Eril Tahakküm ve Üstün Erillik Olgusunun Plâstik Sanatlar Alanında Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Oluşumuna Etkileri Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme Hasan SANKIR* Abstract The concept of social gender emphasizes roles and expectations coming out values for men and women produced by society. Men and women in social life exist in a structure where men have a unequal mastery position over women. Social gender roles result in a discrimination based on sex. This discrimination due to biological properties creates social arena as public and private and assign public and private arena for men and women respectively. The basic agent creating this process is masculine dominancy. The power of the men on the social life is existed due to men’s self-demands planned by men. Masculine domination and hypher-masculinty causes a concept of men’s power and its relations. This process is valid for art, which is part of the social arena. Art arena is impressed by masculine dominancy. Masculine dominancy determines which is manly and feminine which evaluates the art. With this regards, art is valued based on gender roles rather than aesthetic evaluations. In this process, the primary expectations of masculine dominancy from women are being motherhood, sister and daughter due to their biological roles rather than their art identities. Key Words: Sex, Social Gender, masculinity, hypher masculinity, sex discrimination, masculine discourse Özet Toplumsal cinsiyet kavramı kadın ve erkek için toplumun uygun gördüğü değer kalıpları doğrultusunda kurgulanmış olan roller ve beklentileri işaret etmektedir. Toplumsal yaşamda erkek ve kadınlar eşitsiz bir şekilde erkeğin kadına üstünlüğü ile belirlenen bir yapıda yer alırlar. Sonuçları itibarîyle toplumsal cinsiyet rolleri, cinsiyete dayalı ayrımcılığı beraberinde getirmektedir. Bu ayrım, biyolojik özelliklerden yola çıkarak sosyal alanı kamusal alan ve özel alan olarak kurgulamış ve erkeğe kamusal alanı, kadına ise özel alanı tahsis etmiştir. Bu süreci ortaya çıkartan temel etmen ise eril tahakkümdür. Erkeğin sosyal alan üzerindeki iktidarı bu alanı kendi ihtiyaçları doğrultusunda kurgulaması sonucunu ortaya çıkartmıştır. Eril tahakküm ve üstün erillik erkeğin iktidarını ve bu iktidar alanındaki güç ilişkilerini kavramlaştırmaktadır. Bu süreçler sosyal alanın bir parçası olan sanat alanı için de söz konusudur. Sanat alanı eril tahakkümün etkisi altındadır. Eril tahakküm bu alanda neyin erkesi neyin kadınsı olduğunu belirleyerek sanat alanındaki değerlendirmeleri ortaya koyar. Böylece sanat estetik değerlendirmeler dışında toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında değerlendirilmiş olmaktadır. Bu süreçte eril tahakkümün kadından öncelikli beklentisi sanatçı kimliklerinden çok annelik, eş olma, kız kardeş ve kız çocuk gibi biyolojik doğasına uygun rollerdir. Anahtar Sözcükler: Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, erkeklik erillik, üstün erillik, cinsiyet ayrımcılığı, eril söylem. _______________________________________________________ * Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü 1 1. Giriş Sosyal ortamda toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ya da erkek olmayı biyolojik özellikler dışında bir dizi rol ve beklentileri işaret eden bir yaklaşımla kurgulamaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri eril tahakkümün belirlediği ve sonucu itibarîyle cinsiyet ayrımcılığını ortaya çıkartan ve bu bağlamda sosyal alanı kamusal ve özel alan olarak kurgulayıp erkeğe kamusal alanı kadına ise özel alanı uygun gören bir yaklaşımı benimser. Kadının maruz kaldığı bu ikincil konum onun benlik/kimlik potansiyeli ortaya koyma sürecini olumsuz yönde etkilemektedir. Erkeğin sosyal alandaki iktidar ilişkilerini kurgulayışı, bu alanda kendi iktidarının meşruluğunu ve devamlılığını sağlayabilmesi kendi dışındakileri nasıl anlamlandırdığı ve konumlandırdığıyla alâkalı bir durumdur. Ataerkil yapılanma erkeklerin kurlarını belirledikleri ve buna bağlı olarak iktidar ilişkileri doğrultusunda sosyal ortamı örgütledikleri ve ürettikleri bir süreçtir. Bu süreçte eril tahakkümün ve ataerkilliğin açıklanması kadının bu durumdan nasıl etkilendiği kadar erkeğin ortaya koyduğu iktidar ilişkileri bağlamında da ele alınıp incelenmesi gereken bir konudur. Sosyal alan eril özellikler taşımaktadır. Bunla birlikte sosyal alanın eril tahakkümü maruz kalması işleyen bir süreci ifade eder. Oysa eril tahakküm ve üstün erillik gibi ataerkil yaklaşımlar bu süreçlerin ötesinde daha üst düzeyde yapılanmayı ifade eder. Ataerkil yapılanma, eril tahakkümü, tüm iktidar ilişkilerini ve bunun sonucu ortaya çıkan hiyerarşik yapılanmayı, rol ve beklentileri içine alan üst bir yapıdır. Böyle bir yapılanma sonuç itibariyle her iki cinsi barındıran fakat eril özellik taşıyan, erkeğin tahakkümü altında sosyal ilişkilerin gerçekleştiği bir alanı ortaya koymaktadır. Böyle bir alanda iktidar tasarrufunu elinde bulunduran cinsiyet olarak erkekler sosyal ilişkilerin karakteristik özelliklerini eril söylemin ihtiyaçları doğrultusunda belirlemektedir. Öteki cinsiyet olarak kadınlara, bu alanda eril tahakkümün belirlediği rol ve beklentileri gerçekleştirmek düşmektedir. Kadınlar böylece üstün erilin iktidarını meşrulaştırmış ve hatta rol ve beklentileri yerine getirerek bu iktidarın devamlılığını sürdürmüş olmaktadırlar. Sosyal alanının bu anlamda gerçekleştirilen kurgusu sonuç olarak, bu alanın tüm kurumlarını ve bu kurumların ortaya koyduğu tüm sosyal ilişkileri etkilemektedir. Din, siyaset ekonomi, ahlâk gibi kurumlar eril söylemin iktidar ilişkilerini onaylayan biçimde oluşturulduğu için ortaya çıkan tüm etkileşimler bu sürecin meşruiyeti ve devamlılığını sağlamaktadır. Sosyal kurum olarak sanat alanı da eril tahakkümün belirleyici olduğu etkileşimlerin gerçekleştiği ve onaylandığı bir alan olmaktan kendini alıkoyamaz. Bu noktada cinsiyet rolleri bağlamında gerçekleştirilen etkileşimler söz konusudur. Kadın sanat alanında etkileşimlerde bulunsa da hatta çok nitelikli sanatsal çalışmalar ortaya koysada o sonuçta bir eş bir anne bir kadındır. Kadın, sanat alanında bile olsa kendi biyolojik doğasından kaçamaz ve sosyal alanın kendi ve hem cinsleri üzerindeki belirleyiciliğini bertaraf edecek sosyal araçlara henüz sahip değildir. Bu durum kadını, kendi kimliğini ortaya koyma sürecinde özgür bırakmamaktadır. 2. Araştırmanın Problemleri 1. Sosyal ortamda eril söylemler ile yerine getirilen fonksiyonlardan biri, erkek gücü ve iktidarının diğerlerine kabul ettirilmesine dayalı olan, cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril tahakküm ve üstün erillik olgusudur. Sosyal ortam için geçerli olan cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril tahakküm ve üstün erillik olgusu Plâstik Sanatlar alanı için de geçerli midir? 2 2. Erillik-dişillik olarak kavramlaştırılan ikili açıklamalar, güçlü-güçsüz, sert-yumuşak, aktif-pasif, verimli-verimsiz, savaşçı-boyun eğen karşıtlığı olarak kavramlaştırmaktadır. Bu açıklamalar aynı zamanda erkeğin sosyal ortamı eril özellikler bağlamında yeniden kurgulaması ve böylece diğerlerinin kontrolünü kolaylaştıran açıklamalar mıdır? Bu süreç Plâstik sanatlar alanı için de geçerlimidir? 3. Sosyal ortamda ve buna bağlı olarak Plâstik Sanatlar alanında “erillik”, üstünlük olarak mı algılanmaktadır? 4. Sosyal ortamda kadının, biyolojik doğası ve doğurganlık özelliği nedeniyle edilgen ve belirlenmemiş, erkeğin ise; biçimlendirici ve etkin bir yapı sergiliyor olarak algılanması, Plâstik Sanatlar alanında kadının sanatın nesnesi, erkeğin ise sanatın öznesi olarak algılanmasına mı neden olmaktadır? 