: : KÜÇÜK GRUPLAR SOSYOLOJİSİ DERS NOTLARI : : Arş.Gör. Deniz AYDIN SOSYAL PSİKOLOJİ VE GRUP ÇALIŞMALARININ ORTAYA ÇIKIŞI Sosyal Psikolojinin ortaya çıkışı Psikolojinin kuruluşuyla aynı yıllara rastlar. Psikolojinin kurucuları olan ve deneysel yöntemi benimsemiş olan William JAMES ve Wilhelm WUNDT psikolojinin araştırma birimi olarak bireyi kabul etmişlerdir. Onlardan sonra gelen ALLPORT ve THORNDIKE deneysel görüşü daha da ileri götürerek psikolojinin fen bilimlerine benzemesi gerektiğini savunmuşlardır. Dil, toplum gibi kavramların deneysel yöntemlerle açıklanmasının mümkün olmaması, ilk sosyal psikologların düştüğü en büyük yanlıştır. ALLPORT ve McDOUGAL gibi ilk psikoloji kökenli sosyal psikologlar grupları bireyden hareketle açıklamaya çalışırken, SIMMEL ve LeBON gibi sosyoloji kökenli sosyal psikologlar grubun bireylerin toplamından farklı olduğunu savunmuş ve grupları toplumdan hareketle açıklamaya çalışmışlardır. Fakat sosyologların konuyu toplum açısından ele almaları psikologlar tarafından hoş karşılanmamış ve LeBON'un “topluluk beyni” kavramı (insan topluluklarının bireylerinkinden farklı kollektif bir zihni olduğu) gibi sosyolojik kavramlar kabul görmemiştir. İlk sosyoloji araştırmalarının konusu insanların grup içerisinde performanslarının nasıl etkilendiği olmuştur. Bu çalışmalar sonucunda ortaya iki önemli kavram çıkmıştır: Toplumsal kolaylaştırma: İnsanların grup içerisinde tek başına olduğundan daha verimli çalışması ki bunun sebebi diğer bireylere kendini kanıtlama isteği ve benzer kişilerle bir arada bulunmanın verdiği rahatlıktır. Toplumsal kaytarma: İnsanların grup içerisinde tek başına olduğundan daha az çaba göstermesi ki bunun sebebi de sorumluluğun paylaşılması sebebiyle herkese daha az iş düşmesidir (Ör: Halat çekme oyunu) I. DÜNYA SAVAŞI SONRASI İlk grup çalışmaları I. Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'da yapılmıştır. Çeşitli etnik grupların kendi içlerindeki ilişkileri ve diğer etnik gruplara karşı tutumlarını ölçme amacı taşıyan bu çalışmalar sayesinde günümüzde de kullanılan LİKERT tutum ölçeği ve SOSYOMETRİ tekniği geliştirilmiştir. Bu dönemde sosyal psikoloj çalışmalarına büyük ödenekler ayrılmış, özellikle işyerinde verimliliği araştıran çalışmalarla, verimin sadece çalışanlara ödenen para ve çalışma ortamına değil, çalışma yerinde ortaya çıkan gruplara da bağlı olduğu anlaşılmıştır. 2. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ Alman Yahudisi Kurt LEWIN'in 1930'larda kaçarak Amerika'ya gelmesi ve orada grup dinamiği merkezini kurması bu döneme rastlar. Bu dönemde özellikle grup birlikteliğinin nedenleri ve sonuçları, liderlerin işlevleri, liderlik türleri, liderlerin görevleri gibi çalışmalar ideolojik yönleriyle araştırılmıştır. Fakat bu çalışmalar yanlı ve politik yürütüldüğü için güvenirlikleri yeterli düzeyde değildi. Bu dönemde ortaya çıkan en önemli kavram Muzaffer ŞERİF'in otokinetik etki (zifiri karanlıkta bir ışık noktasının sabit olduğu halde hareket ediyormuş gibi görünmesi) araştırmasıyla ilgilenilmeye başlanan grup normu kavramıdır. 2. DÜNYA SAVAŞI SONRASI Bu dönemde grup araştırmalarında patlama gerçekleşmiştir. Savaştan dönen askerler devlet desteğiyle üniversitelere devam etmiş ve ortaya çıkan uyum sorunları ve bu kişilerin yaşadıkları problemler bu çalışmaların artmasına neden olmuştur. Özellikle 50'lerin sonunda ortaya çıkan Doğu-Batı bloklaşması sonucu yardımlaşma ve çatışma konularında yanlı ve ideolojik çalışmalar yapılmıştır. Bu dönemde yapılan en önemli çalışma yine ŞERİF'in hırsızlar mağarası isimli (çocuklar bir kampta iki rakip gruba ayrılarak aralarındaki çatışma incelenmiş daha sonra bir üçüncü gruba karşı bir araya gelmeleri sağlanarak işbirliği incelenmiştir) çalışmasıdır. Bu çalışmada çatışma ve işbirliği kavramları bir arada incelenmiştir. ALTMIŞLI VE YETMİŞLİ YILLAR Bu dönemde özellikle THIBAUT ve KELLEY önderliğinde çıkar çatışmaları incelenmiş ve insanların yada gruplarının çıkarlarının birbiriyle çatıştığı durumlarda ne şekilde davrandıkları araştırılmıştır. Bu davranışlar ekonomiden ve oyun kuramından alınma kavramlarla açıklanmaya çalışılmıştır. SEKSENLİ YILLAR Artan çevre problemleri ve toplumsal sorunlar sonucu kişilerin topluma ve çevreye duyarsız davranışları, toplum-birey çerçevesinde gelişen çıkar çatışmaları olarak incelenmiş ve toplumsal kaytarma çalışmaları devam etmiştir. GRUP KURAMLARI Gruplarla ilgili kuramlar tıpkı Sosyolojik kuramlar gibi grupların oluşumunu, yapısını ve işleyişini açıklamaya çalışırlar. Bu kuramların birçoğu liderlik, verimlilik, iletişim, uyma gibi grup süreçlerinin bir kısmını ele alan dar kapsamlı kuramlardır. Bunların yanında grubu daha genel olarak ele alan geniş çaplı kuramlar da vardır. Bu geniş çaplı kuramları sınıflandırırken kullanılan kriterler şunlardır: 1 ) Kuramın insan doğasına ilişkin varsayımları: • Biyolojik / Toplumsal (İnsanı kendi başına veya toplum bağlamında ele alma) • Etken / Edilgen (İnsan davranış ve hareketlerinde özgür müdür, edilgen mi) • Rasyonel / Irrasyonel (İnsan davranışında mantık aranmalı mıdır) • Güdü giderici / Yaratıcı (İnsan sadece güdülerini doyurmaya mı çalışır yoksa yeni birşeyler ortaya koymak da onlar kadar önemli midir) • İyiliksever / Çıkarcı (İnsan sadece kendi çıkarını mı düşünmeye yatkındır yoksa birlikte yaşadığı insanlara da yardım etmek ister mi) Bir kuram, grubu ve onun üyesi olan insanı açıklamaya çalışırken bu yaklaşımların herhangi bir kombinasyonunu kullanabilir. Örneğin bir kuram insanı biyolojik, etken ve çıkarcı olarak kabul edebilir. 2 ) Kuramın birey-toplum boyutundaki varsayımları: • Birey - toplum arasındaki neden-sonuç ilişkisinin yönü (Birey mi toplumu etkiler, toplum mu bireyi) • Birey - toplum ilişkisindeki araştırma birimi (İncelenebilecek en küçük birim hangisidir: birey/grup/toplum) 3 ) Kuramın çeşitli nitelik ve büyüklükteki grupları sınıflandırırken kullandığı kriter ve vurguladığı grup türü (Küçük gruplar, alt gruplar, organizasyonlar vs.) SIMMEL George Simmel 19. yüzyılın ikinci yarısında doğmuş bir Sosyologdur. Simmel gruplarla ilgili kuramlarını oluştururken birey ve toplum arasında seçim yapmamış, ikisinin birbirinden bağımsız incelenemeyeceğini savunmuştur. Simmel, bireyi amacı ve gereksinimleri olan toplumsal bir varlık olarak tanımlamıştır. Simmel'e göre özgürlük kavramı ancak birey toplum içerisinde olduğunda ortaya çıkan bir kavramdır. Yalnız bir birey için özgürlük kavramının anlamı olmayacaktır çünkü özgürlük diğer bireylerle etkileşim sonucu ortaya çıkan bir kavramdır. Kişisel özgürlük güç kavramıyla yakından ilgilidir ve özgürlüğün bir yönü de başkaları üzerindeki egemenliktir. Simmel gruptaki birey sayısının grubun çeşitli niteliklerini belirlediğini savunmuş ve küçük - büyük grup ayrımını yapmıştır. Daha çok iki ve üç kişiden oluşan grupları ve bunların arasındaki farkları ortaya koymaya çalışmıştır. 2-3 kişilik gruplar 2 kişilik gruplar yapıları gereği büyük gruplardan daha yakın ilişkilerin görüldüğü gruplardır. İlişkide sadece iki kişi bulunduğu için herhangi birinin gruptan ayrılması grubun dağılmasına yol açar, bu nedenle bireyler arasında bağımlılık vardır. Bu bağımlılık durumu bireyler arasındaki eşitlik eğilimini arttırır ve bir kişinin mutlak egemenlik sahibi olmasını engeller. Grup çoğunluğu kavramı olmadığı için uzlaşmaya varmanın tek yolu her iki kişinin de aynı fikirde olmasıdır. Bu da genellikle uzlaşamamaya yol açar. Eski Roma'da yönetimde ikili gruplar yerine üçlü gruplar oluşturulmasının nedeni de uzlaşmayı kolaylaştırmaktır. İkili gruplarda sadece bireyin yerine getirdiği işlevler değil (anne, işçi, öğrenci) kişisel özellikleri de önemlidir (evlilik, arkadaşlık). Bu yüzden de ikili gruplarda kişilerin yeri doldurulamaz çünkü bireyler birbirleriyle yakın ilişkidedir. 3 kişilik gruplarda ilişkiler daha farklıdır. İkili gruplarda bireyler birbirleriyle direkt ilişki içerisindeyken üçlü gruplarda hem direkt hem de 3. kişi üzerinden dolaylı ilişki kurarlar. Örnek vermek gerekirse bir ailede erkek hem kadının kocası (direkt ilişki) hem de çocuklarının babasıdır (çocuklar üzerinden dolaylı ilişki). Bu durumda ilişkideki 3. kişilerin üstlendikleri bazı roller vardır: • Gruptaki 3. kişi Tarafsız Arabulucu rolünü üstlenebilir. Bu durumdayken gruptaki diğer iki kişinin arasında çıkan sorunları herhangi birinin tarafını tutmadan çözümlemeye çalışır. İki çocuğu arasındaki kavgaları çözümlemeye çalışan bir anne bu duruma örnektir. • 3. kişi Paylaşılamayan Üçüncü Kişi rolünü üstlenebilir. Bu durumda gruptaki güç dengesini değiştireceği için diğer iki kişi de 3. kişiyi kendi yanında görmek ister. Buna örnek olarak iki güçlü siyasi parti ve onlardan birine çoğunluk desteğini sağlayabilecek 3. parti verilebilir. • 3. kişi grupta güç kazanmak amacıyla Böl ve Yönet politikasını izleyebilir. Sömürgecilerin, çeşitli gruplar arasında çatışma bulunan ülkelerde her iki grubu da desteklemesi buna örnek olarak verilebilir. Gruptaki 3. kişinin üstlenebileceği rollere bakıldığında grup içindeki güç dengesinin ikili gruplara oranla çok daha değişken olduğu anlaşılmaktadır. Küçük - Büyük Grup Farkları Simmel küçük ve büyük grupların farklarından söz ederek şu farkları belirlemiştir: Büyük gruplarda işbölümü ve statü farklılaşması kaçınılmazdır. Bunun sonucu olarak da büyük gruplarda, küçük gruplarda görülen eşit ilişkilerin aksine güç ve etkinlik açısından eşit olmayan ilişkiler görülür. Büyük gruplarda kişiler bireyselliklerini yitirip belli işlevleri yerine getiren ve belli rolleri oynayan kişiler haline gelirler. Bu sebeple gruptan ayrılan birinin yeri rahatlıkla doldurulabilir. Küçük gruplarda ise kişiler birbirlerini yakından tanırlar ve benzer düşüncelere sahiptirler. Bu sebeple de radikal düşünceleri savunma olasılıkları büyük gruplara nazaran daha fazladır. Büyük gruplarda ise daha geniş bir düşünce yelpazesi görülür. Düşünce birliği nispeten daha az olduğu için küçük gruplardan daha kararsız bir yapıya sahiptirler. Büyük gruplarda güç ilişkilerine baktığımızda iki çeşit liderlik yapısı olduğunu