HEDEFLER İÇİNDEKİLER DİN PSİKOLOJİSİ: TANIMLAMA KAPSAM VE TARİHÇE • Din Psikolojisinin Tanımı , Konusu, İlkeleri, Amacı, Önemi ve Yararları • Din Psikolojisinin Disiplinlerarası Konumu • Din Psikolojisinin Araştırma Alanları • Din Psikolojisinin Tarihçesi DİN PSİKOLOJİSİNE GİRİŞ • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Din psikolojisini konusu, ilkeleri, amacı, önemi ve pratik yararlarıyla birlikte tanıyabilecek, • Din psikolojisinin disiplinlerarası konumunu kavrayabilecek, • Din psikolojisinin ilgilendiği ve araştırmalarını yürüttüğü alanları öğrenebilecek, • Din psikolojisinin başlangıçtan günümüze kadar tarihî geçmişi hakkında bilgi sahibi olabileceksiniz. Doç.Dr. Kerim Bahadır ÜNİTE 1 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe GİRİŞ İnsan davranışlarını araştırma konusu edinen psikoloji, varlığı ve varoluşu anlama çabasında felsefe ile başlayan arayış sürecinin insan merkezli nihai bilimsel ürünüdür. Pozitif bilimlerin gelişim sürecine ana hatlarıyla baktığımız zaman insan bilimlerinin ya da diğer adıyla sosyal bilimlerin, bilim tarihinde astronomi, coğrafya, matematik, fizik, kimya vb. bilimlerden daha sonra ortaya çıkıp geliştiğini tespit edebiliriz. Bireysel açıdan insanı anlama çabasının önemli bir neticesi olarak ortaya çıkan psikoloji, 19. yüzyıla kadar aşama aşama gelişen bilimsel inkişafın son halkasını teşkil eder. Bilimlerin bağımsızlık kazanmasını ifade eden bu aşamalı süreç, esasen insanın evrenden kendi özüne dönüşünün bilimsel serüvenine işaret eder. Başka bir ifadeyle varlığı anlamlandırma arayışında insan, önce içinde yaşadığı dünyayı sarmalayan sonsuz uzayı merak etmiş, gökyüzüyle ilgilenmiştir. Daha sonra merakını içerisinde yaşadığı dünyaya çevirmiş, somut yeryüzüyle ilgilenmiştir. 17-18. Yüzyıllarda özellikle Batı dünyasında ortaya çıkan ekonomik bilimsel ve sosyal değişmelerle birlikte ilgisi daha da özelleşerek toplumsal alana kaymıştır. Antropoloji ve sosyolojinin doğuşunu hazırlayan bu bakış, 1879 yılında Avusturya’da ilk deneysel psikoloji laboratuvarının kurulmasıyla odak noktasına ulaşmıştır. Bu gelişme, yaratılışın merkezindeki insanın kendini keşfedip özüne dönüşünün bilimsel bir ifadesi olarak kabul edilebilir. Din, insanla birlikte ortaya çıkmış ve varlığını onunla birlikte sürdüren bir değerler sistemidir. Davranış bilimi olarak psikoloji, insan bütününü konu edinir. Aynı bütünde din, temel niteliklerinden biridir. Kutsal kitapların takdim ettiği şekliyle din, ilk insanla birlikte başlayan ve dünyanın sonuna kadar varlığını sürdürecek olan kutsal bir değerler sistemidir. Kutsal kitapları destekleyecek tarzda antropolojik araştırmalar da dinin, insanlık tarihi kadar eski ve köklü bir geçmişe sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Günümüzde din-birey-toplum ilişkisini ele alan disiplinler, inanma ihtiyacının doğuştan var olduğu ve gelişim dönemlerine bağlı olarak farklı dindarlık şekilleri altında yapılandığı; ayrıca dinin kültürü ve toplumu tüm boyutlarıyla biçimlendirdiği hususu üzerinde birleşmektedir. Dinin bilimsel araştırmalara konu olması, sosyal bilimlerin tarihi geçmişiyle yakından ilişkilidir. Felsefeden-psikolojiye her sosyal bilimin muhtevasında yüzeysel ya da kapsamlı, olumlu ya da olumsuz birbirinden farklı çeşitli din anlayışlarının geliştiği tespit edilebilir. Bireysel yaşantılar çerçevesinde din ile ilişkili en önemli bilim dalı, kuşkusuz psikolojidir. Zira din, her şeyden önce “inanma ihtiyacı” ve “anlam arayışı” nın doğal tezahürü olarak psikolojik bir olgudur. Sistematik olarak davranış-din ilişkisi, psikolojide özel bir çalışma alanına karşılık gelir. Bu çalışma alanıyla doğrudan ilgilenen bilim dalı, psikoloji ile aynı bilimsel temelleri paylaşan “Din psikolojisi”dir. Din psikolojisi geliştirdiği teori, yöntem ve araştırma teknikleriyle insan hayatının tüm boyut ve aşamalarında din ile ilgili her şeyi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe araştırmayı amaçlayan bilimsel bir disiplin olup insanın düşünce, duygu ve eylem dünyasına hitap eder. DİN PSİKOLOJİSİNİN TANIMI, KONUSU, İLKELERİ, AMACI, ÖNEMİ VE YARARLARI Din psikolojisinin Tanımı, Konusu ve Temel İlkeleri Kutsal bir inanç ve uygulama sistemi olarak din, gelmiş geçmiş tüm insan topluluklarında olduğu gibi günümüzde mevcut tüm toplumlarda da varlığını sürdüren varoluşsal bir gerçekliktir. Tarihin en eski dönemlerinde bile çeşitli inanç, ibadet ve dinî tören izlerine rastlamak mümkündür. Güçlü bir değer kaynağı olarak din, kendini zihinsel-ruhsal ve kültürel-sosyal ifade şekilleri ile açığa çıkarır. Temel etkinlik alanı olarak din psikolojisi, dinin zihinsel-ruhsal ifade şekilleri ile ilgilenir. Din psikolojisi, dindavranış ilişkisini bilimsel yöntemlerle inceler. Din psikolojisi, psikolojinin bilimsel temelleri üzerinde yapılanır ve aynı araştırma yöntemlerini kullanır. psikolojiyi “insanın düşünce ve kanaatlerini, duygu ve tecrübelerini, tutum ve davranışlarını inceleyen bilim dalı” olarak tanımlamak mümkündür (Bkz. Baymur, 1995: 1). Bu durumda aynı temel ve ilkelere sahip din psikolojisi de “insanın dinî düşünce ve kanaatlerini, dinî duygu ve tecrübelerini, dinî tutum ve davranışlarını inceleyen bilim dalı” olarak tanımlanabilir. Dinî düşünce ve kanaatler; dinî inanç, bilgi, algı ve kavrayış gibi dinin zihinsel boyutuna işaret eder. Dinî duygu ve tecrübeler; güven, sığınma, bütünleşme ve sevgi gibi dinin ruhsal boyutuna işaret eder. Dinî tutum ve davranışlar ise; dua, ibadet, ayin ve tören gibi dinin bireysel ve toplumsal uygulama boyutuna işaret eder. Din psikolojisinin temel problemi “dindar insan”dır; dindarlıkla ilgili olumlu ya da olumsuz her türden eğilim ve içerikler, söz konusu bilim dalının ilgi alanına girer. Başka bir ifadeyle herhangi bir duygu, düşünce veya davranış, din ile ilişkilendirildiği andan itibaren din psikolojisinin konusu hâline gelir. Bu bağlamda olmak üzere dinî inanç, düşünce ve kabuller; dinî eğilim ve kabiliyetler; dinî güdü, ilgi ve istekler; dinî duygu ve tecrübeler; dinî tutum ve davranışlar; dinî gelişim ve yapılanma; dua, ibadet ve ayinler; tövbe, dine dönüş ve din değiştirme; mistik ve irrasyonel yaşantılar ya da dinî şüphe ve tereddütler, dogmatik ve fanatik dindarlık, dinden kopma ve inançsızlık gibi konular, din psikolojisinin ilgilendiği başlıca konular arasında sayılabilir. Din psikolojisi, dine psikolojik bakış açısıyla yaklaşan ampirik bir bilim dalıdır. Bu nedenle araştırmalarında psikolojinin kullandığı kişiye özel her türlü doküman, anket, test, görüşme, deney gibi objektif bilgi toplama teknikleri ve genetik, dinamik, pragmatik, psikoanalitik gibi değerlendirme yöntemlerini kullanır. Din Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe psikolojisinin hareket noktası somut insandır. O, dinin kendisiyle değil, dini yaşayan insanın davranışlarıyla ilgilenir (Bkz. Hökelekli, 2001: 10-18). Din psikolojisi, dine psikolojik bakış açısıyla yaklaşan ampirik bir bilim dalıdır. Din psikolojisi temel ilke olarak Tanrı, Aşkınlık, Kutsal gibi kavramlarla dile getirilen ve yapı açısından insan aklının kavrayamadığı; bilimin sınırlarını aşan irrasyonel varlık ve konuları, araştırma alanının dışında tutar. Neden ve sonuçlar üzerinde yorumlar yaparken tabiatüstü açıklama biçimlerinden uzak durur. Din psikolojisi dinin ilahi boyutunu değil, insani boyutunu araştırır; dinî olguları, bireyi etkilediği ölçü ve boyutlarda dikkate alır. Din psikoloğu, bilim adamı niteliğiyle bir insanın neye niçin ve nasıl inandığını inceleme konusu edebilir; fakat o, bir insanın inancının doğru olup olmadığıyla ilgili herhangi bir kanaat ileri süremez; başkalarının inandıklarına olumlu ya da olumsuz herhangi bir değer biçemez. Aynı şekilde din psikolojisi, kullandığı veri toplama teknikleriyle bir dindarın din ile ilişki düzeyini kesin olarak belirleyemez. Sadece güçlü tahminlerde bulunabilir. Örneğin velilik düzeyini ölçebilecek bir psikolojik testten söz edilemez. Din psikoloğu, bilimsel çalışmalarında tarafsız davranmak, kişisel değerlerini, dinî kabul ve kanaatlerini araştırmalarının dışında tutmak zorundadır. Çalışmalarında o, tüm dinî öğreti veya kurumlara eşit mesafede durur; hiçbiri arasında ayırım yapamaz. Aynı şekilde herhangi bir din ve değer sisteminin savunmasını yapamayacağı gibi, hiçbir dinî yaklaşımı da küçümsemez (Certel, 2003: 36). Din psikoloğu, sadece dinin insan hayatı üzerindeki gözlemlenebilir ve ölçülebilir yansımalarıyla ilgilenir. Din psikoloğu, olay ve olgular karşısında tarafsız olmak zorundadır. Özetle din psikolojisi, din ile olumlu ya da olumsuz bağlar kuran insanın ruhsal derinliklerinde tecrübe ettiği ve davranış şekilleri olarak dışarıya aktardığı dinî yansımaları, bu yansımaların ortaya çıkmasında etkin olan muhtemel iç ve dış dinamikleri bir bütün olarak incelemeye çalışır. Ulaştığı sonuçlar, insanı tanıma ve anlama çabasında önemli ipuçları olarak değerlendirilir ve ileri araştırmalara uygun bir zemin hazırlar. Din psikolojisinin Amacı, Önemi ve Pratik Yararları Pozitif bilimlerin en ayırıcı niteliklerinden biri, olgu ve olayları oldukları gibi tanımlama ve tahlil etme prensibine bağlı hareket etmektir. Bu nitelik, aynı zamanda bilimlerin temel amaç ve ilkelerini belirler. Buna göre “psikolojinin temel amacı, çeşitli uyarıcılarla güdülenmiş insanın ‘nasıl’ ve ‘niçin’ davranışta bulunduğunu araştırmak; psikolojik olayların bağlı olduğu esasları tarafsız bir yaklaşımla ortaya koymaya çalışmaktır.” (Baymur, 1994: 2-3). Böylece insanı daha iyi anlama, onun daha olumlu yönde gelişmesinde bilimsel katkı sağlama imkânı artmış olur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe Din psikolojisinin amacı, din ile ilişkisinde bireyin “niçin” ve “nasıl” davrandığını ortaya koymaktır. Aynı çerçevede “Din psikolojisinin amacı da, olumlu-olumsuz, samimiyüzeysel, güçlü-zayıf… din ile herhangi bir şekilde ilişkili olan insanın ‘nasıl’ ve ‘niçin’ davranışta bulunduğunu din psikolojik bakış açısıyla araştırmaktır.” İnsanın dinî hayatını bütün genişliği, derinliği ve bağlantıları içerisinde incelemek, din psikolojisinin hedef alanını teşkil eder (Peker, 2008: 34). Bu bağlamda din psikoloğu, dinî hayatın doğuşuna ve gelişmesinde etkili olan iç ve dış faktörleri ve bu faktörler arasındaki muhtemel ilişkileri tahlil etmeyi; dindarın kişisel/subjektif dinî hayatıyla ilgili mümkün olduğunca objektif/tarafsız bulgulara ulaşmayı, bilimsel tutum gereği olarak amaç edinir. Din psikolojisi, gerek bireyin kendi dinî hayatının temel dinamiklerini tanımasında ve gerekse kendi dışındaki sosyal çevrede mevcut dinî yapı ve ilişkileri algılamasında sağladığı çok yönlü bilgi ve uygulama desteği açısından büyük bir önem arz eder. Aynı şekilde bu bilim dalı, din eksenli mesleklerin icra edilmesinde sunduğu tanılama ve metodik destekle de önemli bir hizmet görür (Kayıklık, 2011: 28-34). Bu hususlar üzerinde kısaca durmakta yarar vardır: Din psikolojisi, hem bireysel ve çevresel dinî hayatın tanınmasında; hem de aile içi ve dış çevre ilişkilerinin düzenlenmesinde önemli katkılar sağlar. Her şeyden önce din psikolojisi, “din ile ilişkim nedir”, “nasıl bir dindarım”, “dindarlığımın kaynakları, kalitesi ve düzeyi nedir?” gibi çoğaltılması mümkün öze dönük sorularla kişisel dindarlığın nicelik ve niteliği hakkında fikir edinilmesinde yardımcı olur. Din psikolojisi aracılığıyla dinî yaşayışın temel kaynakları, dinamikleri ve gelişim nitelikleri hakkında bilgi sahibi olan birey, kendi dinî duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını daha doğru ve sağlıklı bir şekilde anlayabilir; dolayısıyla daha bilinçli bir dindarlık biçimi geliştirebilir (Bkz. Yavuz, 1988: 254). Örneğin, din psikolojisinin önemli konularından biri olarak dinî güdülerle ilgili yeterli bilgiye sahip olan dindar, yaptığı dua ve ya ibadeti gerçekten dinî inancının bir gereği olarak mı yaptığını; yoksa onun aracılığıyla dünyevi bir menfaate ulaşmak ya da cezadan kurtulmak amacıyla mı yaptığını daha gerçekçi bir şekilde anlayabilir (Kayıklık, 2011: 29). Bu örnekte işaret edildiği gibi din psikolojisi bilgisi, bireye kendi dinî inanç ve değerlerini amaç ya da araç olarak kullanıp kullanmadığı hakkında bilinçli bir değerlendirme imkânı sağlar. Bunun dışında ayrıca o, doğuştan nasıl bir dinî kapasiteyle geldiğini; çocukluktan bulunduğu gelişim dönemine kadar nasıl bir dinî hazır oluş ve yapılanmadan geçtiğini; kişilik, benlik ve kimlik gelişiminde dinin ne tür katkılar sağladığını; yaşadığı sıra dışı tecrübelerin din ile ne kadar ilişkili olduğunu bilimsel bir bağlamda daha doğru kavrayabilir. Din psikolojisi, aile içi ilişkilerin düzenlenmesinde tanıma, açıklama ve denetleme açısından önemli bir hizmet görür. Özellikle dindarlık bağlamlı ebeveynçocuk ilişkisinde, önemi daha da artar. Çocuğun veya ergenin dinî gelişim sürecinin zihinsel ve psiko-sosyal temelleri, dinî hazır oluş, dinî gelişim aşamaları, dinî aydınlanma, dinî kriz ve dine dönüş gibi pek çok konuda din psikolojisi, yetişkinlere Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe önemli bilgiler sağlar (Kayıklık, 2011: 33). Bu bilgilerin farkında olan anne-babalar, çocuklarıyla ilgili gerek dinî fırsatları değerlendirme ve gerekse muhtemel dinî krizleri önleme ya da çözme yönelişlerinde daha doğru ve tutarlı tutumlar geliştirebilirler. Din psikolojisi, özellikle ilahiyat ve din merkezli mesleklerde görev yapan hizmet gruplarına sağladığı pratik yararlar açısından da özel bir anlam taşır (Certel, 2003: 35; Kayıklık, 2011: 30-34). Çalışma alanları geniş olan ilahiyat fakültesi mezunları, lisans süresince aldıkları din psikolojisi bilgi ve formasyonuyla muhataplarına daha kaliteli ve işlevsel bir hizmet verebilirler. Gerek meslek dersleri öğretmeni ya da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak Milli Eğitim Bakanlığına bağlı kurumlarda hizmet veren eğitimcilerin; gerekse müftü, vaiz, murakıp, imam-hatip ya da müezzin olarak Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı kurumlarda görevlerini sürdüren din görevlilerinin muhataplarıyla etkili iletişim kurma, doğru bilgi aktarma ve meslek ilkelerine uygun davranış biçimi geliştirme çabalarında din psikolojisinden yararlanabilecekleri pek çok imkân söz konusudur. Bireysel Etkinlik Diğer taraftan din psikolojisi, insanı anlama amacı güden ve bu amaç uğruna çeşitli araştırmalar yürüten başta psikoloji olmak üzere tüm “sosyal bilimler” için önemli bir referans kaynağıdır. Zira insanın ruhsal ve toplumsal hayatını düzenleyen en önemli olgulardan birisi de dindir. Din ile olan güçlü ilişkisini hesaba katmayan disiplinlerin, insanı anlama çabasında tatminkâr bir başarıya ulaşması son derece zordur. Son olarak din psikolojisi, aynı etkinlik alanında farklı çalışmalar sürdüren din eğitimi, din sosyolojisi, din felsefesi, dinler tarihi gibi “din bilimleri” için; aynı şekilde kelam, hadis, tefsir, fıkıh gibi insan davranışlarının nasıl olması gerektiğiyle ilgili hükümler koyan ve yorumlar üreten “ilahiyat ilimleri” için önemli bir veri kaynağı teşkil eder. İlahiyat ilimlerinin başarısı, ilahî mesajın muhatabı olan insan ruhunun dinî boyutunu tanımaya bağlıdır. Zira Kuran ve hadislerin muhtevasında, insan davranışlarıyla doğrudan ilgili pek çok konu işlenmektedir. • Din Psikolojisinin bireysel ve çevresel yararları üzerinde fikir yürütünüz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe DİN PSİKOLOJİSİNİN DİSİPLİNLERARASI KONUMU Din psikolojisi, disiplinlerarası bir konuma sahiptir. Din psikolojisinin odağını din ile ilişkili somut insan teşkil eder. Bu nedenle insan ile ilişkili her konu ve alan, aynı zamanda din psikolojisinin ilgi alanına girer. Böylesi geniş bir çerçeveden bakıldığında, din psikolojisinin insan merkezli tüm disiplinlerle yakın ilişki kurabilecek önemli bir noktada bulunduğu sonucuna ulaşılır. Buna göre din psikolojisi, bilimsel bağlantıları açısından sosyal bilimler (insan bilimleri), din bilimleri ve ilahiyat ilimlerinin (dinî ilimler) kesiştiği noktada “disiplinlerarası” bir konuma sahiptir. Bu önemli konumu itibarıyla din psikolojisi, çift yönlü bir alışveriş yürütür: Bir taraftan ilişkili olduğu disiplinlerle bilimsel araştırmalara dayalı psiko-sosyal verilerini paylaşırken diğer taraftan da söz konusu disiplinlerin bulgu ve değerlendirmelerinden yararlanır. Din psikolojisi ve Sosyal Bilimler “Sosyal Bilimler” kavramı; insanın zihinsel, ruhsal, toplumsal, tarihsel… tüm boyutlarını içine alan olabildiğince geniş çerçeveli bir kavramdır. Felsefe, tarih, antropoloji, sosyoloji, psikoloji, bu çerçeve içerisinde sayılabilecek bilimsel disiplinlerin başlıcalarıdır. Bunlar arasında din psikolojisinin en fazla ilişkili olduğu disiplin, kuşkusuz “genel psikoloji”dir. Daha önce de ifade edildiği üzere din psikolojisi, genel psikolojinin kullandığı bilimsel ilke, yöntem ve tekniklerle araştırmalarını sürdürür. Bu ortaklık, doğal olarak din psikolojisini sosyal psikoloji, gelişim psikolojisi, kişilik psikolojisi, eğitim psikolojisi gibi akademik psikolojinin alt dallarıyla da ilişkili kılar. Aralarındaki ortak niteliklerden ötürü din psikolojisini genel psikolojinin alt akademik dalları arasında sayanlar çoktur. Bu iddianın haklı tarafı olmakla birlikte, diğerlerinden farklı olarak merkez aldığı din konusu nedeniyle din psikolojisini, genel psikoloji grubu yerine din bilimleri grubu içerisinde kabul etmek daha uygundur. Hangi durumda olursa olsun netice olarak din psikolojisi, bireylerin davranışlarını yorumlarken insan bilimlerinin sunduğu zengin bilgi ve bulgu malzemesinden yararlanırken aynı zamanda bulgularıyla, yararlandığı malzemeyi daha da zenginleştirir. Din psikolojisi ve Din Bilimleri Din bilimleri, din olgusuna sosyal bilimlerin bakış açısıyla yaklaşır. Din bilimlerini genel anlamda “din konulu bilimler” olarak tanımlamak mümkündür. Bu disiplinlerin ortak paydaları dindir. Din bilimleri, din olgusuna sosyal bilimlerin bakış açısıyla yaklaşır. İlke olarak herhangi bir dinin savunmacılığını üstlenmedikleri gibi hiçbir dinî yaklaşımı da reddetmezler. Din bilimlerinin amacı, dinin insan ruhu, toplum ve kültür üzerinde ne tür etkiler icra ettiğini ortaya koymaktır. Bu nedenle, dinî esaslardan hareket eden ve öne Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe sürdüğü değer yargılarıyla insanın nerede nasıl davranması gerektiğini ortaya koyan hadis, tefsir, kelam, tasavvuf gibi “ilahiyat ilimleri/dinî ilimler”den farklı bir bakış açısına sahiptirler. Bir ilahiyatçı ile din bilimci arasındaki en önemli fark, ilahiyatçının dini, vahiy eksenli anlamaya ve açıklamaya çalışmasına karşın, din bilimcinin dini, sosyal bilim eksenli anlamaya ve açıklamaya çalışmasıdır. İlahiyat ilimlerinde Tanrı, peygamber, kutsal kitap gibi iman esasları mutlak gerçek kabul edilip dinin insandan ve toplumdan ne istediği öğrenilmeye çalışılır. Din bilimlerinde ise, metafizik kökeni ve boyutu üzerinde durulmaksızın dinin birey, toplum ve kültürdeki yeri araştırılıp açıklanmaya çalışılır. Din psikolojisinin de dâhil olduğu din bilimlerinin her biri, din olgusuna farklı bir açıdan yaklaşır, dinin farklı yapı ve işlevleriyle ilgilenir. Başka bir ifadeyle bilimsel temelleri ortak olmasına karşın pratikte her din biliminin kendine özgü bir din algısı ve bu algıya bağlı farklı bir açıklama tarzı mevcuttur. Din psikolojisinin bilgi ve deneyim paylaşımında bulunduğu başlıca din bilimleri şunlardır: Din sosyolojisi, dinin toplumsal boyutuyla ilgilenir. Din fenomenolojisi dinin olgusal; din antropolojisi, dinin kültürel; din felsefesi, dinin düşünsel; dinler tarihi ise, dinin tarihsel boyutuyla ilgilenir. - Din Sosyolojisi: Dinin toplumsal boyutuyla ilgilenir. Genel anlamıyla “sosyolojik teori ve fikirlerin din alanına uygulanması” şeklinde tanımlanan din sosyolojisi, dinlerin inanç sistemlerinin, ibadet şekillerinin ve çeşitli dinî kurumların toplum hayatıyla; toplum hayatının da genel olarak din ile karşılıklı ilişki ve etkileşimlerini inceleyen bir disiplindir. Din psikologları, dinî olguları bireysel çerçevede ele alıp incelerken din sosyologları, toplumsal bağlamda ele alıp incelerler. Bireyin dindarlığı toplumsal bir yapılanma içerisinde geliştiğine göre din sosyolojisi, din psikolojisinin karşılıklı alışverişte bulunduğu en yakın din bilimlerinden biridir. - Din Fenomenolojisi: Dinin olgusal boyutuyla ilgilenir. Bu bilim dalı, dinlerde ortaya çıkan tüm dinî olguları sistematik ve karşılaştırmalı olarak ele alır, onların özünü anlayıp yorumlamaya çalışır. Her dinin yapısındaki dinî eylemler ve inançlar, diğer dinlerdekilere belli bir dereceye kadar benzerlik gösterir. Din fenomenologları, dinî olguların değişmiş veya dönüşmüş şekillerinin ötesindeki ortak karakterlerini anlamaya, onları kendi asıl özgünlüğü içerisinde tanımaya çalışırlar. Bireyin dindarlığı dinî fenomenlerle kurduğu ilişki çerçevesinde oluşup geliştiğinden dolayı din psikolojisi, din fenomenolojisinin analiz ve değerlendirmelerinden önemli ölçüde yararlanır. - Din Antropolojisi: Dinin kültürel boyutuyla ilgilenir. Bu bilim dalı, çeşitli toplumlarda zamana ve mekâna özel bir takım dinî inanç, ibadet ve uygulamaların kültür yansımalarını araştırır. Din antropologları, farklı kültürlere sahip toplumlarda ortaya çıkan dinî semboller, mitler, dinî Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe ayin, dinî tören ve dinî hareketlerin görünümlerini, anlamlarını, benzerlik ve farklılıklarını araştırıp tespit etmeye çalışırlar. Dindarlık kültürlerde hazır bulunan dinî yapıların içselleştirilmesini ifade ettiği için din antropolojisi, din psikolojisine önemli veriler sağlar. - Din Felsefesi: Dinin düşünsel temelleriyle ilgilenir. Bu bilim dalı, dinî inanç, tecrübe ve olguları felsefî bakış açısıyla ele alıp değerlendirir. Din filozofları, dinin kaynakları, temel iddiaları ve yansımaları hakkında rasyonel, objektif, geniş kapsamlı ve tutarlı düşünceler üretirler ve bu düşünceler üzerinde tartışırlar. Dindarlık, büyük ölçüde zihinsel süreçlere bağlı ortaya çıkıp gelişen bir yapı arz ettiği için din felsefesi, din psikolojisi için önemli bir referans kaynağı teşkil eder. - Dinler Tarihi: Dinin tarihsel gelişimiyle ilgilenir. Bu bilim dalı, insanlık tarihi boyunca dinlerin, ortaya çıkış sebeplerini, tarihsel gelişimlerini, önemli şahsiyetlerini, inanç esaslarını ve uygulama biçimlerini araştırır. Din tarihçileri, dinin ortaya çıkış sebeplerini, tarih içerisinde aldığı şekilleri, dinî tecrübenin algılanış ve ifade ediliş biçimlerini objektif metotlarla ortaya çıkarıp açıklarlar. Dindarlık, bağlanılan dinin geçmiş kökleriyle anlam bulduğu için din psikolojisi, araştırmalarında ve açıklamalarında dinler tarihinden yararlanır. Din psikolojisi ve İlahiyat İlimleri İlahiyat İlimleri, insanın “niçin” ve “nasıl” davranması gerektiğiyle ilgilenir. İlahiyat ilimleri, en genel anlamıyla yaratılış amacına uygun düşecek şekilde insanın “niçin”ve “nasıl” davranması gerektiğiyle ilgili hüküm ve açıklamalardan oluşan dinî mesajları anlamaya, yorumlamaya çalışan disiplinlerdir. Dindarlık, ilahî boyut açısından temelleri kutsala dayanan bir kişilik yapılanmasıdır. Kelam, fıkıh, tefsir, hadis, İslam tarihi… gibi ilahiyat ilimleri, kutsalın temel niteliklerini, dinî serüvenini ve insana yönelik boyutlarını ele alıp değerlendirir. İlahiyat ilimleri, imandan uygulamaya kadar dinî hayatın yapı taşlarıdır. Buna göre, bir dinin kendine özgü sembol, inanç, ibadet ve ahlak anlayışı, o dine inananların davranışlarını anlamada temel referans noktalarını teşkil eder. Herhangi bir dinî davranışı, dayandığı bu temel referansları ya da dinî arka planı dikkate almaksızın, sadece dışarıdan gözlemlemekle doğru ve gereğince yorumlayabilmek, mümkün değildir. Zira davranışların dinî görüntüsü, ancak ruhun derinliklerinde kök salmış dinî dinamiklerin etkisiyle biçimlenebilir. Bu durumda din psikoloğu, din ve davranış ilişkisini ele aldığı tüm araştırmalarında dinin insanî ve dışa yansıyan boyutu yanında, ilahî ve içkin boyutunu da hesaba katmalıdır. Sonuç olarak, hangi sınıflama grubunda bulunursa bulunsun insanı merkez alan ve onun davranışlarıyla yakın-uzak ilgilenen her disiplin, din psikolojisinin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe Tartışma forumu Tartışma çalışma arkadaşı sayılır. Aradaki ilişki ve etkileşim, bazı disiplinler açısından çok güçlü ve kaçınılmaz iken bazıları için orta düzeyde ya da zayıf olabilir. Bu noktada din psikolojisinin disiplinlerarası konumunu bir fikir vermesi açısından şu şekilde formüle etmek mümkün görünmektedir: “Din psikolojisi; çalışma ilke, yöntem ve teknikleri açısından genel psikolojiye; işlediği konular açısından din bilimlerine; bireysel dindarlığın kaynaklarına olan ilgisi açısından ise, ilahiyat ilimlerine bağlı çalışmalar sürdüren bir bilim dalıdır.” Kuşkusuz bu ilişki ve etkileşim, çift yönlüdür. • Disiplinler arası konumu çerçevesinde din psikolojisinin ilişkide bulunduğu disiplinlere sağladığı katkılarla lgili fikriniz nedir? Konuyu forumda tartışabilirsiniz. DİN PSİKOLOJİSİNİN ARAŞTIRMA ALANLARI Disiplinlerarası konumu gereği din psikolojisi, genel olarak ilişkili olduğu tüm disiplinlerin araştırma alanlarıyla da temas hâlindedir. Bununla birlikte o, çalışmalarını bireysel dindarlıkla doğrudan ilgisi olan içsel yaşantılarla bunların somut yansımaları üzerinde yoğunlaştırarak sistematik bilgi üretir. Dinamik bir disiplin olduğu için din psikolojisi, kişisel dindarlıkla bağlantılı yeni gelişmeleri de kapsama alanına alır. Bu nedenle çalışma alanı zamanla birlikte gittikçe genişlemiş ve doğal olarak genişlemeye devam edecektir. Günümüz itibarıyla Din psikolojisine dâhil edilebilecek büyük bir konu çeşitliliği olmasına karşın, sistematik bağlamda bir fikir vermesi açısından burada çoğu din psikolojisi eserlerinde işlenen temel araştırma alanlarına yer verilmektedir. Dindarlığın Biyolojik, psikolojik ve Sosyal Kaynakları: Nöroteoloji, dindarlığın kaynağını biyolojik temellere dayandırır. “Sinir sistemi biyolojisi” olarak tanımlanan “nörobiyoloji” ile dinî ve mistik yaşantıların biyolojik temelli olduğunu iddia eden “nöroteoloji”, dindarlığın kaynağını beyin ve sinir sistemi işleyişi ya da davranış genetiği gibi biyolojikbedensel temellere bağlar. Bu yaklaşımların “Tanrı noktası”, “Tanrı geni”, “inanç geni” gibi biyolojik tabanlı iddia ve araştırmaları (Bkz. Tarhan,2009: 61-63), Din psikolojisinin kayıtsız kalmayarak ilgilendiği konular arasında yer alır. İnanma ihtiyacı, anlam ve hakikat arayışı, kimlik arayışı ve bütünlük arzusu, anlama ihtiyacı ve bilişsel tatmin, engellenme ve çaresizlik, sıkıntı ve dinî güvenlik, suçluluk ve günahkârlık duygusu, ölüm ve ölümsüzlük arzusu gibi daha çok zihinsel ve ruhsal temelli çeşitli ihtiyaç ya da güdüler (Bkz. Hökelekli 2001: 86-119), din psikolojisinin yoğun olarak ilgilendiği dindarlığın psikolojik kaynaklarıdır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe Diğer taraftan bağlanma ve güvenlik ihtiyacı, özdeşleşme ve sosyal öğrenme, toplumsallaşma ve kültürlenme, ahlaki değerler ve sosyal uyum gibi daha çok bireyin toplumsal yönelişleri ile dinî eğitim ve öğretim kurumları, din hizmetleri, dinî grup ve cemaatler, kitle-iletişimde dinî etkinlikler gibi toplumsal organizasyonlar, dindarlığın sosyo-kültürel kaynakları olarak din psikolojinin temel araştırma alanları arasında yer alır. Dinî Gelişim Aşamaları ve Dindarlık: Dindarlık, din psikolojisinde “demografik değişkenler” olarak kabul edilen yaş, cinsiyet, sosyo ekonomik durum vb. faktörlerin rol oynadığı dinî referanslara bağlı özel bir kişilik yapılanmasıdır. Kuşkusuz dindarlık, bir anda olup biten bir süreçte ortaya çıkmaz. Yapılanmış ve olgunlaşmış bir dindarlıkta birbirini tamamlayan iç içe geçmiş temel dinî gelişim nitelikleri söz konusudur. “Dinî kabiliyet”, “dinî duygu”, “dinî düşünce”, “dinî ilgi”, “dinî tutum” ve “dinî davranış”, bu çerçevede din psikolojisinin ele alıp incelediği temel özelliklerdir. Dinî kişilik yapılanması olarak dindarlığın anlamı ve değişkenleri, dindarlığın temel karakteristikleri ve boyutları, dindarlık biçimleri ve tipleri, dindarlık modelleri, dindarlığın ölçülmesi; dindarlık ve maneviyat ilişkisi gibi dinî hayatla ilgili her türlü konu, din psikolojisine özel araştırma konuları arasında yer alır. Bireysel Etkinlik Dindarlık, gelişim aşamalarına bağlı ortaya çıkan bir kişilik yapılanmasıdır. Gelişim psikolojisinde insan hayatının gelişim aşamaları olarak ele alınıp incelenen çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerinde ortaya çıkan her türlü dinî gelişme ve değişmeler, din psikolojisinin önemle üzerinde durduğu araştırma alanları arasında yer alır. Çocuklukta Tanrı tasavvuru, dini-manevi yapılanma, dinî sosyalleşme…; ergenlikte dinî uyanış, dinî kararsızlık, dinî durulma, dinden uzaklaşma…; yetişkinlikte dinden kopuş, dinî istikrar, dinî bütünleşme…; yaşlılıkta dinî çatışma, dinî uzlaşma, dinî başa çıkma… gibi çoğaltılması mümkün din-davranış ilişkileri, bu çerçevede dile getirilebilir. • Mevcut dindarlığınızın kaynaklarını ve hangi aşamalarda nasıl yapılandığı hakkında fikir yürütünüz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe Dinî Tecrübe, İman ve İnançsızlık: Dini tecrübe, kutsalın sezgisel ve duygusal tecrübesidir. Dini pratikler, kutsalla ilişkinin canlı ifade biçimleridir. “Yüce varlığın işaret, yansıma ve delillerini sezgisel olarak anlama, vasıtasız doğrudan doğruya kavrama, ilahî güçle sezgisel ve duygusal ilişki kurma” şeklinde tanımlanan “dinî tecrübe”, dinî hayatın özünü teşkil eder ve tüm insanların ruhunda doğuştan var olan “kutsal”ın tecrübesini içerir. Din psikolojisinin en önemli amaçlarından birisi, kutsalın bireyin topyekûn hayatı üzerindeki köklü etki ve yansımalarını ortaya çıkarmaktır. Bu çerçevede olmak üzere dinî tecrübenin, fıtratın ve kutsalın anlamı, yapısı, temel kaynakları, alanları; dinî tecrübenin çeşitleri; dinî tecrübenin psikolojik, kültürel ve dinî şartları; dinî tecrübenin belirsizliği; içerik, etki ve sonuçları açısından dinî tecrübe türleri, din psikolojisinin başlıca inceleme alanlarından birini teşkil eder. “Tasdik etmek, güvenmek ve boyun eğmek” anlamındaki “iman” olgusu; “bağlanmak, düğümlenmek, doğrulamak” anlamına gelen ve imanla birlikte bilgi ve kanaatı içeren “inanç”; başta iman esasları olmak üzere “dinî olguların doğruluğu ve güvenirliliğini sorgulama” anlamında gündeme gelen “dinî şüphe” olayı ile yaratıcı ve hayatı düzenleyici yüce bir “Tanrının varlığını ya da dinî öğreti ve mesajları reddetme” anlamına gelen “inançsızlık” durumu, oluşum ve gelişim açısından din psikolojisinin araştırdığı konular arasında yer alır. Bu çerçevede olmak üzere, imanın tabiatı ve boyutları, süreç olarak imanın ortaya çıkıp yapılanması, dinî gelişim teorileri, iman ve kişilik, dogmatizm ve fanatizm; dinî şüphenin anlamı, etkileri ve çeşitleri; inançsızlığın anlamı, kaynağı, yapısı ve çeşitleri, hem teorik hem de patik yansımaları açısından incelenir ve yorumlanır. Dua, İbadet ve Dinî Ritüeller Din duygusu, evrensel bir olgu olarak kutsalla bağlantıyı sağlar. Bütün dinlerde bireysel ve toplumsal olarak icra edilen dua, ibadet ve ritüeller, dindarların inandıkları kutsal varlıkla kurdukları iletişim ve etkileşimin en canlı ifade tarzlarıdır. İnanç esaslarından sonra dinî hayatın vazgeçilmez uygulama biçimleri olarak dinî pratikler, insan-din ilişkisinin incelenebilir tüm boyutlarıyla bilimsel olarak ortaya konulmasında, ölçülmesinde ve değerlendirilmesinde Din psikolojisinin en fazla yararlandığı olguların başında gelir. Zira özellikle Batıda görüldüğü şekliyle dinî pratikler, dindarlığın tespit ve yorumlanmasında somut bilimsel çalışmalara en açık alanı teşkil eder. Dua, ibadet, ayin vb. dinî pratiklerin kaynağı ve güdüleri, yapısı ve çeşitleri, biyo-psiko-sosyal etkileri ve sonuçları, dua ve tedavi, ibadetlerde sembolik anlatım, ibadet ve kişilik ilişkisi gibi çoğaltılması mümkün ilgili konular, bu çerçevede Din psikolojisinin ele alıp incelediği başlıca konulardır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe Din Duygusu, Dinî İlgi ve Dinî Arzular: Dinî tecrübeler, her şeyden önce duygusal bir temel üzerinde yükselir. “Dinî konuların uyandırabileceği ortak heyecanların toplamı” olarak tanımlanabilen “din duygusu”; doğuştan gelen insana özgü evrensel bir nitelik olup bireyi kutsala yöneltir ve sürekli ilişkili kılar. Din psikolojisinin odak konularından biri olarak din duygusu, dindarlığın motivasyonları sayılabilen dinî ilgi ve arzuları doğurur ve canlı kalmalarını sağlar. Bu özel niteliğiyle o, dindarın yaratıcısıyla bağlantısını sağlayan sevgi, güven, hayranlık, teslimiyet, minnettarlık, sabır, umut, ölümsüzlük, sonsuzluk… ya da kaygı, korku, suçluluk, çaresizlik, yetersizlik, eksiklik… gibi çeşitli yapı ve işlevdeki duyguları bünyesinde ahenkli bir şekilde toplar ve tatminkar bir dinî hayat için organize eder. Din psikolojisi, özü itibarıyla dindarlığı temellendiren olumlu ya da olumsuz duyguların nasıl bir dinî yapıya büründüklerini, ne tür düşünce, tutum ve davranışlara ya da dindarlık biçimlerine yol açtıklarını, kısaca bir bütün olarak dinî hayatı ne ölçüde etkileyip şekillendirdiklerini araştırma konusu yapar. Aynı şekilde din psikolojisi, bireyi dine yönlendiren ve kutsalla bağlantısını canlı tutan dinî ilgi, arzu ve isteklerle de ilgilenir. Dahası bu bilim dalı, bireyin kutsalla bağlarını zayıflatan ya da koparan, dinî hayatı olumsuz yönde etkileyen her türlü duygusal yapıları ve bunların işlevlerini de araştırma kapsamı dâhilinde tutar. Dinî Tasavvurlar, Dinî Düşünceler ve Dinî Tutumlar Din tasavvur, düşünce ve tutumlar, çocukluk döneminde gelişmeye başlar. Din psikolojisinin üzerinde durduğu konulardan biri, dinî tasavvurlardır. Dinî tasavvur, bireyin daha önceden çeşitli vesilelerle algılamış olduğu dinî sembol, kavram ve olayları zihninde yeniden canlandırması ve anlamlandırmasıdır. Bu bağlamda zihinde canlandırılan Allah, melek, şeytan, cennet, cehennem gibi dinî nitelikli kavramlar, dinî tasavvurlara örnek verilebilir. Din psikolojisi, başta Tanrı tasavvuru olmak üzere dinî tasavvurların kaynağı, oluşumu, gelişimi, dışa yansıması ve işlevi ile ilgili araştırmalar yürütür; her türlü teorik bilgiyi (psikoanalitik, nesne İlişkileri, bağlanma, bilişsel…) ve pratik bulguyu (Ana-baba imajları ve antropomorfik veriler) değerlendirir. Düşünme; belirli bir konu, durum, olay, sorun ya da nesne ile ilgili yürütülen algılama, kavrama, anlama, karşılaştırma, problem çözme gibi zihinsel faaliyetlerin toplamıdır. Söz konusu zihinsel faaliyetler, dinî içerik ya da nitelik kazandığı zaman, dinî düşünceden bahsedebiliriz. Din psikolojisi; dinî inanç, kabul, kanaat ve hükümlere dayanan dinî düşüncenin temellerini, dinamiklerini, gelişim niteliklerini ve sonuçlarını inceleme konusu yapar. Sosyal psikolojinin en önemli konularından birisi olan tutum, bireyin çoğu zaman kararlı ve uzun süreli davranış kalıplarını ifade eder. Alışkanlık hâline gelmiş Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe davranışların ardında, o davranışları doğuran güçlü tutumlar söz konusudur. Dinî tutum, kişinin din ile ilgili olumlu-olumsuz düşünce, duygu ve davranışlarını belirleme tarzı olarak tanımlanabilir. Din psikolojisi, insanın din ile ilgili dışa yansıyan her türlü davranışlarından hareketle bunların ardındaki kararlı tutumları (dinî ön yargı, dogmatizm, fanatizm vb.), bunların kaynaklarını, güdülerini ve işlevlerini tespit edip yorumlamaya çalışır. Din, Maneviyat, Değerler ve Mutluluk İnsanın ruhsal derinliklerinde kutsal etkilere yol açan ve bireyi kendi ötesiyle bağlantılı kılan, ona ruhanî bir bütünlüğün parçası olduğunu hissettiren her türlü tecrübenin genel ifadesi olarak maneviyat, insan-din ilişkisi noktasında sahip olduğu önemli değişkenler nedeniyle din psikolojisini doğrudan ilgilendiren önemli bir araştırma alanıdır. Bu çerçevede olmak üzere dindarlık ile maneviyat arasındaki ortak alanlar, benzerlikler, farklılıklar, zıtlıklar; maneviyata yüklenen anlamlar ve ilgili görüşler, din merkezli ve din dışı maneviyat, maneviyatın dinî, kültürel ve kişisel boyutları… vb. pek çok konu, din psikolojisinin ilgi alanında yer alır. Değerler, maneviyatın kaynağı, mutluluk ise, ürünüdür. Dindarlık ve maneviyatın hem oluşması, hem de gelişip olgunlaşmasında temel referanslar olarak işlev gören değerler ve bunların yaşanmasının doğal sonucu olarak ortaya çıkan mutluluk, gerek kişisel olgunlaşmada gerekse dinî yapılanmada sahip oldukları ortak etki ve boyutlar nedeniyle din psikolojisinin inceleme alanına dâhil olurlar. Temel dinamikleri açısından dindarlık ve maneviyat, özü itibarıyla bir değerler inşasıdır. Eşsiz bir değerler sistemi olarak din, bir taraftan dinî hayatın ve maneviyatın temel yapı taşlarını teşkil ederken, diğer taraftan da bireyin kutsalla olan ilişkisini düzenler. Kalıcı mutluluk, büyük ölçüde dinin bu ikili fonksiyonun dışa yansıması olarak kabul edilebilir. Din psikolojisi, doğruluk, dürüstlük, adalet, sorumluluk, sevgi, özveri, güven gibi artırılması mümkün dinî, ahlaki ve kültürel değerleri araştırır; bunların psiko-sosyal kaynaklarını, boyutlarını, etkilerini ve mutluluk üzerindeki sonuçlarını inceleme konusu eder. Aynı şekilde, dindarlık ile yaşam kalitesi, hayatta genel tatminkârlık, huzur ve doyum ilişkisi de Din psikolojisinin ilgi alanına girer. Din ve Mistik Tecrübe Genel anlamda mistik tecrübeyi, enerjisini ruhsal derinliklerde kutsallık kazanmış dinamik güçlerden alan sıra dışı ve özel sezgisel bir kişilik dönüşümü olarak kabul etmek mümkündür. Tasavvuf örneğinde görüldüğü şekliyle mistik tecrübelerin kaynağındaki merkezi güç din ve Tanrı olabildiği gibi, din ile ilişkisi olmayan bir takım kişisel-ruhsal güçler de olabilir. Başka bir ifadeyle mistisizm, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe sadece samimi dindarlara özgü bir yaşantı biçimi değildir. Hangi kaynağa dayanırsa dayansın mistik yaşantılarda ruh ve zihin dünyası, daha farklı ve daha üst boyutta bir yapılanma arz eder. Din psikolojisi başta kutsala dayalı mistik dönüşüm olmak üzere her türlü mistik olgu, yapılanma ve yaşantıyı inceme konusu eder. Mistik tecrübe, sıra dışı özel bir kişilik dönüşümüdür. Mistik tecrübe bağlamında din psikolojisinin araştırdığı başlıca konular şu şekilde sıralanabilir: Mistisizm ve tasavvuf, mistisizmin kaynağı ve tabiatı, mistik tecrübe ile dinî tecrübe arasındaki benzerlikler ve farklar, mistik tecrübenin temel nitelikleri, mistik gelişimin aşamaları, mistik tecrübeye benzer farklı tecrübeler, mistisizm ile ilgili yaklaşımlar, mistisizm ve psikopatoloji. Dine Dönüş ve Din Değiştirme Dine dönüş, dinî değişim ve din değiştirme kavramları, zihinsel ve ruhsal farklılaşmaları ifade eden ve zaman zaman bir biri yerine kullanılan dinî tercihlerle ilgili yakın kavramlardır. Öteden beri bağlı olunan dine öncekine göre daha samimi ve bilinçli bir yaklaşımla yeniden bağlanmayı ifade eden “dine dönüş” (hidayet) ile daha önce bağlı olunan inanç sistemini terk edip yeni ve farklı bir dine bağlanma anlamında kullanılan “din değiştirme” (ihtida), ilk din psikologlardan itibaren din psikolojisinin en önemli araştırma alanları arasında yer almıştır. Dine dönüş ve din değiştirme, Din psikolojisinin kuruluşunda ilk işlenen konular arasındadır. Dine dönüş ve din değiştirmenin tabiatı; bu süreçlerde etkili olan suçluluk ve günahkârlık duygusu, yetersizlik ve eksiklik duygusu, anlama isteği ve zihinsel tatmin arayışı, kimlik bunalımı ve güvenlik arzusu, dramatik ve travmatik tecrübeler, dinî olgunlaşma ve estetik etkilenme gibi psikolojik faktörler; telkin ve sosyal etkileşim, evlenme, önceden bağlı olduğu dine karşı tepki, ani aydınlanma, ilahi müdahale gibi sosyo-kültürel ve dini-manevi faktörler; ayrıca dine dönüş ve din değiştirmenin gelişim aşamaları, tipleri ve türleri, her türlü dinî bağlılığı reddederek inançsızlığı tercih (inkâr) gibi ilgili pek çok konu (Bkz. Hökelekli 2001: 289-311), din psikolojisinin çalışma alanına girer. Din, Ruh Sağlığı ve Patolojik Dindarlık Bilimlere fonksiyonel bir bakış açısıyla yaklaştığımız zaman insanı merkez alan her disiplinin özündeki temel amacı, “insana yararlı olma” seklinde özetlenebilir. Bu amaç, içerik ve yöntemleri farklı olmakla birlikte özellikle insan bilimlerinde daha belirgin ve güçlü olarak kendini ortaya koyar. Aynı amacın, günümüze kadar gelmiş geçmiş tüm dinî yaklaşımlar tarafından da güdüldüğü bilinmektedir. Dinin ruh sağlığını nasıl etkilediği meselesi din psikolojisinin araştırma alanları içinde önemli bir yer tutmaktadır. Başta Avrupa ve Amerika olmak üzere pek çok ülkede mutluluk, içsel huzur, öz saygı, kaygı, stres, depresyon, umutsuzluk gibi ruh sağlığı göstergeleri ile genel dindarlık ve dindarlığın farklı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe boyutları arasındaki ilişkileri ele alan nicel ve nitel çalışmalar, gittikçe yaygınlaşmaktadır (Yapıcı 2007: VII). Din psikolojisi, bulgu ve değerlendirmeleriyle ruh sağlığına özel katkı sağlar. Disiplinlerarası konumuyla din psikolojisini, hem insan bilimlerinin hem de dinlerin güttüğü insana yararlı olma amacına hizmet eden özel bir disiplin olarak takdim etmek mümkündür. Zira din psikolojisi, her iki tarafı da temsil edebilecek özel bir formasyonla ruh sağlığı-din ilişkisine katkı sağlar. Din psikolojisinin din-ruh sağlığı bağlamında ele aldığı konuları şu şekilde sıralamak mümkün görünmektedir: Dindarlıkla biyolojik ve psikolojik sağlık arasındaki ilişkiler, dindarlık ve psiko-sosyal uyum, dindarlık ve kişiler arası iletişim, engellenmeler ve dinî başa çıkma, dindarlık ve benlik saygısı, anlam arayışı ve din; dindarlık ve zihinsel bozukluklar, dindarlık ve sapkınlıklar, mistik hezeyanlar, patolojik dindarlık… Tartışma forumu Tartışma Yukarıda sıralanan araştırma alanları, konuyla ilgili başlıca dikkate değer olanlarıdır. Din psikolojisinin ilgi alanına girdiği hâlde açıklamalarda dile getirilmeyen daha pek çok konudan bahsedilebilir. Kısaca ifade etmek gerekirse, din-insan ilişkisinin işlendiği her konu, aynı zamanda din psikolojisinin konusu; dininsan ilişkisinin söz konusu olduğu her yer, aynı zamanda din psikolojisinin araştırma alanıdır. • Dinin ruh sağlığı üzerindeki etkileri ve sonuçları nasıl açıklanabilir? Konuyu forumda tartışabilirsiniz. DİN PSİKOLOJİSİNİN TARİHÇESİ Din Psikolojisi, bilimsel serüveni kısa, genç bir bilimdir. Antropolojik araştırmaların da teyit ettiği üzere dinin ilk insanla birlikte var olduğu gerçeğinden hareket ettiğimiz zaman, din-insan ilişkisini ele alan bilimlerin temellerinin de ilk insana kadar uzandığını kabul edebiliriz. Bu bağlamda uzun bir geçmişi olmasına rağmen din psikolojisi, bilimsel disiplin sıralamasının son halkasında yer alan kısa tarihli genç bir bilim dalıdır. Bu alanda ele alınan konuların temellerine, asırlar öncesinde rastlamak mümkün olmakla beraber ilk bilimsel ve sistematik çalışmaların, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıktığı görülmektedir. Din psikolojisi kuruluşunu, 19. yüzyılda kendisinden önce bilim sahnesine çıkan iki bilim dalına borçludur. Bunlardan birincisi, yüzyılın ortalarında özellikle Almanya, Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerde hızla yaygınlaşan dinler tarihidir; diğeri ise, aynı dönemlerde bağımsızlık kazanan psikolojidir. Din psikolojinin ilk kurucuları, aynı zamanda Avrupa ve ABD’de dinî olaylara ilgi duyup Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe araştıran psikoloji biliminin ilk kurucuları arasında yer alır. Dolayısıyla din psikolojisinin genel psikoloji ile birlikte temellendiği söylenebilir. Yaygın kanaate göre genel psikolojinin din psikolojisine öncülük etmesinde, iki önemli psikolojik yaklaşım ön plana çıkar. Bu disiplinlerden biri, W. Wundt (1832-1930) ve O. Külpe (1862-1915) gibi bilim adamları tarafından temsil edilen “Psiko-fizyoloji”dir; diğeri ise, “Psikanaliz” Ekolüne mensup S. Freud (1856-1939) ile C. G. Jung’un (1875-1961) temsil ettikleri “Derinlik psikolojisi”dir (Holm 2004, 14). Ana hatları itibarıyla Din psikolojisi, ABD’de daha çok psikologların öncülüğünde; Avrupa’da ise, daha ziyade filozof ve teologların öncülüğünde kurulmuştur. Hall, Starbuck, Leuba ve James Amerikan Din Psikolojisinin kurucuları sayılır. ABD’de 19. yüzyılın sonları, Din psikolojisinin gelişmesinde önemli bir dönüm noktası sayılır. Amerikan Din psikolojisinin kurucusu olarak kabul edilen S. Hall (1844-1924), önemli bir isimdir. Adolescence, its Psychology/Ergenlik psikolojisi (1904) adlı eserin yazarı olan Hall, özellikle ergenlerle ilgilenmiş; dinî gelişim aşamaları konusunda anket tekniğine dayalı yaptığı araştırmalarla tanınmıştır. Ancak, onu asıl değerli ve anlamlı kılan, Clark Ekolü’nün en önemli diğer iki temsilcisi E. D. Starbuck (1866-1947) ile J. H. Leuba’yı (1868-1946) bilim dünyasına katmasıdır. “Din psikolojisi” kavramını ilk kullanan kişi olarak ünlenen Starbuck, gençlerde dinî gelişimi araştırmış ve özellikle din değiştirme konusu üzerinde yoğunlaşmıştır. Din psikolojisi adıyla yayınlanan ilk kitap olarak tarihe geçen The Psychology of Religion/Din psikolojisi (1899) adlı eserinde Starbuck, kapsamlı bir otobiyografik malzemeyi analize tabi tutmuştur. Dine psikolojik açıdan yönelen ilk kişi olarak ünlenen Leuba, Starbuck gibi deneysel-ampirik yöntemin öncülerinden olup ergenlik dönemi, dinî gelişim ve din değiştirme konularıyla ilgilenmiştir. Ünlü eseri The Psychology of Religious Mysticism/Dinî Mistisizm psikolojisi’nde (1925), mistisizmi ve yakın konuları ele almıştır. İlk psikologlar arasında en tanınmış olan ve Din psikolojisinin teorik babası olarak kabul edilen bilim adamı, W. James’tır (1842-1910). James, hem filozof hem de psikolog olarak dine önemli bir olgu olarak yaklaşmıştır. Din ile ilgili araştırma ve fikirlerini, 1901-1902 yıllarında gerçekleştirdiği “Gifford-Konferansları” serisinde açıklamıştır. Sözü edilen konferansları, The Variaties of Religious Experience/Dinî Tecrübenin Çeşitliliği adıyla 1902’de kitap olarak yayınlamıştır. Din psikolojisinde bağımsız araştırma yolunu açan bu kitap, kısa zamanda pek çok yabancı dile çevrilmiş ve böylece birçok ülkede gerçekleştirilen araştırmalara ışık tutmuştur. Kitabında James, din ile fizyoloji arasındaki ilişkiyi işlemiştir. Ayrıca, görünmeyen varlıkların gerçekliği, din değiştirme, mistik tecrübe ve kutsallık, incelediği konular arasındadır. Jamese göre din, insan hayatı için köklü bir tecrübedir. James, dinin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe daha çok bireysel ve duygusal boyutuna vurgu yapmıştır. Ona göre asıl olan bireysel dindarlıktır; dinin kurumsal, ritüel tarafı ikinci derecede önemlidir. Amerika Ekolü’nün önemli diğer bir temsilcisi J. Pratt’tır. Eseri The Religious Conciousness/Dinî Bilinçlilik (1920)’te Hristiyanlık dışındaki dinlerdeki fenomenlerle de ilgilenmiştir. Pratt ile Amerika psikoloji Ekolü, zirveye ulaşmış sayılır. Daha sonra özellikle 1920-1960 yılları arasında çeşitli nedenlerden ötürü din psikolojik araştırmalar, ABD’de önemini yitirmiştir. Bu fetret döneminin ortaya çıkmasında, din psikolojisi çalışma alanının ve yönteminin yeni koşullara uygun olacak şekilde belirlenememesinin sorumluluğu kadar, genel psikoloji alanında radikal davranışçılığa kayış, bilimsellik kaygısıyla içsel yaşantıların göz ardı edilmesi, teolojik konularda psikolojizme kayma korkusu, din ile yakından ilgilenen öncü din psikologlarının ölmeleri ya da emekli olmaları; 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı ve sonrasında ortaya çıkan ekonomik kriz gibi birçok nedenin payı söz konusudur. Wundt, Din Psikolojisinin “bilim babası” kabul edilir. Alman bilim çevrelerinde Din psikolojisi, F. Schleiermacher (1768-1874) ile A. Ritschl (1822-1889) gibi filozoflara dayandırılan “geleneksel teolojik yaklaşım” aracılığıyla, erken dönemlerde gelişme kaydetmiştir. Ayrıca genel psikoloji kapsamında din olgusuna yönelik ilgi de, gittikçe artmıştır. Bu süreçte ortaya çıkan en önemli gelişme, 1879 yılında Avusturya Leibzig Üniversitesinde W. Wundt (1832-1930) tarafından ilk psikoloji enstitüsünün kurulmasıdır. Enstitüde deneysel psikoloji çalışmalarını başlatan Wundt, bu büyük başarısı nedeniyle hem bilimsel psikolojinin hem de Din psikolojisinin “bilim babası” sayılır. Kaleme aldığı on ciltlik Völkerpsychologie/Millet psikolojisi (1900-1920) adlı eserinde yer alan din ile ilgili bilgiler, Din psikolojisinin temellenmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Eserinde Wundt, dini, milletler psikolojisinin temel niteliklerinden biri olarak ele almış; onu, sanat, ahlak ve gelenek gibi toplumsal hayatta hâkim olan sosyal ögeler arasında değerlendirmiştir. Wundt’un araştırmaları, “Dorpater Ekolü” (Deneysel Ekol) adıyla bilinen bir yaklaşım içerisinde sürmüştür. Bu ekolde deneysel yöntemlerin gelişimi üzerinde ciddi çabalar ortaya konmuş, özellikle dinî yaşantılar, sistematik-kontrollü iç gözlem ve deney yöntemiyle incelenmeye başlanmıştır. O. Külpe (1862-1915), K. Girgenson (1875-1925) ve W.r Gruehn (1887-1961) gibi bilim adamları, ekolün ileri gelen temsilcileri arasında yer alır. Gruehn’in Die Frömmigkeit der Gegenwart/ Günümüz Dindarlığı (1956) adlı eseri, ekolün sonuçlarının bir özeti sayılır. 20. yüzyılın başlarında Almanya’da daha çok tanımlayıcı (descriptive) din psikoloji geleneği öne çıkmıştır. Bu yaklaşım, dinî olguları ve bunların insan psikolojisi üzerindeki subjektif yansımalarını “fenomenolojik yöntem” bağlamında ele alıyordu. Bu yaklaşımın en önemli temsilcisi, Das Heilige/Kutsal (1913) adlı ünlü eseriyle R. Otto sayılır. Otto’ya göre kutsalın irrasyonel tecrübesi, insana özel bir niteliktir. Bütünlük tecrübesinde çoğu zaman korku ya da dehşet anları (mysterium Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe tremendum) söz konusu olmakla beraber böyle bir deneyimde büyüleyici ve çekici (fascinosum) bazı nitelikler de devreye girmektedir. Psikanalizin kuruluşu, Din Psikolojisi için önemli bir dönüm noktası sayılır. Psikanalizin kuruluşu, kuşkusuz Avrupa’da Din psikolojisinin önemli dönüm noktalarından biridir. 1900’lü yılların başlarında S. Freud’un (1856-1939) öncülüğünde, “Derinlik psikolojisi” adıyla yeni bir yaklaşım doğmuştur. Bu yaklaşım, insan davranışı ardındaki temel dinamikleri, çocukluk dönemi tecrübelere ve bilinçaltı süreçlere dayandırmış; hemen tüm açıklamalarında bu iki kaynaktan hareket etmiştir. Freud’u diğer pek çok psikologdan farklı kılan en önemli özelliği, yoğun olarak ilgilenmesine karşın dine karşı olumsuz fikirler üretmesidir. Zwanghandlungen und Religionsübungen/Zorlanımlı Eylemler ve Dinî Pratikler (1907), Totem und Tabu/Totem ve Tabu (1913), Die Zukunft einer İllusion/Bir Yanılsamanın Geleceği (1927) ve Der Man Moses und Die monoteistisches Religion/Musa ve Tek Tanrılı Din (1939), Freud’un din ile ilgili görüşlerini ortaya koyduğu başlıca eserleridir. Genel olarak Freud, dindarlığı ya sığınma ve güven arayışını doğuran çocukluk dönemi çaresizlik ve güçsüzlük duygularına; ya da bilinç altından kaynaklanan suçluluk duygusuyla gelişen saplantılı nevrozlara dayandırmıştır. Dinin “Oedipus” ve “Elktra” gibi mitoloji kökenli bir takım komplekslerden kaynaklandığını ve Tanrının, “yüceltilmiş bir baba” olduğunu iddia etmiştir. Ona göre din karşısındaki insanın tutumu, üstesinden gelemediği ve kontrol edemediği güçler karşısında çocukluk yıllarına ve baba korumasına kaçıp sığınma yanılsamasından ibarettir. İbadet olarak yaptıkları ise nevrotik hastalarda görülen saplantılı tekrarlardan başka bir şey değildir. İnsan, gelişmek suretiyle tabiat ve toplumsal engellemeler karşısında duyduğu çaresizliği yendiği ve böylece bu yanılsamalı baba-oğul ilişkisinin farkına vardığı zaman din de ortadan kalkacaktır. Freud’un tersine Jung, dini kişiliğin ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir. Freud’un iddialarına en büyük tenkit ve karşı duruş, “psikanalizin prensi” olarak takdim ettiği ve samimi bir baba-oğul ilişkisi yaşadığı öğrencisi C. G. Jung’dan (1875-1961) gelmiştir. Freud ile Jung arasında 1909’da kurulan samimi birliktelik fazla sürmemiş, başta dine bakış açıları olmak üzere aralarında derin fikir ayrılıkları nedeniyle 1912’de sona ermiştir. Feud’un iddia ettiğinin tersine Jung’a göre din, insan tabiatının evrensel ve en eski olgularından biri olup, tüm psişik yapıya nüfuz edebilecek güçtedir (Bkz. Bahadır 2007). Jung, insanın doğuştan dindar bir tabiatla dünyaya geldiğini ve ibadetlerin ruh sağlığı için gerekli olduğunu savunmuştur. Otto’nun kutsalla ilgili görüşlerini kabul eden Jung’a göre Tanrı, insanın ruhuna mührünü basmıştır. Bu noktada insanın tercih özgürlüğü yoktur, kutsalın ezici gücünü kabul etmek ve itaat etmek zorundadır. Jung, inançsızlığı ya da ateizmi, dinî bir sorundan ziyade kişilik sorunu olarak görmüştür. Ona göre inancını kaybedenin kişiliği bölünmüş, ruhsal bütünlüğü bozulmuştur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe Farklı kültürler, mitler ve dinler üzerinde gerçekleştirdiği birçok araştırma sonucunda Jung, dinî tören ve mistik ifade şekilleri açısından dinler arasında, büyük benzerlikler tespit etmiştir. Buradan hareketle o, dinin kökenini, tüm insanlarda var olan, en eski atalarının tecrübelerinin saklandığı ve bunların gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayan “Arketip”lere dayandırmıştır. Arketipler tüm insanlığa özgü ortak davranış nitelikleri olup kutsalın hâkim olduğu “Kollektif Bilinçdışı”nda etkinlik gösterir. Ona göre dinî içerikler, bu yapının en güçlü ögeleridir. İnsanın kişilik bütünlüğüne ulaşmasını ifade eden “Bireyleşme”, esasen dinî bir süreçten ibarettir. Jung, hemen tüm eserlerinde dine yer vermiş birisidir. Bu noktada özellikle şu eserleri zikredilmeye değerdir: Psychologie und Religion/psikoloji ve Din (1942), Antwort auf Hiob/Yakuba Cevap (1952), Mysterium Coniunctionis/Sırlı Birlik (1956), Zur Psychologie westlicher und östlicher Religion/Batılı ve Doğulu Dinlerin psikolojisi Üzerine (1963). Irkçılık ve II. Dünya Savaşı, Alman Din Psikolojisi için geçici bir çöküş sayılır. Günümüzde Alman Din Psikolojisi çalışmaları, ampirik akademik psikoloji odaklıdır. Irkçılık hareketleri ve İkinci Dünya Savaşı, Almanya’da yürütülen din psikolojik çalışmalar açısından, büyük bir kırılmayı ifade eder. Çalışmalara öncülük eden pek çok din psikoloğu, ya göçe zorlanmış ya da susturulmuştur. Almanca’nın konuşulduğu ülkelerde din psikolojisi çalışmalarının tekrar başlaması, ancak 1961 yılında W. Keilbach’ın girişimleriyle yeniden kurulan Uluslararası Din psikolojisi Derneğinin himayesi altında mümkün olmuştur. Yeni başlayan bu dönemde W. Pöll, din psikolojisi ile ilgili genel bir bakış açısı ortaya koyan Religionspsychologie/ Din psikolojisi (1974) ve Das religiöse Erlebnis und seine Strukturen/Dinî Tecrübe ve Yapıları (1974) adlı eserleriyle, dikkatleri üzerine çekmiştir. Alman geleneğinin hâkim olduğu bölgelerde dinî tecrübe ve dinî davranış son dönemlere kadar gereğince işlenmemiştir. İlginç bir husus olarak Alman Din psikolojisi Ana Bilim Dalı, ancak 2000 yılından itibaren sosyal bilimler fakültelerinde varlık göstermeye başlamıştır. Önceki yıllarda ABD’de çeşitli psikolojik yaklaşıma ait 11 farklı dergi yayınlanırken Almanya’da Archiv für Religionspsychologie dergisi, ancak 3-4 yılda bir yayınlanabiliyordu. Her ne kadar daha çok din bilimleri yönelişli konular işlemişse de bu dergi din psikolojisi çalışmalara ivme kazandırmıştır. Bu çerçevede olmak üzere “Arbeitskreis Religionspsychologie/Din psikolojisi Çalışma Grubu” ile “Deutsche Gesellschaft für Psychologie/ Alman psikoloji Derneği”nin düzenlediği kongre ve toplantılar yeni ampirik araştırmaların gerçekleştirirlmesinde önemli katkılar sağlamıştır. 1995’te ilk defa standart bir psikoloji eserinde dindarlık, psikolojik bakış açısıyla konu edilmiş ve sonrasında bu tür çalışmalar gittikçe artmıştır. 1996’dan itibaren dindarlık ve maneviyat psikiyatrik uygulamalarda dikkate alınmaya başlanmıştır (Utsch, 2000: 98). Günümüzde Alman Din psikolojisi, geniş bir araştırma alanına sahiptir. Çalışmaların önemli bir kısmı “Davranış Terapisi”, “Hasta Merkezli Psikoterapi”, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe “Psikanaliz” gibi patrik psikoterapi çerçevesinde değerlendirilebilecek türdendir. Akademik yapılanmadan geldikleri için psikologlar arasında en yaygın yaklaşım, ampirik yöntemlerle yürütülen “Akademik psikoloji”dir. Din Psikologları, daha çok kişilik-din ilişkisi ve başa çıkma-din ilişkisi üzerinde çalışmaktadırlar. Din psikolojisi ile ilgilenen ilahiyatçıların önemli bir bölümü, psikolojik sonuçları etkin oldukları görevlerde kullanmakta; din psikolojisi ile teoloji arasındaki diyalog üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. S. Murken, C. Henning, C. Zwingmann, B. Grom, M. Utsch, U. Mann, son dönem önemli Alman din psikologları arasında sayılmaktadır. Son dönemlerde Fransa, Belçika, Hollanda gibi diğer Avrupa ülkelerinde din psikolojisi çalışmaları, ivme kazanmıştır. Daha çok psikiyatrik çerçevede olmak üzere Fransa’da da din psikolojik konulara yönelik ilgi, erken dönemlerde başlamıştır. Bu gelişmede, 19. yüzyılın sonlarında alanın temsilcilerinden birisi kabul edilen J. M. Charchot (1825-1893)’un rolü belirleyicidir. Charchot’un, 20. yüzyılın başlarında en büyük Fransız din psikologlarından biri olan P. Janet’in (1859-1947) üzerinde önemli bir etkisi olmuştur. Jannet, din psikolojik bağlamda mistik tecrübeyi inceleyen ilklerden birisidir. Din psikolojisinin kurulduğu ilk dönemde Fransa’da öne çıkan önemli temsilciler arasında T. Ribot (1839-1916), Ernest Murisier (1867-1903), H. Delakroix (1893-1937) özellikle kayda değerdir. Diğerleri gibi dinin mistik görünüşleriyle ilgilenen İsviçreli T. Flournoy (1854-1920) da bu ekol içerisinde kabul edilebilir. Bu gelenekte önemli diğer iki bilim adamı, G. Berguer (1873-1945) ile P. Bovet’dir (1878-1965). Ünlü gelişim psikoloğu J. Piaget (1896-1980), bu ilk Fransız psikologlarından büyük ölçüde etkilenmiştir. Zihin ve ahlâk gelişimini konu alan araştırmalarıyla Piaget, din psikolojisi alanına önemli katkılar sağlamıştır. Son dönemlerde Fransa, Belçika ve Hollanda’da din psikolojisi alanında önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Paris’te, çocuklarda dinî gelişimi araştıran J.P. Deconchy; Brüksel’de, The Psychological Dynamics of Religious Experience/ Dinî Tecrübenin psikolojik Dinamikleri (1985) adlı eserin yazarı A. Godin; Löwen’de ise, Tanrı ile ebeveyn imajı arasındaki ilişkiyi araştıran A. Vergote, çalışmalarıyla ön plana çıkanlardır. Vergote’un Religionspsychologie/Din psikolojisi (1971) eseri, pek çok dile çevrilmiştir. ABD’de William James’in öncülüğündeki Din psikolojisi geleneği, R.H. Thousless, G. W.Allport ve W. H. Clark gibi psikologlarca aktarılmaya devam etmiştir. Bu çerçevede ele alınan diğer konular, “din değiştirme tecrübesi”, “mistik tecrübe” ve “dinî hayatın gelişim aşamaları” doğrultusunda olmuştur. Son dönemlerde yeni yaklaşımlar da ortaya çıkmıştır. P. Tillich (1886-1965), R. May, E. Fromm, C. Rogers ve E. H. Erikson gibi psikologlar, bu yeni yaklaşımların önemli temsilcileri arasında yer almaktadır. G. Allport ve A. Maslow’un temsil ettiği “Hümanistik psikoloji”, maneviyatı da içine alan insan odaklı konularla Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe ilgilenmektedir. Yine kurucusu Maslow kabul edilen “Transpersonel psikoloji” çerçevesinde, benlik bütünlüğü-din-maneviyat ilişkisi üzerinde durulmaktadır. Psikoterapi açısından din psikolojisine yönelik konular, D.W. Winnicot (1896-1971) ve A. T. Boisen (1876-1965) gibi bilim adamlarıyla birlikte açıklık kazanmıştır. 1970 sonrası Din psikolojisi, daha çok ekip çalışmalarıyla gelişmeye devam etmiştir. Bu noktada özellikle M. Argyle-B. Hallahmi, C.D. Batson-W. L. Ventis, B. Spilka-R.W. Hood-R.L. Gorsuch, M.J. Meadow-R.D. Kaohe, R. A. Emmons-R.F. Paloutzian, K. I. Pargament- Mc Intosh gibi ekip çalışmaları, verimli eserler ortaya koymuştur. ABD’de Din psikolojinin ivme kazanmasında yayın hayatına giren dergilerin rolü oldukça büyüktür. Bunlar arasında, Review of Religious Research (1959), The Pychology of Religious Knowing (1988), Journal for the Scientific Study of Religion (1990), Research in the Social Scienstific Study of Religion (1990) dergileri burada kayda değerdir. Günümüzde Din psikolojisi, ABD’de çok çeşitli alanlarda etkin bir şekilde araştırmalarını sürdürmektedir. Yıllık konferansı ve yayınlarıyla “Society for the Scientific Study of Religion” Derneği, sosyal psikolojik araştırmalar açısından merkezi bir konumdadır. Din psikolojisi alanında etkin resmî ve tüzel kurumların çokluğu, basılan eser sayısı, süreli yayınlar, bilimsel toplantı ve organizasyonlar açısından ABD, öncü konumunu tartışmasız olarak korumaktadır. Son yıllarda İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya gibi diğer İskandinav ülkelerinde de din psikolojisi çalışmaları, gittikçe artmaktadır. Son dönemlerde, başta İsveç olmak üzere İskandinav Ülkeleri’nde Din psikolojisi, önemli bir sıçrama kaydetmiştir. Kuşkusuz bu gelişmede, özellikle 20. yüzyılın önemli din bilimcilerinin büyük katkıları olmuştur. Mistik tecrübeyle ilgilenen N. Söderblom (1866-1931), T. Andrae ve E. Arbman, bu noktada öncelikle zikre değerdir. Danimarka’da, dinî tecrübelerle ilgili eserler veren V. Gronbek önemli bir isimdir. Norveç adına K. Schjelderup (1894-1980) ile E. Berggrav (18841959) kayda değerdir. Aynı şekilde, Finli A.Voipio, Din psikolojisinde önemli diğer bir şahsiyettir. H. Ruins’e ait bir literatür araştırması olan Poesins Mystik/Şiir Mistisizmi (1935) ile J. Gästrings’e ait De växandes religiösa liv/Ergenlerde Dinî Hayat (1936) eserleri, Finlandiya’da ortaya konan erken dönem çalışmalardır. Geçmişten gelen büyük bir birikim, 1950’li yılların sonunda Abo Akademisine bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren “Din ve Kültür Tarihi Enstitüsü”nün kuruluşunu hazırlamıştır. Din psikolojisi adına göze çarpan önemli bir gelişme, 1967 yılında Upsala Üniversitesinde H. Sunden’in başkanlığında Din psikolojisi Anabilim Dalının açılmasıdır. Günümüzde din psikolojik araştırmalar sadece sözü edilen ülkelerle sınırlı değildir, aksine örneğin Doğu Avrupa’da ve yine dünyanın Hristiyan olmayan bölgelerinde de çok yönlü gelişmeler söz konusudur. Doğal olarak, kısa bir tanımlama çerçevesinde günümüz din psikolojik araştırmalarının hepsini gösteren Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe geniş bir tablo ortaya koymak mümkün değildir. Burada aktarılan açıklamalar, din psikolojisi alanında öne çıkan başlıca yaklaşımlara yönelik kısa bir bilgilendirme olarak anlaşılmalıdır (Tarihsel süreç ile ilgili geniş bilgi için bkz. Holm, 2004: 14-21). Tarihî arka planı açısından oldukça zengin din psikolojik tecrübelere sahip olmasına karşın İslam ve Türk Dünyası’nda Batı’da görüldüğü şekilde sistematik bir din psikolojisi geleneğinden bahsetmek kolay değildir. Din psikolojisinin bilim olmadan önceki tarihi kaynakları açısından İslam kültürüne baktığımız zaman küçümsenemeyecek bir bilgi ve deneyim zenginliğinden bahsedebiliriz. Başta Kur’an ve hadisler olmak üzere dinî kaynakların hemen hepsinin muhtevasında günümüz din psikolojisinde karşılıkları olan “nefs”, “kalb”, “ruh”, “fıtrat”, “iman”, “inkâr” vb. bir çok psikolojik kavram, yorum ve yöntem tespit edilebilir. Geleneksel İslam kültüründe, modern psikolojiye katkı sağlayan önemli çalışmalar mevcuttur. Diğer taraftan İslam bilginlerinin teorik ve pratik çalışmaları, günümüz psikolojisine esin kaynağı olabilecek önemli bilgi ve deneyimler aktarmaktadır. Bu çerçevede olmak üzere örneğin H. Muhasibi’nin (vt. 857; eseri: er-Riaye) insanın psikolojik bütünlüğünü ifade eden “nefs” kavramını tahlil ederek bireyin “iç gözlem” yöntemiyle kendi iç dünyası hakkında “iç görü” elde edebileceğini savunması, önemli ilklerden biridir. Aynı şekilde Kindi’nin (vt. 866; eseri: el-Hile) rüya ve uyku üzerindeki çalışmaları; Farabi’nin (vt. 950; eseri: Kitabu’n-Nefs)) akıl, vahiy ve rüya ile ilgili görüşleri; İbn Sina’nın (vt. 1037; en-Necat) ruhsal içeriklerin, duygu ve heyecanların psikolojik ve bedensel yansımalarıyla ilgili görüşleri, ayrıca psikoterapik çözümlemelerde kullandığı teknikler; Ebu Bekir Razi’nin (vt. 925; eseri: Tıbbu’r-Ruhani) ruh sağlığı bağlamında ortaya koyduğu sorunlar ve bunların tedavisiyle ilgili teklif ettiği çözümler, hem kendinden sonrakilere, hem de günümüz psikolojisine ışık tutabilecek öneme sahiptir. Gazzali’nin (vt. 1111; eseri: İhyau Ulumu’d-Din) sistematik iç gözlem ve davranış çözümlemesine dair yaklaşımları, güdü teorisini çağrıştıran pratik fikirleri ve kullandığı psikolojik kavramlar; F. Razi’nin (vt. 1209; eseri: Kitabu’n-Nefs ve’r-Ruh) psikolojik güdüler, ahlak felsefesi ve psikolojisine yönelik görüşleri ve son olarak da İbn Haldun’un (vt. 1406; eseri: Mukaddime) sosyolojik ve sosyal psikolojik güdülere yönelik çok yönlü görüşleri, modern din psikolojisine olduğu kadar genel psikolojiye de önemli veriler sağlayabilecek niteliktedir. (Klasik İslam bilginlerinin görüşleri ile ilgili geniş bilgi için bkz. Hökelekli, 2001: 26-48). Ülkemizde Din psikolojisinin gelişim seyrine gelince, çalışmaların belirli bilim adamları üzerinden yürüdüğü tespitinde bulunabiliriz. Akademik-bilimsel serüveninden önceki yıllarda din psikolojisi konularından bahseden başlıca üç bilim adamı, burada kaydedilebilir: Daha çok felsefe, din felsefesi ve psikoloji alanlarında çalışmalar yürüten M. Ş. Tunç (1886-1958), felsefe, düşünce tarihi ve sosyoloji alanında tanınan H. Z. Ülken (1901-1974), ile felsefe, sosyoloji, tasavvuf ve ahlak Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe alanlarında isim yapmış N. Topçu (1909-1975). 60 yıllık bir geçmişe sahip olan Türk Din psikolojisi, büyük ölçüde ilahiyat fakülteleri aracılığıyla ilerleme kaydetmiştir (Kayıklık 2011, 68). Ülkemizde ilk Din Psikolojisi dersleri, 1949’da Ankara İlahiyat Fakültesinde B. Egemen tarafından okutulmuştur. İlk akademik din psikolojisi dersleri, 1949 da kurulan Ankara İlahiyat Fakültesinde B. Z. Egemen tarafından verilmiştir. Egemen’in kaleme aldığı Din psikolojisi: Saha, Kaynak, Metod Üzerine bir Deneme (1952) adlı küçük hacimli kitabı, ülkemizde ilk din psikolojisi eseri olması ve kendinden sonrakilere referans teşkil etmesi bakımından önemli bir eserdir. Eserin ilk kısmında Din psikolojisinin tarihi, konuları, alanları, kaynakları ve yöntemleri üzerinde durulmuş; ikinci kısmında ise, Psikoanalitik yaklaşımın temel görüşleri işlenmiş, din ile ilgili görüşleri nedeniyle ekolün kurucusu Freud tenkit edilmiştir. Din psikolojisi adıyla yayınlanan ikinci kitap, O. Pazarlı’ya aittir (İstanbul, 1968). Eserde, bilgi ve inanç; din olgusu, dinî gelişim, dinin bireysel ve toplumsal yönü; din duygusu ve din bilinci; Din psikolojisinin konumu; dinî tecrübe, dine dönüş, din değiştirme, mistisizm ve teoloji; ibadet, dua; İslam’da akıl, ruh ve maneviyat; metapsişik olaylar ve mucize gibi konular ele alınmıştır. 1970’li yıllarla birlikte din psikolojisi alanında gittikçe artan bir hareketlenmeden bahsedilebilir. N. Armaner’in 1967’de yayınladığı İnanç ve Hareket Bütünlüğü Bakımından Din Terbiyesi, 1973’te yayınladığı Psikopatolojide Dinî Belirtiler; 1980’de yayınladığı Din psikolojisine Giriş I kitapları Din psikolojisinin gelişmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Aynı şekilde, B. Özbaydar’ın 1970 yılında yayınladığı, din psikolojisi alanında ilk alan araştırması olarak bilinen Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine bir Araştırma adlı eseri; E. Fırat’ın Üniversite öğrencilerinde Allah İnancı ve Din Duygusu adıyla Ankara İlahiyat Fakültesinde tamamladığı 1977 tarihli tezi; K. Yavuz’un 1983 tarihinde yayınladığı Çocuklarda Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi ile 1987 tarihli Psikanalizde İlk Dinî Gelişmelerin Değeri adlı eserleri, Din psikolojisiyle doğrudan ilgili konuları işlemeleri açısından bilim dalında kilometre taşları sayılır. Ülkemizde, gittikçe çoğalan çalışmalar, Din Psikolojisinde uzmanlaşmayı ve çalışma çeşitliliğini de artırmıştır. Sonraki yıllarda, akademisyenlerin çoğalmasına bağlı olarak yazılan eserlerde ve yapılan çalışmalarda, hem uzmanlaşma hem de çalışma çeşitliliği adına önemli farklılaşmalar göze çarpmaktadır. 1993 yılında yayınlanan H. Hökelekli’ye ait Din psikolojisi eseri, kapsam ve bütünlük açısından alanda sahip olduğu ağırlık ve değerle dikkatleri üzerine çekmektedir. Aynı tarihte H. Peker tarafından yayınlanan Din psikoloji kitabı, kullandığı dil ve üslupla beğeni toplayan diğer bir eserdir. 2000 yılından sonra Din psikolojisi alanında yapılan çalışmalar hızla çoğalmıştır. Bu tarihlerde Din psikolojisi ana bilim dalına bağlı yayınlanan eserlerin bir kısmı şöyle sıralanabilir: H. Certel; Din psikolojisi, Ankara 2003; H. Şentürk, Din psikolojisine Giriş, İstanbul 2010; H. Hökelekli, Din psikolojisine Giriş, İstanbul Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe 2010; H. Kayıklık, Din psikolojisi, Adana 2011. F. Karaca, Din psikolojisi, Trabzon, 2011. Çeviri ve derleme kitaplar: A. Vergote, Din, İnanç ve İnançsızlık (Çev. V. Uysal), İstanbul 1999; N. Holm, , Din psikolojisine Giriş, (Çev. A. Bahadır), İstanbul 2004; A. Ayten, psikoloji ve Din, İstanbul 2006; A. Şahin, Dine psikolojik Yaklaşımlar, (Derleme), Konya 2008; A. Ayten, Din psikolojisi, (Derleme), İstanbul 2010. 2009 yılında başlayıp periyodik olarak gerçekleştirilen “Din psikolojisi Ana Bilim Dalları Koordinasyon Toplantıları” ve 2010 yılında Konya’da düzenlenen ilk “Din psikolojisi Kongresi”, alanda önemli gelişmeler olarak kaydedilmelidir. Kuşkusuz Türkiye’de Din psikolojisi adına burada dile getirilenler, çalışmaların ancak bir kısmının fotoğrafı sayılabilir. Alanın içinden ve dışından gerçekleştirilen yüzlerce çalışma söz konusudur ve her geçen yıl bu çalışmalara yenileri katılmaktadır. Ülkemizdeki mevcut durumu dikkate alındığında, Türk Din psikolojisinin geleceğine yönelik güçlü umutlardan bahsedilebilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Özet Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe •Din Psikolojisi; geliştirdiği teori, yöntem ve araştırma teknikleriyle insan hayatının tüm boyut ve aşamalarında din ile ilgili her şeyi araştırmayı amaçlayan bilimsel bir disiplin olup insanın düşünce, duygu ve eylem dünyasına hitap eder. Din Psikolojisinin temel problemi dindar insandır; dindarlıkla ilgili olumlu ya da olumsuz her türden eğilim ve içerik, söz konusu bilim dalının ilgi alanına girer. •Din Psikolojisi, dine psikolojik bakış açısıyla yaklaşan ampirik bir bilim dalıdır. •Din Psikolojisinin amacı, insanın dini hayatını bütün genişliği, derinliği ve bağlantıları içerisinde incelemektir. •Din Psikolojisi, gerek bireyin kendi dini hayatının temel dinamiklerini tanımasında ve gerekse kendi dışındaki sosyal çevrede mevcut dini yapı ve ilişkileri algılamasında, önemli katkılar sağlayabilir. •Din Psikolojisi, bilimsel bağlantıları açısından sosyal bilimler, din bilimleri ve ilahiyat ilimlerinin kesiştiği noktada disiplinlerarası bir konuma sahiptir. Din Psikolojisi, çalışma ilke, yöntem ve teknikleri açısından Genel Psikolojiye; işlediği konular açısından Din Bilimlerine; bireysel dindarlığın kaynaklarına olan ilgisi açısından ise, İlahiyat İlimlerine bağlı çalışmalar sürdüren bir bilim dalıdır. •Din Psikolojisi, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bilim olma yolunda hızla gelişmeye başlamıştır. Bu bilim dalının ilk kurucuları, aynı zamanda Avrupa ve ABD’de dinî olaylara ilgi duyan Psikoloji biliminin ilk kurucularıdır. •Tarihi arka planı açısından oldukça zengin din psikolojik tecrübelere sahip olmasına karşın İslam ve Türk Dünyası'nda Batı'da görüldüğü şekilde sistematik bir Din Psikolojisi geleneğinden bahsetmek kolay değildir. 60 yıllık bir geçmişe sahip olan Türk Din Psikolojisi, büyük ölçüde İlahiyat Fakülteleri aracılığıyla ilerleme kaydetmiştir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Ödev gönderimi Ödev Etkileşimli Alıştırmalar Alıştırmalar Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebiirsiniz • Sosyal Bilimler, Din Bilimleri ve İlahiyat İlimleri arasındaki konumunu da dikkate alarak Din Psikolojisinin günümüzde yaşanan dini hayatın anlaşılmasında sahip olduğu önem ve katkısı hakkında 200 kelimeyi aşmayacak bir kompozisyon yazınız ve yandaki ödev gönderme linkini kullanarak gönderiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. “Dini düşünce ve kanaatleri, dini duygu ve tecrübeleri, dini tutum ve davranışları inceleme” Din psikolojisinin hangi yönüyle doğrudan ilgilidir? a) Amacı b) Tanımı c) İlkeleri d) Konusu e) Hepsi 2. Aşağıdakilerden hangisi Din psikolojisi konuları arasında yer almaz? a) Dinî güdü ve arzular b) Dinî duygu ve ilgiler c) Dua ve ibadetler d) Dinî amaçlar ve hükümler e) Dinî şüphe ve tereddütler 3. Aşağıdakilerden hangisi Din psikolojisinin İlkeleri arasında yer almaz? a) Bir inancın doğruluğunu tespit etme b) Tanrıyı araştırma dışı bırakma c) İnsanın niçin ve nasıl inandığını araştırma d) Dinin insan boyutunu inceleme e) Dinlere eşit mesafede durma 4. Aşağıdakilerden Hangisi Din psikolojisinin pratik yararları arasında yer almaz? a) Kişisel dini hayat hakkında bilgilenme b) Dini mesleklerde teorik ve pratik destek sağlama c) Aile içi ilişkilerin düzenlenmesine katkı sağlama d) Diğer din bilimlerine bilgi ve bulgu sağlama e) Dini ilimlerin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlama 5. Din psikolojisi uzmanlık alanı itibariyle hangi bilim grubuna dâhildir? a) İnsan bilimleri b) Sosyal bilimler c) Din bilimleri d) psikoloji bilimleri e) İlahiyat ilimleri Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe 6. Kullandığı ilke, yöntem ve teknikleri açısından Din psikolojisi hangi disipline bağlıdır? a) Genel psikoloji b) Sosyal psikoloji c) Klinik psikoloji d) Matematik e) İstatistik 7. Çeşitli toplumlarda zamana ve mekana özel bir takım dinî inanç, ibadet ve uygulamaların kültürel yansımalarını araştıran din bilimi hangisidir? a) Din Sosyolojisi b) Din Felsefesi c) Din Fenomenolojisi d) Din Antropolojisi e) Dinler Tarihi 8. Dindarlığın kaynağını sinir sistemi işleyişi ya da davranış genetiğine bağlayan yaklaşım hangisidir? a) Nöropsikoloji b) Biyofizyoloji c) Nöroteoloji d) Teobiyoloji e) Biyopsikoloji 9. Aşağıdakilerden hangisi, ABD Din psikolojisi kurucuları arasında yer almaz? a) W. James b) S. Hall c) E. Starbuck d) H. Leuba e) W. Wundt 10.Türkiye’de ilk din psikoloğu olarak kabul edilen bilim adamı kimdir? a) B. Özbaydar b) B. Egemen c) N. Armaner d) K. Yavuz e) O. Pazarlı Cevap Anahtarı 1-B, 2-D, 3-A, 4-E, 5-C, 6-A, 7-D, 8-C, 9-E, 10-B Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29 Din Psikolojisi: Tanımlama, Kapsam ve Tarihçe YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Armaner, N. (1980). Din psikolojisine Giriş I, Ankara: Ayyıldız Matb. Ayten, A. (2010). Din psikolojisi, (Edit), İstanbul: İz Yayıncılık. Bahadır, A. (2007). Jung ve Din, İstanbul: İz Yayınları. Baymur, F. (1995). Genel psikoloji, İstanbul: İnkılap Kitabevi. Certel, H. (2003). Din psikolojisi, Ankara: Andaç Yayınları. Cirhinlioğlu, F. G. (2010). Din psikolojisi, Ankara: Nobel Yayınları. Grom, B. (1992). Religionspsychologie, München: Kösel Verlag. Holm, N. (2004). Din psikolojisine Giriş. (Çev. A. Bahadır), İstanbul: İnsan Yayınları. Hökelekli, H. (2001). Din psikolojisi, Ankara: TDV Yayınları. Hökelekli, H.(2010). Din psikolojisine Giriş, İstanbul: DEM Yayınları. http://tr.wikipedia.org/wiki/Din_bilimleri. Erişim: 15 Temmuz 2011. Karaca, F. (2011). Din psikolojisi, Trabzon, Eser Ofset Yayıncılık. Kayıklık, H. (2011). Din psikolojisi, Adana: Karahan Kitabevi. Köse, A. (2000). Freud ve Din, İstanbul: İz Yayınları. Peker, H. (2010). Din psikolojisi, İstanbul: Çamlıca Yayınları. Yavuz, K. (1982). “Din psikolojisinin Araştırma Alanları”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, V. Erzurum. Özdoğan, Ö. (2009). Aşkın Yanımız Maneviyat, Ankara: Özdenöze Yayınları. Şahin, A. (2008). Dine psikolojik Yaklaşımlar, (Edit), Konya. Tarhan, N. (2009). İnanç psikolojisi, İstanbul: Timaş Yayınları. Utsch, M. (2000). “Aufgaben und Grenzen der Religionspsychologie”, Praktische Theologie, 35/2. Yapıcı, A. (2007). Ruh Sağlığı ver Din, Adana: Karahan Kitabevi. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30 HEDEFLER İÇİNDEKİLER DİN PSİKOLOJİSİNDE YÖNTEM • Yöntemle ilgili temel kavramlar • Araştırma teknikleri • Araştırma yöntemleri • Deney • Alan araştırması • Survey • Arşiv araştırması • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Yöntem ve Teknik kavramlarını kavrayabilecek, • Yöntemle ilgili temel kavramların neler olduğunu anlayabilecek, • Sosyal bilimlerde kullanılan belli başlı yöntemleri tanıyabilecek, • Sosyal bilimlerde kullanılan temel yöntemlerle çalışma yapabilecek yeterliğe ulaşacaksınız. DİN PSİKOLOJİSİ Prof. Dr. Faruk KARACA ÜNİTE Din Psikolojisinde Yöntem GİRİŞ Belli bir konu ya da problemi anlamak ve açıklamak amacıyla girişilen sistematik veri toplama ve analiz etme sürecine bilimsel araştırma denmektedir. Bilimsel araştırmaların bir kısmı üzerinde çalışılan konuya çalışma yapılan zamana değin ortaya konmamış yeni bir kuramsal yaklaşım geliştirmeyi amaçlarken, bazıları problemle ilgili olarak daha önceden geliştirilen kuramları sınamayı, bazıları ise teorik olarak üretilen bilgilerin uygulamasındaki işleyişin nasıl olduğunu ortaya çıkarmayı amaç edinebilir. Yöntem konusu, bilimsel araştırmalar için en önemli konulardan birisidir. Herhangi bir çalışma alanının özgün bir disiplin olabilmesi için kendine özgü bir konu ve yöntemi olması gerekmektedir. Günümüzde psikoloji disiplininin araştırdığı konular, psikololoji disiplininin akademik bir alan olarak ortaya çıkmasından önce felsefe disiplininde irdelenmekteydi. Psikoloji bilimi ise araştırma yöntemini değiştirerek felsefeden ayrılmış ve müstakil bir disiplin hâline gelmiştir. Sosyal bilimlerde kullanılan yöntemler, bu kategoride yer alan bilimsel disiplinler tarafından ortaklaşa kullanılmakla birlikte, bazı disiplinler bir kısım yöntemleri daha sık tercih etmektedir. Bu ünitede din psikolojisinin diğer sosyal bilimlerle ortaklaşa paylaştığı ve diğerlerinden farklı olarak daha çok tercih ettiği yöntem ve teknikler üzerinde durulacaktır. YÖNTEMLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR Olgu Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak yapılan bir gözlem sonucunda saptanan ve istendiğinde herkes tarafından aynı şekilde tekrar gözlemlenebilen gerçeklerdir. Problem Bilimsel çalışmalarda en önemli aşamalardan biri yöntem seçimidir. Araştırma sürecinde ilk yapılması gereken, genel bir inceleme (kaynak taraması, uzmanlarla görüşme vb.) sonucunda bir konu saptamaktır. Problem; kuramlardan, daha önceki araştırmaların bulgularından ve/veya kişisel gözlemlerden yola çıkarak oluşturulabilir. Araştırma problemini belirlerken, her şeyden önce, problemin araştırılabilir özellikte olmasına dikkat edilmelidir. Araştırılabilirlik, problemin veri toplama ve analiz etme yoluyla incelenebilecek özellikte olmasıdır. Bununla birlikte problemin araştırmacının araştırma becerileri, kaynaklar, zaman vb. özelliklere uygun olmasına dikkat edilmesi gerekir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Din Psikolojisinde Yöntem Amaç ve Önem Problem ortaya konduktan sonra, bu problemin önemi tartışılır. Konu belirlendikten sonraki aşama, araştırma konusuyla ilgili olarak çözülmek istenen problemi, diğer bir deyişle araştırma amacını ortaya koymaktır. Yöntem Yöntem, bilimsel araştırmalarda kullanılan genel yaklaşımdır. Bilimsel araştırmalarda kullanılan genel yaklaşım olarak tanımlanabilecek yöntem kavramı, hem zihinsel, hem de uygulama yönü olan bir süreci ifade eder. Zira konu seçiminden başlayan bu süreç, bir taraftan aklın adım adım ilerleyerek bir takım önermelerden belli sonuçları çıkarmayı içine alırken, diğer taraftan araştırma konusu olan olgular ve bu olgular arasındaki ilişkileri gözlem, deney ve ölçme yoluyla tespit edip sınıflandırmak ve bazı teorik genellemelere başvurarak, olgular arası ilişkileri yansıtan ampirik genellemeleri anlaşılır hâle getirmekten ibaret olan açıklamayı da içine almaktadır. Buna göre araştırma yönteminde sırasıyla; hangi araştırma modelinin benimseneceği, araştırma verilerinin nasıl toplanacağı ve verilerinin nasıl analiz edileceği ve yorumlanacağı belirlenmektedir (Aziz, 2008:30). Araştırma Modeli (Desen) Araştırmanın odağı, veri toplama teknikleri ve veri analizi gibi araştırma evrelerinin birbiriyle tutarlı olmasına rehberlik eden bir strateji olan araştırma modeli, yöntem ve teknik seçimini de belirlemektedir. Zira araştırmanın ele aldığı problem ve ondan türetilen alt problemlere nasıl yanıt aranacağı veya hipotezleri test etmek için neler yapılacağı araştırma desenine göre değişiklik arz etmektedir. Belgesel ve tecrübi olmak üzere temelde iki türlü araştırma deseni bulunmaktadır. Araştırma problemi hakkında mevcut her türlü hazır kaynaktan derlenen verilere (yazı, resim, ses veya görüntü kaydı vb.) dayalı araştırmalara belgesel araştırma denirken, araştırma problemi hakkında deney yoluyla üretilen veya gözlem, anket, mülakat, test ve diğer ölçüm araçlarıyla toplanan güvenilir ve geçerli verilere dayanan araştırmalara tecrübi araştırma denmektedir. Bilimsel Araştırma Çeşitleri Açıklayıcı araştırmalar İki değişken arasındaki sebep-sonuç ilişkisini ortaya koymaya çalışan araştırmalardır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Din Psikolojisinde Yöntem Betimleyici araştırmalar Mevcut durum ve özellikleri olduğu gibi ortaya koymaya çalışan betimleyici araştırmalar, olguları ortak özelliklerine göre sınıflamayı, birbiriyle ilişkilerini ortaya koymayı amaç edinirler (Altunışık ve ark., 2010:69). Bu tür araştırmalar, olguları sözel, sayısal, şekilsel veya hem sözel hem de sayısal ve şekilsel olarak özetleme olanağı sağlar. Betimsel araştırma verileri, betimsel istatistikler kullanılarak (örneğin, frekans, yüzde vb.) analiz edilir. Nicel Araştırmalar Gözlem ve ölçmelerin tekrarlanabildiği ve objektif yapıldığı araştırmalara niceliksel, sayısal (quantitative) araştırma denmektedir. Görgül (amprik) yaklaşım veya sayısal yaklaşım da denen niceliksel yaklaşım; sosyal bilimlerin şekillenmeye başladığı 20. yüzyılın başında, fen bilimlerinin kullanmakta olduğu araştırma yöntemlerinin ve veri toplama tekniklerinin sosyal bilimlere uyarlanmasıyla oluşmuştur. Bilimle bilimdışının birbirinden kesin sınırlarla ayrıldığını öngören bu yaklaşıma göre; bilimin uğraştığı nesnel gerçeklik, değer yargılarından ve kişisel yorumlardan bağımsız yapılan gözlem ve/veya ölçümlerden elde edilen verilerden oluşmaktadır. Buna göre niceliksel araştırma yürüten araştırmacılar, veri toplama ve analiz süreçlerine kendi değer yargılarını ve kişisel yorumlarını katmamak için yoğun çaba göstermelidirler (Neuman, 2009:20-22). Nitel Araştırmalar Nicel araştırmalar, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha popüler hâle gelmeey başlamıştır. İnsan ve grup davranışlarının “niçin”ini anlamaya yönelik araştırmalara niteliksel (qualitative) araştırma denir. 20. yüzyılın son çeyreğinde, niceliksel yaklaşımın bazı sosyal olguları açıklamadaki yetersizliğinden hareketle, nitel araştırma yaklaşımı gelişmiş ve hızla yaygınlaşmaya başlamıştır. Sosyal bilimlerin ilgi alanını oluşturan sosyal gerçeklikle, fen bilimlerinin ilgi alanını oluşturan fiziksel gerçekliği birbirinden ayıran niteliksel yaklaşıma göre; fiziksel gerçekliğin kişisel yorumlardan bağımsız olması mümkün olmasına rağmen, sosyal gerçeklik bir ölçüde de olsa, kişisel yorumlarla oluşmaktadır. Bu nedenle, sosyal gerçekliğin nesnellik kadar öznellik de içerdiği ve her bireyin algılayış biçimine bağlı olarak farklılaştığı; dolayısıyla, sosyal verilerin ancak yorumlandıkları zaman anlam kazandığı kabul edilmektedir. Sosyal bilimlerde tüm olgular ve olaylar yumağından çıkarımlar yapılarak belirli sonuçlara varılmak istendiğinden, başka bir deyişle, bir olgu diğer tüm olgu ve olaylar yumağında bir anlam ve değer kazandığından, nitel çalışmalar bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. Bu perspektiften nitel araştırma; araştırmacının, doğal olarak oluşan olguları tüm karmaşıklığı içinde incelemesi ve irdelemesi olarak ifade edilmektedir (Ekiz, 2003: 26-32). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Din Psikolojisinde Yöntem Nitel araştırmalarda temel amaç seçilen örneklemden hareketle evrene ilişkin genellemeler yapmak olmadığından nicel araştırmalarda kullanılan örnekleme yöntemleri farklı şekillerde kullanılmaktadır. Nitel araştırmaların en zor evrelerinden biri veri analizi sürecidir. Bu zorluk temelde, her nitel araştırmada elde edilen verilerin farklı özellikler taşıması ve standart bir veri analizi sürecini takip etmenin güçlüğünden kaynaklanmaktadır. Nitel veri analizinde daha çok betimsel ve içerik analizi kullanılmaktadır. Nitel araştırmalarda, araştırma sonuçlarının tekrar edilebilirliği olarak tanımlanabilecek güvenirlikten çok, araştırma sonuçlarının doğruluğu yani geçerlik daha fazla önem kazanmaktadır. Nitel araştırmalar da nicel araştırmalarda olduğu gibi döngüseldir. Zira araştırmanın başında oluşturulan kavramsal ve yöntemsel yapı, süreç içinde değişikliklere uğrayabilmekte ve ortaya yeni problemler çıkmakta ve araştırmanın yönünü değiştirebilmektedir. Nitel araştırma sonuçları nicel verilere derinlik, ayrıntı ve anlam kazandırmak için de kullanılmaktadır. Nicel araştırmalar ile nitel araştırmalar arasında önemli farklar bulunmaktadır. Bunlar: Nitel araştırma; niçin? nasıl? ne? sorularına cevap ararken, nicel araştırma ne kadar? ne miktarda? ne kadar sık? ne kadar yaygın? sorularına yanıt arar. Nicel araştırmalar, teori ve hipotez ile başlarken (tümdengelim), nitel çalışmalar ise araştırma sonunda kavram ve teoriler (tümevarım) oluşturur. Nicel yaklaşım, bağımsız değişken ve süreçlere bölünebilen bir tane gerçek olduğunu ileri sürerken, nitel yaklaşım; sadece bütünsel boyuttan çalışılabilecek çoklu oluşturulmuş gerçekler olduğunu ileri sürer. Nicel yaklaşımda araştırmacı ve araştırılan obje birbirlerinden bağımsızken, nitel yaklaşımda araştırmacı ile araştırılan objenin birbirlerini etkileme ihtimali bulunmaktadır. Nicel yaklaşımda her davranış, kısa bir etkiden önce gelen gerçek bir nedenin sonucu olarak açıklanmaya çalışılırken, nitel yaklaşımda her hareket, kendiliğinden birbirlerini şekillendiren bir durumda olup etkilerden nedenleri ayırt etmek mümkün değildir. Nitel verilerin istatistiksel analizlerinin yapılabilmesi için, önce üzerinde bir dizi çalışmalar yapılması gerekir. Nitel araştırmalar, deneysel nicel araştırmalar gibi olayın değişkenleriyle oynamayarak, sosyal olayı doğal ortamı ve doğal oluşumu içinde ilişki bağlantılarını gözeterek anlamaya çalışarak (holisticperspective), olayı etkileyen değişkenleri kendisi ortaya çıkarmaktadır. Nitel araştırma kişilerin kanaatleri, tecrübeleri, algıları ve duyguları gibi sübjektif verilerle ilgilenirken, nicel araştırmalar daha çok objektif veriler üzerine oturmaktadır. Buna paralel olarak nitel yaklaşım daha çok fenomenolojik bir duruş sergilerken, nicel yaklaşım bilimselliği ön plana çıkartmaktadır. Nicel yaklaşım pozitivist bir karakter sergilerken, nitel yaklaşım pozitivist yaklaşım karşıtıdır. Nicel Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Din Psikolojisinde Yöntem yaklaşım deneysel bir karakter sergilerken, nitel yaklaşım daha çok betimsel bir özelliğe sahiptir (Kuş, 2003: 105-119). Temel Mantık süreçleri Tümdengelim (Dedüksiyon) Zihnin kanunlardan, kurallardan örneklere, olaylara inerek yeni bir yargıda bulunmasıdır. Burada önce herhangi bir genelleme (kanun, kural) ele alınır, sonra bundan yola çıkarak özele (olaya, örneğe) inilerek, yeni bir yargıya varılır. Tümdengelimin temelinde "Bütün için doğru olan, parçaları için de doğrudur." ilkesi yatar. Buna göre doğru olarak kabul edilen bir genel önermeden yola çıkan araştırmacı, üzerinde çalıştığı olgusal durumu, bu önermeyi kullanarak açıklamaya çalışmaktadır. Bütün insanlar ölümlüdür. (Genel önerme) Ali insandır. (Olgusal durum) O hâlde Ali de ölümlüdür. (Sonuç) Bu şekilde bir akıl yürütmede birinci ve ikinci önermelerin doğruluğunun kabul edilmesi, 3. önermenin de doğruluğunun kabul edilmesini zorunlu kılmaktadır. Ancak birinci ve ikinci önermenin doğruluğunun garanti edilmesi her zaman mümkün olmadığından, tümdengelimle ulaşılan sonuçlar sadece öncüller doğru olduğu zaman doğru olacaktır.Bu sakıncasına rağmen bilimsel yöntem içerisinde kullanılan tümdengelimin bu dezavantajı, diğer bir akıl yürütme biçimi olan tümevarım ile giderilmeye çalışılmaktadır (İslamoğlu, 2009:36). Tümevarım (Endüksiyon) Temel mantık süreçleri olan tümevarım ve tümdengelim, birbirine ters gibi gözüküyorsa da birbirlerini tamamlayan süreçlerdir. Zihni özel hâllerden genel hâle veya olaylardan yasa ve ilkelere yükselten akıl yürütme biçimidir. Buna göre deney ve gözlemle elde edilen olgusal bilgilerden genellemeler, ilkeler ve yasalar üretilmeye çalışılmaktadır. Parçadan bütüne doğru gidilen bu yöntemde, önce ayrı ayrı olarak gözlemlenen olgulardan önermeler oluşturulmakta, özellikleri ve doğrulukları tek tek gözlemlenen olgu ve önermelerden genel ilkelere varılmaya çalışılmaktadır. Yunus Emre’nin dediği gibi “Dört dinin toplamı bir elif eder.” veya; Ali bir insandır ve ölümlüdür. Ahmet bir insandır ve ölümlüdür. Ayşe bir insandır ve ölümlüdür. -Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Din Psikolojisinde Yöntem --N bir insandır ve ölümlüdür Sonuç: O hâlde bütün insanlar ölümlüdür. Bu yöntemle de hatalı bilgilere ulaşmak mümkündür. Zira tümevarım ile geliştirilen teoriyi destekleyecek bütün verilere ulaşma imkânı olmadığı gibi aksine bir örneğin ortaya çıkması da olasıdır. Ancak yeterli sayıda kabul edilen gözlemlerden sonra genellemeler yapılmaktadır. Genel hüküm veya yasa çıkarılacak konuda deney ve gözlemlerin çokluğu, tümevarım ile varılacak sonucun kesinliğini yükseltmektedir. Deney ve gözlemi esas alan bu yaklaşım, orta çağda hakim olan tümdengelim yönteminin yerine kullanılarak araştırmacıların dikkatini olgulara çevirerek bilimin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur (İslamoğlu, 2009: 37). Bu yaklaşım, bilimsel araştırmalarda verilerin toplanması ve olguların gözlenmesi aşamasında kullanılmaktadır. Kuram (teori) Kuramlar hipotezlerden farklı olarak herhangi bir problemi açıklamak için ileri sürülen fikirler sistemidir. Bir olgu ya da problemin doğasını anlamak ve açıklamak için geliştirilen birbirleriyle tutarlı önermeler, varsayımlar, tahminler, ilkeler, yöntemler ve fikirler bütünüdür. Bir başka ifadeyle kuram, mantıksal olarak birbirleriyle ilişkili, birbirine ters düşmeyen ve kendisinden sınanabilecek hipotezler çıkarılabilecek olan kavramlar, ifadeler ve fikirler sistemidir. Basit bir önerme olmayan kuramlar, olaylar arasındaki karmaşık bağlantıları düzene sokmaya çalışarak ilgilendiği sorunlara çözüm getirebilen yaklaşımlardır (Budak, 2000: 742). Örneğin, Freud tarafından teklif edilen baba yansıtma teorisi, insan-Tanrı ilişkisini açıklamak için teklif edilen teorilerden birisidir. Bilimsel gelişme ve ilerlemenin lokomotifi pozisyonunda olan kuramlar, kanun değildirler. Bu yüzden aynı problemle ilgili birden çok kuram olabildiği gibi, aynı konuda geliştirilen farklı kuramlar birbirlerini zayıflatabilir veya tamamen işlevsiz kılabilir. Bu açıdan bilim,yeni kuramlar üretmeye ve var olan kuramları sınamaya yarayan süreç olarak da tanımlanmaktadır. Zaman zaman paradigma ve kuram kavramları birbirleriyle karıştırılırsa da bu iki kavram aynı manayı ifade etmemektedir. Zira gerçeğin doğası hakkında bir dizi varsayıma dayanan paradigma kavramı olgulara bakış yolunu temin ederken, kuram ne gördüğümüzü açıklamayı amaçlamaktadır. Çok boyutlu bir özelliğe sahip olan dinî hayat da, bu özelliğinin etkisiyle karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu nedenle, din psikolojisinde genellenebilirliği yüksek kuramlar oluşturmak oldukça zordur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Din Psikolojisinde Yöntem Varsayım Varsayım deneyle kanıtlanmamış fakat kanıtlanabilir derecede doğru olduğu kabul edilen ve hipotezin aksine denenmeyen yargıdır. Diğer bir ifadeyle varsayım, doğruluğu sınanmaya elverişli olmayan ve kanıtlanmasına gerek görülmeden doğru olarak kabul edilen yargıdır. Daha çok araştırmanın başlangıç aşamasında keşif sürecini basitleştirmek amacıyla kullanılan varsayımlardan belli tahminler üretilmektedir. Araştırmacıya bir tür basamak taşı işlevi gören varsayımların sağlamlığı, araştırmanın niteliğini yükseltmektedir. Bir şeyin varsayım olabilmesi için; doğruluğundan büyük ölçüde emin olunması, doğruluğunu denemenin mümkün olmaması veya deneyerek kontrol etmek için harcanacak emek, zaman ve masrafın yararından çok daha fazla olması gerekmektedir (İslamoğlu, 2009: 25-26). Sayıltı Çoğu kez varsayımla aynı anlamda kullanılan sayıltı kavramı, araştırmacının bilimsel araştırma süreci boyunca elinden gelen hassasiyeti göstermesine rağmen tam olarak garanti altına alınamayacak durumların varsaydığı şekilde kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Örneğin bilimsel bir araştırmada hipotezlerin test edilmesi aşamasında veri toplamak için kullanılan örneklemden veri toplama aşamasında görüşlerine başvurulan deneklerin kendilerine yöneltilen soruları doğru anlayıp samimi ve içten bir şekilde cevaplandırmış olmaları bir sayıltıya dayanmaktadır. Zira araştırmacının ne kadar önlem alırsa alsın bahsedilen durumu garanti altına alması mümkün değildir. Hipotez Basit bir yaklaşımla nedenler bağımsız değişkenler, sonuçlar ise bağımlı değişkenler olarak anlaşılabilir. Bilimsel araştırmalarda doğruluğu sınanmak üzere ileri sürülen geçici hükümlerdir. Hipotezler üzerinde çalışılan problemi açıklama vaadi taşısalar da, doğruluk ve kesinlikleri henüz bilinmeyen bir iddia veya önerme niteliği taşırlar. Henüz test edilmemiş muhtemel çözümlemeleri içeren önermeler olan hipotezler, araştırma problemine önceden verilmiş cevaplar gibidirler (Altunışık ve ark., 2010: 19-20). Belli bir kuram çerçevesinde problemi ele alan araştırmacı, kullanmış olduğu kuramsal yaklaşımın öngördüğü varsayımlardan mantıksal akıl yürütme sürecine uygun olarak ürettiği tahminler olan hipotezleri, gözlem, deney veya diğer yöntemlerle teste tabi tutar. Desteklenen hipotezler, teoriye olan güveni artırarak, türetilmiş oldukları varsayımı da teorinin bir parçası hâline getirir. Hipotezler kuramlar gibi bir açıklama aracı olsa da, sınırlı bir açıklama vaadi taşır. Kuramlar ise daha köklü ve kapsamlı açıklamalar getirir. Kısaca özetlenecek olursa, varsayımlar doğruluğu irdelenmeksiniz kabul edilen durumları ifade ederken, hipotezler doğrulanmak üzere ele alınan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Din Psikolojisinde Yöntem iddialardır. Bir ölçüde de olsa doğrulanmış ancak henüz tümü ile kesinleşmemiş bir sistem niteliği taşıyan teoriler ise, hipotezler gibi bir tek önermeyi değil birbiriyle ilişkili birçok önermeyi bünyesinde barındıran genel bir açıklama sistemidir. Bağımlı değişken Bir başka değişkene (neden) bağlı olarak meydana gelen veya ondan etkilenen olguları ifade etmek için kullanılan bağımlı değişken kavramı aynı zamanda olgusal sonuç olarak da ifade edilmektedir. Örneğin karşılıklı ilişki hâlinde olan iki olgudan birinde meydana gelen niteliksel veya niceliksel değişiklikler, diğerindeki bir değişimle açıklanıyor veya yorumlanıyorsa, yani ona bağlı olarak diğerinde de bir değişim meydana geliyorsa, birinci olgu bağımlı, ikinci olgu ise bağımsız değişken adını alar. Bağımsız değişken Yukarıda ifade edildiği gibi, karşılıklı ilişki içinde olan iki olgudan (bu ilişki neden-sonuç ilişkisi olabileceği gibi, doğru veya ters orantı şeklinde de olabilir) birinde meydana gelen nitel veya nicel değişimleri etkileyen diğer olgu (veya olguların her biri) bağımsız değişken adını oları. Özellikle deneysel araştırmalarda incelenen problemi etkileyebilecek diğer değişkenler sabit tutulabildiği için bilimsel yöntemin mantığına en uygun yöntem, deney yöntemidir. Kabaca bağımlı değişkenin ortaya çıkmasında etkili olan nedenlerden biri olarak tanımlanabilecek olan bağımsız değişkenler, nedensel ilişkilerin kurulmadığı araştırmalarda araştırma konusuyla ilişkili olan faktörler olarak da anlaşılabilir. Evren Araştırmaya konu olan problemle ilişkili olan bireylerin tamamını, yani araştırma bulgularının genelleneceği bireylerin tümünü ifade eder. Belirlenen evrendeki bireylerin sayısının çokluğu, ana evrenden bir örneklem alınmasını zorunlu kılar. Örneklem Bilimsel çalışmaların, problemin yaşandığı hayat alanına giren evrenin tamamı üzerinde uygulama imkânı bulunmadığı için, genellikle ana evreni temsil edebilecek bir kesit üzerinde uygulama yapmak bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Bu durumda, incelenecek olan büyük grubun içinden belirli kurallara uyulmak suretiyle alınan temsil kabiliyeti yüksek küçük bir parça veya kesit alınarak inceleme ve uygulamalar bu küçük grup üzerinde yapılır ve ondan elde edilen veriler, tüm evrene genellenir (Altunışık ve ark., 2010: 131). Örneklemin ana kitle Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Din Psikolojisinde Yöntem içinde yaygın olarak dağılmış olması durumunda küçük, seyrek olması durumunda ise büyük olmasına dikkat edilir. Denek Bilimsel çalışmalarda üzerinde deney, araştırma, ölçme, sayısal işlem ve değerlendirme yapılan insan, hayvan ve nesneler denek kavramıyla ifade edilir. Döngüsellik Sosyal bilimlerde ele alınan problemlerin büyük çoğunluğu yaşanan hayat alanından alınmakta ve çalışma konusu üzerinde bilimsel bir prosedür izlenerek belli analiz ve çözümlemeler yapılarak problemlere çözüm üretilmeye çalışılmaktadır. Bu durumda yaşanan hayat alanından alınan problem, temel mantık süreçlerinden geçirilerek anlaşılmaya ve açıklanmaya çalışılarak oluşturulan geçici çözümlerin (kuram) testi için yeniden hayat alanına inme ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, üzerinde çalıştığı problemle ilgili mümkün olduğu kadar veri (gözlem) toplamaya çalışan araştırmacı, toplamış olduğu verileri bir bütünde birleştirmeye, yani tek tek gözlemini yaptığı problem veya olgulardan bu olguları açıklayabilecek genel bir ilke geliştirmeye çalışır.