5. Eril tahakküm, sadece zor ya da şiddet üzerinden işlemez. Aynı zamanda, erkeklerin kadınlara karşı kurdukları tahakküm ilişkilerinin inşasında, kültür ve kurumlar üzerinden işleyen ikna ve rıza pratikleride söz konusudur. Bu durum Plâstik Sanatlar alanı için de geçerli midir? 3. Kavramsal ve Kuramsal Çerçeve 3.1. Kavramsal Çerçeve Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet Cinsiyet kavramı, kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü ifade eden bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet ise kadınların ve erkelerin biyolojik özelliklerinin ötesinde sosyal ortamda yerine getirdikleri rol ve görevleri işaret eden bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet bu bağlamda sosyal ortamdaki cinsler için birer norm olan hakları ve yükümlülükleri içermektedir. Erkeklik, Erillik Erkeklik, iktidar ilişkileri bağlamında kurulan cinsiyet düzeninin ve buna bağlı olarak sosyal alana yönelik iktidar üzerindeki tasarruf hakkının devamını sağlamak için oluşturulan sosyal biçimlendirmelerdir. Başka bir ifadeyle sosyal alanda nasıl davranması gerktiğinin bilgisini içeren, kendisinden yalnızca erkek olduğu için beklenen rol, görev ve sorumluluklarına yönelik pratiklerdir. Üstün Erillik, Üstün erillik, sosyal alanda kadınlık ve erkeklik biçimlerinin karşılıklı etkileşimlerini kadının eksik ve edilgen olduğu kabulüne dayandırarak, erkeklerin kadınlar üzerindeki üstünlüğü ve buna bağlı olarak ortaya koydukları egemenlik ilişkilerini ve kadın üzerindeki erkek tahakkümünü kavramsallaştıran bir yaklaşımdır. Bu anlamıyla üstün erillik, hem kadınlara hem de eril iktidara sahip olmayan diğer erkeklere yönelik olarak kurgulanmış iktidar ilişkilerini işaret eder. Eril Tahakküm Eril tahakküm, ailede başlayan ve erkeğin öncelikle ailesindekiler üzerindeki iktidarını işaret eder. Bu anlamda eril tahakküm kamusal ve özel alanda sosyal dayanaklara sahip olan bir sistemdir. Eril tahakküm sonuçları itibariyle bir eşitsizlik durumudur ve cinsiyet ayrımcılığına yönelik pratiklerden oluşur. 3.2. Kuramsal Çerçeve Her toplum, kadın ve erkeğe farklı roller yüklemektedir. Sosyolojik yaklaşımlar, cinsiyet esaslı ayrımcılığı ve bu anlamda gerçekleşen iktidar ilişkilerini farklı 3 şekillerde ele almaktadır. Erkeğin tahakkümü altında gerçekleşen sosyal ilişkileri ele alan yaklaşımlardan biri de sembolik etkileşimci yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre göre, cinsiyet rolleri ve kimlik anlayışı, bireyin kişiliğinin bileşeninin eleştirisidir. Cinsiyet kimliğinin, çocukluğun erken dönemlerinde aile, öğretmenler ve kitle iletişim araçlarıyla etkileşerek geliştiğine inanılır. Bu etkileşimler sonucu ortaya çıkan cinsiyet kimliği oldukça uzun ömürlüdür. Etkileşimci yaklaşımcılar, kadınlara karşı ortaya çıkan ön yargı ve ayrımcılığı toplumsallaşmadaki farklılıktan kaynaklandığına dikkat çekerler. Kadınlar, toplumsallaşma sürecinde pasif ve bağımlı olarak yetiştirilirler, bu sebeple daha fazla saldırgan ve bağımsız olarak yüreklendirilen erkeklerden daha az baskın konumda bulunmaktadır. Böylece her iki cinsiyetteki kişi, kadınların ikinci plânda olduğunu öğrenerek büyümektedir. Etkileşimci yaklaşım, daha çok sosyal psikolojik bir çerçeveyle cinsiyet rollerini açıklamaktadır. Kadın ve erkeğin nasıl tanımlandığı ve aralarındaki davranışa yönelik beklentiler, paylaşılan anlamlar temelinde grup etkileşimi olarak ortaya çıkmaktadır. Kadın ve erkek etkileşiminin cinsiyet rolleri de değiştireceği varsayılır. Bu anlamda kadın ve erkeğe ait roller etkileşimle oluşmaktadır. Kadının ve erkeğin birbiri için düzenlenmiş etkileşim setleri oldukça yaygındır. Her birinin davranışı diğerinin rolünü yerine getirmeye izin vermektedir. Aksi halde benlik kendini gerçekleştiremez, kültürel ortama karşı olma yabancılaşma, rekabet vb. ortaya çıkmaktadır. Toplum tarafından beklenen cinsiyet rollerine uygun davranışları göstermeyen birey toplumca ayıplanır, dışlanır. Bu süreçte toplumsal cinsiyet rollerinin onayı kadınlar ve erkekler için farklı süreçlerde de olsa söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak cinsiyet ayrımcılığını ortaya çıkartan bir şekilde kurgulanmış olan toplumsal cinsiyet rolleri yalnızca kadını değil her iki cinside baskı altına almaktadır. Toplumsal cinsiyet rollerine uymayan erkelerin bu anlamda kadınsı olarak algılanması ve dışlanması söz konusudur. Bu süreçte kadından ve erkekten beklenilen kendilerine yönelik eril bir bakışla gerçekleştirlmiş olan cinsiyet rol pratiklerini içselleştirmektir. Bu anlamda sosyal ortamın sıradan bir üyesi olabilmek ve sosyal ortamdan dışlanmamak bu rol ve beklentilerin karşılanmasıyla ilişkili bir durumdur. Böylece eril tahakküm kendi iktidarının devamlılığını hem erkeler hemde kadınlar üzerinden sağlamaktadır. 4. Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri Toplumsal cinsiyet rollerini açıklamanın temeli; kadınların ve erkelerin farklı kişilik özelliklerine sahip olduğu varsayımına dayanır. Kadınlar ve erkekler, yaradılışları, özellikleri, dış görünüşleri, düşünüş biçimleri, yetenekleri ve hatta kişilik yapıları açısından belli noktalarda birbirlerinden farklılık göstermektedir. Kadın ve erkek arasındaki farklılığı belirten bu kavram “cinsel karakter” olarak adlandırılmıştır. Kadın ve erkek arasındaki farklılıkların nasıl oluştuğu düşünüldüğünde, çoğu zaman öncelikle kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik özellikleri yansıtan biyolojik cinsiyet kavramı akla gelmektedir. Biyolojik cinsiyet doğuştan kazanılır, toplumsal cinsiyet ise öğrenilir ve dolayısıyla sosyaldir. Her toplum bazı faaliyetlerin erkeğe, diğerlerinin ise kadına ait olduğuna ilişkin düşünceye sahiptir. Bu doğrultuda, toplumda birlikte çalışan sosyal kurumlar cinslere uygun faaliyetleri belirlemektedir. Toplum tarafından beklenen cinsiyet rollerine uygun davranışları göstermeyen birey, toplumca ayıplanır ve hatta dışlanabilir (Henslin, 2003: 289). Birçok anne baba, kız ve erkek çocuk ayrımı yapar ve çocuklarının gereksinim, yetenek ve geleceğe yönelik umutları bakımından farklı olduklarına inanırlar. Böylece farkında olarak ya da olmayarak kız ve erkek çocuklarının ilgi alanları ve aktivitelerindeki belirgin farklılığın daha da artmasına neden olurlar. Ebeveynler erkek ve kız çocuklarının bağımsızlıklarını destekleme konusunda da faklı tutumlara 4 sahiptirler. Erkek çocuklar genellikle araştırma ve kendi başına hareket etme konusunda cesaretlendirilirken, kız çocukları davranışları daha çok sınırlandırıldığı ve daha korumacı bir ortamda büyüdükleri için daha bağımlı bir kişilik geliştirme eğilimindedirler. Kültürde kadın veya erkek olmak cinsiyet rolü, davranış, yüklemleme ve görevler ile ilişkilidir. Bu toplumsallaşma doğumun başlangıcından itibaren aşılanmayla başlar. Toplumsal cinsiyet rolü erkek ve kadın için uygun etkinlik ve nitelikleri kesin olarak saptayabilmektedir. Pasiflik, uysallık ve tevazu gibi nitelikleri genellikle kadınlar yüklenirken, cesaret, şiddet, güç gibi nitelikleri ise erkekler yüklenmektedir. Bu durumda rol çatışması bireyin karşı grubun aktivitesini gerçekleştirdiğinde ortaya çıkar (Oglesby ve Hill, 1993: 720). Kadınların toplum içinde sahip oldukları erkeğe göre farklı konumu doğal değil, kültürel bir belirlemedir. Kadınların daha az söz söyleme hakkına sahip olması, daha az kaynağı denetlemeleri, daha uzun saat çalıştıkları halde daha az ücret almaları bir doğa kanunu olarak açıklanamaz. İnsan, kültürü, kültür de içindeki normları yaratmıştır (Watkins, 2000: 64). Hiçbir kadın ya da erkek kendi biyolojisinden kaçamaz; bu