öne sürmekte, Lübnanlılık düşüncesine vurgu yapılmakta ve Lübnan’da ayrı bağımsız bir Hıristiyan devleti kurulması gerektiğini savunmaktaydı30. XIX. yüzyılın sonlarına doğru Maruni kimliği hakkındaki yazıların mahiyeti tedrici bir şekilde değişti. Dini kökenlerin tarihi hala hakimdi fakat, bölge hakkında bilimsel bilginin yayılmasının bir sonucu olarak, dağ halkının kökenlerine başka detaylar ilave edildi. Marada ve Marunilere ilişkin olarak yukarıda zikredilen tartışma bu gelişmenin bir sonucu olsa gerektir. Beyrut Maruni piskoposu Yusuf ed-Dibs bu tartışmayı başlatanların en başında gelmekteydi. Dibs, kendi cemaatinin tarihine ayrıntılı bir şekilde yer verdiği, ‘Suriye Tarihi’ adını verdiği bir kitap yazdı. ed-Dibs, kendi tarihsel araştırmasına Kitab-ı Mukaddes dönemi ile başladı ve Suriye sahillerindeki Fenike tarihine büyük bir bölüm tahsis etti. Dibs, eserinde Fenikelilerin Semitik olmadıklarından, onların ticaretteki ustalıklarından, sömürgelerinden, zanaatlarından, alfabeyi icatlarından bahsettikten sonra kendi toplumlarının etnik kökenlerini Fenike ve Fenike ailesine mensup kavimlere kadar dayandırmak suretiyle, Fenikelilerin zengin geçmiş tarihlerini ve insanlığa yaptıkları katkıları anlatır. Dolayısıyla, kendilerinin Fenike kökenlilik iddialarını temellendirmeye çalışır. Dibs, Lübnan’ın eski yerleşimcileri ile mevcut sakinleri arasında doğrudan bir ilişki kurmamakla birlikte, eski Fenikelilerle Cebel-i Lübnan’ın mevcut sakinleri arasında belli bir bağ kurarak sürekli bir kronolojik tasvir yapmaya çalışır31. Nitekim, bu tanımlama daha sonra kendi uluslarının tarihini yeniden inşa edecek olan Maruni Hıristiyanlar tarafından benimsenecek ve genişletilecekti. Maruni patriği İlyas Huveyyik (1899-1931) döneminde kilise, Marunilerin Fenike kökenli kavimlerin soyundan geldikleri şeklindeki tartışmalara daha aktif bir şekilde katılmış ve 1920’lerde patrik Daha Büyük Lübnan’ın kurulması yönündeki faaliyetlerini hızlandırmıştır. Bu faaliyetleri ile patrik hem kendi cemaatinin dini lideri hem de Lübnan’ın politik lideri gibi davranmaktaydı. Versay’daki barış konferansında Lübnan delegasyonuna başkanlık ettiği zaman, ayrı bir Hıristiyan varlığı olarak Daha Büyük Lübnan’ın kurulmasını talep ederken, Lübnan’ın etnisitesinin Arap olmadığını ispatlamak için Fenikelilik fikrini kullanmıştır32. Bununla beraber, patriğin kendi cemaatine sık sık 30 Nicolas Murad, Notice Historique Sur L’origine de La Nation et sur Ses Rapports Avec la France, Paris 1844, 3 vd.; Ayrıca bkz., Carol Hakim-Dowek, The Origins of The Lebanese National Idea, 1840-1914 (Ph. D. Thesis, St. Antony’s College), Oxford 1977, 283-297. 31 ed-Dibs, I, 255-365. 32 E. P. Hoyek, “Les Revendications du Liban Memoire de la Delagation Libanise a’ la Conference de la 422 Osmanlının Son Dönemlerinde Marunilerin Lübnan’da.. göndermiş olduğu resmi tebliğlerinde Lübnan’ın Hıristiyanlık önce varlığına tek bir işarette bile bulunmadığı anlaşılmaktadır. Böylece, kilisenin kendisi ya da doğal olarak patrik cemaatine, kendi atalarına bağlılık veya Hıristiyan olmayan pagan atalarına karşı bağlılığı telkin etme cesaretini gösterememiştir. Patrik Huveyyik, Versay’da günümüz Lübnanlılarının eski Fenikelilerin torunları oldukları fikrini söylediğinde, kendi cemaatine değil, ama muhtemelen batılı dostlarına göndermeler yapıyordu. Çünkü, Barış Konferansında Batılı delegasyonlar için Fenike adı, tanıdık bir isimdi ve gerçekte Huveyyik’in de bunun farkında olduğu ve onu istismar ettiği açıktır33. Kısaca Maruni Kilisesi, Arap