Mustafa Kemal ATATÜRK (1881-10 Kasım 1938) Dr. Hüseyin AĞCA Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, devlet adamı, askerî deha (Mareşal), hatip, fikir adamı. O dönemde Osmanlı yurdu olan Selanik'te 1881'de dünyaya geldi. Doğduğu ev, bu şehrin Kocakasım mahallesinin, Islahhane caddesi üzerinde üç katlı ve ahşap yapılı idi. Bu ev, günümüzde, Türkiye Cumhuriyetinin Selanik konsolosluğunun arsası sınırları içine alınmış ve müze olarak düzenlenmiştir. 1881'de Selanik'te doğan ve geleceğin ölmez liderleri arasında yer alacak olan bu çocuğa, Mustafa adı konuldu. Babası Ali Rıza Efendi (doğ. 1839), annesi Zübeyde Hanımdır. Baba dedesi Hafız Ahmet Efendi, 14-15. yy.da Anadolu'dan göç ederek Makedonya'ya yerleşen Kocacık yörüklerindendir. Ali Rıza Efendi 1871 yılında evlendi ve bu evlilikten Fatma, Ahmet, Ömer, Mustafa, Makbule ve Naciye adları verilen altı çocuk dünyaya geldi. Mustafa ve Makbule dışındaki diğer çocuklar küçük yaşlarda öldü. Anne Zübeyde Hanım, Sarıgüllü Hacı Sofu soyundan Varyemezoğlu İbrahim Feyzullah Efendinin kızıydı. 1857 yılında doğan Zübeyde, henüz on dört yaşında iken evlendi. Ailesi, Selanik civarındaki Langaza beldesine gelip yerleşen Anadolu Türklerindendi. Zübeyde Hanım beş yaşına gelen oğlunu; kısa bir süre için, evlerinin yakınında bulunan mahalle mektebine gönderdi. Fakat, baba Ali Rıza Efendinin isteği ile bu okuldan kaydı alınan Mustafa, aynı yıl (1886'da) oldukça yeni yöntemlerde eğitim yapılan Şemsi Efendi adlı okulda öğrenime devam etti. Kendisi bu okulda öğrenci iken babasının vefatı üzerine (1888) öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Annesi, üç çocuğu ile beraber kardeşi Hüseyin Efendinin yanına, Selanik yakınlarındaki Rapla Çiftçiliği’ne yerleşti. Bir müddet sonra, Mustafa, Selanik merkezinde oturan akrabasının yanma döndü ve ilk öğrenimini tamamladı. Kısa bir süre Mülkiye rüştiyesine (bugünkü ortaokul) devam etti. Burada uğradığı bir haksızlığa tahammül edemeyerek ayrıldı ve 1893'te Selanik Askerî Rüştiyesine geçti. Böylece kendisini Mareşal rütbesine taşıyacak olan askerî üniformayı henüz on iki yaşında iken giyinmiş oldu. Bu okuldaki öğreniminin kendisine kazandırdığı bilgi ve becerilere ek olarak bir de adının sonuna eklenen Kemal ismi, O'nun gelecekteki olgunluk ve önderliğinin âdeta işareti olmuştu. Okul ve sınıf arkadaşları arasında ciddiyeti, düzenli çalışması, isabetli hazır cevaplılığı ile dikkati çeken Mustafa'ya, matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi, Kemal adını lâyık gördü. Denilebilir ki, Mustafa Kemal'in bütün hayatı; sanki bu takdire liyakatin, inançlı ve şuurlu mücadelesi ile geçmiştir. 1896'da Manastır Askerî İdadisine (bugünkü askerî lise) geçti. Bu okuldaki eğitimi sırasında, Ömer Naci adlı, edebiyata hayli ilgi duyan ve özellikle Türkçe hitabet yeteneği çok gelişmiş olan arkadaşıyla karşılaşması, Mustafa Kemal'in aynı alandaki kabiliyetinin gün ışığına çıkmasına vesile oldu. Ayrıca yine bu sıralarda iken, yabancı bir dili öğrenmenin gerekliliğinin farkına varan M. Kemal, normal eğitim programının yanı sıra, Fransızcasını ilerletmek için titiz bir çalışmaya girişti. Yine aynı okulda öğrenci olarak bulunan Makedonyalı Ali Fethi isimli bir arkadaşının teşvikiyle, toplum meseleleri ile ilgilenmeye başladı ve çok iyi derecede Fransızca bilen bu arkadaşından, J. J. Rauseau, Voltaire, Montesquieu'nun siyasî görüşlerini dinleyip, kendisi de bu konuda fikir üretmeye, tartışma açmaya başladı. Mustafa Kemal'in üç yıllık lise hayatı üç yeni kazançla; iyi bir Fransızca, Ömer Naci'nin körüklediği edebî zevk ve hitabet gücü, plânlı çalışma ile kazanılan bir lise diploması (ikincilikle) ile sonuçlandı. 1 13 Mart 1899'da, o zaman İstanbul'da bulunan Kara Harp Okuluna geçti; 1283 numaralı, Harp Okulu birinci sınıf öğrencisi Mustafa Kemal için bu okul dönemi, geleceğin askerî liderinin ilk kıvılcımlarının belirginleştiği bir devredir. O güne kadar taşra hayatının kabuğunu kırmaya çalışan fakat çevresinin kültürel yetersizliği içinde kapanıp kalan genç Harbiyeliydi, gelenekli, yetişkin bir İstanbul ailesinin oğlu olan Ali Fuat (Cebesoy) ile tanışıp, pırıltılı İstanbul hayatının manevî zenginliği ile temasa geçti. Lisede temellendirdiği Fransızcasını ilerletti. Daha da önemlisi, o yıllar da kalplere vatan sevgisi ve dimağlara hür ufukların hasretini aşılayan, herkesin heyecan kaynağı olan, "Ne mümkün zulm ile bidat ile imhayı hürriyet, Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten" mısralarının şairi Namık Kemal'i tanıdı, benimsedi ve âdeta onun duygu plânında takipçisi oldu. Harp Okulu yıllarındaki arkadaş sohbetlerinin hem düzenleyicisi hem de konuşmacısı olan Mustafa Kemal'in bu hareketleri; okul yönetiminin olduğu kadar diğer askerî çevrelerin de dikkatlerini çekti ve rahatsız etti. Dönemin Harp Okulu Komutanı da bu öğrencilerin faaliyetlerinden ötürü uyarıldı. Mustafa Kemal'in Harp Okulunda okuduğu ve çoğu N. Kemal, Tevfik Fikret ve A. Hamit (Tarhan)'e ait olan kitapların bir kısmı, dönemin yetkili makamlarınca yasaklanmıştı. Aynı yıllarda M. Kemal'in Fransızca yayın yapan basını da takip ettiği bilinmektedir. 10 Ocak 1902'de Harp Okulundan piyade sınıfının 8. si olarak (1902 - p. 8 sicil numarası) teğmen rütbesiyle mezun oldu ve aynı yıl Harp Akademisi'nde öğrenime başladı. Başarılı Harp Okulu öğrencilerinin alındığı ve kurmay olarak yetiştirildiği bu yüksek eğitim kurumunun süresi iki yıldı. Birinci yılın sonunda başarılı olanlar üsteğmenliğe yükseltilir ve buradan kurmay yüzbaşı rütbesiyle diploma alırlardı. Mustafa Kemal 1903'te üsteğmen oldu ve 11 Ocak 1905 tarihinde de kurmay yüzbaşı olarak akademiden mezun oldu. Örgün eğitiminin bu son iki yılı Mustafa Kemal'in millî şuurla ve hamasî terennümlerle beslenen kalbinin, disiplinli bir çalışma ve seçerek okunan, yorumlanarak hazmedilen fikirlerle örtüşüp lider kimliğinin belirginleştiği verimli bir dönemdir. Okulda el yazısı ile bir gazete çıkararak, ülkenin içinde bulunduğu zor şartlara dikkati çekmek, geceleri toplantılar yapıp arkadaşlarını daha çok çalışmaya, yeni çözümler üretmeye yöneltmek, hatta gizlice konferanslar vermek biçiminde ortaya çıkan lider kimliği ile M. Kemal, üst yönetimin boy hedefi hâline gelmiştir. Dönemin okullar müfettişi İsmail Paşa, Akademi Komutanı (o zaman müdür) Rıza Paşayı, bu tür hareketlerde bulunan öğrencileri cezalandırmadığı için uyarmıştır. Fakat Rıza Paşa, M. Kemal ve arkadaşlarını toplantı hâlinde iken yakalamasına rağmen onları cezalandırmamıştır. (Rıza Paşa 1933'te emekli bir asker olarak Cumhurbaşkanı M. Kemal tarafından kabul edilmiş ve onurlandırılmıştır). Okulun oldukça ağır öğretim programını aksatmadan benimseyip başarı göstermesi yanında; telif ve tercüme pek çok eseri de okuyarak kendisini geleceğin meşakkatli günlerine hazırlayan M. Kemal, bu okuldan 320 kişilik piyade sınıfının 21.'si olarak mezun olup, kurmay subay niteliği kazanan ilk 13 subaydan biri olmayı hak etmişti. 24 yaşındaki Kurmay Yüzbaşı M. Kemal, Beyazıt semtinde bir kira evine yerleşti. Arkadaşlarıyla başka bir evde toplanıp; kitap okuyor ve dönemin üst sivil yönetiminin gidişatını değerlendirip, hürriyet, bağımsızlık, demokrasi konularını tartışıp yeni ve uygulanabilir fikirler üretmeye çalışıyorlardı. Bu toplantılar ihbar üzerine basıldı ve Ali Fuat (Cebesoy)'ın da aralarında bulunduğu birkaç arkadaşıyla birlikte tutuklanıp Yıldız Sarayı'nda günlerce sorgulandılar. M. Kemal ve Ali Fuat'ı yakından tanıyan eski komutanlarının yardımlarıyla suçsuz bulunup, memleketlerinden uzak bir yere atanmaları şartıyla serbest bırakıldılar. 2 Bekirağ'a bölüğündeki bu sorgu günlerinden sonra; 5 Şubat 1905 tarihinde kurmay stajı için merkezi Şam'da bulunan 5. Ordu'ya bağlı 30. Süvari Alayına atanan Mustafa Kemal, buradaki görevi esnasında başlayan Dürzi ayaklanmasını bastırmak üzere, emrindeki birlikle birlikte 11 Mart 1905'te Havran'daki harekete katıldı. Dört ay kadar süren bu mücadelenin başarılmasında önemli katkısı olan M. Kemal, Temmuz 1905'te tekrar Şam'a döndü. Burada güvendiği birkaç arkadaşıyla birlikte Ekim 1905'de Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kurdu. Cemiyetin kurucuları arasında Dr. Mustafa (Cantekin), Müfit Bey (Özden) vardı. (Bazı kaynaklar bu gizli cemiyetin kuruluş tarihi olarak Ekim 1906'yı kabul etmiştir. Fakat Faik Reşit Unat'ın 1962'de yayımladığı "Atatürk'ün II. Meşrutiyet İnkılâbının Hazırlanmasındaki Rolüne Ait Bir Belge" adlı çalışmasında bu tarih Ekim 1905 olarak verilmektedir. Olayların akışı da bu son tarihi doğrulamaktadır.) Kısa bir süre içinde; Suriye'nin bir çok bölgesini gezerek inceleyen ve bu yerlerde hürriyet / bağımsızlıktan yana olduğunu hissettiği subaylarla görüşmeler yapan M. Kemal, yetenekli ve kararlı gördüğü kişilerin cemiyete katılmasını sağladı. Yafa, Kudüs ve Beyazıt'ta şubeler açtı. Yafa üzerinden Selânik'e geçip burada da şube açtıktan hemen sonra Yafa'ya ve oradan Şam'a dönerek stajını tamamladı. Gerek Suriye'de gerekse Selanik'te çok sınırlı bir zaman diliminde, cemiyetin genişlemesinin sağlanmasında M. Kemal'in iki seçkin niteliğinin rolü olduğu düşünülebilir. Memleketimizin