(Tümevarım). Ancak aynı problem veya olguyu açıklamada kullanılabilecek birden çok ilke veya önerme üretmenin mümkün olması, araştırmacıyı bir adım daha ileri atmak zorunda bırakmaktadır. İkinci aşamada oluşturduğu genel ilke veya önermenin sonuçlarını ortaya koymaya çalışan (tümdengelim) araştırmacı, bu aşamada belirli durumlarda neler olabileceği konusunda tahminler (hipotez) üretir. Soyut ve kuramsal düzeyde olan ikinci aşama, tekrar olgu düzeyine inmeyi zorunlu kılar. Çünkü ikinci aşamada (tümdengelim) üretilen tahminlerin doğrulanıp doğrulanmadığını (hipotez sınaması) görmek için olgu düzeyini geri dönüp yeni gözlemler yapması gerekmektedir. İkinci aşamada ortaya konan tahminler ise, birçok durumda olgusal düzeyde toplanan gözlemlerle örtüşmeyebilir. Tahminler ile olgular arasında ortaya çıkan bu farkı yeni bir olgu olarak değerlendiren araştırmacı, olguyu açıklamak için geliştirdiği genel ilke veya önermesini (kuramını) değiştirmek zorunda kalabilir. Kuramda yapılan değişiklik, ondan yeni tahminler (hipotez) üretilmesi ve bu yeni hipotezlerin test edilmesi gerekliliğini beraberinde getirir. Araştırmacıyı başladığı noktaya, yani olgusal düzeye tekrar getiren süreç döngüsel bir çerçeve içinde devam eder (Kağıtçıbaşı, 1996: 27/28). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Din Psikolojisinde Yöntem ARAŞTIRMA TEKNİKLERİ Bilimsel bir araştırmada ihtiyaç duyulan verileri elde etmeye yarayan araçlara, araştırma teknikleri denmektedir. Deney, gözlem, soru sorma ve hazır bilgiden ibaret dört temel teknik bulunmaktadır. Bilimsel araştırmalarda veri sağlamak için kullanılan diğer teknikler, bu temel tekniklerden türetilmiştir. Bilimsel araştırmaların gerçekleştirilebilmesi için bir takım verilere ihtiyaç duyulmaktadır. Gözlem Herhangi bir olay veya olgunun bağımsız kişilerce müşahade edilmesi olan gözlemin bazı çeşitleri bulunmaktadır. Doğal gözlem: Olay ve olguların doğal artamlarında, araştırmacının herhangi bir müdahâlesi olmadan yani, koşulları etkilemeye veya değişkenleri kontrol etmeye çalışmadan yapılan gözlemdir. Pasif gözlem: Olayın sebepleri hakkında hiçbir fikre sahip olmadan tesadüflere dayalı olarak yapılan gözlemdir. Sistematik gözlem:Aşartırmaya konu edilen olay ve olguların, araştırmacının belirlediği koşullar altında gözlenmesidir. Bu gözlem çeşidinde sadece araştırmaya konu olan olgular gözlemlenip kayıt altına alınırken, diğer şeylerin kaydı tutulmaz. Sosyal bilimlerin tamamında en çok kullanılan veri toplama tekniğidir. İç gözlem: Şuurun kendi üzerine katlanması, bireyin kendi iç dünyasını gözlemlemesidir. İnanmak, umutlanmak, sevmek, sevilmek, üzülmek, kaygılanmak, düşünmek, kıskanmak gibi din psikolojisi açısından önemli araştırma konuları hakkında ancak bireylerin kendileri tarafından yapılan gözlemler ile bilgi edinilebilmektedir. Her ne kadar nesnel ve bilimsel sonuçlara varabilmek için bir olayda inceleyen süje ile incelenen objenin aynı olması iyi bir gözlem ortamı olmayıp durumun böyle olması en azından incelenen olguda muhteva kaybına neden olup gözlem kalitesini düşürse de, iç gözlem tekniği din psikolojisinin vazgeçemeyeceği tekniklerden birsidir. Buna ilaveten iç gözlemine müracaat edilen bireylerin samimi ve dürüst davranmama ihtimali yanında, içsel yaşantıların ifadesinde dilin yetersizliğinden kaynaklanan problemler ve insanların dili kullanma yeterliklerinin birbirlerinden farklı olması, iç gözlemin diğer dezavantajları arasında yer alır. Bütün bu dezavantajlar, alınan birtakım önlemlerle giderilmeye çalışılarak iç gözlem tekniğinin din psikolojisi araştırmalarında kullanılmasına devam edilmektedir. Bunlar arasında; insan bilincine, yaşanan herhangi bir olayın bellekte kalan izlerini gözlemleme yeterliği konusunda güven yanında, insanlara güven telkin edip samimi ve içten davranmalarını sağlamak, içsel yaşantılar hakkında doğrudan değil de dolaylı sorular sormak, her ne kadar birtakım etik mahsurlar Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Din Psikolojisinde Yöntem taşısa da zaman zaman araştırmanın gerçek amacını gizlemek ve iç gözlem tekniğini aktif dış gözlemle birlikte kullanmak gibi önlemler sayılabilir (Karaca, 2011: 56). İç gözlem yoluyla başkalarını anlamak için özellikle Alman psikologlar tarafından kullanılan bir teknik de ortak sezgi (einfühlung) tekniğidir. Buna göre araştırmacı kendi iç yaşantılarından hareket ederek karşısındakinin ruh hâlini sezgisel olarak kavramaya çalışmaktadır. Aynı zamanda iç gözlemin ifadesinde dilden kaynaklanan güçlükleri yenmek, sözcüklerin yetersizliğinden kurtulmak için de işlevsel olan bu tekniğe, incelenen obje ile ruhsal kaynaşma yolunda ikiliği ortadan kaldırdığı için sempatik sembolizm de denmektedir (Armaner, 1980: 5152). Hazır bilgi Soru sorma, yüz yüze olduğu gibi, yazılı formlar, telefon veya internet gibi teknikler vasıtasıyla da gerçekleştirilebilmektedir. Hazır bilgi kaynaklarının başında kitaplar, makaleler, ansiklopediler, biyografiler, istatistikler, tezler, sözlükler, gazete haberleri, raporlar, mektuplar, anılar, kısa notlar, resmî arşivler, resimler, sesli ve görüntülü kayıtlar ile kutsal metinler gelmektedir. Özellikle (oto)biyografiler, bireylerin iç dünyaları hakkında zengin bilgiler sunduğu için ilk din psikolojisi çalışmalarından itibaren değerlendirilmeye alınmış ve hâlen kullanılmakta olan verimli bir coğrafya niteliği taşımaktadır. Diğer bir hazır bilgi kaynağı olan kutsal metinler de, din psikoloisi çalışmaları için zengin bir birikim sunma potansiyeline sahiptir. Soru Sorma Doğrudan gözlem yoluyla incelenmesi mümkün olmayan araştırma konularının incelenmesinde genellikle insanlardan soru sormak yoluyla bilgi elde etme yoluna gidilmektedir. Konuyla ilgili iç gözleme davet edilen bireylerden elde edilen verilere genellikle anket, mülakat ve ölçekler yoluyla ulaşılmaktadır. Bilimsel araştırmalarda soru sorma, bilgisine başvurulan bireyle yüz yüze gerçekleştirilen mülakat yanında, sorulacak soruların bir forma yerleştirilmesi suretiyle anket, nitel özelliklerin nicel sembollerle ölçülmesi amacıyla tasarlanan ölçekler vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Deney Aynı zamanda bir araştırma yöntemi olan deney hakkında aşağıda bilgi verilmiştir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Din Psikolojisinde Yöntem ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ Deney Deneysel araştırmaların temel amacı, davranışların nedenlerini ve ön belirleyicilerini tespit etmektir. Deneysel çalışmalarda tarama çalışmalarından (survey) farklı olarak bağımsız değişkenler kontrollü bir şekilde (belli bir sistematiğe göre) değiştirilerek, değişikliğin bağımlı değişken üzerindeki etkisi ölçülmektedir. Tarama çalışmaları, bağımlı ve bağımsız değişkenler arasındaki ilişkiyi ve ilişki derecesini araştırırken, deneysel çalışmalar değişkenler arasındaki neden-sonuç bağlantısını ortaya koymaya çalıştıklarından bilimsel olarak daha değerli sonuçlar üretmektedir. Laboratuvar deneyi Bilimin mantığına en uygun yöntem deney yöntemidir. Bilimsel bir olayı kanıtlamak için yapılan deneme etkinliğine deney denmektedir. Olgular arasındaki ilişkileri, varsa bu ilişkileri yöneten yasaları bulmak, ortaya konan hipotezleri test etmek veya daha genel anlamla araştırılan konuyla ilgili gerçekliği keşfetmek amacıyla yapılan deneylerde, ortamın araştırmacı tarafından hazırlanması durumunda deney laboratuvar deneyi adını alır. Araştırmanın amacı ve ortaya konan hipotezlere göre hazırlanan ortamda bir taraftan bağımsız değişkenler sistematik bir şekilde değiştirilirken diğer taraftan ele alınan bağımsız değişkenler dışında bağımlı değişkeni etkileyebilecek diğer faktörler kontrol altına alınır. Laboratuvar deneyinin diğer araştırma yöntemlerine göre en önemli üstünlüğü budur. Bunun yanında; hipotez sınamasına en uygun yöntem olan laboratuvar deneyi aynı zamanda istatistiksel analizlerin yapılması ve nedensel ilişkilerin kurulmasına da en yüksek düzeyde imkân tanıyan araştırma yöntemidir. Bütün bu avantajlarının yanında deneklerin laboratuvar ortamına girerken beraberinde getirdikleri önyargılar, beklentiler, araştırmanın amacı hakkındaki bilgileri yanında ortamın suni olması ve araştırmacıdan etkilenme, yapılan denemelerde özgün davranışların dışında durumların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Bunlara ilaveten deneklerin özgün davranmalarını temin etmek için zaman zaman araştırmanın gerçek amacının onlardan gizlenmesi ahlaki bir mahsur taşırken, laboratuvar deneyinin her olaya uygulanamaması (Örneğin din psikolojisinde kullanımı sınırlıdır.) yöntemin en önemli dezavantajları arasındadır (Kağıtçıbaşı, 1996: 31-34). Psikolojide deneyler bir tek denek üzerinde yapılabildiği gibi, iki ya da daha fazla grup üzerinde de yapılabilmektedir. Üzerinde deneme yapılan birey ya da gruba, “deney” grubu denirken, kontrol amaçıyla oluşturulup bağımsız değişkenin uygulanmadığı gruba ise “kontrol grubu” denmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Din Psikolojisinde Yöntem Alan deneyi Özellikle psikolojide her konuda deney yapma imkânı bulunmamaktadır. Alan deneyi, laboratuvar deneyinin doğal ortamda uygulanan şeklidir. Örneğin öğrenciler için okul, işçiler için fabrika, askerler için kışla doğal ortamlardır. Denemenin doğal ortamda yapılması, laboratuvar deneyinde olduğu gibi ortamın araştırmacı tarafından tamamen hazırlanmasını değil düzenlenmesini gerektirir. Bu yöntemde de araştırmacı deney ortamını araştırmanın amacı ve hipotezlerine göre düzenleyerek deneyi gerçekleştirir. Ancak burada laboratuvar deneyinde olduğu gibi bağımsız değişkenlerin sistematik bir şekilde değiştirilmesi o kadar kolay olmadığı gibi, ele alınan bağımsız değişkenler dışında bağımlı değişkeni etkileyebilecek diğer faktörlerin kontrolü de laboratuvar deneyindeki kadar yüksek düzeyde değildir. Ayrıca araştırmacının deney için doğal ortamda yaptığı düzenlemeler, denekler üzerinde tepkisel durumlar meydana getirip onların özgün davranmamalarına da neden olabilir. Deneklerin özgün davranmalarını sağlamak için araştırmanın gerçek amacının zaman zaman gizlenmek zorunda kalınması veya araştırmacı tarafından yapılan bazı manüpilasyonlar, alan deneyinde de ahlaki bazı muhsurlar yaratmaktadır. Bunlara rağmen alan deneyi, laboratuvar deneyinin hemen bütün avantajlarını taşıması yanında en büyük avantajı, doğal ortamda gerçekleştirilmesi dolayısıyla onunla elde edilen sonuçların gerçek hayata daha yüksek düzeyde uyarlanabilmesidir. Laboratuvar ortamında yapılamayan birçok deneyin doğal ortamda yapılabilmesi ve bizzat araştırmacının şahsının araştırmaya katılan denekler üzerindeki etkisinin daha az olması alan deneyinin laboratuvar deneyine göre diğer üstünlükleridir (Kağıtçıbaşı, 1996: 34-37). Çalışılan konuyla ilgili olgular arasındaki (nedensel) ilişkileri yakalamak ve hipotez sınamasına uygunluk avantajını laboratuvar deneyiyle paylaşan alan deneyinin din psikolojisi araştırmalarında diğer deney türüne göre daha çok tercih edilmesinin nedeni, dinî hayatın diğer birçok yaşantıdan daha fazla doğal ortam gerektirmesidir (Karaca, 2011: 61). Alan deneyinin din psikolojisinde kullanımı şu örnekte daha rahat görülebilir. Dinî gelişimde sevgi ve korku faktörlerinin etkinliğinin araştırıldığı bir çalışmada araştırmacı din eğitimi veren bir kurumda şöyle bir deney yapabilir: Dinî ve diğer gelişim özellikleri açısından birbirine benzer üç sınıf alır ve bir dindarlık ölçeğiyle dindarlık düzeylerini ölçer. Daha sonra bu sınıflardan birine iki ay boyunca sevgi eksenli bir din eğitimi, diğerine ise korku eksenli bir din eğitimi verir veya hazırlamış olduğu bir programla verilmesini sağlar. Kontrol grubu olarak kullanılan üçüncü sınıf ise, normal durumunda bırakılarak daha önceki programa göre eğitime tabi tutulmaya devam edilir. İki ay sonucunda her üç sınıfın tekrar dindarlık düzeyini ölçen araştırmacı deney grupları ile kontrol gruplarının önceki ve sonraki skorlarını istatistiksel analizlerle karşılaştırarak bağımsız değişkenlerin konu üzerindeki etkisini ortaya koymaya çalışır. Deneysel araştırma bulguları, gruplar Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Din Psikolojisinde Yöntem arası farklılık olduğunu gösterirse, neden-sonuç ilişkisi kurulabilir. Örneğin, sevgi ağırlıklı din eğitiminin diğer yöntemle eğitime kıyasla dinî gelişime daha pozitif bir şekilde yansıdığı sonucuna ulaşılabilir. Deneye Alternatif Olarak Korelasyon Daha önce bahsedildiği gibi din psikolojisi araştırmalarında deney yöntemi sınırlı bir şekilde kullanılmaktadır. Esasen insan üzerinde bazı deneylerin yapılamaması deney yönteminin genel psikolojide de kullanım alanını sınırlamaktadır. Bir soruna deneysel açıdan yaklaşmanın mümkün olmadığı durumlarda genellikle değişkenler arasındaki ilişkilerin araştırılmasına dayanan yöntem kullanılmakta ve buna korelasyon (ilişki) denmektedir. Korelatif araştırmaların amacı, birbirleriyle karşılıklı ilişki içinde olan değişkenleri belirlemektir. Bunu yaparaken öncelikle incelemek istediği değişkenleri belirleyen araştırmacı, bir kısmı doğrudan gözlemlenebilir (yaş, cinsiyet vb. gibi) bir kısmı da dolaylı olarak ölçelebilir (kişilik, dindarlık vb. gibi) değişkenlerle ilgili verileri hazırlayıp seçtiği istatistiksel tekniği kullanarak değişkenler arasındaki ilişkinin derecesini belirler. Bu işlem sonucunda değişkenler arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığı sonucu da ortaya çıkabilir. Korelasyon katsayısı (r) +1 ile -1 arasında bir değer alır ve katsayının +1’e yaklaşması, iki değişken arasındaki ilişkinin kuvvetli olduğu, 0’a yaklaşması zayıflığını veya yokluğu, -1’e yaklaşması ise değişkenler arasındaki ilişkinin kuvvetli negatif olduğu şeklinde yorumlanır. Örneğin ayakkabı numarası ile dindarlık arasında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Alan araştırmaları, daha çok sosyoloji ve sosyal psikolojide tercih edilmektedir. Değişkenler arasındaki karşılıklı ilişkileri ortaya koyan korelatif araştırmalar, tasvirî özellik taşır. Deneysel araştırmalarda olduğu gibi, neden-sonuç ilişkisi kuramazlar. Buna göre, iki değişken arasında belirli bir ilişkinini varlığı, bunlardan birinin diğerinin nedeni veya sonucu anlamına gelmemektedir. Alan Araştırması Daha çok sosyoloji ve sosyal psikoloji disiplinlerinde tercih edilen alan araştırması yöntemi, çok yönlü ve derinlemesine üretilen verilerin yorumlandığı bir araştırma yöntemidir. Genellikle küçük grup veya topluluklar üzerinde yapılan araştırmalarda tercih edilen bu yöntemde, araştırmacı bizzat çalışma yapacağı alana giderek bir müddet orada yaşar ve araştırma konusuyla ilgili olarak kaynaklardan edindiği bilgilere araştırma alanında yaptığı gözlem ve sorduğu sorulara aldığı cevapları ekleyerek gerekli verileri elde eder. Alan araştırması yönteminin en büyük avantajı, derinlemesine bilgi üretmesidir. Küçük bir grup bütün yönleriyle araştırılmak isteniyorsa, en iyi yöntemin alan araştırması olduğu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Din Psikolojisinde Yöntem söylenebilir. Ancak yöntemin bu avantajı, küçük topluluklarda uygulanmasından kaynaklanmaktadır ve büyük popülasyonlara uygulanma imkânı yoktur. Elde edilen verilerin tasvirî nitelikler taşıması, veriler üzerinde istatistiksel analiz yapma imkânını sınırlamakta ve bu durum yöntemin hipotez sınamasına uygunluğunu daraltmaktadır. Yöntemin diğer bir sınırlığı ise, neden-sonuç ilişkisinden ziyade, ancak incelenen konuyla ilgili faktörlerin kendi aralarındaki ilişkileri ortaya koyabilmesidir. Ayrıca, araştırmacının araştırma yapacağı grup içinde bir müddet yaşaması, onlardan etkilenme ve dolayısıyla objektifliği kaybetme ihtimalini de beraberinde getirmektedir (Kağıtçıbaşı, 1996: 39-42). Survey (Tarama) Yöntemi Genişlemesine makro-sosyal alan araştırması olan survey yöntemi, daha çok doğrudan gözlem yoluyla veri toplamanın güç olduğu durumlarda geniş ölçekli bir evrende yapılan çalışmalarda kullanılmaktadır. Hem betimleyici, hem de açıklayıcı bilgiler elde edilmesi, çok sayıda bağımsız değişkenle aynı anda analiz yapılabilmesi ve birden çok hipotez sınamasına uygun olması, yöntemin en büyük avantajlarındandır. Tarama yöntemi olarak da adlandırılan survey, özenle hazırlanmış anketler, eğitimini almış mülakatçılar, güvenilir ve geçerli ölçekler, ana evreni temsil edebilen bir örneklem grubu ve uygun veri analiz yöntemlerini gerektirmektedir. Tarama yöntemi, az zamanda çok kişiye ulaşma imkânı sunduğundan daha çok tercih edilmektedir. Araştırma konusuyla ilgili gözlem ve hazır bilgiler yanında, temelde soru sorma tekniğiyle uygulanan bir yöntem olan survey, tek başına bir yöntem olmayıp daha çok bu teknikle gerçekleştirilen anket, mülakat ve ölçeklerin kullanıldığı bir yöntemdir. Survey yönteminde bahsedilen tekniklerle elde edilen veriler analiz edilip yorumlanarak açıklama yoluna gidilir. Survey yöntemlerinden anket ve ölçeklerin tercih edilmesinin temel nedeni, kısa zamanda çok sayıda bireye ulaşılmak istenmesidir. Ancak bu tekniklerle elde edilen veriler daha çok kesitsel (genişlemesine), araştırmaya katılan deneklerin araştırma problemiyle ilgili o anki durumunu ortaya koyabilecek türden verilerdir. Ancak özellikle ölçeklerle boylamsal desenli araştırmalar yapmak da mümkündür. Survey yönteminin en önemli özelliği, seçilen örneklemin genelleme yapılacak ana evreni temsil gücüdür. İyi örneklemelerle, doğru genellemeler yapabilme imkânı sağlaması surveyin önemli bir avantajıyken, ana evreni temsil etmeyen örneklemden elde edilen veriler, surveyin değerini düşürmektedir. Doğrudan gözlem yerine daha çok iç gözlem sonuçlarını yansıtan survey yöntemiyle elde edilen sonuçlar istatistiksel değerlendirmelerle sınırlı kalsa da, aynı konuyla ilgili ancak diğer yöntemlerin de kullanıldığı başka çalışmalarla yapılan karşılaştırmalar ile bu sınırlılık aşılmaya çalışılmaktadır. Din psikolojisi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Din Psikolojisinde Yöntem araştırmalarının dış gözlemden ziyade iç gözlem sonuçlarına dayandığı düşünülürse, bu yöntemin din psikolojisi araştırmalarında daha çok tercih edilmesinin nedenleri de daha iyi anlaşılabilir. (Karaca, 2011: 64). Mülakat Mülakat, bireylerin duygu, düşünece ve davranışlarını saptamada, onları yakından tanımada kulanılan bir tekniktir. Bilimsel araştırma amacıyla önceden belirlenmiş soru sorma ve yanıtlama tarzına dayalı karşılıklı ve etkileşimli bir iletişim süreci olarak tanımlanan görüşme tekniği, kısaca sözlü iletişim yoluyla veri toplama aracı olarak tanımlanmaktadır. Mülakat tekniği, özellikle psikolojinin uygulamalı dallarını ve alan araştırmalarını sıkça kullanan sosyoloji ve sosyal psikoloji çalışmalarında sıklıkla kullanılır. Bu teknik ayrıca klinik psikolojinin psikoterapi sürecinde, rehberlik ve psikolojik danışma sürecinde de sıklıkla kullanılmaktadır. Sosyal bilimlerde ve özelliklede sosyolojide en sık kullanılan araştırma tekniklerinden biri olan mülakat, nitel araştırmalarda temel veri toplama araçlarındandır. İlk bakışta kolay bir veri toplama tekniği gibi görünse de görüşme; beceri, duyarlılık, yoğunlaşma, bireyler arası anlayış, öngörü, zihinsel uyanıklık ve disiplin gibi pek çok boyutu kapsaması açısından, bilimsel bir teknik olduğu kadar aynı zamanda bir sanattır. Mülakat tekniğinin en önemli avantajı derinlemesine bilgi üretmesidir. Bu avantajına rağmen tekniğin bir takım dezavantajları da bulunmaktadır. Alan araştırmasına benzer bir şekilde mülakat tekniği, uzun zaman alması, topladığı bilgilerin tasvirî nitelik taşıması ve mülakat yapılan deneklerin araştırma ve araştırmacıyla ilgili ön yargıları ile sosyal beğenirlik duygularının etkisi altında kalma ihtimalleri tekniğin en önemli dezavantajları durumundadır. Yapılandırılmış ve yapılandırılmamış olmak üzere genelde yüz yüze zaman zaman da telefonla gerçekleştirilen mülakat tekniğinde ciddi ve nesnel tonu koruyarak tutarlı bir sıcaklık sağlamaya çalışan görüşmecinin yargılayıcı bir üslup kullanmaması gerekir. Hız ve yönelimi kontrol eden mülakatçı, katılımcının olgusal hatalarını düzeltmeden yürüttüğü mülakatta sorular sorar. Kendisine yöneltilen soruları yanıtlamak, duygu ve düşüncelerini ifşa etmek hulasa enformasyonu sağlamak katılımcıya aittir. Araştırmacının ortaya koyduğu hipotezleri test etmek için daha önceden hazırladığı, katılımcılara yüz yüze ancak yanıtlama konusunda esneklik tanımadan uyguladığı mülakat türüne yapılandırılmış kişisel görüşme denir. Katılımcıdan sadece sorulara cevap vermesinin beklendiği bu mülakat türünde, yanıtlar başka soruları gündeme getirse bile bu sorular sorulmaz. Araştırmacının konu üzerinde Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Din Psikolojisinde Yöntem yeterli düzeyde kontrol sağladığı bu mülakat türünde veri toplama oranı yüksek olsa da araştırmacı, katılımcının kimliğini bilmekte ve zaman ve enerji açısından yüksek bir maliyet ortaya çıkarmaktadır. Araştırmacının yüz yüze ulaşması imkânsız, farklı coğrafi bölgelerde ikamet eden katılımcılarla daha önceden standardizasyonu yapılmış soruları yönelterek gerçekleştirdiği mülakat türüne yapılandırılmış telefon görüşmeleri denir. Kontrolün yüksek bir oranda katılımcının elinde olduğu bu mülakat türünde görüşmenin tek taraflı olarak kesilme ihtimali yanında, telefon görüşmelerinin başkaları tarafından dinlenebilme ihtimali ve maddi açıdan masraflı olma gibi dezavantajlar bulunmaktadır. Bunlara rağmen yapılandırılmış telefon görüşmelerinin hızlı ve kısa sürede katılımcılara ulaşmak ve yüz yüze bulunmamak gibi avantajları bulunmaktadır. Görüşmeciye büyük oranda hareket ve yargı serbestisi veren, esnek, kişisel görüş ve yargıların kökenlerine inmeyi sağlayan görüşme şekline yapılandırılmamış mülakat denir. Bu tür görüşmeler daha çok, araştırmaların başlangıç aşamalarında soruna ilişkin önemli değişkenleri saptarken yararlı olur (Altunışık ve ark., 2010: 9198). Anketler, en sık başvuluran bilgi toplama tekniklerinin başında gelmektedir. Mülakat formlarının hazırlanmasında alternatif sorular ve sondalar hazırlamak önemli bir ilkedir. Bunun yanında mülakat formunda basit, sade ve anlaşılabilir bir dil ve üslup kullanmakla birlikte, farklı türden açık uçlu soruları mantıklı bir biçimde düzenlemek de önemlidir. Mülakatlarda çok boyutlu soru sormak ve görüşme yapılan bireyi yönlendirmekten kaçınmak gerekmektedir. Katılımcılarla ilgili olarak ise; kim ya da kimlerle nerede, ne zaman, ne kadar süre ile, kaç defa, neden görüşme yapılacağı, görüşmeye nasıl başlanacağı gibi konularda planlama yapılması gerekmektedir. Özellikle yapılandırılmamış görüşmelerde öncellikle dinleme ve iletişim becerileri ön plana çıkmaktadır. Soru sorma, görüşmede büyük bir öneme sahiptir. Soruların soruluş biçimi, kullanılan kavramlar, sorulacak soruların türü ve sırası, dikkate alınmalıdır. Görüşmeyi sona erdirmek de belli bir dikkat gerektirir. Araştırmacı yaptığı mülakatlarda; olumlu bir hava yaratabilmeli, konuşma tarzında sorduğu sorularda akışa göre gerekli değişiklikler yapabilmeli, bir taraftan görüşme sürecini kontrol ederken diğer taraftan teşvik edici, yansız ve empatik olup, uygun tepkiler elde etme, tepkileri kayıt atlına alma ve yanlılıklardan kaçınma davranışı gösterebilmelidir. Mülakatların kaydedilmesi iki türlü gerçekleşmektedir. Kaynak kişinin kabul etmesi ve olanakların elvermesi hâlinde, en iyi kayıt yöntemi, elektronik araçlarla anında yapılacak sürekli kayıtlardır. Kayıt cihazı araştırmacı açısından önemli kolaylıklar sağlamaktadır. Kayıt cihazı kullanmanın mümkün olmadığı durumlarda Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Din Psikolojisinde Yöntem ise araştırmacı; soru sorma, dinleme, mülakatı yönetme ve not alma işlemlerinin tümünü bir arada yapmak zorundadır. Cihaz kullanmanın mümkün olmadığı durumlarda araştırmacının hızlı not alması gerekeceğinden, sık sık kısaltmalar kullanması ve çok tekrar eden sözcükler için bazı semboller geliştirmesi gerekebilir. Kayıt cihazı kullanımında mutlaka katılımcıdan önceden izin alınması gerekir. Kayıt ve not alma yöntemlerini bir arada kullanmak da mümkündür. Mülakat tekniğiyle toplanan verilerin analizi ve değerlendirilmesi oldukça güçtür.Bu durum mülakatçının çok iyi yetişmiş uzman bir kişi olmasını zorunlu kılar. Nitel araştırmada veriler, özellikle kelimeler biçiminde olduğundan dil, merkezî bir konumdadır. Konuşma, sosyal etkileşimin temel aracıdır ve dil, nitel sosyal araştırmaların inşa edildiği temel malzemedir. Konuşma çözümlemesi, söylem çözümlemesi ve gösterge bilim, nitel araştırmalarda önemli ve yeni bakış açılarının önünü açmıştır. Konuşma çözümlemesi, sözlü konuşmaya odaklanırken diğerleri hem yazılı hem de sözlü ifadelere uygulanabilmektedir. Anket Anketler, bireylerin belirli konulardaki duygu, düşünce, davranış veya önerilerini saptamak üzere hazırlanmış soru listeleridir. Anket, en basit tanımı ile soru-cevap tekniğiyle uygulanan sistematik bir veri toplama yöntemidir. Bilimsel değere sahip olabilmeleri için anketlerin geçerli ve güvenilir bilgiler üretmesi beklenir. Anket ile araştırmacı araştırdığı konuyla ilgili olarak hazırlamış ve bir forma aktarmış olduğu soruları önceden belirlenmiş insanlara mektupla, telefonla, internet aracılığıyla veya yüz yüze tek tek ya da toplu hâlde yönelterek bunların cevaplarına ulaşmaya çalışır. Anket sorularının araştırmaya katılan örneklem grubuna yüz yüze ve tek tek okunarak onlardan alınan cevapların araştırmacı veya anketör tarafından işaretlenmesi şeklinde uygulanması da mümkündür. Ancak bu uygulama anket tekniğini, mülakata dönüştürür. Anket formunun hazırlanması aşamasında az sayıda kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir pilot çalışmayla gerek sorularda kullanılan dil, gerekse konuyla ilgili olarak hazırlanmış olan soruların kapsamının belirlenmesinde önemli kazanımlar elde edilir. Zira çoğu durumda anketlerde, anlaşılma güçlükleri, ifade problemleri veya cevaplayıcıların cevaplamak istemeyecekleri özel ya da utandırıcı sorular olabilmekte, öngörülmeyen fakat uygulamada karşılaşılabilecek başka sorunlar da ortaya çıkabilmektedir. Pilot uygulamayla anketin uygulama süresi de tespit edilmiş olur. Genellikle 15-20 dakikadan uzun süren anketler uygun değildir. Pilot uygulamadan sonra elde edilen dönütlere göre düzeltilen ve son şekli verilen anket formuyla uygulama yapılmakta ve elde edilen veriler uygun analiz yöntemleriyle analiz edilerek yorum aşamasına geçilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Din Psikolojisinde Yöntem Anketin mülakata göre en büyük avantajı, katılımcılardan kimlik bilgileri istemeyerek kimliklerinin gizlenmesinin mümkün olmasıdır. Bu durum, katılımcıların kendilerini daha rahat ve güvende hissetmesi, dolayısıyla gerçeği olduğu gibi ortaya koymalarında son derece önemlidir. Buna rağmen yine de anket uygulamalarında zaman zaman bazı katılımcılar ankete hiç katılmama, katıldıkları zaman da soruların tamamını yanıtlamama, sürekli aynı şıkkı işaretleme veya kendilerine göre özel kabul ettikleri bazı maddeleri işaretlememe gibi eğilimler gösterebilmektedir. Anketin mülakata oranla diğer avantajları, emekten ve zamandan sağladığı tasarruftur. Anket Çeşitleri Yapılandırılmış anket Kapalı uçlu sorulardan oluşan ankettir. Bu anket tekniğinde seçmeli sorular da denen kapalı uçlu sorulara verilebilecek muhtemel cevaplar, önceden belirlenerek çeşitli seçenekler hâlinde sunulmaktadır. Kapalı uçlu soru tipi, yöneltilen soruya verilebilecek cevapları sınırladığı için gerek veri girişi ve analizlerde, gerekse değerlendirme aşamasında önemli kolaylık sağlamaktadır. Daha çok yüzeysel bilgilerin ortaya çıkarılmasını sağlayan kapalı uçlu soru tipi, şıklara konulan muhtemel cevaplarla deneklere az da olsa yönlendirme yapmaktadır. Bunun yanında birtakım soruların yanlış, eksik veya tam olarak anlaşılamaması, onlara verilecek cevapları doğrudan etkileyeceğinden bu modeldeki sorularda kullanılan dilin basit, sade, net ve anlaşılır olmasına özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Yapılandırılmamış anket Yapılandırılmamış anketler, açık uçlu sorulardan oluşur. Muhtemel cevaplarla ilgili seçenekleri önceden belirlenmemiş olan bu sorulara özgün yanıtlı sorular da denir. Özellikle derinlemesine bilgiye ulaşılmak istendiğinde tercih edilen bu soru tipi, daha çok cevapların önceden tahmin edilmesinin güç ve değişik cevaplar alma ihtimali yüksek olan durumlarda kullanılır. Daha ziyade tasvirî bilgi sağlayan açık uçlu soru tipi uygulama aşamasında bazı sıkıntıları beraberinde getirebilmektedir. Bunlar; uygulamanın uzun zaman alması, yazmaktan erinmek ve bazı soruları cevapsız bırakmak, yazısının tanınabileceği kaygısıyla samimi ve dürüst davranmamak, okuma güçlükleri, istenilen bilgileri alamamak vb. durumlardır. Anketin maliyetinin düşük olması (zaman, emek, para), araştırılan bireylerin kimliklerini saklama imkânı sağlaması, ön yargı ve kişisel eğilim gibi durumlarda hataları aza indirmesi, kısa sürede çok kişiye ulaşılması, nitel özelliklerin nümerik değerlere aktarılıp sayısal çalışma olanağı sunması gibi avantajlarının yanında, elde Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Din Psikolojisinde Yöntem edilen verilerin yüzeysel olması, nedensel ilişkilerden çok tasvirî bilgi üretmesi, mektup yoluyla gerçekleştirilen anketlerde geri dönme oranın düşük olması, zaman zaman denekler tarafından bazı soruların veya anketin tamamının boş bırakılması, sorulara verilen cevapların samimi ve içtenlikle verilip verilmediğinden emin olunamaması gibi dezavantajları vardır (Karaca, 2011: 67). Ölçekler, özellikle son dönemlerde sıkça müracaat edilen ölçüm araçlarıdır. Anket yazılı bir soru-cevap tekniği olduğu için cevaplayıcılar açısından en azından bir okuma yazma bilgisi gerektirmektedir. Anketin en önemli zorluklarından birisi de toplanmak istenen verinin karmaşıklığına göre soru düzenlemektir. Soruların kolay anlaşılabilmesi adına yapılan çalışmalar bazen istenen verinin elde edilmesine engel olmaktadır. Bilgi etraflıca ele alınmak istendiğinde ise, düzenlenen sorular anlaşılamamakta ve sorulara ayrı kişilerce ayrı anlamlar verilmesi önlenememektedir. Bu yüzden anket soruları hazırlanırken belirsiz ve anlaşılmayan ifadelerden, duygusal dil kullanmaktan, çift anlamlı, yönlendirici, yanlış eklentili ve cevaplayıcının düzeyini aşan sorular sormaktan kaçınılması gerekmektedir. Ölçekler Ruhsal özelliklerin doğrudan gözlemlenmesi mümkün olmadığı gibi ölçülmeleri de mümkün değildir. Nitel karakter arzeden bu özellikler, belli ilke ve kurallara göre nicel sembollere (nümerik değerlere) aktarılarak verilerin daha kesin bilimsel raporlara dönüştürülmesi yoluna gidilmektedir. Psikolojik bir özelliğin farklı düzeylerine, miktarlarına ya da büyüklüklerine sayılar tayin etmek üzere bir prosedür belirlendiğinde ölçüm terimi kullanılmakta, ölçüm için kullanılan araca da ölçek denmektedir. Ölçekler, genel ya da özel bir duruma ilişkin insan davranışlarından bir örneklemi ölçüp bu ölçümün sonucunda bir sayıya veya bir sınıf adına ulaşan, bu sonucu kendine özgü norm ve standartlarla kıyaslayarak genel davranışa ilişkin bir öngörüde bulunmaya yarayan, kullanımı standartlaşmış araçlar olarak tanımlanabilir. Din psikolojisinde bilhassa son çeyrek asırda ölçek geliştirme, uyarlama ve standardizasyon çalışmaları önceki yıllara göre hayli hız kazanmış ve başarılı sonuçlar vermeye başlamıştır. Bir ölçeğin kullanılabilmesi için, belirli özelliklere sahip olması gerekir. En önemli özellikler standardizasyon, güvenirlik ve geçerliktir. Standardizasyon ve ölçek uyarlaması: Standardizasyon, ölçeğin uygulama ve puanlama işlemlerinin aynılığını belirleyip yorum hatalarının en aza indirgenmesi ve ölçeğe ilişkin normların oluşmasını sağlar. Buna göre testin uygulama ve ortam koşulları, puanlama ölçütleri ve standartlarının tam benzerliği söz konusudur. Uygulayıcılar ve denekler değişse de test işlemleri çoğunlukla Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Din Psikolojisinde Yöntem değişmezliğini korur. Din psikolojisi alanında ülkemizde kullanılan testlerin büyük çoğunluğu batılı kültürel atmosferde geliştirilen ve kullanılan ölçeklerdir. Farklı bir kültürde geliştirilen ölçekler, yapılan uyarlama çalışmalarıyla, kullanılması düşünülen kültür, grup ve kitlelere uygun bir hâle getirilmektedir. Üç aşamada gerçekleştirilen uyarlama çalışmasının ilk aşamasında ölçek maddeleri yeni dile çevrilir ve ölçeğin dil eşdeğerliği değerlendirilerek kullanılması amaçlanan kitle tarafından anlaşılabilecek bir dil yapısı kazanması sağlanır. İkinci aşamada ise çeviri formun psikometrik özellikleri incelenir. Burada uygun teknikler kullanılarak çeviri testin güvenirliği ve geçerliği sınanır. Ölçeğin kültüre bağlı niteliklerinin incelendiği son aşamada ise çeviri testin dil normları ile özgün formun dil normları karşılaştırılır ve her iki test formunun faktör yapıları karşılaştırılır (Öner, 1997: 14). Güvenirlik: Bir ölçüm aracıyla değişik yer ve zamanlarda yapılan ölçümlerin benzer sonuçlar vermesi, yani ölçeğin istikrarlı olmasını ifade eder. Güvenirlik gerekli ancak yeterli olmayan bir koşuldur. Birbirinden farklı güvenirlik belirleme teknikleri bulunmaktadır. Bunlar farklı derecelendiriciler arası güvenirlilik, test– yeniden test güvenirliği, iç tutarlılık, yarıya bölme tekniği ve eşdeğerli ölçek güvenirliliğidir. Ölçeğin değişken hatalarını ortadan kaldıran güvenirlik, en iyi şekilde 0’dan 1’e kadar değişen (r) korelasyon katsayısı ile ifade edilir. 1 en yüksek düzeyde bir ilişkiyi gösterirken, 0 ise tesadüfi bir ilişkiyi gösterir. 0.7’den daha küçük bir korelasyon katsayısı gösteren derecelendirme ölçeklerinin kullanılması önerilmez (Öner, 1997: 15). Geçerlilik: Güvenirliğe göre daha kapsamlı olan geçerlik kavramı, bir ölçüm aracının neyi ölçmek için tasarlanmışsa onu ölçebilme yeterliğini ifade eder. İçerik geçerliliği, ölçüt geçerliliği, yapı geçerliliği vb. geçerlilik teknikleri bulunmaktadır. İçerik geçerliği, kullanılan ölçeğin, ölçülmek istenen değişkeni ölçüp ölçmediğini gösterir. Geçerliğin bu seviyesi kullanıcılardan ziyade ölçeği geliştirenlerle daha ilgilidir. Ölçüt geçerliği, yeni geliştirilen ölçeğin daha önce aynı şeyi ölçmek için geliştirilerek yeterli geçerlik skorları üreten başka bir ölçekle yapılan ölçümlerin belirlediği farkı ortaya koyar. Yapı geçerliği ise bir ölçeğin ölçmek istediği kavramı ne ölçüde doğru ölçtüğünü gösterir (Balcı, 2006:102). Uygulamaları aynı olan ölçek ve anketler biçim olarak birbirlerine benzeseler de aslında çok farklı ölçüm araçlarıdır. Örneğin veri analizi aşamasında 20 soruluk bir anket için her bir değişken için 20 ayrı analiz yapmak gerekirken, aynı sayıdaki maddeden oluşan bir ölçek ile yapılan çalışmada (her bir soruya takdir edilen puanların toplanması sonucunda elde edilen toplam puan üzerinde işlem yapıldığı için) her bir değişken için sadece bir analiz yeterli olmaktadır. Buna ilaveten anketlerle elde edilen nümerik verilerle daha basit istatistiksel analizler yapılırken, ölçeklerle elde edilen verilerle daha karmaşık ve hassas analizler yapılabilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Din Psikolojisinde Yöntem Ayrıca anketlere oranla çok daha standart ve duyarlı ölçüm araçları olan ölçeklerin geliştirilme süreci oldukça zor ve alan bilgisi yanında psikometrik uzmanlık da gerektirmektedir. Yani gerek geliştirilme süreçleri veya hazır olanlar arasından yapılan seçimler, gerekse onlarla toplanan verilere uygulanacak istatistiksel analizlerin seçimi ve uygulanması açısından ölçeklerle çalışmak için sadece alan bilgisi yeterli değildir (Karaca, 2011: 71). ARŞİV ARAŞTIRMASI Arşiv araştırması, hemen her konuda işlevsel olan bir bilgi toplama tekniğidir. Arşiv araştırması yöntemi, araştırma problemi hakkında her türlü kayıt altına alınmış verilerden (kitap, makale, biyografi, gazete yazıları, günlük, sesli veya görüntülü kayıtlar, internet, resmî veya özel arşivler vb.) belli bir sistematiğe göre yararlanarak yürütülen araştırma yöntemidir. Daha çok gözlem ve deney yapma imkânı olmayan (tarihsel) konularda zorunlu olarak tercih edilen bu yöntemde sorular arşivlerde yer alan bilgilere yöneltilir ve onlardan cevap almaya çalışılır. Araştırma yapılan konuyla ilgili olarak mümkün olduğunca ilk el kaynaklara ulaşmanın önemli olduğu bu yöntemde çalışılan konuda yeterince kaynak bulunmaması veya mevcut kaynaklara ulaşma problemi yöntemin en büyük dezavantajını oluştururken, zaman zaman konuyla ilgili çok fazla kaynak bulunması da önemli tarama problemleri ortaya çıkarabilmektedir. Yöntemin sıklıkla başvurduğu muhteva analizinin zor ve zaman alan bir iş olması, başka bir dezavantaj olsa da özellikle son dönemlerde bu iş için geliştirilen bilgisayar programları önemli kolaylıklar sağlamaktadır. Özellikle geçmiş olayların başka bir yöntemle çalışılma imkânının olmaması, araştırmacıları bu tür konularda arşiv araştırması yöntemine mahkûm etmektedir. Ancak yeterince kaynağa ulaşılması durumunda, bu yöntemle zaman içindeki değişimlerin bile tespit edilmesi mümkündür. Diğer taraftan diğer yöntemlerde olduğu gibi araştırmacının çalıştığı konuyu etkileme ihtimalinin en az olduğu bu yöntemle kısmen hipotez sınaması bile yapılabilmektedir. Zira bu yöntemde de belli hipotezler oluşturulup aşivlerde yer alan bilgilerden onlara destek aranabilmektedir. Bu durumda en çok başvurulan teknik ise, muhteva analizidir. Muhteva analizi: Bir metin içerisinde geçen belli kavramların kullanım biçimi, kullanım sıklığı ve aralarındaki ilişkileri belirlemek için kullanılan bir tekniktir. İletişim mesajlarının bilimsel analizi için kullanılan bu teknikle, bir metindeki kelimelerin dar bir özetine, küçük bir örneğine ya da az sayıda içerik kategorisine indirgenmesine çalışılarak, nicel veya nitel göstergelerden hareketle mesajdan elde edilen sosyolojik, psikolojik ve tarihsel vb. türden bilgilerin ötesinde sosyal sonuçlara ulaşmak amaçlanmaktadır. Muhteva analizi bir metnin tasvir ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Din Psikolojisinde Yöntem açıklamasını yapmak değil, metnin içeriğinden psikolojik ve sosyal gerçekliği yakalamaktır. Nicel kategoride görünen içerik analizi yapılırken, ele alınan metindeki belli kelimelerin taranması veya bir tabloda kullanılan belli renklerin çözümlenmesi yoluna gidilirken, görünmeyen içerik analizinde ise kavramın altında yatan iletişim içinde taşınan anlam ön plana çıkartılarak kullanılan kavramlar ve bunların altında yatan anlamlar keşfedilmeye çalışılmaktadır. Kavram analizi ve ilişki analizi olmak üzere iki tekniği bulunan muhteva analizi, ilk dönemlerde daha çok kelime sayımına yönelikken, 1950’lerden itibaren daha geniş analiz yöntemleri kullanmaya başlanarak kelimeler yerine kavramlar, kelime sayma yerine semantik (anlam bilim) ilişkiler üzerinde durulmuştur. Günümüzde ise muhteva analizi yöntemi, zihinsel modeller ve bunların linguistik, iletişimsel, sosyal, kültürel ve tarihsel önemlerini keşfetmek üzere de kullanılmaktadır. Tema analizi olarak da adlandırılan kavram analizinde, bir metin içerisinde, önceden belirlenen kelime/kavramların varlığını ve kaç defa geçtiği tespit edilmektedir. Doğrudan kullanımların yanında dolaylı olarak da kullanılabilen kavramların belirlenmesi ve hangi düzeyde dolaylı olduklarının tespit edilmesi çoğu zaman zor ve karmaşık bir iştir. Anlam/semantik analizi olarak da adlandırılan ilişkili analizin amacı ise semantik veya anlamlı ilişkiler aramaktır. Kavramların tek başlarına bir anlam ifade etmediği düşünülerek, anlamın bir metinde yer alan kavramlar arasındaki ilişkilerin ürünü olduğu kabul edilmektedir. Düşünce özleri olarak algılanan kavramlar, ancak diğer sembollerle bağlantıları kurulduğu zaman anlam kazanan semboller olarak değerlendirilmektedir. Son zamanlarda bilgisayar desteği de sağlanan ilişkili analizler, istatistik yöntemleri fazlaca kullanmasına rağmen, niteliksel/kalitatif yöntemlerde görülen ayrıntı zenginliğine de sahip bulunmaktadır (Acun, 2005). Güvenilirlik ve geçerlilik konusu, diğer araştırma yöntemlerinde olduğu gibi, muhteva analizinde de söz konusudur. Muhteva analizinde güvenilirlik, kodlamayı yapan kişinin sürekli ve tutarlı olarak aynı kelimeleri ve kavramları kodlaması, kodlama yapan gruptaki kişilerin aynı kategorileri sınıflandırması ve metnin kategorizasyonunun belli bir standarda uyması, geçerlik ise kategorilerin varılan sonuçlara uygunluğu ve elde edilen sonuçların bir teori etrafında genelleştirilmesi anlamına gelmektedir. Özellikle geçmiş tarihlerde meydana gelen olay ve olguların araştırılmasında önemli bir çalışma yöntemi olan muhteva analizinin, nitel ve nicel işlemlerin yapılmasından metin yorumlamasına, karşılıklı etkileşimden hipotez sınamasına uygunluğu gibi avantajları bulunmaktadır. Genellikle uzun zaman alması, muhteva Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Din Psikolojisinde Yöntem Özet analizine tabi tutulacak metinlere ulaşmanın her zaman kolay ve mümkün olmaması, metinlerin fazla olduğu durumlarda ise bunlar arasında seçim yapmanın zorluğu, özellikle ilişkili analizlerde hata payının yüksek oluşu ve karmaşık metinler söz konusu olduğunda indirgeyici yapısı yanında tek başına kullanıldığında metni üreten bağlamı ve üretildikten sonraki durumu çoğu kez dikkate almaması, muhteva analizinin belli başlı dezavantajları olarak kabul edilmektedir. •Bütün bilimlerde yöntem konusu son derece önemlidir. Din psikolojisinin üst disiplini olan genel psikoloji, tecrübi yöntemlere ağırlık vererek felsefeden ayrılmış ve müstakil bir disiplin hâline gelmiştir. •Diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi din psikolojisinde de birçok araştırma yöntemi ve tekniği kullanılmaktadır. Yöntem ve teknik seçimi, ele alınan konu veya üzerinde çalışıcakak bireylerin kendi özellikleri gibi, araştırmayı yapan araştırıcının bu yöntem ve teknikleri kullanma yeterliğine ve araştırma için harcanacak mali kaynak ve zaman faktörlerine göre değişmektedir. •Bütün bunlarla birlikte sosyal bilimlerde en çok kullanılan yöntemler; deney, alan araştırması, survey ve arşiv araştırmasıdır. •Din psikolojisi çalışmalarında ise survey yöntemi diğer yöntemlerden daha çok tercih edilmektedir. •Bilimsel araştırmalarda ihtiyaç duyulan verileri elde etmeye yarayan araçlar olarak tanımlanan tekniklerde de araştırmadan araştırmaya farklılıklar olabilmektedir. •Gözlem, deney, soru sorma ve hazır bilgiden yararlanmadan ibaret olan temel teknikler arasında din psikolojisinin en çok tercih ettiği teknikler ise, soru sorma ve gözlemdir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Ödev gönderimi Alıştırmalar Etkileşimli Alıştırmalar • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebiirsiniz Ödev Din Psikolojisinde Yöntem • Öğrendiğiniz yöntemleri kullanarak belli bir konuda hayali bir araştırma yapınız ve çalışmanızı , 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Din Psikolojisinde Yöntem DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Bilimsel bir araştırmada kullanılan genel yaklaşım, hangi kavramla ifade edilir? a) Teknik b) Yöntem c) Teori d) Hipotez e) Kuram 2. Değişik gözlemciler tarafından gözlemlenmesine rağmen aynı veya çok benzer bir şekilde algılanan olay ve oluşumlar hangi kavramla ifade edilir? a) Olay b) Vaka c) Olgu d) Problem e) Sayıltı 3. Bilimsel araştırma sürecinde ilk yapılması gereken nedir? a) Konu seçimi b) Hipotez tespiti c) Kuram tespiti d) Amaç tespiti e) Teknik seçimi 4. Bilimsel bir araştırmanın ele aldığı problem ve ondan türetilen alt problemlere nasıl yanıt aranacağı veya hipotezleri test etmek için neler yapılacağı, araştırmanın hangi özelliğine göre değişiklik arz etmektedir? a) Yöntem b) Denek c) Desen d) Teori e) Varsayım Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 Din Psikolojisinde Yöntem 5. İki değişken arasındaki sebep-sonuç ilişkisini ortaya koymaya çalışan araştırmalar hangi araştırmalardır? a) Betimleyici araştırmalar b) Nicel araştırmalar c) Nitel araştırmalar d) Açıklayıcı araştırmalar e) Sorgulayıcı araştırmalar 6. Aşağıdakilerden hangisi, mevcut durum ve özellikleri olduğu gibi ortaya koymaya çalışan araştırmalardır? a) Betimisel-tasvirî araştırmalar b) Nicel araştırmalar c) Deneysel araştırmalar d) Arşiv araştırmaları e) Görgül araştırmalar 7. Aşağıdakilerden hangisi, bir olgu ya da problemin doğasını anlamak ve açıklamak için geliştirilen birbirleriyle tutarlı önermeler, varsayımlar, tahminler, ilkeler, yöntemler ve fikirler bütününü ifade etmek için kullanılmaktadır? a) Yöntem b) Teknik c) Kuram-teori d) Hipotez e) Varsayım 8. Bilimsel araştırmalarda doğruluğu sınanmak üzere ileri sürülen geçici hükümler hangi kavramla ifade edilir? a) Yöntem b) Teknik c) Kuram-teori d) Hipotez e) Varsayım Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28 Din Psikolojisinde Yöntem 9. Araştırmacı tarafından değiştirilebilen, araştırma konusu (bağımlı değişken) üzerindeki etkinin açıklanması için kullanılan değişkenler hangi kavramla ifade edilir? a) Bağımlı değişken b) Bağımsız değişken c) Ara değişken d) Neden e) Sonuç 10. Aşağıdaki kavramlardan hangisi, araştırmaya konu olan problemle ilişkili olan bireylerin tamamını, yani araştırma bulgularının genelleneceği bireylerin tümünü ifade eder? a) Problem b) Amaç c) Evren d) Örneklem e) Denek Cevap Anahtarı 1-B, 2- C, 3-A, 4-C, 5-D, 6-A, 7-C, 8-D, 9-B, 10-C Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29 Din Psikolojisinde Yöntem YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR ACUN, Fatma, Muhteva Analizi Metodu ve Cumhuriyet Tarihi Araştırmalarda Kullanımı, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2005, 22, 1, 27-50. Altunışık, R. ve ark. (2010), Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, Sakarya Yayınları, 6. Baskı, Sakarya. Armaner, Neda, (1980). Din Psikolojisine Giriş I, Ankara. Atkinson, R.L.,Atkinson, R.C. ve Hilgard, E.R., Psikolojiye Giriş I, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1995. Aziz, Aysel, (2008), Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri ve Teknikleri, Nobel yayınları, 4. Basım, Ankara. Bailey, K. D.,Methods of SocialResearch,TheFreePress (2. Baskı). New York, 1982. Balcı, A. (2004). Sosyal Bilimlerde Arastırma: Yöntem, Teknik ve İkeler (4.Baskı). Ankara: Pegema Yayıncılık. Baloğlu, Burhan, 2006. Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemi, Der Yayınları, İstanbul, Barzun, J. ve Graff, H.F. 1997. Modern Araştırmacı, TÜBİTAK Yayınları, Ankara, Denker, M.Sami, 2002 Sosyal Bilimlerde Yöntem ve Bilimsel Rapor Hazırlama Teknikleri Ders Notları, D.P.Ü.İ.İ.B.F. 8. Baskı, Kütahya, Ebrinç, Servet, Psikiyatrik Derecelendirme Ölçekleri ve Klinik Çalışmalarda Kullanımı,Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 2000, 10, 2. Ekiz D., 2003.Egitimde Arastirma Yöntem ve MetodlarinaGiris, Ani Yayinevi, Ankara, G. Sarton, 1997.Bilim Tarihinde Yöntem, Doruk Yayınları, Ankara. Geray, H., 2004.Toplumsal Arastırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giris. Siyasal Kitabevi, Ankara, Gökçe, Orhan, 1994. İçerik Analizi, Turkuaz Yayınları, Eskişehir, İslamoğlu, Hamdi, (2009) Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, Beta Yayınları, İzmit. Kağıtçıbaşı, Ç., 1996. İnsan ve İnsanlar, Evrim Yayınları, İstanbul, Karasar, N. 1996. Araştırmalarda Rapor Hazırlama, Ankara, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30 Din Psikolojisinde Yöntem Karasar, N. 2003. Bilimsel Arastırma Yöntemi, Nobel Yayıncılık, (12. Baskı). Ankara, Kus E., 2003. Nicel-Nitel Arastirma Teknikleri, Ani Yayinevi, Ankara, Neuman, W.L., (2009). Toplumsal Araştırma Yöntemleri, Çev. Sedef Özge, Yayın Odası, 3. Basım, İstanbul. Öner, N., 1996.Türkiye’de Kullanılan Psikolojik Testler; II. Baskı Boğaziçi Yayınları, İstanbul, Sarton, G., 1997. Bilim Tarihinde Yöntem, Çev. Yavuz Unat, Melek Dosay, Remzi Demir, Güldeniz Can, Doruk Yayınları, Ankara, Savaşır I. Ölçek Uyarlamasındaki Sorunlar Ve Bazı Çözüm Yolları. Türk Psikoloji Dergisi, 1994;9,33 (Ek):27-32. Seyidoğlu, Hâlil, 1993. Bilimsel Araştırma ve Yazma El Kitabı, Güzem Yayınları, İstanbul, Şahin N, Psikoloji Araştırmalarında Ölçek Kullanımı. Türk Psikoloji Dergisi 1994;33(Ek):19-26. Türkdoğan, Orhan, 2009. Bilimsel Araştırma Metodolojisi, Timaş Yayınları, Ankara, Tütengil, Orhan, 2000. Bilimsel Araştırma Metodolojisi, Tümaş Yayınları, Ankara, Yavuz, Kerim, Din Psikolojisinde Metod Meselesi ve Yeni Gelişmeler, Atatürk Üni. İ.F.D., 1986, 153-185. Yıldırım, A., ve Simsek, H., 2005. Sosyal Bilimlerde Nitel Arastırma Yöntemleri, Seçkin Yayıncılık, Ankara. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 31 HEDEFLER İÇİNDEKİLER DİN PSİKOLOJİSİNİN KULLANIM ALANLARI: DİNÎ DANIŞMANLIK VE REHBERLİK • Psikolojik danışma, din ve bakım kavramları • Dinî danışmanlık • Dinî danışmanlığın önemi ve gerekçesi • Din danışmanlığın tarihsel gelişimi • Dinî danışmanlığın sorunları DİN PSİKOLOJİSİ Doç. Dr. Üzeyir Ok • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Manevi ve ruhsal bakımın ne olduğunu, • Dinin başa çıkma sürecine katkılarını, • Psikolojik danışma sürecinde dinin önem ve değerini, • Dinî danışmanlığın gelişim süreci ve günümüzde uygulanabilirliği konusunu daha iyi kavrayacaksınız. ÜNİTE 3 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik GİRİŞ Dinî danışmanlık alanı asırlardır devam eden bir insana yardım etme etkinliği olsa da bilimsel disiplin olarak nispeten yeni bir araştırma ve uygulama alanıdır. Bu ünitede, dinî danışmanlık temel özellikleri itibariyle ele alınmış ve alanın tanıtılması amaçlanmıştır. Bu çerçevede dinî danışmanlıkla ilgili temel kavramlar olan dinî danışmanlık, din ve maneviyat gibi temel kavramların tanımları sunulmuş, dinî danışmanlığın gerekçesi, işleme biçimi, tarihi kökenleri ve seküler danışmanlık karşısındaki konumu tartışılmış ve belirli bir teolojik bakış açısının bilinçli ve yapıcı bir şekilde kullanılmasının lüzumu üzerinde durulmuştur. TEMEL KAVRAMLAR: PSİKOLOJİK DANIŞMA, DİN VE BAKIM Psikolojik danışmanlık ve psikoterapi, psikolojik ve psikosomatik sorunlarla ve değişimle ilgilenmede ağırlıklı olarak dinleme ve konuşmaya dayalı bir yöntemdir Dinî danışmanlığı anlamak için önce psikolojik danışmanlığın bilinmesi gerekir. Sosyal bilimlerin uygulamalı alanlarından biri olarak psikolojik danışmanlık (counselling), psikolojik rahatsızlıkların büyük oranda sözel ve duygusal iletişim biçimlerine dayanan tekniklerle tedavi edilmesi olarak tanımlanır ve çağdaş seküler bilginin ve uzmanlığın insan yardım sanatında veya biliminde uygulanması olarak bilinir. Psikolojik danışmanlık disiplini geniş bir literatüre sahiptir (Örn. bkz. Ivey ve Simek-Downing, 1980; McLeod, 1993; Nelson-Jones, 1993; Egan, 2010).Söz konusu literatür, danışmanlık becerilerinden, temel felsefelere, danışmanlığın yapılacağı kültürel bağlamlardan psikolojik ekollere, etik ilkelerden danışmanlık amaçlarına birçok konuyu hem kuramsal hem de görgül olarak detaylı bir şekilde ele alır. Bu yüzden dinî danışmanlığı daha iyi anlayabilmek için, okuyucunun öncelikle anaakım psikolojik danışmanlık konusunda genel bir bilgiye sahip olması gerekmektedir. Psikolojik danışmanlığın doğası McLeod (1993) ve Feltham’ın (2000) kapsamlı çalışmalarından yararlanılarak aşağıda özetlenmiştir: Hemşirelik, öğretmenlik, din adamlığı, polislik gibi insan hizmetinde yer alan pek çok insanın işlerinin bir parçası olarak gördükleri psikolojik danışmanlık ve psikoterapi, psikolojik ve psikosomatik sorunlarla ve değişimle ilgilenmede ağırlıklı olarak dinleme ve konuşmaya dayalı bir yöntemdir. Psikolojik danışmanlığın pek çok tanımı bulunmaktadır (bkz. McLeod, 1993). Psikolojik danışmanlık genellikle, biri eğitimini almış psikolojik danışman, diğeri “danışan” olan iki kişi arasında birebir etkileşime dayalı meslekî ilişkisel bir çalışma sürecini içerir. Ancak bazen danışmada evlilik ve grup danışmanlığında olduğu gibi iki kişiden fazla kişi yer alabilir. Bireysel terapi, çiftler terapisi, aile terapisi, grup terapisi, medya ile danışmanlık gibi psikolojik danışmanlık biçimleri bulunmaktadır. Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 2 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik Psikolojik danışmada pek çok model olmasına rağmen temelde birbirinden farklı görünen 3 çekirdek kuramsal yaklaşım bulunmaktadır: Psikodinamik, İnsancıl, Rasyonel-davranışçı. Bir danışma, bunlardan bir veya daha fazla (eklektik yaklaşım) kuram çerçevesinde ve bir dizi iletişim becerileri (yedme teknikleri) kullanılarak gerçekleşir. Bunların dışında psikolojik danışmanlık sürecinde danışmanın ve danışanın kişilik özellikleri ile içinde bulunulan şartlar da önemli rol oynar. Danışmanlığın ruhunu, tavsiye vermek ya da zorunlu tutmaktan ziyade kolaylaştırma (facilitation) oluşturur. Psikolojik danışma görüşmeleri (tek oturumluk gibi) kısa süreli olabileceği gibi 6 ay gibi uzun süreli de olabilir. Görüşmeler özel bir büroda veya bir kurum bünyesinde gerçekleşebilir. Görüşmelerin içeriğini genel olarak derin ve uzun soluklu insan sorunları, durumsal ikilemler, krizler, gelişimsel ihtiyaçlar ve insan potansiyellerinin gerçekleşmesi kişisel gelişim, kriz anlarında destek, ruhsal sağaltım, yol gösterme (rehberlik) veya problem çözme gibi ana konular oluşturabilir. Psikolojik terapiler ilaç veya diğer fiziksel müdahale olmadan yapılır ve sadece ruh sağlığı ile ilgili değil, aynı zamanda manevi, felsefi, sosyal olgular ile yaşamın diğer alanlarıyla da ilgilidir. Daha özelde ise danışma, danışan kişiye daha doyum verici ve daha rahat bir şekilde yaşamanın yollarını keşfetme ve netleştirme fırsatı sağlar. Anlamlı ve iyi yapılandırılmış seçeneklerle duygusal ve kişilerarası sorunlara çözümler kazandırarak onların kendi belirledikleri hedeflere ulaşmayı öğrenmelerini sağlar. Danışmanlığın amaçları arasında (kullanılan kuramların veya yaklaşımların vurgularına bağlı olarak) destek, kriz müdahalesi ve yönetimi, karar verme, semptom hafifletme, iç görü ve anlam kazandırma, iyileştirme (cure), kendini gerçekleştirme, kişilik değişimi, anlam ve aşkın deneyimi keşfetme, sistematik, kurumsal veya sosyal değişim, iç görü geliştirme, bilişsel değişim, tam olarak işlevde bulunma, kişisel gelişme, perspektif geliştirme veya niyetlilik gibi bir dizi amaç ifadeleri yer alır. Psikoterapi ile psikolojik danışmanlığın ortak noktaları farklı noktalarından çok daha fazladır. Hatta bazılarına göre psikoterapi ile psikolojik danışmanlık uygulaması aynıdır, sadece kullanılan isim farklıdır, diğerlerine göre ise bazı noktalarda (danışanın probleminin niteliği, ya da sorunun köklü olup olmaması ve danışmanın uzun veya kısa vadeli oluşu gibi) birbirinden farklıdırlar. Psikolojik danışmanlığın ve psikoterapinin mesleki şekli kendine özgü bir programı içeren resmî bir eğitime dayanır. Bu eğitimde, danışman adayları kuramı ve uygulamayı (mikro-beceri geliştirme) birlikte öğrenirler, süresi belirli olan gözetimli görüşmeler yürütürler, kendileri düzenli olarak danışmaya girerek kişisel olarak olgunlaşmaya çalışırlar. Bu eğitim bir üniversite bünyesinde yer alabileceği gibi üniversite dışı akreditasyona sahip bir kurumda da verilebilir. Psikoloji Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 3 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik alanından gelen ve psikolojik danışmanlık eğitimi alan kişilere danışman-psikolog (counsellingpsychologist) adı verilmektedir. Psikolojik danışman olmak için psikoloji derecesine sahip olmak zorunlu olmamakla birlikte psikoloji bilgisi ve danışmanlık becerilerinin birlikte bulunması bu alanda daha fazla etkili olmayı sağlar. Psikolojik danışmanlık ve psikoterapi, psikiyatri alanında ortaya çıkmış olmasına rağmen gittikçe psikolojinin uygulamalı bir alt dalı olmaktadır. Ruh sağlığı danışmanı, evlilik danışmanı veya öğrenci danışmanı gibi belirli gruplarla çalışan psikolojik danışmanlar da bulunmaktadır. Bu kişiler genel danışmanlık eğitiminin yanında bu alanlarla ilgili özel eğitim almış kişilerdir. Bazen bir üniversite öğrencisi hocası ile kaygı ve endişelerini paylaşabilir veya bir hemşire hasta ziyareti için gittiği evde hastanın eşine destek sağlayabilir. Bu durumda bu kişiler danışma becerilerini kullanırlar ancak yapılan iş gerçek anlamda psikolojik danışmanlık olarak nitelendirilemez. Çünkü psikolojik danışmada bir danışmanlık anlaşması (kontrat) olur ve görüşmeyi yürüten kişinin görüştüğü kişi ile danışmanlık görüşmesi dışında öğrenci-öğretmen ilişkisi gibi ek bir bağlantısı yoktur.Diğer taraftan, hipnoz, meditasyon, muska ve dua gibi iyileştirme girişimleri ana akım psikolojik danışmanlığın bir unsuru olarak görülmezler. Psikolojik danışmanlık ve psikoterapi, psikiyatri alanında ortaya çıkmış olmasına rağmen gittikçe psikolojinin uygulamalı bir alt dalı hâline gelmiştir. Danışmanlığın diğer bazı alanlarla ilişkileri bulunmaktadır. Bunlardan biri, bilinçaltı, fenomenoloji, etik ilkeler gibi konu ve kavramları kendisinden edindiği felsefedir. İkincisi, dinin danışmanlık kuram ve uygulaması üzerinde büyük etkisi bulunmaktadır. Başlangıç dönemlerinde pek çok sivil danışmanlık kurumu aynı zamanda kilisenin bir alt kurumu olmuş bu alandaki önemli kişiler, güçlü bir dinî geçmişe sahip olarak danışmanlığı, manevi anlam arayışı ile entegre etmeye çalışmışlardır. Diğer ilgili bir alan da sanat dalıdır. Danışmanlık, danışanların duygularını ve ilişki örüntülerini ifade etmek için aracı olarak ele aldıkları drama, heykel, dans ve görsel sanatlardan oluşan yöntem ve teknikler kullanırlar. Danışmanlık ile din arasındaki ilişkilere biraz daha yakından değinmek gerekir. Psikolojik danışmanlığın pek çok değer ve uygulamaları Yahudi-Hristiyan dinî geleneğinden elde edilmiştir. Bu etkiler zamanla, danışmanlık kuramı tarafından sunulan bilimsellik, hümanistik ve sekülerlik gibi eğilimler tarafından değişime uğratılmıştır. Sonuçta pek çok terapist ruhsal alanı terk etmiştir. Hatta bazı terapistler manevi veya mistik deneyimlerden bahseden danışanların psikotik çöküş yaşadıklarını ifade edecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu din karşıtı durum yavaş yavaş değişmektedir. Son zamanlarda danışmanlık yaklaşım ve tekniklerinin belirli dinlerden gelen danışanların ihtiyaçlarını karşılamak için nasıl adapte edilmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. Diğer bir uzlaştırma biçimi de daha etkili yeni bir yaklaşım geliştirmek için dinden ve danışmanlıktan gelen düşünceleri birbiriyle entegre etmeye yönelme şeklinde olmuştur. Böylece ana akım psikolojik danışmanlığı özetledikten sonra şimdi dinî danışmanlık konusuna dönülebilir. Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 4 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik Danışmanlık kelimesi ile kastedilen psikolojik danışmanlık (counselling) olduğuna göre, “dinî danışmanlık” ile gerçekte “dinî psikolojik danışmanlık” kastedilmektedir. Söz konusu olan temelde bir psikolojik danışmanlıktır ve dinî sıfatı ise psikolojik danışmanlığın, dinsel kaynakların, geleneğin, bağlamın vb. unsurların dikkate alınarak uygulanmasını ifade etmektedir. Dinî danışmanlığın veya bazen kullanıldığı haliyle dinî bakım ve danışmanlığın (pastoral careandcounselling), yapısında bulunan din, bakım ve danışmanlık kelimeleri birbiriyle tam olarak uyumlu olmayan farklı alanlarla ilgilidir. Bu durum din adamı olan ve olmayan uzmanların ele almalarını gerektiren ikilemler oluşturmaktadır (Foskett, 1991). Dinî danışmanlıkta dinî olanı ifade etmek için kullanılan pastoral kelimesi teolojiktir (Kelime olarak çobana özgü, çobansal görevlerle ilgili, sürünün bakımıyla ilgili gibi anlamlara gelmektedir.). Bilindiği gibi zaten çoban imgesi Hristiyan kutsal metinlerinde koyunları tehlikeden koruyan onlara otlak ve bakım sağlayan liderdir ki orijinalde Hz. İsa’yı sembolize eder. Buradan yola çıkarak günümüzde pastoral kelimesi bir grubun kişisel ihtiyaç ve sorunlarıyla ilgilenme boyutunu ifade etmek için kullanılmaktadır. Dinî danışmanlığın tanımında geçen dinî kelimesi zaman zaman başka kavramlarla karıştırılmaktadır. Bu yüzden dinî danışmanlığın dinî yönünün biraz daha net bir şekilde ortaya konması gerekmektedir.Foskett ve Jacobs (1994) dinî danışmada (pastoral counselling) geçen dinî kelimesinin karşılığı olarak Hristiyanlığa özgü olan pastoral kelimesinin değil de daha genel anlamda dinîreligious kelimesinin kullanımını tercih etmektedir. Çünkü bu tür danışmada sadece Hristiyanlar değil diğer dinlerden ve hatta belirli bir kiliseye mensup olmayan ancak inanç ve nihaî konuları önemli bulan insanlar da yer alabilmektedir. Hatta daha da ötesi, dinî danışmanlık hem belirli bir dinî olan hem de belirli bir dine mensup olmayan fakat inanç ve nihaî konuları (ultimateconcern) kendileriyle ve danışanlarıyla alakalı gören danışma profesyonellerinin uygulamalarını da kapsamaktadır. Nihaî ilgi ile kastedilen yaşamın maddi ve gözlemlenebilir boyutunun ötesi ile ilgili konular kastedilmektedir. Buna varoluşsal sorular da denebilir. Örneğin, “Neden var olduk?” “Varlığın amacı ne?” “Ölüm ne anlama gelir?” gibi sorular ve bunların yanıtlarıyla ilgili düşünceler ve inançlar, insanları yaşamın gözlenemeyen alanına taşımakta ve yaşamlarını yönlendirip şekillendirmelerine yardımcı olmaktadır. Netice itibarıyla dinî danışmanlık, inancı, düşüncesi ve değerleri ne olursa olsun, maneviyatlarının ve manevi bağlılıklarının sonuçlarıyla bağlantısını sürdürmek isteyen herkese hizmet verebilmektedir (Thorne, 2001). Dinî olarak nitelendirilen olgunun alanı genişleyince dinî-pastoral kelimesi dinî danışmanlıkta gittikçe daha az önemli olmaya başlamıştır. Bu geniş alanı kapsamak için son Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 5 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik zamanlarda kullanımı yaygınlık kazanmaya başlayan kelime ise maneviyattır (spirituality). Maneviyat kurumsal veya yerleşik-dinler ötesi bir kelime olarak insanın içinde yer alan anlama, bireyden daha büyük olana ve var olan her şeyle bağlantılı olmaya yönelik özlem olarak tanımlanabilir. Maneviyat, insanın kendini fiziksel, duygusal ve zihinsel bir bütün olarak ifadesidir (Thorne, 2001). Din ise maneviyatın geniş alanı içinde yer alan bu özleme hizmet ettiği düşünülen, düşünce, algı ve deneyimler bütününün daha özel bir terminolojide formüle edilişidir (Thorne, 2001). Günümüzde dinler maneviyatın en yaygın yaşanma biçimlerini oluşturmaktadır (Smith, 1979). Maneviyat ve dinin bu şekildeki tanımları inanç psikolojisi konusunda kapsamlı çalışmalar yapan Fowler’ın (1981) inancı (Burada yapılan maneviyat tanımıyla hemen hemen aynıdır) ve dinî birbiriyle ilintili olarak tanımlamasıyla örtüşmektedir. Dini danışmanlığın “dinî” olarak nitelendirilmesi onun sadece dinî sorunlarla ilgileneceği veya mutlaka de inançla ilgili konuların danışmada yer alacağı anlamına gelmemektedir. Bu kullanım için yeterli sosyal gerekçeler de bulunmaktadır. Örneğin, son dönemlerde özellikle Batı’da ve kısmen Türkiye’de belirli bir dine mensup olmayan sekülerleşmiş veya inancında başkalaşım yaşayan, bununla birlikte bireysel bir maneviyata sahip olan kişilerin bulunması, dinî danışmanların belirli bir dini temsil ederek çalışmalarının sorun oluşturabileceği düşünülmektedir. Son dönemlerde, kişisel maneviyat eğilimindeki artışlar, dinî danışmanların belirli bir kiliseye mensup olmamalarının daha iyi olabileceğini göstermektedir (Foskett ve Lynch, 2001). Diğer taraftan söz konusu yardım geleneğinin “dinî” olarak nitelendirilmesi onun sadece dinî sorunlarla ilgileneceği veya ille de inançla ilgili konuların danışmada yer alacağı anlamına gelmemektedir. Aslında öteden beri bilindiği gibi bazen dinî gibi gözüken konular, kişilik, ilişki vb. ile ilgili alanlardaki sorunların şeklini bile değiştirip maskeleyebilmektedir. Neticede dinî danışmanlık, dinî veya manevi sorunları ciddiye alan ve danışmanın nihaî değer ve anlamlara (en geniş anlamda dine) yönelik ilgisi tarafından şekillenen psikolojik danışmanlık olarak ortaya çıkmış olmaktadır. En az teknik olan bakım (care)kelimesine gelince, bakım seküler hümanizmin temelinde yer alan sevgi ve ilginin manevi ve duygusal temellerini temsil eder (Foskett, 1991). Bakım kelimesinin kapsama alanını günümüzde genellikle teknik olan psikolojik danışmanlık etkinliğinin yer almadığı din hizmetlerinin oluşturduğu söylenebilir. Ancak bakım daha fazlasını içermektedir. Zira bu kavram, örneğin bir din adamının sosyal etkinlikler çerçevesinde cemaatinden birinin konu ve sorunlarıyla (ölüm, doğum, sünnet, hastalık vb.) daha ziyade sosyal çerçevede ilgilenmesini ve etkinlikte bulunmasını içermektedir. Bu anlamıyla bakım kelimesi daha kapsamlıdır ve dinî danışmanlık ta bu genel din hizmetinin içinde yer alan kendine özgü bir etkinlik olarak düşünülebilir. Hatta bu yüzden olmalıdır ki dinî Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 6 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik bakım yer yer dinî danışmanlığı da içerecek biçimde tanımlanmaktadır. Burada alanın rehberlik boyutuna bilinçli olarak değinilmemiştir. Bilindiği gibi zaten rehberliğin tek başına artık yeterli olmadığı öteden beri vurgulanmaktadır (Kuzgun, 1991). Kaldı ki bakım, rehberlik etkinliğini zaten içermekte, rehberlikten daha kapsamlı ve yardım ilişkisinde daha az bireysel ve daha fazla hümanistik bir yapıyı ifade ediyor gözükmektedir. DİNÎ DANIŞMANLIK Yukarıda ifade edilenlerden de anlaşılacağı üzere, dinî danışmanlık tek olmasa da ağırlıklı olarak belirli bir dinî gelenek tarafından şekillenen veya açıkça belirli bir dinî kurum veya organizasyonla bağlantılı olarak yürütülen psikolojik danışmanlık uygulamasıdır. Clebsch ve Jaekle’ın dinî bakımı (pastoral care) aşağıdaki gibi tanımlamışlardır: “Mümessil din adamları tarafından sorunu olan insanları iyileştirmeye, desteklemeye, uzlaştırmaya ve onlara rehberlik etmeye yönelik yardım etme etkinliğidir”. Her ne kadar bu tanımda yer alsa da,Foskett ve Jacobs dinî danışmanların din adamı olmasını zorunlu görmemektedir. Ayrıca, onlara göre iyileştirme uzun süreli terapide yer almakta; destekleme engelli ve uzun süreli hastalara yönelik yapılmakta, rehberlik ise karar vermede yardım etmeyi içermektedir. Temelde “yardım etme davranışı” veya “yardım etme etkinliği” (Clebsch, and Jaekle, 1964 ve Lartey, 2003) olarak nitelendirilen dinî danışmanlığa, Foskett ve Jacobs, Clinebell’e (1966) atıfta bulunarak bakım (nurturing) etkinliğini de katarlar. Bu kelime daha çok kişisel büyüme ve gelişimi kapsamaktadır. Bireyin psikolojik, etik ve teolojik içsel referans çerçevesine özel bir atıfla yapılan dinî danışmanlık, insanla bir bütün olarak ilgilenmekte ve uygun olduğunda insanların aşkın (müteâl) olanla ilgili kendi anlamını bulmasına ve onunla ilişkisine yardımcı olmaktadır (Foskett ve Jacobs, 1994). Bireylerle ilgili bu bütünlük iki şekilde düşünülmektedir: a) Bir ailenin veya sosyal grubun parçası şeklinde (sosyal çevreyle bütünleşme) b) Beden, zihin ve ruh bütünlüğü olarak (kendi içinde bütünleşme) Dinî Danışman Dinî danışmanın temel niteliği de yer yer farklı ifade edilmiştir. Bunlar arasında yukarıdaki tanımda geçtiği gibi “mümessil Hristiyanlar/din adamları” Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 7 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik (Clebsch, andJaekle, 1964), din hizmetinde bulunanlar (Clinebell, 1984), “insan yaşamında aşkın bir boyut olduğunu kabul edenler” (Lartey, 2003) gibi ifadeler yer almaktadır. Buna göre dinî danışmanın din adamı olabileceği gibi din adamı olması gerekmeden danışmada aşkın boyutu dikkate alması yeterli gözükmektedir. Kısaca dinî danışmanlık resmen atanmış veya maaşı dinî kurumlar tarafından ödenenler tarafından yapılan etkinliklerle sınırlı değildir (Foskett ve Jacobs, 2004). Belki burada vurgulanması gereken dinî danışmanın meslekî yeterliğidir. Eğer dinî danışman mesleğin sadece bakım kısmıyla ilgileniyorsa bununla ilgili çok fazla mesleki beceri gerekmeyebilir. Ne var ki psikolojik danışmanlık kısmı aşağıda daha fazla tartışılacak olan mesleki beceri ve donanımların bulunmasını gerektirmektedir. Dinî danışmanın işlevi:Danışmanın temel işlevleri arasında “iyileştirme, destekleme, rehberlik etme, uzlaştırma” (Clebsch, andJaekle, 1964) iyileştirici (healing) güçlendirme ve büyüme (Clinebell, 1984), “günah ve üzüntünün ortadan kaldırılması ve rahatlatılması” (Pattison, 1993), “önleme, rahatlatma ve kolaylaştırma”, “insanların tam olarak işlevsel yaşamalarını destekleme”, “herkesin insanî bir yaşam sürebileceği ekolojik ve sosyo-politik bakımdan bütünsel cemaatlerin/toplulukların gelişimi” (Lartey, 2003) gibi unsurlar yer almaktadır. Dinî Danışan Dini danışmaya gelen kişiler, hasta olanlar değil, günlük yaşamında sıkıntı ve stres yaşayan kimselerdir. Dinî danışmaya gelen kişiler, genel olarak kendilerinde veya ilişkilerinde (Clinebell, 1984) “sorun yaşayan insanlar” (Clebsch, andJaekle, 196), “kaygılarıyla baş etmeye çalışan insanlar” (Lartey, 2003) olarak nitelendirilmektedir. “Hasta” olarak nitelendirilemeyecek bu danışanlar sadece günlük yaşamlarında “sıkıntı” ve stres yaşayan bireyler olarak değerlendirilirler. Burada tekrar hatırlatmakta fayda vardır ki, danışan kişinin ille de belirli bir dinî geleneğe bağlı olması gerekmemektedir. Dinî Danışma Ortamı Dinî danışmanlığın yapıldığı ortam “bir cemaat ve onun toplumu” ya da “dinî bağlam veya dinî bağlamla ilgili ortam” (Foskett ve Jacobs, 1994) olarak nitelendirilse de, gerçekte dinî danışmanlık dinî veya nihaî konuları önemseyen danışan tarafından seküler ortamlarda yapılan psikolojik danışmayı da içermektedir. Dinî Danışma Tarzı ve Dinî ve Seküler Olanın Etkileşimi Dinî danışmanlık, teolojik/manevi ve psikolojik/davranışsal kavramları bilinçli ve bütüncül biçimde entegre etmeyi içermektedir (Greenwald vd., 2011). Bu Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 8 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik birliktelik için yeterli gerekçeler bulunmaktadır. Örneğin insanların karşılaştığı ölüm, anlamsızlık ve günahkârlıkla ilgili kaygılar hem psikolojik danışmanlığın hem de teolojinin ortak konusudur (Foskett ve Jacobs, 1994). Dinî danışma uygulamasında dinî olan ve danışmaya ait olan farklı şekillerde etkileşimde bulunur. Şimdiye kadar dinî danışmada ağırlıklı olarak psikodinamik yaklaşım ve hümanistik yaklaşım kullanılmıştır. Freud din karşıtı olmasına rağmen düşüncelerinin çoğu (doğuştan günahkarlığa sahip olmak gibi) Hristiyanlığın teolojik yapısına uygundur. Buna karşılık Carl GustavJung manevi gerçekliklerin geçerliliğini ve önemli rolünü tanımasına rağmen onun terapötik tarzının anlaşılması daha zor bulunmaktadır (Woodruff, 2002). Bunlara ek olarak pek çok danışma kuramlarında (özellikle İnsancıl kuramda) yer alan (belki aşırı bireysellik vurgusu dışındaki) değerlerin büyük bir bölümünün İslamî değerlerle uyumlu olduğu ileri sürülebilir. Bu konuda (İslamî değerlerle danışma kuramlarının değerleri arasındaki ilişki) ayrı bir yöntem bilimsel çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Dinî danışmanlık teori ve teknikler bakımından tek yönelimli değildir (Foskett ve Jacobs, 1994). Yani dinî danışmanlık kullanılan teknik, beceri ve kuramlar bakımından diğer psikolojik danışmanlık modellerinden farklı değildir. Bununla birlikte, dinî danışmanların, kendilerini dinî geleneklerinin veya kullandıkları danışmanlık kuramlarının ve belirli psikolojik modellerin dar veya dışlayıcı yorumuna takılıp kalmamaları önerilmektedir (Foskett and Jacobsakt. Foskett ve Lynch, 2001). Benzer biçimde BobLambourne, dinî bakımın psikolojik temelli bireysel danışmanlık modeli tarafından istilâ edilmesine de karşı çıkmaktadır.(bkz. Lambourne, akt. Foskett ve Lynch, 2001). Terapötik süreç dinî kaynaklar tarafından şekillenebilir. Ancak bu yapılırken danışanın deneyiminin dinî, dogmatik kategorilere (haram-helal, caiz vb.) sıkıştırılmaya çalışılmaması gerekmektedir (konuyla ilgili ayrıca bkz. Lynch, 2002). Terapötik süreçte yer alması gereken danışmanın değil, danışanın maneviyatı veya teolojisidir (Foskett ve Lynch, 2001). Foskett, dinî danışmanların dinî öğretilerini çok az ve dolaylı olarak kullanmalarını ve dinî konuları ancak dinî danışanlar konu edindikleri takdirde açıkça dile getirmeleri gerektiğini düşünür (Foskett ve Jacobs, 1994). Yukarıda ele alınan tanımlardan ve konulardan yola çıkılarak dinî bakım ve danışmanlığın kapsamlı bir tanımı şu şekilde yapılabilir: Seküler veya dindar, nihaî konulara önem veren, insan yaşamında aşkın bir boyut olduğunu kabul eden kişiler tarafından, sözel veya sözel olmayan, doğrudan ya da dolaylı, literal veya sembolik iletişim biçimlerini kullanarak nihaî anlam ve konular bağlamında sorun yaşayan insanlara yönelik (ruh sağlığıyla ilgili konularda veya kaygıyla baş etmeye çalışan insanlara yönelik) iyileştirme veya rahatlatma; Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 9 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik (engelli ve fakir olma gibi konularda) destekleme; (iş bulma, okul tercihi yapma gibi konularda) rehberlik etme veya kolaylaştırma; (bireylerin daha iyi büyüyüp gelişmeleri gibi konularda) bakımda bulunma; (evlilikte geçimsizlik, akranlar arası küslük gibi) konularda uzlaştırma; (sosyal, ekonomik ve politik baskı durumlarında olduğu gibi) sosyal girişimlerde bulunma; (alınacak yeni kararların veya değişimlerin oluşturabileceği olumsuz durumların oluşumu ihtimalinde) önleme şeklindeki yardım etme etkinlik ve davranışlarıdır. Bu etkinliğin nihaî amacı bireylerin insanlıklarını “tam” olarak yaşayabilmeleridir ki bu da ekolojik ve sosyopolitik bakımdan uyumlu toplulukların oluşmasını gerektirir. Yani bireysel bir etkinlik gibi gözüken dinî bakım ve danışmanlığın sosyo-politik ve ekonomik yönünün önemi oldukça belirgindir. Dini bakım ve danışmanlığı dinî yapan şeylerden biri, bakım ve danışmanın dinî bir bağlamda veya ortamda yapılmasıdır. Önceki tanımlarda, bir danışmayı dinî yapan temel özellik, danışmanın “nihaî anlam ve konular bağlamında” yapılması (Clebsch ve Jaekle, 1964) ya da “insan yaşamında aşkın bir boyut olduğunu kabul eden insan” (Lartey, 2003) tarafından yapılması olarak gösterilmektedir. Lartey (2003)’e göre bir görüşmeyi dinî danışma olarak nitelendirmek için danışmada yer alanların (danışman ve danışan) nihaî anlam ve konulara önem veren kişiler olmaları yeterlidir. Bu tartışmalardan yola çıkarak söylemek gerekirse, dinî bakım ve danışmanlığı “dinî” yapan özellik, şunlardan birinin veya bir kaçının bakım ve danışmada yer almasıyla gerçekleşmiş olmaktadır: a) Bakım ve danışmayı yapan kişinin nihaî konulara önem veren biri (Bu açıkça bir din adamı da olabilir) olması. b) Bakım veya danışmada yer alan danışanın nihaî konulara derin bir empati, sempati ve ciddiyetle yaklaşılması. c) Bakım ve danışmanın dinî bir bağlamda veya ortamda (o ortama ve ortamdakilere sempati duyularak) yapılması. DİNÎ DANIŞMANLIĞIN TARİHÇESİ İngiltere: İngiltere’de dinî danışmanlık dinî bakımdan (care) kolayca ayırt edilememektedir. Her ne kadar din adamlarından oluşan özel bir dinî danışmanlar grubu bulunsa da bunlar azınlıktadır. Dinî bakım veya dinî hizmet olarak isimlendirilebilecek görevler zaten öteden beri bulunmaktadır. Din adamları insanların özellikle hayatlarındaki doğum, evlilik kutsamaları, hastalık ve trajedi dönemlerinde ölümle baş etme ve yas tutma gibi önemli zamanlarda aranırlar. Bu durumlarda din adamları zamanla dinî danışmanlık deneyiminden yararlanmaya yönelmişler, sosyal ve davranışsal bilimlerle dinî ve teolojik çalışmaları entegre etmeye başlamışlardır (Foskett ve Jacobs, 1994). Böylece, daha az yönlendirici, Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 10 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik daha az otoriteryan ve daha az moralistik (kendi düşüncesine göre insanları ağır yargılama-küfre girme, günahkâr olma, yoldan çıkma vs. şeklinde yaftalaması gibi) davranmaya başlayan din adamları, sonuçta, bireylerin ve grupların kendi ihtiyaçlarını ve isteklerini keşfetmelerine, kendi sorunlarını çözmelerine ve kendi yönlerini belirlemelerine yardımcı olma kapasitelerini geliştirmişlerdir (Foskett ve Jacobs, 1994). Modern psikolojik kavram ve uygulamalardan etkilenen dinî danışmanlığın İngiltere’de Weatherhead’ın 1950’lerdeki öncü çalışmalarından ortaya çıktığı söylenmektedir. Bu hareketi 1960’lardan sonra kurulan dinî danışmanlık organizasyonları güçlendirmiştir (Foskett ve Lynch, 2001). O yıllarda birkaç öncü dinî danışmanlık organizasyonu hem kilise dışında hem de kilise içinde etkili olmuştur. Bu kurumlar, diğer benzerleriyle bir araya gelerek şimdiki İngiliz Psikolojik Danışmanlık Topluluğunun ilk alt birimi olan Dinî Bakım ve Danışmanlık Derneğini (theAssociationfor Pastoral CareandCounselling-APCC) oluşturmuşlar ve eskiden beri de bu topluluğun önde gelen üyeleri seküler psikolojik danışmanlık içinde yer almışlardır (Foskett ve Jacobs, 1994). Dinî Bakım ve Danışmanlık Derneğinin kurulmasına 1968’de seküler bir çevrede din adamlığı görevinin yürütülmesi amacıyla uygulamalı din adamı eğitimi verme konusundaki mülahazalar yol açmıştır. APCC, dinî bakımla ve dinî bakımın danışma becerilerini kullanmayla olan ilişkisiyle ilgilenmiştir. Hristiyanların dışındaki diğer inanç grupları ile maneviyatları belirli bir din tarafından belirlenmemiş grupların üyeleri de APCC’ye katılmış ve 1999’da dernek adını Dinî ve Manevi Bakım ve Danışmanlık Derneği olarak değiştirmiştir (Foskett, 2001). Bunların yanında ancak bunlardan farklı ve Evanjelik kiliselerde ortaya çıkan dinî danışmanlık biçimi de bulunmaktadır. Bunlar çok açık bir şekilde Hristiyan kimliği sergilemekte olup danışanlarına yol göstermek ve onları desteklemek için dua ve birinin başına veya vücuduna elini koyma (laying on of hands), İncil’den metinler okuma gibi geleneksel yöntemleri kullanmaktadırlar ve diğer dinî danışma etkinliği ile diyaloğa girmemişlerdir (Foskett ve Jacobs, 1994). Diğer taraftan fundamentalist ve muhafazakâr kiliselerden doğan Hristiyan psikolojik danışmanlığı da, seküler psikolojik danışmanlığını İncil’in ahlaki prensiplerine uyarlamaya çalışmışlardır (Foskett, 2001). Foskett ve Jacobs (1994) din adamlarının psikolojik danışmanlık becerileri konusundaki eğitimlerinin 1975’ten itibaren hızla arttığını ve özellikle Anglikan din merkezlerinin dinî bakım ve danışmanlık konusunda danışman atadığını ve bu danışmanların din adamlarının eğitimi ve desteği konusunda sorumluluk üstlendiklerini belirtir. Bugün İngiltere’de tüm dinî danışmanların öncü gördükleri tek bir organizasyon bulunmamaktadır ve gruplar arasında da belirgin farklar Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 11 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik gözlenmektedir. Örneğin bazıları daha muhafazakar iken diğerleri daha liberal ya da kapsamlı/farklılıklara açık teolojik bakış açısına sahiptir. İngiltere’de organize olamama sorunu, bu disiplinin parçalanmış kalmasına yol açmıştır. Dolayısıyla orada kaç dinî danışmanın bulunduğu ve dinî danışmanlığın nerelerde uygulandığı çok belirgin değildir (Foskett ve Lynch, 2001). İngiltere, Newham’da 200 farklı din ve inanç grubuyla yapılan bir araştırma, Milli Sağlık Hizmetlerine (NHS) bağlı Ruh Sağlığı Derneğinin yeni bir manevi, dinî ve kültürel bakım ünitesi oluşturmasına yol açmıştır. Bu ünitede manevi danışmanlık, diğer hizmetlerden biri olarak yer almakta ve farklı inanç ve disiplinlere mensup kişiler tarafından yürütülmektedir (Foskett, 2001). Amerika: Amerika’daki duruma gelince, 1920’lerde Amerika’da yaşamış olan ve bir Presbiteryan din adamı olan Anton Boisen pozitif bilim alanında eğitim almış ve hem kendi hem de hastalarının ağır ruhsal rahatsızlıkları konusunda araştırmalar yapmıştır. Boisen psikiyatrinin psikotik hastalık olarak teşhis koyduğu hastalığın altında manevi kriz bulunduğunu öne sürmüştür. O, pek çok rahatsızlık türünün tıbbi sorunlar olmaktan ziyade dinî rahatsızlıklar olduğunu ve bu şekilde bilinmediği takdirde bunların başarılı bir şekilde tedavi edilemeyeceğini öne sürmüştür. (Boisen, akt. Foskett, 2001). Boisen’in bu yaklaşımı, onu dinî danışmanlığın gelişimini etkileyen önemli isimlerden biri yapmıştır. Bu alanda önemli etkisi olmuş diğer bir kişi de Hümanist Psikoloji’nin kurucularından Carl Rogers’tır. Gençken Rogers liberal Hristiyanlığa tutkuyla bağlıyken kariyerinin başlarında dine ve manevi söyleme sırt çevirmiş ve mesleğinin epeyce bir kısmında kendini ampirik bir bilim adamı olarak nitelemekle övünmüştür. Ancak yaşamının son on yılında hem kişisel hem de mesleki deneyimi, onu manevi boyutun gerçekliğini kabul etmeye itmiş ve onun “mistik,” “aşkın,” “betimlenemez” gibi kavramları kullanmasına yol açmıştır (Rogersakt. Thorne, 2001). Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 12 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik •“…öyle gözüküyor ki benim derin ruhum (inner spirit) dışarıya ulaştı ve diğerinin derin ruhuna dokundu. İlişkilerimiz kendilerini aştı ve daha geniş olanın bir parçası oldu…. açıkça gözüküyor ki, terapideki ve gruplardaki deneyimlerimiz, aşkın olanı, betimlenemeyeni, manevi olanı içermektedir. Şimdiye kadar mistik ve manevi boyutun önemini yeterince önemsemediğime inanmaya başladım.” (Rogers akt. Thorne, 2001). Rogers’ın gerçekte, temelde manevi olan bir terapi uyguladığı düşünülmüştür. Bu kanıya Rogers bile bunun farkında olmadan ve hümanistik yaklaşımı kendi terapisi olarak ortaya çıkarmadan önce varılmıştır. Bu yargıya, Rogers’ın ilk dönem (hem Evanjelik hem de liberal olarak) Hristiyanlık deneyiminin derin düzeyde onu terk etmediği düşünüldüğü için varılmış olabilir (Thorne, 2001). Avrupa ve Amerika’da Dinî danışmanlıklar, dinî danışma merkezleri, sağlık kuruluşları, dinî ortamlar veya özel uygulamalar aracılığı ile yürütülmektedir. Rogers’in modelinin Hristiyanlık öğretileri için olumsuz olduğunu (örneğin, doğuştan günahkâr olmayı kabul etmeme) düşünenler de mevcuttur. Onun kuramının, kendi kendiyle yetinmeyi, bencilliği ve narsisizmi teşvik ettiği dolayısıyla Hristiyan öğretisini bunlarla kirlettiğini öne sürenler de bulunmaktadır (Rogers, akt. Thorne, 2001). Amerika’da dinî danışmanlığın mesleki uygulamaları için standartlar koyup gereksinimlerini belirleyen ana organizasyon Amerika Dinî Danışmanlar Derneğidir (American Association of Pastoral Counsellors-AAPC) AAPC’ye göre dinî danışmanlığın tanımı şöyledir: “Dinî danışmanlık iyileşme ve gelişmeyi gerçekleştirmek amacıyla manevi kaynakları ve psikolojik anlamayı kullanan psikolojik danışmanlığın kendine özgü bir biçimidir. Dinî danışmanlık sadece ruh sağlığı uzmanları tarafından değil, aynı zamanda derin dinî ve/veya teolojik eğitim almış kişiler tarafından da kullanılır. Amerika’daki dinî danışmanların çoğu din adamı olarak atanmış veya belirli bir dinî toplum tarafından desteklenen kişilerdir (Woodruff, 2002). Dinî danışmanlıklar, dinî danışma merkezleri, sağlık kuruluşları, dinî ortamlar veya özel uygulamalar aracılığı ile yürütülmektedir. Güçlerini mensup oldukları inanç grubuna aidiyetten alırlar. AAPC dinî danışmanların belirli bir dinî grupla sorumlu bir ilişki içinde olmalarını bekler. Onlar aynı zamanda ruh sağlığı sunan kuruluşların önemli bir parçasını oluştururlar. En son ve en etkili psikolojik Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 13 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik yöntemleri, manevi boyutla birleştirerek sunarlar. Tıbbı bir müdahale veya hastane ortamı gerektiğinde dinî danışman danışanı bir psikiyatriste yönlendirir. Uzman bir dinî danışmanın hedefi, kendisinden yardım isteyenlere klinik olarak açıklanabilir ve manevi olarak duyarlı bakım sağlamaktır (Woodruff, 2002). Pennsylvania’da bir dinî danışmanlık merkezi ile bir üniversite psikiyatri servisi, birime kabul edilmiş hastalara manevi hizmet sunmak için iş birliği yapmışlardır. Psikiyatri ekibi buna başlangıçta karşı çıkmış, ancak dinî danışmanların, verilecek hizmetin hastanın dinî ve maneviyatı temelinde sunulduğunu, yoksa terapistinki temelinde sunulmadığı konusunu netleştirmelerinin ardından sorun aşılmıştır. Böylece, pek çok hasta için çok değerli bir tedavi servisi oluşturulmuştur (akt. Foskett, 2001). Ülkemizdedinî danışmanlıkla ilgili yapılan çalışmaların tarihi oldukça yeni olmakla birlikte, son dönemlerde konuyla ilgili çalışma yapanların ve konuya ilgi duyanların sayısı kayda değer bir şekilde artmış olup (örn. Bkz, Ok, 1997 ve 2008) Diyanet İşleri Başkanlığı bu yönde adımlar atmaya hazırlanmaktadır. DİNÎ DANIŞMANLIĞIN ÖNEMİ VE GEREKÇESİ Seküler psikolojik danışmanlığa rağmen, dinî psikolojik danışmanlık hareketinin varoluş gerekçeleri hakkında şunlar söylenebilir (bkz. Ok, 2008). Dindar danışanların duygusal sorunlarını paylaşmaya istekli olabilecekleri daha iyi şartlar yaratma: İnsanlar, kendileri ve ruhsal sorunlarını kendi sosyal ve dinî çevrelerinde ifade etmeye daha isteklidirler. Örneğin, Türkiye’de halkın tamamına yakınının Müslüman olması seküler psikolojik danışmanlığın danışmada bireylerin dinî değerlerini göz önünde bulundurması gerekliliğini göstermektedir. Dindar bir danışanın kolayca ulaşabileceği ve kendi değerine saygı duyduğunu düşündüğü bir dinî psikolojik danışana gitme olasılığı daha yüksektir. Kolay ulaşılabilirlik, ortak değer paylaşımı ve güven, danışanlar için ideal bir ortam yaratır. Ayrıca böylece dinî danışmanlık bireylerin duygusal sorunlar konusunda yardım alacakları alternatifleri genişletme bakımından da önemli bir yere sahip olmaktadır. Dinsel deneyimlerdeki değişim ve çeşitliliğin psikolojik danışmanlığın “dinî konuları” ele almasını gerektirecek düzeyde olması: Modern dünyada pek çok insan değerler konusunda belirsizlik ve çelişkiler yaşamaktadır. Bu çelişki, şüphe ve belirsizlikler geçici olabileceği gibi, nadiren de olsa onların yaşam yönelimlerinde köklü değişikliklere yol açabilecek dinden dönüşlerine veya dine dönüşlerine yol açabilmektedir. Bu süreçte yaşanan köklü Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 14 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik bilişsel stres ve kaygılar ile dünya görüşünü ve değerlerini netleştirme güdüsü, danışmada bu konuların (hem teolojik hem de ruh sağlığı açısından) sağlıklı bir biçimde ele alınmasını gerektirmektedir. Bilindiği gibi dinî danışmanlık temelde kişilerin ahlakla ve dünya görüşüyle ilgili değerlerini netleştirme, kimliklerini sağlıklı bir şekilde oluşturma ve sonuçta neye göre yaşayacaklarına karar vermelerini kolaylaştırmayla çok yakından ilgilidir. Din adamı-cemaat ilişkisinin dinî danışmanlığı gerektiren doğası: Psikolojik danışmanlık din adamları için önemli olabilecek bir etkinliktir. Çünkü din adamları danışanların derin duygusal sorunlarını açıkça ifade ettikleri kişisel itirafları dinlemektedirler. Bu esnada dinleme ve duyguların git-geller yoluyla boşaltımının oluşmasına izin verme söz konusudur. Ayrıca, din adamları ciddi hastalıklar, yas, ailevi sorunlar gibi dinleme becerisi, empati vb. gibi özellikleri sergilemeyi gerektiren durumlarda devreye girmektedir (Lount ve Hargie, 1997). Lount ve Hargie yaptıkları görgül bir çalışmada, dinî danışmanların karşılaştıkları sorunlardan bazılarını şu şekilde listelemişlerdir: Bağımlılık, saldırganlık, agnostizm, alkolizm, yas, dikkat, depresyon, itaatsizlik, stres, uyuşturucu bağımlılığı, utanma, duygusal soğukluk, korku, çaresizlik, güvensizlik, yalnızlık, pasiflik, fiziksel taciz, içe kapanıklık, cinsel taciz, intihar düşüncesi, ölümcül hastalık vb. Karşılaşılan bu sorunlar, bunların yöneltildiği kişilerin, onlarla ilgilenme durumunda olduklarından, psikolojik danışmanlık alanında yetkin olmalarını gerektirmektedir(Lount ve Hargie, 1997). Türkiye’de din hizmetlerinin geniş bir alana yayıldığı ve din adamlarının ülkenin her köşesinde bunduğu gerçeği dikkate alındığında dinî danışmanlık hizmetinin bu alanda eğitimli din adamları yoluyla ciddi bir boşluğu dolduracağı ve işlevsel olacağı rahatlıkla söylenebilir. Bu durum insanlara hizmetin kalitesini artırabileceği gibi din adamlarının kendi kişilik ve mesleki yapılarının güçlenmesine de katkıda bulunacaktır. Buna ilave olarak, din adamlarının sorun yaşayan insanların kolayca ulaşabilecekleri ekonomik mercide bulunmaları da önemli bir avantaj olarak düşünülebilir. Seküler psikolojik danışmanların dinî konulardaki yetersizlikleri: Çoğu kez seküler ortamlarda yetişen ve eğitim alan psikolojik danışmanlardan bir kısmının, dindarlığın insanların kişisel gelişimi için bir engel olduğu kanısına sahip olabileceği öteden beri bilinmektedir. Bu kanının doğru olabileceği durumlar olabilir. Ne var ki bu durum dinî davranışın tamamen olumsuz olduğunu ileri sürmek ve dinsel olgulardan kaçınmak için yeterli gerekçeler sağlamamaktadır. Hatta bu durum tam tersine belki de dindarlığın “sağlıklı” görülmeyen yönleri üzerinde psikolojik ve teolojik birikimle çalışma yapmayı gerektirmektedir. Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 15 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik Diğer taraftan, Foskett ve Jacobs (1994) belirli bir inancı olmayan seküler psikolojik danışmanların genellikle danışanlarının inançlarına saygı duymalarına rağmen, pek çoğunun gereğinden fazla saygılı olduğunu ve bu aşırı saygıdan dolayı onların yanlış varsayımlarına ve hurafe (distorted) inançlarına meydan okuma konusunda emin olmadıklarını belirtir. Bir kısım danışman ise inancın temelde zihinsel (intellectual) bir konu olduğunu ve duygularla ilintisinin çok az olduğunu düşünür. Diğer bazı psikolojik danışmanlar ise bir danışanın inancını sorgulamanın önemli bir inanç sisteminin yıkılmasına ve dolayısıyla danışanın rahatının bozulmasına yol açacağından korkarlar. Foskett ve Jacobs bireyleri, kendilerine yararı olmayan inanç ve uygulamalarla yüzleştirip onları analiz etmenin onlarda daha sağlıklı dinî tutumların gelişmesine neden olduğunu, dolayısıyla onların duygusal ve manevi olarak yetişmesine yardımcı olduğunu belirtir. Derin sıkıntıları olan pek çok insan bir din adamı aramaktadır ve ruh sağılığı uzmanına gitmemektedir. Çünkü bu kişiler kendilerinde ruh sağlığı problemi olmadığını düşünmektedir. Diğer bazı insanlar da manevi boyutu olduğunu düşündüğü ruh sağlığı sorunu yaşadığında, kime gideceği konusunda tereddüt yaşamaktadır. Pek çok din adamı sorunun bu iki yönüyle de ilgilenebilecek psikolojik bir uzmanlığa sahip değildir. Bunlar açıkça gösteriyor ki, toplumun bu tür sorunlarıyla ilgilenmek için mesleki olarak eğitimli dinî danışmanlara önemli ihtiyaç bulunmaktadır (Greenwald vd., 2011). Seküler psikolojik danışmanlığın (beyaz) orta sınıfa hitap etmesi: Derin sıkıntıları olan pek çok insan bir din adamı aramaktadır ve ruh sağılığı uzmanına gitmemektedir. Çünkü bu kişiler kendilerinde ruh sağlığı problemi olmadığını düşünmektedir Ayrıca seküler psikolojik danışmanlığın (beyaz) orta sınıfa göre hatta ağırlıkla Batı geleneklerindeki vakalar dikkate alınarak geliştirilmiş olması, onların yerelleştirilmesi veya bağlamsallaştırılması gerektiği anlamına gelmektedir. Bu anlamda dinî danışmanlık anaakım seküler psikolojik danışmanlığın bağlamsallaştırılmasından başka bir şey olmamaktadır. Son dönemlerde sekülerterapistler, gittikçe danışanlarının maneviyatlarının önemini kabul etmektedirler ve pek çok dinî danışman da kendi inanç topluluklarının kurumsal veya öğretisel kalıplarından özgürleşmeye çalışmaktadır (Thorne, 2001). Araştırmalar modern Batı toplumunda erken çocukluk döneminden itibaren başlayan insanların çoğunun yaşadığı bir tür “manevi taciz” (spiritualabuse) in bulunduğunu göstermektedir. Çocukların iç maneviyatı bastırılmakta ve hatta çocuk yaştakiler manevi inançlarını dışa vurduklarında aptal veya deli olarak damgalanacaklarını düşünmektedirler (Hay ve Nye, akt. Foskett, 2001). Ayrıca Foskett’in de belirttiği gibi dinî danışmanlığın genel olarak psikolojik danışmanlığa önemli katkılar sağlaması da mümkündür. Örneğin, dinî danışmanlık manevi olanın önemini vurgulamış ve herkesi insanlık için “en iyi tek model” düşüncesine sokmaya çalışmamıştır (Foskett ve Lynch, 2001). Ayrıca akıl sağlığı Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 16 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik servislerini kullanan pek çok kişinin bu türden destek almaya ilgisinin bulunduğu da belirtilmektedir (Foskett ve Lynch, 2001). DİNÎ DANIŞMANLIĞIN SORUNLARI Dinî danışmanlıkla ilgili sorunlar; başlıca kimlik ve tanımlanma sorunu, seküler danışmanlığın dinî danışmanlıkla uyumu(seküler ve dinî olanın birlikte kullanımı), görgül araştırma ihtiyacı, ve akreditasyon olmak üzere belirli alanlarda yoğunlaşmaktadır. 2001 gibi geç bir dönemde İngiltere’de yapılan bilimsel bir toplantıda dinî danışmanlığın tanımıyla ilgili şu soruların cevabı aranmıştır: Dinî danışmanlık tam olarak nedir? Psikolojik danışmanlığın belirli bir biçimi midir yoksa basitçe din alanında çalışanların uyguladığı veya dinî ortamlarda uygulanan psikolojik danışmanlık mıdır? Dinî danışmanlık, dinî ortamlarda yürütülen veya belirli bir din çerçevesinde çalışanlar tarafından yürütülen profesyonel psikolojik danışmanlık mıdır? Din danışmanlık, sadece nihaî konularla ilgilenen psikolojik danışmanlık mıdır? Hatta dinî danışmanlık diye başlı başına bir disiplin var mıdır? (Foskett ve Lynch, 2001). Bu tanımlama sorununun son 20 yıldır devam ettiği ifade edilmektedir. Dinî danışmanın ne olduğu ve kimin dinî danışman olduğu konusunda halk, dindarlar ve dinî danışmanlar arasında kesinleşmiş bir tanım bulunmamaktadır (Greenwald vd., 2011). Dinî danışmanlığın nerede bitip seküler danışmanlığın nerede başladığı konusu da ciddi olarak sorgulanmaktadır (Thorne, 2001). Dahası, psikolojik danışmanların, diğer ruh sağlığı uzmanları ve genel halk nazarında rollerini güven altına alabilecekleri bir uzmanlık alanlarının bulunmadığı ileri sürülmektedir. Kaldı ki, psikolojik danışmanlık alanı profesyonel psikolojik danışmanları diğer ruh sağlığı uzmanlarından ayırt edememektedir. Dolayısıyla psikolojik danışmanlar bir tür kimlik krizi yaşamaktadırlar. Aynı şey dinî danışmanlar için de geçerlidir. Dinî danışmanlık, ismi yasal olarak korunmuş bir meslek ismi değildir. Kendilerini dinî danışman, Hristiyan psikolojik danışman, Biblical danışman vb. olarak isimlendirenler hiç eğitim almayanlardan doktora derecesine sahip olanlara kadar farklılık gösterebilmektedir (Greenwald vd., 2011). Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 17 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik Burada vurgulanması gereken nokta dinî danışmanların hem akıl sağlığı konusunda hem de dinî konularda yeterli bilgiye sahip olmaları gerekliliğidir (Greenwald vd., 2011). Bunun bir yansıması olarak din adamlarının cemaatleriyle olan ilişkilerinin nasıl tanımlanacağı konusunda açık bir şey bulunmamaktadır. Bu ilişkiler, dinî danışmanlık, dinî bakım, manevi rehberlik veya yönlendirme gibi farklı isimlerle isimlendirilebilmektedir (Greenwald vd., 2011). Aslında yukarıda da ima edildiği gibi bireylerle, eşlerle, ailelerle veya gruplarla yapılan ve bir sorunun tartışılmasını, öneri veya yönlendirmeyi veya bir krizi çözmeyi içeren etkinliğe dinî danışmanlık adı verilmekte, buna karşılık rutin olarak yapılan ev, hastane, bakım evi ziyaretleri danışmanlık olarak nitelendirilmemektedir (Greenwald vd., 2011). Dinî bakım ve danışmanlık konusundaki literatür ağırlıklı olarak teoriktir veya danışmanların görüşmelerinden edindikleri vaka örneklerine dayanmaktadır. Oysa bu alanda yapılacak görgül (ampirik) çalışmalar, dinî danışma alanında nelerin önemli olduğu nelerin danışanlara zarar verdiği konularında önemli farkındalıklar sağlayabilir (Foskett ve Lynch, 2001). Dolayısıyla alanla ilgili yeterli bilimsel araştırmaya da ihtiyaç bulunmaktadır. Başka bir konu da akreditasyon sorunudur. Dinî danışmanların akreditasyonu ve gözetimi (monitoring) ile ilgili sorunlar da bulunmaktadır. Yukarıda değinildiği gibi İngiltere’de Dinî Bakım ve Danışmanlık Derneği ile Amerika Dinî Danışmanlar Derneği, din adamları için millî bir akreditasyon planı sunmaktadır. Dinî danışmanlık gelişirken, gözetim ve akreditasyon önemli olmakla birlikte bunun din adamlarının çoğunun dinî görevlerinde yaptıkları çabaların değerini düşürerek sadece dinî danışmanlığı uygulayan bir elit oluşturacağından sakınılması gerektiği ileri sürülmektedir (Foskett ve Jacobs, 1994). Son olarak ama en az önceki sorunlar kadar önemli olan diğer bir konu da, dinî danışmada ne kadar teolojik ne kadar seküler değerlerin kullanılacağı meselesidir. Foskett, bazı din adamlarının psikoloji ağırlıklı, diğerlerinin dinî ağırlıklı ve diğer bir grubun da hem psikoloji hem de dinî değerleri dengeli biçimde kullandığını bildirmektedir. Yine kadının kilisedeki rolüne, eşcinsellere, AIDS’e ve iki evliliğe yönelik tutumlar kısmen dinî danışmanların çalışmaları aracılığı ile liberalleşmiş bulunmaktadır (Foskett ve Jacobs, 1994). Bu arada genel dinî bakımdan (veya din hizmetlerinden) daha üstün bir mevki edinen dinî danışmanlık, dinî organizasyon içinde özellikle de pastoral ve pratik teologlar nezdinde gerilim doğurmuştur. Onlar, dinî danışmanın, nörotik ve narsistik orta sınıfın egomerkezli meşguliyeti olma tehlikesi taşıdığını dile getirmiştir. Bu durumun da dinî danışmanlığın dinî görevleri (dinin temel hedefi olan dinî mesajın insanlara Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 18 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik ulaştırılması) ihmal edebileceği endişesine yol açmaktadır (Foskett ve Jacobs, 1994). Bunların dışında profesyonel psikolojik danışmanlığın dinî danışmanlar için uygun olup olmadığı, dinsel inanca sahip insanların az bulunduğu ortamlarda dinî danışmanlığın uygun olup olmadığı, dinin, maneviyatın ve terapötik uygulamanın uygun bir entegrasyonunun nasıl sağlanacağı gibi sorunlar da, dinî danışmanlığın güncel sorunları arasında bulunmaktadır (Foskett ve Lynch, 2001). Dinî Danışmanlıkta Dinî Olanın Hermenötik Boyutu Dinî danışmanlığın seküler psikolojik danışmanlıkla ilişkisi bağlamında yaşadığı kimlik sorununu daha derinlerde paradigma düzeyinde ele almak konunun aydınlanmasına önemli katkılar verebilecek işlevlere sahiptir. 