olmayan ayrı bir soy ya da nesep için dayanak sağladı. Görüldüğü üzere, Suriye ile Lübnan ve Suriyeli-Lübnanlı göçmenlerin çoğunlukla yaşadığı Mısır (İskenderiye)’da, Fransız Katolik misyonerlerinin açmış oldukları okullardaki eğitim sisteminin bir sonucu olarak, Maruniler arasında Fenike kökenlilik mitinin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Marunilerin, misyoner okullarından devşirdikleri fikirler, onları kendi cemaatleri ile bütünleştirebilir ve tam anlamıyla parçası oldukları bir millet henüz ortada olmamasına karşılık, Avrupalı güçlerin özellikle de Katolik Fransa’nın himayesinde mümkün olabilirdi. Böylece, zamanla Maruni entelektüeller arasında bir ulus düşüncesinin ortaya çıktığı görülmektedir. Tarihi süreçte, özgür bir Hıristiyan yaşamının merkezi kabul ettikleri Katolik Fransa veya Avrupa güçlerinin himayesinde bağımsız bir Lübnan Hıristiyan devletinin yaratılabileceği düşünceleri direnç kazanmaya başladı. Zaten, 1861’den itibaren Avrupalı güçlerin himayesinde Lübnan’da bir iç özerklik söz konusu idi. Bu özerk yapı içerisinde Hıristiyanlar çoğunluktaydı. Bunun sonucu olarak, bu özerk yapının Avrupalı güçlerin de yardımı ile elbet bir gün, gerçek bağımsızlık yolunda bir sıçrama tahtası olması mümkündü34. Bu düşünceyi savunanlardan biri de Bulus Nuceym idi. Nuceym, Cuniye’li entelektüel bir Maruni olup, Fransa’da yaşıyordu. Bu dönemde Nuceym, Lübnan sorununu anlatan ve sözde bu soruna yönelik çözüm önerilerini ihtiva eden ‘La Question du Liban’ isimli bir kitap yazdı35. Ona göre, Lübnan’da bağımsız bir Hıristiyan devleti kurulması, sadece bir Suriye milleti çerçevesinde, Fransa’nın himayesi altında kurulabilirdi. O da; Lübnan’ın tarihini anlatırken, Lübnan’ın eski sakinlerinin eski Paix”, La Revue Phenicienne, Beyrut 1919, 236. Yusuf es-Savad, Fi Sabil el-İstiklal, Beyrut 1967, 183-184. 34 Albert Hovrani, Çağdaş Arap Düşüncesi, (Çev. Latif Boyacı-Hüseyin Yılmaz), İstanbul 2000, 282. 35 M. Jouplain, La Question du Liban: Etude d’histoire Diplomatique et de Droit İnternational, 2 nd edition, Cuniye 1961, 1. 33 423 F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) Fenikeliler olduğunu söylüyordu. Bundan başka, ilk defa coğrafi determinizm kavramını kullanarak, Lübnan’ın tarihini ve etnisitesini coğrafi gerçeklerin tayin ettiğini öne sürdü. Ona göre, tarihin başlangıcından bu yana ayrı bir Lübnan ulusu var olagelmişti. Geçmişte bunlar Fenikelilerdi. Günümüzde ise Fenikelilerin torunları olan Marunilerdi. Lübnan, tarih boyunca birçok işgallere maruz kalmasına, hatta Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü dönemlerinde bile geniş bir özerkliğe sahip olmuştu. Lübnan 1861’den bu yana resmi bir imtiyaz sahibi olmakla birlikte daha demokratik anayasası ve kurumları ile daha geniş sınırlara sahip (Suriye bölgesini de kapsayan) bağımsız bir Hıristiyan devleti olmalıydı. Bu da ancak, Fransa’nın himayesi altında gerçekleşebilirdi. Böylece, Lübnan’ın dağları ve köyleri, özgürce çalan kilise çanları, onları himaye eden Avrupa gemileri ile bağımsız ayrı bir Hıristiyan devletinin kurulması mümkündü36. 1908’den sonra başta Suriye ve Lübnan’da olmak üzere, Osmanlı Devleti aleyhinde gizli cemiyetler ve komiteler kuruldu. Bu cemiyetlerden biri de Lübnanlılar Birliği idi. 1910’da kurulan bu derneğin İskenderiye’deki şubesi, I. Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupalı güçlerin desteği ile bağımsız bir Daha Büyük Lübnan devletinin kurulmasını desteklemekteydi37. Birliğin sekreteri Yusuf es-Saouda, 1970’lere kadar Fenikelilik kimliği hakkında birçok yazılar yazmıştır. Es-Saouda bir Maruni idi ve Katolik misyonerler tarafından eğitilmişti. Kendisi önce St. Joseph’teki Oryantal fakültesini daha sonra da Fransız hukuk fakültesini bitirmişti. 1908’de İskenderiye’den ayrıldı. İskenderiye’den Lübnan’a geri döndüğünde, kendisi Bishara el-Huri ile arkadaş oldu ve onu destekleyenler arasında yer aldı. Maruni Kilisesi ile çok sıkı ilişkiler kurdu ve Cebel-i Lübnan’ı Fenike kültür ve medeniyetinin son kalesi olarak görmekteydi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda ilk kapsamlı eserlerinden biri olan ve açıkça Lübnan halklarının Fenike kökenli olduklarından bahseden ‘Fi Sabil Lübnan’ adlı kitabını yayınladı: Her millet geçmiş tarihinin ihtişamlı dönemlerine ve kendi atalarının soyluluklarının cazibesi ile kendi köklerine geri dönmek için güçlü bir arzuya sahiptir. İtalya, tarihteki zaferleri, ihtişamı ile kudretli Roma’nın varisleri olmakla gurur duyarlar. Yunanlılar, şiirleri ve felsefeleri ile kendi atalarının tarihlerinden övgü ile bahsederler. Medenileşmiş dünya, kendi atalarının büyüklüklerine ve kendi nesillerine saygı duyan İtalya ve Yunanlılara şükran borçludur. Kendi kök ve kimliğinden gurur duyan bir milletin torunları olarak Lübnan’ın dünya medeniyetinin bir kalesi hükmünde olduğunu bilmeli ve onunla gurur duymalı. Fenikeliler, Lübnan dağlarının yamaçlarında doğmuş, 36 37 Jouplain, 1-15; Hourani, Çağdaş Arap Düşüncesi, 283. K.T., Khairallah, Les Regions Arabes Liberees, Paris 1919, 64-65; Zamir, 60-61. 424 Osmanlının Son Dönemlerinde Marunilerin Lübnan’da.. sahillerinde kemale ermiş ve buradan Fenikeliler medeniyetlerini yeryüzünün dört bir köşesine yaymışlardır. Dolayısıyla, Fenike medeniyeti Avrupa medeniyetinin köklerini teşkil eder38. Daha sonra kitabında es-Saouda, Fenike kültürünün ve Lübnan halklarının mirasının ihtişamını anlatarak Fenikelilerin, alfabeyi icat ettiklerini, büyük deniz filoları kurduklarını, birçok önemli zanaatları keşfettiklerini, kurdukları sömürgeleri ve onların tarihteki başarılarını sıralar. Lübnan’ın kısa bir tarihçesini anlattıktan sonra es-Saouda kitabında, Lübnan’daki mevcut olaylara değinir. Bu anlamda, Suriye ve Lübnan’ın iki ayrı varlık olduğunu ve Avrupalı güçlerin Marunilerin ulusal arzularını gerçekleştirmede Lübnan’a yardım etmeleri gerektiğini vurgular39. Bununla beraber, Fenike kökenlilik düşüncesini farklı bağlamda dile getiren yazarlarda vardı. Bunlardan biri de Jacques Tabet idi. Tabet, 1920’de yayınlamış olduğu ‘La Syrie’ adlı kitabında, Daha Büyük Suriye’nin kurulmasını desteklemekteydi. Ancak onun Daha Büyük Suriye’den kastı Arap olmayan bir Suriye idi ve Suriye halklarının ortak kimliğinin Fenikelilik olduğunu söylüyordu. Suriye milleti bağlamında Lübnan’a belli bir anahtar rolü verilmekte fakat nihai bir politik çözüm için daha büyük Suriye’nin kurulması gerektiğinin altı çizilmekteydi. Tabet tam olarak şöyle diyordu: ‘Suriye, tam anlamıyla kendi tarih ve coğrafi karakterine işaret ettiği için Suriyelilerin ve Fenikelilerindir’40. Daha öncede belirtildiği üzere, I. Dünya Savaşı sırasında bir çok Lübnanlı ve Suriyeli Mısır’a kaçtı. Bunlar genellikle İskenderiye’deki Katolik misyoner okullarında eğitildiler. Onlar arasında daha sonra Lübnan politikalarında önemli rol oynayacak olan bazı kişilerde vardı ki bunlardan biri de Michel Chiha idi. İskenderiye’de Chiha ve daha bir çokları Hector Klat ile tanıştılar. Klat, Mısır’a daha önceleri göç etmiş olan Lübnanlı bir ailenin oğluydu. Klat, 1888’de İskenderiye’de