Küresel ısınmayı doğru anlamak için, bütünü gösteren teknolojiler gerekli Küresel ısınma gerçekten var mı, elektrikli cihazların yaydığı elektromanyetik dalgalar insan sağlığını etkiler mi, teknoloji küresel ısınmaya çare olabilir mi? Yeşil Bilgi Platformu, herkesin merak ettiği çevre ile ilgili konuları, 36 yıl Stanford Üniversitesi’nde “uzay fiziği” üzerine çalışmalar yaptıktan sonra, 2009‐2010 akademik yılının başında Koç Üniversitesi Rektörlüğü görevi için Türkiye’ye dönen Prof. Dr. Ümran İnan’a sordu. İşte Prof. Dr. İnan’ın ezber bozan yanıtları. Uzun yıllar silikon vadisinde görev yaptığınızı biliyoruz. Özellikle son dönemde Yeşil BT gibi enerji tasarrufu sağlayan teknolojiler konusundaki çalışmalar hakkında ne söyleyebilirsiniz? Yeşil teknolojilerin geliştirilmesi, dolaylı olarak çalışmalar yaptığım bir konu. 36 yıl boyunca, asıl alanım olan uzay fiziği konusunda, yüksek atmosferin ve yakın uzayın fiziksel özellikleri ile teorik bazlarını anlamak için çalıştım. Birçok öğrencim, elektrik kullanım gücü çok düşük olan hassas mekanizmalar geliştirdiler. Ancak bizim bu çalışmaları yaparken amacımız çevreci olması değil, bir yıl gibi uzun bir süre yalnızca bir pil ile çalışabilmesiydi. Çünkü araştırmalarımız için kullandığımız cihazları Antarktika’ya bırakıyor, bir yıl sonra onlardan veriler alıyoruz. Silikon vadisindeki herkes yeşil BT konusunda özellikle hassas. Ayrıca Silikon Vadisi politik olarak da çok önemli bir noktada bulunuyor. Bildiğiniz gibi Silikon Vadisi’nin bulunduğu Kuzey Kaliforniya, ABD’nin en liberal, demokrat partinin tabanı olan ve genelde dünyada çevreciliğin önderliğini yapmış eyaletidir. Ben de 36 yıldan beri orada yaşadığım için artık çevre konusunda doğal olarak hassas hale geldim. Küresel ısınmayla ilgili olarak, size göre dünyamızı gerçekten bekleyen tehlikeler nelerdir? Elimizdeki bu konuyla ilgili veriler, hakikaten böyle bir ısınmanın olduğunu gösteriyor. Ancak küresel ısınmaya ve buzulların erimesine insanların ürettiği teknolojilerin katkısının derecesi, bence çok hassas bir şekilde ölçülemiyor. Küresel ısınma politik bir olay. Bilim insanları, acaba gerçekten küresel ısınmanın nedeni insanların faaliyetleri midir, yoksa evrenin yapısıyla ilgili doğal bir süreç midir, diye sorgulayamıyorlar. Ben mutlaka insanların katkısı olduğuna inanıyorum ancak bu katkının tam olarak ne kadar olduğu bilinemiyor. Antarktika’ya uzaydan baktığınızda evet bazı buzullarda kopmalar oluyor ama bazı yerlerde de ilerlemeler oluyor. Bütün o kopan yerleri görmek lazım ve belki de bütün dünyaya baktığımızda buzulların azalmadığını görebiliriz. Bu konudaki bilimsel araştırmaların politik gereksinimlerle yönlenmiş olduğunu görüyoruz ki, bu temel bilime ters düşen bir olay. Bugün ABD’de “acaba küresel ısınma var mı” diye soran bir araştırma, fon bulamıyor. Araştırmalar daha çok “küresel ısınma vardır” yönünde oluyor. Bu çok enteresan bir durum. Ben var olduğuna inanıyorum ancak ne kadar olduğunun tayini çok önemli. Çünkü yanlış analizler ortaya çıkarsa bu sefer insanlığın başka bakımlardan gelişmesini de durdurmak gibi bir politik hata yapabiliriz. Tabii küresel ısınma olsa da olmasa da, teknoloji ne kadar yeşil olursa, o kadar iyi. O bakımdan aslında yapmamız gereken çok basit ama durum değerlendirmesi yaparken dikkat etmek gerekiyor. Elektronik cihazlar insanlar için zararlı demek için elimizde yeterli veri yok Küresel ısınma gerçeğini