görürüz: Birincisi liderin grup üyelerini farklı derecede alt gruplara bölerek her grubun kendi alt grubunu kontrol altında tutmasını sağladığı liderlik türüdür. Buna örnek olarak orduyu verebiliriz. Her rütbedeki asker kendi altındaki tüm askerlerden değil sadece bir alt rütbedekilerden sorumludur. Bu yönetim şekli liderin işini yapmasını kolaylaştırır çünkü sorumluluk paylaşılmış durumdadır. Olumsuz tarafı ise liderin hemen altında bulunan en güçlü grubun fazla güçlenerek lideri alt etmesi olasılığıdır. Örneğin askeri darbe durumunda siyasi yönetimin hemen altında bulunan askeri yönetim fazla güçlenerek idareyi eline alır. İkinci yönetim tipinde yönetilenler liderden düşük fakat kendi aralarında eşit gruplara ayrılırlar. Bu yöneten alt grupların kendi aralarında güç üstünlükleri yoktur. Örneğin şirketlerde muhasebe, satış, pazarlama gibi departmanlar vardır ve bunlar arasında bir güç sıralaması yoktur. Bu yönetim tipinde bir grubun lideri alt etme olasılığı yoktur fakat lider tüm gruplardan sorumlu olduğu için yükü fazladır. THIBAUT ve KELLEY Ödül ve Bedeller Thibaut ve Kelley'nin grup kuramlarının temelinde, insanların çıkarlarının en yüksek derecede olması için çabalayan varlıklar olduğu varsayımı yer alır. Kurama göre kişiler etkileşimler sonucu ödül veya bedellerle karşılaşabilirler. Bu ödül ve bedeller ilişkinin dışında da değeri olan dışsal veya ilişki süresinde doğan içsel sonuçları içerebilir. Örnek vermek gerekirse para dışsal bir ödüldür fakat yorgunluk dışsal bir bedeldir. İlişki içerisinde diğer kişinin insanın istediği davranışı yapmasını kolaylaştırması yani hedeflerine ulaşmasına yardımcı olması içsel bir ödül iken bunu zorlaştırması içsel bir bedeldir. Mesela bir kağıt oyunundan alınan zevk diğer oyuncuların davranışlarından büyük ölçüde etkilenir. Thibaut ve Kelley herhangi bir ilişkiden alınan sonucun o ilişkiden alınan toplam ödüllerden ilişkiden kaynaklanan bedellerin çıkarılması ile belirlendiğini söyler: SONUÇ = ÖDÜL - BEDEL Kıyaslama Düzeyleri Thibaut ve Kelley'nin kuramındaki diğer iki temel kavram ise kıyaslama düzeyi (comparison level, CL) ve seçeneklerin kıyaslama düzeyidir (comparison level of alternatives): Kıyaslama düzeyi kişinin herhangi bir ilişkiden elde ettiği sonuçları değerlendirmede kullandığı beklenti düzeyidir. Bu düzey kişinin daha önceki yaşamında elde ettiği sonuçların, gelecekte beklediği sonuçların ve kendine benzer gördüğü kişilerin (kıyaslama grubu) sonuçlarının ağırlıklı ortalamasıdır. Örnek vermek gerekirse bir insanın yıllık gelirine ilişkin kıyaslama düzeyi geçmişteki geliri, gelecekteki gelirine ilişkin beklentisi ve akraba/arkadaşlarının gelir düzeyiyle belirlenebilir. İçinde bulunulan ilişkinin sonucu kıyaslama düzeyinin üstünde ise ilişkiden doyum sağlanır, düşükse sağlanmaz. Seçeneklerin kıyaslama düzeyi ise kişinin içinde bulunduğu ilişkinin dışındaki bir ilişkiden elde edebileceği sonuçtur. Bir işte çalışan bir kişinin başka işten alacağı bir teklif veya emeklilik maaşı onun seçeneklerin kıyaslama düzeyini oluşturur. Kişilerin ilişkiye bağımlılık düzeyleri, ilişkiden alınan sonucun seçeneklerin kıyaslama düzeyi ile karşılaştırılması sonucunda belirlenir. Kısaca bir ilişkiden alınan doyum kıyaslama düzeyiyle, ilişkiye bağımlılık seçeneklerin kıyaslama düzeyiyle belirlenir. Bir ilişki doyumlu/doyumsuz ve bağımlı/bağımsız olabilir. Bunu evlilik örneğiyle açıklarsak bir kadının eşinden memnuniyeti onun ilişkiden aldığı doyumu belirler. Bunu da eşinden beklentisi ve tanıdığı diğer kadınların eşlerinin davranışlarına bakarak belirler. Buna göre içinde bulunduğu ilişki doyumlu ya da doyumsuz olabilir. Seçeneklerin kıyaslama düzeyi ise kadının ilişkiye bağımlılığını belirler. Örneğin çalışan bir kadının ilişkiye bağımlılığı çalışmayan bir kadınınkine göre daha fazladır. Yani kadının başka seçenekleri varsa bağımlılığı daha azdır. Doyumlu ve bağımlı bir ilişki hem ihtiyaçları karşıladığı hem de zorunluluk yarattığı için en kalıcı ilişki türü olurken, doyumsuz ve bağımsız bir ilişkinin sürme olasılığı çok düşüktür. KIYASLAMA DÜZEYI SEÇENEKLERIN KIYASLAMA DÜZEYI Doyumlu Doyumsuz Doyumlu-Bağımlı Doyumsuz-Bağımlı Doyumlu-Bağımsız Doyumsuz-Bağımsız Bağımlı Bağımsız Güç İlişkileri Thibaut ve Kelley'e göre ilişkilerdeki güç farklılıkları kişilerin ilişkilere farklı derecelerde bağımlı olmalarından kaynaklanır. İlişkideki kişilerden birinin grup dışında gereksinimlerini karşılama imkanı var diğerinin yoksa, gruba bağımlı olan diğerinin istediklerini yapmak durumunda kalacak ve ilişkide bir güç farkı doğacaktır. Bireylerin gruba ne kadar fazla ihtiyacı varsa, grubun üyeleri üzerindeki etkinliği o kadar fazladır. Bireylerin gruba bağımlılık düzeyleri farklı düzeylerde olacağından grup içerisinde güç farklılıkları kaçınılmazdır. Bireylerin bu güç farklılıklarını ortadan kaldırmak için izleyebilecekleri stratejiler vardır: • Kendisine başka seçenekler araması • Diğer kişinin seçeneklerini azaltması • Yeni bilgi, beceriler yoluyla kendi değerini arttırması • Diğer kişinin değerini azaltması • Kendi değerini reklam yoluyla yükseltmesi • Diğer kişinin sağladığı ödüllerin değerini küçümsemesi • Karşısındakine yüksek düzeyde ödül sağlayarak diğer kişinin kendisine bağımlılığını arttırması Gücü bir kişinin diğerinin sonuçlarını etkileyebilmesi olarak tanımlayan Thibaut ve Kelley iki değişik tür güçten söz etmiştir. Birincisi kader kontrolüdür. Bir başkasının üzerinde kader kontrolü olan kişi, diğeri ne yaparsa yapsın onun sonuçlarını etkileyebilir. Örnek olarak çalışanlarının davranışlarını göz önüne almadan keyfi olarak terfi ettiren veya işten atan bir patron verilebilir ki bu tür kontrol normal hayatta pek görülmez. İkinci tür güç ise davranış kontrolüdür. Bu tür güçte kontrole sahip olan kişi kendi davranışındaki değişikliklerle diğer kişiye istediğini yaptırabilir. Çalışanlarını ikramiyeyle ödüllendiren veya maaşlarından kesintiyle cezalandıran işveren buna örnek verilebilir. Kişilerin davranışlarının içsel ya da dışsal olması onların güçlü olark algılanmalarında farklar yaratır. Mesai saatlerine görev bilinci nedeniyle uyan biri, terfi etmek için uyan birisinden daha güçlü olarak algılanır çünkü ilişkiye bağımlılığı daha az görünür. Normlar İlişkilerde kişilerin birbirlerine karşı güç kullanımlarının bedelleri vardır. Bu tür çatışmalar grup içerisinde güçlülerin söz sahibi olmasına sebep olarak, zaman ve enerji kaybına yol açarlar. İşte bu yüzden gruptaki bireylerin ilişki ve davranışlarını düzenleyen normlar ortaya çıkarlar. Normlar gruptaki ilişki ve davranışları belirleyen kurallardır. Kanunlar normlara verilebilecek en iyi örneklerdir. Toplumdaki bireylerin birbirlerine karşı davranışlarını düzenlerler ve yaptırım güçleri vardır. Normların iki özelliği grup içerisinde güçlünün güçsüzü ezmesine engel olmaları ve kişilere davranışlarının sonuçlarını bilme ve ona göre davranma olanağı tanımalarıdır. Örneğin kanunlarda hangi davranışların suç olduğu bellidir ve bunlardan birini yapmadığınız sürece kimsenin size ceza vermeye hakkı yoktur. Gruplar kişileri gözetim altında tutarak normlara uymalarını sağlar, uymayanlar cezalandırılırlar. Normlar çeşitli şekillerde oluşabilirler: Bilinçli ve amaçlı tartışmalar sonucu oluşabilirler (kanunlar) veya zaman içinde grup etkileşimi sonucu ortaya çıkabilirler (bir öğrenci evinde bulaşıkların nasıl yıkanacağı). KATZ ve KAHN Kuramlarında organizasyonların yapı ve işleyişlerini, iç ilişkileri ve toplumla ilişkileri bakımından ele almışlardır. Organizasyonların açık (open) ve döngüsel (cyclic) sistemler olduğunu savunurlar. Bir sistemin dışarıdan girdi almazsa yok olacağını (entropy) kuramlarına temel olarak almışlardır. Katz ve Kahn'ın açık sistem anlayışlarına göre organizasyonlar dışarıdan aldıkları girdileri işleyip yeni birşeyler üreterek tekrar dış çevreye vermektedirler. Bu işlemler dizisi dışarıdan alıp tekrar dışarıya verme biçiminde sürer. Sistemler dış çevreden aldıkları tepkiler ışığında kendilerini amaçları doğrultusunda değiştirirler. Dış çevreden bilgi alınırken insanlardaki seçici algılamaya benzer (sizinle ilgili birşey duyduğunuzda daha dikkatli dinlemeye başlamanız gibi) şekilde bilgiler süzülerek alınır. Bu seçici algılamaya sistem kodlaması adı verilir. Katz ve Kahn'a göre sistemlerde denge vardır ancak bu dinamik bir dengedir, diğer bir deyişle organizasyonun kendi durumunu sürekli kontrol ederek değişiklikler yapması sonucu ortaya çıkan bir dengedir. Katz ve Kahn organizasyonların dış dünyayla ilişkisi nedeniyle sınırlarının her zaman açıkça belirlenemeyeceğini savunurlar. Organizasyonların en doğru tanımının amaçlarla değil işlev ve süreçlerle yapılabileceğini söylerler. Organizasyonların sınırları dış dünyayla ilişkide oldukları birim çerçevesinde çizilebilir. Organizasyonların yaşamları kişilerinkinden kısa veya uzun olabilirken, genelde kendilerini besleyen kaynakları da bünyelerine katarak büyüme eğilimi gösterirler. Organizasyonlar büyürken bir yandan aynı işlevi yürüten benzer birimler sayıca artar, diğer yandan yeni işlevleri yürüten birimler ortaya çıkar. Bu birimlerin başlıcaları şöyle sıralanabilir: Üretim birimi, üretime girdi sağlayan destek birimi, ödül ve ceza sistemiyle organizasyonun devamlılığını sağlayan yürütme birimi, organizasyonun çevreye uyumunu sağlayan uyarlama birimi, kuralları yapan ve uygulayan yönetim birimi. Katz ve Kahn özellikle kural koyma ve uygulamanın demokratik sistemlerde ayrı birimlerce yürütüldüğünü, yetkeci sistemlerde ise bu iki işlevin de aynı birimde toplandığını belirtirler. Değişen ve uzmanlaşan sistemlerde birleştiriciliğin normlar ve değerlerle sağlandığını belirtirler. Normların grubun beklentileri sonucu ortaya çıktığını ve rollerin bireylerin üzerinde bir kavram olduğunu savunurlar. TAIJFEL Taijfel araştırmacıların grup incelemelerinde insanın biyolojik yönünü öne çıkarmalarını eleştirmiş ve sosyal psikolojinin insanı öncelikle toplumsal bir varlık olarak ele almasının zorunlu olduğunu savunmuştur. Sosyal psikolojinin fen bilimlerinin değer ölçütleriyle