doğmuş ve Fransız misyoner okullarında eğitim almıştı. Savaş bittiğinde, şiddetli bir şekilde Fenike düşüncesini savunan ve tam bir Fransız hayranı bir kişi haline geldi. Dolayısıyla, bunların hemen hepsinin Fransa’ya olan hayranlıklarının temelinde Beyrut’taki, İskenderiye’deki Katolik misyoner öğretmenlerden almış oldukları eğitimin çok büyük tesiri bulunmaktaydı41. Bu sebeple, Lübnan ve Suriye’de bağımsız ayrı bir Hıristiyan devleti kurulması bağlamındaki düşüncelerin teşekkülünde Mısır ve özellikle de İskenderiye’deki Katolik misyonerlerin de önemli bir katkısı olmuştur denilebilir. Çünkü, savaştan önce ve 38 Yusuf es-Saouda, Fi sabil Lübnan, İskenderiye 1919, 15 vd. es-Saouda, 28 vd. 40 Jacque Tabet, La Syrie, Paris 1920, 28-29. 41 Bkz., Hector Klat, Feuilles Mortes, Beyrut 1970, 55, 60-62; Yusuf es-Saouda, 15. 39 425 F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) savaş sırasında çok sayıda Suriyeli-Lübnanlı Mısır’a göç etmiş ve buradaki Katolik misyoner okullarında eğitim almışlardır42. 1870-71 yıllarında Fransa’nın Prusya’ya yenilmesinden sonra, Fransız aydınları Fransa’nın milli gururunu yeniden tesis etmek için çalıştılar. Bu dönemden itibaren Fransız düşünürler milli etik değerleri yeniden tarif ettiler ve yine bir çok Fransız milliyetçisi düşünür Katolik Hıristiyanlığın temel ilkelerini ve onun vatanseverlik anlayışını dile getiren yazılar yazmaya başladılar. Bu bağlamda onlara göre Katoliklik, Batı medeniyetinin geleceğini garanti edebilecek sosyal disiplinlerle aynı anlamı ifade ediyordu. Dolayısıyla bu milliyetçilik anlayışı, kendi ulusal arzularını gerçekleştirmede, Lübnanlı Marunilere örnek oldu. Bu Fransız düşünürler için, bir Fransız olma, temel olarak ırki, etnik veya linguistik bir sorun değil, kültürel bir sorundu. Bu anlamda, tarih ve geleneğin bir milletin kültürünü oluşturduğuna inanılmaktaydı. Bu sebeple, Lübnan ulusal hareketi için bundan daha mükemmel bir reçete olamazdı. Eğer bir kişinin konuştuğu dilden daha çok, onun kültürünün Lübnan kültürü olup olmadığı dikkate alınırsa, o takdirde bu kişinin Arapça konuşup konuşmadığı veya Araplarla etnik benzerliklerinin var olup olmadığı önemli değildi43. Fransız toplumu için Roma Kilisesi’ni önemli bir yapı olarak gören Fransız ırkçı milliyetçiliğinin ideologlarında olduğu gibi, Fenike kökenli olduklarını öne süren bir çok Maruni yazar da milli karakteristikleri miras alınmış değerler olarak görmekte ve günümüzün sadece geçmiş vasıtasıyla anlaşılabileceğini ve geçmişle günümüzün ayrılamayacağını söylemekteydiler. Fenikelilik düşüncesi üzerine yazı yazan bir çok Maruni için, Maruni Kilisesi’nin Roma Kilisesi’ne bağlılığında olduğu gibi, Fenikelilik mozaiği onların Batıya yönelmelerini sağlayan önemli bir dama taşı idi44. Aynı şekilde coğrafya şu veya bu ulusal kimliğe sahip çıkmak ya da inkar etmek için çok sık kullanıldı. Bu anlamda, Fransız Elisee Reclus de ulusal özellikleri açıklamada coğrafyayı kullananlardan biri idi. Reclus, coğrafi, tarihi, biyolojik ve sosyolojik açılardan toplumların ve milletlerin incelenmesi demek olan insan coğrafyası teorisini geliştirdi. Bu teoriye göre, toplumların gelişmesinde doğal sınırlar önemli rol oynamaktaydı. Daha büyük Suriye düşüncesini savunanlar, özellikle Süryani ırkı ile 42 Y. Gershoni - P Jankowski, Egypt, Islam and the Arabs, Oxford 1986, 164. Charles Corm, La Montagne İnspiree, Beyrut 1934, 7, 34; Paul Deroulede, Chants du Soldat, Paris 1872; Klat, 60-62; Zeev Sternhel-Mario Sznajder - Maia Asheri, The Birth of Fascist İdeology, New Jersey 1989, 79. 