ortaya çıkarabilmek ve doğru analiz edebilmek için teknolojiden nasıl faydalanabiliriz? Küresel ısınma gerçeğini ortaya çıkarmak için veya küresel ısınmanın derecesini, niceliğini ve niteliğini tespit etmek için, çok yerde birbirleriyle koordinasyon içerisinde ölçümler gerekiyor. Bu noktada tabii farkındalık çok önemli. İnsanların yalnızca bir yerde yapılan araştırmalara pek fazla ehemmiyet vermeyip, olayın gerçekten bütün boyutlarını anlamaları lazım. Mesela bu kış sıcak geçecek, acaba küresel ısınmadan dolayı mı, diyorlar. Bunun tam olarak bilinebilmesi için dünya çapında araştırmalar gereklidir. Örneğin şimşekler, benim ilgilendiğim konulardan bir tanesi. ABD’deki doktora öğrencilerimden biri, şimşeğin dünyada nerede, hangi sıklıkta ve nasıl meydana geldiğini ölçen bir sistem geliştirdi. Şu anda bu konuda uluslararası bir patentimiz var. Bir Finlandiya firması bunun lisansını aldı ve dünya çapında 26 yere gözlem istasyonu kuruyorlar. 26 yerden gelen verilerle anında nerede şimşek çaktığını ve şiddetini bildiriyorlar. Şimşek çakmasıyla yağmur arasında bir orantı olduğu için, dünya çapında yere düşen suyu ve yerden buharlaşan suyun geri gelişini, dünyanın her yerinde aynı anda ölçebiliyoruz. Sonuç olarak, küresel ısınmayı doğru anlamak için, bütünü gösteren teknolojiler üretmemiz lazım. Elektromanyetik dalgalar üzerine çalışmalar yapan bir bilim insanı olarak, bu elektromanyetik dalgaların insanlar, hayvanlar ve doğa üzerindeki etkileri konusunda ne düşünüyorsunuz? Elektromanyetik dalgalar tabiatın bir parçası. Elektromanyetik dalgalar olmasa bu gezegende hayat olmaz çünkü güneş ışınlarını ve güneşten gelen radyasyonu bir şekilde bloke eden bir unsur lazım ve bu da elektromanyetik dalgalar sayesinde olmaktadır. Esasında her şey elektromanyetik dalga üretiyor. Yarasalar, böcekler dahi bunu üretiyor ve kullanıyor. Kendi yönünü, dünyanın manyetik yönünü takip ederek bulan canlılar var. Ben aynı zamanda, Uluslararası Radyo Bilimi Birliği’nin (URSI) Başkan Yardımcısıyım. Ve benim bu konudaki gözlemlerim, elimizde cep telefonu gibi elektromanyetik dalga yayan cihazların insan sağlığı üzerindeki etkileriyle ilgili kesin bir veri olmadığı yönünde. Telefonlarda da çok az elektromanyetik dalga var. Bunları doğadaki diğer elektromanyetik üreten şeylerle karşılaştırdığınızda miktarları gerçekten çok az oluyor. Etkilerin tespit edilebilmesi için çok uzun vadeli, kliniksel tıbbi çalışmalar gerekiyor. Antarktika’daki çalışmalarımızla, yakın uzayı anlamaya çalışıyoruz Antarktika ve Güney Kutbu’nda yürüttüğünüz araştırmaların ve gözlemlerin kapsamı nedir? Ben yakın uzay fizikçisiyim. Yeryüzünden 100 km yükseklikteki ve sonrasındaki noktaları inceliyorum. Dünyanın manyetik alanının kuzeyden güneye ya da güneyden kuzeye doğru bir olmasından dolayı, Antarktika konuyla ilgili gözlemleri yapmak için en elverişli yerlerinden biri. O bölgede insan bulunmaması da, insanların neden olduğu gürültü gibi etkenlerden arıtılmış bir araştırma alanı sağlıyor. Aynı zamanda, manyetik patlamaların neden olduğu “aurora” adlı ışıklar Antarktika’da da meydana geliyor. Biz bunların dinamiğini inceliyoruz. Kendi aletlerimizi hep kendimiz tasarlıyor ve yapıyoruz. Oradaki operasyonumun 6 milyon dolarlık bir cirosu vardı ve yaklaşık 25 öğrencim, 10 çalışanım, 2 sekreterim ve çok sayıda mühendislerim vardı. Biz aletleri tasarlıyoruz, yapıyoruz, kuruyoruz ve dünyanın 7 kıtasında tam 45 