sınıflandırılamayacağını savunan Taijfel sosyal psikoloji araştırmalarının araştırmacıların kişisel yaşamlarından etkilendiğini söyler. Taijfel toplum-birey ilişkisini kişinin üyesi bulunduğu grup ve bu grubun toplum içindeki diğer gruplarla ilişkileri çerçevesinde kendi kimliğini belirlemesi ve bu kimlik çerçevesinde davranışlarda bulunması olarak tanımlar. Toplum içindeki gruplar hem grup üyelerince hem de grubun dışındakilerce tanımlanabilirler. Örneğin kızıl saçlılar kendilerini farklı görerek bir grup oluşturabilirler veya saç rengi farklı olanlar kızıl saçlıları bir grup olarak algılayabilirler. Taijfel'e göre kişiler arası benzerlik grup oluşması için gerekli değildir, insanların kendileri veya başkaları tarafından grubun üyesi olarak görülmeleri önemlidir. Kişilerin üyesi oldukları grubun toplum içindeki konumu onların benlik değerlerini etkiler: Yüksek konumdaki bir grubun üyeleri kendilerini diğer grupların üyelerinden daha üstün görür. İnsanların çevrelerindeki varlıkları sınıflandırmaya yatkın olduklarını savunan Taijfel, sınıflandırmanın kişisel ve toplumsal değerlerden etkilendiğini söyler. Sınıflandırmaya ölçüt olarak alınabilecek değişik boyutlar arasından hangilerinin kullanılacağı toplumun güncel ve tarihsel değerlerine bağlıdır. Örneğin bir ülkede ten rengi ölçüt olabilirken bir diğerinde mensubu olunan mezhep önemli olabilir. Toplumsal sınıflandırma sonucu gruplara ilişkin kalıpyargılar (stereotypes) oluşur ve kişilere, üyesi oldukları gruba bağlı olarak tepki gösterilir. Bu kalıpyargıların içerikleri toplumun geçmişi, gelenekleri ve diğer grupların çıkarlarıyla ilişkilidir. Örneğin İspanyolların sıcak insanlar olarak algılanması gibi. Taijfel'e göre kalıpyargılar her durumda önyargıya ve ayrımcılığa yol açmaz. Örneğin Japonlar genelde çalışkan insanlar olarak algılanırlar. Bu gibi durumlarda kalıpyargılar ileriye dönük çıkarımları kolaylaştırır ve değerler sistemini kalıcı kılar. Diğer bir deyişle bir grubun üyelerine karşı nasıl davranmamız gerektiğini ve davranışlarını nasıl yorumlamamız gerektiğini belirlerler. Önyargı grupların kendilerini toplumsal değişikliklere karşı koruma içgüdüsü sonucu ortaya çıkar. Bireyin grubunun seçkinliğinin azalması (orta sınıfın aristokrasiye sızması) ve bireyin grubunun önemli bazı değerlere ters düşen davranışlarda bulunması (sömürgecilerin yerli halka kötü davranmaları) durumlarında bireyler kişisel bütünlüklerini koruyabilmek için kendi gruplarını daha olumlu, diğer grupları daha olumsuz görürler. Kendi grupları ile karşıt grup arasında değer ölçütü bakımından önemli gördükleri özellikleri abartırlar. Örneğin Amerikan halkının, Irak'taki işkence olayları ortaya çıktığında Iraklıları kendilerinden aşağı görerek Bush'u daha fazla desteklemeleri gibi. Farklı toplumsal güç ve konumlardaki gruplar arası ilişkilere bakıldığında grupların duruma tepkilerini belirleyen iki ölçüt vardır: kalıcılık (stability) ve meşruiyet (legitimacy). Gruplar arası farklılıklar kalıcı ve meşru olduğunda toplumda var olan durum değişmez. Fakat düşük konumdaki grubun üyeleri gereksinimlerini daha iyi karşılayabilmek amacıyla toplumsal konumlarını yükseltmek isteyebilirler. Kişilerin bir üst gruba geçmelerine toplumsal hareketlilik (social mobility) denir ve gerçekleştirilmesi genellikle zordur. Alt gruptan bireylerin üst gruba geçmesi durumun kalıcı olmadığının anlaşılmasına sebep olur ve alt gruptakilerin kendilerini üst grupla kıyaslayarak görece yokluk çektiklerine karar vermelerine neden olur. Bunun sonucunda alt grubun üyeleri kendi grup kimliklerinde değişiklik yaparak bazı özelliklerini ön plana çıkarmak isteyebilir ve yeni kimliklerini dil, mitoloji, bayrak gibi simgelerle zenginleştirebilirler. Buna karşılık üst grubun üyeleri sınırlarını geçilmez yaparak alt gruba karşı daha dışlayıcı olurlar. Örneğin Amerika'daki zenci halk 1950'lerden itibaren konumunun meşruluğunu sorgulamaya başlamış ve üniversiteye kabul edilen siyahlar durumun kalıcı olmadığını göstermiştir. Bugün gelinen noktada müzikleri ve yaşam tarzlarını öne çıkarmaları beyazlar tarafından hoş karşılanmamaktadır. TAYLOR ve McKIRNAN TAYLOR ve McKIRNAN'ın kuramı eşit olmayan toplumsal grupların kendilerine ve diğer gruplara karşı tutumlarını incelemiş ve bunu sosyal tabakalaşma ile açıklamaya çalışmışlardır. Çalışmalarına birey-toplum boyutunun daha çok toplum boyutuna ağırlık vermişlerdir. Kişisel veya grup sonuçlarının iç ve dış nedenlerle açıklanması olan bilişsel sosyal psikolojinin en tanınmış kuramlarından olan yükleme kuramından da faydalanmışlardır. Yükleme kuramında kişi ya da grup başarısını ya da başarısızlığını içsel veya dışsal nedenlere bağlayabilir. Örneğin sınavdan iyi not alan bir öğrenci o notu çok çalıştığı için aldığını söylerse başarısını içsel bir nedene bağlamış olur. Bildiği yerlerden çıkığı için şanslı olduğunu söylerse başarısını dışsal bir nedene bağlamış demektir. Gruplar için de aynı durum söz konusudur. Örneğin zenciler, zengin zenci sayısının az olmasının sebebinin zencilerin tembelliği olduğunu düşünüyorlarsa içsel yükleme, beyazlarla eşit haklara sahip olmamaları olduğunu düşünüyorlarsa dışsal yükleme yapıyorlar demektir. TAYLOR ve McKIRNAN bu eşit olmayan gruplar arasındaki ilişkilerin tarihsel gelişme içinde beş aşamadan geçtiklerini savunurlar. Dönem 1: Tabakalaşmanın kesin ve belirgin olduğu gruplararası ilişkiler Bu durumda gruplararası konum farklılıkları ırk, dil, din gibi kişiye özel değişmez farklılıklar temeline dayandırılmış ve bu özelliklerin konumu belirlemek için geçerli olduğu toplumdaki herkesçe kabul edilmiştir. Yani tabakalaşma ölçütü meşrudur. TAYLOR ve McKIRNAN'a göre gruplar arası konum farklılıklarının bu tür açıklamaları daha çok endüstrileşme öncesi toplumlarda görülür. Gruplar arası sınırlar kesin ve katıdır, alt gruptan üst gruba geçiş olanaksızdır. Alt gruptakiler, kendi gruplarını toplumun değer ölçüleriyle değerlendirerek üst gruba geçememe nedenini kendi gruplarının özelliklerinin değersiz olmasına bağlarlar. Bu sebeple kendilerini suçlarlar ve kendilerinden nefret ederler. Örneğin zencilerin, siyah olarak doğdukları için kendilerini suçlamaları gibi. Bu durumda toplumsal kıyaslama grup içinde yapılır. Yani zenciler kendilerini beyazlarla değil, diğer zencilerle kıyaslarlar. Örneğin evde beyaz efendiye hizmet eden zenci kendisini tarlada çalışan zenciyle kıyaslayarak durumundan memnun olur. Dönem 2: Bireysel ideoloji Sanayileşmeyle birlikte toplumda tabakalaşma ölçütü olarak kalıtsal (değişmez) özelliklerin yerini bilgi, beceri ve yetenek gibi ölçütler almaya başlar. Toplumsal yoksunluklar nedeniyle alt grubun üyeleri bu özelliklere (ör:iyi bir eğitim) sahip olmadığı için düşük konumlarını sürdürürler. Fakat bireyler artık üst konuma gelememelerini ten rengi gibi doğuştan değil, bilgi/beceri gibi belli kişisel özelliklerin yokluğuna bağladığı için durum halen meşrudur. Grup bunun sebebinin eğitimde fırsat eşitsizliği gibi eşitsizlikler olduğunun farkına varmamıştır. Bu dönemde kişiler gruplar arası kıyaslamalara da gitmeye başlar. Örneğin eğitimsiz bir zenci kendini eğitimsiz bir beyazla kıyaslayarak onun daha iyi durumda olduğunun farkına varabilir. Dönem 3: Bireysel toplumsal hareket Bu dönemde bilgi/beceri gibi kişisel değerlerini yükselten alt-grup üyeleri yükselerek kendilerini üst gruba “yuttururlar”. Yutturma teriminin kullanılma sebebi gerçekte üst gruba geçişin kazanılan özelliklerle olmamasıdır. Örneğin tıp fakültesini bitiren bir zenci saçını düzleştirip rengini açabilir, beyazların dinlediği müzikleri dinleyip aksanını beyazlarınkine benzetebilir ve böylece kendi grubunun özelliklerini ve değerlerini reddetme davranışına gider (ör: Michael Jackson). Üst gruba geçmeyi başarabilenler genelde alt grupta zaten üst konumda olan kişilerdir. Dönem 4: Bilinçlenme Alt gruptan kişilerin üst gruba geçmesi, üst grupta bulunanların çıkarına uygundur çünkü bu tabakalar arası geçişin mümkün olduğunu ve geçemeyenlerin kendi tembellikleri veya aptallıkları yüzünden başaramadıklarını savunmalarına yardımcı olur. Fakat bu dönemde üst gruba geçmeyi başaramayanlar bunu kendi yetersizliklerine bağlamayı reddeder, gerçek nedenin alt grup üyesi (ör:zenci) olmalarından kaynaklandığını savunurlar. Yani bireylerin başarısızlıklarının nedeni alt grup üyelerince kişisel özelliklerle değil toplumsal yapıyla açıklanır ve bu toplumsal düzenin değiştirilmesi çabalarının başlamasına neden olur. Toplumsal kıyaslama artık grup içi değil gruplar arasında yapılmaya başlanır. Dönem 5: Toplumsal eylem Alt grup üyeleri kendi konumlarının nedenini toplumdaki grupların farklı konumlarına bağlarlar, alt grubun o günkü düşük konumunun nedenini de üst grubun geçmişteki tavır ve davranışlarıyla açıklarlar. İçinde bulundukları duruma bireylerin yetersizlikleri sebebiyle değil üst grubun ayrımclığı yüzünden geldiklerini kabul ederler. Bu durumun sonucunda alt grubun bulunacağı eylemlerle göreceli eşitlik sağlanabilir, eski durum devam edebilir veya gruplar arası sosyal konum farklılıkları tersine dönebilir. Örneğin son dönemde Fransa'daki olaylarda göçmen grup, üst grup (Fransızlar) tarafından ayrımlığıa tabi tutulduğu için yoksulluk içinde olduğunun farkına varmış ve eylemlerde bulunmuştur. Bunun sonucunda göçmenlerin iş sahibi olabilmesiyle igili yeni yasalar yürürlüğe sokulmuştur. Alan Page FISKE Fiske'in kuramına göre insanlar temelde başkalarıyla ilişkilere giren toplumsal yaratıklardır. Yaşamları boyunca ilişkiler arar, yürütür, bozulan ilişkileri düzeltirler. Bu sebeple ilişkiler insanların yaşamında önemli bir yer tutar. Fiske'e göre toplumsal bir yaratık olan insan, toplumsal yaşamı anlayabilmek ve düzenleyebilmek amacıyla bir takım kalıplarla donanmış olarak dünyaya gelir. Hangi kültürün üyesi olursa olsun insanlar toplumsal yaşamlarını dört ilişki türü çerçevesinde düzenlerler. Bu dört temel ilişki biçiminin her birine özgü farklı grup, amaç, kural, simge ve ideolojiler olduğunu söyler. Bu dört ilişki biçimini farklı grup türleri olarak da düşünebiliriz. Fiske'in varsayımı