içinde bulunduğu şartları doğru, gerçekçi bir seviyede tespit etmesi ve bu olumsuz durumdan kurtarılması ile ilgili olarak ortaya koyduğu teklifleri sunuştaki ikna üslûbu. Bu iki nitelik ona, kendisinden yaş ve rütbece büyük olanların bile inanmasını ve güvenmesini sağlamıştır. M. Kemal'deki bu hitabet üslûbunu, kendisi de bu alanda (özellikle yazılı anlatımda ) bir üstat olan I. Habip Sevük şu satırlarla tasvir eder: "Köpüklü bir şelâle gibi taşkın, bazen yeşil ağaçlar arasından akan bir su gibi müşfik, bazen bulutların üstüne çıkan şimşekler gibi keskin ve heybetli." Yine O'nu yakından tanıyanlardan biri olan Selim Sırrı Tarcan, M. Kemal'in hitabet gücü ve buna dayalı ikna kabiliyeti hakkında şunları yazar: "O'nda, kendisini dinleyenleri mıknatıslayan bir kuvvet vardı. O, insanların doğrudan doğruya vicdanlarına hitap eder, en duygusuzları bile imâna getirirdi. Söz, O'nun elinde kuvvetli bir silahtı. Onunla gönülleri fethederdi." M. Kemal'in kendisi de sözlü anlatımla ilgili olarak şu isabetli tespiti yapar: "Güzel konuşmak için serbest olmak ve kelimelerin manalarını yerinde jestlerde takviye etmek lâzımdır." M. Kemal'in 1906 yılında Selânik'e gelip Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin şubesini açtığında; kendisine katılanlar arasında Ömer Naci, Mustafa Necip, Hakkı Baha (Pars), Hüsrev Sami (Kızıldoğan) gibi şahsiyetler vardı. Bu cemiyet, kısa bir süre sonra kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birlikte hareket etti. Mustafa Kemal'e Şam'daki görevinde gösterdiği üstün başarılardan ötürü 25 Aralık 1906'da Beşinci Rütbe'den Mecidi nişanı verilmiştir. Yine Samda bulunduğu 1907 yılının 20 Haziranında kıdemli yüzbaşı oldu ve ordu kurmay başkanlığı emrine atandı. Aynı yılın Eylül ayında; Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, Dr. Nazım'ın Paris'ten Selânik'e gelip ilgililerle yaptığı görüşmelerden sonra, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşme kararı aldı. Aynı yılın 13 Ekim’inde M. Kemal, Manastırdaki 3. Ordu karargahına atanmıştır. Bu göreve başladığı ilk günlerde; daha önce, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşmiş olan Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin diğer üyeleri gibi, M. Kemal de bu yeni ve daha geniş teşkilatlı Cemiyetin önde 3 gelenlerinden biri olarak, ülkenin mutlakiyet yönetiminden kurtarılması için çalışmalarını sürdürdü. 29 Ekim 1907 tarihinde de Cemiyete resmen üye oldu. M. Kemal'in daha lise yıllarında başlayan okuma, düşünme, yazma merakı 1908'de ilk ürününü verdi. General Litzmann'dan Türkçe'ye çevirdiği Takım Muharebe Talimi adlı kitabın 1. baskısı Selanik'te yapıldı. (2. baskısı 1912'de İstanbul'da yapılmıştır.) M. Kemal'e, aslî görevine ek olarak 22 Haziran 1908 tarihinde Doğu Demiryolu Müfettişliği görevi de verildi. Bundan kısa bir süre sonra 23 Temmuz 1908'de M. Kemal'in de fiilen içinde bulunduğu İttihat ve Terakki Cemiyetinin geniş nüfuzunun sonucu olarak II. Meşrutiyet ilân edildi. Anayasa yeniden yürürlüğe konuldu. Fakat M. Kemal'in idealindeki hürriyet ve bağımsızlık düşüncesinin genişliğinin, bu yeni yönetimin getirdiği hürriyet ile tatmini mümkün değildi. Ona göre, ülkenin çok daha köklü ve kalıcı yeniliklere ihtiyacı vardı. Bunların yapılması için de; çok, ama çok çalışmaya kendini mecbur hisseden liderlere, ileri görüşlü kadrolara imkân verilmeliydi. İttihat ve Terakki Cemiyetinin en faal, hatta en cüretkâr üyesi sıfatıyla; Osmanlı toprağı Balkan ve Trablusgarp yöresindeki vatanseverlerle görüşüyor ve yeni şubeleri kuruyor, kurulmuş olan şubelerdeki toplantılara katılarak geleceğe dair kurtuluş ve kuruluş teklifleri yapıyordu. 1908 yılı; Bosna-Hersek bölgesinde incelemelerde bulunmak, oradan kendisine cemiyetçe verilen düzenleyici görevleri yapmak üzere Trablusgarp'ta çalışmak, Bingazi’de cemiyete karşı oluşan bazı teşebbüsleri sindirmekle geçti. O, Bingazi’de iken Hanya'da yayımlanan İstikbal gazetesine yazdığı bir uyarı mektubunda, şu fikirleri ifade ediyordu: "Millet fertleri arasında, bölücülüğe değil, birlik ve beraberliği temine, birbirlerine intikam duygularını yaratmaya değil, karanlık istibdat devrinin eseri olan fena hislerin kalplerden atılmasına yarayacak yararlı makaleler yayımlanmasına gayret edilse, gazetenizin şerefi yükselir, hizmeti faydalı olur. Gazetelerimizde ahlâkımıza yükseklik, hislerimize temizlik ve maneviyatımıza kuvvet verecek makalelere yer verilmesini görmek isteriz." Bu görüşler; ülkelerin her türlü kötülüklerden kurtulması için, birlik ve beraberlik duygusunun geliştirilmesinde özellikle basın mensuplarına düşen görevi, daha birkaç gazetenin çıktığı o günlerde hatırlatması bakımından son derece ilgi çekicidir. M. Kemal, Ocak 1909'da Bingazi'den Selânik'e döndü ve 3. Ordu, Selanik II. Redif Tümeni kurmay başkanlığına atandı. 13 Nisan 1909'da meydana gelen ve tarihimize 31 Mart Olayı diye geçen ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen Hüseyin Hüsnü Paşa komutasındaki hareket ordusunun kurmay başkanı, M. Kemal idi. (Fakat 16 Nisan 1909'da Selanik'ten yola çıkan bu ordunun komuta kademesinde, ordu İstanbul'a varmadan bir değişiklik yapıldı ve komutanlığına Mahmut Şevket Paşa ve kurmay başkanlığına da binbaşı Enver getirildi.) Mustafa Kemal bu orduda kurmay başkanlığı karargahının bir subayı olarak da etkili görevler yaptı. Bu esnada çok önemli bir noktaya dikkat edilmelidir. M. Kemal, Ordu Komutanlığına yeni atanan Mahmut Şevket Paşayı Hadımköy'de beklerken, kendi imzasıyla 1 numaralı bir emir yayımlamıştır. Bu emrin metni şudur: "Hareket Ordusu, görevini yalnız askerî yönden yapacaktır. Politik konuları ve bu konuda İstanbul ile görüşme yapmak şimdilik görev dışıdır." Bu emirde yer alan "Askerin siyasetten ayrı / uzak durması" ile ilgili görüşlere; M. Kemal ne kadar sahip ise, T. C. Cumhurbaşkanı Gazi M. K. Atatürk de o kadar sahiptir. Bu görüş M. Şevket Paşanın 25.04.1909 tarihli ordu bildirisinde şu ifadeyle yer aldı: "Hareket Ordusunun İttihat ve Terakki ile bir ilgisi yoktur." Genç M. Kemal, bütün bu fizikî ve fikrî yorgunluklar ve özellikle sık sık iklim değişimi sonucu rahatsızlanıp İstanbul’da Gülhane 4 hastahanesine yatırıldı. Üç günlük bir tedaviden sonra taburcu edildi (15-18 Mayıs 1909). Aynı yılın Ağustos ve Eylül aylarını, Cumalı karargâhında düzenlenen askerî manevraları takip ile geçiren M. Kemal, bu esnada Alman Komutan Von Der Galtz ve 3. Ordu Kurmay Başkanı Ali Rıza Paşanın takdirini kazandı. 22.04.1909’da Selanik'te toplanan 2. İttihat ve Terakki Cemiyetinin kongresine Trablusgarp delegesi olarak katılan M. Kemal, yaptığı konuşmada, ordu mensubu olan cemiyet üyelerinin bu iki yoldan birini tercih etmeleri gerektiğini belirtti. Fakat O'nun bu görüşleri, cemiyetin diğer yetkilileri tarafından tasvip edilmedi. Bunun üzerine kendisi ordudaki hizmeti tercih ederek, cemiyetle ilişkisini en aza indirdi. 1909'un son aylarında tekrar 3. Ordu karargâhına atanan M. Kemal, Cumalı Ordugahı adlı kitabını Selânikte yayımladı. 1910 Mayısında başlayan Arnavutluk isyanını bastırmakla görevlendirilen ve Harbiye nazırı Mahmut Şevket Paşanın bizzat komuta ettiği kuvvetlerin harekât plânlarını hazırlayan ve muvaffakiyeti sağlayan karargâhın başında M. Kemal bulunuyordu. 1910 Eylülünde merkezi Selanik'te bulunan 3. Ordu Subay Talimgahı komutanlığına atandı. Fakat göreve başlamadan, atama emri değiştirildi ve 3. Orduyu temsilen Picardie'de yapılan askerî manevraları izlemek üzere Fransa'ya gönderildi. Dönüşünde 3. Ordu karargâhındaki görevine başladı. Kısa bir süre sonra (Ocak 1911’de) Selanik'te bulunan 38. Piyade Alay Komutan vekilliğine atandı. 1911 yılının Ağustos ayında geçici olarak Trablusgarp Tümeni kurmay başkanlığına verildi fakat geri çağırılarak Genelkurmay karargâhında 1. Şubede görevlendirildi. Burada iken, Selanik'te bulunan arkadaşı Salih (Bozok) Beye yazdığı mektupta şunlar vardır: "Orduyu, memleketi kurtarmak için çok fedakârca çalışmak lâzım. Başka çare yok. İstanbul muhiti pek pis, herkes kişisel çıkarından başka bir şey düşünmüyor" 29.04.1911'de İtalyanların Osmanlı Devletine karşı harp ilân etmesi üzerine başlayan Trablusgarp harbine gönüllü olarak katılmayı düşündü. Gazeteci Mustafa Şerif hüviyetiyle Ömer Naci, Sapancalı Hakkı, Yakup Cemil gibi arkadaşlarıyla birlikte, önce İskenderiye’ye, oradan da Trablusgarp'a gitti. Bu seyahati esnasında 27 Kasım 1911 de binbaşı rütbesine terfi eden M. Kemal, Mısır üzerinden Bingaziye geçti ve Tobruk bölgesi komutanı Ethem Paşanın kurmay başkanı olarak resmen göreve başladı. 19 Aralık 1911'de Ethem Paşanın yerine Tobruk bölgesi komutanlığına atandı. Komutasındaki kuvvetler, baskın harekâtı ile İtalyanlara ağır zaiyat verdirdi. Aralık 1911'de Derne'ye geçip buradaki Doğu kolu komutanlığını da uhdesine aldı ve Mart 1912'de Derne komutanlığına atandı. 