nedenle burada yapılması gereken şey en başta kadın ve erkelerin kendi biyolojilerin diğerleri tarafından nasıl ve ne şekilde yorumlandığını, toplumsal cinsiyet kimliğinin sürekli ve dinamik bir toplumsal yorumlama süreci içinde nasıl inşa ve yeniden inşa edildiğini analiz etmektir. Kadının görünürlüğünü azaltan en önemli etkenlerden biri ‘özel alan’la özdeşleştirilmesidir. Kadın, özel alanla erkek ise; kamusal alanla özdeşleştirilmekte ve tarih ağırlıklı olarak dışarıyı, iş yaşamını işaret eden kamusal a l a n anlatılarını içermektedir. Yetişkinlerin yaşamları aile üyeleri, iş görenler ve topluluk üyeleri olarak değişik rolleri tarafından yapılandırılır. Buradaki ana fikir önemli birçok toplumsal rolün iki cinsiyet için farklı olarak tanımlanmış olmasıdır. Aile içinde, insanların genellikle anne ve babalardan, karı ve kocalardan, erkek ve kız çocuklardan farklı beklentileri vardır. Çalışma dünyasında, mesleksel roller genellikle cinsiyet damgalıdır: Bakım, tezgâhtarlık ve ilköğretim geleneksel olarak kadın alanlarıdır; tıp, yapı işleri ve üniversite öğretim üyeliği geleneksel olarak erkek alanlarıdır. İş örgütlerinde, kadınların iş rolleri toplumsal konum, saygınlık ve güç açısından genellikle erkeklerinkinden daha düşüktür: Erkek patron, kadın yardımcıdır. (Taylor ve diğerleri, 2007:362). Geleneksel toplumsal roller erkek ve kadın davranışlarını birçok bakımdan etkiler. Kadınlar yuva yapıcı, ev kurucu ve çocuk bakıcılar, erkekler ekmek kazanıcılar olarak cinsiyete dayalı bir iş bölümünü sürdürürler. Roller insanların çocuklukta geliştirip daha sonra yetişkinler olarak arılaştırdıkları beceri ve ilgileri etkiler. Küçük kızlar eşler ve anneler olarak yetişkin rollerine hazırlanırken sık sık yemek takımlarıyla ve yapma bebeklerle oynarlar. Ek olarak, cinsiyet bağlantılı rollerin etkileri yeni durumlara da taşınabilir. Aile, kilise, cami, sinagog ve işteki deneyimlerimizden erkeklerin daha otoriter ve konumlarının daha yüksek olduğunu öğrenebiliriz. Yeni bir kişiyle karşılaştığımızda, cinsiyetini bir ipucu olarak kullanabilir ve örneğin, bir erkekse kendine güveni yüksek bir lider, bir kadınsa destekleyici bir izleyici olduğunu varsayabiliriz (Taylor ve diğerleri, 2007:362). "Toplumsal rol kuramına" göre, erkek ve kadın davranışlarındaki farklılıkların nedeni, iki cinsin günlük yaşamlarında farklı rolleri yerine getiriyor olmalarıdır. İnsanlar genellikle özgül rollerle ilişkili normlara uyarlar ve toplumsal olarak uygun görülen 5 biçimlerde davranırlar. Böylece, ailesi için iyi bir ekmek kazanıcı olmak isteyen bir koca mesleğinde hırslı ve kendini ona adamış olabilir. İyi bir anne olmak isteyen bir kadın da çocuk bakımıyla ilgili kitaplar okuyup zamanının çoğunu çocuklarına ayırabilir. Farklı roller erkek ve kadınların farklı ilgilerinin olmasına, farklı uzmanlık alanları geliştirmelerine ve günlerini farklı etkinliklerde geçirmelerine neden olur. (Taylor ve diğerleri, 2007:362). Ayrıca kadının gerçekleştirmiş olduğu “Meslekî rol” kavramı da değersizleştirilmekte ve eril bakış açısıyla tanımlanmaktadır. Şöyle ki; kadının ev içinde annelik, eşlik veya ev kadınlığı gereği ev içinde veya evin bağ bahçe gibi eklentilerinde ya da tarlada harcadığı emek, ne denli üretici ve fonksiyonel olursa olsun, yine de meslekî rol bağlamında değerlendirilmez. Kadının özellikle fiziksel görünüşü ve anne olmasıyla ilgili yaratılan mit onun kişilik özelliklerinin önüne geçirilmiş böylelikle hem toplumsal görünürlüğü azaltılmış hem de bu mite uyulması durumunda vaat edilen mutluluk, gençlik ve huzur sayesinde âdil gösterilmiştir. Kadının fiziksel görüntüsüyle ilgili üzerinde kurulan baskı, bir açıdan, kadın ile erkek arasında bir ‘öteki’lik ilişkisi kurulmasından kaynaklanır. “Ötekileri, bizim ait olmadığımız somut bir toplumsal grup olarak kurabiliriz. Bu grup dahil olduğumuz toplumun içinde yer alabilir. Örneğin, erkekler için kadınlar, fakirler için zenginler, ‘normaller’ için deliler” (Tutal, 2001: 35). 5. Üstün Erillik Erillik, başlangıç olarak biyolojik bir tanımlamadan yola çıkmakla birlikte, biyolojik kökenli bile olsa sosyal bazı tanımlamaları da içinde barındıran geniş bir durumu ifade etmektedir. Her birimiz eril ya da dişil bir bedene sahip olarak doğarız. Fakat bu bedene özgü bir kimlik geliştirmemiz aşamasında doğrudan içinde yer aldığımız sosyal ortamın karakteristik özellikleri devreye girer. Herhangi biri için erkek ya da kadın dediğimiz an başlangıçta biyolojik olarak ortay çıkan fakat zamanla kültürel araçların şekillendirip ortaya koyduğu çok geniş bir alandan tanımlanabilecek birinden bahsediyoruz demektir. Erillik ya da dişilik sosyal birer tanımdır. Üstün erillik ise; sosyal alan içerisinde kadının ötekileştirilerek bir erkeklik modelinin kurgulanması ifade eder. Ayrıca ataerkil yapılanma sonucu ortaya çıkan iktidar ilişkileri sonucu elde edilen gücü erkek ve kadın arasındaki eşitsiz sosyal konumlar üzerinden kullanarak ortaya bir baskıcı eril bir özne çıkarması süreçlerine işaret eder. Bu durum kültürel olarak övülen / övgüye değer erillik formunun (üstün erillik) neden gerçek yaşamda çoğu erkek için değişmez bir gerilim olduğunu da gösterir(Almeida, 1996). Üstün erillik sosyal alanda bulunan toplumsal cinsiyet rolleri, dil, gibi araçları kullanarak iktidar pratiklerini gerçekleştirir. Bu davranış kalıpları din, ahlâk, ekonomi, aile gibi kurumlar tarafından da desteklenmiş olur. Böylece sosyal alndaki herkes bu sürecin üretiminde ve devamlılığında istemese bile üzerine düşen görevi yerine getirmiş olur. Hearn’ın da vurguladığı gibi, “üstün erilliğin kültürel taşıyıcılarının toplumdaki en güçlü bireyler olması gerekmez” (Hearn, 2004: 57). Erillik, sosyal bir tanımlama olduğuna göre kültürden kültüre ya da bağlam ve zamana göre değişiklik gösterebilmektedir. Böyle bir durumda farklı kültürlerde farklı erillik tanımlamalarının olması ve de bir kültüredeki erillik tanımının farklı bir kültürdeki erillik tanımı üzerinde etkileyici olması ya tanımların bu anlamda çatışması mümkündür. Zira, Fransa’daki maço-erkek tanımı ile bir Ortadoğu ülkesindeki maçoerkek tanımının farklılık göstermesi doğaldır. Popüler maço-erkek kavramı, belirli sosyal düzenlemelerle yakın bağlantılı olmakta ve canlı ama karmaşık erillik örneği oluşturmaktadır(Cornwall, 1994). Her toplum kendi kültürüne göre erkeklik degerlerini yaratır ve bunları kavramlaştırır. Buna bağlı olarak erkeklik kavramı, eril toplumlarda 6 erkekler tarafından içselleştirilir. Eril tahakküm, “belirli erkek gruplarının güç ve zenginliği nasıl ellerinde tuttukları, tahakkümü yaratan toplumsal ilişkileri nasıl meşrulaştırdıklarını ve yeniden ürettiklerini” anlamaya yönelik olarak oluşturulmuş bir kavramdır (Carrigan vd. 2002: 112). Eril tahakküm, sosyal ortamda erkeklerin kadınlara yönelik tanımlamış olduğu toplumsal cinsiyet düzeni içerisinde kurgulanan ve kadınlarla erkeler arasındaki iktidar ilşkilerini sürdüren toplumsal bir yapılanma ortaya koyar. Eril tahakkümün, erkeğin iktidarının meşruiyeti ve devamlılığını sağlamak üzere tüm iktidar ilişkilerini düzenlemek drumundadır. Bu anlamda erkelerin kendi aralarında kurdukları iktidar ilişkilerine yönelik tüm mekanizmalar sosyal ortamdaki tüm üretim süreçlerini elinde bulundurmaya ve yeniden üretmeye yöneliktir. Burada en başta ekonomik ve neslin devamı gibi her türlü üretim ilişkisi eril tahakkümün kontrolü altındadır. Erillik, biyolojik cinsiyet olarak erkeğin, toplumsal yaşamda nasıl düşünüp, duyup, davranacağını belirleyen, ondan salt erkek olduğu için beklenen rolleri ve tutum alışları içeren bir pratikler toplamıdır. (Atay, 2004, s. 14) Maral’a göre