21. yüzyılın en önemli sorunu bilimle dinin entegre edilmesi ve inançlar arası iş birliği ve diyaloğu sağlama sorunudur (Thorne, 2001). Din, sosyal uyum ile sosyal ve bireysel özgürlük arasındaki gerilimde yer almaktadır. Bu çerçevede teolojik ve psikolojik söylemlerin bir araya getirilmesi hemen her yerde tartışma konusu olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bununla birlikte, dinî danışmanlığın bireysel maneviyat ile modernitenin ayırt edici özelliği olan nesnellik-bilimsellik arasındaki açığı kapatması hâlinde insanlara önemli bir katkı yapabileceği ileri sürülmektedir (Foskett ve Lynch, 2001). Dinî danışmanlar seküler toplumun bir tür gizli tebliğcileridir. Bu durum belirli bir inanca taraftar kazandırma anlamında değil, anlama yönelik özlemi doğrulama ve kabul etme anlamındadır. Kutsal metnin geleneksel algılanması modern öncesi dönemler için anlamlı olabilir. Fakat böyle bir anlayışın inançlar arası çatışma yaşayan modern dünyanın sorunlarına, büyüme ve dönüşme yönünde yapacağı katkının sınırlı olacağı da göz önünde tutulmalıdır. Dolayısıyla, dinî danışmada teolojik düşünmeyi öğrenmek önemlidir. Bununla metni yaşamla ilintili kılacak biçimde terapötik ve dinamik düşünme kastedilmektedir (Woodruff, 2002). Böyle bir yaklaşımla, dinî danışmanlık insanın şartlarını psikolojik olarak kabul edilebilir bularak geleneksel dinin insan tabiatının karmaşıklığına yönelik algısını şekillendirmiş olacaktır (Sutherland, 2001). Dinî danışmanlar tarafından kurumsal ve doktrinal prangalardan kurtulmak için gösterilecek çabalar - ki bu pek çok dinî danışmanı inanç topluluklarından kopma noktasına getirebilir - bir inanç kaybı göstergesinden ziyade onların gelecek vadeden belirtileri olarak algılanması gerekir. Bu tür konulardan dolayı dinî danışmanları bazı meslektaşları dinden sapmış ve inancın altını oymuş kişiler olarak görmüşlerdir. Oysa onlar dinî gerçekliğin temel çekirdeğinin koruyucularıdır. Dolayısıyla aslında dinsel danışmanlar seküler toplumun bir tür gizli tebliğcileridir. Bu belirli bir inanca taraftar kazandırma anlamında değil, anlama yönelik özlemi doğrulama ve kabul etme anlamındadır (Thorne, 2001). Kısaca özetlemek gerekirse, dinî danışman adaylarının hem teolojik materyal karşısında kendilerini Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 19 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik bilişsel olarak “iyi” geliştirmiş, hem de dinsel materyali bu gelişim düzeyiyle uyumlu biçimde gerektiğinde danışanlarıyla birlikte iyi kullanmayı öğrenmiş olmaları gerekir. SONUÇ VE ÖNERİLER İslam dininde dinî ve dinî olmayan ayrımı olmadığından ülkemizdeki modelde dinî danışmanlığı belirleyen faktörler konusunda şunlar söylenebilir: Dinî materyale ve dinsel olguların belirleyiciliğine önem veren, dinî ortamlarda çalışmak isteyen ve dinsel materyale sempatiyle yaklaşan profesyonel bir psikolojik danışman veya psikolojik danışmanlık (veya dinî danışmanlık) eğitimi almış bir teolog/din adamı dinî bakım ve danışmanlık hizmetini yerine getirebilir. Dolayısıyla, dinî danışmanlık, dinî ve manevi konuları dikkate almayan tamamen ruh sağlığı yönelimli seküler danışmanların dışında, Müslüman kimliğini öne çıkaranlar ile sekülerleşmiş veya bir dinî yönelimi olmayan ancak inanç konularına sempatiyle bakan kişiler tarafından yürütülebilir. Psikolojik danışmanlık ilişkisinde gündemi belirleyen, kurumların veya inançların değil danışanların değerleri olmalıdır. Dinî bakım ve danışmanlık uygulaması günümüz şartlarında kurumsal olarak gerçekleşecekse, bu hizmeti verecek birimin adı “Sosyal Din Hizmetleri ve Dinî Psikolojik Danışmanlık” şeklinde olabilir. Bu birimin, sorulan dinî sorulara görüş bildirme (fetva verme), cenaze merasiminde yer alan ritüelleri yerine getirme ve cami hizmetleri (ibadetlerle ilgili yönü) gibi dinin ibadî (ritüel), itikadî (düşünsel) ve ahlaki (moral) yönlerine hitap eden diğer bilişsel ve ritüel din hizmetlerinden belirgin bir şekilde farklı olduğunun altı çizilmesi gerekir. Çünkü bu alandaki üç hizmet (bu hizmeti yürütenler tek kişiden ibaret olsa da) birbirinden doğası itibarıyla ayırt edilir gözükmektedir: (a) ritüel/ibadî-doktrinal/itikadi din hizmetleri (ki günümüzde en yaygın olanıdır), (b) dinî bakım (veya sosyal din hizmeti de denebilir), ve (c) dinî danışmanlık. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse, cenaze namazı kıldırmak ve fetva vermek doktrinalritüel din hizmeti, cenaze evini ziyaret etmek dinî bakım veya sosyal din hizmeti ve yakınının ölümüyle başetmeye çalışan kişiyle yapılan yapılandırılmış bire-bir görüşme dinî danışmanlık olarak nitelendirilebilir. Bunlardan bazıları aynı anda birlikte de bulunabilir. Örneğin, nikah için bir eve yapılan ziyarette hem doktrinalritüel din hizmeti (nikah kıyma), hem de sosyal din hizmeti (örn. orada hazır bulunuş) birlikte bulunmaktadır. Dinî danışmanlık uygulamaları Türkiye’de bir süreç hâlinde başlatılabilir. Bunun için önce, sosyal hizmet ya da bu çalışmada kullanılan ifadeyle “bakım” (care) süreci geliştirilip sistemleştirilebilir. Ardından ikinci aşamada ilgili adaylara Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 20 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik dinî danışmanlıkla ilgili güçlü bir eğitim verilerek dinî danışmanlık hizmetine geçilebilir. Neticede dinî danışmanlık formasyonunun titiz bir eğitimin ardından gerçek anlamanı kazanacağı unutulmamalıdır. Bu hizmet, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı müftülükleri aracılığı ile yürütülebilir ve böylece dinî kurumlar daha fazla insan sorunları merkezli olarak çalışmalarını sürdürebilirler. Diyanet İşleri Başkanlığı kendi bünyesinde bir “akredite edici ve gözetleyici” kurul oluşturarak bu hizmetleri takip edebilir, denetleyebilir ve kalitesini artırabilir. Ayrıca dinî bakım veya daha özelde dinî danışmanlık alanında çalışacak personelin seçilmesine ve eğitilmesine özel önem verilmelidir. İlahiyat fakültelerinde ve ilahiyat sonrası eğitimle ilgili kurumlarda “sosyal din hizmetleri” adıyla yeni bir bölüm oluşturularak ve buralarda dinî bakım, din hizmetleri ve dinî danışmanlık alanları ile ilgili eğitimler sunularak öğrenciler din hizmetlerinde daha hazır hâle getirilebilir. Böylece onlar da bireylerin yaşam kalitelerine katkıda bulunulabilir. Hâlen büyük oranda din eğitimi bölümü tarafından yürütülen din hizmetleri eğitimi bağımsız bir kimliğe kavuştuğunda psikoloji ve psikolojik danışmanlık gibi topluma hizmet sunan seküler alanlardaki çalışmalarla bütünleşerek yeni bir ekol oluşturabilir. Dinî danışmanlığın Batı’da Hristiyan kültüründe tartışıldığı biçimini, olduğu gibi yerel kültüre taşımak yerine onun değerlerinin yerelleştirilmesi ve yerel halkın değerleriyle yeniden harmanlanması önemli bir husustur. Bu yolla yeni oluşturulabilecek bir yardım hizmeti modeli daha özgün bir yapıya sahip olacaktır. Aslında dinî danışmanlık gibi seküler danışmanlıktan ayrı bir alan tasarlanabileceği gibi, dinî ve seküler ayrımına gitmeden Türkiye’deki psikolojik danışmanlık eğitimine yerel olan boyutun katılması ve seküler psikolojik danışmanlığın manevi boyuta özel önem vermesiyle tek model de elde edilebilir. Bunlardan hangisinin daha ideal olacağı konusu belirli bir uygulama sürecinden sonra ortaya çıkacaktır. Rogers’ın ampirik bilim adamlığı, psikoterapist, ve mistik yönünü bir araya getiren Thorne, onun bir çalışmasına (1980, pp. 350- 352) dayanarak bu alanlarla ilgili birbiriyle uyumlu bir genel yaklaşım modeli önermiştir. 1. Dünyaya hem içinde hem de dışında açık ol. Yeni deneyimlere, yeni arayış ve var olma yollarına, yeni düşünce ve kavramlara kucak aç. 2. Düşüncelerini söylenmesi gerektiği gibi söyle. İki yüzlülüğü, aldatmayı ve iki yüzlü konuşmayı reddet. İlişkilerin ve cinselliğin konusunda açık ol. Gizli veya iki yüzlü bir yaşam sürdürme. 3. Tabiatı fethetmek ve insanlığı kontrol etmek için kullanılan mevcut bilim ve teknoloji konusunda derin bir güvensizlik taşı. Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 21 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik 4. Kompartımanlara ayrılmış dünyada yaşamak yerine yaşam bütünlüğü için çalış. Deneyimsel, düşünsel, duygusal, fiziksel, psikolojik ve iyileştirme enerjilerini birbirine entegre et. 5. Yakınlık, samimiyet ve ortak amaç için yeni biçimler araştır. Sözel ya da sözel olmayan yeni iletişim yolları bul. Duygu ve aklı birlikte bulundur. 6. Risk üstlenmeye istekli ol ki böylece değişimler karşısında canlı kalasın. 7. Başkalarıyla, kibarca, detaylıca, kurallar koymaya ve yargılamaya çalışmadan ilgilen. Profesyonel “yardım edici”lerden kuşku duy. 8. Tabiata yakınlık hisset onunla bakıp kollayarak ilgilen. Ekolojik düşün ve tabiatın güçleriyle iş birliğinde bulun. 9. Çok yapılandırılmış, esnek olmayan bürokratik kurumlara güvenme. Unutma ki kurumlar insanlar için vardır. 10. Kendi deneyimine güven ve dış otoriteye güvenme. Adil olmadığını düşündüğün kurallara uyma. 11. Maddi konfora ve ödüllere rağbet etme. Gözünü para veya statüye dikme. 12. Manevi arayıcı ol ve bireyden daha büyük olan yaşamda anlam ve amaç bul. Evrenin bütünlüğünü ve harmonisini deneyimle (Thorne, 2001). Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 22 Özet Dinî Danışmanlık ve Rehberlik •Dinî bakım ve danışmanlık, seküler psikolojik danışmanlıktan daha köklü bir yapıya sahiptir ve seküler psikolojik danışmanlığın şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Günümüzde alanla ilgili (konumu, sınırları, tanımı gibi) bir takım güçlükler bulunmasına rağmen dinî danışmanlık Hristiyan dinî geleneğinin yaygın olduğu gelişmiş ülkelerde kurumsal kimliğe sahip olarak insanlara yardım etmeye devam etmektedir. Dinî danışmanlığın Türkiye’de İslam kültürü çerçevesinde geliştirilmesi için yeterli gerekçeler bulunmaktadır. Ülkemizde var olan din hizmetlerinin dinî danışmanlık tartışmaları çerçevesinde daha fazla sistemleştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Diğer taraftan bir danışmayı dinî yapan özellik danışmanın din adamı olması ya da dinî bir kurumda çalışması zorunlu değildir. Seküler danışmanlıktan gelip insanların manevi yaşamlarına özel önem veren insanların etkinlikleri de dinî danışmanlık olarak nitelendirilebilir. •Dinî danışmanlık dindar ya da seküler kişiler tarafından uygulanması fark etmeksizin sadece dindarlara değil sorunlarını dinî veya manevi bir çerçevede veya çevrede ele almak isteyen herkese hizmete açıktır, yani çok kültürlü bir sosyal yapıyla uyumludur. Dinî danışmanlık ilgili kurum aracılığı ile seküler danışmanlığın ulaşamadığı bölgelerde ve alana kuşkuyla bakan çevrelerde yardım hizmetini yaygınlaştırabilir bir potansiyele sahiptir. •Dinî bakım ve danışmanlık alanında kaliteli hizmet verebilmek için adayların uygulamalı ve kuramsal olmak üzere akreditesi olunan gerekli eğitimi almaları gerekmektedir. Bu eğitimde seküler danışmanlık ile teolojik bilgisi donanımının yanında kişisel gelişimin de özel bir yeri bulunmaktadır. Dolayısıyla dinî danışmanlık bu alanda eğitimli din hizmeti sunan bireylerin kişisel gelişimlerine doğrudan katkıda bulunarak genel olarak din hizmetinin de kalitesini artıracağı düşünülmektedir. Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 23 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Dinî danışmanlık isminde geçen “dinî” kelimesi ile aşağıdakilerden hangisi kastedilmektedir? a) Belirli bir dine mensup dindarlar b) Müslümanlar c) Müslüman olsun olmasın tüm dindarlar d) Yaşamın aşkın boyutunu dikkate alan insanlar e) Hristiyanlar 2. Seküler psikolojik danışmanlık’ta çok kuram olmasına rağmen birbirinden ayrı olduğu düşünülen üç çekirdek kuram aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak verilmiştir? a) Psikodinamik, Bilişsel, Davranışçı b) Psikodinamik, Hümanist ve Rasyonel-Davranışçı c) Davranışsal, Bilişsel, Hümanist d) Geştalt, Davranışçı, Hümanist e) Davranışçı, Geştalt ve Rasyonel-Davranışçı 3. Aşağıdakilerden hangisi psikolojik danışmayı yapan kişiyi en ideal olarak nitelendirir? a) Dinî ve manevi konulara önem veren herhangi bir danışman b) Din konusunda bilgili seküler danışman c) Dindar bir danışman d) Dinî ve manevi gündemi olan danışanlarla görüşen her hangi bir danışman e) Din adamı Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 24 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik 4. Aşağıdaki isimlerden hangisi dinî danışmanlığı destekler bir söyleme sahip değildir? a) Carl Rogers b) Carl GustavJung c) AntonBoisen d) B. F. Skinner e) Hiçbiri I. Doktrinal/İtikadî-Ritüel/İbadî II.Gönüllü Sosyal Din Hizmetleri III.Dinî Bakım/Sosyal Din Hizmetleri IV. Dinî Danışmanlık 5. Yukarıda yer alan din hizmetleri alanlarından/boyutlardan hangileri kuramsal olarak birbirinden ayrı düşünülmelidir? a) I, II ve IV b) Sadece I ve IV c) II, III ve IV d) Sadece II ve IV e) I, III ve IV 6. Aşağıdakilerden hangisi Dinî danışmanlık ve rehberlik ünitesinde kapsamlı olarak sunulan dinî danışmanlık tanımında yer alan etkinliklerden biri değildir? a) İyileştirme veya Rahatlatma b) Destekleme c) Soruları yanıtlama d) Önleme e) Uzlaştırma Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 25 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik 7. Dinî danışmanlığın İngiltere ve Amerika’daki tarihi incelendiğinde ayrı bir disiplin olarak hangi dönemde ortaya çıktığı söylenebilir? a) 19. yıldan önce b) 19. yüzyılın ilk yarısında c) 19. yüzyılın ikinci yarısında d) 20. yüzyılın ilk yarısında e) 20. yüzyılın ikinci yarısında 8. Dinî danışmanlık ve rehberlik ünitesinde aşağıdakilerden hangisi kastedilmektedir? geçen nihaî konularla a) Her bireyin en çok arzu ettiği şeylerle ilgili konular b) İnsan yaşamında sonu olan şeylerle ilgili konular c) Danışmada sorunların aşılmasından sonra ortaya çıkan konular d) Günlük konuları topluca açıklayan temel ilkeler e) Yaşamın maddi ve gözlenebilir boyutunun ötesi ile ilgili konular 9. Aşağıdakilerden hangisi dinî danışmanlıkta sorun olabilecek konular arasında yer almaz? a) Danışmada danışanın deneyiminin dinî kategorilere sıkıştırılması b) Dinin tebliği işinin danışmanlık etkinliği tarafından gölgede bırakılması c) Dinî danışmanlığın din adamlarının dinî bağlılıklarını azaltması d) Dinî danışmanın dinî konuları danışan gündeme getirmeden ele almaları e) Hiçbiri Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 26 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik 10.Psikolojik danışmanlık eğitiminde aşağıdakilerden hangisi zorunlu olarak yer almaz? a) Danışman adayının psikoloji veya benzer fakülte mezunu olması gerekir. b) Danışman adaylarının kendileri danışan olarak danışmaya girerler. c) Kuram ve uygulama birlikte öğrenilir. d) Başkalarıyla gözetimli danışma uygulamaları yürütülür. e) Eğitim üniversite veya üniversite dışı bir kurumda gerçekleştirilebilir. Cevap Anahtarı 1-D, 2-B, 3-A, 4-D, 5-E, 6-C, 7-D, 8-E, 9-C, 10-A Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 27 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKAR Clebsch, W. &Jaekle, C. (1964). Pastoral care in historicalperspective. New Jersey: Prentice-Hall. Clinebell, H. J. (1966). Basic types of pastoral counseling. Nashville: Abingdon. Egan, G. (2010). Theskilledhelper: a problem-managementandopportunitydevelopmentapproachtohelping. Belmont: Brooks/Cole. Foskett, J. &Jacobs, M. (1994). Pastoral counselling. InW.Dryden, D. Charles-Edwards, & R. Woolfe (Eds.), Handbook of counselling in Britain, London: Routledge. Feltham, Colin (2000). Whatareconsellingandpsychotherapy?In C. Feltham& I. Horton (eds.). Handbook of ConsellingandPsychotherapy. London: Sage Foskett, J. & Lynch, G. (2001). Pastoral counselling in Britain: an introduction. British Journal of Guidance&Counselling 29(4), 373-379. Foskett, J. &Jacobs, M. (1994). Pastoral counselling. InW.Dryden, D. Charles-Edwards, & R. Woolfe (Eds.), Handbook of counselling in Britain, London: Routledge. Foskett, J. (1991). Ethicalissues in cousellingand pastoral care. British Journal of Guidance&Counselling 20(1), 39-51. Foskett, J. (2001). Can pastoral counsellingrecoveritsroots in madness [1]? British Journal of Guidance&Counselling 29(4), 403-413. Fowler, J. W. (1981). Stages of faith. thepsychology of humandevelopmentandthequestformeaning. San Francisco: Harper&Row. Greenwald, C. A.,Greer, J. M., Gillespie, C. K., &Greer, T. V. (2011). A study of identity of pastoral counselors. AmercanJournal of Pastoral Counseling 7[4], 51-69. Ivey, A. E. &Simek-Downing, L. (1980). Counselingandpsychotherapy: skills, theories, andpractice. EnglewoodCliffs, N.J: Prentice-Hall. Kuzgun, Y. (1991). Rehberlik ve psikolojik danışma. Ankara: OSYM. Lartey, E. Y. (2003). Inlivingcolor: an interculturalapproachto pastoral careandcounseling. Philadelphia: JessicaKingsley. Lount, M. &Hargie, O. D. W. (1997). Thepriest as counsellor: an investigation of criticalincidents in the pastoral work of catholicpriests. CounsellingPsychologyQuerterly, 10, 247-259. Lynch, G. (2002). Pastoral care&counselling. London: Sage. Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 28 Dinî Danışmanlık ve Rehberlik McLeod, J. (1993). An introductiontocounselling. Buckingham : OpenUniversityPress. Nelson-Jones, R. (1993). Practicalcounsellingandhelpingskills : howtousethelifeskillshelping model. (3rd ed. ed.) Cassell. Ok, Ü. (1997). Dinsel danışmanlığın teorik çatısı.Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Ok, Ü. (2008). İnanç bakım ve danışmanlığı: bir model geliştirme denemesi. A.Seyyar (Ed.), Manevi sosyal hizmetler(pp. 103-140). İstanbul: Rağbet. Pattison, S. (1993). A critique of pastoral care. London: SCM. Smith, W. C. (1979). FaithandBelief. Princeton: Princeton UniversityPress. Sutherland, M. (2001). Developing a transpersonalapproachto pastoral counselling. British Journal of Guidance&Counselling29(4), 381-390. Thorne, B. (2001). Thepropheticnature of pastoral counselling. British Journal of Guidance&Counselling 29(4), 435-445. Woodruff, C. R. (2002). Pastoral counselling: an Americanperspective. British Journal of Guidance&Counselling 30(1), 93-101. Atatürk ÜniversitesiAçıköğretimFakültesi 29 İÇİNDEKİLER • Din ve dindarlık • Dindarlığın kaynakları • Dindarlık yönelimi ve manevi hayat • Dinî yaşantının olgunlaşması HEDEFLER DİN, DİNDARLIK VE DİNİ HAYAT • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Din ve dindarlığın ne olduğunu anlayabilecek, • Dinin kaynaklarının neler olduğunu kavrayabilecek, • Bireylerin dindarlığa yönelimlerini izah edebilecek, • Dinî yaşantının şekillenmesi ve olgunlaşmasını kavrayabileceksiniz. DİN PSİKOLOJİSİ Prof. Dr. A. Vahit İmamoğlu ÜNİTE 4 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat GİRİŞ İnsan-din ilişkisini ele alan pek çok araştırma, dünya üzerinde yaşadığı bilinen büyük-küçük tüm insan topluluklarının güçlü dinî yönelişlere sahip olduklarını ortaya koymuştur. Bu çerçevede her toplumun insanüstü ilahî bir varlık anlayışı ve ölüm ötesi inanç geliştirdiği; ayrıca inançlara uygun bir takım ibadet ve dinî törenler icra ettiği tespit edilmiştir. Günümüzde dünyada yaşayan insanların dörtte üçünün bir dine inandığı ve davranışlarına yön verecek ölçüde inançlarına değer verdikleri kabul edilmektedir. DİN VE DİNDARLIK Dindarlık, bir kişinin günlük hayatında dinin önemini ifade eder, kişinin dine inanma ve bağlanma derecesini gösterir. Din kavramının tanımında ortaya çıkan problemler, farklılıklar ve belirsizlikler, çoğu kez dindarlığın tanımı için de geçerlidir. İnsanların din anlayışları, farklı değerlere sahip olmaları ve farklı davranışlar göstermelerine göre büyük ölçüde değişmektedir. Çok yönlü ve kapsamlı bir kavram olduğu için bir kişinin dindarlığı hakkında fikir ileri sürmek son derece zordur. Dindarlık, bir kişinin günlük hayatında dinin önemini ifade eden, kişinin dine inanma ve bağlanma derecesini gösteren bir kavramdır. Her dinî yaşantı belirli bir kültürel ve sosyoekonomik bir çerçevede yer aldığı için farklılık gösterir. Dindarlık, Himmelfarb (1975)’a göre, bir kişinin, mensubu olduğu dinine ait bilgiler, inançlar veya faaliyetlerle meşgul olma düzeyidir (Yıldız, 2001:23) Dindarlığa böyle bir yaklaşım söz konusu olduğunda ilk başlangıç noktası olarak mensubiyeti almak mümkün görünmektedir. Bütün dinlerde çocuk doğduğu ailenin dinî kimliğine göre bir mensubiyete sahiptir. Müslüman ailede doğmuş ise Müslüman, Hristiyan ailede ise Hristiyan, başka dinlerde olanlar da o dine mensup görünmektedir. Dindarlık normal olarak akil baliğ olunan noktadan itibaren asli hüviyetine bürünmeye başlar. Dolayısıyla mensup olduğu dinin emir ve yasaklarını uygulama ölçüsüne göre dindarlığın dereceleri ve ölçüsü de ortaya çıkmaktadır. Buna göre din psikologları bireyleri, az, orta, veya yüksek düzeyde dindar olarak nitelendirmektedir. Din psikologları, dindarlık tanımlarında ve dindarlığı ele alış biçimlerinde az çok farklı davranmışlardır. Ancak pek çok tanım subjektif dindarlığı, yani dinin kişinin hayatındaki önemini ve merkeziliğini içermektedir. Geniş inanç ve uygulama şekillerini kapsayan ve çok boyutlu bir kavram olan dindarlık, subjektif yönüyle bireyin düşünce ve davranışlarının birbirine bağlı bulunduğu varsayımına dayanmaktadır. Dindarlık kavramının temelindeki teorik unsur, Tanrı’ya inanmak, onu tanımak ve ona bağlanmak ilkesidir. Bir insanı dindar olarak tanımlamak, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat bireysel ve toplumsal hayatta düzen ve anlam bulan bir görüş veya tutumu ortaya çıkarmak anlamına gelir. Allport, olgun dinî duyguyu, “kişinin kendi hayatında son derece önemli olarak gördüğü ve eşyanın tabiatında sürekli ya da merkezi olarak düşündüğü amaç veya ilkelere uygun şekilde karşılık verdiği bir yatkınlık” olarak tanımlamaktadır (Aktaran: Mehmedoğlu, 2006a: 262-263). Esasen fertlere göre dindarlığın farklılığı; inanış, duyuş ve zihnî manada farklı dinî bilgi ve motiflere sahip olma anlamını taşır. Bu durum kişiye has kendi iç dünyasını ilgilendiren bir dindarlık karşılığıdır. Bunu dışarıya yansıttığı ölçüde dindarlığını diğer insanlarla, yaşadığı toplumla ve çevresiyle paylaşıyor demektir. Bunun dışa yansıtılış şekli ise sahip olduğu inançları davranışları davranışa dönüştürmekle olur. Örneğin Müslüman’ın ibadetini camide, Hristiyan’ın kilisede Yahudi’nin havrada ifa etmesi tamamen o dinin kendi iç dinamiğinin dışa yansıyan yönünü ifade etmektedir. Buna dinî yönden sosyal hayata katılım da denebilir. Dinî hayatın uzandığı alanlar ve geliştiği aşamalar kişiler açısından farklı seviyelerde olabilir. Aynı dine inanan kimseler dinlerini aynı düzeyde yaşamayabilirler. Kişiden kişiye farklı dindarlık derecelendirmeleri mümkündür. İşte psikolojik açıdan üzerinde durulması gereken en önemli hususlardan biri, aynı ortamda aynı eğitimle ve de aynı çevre şartlarında yaşayanlarda farklı dindarlık düzeylerinin oluşmasıdır. Bu farklı oluşum onların mizaç ve karakterlerinin farklılığında aranabildiği gibi yaşanılan tecrübelerdeki farklılıklardan da kaynaklanabilmektedir. Dinin Tanımı ve Psikolojik Yönden Araştırılması Psikolojinin konusu olan insan, dinin de muhatabıdır. Din hem bireyi hem de toplumu etkileyen sosyo-kültürel özelliğiyle, insanın düşünce ve davranışlarına yön veren önemli bir olgudur. Literatüre baktığımızda yüzlerce din tanımına rastlamaktayız. Din çok yönlü ve karmaşık bir yapıya sahip olduğundan, onun tam ve eksiksiz bir tarifini yapmak da zorlaşmaktadır. Din olgusuyla ilgilenen her bilim adamı, kendi anlayışlarına, amaçlarına uygun tanımlar yapmış ve çalışmasını o doğrultuda yürütmüştür. Din kelimesi Arapça “deyn” kökünden türemiş mastar veya isimdir. Âdet, durum, ceza, mükâfat, itaat gibi anlamlara gelmektedir. Din teriminin Batı dillerindeki karşılığı ise “religion” kelimesidir. Latince “religio” kelimesinin farklı köklerinden (religare ve religere) geldiği dikkate alınarak ona iki farklı anlam verilmektedir: Allah’a saygı ve korku ile bağlanmak, kendini ibadete verme, tören ve ayinlere katılma. Kelimelerin etimolojisinden yola çıkılarak yapılan tanımlar, kavramın farklı dillerde farklı anlamlar kazanmasıyla çeşitlenmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat Din psikologları objektif dindarlıktan çok subjektif dindarlığa önem verir. Her şeyden önce din kendisini tabiatüstü, insan ötesi, kutsal bir kaynağa ait olarak takdim etmektedir. Ayrıca dinin iki yönü vardır; bunlar objektif ve subjektif yönleridir. Subjektif yön, insanın iç dünyasındaki duygusal yönü; objektif yön ise dışa akseden yönü ifade eder. Jolivet, dinî subjektif ve objektif olarak şöyle tanımlamaktadır. Subjektif olarak din: İnsanın Allah’a karşı içinden gelen aşk, tazim ve itimat ile bağlanması; Allah’a ve onun koyduğu prensiplere ve gayelere karşı bütün akıl ve hissiyatı ile bağlanmaya mecbur olduğunu kabul etmesidir. Objektif olarak din: Subjektif olarak duyulan din duygusu ve dinî eğilimin haricî fiil ve hareketlerde beyan ve ifade edilmesidir. Dua ve ibadetler, ayinler, kurbanlar, ahlaki mükellefiyetler objektif dine örnek verilebilir (Mehmedoğlu, 2004; Hökelekli, 1998; Peker, 2003). Tanımlanması güç bir kavram olsa da psikologlar dinî tanımlamaktan geri durmamışlardır. Vergote dinî; kendisini kültür içerisinde gösterdiği şekliyle sembolik sistemler, subjektif bir hayat ve sosyal kurum olarak düşünmüştür (Vergote, 1999: 16). William James dinin duygusal temeline dikkat çekerek onu, “tek başına ferdin kendisini ilahî kabul ettiği şeyle münasebet hâlinde olarak mülahaza ettiği durumdaki duyguları, hâl ve hareketleri ve tecrübeleri” olarak tanımlamıştır(Günay, 2000: 197). Freud, dinî kolektif bir nevroz olarak tanımlarken C. G. Jung, onu; insanın ruhlar, şeytanlar, tanrılar gibi güç takdir ettiği, tehlikeli ve yardımcı gördüğü, güzel, anlamlı ve yüce olması sebebiyle ibadete layık gördüğü bütün dinamik faktörleri dikkate alan ve onlar hakkındaki düşünceleri içeren bir tutum şeklinde tanımlamaktadır (Egemen, 1952: 48-49). Din psikolojisi açısından din, “ilahî varlığın içte yaşanması ve yüceltilmesidir. İnsan ruhu, herhangi bir şekilde yüce ve ilahî bir varlık ile içten bir bağ kurduğu veya her şeyin yaratıcı bir gücün iradesiyle var olduğunu ve yürüdüğünü içten kabul ettiği andan itibaren o, ister çocuk, ister genç, ister yaşlı, ister sağlam, ister sakat, isterse hasta olsun bir dine ve bir dinî inanca sahiptir. Böyle bir kimsenin dinî hayatının varlığından söz edilmesi de doğal bir harekettir. Kısaca Allah düşüncesi ve duygusu kimin ruhi hayatına karışmışsa ya da fert herhangi bir şekilde ruhen Allah’a yönelmişse psikolojik olarak onun bir dinî var demektir. Din psikolojisi açısından bakıldığında din, ilahî varlığın içte yaşanması ve yüceltilmesidir. Bir başka ifade ile din, ferdin, ilahî kudretin varlığını, görülen ve görülmeyen her şeyin onun iradesiyle yürütüldüğünü gönülden kabul ve tasdik ederek hizmetine girmesi, demektir (Yavuz, 1982: 87-88). Bu tanımları dikkate alarak Hellpach’ın da desteği ile her dinde şu ortak noktaları bulmak mümkündür: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat Kutsal ve ilahî bir varlığın mevcudiyeti, İnsanlar tarafından ilahî ve kutsal bir varlığın ya da varlıkların kabul ve tasdik edilmesi, Yüce bir kudretin kabul ve tasdikinden sonra doğan dinî hayatın oluşması, Kabul ve tasdik edilen yüce varlığın akıl gücünün ötesinde olması, İnsanın ve bütün varlıkların ilahî kudret ya da kudretler tarafından yürütülmesi, İlahi varlığın insandan yapmasını ve yapmamasını beklediği talepleri. (Yavuz, 1982: 88). Bu ortak noktalar dikkate alındığında dinin insan için vazgeçilmez psikolojik bir gerçeklik olduğu ortaya çıkmaktadır. İnanan insanın yüce varlıkla kurduğu ilişki ve onun sonucunda ortaya çıkan yaptırımları üç temel özellik olarak ele alıp işlemek mümkündür: Psikoloji, dinin insani yönüyle ilgilenir. Her dinde bir inanılanın olması. İlahi bir varlığın kabul edilmesi inancın hareket noktasını ve temelini oluşturmaktadır. Her dinde bir inananın bulunması. Bunun en belirgin özelliği, inanan insanın bir dinî hayata sahip olmasıdır. İnananın inandığına karşı yerine getirmekle yükümlü hissettiği görevlerin (ibadetler, dinî- ahlaki fiiller ve benzerleri) olması. Ayrıca her dinde insanın iyiye, güzele ve doğruya yönlendirilmesi amacıyla konulmuş emir ve yasaklar söz konusudur. Emirler yerine getirildiği ölçüde olumluluk, yasaklara uyulmadığı ölçüde ise olumsuzlukların varlığı kabul edilmektedir. Bu bir anlamda ferdin inandığı varlığın kendisinden beklediği taleplere karşılık vermesidir. Din psikolojisi açısından bakıldığında insan ve din ilişkisinin hangi noktada olduğu ya da olması gerektiği üzerinde tartışmalar geçmişten bugüne devam etmektedir. W. James’in de söylediği gibi dinin bir ilahî, bir de insani tarafı vardır. Din psikolojisi onun ilahî yönü ile uğraşmaz. Mesela Allah’ın varlığı konusu ve inanç esasları üzerinde iyi-kötü, doğru-yanlış ve güzel-çirkin gibi değerlendirmelerin yapılması, Din Psikolojisinin görevleri arasında yer almaz. O dinin insanın içinde yaşanan subjektif yönü ile meşgul olur. Daha doğrusu bu bilim dalı türlü görüntüleri içinde dinin, ferdin ruhi hayatında cereyan edişini ve dinî yaşayışın dışa yansımasını inceler. Dindarlığa ferdin inancı ve kutsalı benimsemesi noktasından bakıldığında ruhun ilahî âleme açılan bir yol aradığını ve kendine göre böyle bir yolu bulduğunu ifade etmek mümkündür. Buna dayanarak bazı bilginler dini; ferdin, ruhi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat fonksiyonlarla Allah’a yönelmesi ve onunla içten gelen karşılaşması olarak tanımlamışlardır. Buradaki karşılaşma, ruhun bütün benliği ile katıldığı bir karşılaşmadır. Onun için Allah inancı da onun ruhunda canlı bir şekilde yansımaktadır. Çünkü Allah ruhun bin bir türlü ihtiyaçlarına, arzularına, ümitlerine, elemlerine ve kederlerine cevap verdiğinden ferdin ruhunda bunlar Allah inancı ile birlikte anlam kazanmaktadır. Dinî tecrübenin psikolojik incelenmesine gelince, şüphesiz burada esas olan, ruhsal bir olay olarak cereyan eden ve kendini gösteren dinî yaşayıştır. W. James’ ten önce ve sonra dinî tecrübenin özünün ne olduğu üzerinde sorular sorulmuştur. Bazıları onun aslını bir duyguda, bazıları iradede, bazıları tasavvur ya da düşünce de, bazıları ise bir tutumda, bir değerde, içten gelen itici bir güdüde aramışlardır. Bütün bunları göz önünde bulundurarak ruhsal süreçlerin hepsinin türlü şekiller içinde dinî yaşayışa katılabileceği söylenebilir. Ancak W. James subjektif dinî yaşayışın kendisini daha çok duygularda belli ettiğine inanmaktadır. İşte Din Psikolojisi, dinî yaşayışların türlü temel şekillerini ve yapılarını göz önünde bulundurarak araştırmalarını yürütür. Farklı Dindarlık Özellikleri Dinî farklılıklar, kişilerin dinin emirlerini kabul etme veya etmeme, dinin yasaklarından kaçınma ya da kaçınmama noktasında ortaya çıkar. Fertlerin dine bağlılığını hayatlarına yansıtma noktasında bazı dindar tiplerden söz etmek mümkündür. Bu farklılıklar kişilerin dinin emirlerini kabul etme veya etmeme, dinin yasaklarından kaçınma ya da kaçınmama noktasında ortaya çıkmaktadır. Dindarlığın gücü ve değeri bakımından bir tahlil yapmak gerekirse; burada da ibadeti gönülden ve isteyerek yapanlarla sadece sorumluluğu ortadan kaldırma adına yerine getirme arasında dindarlığa yansıyan farklılıklar söz konusudur. Örneğin; istenilen ölçülerde kılınan namazın insanı her türlü kötülüklerden, yanlış düşünce ve davranışlardan alı koyacağı Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar...” (Ankebut, 85/45). Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı üzere namazı bu doğrultuda kılabilen insanlar diğerlerinden farklı bir dindarlığa sahip demektir. Yine mala düşkünlük, cimrilik vb. durumlardan dolayı zekâtını vermeyenlerin, zekâtını istenen ölçülerde verenlere göre farklı bir dindarlığı yansıttıkları aşikârdır. Bütün bunları dikkate alarak dindar şahsiyet farklılıklarından söz etmek mümkündür. Bunlar: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat Dindarlığını üst düzeyde yaşayanlar Duygusal yönü ağır basan dindarlar Dünyevi yaşantıyı öne çıkaran dindarlar Dindar görünenler Yüzeysel dindarlar Vurdumduymaz dindarlar Mistik dindarlar Aklı öne çıkaran dindarlar şeklinde ele alınabilir. Dindarlığı üst düzeyde yaşayanlar: Bunlar hem inanış hem de dinî emir ve yasakları uygulama da eksik yapmayan, ibadetlerini yerine getirmeye çalışan, dinin ahlaki kriterlerine uymaya özen gösteren, sosyal ilişkilerde karşı tarafın hakkını gözeten ve kendi ölçülerini aşmayan dindar olarak karşımıza çıkmaktadır. Duygusal dindarlar: Dinle ilgili konularda duygu yoğunluğu yaşayanlar için kullanılmaktadır. Dünyevi yaşantıyı öne çıkaran dindarlar: Bunlar normalde dinin emir ve yasaklarını kabul etmekle birlikte dünya hayatına daha fazla değer veren ve dünyevi çalışmanın ibadet sayıldığını savunanlardır. Dindar görünenler: Aslında dindar olmayıp bulundukları ortama göre kendilerini dindar gösteren kişilerdir. İslam’ın belirlediği münafık tipi bunun karşılığı olarak verilebilir. Yüzeysel dindarlar: Dindarlığını çok sıradan yaşayan, ibadetler noktasında çok az eğilimli olan ve sadece dua yönüne ağırlık veren, sıkıntılı zamanlarda dinî vecibelere yönelen tiplerdir. Bunların sosyal yaşantılarında dinî motifler çok az yer tutar. Vurdumduymaz dindarlar: Günlük yaşantısında ibadeti yerine getirmede ihmalkâr davrananlardır. Örneğin bunlar, alışveriş yaparken namaz vakti girdiğinde, alışverişe devam eden, alışveriş bitiminde namaza gitmeyi düşünen ancak alışverişe dalıp giden, ibadeti ise nasıl olsa yaparız düşüncesinde hareket ederler. Böylece vurdumduymaz bir tavır sergilerler. Mistik dindarlar: Bunlar, insanın sahip olduğu değerin ibadetle yükseleceğini düşünen, ahlaki kriterlerin etkin yaşanmasını öne çıkaran dindarlardır. Aklı öne çıkaran dindarlar: Mensup oldukları dinin kriterlerini akıl süzgecinden geçirerek uygulamaya çalışan dindarlardır. Örneğin içkinin sarhoş ediciliğini dikkate alarak çok az içtiğinde sarhoş olmuyorsa, bunun dindarlığına bir zarar getirmediğini kabul eden hatta bu şekilde ibadet eden kişiler bulunmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat DİNDARLIĞIN KAYNAKLARI İnsanlığın başlangıcından beri yapılan araştırmalara bakıldığında farklı insan topluluklarının farklı inanışlar sergilediği görülebilir. Sosyolojik açıdan bakıldığında bu inançları toplumların kabulleniş ve uygulayışlarına göre iptidai ya da gelişmiş şekilleriyle ele alıp incelemek ve değerlendirmek mümkün görünmektedir. Bu çerçevede tüm toplumlarda insanüstü ilahî bir varlığın kabul edilişi ve ona bağlı olarak belirli ritüellerin ortaya konulduğu görülmektedir. Buradan hareketle; insanların genelinde kutsallık atfedilen yüce bir varlığa inanma, bağlanma ve ona dua etme gibi eğilimlerin insanların ortak eğilimleri olduğu söylenebilir. Yüce varlığa bağlanma ile başlayan dinî yaşantı farklı şekillerde tezahür edebilir. Esas olan bu farklılığın özünü yakalamaktır. Bireyin yüce varlığa yönelmesini sağlayan faktörler sevgi kaynaklı olabileceği gibi korku ve çaresizlik içeren özellikler de taşıyabilir. Ayrıca insanlarda zaman zaman ortaya çıkan suçluluk ve günahkârlık hissi, zihnen tatmin arama ve öldükten sonra ne olacağını sorgulama da dindarlığı motive etme gücüne sahiptir. Din tabii, beşeri ve kültürel şartlarda yaşanan ve insan hayatını yönlendiren etkin bir olgudur. Birey herhangi bir dine mensubiyetten sonra bu mensubiyetinin gereği olarak sadece bir dine aidiyet olarak değil onun ötesinde ortaya koyduğu zihinsel, duygusal ve davranışa dönük özelliklere de sahiptir. Zira dindarlık inanç, ibadet, ilgi, duygu, tasavvur, düşünce, davranış ve yaşadığı toplumun kültürünün birbiriyle yoğrulmuş bir bütünüdür. Dindarlığın kaynaklarını üç kısma ayırarak incelemek mümkündür. Bunlar biyolojik, psikolojik ve sosyo-kültürel kaynaklar şeklinde ele alınabilir. Dindarlığın Biyolojik Kaynakları İnsanoğlunu bir inanca yönelten doğuştan gelen bir eğilimin var olup olmadığı sorusu bilim ve din adamlarını her zaman meşgul etmiştir. Din psikologları inanma ihtiyacı, dinî istidat ve kabiliyet, dinî eğilim gibi ferdi, doğuştan itibaren dine yönlendirdiği iddia edilen bir takım ruhsal özelliklerin varlığını kabul etmektedir. Ancak bu inancın doğuştan “gen”e ve “irsiyet”e bağlı olup olmadığı hususunda tartışmalar olmakla birlikte, günümüzde dindarlığın kaynağında irsi özelliklerin olabileceği düşüncesi ağırlık kazanmış görünmektedir. Fizyolojik Yapı ve Din İnsanların fizyolojik yapısının farklılığı onların sadece beden gelişimindeki farklılıklarını etkilememekte, aynı zamanda ruhsal yönünü de farklılaştırmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat İnsanda var olan salgı bezlerinden; gelişimi sağlayan hipofiz bezi, cinsel bezler, böbreküstü bezi ve özellikle tiroit bezinin insanın duygu dünyasını ve zihinsel fonksiyonlarını etkilediği bilinmektedir. Dolayısıyla genetik alanda yapılan yeni çalışmalar insanın fizyolojik özelliklerinin kişiliğine etki ettiği, onun davranış ve eğilimlerini yönlendirdiğini ortaya koymaktadır. Genler, hücrenin kromozomlarında yerleşik olarak bulunan, canlıların kalıtımsal karakterlerini taşıyan ve zamanı geldiğinde ortaya çıkışını sağlayan kalıtım faktörleridir. Bu faktörler, türe ait nitelikleri nesilden nesile aktarmaktadır. Son yıllarda, insanda bir tür Tanrı Geni’nin mevcut olduğuna yönelik görüşler ortaya atılmıştır. Dinin evrensel bir olgu olarak dünyanın her yerindeki toplumlarda var olduğu gerçeği, onun bir ölçüye kadar biyolojik bir alınyazısı olup olmadığı düşüncelerini de beraberinde getirmiştir. Bu çerçevede son birkaç yıldır, insanda bir tür Tanrı Geni’nin mevcut olduğuna yönelik görüşler ortaya atılmıştır. 2004 yılında konuyla ilgilenenlerden birisi olan D. Hamer, Tanrı Geni (The God Gene) adlı çalışmasıyla maneviyatın genini bulduğunu iddia etmiştir. Ona göre insanların manevi değerlere, mutluluktan, sağlıktan ve güçten daha fazla önem göstermeleri, maneviyatın kısmen genlerle bağlantılı olduğuna işaret etmektedir (Tarhan, 2009). İslami yaklaşımla konuya bakıldığında; insanoğlunun gizemli yapısında böyle bir genin olabileceği ya da bunun karşılığı olarak varsayabileceğimiz bir kutsal özelliğin olabileceği İslâm âlimlerince de dile getirilmiştir. Özellikle İbn-i Hâldun’un “her insanda Rabbani bir özellik bulunur” görüşü bu konuda oldukça dikkate değerdir. Ancak insanların çoğunluğu bu kutsal özelliğin ya da Rabbani özelliğin farkında değildir. Bize öyle geliyor ki, burada kast edilen Rabbani özellik insanlardaki dindarlığa yönelme bakımından farklılık göstermekte ve dolayısıyla farklı dindar tiplerin ortaya çıkmasında etkili olmaktadır. Hamer’ın ifadesine göre Tanrı Geni, aslında öne sürdüğü teorisinin son derece basitleştirilmiş şeklidir. Çünkü maneviyat, muhtemelen tek bir genden ziyade pek çok gen ile ilişkilidir. Hamer, kendini aşkınlama ile Tanrı Geni arasında açık bir ilişki bulunduğunu iddia eder. Ona göre bu bölgeye Tanrı Geni ismini vermek, bilimsel olmayabilir. Ancak, insanı yaratıcısını aramaya yönelten bir fonksiyonu bulunduğundan dolayı hiç olmazsa Tanrı’yı Arama Geni adı verilebilir. (Tarhan, 2009). Araştırmacılar, günümüzde öne sürdükleri inanç geni, Tanrı geni, Tanrı noktası vb. gibi beyin ve gen tabanlı dinî düşünceleriyle, din-davranış ilişkisi konusunda yeni tartışmalara yol açmışlardır. Kuşkusuz bu yaklaşımların öne sürdüğü fikirler, en azından inanç bağlamı açısından henüz yeni sayılır. Bu zamana kadar yapılan araştırmalar, öne sürdükleri iddiaları tam anlamıyla desteklememektedir. Bununla birlikte, dinî değişmeler ya da dua, ibadet, mistik tecrübe vb. kutsala ulaşmayı hedefleyen uygulamalar sırasında, özellikle beynin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat belirli bölgelerinde enerjik değişmelerin ve farklılaşmaların yaşandığı da bilimsel bir vakıadır. Nöro-biyoloji ve Din Nöro-biyoloji, sinir sistemi biyolojisidir. Sinir sisteminin ve bu sistemin merkezi olan beynin yapısı, fonksiyonları, gelişimi, genetiği ve hastalıklarıyla ilgilenir. Nöro-biyolojik yaklaşımı benimseyenlere göre insan davranışlarının temeli biyolojiktir. Genel olarak bütün psikolojik olayların beyinde ve sinir sisteminde bir karşılığı söz konusudur. Bu yaklaşım, tüm davranışları bedende, özellikle de beyin ve sinir sisteminin içinde oluşan elektriksel ve kimyasal olaylarla ilişkilendirir. Nöro-teolojinin çalışma alanı, dinî ve mistik yaşantıların biyolojik temelleridir. Son yıllarda nöroloji alanında yapılan çalışmalar, insanların davranış, duygu, tutum ve inançlarının beyindeki karşılıklarını bulma konusunda oldukça ilerleme kaydetmiştir. Geliştirilen beyin görüntüleme yöntemi sayesinde, insanlar olumlu ya da olumsuz duygular yaşadıklarında beynin hangi bölgesinin aktif olduğu tespit edilebilmektedir. Tespitlere göre dinî ve mistik tecrübeler yaşandığı durumlarda özellikle beynin belirli bölgelerindeki aktivite artmaktadır. Beyninin bir bölümü hasar görmüş kimselerin dinî yaşantılarında gözlenen değişim, konuya dikkatleri çekmiş ve yapılan araştırmalarda önemli bulgular elde edilmiştir. Tüm bu çalışmalar sonucunda yeni bir yaklaşım olarak Nöro-teoloji doğmuştur. Nöroteolojinin çalışma alanı, dinî ve mistik yaşantıların biyolojik temelleridir. Gerçekleştirilen birçok araştırmada, sinir sistemi, sinir iletileri ve beyin kimyası ile dinî ve ahlaki deneyimler arasındaki bağlantılar incelenmiştir. Bu incelemeler sonunda önemli bulgular elde edilmiştir. 1990’lı yılların başında ilk olarak nöropsikolog M. Persinger, daha sonra 1997’de nörolog V. S. Ramachandran ile ekibi, insan beyninde doğuştan var olduğu öne sürülen Tanrı Noktası üzerine araştırmalar yapmışlardır. Bu ruhsal merkez, beynin şakak loblarındaki sinir bağlantıları arasında konuşlanmıştır. Beyin görüntüleme yöntemi (Pozitron Emüsyon Topografisi) kullanılarak yapılan taramalara göre denekler, manevi veya dinî konularla ilgili konuştukları her defasında, bu sinir alanları aydınlanmıştır. İncelemelere göre, Batılılar Tanrı’dan bahsedildiğinde, Budistler ve diğerleri ise, anlamlı buldukları dinî sembollerle karşılaştıklarında benzer tepkiler vermişlerdir (Tarhan, 2009). Beyin ve inançlar arasındaki ilişki, çocuklar üzerinde yapılan araştırılmalarla da incelenmiştir: Çocukların canavar, cin, peri gibi doğaüstü varlıklara kolayca inanmaları, ön beyin bölgesinde çok fazla sayıda nöron bulunmasına bağlanmıştır. Diğer taraftan ön beyin yapılarının (prefrontal korteks) toplumsal değerlere uyma, hataları bulma ve kurallara bağlanma gibi işlevlerden sorumlu olduğu iddia Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat edilmiştir. Bu iddialar göz önünde bulundurulduğunda, dindarlık ile beynin ön bölgesi arasında anlamlı bir ilişkinin var olduğu düşünülebilir. Nöro-teoloji araştırmaları, şakak, yani beynin yan tarafları ile dinî inanç arasında anlamlı bir ilişki olduğu fikrini uyandırmıştır. Özellikle beynin sağ bölgesi ile mistik deneyimler arasında bir bağlantı olabileceği üzerinde durulmaktadır. Başka bir bağlantı da beynin üst arka bölgesinde yer alan pariental lob ile kurulmuştur. Bu bölge, zaman ve mekân algısından sorumludur. Mistik tecrübe esnasında hissedilen zaman ve mekân algısını yitirme durumunun, beynin bu bölgesiyle ilgili olabileceği iddia edilmiştir. Nöro-biyoloji ile ilgili elde edilen bu bulgular inanç, maneviyat ya da mistisizm ile beyin yapısı ve işleyişi arasında belirgin bir ilişkiye işaret ediyorsa da doğrudan ve kesin kanaatler için yeterli görünmemektedir. Zira bunlar henüz az sayıdaki yeni çalışmaların ürünleridir ve farklı yorumlara yol açabilecek içeriklere sahiptir. Dindarlığın Psikolojik Kaynakları İnanma İhtiyacı ve Dindarlık Yapılan tespitler tüm insanların şu ya da bu şekilde bir varlığa inanma ya da bağlanma ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Her ne kadar ben inanmıyorum diyenler olsa da onların tahlilinde bu insanların, bir dinin ilkelerine inanmadıkları ancak kendilerine yöneldikleri ve bağlandıkları objelerin olduğu kabul edilmektedir. Pragmatist yaklaşımda yüce bir varlığa inanma ve bağlanmanın hayatın sürdürülmesinde itici bir güç olduğu düşüncesi hâkimdir. Psikolojik olarak bağlanma, inanma ve teslimiyet insanoğlunun asli özelliklerindendir. İnsan hayatının şekillenmesi ve gelişmesinde çocukluk döneminin şüphesiz etkin bir yeri vardır. Çocuklarda bağlanma ihtiyacının doğumdan itibaren etkin bir şekilde var olması onun yaratılıştan itibaren inanca eğilimli olduğunun işareti olarak kabul edilebilir. Din psikolojisi alanında son altmış yıldır yapılan çalışmalar çocuğun dinî inanca ruhen istidatlı ve kabiliyetli olduğunu göstermiş bulunmaktadır. Çocukları daha iyi anlamak ve konuyu netleştirme açısından Hz. Peygamberin fıtrat hadisini bu yönde ele almak mümkün görünmektedir. Bu hadise göre; Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusi yapar”(Buhari, Cenaiz, 79, 80, 93). Yukarıdaki hadisin yanında Batılıların “Tabula Rasa” dedikleri özellik, fıtrat özelliğini destekler niteliktedir. Buradan hareketle diyebiliriz ki, bağlanma, inanma ve teslimiyet insanoğlunun asli özelliklerindendir. Bu özellikler ister istemez onun dindarlığına da yansımaktadır. İnanç kelimesi, geniş anlamda ihtimalin bütün derecelerini içerisine almakta, daha özel ve dar bir manada şüpheden ayrılmış olarak tam bir kabul ve tasdiki belirtmektedir. Yani inanç, bir insanın herhangi bir hükmü kısmen ya da tamamıyla kabulü ya da reddi veya ondan şüphe duyması durumudur. Herhangi bir dine ya da dinin kutsalına inanma ihtiyacı iki şekilde tezahür eder. Birincisi getirisini düşünerek hiçbir araştırma ve tahlil yapmadan inancı ortaya koymak, herhangi bir inanca ve kutsala teslim olmaktır. Bunun çocukluk dönemindeki karşılığı her ne kadar taklidi iman olarak ele alınsa da dinî sorumluluğun başladığı dönemden itibaren akıl süzgecinden geçirilerek kabullenilmesi ve benimsenmesi söz konusudur. Bu şekildeki inancı ise tahkiki iman şeklinde ele almak gerekir. Her iki hâlde de inancın var olduğu kaçınılmazdır. Ancak dindarlık açısından bakıldığında inanma, sorgulayarak gerçekleştiğinde kalıcı olmaktadır. Zira akla yatkın ve bilime uygun bir dinî öğretiyi onaylamak daha kolaydır. Diğer yandan kendi inancının sağlamasını yapan ve buna güvenen insan, inancını başkalarıyla tartışmaktan kaçınmaz. Yüce bir varlığa inanmadan ve bağlanmadan dindarlıktan söz edilemez. İnsanın varlığının ayrılmaz bir parçası olan yönelme ve bağlanma ihtiyacı aynı zamanda insandaki en büyük enerji kaynağıdır. E. Fromm da her insanda bir yönelim ve bağlanma ihtiyacının olduğunu belirtmektedir (Fromm, 1990: 34-35). Zira inanma ve bağlanma anlamında din ihtiyacı olmayan hiç kimse yoktur. Tarih boyunca din olgusunun evrensel bir nitelik taşıması, insanın varlık yapısında bulunan yönelme ve bağlanma ihtiyacından kaynaklanmıştır. Tüm inananlarda dinî inancın asli unsuru, akıl gücünü aşan yüce bir varlığa bağlanma, yönelme ve onu benimseme ile başlar. İnsanda ancak, tabiatüstü kudretli bir varlığı kabul ve tasdik sonucu dinî bir hayat ortaya çıkar. Bunun yanında yüce varlığa inanıştan sonra her dinin kendine göre bir takım inanç esasları bulunmaktadır ve insanlar onlara da bağlanarak dindarlıklarını genişletmiş olurlar. Razi’ye göre salih Müslümanlar dine taalluk eden meselelerde Cenab-ı Hakka isteyerek teslim olurlarken, tabiatlarına ters düşen (hoşlanmadıkları) hastalık, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat fakirlik, ölüm ve benzeri hususlarda ona istemeyerek teslim olmuşlardır (Razi, Tefsir-i Kebir, CIV, b, 444). Bağlanma ihtiyacı, insandaki psikolojik güdülerden biridir. İnsan birine ya da bir gruba bağlanma, kendini daha büyük ve güçlü bir grubun parçası olarak hissetme ihtiyacı duyduğu gibi kendisine yardım edecek, güven verecek istek ve arzularına ulaştıracak kudret sahibi bir varlığa yönelip bağlanmaya da ihtiyaç duyar. Anlama İhtiyacı ve Dindarlık Anlam arayışı, düşünce, tutum ve davranışları belirleyen en önemli güdülerden biridir. Varoluşsal bir olgu olarak insan, öteden beri gerçekliğin bilgisine ulaşma çabasındadır. Bu amaçla tarih boyunca kimi zaman felsefeye, kimi zaman sanata ve kimi zaman ise, dine müracaat etmiştir. Hakikat arayışı olarak da tanımlanan bu arayışta insanın temel hedefi, hayattaki konumunu olumlu yönde belirleyecek nihai bir anlama kavuşmak ve böylece varlığı anlamlandırma ihtiyacını gidermektir. V.Frankl, modern insanın en büyük sorununu anlama ihtiyacının ve arzusunun engellenmesinde görür. O, logoterapi adını verdiği bir düşünce ve tedavi ekolü çerçevesinde görüşlerini dile getirmiştir. Logoterapinin amacı, bir taraftan insanın en temel ihtiyacı olan anlam arzusunu tatmin etmek suretiyle anlamlı bir hayatın teşekkülüne yardımcı olmak, diğer taraftan ise, modern insanı içine düştüğü çağın hastalığı anlamsızlıktan kurtarmaktır. Logoterapiye göre insanda doğuştan var olan anlam arzusu, onu en acımasız ve en korkutucu şartlar altında bile sarılabileceği bir değere, bir amaca veya hedefe yöneltebilir. Ancak, anlam arzusu engellendiği ve engelin çözümlenmediği durumlarda insan, anlamsızlığa düşer. İçine düştüğü anlamsızlıktan ancak anlam arzusuna yeniden işlerlik kazandırmakla kurtulabilir (Frankl, 2007). Semboller sistemi olarak din, insanın yaşadığı dünyayı daha iyi anlayabilmesine yardım eder. Anlam arayışının insan hayatında sahip olduğu etki gücü ve değerini belirlemek amacıyla çeşitli yerlerde ve zamanlarda pek çok araştırma gerçekleştirilmiştir. Bu araştırmalar sonucunda insanların %80-90’ının, hayatta bir anlam bulmayı en temel ihtiyaçları olarak belirttikleri görülmüştür. Ülkemizde de gerçekleştirilen bir araştırmada katılımcıların % 90,2 gibi büyük bir kısmı, "anlamlı, huzurlu, belirli amaçları ve hedefleri olan düzenli bir hayat kurma"yı en büyük arzu olarak dile getirmişlerdir (Bahadır, 2002). Anlam arayışındaki insan, en uygun çözüme ulaşmak ve böylece içine düştüğü gerginlikten kurtulmak amacıyla çözüm arar. Bu çerçevede bazen bilime, bazen ideolojilere, zaman zaman da dinin mesajlarına müracaat eder. Ancak, ne bilim ne de fikir ve ideolojiler onu bu arayışında yeterince tatmin edebilmektedir. Özellikle insan-ötesi bilgiler konusunda fikir ve ideolojiler, ciddi eksikliklere Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat sahiptir. Buna karşılık dinin söyleyeceği pek çok şey vardır. Anlamsızlıktan kurtulma ve böylece anlamlı bir hayata kavuşma sürecinde dinî değerler ile anlam arayışı arasında önemli bir ilişki söz konusudur. Din, tüm hayatı ele alıp yorumlayan; bilinmeyen pek çok hususu, sunduğu tatminkâr cevaplarla açıklığa kavuşturup anlamlandıran eşsiz bir sistemdir. Birçok din psikoloğu, bulgularına dayanarak dinî geniş ölçülü bir anlam sistemi (Meaning System) olarak tanımlamışlardır. G. W. Allport da dinin zihinsel ve ruhsal yönden en mükemmel anlam kaynağı olduğunu vurgulayarak şöyle der: "Din, her şeyin derinliğinde bulunan anlamı keşfetmede en büyük güçtür. Zira din, bütün dünya görüşleri arasında en tutarlı ve en kapsamlı olanını ortaya koyar” (Allport, 2005). Hemen her alanda doyurucu cevaplar veren değer sistemiyle din, sahip olduğu anlam imkânlarıyla insanın arayışlarına hizmet eder. En temel işlevlerinden biri olarak din, kültür veya ideolojilerin açıklamaktan aciz kaldığı zihinsel ya da ruhsal pek çok konuda, bilgi kaynakları sunar. Semboller sistemi olarak din, insanın yaşadığı dünyayı daha iyi anlayabilmesine yardım eder. İnsan psikolojisinin temel ihtiyaçlarına yönelik bu kuşatıcı karşılıklarıyla dinî inanç, bir başka şekilde cevaplanamayacak gibi gözüken varlık nedeni ve hayat ile ilgili pek çok soruyu cevaplamakla zihni ve ruhu rahatlatır. Diğer taraftan din, zihnin aşmakta zorluk çektiği mantık ötesi sorulara hazır cevaplar sunmakla onu gereksiz detaylardan ve kısır döngülerden korur. Çaresizlik ve Dindarlık İlişkisi İnsan güç yetiremediği, onu aciz ve çaresizlik içinde bırakan olaylar ve durumlar karşısında sığınabileceği, kendisine güven verecek sonsuz kudret sahibi, tabiatüstü bir varlığa yönelme ve ondan yardım dileme ihtiyacı duyar. Bu durum, insanı Allah’a inanmaya ve dinî kabule götürebileceği gibi, inandığı hâlde dinden uzak ya da dinî emir ve yasaklara kayıtsız kalanların dine yönelip ona sarılmalarında da etkili olmaktadır. Nitekim Kuran-ı Kerim’de insanın, kendisini tehdit eden durumlarla karşılaştığında Allah’a yönelip onun dinine sarıldığı, tehlike geçince Allah’ı unutup dinden uzaklaştığına dikkat çekmektedir. Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere böyle tehditkâr olaylar ve çaresizlikler, insanı ancak geçici bir süre için dine yöneltir. Din psikologlarının tamamına yakını, dinî inanç ve değerlerin insanın kendi güç ve çabasıyla üstesinden gelemediği zor durumlar karşısında telafi edici, güç ve güven sağlayıcı bir kaynak olduğunu kabul ederler. Fakat Freud ve Marx gibi din karşıtı kişiler bireyin dindarlığını yalnızca çaresizlik durumlarına indirgerler. Onlara göre bir bütün olarak din, esasen yolunu şaşırmış bir insani arzu, aslı esası Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat olmayan gerçek dışı bir hayal, yanılsama veya sapmadan ibarettir. Dinî tutum ve davranışlar onlar açısından acziyet ve tatminsizlikten doğan hastalıklı yapılardır. Kişisel ve sosyal tecrübelere bağlı olarak denebilir ki, insan üstesinden gelemediği sıkıntı, acı ve kayıplardan ötürü kendi ötesinde bir kurtarıcı arayarak çeşitli ibadet şekilleriyle ondan yardım dilemektedir. Bilindiği üzere hayatı üst seviyede düzenleyen ve kontrol eden, insanın çözemediğini çözebilen yüce ve güçlü varlıklardan sadece dinler bahseder. Bu durumda insan doğal olarak dine yönelir. İnsanda böyle bir yönelişin var olduğu hususunda araştırmacılar arasında bir ihtilaf yoktur. Tartışmalar, daha çok böyle bir yönelişi ortaya çıkaran içsel ve çevresel sebepler üzerinde düğümlenmektedir. İlkel toplumlardan başlayarak gelişmiş toplumlara kadar insanların zaman zaman zora düştükleri sosyal olaylar karşısında sıkıntı yaşadıkları ya da büyük afetler sonunda bağlanacak ve sıkıntılarını giderecek bir varlığı hissettikleri kabul edilmektedir. Esasen totemizmde asli unsur çaresiz kalan insanların herhangi bir hayvan ya da tabiat olayları karşısında bir totem rumuzu belirleyerek ona yönelmeleridir. Böylece onun etrafında dinî ritüeller oluşturmaları şeklinde gelişen bir dindarlık söz konusudur. Zaman zaman yanardağların volkanik hareketliliğe geçişi ve insanların zorda kalmaları sonucunda bir kurtarıcı olarak dine sığınmaları ya da dinin temsilcisi olarak aklı aşan yüce bir varlığı kabullenmeleri kaçınılmaz olmuştur. Günümüzde dinî pratikleri yerine getirmeyen kişilerin dramatik bir trafik kazası ya da hayatın getirdiği olumsuz bir gelişme sonucu dindarlığa ve dinî pratiklere yöneldikleri ve dindarlıklarının farkına vardıkları bilinen bir realitedir. Hayat boyu belirli zorluklar ve engellerle karşılaşan insanların gerginlik yaşadıkları ve ümitsizliğe düştükleri görülmektedir. Bu ümitsizlik ve gerginliği azaltma adına birey; çözümler, tatmin ve başa çıkma yolları aramaktadır. Bu arayışta dinî inanç ve değerler güçlü telafi işlevi görmektedir. Çaresizlik ve güçsüzlük tecrübeleri insanı bazen geçici bir süre için dine yöneltebilir. Kur’an’da, insanın tehlikeli durumda iken Allah’a yalvardığı, tehlike geçtikten sonra ise Allah’ı unuttuğu şöyle ifade edilmiştir. “İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit, ‘Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir’ der. Hayır o, bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.(Zümer, 59/49). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat Hâlbuki yukarıda yer alan ayette; insana yakışanın kendisine verilen nimeti her zaman hatırlaması gereği vurgulanmaktadır. Din eğer zihinsel olarak içten benimsenmemişse dine yönelme kalıcı olmaz. Kur’an ayetlerinde de belirtildiği gibi engel ortadan kalkınca tekrar Allah’tan uzaklaşma söz konusu olabilir. Günahkârlık ve Dindarlık İlişkisi Suçluluk duygusu, insanların büyük çoğunluğunun tecrübe ettiği evrensel insani bir olaydır. Din, ahlaki değerlere özel bir önem verir ve bağlılarından bunlara uymalarını ister. Davranışları değerlendirirken iyi ve kötü kavramları yanına sevap ve günah nitelemelerini de ekleyerek dinî bir çerçeve hazırlar. Dinî her emir ve tavsiyede, ahlaki ilkelere sarılmayı özendiren bir yöneltme varken, her yasağın ve sakındırmanın özünde de mutlaka bir ahlaki ilkeyi koruma söz konusudur. Bu yapısıyla din, ahlaki ilkelere uyanları dünya ve ahirete yönelik vaatlerle ödüllendirirken, uymayanları da ceza müeyyidesiyle uyarır. Dinî inançlar ahlaki değerleri destekleyip özendirdiğine göre iyi ve sevap arayışında olanlar, doğal olarak dine yönelebilirler. Burada sorulabilecek soru şudur: Acaba ahlaki kaygılar; kötülük ve günahın yol açtığı suçluluk ve günahkârlık duyguları dine yöneltir mi? Her şeyden önce suçluluk duygusu, insan tabiatının güdüleyici evrensel niteliklerinden birisidir. Psikanalistlerin özellikle vurguladığı gibi temelleri daha çok çocukluk dönemi ana-baba-çocuk ilişkilerine dayanır. Ancak, bu duygu, yaşanan bir vakıa olarak hayatın her döneminde işlenen suçlara bağlı olarak tekrar tekrar ortaya çıkabilir ve insanı ciddi tercihlerde bulunmaya zorlayabilir. Suçluluk duygusunun kaynakları, toplumda suç veya yasak kabul edilen davranışlara bağlı olarak değişir. Bununla birlikte yaygın kanaate göre temel kaynaklardan biri, cinsellik içgüdüsünün yarattığı ahlaki sorunlardır; diğeri ise, bencillik ve diğerkâmlık arasında çıkan çatışmalardır. Yani, kendi kişisel istekleri ile içinde yaşadığı kültürün beklentileri arasında çıkan tercih çatışmasıdır. Suçun dindeki karşılığı günahtır. Vicdanın mahkûmiyetini ifade eden suçluluk duygusunun dindeki karşılığı günahkârlık duygusu; vicdani mahkemenin karşılığı ise, ilahî mahkemedir. Dinin emirlerine uymadığı ya da yasaklarını çiğnediği zaman, dindarda günahkârlık duygusu doğar ve neticede kendini ilahî mahkemede mahkûm edilmiş hisseder. Doğal olarak o da, mahkûmiyetten doğan gerilimden kurtulabilmek için dinî telafi arayışlarına girer. Bu durumda suçluluk ve günahkârlık duyguları, dine yönelten kaynaklar arasında sayılabilir. Suçluluk duygusu, insanların büyük çoğunluğunun tecrübe ettiği evrensel insani bir olaydır. Bu duygu, dinî eğiliminden önce gelerek onu güdüleyebilir. Fakat din ona yeni bir boyut olarak “günah” boyutunu ilave eder. Din bu yolla günahkârlık duygusunu, merhametiyle affeden ve bu duyguyu yapıcı bir faaliyetin başlangıcı yapmaya davet eden Allah’a karşı bir minnettarlığa dönüştürmeye Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat yardım edebilir. Hataları yüzünden kendini, kendi öz ahlaki otoritesi olan vicdanı toplum tarafından mahkûm edilmiş olarak hisseden kişi, suçluluk duygusu yüzünden sıkıntı ve bunalımlar yaşar, bu durumdan kaçıp kurtulmak isterken evrensel otorite olan Tanrı’ya sığınıp dine yönelebilir. Biz burada suçluluk duygusunu, kişiyi Allah’a inanmaya ve dinî kabule sevk eden etkenlerden biri olarak ele alıyoruz. Esasen diğer dinî motivasyonların çift kutuplu etkilere sahip olduğu gibi, suçluluk duygusu da çift yönlü etkilere sahiptir. Yani dinî hayatı olumlu yönde etkileyebileceği gibi olumsuz yönde de etkileyebilir. Böylece fert, bu duygunun etkisiyle tövbe edip, günahlarını telafi ederek Rabbi ile barışmak üzere ibadet ve uygulamalara daha sıkı sarılabileceği gibi, bu duyguya sebep olan dinî ve ahlaki değerleri inkâr edip bunlara saldırabilir. Zihinsel Tatmin ve Dindarlık Akıl sahibi bir varlık olarak insan, kendisi ve çevresindeki varlık ve olaylar üzerinde düşünür, zamanla onun düşüncesi metafizik âleme de yönelir. Varlığın başlangıcı, sonu, varoluşun amacı, kâinattaki nizam, ölüm ve ölüm ötesi ve insanın kâinattaki konumu vb. konularla ilgili sorulara tatmin edici cevaplar bulmak üzere düşünen insanlar, gerek kendi varoluşlarının, gerekse kâinatla ilgili meselelerin tatmin edici açıklamasını dinde buldukları için dine ve Tanrı’ya yönelebilirler. Çünkü bu tür soruların cevaplandırılması bilimin gücü dışındadır. İnsan algılama, düşünme, yorumlama, tasarlama gibi diğer canlılarda bulunmayan özel zihinsel süreçlere sahiptir. Kuşkusuz sahip olduğu bu özel zihinsel donanımla o, içinde yaşadığı hayatı ve evreni, karşılaştığı her olayı, kendini tatmin edecek ölçüde anlamaya ve yorumlamaya çalışır. Bu yöneliş, temel bir ihtiyaç olarak zihinsel yapısının en önemli özelliğidir. Daha açık bir ifadeyle, zihin boşluk ve belirsizlik kabul etmez; bu boşluğu doldurma arzusuyla zihinsel tatmin arar. İnsan, zihninde oluşturduğu bilişsel haritalarla hayatı anlamlandırır; durumlar ve olaylar karşısındaki konumunu tayin eder; kendisi ve kendi ötesi ile olan ilişkilerini düzenler. Ne kadar özel donanımlı olursa olsun insan zihni, bilinç alanına intikal eden soruların tümünü cevaplama, açıklama, yorumlama ve çözümleme yetisine sahip değildir. En zeki insanların sıra dışı çalışmaları bile, zihinlerini ancak belirli bir noktaya kadar geliştirebilir. Sınırlı depolama ve işleme kapasitesinden doğan bu bilişsel eksiklik, zorunlu olarak insanı kendi dışında ve çoğu zaman ötesinde farklı anlamlandırma kaynakları aramaya sevk eder. Arayışlarının bir kısmına bilim ve ideolojiler cevap verebilir. Ancak insana ait zihinsel ürünler olarak bu bilgi kaynakları, sınırlılıkları nedeniyle zihinsel tatmin ve kesinlik arzusu için yeterli olmaz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat Özellikle aklı aşan dinî-metafizik konularda bilimin ya da insan ürünü açıklama sistemlerinin söyleyebileceği çok şey yoktur. İşte bu alan, dinin hâkim olduğu ve sözünün geçtiği özel bir alandır. İnsan, ancak dine müracaat etmekle, zihninde başka bir şekilde doldurulamayacak boşlukları telafi edebilir ve böylece ruhunu gerginlikten kurtarıp rahatlayabilir. Nitekim inanç ve tutumlar üzerinde yapılan birçok araştırma, dinî inancın çoğu zaman zihinsel ihtiyaçları tatmin ettiğini; uyumlu, dengeli, anlaşılabilir bir değerlendirme anlayışı sunduğunu ortaya koymuştur. İnsan kâinat içerisinde kendi konumunu belirlemeye çalışır, bütün içerisinde kendini değerlendirir, sonunun ne olacağını düşünür. Bütün bunların ancak güçlü, kudretli bir yaratıcı tarafından düzenlenip organize edilebileceğini, başka türlü tatmin edici bir açıklamanın yapılamayacağını kabul etmesi onu Tanrı’ya inanmaya iter, dine yöneltir. Zihni muhtevayı daha etkin ele almak üzere erinlik döneminden itibaren hem erinlik hem de ergenler üzerine yapılan araştırmalarda; onların dine yönelişlerinde zihinsel etkenlerin önemli olduğu görülmektedir. Ergenlerin ve gençlerin din ile ilgilenmelerinde en çok dinin bilinmeyenlerle ilgili gerçekçi açıklama ve yorumlar sunması; hayatın amacı ve bireysel kimlik problemlerine yönelik oldukça doyurucu ve tutarlı hazır çözümler ortaya koyması olduğu görülmektedir. Beş duyu ile elde edilen bilgilerin insanın zihni muhtevasını şekillendirdiği aşikârdır. Bunlar arasında dinî verilerin insan zihninde yer etmesi daha çok çocukluktan itibaren anlatılan hikâyeler ve okunan kitaplar yanında yetişkinlerin yönlendirmeleri şeklinde olmakta ve böylece dinî olgular ve objeler zihinde yer etmiş bulunmaktadır. Aklın etkin olarak kullanılmaya başladığı erinlik döneminden itibaren fert elde edilen dinî muhtevayı sorgulamaya başlamakta ve kendi dindarlığını buna göre şekillendirmektedir. Ancak zihne alınanların bütününü insanoğlu sahip olduğu sınırlı kapasite ile tahlil etme ve yorumlama kabiliyetine sahip olmayabilir. Dolayısıyla bilimsel veriler ona dinî konularda sınırlı katkılar sağlayabilir. Dinin inanç ve manevi boyutunu kavramak zihnin en zorlandığı faaliyet alanı içende yer alır. Buna rağmen zihnen sorgulamadan geçen ve zaman zaman şüpheye düşülen konuların, şüpheden arınması noktasında kişiye mal olması önem arz etmektedir. Dinin ve dinî verilerin zihindeki sorulara cevap vermesiyle fertteki dindarlık biraz daha kendi içinde şekillenerek fert dindarlığına bürünmüş olmaktadır. Her din kendi mensuplarına zihni muhtevayı etkin kılacak yollar göstermektedir. Örneğin İslam dinî, Kur’an’ı Kerim’de 250’yi aşkın yerde “Hiç düşünmez misiniz? Tefekkür etmez misiniz? Akletmez misiniz?” şeklinde hitaplarda bulunarak, insanda zihni muhtevayı etkin kılmaya çalışmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat Ölüm ve Dindarlık İlişkisi İnsandaki koruma ve varlığını devam ettirme güdüsü, insanı sadece bütün hayatı boyunca gözetmekle kalmaz; aynı zamanda insanın, ölümle yok oluş düşüncesi yüzünden acı çekmesine, bu düşünceye başkaldırmasına yol açar. İnsan, ölümle yok oluş düşüncesini fıtratı icabı reddeder. Ölümden sonra hayatın devam edeceği bir başka âlemin var olduğunu insanın içgüdüsel olarak sezmesi, ahiret inancının dayandığı en önemli psikolojik temeldir. Bir başka âlemde de olsa, hayatın ebediliğini arzu etmek, insanın ruhundaki hafife alınması mümkün olmayan en yaygın istektir. İnsan ruhundaki ebedilik duygusu, mitolojilerde ölümsüzlük arayışı şeklinde kendini göstermiştir. İnsanların ebedi hayata duydukları özlem ve arayış, Gılgamış destanı ve İskender efsanesinde ölümsüzlük kazandıran ab-ı hayat şeklinde tezahür etmiştir. Ölüm korkusu, birbirinden farklı korku ve kaygı türlerini bünyesinde barındıran karmaşık ve büyük ölçüde belirsiz bir duygusal yapıdır. Ölüm ve dindarlık ilişkisinde iki yaklaşım öne çıkmaktadır, bunların birincisi ölüm korkusu diğeri ise ölümsüzlük arzusudur. Ölüm başlı başına insanın yaşama arzusunun en büyük tehdidi olarak görülmektedir. Ancak ölümün mahiyeti noktasında günümüz insanı net bilgilere sahip değildir. Dolayısıyla ölümün gizemi ve etkisi noktasında aciz ve çaresizdir. Bu nedenle ölüm, korkutucu ürkütücü ve endişe verici bir fenomen olarak varlığını sürdürmektedir. Ölüm korkusu özel bir korku çeşididir. Gerek her insanda gizli-açık varlığını koruması; gerekse sahip olduğu etki gücü bakımından diğer korku türlerinden ayrılır. Konuyla ilgilenen araştırmacıların bir kısmı, bütün korkuların temelinde ölüm korkusunun yattığını iddia eder. Onlara göre ölüm korkusu, insanın en temel kaygısıdır. Bu kaygı, hayatın erken dönemlerinden itibaren kendisini hissettirir; kişiliğin oluşmasında rol oynar ve hayatının sonuna kadar bireyi hastalıklar, kazalar, afetler gibi çeşitli ölüm habercileri eşliğinde tehdit eder. Ölüm korkusu, birbirinden farklı korku ve kaygı türlerini bünyesinde barındıran karmaşık ve büyük ölçüde belirsiz bir duygusal yapı olarak tanımlanabilir. Bu karmaşık yapıyı oluşturduğu tespit edilen korku türleri şu şekilde sıralanabilir: Belirsizlik korkusu, bedeni kaybetme korkusu, acı duyma korkusu, yalnızlık korkusu, yakınlarını kaybetme korkusu, denetimi kaybetme korkusu, kimlik duygusunu kaybetme korkusu, gerileme korkusu. Dinlerdeki ahiret inancının, insandaki ebediyen var olma düşüncesine cevap veriyor olması, insanı Allah’a ve dine inanmaya götüren önemli faktörlerden biridir. Nitekim bütün dinler insandaki bu fıtri ihtiyaca cevap olan bir ahiret inancına sahiptir. Bu inancın bulunmadığı bazı dinlerde ise, ölümsüzlük arzusu reenkarnasyon inancıyla karşılanma yoluna gidilmiştir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat İnsan hayatıyla ilgili en güçlü arzulardan biri ölümsüzlük arzusudur. Bu arzu, insanda doğuştan vardır, hayatın tümünü kuşattığı gibi ölüm ötesine de uzanır. Ölümsüzlük ya da ebedîlik arzusunun duygusal ifadesi olan sonsuzluk duygusu, psikolojik bir gerçeklik olarak tüm insanlarda kendini hissettirir. İnsan hayatı, ölümün çizdiği sınır ile ölümsüzlük arzusu arasında geçen dinamik bir örüntü olarak düşünülebilir. Sonsuzluk duygusu, insanın geçici ve sınırlı varoluşundan kurtulma umududur. Günümüzde yüz milyarlarca paralar harcanarak gerçekleştirilen araştırmaların önemli bir kısmı, insan ömrünü uzatmaya yöneliktir. Genetik, kozmetik, gıda ve sağlık sektöründe gittikçe yaygınlaşan ve yıllarca süren çalışmalar; aynı şekilde, öldükten sonra gelecek zamanda yeniden hayat bulma umuduyla hücrelerin özel saklama koşulları altında dondurulması yönündeki çabalar ile kopyalama(klonlama) ya da kök hücre nakli alanında ortaya çıkan gelişmeler, esasen ölümsüzlük arzusunun veya sonsuzluk duygusunun somut yansımaları olarak kabul edilebilir. Dindar insan için ölümü kabullenme ancak ölümden sonraki hayatı kabullenme noktasında anlam kazanmaktadır. Belli dinlerde ölümden sonraki hayatın iyilik ve kötülük kavramları üzerine bina edildiği bilinmektedir. İslam’da bunun karşılığı cennet ve cehennemdir. Dinin ölüme kazandırdığı ölümden sonraki bu olumlu görünümün psikolojik açıklaması herkes açısından aynı değildir. Freud ve onun takipçilerine göre ölüm ötesiyle ilgili inançlar, dünyada yüz yüze gelinen sıkıntı ve engellemeler karşısında teselli bulmak amacıyla insanın uydurduğu hayalî tatmin kaynaklarıdır. Bazıları daha da ileri giderek dinî yaklaşımların özünde en belirgin güdünün ölüm korkusu olduğunu iddia etmişlerdir. Dinî ölüm korkusuna indirgeyenlere karşılık olarak Jung ve onu izleyenler, ölüm ötesi bir hayata inanmanın insan için kaçınılmaz zorunlu bir yöneliş olduğu üzerinde birleşmişlerdir. Bu görüşte olanlara göre ölümden sonra yeniden dirilişi ve sonsuz bir hayatın varlığını haber veren dinin en önemli fonksiyonlarından birisi, inananların ölüm kaygısını gidererek sonsuzluk duygusunu tatmin etmesidir Ölüm, ölümsüzlük arzusu, sonsuzluk duygusu ile dindarlık ilişkisini araştıran birçok çalışma yapılmıştır. Genel olarak sonuçlar sınıflandırıldığında bu araştırmaların bir kısmına göre bu değişkenlerle dindarlık arasında olumsuz bir ilişki vardır; yani ölüm korkusu dinden uzaklaştırmaktadır. İnsanlar sonsuzluk duygularını, dinin dışında başka tecrübelerle doyurmaktadırlar. Bir kısım araştırmalara göre ölüm korkusu ve sonsuzluk duygusu ile dindarlık arasında anlamlı bir ilişki yoktur. Bu çerçevede olmak üzere özellikle Batı’da yapılan pek çok araştırma, ölüm korkusu ve sonsuzluk duygusunun tek başına tutarlı bir dinî inanç ya da ahiret inancı doğuracak bir etkiye sahip olmadığını göstermiştir. Asıl ilginç olan, Tanrı’nın varlığına inanan bir kısım dindarların yeniden diriliş, hesaba çekilme, cehennemde ceza görme gibi bazı dinî inançlara karşı ciddi şüphe ve hatta inkâr Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat eğilimi taşımalarıdır. Diğer bir kısım araştırmalara göre ise, söz konusu değişkenler ile dindarlık arasında olumlu ilişkiler bulunmaktadır. Buna göre; ölüm korkusu ve sonsuzluk duygusu dine yaklaştırmaktadır. Bu yöndeki bulgular, özellikle tutarlı, içten ve farklılaşmış bir dindarlık geliştirenlerde en üst düzeydedir. Dindarlığın Sosyo-Kültürel Kaynakları Sosyal Uyum ve Dindarlık Sosyal bir varlık olarak toplum içinde yaşayan insan, içinde yaşadığı toplumdan etkilenir ve onu etkiler. İnsan davranışlarının çoğunluğu sosyal bir nitelik taşır. Sosyal davranış ise bireyin, başka kişi ya da kişilerin varlığından etkilenen davranışıdır. Bir diğer ifadeyle, bireyin sosyal olarak kendi başına değil de başkaları tarafından etkilenmesi (sosyal etki) sonucu ortaya çıkan davranışıdır. İnsanın sosyal etkiyi kabul etme, sosyal etki ve beklentiye uygun tutum geliştirme ve davranışta bulunma kabiliyeti vardır. Fert sosyal etkiyi kabule yatkındır. Bireyin düşünce, inanç, tavır ve davranışlarını toplumsal normlar, değerler ve beklentiler istikametinde oluşturup değiştirmesi sosyal uyumdur. Sosyal uyum ya da uyma davranışı toplumsal hayat için zaruridir. Toplumlar bu sebeple toplumsal değer ve normları henüz ilk çocukluk devrelerinden itibaren eğitim yoluyla bütün bireylerine aktarmaya çalışırlar. Bu değerlerden biri ve en önemlisi hiç şüphesiz dindir. Toplumun her bireyi, ilk eğitimini aldığı aile kurumunda toplumun ortak değerlerinden en önemlisi olarak dinî bilgi ve uygulamalarla karşılaşır. Her anababa kendi dinî inançlarını, çocuklarına da benimsetip yaşatmaya özen gösterir. Daha sonra eğitimin çeşitli kademelerinde ve sosyalleşme sürecinde kişi, toplumun diğer kültürel değerleriyle birlikte dinini de kabul eder, bir başka dinî kabul etme ihtimali çok düşük ve istisnai bir durumdur. Sosyalleşme ve Dindarlık Sosyalleşme, bireyin belirli bir toplumsal çevrede kişilik kazanması, toplumla bütünleşmesidir. Sosyolojik bir kavram olarak sosyalleşme; yaşamını devam ettirebilmek için yardıma ihtiyaç duyan insanın, içinde doğduğu topluma uyum sağlama sürecidir. Bu süreç içinde insan, içine doğduğu toplumun kültürel değerlerini öğrenir ve kendine mal eder. Sosyalleşmede tüm ilişkiler, kültürel unsurlar üzerinden sağlanır. Her toplumun kendini diğerlerinden ayıran özel bir kültürü mevcuttur. Sosyolojik bir olgu olarak kültür, en geniş anlamıyla bir yaşam biçimi olup bir topluma has tüm ifade ve etkileşim şekillerini içerir. Bu anlamda o, insanın toplum Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat içerisinde yapıp ettiklerinin toplamı sayılır. Kültür, toplumun binlerce yıldan beri oluşturduğu ortak amaçların, beklentilerin, değerlerin, inançların, duygu ve düşüncelerin; kısaca ortak değer ve davranış kalıplarının depolanıp saklandığı bir tür toplumsal bellek olarak da kabul edilebilir. Bu toplumsal bellekte, sonraki kuşakları aşılayacak özel bir kültür mayası korunur. Kültürün sonraki kuşaklara aktarılması kültürleme ile olur. Kültürleme, toplumların kendisini oluşturan bireylere belli bir kültürü aktarma, kazandırma eylemidir. Bu süreçte toplumun istediği insanı eğitme; onu denetim altında tutarak kültürel birlik ve beraberliği sağlama; bu yolla da toplumsal barış ve huzuru sağlama hedeflenir. Her kültür, inanılan dinin izlerini taşır. Din, kültürü oluşturan, zenginleştiren ve koruyan önemli bir faktördür. Dinin en büyük işlevi, kültürü tutarlı ve güçlü bir sistem etrafında bütünleştirmesidir. Esasen din, kültürün içinde bir parça değil, onu aşan ve organize eden çok daha güçlü bir değerler sistemidir. Öyle ki, din birçok millî kültürü birbirine bağlayabilir ve bütünleştirebilir. Örneğin; İslam kültürü, doğudan batıya ve kuzeyden güneye pek çok milletin kültürü için köprü görevi görmüş ve kültürleri birbirine bağlamıştır. Bu anlamda Müslüman kavramı, Türk, Arap, Mısırlı, İranlı gibi kimliklerin üzerinde bir üst kimlik ifade eder. Her kültür, inanılan dinin izlerini taşır. Kültürün ayrılmaz bir ögesi olan din, diğer kültür ögeleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Hepsinin yapısında dinin izleri mevcuttur. Bu izleri somut olarak, ibadethanelerde, tarihi eserlerde ya da sanat eserleri üzerinde süsleme ve işleme olarak görmek mümkündür. Bunlar bazen resimler, bazen de yazılar hâlinde aktarılır. Aynı şekilde dinin soyut ya da manevi izleri de; dinî ve edebî törenlerde, örf ve ananelerde kutsal metinleri okuma, ilahîler, dualar şeklinde icra edilen uygulamalar olarak görülebilir. Konuya Türk kültürü bağlamında yaklaştığımızda, mimariden sanat ve edebiyata, dilden örf ve ananelere kadar her kültürel ögede, İslam dininin izleri rahatlıkla tespit edilebilir. Çocuk çoğu zaman daha ilk dil deneyimlerinde namaz, oruç, ezan, sevap, günah gibi dinî kavramları kelime dağarcığına katar. Dinî-kültürel zenginlikle tanışması, esasen sosyal hayata açılıp toplumsal kurumlarla ilişkiye girmesiyle mümkün olur. Zamanla çevresini tanır; cami, Kur’an kursu, vakıf, müftülük gibi dinî kurumların; cuma namazı, bayram namazı, ramazan, kurban gibi ibadet şekillerinin; kandil, düğün, cenaze gibi din referanslı örf, adet ve uygulamaların var olduğunu ve toplumsal hayatta önemli etkiler icra ettiğinin bilincine varır. İşte gerek hayatın içinden bu tür pek çok dinî sembollerle karşılaşması; gerek dinin sosyal uyum ve bütünleşmeyi sağlayan hayır, sadaka vb. olumlu uygulamalarla insanlara hizmet sunduğunu fark etmesi ve gerekse eğitim Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat ve eğitim dışı bir takım etkinliklerle bizzat dinî mesajlarla yüz yüze gelmesi, bireyin dindar bir yapı kazanmasına yol açar. Sosyal Öğrenme ve Dindarlık İlişkisi Öğrenilen ve zamanla alışkanlık hâline gelen her davranışın kişisel ve çevresel boyutları vardır. Dışarıdan gelip algılanan uyarıcılar, ancak zihinde düzenlenip değerlendirildiğinde davranış hâline gelebilir. İnsan sürekli bilgi alan, öğrenen bir varlıktır. Öğrenmelerinin %80-82 kadarını görerek; %10-12 kadarını ise işiterek kendine mal eder. Görme ve işitmeye dayalı bilgilenmelerde, diğer insanları taklit etmenin payı oldukça büyüktür. Her insanın kişilik gelişiminde, özellikle taklit ettiği veya benzemeye çalıştığı belirli özdeşim örnekleri ve davranış modelleri vardır. Bunlar, başta anne- baba olmak üzere aile üyeleri; yakın arkadaşlar; ilgi alanına göre din, bilim, sanat, spor ve eğlence dünyasından sevilen ve sayılan bireylerdir. İnsanın kişilik ve kimliği, büyük ölçüde seçtiği modellerin görüş ve davranışlarından etkilenerek oluşur. Buna model alma yoluyla öğrenme denir. Sosyal çevrede gerçekleşen en yaygın öğrenme şekli, model alma; gözlemleyerek öğrenme, taklit, özdeşleşme ve içselleştirme süreçlerini birlikte ihtiva eder. Sosyal öğrenmede davranışın kazanılması ya da değiştirilmesinde, pekiştirmenin de özel bir yeri vardır. Ancak, insan sadece kendisini pekiştirmekle değil, bunun yanında başkalarının davranışlarını ve bu davranışların sonuçlarını gözlemleyerek dolaylı pekiştirmeler yoluyla da öğrenir. Dindarlığın kurumsallaşmasında ve gelişmesinde vakıf, dernek, cemaat gibi dinî kurumlar önemlidir. Araştırmalara göre model ile öğrenme, yoğunluğu gelişim dönemlerine bağlı olarak değişmekle birlikte, hayatın her aşamasında geçerliliğini koruyan bir öğrenme biçimidir. Çocukluk döneminde en fazla taklit edilen ve özdeşleşilen modeller anne-babadır. Doğal olarak çocuk, daha bebekliğin başlarından itibaren duygusal yakınlıklarını derinden hissettiği ebeveynine yönelir. Güven ve sevgi esasına dayanan ilişkileri, zamanla çocuğun anne ve babasıyla özdeşleşmeyi; yani kendisini onlarla bir tutmayı beraberinde getirir. Özdeşleşmenin etkisiyle çocuk, anne babasının tüm davranışlarını taklit etmeye ve onlara uygun davranmaya çalışır. Böylece dinî davranışlar da çocuğun dünyasında yer bulmaya başlar. Konuyla ilgili yapılan araştırmaların tümünün ortak tespitine göre, dinî tutum ve davranışların temellenmesinde en etkili faktör, ilk çocukluk dönemindeki aile ilişkileridir. Artan yaşla birlikte çocuğun anne-babasından bağımsızlaşıp arkadaş gruplarına yönelmesi, model anlayışında da farklılaşmalara yol açar. Çocuğun özdeşim örnekleri değişir. Anne-babanın model etkisi güç kaybeder, yeni modeller güç kazanır. İlkokul yıllarında başta arkadaşlar olmak üzere, öğretmenler, medyada sıkça gündeme gelen çeşitli meslekten ünlüler, yeni özdeşim örneklerini Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat teşkil edebilir. Araştırmalara göre ergenlik döneminde en güçlü model, akranlardır. Bu dönemin ayırıcı özelliği olarak ergenin biyolojik, psikolojik ve sosyal hayatında kritik değişmeler gündeme gelir. Ergen, çocuk ile yetişkinlik arasında sıkışmış bir psikoloji yaşar. Her konuda zihnini meşgul eden soruları vardır ve bu nedenle ciddi bir rehberlik ihtiyacı duyar. Sorunlarını genellikle akranlarıyla paylaşır. Onlardan bilgi almaya çalışır. Dindarlığın temellenmesi ve gelişmesinde en önemli sosyal öğrenme imkânlarından birisi, kuşkusuz vakıf, dernek, cemaat gibi teşekküllerin oluşturduğu dinî gruplardır. Dinî gruplar, öne sürdükleri kişilik ve davranış modelleriyle üyelerinin dinî yaşantılarını doğrudan etkiler. Bu tür grupların aidiyet, kimlik, bilgilenme gibi pek çok ihtiyacın din bağlamında giderilmesinde önemli bir boşluğu doldurduğu, araştırmalarla tescil edilmektedir. Sonuç olarak birey, hayatı boyunca toplumda süregelen dinî ilişkilerden, dolaylı ya da dolaysız etkilenir. Dine ihtiyaç duyup duymamasına bağlı olarak din ve dindarlarla bağlantısını sürdürür; çevreden etkilendiği gibi çevresini de etkiler. Eğitimin Dindarlığa Etkisi Eğitim genel anlamıyla, insanın doğumundan ölümüne kadar süren amaçlı ve bilinçli bir davranış değişikliği çabasıdır. Bu anlamda eğitim, bireyin, hayata ortak olmasında gerekli olan tüm biyolojik, psikolojik ve sosyal süreçleri içerir. İnsan hayatında ortaya çıkan tüm değişme ve gelişmeler, sistemli ya da resmî, gelişigüzel ya da gayriresmi bir eğitim faaliyeti olarak düşünülebilir. Ferdin eğitilmesinde iki yaklaşım hâkimdir. Bunlardan biri iyimser (optimist), diğeri ise kötümser (pesimist) yaklaşımdır. Çocukluktan başlayarak insan hayatının her döneminde planlı programlı bir şekilde ona katkı yaparak yönlendirmek düşüncesi eğitimde iyimser yaklaşımın eseridir. Buna bağlı olarak örgün eğitim ve okullaşma ortaya çıkmıştır. Bu noktada dinî bilgilerin aktarımı fert ve din etkileşimi noktasından ele alındığında, din eğitiminin çocukluluktan itibaren verilebileceği düşünülmelidir. Eğitimin olumsuzluğunu savunanlarda (J.J. Rousseau vb. gibi) eğitenlerin eğitim yönünden yetersiz ve problemli olabileceği vurgulanır. Dolayısıyla bu kişilerin yetişmekte olan nesle yapacakları etkinin eğitim açısından sakıncalar doğurabileceği düşüncesi hâkimdir. Din eğitimi açısından da bu olumsuzluk geçerlidir. Eğitim ile yakından ilgilenen tüm uzmanlar, insan hayatında en köklü ve kalıcı etkilerin aile kurumunda gerçekleştiği hususunda fikir birliği içindedirler. Aile eğitimi çerçevesinde çocuk daha çok pasif-alıcı tarafı, anne- baba ise aktif-verici tarafı temsil eder. Dolayısıyla aile içi eğitim, psikolojik hazırlık itibarıyla çocuğun en kolay şekillendiği eğitim sürecini teşkil eder. Bu çerçevede çocuğun dinî duygu, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat düşünce ve tutumlarının büyük bir kısmı, anne-babanın dinî tercihlerine bağlı şekillenir. Elbette, söz konusu dinî yapıların karmaşık ve kararsız ya da düzenli ve tutarlı olması, anne-babanın çocuklarına aktardıkları dinî içeriklerin düzenli ve tutarlı olup olmamasına bağlıdır. Doğal olarak çocuğun dindarlığı, eğitim yoluyla sahip olduğu dinî-ahlaki birikiminin kişiliği üzerindeki bir yansıması olacaktır. Çocuk, okul çağıyla birlikte, daha önce ailede şekillendirdiği ilk dindarlık biçimiyle çevreye açılır. Aileden topluma uzanan çevre içerisinde o, pek çok şeyi yakından görür ve gördüklerinden etkilenir. Kuşkusuz yeni yeni tanıştığı bu sosyokültürel çevre, çocuğun duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını belirler, değiştirir ve zenginleştirir. Bu çerçevede çocuk içerisinde yaşadığı toplumun diniyle de doğal olarak karşılaşır ve dinî olgularla ilişki kurar. Böylece din, değişik biçimlerde kendini çocuğa duyurur. Çocuk da çevresinin ve doğuştan gelen içsel eğilimlerin yardımıyla gelecekte yaşayacağı dinî inançları bu aşamada sistemleştirmeye başlar. Toplumsal anlamda zamanla zenginleşen ilişkileri, çocuğa bir taraftan çevresinde yaşanan dindarlık biçimlerinin ne kadar farklı olabileceğini gösterirken, diğer taraftan da yaşadığı çevrede etkin olan dinî kurumlarla tanışma fırsatı verir. Dindarlık gelişimini belirleyen iç ve dış faktörler, onun bundan sonraki dindarlık yapılanmasının nasıl devam edeceğini büyük ölçüde tayin eder. Bu bağlamda örneğin aile ve çevresi tarafından güdülendiği takdirde birey, çevresindeki dinî kurumlardan doğrudan da yararlanabilir. Türk kültüründe cami, Kur’an kursu, özel vakıf ya da cemaatler, yaygın din eğitimi noktasında etkin kurumların en önemlileridir. Bunun yanında örgün eğitim kapsamında öğretim veren imam-hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerinde okutulan meslek ve din bilimleri dersleri ile diğer orta öğretim kurumlarında verilen din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri, uygun ve sistemli bir dindarlığın geliştirilmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Gerek yaygın ve gerekse örgün eğitim kurumlarında verilen dinî eğitimin, dindarlık adına temelde iki önemli işlevinden bahsedilebilir: Her şeyden önce bu kurumlarda verilen din eğitimi, aile çevresi ve diğer dinî kurumlardan aktarılan önceki dinî birikimin doğruluğunu ve yeterliliğini test etme imkânı verir. Diğer taraftan ise, daha yeni, güncel dinî bilgi ve deneyimlerin kazanılması noktasında önemli imkân ve fırsatlar sağlar. Eğitim süreci; çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerinde yoğunluğu değişmekle birlikte kesintiye uğramayan bir süreçtir. Dolayısıyla birey, ihtiyaç duyduğu her dönemde dinî öğretim ve eğitim alma imkânına sahiptir. Ülkemizde yapılan araştırmalara göre yetişkinlerin önemli bir bölümü, başta TV olmak üzere, radyo, CD, DVD, gazete, dergi gibi kitle iletişim araçlarından yararlanarak dinî bilgi ve deneyimlerini artırmaktadırlar. Diğer bir bölümü ise, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı din hizmetlerinden ya da özel vakıf, dernek ve cemaat etkinliklerinden doğrudan yararlanmayı yeğlemektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat Bireysel ve Kurumsal Dinî Hayat Batı Hristiyan toplumlarında dindarlık geleneksel şekliyle kurumsal bir nitelik taşır. Bir başka deyişle, ancak belli bir kilisenin üyesi olarak, onun aracılığı ve rehberliği ile insanlar dinlerini yaşamak durumundadır. Bireysel iman ancak dinî otoritenin onayı ile meşruluk kazanır. Bu durum zaman içerisinde bazı değişimlere uğramıştır. Dinî kurumların dışında, onlara bağlı olmaksızın, bireysel merkezli ve tamamen yeni bir dindarlık anlayışı gelişmeye başlamıştır. Son 40 yıldır kurumsallaşmış din, önemsiz ve değişime bir engel, “Aşkın”ın bireysel tecrübesini geliştirmesinden ziyade onu engelleyen bir unsur olarak nitelendirilmektedir. Aynı zaman dilimi içerisinde temel dinî kurumlar gerilemekte; bunun yanında manevi yaşam (spirtuality) etiketi altında imanın yeni şekillerinde bir artış görülmektedir. Yeni Dinler ve Yeni Dinî Akımlar denilen bir çerçevede tanımlanmaya çalışılan bu dindarlık biçimleri, aynı zamanda geleneksel dinî kurumlara alternatif yaklaşımlar sergilemektedir. Böylece Batı din kültüründe bireyselleşme geleneği bağlamında geleneksel dinî kurumlar alanının dışında yeni manevi pratikler, özerkleşmiş ve bireyselleşmiş dinî tecrübeler gelişmektedir. İnsanlar dinî pratikleri, ya ferdî olarak ya da o dinin kurumsallaşmış yapısı içinde yerine getirirler. Fert olarak dinî duygu ve düşüncelerin tezahürünü yine ilahî olanla bire bir yerine getirme isteği “ferdî dindarlık” olarak değerlendirilebilir. İbadetler toplumla iç içe ise ve o toplumun ihtiyaçları doğrultusunda oluşturulan ibadethane ve benzeri makamlarda topluca yerine getirme şeklinde oluyorsa bu kurumsal dindarlık olarak ifade edilebilir. Dolayısıyla toplu hareket etme düşüncesi yeni dinî kurumların oluşumunu ve artışını sağlayabilir. DİNÎ YAŞANTININ OLGUNLAŞMASI Nils G. Holm’e göre dinî yaşantının olgunlaşması, olumlu ve tutarlı bir yaklaşımla kavramsal obje ve prensiplerle etkileşimde tecrübeye dayalı bir hazırlıktır. Birey sözü edilen obje ve prensipleri, kendi hayatında en üst değer olarak benimser ve onları varoluşun değişmez merkez ögeleri olarak algılar (Holm, 2007: 113-114). G. Allport da dinin insan hayatındaki pozitif rolüne dikkat çekmeye çalışmıştır. Allport olgunlaşmış bir dinî his modeli önermektedir. Ona göre dinî his bireyi anlamlı bir şekilde bütün varlığıyla ilişkilendiren bütüncül tavırdır. Dinî hissin karşılık geldiği objeler birey için derin ve köklü anlamları kapsamaktadırlar. Allport, yapmış olduğu araştırmaların ışığında dinî hissin bireyin çocukluk ve yetişkinlik yıllarında iniş ve çıkışlar gösterebildiğini söylemektedir. Bireylerin kurumsal ve geleneksel dinin öğreti ve dogmalarına olan ilgilerinin azalmasına rağmen kendi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat bireysel dindarlıkları her zaman yükselen değer olma potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla Allport’a göre olgunlaşmış dinî yaşantıların kriterleri şunlardır: Ayrım/Temyiz: İnanç ve cemaat, ince bir ayrıma tabi tutulur; eleştiriden geçirilir ve hem olumlu, hem de olumsuz yönleri tespit edilir. Ayrıma tabi tutulmamış yaşantılara sahip bulunan kişi, dinî eleştiriden uzak bir şekilde kabul eder ve kendi inanç sistemindeki eksiklikleri itiraf etmek istemez. Bu tutum, bastırılmış çatışmalara, korkuya ve peşin hükümlere yol açar. Yansıtmalı bir dünya görüşüne dayalı ilkel çocukluk dinî değişmediği sürece, dinî yaşantı hiçbir zaman yeterince ayrımlaşmaz. Olgunlaşmış dindarlık kendi içinde bir güdüdür. Her ne kadar dinî dürtüler kısmen bedensel dürtülere bağlıysa da, olgunlaşmış dindarlık bizzat kendinin motivasyon faktörü olarak çalışır. Bu kendi içinde işler vaziyetteki otonomiyi Allport, olgunlaşmış ile olgunlaşmamış dinî yaşantı arasında en temel farklılık olarak görür. Zira olgunlaşmamış dindarlık, efendi statüsünden ziyade, hizmetçi statüsündedir; dürtüleri ise, daha çok bedene ait istek ve arzulardan ibarettir. Ahlaki tutarlılık: Olgunlaşmamış dinî yaşantı, geçici bir ahlaki iyileşmeye yol açabilmesine karşın, olgunlaşmış dinî yaşantı, hayat biçimi üzerinde tutarlı ve yönlendirici bir etkiye sahiptir. Allport’a göre destekleyici bir dinî yaşantı olmaksızın, yüksek bir ahlaki düzeyin sürekliliği korunamaz. Evrensellik: Olgunlaşmış yaşantı, -hem olumlu, hem de olumsuz- farklı tecrübeleri birleştiren evrensel bir hayat düzenlemesi ister. Olgunlaşmış yaşantı, toleranslı bir tabiattadır ve başkalarının da gerçeklikte payı olabileceğini onaylar. Birleştirici Karakter: Olgunlaşmış dinî yaşantı, bütüncü ve uyumlu bir yaşam modeli amaçlar; ancak böyle bir modele tam anlamıyla ulaşmanın hiçbir zaman mümkün olamayabileceğini de itiraf eder. Hayatta gizemlerin ve sıkıntı veren sorgulamaların varlığını onaylar, fakat gerçekliğe saldıran ilkel çözümlere de taviz vermez. Bulgusal Karakter: Olgunlaşmış dindarlık, ileriye yönelik arayış içindedir. Onun için tam bir kesinlik söz konusu olmamasına karşın, yine de ciddi olarak çalışır. Şüphe, tabiri caizse inancın şekillendiricisidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 Özet Din, Dindarlık ve Dinî Hayat •Dindarlıkla ilgili yapılan bilimsel çalışmalar, bireylerin dinî yaşantılarını dikkate alarak bireylerin iç dünyalarını ve dışa yansıyan yaşantılarını değerlendirmişler ve farklılıkları ortaya koymaya çalışmışlardır. Dindarlıkla ilgili tanımlara bakıldığında fertlerin kutsal olan bir varlığa yöneldikleri ve ona bağlı olarak dinî ritüelleri yerine getirdikleri görülmektedir. İşlevsel açıdan değerlendirildiğinde dine birey tarafından bir anlam yüklendiği, kendine fayda sağladığı, çaresizlik ve güçsüzlük durumunda dindarlığın öne çıktığı ya da ahiret hayatı düşünülerek hareket edildiği görülmektedir. •Dinî yaşantı yönünden dindarlığı üçlü bir sistem içinde değerlendirmek mümkündür. Bu üçlü sistem, inanan, inanılan ve inananın inanılana bağlı olarak ortaya koyduğu dinî yaşantıdır. Din psikolojisi bu yaşantıyı araştırırken, dinin ilahî yönünden ziyade insani yönünü ele almak ve araştırmak durumundadır. •Dindarlığın özünde var olan ve uygulanan bir yaşantıdan söz etmek mümkündür. Önemli olan bir dinin inanç ve öğretilerinin kişi ya da toplum tarafından belli kurallara bağlı olarak yerine getirilmesi faaliyetidir. Dindarlığın kaynaklarında irsiyetin vazgeçilmez bir fonksiyonu olduğu bilinmektedir. Buna bağlı olarak dinin dindarlığın oluşumunda fizyolojik ve nöro-biyolojik faktörlerin yanında, psikolojik ve sosyal faktörlerin de etkisi vardır. Dindarlığın psikolojik kaynakları içinde inanma ve anlama isteği, çaresizlik, günahkârlık, zihinsel tatmin ve ölüm fenomeni önemli bir yer tutmaktadır. Sosyokültürel kaynaklarda ise sosyal uyum, sosyalleşme, öğrenme ve eğitimin etkin olduğu görülmektedir. •Fertlerle ilgili dinî inanç ve uygulamaların iç güdümlü ve dış güdümlü şeklinde değerlendirilmesi söz konusudur. Dış güdümlü dindarlar, dindarlığı aşkın ve evrensel bir değer olarak değil, kendisinden yararlanılan bir kaynak olarak görürler. İç güdümlü dindarlarda ise, kişinin dindarlığı bütün benliğiyle hissetmesi söz konusudur. İç güdümlü dindarlar kendilerini dine uyumlu hâle getirme gayreti içinde olurlar. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. “Dindarlık bir kişinin mensubu olduğu dine ait bilgiler, inançlar veya faaliyetlerle meşgul olma düzeyidir” şeklindeki dindarlık tanımı aşağıdaki psikologlardan hangisine aittir? a) Vergote b) W. James c) Gazzali d) Himmelfarb e) Bedi Ziya Egemen 2. İlahi olana bağlanma ve teslimiyetle esas olan psikolojik obje aşağıdakilerden hangisiyle ifade edilir? a) Tutum b) Duygu c) Taklit d) Düşünme e) İlgi 3. “Psikoloji dinin ilahî yönüyle değil insani yönüyle ilgilenir” diyen psikolog aşağıdakilerden hangisidir? a) C.G. Jung b) Taplamacıoğlu c) W. James d) Nurullah Topçu e) E.D. Starbuck 4. Psikolojik açıdan bakıldığında bütün dinlerin kabul ettiği ortak husus aşağıdakilerden hangisidir? a) Yüce varlığın akıl gücünün ötesinde olması b) Dinlerin Allah’ın emri oluşu c) Dinin özünde korkunun olması d) Dinlerin insandan kaynaklanması e) Dinlerin sosyal hayatı içermesi 5. Dinî, “bireyin kendi hayatında son derece önemli olarak gördüğü ve eşyanın tabiatında sürekli ya da merkezi olarak düşündüğü amaç veya ilkelere uygun şekilde karşılık verdiği bir yatkınlık” şeklinde tanımlayan psikolog aşağıdakilerden hangisidir? a) Girgensohn b) Allport c) R. Otto d) W. Wundt e) R. H. Thouless Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat 6. Dindarlığı sıradan yaşayan ve ibadetlere eğilimi çok az olanlar aşağıdakilerden hangisiyle ifade edilebilir? a) Yoğun dindarlar b) Akılcı dindarlar c) Duygusal dindarlar d) Yüzeysel dindarlar e) Dindar görünenler 7. Sosyal çevrede gerçekleşen en yaygın öğrenme şekli, model alma hangi süreçleri içermektedir? a) Gözlemleyerek öğrenme b) Taklit c) Özdeşleşme d) İçselleştirme e) Hepsi 8. Aşağıdakilerden hangisi bireyi dindarlığı yönelten faktörler içinde yer almaz? a) Çaresizlik b) Hayal kırıklıkları c) Sosyal uyum d) Bağlanma ihtiyacı e) Zihinsel tatmin 9. Günlük hayatın akışını inancından ayrı tutmayan insan aşağıdaki vasıflardan hangisiyle nitelenebilir? a) İnançlı b) Sorumlu c) Dindar d) Tutucu e) Titiz 10.Aşağıdakilerden hangisi dindarlığın psikolojik kaynakları arasında yer alır? a) Anlam arayışı b) Zihinsel tutum c) Ölüm korkusu d) Çaresizlik e) Kötülük problemi Cevap Anahtarı 1-D, 2-B,3-C, 4-A,5-B,6-D,7-E,8-B, 9-C,10-A Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Allport, Gordon (2005), Birey ve Dinî, Çev. Bilal Sambur, Elis Yayınları. Ayten, Ali (2009), Prososyal Davranışlarda Dindarlık ve Empatinin Rolü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ayten, Ali (2006), Psikoloji ve Din, İstanbul: İz Yayınları. Bahadır, Abdülkerim (2002), İnsanın Anlam Arayışı ve Din, , İstanbul: İnsan Yayınları. Certel, Hüseyin (2003), Din Psikolojisi, Ankara: Andaç Yayınları. Egemen, Bedi Ziya (1952), Din Psikolojisi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Frankl, Victor (2007), İnsanın Anlam Arayışı, Çev. Selçuk Budak, İstanbul: Öteki Yayınları. Frankl, Victor (1994), Duyulmayan Anlam Çığlığı Psikoterapi ve Hümanizm, Çev. Selçuk Budak, İstanbul: Öteki Yayınları. Fromm, Erich (1990), Psikanaliz ve Din, Çev. Şükrü Algaput, İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Holm, Nils G., Din Psikolojisine Giriş, (Çev. Abdülkerim Bahadır), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2004. Günay, Ünver (2000), Din Sosyolojisi, İstanbul: İnsan Yayınları. Hökelekli, Hayati (1998), Din Psikolojisi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Kirman, Mehmet Ali (2004), Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Rağbet Yayınları. Köktaş, M. Emin (1993), Türkiye’de Dinî Hayat, İstanbul: İşaret Yayınları. Karaca, F. (2003), “Dindarlığın Fonksiyonelliği Üzerine”, Dinî Araştırmalar, Sayı 6, Ankara. Karaca, F. (2000), Ölüm Psikolojisi, İstanbul: Beyan Yayınları. Kula, Naci (2006), “Gençlik Döneminde Kimlik ve Din (Lise Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma)”, Hayati Hökelekli (Ed.). Gençlik, Din ve Değerler Psikolojisi, (ss. 33-82). İstanbul: DEM Yayınları. Mehmedoğlu, Ali Ulvi (2004). Kişilik ve Din. İstanbul, DEM Yayınları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 31 Din, Dindarlık ve Dinî Hayat Mehmedoğlu, Ali Ulvi (2006a), “Klasik Kuramlar ve Modern Araştırmalar Bağlamında Dindarlık ve Kişilik”, Ünver Günay ve Celaleddin Çelik (Ed.). Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi, (ss. 259–289) Adana: Karahan Kitabevi Yayınları. Mehmedoğlu, Ali Ulvi (2006b), “Dindarlığın Peşinde: Din Psikolojisinde Araştırma, Ölçme ve Yorumlama Üzerine”, İslami Araştırmalar Dergisi, 19 (3), 465–478. Razi, Ebu Bekir, Tefsir-i Kebir, CIV, b, 444 Peker, Hüseyin (2003), Din Psikolojisi, İstanbul: Çamlıca Yayınları. Subaşı, Necdet (2004), Gündelik Hayat ve Dinsellik, İstanbul: İz Yay. Tarhan, Nevzat (2009), İnanç Psikolojisi, İstanbul: Timaş Yayınları. Taplamacıoğlu, Mehmet (1975), Din Sosyolojisi, Ankara: Ankara İlahiyat Fakültesi Yayınları. Taş, Kemalettin (2006), Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi, Ünver Günay ve Celaleddin Çelik (Ed.). Adana: Karahan Kitabevi Yayınları. Thouless, Robert H (1923), An Introduction to the Psychology of Religion (Din Psikolojisine Giriş), London: Cambridge University Press. Tümer, Günay (2002) “Din” İslam Ansiklopedisi, C.9 Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Vergote, Antoine (1999), Din İnanç ve İnançsızlık, Çev. Veysel Uysal , İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları. William, James (1962), The Varieties of Religious Experience,London: The Fontana Library. Yavuz, Kerim (1982), “Din Psikolojisinin Araştırma Alanları”, A.Ü.İ.F.D, Erzurum, C.5. Yıldız, Murat (2001), Dindarlığın Tanımı ve Boyutları Üzerine, Tabula Rasa, 1 (1), 19–42. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 32 HEDEFLER İÇİNDEKİLER DİNDARLIĞIN BOYUTLARI VE ÖLÇÜLMESİ • Dinî hayatın boyutları • Derinlemesine boyutlar • Gelişimsel boyutlar • Enlemsel boyutlar • İnanç boyutu • İbadet boyutu • Duygu boyutu • Bilgi boyutu • Etki boyutu • Dindarlığı ölçme girişimleri DİN PSİKOLOJİSİ Prof. Dr. Faruk Karaca • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Dindarlıkla ilgili kavramlaştırmaları kavrayabilecek, • Kavramlaştırmalar arasındaki farkları anlayabilecek, • Dindarlığı ölçme girişimlerinde karşılaşılan güçlükleri öğrenecek, • Dindarlık ölçeklerinde kullanılan yaklaşımları öğrenecek, • Ölçek kullanımınıda dikkat edilmesi gereken noktalar hakkında bilgi sahibi olacaksınız. ÜNİTE 5 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi DİNDARLIĞIN BOYUTLARI VE ÖLÇÜLMESİ Dinî davranış ve tecrübe üzerinde çalışan ilk din psikologları (S. Hâll, J. Leuba, E.D. Starbuck, W. James) dindarlığı tek boyutlu bir yaklaşımla ele alarak onun daha çok duygu boyutuyla ilgilenmişlerdir. Takip eden süreçte yapılan çalışmaların önemli bir kısmında da bu tek boyutlu yaklaşım devam ettirilmiş, dindarlık insan tecrübesinin tek bir faktörü olarak anlaşılmış ve bu yaklaşım bazı tecrübi çalışmalarla da desteklenmiştir. Durkheim’in 1915 yılında yayımlanan klasik eserinde (Dinî Hayatın Temel Biçimleri) dinî inançlarla dinî törenleri birbirinden ayırması, dinî hayatın çok boyutlu bir perspektiften incelenmesinin yolunu açmış ve özellikle 1950-1960 yıllarında yapılan akademik çalışmalarda artık dinin tek boyutlu bir yaklaşımla incelenmesinin mümkün olmadığı savunulmaya başlanmıştır. Bu yaklaşıma sahip olan öncü araştırmacılardan biri olan Allport, 1950’li yıllarda bahsetmeye başladığı geleneksel din ile içten motive olan dindarlık kavramlarını, 1950’li yılların sonlarına doğru iç güdümlü ve dış güdümlü olmak üzere iki temel kategori şeklinde belirginleştirmiştir. Derinlemesine Boyutlar Derinlemesine boyutlar, dinin insanın içinde de kadar kök saldığını ortaya koymaktadır. Allport’tan önce Adorno ve arkadaşları, otoriteryen kişilikle ilgili çalışmalarında, dini ciddiye alarak bizzat bir amaç olarak gören ve bunun aksine başka çıkarlara alet olarak kullanma eğilimi gösteren dindar tiplerinden bahsetmişlerdir. Bu bulguları da dikkate alan Allport, bu iki zıt dinî görünüm için ilk olarak “geleneksel” ve “içten” dindarlık kavramlarını kullanmıştır. Daha sonra “iç güdümlü” (intrinsic) ve “dış güdümlü” (extrinsic) dinî motivasyon olarak yeniden isimlendirilen bu kavramlaştırma, kavramsal ve psikometrik bazı problemlere rağmen fevkalade bir kabul görmüş ve birçok araştırmada kullanılmıştır (Karaca, 2001) İç güdümlü dinî teslimiyet kavramı, bir kimsenin dinî inancı uğruna yaşamasını ifade etmektedir. Bireyin dinî bizzat bir amaç olarak algıladığı bu yönelimde din, dışsal zorlama olmaksızın güdülen bir amaç olarak değerlendirilmektedir. Ön yargı ile ilgili teorisinde, 1950 ve 1960’lı yıllarda kilise üyelerinin, böyle bir üyeliği bulunmayanlardan daha ön yargılı olduklarını gözlemlemesi sonucu düşmüş olduğu çelişkiyi açıklamak için bu kavramı bağımsız bir değişken olarak kullanan Allport, içsel dindarlıktan bir yönelim olarak bahsetmiştir. Aynı ilgiyle bir ölçek geliştiren Allport’un ölçeğe aldığı maddeler, sadece dinî etki ve değerlere değil, bilişsel, güdüsel ve davranışsal örüntülere de Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi atıfta bulunmaktadır. Allport gibi bir çok araştırmacı da “içsel” ve “dışsal” dindarlık kavramlarını birer motivasyon olarak değerlendirmiştir (Allport ve Ross, 1967). Dinî inancının arka planında bulunan gerçek faktörlere atıfta bulunmak amacıyla geliştirilen psikolojik bir kavram olan “içsellik” kavramı, biyolojik bir kavram olan “hazım” kavramına benzetilmektedir. Dışarıdan alınan bir gıda maddesinin hazmedilmesi sonucu onu alan biyolojik sistemin bir parçası hâline gelmesi gibi, daha önceden bireyin dışında olmasına rağmen, onun herhangi bir şeye inanmasıyla içselleştirilen bir inanç da, psikolojik bünye tarafından içselleştirildiği andan itibaren o bünyenin çok önemli bir parçası hâline gelmektedir. Aynı şeylerin dinî inanç için de geçerli olması, içselleştirilen dinî inançların şahsiyetin önemli bir parçası hâline gelmesiyle sonuçlanmaktadır. Böylece dinî bir otoriteye içsel olarak bağlanan birey için bu inanç, hayatının en temel motivi hâline gelmekte ve artık o andan itibaren diğer bütün ihtiyaçlar, önem derecelerine bakılmaksızın dinî inançlar ile uyum içerisinde tatmin edilmeye çalışılmaktadır. Çünkü içsel motivasyon, insanı bir şeyi yapmaya başka bir şey için değil sırf onun için yönelttiğinden, davranış doğal olarak pekiştirilmekte ve kendi kendini motive etmektedir (Paloutzian, 1997: 201). Dış güdümlü dinî yönelimlere sahip insanlar, dinî inançları içselleştirmekten ziyade, onları bireysel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bir araç olarak kullanma eğilimi göstermektedirler. Örneğin sigortacıların potansiyel müşterilerle irtibat kurmak için düzenli olarak kiliselere gitmesi, dış güdümlü dinî yönelime verilen örneklerden birisidir. Dışsal değerler, daima faydacıl ve araçsaldır. Bu yönelimde olan bireyler de dinî, sosyal-psikolojik kişisel birtakım çıkarlar için kullanma eğilimindedirler. İç güdümlü dinî teslimiyet, bireyin dinî inancı uğruna yaşamasını ifade etmektedir. İçsel veya dışsal olarak motive olmuş dinî inancın daha iyi anlaşılabilmesi için, Feagin, Allport ve Ross tarafından geliştirilen “Dinî Yönelim Ölçeği”ndeki bazı maddelere bakılabilir. Şöyle ki içsel olarak motive olmuş bir dinî inanca sahip olan bireylerin,“Dinimi diğer bütün işlerim üzerinde tutmaya azami gayret sarf ederim.” veya “Dinî inançlarım hayata bakış açımı belirler” vb. ifadelerle mutabık olma ihtimalleri oldukça yüksektir. Kendilerini her an Tanrı’nın huzurunda hisseden içten motive olmuş dindarların, birtakım faydacı (pragmatist) amaçlarla dine girmeyi teklif eden ifadelerle mutabık olma ihtimalleri düşüktür. Örneğin “Dindar bir insan olmama rağmen, dinî mülâhazaların günlük işlerimi etkilemesine izin vermem.” ifadesiyle mutabık olma olasılıkları düşük olan iç güdümlü dindarların, dinin sadece belli günlere (Hristiyanlar için pazar, Müslümanlar için cuma ve bayram günleri) hasredilmesine karşı çıkma eğilimleri de oldukça yüksektir. “Sosyal ve ekonomik refahımı korumak için ara sıra dinî inançlarımla uzlaşma zorunluluğu hissediyorum.” gibi ifadelerle mutabık kalma ihtimalleri yüksek olan dış güdümlü Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi dindarlar ise dindar olmakla elde edecekleri kişisel çıkarlar üzerine daha çok odaklanmışlardır. (Allport ve Ross, 1967). Batson ve Ventis, iç güdümlü ve dış güdümlü kavramlaştırmaya benzer ancak ona “arayış” boyutunun eklenmesiyle oluşan üçlü bir kavramlaştırma teklif etmişlerdir. Onlara göre iç güdümlü dinî yönelime karşılık gelebilecek “amaç”, dış güdümlü dinî yönelime karşılık gelebilecek “araç” kavramlarına ilave edilen “arayış” boyutu; varoluşsal sorgulamalar üzerinde odaklanmaktadır. Buna göre “İnsan nereden geliyor ve nereye gidiyor?”, “Hayatın anlamı ve amacı nedir?” gibi varoluşsal sorulara dinin vermiş olduğu cevaplarla motive olan dindarlık ön plana çıkartılmaktadır. (Batson ve Ventis, 1982) Dış güdümlü dindarlık, dinî yaşamadan ziyade, ondan yararlanmayı gözetmektedir. Allport’un teklif ettiği bu kavramlaştırma, din psikologlarınca büyük ilgiyle karşılanmasına rağmen, birtakım psikometrik ve kavramsal problemlere sahiptir. Bunlardan en bariz olanı, dinî hayatın en önemli bileşenlerinden olan ibadetler başta olmak üzere diğer davranışları kapsamaktan çok, bu davranışların sadece motivasyonlarıyla ilgilenmesidir. Gelişimsel Boyutlar Dinî inanç, oluştuktan sonra nitelik değiştirmesi zamana bağımlı olduğu, yani belli bir süreç içinde gerçekleştiği için boylamsal çerçevede değerlendirilmektedir. İslami literatürde “taklid” ve “tahkik” olmak üzere temel iki kategoride değerlendirilen bu yaklaşıma yabancı literatürde de rastlamak mümkündür. Örneğin Allen, günlük hayat etkinliklerini yönlendirebilecek şekilde dinî inanç ve değerlerin içselleştirilerek yaşanan otantik dinî hayata “tahkiki dindarlık” derken, ona göre taklidi dindarlıkta dinî inanç ve değerler dış güdümlü dinî motivasyona benzer bir şekilde içselleştirilememiş bir durumdadır (Yıldız, 2001). Gazali bu klasik iki kategoriye “marifet” (zevk, şevk) adında mistik unsurlar içeren üçüncü boyutu eklemiştir. Ona göre “taklit” dinî inancın başlangıç safhasına tekabül etmekte olup, düşünmeden kabul niteliği taşımaktadır. Düşünce gücünün devreye sokulmasıyla “tahkik” aşamasına geçilir ki, düşünce zenginleştikçe dinî inanç bir taraftan daha rasyonel temellere otururken diğer taraftan metafizik alana açılarak İlahi Varlık ile doğrudan temas arzusunu ateşleyerek bireyi üçüncü aşama olan “marifet” aşamasına taşır (Gazali, 1967:III, 12). Daha çok ilahî aşk ile karakterize edilen marifet aşaması aslında tasavvuf terminolojisine aittir ve tek bir durumu ifade etmemektedir. Tasavvuf psikolojisinde ise dinî inancın gelişim sürecinde yedi defa nitelik değiştirdiği kabul edilmekte ve bu yolculuğa marifet yolculuğu denmektedir. Klasik İslam tasavvufunda nefs mertebeleriyle de birebir eşleşen bu yedi evre sırasıyla şöyledir: Tövbe: nefs-i emmare, vera: nefs-i levvame, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi zühd: nefs-i mülhime, fakr: nefs-i mutmainne, sabır: nefs-i raziye, tevekkül: nefs-i merzıyye, rıza: nefs-i kâmile. Dinî inancın gelişim sürecinde geçirmiş nitelik değişimini Allport’un iç güdümlü-dış güdümlü dinî motivasyon kavramları çerçevesinde ele alan Meadow ve Kahoe, Sosyal Psikolojideki güdüsel-tutumsal araştırmalardan da istifade ederek, dinî gelişimin Şekil 1’de gösterilen saat yelkovanın ters yönünde dairesel olarak hareket eden bir çizgiyi takip ettiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre birey, dış güdümlü dinî yönelimden geleneksel dinî yönelime, oradan iç güdümlü inanca, oradan da özerk bir inanca ulaşmaktadır. İnsanın diğer özelliklerinde olduğu gibi, dindarlık da gelişimsel bir olgudur. Şekil 1: Meadow-Kahoe dinî gelişim modeli Allport’un dediği gibi olgunlaşmış dindarlık, olgunlaşmamış dinî eğilimlerden türemektedir. Nitekim birey, dini, çatal ve bıçağı kullanmayı öğrendiği gibi teklifsizce öğrenmektedir. Bireyin kaygı ve suçluluk duyguları dâhil olmak üzere dinini fizyolojik dürtü ve enerjiyle araştırma noktasına gelmedikçe, onun boş bir alışkanlıktan öteye geçemeyeceğini belirten Allport gibi, Meadow ve Kahoe’nin teklif ettikleri dinî gelişimin devam edebilmesi de, onların kendilerini bu duruma iten bir güdüye sahip olmalarına bağlıdır. Buna göre dinî gelişimin birinci basamağında bireyin dinini sorgulaması gelmektedir. Meadow-Kahoe modeline göre psikolojik olarak anlamlı bir dinin, güçlü dinamik güdüsel orijinlere sahip olması gerekmektedir. Dinî inanç ve pratikler, fiziksel, sosyal, psikolojik ve varlıksal kaygı ve korkularla motive olmuş olabilir. Başlangıçta birey dinî ilk olarak ego savunması şeklinde bir güvenlik limanı olarak algılayabilir. Bu durum dış güdümlü bir dinî motivasyonu göstermekte olup bireyin dindarlığı burada da kalabilir. Yani bu modele göre çocuklar, dinî davranışlara ilk olarak dış güdümlü motivler sayesinde yönelmektedir. Dindar olarak doğmayan çocuklar, dini, yetişkinleri model alarak ve yaptıklarından dolayı ödüllendirilerek öğrenmektedirler. Son derece bencil isteklerin hâkim olduğu çocukluk yıllarında Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi başlayan bu serüven, dinin diğerkâm bir şekilde yaşanması gerektiğini öngören öğretinin öğrenilip içselleştirilmesiyle iç güdümlü bir şekle bürünmektedir. Meadow-Kahoe modelinde, dışsal ile içsel evreleri arasında kurumsal veya geleneksel-din evresi bulunmaktadır. Bu evrede çocuklar, kilise, cami, havra vb. dinî kurumlara giderek, hem dinî ritüelleri icra etmeyi hem de dinî pratiklerin dayandığı teorik öğretiyi ve duygusal grup standartlarına uymayı öğrenmektedirler. Dinî gerçeklerin, otoriteden türetildiği bu evrede, dışsal bir kontrol mekanizması desteğinde icra edilmeye başlanan dinî davranışlar, sosyal kontrol prensiplerince düzenlenen bir dizi grup inancı ve aksiyonu hâline gelmektedir. Bu durum dış güdümlü yönelimden, geleneksel dindarlığa geçişe tekabül etmektedir. Bu modele göre, geleneksel dindarlık tipinden ayrılıp iç güdümlü bir dinî yönelim geliştirerek inançlarını içselleştiren birey, artık son aşama olan gerçek dinî özerklik ve bağımsızlık aşaması için hazır hâle gelmektedir. Birey her ne kadar bağlılık ve teslimiyetini içselleştirmişse de, iç güdümlü inanç aşaması sabit bir inanç özelliği arzetmektedir. Hâlbuki otonom-özerk inanç daha düşünsel ve sorgulayıcı bir yapıya sahiptir. Her insanın zihninde Jung’un kolektif bilinçdışı arketiplerine benzer bir şekilde stres kaynaklarıyla karşılaştığı zaman kendiliğinden dinî bir tepki üretecek bir potansiyel bulunduğunu öne süren Meadow ve Kahoe, esas dinî güdünün mistik evrede (özerk inanç) etkinleşeceğini öne sürmüştür. Onlara göre bazı büyük organize olmuş dinler genellikle kaygı üreten özelliğe sahip olmamalarına rağmen, kişisel dinî inancı doğuracak sancıyı tahrik etmek için zaman zaman kasten birtakım suçluluk duyguları veya çeşitli kaygı durumları üretebilirler. Dine içsel olarak motive olan bireyleri “gerçek dindarlar” olarak nitelendiren Meadow ve Kahoe, bu insanların dinî doktrinlere katı bir biçimde bağlanmalarına gerek olmadığını belirtmiş, birçok araştırma da iç güdümlü dinî motivasyon ile dogmatizm arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığını ortaya koymuştur. Özerk inanca veya kişiselleşmiş dine doğru gidiş, iç güdümlü dindarlığın ötesine atılan bir adımdır. Bununla birlikte, bütün dindarların iç güdümlü seviyeye ulaşamadıkları gibi, sadece çok az insan özerk inanç aşamasına ulaşabilmektedir. Meadow ve Kahoe’ye göre daha yüksek dinler karakteristik olarak iç güdümlü dindarlığı tavsiye etmelerine rağmen, tamamen özerk bir inanca yükselmeyi pek fazla desteklememektedirler. Zira düşünce ve davranışlarda bu tür bağımsızlık durumları, genellikle organize olmuş dinlerin ortaya koyduğu ilgi alanlarıyla zıtlık arzetmektedir. Taraftarının dinî inanç ve katılımlarında yüksek derecede bir özgürlüğü destekleyen bazı istisnai dinlerin de bulunduğuna dikkat çeken Meadow ve Kahoe’ye göre çoğu durumda kurumsal dinin cesaret kırıcı olmasına rağmen güçlü kişisel eğilimler, zaman zaman bireyi dinî özerkliğe itebilmektedir. İç güdümlü Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi bir dinî motivasyona sahip olanlarda ortaya çıkan yoğun mistik dinî deneyimler, bireyi özerk inanca taşıyan en etkili motivlerdir. Genel soyutlama kabiliyeti, yüksek düzeyde eğitim, felsefe gibi düşünce mahsulü disiplinlerde alınan eğitim de bu konuda etkili olabilecek faktörler arasındadır. Bununla birlikte birçok insan dinî deneyimi diğer düşünce alanlarından izole etme eğilimindedir. Ancak bu tür eğilimler Meadow ve Kahoe’ye göre özerkliğe karşı işlemektedir. Dinin amentüsünün sağlayacağı güvene veya geleneksel dinî gruptan alacağı desteğe ihtiyaç duyan dindarların dinsel özerkliğe doğru giden hareketlere karşı çıkmaları muhtemeldir. Özerkliğe karşı olan bu güçlü etkiler, zaman zaman yoğun bir çatışma da yaratabilmektedir. (Meadow-Kahoe: 1984: 321:323). Paloutzian’a göre herhangi birisinin bu evrelerden bahsedilen sırada geçmesini tahayyül etmek kolay olmasına rağmen, bunu gerektiren teorik bir mantık olmadığı gibi, zorunlu bir geçiş mekanizması da net değildir. Ona göre bireyin geleneksel inancı atlayarak dış güdümlüden doğrudan iç güdümlüye geçmesini engelleyecek açık bir durum olmadığı gibi, yetişkin bir bireyin hem dış güdümlü, hem de geleneksel inanç aşamasını atlayarak, yaşamış olduğu ani bir ihtida tecrübesi sonucunda doğrudan iç güdümlü aşamaya geçmesini engelleyecek bir faktör de bulunmamaktadır. Ayrıca bazı din psikologları, bireyin aynı zamanda hem dış güdümlü hem de iç güdümlü bir dinî yönelime sahip olabileceği veya hem iç güdümlü hem de özerk, teslimiyetçi veya sorgulayıcı olabileceği konusunda kuvvetli deliller ileri sürmektedir. Enlemsel Boyutlar Enlemsel boyutlar, dinî inancın uzanmış olduğu alanlar dikkate alınarak teklif edilmiştir. Enlemsel boyutlar, dinî hayatın uzandığı alanları tasvir etmek amacıyla Glock tarafından teklif edilmiştir. Ona göre detaylardaki büyük çeşitliliğe rağmen, dünya dinleri arasında dindarlığın genel manzarasının gözlemlenebileceği önemli benzerlikler bulunmaktadır. O, bu genel alanları, dindarlığın temel boyutları olarak düşünmüştür. Din ile ilgili çalışmalar için dindarlığı değerlendirme konusunda bir danışma çerçevesi (atıf sistemi) sunmak amacıyla teklif edilen boyutlar; dinî inanç, uygulama, tecrübe, bilgi ve etki/sonuç boyutları olarak isimlendirilmiştir. İdeolojik (inanç) boyut İdeolojik boyut, dindar insanın belli inançları benimseyeceği beklentisinden oluşmaktadır. Bundan başka bu inançların muhteva ve faaliyet alanı, sadece dinler arasında değişmemekte, aynı dinî geleneğin içinde bile çoğunlukla farklılık arz etmektedir. Bununla birlikte her din, müntesiplerine, onlardan uymalarını beklediği bir dizi inanç prensibi sunmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi Glock, herhangi bir dinin kendine özgü bir şekilde ortaya koyduğu inançları, yapısal açıdan üç kısma ayırmıştır. Bunlardan birincisi; her din birincil rolleri Kutsalın varlığını teminat altına almak ve onun özelliklerini belirlemek olan inançlara sahiptir. Hristiyanlık dininde bu tür inançlar, Tanrı’ya, Hz. İsa’ya ve Hz. İsa’nın bakire Meryem’den doğması gibi onun diğer mucizeleri vb şeylere inanmakla tasvir edilirken, İslam dininde en çok vurgu Allah’ın varlığı ve birliği üzerinde yapılmıştır. Bu inançları kabul edenler, sadece Tanrı’nın varlığını değil, aynı zamanda etkin bir şekilde şahsileşmiş bir Tanrı’nın (a personal God) varlığını da kabul etmektedirler. Garanti edici inançlardan farklı bir şekilde değerlendirilebilecek olan (ikinci kategorideki) inançlar, kutsal amacı açıklamakta ve insanın bu amaca ilişkin rollerini tanımlamaktadır. Hristiyanlıkta kutsal amaca ilişkin inançlar, “asli günah”, “kurtulma ümidi”, “nihaî yargı günü”, “ebedî mahkumiyet (lanetlilik) veya kurtuluş” ile ilgili inançları kapsarken, İslam’a göre Allah’ın sevgi ve merhametinin tecellisi olarak yaratılan dünyada hayat ve ölüm imtihan amacına matuftur. Amaçsal inançlar, üçüncü kategoride bulunan inançların oluşmasını sağlar. Uygulamaya yönelik özellikte olan üçüncü kategorideki inançlar, amaçsal inançlarla yakından ilişkilidir. Bu tür inançlar, ilahî amacın realize edilebilmesi için, insanın Tanrı’ya ve diğer insanlara yönelik davranışlarını kendisinden istenen şekilde şekillendirmesini tesis ederler. Tamamlayıcı inançlar böylece dinîn ahlaki sınırlarının çerçevesini belirlemiş olurlar. Çeşitli dinler, dinî inancın bahsedilen bu üç bileşenine farklı şekillerde önem vermişlerdir. Örneğin Jainizm*, Konfiçyüs dininde olduğu gibi tamamlayıcı bileşenlere daha çok vurgu yapmaktadır. Diğer taraftan Hindu dinî, amaçsal elementlere büyük önem vermektedir. Bu bileşenler Hristiyanlıkta da farklı şekillerde vurgulanmıştır. Örneğin, Lutheryanizm, garanti edici ve amaçsal elementleri daha çok vurgulamış, bu mezhepte toplumsal ilişkiler ile ilgili inançlar, uygulamaya yönelik inançlar olarak teklif edilmiştir. İslam’a göre tarihi süreç içinde her ne kadar bazı dinî grup ve cemaatler farklı kategorilere daha fazla yoğunlaşmışsa da, Kur’an’a göre vurgu garanti edici inançlara olmakla birlikte, inancın hiçbir alanı diğerine göre üstün tutulmamıştır. Dinî inancın birey açısından arzetmiş olduğu önem, bireysel dindarlığın diğer boyutlarında ifadesini bulan dindarlık türleri vasıtasıyla daha uygun bir şekilde incelenebilir. Bireyin dinî uygulamalardaki aktifliği ve dinî açıdan bilgilendirilme düzeyi, yaşamış olduğu dinî tecrübe türleri ve dinî inançlarına aykırı olarak * Hindu dinin bir kolu. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi sergilemiş olduğu davranış düzeylerinin tamamı, bütün olarak inancın birey açısından arz etmiş olduğu önemin göstergeleridir (Glock, 2001). Dinî uygulama-ibadet boyutu Dinî uygulama boyutu, dindarlardan icra etmeleri beklenen bazı özel dinî uygulamalardan oluşmaktadır. Bu boyut ibadet, dua, özel ayinlere katılım, oruç vb. dinî pratikleri kapsamaktadır. İbadet ve dinî uygulamalar, dinî gelişim için en kritik davranışlardır. Dinî uygulama boyutu, üç farklı perspektiften ele alınabilir. Bunlardan birincisi; ayinsel aktivitelere katılım sıklığı dikkate alınarak daha çok çeşitli dinî uygulamalar arasındaki ilişkiler incelenebilir. İkinci yaklaşım, örneğin dua gibi bazı özel dinî uygulamaların tabiatındaki çeşitliliği incelemektir. Üçüncü olarak ise, onlara devam eden bireyler için ayinsel davranışların ne anlam ifade ettiği üzerinde durulabilir. Dinî uygulamaların örüntü ve sıklığını incelemek, bu üç yaklaşımdan belki de en basit olanıdır. Bu durumda mevcut dinî uygulamaların çeşitliliğiyle ilgili saptamalar ile işe başlamak gerekmektedir. Değişik dinler farklı dinî uygulamalar içerdiğinden, ya farklı dinî geleneklerde aynı olan bazı dinî uygulamalar üzerinde yoğunlaşılacak, ya da aynı şekilde farklılıklar dikkate alınacaktır (Glock, 2001). Dinî uygulamamalara sadece katılma ile onlarla bütünleşme kavramlarının birbirlerine karıştırılma ihtimali her zaman mevcuttur. Örneğin iki kişinin her cuma günü cuma namazını kılmaya eşit düzeyde gayretlidir. Dışarıdan yapılan gözleme göre dinî uygulama açısından her ikisi de eşit derecede gözükmektedir. Bununla birlikte onların birisi için bu eylem, sadece haftada bir gün katıldığı dinsel bir uygulama biçiminden daha öte geçmeyen bir şey olabilir. Diğeri için ise bu ayine katılmak, hafta boyunca icra edilen dinî uygulamaların engin çeşitlerinden sadece birisidir. Bu durumda bahsi geçen bireylerin dinî uygulamalara iştirak etmelerini eşit saymanın, bu konudaki ilgileri arasında bulunan önemli farlılıkları görmezlikten gelmeyle sonuçlanacağı açıktır. Bu durum, dindarlığın diğer boyutlarında olduğu gibi, bu konuda da bireyler arasındaki farklılıkları ortaya koyma konusunda tek bir göstergeye dayanmanın yetersizliğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Farklı dinler ve aynı dinî gurup içinde farklı insanlar arasında ibadet sıklığı konusundaki farklılıklar, dikkat edilmesi gereken konulardan biridir. Bunun gibi araştırılması gereken konulardan birisi de ibadetlerin kendi doğalarındaki değişkenliktir. Zira din psikologları hâlihazırda insanların ibadetleri veya bu ibadetlerin muhtevası konusunda yeterli düzeyde bilgiye sahip değildir ve dinî uygulamalar arasındaki niteliksel farklılıklar, dindarlık göstergesi olarak tek bir ibadet uygulamasını kullanmanın mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi Tecrübî (Duygusal) Boyut Tecrübî boyut, bütün dinlerin bazı konularda müntesiplerine yönelik belli teşvikleri ve onlardan bazı beklentileri olduğunu, dindar insanın bu teşvik ve beklentiler doğrultusunda hareket ederek bazı durumlarda nihaî realitenin bilgisine doğrudan sahip olması (kavuşması) veya dinî duygular hissetmesi gibi durumları tasvir etmektedir. Bu duygular farklı dinlere veya aktüel olarak kendilerini tecrübe eden farklı bireylere göre, dehşetten vecde, boyun eğmeden (alçak gönüllülük) neşe durumuna, ruh dinginliğinden kutsal veya evrenle bütünleşmeye kadar çok geniş bir yelpazede değişmektedir. Zira dindarlığın temel elementlerinden biri olarak dinî duygunun tonu, geniş oranda değişmektedir. Örneğin Hristiyanlıkta dinî gruplar, mistisizmle ilgili değerlendirmelerinde ve ihtida fenomenine atfetmiş oldukları önemde büyük oranda birbirlerinden farklılık arz etmektedir. Bunun gibi her din, bireysel dindarlık göstergesi olarak bazı subjektif dinî tecrübeler üzerine belli değerler kurmaktadır. Dinî inanç ve uygulamalara eşlik eden incelmiş duyguların çok azının gözlemlenebilir durumda olduğu bilinmektedir. Tevekkül, güven, ümit, rıza, korku, aşk bunlardan bazılarıdır. İnsanın duygusal potansiyeli, dindarlığın yaşanmasında son derece etkilidir. Dindarlığın tecrübî boyutunun özellikle ekstrem biçimlerini araştırmanın zorluğu, geçmiş dönemlerde konuyla ilgili araştırmalara da yansımıştır. Konuya ilişkin ilginin filizlenmesi, 19. asrın son dönemlerine rastlamaktadır. StanleyHâll, din değiştirmeyle ilgili tecrübî bir araştırma yapmış, onun açtığı çığırda araştırmalarına devam eden öğrencileri Leuba ve Starbuck’ın çalışmaları, büyük bir takdirle karşılanmıştır. 1902 yılında James’in Dinî Tecrübenin Çeşitliliği isimli klasikleşmiş eseri ile dinîn psikolojik perspektiften araştırılması rüştünü ispatlamıştır. Ancak din psikolojisinin tarih sahnesine çıkmaya başladığı bu ilk dönem araştırmaları ne kadar ümit vericiyse de bu öncü araştırmalar devam ettirilememiş, James’ten bu yana dinî tecrübe konusunda temayüz etmiş çok fazla araştırma yapılamamıştır. Dinîn tecrübî boyutuyla ilgili çalışmalara tekrar başlamak; sadece bu konuda güçlü bir araştırma geleneğinin bulunmamasından dolayı değil, kavram geliştirme konusunda ham tecrübî materyal üretecek fenomenlerle ilgili günlük deneyimlerin nispi noksanlığından dolayı da zordur. Açık ve ekstrem formlarda ifade edilenler hariç tutulursa, bireylerin Kutsala yönelik duygu ve duyarlılıklarının, günlük hayatta açık bir şekilde ifade edilmesi pek yaygın değildir. Bireyin Tanrı’yı algılaması ihtida durumunda olduğu gibi keskin veya tabiatın güzellikleri karşısında onu hissetmesinde olduğu gibi yumuşak bir şekilde olabilir. Bu durum dinî merasimlerde olduğu gibi alenen veya bireyin diğer insanlardan ayrı olduğu durumlarda özel bir biçimde ortaya çıkabilir. Güven hissi ise, hayatın bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi şekilde inancın kendisine dayandığı ilahî gücün elinde olduğuyla ilgili bireysel duyguya dayanmaktadır. Dinlerin büyük çoğunluğunda korku ile güven duyguları arasında bir karışıklık olmasına rağmen, bu duyguların birisinin diğerine üstün gelmesi muhtemeldir. Korku unsuruna farklı dinlerde değişik dozlarda vurgu yapıldığına dikkat çeken Glock, örneğin Hristiyanlıkta İslam dinînde olduğu kadar korkuya kuvvetli bir şekilde vurgu yapılmadığından bahsetmiş ancak, bu konuda bir referansta bulunmamıştır. Bu bağlamda İslam dininin Kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de, belki Glock’u da haklı çıkarabilecek derecede bir yoğunlukta korkudan bahsedilmektedir. Ayrıca İslam tarihi boyunca korku duygusunun adaptasyon sağlayıcı özelliğinden dolayı neticeye ulaşmada en kestirme yöntemlerden biri olması nedeniyle yanlış yönlerde ve belki lüzumundan fazla kullanılması, İslam dininin bir “korku dinî” olarak anlaşılmasını bir dereceye kadar haklı gösterebilir. Ancak İslam dininin temel kaynaklarında, korku duygusuyla genellikle bir arada bulunan ve ileriye yönelik pozitif beklentileri ima ederek korku duygusunun olumsuz etkilerini en aza indiren “ümit” duygusuna yapılan vurgunun, genellikle görmezlikten gelindiğini belirtmek gerekir. Buna göre korku ile ümit arasında meydana gelen içsel etkileşim, dinî hayata bir dinamizm kazandırmakta ve onu pozitif yönde motive etmektedir. Ancak dinî açıdan bakıldığı zaman, ümidin korku duygusunu kendi bünyesinde eritebilecek bir genişlik ifade ettiği söylenebilir. Nitekim bu konuda Kur’an’da ümitvar olmak teşvik edildiği gibi, “Allah’ın rahmetinin, gazabından daha aşkın olduğu” açık bir şekilde ifade edilmektedir. … de ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." Zümer, 39/53 …dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve Bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım."Araf, 7/156 Dindarlığın tecrübî boyutu, kaçınılmaz bir şekilde diğer boyutlarla kuşatılmıştır. Bundan dolayı tecrübî boyut, daha etkili bir şekilde ancak, diğer boyutlarda olduğu gibi bireysel dindarlığın daha geniş bir çerçevede ele alınmasıyla araştırılabilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi Bilgi Boyutu (Entelektüel Boyut) Bilgi (entelektüel, zihnî) boyutu, dindar insanın inancının temel öğretisi (doktrini) ve onun kutsal kaynağıyla ilgili bilgilendirilmesi beklentisine dayanmaktadır. Entelektüel ve ideolojik boyutlar açık bir şekilde inançla ilgili bilgiyle yakından ilişkilidir. Çünkü belli kabullerin (inançların) oluşabilmesi için, onlarla ilgili bilgi sahibi olmak zorunlu bir durumdur. Bununla birlikte inanç zorunlu olarak bilgiye tabi değildir. Ancak çoğu durumda bütün dinî bilgiler, dinî inanca dayanmaktadır. Dindar insanın kendi inancıyla ilgili bilgilendirileceği yönündeki beklenti, bütün dinler için genel bir durumdur. Ancak farklı dinler tarafından belirlenen bilgi türleri, oldukça çeşitlilik arzetmektedir. Klasik bilgi, Konfiçyüs dininde daha değerli kabul edilmiştir. Musevilere ait tarihi ve hukuksal bilgiye, Yahudilikte oldukça fazla itibar edilmektedir. Hristiyanlıkta, diğer din müntesiplerini kendi dinlerine çevirme konusunda İncil’e müracaat etmeye büyük önem verilmektedir. Ancak inancın kaynağı ve tarihiyle ilgili yüksek düzeyde bilgilendirilmek, bu din için pek geçerli bir durum değildir (Glock, 2001). İslam’da dinî bilgilerin birinci kaynağı Kur’an, ikincisi (sünnet) Hz. Muhammed’in söz, fiil ve takrirleridir. Bu iki temel kaynaktan sonra, İslam bilginlerinin üzerinde görüş birliğine ulaştıkları (icma) konular ve onların bu üç kaynağa başvurarak yaptıkları benzetmeler (kıyas) dinî bilgi kaynağı olarak kullanılmaktadır. Dinî bilgiler yanında, seküler (potizif) bilgi de önemlidir. Ancak farklı dinler bu bilgi türüne değişik şekillerde önem atfetmektedir. Bilgi boyutu, gerek dindarlığın yaşanmasında gerekse dinî gelişim için nelerin yapılıp, nelerin yapılmayacağını ortaya koyması açısından son derece önemledir. Dindar insanın bilmesi gereken şeyler ve bu bilginin niteliği konusunda dinler ve inançlar arasındaki çeşitlilik, dinî teslimiyet göstergeleri olarak düşünülmesi gereken bilgi türlerini belirlemeyi zorlaştırmaktadır. Bireyin, özellikle inanç boyutu olmak üzere dinîn diğer boyutlarıyla ilgili yönelimleriyle ilişki kurulmaksızın, bilgiye dayanan dinî atıflar kurulması mümkün değildir. Nitekim bir ateistin yüksek düzeyde dinî bilgiye sahip olması muhtemeldir. Ancak o, dinî bir inanca sahip değildir. Bu durumda, dinî bilgi türleri ile bireysel süreçler ve bireyin inanç, uygulama ve tecrübe örüntüleri arasında ne tür ilişkiler bulunduğunu öğrenmek, önemli bir araştırma konusu olarak ortaya çıkmaktadır. Geniş ve büyük çapta bilginin, güçlü dinî duygular, dinî pratiklere daha yüksek düzeyde katılım ve daha kuvvetli bir şekilde dinî inançlara bağlanmayla ilişkili olması her zaman muhtemel olmadığı gibi, bunun aksine, bireyin kendi inancıyla ilgili sınırlı bir bilgiye sahip olması diğer boyutlar açısından daha dindar olmasını engelleyici bir faktör değildir. Aynı şekilde bireyin müntesibi bulunduğu dinîn kaynağı ve tarihsel gelişimi hakkında, belli bazı dinî inanç, uygulama ve duygularla ilişkili olan birçok yanlış kavramlaştırmalar içinde olması da muhtemeldir. Yani dinî bilgi boyutu, tıpkı diğer boyutlarda olduğu gibi dinî hayat Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi açısından önemli fakat yeter şart olmadığı gibi, bu boyuttaki eksiklikler diğer boyutların gelişimini tam olarak tıkayıcı bir özelliğe sahip değildir. Ancak bu durum, dinî hayatın boyutları arasında anlamlı ilişkilerin olmadığı anlamına gelmemektedir. Nitekim diğer birçok boyutta olduğu gibi, bilgiye yönelik tutumların, diğer faktörlerle ilişkili olmasının muhtemel olması gibi, dinî hayatın boyutlarını tam olarak birbirinden ayırmak da mümkün değildir. Zira dindar insanın herhangi bir davranışı aynı anda birden çok boyut içinde mütalaa edilebilmektedir. Örneğin bilgi elde etme ilgisinin göstergesi olarak Kur’an okumak, hem bilgi, hem ibadet hem de motivasyon boyutlarında mütalaa edilebilir. Etki Boyutu Beş boyutun sonuncusu olan etki (dinî inançtan dolayı meydana gelen sonuçlar) boyutu, diğer dört boyuttan farklıdır. O, dinî inanç, uygulama, tecrübe ve bilginin birey üzerindeki bütün seküler etkilerini içine almaktadır. Bu boyut, insanların dinî inançlarının bir sonucu olarak uymaları gereken bütün dinî emirleri ve sergilemeleri gereken tutumları kapsamaktadır. Burada, terimin teolojik anlamıyla “iş” fikri (nosyonu) akla gelmektedir. Hristiyan inancı lisanıyla bu boyut, bireyin Tanrıyla ilişkisinden ziyade diğer insanlarla ilişkisiyle ilgilidir. Etki boyutu, dindarlığın meyveleri olarak düşünülebilir. Dindarlığın etki boyutu, tabiatı itibarıyla diğer boyutlardan ayrı tetkik edilemez. Çünkü ancak dinî teslimiyetle kuşatıldıkları, yani dinî inanç, ibadet, tecrübe ve bilgiyi müteakip meydana geldikleri zaman, seküler hayat alanıyla ilgili tutum ve davranışlar dinî teslimiyetin ölçüsü olarak değerlendirilebilir. Bu yüzden dinî teslimiyetin sonuçları üzerine yapılan çalışmalarda, dinîn gerçekte belli etkileri olup olmadığını keşfetmek için, zorunlu olarak inanan veya inanmayanların, dinî uygulamalara katılanlar ile katılmayanların, seküler tutum ve davranış örüntüleri karşılaştırılmaktadır. Dinîn davranışlar üzerindeki etkisi, bazı dinlerde daha yüzeysel bir görünüm arz ederken, diğer bazılarında daha açık bir şekilde ifade edilmiştir. Herhangi bir dinîn sosyal yapıyla bütünleşmesi, insanın günlük aksiyonlarıyla daha yüksek düzeyde bütünleşmesiyle yakından ilişkilidir. Örneğin Hinduizmde bireyin sabahleyin yatağından kalkmasından gece yatağına gidinceye kadar, zamanını nasıl harcayacağı, dinî otorite tarafından desteklenen geleneklerle belirlenmiştir. Büyük ölçekte sosyal yapıdan bağımsız bir varlığa sahip olan ve daha yüksek düzeyde kurumsallaşmış dinlerde, dinsel olarak emredilen şeylerin, günlük davranışları açık bir tarzda şekillendirmesi daha az muhtemeldir. Günlük hayatla ilgili kararlar vermek durumunda olduğu zaman, bireyin yorumuna sunulan genel standartlar din tarafından ortaya konmuştur. Örneğin Hristiyanlıkta birey, “Tanrı’nın hizmetçisi olmaya”, “boş zamanlarındaki önceliklerini ve tercihlerini, Hz. İsa gibi uygulamaya”, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi “ekonomik gücünü Hristiyan sorumluluk ve önderliği doğrultusunda yönetmeye” teşvik edilirken, İslam’a göre o, Allah’ın vekili olarak dünyada bulunmakta olup ondan dinî inancını kendisi, diğer insanlar, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar (madde) ile olan ilişkilerine yansıtması istenmektedir. Yukarıda bahsedilen farklılıklara rağmen, dinî teslimiyetin aşağıda işaret edilecek etkileri konusunda dinler arasında bir ittifak bulunmaktadır. Bu etkiler birey için, hem dindar olmanın bir sonucu olarak kabul edilen davranışları, hem de bireyin kendisinden yapması beklenen şeyleri kapsamaktadır. Dindara vaadedilen mükâfatlar kısa vadeli veya uzun vadeli olabilir. Dinî hayatın kısa vadede getirileri, ruh dinginliği, kaygıdan kurtulma, kendin iyi hissetme, hatta bazı dinlerde maddesel başarılar gibi şeyleri içermektedir. Uzun vadeli mükafatlar arasında, ilahî mağfiret, ebedî hayat, daha yüksek bir sosyal kategoride yeniden dirilme (reenkarnasyon) vb. şeyler bulunmaktadır. Bireyden dindar bir kişi olması hasebiyle yapması beklenen şeyler; hem belli bazı davranış türlerinden uzak durmak, hem de diğer bazı teşvik ve emredilen davranışlara aktif bir şekilde katılmaktır. On Emir’de olduğu gibi dinlerde daima hem “yapılması gereken”, hem de “yapılmaması gereken” bazı davranışlar bulunmaktadır (Glock, 2001). Son dönemlerde bazı araştırmalar, bir boyutta dindar olmanın diğer boyutlarda da dindar olmayı zorunlu olarak gerektirmediğini öne sürmüşse de, dindarlığın bahsedilen boyutları arasında anlamlı pozitif ilişkilerin bulunduğunu ortaya koyan birçok araştırma bulunmaktadır. Nitekim dindar insanın herhangi bir boyutta sergilemiş olduğu manzara, bir sonuç olarak kendisinden beklenilen yönde davranmasını da teminat altına almaktadır. Böylece tasvirî olarak herhangi bir davranış dinden bir şekilde esinleniyorsa, dinîn etki boyutu çerçevesinde değerlendirilebilir. Yönelim Objesine Göre Boyutlar Yukarıda bahsedilen boyutları da içine alan bir sentez teklif eden Himmelfarb, yönelim nesnesi açısından doğaüstü, toplumsal, kültürel ve bireylerarası yönelim olmak üzere dört temel boyut teklif etmiştir. Ona göre dindarlığın doktrinal inançlar ve ibadetleri yerine getirmek olmak üzere en az iki unsuru olup bunlar doğaüstü yönelimlidir. Yönelim çerçevesine göre davranışsal ve bilişsel unsurlar içeren bu kavramlaştırmaya göre doğaüstü yönelim; dinî pratikleri icra ve dinî törenlere katılımda istikrardan ibaret olan devamlılık, dinin temel inanç esaslarına inanmaktan ibaret olan inanç ve bireyin kendini Tanrı’nın huzurunda hissetmesinden ibaret tecrübi boyutlardan oluşmaktadır. Aynı kavramlaştırmada yer alan toplumsal yönelim, dinin kurumsal ve sosyal ilişkilerdeki etkisiyle temel akidesinin farklı yorumlanmasından doğan mezhepler ve farklı yaklaşımları içine Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi alır. Bireylerarası yönelim bireyin diğer insanları ilgilendiren davranışlarındaki ahlak boyutu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Himmelfarb’ın teklif ettiği diğer bir boyut olan kültürel yönelim, entelektüel ve duygusal unsurlar içermektedir (Hökelekli, 2010). DİNDARLIĞI ÖLÇME GİRİŞİMLERİ Modern bilim anlayışına göre olgular bilimsel olarak ölçülebilmelidir. Psikoloji biliminde de ölçme temel problemlerden biri olarak ele alınmış, aynı yönelim biraz geç olsa da din psikolojisinde kendine yer bulmuştur. Zira 19. yüzyılın sonlarından itibaren insan davranışını daha çok tecrübi metotlarla incelemeye yönelen psikoloji biliminde kullanılan metodoloji, hemen aynı dönemlerde dinî psikolojik perspektiften incelemek amacıyla ortaya çıkan din psikolojisine de uyarlanmaya başlanmıştır. Zira din psikolojisinin tarihî gelişimine bakıldığında, bu alanda yürütülen ilk araştırmalarda bile tecrübi yöntemlerin kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Ancak bu ilk hareketten sonra, psikologların din psikolojisi ile ilgili fenomenlere tecrübi perspektiften yaklaşmaya tekrar ilgi duymaları arasında uzun sayılabilecek bir zaman geçmiştir. Durumun böyle olmasında ilk din psikolojisi çalışmalarında daha çok mülakat ve iç gözlem tekniklerinin kullanılması ve konu olarak daha çok kişisel deneyimler, dinî duygular, inançlar, kutsal ile ilişki ve dinî tutumlarla ilgilenilmiş olmasının etkisi büyüktür. Dindarlığı ölçme girişimleri, batı dünyasında başlayan bir olgudur. 1960’lı yıllardan sonra din psikolojisi alanında giderek yaygınlaşmaya başlayan tecrübi araştırmalar, dindarlığın değişik açılardan ölçülmesi çabalarını da beraberinde getirmiş ve özellikle 1980 ile 1990 yılları arasında çok sayıda ölçek geliştirilmiştir. Tecrübi olarak dindarlık düzeyini ölçme girişimlerinin, din psikolojisi alanına değişik yönlerden önemli katkıları olmuştur. Zira dindarlığı ölçmek amacıyla yapılan girişimler, sadece dinin değişik boyutlardan incelenmesi gerekliliğinin kavranılmasına katkıda bulunmakla kalmamış, bu çabalar aynı zamanda araştırmacıları kavramsal tanım ve açıklamaları daha açık bir şekilde ortaya koymaya yönlendirmiştir. Şöyle ki, kavramsal tanımlamalar ile operasyonel tanımlamalar arasında bulunan sıkı ilişki, (birtakım soyut kavramların somut prosedürlere transfer edilmesi girişimlerinde) olguları daha açık bir şekilde yansıtabilmeleri için, araştırmacıları alanları ile ilgili kavramları yeniden düşünmeye ve muhtemelen yeniden yapılandırmaya zorlamıştır (Karaca, 2001). Psikoloji tarihinde istatistiksel korelasyon ile hesap yapan ilk araştırmacı olarak kabul edilen Galton, korelasyonel din psikolojisinin kalbini oluşturan dindarlıkla ilgili anket ve ölçeklerin kullanılmasında da öncü olmuştur. Galton’dan hemen sonra, onun nispeten basit olan istatistiksel yaklaşımı, istatistiksel anlamlılığı değerlendiren diğer birçok testi de içine alacak şekilde son derece Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi kompleks bir metot hâline gelmiştir. 1950’lerde bilgisayarların bu alanlarda kullanılmaya başlanmasıyla, daha önce son derece zor ve sıkıcı olan istatistiksel hesaplamalarda büyük kolaylıklar sağlanmıştır. Bilgisayarlardan test geliştirme çalışmalarında da faydalanan çağdaş psikologlar, dindarlık da dâhil olmak üzere, bireysel farklılıklarla ilgili çalışmaları, Galton’un açtığı çığırdan giderek yürütmeye devam etmektedir. Böylece dinî inanç, tecrübe ve deneyim ile ilgili skorlara ulaşan din psikologları, dinî hayatı oluşturan faktörler arasındaki uyumun derecesini olduğu kadar, insanların dinî bağlılıklarını değişik yönlerden ölçebilme şansına da sahip olmuşlardır. Batı dünyasında geliştirilen ölçekler, adaptasyon çalışmalarıyla diğer kültürlerde kullanılmaktadır. Dindarlık olgusu her ne kadar çok boyutlu bir fenomen olsa da, onu ölçmeye yönelik girişimler tek boyutlu yaklaşımlarla başlamıştır. Buna göre geliştirilen ölçeklerde kategorik bir yaklaşım kullanılmış, örneğin kiliseye devam sıklığı dindarlığın tek göstergesi olarak kullanılmıştır. Basit bir tanımlamaya dayanan kategorik yaklaşım, insanlara “evet veya hayır” ya da “hep veya hiç” şeklinde cevaplayabilecekleri bir takım sorular üzerine temellendirilmiştir. Günümüz yaklaşımına göre ilkel gibi gözükse de, bu yaklaşım din psikolojisi alanında yapılan öncü çalışmaların çoğunda kullanılmıştır. Örneğin, StanleyHâll, James Leuba, E. D. Starbuck, W. James gibi Amerikan din psikolojinin öncüleri, dindarlığı tek boyutlu yaklaşımla ele alarak sadece duygu boyutu üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bunun yanında Protestan, Katolik ve Yahudileri bazı değişkenler açısından karşılaştırmak amacıyla yapılan birçok araştırmada yine bu yaklaşımdan istifade edilmiştir. Daha sonradan yapılan bazı faktör analitik çalışmalar da dindarlığı insan tecrübesinin tek bir faktörü olarak tanımlamış ve Tanrı’ya ve kiliseye ilişkin tutumların, dinî tavır ve törenlerin tek bir faktörde toplanabileceği ileri sürülmüştür. Dindarlığı ölçmede kullanılan tek boyutlu yaklaşımların birtakım dezavantajları bulunmaktadır. Şöyle ki; araştırmaya katılan deneklerin birçok sebepten dolayı gerçekleri gizleyebilme ihtimali, bu yaklaşımın en önemli dezavantajlarından birisi olmuştur. Ayrıca bu tip basit tanımlamaların, birbirlerinden farklı dinî yönelimleri olan insanları aynı kategoriye koyma ihtimali ve bu yanlış sınıflamanın diğer anahtar değişkenleri maskeleme olasılığı da büyüktür. Zira herhangi birisinin Yahudi, Hristiyan veya Müslüman olduğunu bilmek, onun dindarlığının içsel boyutu hakkında çok az şey ortaya koymaktadır. Yukarıda temas edilen gerekçeler, araştırmacıları dindarlığı farklı boyutlardan ölçme girişimlerine yöneltmiştir. Zira samimi (içten) dindarlıkla ilgili ölçütler genel hatları ile belli olmasına rağmen, bu ölçütlerin kimler tarafından ne kadar içselleştirildikleri, din psikolojisi araştırmaları için hayati önem taşımaktadır. Çünkü gerçek dindarlar ile sözde dindarlar arasında doğru mukayeseler yapmak, bu bilgilere dayanmaktadır. Bu bilgilere ulaşmanın ancak bu alanda geliştirilecek çok Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi yönlü ölçeklerle mümkün olabileceği gerçeğini kavrayan araştırmacılar, birçok çok boyutlu ölçek geliştirmiştir. Daha önce ifade edildiği gibi Durkheim’in inançlarla dinî törenleri birbirinden ayırmasıyla tek boyutlu yaklaşımdan çok boyutlu yaklaşıma geçiş süreci başlamıştır. Bu ilgilin ilk işaretleri, iç güdümlü ve dış güdümlü olmak üzere dindarlığı temel iki kategoriye ayıran Allport’un çalışmalarında görülmüştür. Allport ve arkadaşları, bahsedilen bu kavramlaştırmayı kullanarak dindarlığı ölçmeye çalışmıştır. Bunun yanında Nock, kesbi (ihtida) ve hazır bulunmuş (kültürel), Allen, tahkiki ve taklidi olmak üzere dindarlığı iki temel kategoride ele almışlardır. Dindarlığın çok boyutlu bir fenomen olduğu fikri ilk olarak vonHügel tarafından ortaya atılmıştır. vonHügel, dinî hayatı açıklamak üzere biraz bilişsel biraz da dinî gelişime paralel olarak gelişen ve değişen algı biçiminden hareketle geleneksel/tarihsel, rasyonel/sistematik, sezgisel/iradi olmak üzere üç boyut teklif etmiştir. Buna göre geleneksel dindarlık çocukluk dönemi kazanımlarına dayanırken, rasyonel dindarlığın ortaya çıkabilmesi için düşünme ve soyutlama kabiliyetlerinin yeter düzeyde kullanılabilmesi gerekmektedir. İradi dindarlık ise düşünsel etkinliklere ilave olarak içsel yaşantıların olgunlaşması ve sezgi kabiliyetini kullanabilmeye paralel olarak gelişim göstermektedir (Yıldız, 2001). Dindarlığı çok boyutlu bir yaklaşımla ele almak, din sosyologları ve din psikologları tarafından önemli derecede kabul görmüş ve hemen kullanılmaya başlanmıştır. Pratt, von Hügel’e benzer bir şekilde geleneksel, rasyonel, mistik ve uygulama boyutları olmak üzere dört kategoriden bahsetmiştir. Din sosyolojisiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan Wach ise inanç, uygulama ve dinî grup (cemaat) olmak üzere üçlü bir perspektif kullanmıştır. Çok boyutlu ölçekler, dindarlığı daha az hatayla ölçmektedir. Çok boyutlu dindarlık ölçekleri geliştirme sürecinde Glock, Lenski ve Fukuyama’nın teklif etmiş oldukları kavramlaştırma son derece önemli katkılar sağlamıştır. Lenski, dindarlığı, inanç, duygu, ibadetlere katılım ve dinî grup üyeliği olarak dört boyutta ele alırken, Fukuyama ona benzer bir şekilde inanç, ibadet, duygu ve bilgi boyutlarından bahsetmiştir. Literatürde kavramlaştırması en sık kullanılan Glock ise günlük hayatta dinin önemi ve bireysel dindarlığın ölçülmesinde operasyonel bir tanıma ihtiyaç olduğunu öne sürmüş ve dindarlığın inanç, davranış, duygu ve etki olmak üzere dört kategoride ele alınabileceğini teklif etmiştir. Daha sonra Fukuyama’nın teklif ettiği bilgi (entelektüel) boyutunu da yaklaşımına ilave eden Glock’un teklif ettiği beşli kategori, devam eden ölçek geliştirme çalışmalarını derinden etkilemiş ve günümüzde kullanılan dindarlık ölçeklerinin birçoğuna esin kaynağı olmuştur. Çok boyutlu ölçeklerin, aynı zamanda dinî pratik veya kurumsal aktivitelerden ziyade, insanların dinî hayatlarının iç yüzünü değerlendirme Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi konusunda da din psikologlarına yardımcı oldukları söylenebilir. Zira onlar, (içsel ve dışsal motivler gibi) dinî inanç ve pratiklerin arka planında hangi motivlerin bulunduğu ve (mistik tecrübenin düzeyi gibi) sübjektif dinî deneyimlerin incelenmesi konusunda araştırmacılara büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Glock’tan sonra dindarlıkla ilgili boyut sayısını daha yukarı çıkaran çalışmalar yapılmışsa da, bunlar büyük oranda ölçek geliştirme sürecinde uygulanan bir istatistiksel işlem olan faktör analizi sonucunda ortaya çıkan kümelerin fazla olması ve her bir kümeye farklı bir isim verme zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Esasen dindarlığı çok boyutlu bir yaklaşımla ele almak büyük avantajlar sağlıyorsa da, boyut sayısı arttıkça fenomeni ele alırken bütünsel bakış açısını kaybetme tehlikesi de ortaya çıkmaktadır. Örneğin Morton King’in teklif ettiği: 1) Akideyi tasdik etme ve kişisel teslimiyet, 2) Cemaat faaliyetlerine katılmak, 3) Bireysel dinî tecrübe, 4) Cemaatteki kişisel bağlar, 5) Şüphe karşısında entelektüel arayışta kararlılık 6) Dinî gelişime açıklık 7a) Dogmatizm, 7b) Dışsal yönelim 8a) Mali davranış, 8b) Mali tutum 9) Din hakkında konuşma ve okuma perspektiften dinî hayatı anlamaya yönelik olarak yapılacak çalışmalar; onu daha detaylı bir şekilde anlama amacı gütse de, bütünsel bir perspektifin kaybedilmesi sonucunda yeterince anlamama tehlikesiyle de karşı karşıyadır (Yapıcı, 2004). Çok boyutlu kavramlaştırmayı temel alarak geliştirilen dindarlık ölçeklerinde din ve dinî hayat birçok açıdan ele alınmış ve farklı perspektiflerden ölçülmeye çalışılmıştır. Bu perspektiflerden geliştirilen toplam 127 ölçeği bir kitapta toplayan ve psikometrik özellikleriyle birlikte tanıtan Hill ve Hood’un (1999) tanıtımını yaptıkları temel ketegoriler şunlardır: Dinî inanç ve uygulamalar, (21 ölçek) dinî tutumlar, (13 ölçek), dinî yölenim, (11 ölçek), dinî gelişim (8 ölçek), dinî bağlılık ve adanmışlık (4 ölçek), dinî tecrübe (3 ölçek), dinî ve ahlaki değer (6 ölçek), dinî başa çıkma (3 ölçek), maneviyat ve mistisizm (6 ölçek), Tanrı tasavvurları (7 ölçek), dinî köktencilik (5 ölçek), ölüm ve ölüm sonrasına yönelik tutumlar (5 ölçek), İlahi müdahâle ve yükleme (3 ölçek), bağışlama ve affedicilik (2 ölçek), kurumsal din (5 ölçek), dinsel yapılanma (9 ölçek). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi Yapılan yeni çalışmalarla her geçen gün sayıları artan ölçekler arasında gerek ülkemizde gerekse batı dünyasında din psikolojisi çalışmalarında en sık kullanılan ölçek ve yaklaşımlardan biri dinî hayatı derinlik boyutundan (iç güdümlü-dış güdümlü) ele alan Allport ve Ross’un Dinî Yönelim Ölçeği, diğeri ise dinî inancın insan hayatında yayılmış olduğu alanlar (inanç, ibadet, duygu, etki, bilgi) perspektifinden geliştirilen Glock ve Stark’ın Dinî İnancın Boyutları ölçeğidir. Ölçek Geliştirme ve Kullanmada Karşılaşılan Güçlükler Tecrübi din psikolojisi çalışmalarında ölçek kullanmak her ne kadar işlevsel bir değere sahip olsa da, ölçek geliştirme süreci son derece zahmetli olmasının yanında bilimsel terminolojiye hâkimiyet kadar istatistiksel uzmanlık da gerektirmektedir. Bu yüzden gerek ölçek geliştirme süreci, gerekse mevcut ölçeklerden yararlanma yöneliminde birçok problem ortaya çıkabilmektedir. Ölçek geliştirme süreci, son derece zor, zahmetli ve üst düzey formasyon gerektiren bir olgudur. Her şeyden önce dindarlığın önemli bir bölümü, tecrübe alanını aşan yapısıyla bilimsel yöntemlerle ele alınabilecek bir mahiyetten uzak özelliklere sahiptir. Ölçüm işi de doğrudan ve dolaylı olmak üzere temel iki kategoriye ayrılmakta ve her iki ölçümde de çeşitli ölçme hataları olabilmektedir. Doğrudan ölçümlerde ölçüm aracından, ölçümü yapan bireyden ve ölçüm yapılan ortamdan kaynaklanan nedenlerle hatalar olabileceği gibi, aynı hataların dolaylı ölçümlerde olma ihtimali çok daha yüksektir. Din gibi çok boyutlu ve mahrem fenomenlerin ölçümünde ise durumu zorlaştıran başka faktörler de bulunmaktadır. Sosyal bilimciler, başlangıçta özellikle dinî davranışların ölçülmesine direnç göstermiş ve ölçülen şeyin din olmadığını vurgulamıştır. Buna ilave olarak dinin mahiyeti, tanımlanması ve kavramlaştırılması konusunda ortaya çıkan ihtilaflar, ölçümün yapıldığı zamanda hâkim olan bilimsel paradigma, ölçek geliştiren bilim adamlarının kişilikleri, yetişmiş oldukları ve veri topladıkları örneklem gruplarının yaşadığı kültürel atmosfer, dindarlık araştırmalarını da etkilemiş ve dindarlığı ölçme girişimlerinde çeşitli konularda belirsizlik ve tereddütlere neden olmuştur. Diğer taraftan ölçek geliştirme çalışmalarında metodolojik tarafsızlık ilkesine uyulmaması, psikolojinin sadece bazı dinî tutum ve davranış türleri ile ilgili olabilecek gerçeklik hükümlerini dinle ilgili genel gerçeklik hükümleri olarak sunması yani dinî olguların bilim adamları tarafından çeşitli nedenlerle manüpile edilme ihtimali, ölçüm çalışmalarında karşılaşılan problemlerden bazıları olmuştur. Ayrıca dinin özü değişmese de, belirlemiş olduğu hayat tarzının belli coğrafi, sosyopolitik ve ekonomik faktörlerden etkilenmesi bir yana, dinî inançların içselleştirilmesi (tahkik) veya taklidi bir tarzda yaşanması da nazari dikkate Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi alındığında, dindarlığı ölçmenin yerel faktörlere göre değişen biçimleriyle ve incelikli bir şekilde yapılması gereği ortaya çıkmaktadır (Yapıcı, 2004). Dinin doğası gereği çok boyutlu bir fenomen olması onun tanımlanmasını zorlaştırdığı gibi, bu zorluklar dindarlık kavramının operasyonelleştirilmesi ve dolayısıyla ölçülmesini de zorlaştırmaktadır. Bu yüzden din psikolojisi literatüründe din ve dindarlıkla ilgili çok sayıda tanım, kavramlaştırma, sınıflama ve bunlara bağlı olarak ölçme girişimleri görülmekte ve bu yaklaşımlar doğası gereği birtakım eksiklik, sınırlı bakış açıları ve farklı yorum ve değerlendirmeler içermektedir. Gerek anket gerekse ölçek çalışmalarında temel problemlerden birisi, duygu ve düşüncelerin dil ile yeterince ifade edilip edilemeyeceği problemlerinden kaynaklanmaktadır. Zira bu tür ölçüm araçlarında; insanın iç dünyasının, duygu, düşünce, inanç ve değer yargılarının dil ile yeterince ifade edilebileceği varsayımından hareket edilmektedir. Dindarlığı ölçmek amacıyla yürütülen ölçek geliştirme çabalarının önemli bir özelliği de bu girişimlerin özellikle Hristiyan ve Yahudi kültürleriyle sınırlı olmasıdır. Farklı kültürlerde yapılan din psikolojisi çalışmalarında ihtiyaç duyulan ölçekler, şimdilik geliştirilen bu ölçeklerin diğer kültürlerde yapılan geçerlik ve güvenirlilik çalışmaları ile kültürlerarası standardizasyon (corss-cultural standardization) çabalarıyla giderilmeye çalışılmaktadır. Bu yaklaşım en azından değişik kültürlerdeki araştırmacıların kendi kültürlerine göre ölçeklerini oluşturuncaya kadar geçen süreçte faydalı bir çaba olsa da, uyarlama çalışmalarında kültürler arası farklılıkları iyice kavramak ve ölçeğin ölçmek istediği kültüre özgü özellikleri ölçmesini sağlayacak hâle getirmek her zaman mümkün olmamaktadır. Bun ilave olarak dindarlıkta dine ve kültüre özgü birçok faktörün etkili olduğu düşünülürse, her kültürün en kısa zamanda kendi kültürel dokusuna uygun dindarlık ölçekleri geliştirmesi bir zorunluluk olarak gözükmektedir. Nitekim ülkemizde de dindarlığı ölçme ve belli kategorilere ayırma girişimlerinin 1960’larda başlayıp bu girişimlerin 1980’lerden itibaren daha da yoğunlaşmasına rağmen, günümüzde din bilimleri literatüründe dindarlığı kapsamlı bir şekilde ölçebilecek işlevsel bir ölçek bulunmamakla birlikte, kullanılmakta olan ölçeklerin de bir takım psikometrik problemleri olduğu görülmektedir. Bütün bunlarla birlikte din psikolojisi alanında geliştirilmeye çalışılan ölçeklerin bir kısmının ise bütün din ve kültürleri şümulüne alabilecek bir tarzda geliştirildikleri veya daha sonra yapılan birtakım revizyonlarla bu amaca hizmet eder hâle getirilmeye çalışıldıkları da görülmektedir. Bütün eleştiri ve eksikliklerine rağmen hâlihazırda özellikle korelasyonel çalışmalarda ölçek kullanmaktan daha iyi bir veri toplama tekniği bulunmamakta ve ölçek geliştirme standartlarına uygun bir şekilde geliştirilen ölçekler, en güvenirli ve geçerli öçlüm araçları olarak işlevselliğini korumaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi Tecrübi din psikolojisi çalışmalarında kullanılacak olan ölçüm araçlarıyla ilgili olarak dikkat edilmesi gereken bazı hususlar bulunmaktadır. Bunların başında kullanılacak ölçeklerin olguya uygun bir şekilde geliştirilmeleri veya mevcut ölçeklerden olguya uygun olanlarının tercih edilmesidir. Mevcut literatüre bakıldığı zaman, birçok çalışmada olguya uygun olarak geliştirilen ölçek (çoğu kere bu tür ölçek bulmak zordur) kullanmaktan ziyade, ölçekten hareketle olguyu anlamlandırma yaklaşımları görülmekte ve bu yaklaşım bir takım ölçme problemleri yanında incelenen olgunun yeteri düzeyde anlaşılamamasını da beraberinde getirmektedir. Şöyle ki dinî hayatı daha iyi anlamak ve açıklamak amacıyla yapılan araştırmalarda ölçekten hareket edilmesi, dindarlık olgusunun yanlış bir şekilde kavramlaştırılması ihtimalini ortaya çıkarırken, diğer taraftan sadece olgudan hareket edilmesi ise, ölçeğin nasıl şekillendirileceği, ölçek geliştirme sürecinde karşılaşılan güçlüklerin ne derece olgudan bağımsız bir şekilde ele alınacağı gibi önemli problemler ortaya çıkarmaktadır (Yapıcı, 2004). Dindarlığın ölçümüyle ilgili problemleri en aza indirgemek için dindarlık ölçekleriyle elde edilen verilerin, gözlem ve mülakatlarla desteklenmesi en uygun yaklaşım gibi gözükmektedir. Bununla birlikte kullanılacak olan ölçeklerle uygulama yapılacak örneklem grubunun araştırma evrenini yeter ölçüde temsil edebilecek düzeyde olması da son derece önemlidir. Bahsedilen hususlara duyarlı bir şekilde gerçekleştirilen uygulamalar sonucunda, elde edilen verilerin analizinde uygun istatistiksel analiz yöntemleri kullanmak da dikkat edilmesi gereken diğer önemli bir husustur. Son olarak ise araştırmacının, benimsediği belli bir kuram çerçevesinde bulgularını yorumlaması gerekmektedir. Ancak özellikle din psikolojisi araştırmalarında diğer bir problem de bu alanda henüz güçlü teorik yaklaşımların yeterince geliştirilememiş olmasıdır. Bu durum, din psikologlarını bulgularını belli bir teorik yaklaşım çerçevesinde yorumlamak yerine, eklektik bir yaklaşım benimsemeye zorlamaktadır. Sonuç olarak günümüz din psikolojisi çalışmalarında dindarlığı ve dinî hayatı bütün yönleriyle ele alan yaklaşımlar daha çok tercih edilmekte ve çok boyutlu ölçekler daha işlevsel bir şekilde kullanılmaktadır. Ancak şurası da bir gerçektir ki, herhangi bir bilimsel çalışmada genellikle dinî hayatın belli boyutları ölçülmeye çalışılmakta ve bu boyutlarla diğer değişkenler arasındaki ilişkiler incelenmektedir. Dolayısıyla tek bir araştırmada dindarlığı bütün boyutlarıyla ölçmek için işlevsel olan bütün ölçeklerin kullanılmasının mümkün olmadığı gibi (Çoğu durumlarda birden çok ölçek kullanmak bile birtakım güçlüklere neden olmaktadır) teorik olarak bu durumun mümkün olması durumunda bile ölçeklerle ölçülen şeyin tam olarak dindarlığı resmetmeye gücünün yetmeyeceği gerçeğini hatırdan uzak tutmamak gerekmektedir. Bununla birlikte meseleye kendi kültürümüz açısından bakılacak olursa; dindarlığı ölçüm çalışmalarının genelde İslam kültür ve düşünce Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi geleneği dışında başlayıp gelişmesi ve bu girişimler sonucunda geliştirilen ölçeklerin yapıları gereği genellikle diğer kültürlere fazla duyarlı olmaması, yerel inceleme ve araştırmaların kendine özgü yöntem ve teknikler geliştirmesini zorunlu kıldığının altını çizmek gerekmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 • Din psikolojisinde ölçek kullanmadan bilimsel araştırma yapılamaz mı? Tartışınız. Bireysel Etkinlik Tartışma forumu Tartışma Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi • Dindarlığı tek bir faktör olarak ele almak ile faklı boyutlardan ele almak arasında ne gibi avandaj veya dezavantajlar olabilir? Düşününüz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Etkileşimli Alıştırmalar Alıştırmalar Özet Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi •Dinî davranış ve tecrübe üzerinde çalışan ilk din psikologları dindarlığı tek boyutlu bir yaklaşımla ele almış, takip eden süreçte birçok çalışmada bu yaklaşım devam ettirilmiştir. Durkheim’in 1915 yılında dinî inançlarla dinî törenleri birbirinden ayırması, dinin çok boyutlu bir perspektiften incelenmesinin yolunu açmış ve özellikle 1950-1960 yıllardan itibaren bu yaklaşım kullanılmaya başlanmış ve hâlen kullanılmaktadır. Din psikolojisinde ölçek geliştirme süreci de, dindarlığın kavramlaştırılmasına paralel olarak gelişmiş ve ilk din psikolojisi çalışmalarında kullanılan ketegorik yaklaşım (tek boyutlu) çok boyutlu kavramlaştırmayla birlikte gelişen çok boyutlu ölçüm çalışmalarıyla terk edilmiştir. Günümüz din psikolojisi çalışmalarında dinî hayat değişik perspektiflerden ele alınmakta, ölçülmekte ve bu konudaki bilgi birikimine her geçen gün yenileri eklenmektedir. Ancak dindarlığı ölçmek için ölçek geliştirme sürecinde olduğu gibi, ölçeklerle araştırma yapma konusunda da önemli zorluklar bulunmakta, tecrübi çalışma yapan araştırmacıların dikkat etmesi gereken birçok nokta bulunmaktadır. • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebiirsiniz Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi ilk din psikolojisi araştırmalarında kullanılan yaklaşımlardan birisidir? a) Kategorik yaklaşım b) İki boyutlu yaklaşım c) Üç boyutlu yaklaşım d) Çok boyutlu yaklaşım e) Korelasyonel yaklaşım 2. Dinî hayatı çok boyutlu bir yaklaşımla ele almanın önünü kim açmıştır? a) Freud b) Wundt c) Durkheim d) Jung e) Erikson 3. Dindarlığı iç güdümlü ve dış güdümlü olmak üzere iki temel kategoride ele alan yaklaşımıyla meşhur olan araştırmacı kimdir? a) Galton b) Glock c) Allport d) Durkheim e) Gazali 4. “Sosyal ve ekonomik refahımı korumak için ara sıra dinî inançlarımla uzlaşma zorunluluğu hissediyorum.”ifadesine kuvvetli bir şekilde katıldığını belirten birisi için aşağıdaki sonuçlardan hangisi çıkartılabilir? a) İç güdümlü bir dinî motivasyona sahiptir. b) Dış güdümlü bir dinî motivasyona sahiptir. c) Münafıktır. d) Fasıktır. e) Zayıf bir dindardır. 5. Dindarlıkla ilgili “taklid” ve “tahkik” olmak üzere klasik iki kategoriye Gazali’nin eklemiş olduğu kategori, aşağıdakilerden hangisidir? a) İnanç b) İtikat c) Marifet Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi d) Duygu e) Etki 6. Meadow-Kahoe modeline göre, dışsal evre ile içsel evre arasında hangi evre bulunmaktadır? a) Özerk b) Marifet c) Kurumsal-geleneksel d) Bireysel e) Duygusal 7. Aşağıdakilerden hangisi Glock tarafından teklif edilen enlemsel boyut içinde yer almamaktadır? a) Duygu b) Etki c) Bilgi d) Özerk inanç e) İnanç 8. Her dinde yapılması tavsiye ve emredilen şeyler olduğu gibi, yapılmaması tavsiye edilen veya yasaklanan davranışlar bulunmaktadır. Bu davranışlar, aşağıdaki boyutlardan hangisi içinde mütalaa edilebilir? a) Duygu b) Etki c) Bilgi d) İnanç e) İbadet 9. Tecrübi araştırmaya katılan insanlar, kendilerine yöneltilen sorulara “evet veya hayır” ya da “hep veya hiç” şeklinde cevap verebiliyorlarsa, bu çalışmada hangi yaklaşım kullanılmış olabilir? a) Çok boyutlu yaklaşım b) İki boyutlu yaklaşım c) Teorik yaklaşım d) Korelasyonel yaklaşım e) Basit-kategorik yaklaşım 10.Aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a) Ölçek geliştirme süreci zor ve zahmetli bir iştir. b) Dindarlığın önemli bir bölümü, tecrübe alanını aşan yapısıyla bilimsel yöntemlerle ele alınabilecek bir mahiyetten uzak özelliklere sahiptir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi c) Sosyal bilimciler, başlangıçta özellikle dinî davranışların ölçülmesine direnç göstermiş ve ölçülen şeyin din olmadığını vurgulamıştır. d) Ölçüm çalışmalarındaki temel problemlerden birisi, duygu ve düşüncelerin dil ile yeterince ifade edilip edilemeyeceği sorunudur. e) Hepsi Cevap Anahtarı 1-B, 2-C, 3-C, 4-B, 5-C, 6-C, 7-D, 8-B, 9-E, 10-E Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Adorno, T. W., Frenkel, Brunswik, E., Levinson, D. J. ve Sanford, R.N. (1950). The Authoritarian Personality, Harper and Brothers, New York. Allport G.W. ve Ross M.J., (1967). Personal Religious Orientation And Prejudice. Journal of Personality and Social Psychology. Argyle, M. ve Beit Hâllahmi, B., (1975). The Social Psychology of Religion, Roudledge and Kegan Paul, London and Boston, Batson, C. D. ve Ventis, W .L., (1982). The Religious Experience (A SocialPsychological Perspective), Oxford: Oxford University Press, New York, Feagin, J. (1964). Prejudice and Religious Types: A Focused Study of Southern Fundamentalists. Journal for the Scientific Study of Religion, Gazali, İhya-u Ulumu’d-Din, Kahire, 1967. Glock, Joseph E., On the Study of Religious Commitment, in the, Religion’s Influence in Contemporary Society Readings in the Sociology of Religion, Ed: Faulkner, Charles E. Merrill Publishing Co., Ohio 1972, s. 38-56. Glock, C.P. Dinî Teslimiyetin Tetkiki Üzerine (Dinî Hayatın Boyutları), Çev. Faruk Karaca, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, (www.dinbilimleri. com), 3, 2001 Gorsuch, R. L., Toward motivational theories of intrinsic religious commitment, In the Psychology of Religion, Ed: Bernard Spilka and Daniel N. McIntosh, Westview Press, Colorado, 1997, s.12-17. Hill, P.C. and Hood, R. W. (1999) Measures of Religiosity, Religious Education Press, Birmingham, Alabama, Hökekelki, Hayati, Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara, 1993. Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisine Giriş, Dem Yayınları, İstanbul, 2010. Hökelekli, H., Türkiye’de din psikolojisi çalışmalarında karşılaşılan güçlükler ve bazı temel meseleler. Günümüz Din Bilimleri Araştırmaları ve Problemleri Sempozyumu, Samsun, 1989, s. 107-114. Hood ve ark., The Psychology of Religion, The Guilford Press, Second Edition, New York and London, 1996. Hood, R. W., The empirical study of mysticism, In the Psychology of Religion, Ed: Bernard Spilka and Daniel N. McIntosh, Westview Press, Colorado,1997. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28 Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi Karaca, Faruk, Din Psikolojisinde Metot Sorunu ve Bir Dindarlık Ölçeğinin Türk Toplumuna Standardizasyonu, EKEV Akademi Dergisi, 2001, 3 (1), 187-202. Kayıklık, Hasan, Bireysel Dindarlığın Boyutları ve İnanç-davranış Etkileşimi, İslami Araştırmalar Dergisi, 2006, 19,3, 491-500. Meadow, Mary Jo-Kahoe, Richard D. Psychology of Religion, Harper and Row, Publishers, New York, 1984. Mehmetoğlu, Ali Ulvi, Dindarlığın Peşinde: Din Psikolojisinde Araştırma, Ölçme Ve Yorumlama Üzerine, Dinî Araştıralar Dergisi, Din Psikolojisi Özel Sayısı, 2006, 19, 3, 465-478. Paloutzian, R.F., Invitation to the Psychology of Religion, Allyn and Bacon, Second Edition, London, 1996 Pargament, K.I., Of means and ends: Religion and the search for significance, The International Journal for the Psychology of Religion, 1992, 2, 4, 201-229 Peker, Hüseyin , Din Psikolojisi, Sönmez Matbaa ve Yayınevi, Samsun, 1993. Thouless, R. H., An Introduction to the Psychology of Religion, Cambridge University Press, Third Edition, London, 1974. Wulf, D. M., Psychology of Religion (Classic and Contemporary), John Wiley and Sons, New York, 1997. Yapıcı, A. (2004). “Din Bilimleri Alanında Yapılan Empirik Çalışmalarda Karşılaşılan Metodolojik Bir Problem: Ölçek mi Olguyu, Olgu mu Ölçeği Oluşturmakta?”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 4 (1), 85-118 Yavuz, K. Din psikolojisinde metot meselesi ve yeni gelişmeler. Atatürk Üniversitesi İ.F. Dergisi, 1986, 7, s. 176-177 Yıldız, Murat, Dindarlığın Tanımı ve Boyutları Üzerine Psikolojik Bir Araştırma, Tabula Rasa, 2001, 1, 1, s.19, 42. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29 HEDEFLER İÇİNDEKİLER DİNİ VE MANEVİ TECRÜBE • Tecrübe ve Dinî Tecrübe • Dinî Tecrübenin Önemi • Dinî Tecrübenin Özü • Dinî Tecrübe Türleri • Manevi Zekâ ve Manevi Tecrübe • Manevi Tecrübe Türleri • Dinî ve Manevi Tecrübenin Değeri DİN PSİKOLOJİSİ Prof. Dr. Hayati Hökelekli • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Dinî tecrübenin ne olduğu anlayabilecek, • Dinî tecrübenin önem ve gerekliliğini kavrayabilecek, • Dinî tecrübe ile ilgili farklı açıklamalardan haberdar olabilecek, • Dinî tecrübe türlerini ayırt edebilecek, • Manevi zekâ ve manevi tecrübeyi tanımlayıp türlerini değerlendirebileceksiniz. ÜNİTE 6 Dinî ve Manevi Tecrübe GİRİŞ Dindarlık, insanın tüm kişilik boyutlarıyla, duygu, düşünce ve davranışlarıyla yaşanan çok yönlü ve kapsamlı bir hayat tarzıdır. Bu yaşantıda dinî duygu ve sezgilerin, manevi algı ve coşkuların özel bir yeri vardır. Dindar insan, hayatının her aşamasında kendisini ilahî ve manevi yüceliklerle iç içe hisseder. Kendi varoluş sınırlarının ötesinde bir “başka” varlıkla ilişki ve iletişim hâlinde görür. Kendisini Allah’a yakın, onun güç, etki ve ilhamlarına açık, talep ve beklentilerine karşı sorumlu olarak algılar. Bu tecrübe, dindar insanın varoluşunu yüceltir, insani kapasitesini artırır, dinî değerlere bağlılığını güçlendirir. Yapılan araştırmalar insanların büyük çoğunluğunun zaman zaman dinî tecrübeler yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Bu tecrübeler sayesinde dinî inancın gerçeklik değeri daha da artar. Çünkü dinî ve manevi tecrübe yaşayan insanlar açısından bu duygu ve sezgilerin, inancı doğrulayan kesin bir değeri vardır. Samimi dindar olan kimseler kadar, belli bir dinî adanmışlığı ya da düzenli bir dinî hayatı olmayan bir kısım insanlar da zaman zaman kendilerini manevi bir yüceliş, ruhsal bir genişleme ve coşkunluk, anlam ve güzellik dolu olağan dışı bir gerçeklik algısı içerisinde bulabilmektedirler. Dinî ve manevi gerçeklerle doğrudan ilişki yaşamak, onların varlığını içinde hissetmek hem büyük bir zevk, tatmin ve huzuru hem de zihniyet ve benlikte bir kısım değişim ve dönüşümleri beraberinde getirir. Bu yüzden, bu tür tecrübeler yaşamak için insanlar bazen ilgi ve dikkatlerini kendi iç dünyalarına yoğunlaştırma, bazen de suni ve zorlamalı vasıta ve yollara başvurma ihtiyacı duyabilirler. TECRÜBE VE DİNî TECRÜBE Tecrübenin sözlük anlamı denemek, sınamak, başa gelmek, görüp geçirmek, yaşantı demektir. Genel anlamda tecrübe, doğrudan doğruya yaşayarak, başımızdan geçen bir olaya şahit olarak, içsel yaşantımızla edindiğimiz bilgi ve idrakleri ifade eder. Tecrübe, dünyayı ve hayatı sezgisel ve duygusal bir kavrama biçimidir. Gerçeklerle birebir ilişki kurmadır. Gerçeklerle birebir ilişkinin ne olduğunu anlamak için şöyle bir örnekten hareket edebiliriz: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Örnek Dinî ve Manevi Tecrübe •Avustralya gibi kendi ülkemizden çok uzakta bir yerin var olduğunu duymuşuzdur. Bu ülke hakkında yazılmış birçok kitabı okuyup, televizyon ve internetten bilgi edinmiş olsak bile, bunlar tek başına bir tecrübe kazanmamıza yetmez. Ancak bu ülkeye seyahat edip, bölgelerini ve şehirlerini gezip dolaşarak insanlarıyla tanışarak ve ülkenin tarih ve kültüründen haberdar olup dilini az-çok konuşarak ve bu ülkede bir süre yaşayarak,bu ülkenin gerçek bir tecrübesini elde etmiş oluruz. Dinî tecrübe, dinî inanç ve değerlerin konusu olan şeyi bizzat hissederek, yaşayarak, bunlarla doğrudan doğruya temas kurarak, farkına varmadır. Dinî tecrübe dindarlık yaşantımızın duygusal ve sezgisel boyutudur. Dinî tecrübe dinî bilgi ve kavramlarımız, görenek ve alışkanlıklarımıza büyük ölçüde bağlı olmakla birlikte, dinî inanç ve değerlerimizin haber verdiği gerçekliği içsel olarak hissediştir. Buna göre dinî tecrübenin konusunun “kutsal” ya da “ilahî güç” olduğu söylenebilir. Kutsal ve ilahî gerçeklerle ilişki ve iletişim muhakemeye dayalı bir yolla olabildiği kadar, duygular ve içsel yaşantılarla da mümkün olabilmektedir. Hatta denebilir ki, ilahî gerçekler ve dinî değerler kalp gözüyle, içsel sezgiyle daha iyi kavranır. İnsan yaratılış itibariyle ilahî ve kutsal hakikat ve değerleri fark edip keşfedebilecek bir tabiata sahiptir. İnsan yaratılış itibariyle ilahî ve kutsal hakikatleri ve değerleri fark edebilecek, keşfedebilecek, onlarla ilişki kurabilecek bir yapıya sahiptir. İslam geleneği bu doğal dindarlık yeteneğine “fıtrat” adını vermiştir. Kur’ânı-ı Kerim’de (Rum 30/30) ve Hz Peygamber’in çeşitli hadislerinde (Buhari, Cenâiz 79, 80, 98; Sünnet 17, Kader 3.Müslim, Kader, 22-25) ifade edilen fıtrat kavramı, dindarlığın duygusal ve doğal temeline işaret etmektedir. Günümüz din psikologları da genelde, doğuştan varlığını kabul ettikleri ”dinî yetenek” ya da “din duygusu”ndan söz ederler. Son zamanlarda da, bu doğal dinî eğilimin biyolojik ve genetik temeli konusunda araştırmalar yoğunlaşmıştır. Hadislerde dile getirildiği şekliyle fıtrat yeteneği, içi boş bir çerçeve gibidir; anne babanın şahsında temsil edilen belli kültürel dinî geleneğin inanç değerleri ve kavramları ile şekillenmektedir. Böylece denebilir ki, dinî tecrübe yeteneği başlangıçta genel bir “kutsallık algısı“ iken, daha sonra belli bir dinin inanç değerlerine göre şekillenen bir dinî kimlik ve kişiliğin temelini oluşturmaktadır. Dinî tecrübe, hayat ve evren içinde mevcut olan ilahî sırra tabii bir hassasiyettir. İlahi vahyin kabul edilmesi, Allah’ın kendi eserleri içerisinde Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Dinî ve Manevi Tecrübe temaşası ancak bu boyutla mümkün olabilir. Gökyüzünün sonsuzluğunu izleyen veya tabiatın eşiz güzellikleri karşısında kendinden geçen birisinin bu ihtişamın kaynağında Allah’ın yüceliğine duyduğu hayranlık, bir dinî tecrübe konusudur. Bunaldığı ve daraldığı bir anda içten bir duyguyla yardım talebiyle kendisine yöneldiği yüce Yaratıcının mucizevî yardımına kavuşan ve böylece huzur ve kurtuluş bulan kimse, dinî bir tecrübe yaşamış olmaktadır. Bir dinî merasim, ayin ya da ibadet esnasında büyük iç huzuru, sevinç ya da korku ve titreme ile Rabbine kendini yakın hisseden kimse, dinî tecrübe yaşamış olduğunu ifade edebilir. Rüyasında, ya da uyanıkken, kişisel hayatı ve geleceği açısından çok önemli bir kararına yol gösterici manevi bir işaret ve ilhamla karşı karşıya gelen kimse için bu bir dinî tecrübedir. Dinî tecrübenin konusu Allah, ilahî öz, ya da en üst ve aşkın otorite olarak kabul edilen bir gerçekliktir. Buna göre dinî tecrübeyi; “Allah’ın, işaret, tezahür, etki ve delillerini sezgisel algılama, vasıtasız doğrudan doğruya kavrama, kutsal ve ilahî kudretle sezgisel ve duygusal ilişki kurma” şeklinde tanımlayabiliriz: Bu tanıma göre dinî tecrübenin konusu Allah, ilahî öz, ya da en üst ve aşkın otorite olarak kabul edilen bir gerçekliktir. Allah’ın varlığının ve etkinliğinin kişisel bir deneyim biçiminde farkında olmak, dinî tecrübeyi sıradan tecrübelerden ayıran ve onu dinî kılan en önemli özelliktir. Öte yandan bu tecrübeyi yaşayan kişi açısından dinî tecrübe, inanılan Tanrı ile belli bir ilişkiyi kapsayan bütün duygular, sezgiler ve algılardan oluşmaktadır. DİNî TECRÜBENİN ÖNEMİ Bazı din psikologları dindarlığın, dinî süreçlerin özünün içsel bir tecrübeden ibaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu görüşün öncülerinden olan W. James’e göre iman temelde bir duygudur; inanılan varlığın gerçek olduğuna dair duygu ile orantılıdır. Böylece, din ile içsel tecrübeyi bir bakıma aynılaştırmış, onu kültürel ve kurumsal dindarlıktan bağımsız bir öz olarak tanımlamıştır. Fakat günümüzde bu indirgemeci anlayış yerine dindarlığın daha bütüncü bir kavramına başvurulmaktadır. Kişinin içinde yetiştiği toplumsal ve kültürel gelenek, onun imanını nasıl yaşayacağı hususunda önemli bir kaynak durumundadır. Öte yandan, hiçbir dinî tecrübeye sahip olmadan da dindarlığını yaşayan pek çok insanının varlığından söz edilebilir. Bununla birlikte dindarlıkta duygu ve coşkuların önemli bir yeri vardır. Gerçek bir içsel tecrübe geçici bir duygulanım olmayıp, düşünceyi kaplayan ve onu genişleten bir etki gücüne sahiptir. Dinî tecrübe, dinî kavrayışın her noktasında sezgisel, vasıtasız ve derin bir duy gusallık içerisinde “Allah’ta var olma”yı ifade eder. Dinî duygular insanı sürekli ilahî aleme yöneltir ve oraya Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Dinî ve Manevi Tecrübe doğru yükselme çabası içine sokar. Din duygusunu kuvvetle yaşayan kimse, düşünce ve tasavvurlarında, tutum ve davranışlarında Allah’la uyum içerisinde olduğunu hisseder. Bütün arzu ve özlemlerinin ilahî alemde gerçekleşeceği ümidi ve güveni içerisinde, bu dünyada bulamadığı güven ve teselli ihtiyacını dinî duygusu sayesinde tatmin eder. Din duygusunu kuvvetle yaşayan kimselerde bu tecrübe yepyeni bir kuvvet kaynağı meydana getirmekte, hayat kesin olarak yeni boyutlar kazanmış şekilde genişlemektedir. C.G.Jung’un ifadesiyle; “dinî tecrübeyi yaşayan insan kendisine anlam, güzellik ve bir hayat kaynağı sağlayan ve dünyaya ve insanlığa yeni bir ihtişam veren sınırsız bir hazineye, huzur ve güvene sahiptir.” (Jung, 1993) Dinî tecrübenin bu teselli edici, kuvvet ve huzur verici etkisini W.James de şöyle ifade der: “Kendimizi acz ve çaresizlik içinde eksik hissettiğimiz bir anda din bizim imdadımıza koşar. Bir ruh hâli vardır ki, yalnız dindar olanlar ona erişebilir. Bu, dünya meydanında bütün umutların kaybedildiği ve bizi çevreleyen hayatın âdeta bizi terk ettiği bir anda dinî duygu bizi yeniden gençleştirmekte ve iç hayatımızı değiştirmektedir. Bütün sıkıntılardan kurtulmuş, her türlü endişeden arınmış olarak kendimizi yepyeni bir dünyada bulmaktayız. Böyle bir sevinç duygusuna ancak dinde rastlamak mümkündür. Aynı duyguyu bir başka yerde bulmak gerçekten zordur.” (James, 2002) Dinî tecrübe hem inancı güçlendiren hem de onun varlığına delil oluşturan ikili bir öneme sahiptir. Böylece dinî tecrübe hem inancı güçlendiren hem de onun varlığına delil oluşturan ikili bir öneme sahiptir. Ülkemizde yapılan bir tecrübi araştırmada, dinî tecrübe sahibi olmanın mevcut inancı daha da güçlendirdiğini belirtenlerin oranı %88.8 olarak bulunmuştur. Dinî tecrübe dindarlığı canlı tutar ve kişinin kendisini Allah’a yakın hissetmesini sağlar. Sıradan bir bilinç hâlinden sıyrılarak, ilahî ve manevi bir boyuta geçiş yapmaya imkân verir. Dinî tecrübe sayesinde Allah’ın kendisiyle ilgilendiğini hisseden ve düşünen bir dindar için inancının konusu olan şey, tam bir gerçeklik ve etkinlik kazanır. Bu yüzden, dinî duyguları açığa çıkaran ve coşturan dinî musiki ve mevlit benzeri bir takım dinî uygulama, tören ve ayinlere katılan kimseler üzerinde yapılan araştırmalar, bu törenlerde “kendini Allah’a yakın hissetme”, “dinî coşku yaşama” ve “kötü duygulardan arınmışlık” hissi yaşayanların oranlarının çok yüksek olduğunu göstermektedir. Özellikle 20’li yaşlardaki gençler ve bayanlarda bu etkinin çok yoğun yaşandığı müşahede edilmektedir. Böylece dinî tecrübe Allah ile daha yakın ilişki, daha fazla dua ve ibadet ve ahlaki duyarlılıkta artış yönünde etkiler göstermektedir. Az da olsa bazı insanlarda dinî tecrübe, dinî şüphe artışına da (13.4) neden olabilmektedir. Yaşadığı tecrübenin dinî bakımdan ne ifade ettiğini bilemeyen, bunu doğrulamakla birlikte kesin olarak bundan emin olamayan (%30.5) kimselerin varlığı da bir gerçektir. Belli bir durumda, Allah’ı görüyormuşçasına, karşısında Rabbi hazır duruyormuşçasına derin bir hisle ibadet eden bir müminin yaşadığı manevi zevk ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Dinî ve Manevi Tecrübe doyum, hiçbir şeyle ölçülemez. Mistikler ve sûfiler, bir bakıma bu manevi zevki en üst noktada tecrübe etme ve böylece ruhsal bir dönüşümü gerçekleştirme amacı taşırlar. İlahi sevgi ve aşk bir insanda merkezi bir hâl aldığı zaman, tüm diğer ilgiler ve zevkler önemsiz hâle gelir. Allah yolunda feda edilemeyecek, terk edilemeyecek hiçbir ilgi konusu kalmaz. Kişinin kendine ait en değerli varlığı olan “can”dan bile vazgeçilebilecek ve ölümü “düğün gecesi” olarak algılayacak bir bilinç seviyesine ulaşılır. Yaşadığı büyük bir acı ve çaresizlikten ilahî yardım ve rehberlik sayesinde kurtulduğunu hisseden bir kimsenin hayatında mucizevî köklü değişim ve dönüşümlerin yaşandığı görülebilir. Böylece, değişik şart ve durumlarda yaşanan dinî tecrübeler, benlik algısında, kişilik ve karakter yapısında, dünya görüşü ve genel hayat tarzında da çok yönlü dinamik etkileri açığa çıkarırlar. DİNî TECRÜBENİN ÖZÜ Dindarlığın duygusal temeli ve niteliği konusunda iki farklı teori ortaya konulmuştur. Bunlardan birincisi W. James’in ileri sürdüğü görüştür. Onun açısından dindarlığın özü ve kaynağı duygu olmakla birlikte, hiçbir duygu tek başına dinî değildir. Yani dinî tecrübe değişmez bir öze sahip değildir; değişik duygusal yaşantılar dinî bir renk ve anlam kazanabilir. Dinî tecrübe tek bir duygu şekli olmayıp, dinî konular karşısında, dinî bir bağlamda kişide beliren duygu ve idraklerin genel adıdır. İnsanın bütün duygusal kapasitesi, Allah’la ilişki sürecinde dinî bir renge boyanabilir. Buna göre; dinî ilişkiye bağlı olarak yaşanan korku, sevgi, bağlılık, hayranlık, güvenme, sığınma teslim olma, sabır, şükür, minnettarlık, saygı, hürmet, tazim, hüzün, rıza, haya vb. duygular, dinî tecrübe içersinde yer alan önemli duygulardandır. Bu yüzden dinî tecrübenin tek bir biçiminden söz etmek zordur. Kişinin duygusal kapasitesi ile temas kurulan (kutsal) nesnenin canlı ve etkin manasına bağlı olarak çok çeşitli dinî tecrübeler yaşanabilmektedir. Dinî tecrübe anında hissedilen şeyler, genelde çift kutuplu birtakım duygulardır. Coşku ya da dehşet, sevinç ya da ürküntü hissedilen temasın bazı nitelikleri olarak kendisini fark ettirir. Yaşantının özelliğinden çok, alışkanlığa bağlı ve kasıtlı olarak yönetilmesi, dinî duygunun varlığına işaret etmektedir. Bundan dolayı, bir dinin bağlıları tarafından tecrübe edilmemiş hiçbir duygu ve heyecanın olmadığı söylenebilir. Duygusallık insanın doğal bir psikolojik boyutudur. Yaratılışın temel boyutu ve işleyiş ilkeleri her yerde ortak olduğuna göre, din duygusu evrensel bir özelliğe sahiptir. Ancak, dinî tecrübenin hangi tonda ve tarzda gelişimini belirleyecek olan kültürel şartlardır. Buna karşılık R.Otto, dindarlık tecrübesinin hiçbir şeye benzemez bir kimliği olduğunu savunarak bunu “kutsal” kavramıyla ifade etmiştir. Din kutsalın tecrübesi olup, bu da kesin olarak kendine özgü, başka şeye benzemez ilahî Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Dinî ve Manevi Tecrübe James, dinî obje ile ilişkisinde duyguların çeşitliliğini ortaya koyarken, Otto bunları bir araya toplamakta ve tek bir yapının unsurları olarak ele almaktadır. bir niteliğe (numineux) sahiptir. Kutsalın tecrübesi, zıt duyguların ahenkli bir uyumudur. Bu duyguların ortak yönleri de olabilir. Çoğu zaman dinî tecrübe korku ve hayranlıkla karışık bir saygı duygusu şeklinde anlaşılmaktadır. Sonsuz saygı ve büyük korku ile tezat hâlinde ilahî olan kendine çeker, büyüler, hayran bırakır ve insana ahiret mutluluğu olarak isimlendirilecek bir mutluluk, mistik hayranlığa varacak kadar hissedilen bir coşku verir. Kutsal tecrübesinde, bu tecrübeyi meydana getiren duygular, duygusal bir yapı içinde birleşerek tamamen farklı bir kategori oluştururlar. Otto’ya göre kutsal tecrübesi içindeki sevgi, korku vb. James’in dediği şekilde dinî bir objeye uygulanan ortak duygular değildir artık. Gerçekte dinî duyguyu nitelendiren büyük bir kutupsallık vardır. Bu dehşet ve ürküntü veren (tremendum) ve kendisine cezp edip hayrette bırakan (fascinosum) şeyin tecrübesidir. Buna göre, dinî tecrübe içerisinde hissedilen duygular, zıt yönde gelişme gösteren iki dizi heyecan türünü bir arada buluşturan tek bir yapı özelliğine sahiptir. Birinci dizide “korku” yönünde gelişen duygu ve heyecanlar vardır. Mutlak erişilemezliği ve yüceliği, tamamen başkalığı ve üstün kudreti ile “ilahî varlık” insanda korkutucu bir etki uyandırır. Dinî metinlerde sıkça yer alan takvâ, havf, haşyet, tazim, heybet, rahbet, hürmet vb. kavramlar, Allah’ın ”Celal” sıfatının ve gazabının insan üzerinde bıraktığı ürkütücü etkiyi dile getirdiği söylenebilir. Kutsalın tecrübesi içersindeki ikinci boyut; son derece muhteşem ve yüce olan sonsuz varlık karşısında hissedilen “yaratılmışlık ve fânilik” hâli tecrübesidir. Dindar kişi Yüce Allah karşısında kendisini zavallı, güçsüz, küçük ve ona bağımlı hisseder. Bu unsurlara bir üçüncüsü daha katılır ki, bu da “ İlahi kudret Enerjisi”dir. Allah kuvvet, hareket ve iradedir. Buna ilaveten, hiçbir şeye benzemez olan Allah, “hayret verici yabancı sır”dır. Dinî tecrübenin ikinci dizisi ise “sevgi ve arzu” yönünde gelişen duygusal unsurlardan oluşur. İlahi Kudret aynı zamanda hasret ve istek uyandıran, sevgi, güven, umut, minnettarlık ve şükran telkin eden ve ruh üzerinde karşı konulmaz bir cazibe kuvveti ile etkide bulunarak, insanı tam teslimiyete zorlayan mukaddes bir değer olarak da tecrübe edilir. Muhabbet, aşk, şevk, üns, recâ, yakîn, zevk, vecd vb. kelimelerle ifade edilen duygu hâlleri Allah’ın sınırsız rahmet ve merhametinin, “Cemâl” sıfatlarının algılanışını dile getirir. Böylece İlahi Kudret korkutucu olduğu kadar, büyük huzurlu iç yakınlığı, sonsuz zevk, güven, itminan veren bir sır olarak kendisini hissettirir. Böylece James, dinî obje ile ilişkisinde duyguların çeşitliliğini ortaya koyarken, Otto bunları bir araya toplamakta ve tek bir yapının unsurları olarak ele almaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Dinî ve Manevi Tecrübe DİNî TECRÜBENİN TÜRLERİ Sıradan, normal insan tecrübesini aşan birçok olay vardır. Ölüme yakın deneyimler, güzellik ve musiki etkisiyle ortaya çıkan kendinden geçme hâlleri, peşinden çok koşulan ya da sürpriz şekilde elde edilen çok büyük bir başarıya bağlı olarak yaşanan yoğun heyecanlar, şeytani bir varlık tarafından kışkırtılma hâlleri vb. bunlardan en çok rastlananlarıdır. Bunların yanında, her şeyin bir ve bütün olduğu, zaman ve uzayın dışına çıkıldığı şeklindeki mistik tecrübeler de önemlidir. Fakat hangi tür ruhi/manevi bir tecrübe olursa olsun, dinî olarak nitelendirilmesi için belli bir dinî inanç merkezine bağlı olarak, belli dinî sembollerce uyarılan ve dinî bir bağlamda ortaya çıkması gerekir. Bu hususu dikkate alarak dindarların zaman zaman yaşadıkları dinî tecrübeleri şu başlıklar altında ayırt edebiliriz: Kutsalın Tecrübesi Dindar insanlarda kutsallığın genel bir duygusu, çok belirgin olarak kendisini gösterir. Buna “ön dinî tecrübe” de denilebilir. Bu tecrübe sayesinde dinî inanç ve değerler dünyasının varlığının farkına varılır. Kâinattaki ilahî kudreti sezme, madde ötesindeki aşkın bir gücün belli belirsiz fark edilmesi bu tecrübenin esasını oluşturur. Dindar olsun ya da olmasın insanlar zaman zaman, birden bire beliren olağan dışı bir gücün, sırlı bir varlığın mevcudiyetini içlerinde hissedebilirler. Dindar insanlarda özellikle dinî ayin ve törenlerde, dua ve ibadet anlarında, kutsal mekânlarda kutsallığın genel bir duygusu çok belirgin olarak kendisini gösterir. Bu tecrübe çerçevesinde, kutsal ve kutsal dışı arasındaki sınırda korkunun, dehşetin ve ihtişamın tanımı güç duygusal tecrübesi yaşanır. Sırrına erişilemez bir sonsuzluk karşısındaki küçüklük ve sınırlılık duygusu, teslim olma ve diz çökme tepkisi ortaya çıkar. Ulûhiyet Tecrübesi Ulûhiyet tecrübesi, “Allah’ın varlığının hem tabiatüstü (aşkın) hem yeryüzündeki varlıklar ve benlikte fark edilen (içkin) sezgisel ve kendine has şuuru” şeklinde tanımlanabilir. Bireye, Allah’ın varlığının tecrübesi olarak görünen şey kendi içinde beş farklı türde olabilir. Allah’ın, ortak, genel (herkese açık), duyusal bir nesne vasıtasıyla tecrübe edilmesi (Meselâ, gece yıldızlı semayı temaşa eden birinin, orada birden Allah’ın sonsuz kudretini, ihtişamını ve güzelliğini hissetmesi). Allah’ın olağan dışı, genel, duyusal bir nesne vasıtasıyla tecrübe edilmesi (Meselâ, Hz. İsa ve Havarilerin gökyüzünden inen bir sofradan yemek yemeleri). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Dinî ve Manevi Tecrübe Allah’ın, normal duyusal dille tanımlanabilen özel bir nesne vasıtasıyla tecrübe edilmesi (Meselâ, Cebrail’in insan kılığında görünüp Hz.Peygamber’le veya Hz. Meryem’le konuşması). Allah’ın normal duyusal dille tanımlanamayan özel bir nesne vasıtasıyla tecrübe edilmesi. Birçok sûfi ve mistik, Allah’ı özel bir yolla tecrübe etmiş ve bu tecrübelerini anlatmada kelimelerin yetersiz kaldığını ifade etmiştir. Allah’ın herhangi bir duyusal vasıta olmaksızın tecrübesi. Bu tür tecrübede kişi, Allah’ın sezgisel veya vasıtasız algısına sahiptir (Mesala, Hz. Peygamber’in Mirac gecesi Allah’ın huzuruna yükselmesi). Hz. İbrahim’in Kurân-ı Kerim’de anlatılan ulûhiyet tecrübesi burada örnek olarak ele alınabilir. Tefsirlerin kaydettiğine göre ergenlik yaşlarında gerçekleştiği belirtilen bu olay, belli bir süreç içerisinde tamamlanmıştır. Buna göre Hz. İbrahim önce doğal bir din duygusu ile kendi toplumunca kutsal kabul edilen varlıklara yönelmiştir. Ancak onlar üzerinde yaptığı incelemeler ve çıkarımlar kendisini, Allah’ın sonlu ve geçici olamayacağı ve yaratılanlara benzemeyeceği fikrine ulaştırmıştır. “Gece basınca bir yıldız gördü, ‘işte bu benim Rabbim’ dedi; batınca ‘batanları sevmem’ dedi. Ay’ı doğarken görünce, ‘işte bu benim Rabbim’ dedi; batınca,’Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi andolsun ki sapıklardan olurdum’ dedi. Güneşi doğarken görünce, ‘işte bu benim Rabbim, bu daha büyük’ dedi; batınca ‘ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım’ dedi. Doğrusu, O’nun bir ve tek olduğunu tasdik ederek ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim, ben ortak koşanlardan değilim.” (En’âm 76-79). Hz. İbrahim’in yaşadığı bu olaydan şu psikolojik sonuçları çıkarmak mümkündür: Bilişsel gelişime uygun olarak, Allah tecrübe ve tasavvuru somuttan soyuta doğru bir gelişim süreci geçirmektedir. Uluhiyet tecrübesi, kültürel gelenek ve uyarıcıların etkisi altında gelişmektedir. Fıtrat yapısı bozulmamış kimseler, kültürel geleneklerce asliyeti karartılan tevhid inancına ulaşmalarına basamak oluşturan çeşitli dinî tecrübeler yaşayabilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Bireysel Etkinlik Dinî ve Manevi Tecrübe • Allah'ın varlığını içinizde nasıl hissettiğinizi düşününüz.. İlahî Cevap Tecrübesi Örnek İlahî cevap tecrübesi, “Allah’ın kişinin durumuyla ilgilendiği, zaman zaman duasına ve talebine cevap verdiği, ihtiyacını giderdiği hissi” şeklinde tanımlanabilir. Dindar insanların çoğu, hayatları boyunca bu tür tecrübelerle karşı karşıya kaldıklarını bilirler. Ülkemizde yapılan bir araştırmada (Yaran, 2009) “Duama cevap olarak veya bir ihtiyaç anında Allah’ın yardımını gördüm” türünden dinî tecrübe yaşayanların oranı %25.2 olarak bulunmuştur. İlahi cevap tecrübesi aynı zamanda ülkemizde en fazla yaşanan dinî tecrübe türü olarak görülmektedir. •"15 yaşındayken Kur'ân öğrenmeyi çok istiyordum ama köy yerinde olduğumuz için babam gidip öğrenmeme izin vermiyordu. Bunun için yaşımın çok küçük olduğunu ve orada harcayacağım vakitle köy işlerini yapmamı istiyordu. Ama benim bu arzum hiç bitmedi. Israrla öğrenmek için mücadele ettim. Bu yüzden babamdan çok dayak yedim. Artık ümidimi kesmiştim ve sadece dua ediyordum. Bir gece herkes uyuduktan sonra duvarda bir levha gibi ışık gördüm. Bu etrafı nur gibi çevrelenmiş birşeydi. Ve normalde orada asılı birşey yoktu. Dikkatli bakınca böyle pençe pençe harfler gördüm. Yani elifbayı gördüm. Rabbim sesimi duymuş ve benim öğrenmem için böyle olağanüstü bir lütuf vermişti. Artık her gece bir an önce ev ahalisinin uyumasını bekliyordum. Lambalar sönünce o levha ortaya çıkıyor ve nur gibi parlak harfler meydana çıkıyordu ve ben onları garip bir şekilde okuyordum. 14 gün sonra "Acaba okuduğum harfleri doğru mu okuyorum?" diye düşündüm ve eski bir Kur'ân bulup oradan okumaya çalıştım. Biraz okudum ve okuduğum gece artık o levhayı göremedim. Yani Kur'ân okumayı öğrenmiştim ve levha artık yoktu. (Cafer Sadık Yaran, Dini Tecrübe ve Meûnet, s. 78-79). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Dinî ve Manevi Tecrübe İlahî Müdahale Tecrübesi Örnek “Bir tehlike, ölüm tehdidi, çaresizlik ve mahrumiyet içerisinde olunduğu bir anda, Allah’ın bu durumdan kişiyi kurtarıcı mucizevi yardımının hissedilmesi” şeklinde tanımlanan ilahî müdahale tecrübesine, ölümcül bir kazadan kıl payı kurtulma, ağır bir hastalıktan şifa bularak hayata dönme, şüphe, çatışma ve anlamsızlık duygualrı içerisinde bocalarken bir anda herşeyin aydınlığa kavuşması gibi olaylar örnek olarak verilebilir. •"..