bu grup kavramlarının toplumsal ilişkiler sonucu oluşmadığı, zaten insanın kafasında bulunduğu yönündedir. Fakat bazı öğeler de içinde yaşanan kültürce belirlenmektedir. Cemaat Paylaşımı (Communal Sharing) Bu tür ilişkiler kişilerin kan bağı, ortak ata, ırk, kader birliği gibi doğuştan gelen özellikler nedeniyle üyesi oldukları gruplarda görülür. Bu ölçütlerden hangisinin esas alınacağı yaşanılan kültür tarafından belirlenir. Bu gruplarda diğer üyelerle yakın ilişkiler çok önemlidir ve grup kişinin bireysel kimliğini belirler. Ataların eşyaları grup kimliğinin simgesi olarak çok değerlidir. Bireyler arası ilişkilerde yardımseverlik, fedakarlık ve cömertlik önemlidir. Bu tür gruplarda eşitlik ilkesi geçerlidir, kişisel mal yoktur. Bireyler gruba ellerinden geldiğince verip, gereksinimleri olduğu kadar alırlar, alınıp verilenlerin hesabı tutulmaz. Kararlar ortaktır, kişilerin gruba uyma nedeni diğerlerine benzeme arzusudur. Aşiretler, akrabalar arası ilişkiler örnek olarak verilebilir. Yetke Sıralaması (Authority Ranking) Bu tür ilişkiler eşitsizlik üzerine kurulmuştur. Karizmatik bir lider ve ona bağlı üyeler grubu oluşturur. Liderliği belirleyen ölçüt kültürden kültüre değişir: Hanedanlık, kas gücü, toprak, para vs. Grup üyeleri güçlüden güçsüze doğru sıralanır. Güçlüler toprak gibi değerli şeylerin sahibidir, güçsüzlerin çalışmasını sağlar, grup çıktılarından daha fazla pay alır ve güçsüzlere karşı cömertlik gösterirler. Güçsüzler ise minnetle güçlülere hizmet ederler. Bu gruplarda saygınlık ve gösteriş yüksek tüketimle belgelenir. Kararları güçlüler verir, diğerleri itaat ve sadakat gösterir. Ahlak önderin arzularına uymaktır, çünkü onun arzuları meşrudur. Önemli güdü güç elde etmek ve sürdürmektir ve grup kendi güç alanını genişletmek amacıyla başka gruplarla savaşabilir. Ortaçağdaki derebeylik, Güneydoğu Anadolu'da görülen ağalık sistemi buna örnektir. Karşılıklı Eşitlik (Equality Matching) Bu tür gruplarda eşitlik ilkesi vardır. Herkes aynı işi sırayla ya da aynı zamanda yapıp eşit miktarda çıktı alır. Kişiler grup içerisinde eşit ve bağımsızdırlar. Seçimlerde herkes eşit oya sahiptir, liderlik sıra veya piyangoyla saptanır. Bu gruplarda bireylerin birbirinden farklı ama eşit kimlikleri vardır, eşitsizlik kişileri rahatsız eder. Bu tür gruplarda çıkan çatışmalarda bireyler eşit düzeyde olduğu için göze göz prensibine göre hareket edilir. Dernekler ve öğrenci toplulukları bu gruplara örnektir. Piyasa Fiyatı (Market Pricing) Bu tür gruplarda herşeyin bir değeri vardır. İlişkilerde alınıp verilen şeyler aynı olmasa da bunların değerinin eşit olması gerekir. Bu tür gruplarda kişiler grup sonuçlarından katkıları oranında pay alırlar. Üretilenler kar amacıyla satılır, kişisel mal bir bedeli olduğu için değerli görülür. Zaman değerlidir ve boşa harcanmaması gereken bir kaynaktır. Kimlik kişinin ekonomik değeriyle belirlenir ve uzmanlaşma önemlidir. Kararlar ekonomik kurallara göre belirlenir, bireylerin davranışını etkilemek için ödül ve cezalar uygulanır. Gruplar başarı güdüsüyle ve maddi çıkarları gözetme amacıyla bir araya gelir ve çoğunluğun çıkarı gözetilir. Ticari nedenlerle çatışmalar çıkabilir, ucuz işçi ve köleler kullanılabilir. Bu tür gruplara en iyi örnek şirketlerdir. Fiske bu dört grup türünün niteliklerinin tek bir ilişkide de görülebileceğini söyler. Örneğin ailede yiyeceğin paylaşımı cemaat paylaşımı ilkesine göre yapılırken karar verme sürecinde yetke sıralaması geçerli olabilir. Gruplardaki iletişim türü de zaman içinde değişebilir. Nispeten büyük gruplarda, kişiler arası ilişkiler zamanla derinliğini yitirdiği için cemaat paylaşımından piyasa değerine doğru gidiş olabilirken ikili ilişkilerde kişiler arası yakınlığın artması sebebiyle tam tersi bir durum gözlenir. SWANSON Swanson toplumsal davranışı kişilerin bir sonuca ulaşmak için birbirlerine bağımlı olmaları ve bu amaçla karşısındakilerin duygu ve düşüncelerini göz önüne alarak davranmaları olarak tanımlar. Swanson'a göre grup yapısı amaçlar doğrultusunda yapılan ortak davranışlara bağlıdır. Bireyler arasında ortak amaca verilen önem ve harcanan çaba yönünden farklılıklar vardır. Bu farklılıklar grup içi rol ve konumları oluşturur. Ortak davranışın başlangıç, gelişme gibi değişik evreleri vardır ve grup yapısı bu evrelere göre değişiklik gösterir. Bu değişiklikler işlevseldir ve her evre bir önceki evrenin gereksinimleri karşılamaması sonucu oluşur. Bu evreler grup yaşamının değişik dönemlerinde görülebilir. Özellikle grupta değişiklik ve sorunların yaşandığı dönemlerde birden çok evre aynı anda işleyebilir: Evre 1 Kişiler amaca ulaşmak için birbirlerine ihtiyaçları olduğunun farkındadırlar fakat amaca erişmek için neyi nasıl yapmaları gerektiğine karar verememişlerdir. Bu evrede üyeler arası ilişkiler eşitlik temeli üzerine kurulmuştur. Grup birliği ortak amaç çerçevesindedir fakat belirgin bir yapı oluşmamıştır. Grupta ortaya çıkmış olan tek norm grup amacı doğrultusunda çalışılmasıdır. Evre 2 İkinci evrede kişiler grup üyelerinin farklı gereksinimlerinin ve amaçlarının olduğunun farkına varırlar. Üyelerin grup amacına farklı katkıları olabileceği anlaşıldığında grupta belli kişiler çevresinde alt gruplar oluşmaya başlar. Bu alt gruplar arasında alışveriş ve koalisyon durumları belirmeye başlar, bu da grup içindeki karşılıklı bağımlılığı arttırır. Alt gruplar arasında arabuluculuk görevini yüklenen kişiler de ortaya çıkar. Evre 3 Alt gruplar arası koordinasyonu sağlayacak kişilere gereksinim artar. Grup yapısı, roller, grup içi konum farklılıkları belirginleşir. Liderler belirir, bu da ortak kararların verilmesini kolaylaştırır. Evre 4 Grubun amacına ulaşmasını kolaylaştırmak amacıyla uzmanlaşma ortaya çıkar ve lider değişik işlevler gören alt grupların koordinasyonunu sağlar. Evre 5 Kişiler grubun amacı ile yapısının aynı şey olmadığının farkına varırlar ve amaç ile rollerin farklılaşmasından belirgin bir yapı oluşur. GRUPLARIN OLUŞMA NEDENLERİ VE BAZI GRUP TÜRLERİ ÇEŞİTLİ NİTELİKLERE GÖRE GRUP TÜRLERİ Bir insan topluluğuna grup adının verilebilmesi için değerlendirmeye alınacak çeşitli kriterler vardır. Bir grubu ele alırken onun bu kriterler çerçevesinde özelliklerini bilirsek, grubu anlamakta hangi kuramdan yararlanacağımızı bilebiliriz. Grup için önemli ve anlamlı olan süreçler grubun türüne bağlıdır. Grupları sınıflandırmak için kullanılabilecek kriterler şöyle sıralanabilir: • Grubu oluşturan bireylerin sayısı • Grup üyeliğinin isteğe bağlı veya istek dışı olması • Grubun oluşumun hangi aşamasında olduğu • Grupların yaşam süresi • Grupların kuruluş amacı Grubu oluşturan bireylerin sayısı Simmel ve Thibaut-Kelley de görüleceği üzere iki-üç üyeli ve daha fazla üyeli gruplar arasında yapı, güç, çatışma derecesi açısından farklılıklar bulunur. 'Küçük Gruplar' olarak tanımlanan gruplar genelde kişilerin birbirleriyle yüzyüze ve yoğun ilişki içerisine girdikleri ve birbirlerini tanıdıkları gruplar için kullanılmaktadır. Küçük gruplar bireyin Benlik Kavramını etkileseler de Toplumsal Benlik oluşturma işlevi daha büyük gruplara aittir. Grup üyeliğinin isteğe bağlı veya istek dışı olması Kişiler gruplara kendi istekleri dışında sokulabilirler. Nazi Almanyasında Yahudi kanı taşıyan fakat Yahudi olduklarının farkında olmayan vatandaşlar diğer Yahudilerle aynı gruba konmuştur. Bunun tam tersi olarak sadece hoşuna gittiği için bir arkadaş grubuna katılmayı seçen kişiyi örnek verebiliriz. Gönüllü ve zorunlu katılım arasındaki fark bireyin grubu terk edebilme özgürlüğündedir. Grubun oluşumun hangi aşamasında olduğu Grupların kuruluşun ilk aşamalarında belirli norm ve yapıları yoktur. Normlar ve grubun yapısı zaman içinde grup içi etkileşmeler sonucu oluşur. Yapısı ve kuralları önceden belli gruplarda bu konulara zaman ve enerji harcanmaz. Grup yapısı ve normlar konusunda çatışma ve rekabet daha azdır, bu da verimliliği arttırır. Grupların yaşam süresi Kan bağı, ırk, etnik gruplar gibi nedenlere dayanan gruplar yaşam boyu süren gruplardır ve bireyler bu gruplardan çıkamayacaklarının bilincindedirler. İş yerindeki gruplar gibi uzun süreli olanların yanında, komiteler gibi birkaç saatliğine bir araya gelmiş kısa süreli gruplar da vardır. Grupların kuruluş amacı Gruplar üyelerinin birçok gereksinimini aynı anda karşılarlar. Fakat üyelerinin sosyal-duygusal ve iş-çıkar boyutunda gereksinimlerini karşılamalarına bağlı olarak iki kategori altında incelenebilirler: Üyelerinin sosyal-duygusal ihtiyaçlarını karşılayan gruplarda birlikte olma, kendini tanıma-geliştirme, sevgi, duygusal destek ön plandadır. Bu gruplara Birincil Gruplar veya Cemaat Grupları denir ve aile bu gruplara örnek olarak verilebilir. İş veya çıkar amaçlı kurulmuş olan gruplarda ise kar, verimlilik, diğer gruplarla yarışma gibi kavramlar öne çıkar. Bu gruplara da İkincil Gruplar veya Alışveriş Grupları adı verilir ve şirketler buna örnektir. GRUPLARIN OLUŞMASINA YOL AÇAN NEDENLER Dış etkenler Grupların oluşumunda çeşitli fiziksel ve toplumsal etkenler rol oynar: • Fiziksel etkenler arasında kişilerin yaşadıkları ortamın kalabalıklığı ve mimari özellikleri öne çıkar. Yaşanılan ortamın mimari yapısının grup oluşumuna etkileri 1968 yılında yapılmış olan Festinger'in araştırması sonucu ortaya çıkmıştır. Bu araştırmada Festinger ve arkadaşları dairelerin yanyana dizildiği yerleşim birimleri ile U biçiminde dizildiği yerleşim birimlerini karşılaştırmışlardır. Bu iki yerleşim tipi arasında grup oluşumuyla ilgili farklılıklar bulmuşlardır. U biçiminde yerleşmiş dairelerde oturanlar arasında grup normlarının, yanyana dairelerde oturanlardan daha kolay oluştuğu ve daha etkili olduğu görülmüştür. U şeklinin iç kısmında kalan avluya açılan dairelerde bireylerin birbirleriyle karşılaşma sıklığı daha yüksek ve fiziksel mesafe daha az olduğundan grup oluşumu çok daha kolay gerçekleşmiştir. U harfinin uç kısmında kalan ve avluya bakmayan evlerde oturanlarda ise gruba katılım oranının daha düşük olduğu tespit edilmiştir. • Grup oluşumunu etkileyen toplumsal etkenlerin başında tabakalaşma