erillik; erkeklere mal edilen özelliklerin, düşünce ve yaklaşım biçimlerinin toplumlara ve zamana göre değişebilen bir toplamını ifade eder (Maral, 2004, s. 140). Eril yaklaşımın baskın olarak görüldüğü toplumlarda erkekler, daha hırslı, girişken, rekabetçi rolleri yerine getirirken, kadınlar hayatın maddî olmayan yönleriyle daha fazla ilgilenirler. Bu toplumlarda erkekler yönetici pozisyonunda yer alırken, kadınlar ise genellikle onların yardımcıları konumunda yer almaktadır. Eril degerlerin yüksek olduğu toplumlarda kadınlar kariyer hayatlarında kendilerini kısıtlanmıs hissedebilirler. Kadınların yaptıgı isler daha degersiz olarak görülebilir. Erillik, sosyal ortamın karakteristik özelliklerinin iktidar sahibi eril cinsiyet tarafından kendi ihtiyaçları dorultusunda düzenlenmesini işaret etmekedir. Bu anlamda üstün erillik, kadın ve erkek arasndaki her türlü farklılığa vurgu yapan ve iki cinsiyet arasındaki bu mesafenin açılmasından yana eylemler, etkileşimler gerçekleştiren bir cinsin diğeri üzerindeki tahakkümünü uygun gören bir anlayıştır denebilir. Üstün eriller bir anlamda sosyal çevresi üzerinde tahakküm sahibi olan ve bu tahakküm için gerekirse rekabet edenlerdir. Bir anlamda erkeklik diye de düşünülebilen üstün erillik kavramı, iktidar ilişkileri bağlamında ortaya çıkan ve sosyal alanda tahakküm gücünü elde etmiş olan erkek benliği/kimliğinin ortaya koyduğu olan toplumsal cinsiyet rolü pratikleridir. Eril tahakküm sosyal alandaki etkileşimleri iktidar ilişkilerine göre tasnif eder. Bu süreçte, iktidara sahip olanlar ve iktidara maruz kalanlar sözkonusudur. Eril tahakküm iktidar sahibi olmayan diğerlerinin (kadınlar, çocuklar, eşcinseller vb.) ona göre şekilleneceği veya rekabet edeceği bir yaklaşımdır. Eril tahakküm içerisinde çatışma ve uzlaşmaları barındırır. Üstün erillik rolü kendi içerisinde çeşitli rekabet ortamlarını ve zorlukları barındırır. Bu şekilde kurgulanmış bir sosyal ortamda Üstün eril, yaşlı olarak kabul edinceye dek pek çok kez erkekliğini ve iktidarını ispatlamak ya da bu iktidarın devamlılığını sağlamak için diğerleriyle rekabet etmek durumundadır. Eril tahakküm, sadece zor ya da şiddet üzerinden işlemez. Aynı zamanda, erkeklerin kadınlara ve birbirlerine karşı kurdukları tahakküm ilişkilerinin inşasında kültür ve kurumlar üzerinden işleyen ikna ve rıza pratikleride söz konusudur. Her toplum kendi kültürüne göre hegomenik erkeklik yaratır ve bunları kurumlaştırır. Kurumlaşan bu erkeklik pratikleri sosyalleşme süreçleriyle toplumsal alandaki diğer erkekler arasında yayılır ve içselleştirilir. Böyle bir ortamda erkelerin çoğu bu hegomonik şekillenmeye uyum sağlayarak eril iktidarın devamlılığını sağlar. Bu süreci içselleştiremeyen ya da onaylamayan erkeler ise eril iktidar tarafından dışlanır. 7 6. Plâstik Sanatlar Alanına Eril Yaklaşım Batı kültür tarihi incelendiğinde, söylemlerinde başlangıcından beri kadınlığa sırtını dönmüştür. Toprak kültüründen, gök kültürüne doğru evrimleşme boyunca kadın aşağı bir dünyaya itelenmiştir. Onun gizemli yaratıcı güçleri, göğüsleri, kalçalarının toprağın dış hatları ile olan benzerliği, kadını erken dönem sembolizminin merkezine yerleştirmiştir. O dönemde kadın, dinin doğuşunu sağlayan “Yüce Ana” figürünün modelidir. Ne var ki ana kültleri, kadının toplumsal özgürlüğü anlamına gelmemiştir. Kadına doğurganlığı ve doğaya yakınlığı ile her zaman esrarengiz canlılar gözüyle bakılmıştır. Erkekler onu hem yüceltmiş hem de korkmuşlardır. Bir araya gelen erkekler, kadının doğasına karşı bir savunma aracı olarak kültürü icat etmişlerdir. (Paglia, 2004: 21) Geleneksel sanat tarihi incelendiğinde şu gerçekler ortaya çıkmıştır: Özelikle modernist sanat tarihçiler kadın sanatçıları görmezden gelmişler, kadınların yaptığı sanatı zanaatla ilişkilendirerek, kadınları sadece el becerileri gerektiren işlerden bahsederken kullanmışlardır. Bu ilişkilendirmeyi açıklarken de kadınların yaratıcılık gerektiren işlerden yoksun oldukları için zanaatla uğraştıklarını iddia edecek kadar da ileri gitmişlerdir. Özetle, sanat tarihinin eril bir söylemle yazılmış olması, sanatın izleyicilerinin çoklukla erkeklerden oluşması, galerilerin ve müzelerin daha çok erkeklerin kontrolünde olması, eril söylemin kurgusu olarak; kadınların çalışmalarının daha çok zanaat olarak ya da yüksek kalitede sanat eseri olmadığı yönündeki ön yargılı fikirler gibi yaklaşımlardan oluşan sosyo-kültürel nedenler ve kadınların biyolojik özellikleriyle ilgili bazı açıklamalar kadınların sanat alanında erkeklerin gerisinde kalmasının nedenleri arasında gösterilebilir. Ayrıca, kadın sanatçıların kendi bedenini gözlemleyip yorumlarken, erkek sanatçıların kadın bedenini erkek yorumu içerisinde sundukları görülmektedir. Oysa, kadın sanatçılar bu erotik dili kullanmaktan kaçınmışlardır. Bu farklılık gerçeküstücülüğün erotik dili içerisinde kadın sanatçının yer almamasına dönüşmüş ve bu durum ise sanatı üreten kadını bile bir anlamda sanatın öznesi olmaktan alı koyan ve sanatın nesnesi konumuna dönüştüren bir yaklaşımdır. Ancak buna rağmen kadının bu erotik dili kullanmamayı tercih etmesinin nedenini erkeğin kadını cinsel meta olarak sembolleştirmesine karşı ortaya koyduğu estetik bir tepki olarak değerlendirebiliriz. Eril yaklaşımın kadını sanatı alanında yalnızca estetik bir nesne olarak algılaması ve onları sanatın yalnızca nesnesi olarak görmesi, kadınların öznelliğinin engellenerek özgür kalma çabalarını da boşa çıkartan bir sonuç doğurmuştur. Böylece, kadınlar bu anlamda benliklerini ve de kimliklerini özgürce oluşturamamakta ve erkeğe bağımlı bir hale gelmekte, bu nedenle de erkeklerin iktidarını onaylamakla bu iktidarın devamlılığını desteklemiş olmaktadırlar. Eril yaklaşımın kadını sanatı alanında yalnızca estetik bir nesne olarak algılaması ve onları sanatın yalnızca nesnesi olarak görmesi, kadınların öznelliğinin engellenerek özgür kalma çabalarını da boşa çıkartan bir sonuç doğurmuştur. Böylece, kadınlar bu anlamda benliklerini ve de kimliklerini özgürce oluşturamamakta ve erkeğe bağımlı bir hale gelmekte, bu nedenle de erkeklerin iktidarını onaylamakla bu iktidarın devamlılığını desteklemiş olmaktadırlar. Nitekim aynı dönemde kadın sanatçıların ise, çalışma alanı olarak daha çok sosyal konuları ve annelik gibi kadına özel kimi alanları tercih ettikleri görülmektedir. Böyle bir ortamda hayatın, bilim, sanat, felsefe gibi her alanında kadınların temsil 8 eden, sosyal ortamda benliklerini/kimliklerini özgürce ortaya koyan bireyler olarak karşımıza çıkmaları mümkün değildir. Bunun yerine temsil edilen, üzerinde konuşulan, sanatın, bilimin, felsefenin konusu olan, seyredilen, edilgen varlıklar olarak sembolleştirilmektedirler. Sembolleştirme ve nesneleştirme aynı zamanda eril söylemin ideolojik dayanağını da oluşturmaktadır. Sanat tarihinde eril söylem, sanatçıyı etken ve üretken erkek, kadını ise, edilgen, sanat üretmekten çok sanata konu edilen olarak sembolleştirilmekte ve kadınların aslî görevlerini doğalarının bir gereği olan annelik ve erkeğini her koşulda destekleyen sadık eşler olarak görmektedir. Eril yaklaşım sanatçıyı erkek, tamamlanmış bir benlik ve özne olarak algılamakta, kadını ise benlik ve kimlik olarak tamamlanmamış, erkeğin edilgen yaratısı/yapıtı olarak görmektedir. Yüzlerce yıldır devam eden bu gelenek, özne/nesne ikileminin ve de doğa/kültür ayrımına dayandırılmaktadır. Bu geleneğe göre kadın, üremeyle olan ilişkisi nedeniyle doğaya daha yakın; erkek ise kültürün ürünü ve onun yaratıcısı olarak algılanmaktadır. (Fernic, 1991: 387). Bu duruma ilişkin örnekleri modern dönemde de görmekteyiz. Modernizmin erken dönemlerinde ortaya