1911 Aralık ayında M. Kemal'in yazdığı Tabiye Tatbikat Seyahati adlı kitabı Selanik'te yayınlanmıştır. Binbaşı M. Kemal'in Bingazi'de Şark Gönüllü kumandanı iken, gösterdiği üstün başarılar sebebiyle hem terfi etmesi hem de resmî kuvvetlerin başına komutan olarak atanması, Oradaki askerî lider kimliğinin sayısız göstergelerinden biridir. Derne'de Aynımansur karargâhından, Selanik'te bulunan Salih Beye yazdığı mektupta ifade edilen şu fikirler, geleceğin millet önderliğine ve devlet kuruculuğuna yönelen şahsiyeti besleyen fikrî kabiliyetin en güzel terennümüdür. "Biz vatana borçlu olduğumuz fedakârlık derecelerini düşündükçe bugüne kadar yapılan hizmeti pek değersiz buluyoruz. Vicdanımızdan gelen bir ses bize, vatanın bu sıcak ve samimi ufuklarını tamamen temizlemedikçe, vazifemizi bitirmiş sayılmayacağımızı ihtar ediyor! Vatan mutlaka selâmet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır". Daha genç sayılabileceği bir yaşta iken; arkadaşlarıyla yaptığı özel bir sohbette "Seni, ordu komutanı, seni büyükelçi, seni de sadrazam yapacağım" demesi üzerine, orada bulunanlardan biri. "Ya sen ne olacaksın" diye sorar. Verdiği cevap kahramanlık, yanında devlet 5 ve fikir adamlığını da şahsiyetinde toplayan bir dehanın kendisine ve milletine olan güvenini ve kararlığını gösterir. "Bu atamaları yapabilecek mevkiin sahibi..." Trablusgarp, Tobruk, Derne muharebelerindeki müstakil komutanlıkları, M. Kemal'in askerî liderliğini bariz seviyede ortaya koyan olaylardır. M. Kemal'i en gerçek kimliği ile tanıyan ve yazanlardan biri olan F. Rıfkı Atay Babamız Atatürk adlı eserinde (İst. 1955) O'nun bu dönemdeki askerî kişiliğini şu satırlarda ifade ediyor: "Bu komutanlıkta M. Kemal'in askerî sanat değeri, oradakilerin dikkatini çekti, ihtiyatlı ve tedbirli idi. Duruma göre ne yapmak gerekiyorsa, ona, her türlü alayişi (gösterişi) feda ederdi." 1912 yılı Osmanlı Devleti için yeni bir dizi gailenin başladığı yıl oldu. 8 Ekim 1912'de Karadağ, Osmanlılara karşı harp ilân etti. (Bundan önce de Karadağ, Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan aralarında bir anlaşma yapmışlardı.) Bu sebeple, Karadağ'ın bu davranışı ile Balkan Harbi başlamıştır. Osmanlı Devleti de bu devletlere karşı harp ilân etmek zorunda kaldı. Binbaşı M. Kemal, Ekim 1912'de Derne'den hareketle, Mısır üzerinden İstanbul'a geldi ve Kasım 1912'de Gelibolu'da bulunan Çanakkale Boğazı Komutanlığı Harekât Şubesi Müdürlüğüne atandı. Aralık 1912'de Gelibolu'ya hareket eden M. Kemal'in, daha önce birinci baskısı yapılan Takımın Muhabere Talimi adlı tercüme eserinin ikinci baskısı da aynı günlerde İstanbul'da yayımlandı. M. Kemal’in atandığı birlik kısa bir süre sonra Bolayır Kolordusu olarak yeni bir teşkilatlanmaya konu oldu ve kurmay başkanlığına M. Kemal atandı. Bu görevi esnasında M. Kemal ile Fethi Bey (Okyar) Trakya ve Edirne'nin Bulgar işgalinden kurtarılmasıyla ilgili bir taarruz plânı hazırlayıp, Başkomutan vekili Ahmet İzzet Paşaya sundular. Plân kabul edilip, uygulanmadı. 26 Mart 1913'te Edirne Bulgarların eline geçti ve Osmanlı Devleti, 30 Mayıs 1913'te mağlûp bir taraf olarak Balkan ülkeleri ile Londra Antlaşmasını imzaladı. 22 Temmuz 1913'te Bolayır Kolordusu Komutanı Fahri Paşa bu kolordunun sevk ve idaresini resmen Bnb. M. Kemal'e devretti. M. Kemal'in komuta ettiği Bolayır Kolordusu ile Gelibolu Kolordusunun birlikte yaptıkları bir taarruz sonunda kuvvetlerimiz, 22 Temmuz 1913'te Edirne'yi geri aldı. 29 Eylül 1913'te de Edirne'nin bize verilişini sağlayan İstanbul Andlaşması imzalandı. 27 Ekim 1913'te M. Kemal Sofya Ataşemiliterliğine atandı ve 6 Kasım 1913'te de kendisine Dördüncü Rütbeden Osmanî nişanı verildi. 20 Kasım 1913'te yeni görevine başladı. Bu görevi sırasında sık sık; çevre ülkeler ve özellikle Bulgaristan ordusundaki gelişmeler hakkında Osmanlı Genelkurmayına özel bilgiler de içeren, ayrıntılı raporlar gönderdi. O'nun askerî ve siyasî dehasını besleyen vatan ve hürriyet aşkını, 25 Ocak 1914'te Sofya'dan bir hanım arkadaşına yazdığı şu satırlarda buluyoruz: "Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri, fakat bu ihtiraslar, yüksek makamlar işgal etmek, büyük servetler elde etmek gibi, maddî emellerin tatmini için değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini; vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir görevin canlı iç huzurunu verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Hayatımın bütün ilkesi bu olmuştur." 1 Mart 1914'te yarbay oldu ve 11 Mart günü de kendisine Fransız hükümetince Şövalye rütbesinden Legion d’Homeur nişanı verildi. Mayıs 1914'te Zabit ve Kumandanla Hasbıhal adlı kitabının yayımını tamamladı ve eser hayli gecikmeyle, 1918 Aralık ayında İstanbul'da basıldı. Sofya Ataşemiliterliği uhdesinde kalmak üzere 1914'ün Ocak ayında Çetin'e ve Ağustosunda da Sırbistan ateşeliği de kendisine verildi. 6 1 Ağustos 1914'te Almanya, Rusya'ya harp açtı ve I. Cihan Harbi fiilen başladı. 3 Ağustos'ta Osmanlı Devleti seferberlik ilân etti ve 4 Ağustos'ta da Enver Paşa, Harbiye nazırlığı uhdesinde kalmak şartıyla, Başkomutan vekili oldu. Bu arada M. Kemal'in Sofya'dan, İstanbul'da bulunan Tevfik Rüştü (Araş) Beye yazdığı bir mektupla, "Bu savaşın uzun süreceğini, fakat girmekte acele edilmemesi" gerektiğini bildirmesi, O'nun ileri ve isabetli bir devlet adamı görüşü taşıdığının işaretlerinden sadece birisi olarak değerlendirilebilir. M. Kemal bu görüşünü daha üst makamdakilere de iletmesine rağmen, Enver Paşa ve diğer İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenlerinin acele aldıkları bir kararla Osmanlı Devleti, 29 Ekim 1914 tarihinde I. Dünya Savaşı'na girdi. Bu olaydan sonra, Yarbay M. Kemal, orduda daha faal bir kıt'a hizmeti arzu etti ve bunu Aralık 1914'te Başkomutan vekili Enver Paşaya bir mektupla bildirdi. Bu mektup O'nun kendine güvenini olduğu kadar, vatana hizmet anlayışını ve daha da önemlisi, bir lider olarak benimsediği hayat felsefesini ortaya koyması yönünden önemli bir belgedir. Mektup şu fikirleri içermektedir: "Vatanın müdâfasında faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya'da ataşemiliterlik yapamam! Eğer birinci sınıf subay almak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz." Bunun üzerine Yarbay M. Kemal, Esat (Bilkat) Paşanın komutasındaki 3. Orduya bağlı olarak Tekirdağ'da teşkil edilecek 19. Tümen komutanlığına atandı. 1 Şubat 1915'te kendisine Üçüncü Rütbeden Osmanlı nişanı verildi ve 2 Şubat'ta yeni görevine başladı. Aynı ayın sonuna doğru (25.02.1915'te) 19. Tümen komutanlığı Eceabat'a nakledildi ve M. Kemal bu bölgedeki birliklerin tamamının komutanlığını üstlendi. İngiliz ve Fransız deniz kuvvetlerine bağlı gemiler 19 Şubat 1915 tarihinden beri Çanakkale Boğazı'nı geçip İstanbul'u işgal etmek amacıyla Boğaz'ın her iki yakasını top ateşine tutuyorlardı. M. Kemal'in; bölgenin komutanlığı ele alışından itibaren aldığı yeni ve yerinde tedbirlerle, özellikle 18 Mart 1915 günü Nusret mayın gemisinin isabetli mayın kapatması ve kara harekât plânlarının mükemmel uygulanması sonucu, düşman donanmasına ağır zayiat verildi. Bu başarıda Yarbay M. Kemal'in askerî dehası bir kere daha emsalsiz bir rol oynamış ve Queen Elizabeth gemisinde toplanan İtilaf Devletleri komutanlarından Amiral J.'de Robeck, "Kara birliklerinin desteği olmadan müşterek filonun Çanakkale'yi geçemeyeceğini" bir mağlûbiyet haberi olarak ilgili ülkeleri, duyurmuştur. 29 Mart 1915'te; M. Kemal'e, Bulgaristan hükümetinin aldığı karar uyarınca, Sen Aleksandır nişanı ve Komandör rütbesi verildi. 26.03.1915 tarihinde bölgedeki askerî birliklerin tamamının bağlı olduğu 5. Ordu Komutanlığına Alman Generali (Osmanlı hükümeti kendisine mareşal rütbesi vermiştir) Liman Von Sanders atandı ve Gelibolu'da göreve başladı. Bu komutanın kararıyla; M. Kemal'in komutasındaki 19. Tümen, 5. Ordunun yedeğine alınarak Bigali'ya nakledilir. Bu olaydan en çok rahatsız olan yine M. Kemal'dir. O'na göre, millî orduya yabancıların bu derecede hakim olması yanlıştır. 25. 04.1915 günü İngiliz, Fransız müşterek filosunun ve Anzak kolordusunun da desteği ile; Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale'den yeniden taarruza geçme teşebbüslerini haber alan M. Kemal, L. Von Sanders'e rağmen, emrindeki tümeni Bigali'den Conkbayırı'na sevk ederek karada ilerleyen düşmanı durdurdu ve geri çekilmeye mecbur etti. Bu muharebe, tarihin kaydettiği en zor, en fazla zayiat verilen ve kazanılması ancak Türk askerinin vatan müdafaasında gösterdiği eşsiz kahramanlıklara nasip olan bir savaştır. M. Kemal göğüs göğüse süngü muharebelerinin yapıldığı bu cephede; "Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelir" diyerek Türk askerini ne kadar iyi tanıdığını, onlara ne kadar güvendiğini 7 göstermiştir. Bu zor günlerin Yarbay M. Kemal'ine 30 Nisan 1915'te "Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyası" verildi. 3 Mayıs 1915'te cepheden, Enver Paşaya yazdığı bir mektupta şu satırlar yer alıyordu. "Vatanımızın savunulmasında kalp ve vicdanlarının bizim kadar çarpmadığına şüphe olmayan, başta L. Von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikrî gücüne de itimat buyurmamanızı, kesin olarak temin ederim." 1915 yılının Mayıs ayı; bu cephede, tarihte eşine nadiren rastlanan kanlı muharebelerle geçti. M. Kemal bir yandan mevziden mevziye koşuyor, diğer taraftan verdiği günlük emirlere askere moral aşılıyor, cephede korkaklık ne kelime, tereddüt gösteren komutanlara, askerî liderlik edebiyatına altın harflerle yazılacak yönlendirici ifadelerle hitab ediyordu. Şu iki örnek dikkat çekicidir. 