Çok ciddi bir gayretle mahsusât ve zaruriyât üzerinde düşünmeğe, bunlarda nefsimi şüpheye düşürmek mümkün olup olmadığını aramaya başladım. Uzun müddet şüpheden ileri gelen araştırmalardan sonra mahsûsatta hata olmayacağına emin olmayı nefsim kabul etmedi. (..) Bu vesveseler içime doğunca kalbimde yer etti. Buna bir ilaç aradım, fakat bulamadım.. Bu hâl güç iyileşen bir dert gibi iki ay kadar içimi kemirdi. Durum itibariyle safsata mezhebine saplanmıştım. Fakat kimseye bundan bahsetmiyordum. Nihayet Cenabı Hak beni o hastalıktan kurtardı. Bu, ancak Cenabı Hakkın kalbime attığı bir nur sayesinde olmuştu." (Gazali, ElMunkızu Min-Ad-Dalal, s. 17-20). İlahî Yönlendirme ve Kurtuluş Tecrübesi Bu tip tecrübeler genel olarak ani ve beklenmedik bir şekilde (ya da bazen yavaş yavaş ilerleyen bir süreç olarak) ortaya çıkar ve kişiyi şaşkınlığa uğratır. “Allah’ın kişiyi doğru yöne yönlendirdiği, manevi kurtuluşu için belli bir tercihe yönelttiği, doğru yolu bulmasının önünü açtığı hissi. ” Şeklinde tanımlanabilecek kurtuluş tecrübesi, beklenmedik, önemli bir hadise özelliğine sahiptir. Varoluşunun anlamı hakkında onu sorguya çekerek, geçici ya da kalıcı olarak kişiyi değişikliğe yönlendirir. Böylesi bir tecrübe yaşayan bir kısım insanlar; dindışı, dine ilgisiz, din karşıtı ya da şaşkın ve sapkın bir durumda iken, köklü bir değişim ve dönüşüm geçirerek dinî ve manevi bir kişiliğe kavuşurlar. Tövbe edip din yoluna girme, zor ve sıkıntılı bir durumun uygun şekilde atlatılması (evlilik kararı, boşanma, sınav vb.), inanç ve ibadetleri yerine getirmedeki yetersizliğin aşılması şeklindeki olaylar çerçevesinde bu tür tecrübelerin yaşandığı görülmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Dinî ve Manevi Tecrübe İlahî Ceza Tecrübesi Örnek İlahî ceza tecrübesi, “bir günah, işlenmiş bir kötülük, hata ve kusur dolayısıyla Allah’ın cezalandırıcı müdahâlesinin hissedilmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. Dindar bir insan belli bir durumda kendisini , Allah tarafından bir uyarı ve cezaya uğradığını, reddedilmiş ve yüzüstü bırakılmış olduğunu, mal ya da canına, sevdiği bir yakınına bir zarar ve ziyanın gelmiş olduğunu hissedebilir. Ülkemizde 17 Ağustos 1999 Marmara depremini yaşayan kimseler üzerinde yapılan bir araştırmada, bu olayın insanların yaptıkları kötülüklere karşı Allah’ın bir cezası olduğuna inanların varlığını ortaya koymaktadır. • Coşkun: Biz bu cezaya layıktık. Son zamanlarda her şey kötüye gidiyordu. Ama çoğu için bu deprem de ibret olmadı. Fay hattı falan yok. Yıkımlara bakıyorsun, anlıyorsun. Allah'ın işine ne karışıyorsun? Ama Aadapazarı'ndaki meyhanelerden, birahenelerden hiçbirisi yıkılmadı. Hepsi ya hasarsız ya az hasarlı. Allah imtihan ediyor. "Bakalım bir daha yapacaklar mı, ders aldılar mı" diye oraları öylece bıraktı. (Talip Küçükcan- Ali Köse, Doğal Âfetler ve Din, s.94) Allah İle İlişkinin Geçmiş Şekillerinin Yeniden Hatırlanması Hayatının belli aşamalarında dinî şüpheler yaşamış, inanç değerleri konusunda çatışmalarla yoğrulmuş fakat dinî teslimiyetini güçlendirerek imanını arındırmış kimseler vardır. Benzer bir şekilde çeşitli durumlarda Allah’a dualarda bulunmuş ve bunların hemen tamamına cevap almış ya da yanılsamalara kapılmış kimseler de vardır. Bunlar bir iman ve dua tecrübesine sahip olduğu duygusunu yaşarlar. Vecd tecrübesi Vecd tecrübesi, “kendinden geçme, kendinden dışarı çıkma, dış dünya ile tüm bağlantının kopması sonucu Allah’tan başka hiçbir varlık hissinin kalmaması” şeklinde tanımlanmaktadır. Özellikle sufi ve mistiklerde zaman zaman görülen bu tecrübede, Allah ile çok yakın olma, aşk ve dostluk duygusu içerisinde bir arada bulunma duygusu yaşanır. Kendinden geçmenin uyuşturucu maddelerle sağlanan, ya da bazı ruh hastalarında rastlanan biçimleri de vardır. Bunlar elbette ki dinî tecrübe olarak ele alınamaz. Belli bir dinin inanç ve değerlerinden beslenen vecd hâlleri, dinî bir tecrübenin konusu olabilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Dinî ve Manevi Tecrübe Mistik Tecrübeler Mistik tecrübe, dinî tecrübenin özel bir türüdür. Sufi ve mistiklerin, manevi olgunlaşma süreci içerisinde çok değişik duygusal hâller, şiddetli heyecanlar, çeşitli olağan dışı görüntü ses ve oluşumun eşlik ettiği derin tecrübeler yaşadıkları bilinmektedir. Fakat mistik tecrübenin zirve noktasında esas olarak herşeyin bir bütün olduğu ve kendinin de bu bütünün parçası olduğu hissi; tabiat üstü sırlı bilgilere ulaşmış olma izlenimi yer alır. Dinî tecrübenin özel bir türü olan mistik tecrübe, bir başka şekliyle dindışı, bâtınî bir aydınlanma ve tabiatla birleşme tecrübesi de olabilir. Fakat dinî mistikleri özel kılan herşeyi Allah’ta, Allah’la ve Allah’tan görmenin daimi bir duygu ve algısına sahip olmalarıdır. İlham ve Vahy Tecrübesi İlham ve vahy tecrübesi, “kişinin kendisini ilahî tebliğlerin muhatabı olarak hissetmesi ve özel bir aydınlanma hissi duyması.” Şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tecrübeleler, kendisinde hazır bulduğu ve Allah’tan (ya da ilahî bir kaynaktan) olduğunun kesin şuuruna vardığı vasıtasız bir bilgiye sahip olma şeklinde de anlaşılabilir. MANEVİ ZEK VE MANEVİ TECRÜBE Manevi zekâ, aşkın gerçeklere ve değerlere yönelik bir yetenektir. Dinî bir bağlamda ya da dinden bağımsız olarak insanların bir kısmı manevi ve kutsal gerçeklerle ilişki kurabilmekte, dünyayı ve kendisini farklı bir gözle görebilmektedir. Kısa süreli ölüm deneyimi yaşayıp hayata tekrar dönenler, ölmüş birisi ile rüyasında iletişim kuranlar, sırlı olay ve durumlarla karşı karşıya kalanlar, hayatın anlam ve güzelliğini en üst seviyede algılayanlar hiç eksik olmamıştır. Tüm bu ve benzeri olaylara, benliğin ötesine geçme, varlığın tam ve bütüncü bir algısına ulaşma, kendini daha büyük manevi bir bütünün parçası olarak hissetme, insani sınır ve bağlardan kurtulmuş olarak, kendini özgür ve tam olarak hissetme, olağan dışı görüntü ve uyaranların farkına varma gibi tecrübeler eşlik etmektedir. Bu tip olayları anlamak ve açıklamak için bilim adamlarının son yıllarda geliştirdikleri iki kavram bulunmaktadır: “Manevi zekâ” ve “manevi yaşam” (Spirtuality). Manevi Zekâ İnsan tabiatında kendimizden ötelere, aşkın gerçeklere (transendent), en son ve nihai olana karşı duyarlılık ve merak olduğu bir gerçektir. Emmons (2000)’a göre bunu sağlayan şey manevi zekâdır. Manevi zekâ, başlı başına ayrı bir zekâ türü olup şu özellikleri taşır. Fiziksel ve maddesel olanı aşma yeteneği Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Dinî ve Manevi Tecrübe Yüksek şuur hâlleri yaşama yeteneği Günlük deneyimleri kutsallaştırma yeteneği Sorun çözümünde ruhsal kaynakları kullanabilme yeteneği Minnettarlığı ifade etme, alçakgönüllü olma, bağışlama ve merhamet gösterme yeteneği. Yüksek seviyede manevi bir zekâya sahip olan bir kişi, daha geniş olan nihaî ilginin bir parçası ile ilişkili olarak, çeşitli orta seviyeli görevler, planlar ve hedefleri daha iyi görebilir. Bu durum, kişinin daha büyük bir çerçeve içinde hayatını değişik açılardan organize etmesine imkân sağlamaktadır. Bu aynı zamanda yaşam hakkında ileri görüşlülüğe, bir takım manevi hedef ve uğraşların bir parçası olarak, uzun süreli motivasyon ve hatta sıradan davranışlara yönelik desteklenmiş bir performansın oluşmasında temel olarak rol oynayabilir. Manevi Tecrübe Manevi tecrübe, “aşkın”ın eksiksiz bir farkında oluşudur. udurtecrübesidir. Manevi tecrübe,”aşkın”ın eksiksiz bir farkında oluş tecrübesi olarak tanımlanabilir. Aşkın gerçekler, (kişinin dinî inanç ya da hayat görüşü bakış açısına dayanarak), doğaüstü görüşleri ve anlamları içerebilir de içermeyebilir de. Bu gerçekler psikolojik bir seviyede insanların yaşamlarını etrafında organize ettiği fikirler, amaçlar ve inançlar ile ilgili olabilir. “Nihaî ilgi” (ultimate concern) de denilen bu amaçlar ve inançlar, insanın tüm etkinlikleri için merkezi noktalar olarak işlev gören en temel ilke ve fikirlerden oluşur. Buna göre manevi tecrübe, her ne olursa olsun insanın nihai bir gücü düşünmesi veya ” kendilik”(self), “yaşam” gibi kesin tanımlanabilen değerler vasıtasıyla karakterize edilen bir varoluş tarzı olarak da anlaşılabilir. Bu varoluş tarzını oluşturan tecrübeler de şunlardan oluşur: Yaşamda bir anlam arama, Aşkın olanla karşılaşma, Bir bağlanma hissi, Nihai bir gerçek ya da en yüksek bir değer arama, Gizemli bir varlığa saygı ve minnettarlık, Benlikte bir değişim ve dönüşüm, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Dinî ve Manevi Tecrübe MANEVİ TECRÜBE TÜRLERİ Dinî tecrübe gibi manevi tecrübenin de çeşitli türleri vardır. Bunlardan en göze çarpanları aşağıda belirtilmiştir. Doruk Deneyimler İlk defa Maslow tarafından tanımlanmış olan doruk deneyimler, sportif başarılar, entelektüel veya ruhsal şifa verici sezgiler, artistik yaratıcılık, dostluk ve akrabalık gayretleri gibi doğal heyecanlardan oluşur. Bunlar, din dışı varoluş gerçekleşmeleri şeklinde kendini gösteren, yüksek seviyede ve güdülenme ötesi içten doğma bazı tecrübelerdir. Tüm bu tecrübelerin ortak noktası kişide, hayatın bir anlamı olduğu ve yaşanmaya değer olduğu izlenimini bırakmalarıdır. Bu tecrübeler kişiyi mükellefiyet, gerçekleştirme ve faydalılık fikirlerinin yol açtığı rahatsızlıktan kurtarmaktadır. Bu tecrübeleri yaşayan kimseler, kötülük ve ıstırabın izafi olduğunu idrak etmekte, kendi kendileriyle tam bir uzlaşma içerisinde mutlu anlar yaşamaktadırlar. Doruk deneyimlerin ortak bazı özellikleri şu şekilde sıralanabilir: Tüm evrenin birleşmiş ve ayrılmaz bir bütün olarak algılanması, bütünlük bilinci Diğer her şeyi dışta bırakan yüksek bir odaklanma. Her şeyin eşit önem kazandığı değerlendirmesiz, karılaştırmasız ve yargılamasız bir biliş. (Örneğin, yeni doğmuş bebeğini inceleyen bir annenin, bebeğin her minik ayak parmağından, bir diğeri kadar eşit büyülendiği ve bu yolla bir tür dinî huşu içinde kalması) Tabiatın, insani amaçlar için bir araç olarak değil, kendi içinde ve kendisiyle var olan kendi özü içinde algılanması Ego merkezli olmaktan çok nesne merkezli bir algılayış. Bireyin kendisinin aradan çekildiği, egosuz ya da ego aşkın, bencil olmayan algılayış Uzay ve zaman bilicinin kaybolması, sonsuzluk içeren bakış açısı. Doruk deneyim yaşayan birisi, geçen bir günü birkaç dakikaymış gibi ya da yoğunlukla yaşanan bir dakikayı bir gün, bir yıl, hatta sonsuza dek süren bir an gibi hissedebilmektedir Doruk deneyimler, hayatı yaşamaya değer kılabilmekte, yaşama anlam kazandırmaktadır. Dünya iyi, arzu edilir ve değerli bir yer olarak görülmektedir. Aynı zamanda dünyada kötü ve kötülüğün varlığı düşüncesi ile bir uzlaşım yaşanmaktadır. Dünyadaki çatışmalar, karşıtlıklar, ayrışmalar ve kutuplaşmalar anlamlı bir bütünlük içersinde görülmektedir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Dinî ve Manevi Tecrübe Doruk deneyimler, bireyin mükemmel bir kimliğe sahip olmasına, özgün, sorumlu, etkin, yaratıcı, özgür iradeli bir insan olmaya yönelmesine yol açmaktadır Doruk deneyimler yaşayan kimseler daha az bencil olmakta, daha manevi yüksek bir kişi, daha sevecen ve kabullenen, alçakgönüllü ve ağırbaşlı olmaktadırlar. Minnettarlık ve şükran duyguları ile dolu olarak herkesi kucaklamaya ve dünya için iyi bir şeyler yapmaya, kendini adamaya yönelmektedirler Ben-Ötesi (Aşkın) Tecrübeler Ben-ötesi tecrübede kişi kendi beninden kaçıp uzaklaştığı ve “kendi kendisinin dışında durduğu” izlenimine sahip olur. Alkol ve benzeri bazı uyuşturucu maddelerin etkisiyle bilincin değişime uğraması sonucu yaşanan bir kısım hâllerin varlığı bilinmektedir. Bu hâller içerisinde, kişi kendi beninden kaçıp uzaklaştığı ve “kendi kendisinin dışında durduğu” izlenimine sahiptir. Aynı zamanda zaman ve uzayın dışına çıkıldığı, her şeyin bütünleşmiş tek bir birlik hâlinde olduğu algısı da buna dâhil olur. Özellikle dinî inanç ve değerlerin derinden sarsıldığı dönemlerde ortaya çıkan manevi bunalım ve tatminsizlik ortamında bu yola sıkça başvurulduğu bilinmektedir. Bir kısım uyuşturucu maddeleri deneyerek yaşadıkları ruhsal hâlleri dinî ve mistik kavramlar çerçevesinde açıklamaya çalışan din psikologları ya da bilim adamları da olmuştur. W. James, A. Huxley bunların başında gelmektedir. Uyuşturucu maddeler vasıtasıyla “manevi genişleme” ve rahatlama arayışı içerisine girenler tarihte olduğu gibi günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Fakat bunun yol açtığı zararlar, manevi gelişme ve ilerleme bir tarafa fizyolojik bağımlılık ve sonrasında ortaya çıkan durumlar göz önüne alındığında çok tehlikeli boyutlarda olabilmektedir. Yalnız kimyevi maddelerin yardımı ile ruhsal hayatı ileri boyutlara taşımanın imkânsız olduğu açık bir gerçektir. Psikolojik yücelmenin ancak zihinsel etkenlerle, inanç ve moral gücü ile mümkün olabileceği günümüzde çok daha iyi anlaşılır duruma gelmiştir. DİNî VE MANEVİ TECRÜBENİN DEĞERİ Yukarıda, önemini kısaca ifade etmeye çalıştığımız dinî ve manevi tecrübenin, bilimsel ve felsefi yönden nasıl bir değer taşıdığını bilmek de önemlidir. Buna göre, dinî ve manevi tecrübe yoluyla elde edilen bilgi ve idrakler ne ölçüde güvenilir ve gerçeğe uygundur? Duygusal ve sezgisel yolla elde edilen bir bilginin gerçek ilahî kaynağa bağlı ilham ve etki mi yoksa hayali bir yanılsama ya da şeytani bir etkilenmenin ürünü mü olduğunu ayırt etmek nasıl mümkün olmaktadır? Dinî ve manevi tecrübe konusunda en fazla tartışılan ve cevabı aranan sorular bunlardır. Bu soruların sorulmasına yol açan da, dinî ve manevi tecrübenin öznel, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Dinî ve Manevi Tecrübe onu yaşayan kimselere mahsus olması ve başkaları ile paylaşılamaması özelliğidir. Kişiden kişiye değişen ve onu yaşamayan kimseye yabancı kalan özelliği ile dinî tecrübe açık-seçik ve kesin olmaktan uzak, belirsiz bir gerçeklik ifade etmektedir. Bu belirsizliği doğuran özellikler de şunlardır: Dinî tecrübenin muhtevası, farklı din ve kültürlere göre farklı anlamlar kazanır. Dinî ve manevi tecrübe duyu tecrübesi gibi, bilişsel bir tecrübe değildir. Dinî ve manevi tecrübede, herhangi bir dinî algının doğruluğunu ve güvenilirliğini test edecek araçlar ve standart kontrol yolları yoktur. Dinî ve manevi tecrübenin nesnesi maddi, gözlemlenebilir, duyusal bir şey değildir. Bu yüzden de dinî tecrübe yanlışlanabilir değildir. Dinî tecrübe düzenlilikten yoksundur, bu yüzden bu tecrübeye dayanarak ne olup biteceğini önceden kestirilemez. Yaşanmış bir tecrübe, onu yaşayan kimse için anlamı olan belli bir gerçekliğe elbette ki sahiptir. Belirsizlik, böyle bir tecrübeyi yaşamayan, dışta olan kimseler içindir. Mesela bir kimse “Ben rüyamda Hz. Peygamber’i gördüm, bana şu duayı öğretti.” dese bu onun için son derece gerçek ve etkileyicidir. Fakat bir başkası, bunun doğruluğuna inanmayabilir ve o bilgiyi hiç dikkate almayabilir. Bunun nedeni, duygusal ve sezgisel algının tabiatıdır. Duygusallık, kendisiyle uygunluk hâlinde bulunulan vasıfları gösterir. Bu vasıflara uygun gelen idraki şekiller, bu idraki şekillerin içine inen ve kendi anlamlarıyla onları aydınlatan dünya ve Allah konusundaki ifadeleri davet eder. İnanmayan bir kişi dünyayı, tamamen doğal süreçlerin işlediği bir alan olarak görürken, inanan kişi, her şeye kâdir, iyilik sahibi bir Yaratıcı’nın tezahürü olarak görür. Dünyayı Allah’ın bir eseri, iyi ile kötünün bir savaş alanı olarak tecrübe edebilir. Dolayısıyla inananla inanmayan aynı fiziksel çevreyi solumakla birlikte ona farklı yorumlar getirmekte ve buna bağlı olarak farklı tecrübeler edinmektedir. Görünürün içinde görünmezin idraki ve buna bağlı olarak, yeryüzünde ilahî olanın tezahürü ve yakınlığı, belirti ve işaretinin idraki, zorunlu olarak kişiden kişiye, kültürden kültüre değişebilir özellik göstermektedir. Bir işaretin anlaşılması, onu idrak eden kimsenin eğilimine bağlıdır. Dolayısıyla dinî tecrübe, kendi idrakinin duygusal yatırımına ve özel olarak kişilerin kendilerine mal ettikleri dinî anlamlara göre farklılaşabilmektedir. Bunlar kimileri için Allah’ın doğrudan doğruya tezahürü ve tecellisidir. Diğer bazıları için bunlar Allah’ın özel işaretleri olmayıp kutsalın ana niteliğini çağrışım yaptıran şeylerdir. Diğer bazıları içinse bunlar, insanın ötesinde fakat bütün ilahî vasfından sıyrılmış bir tabiat sırrı gibi gözükmektedir. Böylece, dinî tecrübe içinde işitilen veya görülen şeyler, yani bu tecrübenin muhtevası, farklı din ve kültürlere göre farklı anlamlar kazanmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Dinî ve Manevi Tecrübe Dinî tecrübenin yapısındaki bu belirsizlik sebebiyle, din kendisine ait olmayan unsurlarla karıştırılabilmekte, aşkınlığını kaybederek, ulvi bir hakikat taşıyıcısı olmaktan uzaklaşıp, çok alt seviyede bir tecrübe durumuna düşebilmektedir. Bu durumda, insana ulûhiyet alanının kapısını açan duygular, insan ve tabiatın sınırlarını pek aşmayan bir durumda kalırlar ve çoğu zaman din, bu duyguların belirsizliğine karışır. Bu yüzden dinî tecrübe ile sanat ve güzellik tecrübesi, beşeri aşk tecrübesi, evrenle birleşme ve kaynaşma duygusu, bir grup hayatı içerisinde hissedilen aidiyet duygusu, hatta şeytani bir etkilenmeye bağlı olarak yaşanan heyecanlar, çoğu zaman biri diğerinden ayırt edilmesi mümkün olmayan tecrübeler olarak ortaya çıkmaktadır. Esasen duygusallık içerisinde yaşanan hiçbir tecrübe, ilahî kudretin biricik ilhamını oluşturmaz. İnsan bilinci çok farklı etki kaynaklarından beslenebildiği gibi, her duygusal tecrübe çok farklı niyetleri de açığa çıkarabilmektedir. Tartışma forumu Tartışma Buna göre, dinî ve manevi tecrübenin hakiki ve meşru bir değer taşıyıp taşımadığını anlamanın yolu ve yöntemi nedir? Sorusunun cevabını da bulmak gerekmektedir. Burada, bu yolla elde edilen değerlerin pratik ve gözle görülür sonuçları ve ürünlerini dikkate almaktan daha güvenli bir yol yoktur. Elbette ki, öncelikle bu ürünlerin dinî inanç ve değerlere, dinî hedef ve gayelere şekilsel ve dışsal bakımdan uygunluğu da önemlidir. Bu hususlara açıkça ters düşmeyen ilham ve vizyonlar, algı ve anlamlar bu tecrübeyi yaşayan kimse için hakiki bir değer ifade edebilir. Ayrıca, sonuçları bakımından kişinin ahlaki gelişme ve olgunlaşmasına, dinî görev ve uygulamaları yerine getirmedeki istekliliğin artmasına yol açması ölçüsünde de dinî tecrübenin meşruluğuna bir işaret sayılabilir. Daha geniş bir bakış açısı ile ele aldığımızda ise; peygamberlerin, velilerin, dinî ve manevi önderlerin yaşadıkları yüksek ruhsal deneyimlerin, aldıkları vahy ve ilhamların, yüzyıllardır milyonlarca kişinin üzerindeki büyük etkilerini görebiliriz. Bunlardan esinlenen muhteşem edebî, mimari, musiki eserleri ve daha birçok görsel işitsel ve plastik sanatlar ve çok zengin literatürü de göz önünde bulundurmak gerekir. • Olağandışı her tecrübe, dini ve manevi yönden hakiki ve meşru bir duruma işaret eder mi? Konuyu gerekçeleri ile forumda tartışabilirsiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Özet Dinî ve Manevi Tecrübe •Dinî tecrübe dindarlığın duygusal ve sezgisel boyuıtudur. Dinî hayat yaşayan kimseler zaman zaman dinî duygu ve heyecanlar yaşar, tabiatüstü ya da olağan dışı görüntü, ses, telkin ve ilhamlara maruz kalabilirler. İlahi, manevi işaret ve âyetlerin doğrudan ve içsel yolla farkına varıp büyük bir tatmin ve ruhsal yücelme deneyimleri yaşayabilirler. Bu da onların bağlı oldukları inançlarını güçlendirici, dinî ibadet ve görevlerine daha fazla dikkat ve önem göstermeye yol açan bir canlılığa yol açabilir. •Duygusal ve sezgisel düzeyde yaşanan dinî tecrübelerin özünün ne olduğu konusunda iki farklı teori ortaya atılmıştır. W. James'e göre dinî tecrübe diğer insani tecrübelerden pek te farklı olmayan, dinî konular çerçevesinde yaşanan her tür insani duygu ve heyecanları ifade eder. Dinî sevgi ya da dinî korku, bildiğimiz sevgi ve korku duygusunun dinî bir konu çerçevesinde (Allah, ahiret, günah vb.) ortay çıkmasından ibaretttir. R.Otto'ya göre ise dinî hayatın temelini oluşturan "kutsalın tecrübesi" başka hiçbir insan tecrübesini benzemeyen bir kutupluluk ve özgünlük taşır. Korkutan ve dehşetle titreten, cezbeden ve kendisine hayran bırakan, künhüne vakıf olunamaz bir sır olarak kutsal, başka hiçbir şeye indirgenemez. •Dinî tecrübenin çok çeşitli türleri bulunmaktadır. Kutsal'ın tecrübesi, ulûhiyet tecrübesi, ilahî cevap tecrübesi, ilahî müdahale tecrübesi,ilahî ceza tecrübesi, ilahî yönlendirme ve kurtuluş tecrübesi, vecd tecrübesi, mistik tecrübeler, ilham ve vahy tecrübesi bunların başlıcalarıdır. •Dinî bir bağlamda olsun ya da olmasın insanların aşkın ve manevi gerçeklerle iletişim kurmalarını mümkün kılan doğal bir yetenek taşıdıkları kabul edilmektedir. İslam geleneğindeki "fııtrat" kavramı ile yakından ilişkili olan "manevi zekâ", "manevi bilinç", kişiyi manevi gerçekleri anlamaya, keşfetmeye, aşkın olanla iletişim kurmaya yönlendiren bir içsel güçtür. Manevi tecrübelerin iki farklı türü vardır. Maslow tarafından tanımlanan "doruk deneyimler" ve bazı kimyevi maddeler aracılığı ile sağlanan bilinç değişimine bağlı olarak elde edilen "aşkın tecrübeler". •Dinî ve manevi tecrübe yoluyla elde edilen bilgi ve algılar öznel, açıkseçik olmaktan uzak, belirsiz bir özellik arz ederler. Ancak, sonuçları ve ürünleri dikkate alındığında, dinî ilhamlardan kaynaklanan sayısız sanat ve edebiyat ürünlerinin varlığı, dinî tecrübenin değerini ortaya koyar. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Ödev gönderimi Alıştırmalar Etkileşimli Alıştırmalar • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebiirsiniz Ödev Dinî ve Manevi Tecrübe • Kendi hayattınızda yaşadığınız olağan dışı dini ve manevi tecrübeleri araştırarak 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Dinî ve Manevi Tecrübe DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Dinî tecrübeyi sıradan tecrübelerden ayıran ve onu dinî kılan en önemli özellik aşağıdakilerden hangisidir? a) Duygusal ve sezgisel olması b) Kişisel bir deneyim olarak yaşanması c) Allah’ın varlığının ve etkinliğinin kişisel bir deneyimle farkında olunması d) Bilgi ve inanç değerleriyle yakından ilişkili olması e) Doğuştan bir yetenek olması 2. Aşağıdaki cümlelerden hangisi dinî tecrübenin önemini ve etkisini yansıtmak bakımından en uygun ifadelerden biri değildir? a) Dinî inancı güçlendirir. b) Dinî inancın gerçekliğine delil oluşturur. c) Dindarlığı canlı tutar ve kişinin kendisini Allah’a yakın hissetmesini sağlar. d) Sıradan bir bilinç hâlinden sıyrılarak, ilahî ve manevi bir boyuta geçiş yapmaya imkân verir. e) Dinî şüphe ve ilgisizliğe yol açar. 3. W.James’in dinî tecrübe teorisine göre aşağıdakilerden hangisi doğru değildir? a) Dinî tecrübe değişmez bir öze sahiptir. b) Dindarlığın özü ve kaynağı duygudur. c) Hiçbir duygu tek başına dinî değildir; değişik duygusal yaşantılar dinî bir renk ve anlam kazanabilir. d) İnsanın bütün duygusal kapasitesi, Allah’la ilişki sürecinde dinî bir renge boyanabilir. e) Dinî tecrübe tek bir duygu şekli olmayıp dinî konular karşısında, dinî bir bağlamda kişide beliren duygu ve idraklerin genel adıdır. 4. R.Otto’nun dinî tecrübe teorisine göre, hiçbir şeye benzemez ilahî bir niteliğe sahip olan dindarlık tecrübesi hangi kavramla ifade edilir? a) Manevi zekâ b) Kutsal c) Anlam Arayışı d) Din duygusu e) Doruk deneyim Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Dinî ve Manevi Tecrübe 5. “Bir tehlike, ölüm tehdidi, çaresizlik ve mahrumiyet içerisinde olunduğu bir anda, Allah’ın bu durumdan kişiyi kurtarıcı mucizevi yardımının hissedilmesi” şeklindeki dinî tecrübe aşağıdakilerden hangisidir? a) Ulûhiyet tecrübesi b) İlahi müdahâle tecrübesi c) İlahî yönlendirme ve kurtuluş tecrübesi d) İlahî ceza tecrübesi e) İlahî cevap tecrübesi 6. Manevi zekâ, aşağıdaki yeteneklerden hangisini içermez? a) Fiziksel ve maddesel olanı aşma yeteneği b) Yüksek şuur hâlleri yaşama yeteneği c) Günlük deneyimleri kutsallaştırma yeteneği d) Dinî inanç ve değerleri kabul etme yeteneği e) Minnettarlığı ifade etme, alçakgönüllü olma, bağışlama ve merhamet gösterme yeteneği 7. Aşağıdakilerden hangisi manevi tecrübenin tanım ve sınırları içinde yer almaz? a) Yaşamda bir anlam arama b) Aşkın olanla karşılaşma c) Allah’ın varlığını arama d) Nihai bir gerçek ya da en yüksek bir değer arama e) Gizemli bir varlığa saygı ve minnettarlık 8. Sportif başarılar, entelektüel veya ruhsal şifa verici sezgiler, artistik yaratıcılık, dostluk ve akrabalık gayretleri gibi doğal heyecanlardan oluşan doruk deneyimlerin ortak noktası aşağıdakilerden hangisidir? a) Kişide, hayatın bir anlamı olduğu izlenimini bırakmaları b) Kişiyi dine daha çok yaklaştırmaları c) Kişiyi dinden uzaklaştırmaları d) Yalnızca dindarlara mahsusu olmaları e) Kişinin kendi kendisinin dışında durduğu izlenimine yol açması 9. Alkol ve benzeri bazı uyuşturucu maddelerin etkisiyle bilincin değişime uğraması sonucu yaşanan ve kişinin “kendi kendisinin dışında durduğu” izlenimine sahip olduğu şeklindeki tecrübelere ne denilir? a) Mistik tecrübe b) Manevi tecrübe c) Doruk tecrübe d) Ben ötesi (Aşkın) tecrübe e) Vecd tecrübesi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Dinî ve Manevi Tecrübe 10.Dinî ve manevi tecrübe ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez? a) Dinî ve manevi tecrübe duyu tecrübesi gibi, bilişsel bir tecrübe değildir. b) Dinî ve manevi tecrübede herhangi bir algının doğruluğunu ve güvenilirliğini test edecek araçlar ve standart kontrol yolları yoktur. c) Dinî ve manevi tecrübenin nesnesi maddi, gözlemlenebilir, duyusal bir şey değildir. d) Dinî tecrübe yanlışlanabilir değildir. e) Dinî tecrübe düzenlilikten yoksun değildir; bu yüzden bu tecrübeye dayanarak ne olup biteceğini önceden kestirebiliriz. Cevap Anahtarı 1. C, 2. E, 3. A, 4. B, 5. B, 6. D, 7. C, 8. A, 9. D, 10. E Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Dinî ve Manevi Tecrübe YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Emmons R. A. (1999). The Psychology of Ultımate Concerns. New York London: The Guilford Press. Gazali. (1994). El-Munkızu Min-Ad-Dalal. Çev.Hilmi Güngör. 5.bas, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Godin, A. (1981). Psychologie des Expérience Religieuses, Le Centurion, Paris. Godin, A.,S.J. (Edt.) (1964). De L’Expérience A L’Attitude Religieuse. Études de psychologie religieuse. Éditiion De Lumen Vitae, Bruxelles. Hood,Jr.- Ralph W. (Edt.) (1995). Handbook of Religious Experience, Birmingham, Alabama: Religious Education Press, Hood,Jr.- Ralph W.- Hıll, P. C., Spılka, B. (2009). The Psychology of Religion.An Emprical Approach. Fourth Edition, New York London: The Guilford Press. Hökelekli, H. (2001). Din Psikolojisi, 4.bas.,Ankara: TDV Yayınları. Hökelekli, H. (2010). Din Psikolojisine Giriş, İstanbul: Dem Yayınları. Hökelekli, H. (2009). İslam Psikolojisi Yazıları, İstanbul: Dem Yayınları. Huxley, A. (1995). Algı Kapıları. Çev.Mehmet Fehmi İmre, Ankara: İmge Kitabevi. James, W. (2002). Varieties of Religious Experience. A Study of Human Nature. Centenary Edition, Routledge, London and New York. Jung, C. G. (1993). Din ve Psikoloji. Çev.Cengiz şişman, İnsan Yayınları, İstanbul. Küçükcan, T.-Köse, A. (2000). Doğal Âfetler ve Din. Marmara Depremi Üzerine Psiko-Sosyolojik Bir İnceleme, İstanbul: İsam Yayınları. Maslow, A. H. (1996). Dinler, Değerler ve Doruk Deneyimler. Çev. H.Koray Sönmez, İstanbul: Kuraldışı Yayınları. Otto, R. (ts.). Le Sacré, Payot, Paris. Palotzian, R. F.-Park, C. L. (Edt.)(2005), Handbook of The Pschology of Religion and Spirtuality, New York – London: The Guilford Press. Tüzer, A. (2006). Dinî Tecrübe ve Mistisizm. Dergâh Yayınları, İstanbul. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Dinî ve Manevi Tecrübe Vergote, A. (1999). Din, İnanç ve İnançsızlık. Çev. Veysel Uysal, İstanbul: M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları. Wulff, D. M. (1997). Psychology of Religion. Classic and Contemporary. New York: John Willey& Sons, Inc. Yaran, C. S. (2009). Dinî Tecrübe ve Meûnet. Sıradan İnsanların Sıradışı Dinî Deneyimleri, İstanbul: Rağbet Yayınları. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İNANÇ PSİKOLOJİSİ VE İMANIN PSİKOLOJİK YAPISI • İnanç ve iman kavramları arasındaki farklar • İmanın psikolojik yapısı ve boyutları • Bilişsel boyut • Duygusal boyut • İradi boyut • Davranışsal boyut • İman ve şüphe • Dina yönelik negatif tutumlar ve inançsızlık DİN PSİKOLOJİSİ Prof. Dr. Faruk Karaca • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • İmanın psikolojik tabiatını kavrayacak, • İman ile inanç arasındaki ilişkiyi anlayacak, • İnanç ile davranış arasındaki ilişki ve imanın inanca dönüşmesini kavrayacak, • Dinî şüphenin doğasını daha iyi kavrayacak, • Dinî ilgisizlik ve inançsızlığı hazırlayan faktörler hakkında bilgi sahibi olacaksınız. ÜNİTE 7 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı GİRİŞ İnanç kavramı günlük dilde birbirinden oldukça farklı durumları ifade etmek için kullanılmaktadır. Şöyle ki bu kavram, sıklıkla iman yerine kullanıldığı gibi, sanmak, kabul etmek, güvenmek, itimat etmek, doğru diye bakmak, kanaati olmak, kanmak ve aldanmak anlamlarında kullanılmaktadır. Buna göre daha çok dinî kabul ve bağlanma anlamları ima etse de, inanç din dışı kabulleri de ifade ettiğinden daha geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Türkçe’de dinî inanç ifade eden kavramların çoğunluğu ise (İslam, ihlas, tefviz, …….) Arapça kökenli olup bu kavramlar genellikle birbirinin yerine kullanılmaktadır. Özellikle Kur’an’da kullanıldıkları anlamlar açısından aralarında çeşitli nüanslar bulunan bu kavramlardan en çok kullanılanlar iman ve İslam kavramlarıdır. Arapça inanç manasına gelen itikat kavramı ise Kur’an’da dinî inanç ifade etmek için kullanılmamıştır. İslam kavramıyla aynı kökten gelen teslimiyet kavramına yüklenen anlamlar; "nefsini ve tüm benliğini Allah'a teslim etmek”, "itaat etmek", "inkıyad etmek ve boyun eğmek","ihlasla Allah'a yönelmek", "Allah'ın emirlerine inkıyad edip onları hemen benimsemek, içe sindirmek ve kendini Allah'a adamak" gibi derûni boyutu ön plana çıkan anlamlardır. Bununla birlikte İslam kavramının Kur’an’da zaman zaman dış güdümlü bir dinî inancı yansıtabilecek şekilde kullanılmasına da rastlanmaktadır. Nitekim Hucûrat Süresinin 14. âyetinde geçen teslimiyet kavramı bu anlamda kullanılmıştır. "Bedeviler iman ettik dediler. De ki siz iman etmediniz. Ancak biz Müslüman gözüktük deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmemiştir." ( Hucurât, 49/14). Din, insanla birlikte ortaya çıkmış ve varlığını onunla birlikte sürdüren bir değerler sistemidir. Ayette geçen teslimiyet kavramı, özellikle resmen inanış bildirisinde kullanılan "teslim oldum" anlamına gelmektedir. Zira burada iman için sözlü ikrar ve birtakım görsel davranışların yeterli olmadığı, imanın bir kalb eylemi olduğu vurgulanmaktadır. Ancak Kur’an’ın birçok yerinde “teslimiyet kavramı” gönülden inanmak anlamında, İslâm ve “Müslüman” kavramları ise, bu inancın gerekleri olan kulluk görevlerini yerine getirmeyi de ifade edecek kadar geniş bir anlamda da kullanılmıştır. Zira Müslüman sıfatı daha çok inanç-amel bütünlüğü içinde olanlara layık görülmektedir. Ancak inanmadıkları halde inanıyor gibi görünenler için olduğu gibi, inandıkları halde kulluk görevlerini yerine getirmede ihmalkâr davrananlar için de aynı sıfatın kullanılması, İslâm kavramından dinî pratikler olmaksızın sadece dinî inancın anlaşılabileceğini de ima etmektedir. Dinî inanç ifade eden diğer bir kavram olan iman kavramı, vicdani bir aksiyon olarak insanın Allah'a herhangi bir baskı altında olmadan kalpten ve yürekten tam Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı bir teslimiyetle boyun eğdiğini ifade etmesi anlamında kullanılmaktadır. Bu haliyle kalbi bir onaylama (tasdik) gibi gözüken iman, sadece insanın iç dünyasında yaşanıp dışa aksetmeyen bir olgu değildir. Zira iman kavramı, bireyin inancını sözleriyle beyan etmesi yanında davranışlarıyla göstermesini de içine almaktadır. Buna göre teslimiyet kavramıyla hemen aynı anlama gelen iman kavramı, zaman zaman teslimiyet yerine kullanılsa da, bu iki kavramın aynı anlama gelip gelmediği ve hangisinin daha geniş bir anlam içerdiği meselesi öteden beri tartışma konusu olmuştur. Bütün bu tartışmalar bir yana, Kur’an’da da iman kavramının hemen hiçbir yerde tek başına kullanılmayıp sürekli olarak pozitif davranışla (amel-i salih) birlikte kullanılması, bir taraftan imanın zorunlu olarak davranış üreteceğini ima ederken, diğer taraftan imanın ancak pozitif davranışla birlikte olduğu zaman İslam’a dönüşeceğini düşündürmektedir. İnanç ve iman kavramları çoğu kere birbirlerinin yerine kullaınılırlar ise de aynı anlama gelmemektedirler. Batı literatüründe de inanç ve iman kavramlarına yüklenen anlamlar çoğu kere karışıklık arzetmektedir. Örneğin Smith, iman ve inanç kavramları arasında ayrım yaparak, imanın “temel insanî niteliklerden biri” olduğunu ifade etmiş ve onu, bireyin kendisine, diğer insanlara ve evrene karşı yönelimi veya toplam cevabı olarak tanımlamıştır. Fowler ise, inancın imandan daha derin olduğunu, bilinçdışı güdüleri kapsadığı gibi, bilinçli iman ve davranışları da içerdiğini öne sürmüştür. Allport, güven olarak adlandırdığı iman kavramının, daha az emin olunan inançları ifade etmek için kullanıldığını, buna karşılık inanç kavramını daha kesin konularda kullanmaya yönelik bir eğilim olduğunu belirmiştir. Vergote, inanmak eyleminin karşılığının inanç değil iman olduğunu, dolayısıyla imanın inançtan ayrı tutulması gerektiğini belirtmiştir. İmandaki “güven” üzerinde duran Vergote, inancın bir anlamda içte yaşanan iman olduğunu ifade etmiştir. Clark ise iman ile inanç kavramları arasındaki farkın büyük ölçüde psikolojik olduğunu, inancın daha durağan, imanın ise dinamik ve canlı olduğunu belirtmiştir (Arktaran: Mehmetoğlu, 2010: 147-148). İnsanın farkındalık düzeyinin, farkında olduğunun da farkında olabilecek kadar yüksek olması, ona sadece fizyolojik güdülerin etkisiyle değil, iradi tercihlerine göre davranma imkânı sağlamaktadır. Bu durum insan için önemli bir avantaj olduğu kadar, çeşitli alternatifler karşısında tercih yapmak da kolay değildir. Zira birden çok alternatif karşısında olmak, aynı zamanda bir belirsizlik doğurmakta ve belirsizlik ortamının devam etmesi insanı çeşitli çatışmalara sürüklediği gibi sosyal uyumunu da olumsuz yönde etkilemektedir. Mevcut alternatiflerden birini tercih etmek, aynı zamanda onun doğru olduğuna yönelik bir inancı meydana getirmekte ve insan belirsizlikten kurtularak davranışını üstüne oturtacağı bir referans çerçevesine kavuşmaktadır. Böylece belirsizlikten kurtulan bireyin hayatını inşa etmek için önü açılmaktadır. Aslında bu yönelimde biri pozitif diğeri de negatif olmak üzere iki inanç oluşmaktadır. Bunlar; seçilen alternatifin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı doğru, diğerlerinin ise doğru olmadığıdır. Bu haliyle inanmak ile inanmamak işlev bakımından aynı değere sahip olmaktadır. Zira birey bir taraftan doğru oluğuna inandığı şeyi davranışa dönüştürmeye koyulurken, doğru olduğuna inanmadığı şeylerden de uzaklaşmaya yönelmektedir. İman ile inkâr arasında bir yerde bulunan insan, hangi yöne tercih yaparsa yapsın, tercihin ortaya çıkması durumunda aslında bir de inanç ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan inançlar ise, davranışların oluşumuna imkân vererek insanın yaratıcı yönünün ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Zira insan, iradî davranışlarını öyle yapması gerektiğine inandığı için yapmakta veya yapmaması gerektiğine inandığı için yapmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında insan için inançsızlık, iradesizlik ve aksiyonsuzluk anlamına gelmektedir. Aksi durumda insan ya hayvanlar gibi içgüdülerle hareket eden aksiyon sahibi ancak iradesiz veya bitkiler gibi aksiyonsuz olurdu. Bundan dolayı inanç, bireysel gelişim için şart, insan için bir ihtiyaç olduğu kadar, toplumsal gelişim ve medeniyetin inşası için de olmazsa olmaz bir unsur konumundadır. İnanç, bireysel gelişim için olmazsa olmaz bir pozisyondadır. Belli bir farkındalık düzeyinde gerçekleşen yani bilinçli bir süreç içinde ortaya çıkan inanç, aynı zamanda kabul edilenin doğru, reddedilenin ise yanlış olduğunu ima ederek bir tür bilgi de ortaya çıkarmaktadır. Meseleye tahkiki mümkün olmayan bir şeyin varlığı veya yokluğu açısından bakıldığında ise, gerçeğin ne olduğunu bilmek imkânsızdır. Örneğin ahiret hayatının varlığı veya yokluğunu ispat edecek zorlayıcı bir kanıt bulunmamaktadır. Bu durumda ahiretin varlığı ve yokluğu konusunda iki görüş bulunmakta ve ahiretin varlığını kabul edenler onun varlığına iman ederken, yokluğunu kabul edenler ise olmadığına iman etmektedir. Buna göre inanç ve inançsızlık psikolojik mahiyet bakımından aynı olup bir tür bilgiye ulaşma işlevi görmektedir. Şöyle ki iman eden için inandığı şey, artık ihtimalli bir durumdan çıkmış ve kendisi için kesinlik boyutuna ulaşmış olmaktadır. Yani iman eden birey, iman ettiği şeyin hakikat olduğunu bilip bilmediği halde buna rağmen iman ediyor değildir. Zira inanan için inandığı şey şüphelerden arınmış ve kesin bilgi düzeyine yükselmiş durumdadır. Buna göre iman ve kesin bilgi aynı şey olup iman dışındaki bilgiler az veya çok kesinlikten yoksundur. Nitekim iman yoluyla elde edilen bilgi, kanıtlama şartını kaldırmak suretiyle elde edilmekte olup kanıt aramaktan vazgeçilmeyen bütün alanlarda lehte ve aleyhte yeterli kanıt bulununcaya kadar kesin hükme varmak mümkün olmamaktadır. Çünkü olgusal alanda doğruluğu tahkik için elde edilebilecek kanıtların sınırı yoktur ve kanıta dayalı olarak kesinliğe ulaşma imkânı bulunmamaktadır. Bu durumda gözlem ve deney yoluyla üretilen bilgiler kesinlik sunmadıklarından, onları bu şekilde alıp hayatın değişik problemlerini çözmek için kullanmak da, onların o anda gerçeği ortaya koyduklarına yönelik inanca dayanmaktadır. Bu haliyle muhafaza edildikleri sürece ihtimali bilgiler, hatta insan bilgilerinin tamamı inanç niteliği taşımaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı Zira kanıta dayalı olarak edinilen inançlar, kanıtların değişmesiyle değişim gösterebilirken, iman tarzındaki inanç kanıt aramadığından kesin bir bilgi sunmakta ve değişime kapalı bir durum arzetmektedir. İnsan bilgilerinin bir tür inanç olması, aslında insanın doğası gereğidir. Zira insanın aklı ve deneyimlerinin sınırlı olması onu ancak ihtimali bilgiler üretebilecek bir konuma getirmektedir. Bu haliyle insanın gerçeğin bizzat kendisine veya kesin bilgiye ulaşması, ancak sınırsız akıl gücüne sahip, ilmi her şeyi kuşatan bir varlık ile temasa geçmesiyle mümkün hale gelmektedir. Bu şekliyle dinler, bireyi Allah ile temasa geçirerek kesin bilgiye ulaşma kanalları olarak değerlendirilebilir. Şöyle ki, birey kanıt arama yoluyla ancak sınırlı bir bilgiye ulaşabilmekte ve bu bilgiler de zaman zaman onu yanlışa sürükleyebilmektedir. Kanıt arama şartını kaldırarak oluşturulan iman yoluyla elde edilen bilgiye göre davranışta, yanılgıya düşme ihtimali daha da artmaktadır. Buna göre iman tarzındaki inancın geçerli bilgi doğurması, ancak yanılmaz bilgi kaynağıyla ilişkilendirildiği zaman mümkün olmaktadır. Bu durumda birey, hakikati ortaya koyan kesin ve değişmez bilgiye ulaşma şansına ancak Tanrı’yla ilişkiye girerek kavuşmakta, Tanrı’ya ve ondan gelen bilgilere inanma, gerçekliğin künhüne vakıf olmada tek alternatif gibi gözükmektedir. Buna göre Tanrı’ya inanmak, onun bildirdikleri ulûhiyet, tabiat, insan, tarih ve gelecek hakkında da belirli bir fikir ve anlayışlara sahip olmak anlamına gelmekte ve bireyin inancı, onun algı, idrak, bilgi, ilişki ve deneyimleri velhasıl hayatı algılayış biçimiyle yakından ilişkili hale gelmektedir (Özakpınar, 1999:16-36). İNANÇ VE İMAN KAVRAMLARI ARASINDAKİ FARKLAR İman kavramı, inanç kavramından daha güçlü kesinlik arzetmektedir. Sıklıkla birbirlerinin yerine kullanılan inanç ve iman kavramları arasındaki en belirgin fark, inancın kapsam itibariyle iman dâhil muhtemel bütün düzeyleri içerecek şekilde daha genel olmasına rağmen, imanın inanca göre daha özel bir anlam ifade etmesidir. İman kavramının inanç kavramından diğer bir farkı da, yukarıda bahsedildiği gibi objesinin tahkike açık olmaması, yani insanın algı ve kavrayış alanının ötesinde bulunan, duyu ve akıl yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen ve onu aşan gerçeklikler içermesidir. Tahkiki mümkün olan şeylerle ilgili inançlar da olabilir. Ancak inanca konu olan şeylerin araştırılıp ortaya çıkarılması onları bilgiye dönüştürür. İnanç kavramı, kendisine obje olacak olguların çokluğu kadar ifade ettiği ihtimal veya kesinlik açısından da farklılık arz etmektedir. Örneğin herhangi birinin desteklediği takımın şampiyon olacağına olan inancı ile en yakın arkadaşının kendisine her zaman doğruyu söyleyeceğine olan inancı aynı değildir. Böylece inanç kavramı, şüpheyle birlikte ihtimalin bütün derecelerini kapsamasının yanında, şüpheden arınmış tam bir kabul ve tasdiki de ifade edebilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı İnancı bir çizgi üzerinde gösterecek olursak, 0 noktası inançsızlık durumunu gösterirken, 100 noktası kesin inanç, bu iki nokta arasında kalan bölgenin ise şüpheyle birlikte inanç durumunu gösterdiği kabul edilebilir. İnancın 0 noktasına yaklaşması şüphelerin yoğunluğunu gösterirken, 100 noktasına yaklaşması ise şüphelerin azaldığını ve kesin inanca doğru bir gidiş olduğu şeklinde anlaşılabilir (Peker, 2000: 61-63).Rakamsal olarak ifade edilecek olursa, yüzde ellinin altında kalan inançlara tekabül eden inançlara vehim, tam bir kararsızlık durumuna işaret eden yüzde elli noktasına tekabül edenlere şüphe, yüzde ellinin üstünde kalan bölüme zan, yüzde yüz noktasına ise kesin iman denebilir. Bu farklılaşma, iman etme ve imanın geçirmişi olduğu gelişim süreciyle ilgilidir. Ancak iman noktasına ulaşılması durumunda, artık onların hiçbiri varlığını devam ettiremez ve iman bunların hiçbirinin bulunmadığı son noktada tasdikle oluşan bir kesinlik arz eder. İnancın yüzde yüz noktasına ulaşması ise, kanıt arama şartını kaldırarak oluşturulan iman olarak tanımlanabilir inançsızlık 0 İnanç ile inançsızlık arasındaki kabuller, kanaat düzeyindedir. inanç 50 100 Topçu, inançla iman arasındaki farkın içerik farkından ziyade, mahiyet açısından olduğunu öne sürmüştür. Ona göre iman, tek başına ruhun alanını işgal etmek üzere, bütün diğerlerini bastırarak veya az-çok onları gözden düşürerek gelişen bir inançtır. Budurumda iman, inancın özellieşmiş bir biçimi olmaktadır. (Topçu, 1995: 139). Nitekim inanç,iman gibi sadece dinî alanla sınırlandırılmadığı gibi, hemen her konu inanca nesne olabilmektedir. İman ise, insan hayatının tamamını kapsayan küllî bir hâl olduğu için, insanın bütün davranışlarına yansıyabilmektedir. İnancın külli bir yapı arz etmemesi, insanı bütünüyle kuşatmasını engellemektedir. Zira inanç imana göre daha durağan bir özelliğe sahip olup, inanılana karşı güçlü duygusal tutumlar içermemektedir. Bunun içindir ki, objesi Tanrı olan inanç, başka objelere sahip diğer inanç biçimlerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır (Alper, 2002:33-36). İnsanın din dışındaki diğer bütün inançları arasında genellikle dinî inançların kendi aralarındaki uyum ve organizasyonu gibi yüksek düzeyde bir düzen ve ilişki bulunmazken, esasen buna gerek de yoktur. Hâlbuki Tanrı inancı etrafında oluşan ve gelişen diğer inançların tümü, Tanrı inancıyla uyumlu bir şekilde olduğu gibi, bu inançlar bütün dünyasal aktiviteleri de organize ederek insanı tek bir hedefe yöneltmektedir. Yani aslında dinde tek bir inanç objesi vardır ve diğer bütün inanç objeleri, o olduğundan dolayı vardır. Bu yüzden Glock objesi Tanrı olan inanca “Kutsalı teminat altına alıcı veya garanti edici inanç” demiştir. Hâlbuki diğer birçok inanç objesi için durum böyle değildir. Örneğin herhangi bir bireyin 13 rakamının Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı uğuruna inanması ile, arkadaşının kendisine yalan söylemeyeceğine olan inancı arasında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Ancak Tanrı inancına sahip birisi için, bu inanca dayandırdığı diğer bütün inançlar, onun çökmesiyle çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Örneğin girdiği sınavdan yüksek bir not alacağına inananan birisi için bu inanç önemli bir risk unsuru taşımamaktadır. Zira sınav sonuçları açıklandığında durum ortaya çıkacak ve o, düşük not alsa bile daha sonraki sınavlardan yüksek not alacağına yönelik yeni inançlar geliştirebilecektir. Fakat Allah inancı için aynı durum geçerli değildir. Ahiret, peygamber, melek, kutsal kitap inançları sadece Allah inancı bulunduğu zaman anlamlı olan inançlardır. Bundan dolayı Allah inancına dayandırılan her şey, doğrudan Allah’ın varlığından güç almaktadır. Buna göre Allah’a inanmadan, ahirete inanmanın hiçbir anlamı bulunmamaktadır (Glock, 2001; Clark, 1961: 224-225). Ancak Allah’a inanan açısından Allah’a inanmak ile ahirete inanmak arasında da hiçbir fark yoktur. Ahirete inanmadan sadece Allah’a inanmak da yeterli değildir. Zira inanan insan ahiretin varlığına Tanrının bu konudaki haberine güvendiği için inanmaktadır. Aynı durum diğer iman esasları için de geçerlidir. Bundan dolayıdır ki, Kur’an’da Peygambere itaat, Allah’a itaatle aynı şekilde değerlendirilmiştir. “Her kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/ 80) “...Peygamber size neyi verirse, onu alın; neden sizi nehyederse, ondan da sakının...” (Haşr 59/7) Dinî inancın en kritik unsuru, Allah inancıdır. İnançta bilişsel veya zihinsel boyut ağır basmasına rağmen, imanda duygusal ve iradi boyutun ön plana çıkması bu iki kavram arasındaki farkların en karakteristik olanlarındandan biridir. Şöyle ki; statik yönü daha ağır basan inanç (belief), inanılan obje ya da öneriye karşı her zaman güçlü, pozitif duygusal bir tutumu ihtiva etmemektedir. Örneğin birey, üzerinde fazla etkisi olmadan veya onu herhangi bir davranışa yöneltmeden Kaf dağının varlığına veya yarın havanın güneşli olacağına inanabilir. Daha zengin olsalar da, entelektüel kavrayış düzeyindeki dinsel inançlar da bu kategoride yer alır. İnanılan şeye karşı güçlü pozitif duygusal tutumlar üreten inançlar ise, imana dönüşmektedir. İman (faith) ise, çok daha dinamik bir durumu ifade etmektedir. O daha sıcak hatta tutkulu bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı bağlılığı doğurmakta ve birtakım davranışları da teşvik etmektedir. Örneğin “Allah’a iman”, sadece kelimelere dökülmüş bir Allah inancını değil, inanan kişinin sorumluluklarını da içeren bir sadakati ifade etmektedir. Buna göre iman eylem boyutuna sahip olup, bu kavram aynı zamanda muktezasına uygun davranışları da içine almaktadır (Alper, 2002:36). Ancak sözü geçen imanın olgunlaşmış iman olduğunu belirtmek gerekir. Başlangıçta mevcut alternatiflerden birini kabul edip diğerlerini redderek genel bir kanaat şeklinde olarak ortaya çıkan inanç, zamanla ortaya çıkan şüphelerle sarsılıp olasılıklar ortadan kaldırılarak olgunlaşmaya başlamaktadır. Şüphelerden arındıktan sonra yaratıcı düşünceyle koşut olarak gelişimini devam ettiren inanç, bireyin ruhunda süreklilik kazanarak onun hayatına hakim olmaya başlamaktadır (Topçu, 1995: 139). Bu şekle gelmiş bir imanın ise davranış üretmemesi mümkün değildir. İmanın hâkim unsurlarından birisi olan duygusal boyut, onun oluşup gelişmesini de önemli fonksiyonlara sahiptir. Zira insanlar olumlu duygular besledikleri şeylere daha kolay inanma eğilimi gösterirken, olumsuz duygular beslediklerine ise kolay inanmama eğilimine sahiptirler. Batı dünyasında yapılan çalışmalarda cennete inananların oranının, cehenneme inananlardan çok daha fazla çıkması bundan dolayıdır. İMANIN PSİKOLOJİK YAPISI VE BOYUTLARI İman, bilişsel, duygusal, iradi ve davranış boyutu olan dinamik bir olgudur. İmanın gaybi olmasının yanında kesinlik ifade etmesi ve kapsayıcı bir özelliğe sahip olması gibi temel özellikleri bulunmaktadır. İman, insanlığı kapsayıcıdır. Zira tarih, dinsiz bir toplum kaydetmemiştir. İman, insanı kapsayıcıdır. Çünkü o, doğrudan kişiliğe hitap ettiği için insanın hayata bakışı, davranışları, ilgileri, duyguları ve iradesini önemli ölçüde biçimlendirmekte ve yönlendirmektedir. İmanın kişiliğe nüfuz etmesi, suyun bir bitkiye nüfuz etmesi veya kanın bedende dolaşmasına benzetilmektedir. İnanç, hüküm olması açısından zihni, teslimiyet ve boyun eğme olması yönünden duygusal, bir değer davranışı olması boyutuyla da iradi özelliklere sahiptir. İnanma değerinin kuruluşunda, hayal gücü ve hafıza, insanî duygu ve tutkular, irade ve seçme hürriyeti gibi farklı elemanlar rol almaktadır. İman bu faktörleri yeniden biçimlendirerek kişiliği yeniden organize etmektedir. O, insanın kişisel yaşamının merkezinde bir yer işgal ederek, hayatın bütün yönlerini kuşatmaktadır. Tillich’e göre imanın merkezde olması, bireysel yaşamın duygusal, zihinsel, ruhsal, bedensel, hatta bilinçli ve bilinçsiz olmak üzere bütün yönlerini birleştirmektedir. İnsanın birbirinden ayrılmaz bu unsurların bir araya gelmesinden oluşması gibi, insanın temeline yerleşen iman da, onlarla ilişkili ve onlar üzerinde etkilidir (Tillich, 1965: 4) Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı İmanın bilişsel, duygusal, iradi ve davranışsal olmak üzere dört temel boyutu bulunmaktadır. Daha önce ifade edildiği gibi imanın asıl çekirdeğini Tanrı inancı oluşturmaktadır. Doğası gereği inanan bireyin Allah ile sürekli ve dinamik ilişkisi olan imanın, bilişsel boyuta ilave olarak bireyi kendi özgür iradesiyle teslim alabilmesi için onun duygusal özellikleriyle de örtüşmesi gerekmektedir. Bu haliyle iman, kendisini oluşturan bu üç temel unsurun herhangi birisine indirgenemeyeceği gibi onların toplamından da fazla bir şeydir. Zira bütününün etki ve katkıda bulunduğu psikolojik bir süreç olarak bireyin odaklanmış benindeki bütün boyutların birleşmesiyle oluşan imanla, yepyeni bir bütün meydana gelmektedir. Bu durumda iman, kendisini oluşturan bütün unsurlardan (kognitif yapı, duygu, irade ve davranışlar) ve onların birbirleriyle ilişkisinden oluşmaktadır. Bu unsurların her birinin ağırlığı ve birbirleriyle ilişkisinin bireyden bireye değişiklik göstermesi, onun kişiye özgü bir yapıya sahip olmasını da beraberinde getirmektedir. Nitekim bazı insanlarda duygu unsuru ağır basarken, bazılarında daha sorgulayıcı bir eğilim daha hakim olabilmektedir (Mehmetoğlu, 2010:148). Bilişsel Boyut İmanın bilişsel yapısı, Tanrıyı ve ondan gelen bilgileri algılamaktan sorumludur. İmanın düşünsel unsuru olarak da ifade edilebilecek olan bu boyut, temel zihinsel faaliyetlere tekabül etmektedir. İnsanın dünya hakkındaki tasavvurları, yetiştiği ve halen içinde yaşadığı fiziksel ve sosyal ortam, fizyolojik yapısı ve o anki güdülenmişlik düzeyi, istek, amaç ve hedefleri, geçmişteki tecrübeleri, zihinsel yapısının mahiyetini oluşturmaktadır. İnsan bu unsurlardan oluşan kognitif yapı ve duyusal alıcıları vasıtasıyla duyuları algıya dönüştürmektedir. Buna göre duyumlara dayanan algı, muhakeme etme, anlama, kavrama, hafızada saklama, gerektiği zaman çağırma, bilgi üretme, hazır bilgi alma gibi bir dizi süreci ifade eden bilişsel yapı, imanın temel zihinsel boyutunu oluşturmaktadır. İmana nesne olan şeyin tahkiki mümkün olmayan bir üst alana ait olması, bireyin iman ettiği hususlarda deneysel bilgi üretme imkânını ortadan kaldırdığı için, bilişsel yapı Tanrı’dan gelenlerin algılanması, muhakeme edilmesi, anlaşılması, hafızada saklanması ve gerektiği zaman kullanılmasına matuf olarak çalışmaktadır. Bireyin imanla ilgili bilişsel bir faaliyette bulunabilmesi için, öncelikle bilişsel yeteneklerinin belli bir düzeyde gelişmiş olması gerekmektedir. Bundan dolayıdır ki, akıl baliğ olmayan çocuklar ve akli melekeleri (bilişsel gücü) vasatın altında olanlar dinin muhatabı değildirler. Yani Allah ile ruhsal ilişkiye girebilmek, bir başka deyişle Allah’a muhatap olabilmek için belli düzeyde bir bilişsel yeterlilik gerekmektedir. Zira iman, basit bir olgu olmayıp, yüksek farkındalık isteyen bir durumdur. Bu farkındalık, bireyin hem kendisi, hem yaşadığı çevre hem de karşısındakiyle ilgili olarak vasat veya vasatın üstüne çıkmayı gerektirmektedir. Bunun için inanan birey hiçbir şekilde pasif, etrafta olup bitenlerden habersiz, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı kendini hayatın akışına bırakan birisi olmadığı gibi, iman da duru ve açık bir bilinci gerektirmektedir. Bu durum aynı zamanda bireyin bütün davranışlarının sorunluluğunu alabileceği kadar bir farkındalık düzeyine sahip olması anlamına da gelmektedir. Bunun aksi din dilinde “gaflet” terimiyle ifade edilmektedir. Gaflet, uzun soluklu ve geniş bir zaman aralığına yayılan Tanrı-insan ilişkisinde inanan bireyin kısa aralıklarla kabul edilebilir farkındalık düzeyini kaybetmesi olarak tanımlanabilir. Ancak gafletin uzun zaman aralıklarına yayılması, kurulan bu ilişkinin temelde yara alması ve yok oluşa gidişin en önemli nedeni olabilmektedir. Zira din, büyük ölçüde bir bilinç olayıdır ve dinlerde öngörülen bütün emir ve yasaklar, inanan bireyin bilincinde Tanrı kavramının kuvvetlendirilmesine matuftur (Karaca, 2011: 120). Çeşitli önyargılar, imanın bilişsel boyutunu bloke edebilir. Kognitif sistemler arasındaki bütünlük, bireyde yerleşip bütünleşen, kendi aralarında mantık bağlarıyla örülen bir fikirler ve entelektüel eğilimler bütünü olarak tanımlanan zihniyet oluşturmaktadır. İnsanın sahip olduğu bu kognitif dünya veya zihniyet, onun dünya algısı ve bilgi işleme süreçlerini de etkileyerek değişime yönelik bir direnç oluşturmaktadır. Böylece sistem, dış dünyayı belli bir seçicilikle (seçici algı) algıya dönüştürdüğünden, mevcut yapıya ters düşen uyaranlardan çekilerek, kognitif yapının sabitliğini koruyacak şekilde organize olma eğilimi göstermektedir. Zaman zaman seçici algının üstüne çıkacak yeğinlikte ortaya çıkan duyusal uyaranlar karşısında yeniden organize olmak durumunda kalan kognitif yapı, çoğu kere kökten bir değişiklik yerine kendisiyle uyuşmazlık gösteren girdiyi uyum sağlayacak şekilde asimile ederek sisteme dâhil etmektedir (Krech ve Crutchfield, 1980: 132). Bu durum iman için de geçerlidir. İnanan birey, kognitif sistemine iman ettiği esaslarla çelişen girdilerin girmesi durumunda, bu girdiyi genel yapıya uyumlu hale getirmektedir. İnançların değişime karşı son derece dirençli olmaları bundan ötürüdür. Einstein’a bir önyargıyı yıkmanın atomu parçalamaktan daha zor olduğunu hissettiren durum da budur. Kur’an’da kâfirlerin kör, sağır, dilsiz ve düşünemez olarak tasvir edilmesi de bu psikolojik gerçekliğe işaret etmektedir. Ve o inkâr edenlerin (kâfirlerin) hâli, haykırması sebebiyle bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen (anlamayan) kimsenin durumu gibidir. (Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden onlar akıl edemezler (idrak edemezler) (Bakara, 2/171). Bu durumda imanın kognitif boyutunda bulunan rasyonellik, objektif kriterlere göre iş gören akıldan çok, onu koruyan, destekleyen ve ona hizmet eden sübjektif özelliklere sahiptir. Dışarıdan bakanlar için irrasyönel gibi gelen bazı şeylerin iman sahibi için son derece rasyonel olarak algılanması da bundan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı dolayıdır. İmanın rasyonel argümanlarla desteklenemediği durumlarda ise duygusal boyut ön plana çıkmakta ve mümin inancını sorgulamaya kapatarak korumaya çalışmaktadır (Alper, 2002:77-90). Bireyin imana yönelik bilişsel bir faaliyette bulunabilmesi için, öncelikle neye inanacağı konusunda bilgiye sahip olması gerekmektedir. Bu ihtiyaç, deneme yanılma yoluyla öğrenilen bir bilgiyi değil, daha çok çevrede hazır bulunan ve genellikle vahye dayalı, değişime kapalı bilgilerle karşılanmaktadır. Yani bireyin neye inanıp inanmayacağı kendisine inandığı dinin kutsal kaynakları tarafından sunulmuş durumdadır. Ancak iman vasıtasıyla ulaşılan bilgi normatif bir bilgi olup sahibi için bir değer de ifade etmektedir. Buna göre inanan, inandığının aynı zamanda iyi, doğru ve güzel bir şey olduğunu da kabul etmektedir. Zira mümin olmak için, herhangi bir dinini iman esaslarını bilmek yeterli olmayıp, onlara pozitif yönde bir değer atfetmek gerekmektedir (Karaca, 2011: 120). Zira bireyin doğru olduğunu kabul etmediği bilgiyi hayatına aktarması, kendini ona adaması mümkün olmayacaktır. Duygusal Boyut İnsanın temel yapısal özelliklerinden biri de duygusal potansiyelidir. İnsanın bu boyutu, son derece kuvvetli olup bilişsel potansiyellerin kullanılmasını da çoğu kere etkisi altına alabilmektedir. Duygusal boyutun daha baskın olduğu alanlardan birisi de imandır. Zira imanda, gaybi özelliğinin de etkisiyle özellikle oluşum aşamasında bilişsel unsurun fonksiyonunu asgari düzeye indirmekte ve gönüllü bir boyun eğiş, ancak duyguların katılımıyla gerçekleşebilmektedir. Nitekim inananların büyük çoğunluğu, bilişsel sorgulamalar sonucunda bir Tanrı fikrine ulaşmaktan ziyade, yine bilişsel güçlerini kullanarak kendilerine tanıtılan Tanrı’ya inanıp teslim olmakta, daha sonra girişilen bilişsel sorgulamalar esnasında oluşan boşlukları ise duygusal boyut ile kapatmaktadır. İmanın duygu boyutu, tek bir duygudan ziyade bütün duyguların az çok etkili olduğu geniş bir yelpazeyi içine alır. Güvenlik ihtiyacı, insanın dünyaya gelir gelmez aktifleşen ve ömür boyu devam eden temel gereksinimlerden birisidir. Güven duygusu da duygusal yelpazede imana en yakın gözüken duygulardan biridir. Tanrı inancı ise, güven arayışında olan insanı endişe duygusundan uzaklaştırarak, ona kapsamlı ve sarsılmaz bir güven vaadetmektedir. İmanın duygusal ve bilişsel unsurlarını birleştiren bir duygu olarak ön plana çıkan güven duygusu, imandaki duygusal boyutun en belirgin göstergesidir. Zira insanlar güvendiklerine inandıkları gibi, inandıklarına da güvenmektedir. Ancak her ne kadar belirgin bir şekilde ön plana çıksa da, imandaki tek duygusal yapı güven değildir. İmanda sevgi, korku, sabır, tevekkül, rıza, minnettarlık, ümit, hüzün, pişmanlık, suçluluk, şükür, fedakârlık, hayranlık, azamet, acizlik, minnettarlık, sabır, tevekkül, gibi duygu yelpazesinin bütün unsurları önemli roller oynayabilecek güçtedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı Din ile en sıkı ilişki içerisinde olan diğer bir duygu da sevgidir. Güven duygusu da, sevgi ortamında gelişebilecek bir duygudur. Sevgi güvene zemin hazırlamakta ve insan bir taraftan sevdiğine güvenirken diğer taraftan güvendiğiyle daha rahat ilişki kurabilmektedir. Kur’an müminlerin vasıflarını anlatırken, onları “en çok Allah’ı sevenler” olarak nitelemiştir. Hz. Peygamber de, imanı tarif ederken, kelime-i şehadetten sonra Allah ve resulünün bireye bu ikisi dışındaki bütün şeylerden daha sevimli olmasını eklemiştir (Ahmet b. Hanbel, IV, 11). De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez (Tevbe, 9/24). İmanın duygu boyutunda yer alan temel duygulardan birisi de korkudur. İmanda ağırlıklı duygu sevgi olsa da, bu durum daha çok olgun inanç noktasında ulaşılan bir durumdur. Daha az gelişmiş inanç düzeylerinde hâkim olan korku duygusunun nesnesi, gerçekte Tanrı değil, inananların negatif davranışları sonucunda karşılaşacakları cezadır. Daha olgun inanç aşamalarında ise korku duygusu objesini kaybederek kaygıya dönüşmekte ve dinî gelişim sürecinde imanın olgunlaşmasına paralel olarak sevgiliye layık olamama endişesiyle evrilmektedir. Ayrıca korku duygusunun Tanrı’nın azameti karşısında bireyin kendi acizliğiyle ilgili farkındalık düzeyinin yükselmesiyle kendiliğinden oluşan saygı hissinin üretmiş olduğu şaşkınlıkla da yakın ilişkisi bulunmaktadır. İmanın duygusal boyutu, davranışlar için de aynı zamanda önemli mativasyon kaynağı pozisyonundadır. Duygusal boyut, imanın sadece oluşumunda değil, oluştuktan sonraki gelişiminde de son derece önemli fonksiyonlara sahiptir. Duyguların imanı etkilemesi, bireyin öznel duygusal yapısı ve bu yapı içerisinde duyguların gelişimiyle de yakından ilişkilidir. Zira iman hayatının motivasyonu büyük ölçüde duygular ile sağlanarak dinî hayatı devam ettirmede ihtiyaç duyulan psikolojik enerji duygu dinamosundan sağlanmaktadır. Hatta bilişsel sorgulamalar sonucu oluşan motivasyonlar da genellikle insandaki duygu gücünü harekete geçirerek işlev görmektedir. Son derece karmaşık bir yapıya sahip olsa da bilişsel boyutun yeknesaklığı yanında duygusal hayattaki çeşitliliğin üst düzeyde olması, dinî gelişim de dâhil olmak üzere insanî gelişimin ne ölçüde yüksek düzeyde bir psikolojik enerjiye ihtiyaç duyduğunu göstermesi açısından da dikkat çekicidir. Nitekim en büyüğünden en küçüğüne kadar insanlar için bilmek ile yapmak aynı anlama gelmemekte, yapma iradesi gösterebilmek için yapmayı istemek yani davranışa motive olmak gerekmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı Bireyin kendi isteklerinden vazgeçerek kendini Allah’a teslim etmesi, sevgi ve fedakârlığa dayalı güdüsel bir yönelmenin sonucudur. Allah’a bağlılık ve teslimiyeti sürekli hale getiren, sevgiyle motive olan imandır. İmanın duygu boyutundaki korkunun objesi asla Tanrı olmayıp, o inanan insanın Allah’a yönelik sorumluluğunu istenilen ölçüde yerine getirememiş olmanın oluşturmuş olduğu kaygı durumudur. Çünkü insan ne kadar çabalarsa çabalasın gerek Allah’ın kendisine bahşettiği nimetlerin şükrünü eda, gerekse ona layık bir kul olma konusunda eksikleri olacağından görevini layıkıyla yerine getirip getirememiş olmanın yarattığı belirsizlikten kaynaklanan kaygı hissiyle karşı karşıyadır. Ancak bir dinî motivasyon olan korku duygusu ise farklı bir duygudur. Bizzat Tanrı tarafından inananları istenilen şekilde hareket etme konusunda güdüleyici bir faktör olarak kullanılan korku motivasyonunun objesi “ceza”dır ve istenilen şekilde davranmayan birey, kendisini cezalandıracak olan figürden değil, yaptığı kötü davranışların karşılığından korkmaktadır. İmanda bahsi geçen duyguların hangisi daha aktif olursa olsun, o insanın kendisiyle giriştiği iç mücadelede inanılan Varlığın iradesi yönünde bir sonuca ulaşmasıyla tam bir yapı kazanmaktadır. Belli bir gelişim süreci sonunda imanda ulaşılabilecek en tepe nokta olan Allah aşkı, sevgi duygusunun imanın duygu boyutundaki diğer bütün duyguların üstüne çıkıp sadece diğer duyguları değil benlik bütünlüğünü etkisi altına alması durumudur. Bu düzeye ulaşan birey, Tanrı iradesine en üst düzeyde teslim olarak bireysel iradesini onun iradesiyle birleştirmekte ve bu aşama belki artık herhangi bir motivasyona ihtiyaç kalmadığı veya bütün motivasyonların görevini layıkıyla yerine getirdiği aşama olarak nitelendirilebilir (Karaca, 2011). İradi Boyut İradi boyut, davarış boyutunun ortaya çıkmasını etkileyen faktörlerin başında gelir. İki temayül grubunun çatışması durumunda bir an için asılı kalan aksiyonu, yüksek temayüllere üstünlük vermek suretiyle yeniden doğrultmak fonksiyonuna haiz bir oluşum şeklinde tanımlanan (Dwelshauvers,1952: 459) insandaki irade gücü, sadece mevcut alternatiflerden biri niseçmede değil, aynı zamanda kendi kişiliğini inşa etmede de en önemli faktörlerden biridir. Zira kişilik, bilinçli tercihlerin ürünü olup, kişiliğini yapılandırma varlıklar âleminde sadece insana özgü bir durumdur. Buna göre insan, etrafındaki şartları tam olarak kontrol edemese de, şartlar karşısında vereceği tepkilerde tercih şansına sahiptir ve dinî sorumluluk da ancak bu şekilde gerçekleşmektedir. Örneğin insanın davranışlarını kendi ürünü olarak görüp kendine izafe etmesi ve bazı davranışlarından ötürü sevinç veya pişmanlık duyması, onun psikolojik olarak kendini hür hissettiğine yani tercih sahibi olduğunun en bariz delillerinden birisidir. İrade, insanın diğer potansiyellerinden müstakil bir özellik değildir. Zira insanın iradesini kullanabilmesi için öncelikle bilişsel yeterliliklerini kullanabilmesi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı olmazsa olmaz konumdadır. Çünkü insanın tercih yapabilmesi için tercih edileni edilmeyenden ayırt edebilecek bir güce sahip olması lazımdır. İradenin kullanılmasını önemli derecede etkileyen diğer bir faktör ise insanın duygusal boyutudur. Zira çoğu durumda duygular ile düşünceler arasında önemli çatışmalar yaşanmakta ve bu durum iradenin kullanılmasını zorlaştırmaktadır. Düşüncelerin kendi aralarındaki organizasyonu sürecinde de çatışmalar yaşansa da, bu çatışmaları çözümlemek, duygular ile düşünceler arasındaki çatışmaları çözümlemekten daha kolaydır. İrade, inanç-davranış ilişkisinde de son derece önemlidir. Zira inancı davranışa dönüştüren temel faktör iradedir. Önemli düzeyde farkındalık isteyen dinî inanç, farkındalıktan bir adım daha ileri giderek iradi (gönüllü) bir teslimiyeti gerektirmektedir. İmanın iradi unsuru, bireyin hiçbir baskı altında kalmadan gönüllü olarak bu yönelime girmesi anlamına gelmektedir. Bilişsel gücün ortaya koyduğu amaca doğru gitme hareketi olarak tanımlanan irade, dinî gelişimde bireyin inandığı varlığa doğru gitme ve kendisini ona bırakma bilincine ulaşması anlamına gelmektedir. İman önermelerinin insanın iradesini mecbur edecek durumda olmaması, aslında ona bir tercih şansı bırakmakta ve imanın gaybi unsuru, aslında iradenin kullanılmasına imkân tanımaktadır. Zira aksi durumda, herkesin iman etmesi kaçınılmaz olacaktır (Aydın, 1990:182). İnanıp inanmama konusunda insanın tercih sahibi olduğu ayetlerde ortaya konmuştur: Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir (Bakara, 2/256). İnsanın tercih seçeneğine sahip olması, dinî hayatın sigortası pozisyonundadır. Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin (Kehf, 18/29). İstemeyerek, baskı altında ve genellikle ceza korkusuyla gösterilen uyumun, gerçek bir tutum değişimi olmadığından ömrünün de uzun olmadığı, bilimsel olarak ortaya konmuş durumdadır. Bu yüzden imanda gönüllülük esas olup birey, ancak gönüllü bir teslimiyet sonucunda hayatına inandığı varlığın önerileri doğrultusunda bir yön verme inisiyatifi gösterebilmektedir. Bu teslimiyet, güçlü bir sorumluluk duygusu üreterek, imanı yeniden doğurup onun tazeliğini koruyacak eylem ve davranışları (ibadetler ve seküler davranışlar) motive etmekte ve dinî gelişimin yolunu açmaktadır (Karaca, 2011: 121-122). Hiçbir şekilde körü körüne bir boyun eğme olmayan teslimiyet, inanılan varlığa duyulan üst düzey bir güven durumudur. Bireyin inandığı varlığa yönelik Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı olarak hissettiği bu üst düzey güven duygusu, bilişsel olarak anlamakta güçlük çektiği durumlarda bireyin imdadına koşarak ortaya çıkacak çelişkiler karşısında rahatlama sağlamakta ve Allah’ın rızasını kazanma konusunda sabır ve sebat duygularını da beslemektedir. Davranışsal Boyut İmandan bahsedebilmek için, imanın konusu hakkında belirli bir düşünce ve duygu olması gerektiği gibi, davranışların da olması gerekmektedir. Ancak imanın objesi, inananların tamamında standart bir etki yaratmadığı için, ona bağlı davranışların çeşit, nitelik ve dolayısıyla değeri bireyden bireye değişebilmektedir. Burada değişmeyen şey, imanda şekli belirlenmemiş de olsa, davranışın varlığıdır. Zira imanı, kişilik gibi bireyin bütünlüğünü ilgilendiren küllî psikolojik bir hâl olarak tanımlamak, zorunlu olarak onda insanın bütünlüğünde bulunan davranış unsurunun da bulunduğunu kabul etmek anlamına gelmektedir. Davranışlar imanın sonucu gibi gözükmekteyse de, onlar aynı zamanda imanın unsurlarından birisidir. Zira davranışa dönüşen imanın ürünü olan davranış, geri dönerek kendisini üreten imanın diğer unsurlarını besleyerek onu eskisinden daha güçlü hale getirmektedir. Ancak davranışların bu şekilde bir fonksiyon üretmesi için, farkındalık düzeyi yüksek bir iman tarafından tetiklenmeleri gerekmektedir. Bu durumun din dilindeki karşılığı ise “niyet”tir. İbadeti adetten ayıran temel faktör olan niyet ise, ibadetin başında Tanrı şuurunun aktif hale gelmesidir. Davranışlar, imanın sonuçları gibi gözükse de, onu kuvvetlendiren en önemli faktörlerdir. İmanın öngörmüş olduğu bazı davranışların ortaya çıkmaması, onun iman olarak nitelendirilmesine mâni olmasa da, onun muktezasına uygun bütün davranışlardan soyutlanması durumunda geride kalanı iman olarak nitelendirmek oldukça zorlaşmaktadır. Ancak imana uygun hiçbir davranış sergilemeyen birisinin bu durumdan pişmanlık duyması bile, imanın varlığına işaret eden bir tepki olarak değerlendirilebilir. Bu durumda imandan bahsedebilmek için, var olan kesin bir kabul edişe davranışların da katılması gerekmektedir. Bir dizi inanç esaslarından oluşan dinleri kabul veya reddetmek de, aslında ilgili inanç esaslarının öngörmüş olduğu yaşam şeklini kabul veya red anlamına gelmektedir(Alper, 2002: 140-150). İmanın inançtan ayrıldığı temel noktalardan biri, onun insanı daha derinden kavraması ve daha yüksek düzeyde davranışa dönüşme potansiyelidir. Zira inanç, davranış ve tutumlarda gerçek bir farklılık meydana getirdiği ölçüde, imana dönüşmektedir. Genelde her türlü inanç, özelde ise iman ile davranış arasında döngüsel bir ilişki bulunmaktadır. İnançtan kaynaklanan ve onunla tutarlı olan eylemler, bir kez icra edildikten sonra inancı güçlendirme eğilimi göstermektedir. Nitekim ne kadar zayıf olursa olsun, inancın davranış üretecek güce ulaşmasıyla Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı birlikte ortaya çıkan eylem geri dönerek, kendisini üreten inancı daha kuvvetli hale getirmekte, bu sefer eskisinden daha kuvvetli hale gelen inanç, daha güçlü bir şekilde davranış üretme potansiyeline kavuşmakta ve döngüsel olan bu daire böylece sürüp gitmektedir. Zira iman sadece farklı ve kendine özgü psikolojik bir fonksiyon değil, aynı zamanda, bir dereceye kadar inanç ve davranış arasındaki gerilimin sonucu olan zihnin inançlarıyla bedenin hareketleri arasında konuşma çeşididir. İman, duygusal coşkunlukla desteklenmiş ve zihinsel kabulle onaylanmış oluşumlardan kaynaklanan bir eylemdir. Vergote, imanın ifade edildiği davranışlar vasıtasıyla hayatta kalan bir eğilim olduğunu, kendini ifade edici eylemler vasıtasıyla yeniden canlandırılmadığı takdirde öleceğini belirtmiştir (Vergote,1999: 177/178). İman, kendine uygun davranışlar oluşturmak suretiyle kendisini yeniden doğurur. Dindar olmak sadece kuramsal inançlara sahip olmak değil, insanın davranışlarına yön veren bir referans çerçevesine sahip olması demektir. Buna göre inanç, davranışların ana nedeni olabileceği gibi, zaman zaman ikincil nedenler olarak da işlev görebilmektedir. Olgun inanç ise çoğu kere davranışların ana nedenidir. Meseleye imanı olgunlaştıran ve inanan bireylerden öncelikli olarak icra etmeleri istenen ibadetler açısından bakıldığında, başlangıç aşamalarında ibadete yönelme konusunda önemli motivasyon problemleri ortaya çıkmakta, inanan bireylerin azımsanamayacak bir çoğunluğu inandığı dinin gereklerini yerine getirmede önemli eksiklikler sergilemektedir. Bu durum ise insanın iç dünyasında bir çelişki meydana getirmektedir. Zira bilişsel veya duygusal olsun inanılan ve bağlanılan değerler kendileri doğrultusunda davranış üretmek isterler. İnsanın başka faktörlerin etkisinde daha çok kalarak onlara uygun davranışlar üretmemesi ise bilişsel yönü ağır basan içsel bir çelişki yaşanmasına neden olmaktadır. Bu çelişkiden kurtulmak için en çok başvurulan yol ise savunma mekanizmalarıdır. Bu durumda birey kendisini davranışa zorlayan inançlarını bilinçaltına iterek bastırmaya çalışabilir veya inançlarına yönelik algısını değiştirerek aslında onların bilişsel yönlerinin ağırlıkta olduğunu, davranış üretmeseler de sistemde kalabileceklerini, Allah’ın insanların ibadetlerine ihtiyacı olmadığını, merhameti sonsuz olan Tanrı’nın inancına uygun davranmayanları da affedebileceğini, dinin bir iç temizliği olduğunu ve kendisinin başka yollarla da bu durumu başarabileceği gibi kısmen rasyonel argümanlar üreterek bir başka savunma mekanizması kullanmaya yönelir. Davranışlarını inançlarına uygun bir şekle dönüştüremeyen birey, bu tür bir yaklaşımı kullanmaya başladığı andan itibaren inançları üzerinde yapmış olduğu rötüşlerle onları davranışlarına uygun bir hale getirerek içsel çelişkiden kurtulabilir ve inanç-davranış arasındaki döngüsel ilişki bu sefer yeni inançları ile eski davranışları arasında etkin hale gelir. Dinî hayatta savunma mekanizmalarını kullanmayı alışkanlık haline getiren bireylerin bu durumdan kurtulması, çoğunlukla olağan dışı durumlar veya dramatik tecrübelerle Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı karşılaşmakla mümkün olabilmektedir. Aksi halde uzun süre devam ettirilen bu yaklaşım, savunma mekanizmalarının yoğun bir şekilde kullanımı sonucunda bireyi kendisiyle ilgili algılarında da gerçeklikten uzaklaştırabilmekte ve dinî bir hayat yaşamadığı halde kendisini dindar bir birey olarak algılamaya devam etmesine neden olmaktadır (Karaca, 2011: 138). İMAN VE ŞÜPHE Şüpheler, imanın dinamizmini korumasında önemli bir işleve sahiptir. Şüphe ve tereddütler, insanın genel karakteristiklerinden birisidir. Zira insanlar bir inanç sahibi olsalar da olmasalar da birtakım şüphelerle birlikte yaşarlar. Dinî inanca sahip olmayan insanlar hem kendi doğruları, hem de inananların doğruları hakkında şüpheler yaşarken, inanan insanlar kendi doğruları hakkında şüpheler yaşarlar. Şöyle ki iman, olasılıklar üzerine temellendiği için şüphe, zihinsel yapıda fiilen etkin olmasa bile bütün iman ifadelerinde kuramsal olarak olası durumdadır. Ancak iman, akıl yürütme ve başkalarının inançlarıyla uyumlu olan inançar olarak tanımlanabilecek olan bilgi kadar kesin olmasa da vehimden farklı olarak desteksiz bir kabul de değildir. Şüphe ve tereddütler ise insanın hemen her alanda karşılaştığı, kendisini rahatsız eden ve onu kararlarında çelişkiye düşüren insanî eğilimlerdir. Aynı eğilimler din konusunda da geçerlidir. Tahkike açık olan seküler hayat alanında etkin olan şüphelerin, gaybi özellikleriyle ön plana çıkan dinî hayat alanında aktif olması son derece normal bir durumdur. Dinî şüphe; “apaçıklık ve kesinlik arzusunun önceki inançla ya da sebepleri karşılıklı olan iki inancın birbiriyle çatışması sonucunda ortaya çıkan kararsız, sabit olmayan ruh hali olarak” tanımlanmaktadır (Hökelekli, 1993:195). Şüphe içindeki bireyin yaşadığı kararsızlığın yarattığı gerilim ve huzursuzluk, onu tereddütlerini çözümlemeye zorlar. Bu durumun doğal sonucu ise ya daha rafine bir imana geçiş, ya da daha kararlı bir inançsızlıktır. Dinamik bir yapıya sahip olan imanın dinamizmi biraz da şüphelerden kaynaklanmaktadır. Yani bir anda şekillenmeyip statik bir şekilde kalmayan iman, yaşanan hayatla birlikte kendini yenilemekte, iman doğrultusunda yaşanan hayat onu yeniden doğurarak tazelemektedir. Bu süreçte yaşanan şüpheler de imanı tekrar tekrar rafine ederek (kopma olmaması durumunda) eskisinden daha güçlü hale getirmektedir. Genelde bütün şüphelerin, özelde ise dinî şüphelerin başarılı bir şekilde çözümlenmesi, psikolojik bütünlük için önemli bir kazanımdır. Zira şüphe sürecinde bireyin, hür iradesini kullanarak inancına yönelik şüphelerini başarılı şekilde çözümlemesi, belirsizlikten ve tereddütlü ruh halinden kurtulması, aklını ve kalbini tatmine ulaştırması psikolojik bütünlüğü için zorunlu bir durumdur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı İman, nasıl insanların birlikte yaşadıkları şeylerden biri ise aynı şekilde şüpheler de imanın kendisiyle geliştiği sürecin bir parçasıdır. Aklımızdan geçen bir çok kuşku, insanın hayatına sel gibi akmaktadır. Olgun inanç ise verimli düşünmeyi karakterize eden dalgalı şüpheler ve tasdikler sonucu gelişmektedir. İnanç ve şüphe arasında gerçekleşen çatışmadan doğan gerilim, önemli bir psikolojik enerji kaynağıdır. İnancın yaratıcı olması için çok kolay oluşmaması gerekmektedir. İman ve şüphe arasındaki bu gerilimin büyüklüğü, her ne kadar imanı ortadan kaldırma ihtimali taşısa da, çatışmanın imanın lehine sonuçlanması onu daha güçlü ve yaratıcı bir hale getirmektedir. Zira şüphelerden arınan iman, kendi psikolojik hızı vasıtasıyla âdeta kendini yeniden üretmeye başlamaktadır. İmanın yaratıcılığına karşın en büyük tehdit, onun alışılmış hale gelmesi veya dinî davranışların alışkanlığa dönüştürülmesidir. Çünkü bu durumda yeni ve radikal bir düzenlemeye gerek duymayan sistemde gerilim azalmakta ve bireyde yaratıcılığın heyecan verici kaygısından çok dünyasal tatmin arayışlarına yönelen hoş ve kolay gerilimler aktif hale gelmektedir (Clark, 1961:233-234). Hem imanın hem de şüphelerin yaratıcılık sürecinde icraya yönelik kendi özel fonksiyonları bulunmaktadır. İmanın fonksiyonu hayata anlam vermektir. Bir bütün olarak bu anlamı sağlama ve insanın faaliyetlerine güç verme konusunda öznel olarak dinî imanın üstünde olan hiçbir değer yönelimi yoktur. Dinî inanç, dünya tarihinde diğer tüm nedenlerden daha fazla şehit verdirmiştir. Dinî inancın insanın üzerindeki etkisinin sınırlı olduğu anlar da vardır. Ancak basit bir sözden daha fazla bir şey oluşuna nispetle iman, inanan kimseyi yönetmekte ve davranışlarına yön vermektedir. Hz. Peygamber dinî şüpheleri yadırgamamıştır. İmandaki şüphe, müminin galip gelmeye çalıştığı bir şüphedir. İnsanın içinden bazen imanına ters olan şeyler geçirmesini, Hz. Peygamber imanın kemaline işaret olarak değerlendirmiştir (Müslim, İman, 132). Hz. Peygamber şüpheyi, imanı zedeleyen değil, besleyen bir faktör olarak değerlendirmiştir. Şöyle ki şüpheler yerleşik fikirleri sorgulayarak yenilerini önermektedir. Onlar ufukları yükselterek özgürlük ve macera içeren vaadleriyle, tehlikeli bir akım sağlamaktadır. Hayatı anlamlı olarak görme alışkanlığı, potansiyel enerjiye sahip çok geniş su kütlesini kapatan bir set gibi işlev gören yerleşik imanın ürünüdür. Ancak şüpheler bu sette bir gedik meydana getirmekte ve yaratıcı aksiyon için suyu salıverme potansiyeli taşımaktadır. İmanın nasıl yaratıcı bir şekilde korunacağı problemi karmaşık bir problemdir. Clark, şüphe ile imanın güçleri arasındaki gerilim miktarının korunmasının işlevsel olacağı kanaatindedir. Ona göre imanın yaratıcı olarak muhafaza edilmesi şüphe ile arasında bir denge kurulmasıyla yakından ilişkilidir. Yani şüpheler bir taraftan imanı tehdit etseler de, diğer taraftan onun yaratıcı gücünü tetikleyerek onu davranış üretmeye zorlamaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı davranışlar inancı yeniden doğurarak onu eskisinden daha taze ve güçlü hale getirmektedir. Ancak bu denge dar bir inanç veya tam bir şüphecilik şekline dönüşme potansiyeli de taşımaktadır. Ona göre inancı sorgulamaya kapatıp dar bir çizgiye hapsederek yaratıcı imanı korumaya çalışmak verimsiz olduğu gibi, bütün bağlardan kopup hiçbir şeye inanmayan serbest düşünürler de sanılanın aksine inananlardan daha yaratıcı değildir (Clark, 1961: 232). Şüphelerin iman için yarattığı tehlikeler, dar bir imanın yarattıklarından daha fazla olabilmektedir. Zira sonuna kadar gittiği durumlarda şüphe, imanın temelini çürütüp mutlak hâle gelerek, kendi zaferi kendi saikini ortadan kaldırabilmektedir. İmana galip gelen şüpheler ise, birlikte yaşadıkları gerilimi yok ederek durağan bir durum kazanmaktadır. Zira seti geçip düzlüğe ulaşan su, artık bir şey yapma kapasitesini kaybetmektedir (Clark, 1961:238). Dinî Şüphe Çeşitleri Dinî şüpheler yalın bir yapıya sahip olmayıp, çok boyutlu ve karmaşık özelliklere sahiptir. Dinî hayatın farklı yönlerine tekabül edebilecek kadar çeşitli olabilen şüphelerin iman üzerindeki etkisi, bireyin niyeti, şüphelerin yoğunluğu, o anki güdülenmişlik durumu, şüphelerle baş etme stratejisi, yardım alıp almama durumu gibi çeşitli faktörlerden etkilenmektedir. Dinî hayatın daha çok inanç faktörü üzerinde yoğunlaşan dinî şüphelere bireyin kişisel özelliklerinden kaynaklanan faktörler de eklenebilmektedir. Tepkisel-Olumsuz Şüphe Dinî şüpheler, tek boyutlu olmayıp çeşitli alanlarda ortaya çıkabilmektedir. Dua veya ibadet esnasında ciddi bir olumsuzlukla karşılaşan bireyler, dualarının işe yaramadığını düşünerek Tanrı’ya karşı olumsuz tepkiler gösterebilmektedir. Dua ettiği esnada yakınındaki bombanın patlaması sonucu yaralanan askerin durumunda olduğu gibi ani bir şok, Tanrı’ya yönelik olumlu tutumları olumsuza dönüştürebilir. Buna göre tepkisel şüphe, yaşanan şiddetli şok durumları ve insanın çeşitli nedenlerle açığa vuramadığı duygu ve düşüncelerinin kendiliğinden ortaya çıkmasıyla tetiklenen şüpheler olarak değerlendirilebilir. Bencillik Şüphesi Tepkisel şüphelerin bir benzeri, kişisel isteklerine karşılık bulamayan bireylerin içine düştükleri şüphe hâlidir. Dine daha çok ondan sağlayacakları menfaatler açısından motive olan dış güdümlü dindarlara benzer bir şekilde, dinî inancı henüz olgunlaşmamış bireylerin Tanrı’dan istediklerine ulaşamamaları, onlarda Tanrı’nın gerçekte var olup olmaması veya kendisini terk etmiş olabileceği yönünde şüpheler oluşturabilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı Büyü İle Dinin Karışmasından Kaynaklanan Şüphe Büyüsel tutumun tipik özelliği, uygun ibadet ya da beddualarla insanın Tanrı’yı herhangi bir konuda zorlayabileceği ya da etkileyebileceği düşüncesidir. Zira dua eden insan, Tanrı’nın duasını kabul etme ve ona çözüm üretme konusunda bir zorunluluk taşıdığını düşündüğü için bu düşüncesi gerçekleşmeyince şüpheye düşebilir. Bu durumun ilkel dinlere ve geleneksel dindarlar arasında daha yaygın olduğu söylenebilir. Bu durumda, dindar insanın büyüsel bir öncülle yola çıkması, onu agnostik ya da ateist bir düşünce yoluna götürebilir. Bu tür bir yönelim içinde olan bireyler, dinin Tanrı’yı insanın iradesi yönünde harekete ikna etmeye çalışan girişimleri barındırmadığını ve insanın çabalarının Tanrı’nın iradesine uyumlu olması gerektiğini düşmezler. Hâlbuki dinde birey fakir ve aciz, Tanrı güçlü ve cömert olup, bireyin Tanrı’nın tavsiyelerine uygun davranması ondan isteklerinin gerçekleşmesiyle yakından ilişkilidir. Dinî Kurum ve Organizasyonlardan Kaynaklanan Şüpheler Dindarlarda gözlemlenen bazı olumsuz davranışlar, dinin uzağında veya ona yeni ilgi duymaya başlayan bireylerde mevcut olumsuz kanaatlerin pekişmesi veya yeni tereddütlerin oluşmasına neden olabilmektedir. Örneğin geleneksel dinde ve bazı dinî gruplarda gözlemlenen samimiyetsizlik ve başarısızlık, özellikle gençlerde önemli kuşkular doğarabilmektedir. Bu anlamda dinî kullanarak ondan dünyasal çıkar, makam, mevki ve güç elde etmeye çalışanlar, dinin kendinden kaynaklanmasa da dinler hakkında önemli şüpheler olşturabilmektedir. Arayış Şüphesi Dinî inancı zayıflatan şüpheler olduğu gibi, onu kuvvetlendiren şüphe çetişteli de bulunmaktadır. Eleştiri ve itiraz niyeti taşımaksızın, dinî bilgi ve kavramların gerçekliğini ve sebeplerini araştırma ve tatminkâr cevaplar bulma arzusuyla ortaya çıkan ve daha çok çocukluk döneminde görülen bir şüphe çeşidi olan arayış şüphesi, dinî inancı rasyonel argümanlarla besleme amacı taşımaktadır. Arayış şüphesi, dinî hayatlarında köklü bir değişimin eşiğinde bulunan veya din değiştirme kararlılığındaki yetişkin bireylerde güçlü bir şekilde yaşanabilmektedir. Sadakat Şüphesi Dinî inancı besleyici nitelikteki diğer bir şüphe çeşidi sadakat şüphesidir. Kulluk vazifelerini hakkıyla ifade edip edememe kaygısından kaynaklanan bu şüphe çeşidi, inanılan değerlere yönelik olmaktan çok imandaki samimiyet ve sadakatten beslenmektedir. Yukarıda bahsi geçen şüphe ve vesveselerini dil ile ifade etmeyi büyük günah sayıp bu durumdan korkan sahabelerin içinde bulunduğu psikoloji bu kabilden bir şüphedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı Bilimsel Şüphe Dinî olguları bilimsel bir perspektiften ele alanların yaşadığı şüphe çeşidi bilimsel şüphedir. Bilimin veya bilim insanının kendi formal yapısından kaynaklanan bu durum, dine uyarlandığı zaman tamamen zıt bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu durumun temel nedeni, iman objesinin gaybi bir özelliğe sahip olmasıdır. Bu açıdan bakıldığı zaman her ikisi de insana ve insanlığa hizmet iddiasında olan din ile bilimin kullandıkları perspektifin farklı oldukları görülmektedir. Zira din muhataplarından sorgusuz bir teslimiyeti isterken, bilim ise bilim insanından her zaman şüpheci bir tavır sergilemesini istemektedir. Bu durumda din mantığıyla bilim yapılamayacağı gibi, bilim mantığıyla da dinî bir hayat yaşamak mümkün değildir. Zira dine bilimsel açıdan bakan birey, ona inanabilmesi için öncelikle onu bilimsel olarak ispatlamak durumdadır. Ancak durumun böyle olması, dinlerin şüpheyi insan hayatının dışına ittikleri anlamına da gelmemektedir. Nitekim dinler de kendi amentülerinin dışında kalan hayat olaylarını sorgulayıcı bir tavırla izlenmesi isteyerek müntesiplerinin farkındalık düzeylerini yükseltmeyi amaçlamaktadır. Örneğin İslam dinî, bir taraftan insanlara körü körüne bağlanmamayı, düşünmeyi, akletmeyi, araştırma ve soruşturmayı, sorgulamayı şiddetle tavsiye ederek, sorgulamalara fizik alemin sınırları dışına kalan metafizik alemi de dâhil ederken, diğer taraftan sorgulamaların nasıl yapılacağı konusunda ipuçları vermekte ve bu tür etkinlikler sonucu kafası karışan bireyler için birtakım hazır cevaplar sunmaktadır. Kavramsal Şüphe Dindar bireylerin yaşadığı şüphelerden biri de kavramsal şüphedir. Bilimsel şüpheye benzemekle birlikte ondan farklı özelliklere sahip olan kavramsal şüphede birey, dinî norm ve hayat tarzının reddinden çok, dinî inanç sistemlerinde yer alan bazı müphem, muğlak, akıl ve idrak sınırlarını zorlayan ifadelerin harfi harfine anlaşılmaya çalışılmasından kaynaklanan kararsızlık yaşamaktadır. Kutsal metinlerdeki bu tür ifadelerden bilim diline dayanarak anlam çıkarmaya çalışmak şüpheye neden olabilmektedir. Çünkü din, bilimden farklı bir dil kullanmakta ve dinî kavramların ait oldukları bağlamlardan koparılıp tek başlarına ele alınmaları çeşitli problemler doğurabilmektedir. İnkârcı Şüphe Dine yönelik olumsuz tutumlarını olumlamaya yönelik olarak yukarıda bahsedilen kavramsal şüpheler başta olmak üzere gerek dininin bilgi boyutunda, gerekse yaşanan hayatta ortaya çıkan bazı çelişkili ve anlaşılması zor olguları gündeme taşıyarak din hakkında kararsızlık oluşturmaya çalışan bireylerin durumu inkarcı şüphe kavramıyla ifade edilmektedir. Daha çok din hakkında vermiş Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı oldukları olumsuz kararda istikrar sağlayamayan bireylerde ortaya çıkan bu eğilim, temelde vermiş oldukları karardan kaynaklanan soru işaretlerini izale etmeye yöneliktir. Arayış şüphesi içinde olan dindarların durumuna benzer bir şekilde onlar da, kendi inançsızlık durumlarını destekleyebilecek rasyonel argümanlar arayışı içindedirler (Hökekelki, 1993:197-204). DİNE YÖNELİK NEGATİF TUTUMLAR VE İNANÇSIZLIK Bireyin dine ve Tanrı’ya yönelik tepkisi her zaman olumlu olmamaktadır. İman gibi inkâr da aynı psikolojik güçten beslenmekte ve bir bütün olarak insan tabiatı inançsızlık tohumunu da kendi bünyesinde taşımaktadır. Dinî motivasyonların çift kutupluluğunun da etkisiyle insan dine karşı olumlu veya olumsuz bir tutum sergileyebilmektedir. Dinî konularda kesin kanıt olmadığı için hiçbir şey söylenemeyeceğini iddia eden “bilinemezci” (agnostik) tutum her ne kadar nötr gibi görünüyorsa da, şüphenin tabiatına benzer bir kararsızlık ve tereddüt hâli içerdiğinden dolayı dine yönelik olumsuz tutum kategorisinde yer almaktadır. İlgisizlik ve Kayıtsızlık Modern çağda insanlar, zevk ve eğlenceye daha çok ilgi duyguklarından, bu eğilimler dinin yerini alabilmektedir. Dinî ilgisizlik, dinî inkâr ve din karşıtlığından farklı özelliklerle belirginleşen bir tutumdur. Bu tutum, kendisini, daha çok gündelik hayatta dinî kavramlara çok az veya hiç yer vermeyerek, olguları din dışı kavramlarla anlamlandırmaya çalışan, dinî pratikleri icra etme düzeyleri son derece düşük bir düzey gösteren bireylerde gösterir. Dinî ilgisizlik ve kayıtsızlık, sonuçları itibariyle değerlendirildiğinde inançtan çok inançsızlığa daha yakın durmaktadır. Modern çağda yaşayan insanların dine ayıracak fazla zamanlarının bulunmaması ve dinî hayatı sürekli olarak ertelemelerinin doğal sonuçlarından biri dine karşı ilgisiz ve kayıtsız tutumlar geliştirmektir. Bu durumda din, hayatın önemli bir kesiminden soyutlanarak, sınırlı bir mekân ve zaman dilimine hapsedilmekte ve belirli zaman ve mekânlarda icra edilen dinî pratiklere ve kalp temizliğine indirgenmektedir. Bu durumun bir başka çeşidi ise sadece Kutsal’a ve onu temsil eden sembollere saygı ve Tanrı’ya inancın dilde kalan kuru telaffuzudur. Varlığın ve hayatın amacına ve anlamına dair temel sorulara cevap bulmak gibi varoluşsal bir kaygı taşımayan insanların dinî ilgilerinin en yoğun olduğu durumlar, doğal felaket anları ve sosyal yaptırımı üst düzey olan birtakım dinî törenlerdir. Bu durumun batı dünyasında, kurumsal bir dine ve beraberinde getirdiği taleplere iltifat etmeden ve bunları dikkate almadan inanmak anlamında kullanılan “bağlanmadan inanma” yönelimiyle birçok noktada çakıştığı söylenebilir (Mehmetoğlu, 2010: 160). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı İnançsızlık ve Ateizm Dine yönelik olumsuz tutumların bir başka şekli olan inkâr veya red tutumu da değişik şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Şöyle ki bu tutum, bir başka varlığı Tanrı yerine koymak veya birden çok Tanrı’ya inanmak şeklinde özetlenebilecek olan şirkten, düşünce siteminde Tanrı’ya uygun bir yer bulamamak şeklinde tanımlanabilecek olan “ateizm”e kadar uzanan bir çizgide farklı şekillerde kendini gösterebilmektedir. İnsanları dine yönelten motivasyonlar oludğu gibi, onların dinden uzaklaşmasını kolaylaştıran faktörler de bulunmaktadır. Bireyin dine yönelik olumsuz tutumlar geliştirmesinde bireysel ve sosyal birçok faktör etkili olmaktadır. Genellikle acı veren veya ruhsal olarak yoksullaştırılmış bir çevrede üstesinden gelinemeyen zorluklar içinde kalan bireyler, inanma problemleri yaşamakta ve ciddi psikolojik engellerle reddedici bir tutum geliştirebilmektedir. Bunlar arasında bazıları inanmak için diğer insanlardan çok daha ciddi psikolojik engellere sahipken, bazıları ise psikolojik zorluklar yaşamaksızın Tanrı’yı reddedici bir tavır içinde olabilmektedir. Bu kapsamda yakın çevrenin dine uzak bir hayat yaşaması ve din hakkındaki olumsuz telkinleri başta olmak üzere, din hakkında oluşturulan olumsuz konjüktürel yapı ve dinin çağdışı bir fenomen olarak sunulması ve dindarların çağdışılıkla itham edilmesi, pozitivist dünya görüşünün dinî öğretilerin akılla örtüşmediğini ileri sürerek dinin irrasyonellikle etiketlendirmesi, dinî kurum, din adamı ve dindarların birtakım olumsuz davranışlarının dine mal edilmesi, dinî inançların birtakım haz ve zevklerin yaşanmasına getirdiği sınırlandırmalarla birlikte dinî pratiklerin nefse zor gelen yanları, yaşanan bazı hayal kırıklıklarından Tanrıyı sorumlu olarak görme, dünyadaki acı, zulüm ve kötülüklerin güçlü, adil ve merhametli Tanrı figürüyle bir araya getirmede yaşanan güçlükler, dinin faydacı açıdan değerlendirilmesi sonucu inancın herhangi bir yararının olmadığını düşünme, suçluluk ve günahkârlık psikolojisi sonucu düşülen ümitsizlik, büyüklük kompleksi, inanmak için yeterli delil bulamama gibi faktörler bireyi dinî değerleri ve dolayısıyla Tanrıyı inkar noktasına götürebilmektedir (Karaca, 2011: 130). “Kendilerine ulaşan hiçbir delil olmaksızın Allah'ın âyetleri hakkında ilerigeri tartışanların içinde olan duygu, büyüklük kompleksinden başka bir şey değildir. Sen onların şerrinden Allah'a sığın. Çünkü O her şeyi tam mânâsıyla işitir ve bilir.” (Mümin, 40/56). Bir müddet ateist yaşadıktan sonra tekrar dine dönen P. Vitz, Tanrı’ya inanmada ) etkili olan faktörlerin, rasyonel bir nitelik taşımadığını, genel anlamda psikolojik olarak nitelendirilebileceğine ilişkin kimi zaman temel felsefi kabullere de aykırı düşecek şekilde bir varsayımdan söz eder ve şöyle der: “Ben, herkesin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı Tanrı’ya inanmada pek çok rasyonel delillerden, bir çoğunun da rasyonel olmayan psikolojik faktörlerden etkilenebileceğine inanıyorum“.(Vİtz, 2000:1). Tanrı fikrini kökten reddeden ateizm, teorik ve pratik olarak iki kısma ayrılmaktadır. Tanrı diye bir şeyin mevcut olmadığını öne sürerek bunu ispatlamaya çalışan teorik ateizmin en tipik şekillerinden biri Freud’un yanılsama teorisidir. Mantıkçı-pozitivist anlayışı savunanların bir kısmı Tanrı’yı tamamıyla reddederken, bazıları onu var, ancak âleme müdahale etmeyen aşkın bir varlık olarak kabul etme eğilimi sergilemiştir. Bu bakış hayatın birçok alanında inanç faktörünü etkisizleştirmiş ve pratik ateizmi doğurmuştur (Mehmetoğlu, 2010:160). Din ve Tanrı’yı red ve inkarı besleyen birçok sosyal faktör olsa da, iman ve inkar tamamen bireysel bir tercihtir. Yani birey içsel ve dışsal bütün potansiyelini kullanarak din hakkında olumlu veya olumsuz bir tutum geliştirerek Tanrı’yla olan ilişkisini bu tutuma göre devam ettirir. Din hakkında pozitif tutum geliştirenlerin temel amacı Tanrı’ya daha da yakınlaşmak ve Tanrıyla olan ilişkisinin etkisini bütün hayatına yansıtmak iken, din hakkında olumsuz tutum geliştirenler ise Tanrı fikrinden uzaklaşarak dinî değerlerin bireysel hayatlarını etkilemesine izin vermemektir. Din hakkındaki olumsuz tutumlar, zaman zaman dinî değerlerin bireysel hayata karışma ihtimaline karşın birtakım savunucu tepkileri ve düşmanca eğilimleri de beraberinde getirerek bireyi din karşıtlığı gibi daha katı negatif tutumlara götürebilmektedir. Din bir inanç ve teslimiyet olgusudur. Tanrının varlığı aklen tam olarak ıspat edilemeyeceği gibi, yokluğu da ispat edilemez. Din hakkındaki olumsuz tutumların bir kısmı da kalıp tutumdur. Genellikle kulaktan dolma bilgi kırıntılarına dayalı, bilişsel unsuru zayıf veya hiç olmayan, dolayısıyla sorgulamaya ve değişime kapalı bir özellik sergileyen kalıp tutumlar din konusunda da geçerlidir. Bazı insanlar özellikle küçük yaşlarda din hakkında edinmiş olduğu kulaktan dolma bilgi kırıntılarını dinî tutumlarının temel malzemesi yaparak geliştirmiş oldukları tutumları ömür boyu devam ettirme eğilimi gösterebilmektedir. Bu şekilde oluşan din hakkındaki negatif kalıp tutumlar, zamanla kuvvetlenip merkezileşerek din ve maneviyatla ilgili hemen her şeyi anlayıp dinlemeden olumsuz bir şekilde değerlendirmek ve din karşıtlığına dönüşebilmektedir. Bu tür tutumlara sahip bireylerin bir kısmının entelektüel kapasitesi üst düzeyde, okumuş-yazmış insanlar olması ise olayın daha da şaşırtıcı boyutunu oluşturmaktadır. Yukarıdakilere ilave olarak dinin ve dolayısıyla Tanrı’nın varlığının aleyhinde ileri sürülen fikir ve geliştirilen teorilerin sağlam temellere dayanmadığı ve dolayısıyla tartışmalı olduklarını belirtmek gerekir. Diğer taraftan inançsızlığı ve din karşıtlığını savunan teorilerin varlığını dinden alarak kendilerini konumlandırdıklarını da nazari dikkate alarak, din ve insan psikolojisine yönelik tek Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı Tartışma forumu Tartışma boyutlu, indirgemeci ve tümüyle rasyonel bir yaklaşımın, hakikatin yorumlanması konusunda yeterli olamayacağı unutulmamalıdır. Zira “reel” ve “psikolojik” gerçeklik olmak üzere iki türlü gerçeklik alanı bulunmaktadır. Hiçbir teolog veya dindar Tanrı’nın reel gerçekliğini ispatlayamayacağı gibi, hiçbir ateist de onun olmadığını ispatlayabilecek durumda değildir. Din ve Tanrı olgusu psikolojik geçeklikle ilgilidir. Birisi çıkıp “Ben falan zaman öleceğim” şeklinde bir inanç geliştirmiş ve hayatının geri kalan zamanını buna göre tasarlamaya başlamışsa, hiç kimse çıkıp böyle bir şey olmayacağını ispatlayıp onu yaptıklarından vazgeçiremez. Din olgusu da böyledir. Zira biri çıkıp velevki bir hayal olsun Tanrı diye bir varlığa inanıyor ve bu inanç onun hayatına bir şekilde yansıyorsa bu durum psikolojik olarak bir gerçekliğe tekabül etmektedir ve psikolog için bu durum bir araştırma konusu olarak yeterlidir. Çünkü psikolog için önemli olan, bu inancın objesi değil onun hayata olan yansımalarıdır. Bu açıdan bakıldığında inançsızlığın bütün şekilleri sübjektif bir değerlendirmeden ibaret olup ne kadar saygı duyulması gereken bir olgu ise, dinî inancın çağ dışı ve safsatalardan ibaret boş şeyler olduğunu öne sürerek bir taraftan kendi inançsızlıklarını haklı çıkarmaya çalışırken diğer taraftan inanan insanları boş şeylerle uğraşan bireyler olarak lanse etmek de o kadar saygısızlıktır. • İnanç nasıl imana dönüşmektedir? Konuyu gerekçeleri ile forumda tartışabilirsiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Özet İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı •İnsan irade tercihlerine göre davranan bir varlıktır. Bu özellik, pozitif bir özellik olsa, karar verme süreci o kadar kolay bir süreç de değildir. Dinî hayat da iradi kararlar sonucunda yapılan tercihler sonucunda şekillenmektedir. Bundan ötürüdür ki dindar, farkındalık düzeyi en az vasat veya vasatın üstünde olan, neye inandığı gibi ne yaptığı ve ne yapması gerektiğinin ayırdında olan bireydir. •Dinî inanç, birçok kavramla ifade edilmektedir. Bunlar arasında inanç, iman ve teslimiyet/İslam kavramları en sık kullanılanlar olmakla birlikte, kavramlar arasında bazı anlam farklılıkları bulunmaktadır. İnanç kavramı, iman gibi sadece dinî alanla sınırlandırılmadığı gibi, hemen her konu inanca nesne olabilmektedir. Daha çok dinî inanç ifade eden iman kavramı ise, duygusal coşkunlukla desteklenmiş ve zihinsel kabulle onaylanmış hareketlerden kaynaklanan eylem yönü ağır basan bir olgu olarak tanımlanmaktadır. İmanın; bilişsel, duygusal, iradi ve davranış olmak üzere dört temel boyutu ve bu boyutlar arasında güçlü ilişkiler bulunmaktadır. İmanın davranış boyutu, onu kendini ifade edici eylemlerde canlandırarak hayatta kalmasının sigortası pozisyonundadır. •İnsanın hemen her alanda karşılaştığı şüphe ve tereddütler din konusunda da geçerlidir. Şüpheler, iman için açık bir tehdit oluşturuyorsa da, aynı zamanda ona dinamizm kazandıran temel faktörlerin başında gelmektedir. Dinî hayatın farklı yönlerine tekabül edebilecek kadar çeşitli olabilen şüphelerin iman üzerindeki etkisi, bireyin niyeti, şüphelerin yoğunluğu, o anki güdülenmişlik durumu, şüphelerle baş etme stratejisi, yardım alıp almama durumu gibi çeşitli faktörlerden etkilenmektedir. Dinî ilgisizlik, inkâr ve din karşıtlığı dine yönelik farklı kuvvetteki negatif tutumlar olup bu tutumları besleyen bireysel ve sosyal kaynaklar bulunmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Ödev gönderimi Ödev Etkileşimli Alıştırmalar Alıştırmalar İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebiirsiniz • İmanın psikolojik yapısıyla ilgili olarak öğrendiklerinizi, 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi, bireysel gelişim için şart, insan için bir ihtiyaç olduğu kadar, toplumsal gelişim ve medeniyetin inşası için de olmazsa olmaz bir unsurdur? a) İnanç b) Şüphe c) Tereddüt d) Kanaat e) İnançsızlık 2. İman ile inkâr arasında bir yerde bulunan insanın, hangi yönde tercih yaparsa yapsın, tercihin ortaya çıkması durumunda kavuştuğu şey aşağıdakilerden hangisi olabilir? a) İman b) Şüphe c) Tereddüt d) Kanaat e) İnançsızlık 3. Aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a) Ahiretin varlığını kabul edenler onun varlığına iman etmektedir. b) ahiretin yokluğunu kabul edenler, onun olmadığına iman etmektedir. c) İnanan için inandığı şey şüphelerden arınmış ve kesin bilgi düzeyine yükselmiş durumdadır. d) Kanıta dayalı olarak edinilen inançlar, kanıtların değişmesiyle değişim gösterebilir. e) Hepsi 4. Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? a) Kalbi bir onaylama (tasdik) gibi gözüken iman, sadece insanın iç dünyasında yaşanır, dışa akseden bir olgu değildir. b) Kur’an’da iman kavramının hemen hiçbir yerde tek başına kullanılmayıp sürekli olarak pozitif davranışla (amel-i salih) birlikte kullanılmıştır. c) Kesin bilgiye ulaşmak, ancak Tanrı’yla ilişkiye girmekle mümkün olur. d) İmanın bir özelliği de tahkike açık olmamasıdır. e) İnancın yüzde yüz noktasına ulaşması, kanıt arama şartını kaldırarak oluşturulan iman olarak tanımlanabilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı 5. Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? a) İman, kendisini oluşturan unsurların herhangi birisine indirgenemeyeceği gibi onların toplamından da fazla bir şeydir. b) Mümin olmak için, herhangi bir dinini iman esaslarını bilmek yeterli olmayıp onlara pozitif yönde bir değer vermek gerekmektedir. c) İmanın kognitif boyutunda bulunan rasyonellik, objektif kriterlere göre iş gören akıldan çok, onu koruyan, destekleyen ve ona hizmet eden subjektif özelliklere sahiptir. d) Duyguların imanı etkilemesi, bireyin öznel duygusal yapısı ve bu yapı içerisinde duyguların gelişimine bağlıdır. e) Dinî hayatta etkili olan önemli motivasyonlardan biri olan korkunun objesi Tanrı’dır. 6. Aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a) İnanç imana göre daha durağan bir özelliğe sahip olup, inanılana karşı güçlü duygusal tutumlar içermemektedir. b) Aslında dinde tekbir inanç objesi vardır ve diğer bütün inanç objeleri, o olduğundan dolayı vardır. c) Allah’a inanmadan, ahirete inanmanın hiçbir anlamı bulunmamaktadır. d) Batı dünyasında yapılan çalışmalarda cennete inananların oranı, cehenneme inananlardan çok daha fazla çıkmaktadır. e) Hepsi 7. Aşağıdakilerden hangisi, imanda ağır basan unsurlardandır? a) Duygusal ve iradi boyut b) Davranışsal ve iradi boyut c) Bilişsel ve iradi boyut d) Duygusal ve davranışsal boyut e) Bilişsel ve zihinsel boyut 8. Aşağıdakilerden hangisi imanın özelliklerindendir? a) Gaybi olması b) Kesinlik ifade etmesi c) Kapsayıcı olması d) İradi olması e) Hepsi 9. Bireyin bütün davranışlarının sorunluluğunu alabilecek kadar bir farkındalık düzeyine sahip olması gerekmektedir. Bu durumun aksi, din dilinde hangi kavramla ifade edilmektedir? a) Unutkanlık b) Farkındalık c) Gaflet d) Sapkınlık Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı e) Bilgisizlik 10.Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? a) Duygusal boyut, imanın sadece oluşumunda değil, oluştuktan sonraki gelişiminde de son derece önemli fonksiyonlara sahiptir. b) Allah’a bağlılık ve teslimiyeti sürekli hale getiren, sevgiyle motive olan imandır. c) Varlıklar âleminde kendini inşa eden tek varlık insandır. d) İman önermeleri, insanı inanmaya mecbur edecek güçtedir. e) Baskı altında ve genellikle ceza korkusuyla gösterilen uyumun, gerçek bir tutum değişimi yaratmaz. Cevap Anahtarı 1-A, 2-A, 3-E, 4-A, 5-E, 6-E, 7-A, 8-E, 9-C, 10-D, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Ahmet b. Hanbel, (1413/1992) Müsned I-IV, İstanbul. Akseki, A. Hamdi, (1981). İslâm Fıtrî, Tabiî ve Umumî Bir Dindir, Neşre Haz. Hasan Tahsin Feyizli, Nur Yayınları, Ankara. Albayrak, Ahmet, Ergenlerin Dinî Gelişiminde Sevgi ve Korku Motifinin Etkinliği, (Basılmamış Y. Lisans Tezi), Bursa, 1995. Allport, G.W, (2005) Birey ve Dinî, Çev. Bilal Sambur, Elis Yayınları, İstanbul. Alper, Hülya, (2002) İmanın Psikolojik Yapısı, Rağbet Yayınları, İstanbul. Aydın, Ali Rıza, Ateist Düşünceye Etki Eden Psiko-Sosyal Faktörler, Ekev Akademi Dergisi, 2003,14, 27-42. Aydın, Mehmet (1986) Allah’ın Varlığına İnanmanın Akliliği, İslami Araştırmalar, 12, 12-21. Aydın, Mehmet (1990) Din Felsefesi, İzmir. Bayraktar, Mehmet (1987) İslam İbadet Fenomenolojisi, Akçağ Yayınları, Ankara. Clark, W. H. (1961)ThePsychology of Religion, TheMacmillanCompany, New York. Dwelshauvers, G. (1952), Psikoloji, Çev. M. Şekip Tunç, İstanbul. Fowler, J.W. (1995) Stage of Faith: The Psychology of Human Development and the Quest for Meaning, Harper Collins Publisher, San Francisco. Hood, R.V. ,Spilka, B, Hunsberger, B. veGorsuch, R. (1996). The Psychology of Religion, The Guilford Press, Second Edition, New York and London, Hökelekli, Hayati, (1993). Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara. İzutsu, Toshihiko, (1984) İslam Düşüncesinde İman Kavramı, Çe. Selahattin Ayaz, İstanbul. İzutsu, Toshihiko, (1991)Kur'an’da Dinî ve Ahlakî Kavramlar, Ter. Selahattin Ayaz, Pınar Yayınları, 2. Baskı, İstanbul. Kağıtçıbaşı, Ç., (1996). İnsan ve İnsanlar, Evrim Yayınları, İstanbul, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 31 İnanç Psikolojisi ve İmanın Psikolojik Yapısı Karaca, Faruk (2011). Din Psikolojisi, Trabzon. Kayıklık, H. (2005), Psikolojik Açıdan İnanç, İman ve Şüphe, AÜİFD, XLVI, 1, 122155. Krech,D.- Crutchfield, R. S.