çıkan ve sanat tarihçilerinin ve özellikle de feminist yaklaşımın dikkatini çeken temel konulardan birisi ise erkek sanatçıların kadın bedenine yükledikleri cinsel ve erotik anlamlardır. Modern sanatın yönlendirmesiyle resim ve heykel alanında çalışılan kadın bedeni erkek sanatçılar tarafından âdeta erotizm temelli bir saldırıya, tacize uğramıştır. Erkek sanatçılar kadın bedenini bir anlamda fetiş malzemesi olarak kullanıp cinselliğin üzerinden erotik anlatılar ortaya koymuş ve bu anlamda kadın bedenini kendi kurguları bağlamında metalaştırmışlardır. Manet ve Picasso’nun fahişeleri, Gaugen’in ilkelleri, Matisse’nin çıplakları örnek niteliğinde çalışmalardır. Renoir’dan Picasso’ya kadar birçok modern sanatçı, sanatsal yaratıcılıklarını erkek cinsel enerjisiyle birleştirerek modelleri olan kadın figürlerini güçsüz ve cinsel bakımdan boyun eğer biçimde sunarak cinsel olanla sanatsal olanı kaynaştırmışlardır. (Grosenick, 2005: 15) Sanat tarihinde tüm özverileriyle var olmaya çalışan kadın sanatçılar mevcut eşitsiz ortamda sanatsal faaliyetler ortaya koyarak erkek sanatçılarla rekabet etmek durumunda kalmışlardır. Özellikle plâstik sanatlar alanında ünlü erkek sanatçılarla ilişkilerinde, eş, kardeş ya da sevgili olarak sanatsal çalışmalarda bulunan kadın sanatçılar çoğunlukla erkeklerle aynı düzeyde, hatta bazen onlardan üstün olarak değerlendirilen çalışmalar ortaya koyarak sanat tarihinde biz de varız diyebilmişlerdir. Kadının ve erkeğin yeteneklerinin eşit ölçüde verimli ve paralel geliştiği durumların yanı sıra, genellikle “kadın yeteneğinin” ilgili erkek partner (eş, sevgili, baba, kardeş) tarafından sömürüldüğü ve yok edilmeye çalışıldığı hatta yaratıcı payının dışlandığı ve geriye itildiği sanat tarihinde çeşitli örneklerle gözlemlenmiştir (Stephan, 1989: 11). Kadının eril söylem tarafından görünmez olarak algılandığı böyle bir sosyal ortamda kadın sanatçılar da kurallarını erkeklerin koyduğu sanat alanında varlık gösterebilmek için kendisine uygun görülen biçimde tüm olumsuzluklara rağmen çalışmalar ortaya koymaya gayret göstermişlerdir. Bununla birlikte erkeklerin hâkimiyetindeki bir alan olarak algılanan sanat alanı içerisinde varlık göstermeye çalışan kadın sanatçılar, eril söylem tarafından kadın olmalarını tescilleyecek bir şekilde çalışmaları kadın çalışması olarak algılanmış bir anlamda sanat eseri bile olsa bir anlamda ötekileştirilmiştir. Sonuç olarak yaratma edimi yalnızca erkelere has bir özellik değildir. Sanat tarihinde kadın sanatçılarının gerekli koşullar sağlandığında plâstik sanatlar alanında verilen eğitimlerle desteklenmesi durumunda ve de ünlü erkek sanatçılarla çalışabilme fırsatı yakaladıklarında kendilerini geliştirebildikleri sanat tarihi adına değerli çalışmalar ortaya koyabilmişleridir. Kadınların birey olabilmelerinin önündeki engeller aşılarak 9 özgün ve bağımsız bir biçimde benliklerini ve kimliklerini var etmeleri gerekmektedir. Kadın sanatçı olarak var olabilmek aynı zamanda kadın kimliğini özgürce var edebilmekle mümkündür. 7. Eril Tahakküm ve Üstün Erillik Olgusunun Sanatta Standart Kimliğin Oluşumuna Etkileri Üzerine Tartışma Bu bölümde, buraya kadar aktarılan “Toplumsal cinsiyet rolleri, eril tahakküm ve üstün erillik” olgusu, çalışmanın problemleri dahilinde ele alınıp tartışılacaktır. 1. Sosyal ortamda eril söylemler ile yerine getirilen fonksiyonlardan biri, erkek gücü ve iktidarının diğerlerine kabul ettirilmesine dayalı olan, cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril tahakküm ve üstün erillik olgusudur. Sosyal ortam için geçerli olan cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril tahakküm ve üstün erillik olgusu Plâstik Sanatlar alanı için de geçerli midir? Üstün erillik ve eril tahakküm kavramları erkeklerin sosyal ortamda diğerleri üzerindeki iktidarlarını ortaya koyar. Üstün erillik, eril tahakküm üzerine kurulumuş bir kavramdır ve özne olarak erkeklerin; sosyal alandaki iktidarını, ataerkil güç yapılarını, cinsiyet esaslı ayrımcılığa yönelik davranışlar ortaya koyma sürecini anlatır. Bir başka söylemle, erkeklik, olarak da kavramsallaştırılabilen üstün erillik, iktidar ilişkileri bağlamında ortaya çıkan, sosyal alanda eril tahakküm gücünü ele geçirmiş ve cinsiyet temelli ayrımcılık üzerine kurgulanmış olan erkek benliği/kimliğinin ortaya konmuş biçimi olarak toplumsal cinsiyet rolü pratikleridir. Bu bağlamda eril tahakküm, erkek olmanın anlamına yönelik olarak sosyal ortamda iktidar sahibi ve avantajlı konumda olan ve de toplumsal süreçler içinde idealize edilmiş erkeklik formunun toplumsal kurumlar tarafından hem onaylanan hem de üretimine katkıda bulunulan biçimidir. Sosyal ortamda eril tahakküm ve üstün erillik sonuç olarak kadına yönelik cinsiyet ayrımcılığına işaret eder. Sosyal alanda iktidar sahibi özne ikitidarını kulanmak adına diğerlerini ötekileştirmektedir. İktidarın devamlılığı diğerlerinin eril iktidarı meşru görmesine bağlıdır. Bu durumda devreye eril iktidarı onaylayacak ve bu iktidarın devamlılığını sağlayacak olan sosyal onayı ortaya çıkartacak mekanizmalar olarak toplumsal cinsiyet rolleri girmektedir. Üstün erilliğin ortaya çıkmasını sağlayacak sosyal ortamın düzenlenmesinde kullanılan toplumsal cinsiyet rolleri yine ortamın soysal kurumları tarafından üretilmektedir. Sosyal ortamın kurumlarından biri olan sanat, tıpkı aile, din, siyaset kurumlarında olduğu gibi bu sürecin bir parçası olarak eril tahakkümün ve üstün erilliğin de üretildiği bir alan olmaktadır. Sanat alanı sosyal ortamın içerisinde yer alan ve kurum olarak bu ortamın karakteristik özelliklerini taşıyan bir alandır ve eril söylemin iktidarına maruz kalmaktadır. Sanat alanı bu anlamda eril tahakkümün ve üstün erilliğin ortaya konduğu ve cinsiyet eyrımcılığına maruz kalan kadın sanatçıların ikinci plânda yer aldığı bir alan olmaktadır. Eril tahakküm ve üstün erilliğin kurguladığı toplumsal cinsiyet rollerine göre, kadına, erkeğin sanatçı kimliğini onaylamak çalışmalarını sanat yapıtı olarak kabul etmek gibi edilgen roller düşmektedir. Kadınlar, eril tahahkküm söylemi doğrultusunda cinsiyet rolleri temelinde katı bir şekilde kurumsallaştırılmış olan sosyal ortamda kendilerini cinsiyet temelli ayrımcılığa maruz bırakılmış bulmaktadırlar. Dahası kadınlar, böylesi bir ortamda sanatçı kimliklerini var etmek için sanat alanını tahakkümü altında bulunduran erkeklerle 10 rekabet etmek zorunda kalmışlardır. Eril söylemin ve egemen kültürün baskısına maruz kalan kadınlar kendilerini tanımalarına ve benliklerini ortaya koyabilmelerine olanak sağlayacak özgür sosyal ortamdan uzak kalmışlardır. Eril yaklaşımın ve egemen kültürün sembolik mesaj bombardımanı altında kendini tanımlamaya çalışan kadın bunu gerçekleştirirken farkında olmadan eril söylemi de bir anlamda meşrulaştırmış olmaktadır. Bu süreç sonunda kadınlar kendi benliklerini kendi imgelerini erkekler kadar özgürce ve toplumsal yapının her alanını kapsayacak bir biçimde ortaya koyma şansına sahip olamamaktadırlar. Sonuç olarak sosyal ortam için geçerli olan cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril tahakküm ve üstün erillik olgusu Plâstik Sanatlar alanı için de geçerlidir ve erkekler sanat alanında bu durumun tüm avantajlarını kullanırken kadınlar bu süreçte edilgen bir konumda kalmakta mualefetleri bile sonuç itibarîyle bu yapının onayı ve devamlılığına katkı sağlamaktadır. 