4 Mayıs 1915 günü Kocatepe'yi savunmakla görevli 77. Alay komutanı Binbaşı Saip Beye verdiği emir: "Kuvvetiniz, karaya çıkan düşmanı def etmeye kafidir. Taarruz edip uzaklaştırınız." (Taarruz başarıyla sonuçlanmıştır.) İkinci örnek: 9 Mayıs 1915 günü cephede başarısızlık alâmeti gösteren 72. Alay'ın 3. Tabur komutanı Binbaşı Mahmut Beye verilen emirdir: "Dün yapılması emrolunan taarruzu sonuna kadar bitirecek ve karşınızdaki düşman siperlerini zaptedeceksin. Göndereceğim taze asker sizinle ancak bu şartla yer değiştirecek. Askerlerinizi düşman siperlerini zapt ve işgal etmek üzere yönlendirme ve uyarmada başarısızlığınız ve yahut askerlerinizin bir münasebetsizliği hâlinde yerinizi alacak yeni kuvvet, evvelâ sizi ortadan kaldıracak ve ondan sonra yerinize geçecektir." (Tabur 10 Mayıs taarruzunda başarılı olmuştur). Aynı gün Arıburnu cephesinde M. Kemal'in komuta yerine "Kemalyeri" adı verildi. 17 Mayıs 1915'te M. Kemal Arıburnu Kuvvetleri Komutanlığından ayrıldı ve 19. Tümen Komutanlığına döndü ve aynı gün kendisine padişah adına "Muharebe Altın Liyakat madalyası" verildi. 23 Mayıs 1915'te de Alman İmparatorluğu tarafından "Demir Haç" nişanı verildiği bildirildi. 01 Haziran 1915'te albaylığa terfi etti. 15 Temmuz 1915'te Fokfon'dan "Harp madalyası" ile taltif edildi. 16 Temmuz 1915'te Harp cephesini görmek üzere İstanbul'dan Çanakkale’ye gelen ve aralarında dönemin şair gazetecilerinin bulunduğu bir heyet, ordu ve kolordu karargâhlarını ziyaret etti. Fakat M. Kemal'in; cephenin tehlikeli bir yolunun ötesindeki siperlerde bulunuşu sebebiyle, O'nunla görüşemeden döndü. 8 Ağustos 1915 tarihinde M. Kemal'in; 5. Ordu Kurmay Başkanı Albay Kazım (İnanç) Bey ile yaptığı bir telefon görüşmesinin içeriği, O'nun askerî liderlikteki liyakati ve geleceğe olan güvenini ortaya koyan önemli bir belgedir. M. Kemal; cephenin durumunu, 5. Ordu Komutanı adına soran Kurmay Başkanına şunları söyler: "Bütün mevcut kuvvetlerin komutam altına verilmesinden başka çare kalmamıştır." Bu cevap üzerine Kurmay Başkanı "Çok gelmez mi?" der. M. Kemal'in cevabı şudur: "Az gelir." 10 Ağustos 1915 sabahı Conkbayırı'nda askerlere şu emri verip en ileri hatta geçti: "Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvelâ ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız." Dediğini yaptı. İleri gözetlemenin de önünde bulunduğu bir anda, şarapnel parçası göğsünün sol tarafına isabet etti. Ne mutlu ki, o noktada bulunan cep saati Türk'ün atasını mutlak bir şehadetten kurtardı. Tarihimize Anafartalar Zaferi olarak geçen bu muharebe, askerî bir şaheser timsalidir. 1 Eylül'de kendisine "Muharebe Gümüş Madalyası" verildi. 26 Ekim'de 16. Kolordu komutanlığı yönetimine getirildi. 8 Aralık'ta hava değişimi izni aldı ve 11 Aralık'ta İstanbul'a geldi. 16 Ocak 1916'da merkezi Edirne'de bulunan 16. Kolordu komutanlığına 8 atanma emri çıktı ve 17 ocakta "Muharebe Altın madalyası" ile taltif edildikten sonra, 27 Ocak günü Edirne'de göreve başladı. 1 Şubat 1916 günü de "İkinci Rütbeden Osmanî nişanı" ile takdir edilen M. Kemal'in, Tabiye Meselesinin Halli ve Emirlerin Yazılış Şekline Dair Öğütler adlı kitabı Edirne'de yayımlandı. 10 Mart 1916 tarihinde M. Kemal, kolordusu ile birlikte Diyarbakır'da görevlendirildi ve 27 Mart günü bu ilde göreve başladı. 01 Nisan 1916 tarihinde M. Kemal general oldu. 27 Temmuz 1916'da Avusturya-Macaristan hükümetince "Üçüncü Rütbeden Muharebe Liyakat nişanı" verilen M. Kemal'in kumanda ettiği birlikler, 7 Ağustos'ta Muş'u, 8 Ağustos'ta Bitlis'i, 12 Ağustos'ta da Tatvan'ı düşman işgalinden kurtardı. 12 Aralık 1916'da 2. Ordu komutan vekilliğine atandı ve aynı tarihte "İkinci Rütbeden Mecidi nişanı" verildi. Bu günler M. Kemal'in okumaya biraz vakit bulduğu ve özellikle tarih ve felsefe konularına daha fazla ağırlık verdiği, N. Kemal'in telif ettiği eserleri incelediği bir dönemdir. İsmet Beyle (İnönü) sık sık görüşme imkânı da bu tarihte doğmuştur (Bu günlerde Albay İsmet Bey 4. Kolordu Komutanlığına atanmıştır.) M. Kemal Paşa 17 Şubat 1917'de Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanlığına atandı ve acilen göreve başlaması istendi. 26 Şubat'ta bu yeni görevine başladı. Hicaz'ın boşaltılması ve Suriye cephesinin desteklenmesi konusundaki görüşü, Enver Paşa tarafından benimsendi ve bunun sonucu olarak M. Kemal Paşaya verilen bu komutanlık kaldırıldı. Kendisi de 07 Mart 1917'de vekâleten 16 Mart günü de asaleten 2. Ordu Komutanlığına atandı. Bu görevi aynı yılın Temmuz ayına kadar devam etti ve 05 Temmuz 1917 tarihli emirle, Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına bağlı 7. Ordu Komutanlığına atandı (Bu değişiklik sırasında M. Kemal Paşadan boşalan 2. Ordu Komutanlığına da Fevzi (Çakmak) Paşa getirilmiştir). 16 Temmuz'da İstanbul'a geldi ve Başkomutan vekili Enver Paşa ve Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Alman Generali Falkenhayn ile fikir alışverişinde bulunduktan sonra, 23 Ağustos günü Halep'te göreve başladı. Burada aşiretler meselesi ile yakından ilgilendi ve yeni/uygulanabilir fikirler içeren çok sayıda yazışma yaptı. 9 Eylül'de kendisine Macaristan hükümetince, "İkinci Rütbeden Harp Alâmeti Askerî Liyakat madalyası" verildi. M. Kemal Paşa daha genç bir subay iken bile, millî orduya kendi subaylarının emir ve komuta etmesi görüşünde idi. Bu görüş, onun daha sonra T.C. için bir ilke olarak benimseyip, savunup temel kural olarak yasalaştıracağı "tam bağımsızlığın" vazgeçilmez bir göstergesi idi. Nitekim 20 Eylül 1917'de yazdığı ve Cemal ve Enver Paşalara gönderdiği bir raporda bu isteğini açıkça belirtmiş ve "Sina cephesi komutanlığının Alman Falkenhayn'dan alınarak kendisine verilmesini teklif etmiştir." (Bu görüş 4. Ordu Komutanı ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa tarafından da benimsenmiştir.) 23 Eylül 1917'de kendisine "Muharebe Altın İmtiyaz madalyası" verildi. Enver Paşanın, Atatürk'ün talebine uygun bir cevap vermemesi üzerine, "içinden hesaplı bir âmirin elin’den, haysiyet ve şerefini kurtarmak için" 06 Ekim 1917'de 7. Ordu Komutanlığından istifa etti. Bu teklifi de kabul edilmeyince, istirahata ihtiyacı olduğunu, izin verilmesini istedi ve uygun bulunduğu için 09 Ekim 1917'de Halep'ten İstanbul'a hareket etti (Bu arada 2. Ordu Komutanlığına atandı, fakat kabul etmedi). İstanbul'da genel karargâhta görevlendirildi ve 15 Aralık 1917'de Veliaht Vahdettin Efendi ile beraber Almanya gezisine çıktı. Bir gün sonra O'na "Birinci Rütbeden Kılıçlı Mecidi nişanı" verildi. Almanya gezisinden 4.01.1918'de dönüldü ve hemen arkasından 19.02.1918'de Alman İmparatoru tarafından "Birinci Rütbeden Kılıçlı Cordon de Prusse nişanı" ile onurlandırıldı. Bunu 11 Mayıs’ta verilen "Harp madalyası" takip etti. M. Kemal Paşanın 24 Mayıs 1918'de imzalayıp Ruşen Eşref Ünaydın'a verdiği resminin arkasına yazdığı şu satırlardaki ifade, 9 O'nun bir siyasî lider olarak atacağı adamların ilk ve kararlı işaretini veriyordu. "Her şeye rağmen muhakkak bir sona doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleketim ve milletim hakkındaki sınırsız muhabbetim değil, bu günün karanlıkları içinde, sırf vatan ve hakikat aşkı ile ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir." Bütün bu faaliyetler, huzursuz iş ortamı M. Kemal Paşayı yorgun düşürdü. Böbreklerinden rahatsızlandığı için 27 Mayıs - 02 Ağustos 1918 tarihleri arasında Viyana'da tedavi gördü. 7 Ağustos'ta da 7. Orduya komutan olarak atandı ve bu atama 16 Ağustos günü Cuma selamlığından sonra bizzat padişah Vahdettin tarafından şifahen de kendisine tebliğ edildi. 1 Eylül'de de Nablus'a gelip 7. Ordu Komutanlığına fiilen başladı. Bu görevindeki başarısından ötürü kendisine "Fahri Yaverlik" unvanı verildi ve 28 Eylül'de Rayak Bölgesi komutanlığına atandı. Bu günlerde M. Kemal Paşanın verdiği harekât emirleriyle, Yıldırım Orduları Komutanı Alman Liman Von Sanders'in düşünceleri, sürekli olarak uyuşmuyordu. Nihayet; Alman generalinin; askerî kuvvetlerimizin Şam'dan Halep'e çekilmesi konusundaki M. Kemal'in kararını kabul ve uygulaması sonucu, askerlerimizin mutlak bir imhadan kurtulması üzerine, "Karar budur. Fakat ben nihayet bir yabancıyım, bu kararı veremem. Bunu ancak memleketin sahipleri verir" demeye mecbur olması, M. Kemal Paşayı doğrulayan ibret verici bir belgedir. M. Kemal, ülkenin güç durumdan kurtarılması için 16.10.1918'de Padişaha iletilmek üzere bir telgraf çekmiş ve kabinede Harbiye Nazırlığını istemiştir. Fakat bu dilek kabul görmemiştir. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti'nin mağlubiyetini öngören Mondros Ateşkes belgesi imzalandı ve aynı tarihte M. Kemal Paşa, Liman Von Sanders'in yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına atandı ve bir gün sonra da Adana’ya gelip göreve başladı. Bu makamda iken aldığı kararlar ve uygulamaları hoşa gitmemiş olmalı ki, 7 Kasım 1918'de komutanlığı lağvedildi ve kendisi de Harbiye Nezareti emrine alındı. 