gelir. Tabakalaşmanın katı olduğu toplumlarda değişik katmanlardaki kişilerde bir etnik bilinç veya sınıf bilinci ortaya çıkabilir. Örneğin Yahudilerin kendilerini farklı görmeleri, etnik özellikler nedeniyle bir grup oluşumuna örnektir. Diğer yandan işçilerin oluşturdukları gruplar ise sınıf bilinci sonucunda oluşan gruplardır. Bu grupların ortak özellikleri üyelerin kendi gruplarının durumunu iyileştirmek amacıyla bir araya gelmeleridir. Toplumun yapısı farklı katmanlardan gelen kişilerin gruplara katılımını veya grup içindeki rollerini etkiler. Örneğin ırk ayrımı olan ülkelerde zencilerin, beyazlar tarafından oluşturulan gruplara katılımı mümkün değildir. Irk ayrımı olmayan ülkelerde ise genellikle düşük konumlu ırkın üyeleri karışık gruplarda alt konumlarda yer alırlar. Ataerkil toplumların siyasi partilerinde kadınlara yönetim kadrolarında değil de kadın kolları gibi oluşumlarda yer verilmesi de toplumsal yapı-grup ilişkisine örnektir. İnsan doğasından kaynaklanan özellikler Evrim kuramından etkilenen sosyal bilimciler, insanın grup içinde yaşamasının başlıca sebebinin soyunu sürdürme olasılığını arttırmak olduğunu ileri sürmüşlerdir. Grup içerisinde bulunan hayvanlar ortak avlanabildikleri için yemek bulmak için daha az çaba harcarlar ve diğer hayvanların saldırılarına grup olarak karşı koyabilirler. Bu durum da hayatta kalmalarını ve soylarını devam ettirmelerini kolaylaştırır. Bu faydalar toplum içinde yaşamanın insanın da doğasında olduğunun kanıtları olarak gösterilmiştir. İnsanları birbirleriyle ilişki kurmaya iten bir diğer sebep ise toplumsal gerçekleri belirleme eğilimidir. Festinger fiziksel gerçek ve toplumsal gerçek kavramlarını birbirinden ayırmıştır. Toplumsal Gerçek başkalarının görüş ve davranışlarıyla belirlenir ve düşünce birliği sonucunda ortaya çıkan bir kavramdır. Özellikle ilk kez karşılaşılan ve belirsiz durumlarda insan ne hissetmesi, nasıl davranması gerektiğini ancak diğerlerine bakarak öğrenebilir. Örneğin SCHACTER ve SINGER'ın araştırmasında kendilerine elektrik şoku verileceğini öğrenen denekler aynı durumda olan diğer deneklerle beklemeyi yalnız beklemeye yeğlemişlerdir. Bunun yanında toplumsal yaşamın anlamının sadece bireylerce oluşturulamayacağı, toplumsal değerlerin, kuralların etkileşim sonucu ortaya çıktığını, bu yüzden de insanların bir araya gelme ihtiyacı duyduklarını savunanlar da vardır. Tek kişinin ulaşamayacağı amaçlara ulaşmak için bir araya gelme Bireylerin tek başlarına ulaşamayacakları, ancak grup halinde çalışılırsa ulaşılabilecek bazı sonuçlar vardır. Aynı işin kısa süre içerisinde çok kez tekrarlanmasını gerektiren (yangının çok sayıda kovayla söndürülmesi) ya da bir kişiyi aşan bilgi ve becerinin kullanılması (otomobil yapımı) gibi durumlarda grup oluşturarak çalışmak kaçınılmazdır. Ayrıca bir karar alınacağı zaman bunun grup halinde görüşülmesi tek kişinin alabileceğinden daha doğru/uygun kararlar alınmasını sağlayabilir. Karar alma için bir araya gelen gruplar kendi kendilerine oluşabileceği gibi toplumsal kurumlar olarak da var olabilirler (yönetim kurulu vs.). GRUP ARAŞTIRMALARINA KONU OLAN GRUPLAR Gerçek yaşamda var olan gruplar Bu gruplar günlük hayatta karşılaştığımız, doğal olarak oluşmuş gruplardır. Ortaya çıkışlarında araştırmacıların herhangi bir müdahalesi yoktur. Arkadaş grupları, yurt öğrencileri vs. bunlara örnektir. Araştırmacılar bu grupları doğal ortamlarında inceler. Gruplar sadece gözlemde bulunarak, gruba amaç açıklandıktan sonragrup üyeleriyle iletişim kurarak ya da araştırmacıların gruba bir üyesiymiş gibi katılımıyla incelenebilir. Laboratuvarda belli bir amaçla bir araya gelen kısa süreli gruplar Bazı araştırmalarda birbirlerini daha önce tanımayan bireyler bir araya getirilerek bu kişilere bir grup işi verilir ve bu iş çerçevesindeki etkileşimleri veya grup çalışmasının sonucu incelenir. Bu türden araştırmalarda gruba belli bir konuda karara varmak, bir oyun oynamak, bir ürün üretmek gibi işler verilir. Bu çalışmaların bir bölümünde araştırmacı grub içerisine kendi işbirlikçisini katar ve onun önceden saptanmış davranışlarına grup üyelerinin tepkisini inceler (ör:bilerek yanlış cevap verme, grubu kışkırtma). Laboratuvardaki sankigruplar (pseudogroup) Bazı araştırmalarda kişiler diğer grup üyeleriyle etkileşim içinde değillerdir. Örneğin kişi deneye tek başına katılmasına rağmen başkalarının da bulunduğu söylenebilir ve onların sorulara ne şekilde cevap verdiği veya nasıl davrandıkları (gerçekte başkaları yoktur ve söylenenler araştırmacının belirlediği davranışlardır) aktarılır. Minimal grup Bu tür grupta deneğe kişilerin belli ölçütlere göre iki türe ayrıldıkları ve kendisinin de bu türlerden birine girdiği söylenir. Kişinin kendi grup üyeliği sadece bir adla sınırlı ve önemsiz bir özelliğe dayanıyor olabilir. Örneğin Maviler ve Kırmızılar gibi. Daha sonra kişilere sembolik anlamı olan puanlar verilerek araştırma çerçevesinde bu puanları (görmedikleri ve tanımadıkları) kendi grup üyeleri ve diğer grup üyeleri arasında paylaştırmaları istenir. NORMLAR Normlar, kısaca gruplarda geçerli olan kurallar olarak tanımlanabilir. Çoğu zaman yazılı değillerdir ve açıkça ifade edilmeyebilirler. Bazı durumlarda normun varlığı, ancak belli bir davranışın yadırganmasıyla anlaşılabilir. Örneğin büyüklerin yanında sigara içilmemesiyle ilgili yazılı bir kural olmamasına rağmen, bu davranışta bulunulduğunda tepki görülür ve normun varlığı bu şekilde anlaşılmış olur. Normlar grup üyelerince bilinçli bir şekilde oluşturulabildikleri gibi, üyelerin birbirleriyle ve diğer gruplarla etkileşimi sonucu kendiliklerinden de oluşabilirler. Bazı durumlarda ise normlar benzer başka gruplardan alınabilirler. Normların başlıca görevleri grup içi birliği sağlayarak kaynakların ortak amaç doğrultusunda kullanılmasını sağlamak, çatışmaları en aza indirmek ve grubun kimliğini belirleyerek diğer gruplarla arasındaki sınırı keskinleştirmektir. Üyelerin normlara uyma dereceleri normun grup açısından önemine, üyelerin grup içi konumlarına ve grubun diğer gruplarla ilişkisine göre değişir. NORMLARIN YAPISAL ÖZELLİKLERİ Normların yapısal niteliklerini ortaya koymaya çalışan Jackson, bunun için OLASI TEPKİ MODELİni geliştirmiştir. Jackson'a göre norma konu olan davranış veya tutum bir boyut üzerinde değişiklik gösterir. Örneğin grup içinde konuşma sıklığı hiç konuşmamakla hiç susmamak arasında değişebilir. Bu davranışların herbiri grup tarafından olumlu ya da olumsuz karşılanabilir. Çok konuşmak olumsuz tepki alırken, hiç konuşmamak da olumsuz tepkiye yol açabilir. Bu ikisinin arasında kalan davranışlar da çeşitli derecelerde olumlu ya da olumsuz tepki alabilirler. Örneğin bir yemek davetine yarım saat erken gitmek hoş karşılanmayacağı gibi yarım saat geç gitmek de hoş karşılanmaz. Tam saatinde gitmek en olumlu tepkiye yol açar fakat bundan beş-on dakika öncesi ve sonrası da tam zamanında gitmek kadar olmasa da yine olumlu karşılanır. Bunu bir grafikle gösterirsek karşımıza şöyle bir şekil çıkar: Bu grafikteki ters U biçimindeki eğri DAVRANIŞ SONUÇLARI EĞRİSİ ismini alır (c). Yatay eksen görülebilecek davranış biçimlerini belirler (a). Örneğin grup içinde konuşma sıklığı. Bu durumda eksen en solda bulunan hiç konuşmama ile başlayarak en sağdaki hiç susmama davranışına kadar geniş bir aralığı kapsar. Yatay çizginin üstünde kalan kısım olumlu tepki alırken altında kalan kısım olumsuz tepki alır. Dikey eksen ise davranışın olumlu-olumsuz algılanmasını belirtir (b). Eğrinin en üst noktası en olumlu davranışı gösterirken, en alt noktası en olumsuz karşılanan davranışı gösterir. Eğrinin yatay eksenin üstünde kalan kısmına KABUL EDİLEBİLİR DAVRANIŞ GENİŞLİĞİ denir (d). Normun grup için önemi arttıkça bu kısmın genişliği azalır çünkü ideal olan davranıştan sapmalar daha sert tepkilerle karşılaşır. Örneğin işe yeni giren birinin işe geliş saatini gösteren eğri dar olacaktır çünkü bu kişinin çok fazla geç kalma gibi bir seçeneği yoktur. Buna karşılık müdürün davranış eğrisi geniş olacaktır çünkü daha fazla geç kalma hakkına sahiptir. Grafikte eğrinin en üst noktası, en olumlu karşılanan davranışı gösterir. Buna EN OLUMLU TEPKİ NOKTASI adı verilir (e). Örneğin bir yemek davetine tam zamanında ya da 5-10 dakika geç gitmek en olumlu karşılanan davranıştır çünkü ev sahibine hazırlanmak için zaman bırakacaktır. Grafikte davranış eğrisinin en alt noktası ile en üst noktası arasındaki mesafe NORMUN ŞİDDETİni belirler. Bu mesafenin fazla olması grupta en çok onaylanan davranış şekline verilen ödülün çok büyük ve yine onaylanmayan davranışlara verilen cezanın da çok büyük olduğu anlamına gelir. Bu durumda norm ŞİDDETLİ bir normdur. Örneğin bir arkadaş toplantısına geç gelen birinin görebileceği en kötü tepki neden geç kaldığının sorulması olurken (-2 tepki), resmi bir törene geç kalanlar cezalandırılabilirler (-5 tepki). İkinci durumda verilen ceza daha büyük olduğu için norm daha şiddetlidir. OLASI TEPKİ FARKI grafikte en olumlu tepki (en üst nokta) ile en olumsuz tepki (an alt nokta) arasındaki farktan oluşur. Örneğin bir kişi en olumlu bulunan davranışı yaptığında +5 seviyesinde olumlu tepki görüyor, buna karşılık en olumsuz davranışı gerçekleştirdiğinde -2 seviyesinde olumsuz tepki görüyorsa OLASI TEPKİ FARKI +3 olacaktır. Bu özellik normun ve grubun yapısına göre değişkenlik gösterir. Örneğin orduda bir iş yapıldığında ödül verilmez (0) fakat yapılmadığında ceza verilir (-5). Bu yüzden OLASI TEPKİ FARKI -5'tir yani olumsuzdur (negatif). Bir şirketin patronu ise hiç ceza almayıp, sadece yaptığı davranışlar yüzünden ödül alıyorsa OLASI TEPKİ FARKI olumludur (pozitif). Grup üyeleri bir davranışa benzer tepkiler gösteriyorsa yani davranışa gösterilen tepki konusunda bir düşünce birliği varsa bu NORMUN BELİRGİNLİĞİ YÜKSEKTİR. Yani herhangi bir davranış grup üyelerinin hepsinden aynı tepkiyi görüyorsa (olumlu ya da olumsuz) BELİRGİNLİĞİ YÜKSEK denir. Tam tersi durumda üyeler arasında bir fikir birliği yoksa ve bazı üyelerce çok olumsuz karşılanan davranış diğerlerince olumlu karşılanıyorsa ilgili