2. Erillik-dişillik olarak kavramlaştırılan ikili açıklamalar, güçlü-güçsüz, sert-yumuşak, aktif-pasif, verimli-verimsiz, savaşçı-boyun eğen karşıtlığı olarak devam etmekle beraber bu açıklamalar aynı zamanda erkeğin sosyal ortamı eril özellikler bağlamında yeniden kurgulaması ve böylece diğerlerinin kontrolünü kolaylaştıran açıklamalar mıdır? Bu süreç Plâstik sanatlar alanı için de geçerlimidir? Cinsiyet ayrımcılığı temelli eril tahakküm erkeği ve tahakküm işlevlerini tanımlarken kadında olmayan ya da kadına ait olmayan özellikler bağlamında kurgulamıştır. Bu anlamda kaının tanımı ise erkeğin tamamlanmış etken, üretken yapısını bütünleyecek, erkeğin eril tahakkümünü onaylayacak bir tanımı tamamlayacak özellikler üzerinden tanımlamaktadır. Yani erkek etken kadın edilgen bir konumdadır. Erkek tamamlanmış, kadın ise tamamlanmamış bir özellik ortaya koyar. Kadının bu süreçte rolü erkeğin eril tahakkümüne onay vermek olmuştur. Bu tanımlama çalışmaları ikili açıklamalar üzerinden gerçekleştirlimiş olmakla birlikte erkeğe düşen keskin belirlenmiş ve kendisini eril iktidara götürecek özellikler iken, kadına düşen bu süreçte mevcut sosyal statikonun devamlılğını sağlayacak ve sosyal ortamı yine ve yeniden üretmek olmaktadır. Bunla birlikte cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril tahakküm ve üstün erillik yaklaşımları sosyal ortamdaki eril iktidarın inşası ve bu iktidar yapısının onayının ve devamlılığının sağlanmasına yönelik olarak toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kalıp yargılar üretmektedir. Cinsiyet esaslı ayrımcılığa yol açan kalıp yargılar, kadınları bir grup olarak ele alıp, onlara yüklenen inanç ve yargılardır. Toplumsal cinsiyet kalıpları; erkeği aktif, cesur, rekabetçi, aklıyla hareket eden, kendine güvenir, sert yapılı, korkusuz, saldırgan ve his hayatında ise biraz kabaca davranır şeklinde açıklamaktadırlar. Kadınları ise edilgen, hisleriyle hareket eden, çekingen, pasif, duygusal olup bunu belli etmekte sakınca görmeyen bir grup olarak ele alınmaktadır. Erkeklerin sahip olduğu özellikleri belirleyen iyi kalıp yargılar, bağımsız, mantıklı, baskın, tarafsızlık gibi özellikleri ön plâna çıkarırken, kadınlara ilişkin iyi kalıp yargılar; zarif, kibar, tertipli, sakin gibi özellikleri belirtmektedir. Bu durum incelendiğinde, erkeklere yüklenen özelliklerin daha olumlu olduğu görülmektedir. Erkeleri tanımlayan bu özelliklerin temel görevi ise eril söylemin iktidarını meşrulaştırmak ve devamlılığının sağlanmasıdır. Cinsiyetçi kalıp yargılarla ön yargıya dönüşen durum, davranışla birlikte cinsiyet esaslı ayrımcılığı ortaya çıkarmaktadır. Örneğin, erkeklerin ilgileri, bilim, teknik, çalışma ve maceraya yöneliktir, erkekler makinelere, âletlere ve silâhlara düşkündürler şeklindeki bir ön yargıya karşı, kadınlar daha ziyade ev işleri, güzel sanatlar ve yardım dernekleriyle uğraşırlar şeklinde bir ön yargı var olabilmektedir. Erkekler teori ile ekonomik ve politik değerlere eğilirken, kadınlar daha ziyade estetikle, sosyal 11 olaylarla, dinle ilgilenirler şeklinde bir ön yargının varlığı ortaya çıkabilmektedir. Bu durum sanat alanı için de geçerlidir. Sanat alanında, sanat, sanatçı, sanat eseri, gibi en temel tanımlamalar bile eril tahakkümün belirleyici rolü dahilinde otaya çıkmış ve kadına erkekğe göre farklılaşan tanımlamalardır. Eril-dişil ikicilikte erkek heykeltıraş, kadın ise ressamdır. Erkek figüratif ve doğacı, kadın ise tasarımsız bir sanata yönelmiştir. Eril yapı köşeli ve geometrik, dişil yapı ise eğrisel ve serbesttir. Aslında erkek-kadın ikiciliği resim-heykel, temsilsoyutlama, köşe-eğri, geometri-arabesk, boyun-karın, bakışımlılık-bakışımsızlık, çizgi-yüzey, kenar-motif, parça-alan ve figür-fon gibi yapılarla da gözlemlenir. Örnekten de anlaşılacağı üzere sanat alanında da sosyal ortamın karakteristik özellikleri olan eril söylemin iktidarı ve düzenlemeleri söz konusudur. Bu açıdan değerlendirildiğinde üstün erillik yaklaşımı doğrultusunda cinsiyet ayrımcılığı temelinde kadına ve erkeğe yönelik ikili açıklamalar ve toplumsal cinsiyet temelli kalıp yargılar sonuç olarak eril söylemin tahakkümünün diğerini yani kadınların kontrolünü kolaylaştıracak özellikte yapılandırıldığı görülmektedir. (Sosyşekerci, 2006: 1) 3. Sosyal ortamda ve buna bağlı olarak Plâstik Sanatlar alanında erillik, üstünlük olarak mı algılanmaktadır? Sosyal ortamda ve onun bir parçası olan sanat alanında erillik, üstünlük olarak algılanmaktadır. Zira sosyal ortam eril iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda diğerlerinin ötekeliştirldiği bir süreçte kurgulanmıştır. Toplumsal yapının kilit önemde parçalarından olan ekonomi, din, siyeset, gibi kurumlarda eril özellikler daima bir üstünllük olarak algılanmış ve hatta bu gibi kurumlar eril söylemin üstünlüğü ve iktidarının varlığını devam edttirmede işlevsel araçlar geliştirmişlerdir. Sanat alanı da bir kurum olarak düşünüldüğünde içinde var olduğu sosyal yapının küçük bir ölçeği bazında çalışmakta ve sosyal ortamın tüm karakteristik özelliklerini taşımaktadır. İşte böyle bir ortamda erillik üstünlük olarak algılanmaktadır. Hatta sanatçı denince akla öncelikle erkeler gelmekte, erkeklerin yaptığı çalışmalar sanat olarak kabul edilmekte, sanat kamusunun çoğunluğu erkelerden oluşmaktadır. Tüm dünyada modern sanatlar müzelerine bakıldığında sergilenen işlerin çok büyük oranda erkeklerin çalışmaları olduğu görülmektedir. Ayrıca sanat alıcısı, sergi salonlarının sahipleri, koleksiyonerler, müzeler, eleştirmenler ve izleyiciler daha çok erkeklerden oluşmaktadır. Sanat alanı hakkında ilk kitapların yazılmaya başladığı ortaçağ döneminden günümüze sanatçı olarak kavramlaştırılan erkekler olmuştur. Kıasaca sanat alanı toplumun pek çok alanında olduğu gibi eril bir özellik taşımaktadır ve eril özellikler bu alanda üstünlük olarak algılanmakta ve kabul görmektedir. Bu bağlamda sanat alanında eril bakış açısının ve eril tahakkümün meşruiyeti ve gereksinimleri doğrultusunda iktidar ilişkileri kurgulanmaktadır. Bu iktidar yapısı erkeklerin sosyal konumlarını ve cinsiyet rollerini avantajlı olarak belirleyip bu ayrıcalıklı durumu pekiştirirken bu iktidar ilişkilerinden yararlanamayanları ötekileştirip bir anlamda erkeğin iktidarına sunmaktadır. 4. Sosyal ortamda kadının, biyolojik doğası ve doğurganlık özelliği nedeniyle edilgen ve belirlenmemiş, erkeğin ise; biçimlendirici ve etkin bir yapı sergiliyor olarak algılanması, Plâstik Sanatlar alanında kadının sanatın nesnesi, erkeğin ise sanatın öznesi olarak algılanmasına mı neden olmaktadır? Kadın ve erkek arasındaki ayrım toplumsal yaşamda evrensel bir örgütleyici ilkedir. Çocuklar olarak, erkek ve kızlardan farklı beceriler öğrenmeleri ve farklı kişilikler geliştirmeleri beklenir. Yetişkinler olarak, erkek ve kadınlar karı ya da 12 koca, anne ya da baba olarak belirgin bir biçimde farklı cinsiyet ilişkili roller üstlenirler. Kültürler neyin erkeksi ya da kadınsı olduğuna yönelik tanımlar barındırırlar. Sosyal ortamda neyin erkesi neyin kadınsı olduğunu belirleyen ise yine eril tahakkümdür. Bu durumda erkekler kendi iktidarlar alanlarında özgürce hareket edebilmek ve bu iktidarın meşruiyetini ve sürekliliğini sağlayabilmek için toplumsal cinsiyet rollerini kurgulamaktadırlar. Böyle bir ortamda kadına erkeğin önceliğini kabul edecek ikincil bir konum ve bu konuma uygun özel alanla ilişkili edilgen rol ve görevler düşmektedir. Kadının ‘özel alan’la özdeşleştirilmesi, görünürlüğünü azaltan en önemli etkenlerden biridir. Kadın, özel alanla erkek ise; kamusal alanla özdeşleştirilmekte ve tarih ağırlıklı olarak dışarıyı, iş yaşamını işaret e d e n kamusal alan anlatılarını içermektedir. Böyle bir anlayış yeryüzündeki yapılan işlerin yarıdan fazlasını kadınların gerçekleştiriyor olmasına rağmen kadınların yaptıkları işler ve ortaya koydukları görmezden gelinmiş ya da değersiz bulunmuştur. Bunun nedeni