13 Kasım 1918'de Adana'dan İstanbul'a geldi. Marmara'da demirleyen düşman donanmasını görünce de, yaveri Cevat Abbas (Gürer) Bey'e, "Geldikleri gibi giderler." demesi ile kurtuluş mücadelesi yapma kararının devam ettiğini kesin olarak ifade etti. 17 Kasım 1918 tarihli Mimber Gazetesi'ne verdiği beyanatta kullandığı "Benim belirtmek istediğim moral; bilim, ahlâk ve teknoloji bakımlarından kuvvetli olmaktır" ifadesi; geleceğin Türk devletinin temel ilkelerini, bir siyasî lider kimliği ile ortaya koydu. Bu arada Padişah Vahdettin ile birkaç kere görüşme yaptı. 29 Nisan 1919'da Padişah ve hükümetinin birlikte aldığı karar metni, Harbiye Nazırı Şakir Paşa tarafından kendisine şifaen duyuruldu ve kabulü üzerine 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliğine atandı. Bu karar 30 Nisan'da Sultan tarafından onaylandı ve karar metni o günkü resmî gazete olan Takvim-i Vekâyi'nin 5 Mayıs 1919 tarihli nüshasında yer aldı. Bu görevlendirmenin kendisine tebliğinden sonra da, iki defa Sultanla bir araya gelip bazı meseleleri konuştuğu bilinmektedir. 14 Mayıs 1919'da Sadrazam Damat Ferit Paşa ile görüşüp ayrılırken, arkadaşı Cevat Abbas Beye "Mutlak muvaffak olacağız" demesinin bir kurtuluş müjdesi olduğunu kim bilebilirdi ki!.. 16 Mayıs 1919'da M. Kemal'i "Büyük Davanın" liderliğine taşıyacak olan Bandırma Vapuru, düşman askerleri tarafından arandıktan sonra Karadeniz'e açılırken, M. Kemal Paşanın yanındakilere söylediği şu sözler, Dünya durdukça, hür ve bağımsız yaşamaya karar veren her toplum için âdeta bir kurtuluş reçetesidir. "Bunlar işte böyle, yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde. Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu'ya ne silah, ne cephane götürüyoruz: Biz ideali ve imanı götürüyoruz." 19 Mayıs 1919 sabahı saat 06.00 sularında Samsun'a çıktı ve ilk iş olarak durum tespiti için; sorumluluk bölgesindeki mülkî amirlerle 15. ve 20. Kolordu Komutanlıklarına birer 10 telgraf emri yazarak, asayişle ilgili bilgi istedi. 21 Mayıs'ta Saderetin çektiği başarı telgrafına 22 Mayıs'ta verdiği cevapta; "Millet birlik olup hakimiyet esasi'nı ve Türklük duygularını esas almıştır" ifadesini kullandı. 26 Mayıs'ta Havza'dan yayınladığı bir bildiride ise şu ifade yer alıyordu: "Millî ve siyasî bağımsızlığımızın kurtarılması ancak milletin yekvücut alarak müdafası ile mümkün olacaktır." Aynı günlerde (03.06.1919) askerî ve mülkî yetkililere hitaben yayınladığı tamimde de şu görüşleri dile getiriyordu: "Milletçe, kesinlikle savunulması istenilen ve gerekli görülen hukuk, bilhassa iki noktada incelik gösterir. Birincisi, mutlaka devlet ve milletin tam bağımsızlığı, ikincisi ise ana vatan parçalarında çoğunluğun azınlığa feda edilmemesidir." Bu arada, M. Kemal'in bölgedeki hareketlerinden rahatsız olan işgal kuvvetleri, O'nun geri çağrılması için Osmanlı hükümetine baskı yapmaya başladılar. Bunun sonucu olarak 08.06.1919'da Harbiye Nazın Şevket Turgut Paşa, M. Kemal'i İstanbul'a çağıran bir telgraf gönderdi. 12 Haziranda Amasya'ya geçti ve 22 Haziran'da Amasya Tamimi'ni yayımladı. Bu tamimde "Vatanın hakimiyeti, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve karan kurtaracaktır. Sivas'ta millî bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır" ifadesi yer aldı. 21 Haziran'da İstanbul'un ileri gelen kişilerine bir mektup göndermiş ve "Artık İstanbul Anadolu'ya hâkim değil, tâbi olmak mecburiyetindedir" diyerek onları da bu büyük mücadeleye katılmaya çağırmıştı. 23 Haziran'da Osmanlı Vükelâ Meclisi, Dahiliye Vekâletine bir yazı yazarak, M. Kemal Paşanın 9. Ordu müfettişliğinden azledildiğinin ilgili makamlara duyurulmasını istedi. M. Kemal Paşa yoluna devamla 28 Haziran'da Sivas'tan hareket edip Refahiye'de bir gece kaldıktan sonra, Erzincan üzerinden (1-2 Temmuz) 3 Temmuz'da Erzurum'a ulaştı. Burada halk ve ordu mensupları tarafından törenle karşılandı. Osmanlı hükümetinin çağrısının sıklaşması üzerine 8-9 Temmuz 1919 gecesi padişaha çektiği şu telgrafla resmî görevinden ve askerlik mesleğinden istifa ettiğini bildirdi. "Büyük bir aşkla bağlı bulunduğum yüce askerlik mesleğinden de istifamı sunarak veda ettiğimi arz ederim". Durumu ordu ve illere de bir genelgeyle duyurdu. Aynı gün Erzurum'da kendisini ziyaret eden 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa "Ben ve Kolordum emrinizdeyim. Bundan sonra dahi emirleriniz varsa ifayı bir şeref bilirim." beyanında bulundu. 23 Temmuz 1919'da millî kurtuluş hareketinin ilk düzenli ve demokratik hareketi olan Erzurum Kongresi açıldı ve M. Kemal başkan seçildi. Böylece daha önce değişik adlarla kurulan ve vatanı kirli düşman çizmesinden, milleti hain işgalcilerin zulmünden kurtarma amacını taşıyan cemiyetler M. Kemal'in liderliğinde bir güç birliğine kavuşmuş oldu. 7 Ağustos 1919'da sonuçlanan bu kongrede alınan karar uyarınca M. Kemal, Heyeti Temsiliye üyeliğine seçildi ve bu sıfatla ülkenin değişik yörelerindeki belirli kişilere mektuplar yazarak, bu büyük kurtuluşu desteklemeye çağırdı. 9 Ağustos 1919 tarihli bir padişah fermanıyla, askerlikten çıkarıldığı, nişan ve madalya beratlarının geri alındığı, fahrî yaverlik unvanının kaldırıldığı tescil edildi. 24 Ağustos'ta "Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" resmen kuruldu. 29 Ağustos günü Erzurum'dan ayrılan M. Kemal, geceyi Erzincan'da geçirip 2 Eylül'de Sivas'a geldi. 4 Eylül'de Sivas Kongresi toplandı. Burada yaptığı konuşmada; "Erzurum ve Sivas Kongrelerinin millî ruhu temsilen ve birbirini izleyerek toplanması, şüphesiz ki, kurtuluşa götüren iyi bir işarettir" diyerek bu hayırlı başlangıcın habercisi oldu. O'nun inancı "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır" cümlesinde ifadesini buluyordu. Yine O'nun Türk milleti 11 hakkındaki sarsılmaz kanaati şuydu: "Türkün haysiyet ve izzet-i nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır. Binaenaleyh, ya istiklâl, ya ölüm." 11.09.1919'da "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti"nin kurulduğuna dair resmî yazı, M. Kemal'in imzasıyla Sivas valiliğine verildi. 14 Eylülde Sivas'ta yayınlanmak üzere İrade-i Milliye adlı bir gazetenin çıkarılması kararı yine M. Kemal'e aittir (İlk sayısı bu tarihte neşredildi). 15.09.1919'da da M. Kemal, Heyet-i Temsiliye'nin Türk milletinin yetkili tek kuruluşu olduğunu duyurdu ve bütün idarî ve askerî makamların bu kararlara uyması konusunda bildiri yayımladı (16.09.1919). 07 Ekim 1919 Osmanlı kabinesi adına Cemal Paşa, "Kabine sizinle aynı fikirdedir." ifadesini içeren bir telgraf gönderdi. M. Kemal, 19 Aralık'ta Kayseri'ye geldi ve 27 Aralık günü de Ankara'ya intikal etti. 10 Ocak 1920'de Cemiyetin yayın organı Hakimiyet-i Milliye gazetesinin ilk sayısı yayımlandı. 28 Ocak 1920'de de Osmanlı Meclis-i Mebusunun gizli toplantısında Misak-ı Millî kabul edildi. (Bu durumun 17 Şubat 1920'de yabancı ülkelere duyurulması kararlaştırılmıştır.) Bu arada Anadolu'da yer yer düşmana karşı direnişler ve bunların olumlu sonuçlarının alınmasına başlandı. Bundan ciddi şekilde rahatsız olan İngiliz Yüksek Komseri Amiral Robeck, Lord Cürzon'a yazdığı bir yazıda şunları kaydetti: "Bizim aldığımız kararlara hürmet etmeyen yegâne halk, Türk halkıdır." 4 Şubat 1920'de M. Kemal'in rütbe nişan ve madalyaları iade edildi. Diğer yandan 16 Mart 1920'de İstanbul, İtilaf devletlerince fiilen işgal edildi. 19 Mart'ta M. Kemal Paşa, Ankara'da toplanacak millî meclis üyelerinin serbest bir seçimle belirleneceğine dair bir genelge yayımladı. Bu meclis; olağanüstü yetkilere sahip olacak ve millet işlerini yönetecek; aynı zamanda her faaliyeti denetleyecekti. 8 Nisan'da Anadolu Ajansını kurdu. 21 Nisan'da yayımladığı bir genelge ile, Meclisin 23 Nisan 1920 günü açılacağını duyurdu. 23 Nisan 1920 Cuma günü TBMM açıldı ve kendi ifadesiyle "... millî iradeye samimiyetle, kuvvetle dayanan" bu meclis, O'nu TBMM Başkanlığına seçti. 10 Mayıs'ta "Chicago Tribün" gazetesi muhabirine; "Milliyetçilerin görüşü şudur: Türkiye, Türkler içindir ve Türkiye bağımsız olmalıdır." diyen beyanatını verdi. 11 Mayıs 1920 İstanbul Divan-ı Harp Mahkemesince idama mahkûm edildi ve bu karar padişah tarafından 24 Mayıs'ta onandı. 2 Temmuz'da milleti birlik içinde, bağımsızlık içinde mücadeleye, Yunanlılarla savaşa çağıran bildiriyi yayımladı ve 15 Temmuz'da Ankara milletvekili olarak TBMM'de yemin etti. 19 Temmuz'da Meclis'e bilgi verip, Batı cephesine hareket ettikten dört gün sonra, Padişahın katılımıyla toplanan Osmanlı Saltanat Şûrası, Sevr Anlaşmasını kabule karar verdi. Bu anlaşma 10 Ağustos 1920'de imzalandı. Hürriyet ve demokrasi savunuculuğunu sadece kendileri için hak gören ve Türk milletinin tarihî karakteri hakkında asgarî bilgi ve yeterli idraki olmayan İtilaf devletlerinin hazırlayıp dayattıkları bu anlaşma, tarihte; saniye süresince bile Türk milleti ve onun seçilmiş meşru temsilcisi olan TBMM'ce kabul görmeyen, yırtılıp mazinin karanlıklarına gömülen; ayrıca, imzalayanları "Vatan Haini" olarak ilan edilen tek anlaşmadır. M. Kemal Paşa, 14 Ağustos'ta Meclis'te yaptığı konuşmada, "... Bu milletin akıbeti bu Mecliste kararlaştırılacaktır ve bu Meclis de koca Anadolu'ya, büyük millete dayanıyor. Neticede, İstanbul'u olduğu gibi, Trakya'yı da burası kurtaracaktır" diyerek, üç yıl sonrasında T.C. Devletine vücut verecek Lozan Antlaşması'nın esaslarını belirtmiş oluyordu. 