44 Bkz., Hector Klat, Dans le Vent Venu, Beyrut 1937, 10-11; Rachid Lahoud, La Litterature Libanaisec de Langue Françoise, Beyrut 1945, 10. 43 426 Osmanlının Son Dönemlerinde Marunilerin Lübnan’da.. Araplar arasındaki ayırıma dikkat çekmek için, Suriye’nin doğal sınırlarını tartıştıklarında, onun düşüncelerini referans alıyorlardı. Bu düşünceden hareketle, Daha Büyük Suriye veya Daha Büyük Lübnan’ın kurulması gerektiğini savunanlar Batı medeniyetinin temellerini atanların Fenikelilerdir şeklindeki hipotezi geliştirmişlerdir45. I. Dünya Savaşı’nın sonlarında Paris, diplomatik faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkez haline geldi. Komiteler ve lobi grupları değişik politik arzularını gerçekleştirmek için şehre akın ettiler. Ayrı bir Lübnan Hıristiyan devleti kurmak arzusunda olan Maruni komiteler yapmış oldukları bu lobi faaliyetlerinde, çağdaş Lübnan’ın, eski Fenikeliler gibi Arap neslinden gelmediklerini ispat etme gayretlerine giriştiler. Buna karşılık, Chucri Ghanem’in başkanlığını yürüttüğü merkezi Suriye komitesi ise bütün Suriye halkları için benzer iddialarda bulundu. 1919 yılında Versay’da barış konferansı toplandığında; değişik delegasyonlar iddialarına dayanak olması için Suriye, Lübnan ve çok sayıda muhacir toplumlardan gönderilen yüzlerce dilekçelerle Paris’e geldiler. Kahire, İskenderiye, New York, Buenos Aires ve Sao Paulo gibi şehirler, Lübnanlı göçmen Hıristiyanların, Arap karşıtı ifadelerinin en açık şekilde dile getirildiği merkezler haline geldi. 1919 yılının Temmuz ayında Paris’e giden gruplar arasında II. Lübnan delegasyonuna başkanlık eden Maruni patriği İlyas Huveyyik’de vardı. Versay’daki Batılı delegasyonlara hitap eden konuşmasında Huveyyik, kendilerini Arap komşularından ayıran şeyin, Lübnanlıların Fenike soyundan geldikleri iddialarını tekrarladı. Huveyyik, etnik bakımdan Marunileri Akdeniz’den ayrılmış olan Haçlılar ile bir zamanlar Fransız sahillerinde sömürgeler kurmuş olan eski Fenikelilere isnat ederek eski Fenikeliler vasıtasıyla Fransızlara bağladı46. Hıristiyanlık ve Fenike putperestliğini uzlaştırmak için de Huveyyik, Lübnan ulusunun ilk defa Antakyalı Maruniler tarafından teşekkül ettirildiğini ifade ettikten sonra, VI. yüzyılda onların Cebel-i Lübnan’a göç ettiklerini ve iyi birer Hıristiyan olarak yerlileri kendi dinlerine döndürdüklerini anlattı. Daha sonra da bu yerli Fenikelilerin Maruni Hıristiyanlar tarafından asimile edildiklerini ve böylece, ahenkli bir Lübnan ulusunun teşekkül ettirildiğini ifade etti47. Merkezi Suriye komitesi ise Fenike düşüncesini direkt vurgulamıyor ancak, Araplarla Suriyeliler arasındaki ırki farklılıkları dile getiriyordu. Şamlı Rum bir Katolik olan komite sekreteri Georges Samne, iki medeniyet arasındaki farklılıkları çok sık dile 45 Elisee Reclus, Nouvelle Geographie Universelle, l’Asie Anterieure, Paris 1884, 6, 685, 745. Hoyek, 236. 47 Le Patriarche Maronite en France, Correspondense d’orient, October 1919, 125. 46 427 F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) getirenlerden biriydi48. 