normun BELİRGİNLİĞİ DÜŞÜKTÜR. KONULARI AÇISINDAN NORMLAR Normların oluşumunu ve yapısını inceleyen RIDGEWAY grup normlarını üçe ayırmaktadır: Yöntem ile ilgili normlar (procedural norms): Bu tür normlar grup üyelerinin birbirleri ile ilişkilerindeki genel kuralları belirler. Örneğin grup ortamı (resmi/dostça), söz alma türü (söz verilmesi/istenmesi), konuşulacak konunun ne olacağı, buna kimin karar vereceği, toplanma yeri, kararların alınma yöntemi (oy çokluğu/oy birliği) gibi konular yöntem ile ilgili normlara örnektir. Roller ile ilgili normlar (role norms): Gruptaki bireylerin rollerini ve bu rollerden beklentileri belirleyen normlardır. Grup içindeki her rolün yetki, sorumluluk ve beklentileri farklıdır ve roller ile ilgili normlar bunları tanımlar. Örneğin şirkette yönetim kurulu başkanının toplantılarda liderlik etmesi, sorunlara çözüm üretmesi, önemli konularda bilgi sahibi olması beklenirken işe yeni girmiş birinin zamanında gelip gitmesi, söz almadan konuşmaması beklenir. Grup kültürüne ilişkin normlar (cultural norms): Bu tür normlar grubun değerlerine, inançlarına, geleneklerine ilişkin normlardır. Bu normlar grupların birbirlerinden farklılığını oluşturur. Örneğin bir üniversite geleneksel değerleri, hukuk düzenini, bilim için bilimi önemli sayarken bir diğeri üniversite-sanayi ilişkisini, üniversiteye kaynak sağlamayı önemli görebilir. Ya da bir firma ürünün sağlamlık, ucuzluk gibi özelliklerini ön plana çıkarırken bir diğeri gösteriş ve kaliteyi vurgulayabilir. NORMLARIN OLUŞUMU Muzaffer Sherif'in otokinetik etki deneyinde katılımcıların karanlıktaki noktanın ne kadar hareket ettiği konusunda kısa sürede bir düşünce birliğine vardıkları görülmüştür. Işığın gerçekte sabit olduğu göz önüne alındığında birbirini daha önce hiç görmemiş kişilerin belli bir miktar hareket ettiği konusunda fikir birliğine varmaları, insanların norm oluştumaya ve normlara uymaya ne kadar eğilimli olduklarını göstermektedir. Deneyden 1 yıl sonra kişiler görüşüldüğünde halen aynı cevabı vermeleri normların ne kadar uzun süre etkisini koruyabildiğini gösteretermesi açısından ilgi çekicidir. Jacobs ve Campbell bu deneyi deneklerin arasına kendi işbirlikçilerini sokarak tekrarlamışlardır. Burada işbirlikçi gruptan farklı bir cevap vererek grubun fikrini etkilemeye çalışmıştır. Grupta ışığın ne kadar hareket ettiği konusunda bir fikir birliği oluştuktan sonra (örneğin 3 cm), işbirlikçi gruptan çıktıktan sonra bile etkisi görülmeye devam etmiştir. Bu deneylerdeki grupların birbirini sadece laboratuvarda görmüş, ortak amaç, grup kimliği, grup hiyerarşisi gibi kavramların gelişmemiş olduğu gruplar olduğu göz önüne alındığında, gerçek hayattaki gruplarda norm oluşumu ve normlara uymanın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. UYMA Uyma bireyin kendi düşünce ve davranışını çeşitli nedenlerle değiştirerek kendisinden farklı gördüğü grup normu doğrultusunda düşünmesi veya davranması olarak tanımlanır. Uyma kavramı kabul ve itaat kavramlarına çok yakındır ve bazen aralarındaki fark belirsizleşir. UYMA davranışında birey hem düşüncesini hemde davranışını değiştirebilir. Ya da düşüncesini değiştirmeden sadece davranışlarını grup normuna uygun hale getirebilir. KABUL durumunda ise kişi zorunlu olmadığı halde kendi isteğiyle başkalarının isteğini yerine getirir. İTAAT ise kişinin kendisinden güçlü veya etkili birinin emrini yerine getirmesi olarak tanımlanır. İtaat durumunda güçlü tarafın güç nedeni ödül, ceza, yasa veya uzmanlık olabilir. Uzmanlığa dayanan bir itaat örneği olarak Calgon reklamlarını örnek verebiliriz. Servis yetkilisi (uzman) Calgon kullanmazlarsa makinelerinin bozulacağını söylediği için ev hanımları bu ürünü kullanmaktadırlar (itaat). Bu üç durumu bireyin etki kaynağı karşısındaki göreceli gücüne göre tanımlarsak bireyin en güçlü olduğu durum KABUL durumudue çünkü zorunlu olmamasına rağmen kendi isteğiyle düşüncesini/davranışını değiştirmiştir. İkinci sırada UYMA gelir, bireyin en güçsüz olduğu durum ise İTAAT durumudur çünkü bu durumda düşünce/davranışını değiştirmek zorundadır. Uyma konusunda yapılmış olan en önemli deneylerden biri, Asch'in uyma deneyidir. Bu deneyde denek ve araştırmacının adamı olan diğer 7 kişiyle birlikte toplam 8 kişi bir odaya alınırlar. Üzerinde üç adet farklı uzunlukta çizgi bulunan bir kart gösterilir. Daha sonra ise üzerinde tek çizgi bulunan bir kart gösterilir ve bu çizginin önceki kartta bulunan hangi çizgiyle eşit uzunlukta olduğu sorulur. Araştırmacının adamı olan 7 kişi bilerek yanlış cevap verirler ve en sonda cevap veren denek de sırf gruba uymak için yanlış olduğunu bile bile o cevabı verir. Gruptaki kişi sayısı arttıkça kişiler kendilerini daha çok uymak zorunda hissederler. Örneğin iki kişi yanlış cevap verdiğinde deneğin yanlış cevap verme olasılığı tek bir kişinin yanlış cevap verdiği durumdan fazladır. UYMANIN NEDENSEL AÇIKLAMALARI Deutsch ve Gerard insanların uyma davranışı göstermesinin iki sebebi olduğunu söyler: BİLGİ ETKİSİ: Bu uyma çeşidinde kişiler nasıl davranacaklarına ilişkin nesnel bir ölçüt olmadığı için diğerlerini örnek alırlar ve davranışlarını ona göre belirlerler. Örneğin yabancı bir ülkede nasıl davranacağımızı bilmediğimizden diğer insanların davranışlarını izleyerek onlara uyma gösteririz.. Yani toplumsal gerçeği (genel kabul gören gerçekleri) belirlemek amacıyla uyma gösteririz. NORM ETKİSİ: Bu uyma çeşidinde kişiler davranışları karşılığında ödül veya ceza görecekleri için davranışlarını değiştirirler. Örneğin kişi sevilmek, saygınlık kazanmak,yükselmek için ya da hapse girmemek, işten atılmamak için uyma gösterebilir. Kelman'a göre kişinin diğer bireylerden veya gruplardan etkilenerek davranışlarını değiştirmesinin üç çeşidi vardır: KABUL: Bu durumda kişi yalnızca davranışlarını değiştirir, düşüncelerini ve tutumlarını değiştirmez. Yani davranışında görülen değişiklik içsel değil sadece yüzeyseldir. Örneğin kişinin köşede trafik polisi olduğu için kırmızı ışıkta durması. Değişiklik içsel olmadığı için kişi fırsatını bulduğunda eskisi gibi davranmaya devam edecektir dolayısıyla en zayıf uyma türü budur. BENİMSEME: Bu durumda kişi sadece davranışlarını değil düşüncelerini de değiştirir. Yani bir davranışı doğru olduğunu düşündüğü için yapar. Örneğin kırmızı ışıkta geçmenin trafik kazasına sebep olabileceğini düşündüğü için kırmızıda geçmeyen bir sürücü bu tür bir uyma gösterir. Davranış değişikliği düşünce değişikliğiyle birlikte olduğu için yani içsel olduğu için bu uyma türü öncekine göre daha güçlüdür. ÖZDEŞLEŞME: Bu durumda kişi kendisini ideali olan bir kişiyle veya fikirle özdeşleştirdiği için davranışını değiştirir. Örneğin iyi bir vatandaşın kurallara uyması gerektiğini düşünen kişi kendisi de iyi bir vatandaş olmak istediği için kırmızıda geçmeyecektir. Bu durumun önceki durumdan farkı benimsemede bilişsel bir seçim söz konusuyken, özdeşleşmede duygusal bir seçim vardır. Yani kişi mantığıyla değil duygularıyla uyma gösterir. UYMAYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER Uyma davranışını etkileyen birçok faktör vardır. Bunlar: - Çoğunluğun sayısı: Kişinin içinde bulunduğu grup büyüdükçe onların davranışına uyma daha fazla görülür. - Bağımlılık-Birliktelik: Grup üyelerinin birbirine bağlılığı yüksekse yani grup kimliği yüksek derecede gelişmişse üyeler daha fazla uyma gösterir. - Normun yapısı: Aşırı, şiddeti yüksek ve toleransı az olan normlar daha yüksek uymaya yol açar. - Kişilik özelliği: Yaşamını kendisinin kontrol etttiğini düşünen özgürlüğüne düşkün insanlar daha az uyma gösterir. - Baskının nedeni: Kişinin uyması gereken davranış kendisinin veya grubun iyiliği içinse daha fazla uyma görülür. Bir başkasının çıkarı için bu şekilde davranması gerekiyorsa uyma daha az görülür. - Bireyin kendisini bağlamış olması: Kişi daha önceden bir konudaki fikrini, görüşünü belirtmişse ona bağlı kalmaya çalışır. Örneğin toplum içinde sol siyasi görüşe sahip olduğunu söyleyen birinin yabancı markalı ürünleri kullanmamaya dikkat etmesi gibi. Bu durumda daha önceki beyanına aykırı düşmemek için kendisine ikram edilen sigarayı reddederek gruptan farklı davranış gösterebilir. Ya da Asch'in deneyinde en başta 2. çizgi cevabını veren kişinin daha sonra da bu cevabına bağlı kalması. - Azınlığın sayısı: Grup içinde azınlık bulunduğu zaman bu kişilerin uymasını azaltır. Örneğin hoca sınıfta "Anlamayan var mı?" diye sorduğunda kimse elini kaldırmazsa anlamayan bir öğrenci elini kaldırmaya çekinir. Fakat birkaç kişi elini kaldırırsa diğer öğrencilerin onlara katılması kolay olur. - Yanıtların açık ve gizli olması: Eğer kişiler örneğin bir oylamada yanıtlarını gizli veriyorlarsa, hem diğerlerinin yanıtlarını göremedklerinden hem de diğerleri kişinin yanıtın göremediğinden uyma davranışı azalacaktır. - Bireyin grup içi konumu: Bir grupta en çok uyma davranışını orta seviyedekiler gösterir. Çünkü en düşük seviyedekiler yükselme amaçları olmadığı için grup normuna daha az bağlıdırlar ve bu yüzden daha az uyma gösterirler. Üst konumdakiler ise zaten daha fazla yükselemeyeceklerinden grup normuna uymaya gerek duymazlar. Orta seviyedekiler yükselme istekleri olduğu için grubun kendilerini olumlu görmesi açısından uyma davranışında bulunurlar. GRUP TOPLUMSALLAŞMA MODELI Bu model bireylerin gruplara girişleri, grup içindeki davranışları ve gruptan çıkışlarını açıklamak amacıyla Moreland ve Levine tarafından geliştirilmiştir. Bu modele göre kişilerin gruba girişleri üç aşamadan oluşur: - DEĞERLENDİRME: Kişi ve grup kendi beklentilerini ortaya koyarak birbirlerinin durumunu gözden geçirirler. Örneğin bir şirket yeni alacağı eleman için başvuranlarla görüşme yapar. Kişiler de bu görüşmede hangi şartlarda çalışabileceklerini belirtebilir. Böylece kişi ve grup karşılıklı olarak birbirini inceler. - BAĞLILIK: Hem kişi hem de grup birbirinin şartlarını kabul ederse anlaşmaya varılır ve kişi gruba alınır. Böylece bağlılık ortaya çıkar. Örneğin kişinin işe alınması gibi. - ROL DEĞİŞİMİ: Birey gruba kabul edildikten sonra belli bir rolü üstlenir ve grup yaşamı