20 Ocak 1921'de T.C. ilk Anayasası kabul edildi ve 25 Ocak'ta İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Gurzon, Paris'teki bir toplantıda; "İstanbul hükümeti felç hâlinde ve M. Kemal Türkiye'nin gerçek hakimidir." diyerek, M. Kemal'in önderliğindeki kurtuluş hareketinin ve onun liderinin uluslararası zeminlerde de kabul edildiğini belgelemiş oldu. Dış ülkelerde kabul edilen yeni ve gerçek "Milli İradenin" Osmanlı hükümetince de kabulü, Sadrazam Tevfik Paşanın 27 Ocak 12 1921 günlü, M. Kemal'e çektiği şu telgrafla da tescil edilmiştir. "Londra'da toplanacak barış konferansı için, Osmanlı heyetine katılmak üzere, Büyük Millet Meclisinden bir üyenin isminin bildirilmesini rica ederim." Buna TBMM Başkanı sıfat ve yetkisiyle M. Kemal Paşanın verdiği cevap, şudur: "Millî iradeye dayanarak Türkiye'nin mukadderatına el koyan yegâne meşru ve müstakil hakim kuvvet Ankara'da aralıksız toplanan TBMM'dir. Türkiye'ye ait bütün meselelerin halline memur ve her türlü haricî münasebetlere muhatap, ancak bu Meclisin hükümetidir." Daha işin başında iken 26 Şubat 1921'de Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit'e verdiği bir beyanatta "Türkiye'nin bugünkü ve gelecekteki rejimi ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’esasına dayalıdır ve dayalı olacaktır." diyerek rejimin adını koymuştur. Kurtuluşa; milletimizi taşıyacak olan TBMM'nin, 16 Mart 1921'de Rus Devleti ile yaptığı Moskova anlaşması, yeni Türk devletinin şahsiyetinin kabul ve kararlılığının somut ve anlamlı bir belgesidir. 1 Nisan 1921'de 2. İnönü Savaşı'nın kazanılması ve Türk ordularının sahip olduğu mevzilerdeki olağanüstü direnişi, işgal kuvvetlerinin gözünü korkuttu. 10 Mayıs 1921'de General Harrington, İngiliz makamlarına yazdığı bir yazıda "Mustafa Kemal tamamen haşindir. Bizim içerde ve dışarıdaki güçlerimizi iyi bilmektedir. Tarafsızlığımıza inanmamaktadır. Yunanlıları yine yeneceğinden ve daha sonra da bizi buralardan kovacağından emin gibidir." ifadesi yer aldı. M. Kemal Paşa 11 Mayıs 1921'de Anadolu ve Rumeli Hukuk Grubu Başkanlığına seçildi. 10 Temmuz 1921 günü Yunanlılar, çok plânlı ve güçlü olarak taarruza başladılar. M. Kemal Paşa Batı Cephesi Harp Karargahına giderek, Türk ordusunun; Sakarya'nın doğusuna kadar çekilip, yeniden tertiplenmesi kararını verdi ve uyguladı. 5 Ağustos 1921'de M. Kemal Paşaya TBMM'ce 3 ay süreyle Başkomutanlık görevi ve yetkisi verildi. 11 Ağustos 1921'de yine bir Amerikalı gazeteciye verdiği beyanatta, kendi kararlığını ve milletine olan güvenini şu cümlelerle ifade etmiştir. "Biz Türkiye'nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü kurtarmaya çalışıyoruz. Allah'ın yardım ve Türk milletinin yenilmez kuvveti sayesinde amacımıza ulaşacağız." 23.08.1921'de başlayan ve 22 gün 22 gece devam eden Sakarya Meydan Savaşını en ileri hatlarda yönetti ve bu arada TBMM'ne, sürekli bilgi verdi. Yabancı gazetecilere beyanlarda bulundu. 13 Eylül 1921'de Yunan ordusunu Sakarya nehrinin batısına attı ve 14 Eylül'de genel seferberlik ilan ederek, Milletinin bütün gücünün kurtuluş amacına tahsisini istedi. 19 Eylül'de Ankara'ya dönüp TBMM'ne Sakarya Meydan savaşı hakkında bilgi sundu ve Meclis kendisine kanunla Gazilik unvanı ve Mareşal rütbesi verdi. 20 Ekim 1921'de TBMM, Fransız hükümeti ile Ankara Anlaşmasını imzaladı ve 31 Ekim'de Gazi M. Kemal'in başkomutanlık süresi 3 ay daha uzatıldı. Gazi M. Kemal'in önderliğindeki hareketin başarıları, dünyanın ileri gelen devletlerini ciddi endişeye şevketti. Bu endişenin temelinde, Milli Mücadele harekâtının nereye kadar genişleyeceği ve nerede duracağı konusundaki belirsizlik vardı. Yabancı gazetecilerin bu amaçla sordukları bir soruya siyasî lider M. Kemal "Türk barış şartları, Misak-ı Millî'nin ilan edildiği 28 Ocak 1921’den beri herkesçe bilinmektedir" cevabını vermiştir. 4 Şubat 1922'de başkomutanlık süresi 3 ay daha uzatıldı. (Aynı görev ve sorumluluk süresi 6 Mayıs ve 4 Ağustos 1922 tarihlerinde de uzatılmıştır.) 26 Ağustos 1922 sabahı Kocatepe'den yapılan topçu ateşiyle başlayan ve tarihe Başkomutan Meydan Muharebesi diye geçen Büyük Taarruzu M. Kemal Paşa; cephenin en ileri noktalarından idare etti ve 30 Ağustos'ta zaferin kazanılması ile sonuçlanan bu savaşın neticesinde, orduya hitaben yayınladığı emirde "Ordular İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!" ifadesini kullandı. Bu komut; Yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluşunu müjdeleyen kesin bir zaferin hedefini belirliyordu. Bu sonucu, İstanbul'da bulunan İngiliz işgal ordularının başkomutanı General Harrington kendi ülkelerine şu telgraf metni ile duyurmuştur.: "Durum çok vahimdir. Ateşkes görüşmeleri için zaman yok. Yunanlı Anadolu'dan kaçıp kurtulmaktan 13 başka bir şey düşünmüyor." Bu telgrafın çekilişinden bir gün sonra 7 Eylül 1922’de mağrur Fransız generali Gouraud, Gazi M. Kemal Paşaya zaferi kutlayan bir telgraf çekmek zorunda kalmıştır. 9 Eylül 1922'de Türk süvarileri İzmir'e girdi ve 3.5 yıldan beri; kiralık Yunan orduları tarafından halkı zulüm gören, toprağı kirletilmeye çalışılan İzmir, gerçek ve ezelî sahiplerine kavuştu. 10 Eylül'de İzmir'e gelen Gazi M. Kemal Paşa; halkı, "Bu başarı milletindir." diye selamlayıp kutladı. 12 Eylül'de İzmir'den Türk milletine hitaben yaptığı duyuru, büyük bir müjde olduğu kadar, müstesna bir edebî üslûp numunesidir: "Akdeniz; askerlerimizin zafer taarruzlarıyla dalgalanıyor. Ordularımızın kabiliyet ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza güven verecek bir mükemmellikte kendisini gösterdi. Büyük zafer özellikle senin eserindir. Büyük ve soylu Türk Milleti! Anadolu'nun kurtuluş zaferini tebrik ederken sana İzmir’den, Bursa'dan, Akdeniz ufuklarından orduların selamını da sunuyorum." Ülkenin İtilaf Devletlerinin kira ile görevlendirdiği hain ve vahşi düşman çizmesinden kurtuluşunun sadece askerî plânlarını yapmak ve uygulamakla yetinemeyen Gazi M. Kemal Paşa, 16-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Ankara'da Maarif Şurasını toplamış ve açılışına katılarak şunları söylemiştir: "Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa varlığı ile, hakkı ile, birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumu ve millî fikirlerine zıt olan her fikirle azim ve kararlılıkla mücadele etmeleri gereği telkin edilmelidir." Bu alandaki çalışmalarının sonucu olarak 19 Eylül 1922 günü İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Profesörler Kurulu kararıyla kendisine fahri profesörlük unvanı verildi. Askerî alandaki başarılarımızın sonucu olarak Yeni Türk Devletinin siyasî varlığını da kabule mecbur ve mahkûm edilen işgalci devletlerin teklifi ile 3 Ekim 1922'de Mudanya Konferansı toplandı ve 11 Ekim'de anlaşma imzalandı. Askerî liderlik görevini üstün bir başarıyla tamamlayan Gazi M. Kemal; ta işin başından beri; ilke olarak benimsediği tam bağımsızlığa dayalı, hür Türkiye devletinin dost - düşman bütün dünya devletlerince tanınmasının değişmez belgesi olan Lozan Antlaşmasının hazırlık safhasında verdiği şu beyanatla, kararını ve karanının içeriğini bütün insanlık âlemine duyurdu. "Millî Egemenlik uğrunda canım vermek, benim için vicdan ve namus borcu olur." 29 Ocak 1923'te Lâtife Hanımla evlendi. (Bu evlilik 5 Ağustos 1925'e kadar sürmüştür). 23 Haziran 1923'te İstanbul Üniversitesinin görevlendirdiği ilim heyetinin takdim ettiği fahrî profesörlük diplomasını aldı. 24 Temmuz 1923 tarihinde de Lozan Antlaşması imzalandı. 29 Ekim 1923'te Yeni Türkiye Devletinin yönetim biçiminin adı Cumhuriyet olarak konuldu ve aynı gün TBMM'deki 158 milletvekilinin tamamının oyu ile Gazi M. Kemal Türkiye Cumhuriyetinin birinci Cumhurbaşkanı seçildi. TBMM tarafından 21 Kasım da kendisine yeşil şeritli İstiklâl Madalyası verildi. Bu muhteşem sonucun temelini teşkil eden tam bağımsızlığın; sürdürülebilir bir niteliğe kavuşması için, yeni bir dizi değişimin gerçekleştirilmesini isteyen siyasî lider G. M. Kemal Paşa, bunun da temellerini daha ilk günlerde fikren atmıştı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti muasır medeniyet seviyesine çıkacak ve onu da zaman içinde aşacaktı. Bu cümleden olmak üzere; 3 Mart 1924’te İnkılâp kanunlarımızın birincisi olan Tevhid-i Tedrisat (Her kademedeki ve türdeki öğretim faaliyetinin Maarif Vekâletinin gözetim ve denetimine verilmesi) kanunu kabul edildi. Bunu aynı tarihte çıkarılan Hilafetin kaldırılması ile Evkaf ve Şerriye Vekâletiyle, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin lağv edilmesini hükme bağlayan kanunların kabulü takip etti. Bu köklü yeniliklerin paralelinde olmak üzere; 20 Nisan 1924'te de TC.'nin Anayasasında yapılan değişiklikler gerçekleştirildi. Bütün bu yenilikler fiilen 14 ortaya konulurken dikkati çeken husus, bunların fikrî alt yapısının isabetle oluşması, genel bir kurallar dizisinin kararlılıkla hazırlanmasıdır. Buna örnek olarak G. M. Kemal'in 16 Eylül 1924'te Trabzon'da yaptığı bir konuşmanın içeriği gösterilebilir. "Bütün cihan bilsin ki, benim için bir taraflılık söz konusudur. O da Cumhuriyet taraftarlığıdır. Fikrî ve içtimai inkîlâp taraftarlığıdır. Bu noktada yeni Türk topluluğunda, her ferdin böyle düşündüğünü biliyorum." Yine dosta düşmana karşı 13 Ekim 1924'te Sivas'ta söylediği şu sözler, yapılacak yeni değişiklikler için kesin ve doğru hedefleri önceden belirtiyordu. "Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmaya gücü yetecek kadar kuvvetlidir. Türk vatanının her karış toprağı için bütün millet tek vücut olarak ayağa kalkar." 