1920’de Samne Suriye ve Lübnan için politik bir çözüm öneren “La Syrie” adlı bir kitap yayınladı. Samne’ın arkadaşı Chucri Gharnem tarafından bu kitaba yazılan giriş bölümünde onun, Fenikelilik ve Daha Büyük Lübnan arasındaki bağları sık sık tekrarladığı ve Daha Büyük Lübnan’ın kurulmasını isteyen herkesin Fenikelilik düşüncesini desteklemesi gerektiğini vurguladığı görülmektedir49. Osmanlı Devleti bölgede güvenliği sağlamak için, savaş boyunca Beyrut’taki politik faaliyetleri sıkı takibe almış, barış ve huzuru bozacak faaliyetlere kısıtlamalar getirmişti. Bununla beraber, Fransa bu gibi faaliyetleri kendi menfaatleri gereği destekliyordu. Bu sebeple de savaş boyunca Fransa, Lübnanlı Hıristiyan grupların bu gibi faaliyetlerini İskenderiye ve Fransa’da yürütmelerini sağladı. Ancak, savaşın sona ermesiyle birlikte Beyrut yeniden politik faaliyetlerin merkezi haline geldi. Daha Büyük Lübnan fikrinin başını Maruni Kilisesi ve Cebel-i Lübnan idare meclisi çekiyordu. Onlar bağımsız ayrı bir Lübnan Hıristiyan devleti kurmayı arzuluyorlardı50. Lübnan’da Fenikelilik kimliğini destekleyenlerden biri de Charles Corm idi. O da diğerleri gibi, Fransız hayranı bir Maruni ailenin oğlu olup, Beyrut’ta dünyaya gelmişti. 1911 yılında St. Joseph Üniversitesi Oryantal fakültesinden mezun olmuştu. 1919 yılında ise Corm, “Societe Nationale Jeunes Syriens” adlı bir dergi çıkarmaya başladı ve Chucri Ghanem’in merkezi Suriye komitesi platformunu destekleyerek Daha Büyük Suriye’nin kurulması yönündeki düşünceleri ifade etmeye başladı. Corm, her platformda Maruni Kilisesi’nin ifade ettiği gibi, Daha Büyük Lübnan’ın kurulması yönündeki talepleri dile getiriyordu. Ayrıca Corm, bir grup Fransız hayranı din adamını etrafında toplayarak onların Suriye ve Lübnan’la ilgili politik, ekonomik, kültürel konuların yanı sıra bağımsızlık sorunu ve Fransa ile bağlar konularında yazılar yazmalarını sağlıyordu. Bunlar Fransız yetkililerden hem ekonomik hem de moral destek görüyorlardı51. St. Joseph Üniversitesi Oryantal Fakültesi Katolik misyoner öğretim üyesi H. Lammens’in Fenike kökenlilik düşüncesi ve onun mirası ilgili felsefenin geliştirilmesinde Maruniler üzerinde çok büyük tesiri olmuştur. Lammens’e göre; tarih bir milletin veya milliyetin en önemli öğesidir. Çevre, ırk ve dil bir ulusu yaratmaya yeterli değildir. Milletle birlikte her zaman var olan şey sadece gelenektir ve bu milletin bütün değerleri Suriye’de şekillenmiştir. Suriyeliler, Aramilerin ve Fenikelilerin torunlarıdırlar. Suriye 48 Comite Central Syrien, La Syrie devant la Conference, Paris 1919. George Samne, La Syrie, Paris 1920, XI, 574. 50 Züaytir, 373 vd. 51 Zeev Sternbell, Maurice Barres et le Nationalisme Français, Paris 1972, 262. 49 428 Osmanlının Son Dönemlerinde Marunilerin Lübnan’da.. Hıristiyan ve Müslüman değildir. Suriye, Suriyelilerindir ve Suriyeli bir Müslüman, Arap değil, aksine Suriyelidir52. Dolayısıyla Lammens, bölgede hem Suriye’de hem de Lübnan’da iki ayrı ayrılıkçı ulusal hareketin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Lammens ‘La Syrie’ adlı kitabında, Suriyelilik bilincine dayalı ayrılıkçı Suriye milleti tanımını geliştirdi ve Suriye ırkının kökenlerini Fenikeli denizcilere kadar geri götürdü. Lammens ayrıca, Fenikelilerin tamamen Suriyeli olduklarını, Fenike şehir-devletleri döneminden itibaren Suriyelilerin homojen bir millet olduklarını iddia ediyordu53. Böylece, Suriye milleti, Fenike kökenlilik gibi kavramlarla toplumun şuur altına ayrılıkçı bir Suriye milliyetçiliği fikrinin yerleşmesinde önemli rol oynamıştır. Lammens, Suriye milliyetçiliğinin şekillenmesinde coğrafyanın önemi ile ilgili yazılar yazmış olmasına ve Suriye milliyetçiliğini desteklemesine rağmen, ayrıca Suriye’den ayrı veya Suriye’yi de içine alan ayrılıkçı bir Daha Büyük Lübnan düşüncesinin gelişmesini de desteklemiştir. Bundan başka, Lammens Avrupa halklarının kökenlerini Suriye ve Fırat sahillerini içine alan bir bölgede şehir-devletleri kurmuş olan eski Fenikelilere kadar götürmüştür54. Sonuç olarak; Lübnan’da Maruniler arasında ayrı bağımsız bir Hıristiyan devleti kurma eğilimlerinin ortaya çıkışı bir anda olmamıştır. Maruni Kilisesi, Lübnan’da asırlardır ayrı bir Maruni-dini varlığını tesis etmek için çalışmıştır. XIX. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise Avrupalı güçlerin de desteği ile bu dini kimliğe politik bir çözüm bulma çabası içerisine girmiştir. Bunu başarmak için de Lübnan’ın asıl sahiplerinin Maruniler olduğunu, etnik bakımdan Maruni toplumunun Arap değil, Fenike ve Fenike ailesine mensup kavimlere dayandığını öne sürmüştür. Ancak yine de bu görüşü ilk defa ortaya atanların Maruni din adamlarından çok, batı kültürü ve eğitimi ile yetişmiş Maruni laik Hıristiyanlar olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle, bunlar daha çok Osmanlı İmparatorluğunun Suriye eyaletlerinde politik durumu değiştirmeyi arzulayan Fransız hayranı Hıristiyanlardı. Önceleri Arap olmayan laik bir Daha Büyük Suriye düşüncesi hakim iken, daha sonraları onun yerini Daha Büyük Lübnan’ın kurulması düşüncesi almış ve Fenikelilik fikri Lübnanlaştırılmıştır. Maruniler arasında bu düşüncelerin yaygınlaşmasında Misyonerlerin büyük bir rolünün olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Cizvit tarikatının Maruniler üzerinde çok büyük tesiri olmuştur. Bu anlamda, 1902’de kurulan St. Joseph Üniversitesi Oryantal 52 Sternbell, 262-264 H. Lammens, La Syrie, Precis Historique, Beyrut 1921, 4-12. 54 Lammens, La Syrie et Son İmportance Geographique, Laurain 1904, 3 vd. 53 429 F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) fakültesi müfredat programlarının bu düşüncenin gelişmesine katkı sağladığını düşünmekteyiz. Çünkü, genelde üniversitedeki özelde ise Oryantal fakültedeki her dersin temel amacı, Lübnan’da bir Katolik-Fransız kalesi ve sömürgesi yaratmaktı. Dolayısıyla, bu amaca ulaşmak için tarihin yanıltılmasının bir önemi yoktu. Bu anlamda, Avrupalı güçlerin özellikle de Fransa’nın himayesinde Lübnan’da ayrı bağımsız bir Hıristiyan devleti kurulması gerektiğini savunanların hemen hepsinin St. Joseph Üniversitesi Oryantal Fakültesi mezunları oldukları ve genellikle de ilkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim dönemlerinde Suriye ve Lübnan’ın geçmiş Fenikelilik bilgisiyle donatılmış olan Maruniler oldukları anlaşılmaktadır. Bunların, ayrıca dönemin Fransız düşünürlerinin fikirlerinden etkilenmiş olmakla birlikte, Katolik misyonerler tarafından uygun bir model olarak sunulan Hıristiyan imanı ve organik milliyetçilikle de beslendiklerini söylemek mümkündür. Ancak yine de Lübnanlı Hıristiyanların bu doktrini tamamen hazmetmiş oldukları söylenemez. Çünkü, onların tamamen bağımsız belirli bir dünya görüşleri yoktu. Onların dünya görüşünün temelini Fransa hayranlığı ve Fransa’ya bağlılık oluşturuyordu. Dolayısıyla da onlar, kendi uluslarını tarihte belli bir yere yerleştirmek ve kendilerine uygun bir kimlik bulma gayretlerinde bile, Lübnan halklarının tarihlerini eski Fenikelilere kadar dayandırmaktan öte Fransız halkı ile akrabalıklarının olduğunu ileri sürmüşlerdir. BİBLİYOGRAFYA Abou Selim, Le Bilinguisme Arabel-Français au Liban, Paris 1962. Andrew C. H.