kadınların birincil öenmde görülen kamusal alanla değil fakat ikincil önemde görülen özel alanla ilişkilendirlimesidir. Sonuç olarak bu süreç kadının ikincil konumu pekiştiren ve onu erkeğin iktidarına sunan bir anlayıştır. Bu anlamda kadının ikincil rolleri ve sosyal ortamın kendisinden beklentileri erkeğin tahakkümünün bir sonucu olarak onun ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik bir yaklaşıma işaret eder. Bu noktada kadının özellikle fiziksel görünüşü ve anne olmasıyla ilgili yaratılan mit onun kişilik özelliklerinin önüne geçirilmiş böylelikle hem toplumsal görünürlüğü azaltılmış hem de bu mite uyulması durumunda vaat edilen mutluluk, gençlik ve huzur sayesinde âdil gösterilmiştir. Kadının fiziksel görüntüsüyle ilgili üzerinde kurulan baskı, bir açıdan, kadın ile erkek arasında bir ‘öteki’lik ilişkisi kurulmasından kaynaklanır. Bu durum sosyal alanın bir parçası olarak sanat alanı için de sözkonusudur. Eril yaklaşımın kadını sanatı alanında yalnızca estetik bir nesne olarak algılaması ve onları sanatın yalnızca nesnesi olarak görmesi, kadınların öznelliğinin engellenerek özgür kalma çabalarını da boşa çıkartan bir sonuç doğurmuştur. Kadınlar bu anlamda benliklerini ve de kimliklerini özgürce oluşturamamakta ve erkeğe bağımlı bir hale gelmektedir. Bu nedenle de erkeklerin iktidarını onaylamakla bu iktidarın devamlılığını desteklemiş olmaktadırlar. Eril yaklaşımın kadını sanatı alanında yalnızca estetik bir nesne olarak algılaması ve onları sanatın yalnızca nesnesi olarak görmesi, kadınların öznelliğinin engellenerek özgür kalma çabalarını da boşa çıkartan bir sonuç doğurmuştur. Böyle bir ortamda hayatın, bilim, sanat, felsefe gibi her alanında kadınların temsil eden, sosyal ortamda benliklerini/kimliklerini özgürce ortaya koyan bireyler olarak karşımıza çıkmaları mümkün değildir. Bunun yerine temsil edilen, üzerinde konuşulan, sanatın, bilimin, felsefenin konusu olan, seyredilen, edilgen varlıklar olarak sembolleştirilmektedirler. Sembolleştirme ve nesneleştirme aynı zamanda eril söylemin ideolojik dayanağını da oluşturmaktadır. Sanat tarihinde eril söylem, sanatçıyı etken ve üretken erkek, kadını ise, edilgen, sanat üretmekten çok sanata konu edilen olarak sembolleştirilmekte ve kadınların aslî görevlerini doğalarının bir gereği olan annelik ve erkeğini her koşulda destekleyen sadık eşler olarak görmektedir. Eril yaklaşım sanatçıyı erkek, tamamlanmış bir benlik ve özne olarak algılamakta, kadını ise benlik ve kimlik olarak tamamlanmamış, erkeğin edilgen yaratısı/yapıtı olarak görmektedir. Yüzlerce yıldır devam eden bu gelenek, özne/nesne ikileminin ve de doğa/kültür ayrımına dayandırılmaktadır. Bu geleneğe göre kadın, üremeyle olan ilişkisi nedeniyle doğaya daha yakın; erkek ise kültürün 13 ürünü ve onun yaratıcısı olarak algılanmaktadır. Ayrıca bu durum sanatsal üretim süreçlerine de konu olmakta ve sanatsal imgeler bu bağlamında mevcut sosyal kurguyu yarattığı imajlar yolu ile pekiştirmektedir. 5. Eril tahakküm, sadece zor ya da şiddet üzerinden işlemez. Kavramın asıl değeri, erkeklerin kadınlara karşı kurdukları tahakküm ilişkilerinin inşasında, kültür ve kurumlar üzerinden işleyen ikna ve rıza pratiklerine göndermede bulunmasında yatmaktadır. Bu durum Plâstik Sanatlar alanı için de geçerli midir? Sosyal ortamın eril söylemi erkeği cesaretlendirir ve erkek gücü, aileden başlayıp yayılarak kadın bedenini denetler, nesneleştirir ve kullanır. Kadınlara da kendini koruma ve yaşadıkları toplumda kadınlık rolü ile kendini gerçekleştirme olanaklarının neler olduğunu, bağımlılığı öğreterek iş birliği yapar. Kadına yönelik ayrımcılık sadece güç kullanılarak zor yoluyla değil, kadınların onayıyla da gerçekleşmektedir. Erkekler hükmetmeyi, kadınlar boyun eğmeyi öğrenmekte ve içselleştirmektedirler. Ancak egemen olma bütün erkeklerin tercihi ve istediği yaşam biçimi olmayabilir. Sertlikten ve önde gitmekten hoşlanmayan veya toplumsal değerleri içselleştirememiş erkekler de saygınlıkları zedelenerek, fiili olarak taciz edilerek veya kılıbık, hanım evlâdı gibi küçümseyici adlarla dışlanırlar, cezalandırılırlar. İkincil konumda olma ve ezilmişlik duygusu, kadınların kendilerine birey olarak saygı duymasını ve öz güven oluşturmasını engelleyicidir. Kendisine biçilen toplumsal rolü kısmen veya tamamen reddeden kadın ise, dışlanma başta olmak üzere çeşitli biçimlerde cezalandırılabilir. Kadının biyolojik doğası ve annelik duyguları eril tahakkümün kadın için uygun gördüğü ikincil konum ve kendi iktidarının onayı sürecinde yararlandığığı en önemli kaynak olmaktadır. Ayrıca kadına başta din ve ahlâk kurumu olmak üzere toplumun tüm kurumları erkeğin iktidarını onaylamasını sağlayacak ve meşrulaştıracak bir takım ikna ve rıza pratikleri ortaya koymaktadır. Bu ikna ve rıza pratiklerinin gerçekleştiği en önemli alan ise aile olmaktadır. Evlilik kurumu ile oluşturulan aile ortamında bu tür rıza pratiklerinin uygulanması beklenmekte ve bu ikna ve rıza pratikleri ailenin çocuk sahibi olmasıyla birlikte sosyalizasyon sürecinde çocuğa öğretilmekte böylece nesilden nesile aktarılmaktadır. Eril söylemin egemen olduğu sosyal yaşamın bir parçası olarak evlilik kurumu bu haliyle kadın erkek eşitsizliğinin sürekli yeniden üretildiği bir yapı sergilemektedir. Ayrıca, evlilik kadınların birincil arzusu gibi gösterilmekte, ailenin özellikle de çocuk sahibi olmanın, anne olmak kutsallaştırılmakta, böylece kadına varlık alanı olarak aile alanı işaret edilmekte ve bu sayede erkeğin otoritesinin kabulünü ve devamlılığı sağlanmış olmaktadır. Ataerkil sistem içerisindeki eril kodlamalardır. Dolayısıyla, diyebiliriz ki; ev, aile, evlilik, çocuk sahibi olmak gibi özel alanla ilgili dilsel öğeler kadınlar ile erkekler açısından aynı derece ve şekilde işlevsel değildir ve ağırlıklı olarak erkeğe hizmet eder. Kadınlar, hem kamusal alanda hem de ağırlıklı ve öncelikli şekilde ait olduğu yer olarak işaret edilen özel alanda, eril bir dilsel kodlamayla karşı karşıya olduğundan toplumsal görünürlüğü az ve görece suskun bir grubu oluştururlar. Bu süreç sanat alanı içinde geçerlidir. Sanat alanı maskülen bir özellik taşımaktadır. Sosyal alanın her aşamasında olduğu gibi yukarıda tartışılan tüm süreçler sanat alanında da kendini göstermekte kadının sanatçı kimliğini var etme sürecinde eril tahakküm devreye girermektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında toplumun tüm kurumlarının ortak çalışmaları sayesinde kadına biyoljik doğası nedeniyle ikincil bir konum uygun düşmektedir. Toplumun kadınan öncelikli beklentisi anne, kızkardeş, eş ve kız çocuk gibi biyolojik doğasından kaynaklanan rolerdir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen kadınlar sosyal ortamda gerekli mücadelereri vererek sosyal ortamın pek çok alanında olduğu gibi sanat alanında da ben de varım diyebilmiş olsada kendi biyolojisinden kaçamadığı için biyolojik doğasından kaynaklanan roleri yerine getirmekle yükümlü olmaktadırlar. Bir kadın santaçı 14 olsa bile sosyal ortam onu öncelikle anne ya da eş olarak görmekte ısrar etmektedir. Tüm bu süreçler kadının özgür bir biçimde ve özgün bir benlik/kimlik potansiyeli ortaya koymasını engellemektedir. 