31 Ekim 1924'te bir Türk gazetesinde yayımlanan "Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare Cumhuriyettir" içerikli beyanı, O'nun milletini doğru tanımakta ve ona güvenmekteki gücünü gerçek bir kimlikle ortaya koymaktadır. İç ve dış düşman güçler tarafından aldatılmış şer odaklarının kurutulması için 4 Mart 1924'te Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edildi. Bunu yine İnkılâp kanunları olarak bilinen ve uygulanan (kaldırılması özel hükümlere tâbi olan) yenileştirici kanunî düzenlemeler takip etti. 25 Kasım 1925'te Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun, 30 Kasımda Tekke ve Zaviyelerle, Türbelerin kapatılması, 26 Aralık'ta Milletlerarası Saat ve Takvimin kabulü ve 17 Şubat 1926'da da Türk Medenî Kanununun kabulü sağlandı. 22 Nisan 1926'da da Borçlar Kanunu yürürlüğe konuldu. 14/15 Haziran 1926'da kendisine karşı bir suikast haberi alınıp önlendi. 30 Haziran 1927'de kendi isteği ile, askerlikten emekliliğine ilişkin kararname düzenledi. 15 Ekim 1927 günü başladığı büyük nutkunu 36 saat 33 dakikanın sonunda 20 Ekim'de tamamladı ve 1 Kasım 1927'de 2. defa Cumhurbaşkanlığına seçildi. 20 Mayıs 1928'de milletlerarası rakamların kullanımına ilişkin kanun, 1 Kasım 1928 tarihinde de 1353 sayılı kanunla "Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun" kabul edildi. 1 Ocak 1929 günü bu yeni harfleri öğretmek üzere millet mektepleri açıldı. 5 Ağustos 1929 tarihinde Millî Eğitim Bakanı aracılığıyla "Türkçe öğretmenlerine bu çok yüksek ve vatanî görevlerinde başarı" dileyen telgrafı çekip, bu yöndeki hassasiyet ve kararlılığını belirtti. O'na göre, Türk dili dünyanın en güzel ve en zengin dillerinden biri idi, fakat şuurla işlenmesi gerekiyordu. Türk dili milletimizin kalbiydi, zihniydi ve bu dilin yabancı tesirlerden kurtarılıp korunması, vatanımızın bağımsızlığı kadar önemliydi. Bu dilin etrafında kenetlenecek olan milletimizin kalbinde, Cumhuriyetin yerleştiğini görmek O'nun tek emeliydi. Ama ne yazık ki; O'nu bu kimliği ile yeteri kadar anlayamayanlar kendisini şahsî emeline mağlup bir kişi olarak görüp O'na ömür boyu Cumhurbaşkanlığı teklif edecek kadar yanılgı içine düştüler. Bu teklifi 25 Eylül 1930 tarihli şu beyanıyla reddeden Gazi M. Kemal, hakikî bir demokrasi aşığı ve millî irade hadimi olduğunu açıkça ortaya koymuştur. "Siz ve kamuoyu bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmeyecek, dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir manada telâkki ederim." 20 Aralık 1930'da Kırklareli'deki bir ziyaret sırasında söyledikleri ise Cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olan lâikliğin yasallaşacağının kamuoyuna duyurulmasıydı. "Cumhuriyetin temelinin lâik bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır..." İnkılâplar ve genç Cumhuriyetin nimetlerini Türk halkına tanıtmak için bütün yurdu dolaşıyor, birkaç kere geçirdiği kalp rahatsızlığına rağmen bu Cumhuriyeti emânet edeceği akla dayalı, teknolojiye açık, idealine bağlı bir gençlik yetiştirmek için âdeta çırpmıyordu. 15 4 Mayıs 1931'de 3. defa Cumhurbaşkanlığına seçildi. 12 Mayıs 1931 'de Türk Tarihi Tetkik, (Türk Tarih Kurumu) 12 Temmuz 1932'de de Türk Dili Tetkik (Türk Dil Kurumu) Cemiyetlerini kurdu. Hayatının sonuna kadar her iki kurumun bütün faaliyetlerini yakınen takip ve pek çok kongrelerine başkanlık etti. 29 Ekim 1933 günü Cumhuriyetin 10. Kutlama Töreninde "Ne mutlu Türküm diyene" altın, ne kelime, emsalsiz bir mücevher sergisinin nadide eseri hükmündeki cümlesiyle yeni bir Türklük kimliğinin doğuşunu müjdeledi. Bu tarihten sonraki günlerini, ülkenin her meselesinin o gün ve gelecekteki çözümüne ilişkin yeni, doğru ve uygulanabilir fikirler üreterek, bunların yılmaz takipçiliğini yaparak saniye saniye değerlendiren Gazi M. Kemal'in, çok yoğun bir yabancı ve yerli hükümet adamı ziyaretine zaman ayırdığına şahit oluyoruz. 24 Kasım 1934 tarihinden itibaren de şimdiye kadar her vatandaşın kafasına ilkeleri ve kalbine sevgisi yerleşerek O'nun manevî atası konumuna yükselmiş olan Gazi M. Kemal'e TBMM, Atatürk soyadını vererek bu sıfatı tescil etmiştir. 26 Kasım'da bazı lâkap ve unvanların artık kullanılmamasına ilişkin kanun, 3 Aralık'ta da bazı kıyafetlerin giyilemeyeceğini öngören inkılâp kanunu kabul edildi ve 5 Aralık'ta yürürlüğe giren bir başka kanunla; dünyanın birçok ülkesinden önce, Türk kadınına milletvekili seçme ve seçilme hakkı verildi. 1 Mart 1935'te TBMM'de 4. defa Cumhurbaşkanlığına seçildi. 27 Mayıs 1935'te kendisini ziyaret eden bir gazeteciye söyledikleri; Atatürk'ün siyasî liderliğinde, milletimizin azim ve kararı ile konulan Yeni Türkiye Cumhuriyetinin fikir plânında benimsediği, geleceğe ait temel görüşleri içeren çok anlamlı bir ifadedir. "Yeni Türkiye'yi görmüş ve tanımış olanlar bilirler ki, Türkiye Cumhuriyeti halkı, kendisine hedef olarak insanlık idealini ve kültürü seçmiştir. Türk'ün takip ettiği yeni yol ve varmak istediği hedef, kültür alanında yükselmek, insanlık yolunda ilerlemek ve elinden geldiği kadar barışa hizmet etmektir." Yine fikrî plânda olmak üzere 1 Kasım 1935'te TBMM'de yaptığı konuşmada, Türkiye Cumhuriyetini yönetecek olan kişi ve kadrolara nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair temel görüşlerini belirtmiştir. "Yaşanılan olaylar, Türk Milletine iki önemli ilkeyi hatırlatıyor. Yurdumuzu ve haklarımızı savunacak kuvvete sahip olmak. Barışı koruyacak milletlerarası iş birliğine önem vermek." Kültür meselelerine, dil ve tarih araştırmalarına verdiği önemin bir nişanesi olmak üzere, 9 Ocak 1936'da Ankara'da Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesinin açılışına önderlik etti ve açılışta bizzat bulundu. 20 Temmuz 1936’da Boğazlardaki hakimiyetimizi temin eden Montreux Anlaşmasının imzalanmasını, milletimizin yüksek kabiliyetinin ve ordumuzun yenilmez kuvvetinin eseri olarak değerlendirdi. Öz be öz bir Türk şehri olan Hatay'ın ana vatana kavuşturulması için yaptığı siyasî ve fikrî mücadele, 29 Kasım 1937 tarihinde bu ilin bağımsız bir devlet olmasını sağlamıştır. (23 Haziran 1939’da Hatay'ın ana vatana katıldığını maalesef görememiştir.) 5 Şubat 1937 tarihinde, TC. Anayasasında yapılan bir değişiklikle lâiklik ilkesi bu temel kanunun 2. maddesinde yer aldı. 11 Haziran 1937 tarihinde Başbakanlığa yazdığı bir yazı ile; bütün çiftliklerini ve diğer mallarını hazineye bağışladığını ve gereken işlemlerin yapılmasını istedi. 8 Temmuz 1937'de Afganistan, Irak ve İran ile Türkiye Cumhuriyeti devletleri arasında Sadabat Paktı imzalandı. 14 Eylül 193 7'de Akdeniz’in ortak güvenliği için işbirliğini öngören; Nyon Anlaşmasının imzalanması için gereken çalışmaları yaptırdı ve sonuçlandırdı. İnsanın; beden, zihin ve ruh kuvvetlerinin dinlenmeden ve ağır mes'uliyetleri yerine getirme yükünün altında yorgun düşmesi, her fani için olduğu gibi Atatürk için de mukadderdi. Nitekim, Yalova'da rahatsızlığının artması üzerine yapılan tıbbî muayenesinde kendisine, 22 Ocak 1938 tarihinde siroz başlangıcı teşhisi konuldu. 7 Şubat'ta bu rahatsızlığa bir de zatürree eklendi ve dehasıyla önderlik ettiği büyük milletimizle birlikte, yedi düvele meydan okuyan ve 16 baş eğdiren Atatürk'e, yatak istirahatı verildi. 25 Şubat'a kadar İstanbul'da ikamet eden Gazi M. Kemal Atatürk, bu tarihte Ankara’ya geldi ve 27 Şubat'ta ağır bir burun kanaması geçirdi. Yeteri kadar dinlenemediği için hastalık hızla ilerledi ve ciddî seviyede rahatsız etmeye başladı. 15 Mart 1938 tarihinde kendisini ziyaret eden Başbakan Celal Bayar'a hitaben "Çocuk ne yapacaksan çabuk yap. Ben hastayım." cümlesini kullandı. Aynı günlerde daha önceki bağışına konu olmayan mallarını, bir siyasî partiye ve Ankara Belediyesine bağışladığına dair gerekli belgeleri imzaladı. 29 Mayıs 1938 günü yapılan muayenesinde, karın bölgesinde su toplanmaya başladığı sonucuna varıldı. Bu üzücü durumuna rağmen; devlet işleri ve millet ile ilişkilerini aralıksız sürdürdü ve 4 Temmuz 1938 günü Hatay'a öncü kuvvetlerimizin girdiği haberini alması O'nu çok mutlu etti. 28 Ağustos'ta kendisini ziyaret eden Sabiha Gökçen'e "30 Ağustos'u bensiz kutlayacaklar. Oysa o kadar isterdim ki törene katılmayı. Çocuklarımızı görmeyi, modern araç ve gereçlerle donanan ordumuzun geçişini görmeyi. Biliyor musun Gökçen, bayrağımızı da özledim. Onun şöyle anlı şanlı dalgalanışını göklerle bütünleşmesini..." diyerek âdeta ebedî hayatın kokusunu aldığını ve bu dünyadaki özlemlerini dile getirmiştir. 7 Eylül 1938 günü Prof. Dr. M. Kemal Öke, karnından su aldı ve biraz olsun rahatladı. 