aletle ölçümler ve gözlemler yapıyoruz. Tüm bu gözlemlerle yakın uzayı ve buradaki fiziksel olayları anlamaya çalışıyoruz. Hizmetlerinize atfen Antarktika’daki 2400 metre yükseklikteki bir noktaya “İnan Peak” isminin verildiğini öğrendik. Bu size ne hissettiriyor ve İnan Tepesi’ni ziyaret ettiniz mi? Antarktika’da birçok noktaya ulaşılamıyor. İnan Tepesi’ni de ziyaret etmeme imkan yok, yalnızca uçakla üzerinden geçtim. Antarktika’ta çalışma yapanların çalışmalarına atfen bazı noktalara, yerlere onların isimleri veriliyor. Bu tabii çok güzel bir duygu. Antarktika’da ABD’nin ve başka ülkelerin istasyonları var. Ben Antarktika’nın her yerine her şekilde, Şili’den gemiyle, Yeni Zelanda’dan uçakla vb. birçok kez gittim. Her gidişimde de çok büyük zevk aldım. O yüzden Antarktika benim için bambaşka bir yer. Bilim insanı kimliğinizi bir yana bırakırsak, çevre duyarlılığınız gündelik yaşantınıza ve tüketim alışkanlığınıza nasıl yansıyor? İnsanların yaşadıkları ortamın en az şekilde değiştirilmesi hatta hiç değiştirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çevreye yönelik alışkanlıklarım artık benim bir parçam gibi. Mesela büyük arabalar kullanmayı sevmiyorum. Her ne kadar İstanbul’da binemeyecek olsam da mümkün olduğu kadar bisiklete binmeyi severim. Örneğin teneke kutuda bir içecek içtiğim zaman onu çöp kutusu yerine, teneke atıkların toplandığı kutulara atmaya çalışırım. Yeşil Bilgi Platformu olarak, çevre sorunlarıyla mücadelede en önemli şartın bilinçlenme olduğunu düşünüyoruz. Katılıyor musunuz? Yeşil Bilgi Platformu’nun, çevre bilgilerinin birçok kişiye ulaştırmasıyla, bilinç ve farkındalığın artırılabileceğine inanıyorum. Ve tüm bunların, büyük paralar yatırılmadan bir vizyonla ve hayal edilerek yapılabileceğini görüyorum. İş yapış biçimi ve iş ortakları modeli sayesinde, tüm bu bilgi yayılımı imkanlarını elinde bulunduran Koç Bilgi Grubu’nun, kaynaklarını çevre için kullanmaması yanlış olurdu. Yeşil Bilgi Platformu’nu, yapabileceğiniz için yapmakla yükümlü olduğunuz bir şey olarak görüyorum; çok güzel ve mantıklı olarak düşünülmüş değerli bir proje olduğunu düşünüyorum. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarını da projenin içine katmanız güzel bir düşünce. Koç Üniversitesi ile Yeşil Bilgi Platformu, “akademik iş ortağı” oldu Koç Bilgi Grubu’nun ve platforma üye şirketlerin sosyal sorumluluk kapsamında oluşturduğu “Yeşil Bilgi Platformu", Koç Üniversitesi ile “akademik iş ortağı” oldu. Çevre sorunlarıyla mücadele için bilgi yayarak, toplumun geniş kesimlerinde çevre bilincini artıran Yeşil Bilgi Platformu böylece, özel sektör şirketleri ve Türkiye’nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarından oluşan iş ortaklarına, akademiyi de ekledi. Gerçekleştirilen akademik iş ortaklığı ile, çevre konusunda farkındalığın yaygınlaştırılması için gerekli kaynak ve içerik çeşitliliği sağlanırken, düzenlenecek konferans gibi etkinliklerle, çevre bilinci toplumun geniş kesimlerine yayılmaya devam edecek. Artık beni heyecanlandıracak bir görev olmaz diye düşünürken, çocuksu bir duygu yaşadım Ülkemizin önde gelen üniversitelerinden biri olan Koç Üniversitesi’nin Rektörlüğü gibi son derece önemli bir görevi üstlenmiş olmak, sizin için ne ifade ediyor? Ben 36 senedir ABD’de olduğum için, akademik kariyerime odaklanmıştım. Akademik çalışmalarım çok başarılı gidiyordu ve Türkiye’ye ya da başka bir yere gideceğimi hiçbir zaman düşünmüyordum. 