8.Sonuç Toplumsal cinsiyet ve iktidar ilişkisinin sistematikleştiği ve kurumsallaştığı bir biçimleme olan ataerkillik, toplumsal yapının bütün alanlarında, günlük pratikler yoluyla işleyen bir iktidar şeklidir. Bu süreçte, toplumsal cinsiyet bağlamında aile içinde erkeğe ve kadına verilen roller ve görevler, eril tahakkümün iktidar ilişkisine dayanır. Buna göre, erkek ve kadın aile içerisinde farklı rol ve sorumluluklara sahiptirler. Bu durum sosyal alanın kamusal ve özel alan olarak ayrıştırılmasıyla ortaya çıkan her bir cinsiyete uygun düştüğü varsayılan bölümleri için de geçerli olmaktadır. Bütün toplumsal alan ve kurumlarda hakim olan ve belirli bir erkeklik söylemini ifade eden eril tahakküm ve üstün erillik kavramı, sadece kadınlara karşı değil, bazı erkeklere karşı da “normalleştirici” bir işlev görür. Erkeklik, başlı başına bir iktidar pratiğidir. Erkek olma, kendini kanıtlama, iktidarını ispatlama süreçleri üzerine kuruludur. Sosyal alanda iktidar sahibi erkek, iktidarını kullanma sürecinde diğerlerini ötekileştirmektedir. Eril iktidarın devamlılığı bir anlamda diğerlerinin iktidarı meşru görmesine bağlıdır. Bu nedenle eril tahakküm toplumsal cinsiyet pratiklerini kendi iktidarının meşru görülmesini sağlayacak bir şekilde kurgulamaktadır. Üstün erilliğin ortaya çıkmasını sağlayacak sosyal ortamın düzenlenmesinde kullanılan toplumsal cinsiyet rolleri yine ortamın soysal kurumları tarafından üretilmektedir. Toplumsal cinsiyet alanındaki iktidar yapısına ait önemli bir değerlendirme, iktidar ilişkilerinin gündelik yaşamın olağan parçası haline gelmiş olmasıdır. Toplumsal cinsiyet alanında iktidar, ürettiği söylemlerle, “erkek” ve “kadın” kurgusunu yayar ve bu kurguya uymayan bireyler sosyal ortamdan dışlanarak cezalandırılırlar. Toplumsal cinsiyet rolleri eril iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış olan ve beraberinde cinsiyet ayrımcılığına da işaret eden rol ve beklentiler bütünüdür. Sosyal alnın tüm bileşenlerini etkileyen eril tahakküm iktidarının devamlılığının sağlanması için sosyal kurumların ortaya koyduğu pratiklerden de yararlanır. Bu anlamda sosyal alanın kurumlarından biri olan sanat alanı da bu etkileşimlerin gerçekleştiği bir alan olmaktadır. Sanat alanı eril bakışın kurguladığı etkileşimlerden oluşur ve sonuç olarak toplumsal cinsiyet pratikleri üzerinden cinsiyet esaslı ayrımcılığın ortaya konduğu bir alan olmaktadır. Eril tahakküm ve üstün erilliğin kurguladığı toplumsal cinsiyet rollerine göre, kadına, erkeğin sanatçı kimliğini onaylamak, çalışmalarını sanat yapıtı olarak kabul etmek ve bu süreçte erkek sanatçılarla sosyal rekabetten uzak durmak gibi edilgen roller düşmektedir. Sonuç olarak, sosyal ortam için geçerli olan cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril tahakküm ve üstün erillik olgusu, Plâstik Sanatlar alanı için de geçerlidir ve erkekler sanat alanında bu durumun tüm avantajlarını kullanırken kadınlar bu süreçte edilgen bir konumda kalmakta muhalefetleri bile sonuç itibarîyle bu yapının onayı ve devamlılığına katkı sağlamaktadır. 15 Kaynakça Acar, Savran. (2004). Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm İçin. İstanbul: Kanat Yayınları. Almeida, M.(1996) The Hegemonic Male: Masculinity in a Portuguese Town. Vol:4, Berghahn Books, Providence, RI, Atay, T. (2004) “ “Erkeklik” En Çok Erkeği Ezer!”, Toplum ve Bilim, sayı: 101. Carrigan, T, Connel, B., Lee, John. 2002. “Toward a New Sociology of Masculinity”, Adams, R. ve Savran, D. (eds) The Masculinity Studies Reader içinde, Oxford: Blackwell. Cohan, S. (1997) Masked Men: Masculinity and the Movies in the Fifties, Connell R.W. 1995. Masculinities. Cambridge: Polity Press. Cornwall, A. (1994) Dislocating Masculinity: Comparative Ethnographies, Routledge: New York, s. Demez, G. (2005) Kabadayıdan Sanal Delikanlıya Değişen Erkek İmgesi, İstanbul: Babil Yayınları. Doğramacı, . (1993). Atatürk ten Günümüze Sosyal Değişmede Türk Kadını. Anakara: Atatürk Kültür Dil Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını Fernic, E. (1991). Art History and Its Methods. London: Phaidon Press. Grosenick, U. (2005). Women Artists. London: Taschen. Grosenick, U. (2005). Women Artists. London: Taschen. Hanke, Robert. 1992. “Redesigning Men: Hegemonic Masculinity in Transition”, S. Craig (ed.) Men, Masculinty and The Media, London: Sage. Hearn, Jeff. 2004. “From Hegemonic Masculinty to the Hegemony of Men”, Feminist Theory, vol. 5 (1), pp. 49-72. Henslin, J. M. (2003). Social Problems. New Jersey: Prentice Hall. Hewit, J. P. (1979). Self and Society: Symbolic İnteractionist Social Psychology. Ally and Bacon Inc. Işık, S. N. (2002). 1990’larda Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Hareketi İçinde Oluşmuş Bazı Gözlem ve Düşünceler. (Bora, A, Günal, A. der.). İlyasoğlu, A., Akgökçe, N. (2001). Yerli Bir Feminizme Doğru. İstanbul: Sel Yayıncılık. Jones, A. (1998). Body Art/Performing The Subject. London : University of Minnesota Pres. Kağan, S. M. (2008). Estetik ve Sanat Notları (Aziz Çalışlar, Çev.). İzmir: Karakalem Kitabevi. Kalnicka, Z. (2006). Feminist Metaforlar. Felsefeye Ne Önerebilirler?. Kadın Çalısmaları Dergisi, Sayı. 2. Maral, E. (2004) “İktidar, Erkeklik ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim, sayı: 101. Oglesby, C. A., Hill, K. L. (1993). Gender and Sport. Handbook of research on sport psychology. New York: Macmillian Publishing company. Paglia, C. (2004). Cinsel Kimlikler. (D. Atay, Çev.) Ankara: Apos Yayınları. Publisher: Indiana University Press, Bloomington, IN. Ritzer G. (1997). Postmodern Social Theory. New York: The McGraw-Hill Companies. Ritzer G. (2005). Encyclopedia of Social Theory. California: Sage Publications, Inc. Ritzer G., Smart, B. (2003). Handbook of Social Theory. London: SAGE Publications Ltd. Rowbotham, S. (1987). Kadın Bilinci Erkek Dünyası (Ş. Alpagut, Çev.). İstanbul: Payel Yayınları. Savcı, İlkay. (1999). Toplumsal Cinsiyet ve Teknoloji. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi DergisiC.54, S. 1 16 Sayın, Z. (2003). İmgenin Pornografisi. İstanbul: Metis Yayınları. Schoenberg, B. M. (1993) Growing Up Male: The Psychology of Masculinity, Bergin & Garvey, Westport, CT, s.4. Scott, W. J. (1996). “Gender: A Useful Category Of Historical Analysis”, Feminzm and History. New York: Oxford University Pres. Sevim, A. (2005). Feminizm. İstanbul: İnsan Yayınları. Seymour, S. M. (2000). Yüzyılların Yüz Kitabı- Dünden Bugüne İnsanlığın Düşünsel Serüveni (Özden Arıkan, Çev.). İstanbul: Boyner Holding Yayınları. Shiner, L. (2003). The Invention of Art. Chicago: The University of Chicago Pres. Skelton, A. (1993) “On becoming a male physical education teacher: The informal culture of students and the construction of hegemonic masculinity”, Gender and Education, Vol: 5(3). Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. İstanbul: Sentez Yayıncılık. Smith, P. (2001). Rönesans ve Reform Çağı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Soyşekerci, S. (2006)Cinsiyet Ayrımcılığı Olarak Üstün Erillik Olgusunun Aile İşletmelerindeki Etkisi: Kuramsal Bir Bakış. Çanakkale: Çanakkale Üniversitesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi Cilt 3, Yıl 2, Sayı 2 Stephan, C. (1989) Gender and Feminzm. New York: Oxford University Pres. Stephan, C. (1989) Gender and Feminzm. New York: Oxford University Pres. Taylor, S. E., Peplau, L. A., Sears, D. O. (2007). Sosyal Psikoloji. Ankara: İmge Kitapevi. Towns, Ann. (2003). Women Governing For Modernity: International Hierarchy and Legislature Sex Quotas. Philadelphia: (Http//quotaproject.org/Conference papers/APSA 2003.pdf) Tutal, N. (2001). Fransız Düşünürlerden Ötekilik Yaklaşımları. Kültür ve İletişim, Sayı. 4. Watkins, G. (2000). Feminizm Herkes İçindir. İstanbul: Çitlenbik Yayınları. Wetherell, M.,Edley, N. (1999) Negotiating hegemonic masculinity: Imaginary positions and psycho- discursive practices, Feminism and Psychology,Vol: 9 (3). Yuval-Davis, Nira. (2003). Cinsiyet ve Milliyet. (Ayşin Bektaş, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları 17