18 Eylül'de ziyaretine gelen Başbakan Celâl Bayar'ın "Bizim bu işleri başarmamız için üç yıl süremiz vardır. Memleketin bütün kuvvet kaynaklarını seferber ederek bu işleri yapmak lâzımdır..." ifadesiyle, zamanının öyle fazla olmadığına dikkat çekmişti. Gazi M. Kemal Atatürk'ün son üç telgrafından birisi, Cumhuriyet hükümetinin halka sunduğu hizmetten duyduğu memnuniyeti ifade eden 9 Ekim 1938 günü demiryolunun Erzincan'a ulaştığı haberini veren Celâl Bayar'a yazdığı cevabî telgraftır. İkincisi, 15 Ekim'de, yine Celâl Bayar'ın belediye seçimlerinin sonucunu bildiren telgrafına verilen cevaptır ve biz bunu, O'nun milletimize sunduğu son hizmetin belgesi niteliğinde görüyor ve buraya alıyoruz. "İstiklâl Savaşı ve Türk inkılâbı her hamlesinde ve her safhasında, milletimizin yüksek siyasî ve medenî karakteriyle, memleket işlerindeki şuurlu birliğine dayanarak başarıya ulaşmıştır. Dün ve bugün olduğu gibi, yarın da memleket ve millet için yegâne kudret, saadet ve refah kaynağı inkılâp ilkeleri ve Cumhuriyet rejimidir." 16 Ekim günü girdiği ilk ağır koma durumundan 19 Ekim'de kurtuldu. 28 Ekim günü manevî evlâdı Sabiha Gökçen'in kendisini ziyaretinde söyledikleri, Büyük Önder'in bu fanî hayattan uzaklaşırken bile ilkelerine olan sadakatini ne güzel ifade ediyor: "Yarın bayram değil mi Gökçen? Bu günü halkımla, halkımın içinde kutlamak isterdim. Beni Cumhuriyet bayramından alıkoyan bu hastalığa lanet ediyorum." 29 Ekim 1938'de kutlanan Cumhuriyetin 15. kuruluş bayramında, Kahraman Türk Ordusuna ait asil duygularını ifade eden son sözlerini iletti. Bu sözler, Türk Ordusunun geçmişte olduğu gibi, hâl ve gelecekte de görevini başarı ile yapacağına olan güvenini dile getiren ve hitabet türünün ender örneklerinden biridir. 1 Kasım'da TBMM'nin 5. dönem 4. toplantı yılının açılışında, Başbakan Celâl Bayar tarafından okunmak üzere gönderdiği telgrafta şunları söylüyordu: "Memleketimizi her gün daha kuvvetlendirmek, her alanda her türlü ihtimallere karşı koyabilecek bir hâlde bulundurmak ve dünya olaylarının bütün safhalarını büyük bir uyanıklıkla izlemek, barışsever siyasetimizin dayanacağı esasların başlangıcıdır." (Z.C., Devre: cilt 28, s. 3-7). Büyük kurtuluşumuzun mümtaz liderinin son telgrafı, 2 Kasım 1938 tarihlidir ve TBMM Başkanı Abdülhalik Renda'ya çekilmiştir. Şu satırlardan oluşmaktadır: "Büyük Millet Meclisi'nin, yeni yıl çalışmalarına başlarken hakkımda gösterdiğini bildirdiğiniz yüksek 17 hislerden çok duygulandım. Büyük Komutan'a teşekkür ve derin saygılarımı arz ederim." (Vakit 8.11.1938). 7 Kasım günü üçüncü defa karnından su alındıysa da 8 Kasımda ikinci kez ağır bir koma hâli başladı. İki gün devam eden bu durumdan sonra, 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 09.05'te Allah'ın rahmetine kavuştu. Gazi M. Kemal'in sıhhati hakkında basında sık sık yazılar çıkardı. Bunlardan ciddî şekilde rahatsız olan büyük lider 12 Mart 1928'de Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan beyanatında şöyle demişti. "Mezkûr matbuatın bir kısmının -filvaki bir kısm-ı kalilinin- hastalığımdan bahsetmelerinin mânasını anlayamıyorum. Görüyorsunuz ki, sıhhatim mükemmeldir. Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok muharebelere iştirak ettim. Hattâ ölüm bir defa kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat mermi parçasının şiddetini kesretti. Sıhhatim tamamen yerinde, kuvvetim de hal-i inkişafta. Ölmeye asla niyetini yok..." Bu niyet manen gerçekleşti. En güç şartlarda omuzladığı; rütbesinden çok büyük millî mes'uliyetlerini, en yüksek seviyede başarıyla yerine getirdiği, önderlik ederek kurtardığı vatanın her köşesine adı nadide bir nakış olarak işlendi ve milletinin zihninde ve kalbindeki müstesna yerini alarak ebedîleşti. Hasta yatağında özlediğini söylediği Türk bayrağına sarılı tabutu 16 Kasım'da Dolmabahçe Sarayı'nın büyük salonunda ziyaret edildi. Üç gün devam eden bu törenden sonra 19 Kasım'da aynı yerde cenaze namazı kılındı. Aynı gün naaşı, önce Sarayburnu'nda Zafer Torpitosundan alınıp Yavuz Zırhlısına konarak İzmit'e, oradan da trenle Ankara'ya taşındı. Ankara istasyonundan top arabası ile TBMM'ne getirilen Gazi M. Kemal Atatürk'ün tabutu, burada yapılan törenden sonra 21 Kasım'da geçici kabir olarak belirlenen Etnografya Müzesine nakledildi. 9 Ekim 1944'te Ankara Rasattepe'de inşasına başlanan Anıtkabir, 1953 yılının kasım ayında tamamlandı. 10 Kasım 1953 sabahı; kurşun tabuttan alınan naaşı, ceviz ağacından yapılmış bir tabuta konulduktan sonra; aynı yılın 30 Ağustos’unda Harp Okulundan mezun olup yine bu okulda öğrenimlerine devam eden Subay Taburu mensubu genç subayların çektiği top arabasıyla Anıtkabir'e getirilip, uğrunda her şeyini feda edip, Türk gençliğine emanet ettiği vatan toprağında ebedî istirahata tevdi edildi. Dünyada; fikrî derinlikle devlet/siyaset adamlığını, askerî deha ile birleştirip ortaya, hür bir vatan, tam bağımsız bir millet ve bunların gelişip serpilip güçlenerek devamı için güvenilir/uygulanabilir ilkeler koyan gerçek liderlerin sayısı çok azdır. Bu seviyedeki kişilerin: "başkalarının örnek alabileceği kadar tamamlanmış bir bütünlük" gösterdikleri için, nadiren yetişen birer şahsiyet olduğu, her devirde ve herkes tarafından kabul edilmiştir. Mareşal, Gazi M. Kemal Atatürk'e ait bu kısa biyografi, inanıyorum ki, şu ilginç hatıra ile son bulmalıdır. 10 Kasım 1938 günü Atatürk'ün bu fanî hayata veda ettiğinin duyulması üzerine, İstanbul Üniversitesi'nde Hukuk profesörü olan Alman Hirch, rektöre ne yapılması gerektiğini sorar. Rektör: "Sayın profesör sizde böyle bir adamın ölümünde ne yapılıyorsa onu yapınız." der. Prof. Hirch'in cevabı: "Sayın Rektör, bizde şimdiye kadar böyle bir büyük adam ölmedi ki". 18 Eserleri: Takım Muharebe Talimi (çeviri) Selanik 1908. Cumalı Ordugâhı, Selanik 1909. Tabiye Tatbikat Seyahati, Selanik 1911. Arıburnu Muharebeleri Raporu (yayın tarihi 1968, yay.hzl. U. İğdemir). Tabiye Meselesinin Halli ve Emirlerin Yazılış Şekline Dair Öğütler, Edirne 1916. Zabit ve Kumandanla Hasbıhal, İst. 1918 (Yazılışı-1914). Nutuk, 2 cilt, (Son cildi belgelerden oluşmaktadır.) İst. 1927 (ilkbaskı). Nutuk, 3 cilt. İst. 1981, s. 1280. Söylev ve Demeçler, İst. 1945, 2 cilt, s. 584 (398 + 296), (1989'da Ankara'da 3 cilt hâlinde 913 s. olarak basılmıştır, 436+335+ 142). Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Ank. 2000, (Bu eserin 431 sayfalık kısmı Prof. Afet İnan tarafından yazılmıştır. 199 sayfalık bölümü ise, Atatürk'ün kendi el yazısı ile kaleme alınmış metinlerden oluşmaktadır). Kaynakça: Akçakayalı, Cihat, Atatürk, Ank. 1980. Akyüz, Yahya, “Atatürk'te N. Kemal'in Etkisi ve Abdülhamit Döneminde Yasak Kitaplara İlişkin İki Belge”, Belleten, Ekim 1981, ayrı basım. Atatürk, M. Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Yay. hazl.: Uluğ İğdemir, 1968. Atatürk, M. Kemal, Nutuk, C. 1 (1961, 1919-1920). Atatürk, M. Kemal, Söylev ve Demeçler, C. 1, C. 2. Atatürk'ün Özel Mektupları, 1970. Aydemir, Ş. Süreyya, Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa (1914-1922), 3. cilt, 1972. Baycan, Nusret, Atatürk'ün Nişan ve Madalyaları, 1986. Baycan, Nusret, Komutan Atatürk'ün Başarıları, Kazandığı Ödüller ve Şaşmaz Önerileri, 1981. Bayur, Y. Hikmet, Atatürk'ün Hayatı ve Eseri, 1963. Bozok, Salih-Cemil, Hep Atatürk'ün Yanında, 1985. Cebesoy, A.F., Millî Mücadele Hatıraları, 1953. Cebesoy, Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk, 1967. Conk, Cemil, Çanakkale Conkbayırı Savaşları, 1959. Cumhuriyet gazetesi, 16.10.1938. Gerçekçi, Hikmet, “İstanbul'dan Samsun'a Cehennemi 215 saat”, Hayat Dergisi, S. 21, 1969. Gnkur. As. Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı, Askerî Yönüyle Atatürk, 1981. Gnkur. As. Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbi (1965), C. 2,2. bs. Gnkur. Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, s. 64, Vesika Nu. 1446. Göçgün, Önder, Edebiyat Dünyası ve Atatürk, Ank. 1995. Gökbilgin, Tayyip, Millî Mücadele Başlarken, 1. kitap, 1959, 2. kitap. 19 Gündüz, Asım, Hatıralarım, Derleyen: İhsan Ilgar, İst. 1973. Gürok, Halil Gürdal, M. K. Atatürk, 1999. İğdemir, Uluğ, Atatürk'ün Yaşamı. Jaeschke, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, 1970. Karabekir, Kazım, İstiklâl Harbimiz, 1969. Karaçam, Nazif, Atatürk Kırklareli'nde, 1969. Kocatürk, Utkan, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ank. 1971. Koço, R. Ekrem, Osmanlı Tarihinin Panoraması, 1964. NESA Yayın Grubu, M. Kemal Atatürk, İst. 1999. Sevük, H., “Halk Gecesi”, Hakimiyet-i Milliye gazetesi, 10.04.1923. Şapolyo, E.B., K. Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, 1958, s. 117 vd. Şimşir, Bilal, İngiliz Belgeleriyle Sakarya'dan İzmir'e 1921-22/1972, s. 23. Tural, Sadık K., “Atatürk'ün Kültüre Bakışı veya Fikir Adamı Atatürk”, Türk Dili Dergisi, Ank. 1995, S. 527. Ulubelen, Erol, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, 1967. Uluğ, Naşit H., Atatürk Biyografisinin Esasları ve Belgeleri, 1975. Ünaydın, R.E., Atatürk'ü Özleyiş, 1957. Vakit gazetesi, 26.09.1930. Verel, Oktay, Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti (Sabiha Gökçen'in Anıları), 1982. Yalman, A. Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, C. 2, 1970. Yularkıran, Cevdet R., Reşit Paşa'nın Hatıraları, 1939. Zabıt Ceridesi, C. 1. 20