10 sene daha çalıştıktan sonra orada emekli olurum, bu 10 sene içinde çok sayıda doktora öğrencisi mezun ederim, belki ödüller alırım, yayınlar yaparım diye düşünüyordum. Stanford Üniversitesi’ndeki kariyerimde öyle yüksek bir noktaya gelmiştim ki, ben artık başka bir üniversiteye öğretim görevlisi olarak gidemezdim. Koç Üniversitesi’nden gelen teklifi değerlendirdiğimde, kendi akademik kariyerimden daha yüksek bir misyon üstlenebileceğimi gördüm. Kariyerimde artık beni heyecanlandıracak bir şey olmaz diye düşünürken bu görev bana hakikaten çocuksu bir duygu veren güzel bir gelişme oldu. Vehbi Koç Bey’in resminin karşımda olması her gün bana büyük bir gurur veriyor çünkü kendisinin hayatını çocukluğumdan beri hayranlıkla takip eden biriyim. Onun Türk gençliğine verdiği bu kurum benim için çok kutsal ve bu kurumun bana emanet edilmesi çok enteresan bir heyecan. Kariyerim boyunca Stanford’a 65 milyon dolarlık kaynak sağladım Uzmanlık alanlarınız ve yapmış olduğunuz profesyonel çalışmalar, rektörlük vizyonunuza neler katıyor? Bu çalışmaların, üniversitede en çok hangi alanlara yansımaları olacağını düşünüyorsunuz? Rektör olduğum için tüm birimlere aynı mesafede durmam gerekiyor. Benim kariyerim boyunca Stanford’a getirdiğim para 65 milyon dolar. Yani ben bu parayı dışarıdan Stanford’a getirmiş, onu projelendirmiş, harcamış, gerekliliğini yapmış ve raporlamış bir insanım. Bunlar, başka hiç kimsenin yapmadığı projeler. Ben sınırsız düşünmeyi öğrendim. İşte buraya da öyle bir vizyon getirebilirim. Buradaki şeylere hayal gücümü katarak katkı yapacağımı düşünüyorum. Ben hayal gücü çok yüksek olan bir insanım çünkü yaptığım şeylerin çoğu gerçekten başka hiç kimsenin yapmadığı şeyler. Dolayısıyla burada da başka kimsenin yapmadığı şeyleri yapabileceğimi hissediyorum. Prof. Dr. Ümran İnan kimdir? 1972 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisans yaptı, 1977 yılında Stanford Üniversitesi’nden uzay teknolojileri alanında doktora aldı. Daha sonra Stanford Üniversitesinde doktora‐sonrası çalışmalar yapan Prof. İnan kısa bir süre Boğaziçi Üniversitesi’nde Elektrik Mühendisliği Bölümünde de Öğretim Üyeliği yaptıktan sonra ve 1981 yılında Stanford Üniversitesi’ne Yardımcı Doçent olarak atandıBu dönemden itibaren ağırlıklı olarak çalışmalarını uzay teknolojileri ve uzayda iletişimde kullanılan düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar konusu üzerine yoğunlaştırdı. 1992 yılında Stanford Üniversitesi’nde Profesör oldu. 1997’den sonra Uzay, Telekomünikasyon ve Radyo Bilimi Laboratuarları’nın (Space, Telecommunications and Radio Science (STAR) Laboratory) direktörü olarak görev yaptı. Profesör İnan, Uluslararası Radyo Bilimi Birliği’nin (URSI) Başkan Yardımcısı ve Amerikan GeoFizik Topluluğu’nun (AGU) ve Elektrik ve Elektronik Mühendisleri Enstitüsü’nun (IEEE) “Fellow” rütbeli üyesi. Prof. İnan’ın aldığı ödüller arasında kjendisine URSI ve Kraliyet Topluluğu (Royal Society) tarafından 2008 de takdim edilen ve uzay fiziği sahasının Oscar’ı olarak bilinen Appleton Ödülü var. Öğrencileri ile yaptığı araştırmalar dolayısı ile 2007’dede Stanford Üniversitesinin Allan Cox madalyasını alan Prof. İnan’ın hakemli dergilerde yaklaşık 300 kadar makalesi yayınlandı ve bu makalelere yaklaşık 6000 kez atıf yapıldı. Ayrıca iki ders kitabının yazarı olan Prof. İnan, dünya çapında konferanslarda çoğu davetli olmak üzere yüzlerce sunum yaptı.