süresince bu roller değişiklik gösterir. Örneğin bir kuruma memur olarak kimsenin zaman içinde yükselerek müdür olması. Moreland ve Levine kişinin grup içindeki durumunu açıklayan şöyle bir grafik hazırlamışlardır: Buradaki eğri kişinin zaman içerisinde gruba bağlılık düzeyini göstermektedir. Grafikte dikkat edilecek dört nokta vardır. Bunlar: Giriş Ölçütü: Kişi giriş ölçütünü aşmadan önce henüz "OLASI ÜYE" konumundadır. Örneğin ÖSS bir giriş ölçütüdür ve öğrenciler sınavı geçmeden önce üniversite adayıdırlar. Giriş ölçütü aşıldıktan sonra kişi "YENİ ÜYE" konumuna gelir. Fakat henüz gruba kabul edilmemiştir. Kabul Ölçütü: Kişi gruba kendisini ispatlayarak kabul edilmesini sağlar. Örneğin yeni girdiği işte sıkı çalışan ve insanlarla iyi geçinen biri kabul ölçütünü aşarak "TAM ÜYE" haline gelir. Ayrılık Ölçütü: Eğer kişi grupla çeşitli konularda anlaşmazlığa düşerse "SINIRDAKİ ÜYE" durumuna gelir. Bu noktada gruptan tam kopmamıştır fakat ayrı düşme durumu vardır. Üye grupla anlaşmaya vararak tekrar "TAM ÜYE" konumuna kavuşabilir. Örneğin işine geç geldiği için ceza alan biri kendisine çeki düzen vererek tekrar eski konumuna gelebilir. Çıkış Ölçütü: Eğer üyenin grupla anlaşmazlığı artarsa ve çıkış ölçütünü geçerse kişi gruptan ayrılır. Örneğin maaşını az bulduğu için kişi istifa edebilir. Grafiğin altındaki KİŞİNİN DURUMU kısmı ise kişinin bu aşamalarda bulunduğu durumu gösterir. Kişi üye olmadan önce "ARAŞTIRMA" durumundadır. Gruba kabul edildikten sonra kuralları ve normları öğrendiği "TOPLUMSALLAŞMA" aşaması başlar. TAM ÜYE olduktan sonra SÜRDÜRME aşaması başlar. Eğer anlaşmazlık başlarsa kişinin grup kurallarına uyması için YENİDEN TOPLUMSALLAŞMAsı gerekir. Kişi gruptan ayrılırsa artık eski üye konumundadır ve grup birlikteliğini ANIMSAMA durumu görülür. KALIPYARGILAR Kalıpyargı konusu sosyal psikolojinin en eski konularından birisidir. Bu konuya ilginin başlıca sebebi toplumsal barış ve çatışma ile yakından ilgili olmasından kaynaklanır. İlk kalıpyargı çalışmaları 1940-50'li yıllarda zenci, Yahudi gibi değişik azınlık gruplarına ilişkin kalıpyargıların içeriklerini ve toplumda bu kalıpyargılara illişkin ne kadar düşünce birliği olduğunu incelemiştir. Kalıpyargılar bir toplumsal gruba (cinsiyet grubu, azınlık grubu, etnik grup) ilişkin inançlardır. Her kalıpyargının birkaç öğesi vardır. Bunlar kategori adı, kategoriyi belirleyen bir takım özellikler ve o kategoriden bazı örnekler olarak üç tanedir: Örneğin 'çocuk' kategorinin adıdır, 'sevgi dolu, masum, konuşkan' kategoriyi belirleyen özellikler, 'komşunun çocuğu' ise bir örnektir. Kalıpyargılar her ne kadar bir tür bilişsel kalıp ise de çoğu zaman insanların kafasında kalmayıp davranışsal sonuçlara da yol açarlar. Örneğin farklı toplumsal grup mensuplarına karşı ayrımcılığa neden olabilirler. Bu ayrımcılık farklı sosyal grup mensuplarını dışlamak, onlara olumsuz davranmak veya aşırı olumlu davranmak gibi çeşitli biçimlerde olabilir. Kalıpyargıları Belirleme Yöntemleri Herhangi bir gruba ilişkin kalıpyargıların içeriği öğrenilmek istendiğinde kullanılan birkaç yöntem vardır: Açık uçlu sorular: Kişilere açık uçlu sorular sorularak hedef grubun tariff edilmesi istenir. Örneğin 'Sizce zenciler nasıl insanlardır'. Böylelikle hedef grubu tarif etmekte kullanılan kelimeler bulunur ki bunlar kalıpyargının içeriğini oluşturur. Kişilerden hedef grubu tanımlamada kullandıkları kelimeleri olumlu veya olumsuz olarak değerlendirmeleri de istenebilir. Bu tarifler yeterince kişiden alınırsa bazı kelimelerde yığılma olduğu ve çoğunluk tarafından kullanıldıkları görülür. Örneğin Japonlarla ilgili yapılan tariflerde muhtemelen 'çalışkan' kelimesinde bir yığılma görülecektir. Liste yöntemi: Bu yöntemde kişilere bir liste verilerek hedef grubu tanımlamak için uygun buldukları sıfatları işaretlemeleri istenir. Bu yöntemle çeşitli gruplara ilişkin yaygın görüşler ortaya çıkarılabilir. Örneğin kadınları tanımlamak için duygusal, şefkatli, hassas sözcükleri kullanılabilir. Yüzde yöntemi: Bu yöntemde verilen her sıfatın hedef grubun hangi oranı için geçerli olduğu sorulurç Örneğin 'Zencilerin kaçta kaçı tembeldir' gibi. Tanımlama oranı tekniği: Bu yöntemde yüzde yöntemi gibi hedef grupla ilgili bir sıfat verilerek hangi oranının bu özelliğe sahip olduğu sorulur fakat ek olarak insanların geneli için de aynı soru sorulur. Örneğin 'Kadınların kaçta kaçı şefkatlidir' sorusuna ek olarak 'İnsanların kaçta kaçı şefkatlidir' sorusu sorulur. Böylece elde edilen sonuçların karşılaştırılacağı bir standart tespit edilir. Prototip yöntemi: Bu yöntemde değişik sıfatların hedef grubu tarif etmede uygunlukları Likert tipi ölçeklerle belirlenir. Örneğin 'Zenciler genelde çalışmayı sevmeyen insanlardır' 1=çok uygun 2=uygun 3=fikrim yok 4=uygun değil 5=hiç uygun değil Kalıpyargıların Bazı Özellikleri İçerik Farklı gruplara ilişkin kalıpyargıların değişik içerikleri vardır. Örneğin cinsiyet kalıpyargısının içeriği genelde kişilerin işlerini, fiziksel güçlerini, duygusallık derecelerini kapsarken entelektüellik kalıpyargısının içeriğinde hobiler, dinlenen müzik, yapılan faaliyetler bulunur. Grubun sahip olduğu özelliklerden hangilerinin kalıpyargının içeriğini oluşturacağını belirleyen faktör, hangi özelliğin grubu diğerlerinden ayırmada belirgin olduğudur. Örneğin ülkeye göç etmiş olma zencilerin bir özelliğidir fakat onları diğer göç edenlerden ayıran en önemli özellik derilerinin rengi olduğu için kalıpyargının içeriğini derinin rengi oluşturur. Kalıpyargıların içerikleri karmaşık ve yalın olabilir. Bir grubu tanımlamak için ne kadar çok sıfat kullanılıyorsa kalıpyargı o derece karmaşıktır. Örneğin bir grup için saldırgan, milliyetçi, içe kapanık, katı sıfatları kullanılırken diğeri sadece ticari zekaya sahip olarak tanımlanıyorsa ilk grubun kalıpyargısının içeriği ikincisinden daha karmaşıktır. Kalıpyargılara ilişkin alt kategoriler bulunabilir. Örneğin kadın kategorisinin altında ev kadını, anne, kadın yönetici gibi alt kategoriler bulunabilir. Yaygınlık Kalıpyargıların yaygınlığı, kalıpyargının içeriğini oluşturan kelimelerin belli bir toplumdaki kişilerce ne sıklıkla kullanıldığını, yani o kalıpyargı konusunda toplumdaki görüş birliğini belirler. Örneğin yüz kişiye 'Kayserilileri tanımlayın' diye sorulduğunda 95'i açıkgöz, 10'u entelektüel sözcüğünü kullanırsa, bu durumda açıkgöz kelimesinin yaygınlığı daha yüksektir. Genellenebilirlik Bu özellik bir gruba ilişkin kalıpyargının grubun bütün üyelerine ne kadar genelleştirildiğini gösterir. Örneğin "Sizce Kayserililerin yüzde kaçı açıkgözdür?" sorusuna verilen cevaplarda bu özellik ne kadar büyük bir yüzdesinin özelliği olarak görülüyorsa o kelime kalıpyargının o denli genellenebilir bir özelliğidir. Örneğin Stanford ve Lange'ın ABD'de yaptıkları bir araştırmada Araplara ilişkin kalıpyargının üç olumlu (dindar, güçlü, zengin) ve üç olumsuz (açgözlü, kokan, saldırgan) öğesi olduğunu belirlemişlerdir. Burada dindarlık Arapların %61,2'sine, zenginlik ise %40,8'ine genellenmiştir. Yani dindarlık Arap kalıpyargısının daha genellenebilir ve ayırdedici bir özelliğidir. Belirginlik Bu özellik kalıpyargının içeriğini oluşturan kelimelerin başka gruplar için de kullanılıp kullanılmamasıyla ilgilidir. Yine Stanford ve Lange'ın çalışmasında Rus ve Asyalılar için en çok kullanılan keliemelerden biri 'zeki' olarak bulunmuştur. 'Çalışkanlık' ise Asyalı ve Yahudiler için en çok kullanılan kelimelerdendir. Bu durumda Asyalılar zeki sıfatını Ruslarla, çalışkan sıfatını ise Yahudilerle paylaşmaktadır. Fakat çalışmada 'yumuşak/nazik' sıfatı sadece Asyalılar için kullanılmış, diğer gruplar için kullanılmamıştır. Bu durumda nazik kelimesi Asyalıların daha belirgin (ayırdedici) bir özelliğidir. KALIPYARGILARIN OLUŞMASIYLA İLGİLİ AÇIKLAMALAR Bilişsel Açıklamalar a) Yanılgısal ilişki: Yanılgısal ilişki, kişilerin gerçekte aralarında ilişki bulunmayan iki olay arasında ilişki algılaması veya iki olay arasındaki ilişki düzeyini abartması olarak tanımlanır. Örneğin, matematik genellikle erkeklerle bağdaştırılan bir bilim dalıdır. Bir üniverstede kadın matematikçilerin oranının (toplumdaki kadın-erkek oranına eşit olarak) %50 olduğu durumda, kadın matematikçilerin oranının daha yüksek olduğu gibi bir yanılgı ortaya çıkabilir. İşte bu, normalde aralarında ilişki olmayan iki durumun, ilişkisi varmış gibi algılanmasıdır. b) İstatistiksel bilgi kullanımındaki yetersizlik: İnsanlar iki grubu belli bir boyutta karşılaştırırken, bu farklılığı etkileyebilecek ikinci bir durumu gözardı edebilirler. Örneğin A grubu verilen işi B grubundan daha önce bitirmiştir fakat A'nın yaptığı iş B'nin yaptığı işten daha kolaydır. Böyle bir durumda yapılan işin zorluğu da göz önüne alınarak karar verilmesi doğrudur. Ya da Batı bölgelerinde üniversiteyi kazanma oranı Doğu bölgelerinden yüksektir ama ikinci bir faktör olarak Batı bölgelerinin eğitim sistemi daha iyi durumdadır. Fakat bazı durumlarda bu ikinci faktörler insanlar tarafından dikkate alınmayabilir: - Zaman kısıtlıysa yani acele bir karar verilmesi gereken durumlarda, örneğin acilen bir eşyaya ihtiyacımız olduğunda sadece fiyatı gözönüne alıp kaliteyle ilgili ayrıntıları atlamamız gibi. - İki değişken arasındaki ilişkiyi etkileyen üçüncü değişkenin karar verilen ortamda belirgin bir özellik olmaması, örneğin Profesörlük unvanı verilirken insan ilşikilerinde ve iletişimde ne kadar başarılı olduğuna dikkat edilmeyip sadece bilimsel yayınlara bakılması gibi. - Bireysel amaç ve yanlılıklar olduğunda, örneğin maçı kazanan takım taraftarının diğer takımın eksik oyuncuyla oynadığını gözardı edip kendilerinin daha başarılı olduğunu söylemesi gibi. - Kişilik özelliklerine bağlı olarak, örneğin fazla düşünmekten hoşlanmayan, karmaşık durumları sevmeyen kişilerin ikinci faktörleri daha çok gözardı etmesi gibi. c)Örneklerden geliştirilen kalıp açıklaması: Bu açıklamaya göre kişiler belli bir kategorideki insanlardan gördükleri değişik örnekleri kullanarak o kategoriye ilişkin kalıpyargılar oluştururlar. Örneğin kişi kadın kategorisinden annesini, ilkokul