- Fostner K., “The French Colonial Party”, The Historical Journal, 1971. Beydoun, Ahmed, dentite Confessionelle et Temps Sociel Chez Les Historiens Libanais Contemporains, Beyrut 1984. Corm Charles, La Montagne İnspiree, Beyrut 1934. Comite Central Syrien, La Syrie devant la Conference, Paris 1919. Dau Butros, History of the Maronites, (Religious, Cultural and Political), Lebanon 1984. Deroulede Paul, Chants du Soldat, Paris 1872. Dibs Yusuf, Tarih Suriye ed-Dini ve ed-Dünyevi 1833-1907, I-X, Dar-i Nazir 1994. Dowek Carol Hakim, The Origins of The Lebanese National Idea, 1840-1914 (Ph. D. Thesis, St. Antony’s College), Oxford 1977. es-Saouda Yusuf, Fi sabil Lübnan, İskenderiye 1919. es-Savad Yusuf, Fi Sabil el-İstiklal, Beyrut 1967. Forster Andrew Kanya, The Climax of French Imperial Expansion, Stanford 1981. Gagnol M. L’Able, Histoire Ancienne des Peuples de L’orient, Paris 1891. 430 Osmanlının Son Dönemlerinde Marunilerin Lübnan’da.. Gershoni Y.- Jankowski P, Egypt, Islam and the Arabs, Oxford 1986. Gordon David, Self-Determination and History in The Third World, New Jersey 1971. Hourani Albert, Çağdaş Arap Düşüncesi, (Çev. L. Boyacı-H. Yılmaz), İstanbul 2000. Arap Halkları Tarihi, (Çev. Yavuz Alogan), İstanbul 2001. Hoyek E. P., ‘Les Revendications du Liban Memoire de la Delagation Libanise a’ la Conference de la Paix’, La Revue Phenicienne, Beyrut 1919. Işık Ramazan, Maruni Kilisesi, AÜ. Sos. Bil. Enstitüsü, Basılmamış Dok. Tezi, Ankara 2003. Jouplain M., La Question du Liban: Etude d’histoire Diplomatique et de Droit İnternational, 2 nd edition, Cuniye 1961. Kerr David A., The Temporal Authority of The Maronite Patriarachate, Ph. D. Thesis, St. Antony’s College, Oxford 1973. Khairallah K.T., Les Regions Arabes Liberees, Paris 1919. Klat Hector, Feuilles Mortes, Beyrut 1970. Dans le Vent Venu, Beyrut 1937. Kohl Fhilip L.- Fawcett Clare, Nationalism, Politics and The Pratice of Archaeology, Cembridge 1995. Kampinsky Aharon, The İnspiratian of Achexology Over İsraeli Society and Culture, Ariel, Vol. 100-1, Nisan 1994, 179-90. Lahoud Rachid, La Litterature Libanaisec de Langue Françoise, Beyrut 1945. Le Patriarche Marohite en France, Correspondense d’orient, October 1919. Lammens Henri, La Syrie, Precis Historique, Beyrut 1921. La Syrie et Son İmportance Geographique, Laurain 1904. Millet Rene, Notre Politigue Exterieure de 1898 a’ 1905, Paris 1905. Murad Nicolas, Notice Historique Sur L’origine de La Nation et sur Ses Rapports Avec la France, Paris 1844. Reclus Elisee, Nouvelle Geographie Universelle, l’Asie Anterieure, Paris 1884. Renan Ernest, Mission de Phenicie, Paris 1864. Ristelhueber Rene, Les Traditions Françaises au Liban, Paris 1998. Schulze, Kirsten E., ‘İsrail ve Maruni Milliyetçilikleri Bir Azınlık İttifakı Doğal mıdır?’, Orta Doğuda’da Milliyetçilik, azınlıklar ve diasporalar, (Der. K. E. Schulze, Martin Stokes, C. Campbell), (Çev. Ahmet Fethi), İstanbul 1998. Said Edward W., Şarkiyatçılık (Batı’nın Şark Anlayışları), Çev. B. Ülner, İstanbul 2003. Salibi Kemal, ‘Islam and Syria in the Writings of Henri Lawwans’, in Lewis and Holt (eds.), Historians of The Middle East, London 1962, 330-342. 431 F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2005 15 (2) Samne George, La Syrie, Paris 1920. Sepond Emile, Histoire Ancienne de L’orient, Paris 1920. Smith Anthony, The Ethnic of Nations, Oxford 1986. Sternbell Zeev, Maurice Barres et le Nationalisme Français, Paris 1972. Sternbell Zeev - Sznajder Mario - Asheri Maia, The Birth of Fascist İdeology, New Jersey 1989. Tabet Jacque, La Syrie, Paris 1920. Tayah W. Peter, The Maronites Roots and Identity, Miami, Florida 1987. Tuchman Barbara, Bible and Sword, New York 1956. Zamir Meir, The Formation of Modern Lebanon, London 1985. Züaytir Muhammed, el-Maruniyye fi Lebanan Kadimen ve Hadisen, el-Vekaletü’şŞarkiyye 1994. 432