öğretmenini, komşularını görmüş olabilir. Bu gördüğü kişiler o kişinin kadına yönelik kalıpyargısını oluşturur. d) Özellik soyutlama modeli: Bu modele göre insanlar bir kategorinin üyesi olan kişilerle karşılaştıklarında o kategorinin özelliklerini belirler ve o özellikleri soyut olarak o grup insanla ilişkilendirirler. Örneğin bir insanın küçüklüğünden beri tanıdığı kadınlar onda kadınların en belirleyici özelliklerinin sevecenlik,şefkat, konuşkanlık olduğu kanısını uyandırabilir. Bu modelde bir önceki modelden farklı olarak kişi, herhangi birinin bir kategoriye girip girmediğini belirlemek için gördüğü diğer kimselerle değil (örneğin tanıdığı diğer kadınlarla) zihnindeki belli özelliklerle karşılaştırır. Örneğin ince ses, kısa boy çocuk kategorisinin özellikleri olduğundan, karşılaşılan kişinin çocuk olarak tanımlanabilmesi için bu özelliklerin onda olup olmadığı araştırılır. Güdüsel Açıklamalar a) İnsanların kendini olumlu değerlendirme isteği: Bu açıklamaya göre kişiler kendilerini olumlu değerlendirme eğilimindedir. Bunu da kendini başkalarıyla kıyaslayarak iyi olduğuna karar vermek suretiyle yapar. Bu yüzden diğerlerini (diğer insanları veya grupları) göreceli olarak daha kötü veya değersiz görür. b) Toplumsal sınıflandırma açıklaması: Bu açıklama da kişilerin ait oldukları grubun kimliğini belirlemek için kendilerini diğer gruplardan farklı görme eğiliminde olduklarını savunur. Bu yüzden diğer gruplarla farklarını öne çıkararak kendi gruplarını daha değerli görme eğilimindedirler. Bunu önceki maddeden farkı kalıpyargıda, burada toplumsal kimliği öne çıkarma isteği varken, diğerinde bunun bireysel kimlikten kaynaklanmasıdır. c) Davranışsal etkileşim modeli: Bu açıklamaya göre insanların karşıt gruplara ilişkin kalıpyargılarının nedeni benlik değerini yüceltmeye değil, bireyin çıkarlarına bağlıdır. Örneğin kişinin kaderi karşıt grubun elindeyse onları daha olumlu görecek, tersi durumda kendi grubunu yüceltecektir. d) Var olan düzeni haklı çıkarma isteği: Bu açıklamaya göre sosyal grupların toplumdaki konumları onlara ilişkin kalıpyargıların içeriğini belirler. İnsanlar düşük konumdaki grupların bunu hakketikleri ön kabulüne dayanarak onları tembel, sorumsuz, güvenilmez olarak niteleyebilirler. Bunun amacı toplumsal düzenin haklılığını öne çıkararak çelişkiyi ortadan kaldırmaktır. e) Kişilik özelliği açıklaması: Bu açıklama azınlıklara gösterilen ayrımcılığın temelinde otoriter babaya duyulan öfkenin yattığını, bu bilinçaltı öfkenin şekil değiştirerek diğer gruplara nefrete dönüştüğünü savunur. Yöntem açısından çok eleştirilmiş ve daha az değinilen bir açıklamadır. Toplumsal durumdan kaynaklanan açıklama Karşıt grupların iş, yiyecek, sosyal konum gibi kısıtlı kaynaklar için yarışması grupların bibirlerine karşı olumsuz tutumlar ve kalıpyargılar geliştirmesine neden olabilir. Örneğin iş için rekabet olan ülkelerde yabancı işçilere yönelik ayrımcılık daha fazladır. Gruplar kendilerine rakip olarak gördükleri gruplar için olumsuz tutumlar sergilerler. Bir insanın hangi kalıpyargıyı uyaracağını belirleyen etmenler İnsanlar genelde birden çok grubun üyesidirler. Herhangi bir durumda hangi grubun üyesi olarak algılanacakları belli faktörlere bağlıdır: a) Dikkat çekicilik: Azınlıkta olmak dikkat çekiciliğin bir belirleyicisidir. Örneğin zenci bir doktor hepsi beyaz olan meslektaşları arasındaysa 'zenci' grubuna dahil edilerek algılanır, fakat zenci arkadaşlarıyla birlikte olduğunda 'doktor' grubu özelliği ön plana çıkar. b) Algılayanın özellikleri: Değişik kişiler belli gruplama faktörlerini diğerlerine göre daha sık kullanır. Örneğin bir kimse yeni tanıştığı birini tarif ederken öncelikle mesleğini belirtebilirken bir diğeri cinsiyetini ve yaşını ön planda tutabilir. GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER Gruplararası çatışma durumunu açıklamak için birçok teori geliştirilmiştir. Bunlardan birisi Sherif'in yetersiz kaynaklar durumudur. Bu çalışmada Sherif, bir yaz kampında erkek çocukları iki gruba bölmüş ve yiyeceklerin bir grup tarafından yenilerek diğer gruba bırakılmadığı izlenimini yaratmıştır. Yetersiz kaynaklar durumu çıkarların olumsuz ilişkide olduğu bir durumdur. Bu durumda bir grubun kazancı diğer grubun zararıdır ve iki grubun birden kazanması söz konusu değildir. Sherif'e göre bu çıkar çatışmasından dolayı gruplar arasında yarışma ve çatışma ortaya çıkmaktadır. Taijfel'e göre ise gruplar arasında yarışma veya çatışma olması için yetersiz kaynakların varlığı gerekmez. Taijfel gerçek ve minimal gruplarla araştırma yapmış ve kişilerden kaynakları kendi grupları ve karşıt grup arasında paylaştırmalarını istemiştir. Kişilerin puanları dağıtırken üç seçenekleri vardır: - Kendi grubunun çıkarını en üst düzeye çıkartma - İki grubun da çıkarını en üst düzeye çıkartma - İki grup arasındaki farkı en üst düzeye çıkartma Kişiler genelde iki grup arasındaki farkı en üst düzeye çıkartacak şekilde dağıtım yapmışlardır. Kendi grubunun kazancı azalacak dahi olsa, sırf diğer grupla aradaki farkı açma uğruna bu yolu seçmişlerdir. Bu da çatışma durumunda kaynak yetersizliğinin önemli bir faktör olduğunu fakat bu durumun temelde kaynakların yetersizliğinden ortaya çıkmadığını göstermiştir. Yine McCallum ve arkadaşlarının çalışmasında iki kişiden oluşan grupların, tek başına bireylerden daha yarışmacı ve uzlaşmasız davrandıkları bulunmuştur. Bu da Taijfel'in çalışmasını desteklemektedir. Rothbart ve Hallmark'ın yaptıkları bir araştırmada insanlardan kendi ülkelerinin savunma bakanı olduklarını düşünmeleri istenmiştir. Kendi ülkelerini ve karşı ülkeyi etkilemek için tehditten başlayarak tek taraflı silahsızlanmaya kadar değişen çeşitli taktiklerin etkinliğini değerlendirmeleri istenmiştir. Bu araştırmanın sonucunda insanların karşı tarafı etkilemekte tehdit ve zorlayıcı önlemlerin etkisini yüksek gördükleri ortaya çıkmıştır. Bu sonuç, grup çatışması durumunda her iki tarafın da zorlayıcı yöntemleri uzlaşmacı yöntemlerden daha etkin göreceklerini ve bu yöntemleri seçeceklerini, böylelikle de gerilimin artacağını göstermektedir. Lawler ve arkadaşları zorlayıcı yöntemlerin kullanılmalarıın nedenini açıklamak için iki kuram geliştirmişlerdir. Bunlar "tırmanan çatışma" ve "karşılıklı önleyicilik" kuramlarıdır. Tırmanan Çatışma durumu çatışma durumundaki her iki grup da yüksek güce sahipse ve güçleri eşit düzeyde ise ortaya çıkar. Tarafların gücü arttıkça zorlayıcı tedbir kullanma isteği artar. Bir tarafın gücünün artması ise diğer tarafta saldırı beklentisini yükseltir. Bu kurama göre eşit ve yüksek güçte iki grup karşı karşıya geldiğinde her iki grubun zorlayıcı yöntemler kullanma isteği yüksek olacak, ayrıca iki grubun da, karşıt grubun bu yöntemleri kullanacağına ilişkin beklentisi yüksek olacaktır. Örneğin eşit ve yüksek güçte iki ülke durumunda, her ülke diğer ülkeye hem saldırmak isteyecek, hem de diğer ülkenin kendisine saldırma olasılığını yüksek görecektir. Bu durumda tırmanan bir saldırganlık görülecektir. Karşıt grupların güç bakımından eşit olmadıkları olmadığı durumda güçsüz olanın saldırılma beklentisi yüksek, saldırı isteği düşük olacaktır. Buna karşılık güçlü grupta saldırı isteği yüksek, saldırılma beklentisi düşük olacaktır. Bu durumda güçlü grubun tehdidine güçsüz taraf karşılık vermeyip boyun eğeceğinden, zorlayıcı davranışlara gerek olmadan güçlü güçsüze isteğini kabul ettirecektir. Soğuk savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği'nin durumu buna örnek verilebilir. Her iki ülkenin de Nükleer gücü çok fazla ve aşağı yukarı eşit olduğundan hem karşı tarafa saldırma isteği, hem de saldırılma beklentisi yüksekti. Bu yüzden aralarındaki saldırganlık "Soğuk Savaş" tabir edilen dönemde bir tırmanış göstermiştir. Karşılıklı Önleyicilik kuramına göre bir grubun gücü arttıkça karşı taraftan saldırı beklentisi düşer. Karşıt taraf da bu gruba yapacağı saldırıların karşılıksız kalmayacağı (intikam, misilleme) korkusuyla güçlü gruba saldırmaktan korkar. Saldırı beklentisi bir grubun diğer gruba saldırma olasılığını arttırır, karşıt saldırıdan duyulan korku ise saldırma olasılığını düşürür. Örneğin A güçlüyse B'nin kendisine saldırmayacağını düşünecek, B'de karşıt saldırı beklentisi yüzünden A'ya saldırmaktan korkacaktır. Güç eşitliği durumunda zorlayıcı güç kullanımı en alt düzeyde olacaktır çünkü her iki grup da karşı gruptan saldırı beklemeyecek ve karşı gruba saldırmaktan korkacaktır. Fakat güç eşitsizliği durumunda güçlü grubun misilleme korkusu az, güçsüz grubun saldırı beklentisi yüksek olacağından her iki tarafın zorlayıcı yöntemler kullanma olasılığı artacaktır. UZLAŞTIRMA ÇABALARI Karşıt gruplar kendileri uzlaşmaya varamadıkları durumda arabulucular yararlı olabilmektedir. Arabulucunun da gücü duruma göre değişir, bazı durumlarda yaptırım gücü vardır bazen de yoktur. Yaptırım gücü olan arabulucunun tarafsız olup olmaması da önemli bir konudur. Taraf tutan arabulucu gerçek bir arabulucu olarak görülmeyip taraflardan biri olarak görüleceği için etkisi azalır. Arabulucunun başlıca iki faydası vardır: - Tarafların aklına gelmeyen çözüm yollarını düşünebilmesi - İki tarafın da normalde ödün vermekten kaçınıp arabulucunun hatırına çözüme yanaşması Araştırmalar arabulucunun gruplar arası çıkar çatışmasının çok olduğu durumlarda uzlaşmayı olumlu yönde, az olduğu durumlarda ise olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Bunun nedeni çıkar çatışmasının az olduğu durumlarda grupların birebir iletişimle çözebileceği sorunlar için arabulucunun fazladan bir iletişim engeli olmasıdır. Fakat durum tarafların iletişimiyle çözülemeyecek kadar çıkmazda ise arabulucu kemikleşmiş olumsuz ilişkiler için çözümü kolaylaştırıcı olabilir. Karşıt grupları uzlaştırmanın bir diğer yolu bu grupların birbirine bağımlı olarak ortak bir amaç için çalışmalarını sağlamaktır. Fakat bu durumda iki grubun üyelerinin eşit konumda olması önemlidir. Bunun sonucunda karşıt grup üyeleri birbirlerini birey olarak tanır ve bu, ayrımcılıkla birlikte karşıt grubun türdeş algılanmasını ortadan kaldırır.