(1980) Sosyal Psikoloji, Ter. Erol Güngör, İstanbul. Mehmetoglu, Ali Ulvi, (2010) İnanç Psikolojisi, Din Psikolojisi içinde, Ed. Hayati Hökelekli, Anadolu Üni. Yayınları, Eskişehir. Özakpınar, Yılmaz, (1999) İnsan İnanan Bir Varlık, Ötüken Yayınları, İstanbul. Özcan, Hanifi,(1992) Epistemolojik Açıdan İman, İstanbul. Paloutzian, R. F. (1996) Invitation to the Psychology of Religion, Allyn and Bacon, Second Edition, London. Paul C. Vitz, ThePsychology of Ateism, http://www.leaderu.com. 26.12.2000, s. 1. Pazarlı, Osman, (1982) Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul. Peker, Hüseyin, (2003) Din Psikolojisi, Samsun. Tillich, Paul, (1964) Dynamics of Faith, New York. Topçu, Nurettin, (1995) İsyan Ahlakı, Çev. M. Kök, M. Doğan, İstanbul. Vergote, Antoine, (1999) Din, İnanç ve İnançsızlık, Marmara Üni. Yayınları, İstanbul. Wulf, D. M. Psychology of religion: Classic and contempotwy, John Wileys, New York, 1997 Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 32 HEDEFLER İÇİNDEKİLER GELİŞİM DÖNEMLERİNE GÖRE DİNî HAYAT • Çocukluk dönemi gelişim özellikleri ve dinî hayat • Ergenlik dönemi gelişim özellikleri ve dinî hayat • Yetişkinlik dönemi gelişim özellikleri ve dinî hayat • Yaşlılık dönemi gelişim özellikleri ve dinî hayat DİN PSİKOLOJİSİ Prof. Dr. Faruk Karaca • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • İnsanın gelişimsel doğasını kavrayabilecek, • Çocukluk dönemi dindarlığının genel karakteristiklerini anlayabilecek, • Ergenlik dönemi dinî gelişimin doğasını anlayacak, • Yetişkinlik ve yaşlılık dönemi dindarlığının temel dinamikleri konusunda bilgi sahibi olacaksınız. ÜNİTE 9 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat GİRİŞ Dindarlık olgusu, insanın diğer özellikleri gibi gelişimsel bir olgudur. Hiç kimse dindar bir şekilde dünyaya gelmese de genellikle dinin az veya çok etkisinin olduğu bir toplumsal ortamda dünyaya gelmektedir. Yaratılıştan sahip olunan dinî yatkınlık, sosyal atmosfer içinde gelişmeye başlamakta, kişisel özellikler ile toplumsal faktörler arasındaki karşılıklı ilişki ve etkileşim, dinî gelişimin seyrini tayin etmektedir. Kişilik özelliklerinin biricikliği, dinî gelişime de yansıyarak dindarlığı da kişiye özgü bir şekle sokmaktadır. Bundan dolayıdır ki, iki aynı kişilikten bahsedilemeyeceği gibi, iki aynı dindarlıktan da bahsedilememektedir. İnsanların çoğu için Tanrı, bir çözüm ortağı, güvenli bir liman ve sığınaktır. Dinî gelişim, kişilikte olduğu gibi ömür boyu devam eden ve genellikle yavaş ilerleyen birikimli bir süreçtir. Bu süreçte zaman zaman hızlı ilerlemeler gerçekleşse de, durağanlık ve gerileme de mümkündür. Ancak toplumdan öğrenilen Tanrı kavramı ve onunla kurulan ruhsal ilişkinin, ortalama veya ortalamanın üstünde bir farkındalık düzeyine ulaştıktan sonra, şu veya bu şekilde devam etmesi muhtemeldir. Zira mevcut dindarlık formu başka şekillere bürünerek veya başka dinlere geçmek suretiyle çeşitli evrimler geçirse de, bireydeki Tanrı ilgisinin ömür boyu devam etmesi, biraz da insanın kendi yapısal özelliğinin bir ürünüdür. Çünkü insanların büyük çoğunluğu için Tanrı, önemli bir güvenlik üssü, bir çözüm ortağı, güvenli bir liman ve bir sığınaktır. Hayatın zor ve önemli bir problem çözme süreci olması, doğal olarak ve sıklıkla insanları Tanrı’yla yüz yüze getirmektedir. Bu durum, bazen dinî gelişimde ilerlemeleri beraberinde getirdiği gibi, maruz kalınan zülüm ve haksızlıklar bazen Tanrı’ya isyan duygularını da alevlendirebilmektedir. Dinî gelişimi sadece çözümü zor veya dramatik hayat olayları tetiklememektedir. Dinî sosoyalizasyon ve formal eğitim başta olmak üzere, bireyin bilişsel kabiliyetlerinin gelişmesi ve aldığı eğitim sonunda ulaştığı genel farkındalık düzeyi, tefekkür ve düşünce biçimi ve duygu durumu gibi etkenler, dinî gelişimi etkileyen belli başlı faktörler olarak ön plana çıkmaktadır (Karaca, 2011: 159). Dinî gelişim, bir bakıma Tanrı algısının değişimi ve gelişimi anlamına gelmektedir. Bireyin yaşla birlikte değişen dünya algısına paralel olarak Tanrı algısı da değişmekte ve dinî gelişim de bu algı çerçevesinde şekillenmektedir. Bu açıdan bakıldığı zaman aynı dinî gelenek içindeki bir çocuk ile yetişkin bir bireyin Tanrı algıları aynı olmadığı gibi, aynı çocuğun büyüyüp yetişkin hâle geldiği zamanki Tanrı algısı ile çocukluk yıllarındaki de aynı değildir. Yani değişmeyen tek şeyin değişim olması, dindarlık için de geçerlidir ve bu değişim belli ölçülerde gelişimi de beraberinde getirmektedir. Dinî gelişimi yakından ilgilendiren dinî motivasyonlarda yaşla birlikte meydana gelen değişim, doğrudan dindarlığa yansımakta ve dinî motivasyonlar Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat İlk çocuklukta duygusal ve bilişsel özellikler ön plana çıkmaktadır. dinî gelişimi önemli ölçüde etkilemektedir. Bu açıdan bakıldığı zaman gelişim dönemlerine göre farklılaşan bireysel ilgi, yönelim ve ihtiyaçlar, zaman zaman dinî motivasyon işlevi görmekte, bazen de dinî motivasyonların yönü ve gücü üzerinde etkili olmaktadır. Bu yüzden ergenlik döneminde dinde bulunmayan herhangi bir şey, yetişkinlik veya yaşlılık döneminde kolaylıkla bulunabilirken, yetişkinlik döneminde etkin olan bir motivasyon yaşlılık döneminde gücünü tamamen kaybedebilmektedir. Bütün bu özellikler dikkate alındığı zaman, dinî gelişim ile genel gelişim özelliklerinin tamamı arasında sıkı ilişkiler bulunduğu, diğer gelişim özelliklerini anlamadan dinî gelişimi anlamanın mümkün olmayacağı rahatlıkla söylenebilir. Bu ünitede genel gelişimi özelleri paralelinde dindarlıkta yaşla birlikte meydana gelen değişimler üzerinde durulmaktadır. ÇOCUKLUK DÖNEMİ Çocukluk Dönemi Temel Gelişim Özellikleri İlk çocukluk döneminin (2-6yaş) gelişimsel özellikleri arasında egosantrizm, somut düşünce, asosyallik, meraklılık, inatçılık, animizm ve taklitçilik gibi duygusal ve bilişsel özellikler ön plana çıkmaktadır. Bu özelliklerin süre, oran ve yoğunluğunda birçok bireysel farklılıklar söz konusudur. Piaget terminolojisiyle ifade edilecek olursa bilişsel gelişim açısından,” işlem öncesi dönem”e karşılık gelen bu dönemde çocuklar, nesnelere karşı kendileri dışında bir şeyin sembolüymüş gibi davranmaktadır. Ölümün gerçek anlamını anlamaktan uzak oldukları için her şeyin canlı olduğunu (animizm) düşünen çocuklar, sadece kendi bakış açılarıyla düşünmekte ve kendilerini başkalarının yerine koyamamaktadırlar. Mantıksal düşünmenin temellerinin atıldığı “somut işlemler dönemi”nde (7-11 yaş) sayıları kullanmayı ve kümelemeyi öğrenen çocuklar, algıya dayalı değişikliğe rağmen, niceliğin değişmediğini kavramakta ve benmerkezcilikten uzaklaşmaya başlamaktadır. Önerme niteliğinde düşünmeye “formel işlemler” (11-15/18) döneminde başlayan çocuklar, karşılaştıkları ham bilgileri düzenlenmiş ifadelerde ve önermelerde kullanabilmekte ve aralarında ilişkiler geliştirebilmektedir. Bu düzey, sorunu çözmek için “tümevarım”, “tümden gelim”, “hipotez kurma” ve “test etme”yi de içermektedir. Duygusal gelişim açısından bakıldığında; benmerkezcilik, çocukların birçok davranışında gözlemlenebilmektedir. Buna göre çocğun algı alanına giren hemen her şeyin onunla mutlaka bir ilişkisi veya bir anlamı bulunmaktadır. Bu durum onda bazı olumsuzlukların nedeninin kendisi olduğu düşüncesini de yaratıp suçluluk duygularına da neden olabilmektedir. Benmerkezci eğilimlerin doğal sonucu, etraftaki herkesin kendilerine ilgi göstermelerini beklemektir. Aksi bir durumla Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat karşılaşan çocuklarda ilgi çekmek için inatçı eğilimler de gözlenebilmektedir. İnatçılık, çocuğun kendi varlığını etrafa hissettirme amacıyla da motive olabilmektedir. Okul öncesi dönemde kendini hissetiren önemli özelliklerden biri de “merak”tır. Bilme ve öğrenme isteğini önemli ölçüde tetikleyen merak duygusu, bu dönemi “soru çağı”na dönüştürmektedir. Oyun, çocuğun gelişimini etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Çocuğun gelişimini etkileyen faktörlerden birisi de “oyun”dur. Çocuğun en doğal öğrenme ortamı olan oyun vasıtasıyla duyuları keskinleşmekte ve becerisi artmaktadır. Çocukların sosyalleşmesinde de önemli katkıları olan oyun, onların duydukları ve gördüklerini sınayıp denedikleri, öğrendiklerini pekiştirdikleri bir deney laboratuvarıdır. Oynayan çocuk, kendi küçük dünyasının en büyük aktörüdür. Sosyal ortamın genişleyerek değiştiği okul çağı, sosyalleşme açısından önemli imkânları beraberinde getirmesine karşın, eski benmerkezcilik, inatçılık vb. gibi özelliklerin devam ettirilmesi, bazı problemlere de neden olmaktadır. Çocuklar, yaşıtlarıyla bir taraftan arkadaşlık kurmak isterlerken, diğer taraftan onlar arasında sivrilmek de istemektedir. Dönemin başında kız ve erkek çocuklar birbiriyle oynamaya devam etseler de, zamanla yakın arkadaşlıklar aynı cinslerden oluşmaya başlar. Öğretmenlerin hayatlarındaki etkisi giderek artmaya başlar ve bir müddet sonra öğretmen, ebeveynin bile önüne geçer. Eleştirilere karşı çok hassas bir yapı sergileyen bu evre çocukları için öğretmen, hayatındaki en önemli kişilerden biridir ve ondan gelecek destek ve övgü onlar için çok önemlidir. Son çocukluk döneminde (9-12) akran ilişkileri daha da önemli olmaya başlar. Bu yaşlarda arkadaşlar, sadece oyun oynanan figüranlar değil, ortak ilgi ve sırların paylaşıldığı, sosyal destek alınabilecek, bireysel kararlarda etkili olmaya başlayan grup üyeleridir. Bu dönemde çocukta, olayları sadece kendi zaviyesinden değil, karşısındaki kişinin bakış açısıyla görme çabası da ortaya çıkmaktadır. Çocukluk Döneminde Dinî Hayat Çocukların dinî bir yatkınlıkla dünyaya geldikleri konusunda neredeyse bir ittifak bulunmakta ve bu görüş din çevreleri kadar bilim dünyasında da kabul görmektedir. Psikologlar arasında dinsel yatkınlık veya dinî ilginin uyanış yaşının 3 yaş civarında olduğu yönünde genel bir kabul bulunmaktadır. Çocukta doğal bir duygu olarak varlığını gösteren din; taklit, özdeşleşme ve öğrenme süreçlerinden geçerek teşekkül etmektedir. Etrafında icra edilen pek çok davranışı olduğu gibi dinî pratikleri de taklit eden çocuklar, farkında olmadan dinî öğrenmeye başlamakta, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat hemen her konudaki bilgi açlığından kaynaklanan ve onları çok soru sormaya iten merak duyguları, onları din hakkında da sorular sormaya yöneltmektedir. Gerek taklit yoluyla gerekse doğrudan sormuş oldukları sorulara aldıkları cevaplar sonucu gerçekleşen öğrenmeler, bir bakıma aile dinini çocuğun sahiplenmesini garanti etmekte ve çocuklar genellikle ailelerinin dinî inançlarını sorgulamadan kabul ederek ciddi bir soru veya şüpheyle karşılaşmadan ergenlik dönemine kadar gelmektedir. Çocukluk döneminde ilgi duyulan hikâye ve efsaneler, dinî konuların bu şekilde sunumuyla güçlü birer dinî uyarıcı faktöre dönüşebilmektedir. Hatta çocukluk dönemi dinî gelişimiyle ilgili olarak geliştirilen birçok kuramda, dinî inanç gelişimi için bu dönemi ifade etmek üzere efsanevi inanç veya peri masalları dönemi tabirleri kullanılmıştır. Bunun için inançlarını üst düzey bir şekilde yaşayan bireylerin hikâyeleri, çocukluk dönemi için güçlü bir motivasyon etkisi yaratabilmektedir. Çocuğun dinî kurumlarla tanışması ve sosyal çevrenin dinî gelişim üzerindeki etkisi, genellikle okul dönemiyle birlikte sosyal çevrenin genişlemesiyle başlamaktadır. Çocukluk dönemi dindarlığını besleyen temel duygulardan birisi “güven ve himaye” ihtiyacıdır. Çocukluk dönemi dindarlığını besleyen temel duygulardan biri “güven ve himaye” ihtiyacıdır. Başlangıçta ebeveyn aracılığıyla karşılanan bu duygu, çocukta Allah'la ilgili bilgi ve inancın gelişmesine bağlı olarak güç ve süreklilik kazanmaktadır. Okul öncesi çocuklarda aidiyet, sevgi ve onaylanma gibi temel ihtiyaçlar da ön plana çıkmaktadır. Çocuklar, ailelerini model aldıkları ve onlar tarafından onaylanmak istedikleri için gözlemledikleri dinî pratikleri taklit yoluyla icra etmeye çalışmaktadır. Bu dönemde din, inançtan ziyade pratik olarak yaşanan bazı davranışlardan ibarettir. Çocukluk dönemi gelişim karakteristiklerinden bir diğeri de “merak” ve yeni öğrenilen şeyler karşısında yaşanan şaşkınlıklardır. Çocukluk döneminde ortaya çıkan merak duygusu, olayların arka planında yatan gerçeği yakalamaktan çok, çevrelerinde keşfettikleri yeni şeylerin tecrübelerden haz alma isteğiyle motive olmaktadır. Merak duygusunun etkisiyle hemen her şey hakkında sayısız sorular soran çocuklar, aldıkları cevapların büyük çoğunluğu karşısında çoğu kere hayrete düşmektedir. Aynı durum din konusunda da geçerli olup alınan cevaplar karşısında oluşan hayret, onları daha fazla soru sormaya itmekte ve bu şekilde bir taraftan entelektüel kapasiteleri gelişirken, yaşanan şaşkınlıklar ,ilgilendikler koyuya yönelik meraklarının devam etmesini de sağlamaktadır. Çocukluk döneminde ön plana çıkan gelişim özelliklerinden biri olan “benmerkezcilik”, dindarlık gelişimi için de geçerlidir. Çocukların dualarında kişisel korunma ve lütuf isteklerinin ön plana çıkması, bundan dolayıdır. Kendi benini merkeze koyarak dünyayı ona göre algılayan çocuk için Tanrı da tabir caizse sadece Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat onun Tanrı’sıdır ve sadece onunla ilgilenmektedir. Allah çocuğun yaratıcısıdır, ona anne baba ve kardeş vermiştir. İsteklerini ve dileklerini her zaman yerine getirmeye hazırdır. Dua ve diğer dinî pratikler, çocuklar daha yüksek bir bilişsel seviyeye ulaştıkları zaman daha derin manalar kazanmaktadır. Bunun için okul öncesi çocuklar için dua, genellikle bir şey istemekle aynı anlamda olup, daha çok diğer alternatifler işe yaramadığı zaman başvurulan bir uygulamadır. Çocukluk dönemi Tanrı tasavvurları genellikle somut karakterde ve insan biçimindedir. Esasen bu durum, onların henüz soyut işlem yapabilme yeteneklerini kullanamadıklarından dolayı gerçekleşmektedir. Bu yüzden Tanrı’yı genellikle büyük, güçlü ve kuvvetli bir insan şeklinde algılamaya başlayan çocuklardaki somut Tanrı tasavvurları, bu konuda bir nevi alışkanlık yaratarak yaşın ilerleyip soyut işlem kapasitesinin gelişmesine rağmen kolay kolay kaybolmamakta ve çocukların önemli bir kısmı somut Tanrı tasavvurlarını ileriki yaşlarına kadar taşıyabilmektedir. Bu konuda inanılan dinin formal yapısından kaynaklanan Tanrı tasavvurlarıyla birlikte bireysel özelliklere göre farklılıklar olsa da, çocuklarda somut karakterde ortaya çıkan Tanrı tasavvurları gittikçe ruhanileşerek Tanrı somut gerçekliğinden çok özsel özellikleriyle tasavvur edilmeye başlanmaktadır. Ruhanîleşmiş bir Allah inancı kesinleşmeye başlaması ise 12 yaş civarındadır (Hökelekli, 1993: 265). Zira yapılan çalışmalarda bu yaşlardan itibaren çocuklar Tanrı’nın resmini çizmekten kaçınarak, onun her yerde ve görünmez olduğunu, bu yüzden resminin çizilemeyeceğini bildirmişlerdir (Karaca, 2007: 41-43). Çocukların hayatı geçmiş ve gelecekten nispeten kopuk ve anlık olarak yaşamaları, dinî yaşayışlarında da spontan özellikler ortaya çıkarmaktadır. Örneğin hayata anlam verme ihtiyacı hissetmeyen çocukların ilgi alanları dar, motifleri kısa süreli ve amaçları küçük ancak yetişkinler kadar kuvvetli olsa da, varlığın hikmeti onlar için, içinde bulunulan anın yaşanmasıdır. Okul öncesi çocukların dinî gelişimi tamamen ailenin kontrolü altındadır. Okul öncesi çocukların dinî gelişimi tamamen ailenin kontrolü altındadır. Bu yüzden çocuğun din ile ilgili bilgi ve ilgisi, ebeveyninin dine ve çocuğuna gösterdiği ilgiye göre değişmekte olup tekdüze bir özelliğe sahiptir. Diğer insanların inanç ve davranışlarındaki farklılıklardan haberdar olmayan çocuklar, herkesin kendileri gibi inandığı ve davrandığını zannetmektedirler. Ancak bu durum, çocukların okula başlamasıyla değişme ihtimaline kavuşmakta ve okula giden çocuklar, bazı arkadaşlarının din adına veya din aleyhine farklı inanç ve davranışlar sergilemeleriyle karşılaştıkları zaman önemli ölçüde şaşkınlık yaşamaktadır. Örneğin evde, Tanrı hakkında konuşmaya alışık olan bir çocuk, aynı şeyi okul arkadaşıyla yapmayı deneyince önemli ölçüde şaşkınlık yaşayabilmektedir. Zira kendisine Tanrı’dan bahsettiği arkadaşı bu kavramı o zamana kadar hiç duymamış Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat olabileceği gibi, Tanrı hakkında kendi bilgileriyle ters düşen şeyler söyleme ihtimali de bulunmaktadır. Benzer durumlar, dinî pratikler için de geçerlidir. Örneğin bir çocuk camiye cuma günleri giderken, diğeri cumartesi gidebilir. Okul döneminde çocuklar, aile ortamında gözlemledikleri dinî pratiklere ilave olarak değişik seçeneklerin mevcut olduğunu fark etmeye başlamaktadırlar. Çocukların yaşlarının ilerlemesiyle bilişsel kabiliyetlerdeki gelişmenin birleşmesi, daha sonra ergenlik döneminde, çocukluk döneminde öğrenilen birçok şeyde olduğu gibi dinî materyallerin de sorgulanarak şüpheyle karşılanmasını beraberinde getirmektedir. ERGENLİK DÖNEMİ Ergenlik Dönemi Temel Gelişim Özellikleri Ergenlik, birçok yönden hızlı değişmelerin ortaya çıktığı kritik bir dönemdir. Ergenlik dönemi, bilişsel gelişim başta olmak üzere birçok biyo-psiko-sosyal alanlarda hızlı değişmelerin ortaya çıktığı bir dönemdir. Ergenlik döneminde gerçekleşen dinî gelişimi anlamak için, belki de diğer gelişim özellikleri hakkında bilgi sahibi olmaya daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır. Zira ergenin vücudunda meydana gelen değişimlere uyum sağlayamaması sonucu yaşadığı bunalım veya sakarlık ve erken yorulma gibi durumlar sonucu kendini güçsüz hissetmesi, onu dine ve Tanrı’ya daha yakın bir duruma götürebildiği gibi, cinsel gelişim sonucunda yaşanan bazı deneyimler onu yoğun günahkârlık ve suçluluk duygularıyla karşı karşıya getirebilmektedir. Buna göre ergenlik dönemi, bireyin hayatında en aktif dönem olduğu kadar, hayatı etkileyen faktörlerin göreceli fazlalığı yanında aynı zamanda en etkili olmaları dolayısıyla dinî gelişimi etkileyen faktörlerin de en zengin olduğu bir dönem olarak değerlendirilebilir. Ergenlik döneminde, fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygusal açıdan hızlı olduğu kadar sarsıcı da olabilen değişimler meydana gelmektedir. Bu değişim ve gelişme; ergenlerin cinsel ve toplumsal kimliklerini yeniden yapılandırmalarını, yeni biçimlerde düşünmelerini ve amaçlarını yeni bir derinlikte değerlendirerek hayatları üzerinde yeni sorumluluklar almalarını da beraberinde getirmektedir. Ergenlik döneminde ortaya çıkan bu değişim, tüm ergenler için geçerli olmakla birlikte, onların zamanlaması, ölçüsü ve özel yansımaları arasında bireysel farklar bulunmaktadır. Bu dönemde ortaya çıkan değişimin hızı, sarsıntıları yoğunlaştırabildiği gibi, engenler arasındaki biyolojik farklar, toplumsal ve bilişsel deneyimleri de etkilemektedir. Ergenlik dönemindeki biyolojik gelişimin dıştan içe doğru olması, ergenlerin elleri ve ayaklarının kol ve bacaklarından önce irileşmesine neden olarak sakarlaşmalarına yol açmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat Ergenlik dönemi önemli gelişim görevlerinden birisi, kendine özgün bir “kimlik” geliştirmektir. İlk ergenlik döneminde ortaya çıkan fiziksel, sosyal ve bilişsel değişikliklerin birleşimi, ergenleri güçlerini sorgulamaya yönelterek, kendilerinden kuşkulu ve mutsuz hissetmelerine neden olabilmektedir. Zira, bu dönemde olumsuz benlik kavramı, önemli stres kaynaklarından biridir. “Benmerkezcilik”, her ne kadar çocukluk dönemi gelişim karakteristiklerinden olsa da, zaman zaman ergenlik döneminde de görülmektedir. Buna göre herkesin kendisiyle bir şekilde ilgilendiğini ancak kimseye yaranamadığını düşünen ergenler, kendilerine göre ideal, fikir, değer, inanç geliştirmekte ve en doğrusunun kendilerininki olduğuna inanmaktadırlar. Ergenlik dönemi sosyal gelişimde en dikkat çeken faktörlerden biri, akran gruplarına gösterilen ilgidir. Kendilerini ebeveynlerinden çok arkadaşlarına yakın hisseden ergenlerin birçoğu, arkadaşlarıyla özdeşleşmek, onlar gibi davranmak ve onlara benzemek isterler. Akran gruplarının yapısı, ergenlikte tipik olarak değişmektedir. Yaşları daha küçük olan ergenler, genellikle aynı cinsten birkaç üyeden oluşan kliklerde toplumsallaşmaktadır. Ergenlikte yaş büyüdükçe, içine girilen arkan grupları da büyüyerek heterojenleşmektedir. Ergenler bu gruplarda sosyal statü, toplumsal ve cinsel kimlik ve başarı açısından kendilerini başkalarıyla kıyaslayarak benlikleriyle ilgili normallik ölçüleri oluşturmaya çalışmaktadır. Ergenlik dönemi önemli gelişim görevlerinden biri, kendine özgün bir “kimlik” geliştirmektir. Zira bu dönemde özgün bir kimlik oluşturabilmek için gerekli alt yapı hazır durumdadır ve özellikle bilişsel gelişim açısından gelinen düzey, kimlik konularının araştırılması için önemli bir avantajdır. Buna göre ergenler, giderek olayları daha sistemli ve geniş bir şekilde ele alıp, muhtemel olasılıkları da dikkate alarak düşünebilmektedir. Kimlik gelişimi, esasen akranlara uyma konusunda yoğun isteklerin yatıştığı son ergenlik döneminin gelişim görevidir. Kimlik arayışında olan ergenlerde diğer insanlardan farklarını ortaya koymak, ebeveyn ve toplumsal normlara başkaldırmak ve oluşturmaya çalıştıkları yeni kimlikle eski uyumlu kimliklerini değiştirme girişimleri sıklıkla görülmektedir. Ergenlik Döneminde Dinî Hayat Ergenlik dönemi dinî gelişimi üzerine yapılan çalışmalar, genellikle çocukluk döneminde ortaya çıkan dinî ilginin, bu dönemde de devam ettiği yönünde sonuçlar ortaya koymuştur. Hatta ergenliğin bunalımlı dönemlerine karşılık gelen bir-iki yılda dinî ilgi ve duyarlılıkta belirgin bir artışın olduğu da görülmektedir. Dönemin kendine has bunalımlarının aktifleşmeye başlaması, bu saadet devrinin yerine geçerek dinî ibadet ve törenlerde önemli düşüşleri de beraberinde getirmektedir. Ancak bu durum gençlerde dinî ilgilin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Örneğin Gallup tarafından ABD’de gerçekleştirilen bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat araştırmaya göre 13-18 yaşları arasında bulunan ergenlerin yetişkinlere benzer bir oranda (%95) “Tanrı veya Evrensel bir Ruh”a inandıklarını ortaya koymuştur. Beş Amerikan mezhebinden 2365 gencin katılımıyla gerçekleştirilen başka bir araştırmada, örneklemin sadece %4’ünde dinin hayatlarında önemli olmadığı şeklinde bir bulgu ortaya çıkmıştır. Yine ABD’de 25 eyalette yürütülen ve 46.000’in üzerinde gencin katıldığı diğer bir araştırmada, gençlerin çoğunluğunun dinin hayatlarında önemli olduğu ve dinî servislere devam ettikleri yönünde sonuçlara ulaşılmıştır (Paloutzian: 1996:107-108). Ergenler, bir taraftan yüksek bir dinî ilgiye sahip olmakla birlikte, çocukluk döneminden çok daha fazla eleştirel tavır ve şüphe gösterip, geleneksel öğretileri daha az kabul eğilimi gösterebilmektedir. Ancak ergenlerin önemli bir kısmı, geniş bir şekilde düşünmeyi ve alternatifleri değerlendirmeyi, alternatiflerin öngördüğü yeni tecrübeleri denemeyi ve sonunda dinî sorunlarla ilgili tatmin edici bir sonuca ulaşmayı da denemektedir. Dinî Gelişimin Genel Karakteristikleri Bireyleşme Süreci Kimlik krizinin bir boyutunu dinî kimlikle ilgili arayışlar oluşturmaktadır. Çocuklar büyüdükçe, derece derece farklı bir insan olduklarını öğrenmeye başlamaktadırlar. Uzun bir zaman dilimine yayılan bireyleşme süreci, ergenlik döneminde gencin kendine özgü diğer varlıklardan ayrı ve farklı bir varlık olduğunu fark etmesi ve bu duruma uygun özgün bir kimlik geliştirme çabasını beraberinde getirmektedir. “Ben kimim? Niçin buradayım? Hayatın amacı nedir? Neye inanabilirim? Neye değer verebilirim? Nasıl yaşamalıyım? gibi sorular, ergen zihnini en fazla meşgul eden ve cevabını vermekte en fazla zorlandığı sorulardır. Kimlik krizinin bir boyutunu da dinî kimlikle ilgili arayışlar oluşturmaktadır. Diğer konularla ilgili krizlere benzer bir seyir izleyen dinî kimlik krizinin onlardan ayrıldığı temel noktalardan biri, varoluşsal sorgulamalar gibi daha derin ve kuşatıcı problemler içermesidir. Dinî kimlik krizinin çözümü yolunda mesafe kat edilmesi, genel kimlik krizinin çözümüne de önemli katkılarda bulunabilecek etkilere sahip olmakla birlikte, genel krizinin çözümü yolunda mesafe alamamak, dinî kimlik krizini de ağırlaştırabilmektedir. Esasen bu dönemde yaşanan krizleri kesin çizgilerle birbirlerinden ayırmak mümkün olmadığı gibi, krizleri ve çözümlerini etkileyen faktörler arasında da sıkı ilişkiler bulunmaktadır. Örneğin dinî bir kimlik tercih ederek kişiliğini ona uyarlamaya çalışan bir ergenin, inandığı dinî yaşamaya başlaması aynı zamanda dinî başa çıkma yollarını kullanmaya başlaması anlamına gelirken, seküler bir kimlik tercih eden birisi için de dinî başa çıkma, en son başvurulacak veya hiç tercih edilmeyecek bir yöntem olabilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat Bilişsel gelişim sonucu güç ve kapasite yönünden artan düşünce faaliyeti, ergende “bağımsızlık ve güçlülük” duygusunun uyanmasına da neden olmaktadır. Bu duygunun ilk muhatapları genellikle ebeveyn olup bu durum, genellikle onlarla ilişkileri çatışmalı bir hâle getirmektedir. Ergenlik döneminde yaşanan dinî bunalımların çoğunluğu da, ebeveynle girilen çatışmalarla yakından ilişkili olup, bu bunalımların başlangıcı da, ebeveyle olan çatışmalardan beslenmektedir. Çatışma ve Şüpheler Ergenlikte sorgulama ve eleştiri eğiliminde önemli bir artış kaydedimektedir. Ergenliğin hemen başlarında soyut düşüncenin ortaya çıkmasıyla bireyde, çevresindeki olaylara, fikirlere, davranışlara ve inançlara karşı eleştirici bir eğilim belirmektedir. Bu eğilim zamanla bireyin kendi fikir ve inançlarını da içine alacak kadar yaygınlık kazanmaktadır. Zira ergenin yaptığı karşılaştırmaların bir ucunda dış çevre varken diğer ucunda da kendi iç yaşantıları ve inançları hazır bulunmaktadır. Onun bu tenkitçi düşüncesinin ardında fikri açıklık ihtiyacı ve doyurucu bilgiye ulaşma arzusu önemli bir itici güdüdür. Ayrıca iç kararsızlığın vermiş olduğu baskı ve sıkıntı ergeni mutlak bir çözüm arayışına zorlamaktadır. Zekâ gelişimi ile birlikte tenkitçi düşünce gücüne ulaşan ergen, kendisini pasiflikten arınmış görmekle, yetişkinlik duygusunu tadmaktadır. Bu yeni gelişme onda “bağımsızlık” ve “güçlülük” duygularının uyanmasına yol açmaktadır. Önceki hayatı çocukça bağımlılığın etkisi altında geçmişken, zihni gelişimin yardımıyla bundan kurtulmanın fırsatını bulmaktadır. İşte bu fırsatı değerlendirmek amacıyla her türlü otoriteye başkaldırmaktadır. Önceden itirazsız kabul ettiği pek çok hususun okuduklarıyla, gördükleri ve yaşadıklarıyla uyuşmadığını fark edince, önceki kabullerini tekrar ele almaktadır. Artık o kendi başınadır, kıyaslamalara girişmekte; itirazlar yöneltmekte; kendine uygun gördüğü fikirleri kabul ederken, uygun olmayanları tenkit etmekte, reddetmektedir. Bu reddedici tutumunu sadece inanç ve fikirlere yöneltmekle kalmamakta; otoriteyi temsil eden her türlü şahısları da tenkit süzgecinden geçirmektedir. Böylece kendini ispatlama arzusuna da imkân bulmaktadır. Aile içi uyumsuzluklar ve dış çevre ile ilişkilerinde ortaya çıkan çatışma ve uyum problemleri, ergende yaşama sevincini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bağlamda duygusal gerginliklerin neticede emir ve yasaklar manzumesi olarak dine karşı şüpheci yaklaşımlar yöneltebileceği tabiidir. Çünkü bu aşamada gence göre din, yerine getirilmesi özveri isteyen bir takım sorumluklar yüklemektedir. Oysa, onun bunları yerine getirecek arzusu kalmadığı gibi, bu noktada daha önce hissettiği sorumluluk duygusundan da uzaklaşmıştır (Bahadır, 2006, 311 vd.) Ergenlik döneminde ebeveynle yaşanan çatışmalar yanında diğer bir çatışma alanı da cinselliktir. Çoğu ergen için cinsel güdülere hâkim olmak, sanıldığı kadar Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat Suçluluk ve günahkârlık, ergenlikte karakteristik duygular arasında yer almaktadır. kolay olmadığı gibi, hayat şartları çoğu durumda bu ihtiyacın meşru tatminini engellemekte veya ertelemektedir. Bu tür arzuların medya vb. enstürmanlarla ticari amaçla tahrik edilmesi ise, konuyla ilgili çatışmaları daha üst düzeylere tırmandırmaktadır. Dinlerin cinsellik güdüsünün tatminini evlilik şartına bağlaması ve aksi davranışları günah olarak değerlendirmesi ise, onları çatışmanın başlıca unsurlarından biri yapmaktadır. Bu durumda ergen, evlilik dışı cinsel davranışa din tarafından vurulan yeni etiket (zina) ve onun karşılığında vaat edilen günah ile içgüdüleri arasında önemli bir çatışmayla karşı karşıya kalmaktadır. Buna göre dinî inançlarına uygun davranma inisiyatifini gösteremeyen ergenler, yoğun suçluluk ve günahkârlık duygularıyla karşı karşıya kalmaktadır (Karaca, 2011: 169). Suçluluk ve günahkârlık duygusu hastalık ölçülerine varmadığı sürece ergenlerin dinî gelişiminin dinamik kaynaklarından biri olabilmektedir. Zira yapılan bazı araştırmalarda gençlerin “günah” olarak değerlendirdikleri bir cinsel davranışta bulunmaları durumunda (%45) en yüksek oranda başvurdukları çözüm yolunun “pişmanlık ve Allah'tan af dileme” (%26.3) olduğu tespit edilmiştir (Hökelekli, 1993: 276). Ancak ergenlik döneminde cinsel davranıştan ötürü yaşanan suçluluk ve günahkârlık duygularını hafifletmek için ergenler, dinî inancı inkâr ve bu şekilde rahatlama yolunu da tercih edebilmektedir. Bu durumda, inanca galip gelen davranışlar terk edilmeden yeniden dine dönüş kapılarının açılması oldukça zor olmaktadır. Ergenlik döneminin sonuna doğru yaşanan çatışmaların şiddetinde azamla ve duygusal durumda nispeten bir durulma ortaya çıkar. Ergenlerin çoğu çocukluktan beri kendisi için huzur kaynağı olmuş dinî inançlarına yeniden sarılır. Ergenlerin bu inançları hayatlarına uyarlamaya çalışmaları, onlarda bir rahatlama, yatışma, sevinç ve güven duygusunun gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunur. Esasen din, ergen hayatında genel başa çıkma örüntüsünün bir parçası olarak da değerlendirilmektedir. Zira din, Tanrı’nın affediciliği ve merhametini vurgulayarak günahkârlık duygusunun yatışmasına yardımcı olurken, ölümün bile (Bu inanç ölüm korkusunu da azaltmaktadır.) üstesinden gelen dışsal büyük bir güç ile iş birliğine imkân vermesi sayesinde önemli bir güvenlik hissi de oluşturmaktadır. Aynı duygunun bir benzeri, din sayesinde ait olunan dinî grup üyeliği tarafından da hasıl edilmekle birlikte dinin, ergenlerin hayat felsefelerinin oluşmasına olan katkısıyla bütün hayatını etkileme potansiyeli taşıması da mevzuubahistir. Zira bir dünya görüşü geliştirme, kendine yön verecek değerleri araştırma, hayatın anlamı konusunda tatmin edici cevaplar bulma gibi arayışlar, ergenlik döneminin kendine has karakteristikleridir. Ergenlik döneminde sosyal ortam, çocukluk dönemine nispetle genişlemiş olmakla birlikte yeni sosyal atmosfer, eskisiyle (aile) bazı noktalarda çelişki Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat oluşturarak ergeni çatışmaya sürükleyebilmektedir. Bu dönemde en güçlü etki, akran veya akran gruplarından gelmektedir. Dindar bir aile ortamında büyüyen bazı ergenler, kendi inançlarına uymayan, hatta onlarla tamamen zıt inançlara sahip yeni arkadaşlar edinebilirler. Bu durum yeni şüphe ve bunalımlara neden olabilir. Aynı zamanda orta öğretim dönemine karşılık gelen ergenlik dönemi boyunca okulda öğrenilen seküler bilgiler ile dinî açıklamalar arasındaki farklılıklar, ergenler için başka bir çatışma alanıdır. Bu durum, özellikle dindar bir aile çevresinde yetişen gençler için bunalımları daha da arttırabilmektedir. Zira aile ortamında dinî öğrenip tabiatüstü yüklemeler yapmaya alışkın olan ergenler, okulda daha çok tabii, bilimsel ve objektif açıklamalara ağırlık verilmesiyle dinî açıklamalar hakkında şüphe duymaya başlayabilmektedirler (Paloutzian, 1996:126). Bazı arkadaş veya öğretmenlerin din hakkındaki olumsuz değerlendirmeleri ise, bu şüpheleri daha da derinleştirebilmektedir. Dinî şüphe olgusu, ergenlik dönemi dinî gelişimim karakteristik niteliklerinden biridir. Ergenlik döneminde, bilişsel yeteneklerdeki olgunlaşma, aynı zamanda onların dinî meseleleri düşünebilmek için zorunlu olan soyut seviyede kavramsallaştırma yeterliğine erişmeleri anlamına gelmektedir. Bunun doğal sonucu ise, dine yönelik olarak öğrenilen bilgilerin sorgulamaya tabi tutulması ve bu süreç içinde bazı şüphelerin ortaya çıkmasıdır. Ergenler özel bir doktrini sorgulamaktan ziyade, öğrendikleri bilgileri ve alternatif durumları sorgulamaktadırlar. Bu dönemde doğrunun ve yanlışın nasıl bilinebileceği, en kritik sorunlardan biridir. Biraz hırpalayıcı olsa da, dinî şüpheler, bu tecrübeyi yaşayan ergenlerin hepsinde olumsuz bir etki yaratmazlar. Uygun şartlar altında bu şüphelerin, dinî inançları rafine edici ve daha şuurlu bir dindarlığı besleyici etkileri bulunmaktadır (Karaca, 2011: 170). Ergenlik döneminde yaşanan dinî şüpheler genellikle aile bireyleri veya yakın görülen arkadaşlarla paylaşılır. Ancak bazı ergenlerin kimseye itiraf etmedikleri gizli şüpheler yaşadıkları husususu, sıkça karşılaşılan bir olgudur. Dinî şüphelerini çözüme kavuşturmak amacıyla ergenlerin en fazla tercih ettikleri çözüm yolları; Allah’a sığınma ve O’ndan yardım dileme, bilgisine güvenilen şahıslara açılma, dinî nitelikli yayın yapan medya araçlarını takip etme ve kitap, kaset vb. teknik araçlardan faydalanma vb. gibi yöntemlerdir. Tamminen, inançtan şüpheye doğru giden bir boyutta düzenlediği cevap skalasıyla “Tanrı’nın varlığı konusundaki fikri” sorguladığı bir araştırmada, ergenlik dönemine doğru gidildikçe Tanrı’nın varlığını kuvvetli bir şekilde kabul eden gençlerin yüzdesinde anlamlı bir şekilde azalma tespit etmiştir. Ergenliğin sonlarına doğru ciddi yatışmalar gözüken dinî şüphelerin bir kısmı yetişkinlik yıllarına da taşınmaktadır. Ancak yetişkinlik dönemine sarkan şüphelerin düşünsel boyutunun daha kuvvetli olduğu belirtilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat Dinî Uyanış Ergenlik dönemi dinî gelişiminde şuurlu bir uyanış söz konusudur. Ergenlik döneminde dindarlıkta şuurlu bir gelişme gözükür. Bu gelişme, sadece bilişsel gelişimle sınırlı olmayıp bütün ruhsal yapı ve fonksiyonların iştirakiyle gerçekleşen bütünsel bir olgudur. Ruhsal uyanış sebebiyle kendini yeni bir dünyanın eşiğinde bulan ergen, etrafında olup bitenlere eskisinden farklı ve daha duyarlı bir şekilde bakmaya başlamaktadır. Ölüm, cennet ve cehennem, kader, insanlar arası eşitsizlikler gibi konular ilk defa derinlemesine düşünmeye başlanır. Ruhun duygusal derinliğinden hız alan dinî arzu ve arayış, bilişsel gelişimin de yardımıyla şuurlu bir dinî uyanışı hazırlayabilir. Dönemin kendine özgü diğer problemleriyle boğuşan ergen için, dinî inanç ve değerler bir anda büyük bir önem kazanmaya başlayabilir. Ergenler aynı zamanda dinî inançlarının anlamını ve dinî gerçeklerin mahiyetini de zihinsel olarak anlamak ve bunları yaşanan hayatla bağdaştırmak isterler. YETİŞKİNLİK DÖNEMİ Yetişkinlik Dönemi Temel Gelişim Özellikleri Yetişkinliğe yönelme ve yetişkinler dünyasına geçiş yaklaşık olarak 22 yaş civarında başlayıp beş-altı yıl kadar sürdükten sonra 28-29 yaşlarında sona ermektedir. Bu dönemde bireyler, enerjilerinin çoğunu kendi istedikleri ve kendilerinden istenilen şeyleri gerçekleştirmek için harcarlar. Kişilik olarak özerk bir yol çizilmesi gereken bu dönemde tam olarak tatmin olmasalar bile, genç yetişkinlerde benliklerinin iyi tanımlandığı düşüncesi hâkimdir. Otuz yaş dönümünde önemli olan, daha önce belirlenen hedeflere ne derece ulaşıldığıdır. Bir geçiş dönemini ihtiva eden otuz yaş dönümü ise (28-33 yaş), hayat yapısının tamamen ya da bir bölümüyle düzenlendiği bir devreye karşılık gelmekte ve bu dönemde yetişkinler dünyasına geçiş, psikolojik olarak son bulmaktadır. Birçok kimse için karışıklıklarla dolu yıllara dönüşebilen bu dönem, hayata daha ciddi bir açıdan bakmayı da zorunlu kılmakla birlikte önceki dönemlerde geliştirilen yapının eksik kalan yönlerini tamamlama ve daha oturmuş bir kişilik yapısının gelişmesine de imkân tanımaktadır. Bu dönemde iş, aile ve değer verdiği şeylere daha derinden bağlılık hissetmeye başlayan bireyler, sorumluluklar yüklenme konusunda daha acelecidirler. Bir başka deyişle bu dönem, kişinin gerek kendisiyle gerekse çevresi ile hesaplaştığı aynı zamanda hayatın genel bir muhasebesinin ve dökümünün yapıldığı zaman dilimini oluşturmaktadır. Erikson’a göre ergenlik döneminin sonu itibariyle başarılı bir şekilde çözümlenen kimlik krizinden sonra yetişkinlik döneminin ilk yılları, geliştirmiş oldukları kimliği diğer insanlarla kuracakları yakın ilişki ve dostluklarla geliştirmeye Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat girişilen yıllardır. Aynı zamanda özgün bir kişilik kazanımının daha tutarlı ve kararlı hâle geldiği yetişkinlik döneminin karakteristik özellikleri; bağımsızlık, özgün kişilik, yakın ilişki ve dostluktur. Kimlik ile dostluk kurma arasında sıkı bir ilişki olsa da, önce kişilik sonra dostluk gelmektedir. Otuz yaş dönümü, orta-yaş dönümü ile birlikte sona ermektedir. Bu dönem fazla bir sarsıntıya neden olmadan atlatılabileceği gibi, bazı insanlarda oldukça karışıklıklara yol açabilmektedir. Bu dönemde önemli olan, daha önce belirlenen hedeflere ne derece ulaşıldığıdır. Belirlenen hedeflere ulaşmadaki başarısızlık, hayal kırıklığı yaratarak pişmanlık duygularıyla neticelenebileceği gibi, hayat yapısının eleştirilmesi, kısmen ya da tamamen değiştirilmesinin zorunlu hâle gelmesinin farkedilmesi krize dönüşebilmektedir. Bu dönemdeki zaman algısı, zamanın sonlu olduğunu vurgularken, insan, geçmiş, gelecek ve hâle, aynı açıdan bakmakta, ancak hayatını geçen yıllarla değil, geriye kalan zamanı ile ölçmektedir. Orta yaş krizini atlatan bireyler, kaçınılmaz akıbet olan ölümün eninde sonunda kendilerini de yakalayacağını düşünerek, kendi benliklerinin daha da derinden farkına varmakta ve kendilerinkilerle birlikte diğer insanların eksiklik ve zaaflarını daha kolay kabullenmektedirler. Buna ilave olarak hırs, öfke, kendini beğenmişlik, cinsel ilgide zayıflama, dogmatik inançlarda gevşeme, esneklik konusunda artış vb. gibi özellikler, orta yaş psikolojisinin genel karakteristiklerinden bazılarıdır. Ancak kendileri veya çocuklarıyla ilgili beklentileri yüksek ve aşırı derecede hırslı olanlar, orta yaş döneminde beklentilerinden farklı bir durumla karşılaşmaları durumunda daha kolay depresyona girebilmektedirler. Bireyin orta yaşa uyumu, bedensel rahatsızlıklar, öğrenme güçlüğü, motivasyon kaybı ve meydana gelecek değişikliklere hazır olup olmama durumuna göre değişmektedir. Kişiliğin zaman içinde değişip değişmediği ve zekânın yaşla birlikte azalıp azalmadığı, yetişkinlik psikolojisinin temel iki sorunudur. Bu dönemde ortaya çıkan bunalımların çoğuna bu iki sorun kaynaklık etmektedir. Ancak yetişkinlikteki gelişim süreci, cinsiyet, sosyo-ekonomik durum, entelektüel kapasite, eğitim düzeyi, yaşanılan ortam vb gibi birçok faktörden etkilenmekte ve bu konuda da bireysel farklılıklar bulunmaktadır. Yetişkinlik Döneminde Dinî Hayat Dindarlık veya din karşıtı tutumlar her ne kadar yetişkinlik döneminde kararlı bir şekle bürünmekteyse de, hayatın geri kalan bölümünde değişim ve gelişimden uzak durağan bir özellik arzetmez. Hayatın muhtevası ve bireyin ruhsal fonksiyonlarında ortaya çıkan değişmelere bağlı olarak dindarlık da, doğal faktörler ve içinde bulunulan gelişim döneminin karakteristikleriyle tetiklenmektedir. Başka bir ifadeyle yaşam boyu devam eden gelişim süreci, dindarlık için de geçerlidir ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat yaşanan farklı tecrübeler dinî şuurda bir evrim gerçekleştirmektedir. Orta yaş ve yaşlılık döneminde vücut fonksiyonlarındaki azalma ve ölümle yüzleşmenin, ruhsal ve manevi yükseliş için bir şans yarattığı ileri sürülmekteyse de, bu durum büyük oranda insanların dinî ve manevi meselelerle ilgileniş tarzı ve yaşlanma problemleriyle başa çıkma stratejilerine göre değişmektedir. Dindarlık, yaşam boyu süren değişmelere bağlı olarak gelişimeye devam eder Ergenliğin son döneminde din konusunda kendi tutumunu netleştirebilecek bilişsel ve duygusal olgunluğa ulaşan gençler, din hakkında leyhte veya aleyhte kararlar vererek dinî şüphe ve bocalamalardan büyük ölçüde uzaklaşmaya başlarlar. Din hakkında kesin tercihler ve kararların ortaya çıktığı yıllar ise genç yetişkinlik dönemine karşılık gelmektedir. Dinî hayatta dengelenme, yeniden yapılanma, eski inanç ve alışkanlıkları gözden geçirip düzenleme yönünde gelişmeler yaşanan bu dönemde; dinî şüpheler en azından bireyin kendisini tatmin edecek çözümlere kavuşturularak dinî hayatta bir istikrara ulaşılabilir veya yeterince anlamlı ve önemli bulunmayan dinî içerikler reddedilebilir. Dinin lehinde kesin tercih yapan bazı yetişkinler, onu bir bütün olarak ele alırken, diğer bazıları ise sadece bir kesite ağırlık vererek, diğer yönlerini ihmal edebilirler. Örneğin ülkemizde sıklıkla rastlandığı gibi birçok yetişkin dinî inanç konularında oldukça hassas ve saygılı davranırken, ibadetler konusunda ihmalkâr davranabilmektedir. Bazı yetişkinler ise dinin bazı noktalarını benimseyip bazılarını reddetme yönünde de tutum geliştirebilmektedirler (Karaca, 2011: 174). Genç yetişkinlik döneminde dinî inançların içselleştirilmesinde bir artış gözlemlenmektedir. Ancak genç yetişkinler kişilik ve benlik gelişiminde önemli mesafeler kat ettiğinden, dine karşı dışlayıcı bir tutum sergilemeleri de mümkündür. Bazı araştırmalara göre dinî inanç ve ibadetlerde 18-30 yaşlarında bir azalma görülmüşse de, 30’lu yaşlardan sonra tekrar bir artış tespit edilmiştir. Yaparel tarafından ülkemizde gerçekleştirilen bir araştırmada 20- 40 yaşlar arasındaki bireylerde yaygın inançlar, partikülarizm (kendi inançlarının en doğru inançlar olduğuna inanılması), ahlakilik, dinî bilgi ve ibadetlere katılım boyutlarında anlamlı bir farklılığa rastlanmamış, dinî duygu boyutunda ise genel olarak yaşla birlikte bir artış gözlenmiştir. Ayrıca araştırmada 18-39 yaş arasındaki deneklerde dinin gereksiz olduğu yönündeki tutumların 40 yaşından sonra azaldığı görülmüştür (Yaparel, 1987: 132-134). Ergenlik döneminde başlayan inanç ve değerleri sorgulama, tecrübe etme ve yeniden yapılandırma yetişkinlik döneminde de devam etmektedir. Ancak bu durum daha çok eğitim görmüş veya entelektüel düzeyi yüksek ve bu kapasitesini kullanma eğilimi gösterenler için daha geçerlidir. Zira din birçok insan için çocukluk döneminde öğrenilerek üzerinde fazla düşünmeden kabul edilen kültürel bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat mirastan öteye geçememektedir. Bu durumda din, kültürün bir yan ürünü şeklinde Tanrı’nın varlığına inanç, Kutsal ve manevi olana saygı ile daha çok seramonik tarzda icra edilen bazı ritüellerle sınırlı kalmaktadır. Orta yaş döneminde bireyin yaşamının geçmiş olan kısımlarını yeniden değerlendirmeye tabi tutup kendisiyle ve çevresiyle hesaplaşmaya yönelmesiyle oluşan bilinç açılımları, onu dinî bir takım gerçeklikleri fark etmeye ve inançlarını içselleştirmeye yöneltebilmektedir. Zira hayatın kaçınılmaz olarak ölümle son bulacağı duygusu, orta yaş yetişkinlerini, bir an durup varlıklarının manası üzerinde düşünmeye zorlamaktadır. Daha önce, çeşitli nedenlerle az da olsa dinî deneyim sahibi olan bireylerin içinde bulukları bunalım, kararsızlık ve gerilimler, onlardan kurtulmak için yeniden dine yönelmelerine neden olabilmektedir. Zira gelişimsel bir yapıya sahip olan insan, sürekli bir “gelişme” güdüsünün etkisiyle artan yaşla birlikte yaşanan tecrübeler, kişiyi kendi kendisiyle daha fazla karşı karşıya getirmektedir. Daha önce belirtildiği gibi yetişkinlik döneminde 30 ve 40 yaş civarında iki önemli kriz yaşanmaktadır. Yaşanan bu krizler ve onlarla baş etmede kullanılan enstrümanlardan biri olarak din, olumlu veya olumsuz bir şekilde ergenlik dönemi sonu itibariyle kavuşmuş olduğu kararlı yapısından biraz farklı bir şekilde yeniden gündeme gelerek, tekrar ivme kazanmak için yeni bir şans bulmaktadır. Şöyle ki; dinin bahsedilen krizlerin çözümünde işlevsel bir değere sahip olması onu daha uzun süreyle bireyin gündeminde tutarak, dinî gelişimin önünü açma potansiyeli taşımaktadır. Orta yaş döneminde eski dönemlerdeki ilgi alanlarının giderek zayıflaması da dinî ilgide bir artış meydana getirebilmektedir. Orta yaş yetişkinlerinin ölümden sonraki hayat, cennet, cehennem gibi konularda daha net yargılara ulaşması, onlardaki dinî ilginin sürekliliğini koruyan temel faktörler arasındadır. Yetişkinlikte dinî ilgi yanında ruhsal ve manevi ilgilerde de bir artış görülmektedir Orta yaş döneminde dinî ilginin yükselişe geçmesini tetikleyen faktörlerden birisi de evlenme ve aile kurmadır. Evlilik yoluyla daha istikrarlı bir şekle bürünen hayatta gerek manevi doyum arayışları, gerekse çocuklar vasıtasıyla kazanılan yeni rol ve sorumluluklar, dinî ilgilin yeniden aktiflik kazanmasını da beraberinde getirebilmektedir. Yetişkinlik döneminde çeşitli faktörlerin etkisiyle aktiflik kazanan sadece dinî ilgi değildir. Esasen bu dönemde dinî ilgiyle de ilişkili olan ruhsal ve manevi ilgilerde de bir artış görülmektedir. İnsanın kendisi ötesinde bulunan aşkın olana eğilimlerini içeren bu ilgilerin ifade edildiği tek yer din olmayıp başka alternatifler de bu konuda geçerli olabilmektedir. Zira bazı bireyler, yetişkinlik döneminde aktif hâle gelen bu ilgileri, dinî aktivitelere daha yüksek düzeyde katılım göstererek hayata geçirirken, bazıları ise dinin geleneksel formundan daha serbest veya din dışı bazı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat ruhsal ve manevi uygulamalara yönelebilmektedir. Zira orta yaş döneminde mistik eğilimlerin güçlendiği, tasavvufi hayata yönelmelerin ve dolayısıyla manevi olgunluğa ulaşma imkânlarının daha fazla olduğu kabul edilmektedir. Nitekim bu dönemde, birçok dindar sıradan bir dinî hayattan, dinî arzunun üstün olduğu davranış tarzına doğru gelişme göstermekte veya geleneksel dinî hayattan, daha içten tasavvufî bir hayata geçiş yapmaktadır. Böylece orta yaş, köklü dinî dönüşümlerin de yaşandığı bir dönem olarak dikkat çekmektedir. YAŞLILIK DÖNEMİ Yaşlılık Dönemi Temel Gelişim Özellikleri Yaşlılık, biyo-psikososyal gerileme belirtilerinin ortaya çıktığı kritik bir dönemdir. Yaşlılık, bir yandan gelişimin devam ettiği, diğer yandan ise biyo-psiko-sosyal gerileme belirtilerinin ve ölümün yaklaşmakta olduğu bir dönemdir. Yaşlılar, çevresiyle olan ilişkilerini, içinde yaşadıkları gelişim dönemini, genç kuşakları ve geride bıraktığı dünyayı anlayabildiği oranda, bu iki zıt süreci birbiriyle uzlaştırabilmektedir. Yaşlılık döneminde meydana gelen değişimler arasında derinin buruşması, saçların ağarması gibi pek de önemli olmayan belirtiler yanında, organizmanın dış uyaranlara verdiği cevaplarda yavaşlama ve zayıflama, hücre yenilenme hızının düşmesi ve nihayet fonksiyonel kapasitede devamlı bir gerileme dikkati çekmektedir. Bütün bunlarla birlikte yaşlanma bir gerileme değildir. Gençlerdeki canlı zekâya karşılık, yaşlılarda kuvvetli bir muhakeme kabiliyeti bulunmaktadır. Yaşlılığa yüklenen anlamlar konuyla ilgili olarak geliştirilen teorilere göre farklılık göstermektedir: “Etkinlik Teorisi”ne göre, yaşlının etkinlik durumunu önceki yaşam biçimi, sosyoekonomik durumu ve sağlık düzeyi belirlemektedir. Buna göre yaşlı bireyin etkinliğinin giderek azaldığı kabul edilmekle birlikte, toplumun ondan elini çekmesi de toplumsal etkileşimi azaltarak etkinliğin düşmesini hızlandırmaktadır. Bu durum batı toplumlarında daha hâkimken, doğu toplumlarında ve kırsal kesimlerde etkisini daha az göstermektedir. “Rol Bırakma Teorisi”ne göre ise yaşlılık döneminde yaşanan emeklilik veya dulluk gibi doğal olaylar, yaşlının bazı rolleri kaybetmesine neden olmakta ve bu durum, onun ailesine, mesleğine/işine ve topluma aidiyetini olumsuz yönde etkilemektedir. Toplumsal rollerinin birçoğunu kaybeden yaşlılar, aynı zamanda kaybettikleri rollerin işlevlerini de kaybettiklerinden bu durum onların etkinliklerinin de azalmasına neden olmaktadır. “İlişki Kesme Teorisi”ne göre, yaşlılık toplumdan yavaş yavaş geri çekilme süreci anlamına gelmektedir. Bir taraftan fiziksel etkinlikleri azalan yaşlılar, toplumsal olarak da bir uzaklaşma içine girerler. Bu durumun doğal sonucu, kendi iç dünyalarına çekilmektir. Rollerin kaybıyla da ilişkili Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat olan bu durum, giderek bireyi toplumsal açıdan yararlı kılan olanaklarını da azaltmaktadır. “Toplumsal Değişim Teorisi”ne göre, gelişen toplumlardaki yaşlıların yapabildikleri ile teknolojik gelişim hızı ve olanakları arasındaki uçurum giderek derinleşmektedir. Değişimin hızına yetişemeyen ve kendisiyle ilgili beklentilere cevap veremeyen yaşlılar, demode olarak algılanmaya başlar. Bu durum ise onların, güvenlik, saygı, sevgi, ait olma ve tanınma gibi ihtiyaçları için açık tehditler oluşturur. Yaşlılığa bakış açısından modern toplumlar ile geleneksel toplumlar arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Modern toplumlarda yaşlıya bakış ile geleneksel toplumlarda yaşlıya bakış arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Hayata daha çok işlevsel açıdan bakılan modern Batı toplumlarında yaşlılar, eski işlevlerini kaybettiklerinden dolayı gençlerin daha rahat yaşayabilmesi için aradan çekilmesi gereken varlıklar olarak algılanmaktadır. Hayata daha çok hizmet eder şekilde kurgulanan bu kültürde ölüme daha yakın olarak algılanan yaşlıların hayata vereceği şeyin az olmasıyla paralel olarak toplumun da onlara pek fazla borcu bulunmamaktadır. Bundan ötürüdür ki, modern Batı toplumlarında gençler yaşlı ebeveynlerine bakmak istememekte ve çoğunlukla onları bakımevi veya huzurevlerine göndermektedir. Bu durumun doğal sonucu ise bu toplumlarda yaşlılığını sıcak aile ortamından uzak kurumlarda geçiren ve tek başına bir hastane odasında ölen birçok insan olmasıdır. Hâlbuki geleneksel toplumlarda yaşlılar fiziksel birçok etkinlik ve rolünü kaybetmiş olsa da, bilgeliğinden yararlanılan ve saygı gösterilen bireyler olarak sosyal statülerini daha da yükseltebilmektedir. Geleneksel kültürün hâkim olduğu toplumlarda yaşlılara gösterilen ilgi, saygı ve itibarı besleyen temel kaynaklardan biri de dindir. Örneğin İslam dininde ebeveyn hakkı oldukça fazla önemsenmiş ve bir evladın ebeveyninin yanında yaşlanması hâlinde ona “öf” bile demesi hoş karşılanmamıştır. “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara "öf!" bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et” (İsra, 17/23,24). Yaşlılık psikolojisi, içinde yaşanılan kültür, dönem ve sosyal atmosfer kadar, bireyin kendilik algısıyla da yakından ilişkilidir. Bu döneme gelinceye kadar geçen dönemde hayattan memnuniyet, beklentilere ulaşma, bireyin kendini başarılı veya başarısız bulması, hedeflerine ulaşıp ulaşamaması veya kendisini bu döneme hazırlayıp hazırlamaması, yaşlılık psikolojisini belirleyen temel parametreler olarak Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat ön plana çıkmaktadır. Çoğu toplumda, çocuklar ve gençler sevilip çoğu durumda hoşgörüyle karşılanırken, yetişkinlik döneminde birçok sorumluluk altına giren yetişkinlerin büyük çoğunluğu genellikle kendilerini unutup yeterince hazırlık yapmadan orta yaşa geçiş yapmaktadırlar. Bu durum, yaşlılık döneminin bunalımlı, huzursuz ve atıl bir dönem olarak algılanmasına neden olmaktadır. Hâlbuki, üretken, sevebilen, yaşamdan doyum sağlayabilen insanlar için bu dönem, yaptıkları, ürettikleri ve birikimleri açısından en verimli dönem olabilmektedir. Bu durum, yaşlıların ölümle daha rahat yüzleşebilmeleri açısından da hayati bir öneme sahiptir. Benmerkezcilik ve aşırı ilgi bekleme, yaşlılık döneminin temel özelliklerindendir. Yaşlılıkta düşünceler çoğu zaman "ben" merkezlidir ve bu durum zaman zaman bencilliğe de dönüşmektedir. Esasen yaşlılık psikolojisi birçok açıdan çocukluk psikolojisiyle ortak özelliklere sahiptir. Aşırı ilgi bekleme, her şeyin kendisiyle ilgili olduğunu düşünme ve kendini merkezde görme; beklentilerine uygun davranılmadığı zaman aşırı kırılganlık gösterme ve küsme gibi özellikler, çocuklar ile yaşlılar tarafından paylaşılan özellikler olarak dikkat çekmektedir. Kur’an-ı Kerim’de yaşlılık psikolojinin çocuklak dönemi psikolojisiyle gösterdiği paralelliği ifade etmek üzere “… kime uzun ömür vermişsek, onun gelişimini tersine çeviririz….” (Yasin, 36/68) ayetiyle işaret edilmiştir. Yaşlı bireylerin hayattan ve toplumdan kopmaması, arkadaş ilişkilerini sürdürmesi ve toplumda hâlâ bir şeyler yapma gücünde olduğuna inanması psikososyal uyum açısından son derece önemlidir. Yaşlılık psikolojisinin karakteristiklerinden biri de cimriliktir. Bazı insanlar yaşlandıkça belki de artık pek uzun zaman ihtiyaçları olmayacak mal ve para düşkünlükleri de artmaktadır. Hatta bu insanlar paralarını yakınlarından kaçırmakta, sonradan bazen kendilerinin bile unutacağı yerlere saklamaktadırlar. Yaşlılar genellikle gençlik özlemi içinde yaşarlar. Birçok açıdan mevcut gençleri beğenmeyen yaşlılar, kendilerinin daha iyi olduklarını ve gençlerin yeterince çalışkan ve idealist olmadıklarından yakınırlar. Gençlerin birçok konuda yeni imkânlara sahip olduğunu, aynı imkânlara kendilerinin sahip olması durumunda daha başarılı olacaklarını düşünür ve bunu sıklıkla ifade ederler. Hâlbuki geçmiş dönemlerde kendi ölçülerinde sahip oldukları imkânları yeterince değerlendirememiş olsalar da, sanki yeniden bir şans verilse başaracaklarını düşürünek kendilerini rahatlatmaya çalışırlar. Yaşlıların gençlerle ilgili sıklıkla dile getirdikleri olumsuz eleştiriler, büyük oranda onların yakınlarıyla ilgili gelecek endişesinden kaynaklanmaktadır. Geleceğin taşımış olduğu belirsizliğin aile yakınlarına olumsuzluklar getireceğini düşünen yaşlılar, onlardan daha fazla çalışmalarını ister ve az harcayıp daha tutumlu olmak, çeşitli yatırımlar yapma konularını sürekli gündemde tutmaya çalışırlar. Yaşlıların yakınlarıyla ilgili olarak Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat gençlerden daha çok gelecek endişesi taşımaları, aslında dinî inançlarıyla çoğu noktada tezat teşkil etmektedir. Örneğin İslam dininde rızık endişesini ön plana çıkartıp hayatı sadece ona göre tasarlamak hoş görülmezken, insan da içinde olmak üzere bütün alemin sahibi, hamisi ve koruyucusunun Allah olduğu ısrarla vurgulanarak, inananların Allah’a yönelik üst düzey bir güven geliştirmeleri istenmektedir. Yaşlı insanların ölüm korkularının önemli bir kısmını oluşturan geride bırakacaklarıyla ilgili kaygılar ise, büyük oranda bu güveni tesis edememekten kaynaklanmaktadır. Yaşlılık döneminde fiziksel ve zihinsel yeteneklerdeki kayıplarla birlikte rol kayıpları ve ilişkilerde yaşanan değişimler, yaşlı bireyin kendini kabul ve benlik saygısının düşmesini kolaylaştırmakta, bağımlılık ve yetersizlik duygusuna yol açmaktadır. Kişisel bütünlüğün sağlanması, yaşlılık dönemini mutlu bir şekilde yaşamanın temel şartı iken, yaşamı anlamlı kılamamak, umutsuzluk ve önemli psikolojik bunalımlara neden olmaktadır. Yaşlılık döneminde ön plana çıkan fizyolojik gerileme kadar önemli olan diğer bir olgu, bu dönemde tecrübe edilen “ayrılık kayıpları”dır. Bireyin özellikle kendi gençlik imajını kaybetmesi, giderek artan çeşitli hastalıklar, akraba, dost ve yakınlar, hatta kendi çocukları arasında meydana gelen ölümler, gençlerin çeşitli nedenlerden dolayı evden ayrılmaları, yaşlılarda yalnızlık ve soyutlanma duygularına yol açarak hayatla baş etme güçlerini zayıflatmaktadır. Yaşlıların muhafazakâr olmaları, alışkanlıkları, sosyal fırsatlardan soyutlanmaları ve eskisinden daha az enerjiye sahip olmaları, öğrenme konusundaki ilgilerini azaltmakta, bu durum onları hayattan biraz daha uzaklaştırmaktadır. Yaşlılık Döneminde Dinî Hayat Yaşlılıkta ölüm düşüncesi, dindarlık gelişimini doğrudan etkiler. Bazı dönemlerde daha hızlı bir değişim ve gelişim gerçekleşse de, kişilik gelişimi, sadece belirli gelişim dönemleriyle sınırlı olmayıp devam eden bir süreçtir. Kişilik özellikleri arasındaki tutarlılık ve istikrar, dinî gelişim için de geçerlidir. Dolayısıyla devam eden bir süreç olan dinî gelişim, yaşlılık döneminde de, daha önceki gelişim dönemlerine bağlı olarak gerçekleşmektedir. Hayatın her döneminde beklenmedik köklü değişimler mümkün olsa da, bu durum çok sık rastlanılan bir durum olmadığı gibi, yaşlılık dönemi bu tür değişimler için daha az potansiyele sahiptir. Yaşlılık dönemini dinî gelişim açısından diğerlerinden farklı kılan faktör, ölümün her dönem için kuvvetli bir ihtimal olsa da bu dönemde daha yakından hissedilmesidir. Ölümü erteleyebilecekleri başka bir dönem kalmayan yaşlılar, geçmiş dönemleriyle mevcut dinî tutum ve davranışlarını değerlendirip yeniden yapılanma yoluna giderek dinî değerlere daha açık bir pozisyona gelebilmektedirler. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat Yaşlılıkta gelişim sınırlı olmakla birlikte, tamamen durmuş da değildir. Diğer dönemlerde olduğu gibi yeni tecrübeler, yaşlıların dine olan bağlılıklarını değiştirme potansiyeli taşımaktadır. Zira bir bütün olarak yetişkinlik dönemi dinî gelişimi, organizmada meydana gelen fizyolojik değişikliklerden çok, hayat tecrübelerini anlamlandırma biçimine göre şekillenmektedir. Dinî inançlarını yaşlılık dönemine kadar taşıyabilen bireylerde genellikle dinî ilgide bir yoğunlaşma meydana gelmektedir. Bu durumun temel nedeni, dinî inancın ahiret boyutudur. Zira hayatı gelecekten ziyade geride kalan zamana göre tasarlayan yaşlılar ölümle iç içe yaşadıklarından, dine daha kolay bir şekilde motive olarak ibadetlerin en olgun şekillerine ulaşabilmektedir. Yaşlılık döneminde dua, ibadet ve dinî uygulamalardaki artış, büyük oranda geçmişi onarma ve telafi etme çabasının mahsulüdür. Yaşlılıkta dinî uygulamalardaki artış, büyük oranda geçmişi onarma ve telafi etmeye yöneliktir. Yaşlılık döneminde dinî inançların daha önemli hâle gelmesinde, bireyin var oluşu ve ölümü anlamlandırma çabası da önemli rol oynamaktadır. Bu dönemde Tanrı inancının daha kesin ve kararlı bir şekle bürünmesi, ölüm sonrası hayata inançtaki artışla yakından ilişkilidir. Ancak yaşlılık, her hâlükârda dindarlığı olumlu yönde etkileyen bir faktör değildir. Zira literatürde bu dönemde dinî ilgisi zayıflayan veya tamamen kaybolan birçok insan bulunduğundan bahsedilmektedir. (Karaca, 2000: 301). Örneğin konuyla ilgili Ankara’daki bir huzur evinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre; hiçbir ciddi uğraşı olmayan yaşlıların %80’inin ibadet yapmadıkları gibi, dinî problemlere karşı ilgisiz oldukları görülmüştür. Esasen bu konuda belirleyici faktör, yaşlılık dönemine gelinceye kadar dinî gelişimin izlemiş olduğu seyirdir. Zira bu dönem, kendine özgü karakteristiklerle dinî hayatı besleyici bazı avantajlara sahip olsa da, tek başına bütün bir dinî hayatı motive edecek güçte değildir. Ancak yine de düzenli bir dinî geçmişe sahip olmayan birçok birey, hayatın zevklerinin sona erdiği, ölüm gerçeğinin varlığını kuvvetle hissettirdiği bu dönemde dinî değerlere, hayatlarına anlam ve amaç sağladığı için kolaylıkla bağlanabilmektedir. İleri yaşlarda hem zihin hem duygularda meydana gelen donuklaşma ise, yaşlılık dönemi dindarlığını ağırbaşlı ve kararlı, kaderci bir tevekkül ve teslimiyete yöneltmektedir. Yaşlılık döneminde ibadetlere katılım oranının yükselmesinde, dinî pratiklerle meşgul olmaya daha fazla vakit ve imkân bulmak da etkili olmaktadır. Nitekim bu dönemde yaşam şartlarının bir dengeye kavuşması ve geçim endişesinin kısmen azalmasına dinî pratiklere ayıracak daha fazla zaman ayırmaya imkân yaratmaktadar. Batı toplumlarında yaşlılarda kiliseye devamda bir azalma gözükse de, kiliseye devamı dindarlığın tek ölçütü olarak almak doğru bir yaklaşım değildir. Zira yaşlıların önemli bir kısmı, bir yere ait olma veya işe yarama saikiyle de kiliseye gitmektedir. Bununla birlikte kiliseye gidememe sağlık ve ulaşım sorunları, maddi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat yardım yapamamanın verdiği eziklik, ortama uygun kıyafet bulamama gibi nedenlerden de kaynaklanabilmektedir. Müslüman toplumlarda ise, Hristiyanlıktan farklı olarak camiye gitmek bireysel dindarlık için kiliseye devamdan daha az önemli olmasına rağmen, genellikle yaşlı erkeklerin daha çok tercih ettiği bir yönelimdir. Yaşlılık döneminde önceki gelişim dönemlerinde düzenli bir gelişim gösteren dindarlığın zirve yapması da mümkündür. Ergenlerde zirve yapan dinî ilgide duygusal telaş ve zihni karışıklık ön plana çıkarken, yaşlılık döneminde zihinsel donukluğa rağmen duygusal olgunlukta önemli bir ilerleme meydana gelmektedir (Hökelekli, 1993: 287). Bu dönemde, ağırbaşlı, kararlı, biraz da kaderci bir tevekkül ve teslimiyet hâkimdir. Ancak ölüm, çoğu dindar yaşlı için de kaygı vericidir. Bunun arka planında ise, ahiret hayatına yeterince hazırlanamama yatmaktadır. Bu şekilde dindar bireyler için ölüm fikri, onları sahip olduğu dinî inançlara daha sıkı bir şekilde sarılmaya iterken, dinî ilgisi gevşek veya düşük düzeyde yaşlanan bireyler için dinden başka arayışlar da mümkün olabilmektedir. Yaşlılıkta din, en önemli psiko-sosyal uyum faktörlerinden biridir. Din, yaşlılık döneminde en önemli psiko-sosyal uyum faktörlerinden biridir. Araştırmaların geneline bakıldığında, yaşlılık döneminde din ve ruhsallığın fiziksel, ruhsal, sağlık ve diğer problemlerle başa çıkma ihtimalini yükselttiği görülmüştür. Yaşlıların katılımıyla gerçekleştirilen bir araştırmada, 289 stres kaynağına yönelik 556 baş etme davranışı arasında 97 çeşidiyle din, en çok başvurulan faktör olmuştur (Paloutzian, 1996: 130). Benson ve arkadaşları dinî inancı “yatay”, “dikey” ve “bütünleşmiş” olarak ele aldıkları bir çalışmada (Yatay ilişki insanlara, dikey ilişki ise Tanrı’ya yönelik olup her ikisinin güçlü olduğu durum “bütünleşmiş” inanca tekabül etmektedir.) dikey ilişkinin yetişkinlerde daha kuvvetli olduğu, bütün inanç türlerinin yaşla birlikte arttığı, yaş yükseldikçe daha yüksek düzeyde bütünleşmeye yönelik bir artış meydana geldiği ve bütünleşmiş inancın daha ziyade 70’li yaşlarda ortaya çıktığını tespit etmişlerdir (Benson, Donhaue ve Ericson, 1993). Shand tarafından gerçekleştirilen ve hayat sürecinde insanların dinî görüşlerinde durağanlığın araştırıldığı boylamsal desenli ve yaklaşık 40 yıl süren bir araştırma sonuçlarına göre 40 yılın üstünde bir zaman geçmesine rağmen, bir bütün olarak birçok dinî tutumda önemli bir değişme olmadığı görülmüştür. Araştırmacı, bu ilginç bulguyu 40’lı yaşlardan sonra dindarlıkta bir kararlılığın oluştuğu şeklinde yorumlamıştır. Temel ilgisi dindarlıktaki değişim olan araştırmacı, dinî değişimin örneğin Katolik veya Protestan olsun deneklerin dinlerinden veya eğitim düzeylerinden etkilenmediğini belirtmiştir. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre ise, kilise mensubu olmayan deneklerin %77’sinin oldukça fazla dua ettiği, kilise mensuplarının ise neredeyse hepsinin (%97) son derece fazla dua ettikleri, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat Özet yaşlı insanların dinî yayın yapan televizyonları gençlerden daha fazla seyretme eğiliminde oldukları tespit edilmiştir (Paloutzian, 1996: 129). •Dinî gelişim hayat boyu devam eden bir süreçtir. Dinsel bir hazırbulunuşlukla dünyaya gelen insan yavrusunda 3 yaş civarında dinî ilgi uyanmaya başlamaktadır. • Çocukluk dönemi dindarlığının genel karakteristiği düşünmeden kabuldür. • Her açıdan önemli değişimlerin meydana geldiği ergenlik dönemi, kimlik ve kişilik gelişiminde olduğu gibi dinî gelişimde önemli bir evreye tekabül etmektedir. Bu dönemin sonu itibariyle dini hayatta az çok kararlı bir hâle gelmeye başlamaktadır. •Diğer gelişim alanlarında olduğu gibi dinî gelişimde bireysel farklılıklar bulunmaktadır. Dinî gelişim sürekli ileri doğru devam eden bir süreç olmayıp bu süreç içinde dinî ilgide zaman zaman zayıflamalar görüldüğü gibi ani bir şekilde yükselme veya tamamen azalma da meydana gelebilmektedir. Dinî hayatta, inanç, bilgi ve duygu boyutları önemli olmakla birlikte, ibadet ve etki boyutları daha ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla dinî gelişim bir bütün olmakla birlikte, uygulama eksenli bir süreç takip ettiği söylenebilir. •Çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde dinî ilgisini muhafaza eden bireylerde, genellikle yaşlılık döneminde bu ilgide artış meydana gelmektedir. Ancak yaşlılık dönemi, tek başına zorunlu bir dinî uyarıcı değildir. Dindar yetişkinler ise kişilik özelliklerine göre birtakım farklılıklar sergilese de, genellikle dindarlıklarını devam ettirerek yaşlanırlar. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Ödev gönderimi Ödev Etkileşimli Alıştırmalar Alıştırmalar Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebiirsiniz • Öğrendiğiniz yöntemleri kullanarak belli bir konuda hayali bir araştırma yapınız ve çalışmanızı , 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız ve hazırladığınız belgeyi göndermek için yandaki ödev gönderme linkini kullanınız. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Sosyal çevrenin ergen üzerindeki etkisi, çocukluk döneminden hangi yönüyle farklıdır? a) Aile etkisi devam etmektedir. b) Akran etkisi daha baskın hâle gelmektedir. c) Öğretmen etkisi daha az önemli hâle gelmektedir. d) Soyut düşünce gelişmektedir. e) Flört ilişkileri önemli hâle gelmektedir. 2. Aşağıdakilerden hangisi ergenlik döneminde yaşanan çatışmalardan biridir? a) Bağımsızlık eğilimi-ebeveyne bağlılık b) Bağımsızlık eğilimi-Tanrı’ya bağlılık c) Cinsel çatışmalar d) Tabiatüstü yüklemeler ile okulda öğrenilen bilimsel bakış e) Hepsi 3. Din konusundaki tercihlerin netleşmesi hangi gelişim döneminde ortaya çıkmaktadır? a) Çocukluk dönemi b) Ergenlik dönemi c) Genç yetişkinlik dönemi d) Yetişkinlik dönemi e) Yaşlılık dönemi 4. Orta yaş döneminde dinî ilgide meydana gelen yükseliş, aşağıdaki hangi faktörlerden beslenmektedir? a) Evlenmek b) Aile kurmak c) Bilinç açılımları d) Gelişim güdüsü e) Hepsi 5. Dinî gelişimle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? a) Hayat boyu devam eder. b) Genellikle yavaş bir gelişim seyri takip eder. c) Bir noktadan başlayıp sürekli ileri gitmez. d) Zaman zaman ani yükseliş ve düşüşler görülebilir. e) Hepsi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat 6. Dinî gelişim sürecinde gerçekte değişim geçiren şey aşağıdakilerden hangisi olabilir? a) Bedensel özellikler b) Sosyal çevre c) Tanrı’nın birey için ifade etmiş olduğu anlam d) Dinî ibadetlere katılım e) Dinî bilgi düzeyi 7. Dinî ilginin uyanış yaşı olarak hangi yaş kabul edilmektedir? a) 1 b) 2 c) 3 d) 4 e) 5 8. Aşağıdakilerden hangisi, dinî şüphe ve çatışmaların en az olduğu gelişim dönemi olabilir? a) Çocukluk b) Erinlik c) Yetişkinlik d) Yaşlılık e) Ergenlik 9. Çocukların dualarında kişisel korunma ve lütuf isteklerinin bolca yer alması, hangi özelliklerinin bir göstergesi olabilir? a) Narsizm b) Benmerkezcilik c) Diğerkâmlık d) Düşünmeden kabul e) Himaye altında bulunma Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat 10.Erken çocukluğun din konusundaki tek boyutlu zihni bakış açısı ne zaman değişmektedir? a) Soyut düşünce aşamasına geçtiğinde b) Arkadaşlarıyla oyun oynadığında c) Okula başladığında d) Din eğitimine tabi tutulduğunda e) Sosyal ilişki örüntüsü genişlediğinde Cevap Anahtarı 1-B, 2-E, 3-C, 4-E, 5-E, 6-C, 7-C, 8-A, 9-B, 10-A Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Argyle, M. ve Beit-Hâllahmi, B. (1975). The Social Psychology of Religion, London. Armaner, N. (1980), Din Psikolojisine Giriş I, Ankara. Bahadır, A. (2006). “Ergenlik Döneminde Dinî Şüphe ve Tereddütler”, Gençlik, Din ve Değerler Psikolojisi (Ed. H. Hökelekli), İstanbul: DEM Yayınları. Covalt, N., K., (1965). TheMeaning of Religion to Older People, in C. B. Vedderand A.S. Lefkowitz (Ed.), Problems of the Aged, Springfield, III, Charles C. Thomas, 215-224. Benson, P.L., Donahue, M. ve Erickson, (1993). The faith-maturity scale: Conceptualization, measurement, and amprical validation. In M. Lynn &D. Moberg (Eds.), Research in the Social Scientfic Study of Religion, 5, 1-26. Hökelekli, H. (1993). Din Psikolojisi, Ankara: TDV Yayınları. Hood, R.V. ve ark. (1996). The Psychology of Religion, New York. Hurlock, Elizabeth, B., (1992) “Yaslilikta Dinî Ilgi ve Faaliyetler”, (Çev. M. Naci KULA), U.Ü.I.F.D., 4, 4, 343-346. Karaca, F. (2000). Ölüm Psikolojisi, İstanbul: Beyan Yayınları. Karaca, F. (2011). Din Psikolojisi, Trabzon. Kılavuz, M.A. (2005),Yaşlanma Sürecinin Dinî Gelişime Etkileri, Uludağ Ün. İFD, 14, 2, 97-112. Koç, Mustafa, (2000), “Din Psikolojisi Açısından Yaşlılık Döneminde Dinî Yasam”, EKEV, Akademi Dergisi, 2, 2, 97-103. Koç, Mustafa, (2004),Gelişim Psikolojisi Açısından Yaşlılık Döneminde Bireysel ve Ruhsal Gelişim, EKEV Akademi Dergisi, 8, 19, 77-90. Köktaş, M. E. (1993), Türkiye’de Dinî Hayat, İstanbul. Köylü, M. (2004) Yetişkinlik Dönemi Din Eğitimi, İstanbul: Levinson, D.J. ve ark.,(1978) “The Seasons of a Man’s Life”, New York. Lindzey, G. ve ark. (1988) Gelişim Psikolojisi: Ergenlik ve Yetişkinlik, Çev. Figen Çok, Psychology içinde, WorthPubl. 3. Baskı, New York Onur, Bekir (l995) Gelişim Psikolojisi, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara. Orbach, H., L., (1961) “Aging and Religion”, Geriatrics, 16, 530-540; Özbaydar, Belma, (1970) Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine Bir Araştırma, İstanbul. Paloutzian, R. F. (1996). Invitation to the Psychology of Religion, London. Peker, H. (2000). Din Psikolojisi, Samsun. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28 Gelişim Dönemlerine Göre Dinî Hayat Songar, Ayhan (1980). Psikiyatri, Serhat Yayınları, 4. Baskı, İstanbul. Tamminen, K. (1991) Religious Development in Childhood and Youth: An Empirical Study, Helsinki. Taplamacıoğlu, M. (1962), Yaşlara Göre Dinî Yaşayışın Şiddet ve Kesafeti Üzerine Bir Anket Denemesi, AÜİFD, 10, 141-151. Vergote, A., Çocuklukta Din, Çev, Erdoğan Fırat, Ankara Ü.İ.F.D., XXII, 315-329. Yaparel, Recep, (1987). 20-40 Yaşlar Arası Kişilerde Dinî Hayat İle Psikososyal Uyum Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma, (Basılmamış Doktora Tezi), A. Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29 HEDEFLER İÇİNDEKİLER KİŞİLİK VE DİN • Kişilik Ve Temel Nitelikleri • Kişiliğin Tanımlanması • Kişiliğin Şekillenmesi • Kişilik ve Kültür • Kişilik ve Aile • Beden Yapısına Göre Kişilik Tipleri • Ruhsal Yapıya Göre Kişilik Tipleri • Din Ve Kişilik DİN PSİKOLOJİSİ Doç. Dr. İbrahim Gürses • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Kişilik kavramının ifade ettiği anlamı öğrenebilecek, • Kişilik tipleri hakkında bilgi sahibi olabilecek, • Kişiliğin oluşmasında ve gelişmesinde etkili olan faktörlerden aile ve kültürün önemini daha iyi kavrayabilecek, • Kişilik-din ilişkisini yorumlayabilecek, dinin kişiliğin gelişmesine ve güçlenmesine katkısını görebileceksiniz. ÜNİTE 10 Din ve Kişilik GİRİŞ Yeryüzünde birbirinin aynı iki insan bulmak neredeyse imkânsızdır. Aynı yumurta ikizleri bile ayrı temel niteliklere sahiptir. Fiziklel görünüm olarak neredeyse insan sayısı kadar çok olan farklılıkların yanında davranışsal olarak da aynı farklılıkları görülebilmektedir. Fakat farklılıkların çeşitliliği kadar aynı zamanda benzerliklerin çokluğu da dikkate değer bir durumdur. Peki, o zaman insanlar arasındaki bu benzerlik ve farklılıklar nasıl açıklanmaktadır? Psikologlar bu sorunun cevabını kişilik kavramıyla karşılamaya çalışmaktadır. Zira kişilik, bireyin sadece kendine has, doğuştan getirdiği ve sonradan kazandığı duyuş, düşünüş ve davranış özelliklerinden oluşan bir yapıdır. Bu yapının insani pek çok durumla ilişkisi olduğu gibi din ile de ilişkisi söz konusudur. Bu sebeple din-kişilik ilişkisi pek çok psikoloğun ilgisini çeken bir araştırma konusu olmuştur. KİŞİLİK VE TEMEL NİTELİKLERİ Kişiliğin Tanımlanması Kişilik, bireyin davranışlarına tutarlılık ve biriciklik katan, nispeten kalıcı özellikler ve eşsiz hususiyetlerden oluşan bir kalıptır. İnsan davranışları boşlukta meydana gelmez. Davranışlarının arkasında onları anlamlı bir bütün hâlinde eyleme dönüştüren etkenler mevcuttur. İşte kişilik, kendine has özellikleri olan ve tecrübe sahibi bir kişinin davranışlarını yönlendiren arka plandaki etkenler olarak tanımlanabilir. Kişilik psikologlarının hepsi bu geri plandaki sebepler konusunda, dolayısıyla kişiliğin ortak bir tanımı konusunda anlaşabilmiş değillerdir. Kişilik konusundaki önemli çalışmalarıyla bilinen din psikologu Gordon Allport, kendi şahsi kişilik tanımlamasına ulaşmadan önce bu alandaki çeşitli otoritelerin yaklaşık elli kadar tanımının listesini çıkarmıştır. Kişiliği tanımlama konusundaki yaklaşımlar iki başlık altında incelenmektedir. Bunlardan ilki, kişilik kavramını sosyal beceri veya maharet anlamıyla bir tutar. Kişilikli şahıs denildiğinde, farklı kesimlerdeki pek çok kişiyi etkileme kapasitesine sahip biri anlaşılır. Bunların temel varsayımı kişilik eşittir sosyal beceridir. Bir öğretmen öğrencisinin kişilik problemleri olduğunu söylediğinde, bu, muhtemelen o öğrencinin diğer arkadaşları ve öğretmenleriyle doyurucu ilişkiler sergilemekte yetersiz olduğu anlamına gelir. İkincisi ise bireyin kişiliğini, diğerlerinin üzerinde yarattığı etkinin en çarpıcı noktasının ne olduğundan ibaret görür. Bu yüzden bir kişi hakkında saldırgan, uysal veya korku saçan bir kişiliğe sahip olduğu söylenebilir. Bu anlayışa göre kişilik bireyin diğerleri üzerinde bıraktığı etkiye eşittir. Kişilik teorisyenleri için kabul edilebilir tek bir tanım olmamasına rağmen kişilik; bireyin davranışlarına tutarlılık ve biriciklik katan, nispeten kalıcı özellikler ve eşsiz hususiyetlerden oluşan bir kalıp şeklinde tanımlanabilir. Bu kalıp bir dizi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Din ve Kişilik şeyden, başta aileden, toplumdan, kültürden vs. etkilenir ve insana ait pek çok şeyi etkiler ve belirler. Karakter,mizaç, meşrep/huy, kimlik gibi kavramlar kişiliğin içinde etkinlikte bulunurlar. Kişilik kavramını tanımlamaya girişen çalışmalarda genellikle adı onunla birlikte anılan bazı kavramlardan da söz etmek gelenek hâline gelmiştir. Zira bu kavramlar kişiliğin içinde etkinlikte bulundukları gibi, kendi başlarına psikolojik bir yapının adı durumundadırlar. Bunlardan ilki mizaç kavramıdır. “Mizaç (temperament), kişinin doğuştan getirdiği, büyük ölçüde fıtrî ve doğal kaynaklı, yine o kişiye özgü ruhsal faaliyet ve davranışsal tepki verme tarzıdır.” Bazı yazarlar mizaç kelimesini ruh hâli (mood, duygudurum hâlet-i ruhiye) karşılık kullanmaktadırlar. Fakat bu kullanım hatalıdır. Ancak özellikle edebî sahada, mizaç karşılığı olarak huy veya “meşrep” kelimelerinin de ifade edildiğini görüyoruz. "Can çıkar huy çıkmaz" atasözü bunun güzel bir örneğidir. Bu noktada hem “huy”, hem de “meşrep” kelimeleri mizaç karşılığında kullanılabilir (Doksat, 2003: 9). Karakter (character) “hususiyet, özellik” demektir ve kişiliği meydana getiren, doğuştan getirilen mizaç özelliklerinin zemininde sonradan kazanılmış ama değişmeye de oldukça dirençli çeşitli davranışsal özellikleri ifade eder. Bazı psikologlar başlıca dört mizaç ve üç karakter yönü tanımlayıp bunları ölçmeye yarayan ölçekler de geliştirmişlerdir. Dört mizaç arasında yenilik arama (novelty seeking), zarardan kaçınma (harm avoidance), ödül bağımlılığı (reward dependence) ve sebatkârlık (persistence) bulunduğunu bildirmişlerdir. Bunlardan ikisinin farklı nörokimyasal dayanakları olduğunu dile getirmişler, yenilik arama mizacının dopamin, zarardan kaçınma mizacının ise serotonin hormonuyla ilintili olduğunu vurgulamışlardır. Üç karakter yönü ise başına buyrukluk (self directedness), iş birlikçilik (cooperativeness) ve kendini aşma (self ranscendence) olarak belirlenmiştir (Doksat, 2003: 10). “Kimlik” (hüviyyet: identity) kişinin kendini nasıl gördüğü, nasıl algıladığı (self concept), kendiliğini (self) nasıl yaşadığını ifade eder. Cinsel (sexual), toplumsal, mesleki... pek çok kimlik çeşidi vardır. Bu kimlikler aynı kişilik çatısı altında, birbirleriyle çatışmadan ve uyumlu bir şekilde var oldukça sorun yaşanmaz. Bazı içsel organizasyonu sağlam olmayan kişilerde ise kimliklerin karıştığı görülebilir (Doksat, 2003: 11). Buraya kadar söylediklerimizden hareketle, terimin Latince kökenine (persona: maske) kadar uzanmadan daha pratik bir yaklaşımla ifade etmek gerekirse “kişilik” (personality), “doğuştan getirilen-sonradan kazanılan özellikler ve kültürel faktörlerin etkileşimiyle küçük yaşlardan itibaren şekillenen, değişmeye oldukça dirençli, o kişiye has kavrayış, düşünüş, karar veriş ve davranış özelliklerinin toplamı” olarak tanımlanabilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Din ve Kişilik Görüldüğü üzere kişilik kavramının sınırları ve kapsamı ilk bakışta zannedildiğinden çok daha geniştir. Kişinin hem doğuştan getirilen yani kalıtsal yanını ve mizacını (natural), hem de terbiyeyle, eğitimle, yetiştirilmeyle vs. kazanılan (nurtural) tarafını ve toplumsal çevrenin etkisiyle kazanılan (cultural) yönlerini yani karakterini ve görgüsünü kapsamaktadır. Bu manada insan biyopsikososyal bir bütündür ve bütünün, kendisini meydana getiren parçaların toplamından her zaman daha büyük ve farklı bir şey olması esprisi içerisinde, kişilik de bütün bunların toplamından daha büyük, daha öte, farklı ve o kişiye has bir olgudur. Kişiliğin Şekillenmesi İnsanda doğuştan belli bazı yetenekler, eğilimler ve mizaç özellikleri vardır. Zekâ, müzik ve sanat kabiliyeti, duygu-heyecan tepkilerindeki farklılıkların doğuştan olduğunu gösteren bilimsel kanıtlar her geçen gün artmaktadır. Yetenekler ve mizaç yalnız kişiliğin bir parçası değil aynı zamanda onun şekillenmesinde önemli etkendir. Mesela, üstün zekâ, kişinin çatışma durumlarında daha çabuk ve iyi uyum göstermesie yardımcı olur. Küçük bir çocuk ne kadar akıllı ise o denli çabuk annebabasının yaptığı yaramazlıktan değil, başlarının ağrımasından dolayı kendisine kızıp tersleyeceklerini keşfeder. Geleceği erken değerlendirerek şimdiki bazı doyumları gelecekteki daha büyük doyumlar için erteleyebilir. Bir bebek genel olarak yüksek bir faaliyet düzeyine sahip olabilir, gördüğü her şeyle ilgilenebilir bu yüzden de dikkati kolayca dağılabilir ve yeni nesnelerle insanları kabul etmeye istekli olabilir. Bir diğeri ise, çoğunlukla sakin, belli bir faaliyet üzerinde yoğunlaşmakta ısrarcı ve bazı şeylerden endişe duyan bir bebek olabilir. Başlangıçtaki bu mizaç özellikleri uzun yıllar değişmeden devam edebilir. Doğuştan sahip olduğumuz biyolojik ön yatkınlıklar, yaşantılarımız tarafından şekillendirilir. Anne babalar, öğretmenler ya da çevredeki insanlar farklı özellikleri olan çocuklara farklı davranırlar. Zeki ve başarılı çocuklar anne-baba ve öğretmenleri tarafından ödüllendirilir. Bir bilgi yarışmasında başarılı olan ve okulunun adını herkese duyuran öğrenciler çevresi tarafından tanınır ve dikkate alınır. Zekâ ve özel yetenekler çocuklarda kendine güven ve saygınlık kazanmayı sağlayacak yeterliliklerin gelişmesine neden olurlar. Böylece, doğuştan var olan kişilik özelliklerinden bazılarını abartılı bir şekilde vurgulayabilecek bir süreç başlar. Bir bireyin doğduğundaki biyolojik ön yatkınlıkları, büyüme sırasında karşılaşılan yaşantılar tarafından şekillendirilir. Bu yaşantıların bazıları ortaktır, belli bir kültürde ya da kültürel alt grupta yetişen çoğu kişiyle paylaşılır; bazıları ise bireye hastır, benzersiz yaşantılardır. Kişiliğin şekillenmesinde bireysel yetenek ve eğilimler kadar, içinde doğup yaşanılan kültürün de çok önemli etki ve katkıları vardır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Din ve Kişilik Kişilik ve Kültür Her doğan birey bir kültürün içine doğar ve onun gelişimi her zaman kültürün içinde gerçekleşir. Hiçbir insan içinde bulunduğu kültürden bağımsız olarak davranamaz. Yukarıda tanımını yaptığımız benlik ve kimlik kültürel ortamda yapı kazanır. Bunun nedeni, çocuk yetiştirmenin ve sosyalleşmenin bir amaca yönelik olmasıdır. Bu amaç, kültürel açıdan değer verilen yetişkin özelliklerinin yetişen insanda oluşturulması ve etkin bir benliğin geliştirilmesidir. Kültürel değerler ve çocuk yetiştirme düzenleri arasında sıkı bir bağ olduğu görülmektedir. Kişilik, bireyin içine doğduğu kültür aracılığıyla şekillenir. Belirli bir kültürde tüm aileler bazı ortak inançları, töreleri, değerleri paylaşırlar. Çocuk büyürken, sosyal ve kültürel çevrenin beklediği şekillerde davranmayı öğrenir. Bu beklentilerden biri cinsiyet rolleri ile ilgilidir. Çoğu kültürde erkek ve kadınlardan farklı davranışlar beklenir. Cinsiyet rolleri bir kültürden diğerine değişebilir, ancak tüm kültürlerde erkek ve kız çocukların, yalnızca erkek ve kadın cinsiyetine ait oldukları için kişiliklerinde kestirilebilir farklılıkların bulunması doğal karşılanır. Bazı roller (örn. meslek) bizim seçimimize kalmıştır. Ancak bu tür rollerin örüntüsü de kültürel kurallarla belirlenir. İlahiyatçılardan, doktorlardan, kamyon sürücülerinden, temizlik işçisinden, bilim adamından, tiyatro sanatçısından farklı davranışlar beklenir. Genel olarak insanların resmî bir davette, bir cenazede, bir futbol maçında, siyasi bir gösteride nasıl davranacaklarını biliriz. Böylece, kültürel ve alt kültürel ortam bireyler üzerinde, bazı davranış kalıplarını dayatmakta, bundan da bazı kişilik benzerlikleri ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte şu iki nedenden dolayı, bir kimsenin yetiştiği grup hakkındaki bilgiden yola çıkılarak, bireysel kişilikler tam olarak kestirilemez: 1. Birey üzerindeki kültürel etkiler sabit değildir. Çünkü bu etkiler, aynı değerleri ve davranış tarzlarını paylaşmayan anne babalar ve insanlar tarafından iletilir. 2. Bireyin benzersiz bazı yaşantıları vardır. Toplumlar, insan yetiştirme düzeni bakımından "bireyci" ve "toplulukçu" kültüre sahip olmaları bakımından farklıdırlar. Kendine yeten bir "bireyciliği" teşvik eden modern Batı toplumlarında özerklik, bağımsızlık, bireysel başarı, kişiler arası rekabet ön planda tutulmaktadır. Buna karşılık geleneksel kültürlerde, "bağlılık" ve "bağımlılık" önemsenmektedir. Geleneksel kültürlerde insanların çocukları büyüdüğünde onlarda görmek istedikleri özellikler arasında "ana babaya yakınlık, sadakat ve vefakârlık" ön planda gelmektedir. Böylece bu kültürlerde bireysel başarıdan çok itaatkârlığa, rekabetten çok karşılıklı dayanışma ve iş birliğine değer verilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Din ve Kişilik Kişilik ve Aile Ana Babanın İnanç ve Değerleri Kişiliğin şekillenmesinde en etkili faktörün aile olduğu konusunda bütün uzmanlar ortak bir görüşe sahiptirler. Bazılarına göre kişiliğin ana yapısı üç, bazılarına göre ise sekiz yaşlarında oluşmaktadır. Sonraki yaşlardaki gelişmeler ise, daha çok etkileşime açık ikincil özelliklerle ilgilidir. Ana babaların çocuklar ve aileyle ilgili bazı temel inanç ve değerleri vardır. Ana babaların amaç, inanç ve değerleri toplumsal değerleri yansıtmakla birlikte, ikisi aynı şey değildir. İlk olarak iki değer sistemi arasında, özellikle ana babanın sosyal konumuna dayanan farklılıklar olabilir. İkinci olarak, ana babanın değerleri, onların davranışlarına yansıdığından, toplumsal değerlere kıyasla çocuk üzerinde daha etkilidir. Bu nedenle ana baba yönelimleri, çocuğun gelişim ortamının önemli bir bölümünü oluşturur. Ana babanın beklentilerine uygun davranan çocuğun bu tutumu, olumlu bir kişilik yapılanmasına katkıda bulunan unsurlardan sadece bir tanesidir. Ana baba inançlarının bir başka yönü de, ana babalığın tanımı ve zaman içinde kavramsallaştırılmasıyla ilgilidir. Söz gelimi, annenin annelik rolünü sadece çocuğunu sevmek ve onunla ilgilenmek olarak mı, yoksa aynı zamanda onu okula ve gelecekteki okul başarısına da hazırlamak olarak mı tanımladığı, hem annenin günlük davranışları, hem de çocuk için doğuracağı sonuçlar açısından önemlidir. Türkiye'de eğitimli orta sınıf annelerin çocuklarının daha iyi okullara girmesi için sınava hazırlanmalarında onlara yardımcı oldukları ve onların okul başarılarıyla, düşük sosyo-ekonomik düzeyli annelere oranla, daha fazla ilgili oldukları bilinmektedir. Bunun yanında ana babaların çocuklarından beklentileri de ilişkileri belirleyen önemli bir etkendir. Ana babanın gönlünde belli özelliklere sahip bir çocuk imajı vardır. Çocukla ilişkiler hep bunun gerçekleşmesi yönünde bir çabaya eşlik eder. Ayrıca, çocuğun değeri bu beklentiye uygun özellikler geliştirmesi ölçüsünde artar ya da eksilir. Ülkemizde yapılan bazı araştırmalara göre, çocukların sahip olması en çok arzu edilen özelliklerin başında, "anne babaların sözünü dinlemeleri" gelmektedir. Uysal olmak, sevgi ve saygı göstermek ve diğer insanlarla iyi anlaşmak gibi iyi sosyal ilişkilerle ilgili davranışlar ana babaların büyük çoğunluğu tarafından, çocuklarda arzu edilen davranışlar olarak ortaya çıkmaktadır. Genel olarak olumlu bir sosyal yönelim ve özellikle uslu/itaatkâr bir yapıya çok önem verilmektedir (Kağıtçıbaşı, 1998: 73). Ana Baba Çocuk İlişkilerinde Farklı Modeller Yeryüzünde çocuklarına birbirinin aynı davranan bir çift ana baba bulmak neredeyse imkânsızdır. Fakat ana baba çocuk ilişkileri de sistemi olmayan ilişkiler değildir. Anne-baba-çocuk ilişkilerinin bir sistem hâlinde geliştiği etkileşim ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Din ve Kişilik sosyalleşme sürecinin üç farklı modeli bulunmaktadır. Birincisi, "karşılıklı bağımlılığa dayanan" aile modelidir. Bu model ataerkil aile yapısına sahip, sıkı bağlarla dokunmuş aile ilişkilerinin görüldüğü geleneksel, kırsal çevrelerde yer alır. Bu tip ailelerde çocuklar ana babaları için "yaşlılık güvencesi" değeri taşır. Bu değer, nesiller arasında duygusal ve maddi bağımlılığı içerir. Çocuk yetiştirmede özerklikten çok denetim içeren itaat ve bağımlılık yaklaşımı görülür. Bu tür sosyalleşme, ailenin devamlılığı açısından önemli rol oynar. Aileye sadakati, bağımlılığı ve itaati vurgulayan bu yaklaşım biçimi, çocuğun ailesiyle bütünleşmesini sağlar. Bu şekilde büyütülen çocuklar ileride ailelerine sadık olurlar. İkinci aile modeli, hem ailenin diğer ailelerden hem de aile bireylerinin birbirlerinden bağımsız ve ayrışmış olması üzerine kuruludur. Bu model daha çok kentleşmiş, yüksek refah düzeyli çevrelerde görülür. Burada nesiller birbirinden ayrışmıştır ve hem duygusal hem maddi kaynak yatırımı ana babaya değil, çocuğa yönelmiştir. Eğitimin artan önemiyle, çocuk sahibi olmak aileye maddi bir yarar sağlamaktan çıkıp ekonomik bir yük hâline gelmiştir. Buradaki sosyalleşme değerleri ve aile etkileşimi, bağımsız, ayrışmış, belirgin sınırları olan bir benlik gelişimini doğurur. Çocuk yetiştirmede denetime daha az yer verilir, ana baba çocuğu oldukça serbest bırakır. Çocuk, farklı aile modelleri içerisinde gelişimini sürdürür. Üçüncü aile modeli ise "karşılıklı duygusal bağlılık" olarak adlandırılır. Bu yapıda, duygusal alanda karşılıklı bağlılık görülürken, maddi alanda hem birey hem aile düzeyinde bağımsızlık söz konusudur. Devam eden kuşaklar arası duygusal bağlılık, genç yetişkinlerin duygusal yatırımlarını hem anne babaya hem çocuklarına yöneltmelerine neden olur. Çocukların artan masrafıyla ve azalan ekonomik değeriyle birlikte, psikolojik değerleri ön plana çıkar. Burada aileye bağlılık kadar bireyin de önemi vardır. Çocuğa bir taraftan özerklik tanınırken, diğer taraftan ana baba denetimi ihmal edilmez ve duygusal bağlılık vurgulanır. Bu aile ilişki modelinde bireysel sadakat ve özerklik bir arada yer alır ve özerk-ilişkisel bir benlik gelişimi ortaya çıkar. Bu benlikte iki temel insan ihtiyacı olan "bağlanma" ve "özerklik" ifade bulmaktadır. Bu aile yapısında büyüyen çocuğun bireysel ihtiyaçları, aile ihtiyaçlarıyla ters düşmez. Çocuğun özerkliği aile için bir tehdit oluşturmaz. Bütün anne babalar şüphesiz çocuklarının onları sevmesini ve onlara yakın olmalarını, aynı zamanda büyüdükçe onlara karşı daha saygılı olmalarını isterler. Aynı şekilde anne babalar çocuklarını severler ve onları kendilerinin ayrılmaz bir parçası olarak görürler. Çocuklar da ne kadar büyürlerse büyüsünler anne babalarından bütünüyle kopamazlar. Onun için karşılıklı duygusal bağlılık temeline dayalı bir ilişki ve iletişim modelinin hem anne babalar hem de çocuklar açısından daha sağlıklı bir yol olduğu söylenebilir. Ülkemizde ailelerin büyük bir bölümü bu değerleri yıllarca taşımakta ve sürdürmektedir. Yapılan araştırmalar, mo- Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Din ve Kişilik dernleşmenin getirdiği değişim ve olumsuz etkilere rağmen, Türk ailesi için, aile içi ilişkilerde kişiler arası bağlılık ve bağımlılığın en önemli değerler olduğunu göstermektedir. Tipik Türk ailesi, sevgi veren-kısıtlayıcı bir aile özelliğine sahip bulunmaktadır. Ailenin Çocuk Gelişimine Etkileri Aile hayatının ve ana babanın çocuğun kişilik gelişimine ve yapılanmasına hangi bakımlardan etkili olduğu ana başlıklar altında ele alınacak olursa bunları şöylece sıralamak mümkündür: Aile, karakterin kazanılmasında rolü olan övgü ve cezaların kaynaklandığı ve kullanıldığı başlıca ortamdır. Ayrıca ilk çocukluk yıllarında gözleyerek öğrenme eğitim için gerekli olan model ya da örnekler sağlar. Öncelikle, anne babalar büyük uyarı kaynaklarıdır ve çocukların taklit edebilecekleri ilk modellerdir. Hayatın ilk başlarında bebeğin anne ile kuracağı” güvenli bağlanma ilişkisi” hemen hemen bütün uzmanlarca sağlıklı kişilik gelişiminin temeli olarak kabul edilir. Hayatın ilk başlarında bebeğin anne ile kuracağı” güvenli bağlanma ilişkisi” hemen hemen bütün uzmanlarca sağlıklı kişilik gelişiminin temeli olarak kabul edilir. Bağlanma ilişkisinin kurulamaması veya zedelenmesi, kişinin sonraki hayatını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Anneleri ile güvenli bağlanma ilişkisi gösteren bebeklerin yaşıtları ile de olumlu ilişkiler geliştirdikleri görülmüştür. Çocuğun ana babası ile ilişkilerini ayarlamada kullandığı teknikler, aile dışındaki ilişkilerde de görülür. Bu ilk yaşlardaki güvenli bağlanmanın, diğer insanlarla ve Allah'la kurulacak ilişkiler açısından da büyük önem taşıdığı açıktır. İlk bağlanma figürü olan anne ya da onun yerini tutan kimse ile kurulan ilişkinin bir ilk örnek oluşturduğu ve bunun dinÎ alanda da geniş bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Çocuğun kişilik gelişiminde ve sosyalleşmesinde hem annenin hem de babanın ayrı ayrı ve bütünleyici önemi ve etkisi vardır. Bir araştırmada, çok iyi sosyalleşmiş bebeklerin gerek anne gerekse babalarıyla aralarında güvenli bir sevgi bağı bulunduğu, en az sosyalleşmiş bebeklerin ise sadece babaları ile etkileşimleri olduğu bulunmuştur (Ekşi, 1990: 34).Bütün gözlemler, bebeklerin ana babanın her ikisinden de ayrılmaktan sıkıntı duyduklarını göstermektedir. İkisinden birinin varlığı hâlinde rahatlarlar. Çocukların duygusal ve toplumsal gelişimi üzerinde anne ve babaların doğrudan doğruyu etkili oldukları görülür. Çocukların ilk örnekleri ve öğreticileri çoğunlukla ana babalarıdır. Ana babanın tepkileri bazı davranışları pekiştirirken, diğer bazıları için de cesaret kırıcı özellik taşıyarak, çeşitli alışkanlıkların, amaç ve değerlerin, belirlenmesinde yardımcı olmaktadır. Çocuklar hem genel birtakım tutumları, hem de özel bazı davranışları, ana babayı örnek alarak öğrenirler. Bir oğul babasını gözleyerek erkek gibi davranmayı öğrenir; annesini gözleyen kız çocuğu da bir kadın gibi davranmayı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Din ve Kişilik öğrenir. Örnek alma sürecinde çocuklar, ana babanın birçok kişilik özelliğini taklit ederken, ahlaki ve kültürel değer ve standartlarını da benimserler. Çocuklar kendi cinsiyet kimlik ve rollerini kendi cinsi anne ya da baba ile özdeşleşerek öğrenirler. Çocuğun cinsel kimliğini kazanmasında babanın anneden daha önemli olduğunu öne süren görüşler vardır. Çocuklar ailede cinsiyete göre rol benimsemeyi, yani cinsiyete uygun ilgi ve davranışlar geliştirmeyi de öğrenirler. Erkek çocuklar, sert ve saldırgan oyunlar oynadıkları, duygusallık göstermedikleri ve daha çok mekanik ilgi gösterdiklerinde ana babaları tarafından ödüllendirilirler. Kız çocukları ise, söz dinledikleri, duygusallık gösterdiklerinde ödüllendirilirler; kendilerine, mekanik birtakım ilgiler edinmede cesaret verilmez. Ana baba bu eğitimi bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapabilir. Ancak bu konuda belirli bir yönelim vardır. Bu, kız ve erkek çocuklar arasında görülen kişilik ayrılıklarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ana Baba Tutumları ve Kişilik Ana babanın çocuğuna karşı tutumu, onun kişiliğinin gelişmesinde ve eğitiminde büyük önem taşır. Her kültür kendi özel çocuk yetiştirme anlayış ve tutumuna sahiptir. Çocuk yetiştirme tutumu toplumdan topluma, kültürden kültüre farklılıklar gösterdiği gibi, o toplumdaki aileler arasında da farklılıklar gösterebilir. Ana babanın çocuğa tutumunun üç boyutundan söz etmek mümkündür. Çocuğu benimseme, çocuğa ilgi ve çocuk üzerindeki denetim ve yönetim. Bu konulardaki yaklaşım tarzının değişik derecede birbiriyle etkileşiminin sonucuna göre, ana babaların tutumları farklılıklar gösterir. Bu tutum farkları da, çocuğun ruhsal gelişiminde davranış ve ilişkilerinde belli özellikler ortaya çıkarır. Ana babanın çocuğuna karşı tutumu, onun kişiliğinin gelişmesinde ve eğitiminde büyük önem taşır. Benimseme boyutu, ana babanın çocuğu kabul etmesi ile reddetmesi çizgisindeki yerini gösterir. Kimi ana baba çocuğunu içtenlikle benimserken, kimi ana baba ise çocuğunu reddeder. İlgi boyutu ana babanın çocuğun ihtiyaçlarına ve eğitimine karşı ilgi ya da ilgisizliğini gösterir. Bazı çocuklar ana babanın ilgi merkezi iken, bazı çocuklar da ana babanın umurunda olmayabilir. Yetke (otorite) boyutu, ana babanın çocuğunu yönetme ve denetleme yönelimini gösterir. Kimi ana baba çocuğuna baskıcı, otoriter, kimisi de serbest ve hoşgörülü tarzda yaklaşım gösterir. Bu bakış açısıyla ana baba tutumları ve bunların çocuk üzerindeki etkileri yönünden birçok sınıflandırma yapılabilir. Bunlar arasında aşırı koruyucu, aşırı denetleycici ve baskıcı, aşırı hoşgörülü, eşitlikçi ve demokratik tutumlardan bahsedilebilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Din ve Kişilik Beden Yapısına Göre Kişilik Tipleri Beden Kimyası ve Kişilik Kişilik, psikoloji biliminin ilk dönemlerinde beden kimyasına ve beden biçimine göre tipleştirilmiştir. İlk olarak MÖ. 4. yüzyılda yaşamış olan Hipokrat tarafından ileri sürülmüş olan bir görüş, insanların beden kimyası ile mizaç ve karakterleri arasında bir bağlantı olduğunu kabul eder. Bir kimsenin mizaç ve karakterinin, onun bedeninde bulunan kan, balgam ve safra sıvılarının hâkim etkisine bağlayan bu eski tarihli görüş dört farklı tip insanın varlığını kabul eder: 1. Kanlı (Demevi) tipte olanların bedeninde "kan" sıvısı hâkim durumdadır. Geniş gövdeleri ve çehrelerinin orta kısmının gelişmiş şekli göze çarpar. Bunlar hareket ve heyecan ihtiyacı duyarlar. Neşeli ve canlıdırlar, müzik ve eğlenceden hoşlanırlar. 2. Ağırkanlı (Lenfavi) tipte kişilerin bedenlerinde "balgam" sıvısı hâkim durumdadır. Bunlar bedensel görünümleri bakımından kaba, yağlı ve yavaştırlar. Dinlenmek ve uyumaktan zevk alırlar. Zor duygulanırlar, yavaş hareket ederler. 3. Sevdalı (Melankolik) mizaçta olanların bedenlerinde kara safra oranı yüksektir. Bunlar derin görüşlü ve cesurdurlar. Duygusal ve romantik tabiatlı olurlar. 4. Öfkeli (Asabi) mizaçta olanların kanında sarı safra egemendir. Bunlar zayıf ve narin bir bünyeye sahiptir. Çabuk kızarlar, ateşli ve serttirler (Hökelekli, 2008: 192). Beden Biçimi ve Kişilik Beden yapıları ile mizaç ve kişilik özellikleri arasında düzenli bir bağ olduğuna inanılmıştır. Kısalık-uzunluk; zayıflık-şişmanlık; irilik-ufaklık... gibi beden yapısı ve dış görünüşleri bakımından insanları bazı gruplara ayırma da eskiden beri başvurulan yollardan biridir. Böylece, beden yapıları ile mizaç ve kişilik özellikleri arasında düzenli bir bağ olduğuna inanılmıştır. Bu yöndeki görüşler arasında, Kretschmer'in kafanın, yüzün ve bedenin çeşitli ölçülerini alarak, insanları fiziksel bakımdan üç kısma ayırması en tanınmış olanıdır. 1. Geniş Vücut Yapılı (Piknik)Tip: Boy orta veya ortadan kısadır. Göğüs ve karın geniş ve derin fakat omuzlar dardır. Kafatası omuzların arasına gömülü, büyükçe ve yuvarlaktır. Çehre geniş ve yağlı, boyun adalesiz, kemiksiz ve gösterişlidir. Adaleler az gelişmiş ve yumuşaktır. Vücut kıllıdır, saçlar yumuşaktır; kaşlar seyrek sakallar genellikle sıktır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Din ve Kişilik Bu beden yapısına sahip olan kimseler Kretschmer'e göre açık kalpli olurlar; duyguları ateşlidir ve çabuk değişir; pratik zekâlı olup, sosyal konulara ilgi duyarlar. Mizaç bakımından dışa dönük, canlı, nükteli ve insancıl kişilerdir. 2. Adaleli (Atletik) Tip: Orta ve ortadan uzun boyludur. Sağlam bir iskelet ve kuvvetli adaleleri vardır. Kafatası normal büyüklükte ve baş serbesttir. Boyun uzunca olup geniş omuzların ve kuvvetli bir göğsün üzerine yerleşmiştir. Vücut kıllı ve gür sakallıdır. 3. Astenik (Leptozom) Tip: Narin, ince ve uzun boylu olur. Bu tip zayıftır, omuzlar dardır, göğüs kafesi uzun ve incedir. Çehre uzundur, burun uzun ve incedir. Saçlar gürdür fakat sakallar düzensizdir. Bunlar soğukkanlı ve mutaassıp kimselerdir. Zekâ bakımından soyut konulara yönelirler, derin düşünürler ve takip fikrine sahiptirler. İradeleri bazen zayıf, çoğu zaman ise sebatlı, âdeta inatçıdırlar. Mizaç bakımından çekingen, alıngan, içe dönük olup, yalnızlıktan hoşlanırlar. Beden bakımından bu üç tipe uygun düşmeyenlere Kretschmer şekilsiz anlamına gelen “displastik tip” adını vermiştir (Baymur, 1978: 259).Daha sonra Sheldon, iskeleti ve beden organlarını daha etraflı şekilde ölçerek ve çıplak bedenlerin resimlerini çeşitli yanlardan çekerek, bu yöndeki görüşleri geliştirmiştir. Beden tipi ile kişilik türü arasında varsayılan ilişkiyi araştıran birçok çalışma, bunlar arasında herhangi anlamlı bir bağlantı kuramamıştır. Bu yüzden bu kuramı izleyen psikolog günümüzde hemen hemen yok denecek kadar azdır. Ruhsal Yapıya Göre Kişilik Tipleri Kişilik üzerine geliştirilen kuramlar günümüzde daha çok psikolojik yapı ve davranış özelliklerinin tasvirine, analitik kavramlara dayanmaktadır. Bu bakış açısı ile ortaya konulmuş olan çok sayıda görüşten bazıları şunlardır. İçe Dönük-Dışa Dönük Kişilik Bir kısım insan vardır ki belli bir durum karşısında önce biraz geri çekilip, sessiz bir "hayır" der ve ancak bundan sonra tepki gösterebilir. Bir diğer kısım insan ise ani bir tepkiyle ortaya çıkar, davranışlarının son derece haklı olduğunu düşünür. C, G, Jung, bunu iki temel tutum olarak nitelendirmiştir. Birinci tip içedönüktür, bunlar ilgilerini kendi iç dünyalarına verirler, iç gözlemler yaparlar ve toplumsal olarak çekingendirler. Yalnız başlarına çalışmaktan hoşlanırlar, duygusal çatışma durumunda kendi içlerine kapanırlar. İkinci gruptakiler ise dışa dönüktürler, bunlar insanlara ve dış dünyaya açıktırlar; toplumsal çalışmalardan hoşlanan atılgan kimselerdir, duygularını başkalarıyla kolayca paylaşabilirler. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Din ve Kişilik Jung'a göre, insanın dört temel psikolojik işlevi vardır: Düşünme, duygu, duyu ve sezgi. Yukarıda belirtilen iki temel tutum ve bu dört işlev sonuç itibariyle sekiz kişilik tipi yaratır: Dışa dönük düşünceli/ içe dönük düşünceli, dışa dönük duygusal/içe dönük duygusal, dışa dönük duyusal/içe dönük duyusal, dışa dönük sezgisel/içe dönük sezgisel (Jung, 1982: 88). Bu yönde uzun yıllar araştırmalar yürüten bir başka psikolog H. Eysenck, içe dönüklük ve dışa dönüklük olarak iki temel kişilik özelliği kabul etmekle birlikte bunların da iki boyutu olduğunu öne sürmüştür. Bu boyutlar: Dengeli (veya oturmuş) ve dengesiz (nevrotik, uçarı) olanlar. Bu iki boyutu kesiştirdiğimiz zaman ortaya dört grup kişilik yapısı çıkar: İçe dönük dengeli/ içe dönük dengesiz, dışa dönük dengeli/ dışa dönük dengesiz. Hâkim Değere Göre Kişilik Kişilik bireyin dünyasındaki hakim değere göre de tipleştirilmiştir. E. Spranger tarafından kişilerin sahip oldukları farklı karakter yapıları ve buna bağlı olarak olayları değerlendirme tarzında baskın olan eğilim ve tutuma göre altı kişilik tipi ayırt edilmiştir: teorik, ekonomik, estetik, toplumsal, politik ve dini. Teorik insan tipi, gerçeğe, bilgiye, muhakemeye ve eleştirici düşünceye önem verir. Bu amacın izlenmesinde karakteristik olarak zihnî bir tutum takınır. Eleştirici ve akılcı olduğundan entelektüeldir; çoğu kez bilim adamı ya da düşünürdür. Bireycidir; soğuk nesnel zihnî tavrı, dar ya da geniş fakat her zaman güçlü bir biçimde öznel olan zihinlere sahip başkalarıyla sempatik ya da empatik ilişkilerin kurulmasına izin vermez. Aile bağları onun için önemsizdir. Çünkü ne kan bağı ne de diğerkâm bir arzu onu insanlığa bağlamaya yardımcı olur. Onu başkalarına bağlayan araştırma, hakikat ve bilgi kardeşliğidir. Zihni kapasitesi nedeniyle belirli bir üstünlük duygusuna sahiptir, fakat onda uygulama ya da icra eksikliği vardır. Teorisyenin edimde bulunma istemi, genellikle kendini eleştiri ve tartışma ile bitirip tüketir. Böylece teorik tipler, bilginin ancak diğer zihni güçleriyle organik bir ilişki içine sokulması hâlinde olumlu bir değere sahip olduğunu göz ardı ederler. Ekonomik tipteki insan, yaşamın bütün ilişkilerinde faydayı, tüm diğer değerlere tercih eden insandır. Her şeyi, kendini korumanın sürdürmenin aracı, var olmak için doğal mücadelede bir dayanak, hayatı daha zevkli hâle getirmenin bir olanağı olarak görür. Eylem özgürlüğü arzusu onun temel dürtüsüdür. Yararlı ve pratik olana önem verir. Ona göre işe yaramayan, uygulaması olamayan bilgi sadece lüzumsuz bir yüktür. Ekonomik insan karakteristik olarak yararlı olanla ilgilidir, faydacıdır. Esasında beden ihtiyaçlarının doyumu üzerine dayanır. İş dünyasının pratik hususlarını da içine alan bir kendini koruma ve yararlanma ilgisi ve elle Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Din ve Kişilik tutulur bir zenginliğin birikimi amacı hâkimdir. Baskın tavır her zaman başka insanlardan daha fazlasına sahip olma arzusudur. Kendisinin olan herhangi bir şeyi kendi iradesiyle başkalarının uğruna terk etmesi, ekonomik insanda beklenmedik bir şeydir. Estetik insan tipi, en yüksek değeri biçim ve ahenkte görür. Her bir tecrübe zarafet, simetri veya uygunluk açısından değerlenir. Birey hayatı, olayların bir çeşitliliği olarak görür. Her bir izlenimden, onun kendi varlığı ve hatırı için zevk alınır. Başlıca ilgisini, hayatın sanatkârane olaylarında bulur. Sanat eserleri estetik deneyimde bulunan bir ruhtan doğar. Estetik deneyim doğuştan bir yetenek temelinde gelişir. Bu, bir tür saf temaşa olup bir kimsenin kendisini gerçek ya da hayali nesnelerin çok yönlü doğasının derinliklerine bırakmasıyla elde edilir. Estetik insanda dünya ile gerçek temas her zaman tutkuludur ve maddi ve ruhi varoluş için mücadeleye gebedir. Toplumsal insan tipi, kendi dışındaki bir başka kişi ya da kişilerin değer muhtevasına yönelik sempati duygusu ile kendisini fark ettirir. Toplumsal tipin tecrübe ve yaşayış tarzında, kendisinin dışındaki ikinci şahıs neredeyse "başkası" olmaktan çıkacak kadar kendisini bütünüyle bir başkasında duyumsar. Dolayısıyla, bir kimsenin kendisini bir başkasına vermesine veya adamasına yönelik bu dürtünün baskın olarak ortaya çıktığı her yerde toplumsal diyebileceğimiz özel bir tip teşkil eder. En yüksek gelişimi bakımından toplumsal nitelik sevgi olarak bilinir. Toplumsal tipin baskın özelliği olan başkasına sevgi, tek bir bireye ya da gruba da yönelebilir. Başkasına duyulan sevgi kusursuz bir noktaya ulaştığında bireysel benliğin sınırları ortadan kalkar. Ben şuuru ve başkası hissi, benlik ve benlikten feragat, özgürlük ve vazgeçme birbiriyle örtüşür. Politik tip için bilgi, insanlar üzerinde üstünlük elde etmenin bir kontrol aracından ibarettir. Politik insan tipi esas itibariyle iktidarla ilgilidir. Faaliyetleri politikanın dar alanı içindedir. O, her şeyin üstünde kişisel güç, hâkimiyet, üstünlük, etki ve şöhret arar. Saf politik tip, hayatın bütün değer alanlarını "güç istenci"ne hizmet ettirmenin arayışı içerisindedir. Bilgi onun için insanlar üzerinde üstünlük elde etmenin bir kontrol aracından ibarettir. İnsanları, nasıl kontrol edebileceğinin araştırılması onların en hâkim güdüleridir. Ona göre herkesin bir bedeli vardır. Yönetmek için, gerçekçi düşünmek gerektiğini göz önünde bulundurur. Politikada insan hakkındaki bilgi bireyin "kullanılabilirliği" ile ilgili bir bilgiye denk gelir. Pratik politikacının nazarında insan denilen varlık piyon ya da madenî para gibidir. Siyasetçi için insan, herhangi bir amaçı gerçekleştirmek için araçtan ibarettir ve elverişli durumlarda kendi iyiliği için herkesi bir araç olarak kullanmaya yatkındır. Dolayısıyla bu insanların hayatında hakikat siyasi bir araca dönüştürülerek yozlaştırılır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Din ve Kişilik Dinî insan tipi, en yüksek değeri "birlik" olarak ifade edilebilir. Evreni bir bütün olarak kavramayı arar ve kendisini bu bütünlüğe bağlar. Zihinsel yapısı sürekli olarak en yüksek ve mutlak manada tatmin edici bir değer olarak dine yönelmiştir. Hiçbir şey din alanının dışında değildir. Çünkü dünyanın yani bütünün anlamını oluşturan Allah’tır. Bu yüzden dindar insan, bireysel hayatını Allah ile ilişkisine dayalı bir ahlâki değer üzerinde yükseltir. Bu insanların hayatında din en hâkim değerdir. Din uğruna dünyevi nazlarını feda eder. Spranger'e göre herkes bu altı değer grubundan birisine girmektedir. Bunlar insan hayatının belli başlı varlık alanları olduğuna göre, herkes kendi hayatında bunlara şu veya bu derecede kıymet verir veya bunlar karşısında belli bir tavır alır (Spranger, 2001: 148).Ondan sonra birçok araştırmacı bu tipolojiden ilham alarak çok yönlü araştırmalar yapmışlardır. Değerler psikolojisi alanında hâlen bu kavram ve tanımlardan yararlanılmaktadır. Büyük Beşli Model Büyük Beşli Model kişilik araştırmalarında en çok kullanılan modellerden biri hâline gelmiştir. Farklı araştırmacılar tarafından farklı isimler kullanılmış olsa da son zamanlarda kişiliği tanımlayan temel boyutlar için en sık kullanılan kavramlar şunlardır: “Nevrotiklik”, “Dışa Dönüklük”, “Açıklık”, “Uyumluluk” ve “Özdisiplin”. Nevrotiklik boyutu, insanları duygusal kararlılık ve kişisel uyum sürekliliği üzerinde bir noktaya yerleştirir. Nevrotiklik düzeyi yüksek insanlar, düşük olanlara göre günlük olaylar karşısında daha sık stres yaşarlar. Dışa dönükler, oldukça sosyal kişilerdir; aynı zamanda enerjik, iyimser, sıcakkanlı ve iyimser ve girişkendirler. Buna karşılık içe dönükler ise, çekingen, bağımsız, ağır adımlı insanlardır. Açıklık, deneyimlere açık olmak anlamındadır. Güçlü bir hayal gücü, yeni görüşleri kabul etme isteği, çok yönlü düşünme ve zihinsel merak, bu boyutu oluşturan özelliklerdir. Uyumluluk, özelliğine sahip kimseler yardımsever, güvenilir ve şefkatlidir. İş birliğini rekabete tercih ederler. Buna karşılık uyumluluğu düşük olanlar, çıkarları ve inançları için kavgayı göze alırlar. Uyumlu insanların, uyumsuzlara göre daha hoş ve olumlu sosyal ilişkileri vardır. Özdisiplin sahibi kimseler düzenli, plan doğrultusunda hareket eden, kararlı kişilerdir. Sorumluluk duyguları ve başarma isteği güçlüdür. Bunun karşı kutbunu oluşturanlar ise dikkatsiz, dikkati kolay dağılan ve güvenilmez kimselerdir. Bu ve benzeri sınıflandırmalar, insanları tanıma bakımından çok dikkate değer sonuçlar vermiş olmakla birlikte, tip kuramlarının hepsinde birtakım sakıncalar görülmekte ve eleştirilmektedir. Bu eleştiriler başlıca şunlardır: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Din ve Kişilik (1) Aralarında çeşitli nitelikler bakımından pek çok bireysel ayrılıklar bulunan insanları üç-beş kategoriye ayırmak yetersizdir. Nitekim belirlenen tiplere her yönüyle uyan kişilere rastlamak çok nadirdir. (2) Tip kuramları kişilik üzerinde toplumun, kültürün, aile içindeki psikolojik atmosferin etkilerini ve çocukluk yaşantılarını dikkate almamaktadır. Oysa kişilik yalnız biyolojik soyaçekimin değil, özellikle kişiler arası etkileşimin bir ürünüdür. (3) Belirli sosyal durumlar içinde bireyin kişilik özelliklerini nasıl ve ne derece değiştirdiği ve bu özelliklerin birbiriyle nasıl bir ilişki, nasıl bir yapılaşma ve bütünleşme gösterdiği konusunda bu kuramlar bizi aydınlatmamaktadır (Bkz. Hökelekli, 2009: 173-199). DİN VE KİŞİLİK Dinî inanç ve değerlerin, bireyin kendisine bile karanlık kalan noktalara kadar yayılma, insanın sahip olduğu bütün güçleri ele geçirme, onun bütün yapıp etmelerini, karar mekanizmalarını biçimlendirme kudretine sahip olduğu söylenebilir. Din böylesine bir güce ve etkinliğe sahip olunca insan kişiliği ile ilişki içerisinde olmaması düşünülemez. Din ve kişilik ilişkinin, karşılıklı cereyan ettiği bir gerçektir. Din-kişilik ilişkinin, karşılıklı cereyan ettiği bir gerçektir. Bir tarafta din, kişiliğin kapasitelerinden güç alırken diğer tarafta da kişilik, dinin insan ruhunda alacağı biçimi belirlemekte ve kişiye has davranış tarzlarının oluşmasında etkili olmaktadır. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, bütün boyutlarıyla ve kesin bir bilgi ile henüz, kişilik ve dindarlığın birbirlerinin gelişimini ne şekilde etkilediği, kişilik ve dindarlığın ortak genetik veya çevresel şartları paylaşıp paylaşmadıkları bilinmemektedir. Bunu öğrenmek için dindarlık ile kişilik arasındaki ilişki konusunda “boylamsal” çalışmalara şiddetle ihtiyaç vardır. Dinin kişilik yapısındaki rolünü anlama hususunda bugün itibariye önemli ilerlemeler gerçekleşmiştir. Bireylerin günlük hayat ilgileri, duygusal, bilişsel ve motivasyonel durumlarıyla uğraştığı için kişilik psikolojisi sahası, ilahiyat bilimini günlük hayatın iniş çıkışlarıyla daha bağlantılı hâle getirmiştir. Dolayısıyla kişilik psikolojisi ile ilahiyatın diyalogundan kazanılacak çok şey vardır. Gelişim, fonksiyonellik ve kişinin zaman içinde değişimini ele almakla kişilik psikolojisi, dinin, bireyin hayatındaki etkilerini anlamada yapıcı bir rol üstlenmektedir. Kişilik psikolojisi insan tabiatının köklü problemleriyle ilgilenmektedir. Bunun yanında din de aynı zamanda psikolojik teoriler gibi iş görmektedir. Dolayısıyla kişilik teorileri ve ilahiyat bilimi tabii bir müttefik durumundadır. Çünkü ikisi de insanın özüyle ilgilenmektedir. Dinî formülasyonlar insan tabiatı üzerine açıklayıcı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Din ve Kişilik bir perspektif sunar ki, bu da tarihsel ve kültürel şartlardan öte bir şeydir. Eğer insan dünyasında din varsa orada psikoloji de var demektir. Aslına bakılırsa kişiliğin din ile pek çok kişilik psikologunun düşündüğünden çok daha fazla ilişkisi vardır. Bu sebeple kişilik psikologlarının, din konusunda sığ perspektifler kullanma lüksü bulunmamaktadır. Zira insan olmanın ayrılmaz bir parçası olan maneviyat ve din alanındaki araştırmalar için kişilik psikolojisi doğal bir alandır. Bugün pek çok gelişme, din psikolojisi ve kişilik psikolojisinin birbiriyle daha fazla ilişki kurmalarını sağlamıştır. Çünkü deneysel çalışma konuları kadar din konusu da fazlasıyla kişilik araştırmacılarının dikkatini çekmeye başlamıştır. Zira dinî ve manevî meseleler, kişilik özelliklerini, kişiliğin süreçlerini ve sağlığını etkilemektedir. Din, kişiliği etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Sağlıklı olsun veya olmasın, bir dine inansın veya inanmasın hemen herkes bir kişiliğe sahiptir. Peki, o zaman dindar kişiler özel bir kişilik türüne mi sahiptirler? Dindarlık kişiliğin bir parçası olduğu, dolayısıyla dindar olmayanlar böyle bir parçadan yoksun olduğu için ve din bir insanın kişiliğini tasvir etmekte kullanılabildiği için, bir anlamda evet, dindar kişiler özel bir kişiliğe sahiptir denebilir. Çünkü din insanın ruhsal dünyasındaki bütün iyilikleri uyandırır ve barış, ahenk, doygunluk hissi, dünya ve benliğe dair derin bir şuur hâli, şahsi bütünlük, iyimserlik, dış dünya ile açık bir iletişim ve diğer insanlarla sağlıklı bir ilişki kurmak vs. için gerekli gücü ve desteği verir. Bireyin sağlıklı bir ruh yapısına sahip olmasında ve olumlu kişilik özellikleri kazanmasında son derece önemli katkılar üretir. Din bütün kişiliği kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Olgunluk seviyesinde ve tam bir tutum hâlini almış olan dinî yaşantı, kişiliği meydana getiren her şeyi kuşatabilen tek ruhsal faktördür. Din duygular, arzular, inançlar, dünya ve toplumla ilişkiler ve davranışlarda kendisini gösteren bütün psikolojik hayatı üzerine alır ve her bakımdan kişiliğe nüfuz eder. Aynı şekilde o, ferdin geçmiş hayatı içindeki en karanlık ve derindeki köklerini kavrar; sürekliliği olan en ısrarlı ve en derin duygusal bağları ele geçirir ve üzerinde aklın karar vermek zorunda olduğu daha büyük tecrübeyi meydana getirir. Böylece mümin tutum, davranışın bütün görüntülerini birleştirmeye ve bir yapıya kavuşturmaya yönelir. Kişilik yapısı, kişiliğin değişik alanlarını bir merkez etrafında birleştirerek toplayan hiyerarşik bir örgüttür. İşte bu noktada din, kişiliğin yapısına yön veren temel tutumu etkiler ve belirler. Benimsenmiş dinî inançlar, ferdin kişilik yapısında bir "bütünleşme" meydana getirme gücüne sahiptir. Dinî tutum hâlleri içerisinde bütünleşme gücünü gerçekleştiren şey, Allah'a imandır. Allah'a imanın, kişilikle bütünleşmesi sonucu ortaya çıkan psikolojik etkisini, insan tabiatındaki zaaf noktalarını ve aşırılıkları dengeleyen ahlâki etkisini çoğu inananın kendi hayatında Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Din ve Kişilik tecrübe etmiş olduğu sıklıkla rastlanılan durumlar arasındadır. İman kişide yapılanınca, sürekli ve etkili bir motivasyon faktörü olarak, davranışlara kendi bakış açısını benimsetir. Birey, dinin çerçevesi içinde kendini bir biçime sokmaya başlamasından itibaren, küçük ya da büyük birçok olumsuz etki karşısında imanını korumaya çalışır. Dinî inancın birey tarafından benimsenmesindeki kuvvet derecesi ile o ferdin kişiliğinin genel yapısı üzerindeki etkisi dikkate değer bir olgudur. Aynı şekilde, kuvvetli ve sağlam kişilik yapısına sahip kimselerin de güçlü inançları olduğu müşahede edilmektedir. Birey, dış dünyada nesnel bir gerçeklik olarak varlığını tecrübe ettiği din vasıtasıyla, bireysel dünyası ile sınırlı olmayan, onu aşan, tabiatüstü aşkın bir âlemle ilişki kurmaktadır. Aşkın âlemle kurulan bu ilişki bireyin psikolojik sahasında gerçekleşmektedir. Bu açıdan din psikolojisi dinin bizatihi kendisini inceleme sahası olarak görmez. Bireyin hayatını, duyuş, düşünüş ve davranışlarını etkilediği oranda din, bilimin inceleme alanına girmiş olur. Dindarlık, bir kişinin ya da grubun günlük hayatında dinin önemini ifade eden, dine inanma ve bağlanma derecesini gösteren bir kavramdır. Yapılan araştırmalarda genellikle dindarlık ile olumlu kişilik özellikleri arasında pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Din ile temas ettikçe ve dini, bir yaşantı hâline getirdikçe birey, kendine özgü bir “dindarlık” yaşantısı geliştirir. Dindarlık, bireyin ya da grubun günlük yaşantsında dinin önemini ifade eden, dine inanma ve bağlanma derecesini gösteren bir kavramdır. Denebilir ki dindarlık, yaşanan dindir; dinin hayata geçirilerek bilfiil yaşanan biçimidir (Hökelekli, 2010: 43). Dinin bireylerin hayatına etki etme süreci her bir insan için biricik bir özelliğe sahiptir. Zira her bir birey, kendisini diğerlerinden ayırt eden ayrı kişilik özelliklerine, kabiliyetlere, genetik formlara sahiptir ve farklı sosyoekonomik şartlarda, apayrı aile atmosferinde ve eğitim şartlarına yetişmiştir. Dolayısıyla dinin bireylerin hayatındaki yansıması da farklı farklı olmaktadır. Dünyadaki çeşitli dinlere bağlı kişi ve grupların hayatları incelendiğinde, dindarlığın kendisini tek değil birçok alanda ifade ettiği ve açığa vurduğu görülmektedir. Yeryüzünde ne kadar dine inanan varsa o kadar da dindarlık şeklinin var olduğu söylenebilir. Fakat ister aynı din arasında olsun isterse farklı din mensuplarının arasında olsun dindarlık yaşantıları bakımından bireylerin ortak bazı özellikler taşıdığı söylenebilir. Bu ortak özellikler yaşanan dindarlığın boyutlarında kendisini ortaya koyar. Bir kimsenin ya da grubun nasıl bir dindar olduğu, bu boyutlar çerçevesinde inceleme ve tanımlanma konusu olabilmektedir. Din psikologları dindarlığı incelemek için bilimsel olarak geçerli çerçeveler ve tanımlamalar yapma ihtiyacı duymuşlardır. İlk zamanlar ibadetleri yerine getirme sıklığı gibi tek boyutlu bir yaklaşım zamanla yerini çok boyutlu yaklaşımlara bırakmıştır. Yapılan pek çok araştırmada dindarlık ile olumlu kişilik özellikleri arasında genellikle pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Dinin bireylere uyum kazandırdığı, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Din ve Kişilik bozulan dengeleri yeniden kurduğu, kişiliklerini güçlendirdiği düşünülmektedir. Çünkü dindarların imanı veya yerine getirdikleri ibadetler, bireylerin kendilerini ve çevrelerini kontrol ettiklerinin bir işareti olarak algılanmaktadır. Konuyla ilgili özellikle Batı’da yapılan araştırmalarda genellikle dindarlık ile kişilik arasında anlamlı ilişkiler tespit edilmiştir. Bu çalışmaların sonuçlarına göre din, bireylerin emniyet içerisinde olma hâllerini ve güven duygularını yükseltmekte; stresi, kaygıları, dürtülerine hâkim olamama (impulsivity) durumunu, kontrol edilemeyen aşırı duyguları azaltmaktadır. Dindar bireylerin toplumun ve grubun görüşlerini daha kolay kabul ettikleri dolayısıyla da uyumlu (adaptive) bireyler hâline geldikleri aynı araştırmalarda ulaşılmış olan sonuçlardandır. Dinlerin bireyleri hemcinsleriyle uyumsuz (maladaptive) varlıklar hâline getiren sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımı ve sapkın cinsel ilişkileri yasaklamış olması bireyin sosyal hayatına olumlu bir katkı olarak değerlendirilmektedir (Bkz. Gürses, 2010: 200-201). Konuyla ilgili olarak yaptığı araştırmada Ellison, olumlu veya olumsuz duygular üzerine imanın etkileri sayesinde dindarlığın uyumluluğu artırdığı, cürüm işlemeyi azalttığı ve bağışlama kapasitesini güçlendirdiği, kişilik düzeyinde seyreden tutarsızlıkları ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşmıştır (Ellison, 1998: 292-294). Bütün bu araştırma sonuçlarından anlaşılmaktadır ki dindarlık bireylerin sosyal hayatta daha uyumlu kişilikler hâline gelmesine katkıda bulunmaktadır. Dinlerini en samimi biçimde yaşayan içgüdümlü dindarların daha sağlıklı kişilik özelliklerine sahip oldukları araştırmalarada gözlemlenen bir durumdur. Çok ilgi çeken bir araştırma alanı olarak din ve kişilik ilişkisini incelemek için pek çok model geliştirilmiştir. Bunlardan biri de Beş Faktör Modeli (Five Factor Model)dir. Bu model dindarlık ve kişilik ilişkilerini keşfetme konusunda önemli bir çalışma modeli sunmaktadır. Bu model içerisinde dindarlığın, bir kişilik özelliği olarak sadece açıklık (openness) ve dışadönüklük (extraversion) ile ilişkisi bulunmuştur. Yine son dönemlerde yapılan meta-analitik incelemelerde dindarlığın hoşluk/uyumluluk (agreeableness) ve dürüstlük (conscientiousness) ile daima yüksek bir ilişkisi bulunmuş; psikotizm ile ise çok düşük bir ilişkisi tespit edilmiştir (Emmons and Paloutzian,2003: 391). Dindarlık ve kişilik ilişkisi üzerine yapılan araştırmalarda başka pek çok dindarlık ölçeği kullanılmıştır. Bu ölçekler arasında en yaygın kullanıma sahip olanlardan biri de dindarlığı içgüdümlü ve dışgüdümlü olmak üzere iki boyutlu olarak ele alan, Allport ve Ross’un “Dinî Yönelim” (Religious Orientation) ölçeğidir. Bu bilim adamlarının yaptığı tanımlamaya göre içgüdümlü dindarlar için en hakim güdü dindir. İçgüdümlü dindarlar kendilerini dine adarlar. Onların anlayışına göre insan din içindir ve bu bireyler dinlerini yaşarken kendi arzularından ne kadar vaz geçerlerse hayatları o kadar anlamlı hâle gelir. Dışgüdümlü dindarlar için ise din bir araçtır. Onlar dinlerini kendi şahsi arzularını gerçekleştirmek veya statü kazanmak için bir araç olarak kullanırla (Allport and Ross, 1977: 121-133). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Din ve Kişilik Araştırma sonuçlarından anlaşılmaktadır ki dindarlık kalitesi arttıkça buna bağlı olarak olumlu kişilik özelliklerinde de bir gelişme olmaktadır. Allport ve Ross’un belirlemiş olduğu bu iki dindarlık boyutunun başta ruh sağlığı olmak üzere daha pek çok değişkenle ilişkisi incelenmiştir. Konuyla ilgili olarak içgüdümlü dindarların mı yoksa dışgüdümlülerin mi ruhen daha sağlıklı oldukları veya daha sağlam bir kişilik yapısına sahip oldukları konusunda pek çok araştırma yapılmıştır. Araştırma bulgularına göre içgüdümlü dindarlık ile depresyon ve anksiyete arasında negatif, dışgüdümlü dindarlık ile pozitif bir korelasyon vardır. Yani bu sonuçlara göre dindarlığı çok güçlü olmayan dışgüdümlü bireylerde depressif özelliklere ve yoğun kaygılara ve çeşitli kişilik kusurlarına rastlanmaktadır. Aynı araştırmalarda içgüdümlü dindarlığın empati, kendilik bilinci ve bireylerin kendi iç dünyalarında olup bitenlerden haberdar olması değişkenleriyle pozitif yönlü ilişkisi tespit edilmiştir. Dışgüdümlü dindarlığın aynı değişkinlerle negatif yönlü bir ilişkisi söz konusudur. Buna göre içgüdümlü dindarlar kendilerini başkalarının yerine koyabilmekte (empathy) ve kendi iç dünyalarında neler olup bittiğini gözlemektedirler (introspection/tafahhus). İçgüdümlü dindarlığın, insanları uyumsuz varlıklar hâline getiren, narsistik kişilik bozuklukları ile negatif ilişkili olduğunu ortaya koyan araştırmalar da bulunmaktadır. Bekli de bu araştırmalarda ulaşılan en önemli sonuçlardan biri de; içgüdümlü dindarlarda kendini büyük görme/kibir ve sadece kendini düşünme/kendini beğenmişlik tarzında beliren uyum bozucu (maladaptive) davranışlara daha az rastlanmasıdır. Dışgüdümlü dindarlarda ise saydığımız bu olumsuz kişilik özelliklerinin hiç de az olmadığı görülmüştür. İçgüdümlü dindarlar aktif, hayatla ilgili çeşitli durumlar karşısında son derece esnek ve hoşgörülü, kendini kontrol eden, dar kafalılıktan uzak, ahlakî standartları yüksek bireyler olup şuurlu, disiplinli, sorumluluk sahibi, olumsuzluklarla başa çıkabilen, akılcı kimselerdir. Dışgüdümlülerde bu olumlu kişilik özelliklerine pek rastlanılmamaktadır (Gürses, 2010: 202-203). Dinin önemli görevlerinden bir tanesi de kişiliğe sağlam bir yapı kazandırmak ve onu güçlü hâle getirmektir. Görüldüğü üzere kişilik kavramı hangi açıdan ele alınırsa alınsın din ile doğrudan ilişki içerisinde olan bir yapıdır. Yapılan pek çok araştırmada dinin kişilik üzerinde önemli etkileri olduğu ortaya çıkmıştır. İster Batı’da isterse ülkemizde olsun yapılan çoğu araştırma, dinin olumlu kişilik özellikleri ile doğrudan ve güçlü bir ilişki içerisinde olduğunu ortaya koymuştur. Buradan hareketle dinin olumlu kişilik özelliklerini geliştirdiğini ve güçlendirdiğini söylenebilir. Muhammed İkbal’in de ifade ettiiği gibi dinin en önemli fonksiyonu kişiliği güçlendirmek ve ona sağlam bir yapı kazandırmaktır (Bkz. İkbal, 1964: 200-207). Dinin övdüğü ve insan hayatında yerleşik hâl almasını istediği olumlu davranış özellikleri aynı zamanda kişilik konusu ile iligili araştırmalar yapan bilim adamlarının sağlıklı kişilik özellikleri olarak adlandırdığı insanî özelliklerdir. Konuyla ilgili araştırmalarda ortaya çıkan din ile kişilik arasındaki bu olumlu ilişkiye rağmen Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Din ve Kişilik eğer dindar insanlarda birtakım kişilik kusurları görürülüyorsa bunun nedeni olarak olumsuz aile ilişkilerini, gergin sosyopolitik şartları, geleneksel ile modern arasında sıkışmış kalmışlığı, gerçeğe uygun ve sağlıklı bir biçimde oluşmamış din algılarını, dine karşı lakayt bir dünyada dini yaşamanın zorluğunu, dine ve dindara yüklenen olumsuz atıfları da ele almak gerekmektedir. Özet Sonuç olarak din, kişiliğin en karanlık noktalarını ele geçirme ve en ücra köşesine kadar nüfuz etme kapasitesine sahiptir. Sağlam bir dinî yaşantı kişiliğin gelişimine önemli katkılar sunmakta, ona sağlık ve güç kazandırmaktadır. •Kişilik, doğuştan getirilen ve sonradan kazanılan özelliklerden oluşan, nispeten kalıcı ve değişime dirençli , bireyi diğerlerinden ayıran, onun kendine has duyuş, düşünüş ve davranışlarından oluşan bir yapıdır. •Kişiliğin oluşumunu ve gelişimini soya çekim özellikleri kadar sosyokültürel çevre de etkilemektedir. • Kişiliği etkileyen faktörler arasında en etkin olan ailedir. Aile atmosferi çocuğun ileride kuracağı kişilik yapısını etkilemektedir. Çocuğun yetişkinlik döneminde başarılı/başarısız, çalışkan/tembel, korkak, çekingen/cesur ya da pısırık veya atılgan olup olmayacağınının temellerinin atılldığı yer ana baba ocağıdır. •Kişilik kavramı belli dönemlerde vücut salgılarına, bedenin yapısına ve çeşitli tiplere göre değerlendirilmiştir. •Yetişkin bir insanın kişiliğini etkileyen en önemli faktörlerden biri de dindir. Din ile kişilik karşılıklı ilişki içerisinde olup biribirini etkilemektedir. Din kişiliğin gelişimine ve sağlık kazanmasına katkıda bulunurken sağlıklı bir kişilik de dinin insan hayatında daha sağlam ve sağlıklı yaşanmasına katkıda bulunmaktadır. • Dinin insan hayatında yerleşik ve etkili olmasını istediği insan davranışları ile psikologların sağlıklı insan davranışları örtüşmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Ödev gönderimi Alıştırmalar Etkileşimli Alıştırmalar • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebiirsiniz Ödev Din ve Kişilik • İslam Tarihi kaynaklarından ve hadislerden yararlanarak Hz. Peygamberin kişilik özellikleri hakkında 200 kelimeyi aşmayacak bir ödev hazırlayınız. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Din ve Kişilik DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Kişilik kavramının ifade ettiği anlamlar içerisinde aşağıdakilerden hangsi bulunmaz? a) Kişilik insan davranışlarına tutarlılık katar b) Kişilik değişmeden olduğu gibi kalır c) Kişilik o insana özgü özelliklerden oluşur d) Ailedeki atmosferden oldukça etkilenir e) Sosyokültürel yapı içinde şekillenir 2. Hangisi kişilik kavramını tanıtmaya girişirken psikologar tarafından adı onunla anılan kavramlar arasına girmez? a) Huy. b) Karakter. c) Meşrep. d) Mizaç. e) Güdü. 3. Hangisi mizaç özellikleri arasında bulunmaktadır? a) Yenilik arama ve zarardan kaçınma b) Bedeni güçlendirci faaliyetler c) Başına buyrukluk d) İş birlikçilik e) Grup uyumluluğu 4. Sorumluluk almaya hazır hâle gelme, girişimcilik, fikirlerini serbestçe söyleyebilme ve temel güven duygusunun gelişmiş olması gibi kişilik özellikleri daha çok hangi aile modeli içerisinde gelişebilir? a) Eşitlikçi ve demokratik tutuma sahip aile b) Aşırı hoşgörülü tutuma sahip aile c) Aşırı denetleyicive baskıcı aile d) Aşırı koruyucu aile modeli e) Otoriteryen aile modeli 5. Narin, ince ve uzun boylu, zayıf, omuzlar dar, göğüs kafesi uzun ve incedir. Çehre uzundur, burun uzun ve incedir. Saçlar gürdür fakat sakallar düzensizdir. Bu bedensel özellikler hangi kişilik tipine girmektedir? a) Piknik b) Atletik c) Astenik/leptozom d) Melankolik e) Asab Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Din ve Kişilik 6. Bedenlerinde kara safra oranı yüksektir. Derin görüşlü ve cesurdurlar. Duygusal ve romantik tabiatlı olurlar. Bu özellikler hangi kişilik tipinin özellikleridir? a) Öfkeli b) Ağırkanlı c) Demevî d) Sevdalı/melankolik e) Sportmen 7. Hangisi Jung’a göre insanın temel psikolojik işlevleri arasında değildir? a) Düşünme b) Duygu c) Duyu d) Öğrenme e) Sezgi 8. Aşağıdakilerden hangisi Spranger’in kişilik tipleri arasında bulunmaz? a) Dinî kişilik b) Politik kişilik c) Toplumsal kişilik d) Kahraman kişilik e) Teorik Kişilik 9. Hangisi “büyük beşli model” in unsurlarından biri değilidir? a) Dışa dönüklük b) Nevrotiklik c) Açıklık d) Uyumluluk ve özdisiplin e) Kendine güven 10.Hangisi dinin kişilik üzerindeki olumlu etkisini ifade eder? a) Din, kişiliğin değişmesine mâni olur. b) Din, kişiliğin oluşma aşamasında tek etkendir. c) Dinin amacı kişiliğe sağlam bir yapı kazandırmaktır. d) Din sanatçı kişiliğin gelişmesinde yegâne faktördür. e) Din,insanlara boyun eğmeyi emreder. Cevap Anahtarı 1-B, 2-E, 3-B, 4-A, 5-C, 6-D, 7-D, 8-D, 9-E, 10-C Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Din ve Kişilik YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Ayten, A. (2010). Din Psikolojisi Dine ve Maneviyata Psikolojik Yaklaşımlar. İz, Yayıncılık. Baymur, F. (1978). Genel Psikoloji. İnkilap ve Aka Basımevi Doksat, K. (2003).” Mizaç, Karakter, Kimlik, Kişilik, Duygudurum ve Duygulanım Nedir?”, Birinci Basamak İçin Psikiyatri. Ekşi, A. (1990). Çocuk, Genç, Ana Babalar, Bilgi Yayınevi Ellison, C. G., (1998) “Introduction to Symposium: Religion, Health and Wellbeing”, Journal for the Scientific Study of Religion, 37. Emmons, Robert A., Paloutzian, Raymond F., (2003)“The Psychology of Religion”, The Annual Review of Psychology. Eysenck, H. Wilson, G. (1995). Kişiliğinizi Tanıyın. Remzi Kitabevi. Hökelekli, H.(1993). Din Psikolojisi. Ankara, TDV Yayınevi. Hökelekli, H. (2009). Psikolojiye Giriş. İstanbul, Düşünce Kitabevi Yayınları. Hökelekli, H.(2010). Din Psikolojisine Giriş. DEM Yayınları. İkbal, M.,(1964). İslam’da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, Çeltüt Matbaası Jung, C. G. (1982). Bilinç ve Bilinçaltının İşlevi. Say Yayınları Gürses, İ. (2001). Kölelik ve Özgürlük Arasında Din. Arasta Yayınları. Gürses, İ. (2010). Dindarlık ve Kişilik. Emin Yayınları. Kağıtçıbaşı, Ç. (1998). Kültürel Psikoloji. Yapı Kredi Yayınları. Littaur, F. (2007). Kişiliğinizi Tanıyın. Ter. Demet Dizman, Sistem Yayıncılık. Mehmedoğlu, A. (2004). Kişilik ve Din, DEM Yayınları. Robinson, John P. and Shaver Phillip R. (1973). Measures of Psychological Attitudes, University of Michigan Spranger, E. (2001).İnsan Tipleri Bir Kişilik Psikolojisi. İz Yayıncılık Uysal, V. (1996). Din Psikolojisi Açısından Dinî Tutum Davranış ve Şahsiyet Özellikleri. İFAV Yayınları. Uysal, V.(2006). Türkiye’de Dindarlık ve Kadın. DEM Yayınları. Yanbastı, G. (1990). Kişilik Kuramaları. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 HEDEFLER İÇİNDEKİLER TANRI TASAVVURLARI • Kavramsal Çerçeve • Tanrı Tasavvurunun Gelişimi • Tanrı Tasavvuruyla İlgili Kuramsal Yaklaşımlar • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Tanrı kavramını tanımlayabilecek, • Tanrı tasavvurlarını açıklayabilecek, • Tanrı tasavvurunun gelişimini etkileyen faktörleri değerlendirebilecek, • Tanrı tasavvurunun oluşumu ve gelişimiyle ilgili çeşitli kuramsal yaklaşımları açıklayabilecek ve karşılaştırabileceksiniz . DİN PSİKOLOJİSİ Doç. Dr. Bozkurt Koç ÜNİTE 11 Tanrı Tasavvurları GİRİŞ Bütün insan tasavvurlarının ötesinde olan Tanrı’nın nasıl tasavvur edildiği konusu, hemen hemen bütün dinlerdeki teolojik problemlerden biridir. Bireyin dinî inançları, kavramlaştırdığı ve tasavvur ettiği Tanrı ekseninde şekillenmektedir. Bununla birlikte, Tanrı tasavvurunun oluşması ve şekillenmesinde, hem insanın iç dinamiklerinin hem de mensup olunan din, aile, içinde yaşanılan toplum ve kültür gibi faktörlerin etkisi bulunmaktadır. Tanrı tasavvurunun oluşumu ve gelişimi ile birlikte bu oluşum ve gelişimi açıklamaya yönelik olarak ileri sürülen teorik yaklaşımlar bu ünitede ele alınmıştır. KAVRAMSAL ÇERÇEVE Tanrı Kavramı Tanrı kavramının incelendiği bu başlık altında, kavramın daha iyi anlaşılabilmesi için “düşünme” ve “dinî düşünme” kavramları ön plana çıkmaktadır. Düşünme (thinking); “nesneleri ve olayları temsil eden imajların, sembollerin, kavramların vb. belli bir amaca yönelik işletilmesiyle veya kendiliğinden gelişmesiyle tanımlanan açık veya örtülü her türlü bilişsel etkinli, sembolik veya örtülü her türlü zihinsel süreç” olarak tanımlanmaktadır (Budak, 2003: 242). Düşünce, kavramlar içerisinde oluşur. Kavramlar; insanları, nesneleri ya da olayları sınıflandırmak için kullanılan zihinsel kategorilerdir (Yavuz, 1987: 193 -195). Dinî kavramlar ise, doğrudan duyu verilerine dayanmazlar. Ancak, diğer deneyim algılarından ve kavramlarından elde edilirler. Dinî düşünme, çeşitli tecrübelerin, önceki algıların ve hâlihazırda sahip olunan kavramların, kutsal alana aktarılmasıyla gerçekleşir (Goldman, 2001). Bu tanım ve açıklamalardan hareketle “Tanrı kavramı”, kendisinde güç, her yerde hazır ve nazır olma, otorite, adalet ve iyilik kavramları gibi pek çok kavramın oluşturduğu bir açıklama olarak da kullanılabilir. Goldman, dinî kavramların nasıl edinildiğini, örnek olarak Tanrı kavramını kullanarak kuramsal bir yapı ortaya koymuştur. Ona göre, çocuğun hâlihazırdaki Tanrı kavramını, Tanrının mahiyeti, güç ve eylemi hakkında çocuğun yıllar boyunca geliştirmiş olduğu genellemeler oluşturmaktadır. “Zihinsel” yönler, fiziksel dünya hakkındaki duyumlar ile başlar. Bu süreç boyunca algılar biçimlendirilir. İsimlendirilen, farkına varılan nesneler ve verilerin farklılaştırılması ortaya çıkar. Bu işlenmemiş algılar, çocuk kendi dünyasını anlamaya çalışırken işlenmemiş kavramları ortaya çıkarır. Daha sonraki aşamalarda daha gelişmiş hayat algısı, daha ilerlemiş kavramlara götürür. Bu kavramlar, doğal dünyayı, evi, ana-babayı, okulu, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Tanrı Tasavvurları öğretmenleri de kapsayan diğer yetişkinleri ve sosyalleşmenin artması ile birlikte kısmen daha açık bir kişilik kavramını içerir. Bunlar üzerine daha gelişmiş kavramlar temellendirilir. Bunlar çocukta duyuşsal düzeyde hayal edilen fakat daha sonra makulleştirilen ve nedensellik, güç, amaç ve otorite gibi kavramları içeren dinî benzetmenin temelidir. Daha sonra bunu, doğa-üstü eylem kavramları, animistik kavramlar, güçler ve ebeveynleştirilmiş bir Tanrı’da birleşen ilahî özellikler olarak yetişkinlerin sınırları takip eder. Goldman’a göre, bunların birçoğunun İsa hakkındaki kavramlara dayandığı görülür ve ilahî bir baba olarak Tanrıya yer açar (Goldman, 2001). Tanrı, kâinatı yaratan ve idare eden, doğaüstü, ilahî güç ve en yüce varlıktır. Genel olarak Tanrı kavramı, “Kâinatı yaratan ve idare eden, doğaüstü, ilahî güç ve en yüce varlık” olarak tanımlanmaktadır. Bununla birlikte her toplum ve birey kısmen kendi Tanrı kavramını oluşturmaktadır. Bacanlı, Tanrı kavramının dört ögesinin bulunduğunu belirtmektedir: Bunların birincisi, Tanrı kavramının tüm din ve anlayışlarda, yaratıcı olması, güçlü olması, tapılası olması vb. özellikleri içeren evrensel ögedir. İkinci öge, dinî metinlerin belirttiği ögelerdir ve bu ögeler belli bir din ve anlayış için söz konusudur. Üçüncü öge olan toplumsal veya kültürel ögeler de Tanrı kavramına bazı ögeler ekler. Hz. İsa’nın tanrısallaştırılması bu ögelere verilebilecek bir örnektir. Kişilerin/grupların Tanrı değerlendirmelerindeki ortak noktalar bu ögeleri ortaya koyar. Tanrı kavramındaki son öge ise, kişilerin kendi ilgi ve yetenekleri ölçüsünde, geçirdikleri yaşantılar doğrultusunda oluşturdukları bireysel ögelerdir. Burada kişilerin kendi yaşantıları, birikimleri ve ilgileri gibi öznel yaşantılar söz konusu olduğu için dünyada ne kadar insan varsa o kadar Tanrı anlayışının olduğu söylenebilir. Üstelik, Tanrı kavramının olduğu kadar kutsallaştırma/dünyevileştirme süreçlerinin de açıkça insana dayalı süreçler olduğu ve toplumsal değişmelere bağlı olarak mutlaka değiştiği ileri sürülmektedir. (Bacanlı, 1995; Topaloğlu, 1989: 471; Budak, 2003: 721). Tasavvur Kavramı Tasavvur, gerçekte var olmayan ya da tecrübe edilmeyen bir şeyin zihinsel imgelerini biçimlendirme gücüdür. Tasavvur (imagination) kavramı, “gerçekte var olmayan ya da tecrübe edilmeyen bir şeyin zihinsel imgelerini biçimlendirme gücü” olarak tanımlanmaktadır. Düşüncenin bir türü olarak kabul edilen tasavvur, ruhsal güçler veya duygusal uyarılarla zihinde önceden oluşan herhangi bir nesnenin, olayın, eylemin ya da bir kavramın istekli olarak yeniden özel bir biçimde şekillenmesi, canlanması, anlam kazanması veya hatırlanmasıdır. Ancak insan herhangi bir obje ile ilgili sahip olduğu bilgiler çerçevesinde, objenin özellikleri doğrultusunda da zihninde onu canlandırmaya çalışır, onun imajını zihninde oluşturur. Yani insan, herhangi bir şeyi doğrudan doğruya görmeden, idrak etmeden de onunla ilgili Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Tanrı Tasavvurları bilgilerinden hareketle onu tasavvur edebilir. (Peker, 2000: 90-91; Montagu, 1989: 132) Tanrı Tasavvuru Tanrı tasavvuru, küçük yaşlardan itibaren zekâ gelişimi, edinilen bilgi ve yaşantıya göre, Tanrı’nın zihninde canlandırılması ve şekillendirilmesidir. Dinî tasavvur, dinî kavramların, dinî olayların ve nesnelerin zihinde canlandırılması ve şekillendirilmesidir. Bundan hareketle, Tanrı tasavvuru, “bireyin küçük yaşlardan itibaren zekâ gelişimine, edinmiş olduğu bilgi ve yaşantısına göre, Tanrı’yı zihninde canlandırması ve şekillendirmesi” olarak tanımlanabilir (Peker, 2000: 91). Tanrı tasavvurunun gelişimi ve farklılaşmasında çeşitli faktörler etkili olabilmektedir. Bireyler daha küçük yaşlarından itibaren zekâ gelişimlerine, edinmiş oldukları bilgi ve yaşantılarına göre başta Allah olmak üzere, çeşitli dinî kavramları ve olayları zihinlerinde canlandırmaktadırlar. Bunda hem bireyin kendi yetişme ve düşünüş tarzı hem de bağlı olduğu dinin inanç esasları etkili olmaktadır (Selçuk, 1991). Din psikolojisi literatürü içerisinde, Tanrı kavramı ile Tanrı tasavvuru arasında ayrım yapıldığı görülmektedir. Yıldız’ın aktardığı gibi, Tanrı fikri veya kavramı ile Tanrı tasavvuru hem kavramsal hem de duygusal açıdan farklıdır. Tanrı fikri veya kavramı, Tanrı’nın duygusal yansımasını değil, genellikle bilinçli yönünü ifade eder. Tanrı tasavvuru ise, ilk çocukluğumuzun hatıralarını ve duygularını taşır. Tanrı kavramı, bilişsel veya teolojik Tanrı anlayışına göndermede bulunurken; Tanrı tasavvuru, bireyin Tanrı’yı duygusal olarak tecrübe etmesidir (Yıldız, 2007: 9). TANRI TASAVVURUNUN GELİŞİMİ Tanrı tasavvurunun oluşumu ve gelişiminde çeşitli faktörler etkili olmaktadır. Çocukluk döneminde, şekillenen en önemli tasavvurlardan biri de Tanrı tasavvurudur. Çocukların Tanrı tasavvuru, yaşla birlikte gelişmekte ve değişmekte; ailesel, tarihsel, sosyal, kültürel, eğitimsel, dinsel ve mezhepsel faktörlere bağlı olarak şekillenmektedir. Çocuğun Tanrı tasavvurunun şekillenmesinde en etkili olan faktörlerden biri ana-babadır. Bununla birlikte çocuğun Tanrı tasavvurunun şekillenmesinde hem bireyin yetişme ve düşünüş tarzının hem de bağlı olduğu dinin inanç esaslarının etkili olduğu görülmektedir. Bireyin Tanrı tasavvurunun şekillenmesinde genel olarak altı faktörün etkili olduğu ileri sürülmektedir: Ebeveyn ilişkileri, Diğer önemli kişi ve gruplarla ilişkiler, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Tanrı Tasavvurları Benlik saygısına ilişkin duygular, Tanrı hakkında öğretim ve Tanrı’nın insanla ilişkisi, Dinî uygulama, dua, ibadet, kutsal metin okuma, dinî tartışmalar, kişinin kendine ait düşünceleri, Tanrı ile ilişki ve Tanrı tasavvuru (Yıldız, 2007: 10). Küçük çocuklar genellikle Tanrı’yı, bir ruh, gerçek vücudu ve insani duyguları olan birisi olarak düşünürler. Okul öncesi dönemde (3-5 yaşları) çocuklar, peri masalları, animizm, antropomorfizm ve büyülü özelliklerle belirtilmiş olan Tanrı tasavvuruna sahiptirler. İlkokul çocukları (6-11 yaşları), Tanrı’yı daha gerçekçi ve tanımlayıcı bir rolde görme eğilimindedirler. Onların dinî düşünceleri daha somut olsa da Tanrı tasavvurları biraz antropomorfiktir. 12- 18 yaşları arasındaki çocukların düşünceleri daha soyut olmaya başlar ve Tanrı tasavvurları daha bireysel özellik taşır. Ruh, yaratıcı, merhamet, baba, sevgi, adalet, içsel, güçlü, gizemli ve hayat gibi kavramlar önemlidir. Yine Tanrı tasavvurunun şekillenmesinde inanılan Tanrı’ya ait sıfatların da büyük etkisi bulunmaktadır. Bu faktör özellikle sosyo-kültürel kaynaklı olan farklı Tanrı tasavvurlarına yol açmaktadır. Örneğin, Hristiyan mezhepler, oldukça geleneksel olarak, insani özellikler ve niteliklerle Tanrı’yı tasvir ederler. Hristiyanlıkta Tanrı İsa Mesih’in kişiliğinde bir adam hâline gelmekte ve özellikle Ortodoks ve Katolik dünyasında İsa, ikonografik veya heykel şeklinde tasvir edilmektedir. Hristiyanlık, herkesi-bağışlayan, herkesi-seven, herkese-yardım eden ve her şeyi-bilen şeklindeki muhteşem özellikleriyle insanüstü bir varlık olarak çocukların Tanrı tasavvurlarını desteklemektedir. Batı Hristiyanlığında, yaşlı bir adam, genç bir adam, bir sevgili ve ılımlı bir siyasetçi olarak, “Birde üç olan” Tanrı’yı tasvir etmek alışıla gelmiştir. Bizans ikonografisinde, “Birde üç olan” Tanrı geleneksel olarak, İbrahim ve Sara’yı ziyarete gelen insani özelliklere sahip üç melek olarak temsil edilmiştir. İncil, hem Eski hem de Yeni Ahit, Tanrı’nın antropomorfik imajlarıyla doludur. Hristiyanlık dinî, Tanrı’nın babalık figürüne, büyük ayrıcalık tanımaktadır. Tanrı, güvercin, kamış, kaya, sarmaşık, mesaj (kelime), çoban, şahin, kral, ateş, baba gibi tasvir edilir. Doğu kültürleri ve dinleri ise daha soyut bir Tanrı fikrine sahiptir. Tanrı tipik olarak, tüm tasvirlerin ve karşılaştırmaların ötesinde bir Varlık olarak tanımlanır. Soyut Tanrı kavramının özellikleri; biçimsizlik, zamandan bağımsızlık, sınırsız güç ve her şeyi bilme şeklinde sıralanabilir. İslam dinî açısından bakıldığında ise Kur’an-ı Kerim’de, daha çok Tanrı’nın birliği, eşsiz ve benzersizliği ile kâinat üzerindeki tasarrufları, kudret ve hâkimiyeti üzerinde durulur (Yıldız, 2007: 11-12). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Tanrı Tasavvurları Bireysel Etkinlik “De ki: O Allah birdir. Herkes Allah’a muhtaçtır. Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’na eş ya da denk değildir” (İhlas, 112/1-4) • Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili ayetleri araştırınız. Vergote’a göre, dine bağlanarak inanan kişi, dinin kendisine sunduğu Tanrı tasavvurunu kabul etme niyetindedir. O hâlde Tanrı tasavvuru, büyük ölçüde dinî ilişkinin mahiyetini belirler. Bununla beraber kendi dinlerinin Tanrı’sının tasvirine inanan kişiler; kendi psikolojilerinin, eğitimlerinin ve kültürel çevrelerinin onların hayatında bütünleştirme imkânı verdiği şeyi vurgularlar (Vergote, 1999: 181). Bireysel Etkinlik Tanrı tasavvurunun oluşmasında, kutsal kitapların, bireysel tecrübelerin ve kültürel faktörlerin etkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla, Tanrı tasavvuru, sadece duygusal nitelikli bireysel bir tecrübe değil, kavramlar arasındaki ilişki bağını kuran, dünya görüşlerini yapılandıran, hayata dair anlamlar üreten ve bütün bunları tutarlı ve uyumlu bir hâlde düzenleyen daha üst bir yapılanmadır (Mehmedoğlu, 2010). • Tanrı tasavvurunun oluşumu, gelişimi ve farklılaşmasında etkili olan faktörlerle ilgili fikir yürütünüz. TANRI TASAVVURUYLA İLGİLİ KURAMSAL YAKLAŞIMLAR Tanrı tasavvuru hakkında, bilişsel ve ilişkisel olmak üzere iki tür kuram ileri sürülmüştür. “Bilişsel kuramlar”, kişinin Tanrı tasavvurunun gelişiminin çeşitli aşamalarındaki bilişsel sınırlarla ilişkilidir. “İlişkisel kuramlar” ise, kişilik özellikleri ile eğilimlerini içerir ve bu özelliklerin bireyin bebeklik döneminde başkalarıyla olan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Tanrı Tasavvurları Tanrı tasavvuru hakkında, bilişsel ve ilişkisel olmak üzere iki tür kuram ileri sürülmüştür. Freud’a göre Tanrı, yüceltilmiş bir babadır ve din ihtiyacının kökeninde baba özlemi yatar. ilişkileriyle Tanrı tasavvurunun nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışır. Tanrı tasavvurunun gelişiminde ilişkisel kuramlar, Freud’un ve özellikle nesne-ilişkileri kuramcılarının çalışmalarına dayanırken, bilişsel yaklaşım, Piaget’nin bilişsel gelişim kuramına ve bu yaklaşımla gerçekleştirilen araştırmalara dayanmaktadır (Yıldız, 2007: 15). Yüceltilmiş Baba İmajı Sigmund Freud’a göre Tanrı yüceltilmiş bir babadır ve din ihtiyacının kökeninde baba özlemi yatmaktadır. Dinin oluşumunda en temel etkenlerden biri de, insanın zayıflığı ve çaresizliğidir. Çocuğun açlığını gideren anne, ilk sevgi nesnesi ve elbette onu dış dünyada tehdit eden her türlü tanımsız tehlikeye –kaygıya- karşı koruyan kişidir. Bu koruma işlevinde annenin yerini kısa süre sonra daha güçlü olan baba alır ve konumunu çocukluk boyunca korur. Ancak çocuğun babasına karşı tutumu özgün bir ikircikliğe sahiptir. Babaya yönelik tutumdaki bu ikiliğin izleri, her dine işlemiştir. Yetişen birey sonsuza kadar çocuk kalmaya mahkûm olduğunu, esrarengiz, üstün güçlere karşı korumasız asla yapamayacağını anladığı zaman, bu güçlere, baba figürüne ait özellikleri yükler. Kendisi için korktuğu, yatıştırmaya çalıştığı, buna rağmen kendisini korumasını istediği tanrılar yaratır. Dolayısıyla baba özlemi, insanca zayıflığının sonuçlarına karşı korunma ihtiyacıyla özdeş olan bir güdüdür. Zamanla totem, korkulan, nefret edilen ve kıskanılan ilk babanın yerinde olmaktan çıkarak Tanrı’nın prototipi hâline gelir. Freud’a göre baba yerine ikame edilen toteme tapınma, anma törenleri düzenleme gibi kuralları bulunan totemizm insanlığın ilk dinidir. Freud’a göre Tanrı, çocukluğumuzdaki babamızın bir prototipidir, yüceltilmiş babadan başka bir şey değildir. Tanrı imajı, çocuklukta tecrübe edilen baba ve anne imgelerinin yüceltilerek tekrar canlandırılmasıdır. Freud’a göre Tanrı tasavvuru, çocukların ilk tasavvurlarından olan babaya ait tasavvurun, zihinsel bir yansımasıdır. Freud, dini bir yanılsama olarak kabul ettiği için, dinin önemli bir objesi olan Tanrı da bir yanılsama olmaktadır (Freud, 1995/2007: 196-200; 1995: 212-215; 1907/1990: 31, 37-40). Nesne İlişkileri Kuramı “Nesne ilişkileri kuramı” (object relations theory), psikanalitik ego psikolojisinde, ego gelişmesinin ve sonraki bireylerarası ilişkilerin, bebeğin anneye ve çevresindeki diğer kişilere yönelik ilk duygusal bağları temelinde şekillendiğini ileri sürmektedir (Budak, 2003: 526). Kuram, Klein, Winnicott ve Sullivan gibi ikinci nesil psikanalistler tarafından geliştirilmiştir. Nesne ilişkileri kuramı, bireyin geçmişteki kişilerarası ilişkilerinin, daha sonraki ilişkilerini nasıl etkilediği ve şekillendirdiği üzerinde durmaktadır. Kurama göre, her ne kadar Tanrı nitelik olarak bireyin ilişkiye girdiği diğer Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Tanrı Tasavvurları Nesne ilişkileri kuramı, bireyin geçmişteki kişilerarası ilişkilerinin, daha sonraki ilişkilerini nasıl etkilediği ve şekillendirdiğini inceler. nesnelerden farklı olsa da, bireyin geçmişteki ilişkilerine göre şekillenen bir varlıktır. Birey diğer insanlar ve nesnelerle ilişkiye girebilmek için, ilk olarak bu insanlar ya da nesnelere ait zihinsel tasavvurlar oluşturmalıdır. Bu kuramcılara göre, diğer tüm zihinsel tasavvurlar gibi Tanrı tasavvuru birey tarafından ilişki sürecinin bir parçası olarak içselleştirilir. Birçok insan gerek aile ve kültürün etkisiyle, gerekse özel bazı nedenlerden dolayı bir Tanrı’nın var olduğu sonucuna ulaşmakta, bu Tanrı ile ilişkiye girebilmek için de onun zihinsel bir imgesini ya da tasavvurunu oluşturmak zorundadır. Tanrı tasavvuru bireyin diğer tasavvurları ve tecrübelerinin sentezinden oluşmaktadır. Bu noktada bireyin ilk çocukluk yıllarına ait tecrübeleri ön plana çıkmaktadır. Çünkü bebek ve ebeveyn arasındaki ilişki ve bu ilişkinin niteliği Tanrı tasavvurunun şekillenmesinde temel bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte, bir çocuğun tecrübeleri bireylerin ya da objelerin gerçek tecrübelerinden daha fazla şeyleri de içermektedir. Örneğin bu tecrübe bebeğin hayallerini, arzularını, arzu edilen objeleri ve kişilerarası ilişkileri de bünyesinde barındırmaktadır. Nesne-ilişkileri kuramına göre bireyin kendilik ve Tanrı tasavvuru, aile bağlamında şekillenmektedir. Birey diğer insanlarla özellikle de ilk bakıcılarıyla ilişkisi aracılığıyla, bir kendilik tasarımı ve bir de Tanrı tasavvuru geliştirmektedir. Çocukluk dönemindeki kendilik ve diğer tasavvurları ortaya çıkaran ilişkisel tecrübeler, ailede başlamakta ve ideal bir aile olan Tanrı’da son bulmaktadır. Çünkü bu kuramın önde gelen savunucularına göre her insan koşulsuz olarak kendisini sevecek ve tehlikelerden koruyacak bir ideal ailenin özlemini duyar. Bu ideal aile de Tanrı’dır. Bu kuramın temsilcilerinden olan Winnicott’a göre, zihinsel ebeveyn tasavvurları Tanrı tasavvurunun oluşumu için birincil kaynaktır. Freud’dan sonra bireyin Tanrı ile nasıl ilişki kurduğunu araştıran psikanalistlerin başında Rizzuto gelmektedir. Tanrı tasavvurunun oluşması ve şekillenmesi konusunda Freud’un, anne-babanın rolü ile ilgili düşüncelerinden etkilenen Rizzuto, Tanrı tasavvurunun bileşenlerinin sadece bireyin anne ve babasının tasavvurlarından oluşmadığı, diğer birçok kaynağın da bu tasarımın şekillenmesinde rol oynadığı sonucuna varmıştır. Bununla birlikte o, Tanrı tasavvurunun oluşmasında yaşamın ilk yıllarının oldukça önemli olduğunu ifade etmiştir. Rizzuto, bu noktada düşüncelerinden etkilendiği ve esinlendiği Freud'dan ayrılmaktadır. Çünkü Freud'a göre bireylerin Tanrı fikri ve tasavvuru oedipal dönem içerisinde ortaya çıkmaktadır. Rizzuto ise, doğumla başlayan oedipal kriz öncesindeki imge ve tecrübelerin Tanrı tasavvurunun oluşması ve şekillenmesinde anahtar rol oynadığını düşünmektedir. Ayrıca bu imgeler ve tasavvurlar Freud‘un iddia ettiği gibi statik yapılar da değildir. Yaşamın farklı evrelerindeki birçok faktör Tanrı olarak isimlendirilen karmaşık gerçeklik tasavvurunun şekillenmesine katkıda bulunmaktadır. Rizzuto'ya göre çocuk, Tanrı tasavvurunu tek başına oluşturmamaktadır. Anne-babanın yaptığı duaları izleyen, kiliseye giderek resmî ritüellerle karşılaşan, yetişkinlerin Tanrı hakkındaki Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Tanrı Tasavvurları konuşmalarını dinleyen çocuk oluşturmuş olduğu Tanrı tasavvurunu genişletmekte ve şekillendirmektedir. Rizzuto, Freud’un belirli bir gelişim sürecinde oluşan ve artık statik bir hâlde kalan Tanrı tasavvuru fikrine karşı çıkmış, aksine yaşamın ilk dönemlerinden itibaren çeşitli faktörlerin katkısıyla oluşmaya başlayan ve her gelişim döneminde bazı değişiklikler geçiren, bireye ihtiyaç duyduğu anlarda huzur, rahatlık, cesaret vb. sağlayan dinamik bir Tanrı tasavvuru benimsemiştir (Yıldız, 2007: 20-24). Bağlanma Kuramı Bağlanma Kuramı’na göre çocuklar, başka bir insanla inanç ve güvene dayalı bir ilişkiyi, kendine güveni, sosyalleşmeyi, manevî gelişim ve yaşantıyı, sevmeyi ve değerli olmayı, güvenli bağlanma sonucunda öğrenmektedir. John Bowlby tarafından geliştirilen “Bağlanma Kuramı” (Attachment Theory), bebek, çocuk ve bakıcısı arasındaki bağın gelişimi ve bu ilişkinin çeşitli fonksiyonlarının daha sonraki psikolojik gelişim üzerindeki etkilerine odaklanmıştır. Bu teoriye göre, çocukların kendilerine bakan yetişkinlerle kurdukları ilk bağlılık ilişkileri, onlara yalnızca içsel bir bağlantı modeli sağlamakla kalmamakta, daha sonraki ilişkilerinin de temelini oluşturmaktadır. Güvenli bağlanma sonucu çocuklar; başka bir insanla inanç ve güvene dayalı bir ilişkiyi, kendine güveni, sosyalleşmeyi, manevî gelişim ve yaşantıyı, sevmeyi ve değerli olmayı öğrenmektedir. Bağlanma teorisi çalışmaları Mary Ainsworth’un araştırmalarıyla daha da belirginleşmiştir. Bowlby’ye göre, bağlanılan kişiye yakın olma ve yakınlığı koruma, bağlanma sisteminin en temel özelliğini oluşturmaktadır. İlk bağlanılan kişi doğal olarak annedir; anne ile çocuk arasında kurulan bu bağ, eğer güvenli bir şekilde gerçekleşirse çocuk kendisini sevgiye değer ve önemli bulur ve bu düşüncesini başkalarına da yansıtır. Çocuk bu ilişkiyle güvenilir, istikrarlı, başkalarıyla ruhsal ilişkiye açık, değerli olduğunu düşünen, sosyalleşebilen-iletişime açık bir kişilik geliştirir. Anne ile olan duygusal ve psikolojik bağ onun ihtiyaç duyacağı psikolojik temeli oluşturur. Bowlby bağlanma sisteminin tek amacının fiziksel yakınlık kurmak olmadığını belirterek; bebeğin çevresini keşfetme sürecinde güvenlik hissi yaşamasının ve güvenilir bir dayanağının olduğunu bilmesinin daha önemli olduğunu ileri sürmüştür. Bağlanmanın güven vericiliğini tatmış olan çocuklar anneleriyle/ bakıcılarıyla ilişkilerine dayanıp bel bağlamayı öğrendiklerinde, bu özelliklerin başka ilişkilerle sağlanabileceği olumlu ve kalıcı beklentiler geliştirirler. Güvenli ve iyi bağlılık kurmuş çocukların gözünde ilişkiler tatmin edici ve yararlıdır. Oysa yaşamlarının ilk dönemlerinde iyi bir bağlanma duygusu tadamamış çocuklar, kaygılı ve aşırı bağımlı bir duruma gelebilir ve karşılanmamış beklentilerinin olumsuz yükünü sonraki ilişkilerine taşıyabilirler. Bowlby’e göre yetişkinlikte dinamik bir kişilik yapısı ve insan ilişkilerinde yeterlilik ve olumlu tutumların temeli çocuklukta atılmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Tanrı Tasavvurları Bowlby ve diğer teorisyenler tarafından etnolojik ve biyolojik özellikleri nedeniyle bağlanma sisteminin her yerde geçerli ve doğru bir yaklaşım olarak ileri sürülmesine karşın, bağlanmanın farklı kültürlerde farklı fonksiyonlara sahip olabileceği ve bağlanmadaki bireysel farklılıkların kültürden kültüre değişebileceği kabul edilmektedir. Bununla birlikte bağlanma teorisi bağlamında Tanrı tasavvuru incelenirken göz önünde bulundurulması gereken önemli bir etken; dinî inanç ve yaşantıların kültürden kültüre ve dinden dine büyük değişiklikler göstermesidir. Ayrıca ebeveyn-çocuk ilişkileri ve çocuk yetiştirme uygulamaları da kültürel etkenlere bağlı ve önemli farklılıklar içermektedir. Bağlanma teorisine göre, tek tanrılı dinlerin bağlanma dinamikleri açısından potansiyel olarak anlaşılabilir olması mantıklı gözükmektedir. Eğer bir kimse kendisini Tanrı’yla ya da diğer ilahî varlıklarla bir ilişki içerisinde hissediyorsa, özellikle de bununla sıkıntılı ve zor anlarında güvenilir bir üs veya güvenilir bir sığınak sağlıyorsa, bağlanma modeli dinî inanç ve yaşantıyı anlamada kullanışlı ve açıklayıcı olabilir. Konu, din ve Tanrı tasavvuru açısından değerlendirildiğinde ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır. Bağlanma, bireyin hayatının ilk günlerinde başlayıp devam eden, duygusal yönü ağır basan ve insan psikolojisi açısından olması beklenen bir durumdur. Bu durum kendini belirli bir veya daha fazla kişiye olumlu tepkilerin verilmesi, zamanının büyük kısımlarının onunla geçirilmesinin istenmesi, herhangi bir korku yaratan durum veya obje karşısında hemen o kişinin aranması, bağlanılan kişinin varlığının duyumsanmasına eş zamanlı olarak rahatlama duygusunun eşlik etmesi gibi duygu ve davranış örüntülerinin tümünü kapsamaktadır. Bu özellikler dine-Tanrı’ya sığınma, yardım isteme, güvenlik, rahatlama ve huzur bulma yaşantılarıyla benzerlik göstermektedir. Din ve bağlanma yaklaşımında, ilişkinin odak noktasını Tanrı’ya bağlanma ve bununla ilgili algılanan Tanrı tasavvurları oluşturmaktadır. Özellikle Kirkpatrick, teorinin dinî inancın birçok yönünü, özellikle Tanrı’yla olan kişisel ilişkilerle ilgili yönünü anlamak için güçlü bir temel yapı sağladığını ileri sürmektedir. Kirkpatrick ve Shaver, bağlanma teorisinin temel özelliği olan çocuğun ebeveynleriyle bağlılığını sürdürmeye ve böyle bir bağlılığın hayat boyu etki yapacağı düşüncesinden yola çıkarak pek çok Hristiyan ve diğer dinsel geleneklerin Tanrı’sının güvenli bir bağlanma figürü düşüncesiyle uygun olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bağlanma teorisinin dine uygulanmasının altında yatan önemli sebeplerden birisi “içsel çalışan modeller” olarak kavramlaştırılan, bireyin ilk bağlanma modellerinin-ilişkilerinin Tanrı imajı ve diğer dinî inançların oluşması için temel modeller olmasıdır. İnsanların Tanrı hakkındaki inançları, bazı manalarda işlevsel olarak bireyin bağlanma ilişkileriyle aynı olabilir. Tanrı, bir bebeğin ilk bakıcısına çok benzer şekilde, inananlar için güvenli bir temel ve rahatlayacağı sığınak işlevi görebilir. İnsanların büyük çoğunluğuna göre Tanrı, Bowlby’nin çoğu kez prototip bağlanma Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Tanrı Tasavvurları figürü olarak karakterize ettiği tam bir “daha güçlü, daha bilge öteki”dir. Bağlanma ilişkisinin güvenli sığınak koşulu insanları üzüntü ve tehlike zamanlarında dine yöneldiği gerçeği ile açıkça kanıtlanmıştır. Bağlanma teorisi-din ilişkisinin ardında yatan temel sebep, birçok insan için Tanrı’nın psikolojik açıdan bir bağlanma figürü olarak işlev görebileceği düşüncesidir. Bağlanma teorisine göre yetişkin duygusal ilişkileriyle dinî inançları arasında bir etkileşim bulunmaktadır. Bu ilişkide, bağlanma biçimleri arasındaki bireysel farklılıkların da önemli bir rolü vardır. Kirkpatrick ve Shaver’e göre güvenli bağlanma stiline sahip olanlar, kaçıngan bağlanma stiline sahip olanlara göre daha olumlu Tanrı imajlarına sahiptirler. Bu Tanrı onları daha çok seven, daha yakın ve onları daha az kontrol eden bir Tanrı’dır. Güvenli bağlananlar her iki güvensiz stile göre (kararsız-kaygılı ve kaçınmacı) daha yüksek düzeyde dinî teslimiyet göstermektedir. Bağlanma teorisine göre bireyin Tanrı’ya yönelik yaşadığı tecrübeler, derin bir duygusal bağın yaşantısıdır. Güvenli duygusal bağlanma stili olanların, Tanrı inançları olumlu, güvenilir ve itimada layık bir Tanrı’dır. Bağlanma-din ilişkisine ikinci bir yaklaşım bağlanma sisteminin dinamikleri üzerine odaklanmıştır. Tanrı özellikle, güvenli kişilerarası bağlanmalardan yoksun bireyler için bu bağlanmanın yerini alan bir bağlanma figürü –ikame bir bağlanma figürü- işlevi görebilmektedir. Ainsworth, öğretmenlerin, büyük kardeşlerin ve önemli yetişkinlerin güvensiz bağlanma davranışı gösteren küçük çocuklar için aynı işlevi gördüğünü savunmuştur. Bağlanma teorisi; dinin ve Tanrı’nın birey için sığınılacak bir yer ve psikolojik problemlerle başa çıkmasına yardımcı olacak güvenli bir alan fonksiyonu görmesini açıkça ortaya koyabilen bir model sunmaktadır. Bu teoriye göre Tanrı inancı ve bağlılığı bireye duygusal güvenlik hissi sağlamaktadır. Tanrı’nın güvenilir ve koruyucu fonksiyonunu bilen ve hisseden kişi kendisini güvenli bir alanda, dingin ve emniyetli bulur. Daha da önemlisi Tanrı’nın güvenli bir alan ve sığınılacak bir üs fonksiyonu görmesi bireyin korkularını ve kaygılarını yatıştırarak rahat ve mutlu olmasına yardımcı olur. Araştırmalar, yetişkinlerin sahip oldukları Tanrı tasavvurlarının, onların çocukken anne-babalarıyla ilgili olumlu ya da olumsuz tasavvurlarından etkilendiğini; ancak, çocuğun hayatının ilk yıllarında yakın ilişkide bulunduğu, bakıcılar ve diğer önemli kişilerin de (öğretmenler, rahipler, büyükbaba ve büyükanneler gibi) bu konuda etkili olduğunu ortaya koymaktadır (Budak, 2003: 106; Hayta, 2006: 25-44; Yıldız, 2007: 27). Bilişsel Gelişim Kuramı İnsanın içinde yaşadığı dünyayı anlamasını, öğrenmesini sağlayan zihinsel faaliyetlerdeki gelişmeler, bilişsel gelişim olarak isimlendirilmektedir. Bilişsel Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Tanrı Tasavvurları Piaget’ye göre, bebeklikten başlayarak, dönemler ilerledikçe, çocukların kavrama, düşünme ve problem çözme yetenekleri niteliksel olarak gelişmektedir. Psikoloji’nin en büyük isimlerinden biri olan Jean Piaget’ye göre bilişsel gelişimin temelinde biyolojik etkenler yer almaktadır. O, bilişsel gelişimin, insanın kalıtımsal olarak getirdiği ve gelişimi boyunca değişmeden kalan bir kısım biyolojik kökenli işlevlerine dayandığını belirtmektedir. Bu işlevler örgütleme ve uyum sağlamadır. İnsanda uyum yeteneği, birbirinin tamamlayıcısı olan özümleme ve uyumsama süreçlerini içermektedir. Piaget’ye göre, bebeklikten başlayarak, dönemler ilerledikçe, çocukların kavrama, düşünme ve problem çözme yetenekleri niteliksel olarak gelişmektedir. Piaget’ye göre, her biri farklı yapısal özellikler içeren dört bilişsel gelişim aşaması bulunmaktadır 1) Duyusal-Devimsel Evre (0-2 yaş): İlk iki yaşları boyunca bebekler, kendilerine duyuları yoluyla ulaşan uyarıcılara devinimsel tepkilerde bulunurlar. Kalıtımsal olarak yalnızca bazı ilkel tepkilerin ve değişmez işlevlerin getirildiğini kabul eden Piaget, çevre ile ilk ilişkilerden başlamak üzere, bu tepkilerin, örgütleme ve uyum sağlama işlevleri sayesinde yapısal değişmeler geçirdiğini ve doğuştan getirilmeyen ilk şemaların kurulduğunu öne sürmektedir. Doğumdan birinci aya kadar, beslenme, emme refleksiyle gerçekleşir. Dış dünyaya yönelik diğer tepkiler refleks düzeyindedir. 4-8 ay civarındaki tepkiler, vücudu odak almaktan çok, çevreyi tanımak ve nesneleri kullanmaya yöneliktir. Bundan ötürü bu yönelimlere, ikincil tepkiler denmektedir. 8-12 ay civarındaki çocuklar, araçlar ve sonuçları net bir şekilde ayırt etmeye başlayarak ilk kez amaca yönelik hareket edebilmekte ve basit sorunları çözmeye çalışmaktadırlar. Bu dönemde ben ve ben olmayanı ayırmaya başlar ve 8. aydan itibaren 1-1.5 yaşlarında nesnenin devamlılığı özelliğini kazanır. 2) İşlem Öncesi Evre (2-7 yaş): Piaget’ye göre bu dönem, büyük ölçüde, bir önceki dönemde başlayan tasarımlama işlevinin gelişmesini içermektedir. Bu dönem sembolik işlevlerin ve bu işlevlerin etkili bir biçimi olan dil’in kazanıldığı bir evredir. Çocuğun dili kullanmaya başlamasıyla, geniş bir ortak düşünce sisteminde bireysel düşünce kuvvetlenmeye başlar. Benmerkezci düşünce biçimi bu dönemin tipik bir özelliğidir. Çocuklar, iki değişken arasındaki ilişkilerden sadece birini görebilmektedir. Sorunu çok boyutlu bir açıdan ele alamayan çocukların bu durumuna, odaklanma denmektedir. Bu dönemin diğer özellikleri animist düşünce biçimi ve yapaycılıktır. Bir önceki dönemin sonlarına dek nesnelerin kendi duyum ve tepkilerinden bağımsız olarak var olduklarını kavrayamayan çocuklar, bu dönemde de nesnelerin niceliklerinin devamlılığını kavrayamamaktadır. 3) Somut İşlemler Evresi (7-11/12 yaş): Piaget’ye göre bu dönemde, tersineçevrilebilirlik ve korunum gibi kavramların kazanılması ile gerçek zihinsel işlemler kullanılmaya başlanır. Bu dönemde yürütülen işlemler, her şeyden önce, bütünüyle fiziksel gerçeğe bağlı olmaktadır. Somut olarak var olmayan nesne ya da durumlar üzerinde düşünce yürütmek henüz olanaklı değildir. Çocuk nesneler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Tanrı Tasavvurları üzerinde doğrudan ya da somut olarak eylemler gerçekleştirir. Bu evrede çocuk daha bağımsız ve daha az benmerkezli düşünmektedir. 4) Soyut İşlemler Evresi (11/12 yaş ve üzeri): Bu dönemde, somut gerçek ile bu gerçeğe ilişkin öznel yorumlar birbirinden ayırt edilebilmektedir. Soyut düşünen kişi, birçok olası çözümü göz önüne alabilmekte ve bunu sistematik bir plana göre yapabilmektedir. Ergen ‘kuramlar’ üreten bir bireydir. On iki yaşından sonra gelişme yavaş yavaş özgür düşünceye doğru yönelmektedir. Biçimsel düşünce oluşmakta, mantıksal işlemler somut el işleri planından, ideler planına doğru yer değiştirmektedir. Piaget’ye göre soyut işlem evresinde çocuk soyut olarak düşünebilir ve teorik fikir yapıları gerçekleştirebilir. Piaget’nin ortaya koyduğu teorinin, dinî gelişim açısından da son derece önemli bir yere sahip olduğu kabul edilmektedir. Bu teoriye göre çocuklar, yetişkin dinî hayatının çoğu alanında bulunan karmaşık ve soyut kavramları anlayabilecek bilişsel kabiliyete sahip değildirler. Piaget’nin teklif ettiği bilişsel gelişim aşamaları dine uyarlandığı zaman, formel işlem denen son aşama boyunca insanların dinin daha derin manalarını anlayabilme, din adına daha önceden öğrenmiş oldukları şeylerin gerçek değerini takdir edebilme ve din hakkındaki kendi kararlarını bağımsız bir şekilde verebilme konusunda daha kabiliyetli oldukları görülmektedir. Piaget araştırmalarında elde etmiş olduğu bulgulardan hareketle, farklı düzeylerdeki çocuklarda, yapaycılık ve animizmin iç içe geçmiş olduğunu ve yaş ilerledikçe animizmin tedrici olarak yapaycılığa doğru gerilediğini belirtmiştir. Piaget çocuk yapaycılığını tek bir kökene bağlamanın gerçekçi bir yaklaşım olmadığını, böylesine karmaşık ve yoğun bir olgunun çok sayıda faktörden etkilenebileceğini belirtmektedir. Ona göre yapaycılığın iki tür nedeni bulunmaktadır: 1) Bireysel nedenler: Çocuğun kendi aktivitesiyle edindiği bilince bağlı nedenler. 2) Sosyal nedenler: Çocuğun çevresi; özellikle de kendisi ve ana-babası arasında var olduğunu hissettiği ilişkilere bağlı olan nedenler. Bireysel nedenler büyü ve animizm durumunda daha önemli görünürken, yapaycılık durumunda sosyal nedenler ön plana çıkmaktadır. Sosyal nedenlerin de iki türü bulunmaktadır. Çocuğun kendisi ve ana-babası arasında var olduğunu hissettiği maddi bağımlılık ilişkisi ve ana-babanın çocuk tarafından spontan (kendiliğinden) biçimde nesneleştirilmesi. Çocuk, kendiliğinden bir tavırla, dinlerin kutsallığa mal ettikleri tüm özellikleri ailesine mal etme eğilimi içine girer: Kutsallık, mutlak güç, her yerde hazır ve nazır olma, ebediyet. Bu özellikler bizi yapaycılığın kökenine götürdüğü için önem arz etmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Tanrı Tasavvurları Tartışma forumu Tartışma Piaget, Bovet’in dinsel düşüncenin doğuşu konusundaki düşünlerine atıfta bulunarak, çocuğun önce ana-babasına ve daha sonra da genel olarak insanlara karakteristik nitelikler –özellikle her şeyi bilme ve kadiri mutlak olma- yüklediğini belirtmektedir. Daha sonra, çocuk, insan yetkinliğinin sınırlarını kavradığı ölçüde insanlardan aldığı nitelikleri, kavramını dinsel öğretiyle edindiği Tanrı’ya verir. Dolayısıyla, ‘insani yapaycılık’ ve ‘Tanrısal yapaycılık’ olmak üzere yapaycılıkta iki dönem bulunmaktadır. Piaget’ye göre, çocuk ana-babayı Tanrı olarak nitelendirdiğinde, doğal olarak dünyanın, ana-babasının aktivitesine ya da genel olarak insanların aktivitesine bağlı olduğunu düşünecektir. 7-8 yaşlarındaki çocuklara göre Tanrı bir insandır ve insanlar Tanrı’dır ya da ana-baba sevgisinin aktarılması yoluyla Tanrı insanların önündedir. 3-7 yaş çocuklarının sorularının çok yüzeysel bir biçimde irdelenmesi, çocuğun yıldızların, gökyüzünün, bulutların, rüzgarın, dağların, ırmakların ve denizlerin, hammaddelerin, toprağın, evrenin ve Tanrı’nın nasıl oluştuğunu sorduğunu gösterir. Başlangıç gibi daha metafizik sorular 6-7 yaşlarına doğru sorulmaktadır (Piaget, 1999a: 47, 123-150; 1999b: 85, 87; 2005: 229-326; 1991: 259; Elkind, 1987: 19; Karaca, 2007: 30-35). • Piaget’nin bilişsel gelişim aşamaları arasında ne tür farklılıklar bulunmaktadır? Bu aşamaları dinî gelişim açısından da karşılaştırınız. Konuyu forumda tartışabilirsiniz. Bu kuramsal açıklamalar yanında, diğer bazı kuram ve araştırmalarda yer alan Tanrı tasavvuruyla ilgili bilgilere yer vermek konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından yararlı olacaktır. Ernest Harms, Tanrı tasavvurlarını belirleyebilmek amacıyla, çocuklardan Tanrı’nın nasıl olduğu konusundaki düşüncelerini yazılı veya sözlü olarak ifade etmelerini; onlardan bu durumu gösteren bir resim çizmelerini ve çizdikleri resmin neyi ifade ettiğini belirtmelerini istemiştir. Harms, bu araştırmanın sonunda dinî düşünce gelişimde üç ayrı tasavvur evresi belirlemiştir: 1) Peri masalı evresi (3-6 yaş): Bu evrede çocukların Tanrı tasavvurları rasyonel ve entelektüel değildir, duygu fantezi hüküm sürer. Derin duygusal yaşantılar, bu süreçte kendilerini açığa çıkarır. Bu evrede çocuk, hayal ile gerçek arasındaki farkı kavrayamaz; öykü karakterleri ile dinî anlatılar ve Tanrı arasında ayrım yapmaz. Bu evrede çocuklar, Tanrı’yı; devler, konuşan hayvanlar, hayaletler, kanatlı melekler ve Noel babayla ilgili öyküler seviyesinde algılamaktadır. Yine bu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Tanrı Tasavvurları evrede çocuklar, Tanrı’yı bir kral, bütün çocukların babası, bulutların üstündeki bir evde yaşayan bir formda tasvir etmiştir. 2) Gerçekçi evre (7-12 yaş): Bu evrede çocuklar gözle görülür bir biçimde gerçeğe döner ve kendi çevrelerindeki dinî tecrübelerden kendi Tanrı fikirlerini üretirler. Bu evrede Tanrı tasavvuru daha gerçekçidir. Bazıları Tanrı’yı bir insan gibi fakat artık peri masalı figürü gibi görünmeyen daha çok gerçekçi bir şekilde insan, yaşamlarında etki sahibi olan bir kişi olarak çizmişlerdir. Bu aşamada Tanrı tasavvuru daha gerçekçidir. Resimlerde Tanrı, daha çok rahip şeklinde tasvir edilir. Haç, yıldız, kuzu gibi önemli dinî semboller, resimlerde yer alır. Bu evrede çocuklar, dinî kavramları somutlaştırma eğilimindedir. Tanrı ve melekler, gerçek insanlar olarak düşünülmektedir. Tasvirlerinde daha gerçekçi olan çocuklar için ise dinî semboller bir anlam kazanmaya başlamaktadır. Resimleri, haç işareti, Davut’un yıldızı, kilise vb. gibi kurumsal semboller içeren çocuklar, bu evrede hayal ürünü olan şeylerin farkına varmaya başlamaktadır. 3) Bireysel evre (13-18 yaş): Bu evrenin karakteristiği, daha büyük değişme ve bireyselliktir. Çocukların pek çoğu, Tanrı’yı büyük ölçüde geleneksel formlarda tasvir ederken, diğer bir kısmı, orijinallik ve hatta ileri düzeyde soyutlayıcı bir yetenek göstermişlerdir. Bu evreyi kendi içinde üç gruba ayıran Harms’a göre, ilk grubun üyeleri Tanrı’yı kendi dinî arka planlarına göre çizerler. Bu resimler çarmıha gerilmiş İsa şeklinde haçın, Meryem’in, cennetin giriş kapısının, meleklerin, sinagogdan manzaraların, Musa figürlerinin, yanan çalının vb.’nin sembollerini gösterir. Harms bu grubun geleneksel dinî örnekler aldıkları ve bunu resimlerinde kullandıkları için açık bir şekilde dinî hayallerinin olmadığı sonucuna varmıştır. Çocukların pek çoğu, Tanrı’yı büyük ölçüde geleneksel formlarda tasvir ederken, diğer bir kısmı, orijinallik ve hatta ileri düzeyde soyutlayıcı bir yetenek olarak göstermişlerdir (Harms, 1944: 115-119; Karaca, 2007: 40-43). David Elkind, Piaget’nin teorisini ilk olarak dinî gelişime uygulamış ve bu konuda önemli teorilerden birini geliştirmiştir. Yahudi, Katolik ve Protestan çocuklara, dinî düşünce ve özellikleri hakkında birtakım sorular soran Elkind, aldığı cevaplarda bu üç dinî gruptaki aynı yaşta olan çocukların önemli ölçüde bilişsel benzerlik gösterdiğini tespit etmiştir. Elkind, dinî düşünce gelişiminde, Piaget’nin bilişsel gelişim aşamalarına önemli ölçüde paralellik gözlemlemiştir. Elkind, 11-12 yaşından önce çocukların yetişkinler gibi soyut bir şekilde dinî algılamaya kabiliyetli olmadıklarını saptamıştır. Elkind, bebeklikten ergenliğe kadarki dönem içerisinde dinî gelişimle ilgili dört aşama belirlemiştir. 1. Evre: Korunma/himaye arayışı (0-2 yaş), 2. Evre: Temsil arayışı (3-6 yaş), 3. Evre: İlişki arayışı (7-12 yaş), 4. Evre: İdrak arayışı (Ergenlik dönemi). Çocuk Tanrı’nın varlığını kabul eder etmez, Onu temsil edecek şeyler bulmak zorunluluğu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Tanrı Tasavvurları hissetmektedir. Dinler, basit bir Tanrı kavramından daha çok, onu temsil edecek sembolleri de sunmaktadır. Bu semboller, ilkel dinlerde totem ve putlar şeklinde, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi semavi dinlerdeki Kutsal kitaplarda farklı şekillerde sunulmaktadır. Diğer dinlerle kıyaslandığı zaman İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an’da sunulan temsillerin ise daha soyut bir nitelik taşıdığı söylenebilir. Elkind’e göre, ergenlerin Tanrı’yı ve Tanrı’nın Kutsal kitaplardaki imajlarını kabul etmeleri, kendilerini Tanrıyla ilişkiye sokmayı kaçınılmaz kılmaktadır. İnsanların idrakini aşan şeylerle ilgili açıklamalar yapan dinler, bu konuda insanlara bazı çözümler sunmaktadır. Bütün dinler, farklı yönleriyle Tanrı’yı algılamaya yarayacak birtakım tarihsel mit ve efsaneler içermektedir. Birey hangi yaşta olursa olsun Tanrı kavramının kabul edilmesiyle birlikte Tanrı’nın ölümsüzlüğü fikrine katılmaktadır. Tanrı en mükemmel koruyucudur. Çünkü o, maddeden, uzaydan ve zamandan aşkın bir varlıktır. Ergenlik döneminde, Tanrı artık bir sırdaş olarak algılanmaktadır (Elkind, 1970: 35-42; Karaca, 2007: 43-50). Ronald Goldman ise fikirlerini, Jean Piaget’in teorisi üzerine temellendirir. Goldman, dinî düşünce gelişiminin, ikisi geçiş olmak üzere toplam beş aşamada gerçekleştiğini ileri sürmüştür. 1. Evre: Sezgisel Dinî Düşünce (0-7 yaş) 2. Evre: Birinci Geçiş Aşaması 3. Evre: Somut Dinî Düşünce Aşaması: (7/8-13/14 yaş): İkinci temel evreyi oluşturan bu aşama, Piaget’nin “somut işlem aşaması”na tekabül etmektedir. Bu somut işlemsel düşünme safhasıdır. Bu safhada mantıksal düşünme mümkündür, ancak sınırlı bir alanda görülür. Bu düşünme görünür ve elle tutulur objeler ve çocuğun kendi tecrübeleri ile sınırlıdır. Bu düşünme şeklinde dinî ifadeler lafzî olarak anlaşılır. Kitab-ı Mukaddes ve diğer dinî kaynaklardaki bütün sembolik ifadeler, lafzî açıdan yorumlanır. Çocuk somut bir olaydan diğerine genelleme yapamaz ve benmerkezli düşünce sınırını aşamaz. Çocuk, Kitab-ı Mukaddes’in Tanrı hakkında söylediği pek çok şeyi antropomorfik bir tavır içinde yorumlar. Goldman, çocukların Tanrı’yı bir insan gibi görmesini vb. bu düşünme şekline örnek olarak gösterir. Çocuklar bu çağda dinî hikâyelerin daha derin anlamını idrak edemezler. 4. Evre: İkinci Geçiş Aşaması: Bu safhada çocuklar, dinî kavramlarla ilgili olarak soyut düşünmenin bazı biçimlerini gerçekleştirmeyi denerler ancak daha önceki somut düşünme alışkanlıkları onları böyle davranmaktan alıkoyar. Goldman, birçok kişinin asla bu geçiş safhasının ötesine ve gerçek bir dinî düşünme safhasına ulaşamadığını belirtir. 5. Evre: Soyut Dinî Düşünce Aşaması: (13/14 + yaş): Bu, soyut işlemsel dinî düşünce aşamasıdır ve bu yaşlardaki bir çocuk bu tip düşünme yeteneğini Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Tanrı Tasavvurları kazanmaya başlar. Çocuk varsayımlı ve tümdengelimli olarak, soyut ve sembolik terimler içinde düşünebilir. Goldman, dinî düşünmeye dair kendi gelişimsel basamak teorisini açıklarken, dinsel düşünmenin genellikle normal düşünmeden daha sonra geliştiğini belirtir. Bunun nedeni, din dilinin kullanılabilmesinden önce dinî düşünmenin daha zengin bir deneyim gerektirmesidir. Din dili, semboller, mecazlar, karakterlerin simgelerle anlatıldığı öyküler ve manevî gerçeği gösteren hikâyelerle doldurulur. Dinî düşüncenin daha geç gelişmesinin bir başka nedeni ise çocukları, dinî düşünmenin tabii silsilesi içinde gelişmekten alıkoyan yetersiz ya da olgunlaşmamış eğitimin çocuklara verilmesidir (Goldman, 1964; 2001; Elias, 2004: 86-90; Karaca, 2007: 50-55). Werner Gruehn’e göre, “Büyülü Basamak” (4-7 yaşlar) aşamasında Tanrı, çoğu zaman bir çeşit büyücüdür. Jean-Paul Deconchy, çocukta Tanrı tasavvurunu ortaya koymak amacıyla gerçekleştirdiği semantik tahlile dayalı araştırmasında, çocukların yaklaşık dokuz-on yaşlarında büyüklük, her şeyi bilme, adalet, hazır ve nazırlık gibi çeşitli nitelemelere yöneldiklerini tespit etmiştir. Bu niteleme safhası, kişileştirme safhasıyla son bulur (12-14 yaş aralığı). Nitelemeler artık, Mevlâ, Kurtarıcı, Baba gibi kişileştirilmiş kavramlara dönüşür. İçselleştirmenin hüküm sürdüğü bir sonraki safhada Tanrı, sevgi, dua, itaat, şüphe ve korku gibi kelimelerle ilişkilendirilir. Başka bir ifade ile Tanrı, içselleştirilir (Akt. Holm, 2003: 209). Gesell ve Ilg, beşten on yaşına kadar çocuklar hakkındaki çalışmalarında, beş yaşında nedensel ve mantıksal ilişkilerin hilesiz olduğunu, bu çocukların görüşlerinin kuvvetli bir şekilde animizm ile renklendiğini ileri sürer. Bulutlar hareket eder çünkü Tanrı onları iter, Tanrı üflediğinde rüzgar çıkar. Gesell ve Ilg, altı yaşında çocuğun daha kolay bir şekilde dünyayı, hayvanları ve güzel şeyleri yaratan Tanrı fikrini anlayabildiğini belirtir. Yedi yaşında daha şüpheci olarak naif bir Tanrı görüşünü geride bıraktıklarını ifade ederler. Ruth Griffiths, üç veya dört yaşına kadarki sürenin, animizm ve büyünün esas süresi olduğunu söyler. Yaklaşık beş yaşında bu, doğal güçlerin tam bir kontrolüne sahip anlamında her şeye kadir olduğu düşünülen Tanrı’nın gücünde her şeyin bir açıklamasını bulmaya yer verir. Kâinatın tüm olayları, ilahî veya insani iradeye bağlıdır. O. Kupky, antropomorfizm hakkında birçok kuşku ortaya koymasına rağmen, Tanrı kavramı hakkında üç dönemi öne sürmüştür: Tanrı’yı gerçekten görülen biri veya bir şey olarak resmetme. Tanrı’yı Kral, Efendi, Baba veya tecrübenin şekillenmesi gibi belirli bir rolde düşünme. Kavramın gerçek özü, hayalsiz, şekilsiz, Tanrı tecrübesidir (Akt. Goldman, 2001: 436-438). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Tanrı Tasavvurları D. Mathias, on iki ile on beş yaşları arasındaki örneklemin Tanrı’yı her şeye gücü yeten olarak gördüğünü saptamıştır. Tanrı’yı bağımsız biri olarak görme yaşla birlikte azalmaktadır. Tanrı bütün yaşlarda kişi olarak görülmektedir. Fakat nitelik olarak onun sevgisi yaşla birlikte artmaktadır. Walker, Mathias’ın metodunu kullanarak 11-14 yaşları arasındaki ortaöğretim öğrencilerinin Tanrı kavramını oluşturmada yedi ana yöne meylettiklerini tespit etmiştir. Bunlar her şeye gücü yeten, korkutucu, gayri şahsi, adil, seven, gizemli ve güvenilir Tanrı’dır. R. S. Dawes, yaptığı araştırmada, ortaöğretim öğrencilerinde Tanrı hakkındaki üç kavramın öne çıktığını saptamıştır: Tanrı’nın güçlülüğü, Tanrı’nın babalıkta ifadesini bulan bireysel ilgisi ve yaratıcı olarak Tanrı’nın eylemi. K. Hyde, çok sayıdaki ortaöğretim öğrencisine uyguladığı testte, antropomorfik fikirlerde yaşla birlikte gözle görülür bir azalmanın olduğunu saptamıştır (Akt. Goldman, 2001: 439). Fritz Oser ve Paul Gmünder, “Dinî Yargı Gelişimi Evreleri”ni şu şekilde sıralamaktadır: 1. Evre: Özerk olmayan dinî yönelim: Bu evrede Tanrı, aktif ancak beklenilmediği zamanlarda dünyaya müdahâle eden bir faktör olarak algılanmaktadır. Mükemmel Varlık insanı koruduğu gibi, hastalık ve sağlık, sevinç ve keder birtakım acı ve ıstıraplar da verebilir. O, insanı ve diğer bütün canlı varlıkları doğrudan etkilemektedir. Tanrı, olmuş ve olacak her şeyi yapabilecek bir güçle donatılmış olduğundan, onun gücü insana rehberlik etmektedir. 2. Evre: Almak için vermek yönelimi: Bu aşamada Tanrı, iyi davranışları ödüllendiren kötü davranışları ise cezalandıran sonsuz derecede güçlü ancak hâlâ dışsal bir varlık olarak algılanmaktadır. Eğer insan Tanrı’yı umursar ve ona göre davranırsa, sınavı geçer ve Tanrı ona güven veren müşfik (sevgi dolu) bir baba gibi davranır. İnsan da sağlıklı, başarılı ve mutlu olur. 3. Evre: Özerk benlik ve tek taraflı sorumluluk yönelimi: Bu evrede, Tanrı bireyin dünyasından bir dereceye kadar ayrı ve onun üzerinde daha az etkili bir Varlık olarak düşünülmeye başlanmaktadır. Tanrı’nın aksiyon alanı ile insanınkinin bir nevi birbirinden ayrı olarak algılandığı bu aşamada, insani özelliklerden farklı bir anlamda mükemmel olarak algılanan Tanrı, insanın dışında olsa da dünya ve hayatın sahip olduğu temel düzen ve insicam ona işaret etmektedir. Tanrı’nın etkisinin bilinçli bir şekilde küçültüldüğü bu evre, aynı zamanda bireyin kendi hayatından daha çok kendisinin sorumlu olduğunu ön plana çıkarmaktadır. 4. Evre: Orta Düzeyde Otonomluk: Bu düzeyde, zorunluluk ve hürriyetin sınırlarını keşfeden bireyin, hayat ve hürriyetin ilâhî bir plan çerçevesinde Tanrı’dan geldiğini fark etmesi, Tanrı’yla dolaylı bir ilişkinin başlamasıyla sonuçlanır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Tanrı Tasavvurları 5. Evre: İçsel dinî öznellik ve özerklik: Bu evrede bireyin dinî yargısı, yedi kutupsal boyut arasında dengelenmiş koordinasyon ve tamamlanmışlık göstermektedir. Din artık güvenlik kavramından daha işlek bir model hâline gelmiştir. Bu evrede Tanrıyla şartsız bir ilişki içinde olan bireye göre Tanrı, sevgi ve ilgi objesi olarak algılanmaktadır. Bireyin bütün davranışlarında gözlemlenebilen Tanrı’nın aşkınlığı ve içkinliği tam olarak etkileşim içindedir. Bu durum, tam bir bütünleşme, bütün insanları içine alan evrensel bir dayanışma ve birliğe imkân tanımakta, “Tanrı’nın ülkesi”, barışçıl bir dünyanın şifresi hâline gelirken, insani gizilgüçler de tamamen sosyal içerikli değerler yaratmaya hasredilmektedir (Karaca, 2007: 200-208). Yavuz, 7-12 yaşları arasında bulunan 588 ilköğretim öğrencisi üzerinde uyguladığı araştırmada, çocukların dinî duygu ve düşüncelerini farklı değişkenlere göre incelemiştir. Araştırmada, 7-9 yaşları arasındaki çocukların, dinî inançlarının uyanma ve gelişme döneminin niteliklerini taşıdıkları, yaşlarının ilerlemesine paralel olarak çocukların inançlarında kararlı, bilinçli ve akılcılık düzeyinde gelişim gözlenmiştir. Yine araştırmada, çocukların Tanrı’yı temel sıfatlarıyla (yaratıcı, eksiksiz ve kusursuz olma, bağışlayıcı, merhamet edici, eşi ve benzerinin olmaması, ezeli ve ebedi olması, her yerde bulunması, her şeye gücünün yetmesi vb.) ilişkiler kurarak tasavvur ettikleri saptanmıştır. 7-9 yaşlar arasındaki çocukların tasavvurlarının, sürekli gelişim gösterdikleri, benmerkezcil ve az da olsa antropomorfik düşünce biçimlerine sahip oldukları tespit edilmiştir. Çocukların yaşları ilerledikçe, Tanrı tasavvurlarının da geliştiği, anlam ve içerik bakımından derinleştiği saptanmıştır. Aynı zamanda çocukların Tanrı tasavvurlarının gelişmesinde, aile başta olmak üzere, eğitim-öğretim süreçleri ve sosyal çevre gibi faktörlerin etkili olduğu belirtilmektedir (Yavuz, 1987). Konuk tarafından yapılan bir araştırmada ise, 5-6 yaşlarındaki çocukların Tanrı tasavvurlarının daha çok antropomorfik özelliklere sahip olduğu tespit edilmiştir (Konuk: 1994). Kuşat, Tanrı tasavvuru ile yaş, cinsiyet ve benlik saygısı gibi değişkenler arasındaki ilişkiyi incelediği araştırmasında, yaş, cinsiyet ve benlik saygısı gibi etkenlerin Tanrı tasavvurunun oluşmasında önemli bir etkisinin olduğunu saptamıştır. Yine araştırmada, erkeklerin Tanrı’nın gücünü ve cezalandırıcılığını; kızların ise daha çok Tanrı’nın yakınlığı, koruyuculuğu ve sevgisini öne çıkardıkları tespit edilmiştir (Kuşat: 2006). Yıldız ise ilköğretim okullarında öğrenim gören 1047 öğrenci üzerinde yaptığı bir çalışmada; araştırmaya katılan tüm çocuklarda, Tanrı tasavvurunun Piaget’nin bilişsel gelişim aşamalarına paralel olarak geliştiği ve 7-11 yaş grubu ile 13-15 yaş grubu çocukları karşılaştırıldıklarında, aralarında somuttan soyuta bilişsel gelişim farklılıklarının bulunduğu tespit edilmiştir (Yıldız, 2007). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Özet Tanrı Tasavvurları •Tanrı kavramı, kendisinde güç, her yerde hazır ve nazır olma, otorite, adalet ve iyilik kavramları gibi pek çok özelliği kapsayan temel bir kavram olarak tanımlanmaktadır. •Düşüncenin bir türü olarak kabul edilen tasavvur, ruhsal güçler veya duygusal uyarılarla zihinde önceden oluşan herhangi bir nesnenin, olayın, eylemin ya da bir kavramın istekli olarak yeniden özel bir biçimde şekillenmesi, canlanması, anlam kazanması veya hatırlanmasıdır. Tanrı tasavvuru ise bireyin küçük yaşlardan itibaren zekâ gelişimine, edinmiş olduğu bilgi ve yaşantısına göre, Tanrı’yı zihninde canlandırması ve şekillendirmesi olarak tanımlanabilir . •Tanrı tasavvuru, ilk çocukluğun hatıra ve duygularını taşır. Tanrı kavramı, bilişsel veya teolojik Tanrı anlayışına göndermede bulunurken; Tanrı tasavvuru, bireyin Tanrı’yı duygusal olarak tecrübe etmesiyle daha çok ilişkilidir. •Tanrı tasavvurlarını açıklamaya yönelik teorik yaklaşımlar gelişitirilmiştir. Bağlanma teorisi, nesne ilişkileri teorisi ve bilişsel tabanlı teoriler bu konudaki teorilerin temel kategorilerini oluşturmaktadır. •Bireyler daha küçük yaşlarından itibaren zekâ gelişimlerine, edinmiş oldukları bilgi ve yaşantılarına göre başta Allah olmak üzere, çeşitli dinî kavramları ve olayları zihinlerinde canlandırmaktadırlar. Buna göre, kişisel gelişimi etkileyen hemen her şey, tanrı tasavvurarını da etkilemektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Ödev Etkileşimli Alıştırmalar Alıştırmalar Tanrı Tasavvurları Ödev gönderimi • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebilirsiniz • Tanrı tasavvurunun oluşumu, gelişimi ve farklılaşmasında etkili olan çeşitli bireysel, toplumsal, kültürel vb. faktörlerle ilgili 200 kelimeyi aşmayacak bir kompozisyon yazınız ve yandaki ödev gönderme linkini kullanarak gönderiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Tanrı Tasavvurları DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. “Dinî kavram, olay ve nesnelerin zihinde canlandırılması ve şekillendirilmesi” aşağıdaki kavramlardan hangisiyle açıklanmaktadır? a) Dinî tutum b) Dinî tasavvur c) Dinî düşünce d) Dinî ilgi e) Dinî inanç 2. Tanrı kavramı ile Tanrı tasavvuru arasında ayrım ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? a) Tanrı tasavvuru, ilk çocukluğumuzun hatıralarını ve duygularını taşır. b) Tanrı fikri veya kavramı, Tanrı’nın genellikle bilinçli yönünü ifade eder. c) Tanrı kavramı, bilişsel veya teolojik Tanrı anlayışına göndermede bulunur. d) Tanrı fikri veya kavramı, Tanrı’nın duygusal yansımasını ifade eder. e) Tanrı tasavvuru, bireyin Tanrı’yı duygusal olarak tecrübe etmesidir. 3. “Peri masalları, animizm, antropomorfizm ve büyülü özelliklerle belirtilmiş olan Tanrı tasavvuru” aşağıdaki dönemlerden hangisinde daha çok görülür? a) Okul öncesi dönem b) Ergenlik c) İlk yetişkinlik d) Yetişkinlik e) Yaşlılık 4. “Tanrı’yı daha gerçekçi ve tanımlayıcı bir rolde görme eğilimindedirler. Onların dinî düşünceleri daha somut olsa da Tanrı tasavvurları biraz antropomorfik kalır.” Açıklaması verilen Tanrı tasavvuru aşağıdaki hangi yaş aralığında daha çok görülür? a) 12-17 b) 60+ c) 18-25 d) 3-5 e) 6-11 5. Aşağıdaki seçeneklerden hangisinde Bağlanma Kuramı’yla ilgili yanlış bir ifade yer almaktadır? a) Bebek ile annesi arasındaki ilk bağlanma, erişkinlikteki ilişkileri etkiler. b) Bağlanma teorisi, yaşam boyu süren psikolojik bir sosyal ve kişilik gelişim teorisidir. c) Güvenli bağlanma stiline sahip olanlar, daha olumsuz bir Tanrı imajlarına sahiptirler. d) Tanrı inancı ve bağlılığı bireye duygusal güvenlik hissi sağlar. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Tanrı Tasavvurları e) Anne ile çocuk arasında kurulan bağlanma güvenli bir şekilde gerçekleşirse çocuk kendisini sevgiye değer ve önemli bulur. 6. Tanrı tasavvurunun gelişimiyle ilgili olarak aşağıdaki seçeneklerden hangisinde yanlış bir ifade yer almaktadır? a) Tanrı tasavvurunun gelişiminde ailenin önemli bir etkisi bulunmaktadır. b) Tanrı tasavvurunun gelişiminde bireyin yetişme ve düşünüş tarzı etkilidir. c) Tanrı tasavvuru bireyin edinmiş olduğu bilgi ve yaşantılara göre şekillenir. d) Tanrı tasavvuru yalnızca bireyin zekâ gelişimine paralel olarak şekillenir. e) Tanrı tasavvurunun gelişiminde bireyin bağlı olduğu dinin inanç esasları etkilidir. 7. “Tanrı, çocukluğumuzdaki babamızın bir prototipidir ve Tanrı yüceltilmiş babadan başka bir şey değildir.” İfadesi, aşağıdaki psikologlardan hangisi tarafından ileri sürülmüştür? a) Bowlby b) Harms c) Vergote d) Sullivan e) Freud 8. “Bebek ve ebeveyn arasındaki ilişki ve bu ilişkinin niteliği; bireyin diğer insanlarla özellikle de ilk bakıcılarıyla ilişkisi, Tanrı tasavvurunun şekillenmesinde temel bir rol oynar.” Bu ifadeler aşağıdaki kuramlardan hangisiyle uyuşmaktadır? a) Nesne-ilişkileri kuramı b) Bağlanma kuramı c) Bilişsel gelişim kuramı d) Dinî yargı gelişimi e) İnanç gelişimi evreleri 9. Çocuğun doğal olayların birileri tarafından -insan eliyle- yapıldığını sanması, aşağıdaki bilişsel gelişim özelliklerinden hangisiyle açıklanmaktadır? a) Benmerkezcilik (Egosantrizm) b) Odaktan uzaklaşamama c) Yapaycılık (Artifikalizm) d) Animizm e) Nesne Sürekliliği 10. “Bu evrede çocukların Tanrı tasavvurları rasyonel ve entelektüel değildir, duygu fantezi hüküm sürer. Çocuk, öykü karakterleri ile Tanrı arasında Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Tanrı Tasavvurları ayrım yapmaz.” Bu evre Harms’ın belirlediği tasavvur evrelerinden hangisidir? a) İlişki arayışı evresi b) Peri masalı evresi c) Gerçekçi evre d) Temsil arayışı evresi e) Bireysel evre Cevap Anahtarı 1-B, 2-D, 3-A, 4-E, 5-C, 6-D, 7-E, 8-A, 9-C, 10-B. YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Allport, G. W. (2004). Birey ve Dinî. (Çev. B. Sambur). Ankara: Elis Yayınları. Avis, P. (1999). God and the Greative Imagination: Metaphor, Symbol and Myth in Religion and Theology, , London: Routledge. Ayten, A. (2006). Psikoloji ve Din (Psikologların Din ve Tanrı Görüşleri). İstanbul: İz Yayıncılık. Bacanlı, H. (1995). “Tanrı ve Peygamber Kavramları”. Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi. Yıl: Sayı: 2. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Tanrı Tasavvurları Bovet, P. (1958). Din Duygusu ve Çocuk Psikolojisi. (Çev. S. Odabaş). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Budak, S. (2003). Psikoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Elias, J. L. (2004). “Ronald Goldman: Dinî Anlayış Psikoloğu”. (Çev. A. R. Aydın). Birey ve Din içinde. (Der. A. R. Aydın). İstanbul: İnsan Yayınları. Elkind, D. (1970). “The Origins of Religion in Child”. Review of Religious Research. 12, 1. Elkind, D. (1987). “Ergenlikte Ben-Merkezcilik”. (Çev. M. Çileli). Ergenlik Psikolojisi. (Der. Bekir Onur). Ankara: Hacettepe-Taş Kitapçılık. Freud, S. (1995). “Totem ve Tabu”. Dinin Kökenleri İçinde. (Çev. S. Budak). Ankara: Öteki Yayınevi. Freud, S. (1995/2007). “Bir Yanılsamanın Geleceği”. Uygarlık, Din ve Toplum İçinde. (Çev. S. Budak). İstanbul: Öteki Yayınevi. Furlong, E. J. (2004). Imagination. London: Routledge, Taylor and Francis Group. Goldman, R. (1964). Religious Thinking from Childhood to Adolescence. New York: Seabury Press. Goldman, Ronald. (2001), “Düşünme ve Dine Tatbiki”. (Çev. Süleyman Akyürek.). Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı: 11. Harms, E. (1944). “The Development of Religious Experience in Children”. The American Journal of Sociology. Vol. 50. No. 2. Hayta, A. (2006). “Anneden Allah’a: Bağlanma Teorisi ve İslâm’da Allah Tasavvuru”. Değerler Eğitimi Dergisi. 4 (12), 29-63. Holm, N. G. (2003). “Din ve Gelişim Psikolojisi”. (Çev. A. Bahadır). Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Sayı: XV. Hökelekli, H. (1993). Din Psikolojisi. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Karaca, F. (2007). Dinî Gelişim Teorileri, İstanbul: DEM Yayınları. Koç, B. (2008). “Göstergebilimsel Bir Çözümleme: Çocuk Resimlerinde Cennet ve Cehennem”. Dinî Araştırmalar. Cilt: 11, Sayı: 31. ss. 251-274 Konuk, Y. (1994). Okul Öncesi Çocuklarda Dinî Duygunun Gelişimi ve Eğitimi. Ankara: TDV Yayınları. Kuşat, A. (2006). “Ergenlerde Allah Tasavvuru”. Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi. Ü. Günay ve C. Çelik (Eds.). Adana: Karahan Kitabevi. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Tanrı Tasavvurları Mehmedoğlu, A. U. (2010). “Tanrı Tasavvurları”. Hayati Hökelekli (Ed.). A. Ü. İ. Önlisans Programı. Din Psikolojisi. Eskişehir: T.C. A. Ü. Açıköğretim Fakültesi Yayını. Morris, C. G. (2002). Psikolojiyi Anlamak (Psikolojiye Giriş). (Çev. Ed., H. B. Ayvaşık ve M. Sayıl). (Böl. çev. N. E. Düzen). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. Peker, H. (2000). Din Psikolojisi. Samsun: Aksiseda Matbaası. Piaget, J. (1966). The Origins of Intelligence in Children. (Trans. Margaret Cook). New York: International University Press. Piaget, J. (1991). “Ergenlikten Yetişkinliğe Bilişsel Gelişim”. (Çev. Z. Sinem Kavsaoğlu), Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Cilt: 24, Sayı: 1, Ankara. Piaget, J. (1999b). Çocukta Zihinsel Gelişim. (Çev. H. Portakal), İstanbul: Cem Yayınevi. Piaget, J. (2005). Çocuğun Gözüyle Dünya. (Çev. İ. Yerguz). Anakara: Dost Kitabevi. Plevmatikos, D. (2005). “İlkokul Çağındaki Çocukların Dinî Kavramlarındaki Kavramsal Değişimler: Tanrının Yaşadığı Ev Örneği”. (Çev. R. Kaymakcan-A. Çetin). Dinî Araştırmalar Dergisi. Cilt: 8, Sayı: 22. Plotnik, R. (2009). Psikoloji’ye Giriş. (Çev. Tamer Geniş). İstanbul: Kaknüs Yayınları. Selçuk M. (1991). “İlköğretimde Din Dili ve Sembolik Anlatım”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri (8-10 Nisan 1988), Ankara: D.İ.B. Yayınları. Vergote, A. (1986 ). “Çocuklukta Din”. (Çev. E. Fırat). A.Ü.İ. F.D. VII. Yavuz, K. (1987). Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi. Ankara: D.İ.B.Y. Yavuzer, H. (2005). Çocuk Psikolojisi. İstanbul: Remzi Kitabevi. Yıldız, M. (2007). Çocuklarda Tanrı Tasavvurunun Gelişimi. İzmir: İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları. Zeytinoğlu, S. (1987). “Piaget: Zihin Gelişimi Kuramı”. Ergenlik Psikolojisi. Bekir Onur (Der.). 2. Baskı. Ankara: Hacettepe-Taş Kitapçılık. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İHTİDA PSİKOLOJİSİ • İhtida, dinî değişim ve din değiştirme • İhtida süreci • İhtidada etkin güdüler • İhtida sonrası tutum ve ilişkiler • Bir dine dönüş hareketi olarak tövbe • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • İhtida, dinî değişim ve din değiştirme davranışlarını kavrayabilecek, • İhtidanın psikolojik sürecini anlayabilecek, • İhtidada etkin olan güdüleri değerlendirebilecek, • İhtida sonrası tutum ve ilişkileri yorumlayabilecek, • Tövbeyi psikolojik olarak değerlendirebileceksiniz. DİN PSİKOLOJİSİ Prof. Dr. Hüseyin Peker ÜNİTE 12 İhtida Psikolojisi GİRİŞ Birey, ilk çocukluk döneminden itibaren, dine inanmaya eğilimli bir yapıyla, model aldığı kişilerden, arkadaşlarından, öğretmenlerinden, okuduğu kitaplardan, izlediği programlardan vs. etkilenerek kendine has bir dindarlığa sahip olur. Ancak dindarlık, statik değil dinamik olup hayat süreci içerisinde az çok değişiklikler gösterir. Bireyin çeşitli zihinsel ve psikolojik, sosyo-kültürel faktörlerin etkisiyle dine bağlılığı artabileceği gibi azalabilmekte, hatta bulunduğu dinî tamamen terk edip başka bir dine de bağlanabilmektedir. Birey zaman zaman inandığı dinin esaslarıyla çelişen davranışlarda bulunabilmekte, dinden kopmalar yaşamakta, ancak bir süre sonra pişmanlık duyup tövbe ederek yapmadığı dinî davranışları tekrar yapmaya başlamakta ve dine yönelebilmektedir. Zaman zaman da başından geçen dramatik olaylar ya da edindiği yeni bilgiler, onda dinin bazı esaslarıyla ilgili şüpheler oluşturabilmekte ve şüpheler gittikçe güç kazanarak dinî inancını zayıflatabilmektedir. Böylece inanç değişimi, farklı dozlarda olmak üzere bireyin yaşadığı önemli psikolojik bir süreçtir. Bu süreç bazen bireyde stres ve gerginlik yaratırken, bazen de bu konuda verdiği karar ve geldiği nokta, gönlünü ferahlatabilmektedir. Ancak şurası bir gerçektir ki, hangi dinde olursa olsun din değiştirme davranışı kısa sürede meydana gelmemekte, birey bu kararı verme noktasına belli bir aşamadan sonra gelmektedir. Bu ünitede bireyin din değiştirme sürecinde geçirdiği psikolojik aşamalar ve onun bu kararı vermesinde etkili olan güdüler üzerinde durulmuştur. Din değiştirme süreci, daha çok İslâm’ı seçen muhtediler üzerinde yapılan çalışmalar ekseninde ele alınmıştır. İHTİDA, DİNİ DEĞİŞİM VE DİN DEĞİŞTİRME “İhtida”, sözlükte hidayete erme, doğru yolu bulma anlamına gelmektedir. Terim olarak, başka bir dine inanan ya da dinî inancı olmayan bir kimsenin İslâm Dinî’ni kabul etmesini, benimsemesini ifade eder. İslâm dinini kabul eden, benimseyen kimseye“mühtedi” denir. İslâm dininden ayrılan, İslâm Dinî’ni terk eden kimseye ise“mürted”, bu olaya da “irtidat” denir. Verilmesi zor bir karar: Din değiştirme “Dinî değişim” kavramı, bireyin dinî inanç, düşünce, duygu ve davranışlarındaki her türlü değişimi ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu değişim dine yönelme şeklinde de, dinden uzaklaşma şeklinde de olabilir. Dolayısıyla dinî değişim, ihtida ve irtidat dâhil, her türlü din değiştirmeyi içine alan geniş bir anlama sahiptir. Batı dillerinde “conversion” kelimesi, bu anlamda kullanılmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İhtida Psikolojisi “Din değiştirme” ise, bireyin inancının bir dinden başka bir dine aktarılmasını;bir dinden başka bir dine dönüşü ya da geçişi ifade eden bir kavramdır. Dolayısıyla ihtida sadece İslâm dinine girişi anlatırken, din değiştirme herhangi bir dine geçişi belirttiğinden ihtidayı da kapsar. Ancak hepsinde de psikolojik olarak belli oranda zihinsel, duygusal ve davranışsal değişimler söz konusudur. İHTİDA SÜRECİ İhtida, dine dönüş ve din değiştirme, kısa sürede oluşan bir davranış değildir. Her ihtida olayının mutlaka bir geçmişi, bir hazırlık devresi vardır. Kişinin uzun süre inandığı, bağlandığı dinî değerleri terk ederek başka bir dine, İslâm’a girmesi kolayca gerçekleşmez. Vinet bunu şöyle bir karşılaştırma ile açıklar: “Roma, bir günde bir kişiyi dine döndürmekten daha kolay inşa edilebilir.”(James, 1951: 109) İhtida sürecinde bütün geçmiş yaşantıların etkisi vardır. Her dinî değişim, her ihtida olayında bireyin geçmiş yaşantısının da etkisi bulunur. Bu nedenledir ki bazı psikologlar, dinî değişim araştırmalarında çocukluk dönemine kadar gidilmesi gerektiği üzerinde dururlar. Dolayısıyla çocukluk döneminden itibaren çocuğa gösterilen ilgi ve alakanın, anne baba çocuk ilişkilerinin, din eğitiminin veriliş yönteminin, aldığı dinî bilgilerin, ailenin dağılmasının, anne baba yoksunluğunun, ekonomik sıkıntıların, karşılaşılan olayların, haksızlıkların vs. ihtida sürecinde az ya da çok etkisinin olabileceği unutulmamalıdır. Bütün bunların derece derece bireyin inandığı dinden uzaklaşmasında ve zamanla bazı faktörlerle de İslâm’a yönelmesinde etkisinin olduğu görülmektedir. Dinî inançta sarsıntılar yaşayarak başlayan ihtida süreci, çalkantılı bir dönemden sonra, benliğin yeniden yapılanmasıyla son bulur. Kuşkusuz bütün ihtida davranışları aynı süreci takip ederek gerçekleşmez. Birbirine benzemeyen farklı etkenlere bağlı, farklı süreçleri izleyerek oluşan ihtidaların olduğu da bir gerçektir. Zaten her ihtida olayının kendine mahsus boyutları söz konusudur. Bireyin yapısına, yetişme tarzına ve içinde bulunduğu kültürel özelliklere göre farklı süreçler yaşanabilmektedir. Ancak psikolojik açıdan bakıldığında, ortaya çıkan gelişim ve değişim doğrultusunda genel bir ihtida süreç modelinden söz edilebilir. Batı’daki yeni dinî hareketleri psikososyal açıdan inceleyerek yedi aşamalı bir din değiştirme süreç modeli geliştiren Lofland ve Stark’tan, bizim çoğunlukla İslâm’a giren mühtediler üzerinde yaptığımız ve Ali Köse’nin Müslüman olan İngilizler üzerinde yaptığı araştırmalardan yararlanarak şöyle bir ihtida süreç modelini oluşturmak mümkündür: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İhtida Psikolojisi Kendisine Sunulan Dinî Esasları Tatmin Edici Bulmama Birey önce zihinsel bir tatminsizlik yaşar. Öğrendiği bazı dinî esaslardan şüphe duyar. Ancak günah kavramı nedeniyle bunların bir kısmını bilinçaltına iter, fakat bir kısım şüpheleri onu için için etkilemeye devam eder. Huzursuzluk ve Gerginlik Yaşama Bireyin dinî esaslarla ilgili şüphesinin devam etmesi ya da yaşadığı travmatik bazı olaylar, onda huzursuzluk ve gerginlik oluşturur. Gerginlik bir noktaya gelinceye kadar bilincinde olmadan, daha sonra da bilinçli olarak büyür ve gelişir. Şüphe devam ettiği sürece gerginlik artar ve birey zihnen tatmin olamadığı için bunalmaya başlar. Huzursuzluk ve gerginlik, dinden uzaklaşmış, dinsiz bir hayat sürdürürken dine yönelmiş kişilerde de önemli bir süreç olarak kendini göstermektedir. “Dinden uzak yaşantıya devam mı etmeli yoksa dine mi dönmeli?” sorusu zaman zaman bireyde gerginlik yaratır. Dine karşı olan güdülerle dine yöneltici güdülerin çatışması, dahası bunların yakın güçte olması, huzursuzluğu ve gerginliği artırır. Dinî Bir Arayış İçinde Olma Bu aşamada birey, bulunduğu durumdan kurtulma, şüphe duyduğu ya da duygusal yönden rahatsızlık hissettiği konularda tatmin olma ve huzura kavuşma yollarını arar. Bu arayış önce bağlı olduğu dinde başlar, sonra diğer dinlere kayar. Eğitim düzeyine, mesleğine ve içinde bulunduğu sosyal şartlara göre dinî yönelimleri olur, kitaplar okur, başka dinden kişilerle görüşür. İslâm’a İlgi Duyma İhtida sürecinde zihinsel ve duygusal etkileşim yoğundur. Okuduğu kitaplar, araştırmalar ve görüşmeler İslâm’a ilgi duymasına ve yönelmesine neden olur. Kendi dinine yabancılaşma artarken, İslâm’la etkin, duygusal bağlar kurulur. Zihninde şüphe oluşturan çözemediği konuların, İslâm’da kendisini tatmin edecek içerikte olduğunu öğrenmesi, ilgisini artırır. Müslümanlarla İletişim Kurma Bireyin İslâm’a ilgi duyması, onu Müslümanlarla iletişim kurmaya yöneltir. Mevcut arkadaş grubuyla iletişimi azalırken Müslümanlara ilgisi artar. Böylece hem yazılı kaynaklardan hem de Müslümanlardan, İslâm’la ilgili zihnine takılan soruların cevaplarını öğrenmeye çalışır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İhtida Psikolojisi Kendini İslâm’a Uydurmaya Çalışma İslâm’a girme kararını vermeden önce birey İslâm’ı uygulayıp uygulayamayacağını düşünür ve namaz, oruç gibi bazı ibadet ve dinî uygulamaları yerine getirmeye çalışır. Adeta hem kendisini hem de İslâm’ı dener. İslâm’a uyup uyamayacağını kontrol eder. İslâm Dinini Kabul Ederek Bu Dine Alışma Birey aklen ve kalben tam anlamıyla tatmin olduktan sonra kesin kararını verir ve İslâm dinini kabul ettiğini açıklar. İslâm ilkelerini uygulama ve onlara alışma çabası içine girer. Bu sürecin başka dinlere bağlananlarda da genel olarak benzer şekilde tamamlandığı söylenebilir. İHTİDADA ETKİN GÜDÜLER Birey ihtida kararını çoğunlukla tek bir güdünün etkisiyle değil, birden çok güdünün karmaşık etkisiyle verir. İhtida eden kişiyi böyle önemli bir davranışta bulunmaya iten çok değişik faktörler söz konusu olabilmektedir. Bu faktörlerin hepsi, ihtida güdülerini oluştururlar. Bu güdüler, bireyin zihinsel değerlendirmelerine, duygularına, sosyokültürel ve ekonomik şartlara bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Birey ihtida kararını çoğunlukla tek bir güdünün etkisiyle değil, birden çok güdünün karmaşık etkisiyle verir. Ancak bazı güdüler karar vermede daha etkin olarak yer alır. Bazı vakalarda zihinsel, bazılarında duygusal, bazılarında ise sosyokültürel güdüler daha etkilidir. Bu güdüler sadece ihtida edenlerde değil, bütün din değiştirmiş kişilerde de benzer şekilde bulunur. Zihinsel Güdüler Zihinsel güdüler, bireyin entelektüel değerlendirmelerine bağlı olan güdülerdir. İnandığı dinin esaslarını, ibadet ve diğer uygulamalarını tatmin edici bulmama, şüphe ve tereddütler yaşama sonucu, bireyi bağlı bulunduğu dinden uzaklaştırmaya ve kabul ettiği yeni dine yaklaştırmaya yönelten zihinsel güdüler şunlardır: Zihinsel Tatminsizlik Duyma İnsan soru sorar ve sorularına tatmin edici cevaplar arar. Bazı insanlar zaman zaman dinî esas, inanç ve uygulamalarla ilgili değerlendirmelerde bulunur, kendilerini tatmin edecek açıklamalar yapmaya çalışırlar. Yeterli açıklamalar yapamamak, onları bu konuları biliçaltına iterek baskılamaya, üzerinde bir süre düşünmemeye götürebileceği gibi, onlarda birtakım Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İhtida Psikolojisi şüpheler de geliştirebilir. Eğer bu şüpheleri giderecek bilgiler elde edemez, şüpheler artmaya devam ederse, birey zihnen tatmin olamadığı için gerginlik duyar, huzursuz olur. Örnek Clark gibi bazı psikologlar, din değiştirme sürecine giren bir kişideki en temel psikolojik sonucun gerginlik olduğunu belirtmiştir. Clark’a göre, dinî değişime yönelmiş bir kişide gerginlik, bir noktaya gelinceye kadar bilincinde olmadan, daha sonra kısmen bilinçli olarak büyür ve gelişir. Kişinin dinî esaslarla ilgili şüphesi devam ettiği sürece gerginlik artar ve ruhen tatmin olamadığı için bunalmaya başlar (Clark, 1958: 202-203). •“Anlayamadığım bir nokta ‘teslis’ inancı idi. Bu fikir mantık ve akl-ı selimime aykırı geliyordu. Allah’ın üçüncü kısmını teşkil eden ‘Ruh-ül Kudüs’e bir diyeceğim yoktu, fakat Hz. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğunu bir türlü kabul edemiyordum. Bütün dünyadaki ve kâinattaki hayatın yaratıcısı olan Tanrı’nın, kendini yaratmak için basit bir vücuda ihtiyaç göstereceğine bir türlü inanamıyordum. Hristiyanlık inancına göre, Tanrı sadece oğlu vasıtası ile kısmen yeryüzünde bulunuyor, diğer kısmı ise baba olarak cennette kalıyordu. Bu suretle Tanrı hem kendi kendisinin babası hem de oğlu oluyordu. Bütün bunları düşündükçe zihnim alt üst oluyordu.” Bu durumda birey, gerginlikten kurtulmak, zihnen tatmin olmak için arayışlar içine girer, konuyu bilen kişilere sorar, kitaplar okur ve zamanla başka dinlerin bakış açısını öğrenme arzusuyla o dinlere de yönelebilir ve onlardan birinin esaslarının kendini tatmin etmesi sonucu din değiştirerek o dine girebilir. Yukarıda verilen örnekteki şahsın devam eden açıklamalarında bu güdü çok net olarak görülmektedir: “1953 yazında bir sabah kendimi Hamburg Üniversitesi kütüphanesinde buldum. Beynelminel üniversiteler arasında birbirleriyle kitap değiştirmek bir âdet hâlini almıştır. O sıralarda bir İngiliz Üniversitesinden gelen kitapları gözden geçiriyordum. Henüz tasnif edilmemişler ve orada bir yığın hâlinde duruyorlardı. Yeşil karton ciltli bir kitap gözüme ilişti. Kitabı aldım, baktım ‘İslâmiyet ve Dünyadaki Vazifesi’. yazarı ise Kahire Ezher Üniversitesi profesörlerinden M. Ferit Vecdi Bey idi. Kitabı açtım ve okumaya başladım. Beni en çok şaşırtan, sandığım gibi başka dinlerin tenkidini içermemesi idi. Yazar önce, insanlar arasında dinin gereğine işaret ederek İslâmiyet hakkında gayet sade ve objektif bir tarzda bilgi veriyordu. Din ihtiyacı çok güzel bir şekilde açıklanmıştı ve benim fikirlerime tamamıyla uyuyordu. Kitap beni müthiş sarmıştı ve okumaya devam ediyordum. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İhtida Psikolojisi Okuduklarım beni oldukça heyecanlandırmıştı. Gayet kısa zamanda okumaya muvaffak olduğum bu kitabı bitirdiğim zaman saadet ve sevinçten yerimde duramaz olmuştum. İşte hakikat burada idi ve onu bulmuştum.” Bulunduğu Dinin Esaslarını Sorgulama Bilindiği gibi ergenlik döneminde bedensel gelişimin yanında zihinsel yönden de gelişen genç, çocukluk çağındaki görece pasif hâlinden sıyrılıp kendini ilgilendiren konular üzerinde düşünmeye ve onları değerlendirmeye başlar. Bunlar arasında dinî konular önemli bir yer tutar. Çocukluk dönemindeki inançlarını, dinî esaslar diye kendisine öğretilenleri ve dinî uygulamaları yeniden gözden geçirir, sorgular. Bu sorgulama zekâ, eğitim ve kişilik yapısına bağlı olarak daha sonraki dönemlerinde de devam eder. Ergenlik dönemiyle beraber birey dine karşı şüpheler geliştirebilir. Özellikle din ile ilgili farklı bilgiler edinmesi, aklen izah edemediği bazı dinî konular ve toplumdaki dinî esaslardan kaynaklandığı düşünülen sosyal adalet ve eşitlik konusundaki olumsuz yaklaşım ve uygulamalar, bireyde sorgulamalara neden olmakta ve onda dine karşı şüpheler geliştirebilmektedir. Ancak şunu özellikle belirtmek gerekir ki, şüphe içerisine girmek her zaman kişide iman noktasında olumsuz bir etki oluşturmaz. Bu şüpheler aynı zamanda daha bilinçli bir dindarlığa götürücü etkiler de meydana getirebilir. Ancak şüphelerini aşamaması, şüphelerin uzun süre devam etmesi durumunda, bireyin şüphe duyduğu konularda kendisini tatmin eden bir dine ilgi duyması ve yönelmesi söz konusu olabilmektedir. Araştırmalar, Hristiyanlığı terk ederek Müslüman olan birçok mühtedinin, teslis, Hz. İsa’nın ulûhiyeti, ruhban sınıfının otoritesi, asli günah doktirini gibi konulardaki zihinsel tatminsizliklerinin onları yeni bir dinî arayışa sevk ettiğini göstermektedir. Bu arayış, bireyi din değiştirmeye kadar götürebilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Örnek İhtida Psikolojisi •“Hristiyanlıktaki ‘İsa Allah’tır’ inancını uygun bulmuyordum. Aklım ve mantığım böyle bir şeyi kabul etmiyordu. Bu nedenle Hristiyanlığın gerçek bir din olmadığını, İncil’in papazlar eliyle değiştirilmiş olduğunu düşünüyordum. Allah’ın, insanları kurtarmak için insan şeklinde yeryüzüne inebileceğine bir türlü inanamıyordum. Daha okul sıralarında duyduğum ilgiyle İslâm dinini araştırmaya başladım. Kur’an’ın Almanca tercümesini ve İslâmiyet hakkında yazılmış daha pek çok kitaplar okudum. Uzun bir araştırına sonunda, İslâmiyet’in en son ve gerçek bir din olduğunu, hakiki Allah inancının İslâmiyet’te bulunduğunu gördüm. Böylece İslâmiyet’e inanmış, ancak resmen kabul etmemiştim. Bu arada Almanya'ya çalışmaya gelen Müslüman bir Türk’le tanıştım. Onun açıklamaları ve önderliği ile kesin kararımı verdim ve resmen İslâmiyet’i kabul ettim.” Bir Anlam Boşluğu İçinde Bulunma Hayatı anlamlandırma zihinsel ve ruhsal bir ihtiyaçtır. İnsan kendi varoluşunu, dünyayı, evreni, kısaca varlığı anlama, anlamlandırma ve açıklama ihtiyacı duyan bir tabiata sahiptir. Eğer birey varlığa, olup biten olaylara bir anlam verebilirse, varoluşu kendini tatmin edecek şekilde açıklayabilirse, kendisiyle ve çevresiyle uyum içinde olabilmekte, bu doğrultuda zihinsel bir arayışa girmemektedir. Aksi takdirde, anlam ihtiyacının gerektiği ölçüde tatmin bulamadığı durumlarda bir anlam boşluğuna düşmekte, hayata ve yaşamaya karşı genel bir bıkkınlık duyabilmektedir. Viktor Frankl 20. yüzyılda yaygınlaşan “Varoluşsal Boşluk”tan söz eder ve bunun özellikle “kendini değersiz ve anlamsız bulma” duygusuyla oluştuğunu belirtir. Frankl, insanların bu varoluşsal boşluğa düşmekten ancak dinin açıkladığı, hayata yüklediği anlamı, ahlak ve değer yargılarını benimsemekle kurtulabileceğini vurgular (Frankl, 1998: 101-113). Ünlü ağır siklet boks şampiyonu Muhammed Ali, Müslüman olmadan önce böyle bir boşluk içine düştüğünü, ruhundaki sıkıntıdan, huzursuzluk ve gerginlikten kurtulmanın yollarını aradığını, bu durumdan İslâm’ı seçerek kurtulduğundan bahseder. Araştırmalar birçok kişinin, hayatı açıklayan, kendilerini tatmin edici anlamı bulabilecekleri bir din arayışı içine girdiklerini ve bu güdünün etkisiyle zamanla din değiştirdiklerini göstermektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İhtida Psikolojisi Duygusal Güdüler Duygusal tecrübeler din anlayışını değiştirebilir. Yaşanan yoğun duygusal tecrübeler, bireyin zihin dünyasını etkilediği gibi ruh dünyasını da etkileyebilmekte ve onun hayata bakışını, din anlayışını değiştirebilmektedir. Bu tür yaşantılar bireyi dinî değişime yöneltici bir etkiye her zaman sahiptir. Ancak bu değişim, dine dönme, sığınma şeklinde de olabilir, dinden uzaklaşarak başka bir şeye (alkol, uyuşturucu gibi) sığınma ya da başka bir dine yönelme şeklinde de gerçekleşebilir. Bu güdüler şunlardır: Travmatik, Gerilimli Olaylar Yaşama İnsanın yaşadığı geçen travmatik, stresli, gerilimli olaylar, onun duygu dünyasını alt üst ettiği gibi, hayata bakış, düşünce ve değerlendirmelerinde de köklü değişiklikler meydana getirebilmektedir. Örneğin, çok sevdiği bir yakınının ölümü, boşanma, işini kaybetme, iflas etme, kronik bir hastalığa yakalanma gibi olaylar, duygusal bir karmaşaya ve iç sıkıntısına neden olmakta ve bu gibi durumlar dinî değişimi tetikleyici bir etki meydana getirebilmektedir. Loflang ve Stark gibi bazı psikologlar, aşırı gerilim ve sıkıntı içinde olmayı, dinî değişimin ön şartı olarak görmüşlerdir. Ancak özellikle din değiştirme kararının verilmesinde, duygusal unsurları destekleyen zihinsel ve sosyal unsurların da etkili olduğunu ortaya koyan araştırmalar bulunmaktadır. Suçluluk ve Günahkârlık Duygusu: Dinî emir ve değerlere aykırı davranışlar, çoğu durumda bireyde suçluluk ve günahkârlık duygusu meydana getirebilmektedir. Bu duygu bireyin inancına ve kişilik yapısına göre huzursuzluk doğurmakta ve bulunduğu durumdan dönme, vazgeçme yönünde motivasyon üretmektedir. Ancak şu da bir gerçek ki, suçluluk ve günahkârlık duygusu, her zaman Allah’a ve dine yönelmeyle sonuçlanmaz. Bazen dinî değerlere tepki, onları hiçe sayma, dinden tamamen uzaklaşma ve isyan tutumu geliştirme de ortaya çıkabilmeketdir. İkinci Dünya savaşına katılmış bir Alman subay (Sonradan Müslüman olmuş ve Ali Ömer adıyla yazdığı bir kitapta neden Müslüman olduğunu açıklamıştır.) savaştan sonraki değerlendirmelerini ve kendi dinine yönelişi hakkında şunları söylemiştir: “Geçen harbi takip eden günlerin emniyetsizlik ve huzursuzluğu içinde, kanunsuz ve nizamsız bir hayatın tehlikelerini görmüş, aynı zamanda bazen ölümle, bazen de gurur ve haysiyetin kaybı ile sonuçlanan bir açlık ve kıtlığın memleketi istila ettiğine şahit olmuştum. Bu hayatı bizzat yaşamayan bir kimse bunu tam olarak anlayamaz. Ancak eğer Tanrı’ya inanıyorsak geçen günlerin de kıymetini Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İhtida Psikolojisi Suçluluk ve günahkârlık duygusu, ergenlik döneminde yoğun olarak yaşanır. bilmeliyiz. Benim kişisel ıstırabım bu hususta tam bir fikir veremez. Çünkü yalnız kendi çektiklerim değil, bütün bir milletin gördüğü acı bana etki etmiştir.Ancak hayatı yaşamaya değer hâle getiren bir kanun olmalıydı, diye düşünüyordum. Bu, olsa olsa ilahî bir kanun olabilirdi. O zaman anladım ki, Tanrı sadece mevcut olmakla kalmıyor, bu geçici hayatı insanlara kendi değerlerini ispat etmeğe yarayacak bir imtihan olarak sunuyordu. O zaman gözlerimdeki perde kalktı ve bütün zorlukları çözebileceğime inandım. Belki de bu suretle, dünyada hüküm süren nefret, haset ve kötülüklere bir hâl çaresi bulabilecektim. Demek ki bu dünya bizim için bir imtihandı. Tanrı’nın emirlerine, ilahî kanunlara itaat etmeyerek insanlar arasına nifak sokanlar, nefret ve istırabın yayılmasına neden olanlar, ileride ne şekilde olursa olsun bunun hesabını vereceklerdi. Evet, artık bir izah yolu bulabilmiştim. Bu sonuca vardıktan sonra birden korktum. İstikbale ümitle bakabilmek için ne yapmıştım ki? Değişmeliydim. Çok geç olmadan muhakkak değişmeliydim. Bir Hristiyan olarak doğmuş, vaftiz edilmiştim. O hâlde Tanrı’ya karşı görevlerimi bir Hristiyan olarak yerine getirmem lazımdı.” Araştırmalar, suçluluk ve günahkârlık duygusunun özellikle ergenlik döneminde daha yoğun olarak yaşandığını göstermektedir. Gencin duygularının etkisinde kalarak, dinin yasakladığı bazı davranışlara yönelmesi, onda çatışma, gerginlik ve günahkârlık duygusu oluşturabilmektedir. Suçluluk ve günahkârlık duygusu, dine dönüş, hidayet bulma açısından önemli bir etken olurken, zamanla kişiyi bulunduğu dinden uzaklaştırıp başka arayışlara da yöneltebilmektedir. Bu arayışta özellikle zihinsel tatminsizlik duymanın yönlendirici bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Din Adamlarından ve Dindar Görünen Kişilerden Nefret Duyma Din adamlarının model davranışları, din değiştirmeye yol açabilir. Din adamlarının ve kendisini dindar gösteren kimselerin, kişisel çıkarlar elde etmek amacıyla din adına yanlış hükümler vermeleri, dinin emri diye gösterdikleri prensiplere kendilerinin uymamaları, kısaca sözleri ile davranışlarının birbirini tutmaması, bireyin din adamlarına ve dindar kişilere olan güveninin azalmasına, onlardan nefret duymasına neden olabilmektedir. Bu nefret duygusu bilinçaltına yerleşip zamanla gelişerek bireyin bulunduğu dine olan inanç ve bağlılığının azalmasına, hatta tamamen dinden uzaklaşmasına da yol açabilmektedir. Bu durumda birey, diğer dinlere daha açık hâle gelmekte, başka dine bağlı kişilerle kurduğu ilişkiler nedeniyle veya başka dine ait okuduğu kitapların etkisiyle din değiştirebilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Örnek İhtida Psikolojisi •“İki yıldır Türkiye’de bulunuyorum. Buraya geldikten sonra birçok cami ve türbe gezdim. İslâmiyet hakkında pek çok kitap okudum. İslâmiyetin mükemmel, akla ve mantığa uygun bir din olduğunu anladım. Bilhassa doğrudan doğruya, aracı olmadan Allah’a dua etmek için İslâmiyet'i seçtim, diyebilirim. Zaten Hristiyanlıktan çok önceleri çıkmıştım. Hristiyan din adamlarının vaazlarında bizden istediklerini kendilerinin yapmamaları, ayrıca insanların günahlarını Allah’tan önce kendilerinin affetme yetkileri varmış gibi görünmeleri nedenleriyle Hristiyanlıktan tamamen uzaklaşmıştım.” Sosyokültürel Güdüler İnsan sosyal bir ortamda doğmakta, büyümekte ve gelişmektedir. Yetiştiği ve içinde bulunduğu şartlar, iletişim kurduğu kişiler, onun inanç, tutum ve davranışlarını etkilemektedir. Dolayısıyla dinî değişim ve ihtida olaylarında da sosyokültürel güdülerin önemli etkisi olabilmektedir. Bütün davranışlarda olduğu gibi ihtidada da bireyin çocukluk döneminden itibaren aile bireylerinden ve diğer insanlardan gördüğü muameleler, ailenin parçalanması, dağılması, anne baba yoksunluğu, arkadaşlarının ve çevresindeki kişilerin dinî inanç ve tutumları belirleyici rol oynamaktadır. Bireyi ihtada etmeye götüren önemli sosyokültürel güdüler şunlardır: Müslümanlardan Yardım ve İyilikler Görme İhtiyaç duyulduğu anda yapılan yardım, din değiştirmeye yol açabilir. Başka dine mensup olan bir kişi çeşitli nedenlerle Müslümanlarla ilişki içerisinde olabilir. Bu ilişkiler sırasında eğer Müslümanların olumlu davranışlarıyla karşılaşmış, hele onlardan yardım ve iyilikler görmüşse, Müslümanların bu tutumu onu İslâm’a yöneltebilmektedir. Özellikle birey daha önce kendi dindaşlarından haksızlıklar, kötülükler görmüş ise, onlara karşı duyduğu nefret, onu kendi dininden soğutmuş ve uzaklaştırmış olabilir. İşte böyle bir durumda Müslümanların olumlu davranışları onu o derecede etkiler ki, zamanla onların dinine girebilir. T. W. Arnold’un İntişar-ı İslâm Tarihi adlı eserinde kaydettiği şu tarihsel olay, bu güdünün ne kadar etkili olabileceğini göstermesi açısından kayda değerdir: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Örnek İhtida Psikolojisi •“Haçlılar, Küçükasya (Anadolu) yolu ile Kudüs’e varmaya çalıştıkları sırada Frigya dağlarının geçitlerinde Türkler tarafından acı bir yenilgiye uğratıldılar. Fakat buna rağmen büyük zorluklara katlanarak Antalya sahillerine gidebildiler ve orada Rum tüccarlarının istedikleri yüksek ücretleri verebilenler Antalya sahiline geçebildiler. Hâlbuki hastalar ve yaralılar ile bir sürü hacı, hain müttefikleri Rumların merhametine ihtiyaçları olduğunu arz eder bir şekilde geri kalmaya mecbur oldular. Bunlardan üç veya dört bin kişilik bir kafile, ümitsizlik içinde kurtulmaya uğraştıkları sırada Türkler tarafından etrafları sarılıp büyük bir bozguna uğratılmıştı. Türkler bu zaferlerinden sonra karargâhı tazyike başladılar. Eğer Müslüman Türklerin kalplerine, o sefaleti ve felaketi görerek bir acıma duygusu gelmemiş olsaydı, geri kalan Haçlı kafilesinin durumu çok feci olurdu. Türkler, bu bîçarelerin yaralarına baktılar, fakirlerini cömertlikle beslediler ve sıkıntıdan kurtardılar. Hatta bazı Müslümanlar, Rumların tehdit ve hile ile Hristiyan hacılardan koparmış oldukları Fransız paralarını satın alarak ihtiyacı olan hacılara verdiler. Aynı dinden olmayanların bu koruyucu muameleleri ile dindaşları olan ve kendilerini ağır işlerde kullanan, döven, dolandıran Rumların hareketleri, Haçlı hacıları arasında öyle bir karşılaştırma vesilesi oldu ki, bunlardan pek çoğu kendi istekleriyle, kendilerini kurtaran Müslümanların dinini kabul ettiler.” Bunun yanında ayrıca bireye, İslâm’a karşı duyduğu ilgi ve eğilimler sırasında gösterilen iyi davranış ve yapılan iyilikler, onun Müslüman olma kararını vermesini kolaylaştıran ve bu kararı çabuklaştıran önemli bir güdüdür. İçinde Bulunduğu Müslüman Toplumdan Etkilenme Olumlu tutum ve davranışlar, din değiştirmeye yol açabilir. Başka dine inanmış olan bir kişi hayatını Müslüman bir toplumda sürdürüyor olabilir. Hatta küçük yaştan itibaren Müslüman bir toplumda yetişmiş, büyümüş ve arkadaşlarının, çevresindeki kişilerin büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşmuş olabilir. Bu durum, Müslümanların tutum ve davranışlarına bağlı olarak onun zamanla Müslümanlardan, onların inancından olumlu yönde etkilenmesine neden olabilir. Yaptığımız bir araştırma, bu etkinin şu noktalarda olduğunu göstermiştir: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İhtida Psikolojisi Toplumun kültürünü, gelenek ve göreneklerini benimseme Eğer birey, çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda yaşıyor, arkadaşlarının çoğu bu dine bağlı kişilerden oluşuyorsa, zamanla onlardan olumlu yönde etkilenebilir, toplumun kültürünü, örf ve âdetlerini benimseyebilir. Benimsediği bu örf, âdet ve iyi davranışlar, çoğunlukla toplumun inancından doğduğu için, toplumun dinine karşı ilgi ve hayranlık duymaya başlar ve bu duygu gittikçe gelişerek bilinçaltına yerleşir. Böylece bireyde, takdir ettiği bu dine girme istek ve eğilimi belirir. Bu istek ve eğilimin gittikçe kuvvetlenmesiyle veya karşısına çıkacağı bir şahsın etkisiyle din değiştirmeye karşı olan direnişler zayıflar ve birey din değiştirerek toplumun dinine girer. Ancak, unutmamak gerekir ki, toplumsal etki toplumdaki bireylerin tutum ve davranışlarına bağlı olarak iki yönde de, yani olumlu da olumsuz da olabilir. Müslüman bir toplumda yaşayan birey, eğer Müslümanlardan kötü davranışlar görürse, kuşkusuz onların dinine girme eğilimi hissetmez. Çevresindeki kişilerce saygı görme, takdir edilme arzusu Saygı görme ve takdir edilme arzusu, din değiştirmeye neden olabilir. Birey çevresindeki diğer insanlar tarafından takdir edilme arzusuna sahiptir. İlişkide bulunduğu kişiler tarafından beğenilme arzusu güçlü bir güdüdür. Müslüman bir toplumda, özellikle dar bir çevrede yaşayan başka dine mensup bir kişi de, başka dine mensup insanların oluşturduğu bir toplumda yaşayan Müslüman bir kişi de değişik dinden olması nedeniyle kendisinin ayıplanacağını, hor görüleceğini düşünebilir. Bulunduğu ortama, dinî inanç, bilgi ve kişilik yapısına göre kendini eksik görebilir. Bu eksiklik, çevresindekilere karşı aşağılık duygusuna kapılmasına neden olabilir. Aşağılık duygusu kişiye çok ağır ve acı gelen, hoşa gitmeyen bir ruh hâlidir. Bu duyguya sahip olan kimseler, kendilerini diğer insanlar yanında küçük gördüklerinden, bu duygudan kurtulmak, çevresindeki kişilerce sevilip saygı görmek, onların beğenisini kazanmak isteği ile din değiştip bulunduğu toplumun dinini kabul edebilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Örnek İhtida Psikolojisi •“ •"Ben Müslüman bir Türkle evlenmiştim. Evlendiğim zaman annem bana, ‘Türkle evlendin. Eğer dinini değiştirirsen seni evlâtlıktan reddederim’ demişti. Fakat ben, Müslüman olsam annem nereden duyacak diye düşündüğüm için, evlendikten sonra Müslüman olmak istedim. 18 kişilik bir aileye gelin gitmiştim. Hep beraber oturuyorduk. Onların hepsi Müslümandı. Sadece ben Hristiyan olduğum için kendimde bir eksiklik hissediyordum. Gerçi onlar bana bir şey söylemiyorlardı, fakat ben yine de huzursuzdum. Beyime söyledim, bu böyle olmaz. Ben de Müslüman olmak istiyorum. Fakat beyim çok ihmalkârdı. Bugün, yarın derken bu zamana kadar geldi. Türk toprağında dünyaya geldim, Türk mezarlığına gömülmek istiyorum. Onun için beyim öldükten sonra kendim müracaat ettim ve Müslüman oldum. Hatta komşular bana sorarlardı. ‘Müslüman oldun mu?’ diye. Onlara oldum derdim.” Müslüman Bir Kişi İle Evlenme Müslüman bir kişi ile evlenmeye bağlı ihtida olayları oldukça yoğundur. Bu şekilde İslâm’a giren birey, ya evlenirken ya da evlendikten sonra Müslüman olmaktadır. Burada daha ziyade şu güdülerin etkili olduğu görülmektedir: Evlenilen kişiye karşı duyulan sevginin inanılan dinî değerlerden daha üstün gelmesi Din değiştirme, evliliğe bağlı koşulların bir sonucu olabilir. Kendisiyle evlenmek isteyen başka dine mensup bireye, Müslüman olan erkek arkadaşı, “Seninle evlenebilmem için Müslüman olman gerekiyor. Müslüman olmazsan evlenemeyiz!” diye bir şart koşabilmektedir. Böyle bir durumla karşılaşan kişi, ya bulunduğu dinî terk ederek evlenecek olduğu kişinin dinine dönecek, yani Müslüman olacak ya da evlenemeyecektir. Bu durumda eğer bireyin, evleneceği kişiye karşı duyduğu sevgi ve evlenme ile amaçladığı değerler, inanmakta olduğu dinî değerlerden daha üstün gelirse, bulunduğu dinî bırakarak eşinin dinini kabul etmektedir. Aşadığıdaki örnek, bu durumu yansıtmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Örnek İhtida Psikolojisi •“Beyim, evlenirken Müslüman olmamı istedi. Ben de Müslüman oldum. Sadece evlenme nedeniyle din değiştirdim.” Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki birey daha önce, evlenecek olduğu kişinin bağlı olduğu dine ilgi duymuş, eğilim göstermiş, fakat din değiştirme kararını verememiş olabilir. İlgi duyduğu dine bağlı bir kimse ile evlenmesi, kararsızlık engelini aşmasına ve din değiştirmesine neden olabilir. Sosyal Destek Sağlama İnsan bulunduğu ortamda güven ve emniyet içinde olmayı ister. Kendisine yeterli ilgi ve sevgi gösterilmesini, değer verilmesini arzu eder. Başkaları üzerinde etki yapmasını, sözünün dinlenilmesini ister. Ayrıca sosyal bir ortamda, sadece kabul edilmiş olmaktan ziyade yüksek bir saygınlık ister. İşte bu duygularla birey, evlendikten sonra yeni bir çevresi olacağını, din değiştirirse, yakınları ve çevresindeki kişilerle daha iyi ilişkilerde bulunabileceğini, saygınlığının artacağını, kendisini onlara daha çok sevdirebileceğini ve daha garantili bir sosyal emniyete kavuşabileceğini düşünerek din değiştirebilmektedir. Dinî Konularda Tartışma Eşler arası dinî tartışmalar, din değiştirmeye neden olabilir. İki ayrı dine bağlı kişinin evlenmesinden sonra, eşler birbirlerinin dinine karşı ilgi duyabilmektedir. Ancak birey, nasıl her şeyi aynı derecede algılamazsa, her şeye de aynı ilgiyi göstermez. Kişinin değişik inançlara ilgi duyması için onların, kendi ihtiyaç ve isteklerinin tatmini yararına bir değer taşıması gerekmektedir. Özellikle eşler, bu özelliklerin etkinliği oranında birbirlerinin dinine ilgi duymakta ve zamanla dinî konularda tartışmalara girebilmektedir. Tartışma onlarda, bilinçaltında gizledikleri ve doyuracak ispatı yapamadıkları inançlarının bilinç alanına çıkmasını ve gerginlik yaratmasını sağlamaktadır. Böylece ortaya çıkan gerginlikten kurtulmak için, ya gerginlik doğuran konuları bilinçaltına iterek inanmakta oldukları dinî olduğu gibi kabul etmekte ya da eşlerden biri, zamanla diğerinin dinine dönmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Örnek İhtida Psikolojisi •“Eşim Türk ve Müslümandır. Onunla tanıştıktan sonra bana zaman zaman İslâmiyeti, İslâmın esaslarını anlatırdı. Hristiyanlığı az çok biliyordum. Ara sıra ailemle beraber kiliseye gider, orada vaaz dinlerdik. Protestan’dım, Katolikler gibi sık sık kiliseye gitmezdik. Hristiyanlıkta, Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu inancı vardır ve ben de buna inanıyordum. Üzerinde hiç düşünmemiştim. Kesin bir inançla buna inanıyor ve Hz. İsa’yı çok seviyordum. Eşimle konuşurken bana, Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olamayacağını, Allah’ın oğula ihtiyacı olmadığını, İsa’nın ancak bir peygamber olduğunu anlatırdı. Ayrıca, İslâmiyet'i araştırmamı, onun en son gerçek bir din olduğunu söylerdi. •Daha sonra bende de aynı inanç belirmeye başladı. İslâmiyeti bizzat kendim öğrenebilmek için almanca Kur’an tercümesini ve daha başka kitaplar okudum. Eşimle evlendikten sonra da araştırmalarım devam etti. Hz. İsa’nın bir peygamber olduğunu, en son peygamberin ise Hz. Muhammed olduğunu öğrendim. Artık İslâm’ın şartlarını tatbike başlamıştım. Oruç tutuyor, ara sıra namaz da kılıyordum. Eşim beni hiç bir zaman Müslüman olmaya zorlamadı. Evlendiğimizden yirmi beş yıl sonra resmen İslâmiyet'i kabul ettim. Zaten çoktan Müslüman olmuştum. Böylece resmen de Müslüman oldum. Hristiyanlığa ait öğrendiğim inanç ve esaslarla ilgili hiç bir zaman şüphe duymadım. Ancak eşimin anlattıklarını düşününce, Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olamayacağı, Allah’ın her hangi bir oğula ihtiyacı olmadığı konusunda içime şüphe düştü. Peygamberler arasında hiçbir farklılık görmemesi, Hz. İsa’yı da peygamber olarak kabul etmesi, İslâmiyet'e yakınlık duymam konusunda en etkili faktörler oldu." Ekonomik Mahrumiyet Ekonomik mahrumiyet, birçok davranışa yöneltici neden olabilmektedir. Dinî değişim açısından bakıldığında, ekonomik mahrumiyetin etkisinin olumlu yönde olduğu gibi olumsuz yönde de olabildiği görülmektedir. Ekonomik ya da başka mahrumiyet ve çaresizlik içinde bulunanlardan bazıları, bu mahrumiyetlerini telafi etmek amacıyla yeni bir gruba ya da yeni bir dine girebilmektedir. Çünkü bunlar kendilerini güven içinde hissedebilecekleri bir yer ararlar. Yeni girdikleri grupta ekonomik destek söz konusu olabileceği gibi, psikolojik ve sosyal destek de görebilmektedirler. Bu şekilde ihtida etmiş olanlar, şeklen Müslüman olmakta, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 İhtida Psikolojisi gerçekte ise önceki dinlerine inanmakta ya da zayıf bir dinî inanca sahip bulunmaktadırlar. Japonya- Tokyo Cami İmamlığından Diyanet İşleri Başkanlığına gönderilen 7 Şubat 1978 tarih ve 024-78 sayılı rapordaki şu ifadeler bu güdünün güzel bir örneğini oluşturmaktadır: Sosyo-ekonomik mahrumiyet karşısında dinin sunduğu güven ve destek, din değiştirmeye neden olabilir. “Nikâh törenleri ile İslâm’a giriş, belirli amaçlara yönelik görünümler arz etmektedir. Şöyle ki, bazı büyük Japon tüccarları Arap ülkeleri ile ticari faaliyetlerini daha fazla geliştirebilmek için, İslâm’a girdiğine dair belgeleri alarak şeklen İslâm görünümü sağlamaktadırlar.” Türkiye’deki İslâm’dan Hristiyanlığa dönenler üzerinde yapılan araştırmalar, bunlarda maddi çıkar sağlamanın önemli bir etken olduğunu göstermektedir. Misyonerler tarafından özellikle genç sempatizanları etkilemek amacıyla ekonomik yardım ve destekler önemli oranda kullanılmaktadır. Ancak bu yönde etkilenen gençlerin sadece ekonomik durumlarının ve maddi çıkar elde etme arzularının değil, çocuklukta aldıkları dinî eğitimin, anne, baba, çocuk ilişkilerinin, aile yapılarının ve arkadaş çevrelerinin de bu eğilimde son derece önemli olduğunun altını çizmek gerekir. İHTİDA SONRASI TUTUM VE İLİŞKİLER İhtida eden kişinin inanç, düşünce, değer, tutum ve davranışlarında, kimlik ve kişiliğinde, yakınlarıyla ve diğer insanlarla ilişkilerinde önemli değişiklikler meydana gelmektedir. Önceki durumuyla sonraki durumu az çok farklılaşmaktadır. Yalnız bu farklılaşma, bireyin din değiştirmedeki amacına, inancındaki samimiyete, dinin esaslarını benimseyerek mi yoksa çeşitli menfaatleri elde etmek için mi din değiştirdiğine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Gerçek bir inanç değişimine bağlı olarak ortaya çıkan ihtida olayından sonra genelde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: Kimlik Değişimi Din değiştirme, aynı zamanda psiko-sosyal bir değişimi ifade eder. İhtida ile birey, âdeta yeniden yapılanmakta, yeni bir kimlik kazanmaktadır. Hayata bakışı, hayatı değerlendirmesi, kendisini, dünyayı, olayları algılaması değişmektedir. Aslında böyle bir değişim ihtidadan önce başlamaktadır. İhtida ile önemli bir aşama kaydetmekte, ihtidadan sonra da devam etmektedir. Din değiştirme kararını vermesiyle ortaya çıkan dinî kimlik değişimi, bireyi içindeki sıkıntılardan, endişelerden kurtararak rahatlatmaktadır. Böylece kendini Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 İhtida Psikolojisi daha güçlü hissetmekte, yeni kimliğinin gereklerine uygun davranışlar göstermeye başlamaktadır. İbadet, Tutum ve Davranışlarda Farklılaşma İslâm dinini seçen muhtedilerin açıklamalarından, onların bir kısmının daha Müslüman olmadan önce ibadet etmeye başladıkları, ara sıra namaz kılıp oruç tuttukları anlaşılmaktadır. Böylece İslâm dininin istediği ibadetleri yapma yönünde bir farklılaşmanın olduğu görülmektedir. İbadetleri, özellikle de namaz ibadetini uygulama noktasında, bireyin bulunduğu ortama, çalıştığı işyerine göre bazı sıkıntılar söz konusu olabilmektedir. Mühtedilerden bazıları, işyerlerinde namaz kılamadıklarını, sadece evde iken namaz kıldıklarını, bazıları da düzenli olarak değil de arasıra namaz kıldıklarını belirtmişlerdir. Ali Köse’nin yetmiş İngiliz Mühtedi üzerinde yaptığı araştırmaya göre, bunların içki, uyuşturucu ve domuz eti gibi İslâm’ın yasakladığı maddelerle ilgili tutumları şöyledir: Büyük çoğunluğu (64 kişi) artık alkollü içki kullanmadıklarını söylerken, az bir kısmı (6 kişi),çok az olmak üzere bazen alkol aldıklarını ifade etmişlerdir. Daha önce uyuşturucu kullanan altı kişi de, uyuşturucuyu tamamen terk ettiklerini açıklamışlardır. Yine hepsi de Müslüman olduktan sonra domuz eti yemediklerini söylemişlerdir. Aile ve Çevre İlişkilerinde Sorunlar Din değiştirdikten sonra mühtediler, aile bireyleriyle ve çevrelerindeki kişilerle bazı sorunlar yaşayabilmektedir. Bu sorunlar daha çok anne babaların tutumlarına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, bazı anne babalar çocuklarının Müslüman olmasına sessiz kalıp tepki göstermezken, hatta bazıları olumlu karşılarken, bazıları ise aşırı tepki gösterebilmektedir. Özellikle koyu dindar olan bazı anne babaların tepkisi fazla olmaktadır. Bunlar çocuklarının Müslüman olmalarını bir türlü kabullenememektedirler. Din değiştirme, kişiler arası ilişki ve iletişimde ciddi sorunlara yol açabilir. Bazı mühtedilerin ailelerini üzmemek için ya da aileleriyle çekişme yaşamamak için Müslüman olduklarını söylememeyi tercih ettikleri görülmektedir. Bazıları da tepkiyi normal karşılamakta ve anne babalarının zamanla yumuşayacaklarını düşünmektedir. Bazı Mühtediler, gösterilen tepkilerin kendilerinde pişmanlık oluşturmadığını, tersine yeni kimliklerini daha da güçlendirdiğini belirtmişlerdir. İçinde bulunulan çevre ile ilişkiler, toplumun dinî inancına göre değişiklik göstermektedir. Eğer toplumun çoğunluğu Müslümanlardan oluşuyorsa, çevrenin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 İhtida Psikolojisi tepkisi olumlu olmakta, birey daha çok takdir edilmekte, saygınlık kazanmaktadır. Buna karşılık bireyin yaşadığı toplum, terk ettiği dine mensup kişilerden oluşuyorsa, o zaman bireye karşı soğukluk ve tepkiler oluşabilmekte, sosyal bir baskı söz konusu olabilmektedir. Din değiştirdikten sonra muhtedilerin sosyal çevrelerinde de önemli değişiklikler meydana gelmektedir. Örneğin Müslüman olduktan sonra eski arkadaşlarıyla içki içmeye gitmeyen muhtedinin bu tutumu, onlarla ilişkilerinin zayıflamasına neden olmaktadır. Ayrıca onun yeni Müslüman arkadaşlar edinerek onlarla daha yoğun ilişki içine girmesi, arkadaş çevresini değiştirmektedir. BİR DİNE DÖNÜŞ HAREKETİ OLARAK TÖVBE Kelime olarak “dönmek”, “vazgeçmek” anlamına gelen tövbe, terim olarak; insanın dince uygun görülmeyen bir davranıştan dönmesi, vazgeçmesi ve bir daha o davranışı yapmayacağına dair söz vermesi demektir. Tövbe denildiğinde akla kuşkusuz“günah” gelmektedir. Günah, Farsça bir kelime olup, hata, mahsur, sorumluluk anlamlarına gelir. Terim olarak, bireyin dinî değerlerine aykırı olan davranışlarına günah denir. Dinî bir emre aykırı hareket, dinî kurallara muhâlefet günah olarak nitelendirilmektedir. Günah olan davranışlar, aynı zamanda dinen suç kabul edilir. Tövbe bir pişmanlık ve özür dilemedir. İşte tövbe, bireyin inandığı, kabul ettiği dinî değerlerine ters düşen davranışından, yani günah olan bir hareketinden, pişmanlık duyarak vazgeçmesi ve bu davranışı bir daha yapmayacağına dair söz vermesidir. Ancak bu vazgeçişte esas, Allah’ın rızası olmalıdır. Eğer dine aykırı bir davranışı yapmamaya karar vermek, Allah’ın rızasını kazanmak için değil de bedenine, malına ve şerefine bir zarar geldiğinden dolayı olursa, buna tövbe denmez. Çünkü tövbedeki en önemli nokta, Allah’ın istemediği bir hareketi yapmış olması nedeniyle bireyin, Allah’la arasının açıldığı bilincine ulaşması ve Allah’ın rızasını kazanmak için bu hareketten vazgeçmesidir. Dolayısıyla tövbenin temelinde, yapılan davranışın dinî emirlere aykırı ve günah olduğunun farkına varma ve Allah’la ilişkilerini onarıp düzeltme niyeti bulunmaktadır. İslâm’a göre hangi hatalı hareket olursa olsun, ister büyük ister küçük günah olsun, hepsinin tövbesi münkündür ve mümin tövbe ettiği takdirde Allah o kulunu mutlaka bağışlayacaktır (Bakara, 2/222; Zümer, 39/53). Gazali’ye göre tövbenin üç boyutu vardır: Birincisi “bilme”, ikincisi “pişmanlık”, üçüncüsü “gereğini yerine getirme”dir. Birincisinde, yapılan hareketin zararları ve bu zararların kul ile Allah arasında bir perde oluşturduğu bilinir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 İhtida Psikolojisi İkincisinde, hareketin yapılmasından pişmanlık duyularak ıstırap duyulur. Üçüncüsünde ise, o hareket hemen terk edilerek bir daha yapmamaya karar verilir ve geçmişte yitirilenin, iyilik veya kaza ile yerine getirilmesine çalışılır. Gazali’ye göre işte bu üç unsur bir araya gelince tövbe olur. Yoksa dil ile tövbe ifade eden sözleri söylemek yeterli değildir. Aslında kişi sözle belirtmeden, yaptığı kötü hareketten sonra samimi olarak pişmanlık duyarsa, bu da tövbe yerine geçer. Hz. Peygamber bir hadislerinde, pişmanlığın tövbe olduğunu ifade etmiştir. Çünkü pişmanlıkta, yapılan işin zararlarını bilme ve bunu tekrar yapmamak için bir karar vardır. Tövbe, hem pişmanlık, kaygı ve sıkıntıyı içeren, hem de telafiye yönelten dinamik bir süreçtir. Tövbeden önce meydana gelen davranışın günah olarak değerlendirilebilmesi için, bireyin dinî inançlarıyla bu davranışın çatışması söz konusu olmalıdır. Bir davranış ortaya konduktan sonra, bireyin bizzat kendisi tarafından bunun kritiği yapılır. Eğer davranış inancın gerektirdiği değerlere, yani dinin normlarıyla çatışıyorsa, birey bu davranışını günah olarak nitelendirir. Bu durumda birey, kendi içinde bir uyumsuzluk, inandığı varlık ile arasındaki ilişkilerinde bir kopukluk hissine ulaşır. Yani, var olan gerçek “ben” ile olmak istenen “ideal ben” arasında bir çatışma yaşanır. Böylece günah sayılan davranış Allah’la insan arasındaki bağı koparan veya zedeleyen bir isyan olarak değerlendirilir. Bu durumda, artık, davranışın özelliğine göre hem Allah‘la olan ilişkiler hem de varsa diğer insanlarla olan ilişkiler, muhâlefet edilen değerin kuvvet derecesine paralel olarak kritik edilir. Yapılan davranıştan ötürü bireyde üzüntü, hayıflanma, korku tarzında birçok karmaşık duygu ortaya çıkar. Bu duygular onda nedamet, pişmanlık ve suçluluk duygularını ateşler. Tövbe sürecindeki pişmanlık duygusunun oluşması ve şiddetlenmesinde çeşitli faktörler etkili olmaktadır. Bu faktörler, ceza korkusu, mükâfattan geri kalma sıkıntısı, sevgiden mahrum olma endişesi gibi nedenler olabilir. Birey, günah olarak değerlendirdiği davranışla neleri kaybedeceğinini ayırdına vardıkça, içinda günahtan kurtulma arzusu doğmakta ve bu arzu aynı zamanda olumsuz durumu telafi ihtiyacını da tetiklemektedir. Görüldüğü gibi burada, davranışın günah olarak değerlendirilmesi ve pişmanlık duygusunun ortaya çıkmasında en önemli unsur kişinin inanç sistemi olduğu gibi, davranışın kötü sonuçlarının ortadan kaldırılması ve tekrarlanmaması konusunda insana yön veren ve bunun gerçekleşmesini sağlayan, yine kişinin inanç sistemi olmaktadır. Böylece tövbe bireyin günahkârlık ve suçluluk duygusuna kapılmasını önleyen, kapılmışsa onu bu duygudan kurtaran çok önemli bir dinî davranıştır. Tövbe, bireyin ümitsizliğe düşmesine engel olmakta, onu endişe ve korkulardan korumaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Özet İhtida Psikolojisi •İnsan inanan, ancak zamanla inancında az ya da çok değişmeler yaşayan bir varlıktır. Bu değişim, kabul ettiği dinin içinde, o dinin esaslarıyla sınırlı olabileceği gibi, inandığı dinî tamamen terk edip başka bir dinî kabul etme, ona bağlanma, yani din değiştirme şeklinde de olabilmektedir. •Dinî değişim, bireyin zihinsel, duygusal ve davranışsal, dinî nitelikli her türlü değişimi kapsayan geniş bir anlama sahiptir. Bireyin bir dine olan inanç ve bağlılığının başka bir dine aktarılması anlamına gelen din değiştirme, ihtida ve irtidat davranışları, önemli dinî değişimlerdir. •Her din değiştirme olayının kendine has özellikleri bulunsa da, genel bir din değiştirme ve ihtida süreç modeli oluşturulabilir. •Bireyin din değiştirmesinde zihinsel, duygusal ve sosyokültürel güdülerin etkili olmaktadır. Zihinsel güdüler, daha çok din ile ilgili şüphe ve tatminsizliklerin oluşturduğu etkenlerdir. Duygusal güdüler, travmatik, gerilimli olayların, yoğun duygusal yaşantıların dinî değişime götürücü etkileridir. Sosyokültürel güdüler ise, bireyin yaşadığı çevreden, toplumdan kaynaklanan dinî yönelişlerdir. •Din değiştirme bireye yeni bir kimlik kazandırmakta ve çevresindeki kişilerle ilişkilerinde farklılaşmalara yol açmaktadır. •Dinî değerlere aykırı, günah olan davranışlarda bulunan bireyin, pişmanlık duyarak bu davranıştan vazgeçmesine, dinî olana dönmesine tövbe denmektedir. Tövbe sürecinde birey dinî bir değişim yaşamakta, günahkârlık ve suçluluk duygusuna kapılmaktan kurtulmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Ödev gönderimi Ödev Etkileşimli Alıştırmalar Alıştırmalar İhtida Psikolojisi • Öğrendiklerinizi Müslüman olmuş kişilerin açıklamalarıyla pekiştirebilirsiniz. • İhtida etmiş bir kişiyi bularak onunla görüşünüz ve ihtida etme nedenini, ihtidadan sonraki aile ve çevre ilişkilerini yazarak yandaki ödev gönderme linkiyle gönderiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 İhtida Psikolojisi DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. “Bireyin dinî inanç, düşünce, duygu ve davranışlarındaki her türlü değişimi anlatır.” şeklinde tanımlanabilen kavram aşağıdakilerden hangisidir? a) İhtida b) İrtidat c) Dinî değişim d) Din değiştirme e) Tövbe 2. Aşağıdakilerden hangisi ihtida sürecinde yer almaz? a) Gerginlik yaşama b) Müslümanlarla iletişim kurma c) Dinî bir arayış içinde olma d) Günahkârlık duygusuna kapılma e) Kendini İslâm’a uydurmaya çalışma 3. Aşağıdakilerden hangisi ihtidanın zihinsel güdülerindendir? a) Bir anlam boşluğu içinde bulunma b) Gerilimli olaylar yaşama c) Müslümanlardan yardım ve iyilikler görme d) Din adamlarının yanlış davranışlarını fark etme e) Bir Müslümandan etkilenme 4. “Varoluşsal boşluk”tan söz eden psikolog aşağıdakilerden hangisidir? a) Clark b) Frankl c) Lofland d) Stark e) Jung 5. Aşağıdakilerden hangisi bireyi dinle ilgili bulunduğu durumdan dönme, vazgeçme yönünde daha çok kamçılar? a) Dinî konular üzerinde düşünme b) Farklı dine bağlı bir kişiyi sevme c) Suçluluk ve günahkârlık duygusuna sahip olma d) Ekonomik mahrumiyet içinde bulunma e) Farklı dine bağlı kişilerle dinî konularda tartışma Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 İhtida Psikolojisi 6. Aşağıdakilerden hangisi ihtidada etkili olan sosyokültürel güdüler içerisinde yer alır? a) Din adamlarından nefret duyma b) Bir anlam boşluğu içinde bulunma c) Dinin esaslarını sorgulama d) Gerilimli olaylar yaşama e) Çevresindeki kişilerce saygı görme, takdir edilme arzusu 7. Dinî değişimde ekonomik mahrumiyetin etkisiyle ilgili aşağıdakilerden hangisi doğru değildir? a) Ekonomik mahrumiyet dine bağlılığa da neden olabilir. b) Ekonomik mahrumiyet içinde olanlardan bazıları yeni bir dine de girebilir. c) Ekonomik mahrumiyet bireyin dinden uzaklaşmasına da neden olabilir. d) Maddi çıkar amaçlı din değiştirenlerin inançlarında da bir değişme olmaktadır. e) Bu şekildeki dinî değişimin temelinde servet doyumu yer alır. 8. Samimi olarak ihtida eden bir kişide aşağıdakilerden hangisi görülmez? a) Yeni bir kimlik kazanır. b) Zihinsel çelişkiler yaşar. c) Hayatı algılaması değişir. d) Kendini rahatlamış görür. e) Kendini daha güçlü hisseder. 9. Din değiştirdikten sonra mühtedilerle aile bireyleri arasında aşağıdakilerden hangisi yaşanmaz? a) Mühtediler Müslüman olduklarını ailelerine rahatça söyler. b) Bazı anne babalar çocuklarının Müslüman olmasına tepki göstermez. c) Bazı anne babalar çocuklarının Müslüman olmasına aşırı tepki gösterir. d) Anne babalarının gösterdiği tepkiler bazı mühtedilerde pişmanlık oluşturur. e) Bazı anne babalar çocuğunun Müslüman olmasını olumlu karşılar. 10.Tövbe ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? a) Tövbe, dönmek, vazgeçmek demektir. b) Pişmanlık bir tövbedir. c) Tövbedeki vazgeçişte Allah rızası esastır. d) Tövbe bireyin günahkârlık duygusuna kapılmasını önler. e) Hangi amaçla olursa olsun kötü olandan vazgeçiş bir tövbedir. Cevap Anahtarı 1-C, 2-D, 3-A, 4-B, 5. C, 6. E, 7. D, 8. B, 9. A, 10. E Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 İhtida Psikolojisi YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Arnold, T. W. (1971). İntişar-ı İslâm Tarihi, Çev. Hasan Gündüzler, İstanbul. Clark, W. H. (1958). The Psychology of Religion, New York Esed, Muhammed. (1969). Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, Çev. Hayrettin Karaman, İstanbul. Frankl, Viktor E. (1998). İnsanın Anlam Arayışı, Çev. Selçuk Budak, Ankara. Hökelekli, Hayati. (2009). Çocuk, Genç, Aile Psikolojisi ve Din, İstanbul. Hökelekli, Hayati. (1993). Din Psikolojisi, Ankara. James, Hostings, M. A. (1984). Encyclopedia of Religion and Ethics, New York. Köse, Ali. (2008). Neden İslâm’ı Seçiyorlar, İstanbul. Ömer, Ali. (1956). Neden Müslüman Oldum, Çev. Mizyal Civelek, İstanbul. Peker, Hüseyin. (1979). Din Değiştirmede Psiko-sosyolojik Etkenler. (Doktora Tezi). Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Peker, Hüseyin. (2010). Din Psikolojisi, İstanbul. Vergote, Antoine. (1966). Psychologie Religieuse, Bruxelles. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 HEDEFLER İÇİNDEKİLER PSiKANALİZ VE DİN • Psikanaliz nedir? • Sigmund Freud • Alfred Adler • Carl Gustav Jung • Erich Fromm • Erik Erikson • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Psikanalizi ve psikolojideki yerini öğrenebilecek, • Psikanaliz ekolünü temsil eden temel psikologları ve psikolojiye katkılarını tanıyacak, • Bu psikologların din ve Tanrı konusundaki görüşlerini tanıyacak, • Psikanalizin insanın dini yaşantısınının açıklanması sürecine katkılarını değerlendirebileceksiniz. DİN PSİKOLOJİSİ Prof. Dr. Ali KÖSE ÜNİTE 13 Psikanaliz ve Din GİRİŞ Psikanaliz Nedir? Psikanaliz öncelikle bir psikoterapi tekniği olarak ortaya çıkmış, zamanla gerek Freud’un gerekse diğer psikologların katkılarıyla daha kapsamlı bir kişilik teorisi hâline gelmiştir. Psikanaliz, insanın bilinç dışı süreçler tarafından yönlendirildiğini öne süren yaklaşımdır. Kurucusu Sigmund Freud (1856-1939)’dur. Psikanalizin Freud’dan günümüze pek çok farklı versiyonu ortaya çıkmıştır. Ancak hepsinde ortak olarak, bilinç dışı güçlerin bireyin davranışlarındaki etkisine ve çocukluk çağında yaşanılanlara vurguda bulunulmuştur. “Cinsellik içgüdüsü”, “saldırganlık”, “oedipus-kompleks” ve diğer bazı konularda kurucu Freud ile sonraki psikologlar arasında bazı farklılıklar oluşmuştur. Psikanaliz öncelikle bir psikoterapi tekniği olarak ortaya çıkmış, zamanla gerek Freud’un gerekse diğer psikologların katkılarıyla daha kapsamlı bir kişilik teorisi hâline gelmiştir. Ayrıca psikanaliz, sanattan edebiyata felsefeden teolojiye pek çok farklı alanda yapılan çalışmaları etkilemiştir. Psikanalizi genel olarak iki döneme ayırmak mümkündür. Birinci dönem psikanalizin öncüleri olan S. Freud, Alfred Adler (1870-1937) ve Carl Gustav Jung (1875-1961)’un görüşleriyle şekillenmiştir. Bu dönemde psikanalitik teorinin temel ilkeleri ortaya konmuş ve din konusu kişilik gelişimi çerçevesinde incelenmiştir. Öncü psikologlar kendilerinden sonrakilere örnek olacak çalışmalar yapmışlardır. İkinci dönem ise psikanaliz için bir yeniden oluşum dönemidir. Bu dönemdeki Erich Fromm (1900-1980) ve Erik Erikson (1902-1970) gibi psikologlar aynı zamanda yeni-Freudyenler olarak da isimlendirilmiştir. Günümüze kadar değişim geçiren ve Karen Horney (1885-1952), Otto Rank (1884-1939), Heinz Kohut (1913-1981), Otto Kernberg (1928-) gibi pek çok psikoloğun katkılarıyla alt ekollere ayrılan psikanaliz ekolü, bugünkü hâliyle Freud’un ortaya koyduğu düşüncelerden farklı bir yapıya bürünmüştür. Özetle, Freud tarafından önce bir tedavi metodu olarak ortaya konan, daha sonra kişilik sitemi hâline getirilen psikanaliz, yine Freud ve diğer psikanalistlerin katkılarıyla gelişmiş, sanat, edebiyat, din, mizah ve antropolojinin içinde olduğu geniş bir alanı etkilemiştir. Başka bir ifadeyle psikanaliz nevrotik olan kadar normal insanı da tanımlamaya çalışan ve tüm kültürlere uyarlanabilecek genelleşmiş bir psikoloji ekolü hâline gelmiştir. Bilim adamlarının yönelimlerinde belirleyici olan psikanaliz, din üzerinde yapılan çalışmalarda da etkili olmuştur. Günümüzde psikanaliz, bir tedavi metodu olarak eski önemini kaybetse bile insanın ruhsal durumunu araştıran ve eleştiren az sayıdaki sosyo-psikolojik yaklaşımlardan biri olarak önemini korumaktadır. Bu bölümde psikanalizin kurucu teorisyenleri diyebileceğimiz Freud, Jung ve Adler’in yanı sıra “Yeni-Freudcular” olarak Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Psikanaliz ve Din adlandırılan Fromm ve Erikson üzerinde durulacak, onların psikanalitik teoriye getirdiği yeni açılımlar ve din konusundaki değerlendirmeleri ele alınacaktır. SİGMUND FREUD (1856–1939) Sigmund Freud psikanalizin kurucusudur. 1856 yılında bugün Çek Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan Pribor şehrinde doğmuştur. Üç yaşındayken ailesi Viyana’ya göç eden Freud, 1937’de Nazilerin politikaları yüzünden Londra’ya göç edinceye kadar burada yaşamıştır. 1939 yılında Londra’da kanserden ölmüştür. Günümüzde müzeye çevrilen Londra’daki evi, psikoloji alanındaki pek çok etkinliğe ev sahipliği yapmaktadır. Viyana Üniversitesinde tıp eğitimi alan Freud, Charles Darwin (1809-1882), Hermann Helmholtz (1821-1894) gibi düşünürlerin fikirlerinden etkilenmiştir. İnsanların zihninde farkında olmadığı bir alanın olduğunu düşünmeye başlayan Freud, bu çerçevede çalışmalarını ilerleterek meşhur psikanaliz teorisini oluşturmaya başlamıştır. Freud’un teklif ettiği teori, psikanaliz derneğinin de üyeleri olan Jung, Adler, Fromm, Erikson, Karen gibi psikologlar tarafından geliştirilmiştir. Daha sonraki süreçte bu psikologlardan bazıları kendi kuramlarını oluşturmaya ve Freud psikanalizinden ayrılmaya başlamıştır. İlk olarak 1911’de Adler ayrılsa da Freud’u asıl üzen, gelecekte psikanalizi devam ettirecek kişi olarak gördüğü Jung’un ayrılışı olmuştur. Fikirleri nedeniyle farklı alanlardan pek çok kişinin eleştirilerine maruz kalan Freud’un, din de dâhil birçok alanda yazdıklarıyla ve ortaya koyduğu teorileriyle psikoloji, edebiyat, sanat, felsefe gibi pek çok bilim dalına büyük etkileri olmuştur. Freud’un başlıca eserleri şunlardır: Rüyaların Yorumu, Gündelik Yaşamın Psikopatolojisi, Cinsellik Üzerine Üç Deneme, Totem ve Tabu, Haz Prensibinin Ötesinde, Bir Yanılsamanın Geleceği, Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları, Musa ve Tek Tanrıcılık. Freud’un İnsan Görüşü Freud’a göre en basit davranışın, dil sürçmesinin ve rüyaların bir sebebi vardır ve bu sebepler genellikle bilinç dışında aranmalıdır. Kişiliğin oluşumunda 0-5 yaş aralığının belirleyici rol oynadığını savunan Freud, insanın yapacaklarından veya yapmakta olduklarından ziyade yaptıkları üzerinde durmuştur. İnsanın geçmişteki yaşamı ve bu yaşamın bilinç dışında bıraktığı izlere yoğunlaştığı için onun gelecekte yapabileceklerine dair potansiyelleriyle ilgilenmemiştir. Ona göre en basit davranışın, dil sürçmesinin ve rüyaların bir sebebi vardır ve bu sebepler genellikle bilinç dışında aranmalıdır. İnsan, kendi eylemlerini özgürce yerine getirme yeteneğine sahip değildir. Çünkü karar vermesi ve eylemde bulunmasında bilinç dışı süreçler, irrasyonel güçler ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Psikanaliz ve Din içgüdüler daha fazla etkilidir. Dolayısıyla insanın rasyonel gücüyle bunları kontrol etmesi oldukça zordur (Ayten 2010: 46). Freud’a göre insanda “Yaşam/Eros” ve “Ölüm/Thanatos” olmak üzere iki temel içgüdü yer almaktadır. Diğer içgüdüler (cinsellik, saldırganlık, açlık ve susuzluk vb) bu temel içgüdülerin türevi durumundadır. “Ölüm İçgüdüsü”, kişinin kendine ve başkalarına yönelik tabiatında varolan bir yok etme duygusudur. “Yaşam İçgüdüsü” ise yıkıcı değil yaratıcıdır ve insan ırkının devamını sağlar. Yaşam içgüdüsünü çalıştıran enerjiye “Libido” ismi veren Freud, ölüm içgüdüsü için böyle bir isim belirlememiştir. İlk çalışmalarında, libidoyu cinsel enerjiyle sınırlandırsa da sonraki çalışmalarında onu tüm yaşam içgüdülerinin enerjisi olarak tanımlamıştır. Yaşam ve ölüm içgüdüleri ve bunların türevleri birbirlerini ateşler, etkisiz bırakır veya birbirlerine alternatif teşkil ederler. İnsan davranışlarını belirleyen bu içgüdüler arasında sürekli dinamik denge vardır (Hâll 1999: 72). Freud’un insanın doğası ile ilgili düşüncesi genel itibariyle olumsuzdur. Ona göre insan, saldırgan ve cinsel dürtüleri kontrol altına alınması gereken olumsuz ve yıkıcı niteliklere sahip bir varlıktır. Fakat insan toplumsal bir ortamda yaşamaya mecbur kaldığından toplumsal baskılara maruz kalmaktadır. Bu durum, insanın cinsel ve saldırganlık enerjilerini rahatça boşaltmasını engellemekte, dolayısıyla psikolojik sorunlar yaşamasına sebep olmaktadır. Sonuç olarak, insanın tatmin arayan isteklerini bastırması, başta nevrozlar olmak üzere psikolojik rahatsızlıklara sebep olmaktadır. Fakat bu bütünüyle kötü bir sonuç değildir, nihayetinde insan uygarlığa bu şekilde ulaşmaktadır (Geçtan 2000: 71). Freud’un Yöntemi Freud'a göre kişilik birbiriyle etkileşim hâlinde bulunan “İd”, “Ego” ve “Süper-Ego” olmak üzere üç unsurdan oluşur. Histeri gibi bazı rahatsızlıkların sebeplerinin bilinç dışı olduğunu düşünen Freud, bilinç dışına ulaşmak için serbest çağrışım ve rüya analizini kullanmıştır. İnsan davranışlarının ve psikolojik hastalıkların sebeplerini bulmaya çalıştığı bu yeni tedavi metoduna “psikanaliz” ismini vermiştir. Psikanaliz, başlangıçta nevrozlu hastalıkların tedavisinde kullanılan bir tür psikoterapi tekniği iken, içgüdü ve psikoseksüel gelişim teorilerini de içine alacak düzeyde sınırları genişlemiş ve zamanla bir kişilik teorisi hâline gelmiştir. Freud, zihni, “Bilinç”, “Bilinç Öncesi” ve “Bilinç dışı” şeklinde üçe ayırmıştır: Bilinç, zihnin dış dünyadan ve içten gelen algıları fark edebilen bölgesi iken; bilinç öncesi, zihnin ancak dikkatle algılanabilen kısmıdır. Bilinç dışı ise, zihnin bilinç düzeyine ulaşamayan, egonun etkinliğinin kırılmasıyla bilinç düzeyine ulaşabilen alandır. Freud'a göre kişilik birbiriyle etkileşim hâlinde bulunan “İd”, “Ego” ve “Süper-Ego” olmak üzere üç unsurdan oluşur. İd, kişiliği oluşturan doğal yapıdır; dürtüsel, irrasyonel ve asosyaldir; her zaman zevk peşindedir. Gerçeklik ilkesinin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Psikanaliz ve Din hâkim olduğu ego, id’in ihtiyaçlarının karşılanması için ortamın uygun olup olmadığına karar verir veya uygun ortam arar. Kişilikte ideal olana ve sosyal standartlara öncelik veren süper-ego ise, ahlak gözcüsü gibi davranır ve hazdan çok, ideal olanı arar (Geçtan 2000: 26-40; Storr 1989: 43). Freud’a göre insan, beş aşamalı bir psiko-seksüel gelişim evresinden geçer: 1. “Oral” dönemde (0-1.5 yaş) bebeğin dış dünyayı algılaması ve ihtiyaçlarını gidermesi ağız yoluyladır. 2. “Anal” dönemde (1.5-3 yaş) tuvalet eğitimi kazanılır, bu dönem kişinin ileride sahip olacağı kişilik yapısında (düzenli ya da dağınık) etkili olur ve ihtiyaçları giderilen bebek dış dünyaya karşı güven duygusu geliştirir. 3. “Fallik” dönemde (3-5 yaş): bu dönemde karşı cinsten ebeveyne dönük bilinç dışı ilgi artar. “Oedipus” (erkek çocuğun anneye ilgisi babayı kıskanması) ve “Elektra” (kız çocuğun babaya ilgisi anneyi kıskanması) kompleksleri bu dönemde oluşur. 4. “Gizil” dönemde (5-11, 13 yaş) cinsel dürtüler durgundur, çocuk kendi cinsiyetine ait toplumsal rolleri pekiştirir. Bu evrede çocuklar, aynı cins ebeveynle özdeşim kurarak oedipus ve elektra komplekslerini yenerler. 5. “Genital” dönem, ergenliğin ilk dönemleriyle (11-13 yaş) başlar ve ilk yetişkinlik dönemine kadar sürer. Birey bu dönemde, aileye bağımlılıktan koparak, çevreyle ve karşı cinsle olgun ilişkiler geliştirmeyi öğrenir (Schultz-Schultz 2001: 461-462). Freud’un Din ve Tanrı Görüşü Freud, din konusundaki görüşlerine Obsesif Davranışlar ve Dinî Ritüeller başlıklı makalesinde ve Totem ve Tabu, Bir Yanılsamanın Geleceği, Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları, Musa ve Tek Tanrıcılık isimli kitaplarında yer vermiştir. O, bu eserlerinde temel olarak, tabiatüstünün var olmadığını Tanrı inancının nevrotik bir saplantı, yanılsama olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Bir Nevroz Olarak Din Freud'a göre din bir yanılsama; tıpkı nevroz gibi hastalıklı bir hâldir ve bireylerin ondan kurtulması gerekmektedir. Freud (1949: 116-126), “obsesif davranışlar” ile “ritüeller” arasındaki yüzeysel benzerliklerden hareketle, dinin nevroz olduğunu iddia eder. Freud’a göre nevrotiklerin saplantılı davranışları ile dinî ritüeller arasındaki bazı benzerlikler şunlardır: (a) Her ikisinin hedefi içgüdüsel isteklerin bastırılmasıdır. (b) Her ikisinin ihmali de vicdan azabı ve sıkıntı oluşturur. (c) Her iki davranış türü de zihni meşgul eder, birey bunları gerçekleştirirken diğer işlerinden soyutlanır. (d) Her iki davranış türünde de eksiklik iç huzursuzluğu yaratır düşüncesiyle istisnasız tüm detaylar dikkatlice yapılır. (e) Her ikisi de suçluluk duygusunun etkisinde kalınarak yerine getirilir. Freud’a göre din, tıpkı nevroz gibi hastalıklı bir hâldir ve bireylerin ondan kurtulması gerekmektedir. Freud bütün bunları yaparken indirgemeci bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Psikanaliz ve Din yaklaşımla dini, psikolojik bir değerlendirmeyle güdülerin bastırılmasından kaynaklanan hastalıklı bir hâl olarak izah etmeye çalışmıştır. Oysa bütün bunların aksine, dinin nevrozların iyileşmesi sürecinde faydalı olabileceğini iddia eden psikologlar vardır. Dinin İlkel Kaynakları Totem ve Tabu isimli kitabında dinin ilkel kaynakları üzerinde duran Freud (1990: 219), dinin kaynağının totem olduğunu savunur. Ona göre, her şeye (güce, mallara ve kadınlara) sahip babanın (klanın başındaki otorite sahibi baba) hâkimiyeti altında yaşayan ilkel kabilelerde oğullar birleşerek hem nefret ettikleri hem de ideal olarak gördükleri babayı öldürürler. Fakat sonra pişmanlık duyarlar ve aynı akıbete uğramamak için, bu eylemin tekrar işlenmemesi ve aynı klandan kadınlarla evlenilmemesi doğrultusunda katı kurallar koyarlar. Klanlar hâlinde yaşayan ilkeller daha sonra kendisinden korkulan güçlü bir hayvanı “totem” olarak belirleyerek babanın yerine ikame ederler. Zamanla totem, korkulan, nefret edilen ve kıskanılan ilk babanın yerinde olmaktan çıkarak Tanrı’nın prototipi hâline gelir. Freud’a göre baba yerine ikame edilen “toteme tapınma” ve “anma törenleri” düzenleme gibi kuralları bulunan totemizm insanlığın ilk dinidir. Bir Yanılsama Olarak Din Freud'a göre din çocukluktaki çaresizlik duygusunu gideren güçlü bir baba imgesinin yetişkinlikte bir yanılsama olarak devam ettirilmesinden ibarettir. Freud (1991: 196-7), Bir Yanılsamanın Geleceği isimli eserinde, dinin yanılsama olduğunu iddia eder. Ona göre insanın doğal felaketler karşısında çaresiz kalması, onda çocukluk çağlarında aciz kaldığı zaman kendisine yardım eden güçlü bir baba imajının devamı niteliğinde bir Tanrı arzusunu oluşturmuştur. Bu yüzden din, çocukluktaki çaresizlik duygusunu gideren güçlü bir baba imgesinin yetişkinlikte bir yanılsama olarak devam ettirilmesinden ibarettir. Ona göre, din gibi bir güce tutunmak hayatın tehlikelerine karşı insanın korkularını dindirmektedir. İnsanın çaresizliği bitmediği için Tanrılara hâlâ ihtiyaç duymaktadır. Ancak bu yanılsamadan bilim vasıtasıyla kurtulacaktır. Sonuç olarak din konusunda genel olarak indirgemeci yaklaşım sergileyen Freud, birbirinden farklı değerlendirmeler yapmakta; dini bazen obsesyon, bazen bebeklik arzularının tatmini, bazen de bir yanılsama olarak değerlendirmiş ve bilimin insanları bunlardan kurtaracağını iddia etmiştir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Psikanaliz ve Din ALFRED ADLER (1870-1937) Adler’in Bireysel Psikoloji Yaklaşımı Adler 1870 yılında Viyana’da doğmuştur. Tıp eğitimi almış, mesleğinin ilk yıllarında Freud’un kitaplarını okumuş ve onun görüşlerinden etkilenmiştir. 1910 yılında psikanaliz derneğinin başkanı olsa da 1913 yılında bu dernekten ayrılarak kendi sistemini kurmuş ve bu sisteme “Bireysel Psikoloji” ismini vermiştir. Aynı isimle bir kitap yazarak insan hedeflerinin ve motivasyonlarının rolünü orada ele almıştır. Adler, bilişsel psikoloji, çocuk terapisi ve eğitim psikolojisi gibi alanlarda önemli çalışmalar yapmış ve kendinden sonraki Carl Rogers (1902-1987), Viktor Frankl (1905-1997), Rollo May (1909-1994) ve Albert Bandura (1925-) gibi psikologları etkilemiştir. 1937 yılında konferans için gittiği İskoçya’da ölmüştür. Adler’in kitaplarından bazıları şunlardır: Bireysel Psikoloji, İnsan Tabiatını Anlama, Yaşama Sanatı, Güç Çocuğun Eğitimi, Cinsiyetler Arası İşbirliği. Adler’e göre insan doğuştan sosyal bir varlıktır. Bu bağlamda davranış, biyolojik güçlerden çok sosyal güçler tarafından belirlenmektedir. “Bireysel psikoloji”, pek çokları tarafından psikanalizin türevi olarak değerlendirilse de Adler, pek çok hususta Freud’dan farklı görüşler ileri sürmüştür. Freud, davranışlar üzerinde geçmiş yaşantıların etkili olduğunu vurgularken, Adler geleceğe yoğunlaşmıştır. Ona göre birey geçmişte yaşadıklarından çok gelecekte ne olmak istediğine dair beklentilerden fazlaca etkilenir. Bunu bir örnekle açıklarsak, Freud’a göre insanoğlu çaresizlik tecrübeleri yaşadığı veya haksızlığa uğradığı için ölümden sonra kendisine adil davranılacağına veya öteki dünyada mükâfat verileceğine inanırken; Adler’e göre gelecekte gerçekleşecek bir hesap gününe inanan insan bugünden davranışlarını ve tutumlarını ona göre düzenler. Freud kişiliği parçalara ayırarak incelerken Adler, kişiliği bütün olarak ele almıştır. Freud, bilinç dışı etkenler üzerinde dururken Adler bilince önem vermiştir. Adler’e göre insanlar kendi motivasyonlarının farkında olan bilinçli varlıklardır. Adler de çocukluk döneminin önemli olduğuna işaret etmiştir. Ancak ona göre davranış, biyolojik güçlerden çok sosyal güçler tarafından belirlenmektedir. Çünkü insan doğuştan sosyal bir varlıktır. Başkalarıyla iletişim kurar, yardımlaşır ve sosyal faaliyetlerde bulunur. Sosyal refahı bencil faaliyetlerin üzerinde tutar. Ona göre kişiliği anlamanın yolu da bireyin sosyal ilişkilerini ve başkalarına karşı tutum ve davranışlarını incelemektir. Freud gibi ilk çocukluk yıllarının, başka bir deyişle beş yaşına kadar geçen zamanın kişiliğin oluşmasında önemli bir faktör olduğunu kabul eden Adler, Freud’dan farklı olarak çocuğun doğum sırasının da önemli olduğuna vurguda bulunmuştur. Ona göre çocukların en büyük, ortanca veya en küçük olmaları farklı sosyal deneyimler yaşamalarına, dolayısıyla farklı kişiliklere sahip olmalarına sebep olmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Psikanaliz ve Din Üstünlük Arzusu ve Aşağılık Duygusu Adler’e göre her bireyde üstünlük arzusu vardır. Bu arzu mükemmel bir gelişimi, başarıyı ve kendini anlamayı kapsayan bir arzudur. Ona göre insanlar, bu üstünlük için hayat boyu çaba gösterirler. Bu çabalayış doğuştan gelen bir özelliktir. Bu arzu ile insanlar ve toplum başarıyı yakalar ve daha ileri seviyelere taşır. İnsanlar bu çabalarını farklı yollarla sergiler. Ona göre bu farklı yollar yaşam stilleridir. Adler’e göre birey kendi kişiliğini kendine has yaşam stiline uygun olarak belirleme ve biçimlendirme yetisine sahiptir. Bu durum, Adler’in sisteminde “ben’in yaratıcı gücü” olarak isimlendirilmektedir. Buna göre birey özelde kendi eylemlerini genelde ise kendi kaderini belirlemede aktif rol oynar. Cinselliğin insan davranışlarında temel motiv olup olmaması konusunda Freud’dan farklı düşünen Adler, “Aşağılık Duygusu”nun davranışlarda belirleyici güdü olduğunu savunmuştur. Ona göre aşağılık duygusu her zaman toplumun ve bireyin yararınadır. Bu duygu onları her zaman ilerlemeye ve gelişmeye iter. Aşağılık duygusu, “yetersizlik” ve “güçsüzlük” bilincinden doğar. Bireyler eksiklik ve güçsüzlüklerinden kurtulmak için telafi mekanizması kullanır. Eksik yönlerini telafi etmek isterler. En yetersiz yanlarını en güçlü hâle getirmeye çalışırlar. Gözleri görmeyen birisinin resme ilgi duymasını buna örnek olarak verebiliriz. Adler’in Din ve Tanrı Görüşü Adler, din ve Tanrı konusunu “Aşağılık Duygusu” ve “Üstünlük Arzusu”na dair görüşleri çerçevesinde ele almıştır. Adler (1996: 295 vd.), din ve Tanrı konusunu “Aşağılık Duygusu” ve “Üstünlük Arzusu”na dair görüşleri çerçevesinde ele almıştır. Ona göre, insandaki güç eksikliği duygusu çoğu zaman onun aşağılık duygusundan kaynaklanmaktadır. Din, işte bu noktada Tanrı’ya inançla devreye girer. Mesela birçok dinde Tanrı “mükemmel” olarak görülür ve Tanrı insanların da böyle olmasını emreder. Eğer insan mükemmelliği yakalarsa Tanrı’yla bir olur. Böylece Tanrı’yla özdeşleşerek eksiklik ve aşağılık duygularını telafi eder. Adler'e göre bireyin Tanrı hakkındaki fikirleri dünyayı nasıl gördüğünün de bir göstergesidir. Ona göre bu fikirler, insanoğlunun evren vizyonuna paralel olarak zamanla değişmiştir. Bu konuda Adler şu örneği verir: Tanrı’nın insanı yeryüzünde nihai mükemmel varlık olarak yarattığı şeklindeki geleneksel görüş, yerini artık insanın doğal seleksiyonla bu hâle geldiği şeklindeki evrim görüşüne bırakmıştır. Bu da Tanrı’nın bir gerçek varlık olmadığı, fakat tabiat güçlerinin soyut bir temsili olduğu görüşüyle uyuşur. Bu şekilde de bizim Tanrı görüşümüz somut ve özel olmaktan öte daha genel bir özellik kazanmıştır. Adler’e göre bu da Tanrı’nın etkisiz bir algısıdır, çünkü bu algı çok genel olduğundan insana güçlü bir hedef ve yön belirleme kabiliyeti sağlamaz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Psikanaliz ve Din Adler’e göre din iki sebepten önemlidir. Birincisi, Tanrı, var olup olmaması açısından değil bir motivator olarak değerlidir. Önemli olan Tanrı’nın insanları davranışa yönlendirmesi ve bunun insanlar için iyi sonuçlar verip vermemesidir. Bu konuda Adler’e göre iki seçenek vardır: Öncelikle insan, kendine ve Tanrı’ya ait dünyanın merkezinde olduğunu düşünür. İkincisi kendisinin dünyanın merkezi olduğunu ve toplumun menfaati için çalışması gerektiğini düşünür. Gücü olduğunu düşünürse etrafındakilere yararlı olmaya çalışır. Tanrı fikri bu noktada önemlidir. Çünkü bu fikir, hedefleri kuşatır ve bireyin sosyal faaliyetlerini yönlendirir. Adler için dinin önemli olduğu ikinci nokta, dinin bireyin sosyal çevresine önemli bir etkide bulunması ve bizzat kendisinin güçlü bir sosyal hareket olmasıdır. Diğer bir sosyal hareket olan bilimle karşılaştırıldığında din daha avantajlıdır denebilir; çünkü dinin insanı motivesi daha kuvvetlidir. Adler’e göre Tanrı fikri, “hedeflerin hedefi”dir. Adlere göre Tanrı fikri, muazzam bir öneme sahiptir. Çünkü insanoğlu bu fikirle insan hayatını kutsallaştıran yönlerin iyileştirilmesi çerçevesinde bireysel ve umumi gerçeklik algılarını organize eder. Adler’e göre dinî fikirler ve kanaatler, bireyin normal gelişimi sürecinde ortaya çıkan fikir ve kanaatlerin bir uzantısıdır. Bu nedenle dinî fikirler ve kanaatler sadece psikopatolojinin değil insan psikolojisinin normlarıdır. Bu fikir Freud’un dinî fikirleri obsesif-kompulsif semptomlara indirgeyen görüşüne bir eleştiri olarak da değerlendirilebilir. Sonuç olarak, Adler’e göre Tanrı fikri, “hedeflerin hedefi”dir. Ancak sadece yüksek dinler değil ilkel dinî formlar da insan hayatı için yararlı olabilir (Powers, 1976: 428). CARL GUSTAV JUNG (1875–1961) Jung, 1875’te İsviçre’de dünyaya gelmiştir. Kendi bulgularını ve görüşlerini desteklediğini düşündüğü psikanalize ilgi duymuştur. Freud’un desteğiyle Psikanaliz Derneğinin ilk başkanı olsa da Freud ile olan fikir ayrılıklarından dolayı dernekten ayrılmıştır. Freud-Jung ayrılığının temelini “libido” kavramına verdikleri anlam oluşturmuştur. Freud libidoyu “cinsel enerji” olarak değerlendirip insan davranışlarını bu cinsel enerjiye indirgerken, Jung daha geniş bir anlayışla libidoyu “ruhsal enerji” olarak tanımlamıştır. Ayrıca rüyaları bilinç dışına giden “kral yolu” olarak gören Freud’un aksine, Jung’un kompleksleri bilinç dışına giden “kral yolu” olarak değerlendirmesi ve sembolizmle ilgilenmesi de diğer sebepler arasında sayılabilir. Jung, daha sonra kendi fikirlerini geliştirerek, kendi psikoloji yöntemine “Analitik Psikoloji” ismini vermiştir. Bilinç dışı olgularla ilgili araştırmalar yapmış ve ilkel insanların psikolojilerini incelemek için Afrika’ya geziler düzenlemiştir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Psikanaliz ve Din Hayatının son yirmi yılında da simyanın psikolojik anlamlarıyla ve din psikolojisiyle ilgili birçok çalışma yaparak bu alanlara ışık tutmuştur. Jung’un Yöntemi Jung, dini inançların doğruluğunun psikolojik olduğunu, dolayısıyla inançlara doğruluk ya da yanlışlık açısından bakılamayacağını savunmuştur. Jung (1998: 4), çalışmalarında daha çok olayları olduğu gibi tanımlayan deskriptif (tasviri) yöntemi kullanmıştır. Soyut teoriler yerine, kendi gözlemleri çerçevesinde yorumlar yapmıştır. Bütün çalışmalarında gözleme dayalı ve fenomonolojik bir yaklaşımı benimseyen Jung, dini incelerken de bu tutumunu sürdürmüştür. Dindar insanın yaşadıklarını gözlemlemekle yetinerek, metafizik alan ve din konusundaki felsefi yorumlarla ilgilenmemiştir. Dinsel inançların doğruluğunun “psikolojik” olduğunu, dolayısıyla inançlara doğruluk ya da yanlışlık açısından bakılamayacağını savunmuştur. Jung, Uzakdoğu ve Afrika’ya gitmiş, Doğu dinleriyle (Budizm-Hinduizm) Batı dinlerini karşılaştırarak, Doğu dinlerinin insanın özündeki kurtuluş imkânını ortaya çıkarma ve zıtlıkların çözümünde daha başarılı olduğunu belirtmiştir. Müslümanların yaşadıkları bölgeleri (Somali vb.) gezmekle birlikte İslam diniyle fazla ilgilenmemiştir. Onun İslam ile ilgili tek kapsamlı yorumu, “Yeniden Doğuş” ile bağlantılı olarak yaptığı Kur’an’daki Kehf suresine dair psiko-mitolojik yorumdur. Tanrı’yı insan için önemli bir unsur olarak gören Jung, aşkın boyutuna değinmeksizin onu insani boyutla sınırlandırmaktadır. Tanrı bireysel bir tecrübe olgusudur ve kişi onu kendi zihninde hisseder. Jung, Tanrı’dan bahsettiğinde genellikle Tanrısallık vasfından çok, “Tanrı imgesi” kavramını kullanmıştır. Çünkü dini tecrübede karşılaşılan Tanrı imgesidir. Tanrısallık ise, insan tecrübesinin ve anlayışının ötesinde olup psikoloji bu konuyla ilgilenmez (Moreno 1974: 114). Jung’un Din ve Tanrı Görüşü Jung, dine karşı iyimser bir yaklaşım benimsemiştir. Jung, din ve Tanrı konusundaki görüşlerine özellikle Psikoloji ve Din, Eyüp’e Cevap, Ruhunu Arayan Modern İnsan isimli kitaplarında yer vermiştir. Görüşlerini ortaya koyarken her ne kadar doğrudan tecrübeleri dikkate alsa da dünyadaki dinî literatüre ait (mit, mistisizm, Kutsal Kitaplar vb.) unsurlara da değerlendirmelerinde yer vermiştir. O, din konusundaki görüşlerini ortaya koyarken daha tutarlı bir kavramsal çerçeve oluşturmak için, Doğu ve Batı dinlerinde geçen kavramlardan da yararlanmıştır. Jung, Freud’dan farklı olarak, dine karşı iyimser bir yaklaşım benimsemiştir. Tanrı konusundaki görüşünü “Bütün insanların, hayvanların, bitkilerin ve bütün kristallerin en içte taşıdıkları öz, Tanrı’dır” sözüyle ifade etmiştir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Psikanaliz ve Din Din ve Tanrı’nın Kökeni: Arketipler Jung, “Arketip”leri kişinin bireysel hayatında sonradan elde edemediği, psişik yapısında kalıtsal olarak var olan bilinç dışı psişik içerikler ve her insanda var olan psişik organlar olarak tanımlar (Adler 1989: 6). Arketipler, tüm insanlığa has ortak davranış özelliklerini başlatma, kontrol etme ve yönlendirme kapasitesine sahip doğal nöropsişik merkezlerdir. Jung’a göre, bütün dinler arketipsel imgelerle doludur ve onlar aracılığıyla kendilerini ifade ederler. Ritüellerin amacı ise, insanların insanüstü âlem ile anlamlı ilişki kurmalarını sağlamaktır (Jung 1998: 259). Tanrı kavramını açıklarken de arketip kavramından yararlanır. Tanrı’nın arketipten ibaret olduğunu öne sürer. Tanrı arketipi, bilinç dışından bilince ulaşarak insanı etkiler ve kendini kabul ettirir. Davranışlara yön veren bu arketipsel etki, kolektif bilinç dışından gelmektedir. Tanrı İmgesinin Yeri: Kolektif Bilinç dışı Jung (1982: 43-44), bilinç dışını ikiye ayırmıştır. Bireyin yaşamında ortaya çıkan, unutulmuş, bastırılmış fakat hatırlanabilen bireysel olayları kapsayan “Kişisel Bilinç dışı”nın dışında, bir de insan zihninin derinliklerinde arketiplerin ve mitolojik karakterli içeriklerin bulunduğu “Kolektif Bilinç dışı” vardır. Davranışları yönlendirmede etkin olan kolektif bilinç dışı, din olgusunun kaynaklandığı yerdir. Dinin temel süreçleri, kolektif bilinç dışında oluşur ve bunlar psişik anlamda gerçek olgulardır. Bireysel dinin özel biçimleri, tüm insanlığın din biçimlerinde olduğu gibi, kolektif bilinç dışındaki dünyevi dışavurumlardır. Gerek ilkel gerekse modern olsun dinî dogmalar, ritüeller ve mitler; çocukluk arzuları gibi bireysel ihtiyaçlardan kaynaklanmayıp bireyselliğin üstünde bir gerçekliğe sahiptir. Jung’a göre din, temel yapıları kolektif bilinç dışında oluşan bir olgu olduğu gibi aynı zamanda insanlığın kolektif bilinç dışında tarihin başlangıcından itibaren biriktirdiği en yüksek değerlere, birikimlere açılan bir kapıdır. Tanrı da kolektif bilinç dışına ait bir içerik taşır. Kolektif bilinç dışındaki Tanrı imgesi, kendini birtakım sembollerle (teslis, mandala vb.) bilinç alanına ulaştırır, bilinç alanını kontrol altına alır ve insanı etkileyerek kendisini kabul ettirir (Palmer, 1997: 123). Dini Olgunlaşma Süreci: Bireyleşme Bireyleşme, süreç olarak dini bir serüven olduğu gibi sonuç itibariyle de dini bir içerik taşır. Kişiliğin dengeye ve bütünlüğe yönelik gelişimini ifade eden “bireyleşme” süreci, insanoğlunun potansiyel olarak taşıdığı, hayatına anlam katan ve onu olgun bir hayatla bütünleştiren bir süreçtir. Hayatı iki döneme ayıran Jung, ilk dönemi (35-40 yaşlarına kadar olan dönem) güneşin ufuktan doğup en yüksek noktaya tırmandığı öğle öncesine; ikinci dönemini ise, güneşin tepe noktadan batışına kadar olan öğleden sonraya benzetir. Her dönemde bireyi farklı ödevler beklemektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Psikanaliz ve Din Hayatın birinci döneminde dış dünyaya açılan birey, çevresiyle ilişkilerini düzenler ve bir canlı olarak hayatta kalabilmek için gerek duyduğu ihtiyaçlarını temin eder. Birey hayatının ikinci döneminde ise, ilgisini kendine, iç dünyasına yöneltir ve bir bütünlük hissine ulaşır. Bu, bireyin aynı zamanda kendi özünü fark ettiği, tüm potansiyellerini en üst düzeyde kullandığı bir süreçtir (Fordham 1966: 78-9). Ayrıca birey bu süreçte bütün insanlığa ait olan ve onları birleştiren kolektif bilinç dışının farkına vararak yeni bir bilinçliliğe sahip olur (Jung 2002: 46). Bireyleşme, süreç olarak dinî bir serüven olduğu gibi sonuç itibariyle de dinî bir içerik taşır. Çünkü bu süreç sonunda kişi sadece kendi özüne kavuşmakla kalmaz, kendisini toplumla bütünleştiren erdemli ve olgun kişiliğe de sahip olur. Dinlerin öğütlediği ve ideal hedefler olarak belirlediği değerleri bu süreçte kazanır. Dinin Fonksiyonu Jung da, Freud gibi dini fonksiyonel bir bakış açısıyla ele almıştır. Fakat Tanrı’yı yüceltilmiş bir baba imgesi olarak tanımlayan ve dini hastalıklı bir ruh hâlinin sonucu olarak gören Freud’un aksine, Tanrı’ya inanmayı ve dine bağlanmayı insanı nevrozdan kurtaran önemli bir faktör olarak değerlendirmiştir. Jung’a göre din, zor zamanlarda sığınılacak bir “güven kapısı”dır. Jung (1933: 264), insanları gerek motive etme gerekse sıkıntılı anlarında onlara destek olma bakımından dinlerin iyi bir psikoterapi sistemi sunduğunu söylemektedir. Ona göre din, bireysel ve toplumsal sağlık açısından büyük önem arz eder; dinin yokluğu ruhsal rahatsızlıklara sebep olur. Çünkü din, insan hayatına anlam ve yön kazandırır. Modern zamanlarda insanın anlam arayışına cevap verir. Yabancılaşmasını engeller. İnsan toplumla bağı olmadan yaşayamadığı gibi dış faktörlerin yıkıcı etkisini azaltan metafizik bir prensibe inanmadan da varoluşu anlamlandıramaz; manevi ve ahlaki davranışları temellendiremez. Tanrı’ya bağlanmayan birey, dünyanın fiziksel ve ahlaki kışkırtıcılığına kendi gücü ile direnemez. Din, zor zamanlarda sığınılacak bir “güven kapısı”dır. Jung’a (1964: 257) göre insan sorumluluğunun anlam kazanması açısından da dinin önemli bir fonksiyonu vardır. Dinin yokluğunda bireyin Tanrı’ya karşı sorumluluğu geleneksel bir erdem olmaktan öteye gitmez. Bununla birlikte Jung, insanın gerçek manada sorumlu olabilmesi için gerekli olan iradeyi ve seçme hürriyetini insana tanımamaktadır. Çünkü ona göre insan, dini ve Tanrı’yı kabul konusunda irade sahibi değildir. Bilinç dışı tarafından sürüklenen insanın dini ve Tanrı’yı bulması kaçınılmazdır. Çünkü kolektif bilinç dışındaki Tanrı imgesi insana kendisini kabul ettirir. Tanrı’yı kabul bir anlamda insanın kaderidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Psikanaliz ve Din ERICH FROMM (1900–1980) Erich Fromm 1900’de Frankfurt’da dünyaya gelmiştir. Dindar bir Yahudi ailede yetişmiş ve çocukluk yıllarında Tevrat’tan okuduğu hikâyelerden fazlaca etkilenmiştir. Fakat o, yıllar sonra kendisini “ateist bir mistik” olarak nitelendirmiştir. Heidelberg, Frankfurt ve Münih üniversitelerinde psikoloji ve sosyoloji öğrenimi görmüş ve 1922’de psikiyatrist olarak kariyerine başlamıştır. Özellikle Karl Marx (1818-1883) ve Freud’un yazılarından etkilenen Fromm’u etkileyen diğer isimler Bachofen, Buddha ve Baruch Spinoza(1632-1677)’dır. 1934 yılında, Nazilerin iktidarı ele geçirmesiyle Amerika’ya göçmüş ve çalışmalarını burada sürdürmüştür. Fromm, çok geçmeden K. Horney (1885-1952) ve Harry S. Sullivan (1892-1949) gibi isimlerin bulunduğu “Yeni-Freudcular” arasındaki yerini almış ve 1980 yılında İsviçre’de ölmüştür. Eserlerinden bazıları şunlardır: Özgürlükten Kaçış, Kendini Savunan İnsan, Psikanaliz ve Din, Sağlıklı Toplum, Sevme Sanatı, İsa Dogması, Psikanalizin Çıkmazları, İnsan Yıkıcılığının Anatomisi, Sahip Olmak ya da Olmak, Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve Sınırları. Fromm (1997: 278-9), insanın anlaşılması konusunda Freud’un görüş ve tespitlerini takdir etmekle birlikte, “Libido” teorisini yetersiz bulmuş ve onun görüşlerini zenginleştirmeyi amaçlamıştır. Ona göre insan, Freud’un iddia ettiği gibi sadece içgüdüsel ihtiyaçlarını doyurmak için başkalarına ihtiyaç duyan bir varlık değil, tabiatı gereği toplumsaldır. Freud’daki içgüdüsel ihtiyaçların doyumundan ya da engellenmesinden kaynaklanan ve ikincil sonuçlar olarak görülen sevgi, nefret gibi duygular, Fromm için insan ilişkilerinin merkezini oluşturan temel ihtiyaçlar ve ruhsal olguları oluşturur. Ona göre bilinç dışı ve içsel dürtülerden ziyade sosyoekonomik etmenler, kişiliğin oluşumunda belirleyicidir. Fromm’un İnsan Görüşü Fromm’a göre insanı anlamada vicdan, sevgi ve akıl gibi bütün özellikler dikkate alınmalı ve iç gözleme başvurulmalıdır. Fromm’a (1999: 35) göre insanın yapıp ettikleri, gözlenebilir davranışlarıyla sınırlandırılamaz, bütün bunların ötesinde ruhsal bir dünyası vardır. İnsanı anlamada vicdan, sevgi ve akıl gibi bütün özellikler dikkate alınmalı ve iç gözleme başvurulmalıdır. Ona göre insan, hayatı içgüdüleri tarafından şekillendirilen bir varlık olmadığı gibi (Burada klasik psikanalizin insan görüşünü reddeder.) tamamen çevrenin ve kültürel faktörlerin tesiri altında kalan (davranışçılığın insan görüşüne karşı çıkar) bir varlık da değildir. İnsan, kendine özgü yapısı olan, enerji yüklü bir varlıktır. Dış şartları olduğu gibi kabul etmek yerine onlara uygun tepkiler verebilir. Gerektiğinde kendini ve çevreyi isteği doğrultusunda değiştirebilir. Fromm(1 964: 30-66)’a göre insan hem fiziksel hem de ruhsal ihtiyaçları olan bir varlıktır. Ona göre bu ihtiyaçlar beş grupta toplanabilir: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Psikanaliz ve Din 1- İlişki İhtiyacı: insan doğayla ve diğer insanlarla ilişkiler geliştirmek ve bunları devam ettirmek durumundadır. 2- Yaratıcılık İhtiyacı: İnsan, hayvanlardan farklı olarak, üretici ve yaratıcı bir varlık olma çabası içindedir. 3- Kimlik İhtiyacı: İnsan, diğer insanlardan farklı bir varlık olduğunu hissetmek ister. 4- Köklülük İhtiyacı: İnsan kökenini arar ve bir yere ait olmak (çocukken anne ve aile, yetişkinlikte aile, herhangi bir kurum vb.) ister. 5- Algı Dayanağı İhtiyacı: İnsanın içinde yaşadığı dünyayı algılaması ve anlamlandırması için algı dayanağına ve bir yönelime ihtiyacı vardır. Fromm (1997: 89-90), insanın doğuştan bütünüyle iyi ya da kötü olduğunu savunan görüşleri kabul etmez. Ona göre, her iki görüş de aşırı uçtur. İnsanda iyi ve dürüst olma eğilimleri olduğu gibi, saldırganlık ve yıkıcılık potansiyeli de vardır. İnsan sürekli sahip olduğu yetenekleri ortaya çıkarmak, kendini geliştirmek eğilimindedir. Onun bu kendini gerçekleştirme çabası engellendiğinde saldırganlık ortaya çıkar. İnsan akıl sahibi bir varlıktır. Akıl ona verilmiş benzersiz bir güçtür. Onunla kendi tecrübelerini değerlendirebilir ve gelişimine katkıda bulunan ve buna engel olan şeylerin ayrımını yapabilir. Fakat insanın aklı onun için nimet olduğu kadar bir külfettir. Çünkü akıl, insanı birçok problemi çözme ve zorluklara göğüs germe yükümlülüğüyle karşı karşıya bırakır. İnsanı kendini geliştirmeye ve diğer insanlarla birlikte yaşayabileceği huzurlu bir dünya kurmaya zorlar. İnsan ulaştığı her yeni aşamada yeni çelişkilerle karşılaşır ve yeni çözüm yolları arar. Bu çelişkiler onu kendini geliştirmeye iter. Fromm (1978: 76), Buddha, Hz. İsa ve Spinoza’nın öğretilerinden de yola çıkarak, ideal bir insan portresi çizmektedir. Ona göre ideal insan; özgür, amaç ve araç ayırımı yaparak başarılı olmayı kendine misyon edinen bir bireydir. Etrafındaki insanlara sevgiyle yaklaşır, onlarla birlikte olmak için çaba sarf eder. İyi ile kötüyü ayırt edebilme yeteneğine sahiptir. Kendisi olmayı başarmış, vicdanının sesine kulak vermeyi ve ona itaat etmeyi öğrenmiştir. “Sahip olmak” mı “olmak” mı? Fromm’a göre insan varoluşunda “sahip olmak” ve “olmak” şeklinde iki temel yönelim bulunmaktadır. Sahip olmak yöneliminde bireyin dünyaya karşı tavrı, elde etmek ve kontrol altında tutmak biçimindedir. Hırs, böyle bir yönelimin doğal sonucudur. Olmak yöneliminde ise birey, hiçbir şeyi elde etmek ve kontrol Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Psikanaliz ve Din altında tutmak istemez. Her şeyi kendi bütünlüğü içerisinde değerlendirerek, olduğu gibi kabul eder. Örneğin, sahip olmak yönelimli birey para, mülk, bilgi, şöhret ve insanı elde etmeye çalışır. Olmak yönelimli kimse, bunların geçiciciliğini ve kendi kişiliğini geliştirmesinin daha önemli olduğunu fark eder. Fromm’a göre insan varoluşunda “sahip olmak” ve “olmak” şeklinde iki temel yönelim bulunmaktadır. Fromm (1991: 237)’a göre dünyayla doğru bir ilişkiye girme biçimi ancak “olmak” yönelimiyle mümkündür. Oysa Batı’daki endüstriyel medeniyette para, hırs, şöhret ve gücü içeren “sahip olmak” temelli bir yönelim görülmektedir. Bu yönelimle hareke eden modern insan, dünyaya yakınlaşmak ve onu kendi canlılığı içerisinde kabullenmek yerine, sahip olma hırsıyla her şeyi elde etmeye çalışmaktadır. Onun bu kötü durumdan kurtulması “sahip olma” yöneliminden “olmak” yönelimine geçmesiyle mümkündür. Fromm, mutluluk ve iman gibi kavramları da bu iki yönelim çerçevesinde değerlendirir. Buna göre sahip olmak yöneliminde mutluluk, başkasından öncelikli olma, çalma ve öldürme gibi özellikleri içerirken; olmak yöneliminde sevme, paylaşma ve vermeyi kapsar. Sahip olmak yönelimli birey, mal varlığını artırarak olmak yönelimli birey ise ihtiyaç sahipleriyle paylaşarak mutlu olur. Sahip olma yöneliminde iman, akli bir kanıtı olmayan şeyler konusunda bir çözüme sahip olmayı içerir. Böyle bir yönelimde iman sahibi, bir güce inanmakla kendini güvende hissederek ve düşünmek, karar vermek gibi sorumluluklardan kurtulur. Olmak yönelimli imanda ise birey, belirli dogmatik fikirlere inanmak yerine içsel yönelme biçimiyle kendi tavır ve davranışlarını ortaya koyar. Özgürlüğünü korur. Sorumlulukları kendi üzerine alır (Fromm 1991: 77). Sevgi-Din İlişkisi Fromm’a göre sevgi, davranışlara yön veren en güçlü motivdir. Hoş bir duygudur, ancak bunun ötesinde bilgi ve çaba gerektiren bir sanattır. Fromm’a (1998: 12-26) göre sevgi, davranışlara yön veren en güçlü motivdir. Hoş bir duygudur, ancak bunun ötesinde bilgi ve çaba gerektiren bir sanattır. Bu sanata ulaşmak için disiplin, yoğunlaşma ve sabır gerekir. Sevgi sanatında başarılı olmak isteyen, kendini ona adamalıdır. Aynı zamanda sevgi, aktif bir eylemdir, almaktan çok vermeyi gerektir. Vermeyi içeren bir sevgi, insanın canlılığını ortaya koyar ve kişiye mutluluk verir. Sevgi, başkalarına ilgi ve saygı gösterebilme yeteneğidir. Başkalarını anlama kapasitesidir. Sevgi temelde sadece belli bir insanla ilişki değil, kişinin bir bütün olarak dünyaya dönük yönelimini belirleyen bir tutumdur. Kişi sadece birini seviyorsa (Bu ebeveynden birisi ya da arkadaş olabilir) ve diğer insanlara karşı ilgisiz ise onun bu sevgisi gerçek sevgi değil, pasif bir bağlanmadır. Çünkü sevgi, çok boyutlu bir eylemdir; kişi birisini sevdiğinde onun şahsında kendisini, tüm insanları, dünyayı, hayatı ve Tanrı’yı sevebilmelidir. Ona göre bir dinin temelinde de sevgi olmalıdır. Eğer bir dinin öğretileri o dine inanan kimsede özgürlük ve mutluluk yaratıyorsa, bu öğretilerin kaynağının sevgi olduğu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Psikanaliz ve Din söylenebilir. Fakat bir dinin öğretileri hoşnutsuzluk, huzursuzluk ve köleliğe sebep oluyorsa bu dinin öğretilerinin kaynağı sevgi değildir. Fromm’un Din ve Tanrı Görüşü Fromm’a göre dinin temel fonksiyonu, insanların karakterlerinde olumlu yönde değişiklikler yapması ve onları doğru yönde davranmaya iletmesidir. Fromm, dinin ve Tanrı’nın aşkın boyutuyla ilgilenmez. Fromm, din ve Tanrı konularındaki fikirlerine özellikle Psikanaliz ve Din, Sahip Olmak ya da Olmak, Tanrılar Gibi Olacaksınız ve Kendini Savunan İnsan isimli kitaplarında yer vermektedir. Fromm’a göre dinler, insani gelişimi destekleyerek temel görevlerini yerine getirirler. Bu açıdan insanlar için önemli olan, hangi dine inandıkları değil, sevgiyi yaşamaları ve doğru düşünmeleridir. Bir insan bu şekilde yaşıyorsa, bağlı olduğu din ve semboller sistemi ikinci derecede önemlidir. İnsanın dışında onu aşan ruhsal bir gerçekliğin olmadığını söyleyen Fromm’a göre, gerçek bir dinde Tanrı fikrine yer yoktur. Fromm (1978: 21) dini şöyle tanımlar: “Bir grup tarafından paylaşılan ve o grubun bireylerine kendilerini adayabilecekleri bir hedef ve onlara ortak bir davranış biçimi sunan düşünce sistemidir.” Ona göre bireyin kendini geliştirme sürecini desteklemeleri bakımından dinler “hümaniter” ve “otoriter” olmak üzere ikiye ayrılır: Otoriter dinde kişi kendini, her şeye gücü yeten Tanrı karşısında güçsüz hisseder. Böyle bir din, insan gelişimine engel olduğu için Fromm bu tür dinlere “gelişmemiş dinler” ismini de vermektedir. Otoriter dinde birey, kişisel özgürlüğünden vazgeçerek, üstün bir güce teslim olmak durumundadır. Bu dinlerde insanın kaderinin üst bir güç tarafından belirlendiği, insanın da buna uymak zorunda olduğu vurgulanmaktadır. Onun kaderini tayin eden üst güç, onu tapınmaya zorlama hakkına da sahiptir. Böyle bir dinde, itaat temel erdem; itaatsizlik ise en büyük günahtır. Fromm’a göre bu dinlerde tüm güçlerini Tanrı’ya yansıtan insanoğlu, özünü yok sayarak kendine yabancılaşır. Hümaniter din; sevgiye, hakikate ve kendini gerçekleştirmeye önem verir. Bu dinin merkezinde insan ve onun gücü yer almaktadır. İnsan kendini ve diğer insanlarla olan ilişkilerini anlamak ve evrendeki yerini kavramak için öncelikle aklını ve sahip olduğu güçleri geliştirmeli ve tüm çabasını bu yönde göstermelidir. Çünkü asıl erdem itaat değil, bireyin kendini gerçekleştirmesidir. Hümaniter dinde birey, kendini geliştirerek Tanrı’ya atfedilen niteliklere sahip olabilir. Bu dinlerde en büyük ölçüt, insanların vicdanlarıdır. Fakat bu vicdan otoriter dinlerde olduğu gibi bir dış otoritenin içimize yerleştirdiği bir şey değil, insanın kendi iç sesidir. Fromm insanın değerini koruduğu ve onun gelişimine yardımcı olduğu için bu dinleri “olgunlaşmış din” ve “gerçek din” olarak görür. Ona göre, Budizm, Taoizm, Hz. İsa’nın öğretileri; Hristiyanlık ve Yahudilikteki mistik akımlar hümaniter dinlere örnektir (Fromm 1978: 37, 50). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Psikanaliz ve Din Fromm, dinin ve Tanrı’nın aşkın boyutuyla ilgilenmez. Dinlerin bir ihtiyaç olduğundan bahsederek, dinin ve Tanrı inancının bireysel ve toplumsal fonksiyonlarıyla ilgilenmektedir. Ona göre insanda dine inanma ihtiyacı vardır. Fromm’a göre insanlardaki bu ihtiyacın kökenleri, insanın doğadan kopuşun yarattığı sıkıntıyı yenme isteğinde yer almaktadır. Buradan da anlaşıldığı üzere Fromm, dini, hayattaki çelişkilerden ve huzursuzluklardan kurtulma çabası olarak görür. Fromm (1991: 192-94)’a göre dinin temel fonksiyonu, insanların karakterlerinde olumlu yönde değişiklikler yapması ve onları doğru yönde davranmaya iletmesidir. Dinlerin ortaya koyduğu öğretiler, insanın potansiyellerini geliştirmesi sürecinde onu destekleyici nitelikte olmalıdır. Ona göre hümaniter dinler, bu özelliğe sahiptir. Fromm’a göre din bireyin yaşamda bir bütünlük ve anlam bulmasına yardımcı olur. Din bu konuda insana bir misyon ve bağlanabileceği, uğrunda çaba sarf edebileceği amaçlar ve idealler örüntüsü sunar. Ayrıca din toplumdan soyutlanan ve sıkıntıya düşen insanlara yardımcı olur. Fromm’a göre insanlığın geleceğinde, evrensel nitelik taşıyan yepyeni bir din vardır. Yeni din, Doğu ve Batı dinlerindeki tüm insani değerleri bünyesinde bulunduracak ve insanların bugüne kadar edindikleri bilgelik ve sezgilerle çatışmayacaktır. Bu din, daha öncelerde olduğu gibi bir öğretici vasıtasıyla ortaya çıkacak ve yeni dini davranış biçimleri getirecektir. ERİK ERİKS ON (1902-1970) Erikson, 1902 yılında Almanya’da (Baden) doğmuştur. Anne babası o doğmadan önce ayrılmıştır. Danimarka asıllı Erikson Almanya’da büyümüştür. Okul çağlarında Viyana psikanaliz cemiyetinin kurslarına katılmış, Freud ve çevresiyle irtibat kurmuştur. 1933 yılında Kopenhag’a daha sonra da Boston’a taşınmıştır. Erikson’a göre gelişim sürecinde yaşanan kriz, felaket değil bir dönüm noktasıdır. “Yabancılaşma” ve “kimlik krizi” üzerine eserler vermiştir. Çocukluk Çağı ve Toplum isimli ilk kitabını 1950 yılında yayınlamıştır. Diğer bazı eserleri şunlardır: Genç Adam Luther, Anlama ve Sorumluluk, Kimlik, Genç ve Kriz, Gandi’nin Hakikati, Çocukluk ve Toplum, Yeni Kimliğin Boyutları. Kimlik konusundaki çalışmalarıyla ünlenen Erikson, S. Freud ve Anna Freud’un psikanalitik çalışmalarından da faydalanarak teorilerini geliştirmiştir. Psikanalitik teoriyi savunan Erikson’a göre hayat bütün hâlinde dinamik bir yapıya sahiptir. Çocukluk döneminin önemli olduğunu söyleyen Freudyen görüşü kabul eden Erikson, diğer dönemlerin de gelişim açısından önem taşıdığını vurgulamıştır. Ona göre kişilik oluşumu çocuklukta başlar, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Psikanaliz ve Din dönemlerinde toplumsal etkileşimlerle şekillenmeye devam eder. Çocukluk döneminden sonraki evreler, bu dönemdeki gelişmelere dayanır. Erikson, embriyolojideki bazı kavramları kullanarak psiko-sosyal gelişim teorisini ortaya koymuştur. “Epigenetik” (aşamalı oluşum) kavramını kullanan Erikson, bu kavramla, kişiliğin birbiri ardına devam eden hiyerarşik evreler hâlinde gelişmesini kastetmiştir. Her evre farklı gelişim ödevlerine sahiptir. Ona göre gelişim sürecinde yaşanan kriz, felaket değil bir dönüm noktasıdır. Pek çok insan bu dönemi başarıyla geçebilir. Psiko-sosyal Gelişim Evreleri Gelişimin hayat boyu süren bir oluşum olduğunu savunan Erikson (1984), sekiz evreli bir psiko-sosyal gelişim modeli ortaya koymuştur. Erikson’un kuramına göre, sekiz evre birbirini takip eder. Bir evredeki problemin çözülmesi, sonraki evrenin sağlıklı şekilde ortaya çıkmasını sağlar. Her evrede var olan problemin çözülmesiyle bir “değer” kazanılır. Bu değerle kişi sonraki evreye ilerleyebilir. 1. Temel Güvene Karşılık Güvensizlik (0-1 Yaş): Bu dönemde bebek, kendisine ve çevresine karşı güven duygusu geliştirir. Bu bağlamda annenin veya temel bakıcının bebeğin ihtiyaçlarını karşılaması önemlidir. Bu dönemde ümit duygusu kazanılır. 2. Özerkliğe Karşılık Utanç ve Şüphe (1-3 Yaş): Tuvalet eğitimi alan çocuk ebeveynle olan sosyal ilişkisi sırasında özerklik duygusu kazanır. Aşırı baskıcı olunmazsa, çocuk kendi işlerini yapabildiğini görür ve kendine güven kazanır. Ebeveynden aşırı tepkiler gören çocuk ise kuşku ve utanç duyguları geliştirir. İrade bu dönemde kazanılan değerdir. 3. Girişime Karşılık Suçluluk Duygusu (3-6 Yaş): Bu evrede çocuk, merak duygusuyla hareket eder ve yetişkinlerin dünyasına girmeye çabalar. Merak duygusu bastırılan, girişimciliği engellenen çocuk suçluluk duygusu geliştirir. Bu dönemde "amaç" kazanılan değerdir. Erikson’a göre birey fiziksel ve sosyal anlamda gelişmekle kalmaz manevi anlamda da gelişim yaşar. 4. Çalışkanlığa/üretkenliğe Karşılık Aşağılık Duygusu (6-12 Yaş): Alet ve araçlar kullanmayı öğrenen çocuk, büyükler gibi bir şeyler üretmeye çalışır. Çabaları önemsiz görülen çocuk küçümsenirse değersizlik ve aşağılık hissine kapılır. Birey yarış değerini bu dönemde kazanır. 5. Kimlik Bütünlüğüne Karşılık Bocalama (12-18 Yaş): Ergenlik dönemini kapsayan bu evrede birey, pek çok kimlik problemiyle uğraşır. Birey, problemlerine çözüm bularak ve kimlik krizlerini atlatarak başarılı kimliğe ulaşabileceği gibi bu krizlerden kurtulamayarak kimlik bocalamasıyla yaşayama devam edebilir. Sadakat, kazanılan önemli değerlerdendir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Psikanaliz ve Din 6. Yakınlığa Karşılık Yalıtılmışlık (18-26 Yaş): Kimlik krizinden başarıyla çıkan birey, aile kurmak ve istikrarlı arkadaşlıklar geliştirmek ister. Sosyal çevreyle iletişime geçer başarılı ilişkiler geliştirerek yakınlık hissini yaşar. Sosyal ilişkilerinde başarılı olamadığı takdirde yalıtılmışlık ve uzaklaşma duyguları yaşar. Kazanılan değer sevgidir. 7. Üretkenliğe Karşılık Durgunluk (26-50 Yaş): Orta yetişkinlik dönemindeki birey bilgi birikimi ve tecrübelerinden faydalanarak yeni şeyler üretmek için çabalar. Toplum ve gelecek nesiller yararına işler yapmak ister. Daha önceki gelişim ödevlerini tamamlayamayan birey ise, toplumsal faydaları umursamayarak durgunluk devresine girer. İlgi, kazanılan değerdir. 8. Benlik Bütünlüğüne Karşılık Umutsuzluk (50 Yaş üzeri): Son yetişkinlik çağındaki birey, o güne kadar yapıp ettiklerinin muhasebesini yapar. Değerlendirme sonucu birey başarılarından dolayı memnun olup, benlik bütünlüğüne ve huzur duygusuna ulaşırken, gerçekleştiremediği şeylerden dolayı hayal kırıklığı yaşar. Yeniden teşebbüste bulunma gücü olmadığını düşünerek umutsuzluk duygusuna kapılır. Bilgelik bu dönemde kazanılan değerdir. Erikson’un Din Görüşü Erikson’a göre dinin başarılı kişilik gelişiminde önemli etkileri vardır. Erikson din konusundaki görüşlerini psiko-sosyal gelişim teorisi çerçevesinde ele alır ve bir anlamda dinî gelişimden söz eder. Çünkü ona göre birey, fiziksel ve sosyal anlamda gelişmekle kalmaz manevi anlamda da gelişim yaşar. Birinci evrede çocuğun bir dinî inancından söz etmek mümkün değildir; ancak anne babanın veya temel bakıcının inancı çocuğun güven duygusunu etkiler. Bu her zaman olumlu olmayabilir. Ebeveynin çocuğa yansıttıkları Tanrı imajı, örneğin katı bir baba imajı çocuklarda güvensizlik ve korku hisleri doğurabilir. Bu dönemde çocuğun ihtiyaçları karşılanıyorsa onun Tanrı’yı güvenilebilir biri olarak algılaması ve öyle inanması kolaylaşır. Bir anlamda çocuk, ebeveynle kurduğu güven ilişkisini Tanrı’ya yansıtır. Özerklik duygusunun hissedildiği ikinci evrede iyi ve kötü konusunda seçimler yapabilen bir özgür iradenin gelişimi şekillenir. Gurur ve suçluluk duyguları tadılır. Bu dönemde ailelerin ve dini liderlerin baskı yapmama konusunda dikkatli olmaları gerekir. Üçüncü evrede girişimci olan ve merak duygusu gelişen çocuk, içerisinde yaşadığı dinî kültürü öğrenir, ahlaki sorumluluk geliştirir. Dördüncü evrenin sonunda çocuk soyut düşünmeyi öğrenir. Beşinci evrede ergenin kendi kimliğini keşfetmesi ve kimlik krizinden çıkabilmesi için dinî kurumlar önemli rol oynar. Yetişkinlik dönemlerini içeren diğer evrelerde ise dinî gelişim olgunlaşabilir. Bazı bireyler aynı seviyede kalsalar da bazıları dinî gelişimlerini ilerletmeye devam ederler. Erikson’a göre, son yetişkinlik çağına gelindiğinde kişi eğer başlangıçtan itibaren sağlıklı evreler geçirmişse ilerleyen yaşlarda da benlik bütünlüğüne kavuşur, ölüm ve sonrasında olacaklardan kaygılanmaz (Swan 2006: 24-29). Erikson, Genç Adam Luther ve Gandhi’nin Hakikati gibi biyografik eserlerinde ise din üzerine pozitif görüşler ortaya koyar. Erikson dinlerin başarılı kişilik Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Psikanaliz ve Din gelişiminde önemli etkilerinin olduğunu, çünkü kültürlerin her bir safha için ürettiği değerlerin kaynağının din olduğunu düşünür. Ona göre dini ritüeller bu gelişmeyi sağlarlar. Kimlik bunalımlarının aşılmasında özellikle dini kurumlar önemli rol oynar. Genç Adam Luther başlıklı kitabında Erikson, genç reformcu Luther’in hayatını psikanalitik metodu kullanarak tahlil eder. Ona göre Luther’in yaşadığı tarihsel dönem, dini insanlara ideolojik bir seçenek olarak sunmaktadır ve o da bu seçeneği bebeklik, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde yaşadığı psiko-sosyal çatışmaları çözmek için kullanmıştır. Ona göre Luther’in manastıra girmesi, onun hem psikolojik hem de dinî gelişimi açısından önemlidir. Bu durum, kimlik krizi içerisindeki gence yaşam tecrübesini gözden geçirmesi için toplumun kendisine moratoryum (geciktirme) imkânı verdiğini ve ona rol çatışması yaşadığı dönemde koruyucu bir çevrenin temin edildiğini gösterir. Burada Luther şu çatışmayı yaşamıştır: “İtaat kime olacak: Tanrı’ya mı? Papaya mı?” yoksa “Hükümdara mı? Gerçek babaya mı yoksa cennetteki Baba’ya mı?” Luther’in manastır tecrübesi, yıkıcı ve yapıcı etkenler, geliştirici ve geriletici alternatifler arasında şiddetli bir mücadeleye sahne olmuştur. Ona göre zaman zaman ortaya çıkan krizler, bebeklik ve ergenlik çatışmalarını yeniden uyandırsalar da, manastır hayatının iyileştirici yönleri, Luther’in gelecekteki büyüklüğünü temin için yeterli olmuştur. Luther, ergenlikteki kimlik krizinin çözümünde kısmen başarısızdı, fakat gelişimini devam ettirecek yeterli çözüm imkânı oluşmuştu (Crapps, 2010: 85). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Özet Psikanaliz ve Din •Psikolojide bugün de varlığını sürdüren temel ekollerden biri olan Psikanaliz, insan davranışlarının ve kişiliğinin bilinç dışı süreçler tarafından yönlendirildiğini öne sürmektedir. Kurucusu Sigmund Freud’dur. •Psikanaliz, Freud’dan günümüze pek çok değişiklik geçirmiştir. Alfred Adler, Carl Gustav Jung, Erich Fromm ve Erik Erikson Psikanalizdeki diğer önemli isimlerdir. Bu psikologlar, temel olarak, bilinç dışı süreçlerin ve geçmiş yaşantıların ve özellikle çocukluk çağının önemine vurguda bulunmakla birlikte birbirinden farklı görüşler dile getirmişlerdir. •Psikanaliz ekolünü savunan psikologlar, din ve Tanrı konusundaki görüşlerini de genel olarak psikoloji görüşleri çerçevesinde ortaya koymuşlardır. Dini, insan hayatındaki fonksiyonları açısından değerlendirmişlerdir. •Sigmund Freud, dinin ve Tanrı inancının insan için bir yanılsama ve nevrotik saplantılı bir durum olduğunu, bilimin gelişmesiyle insanın bu durumdan kurtulacağını öne sürmüştür. •Dinin bir yanılsama olduğu görüşüne karşı çıkan Adler, dinlerin insan hayatı için büyük önem taşıdığını söyler. Ona göre dinlerin kâdiri mutlak Tanrı öğretisi, insanların Tanrı'yla özdeşleşerek aşağılık duygusundan kurtulmasına imkân tanır. •Carl Jung, dini, "arketipler", "kolektif bilinçdış"ı ve "bireyleşme" teorileri çerçevesinde ele alır. Ona göre Tanrı kolektif bilinç dışında varolan bir arketipten ibarettir ve Tanrı’yı kabul insanın kaderidir. Dinî inançlar, psikoterapik açıdan olumlu bir etkiye sahiptir. Her insan, hayatında “bireyleşme” denilen doğal bir dini serüven yaşar. •Dinleri "hümaniter" ve "otoriter" olmak üzere ikiye ayıran Erich Fromm, hümaniter dinlerin insanın kendini geliştirmesine katkıda bulunduğunu dinlerin mistik formlarının bu hümaniter dini temsil ettiğini öne sürer. Ona göre dinler, insanın anlam bulmasını ve ahlakı temellendirmesine sağlar. •Erik Erikson ise, dinî bir gelişim süreci içerisinde değerlendirir. Sekiz evreli psikososyal gelişim teorisi çerçevesinde bireyin dinî gelişimini ele alır. Dinin kişilik gelişimi ve krizlerin atlatılmasındaki önemi üzerinde durur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Ödev gönderimi Ödev Etkileşimli Alıştırmalar Alıştırmalar Psikanaliz ve Din • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebiirsiniz • Psikolojideki diğer ekoller(davranışçılık, hümanist psikoloji, pozitif psikolojisi vb.) hakkında bilgi edinerek, psikanaliz ile diğer ekoller arasındaki farklılıkları orta koyan bir ödev hazırlayınız. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Psikanaliz ve Din DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Psikanaliz, bilinç dışı süreçlerin insan davranışına yön verdiğini, geçmiş yaşantıların ve özellikle çocukluk dönemindeki yaşananların kişiliğin oluşumunda belirleyici olduğunu öne sürer. Aşağıdakilerden hangisi psikanaliz ekolü için söylenemez? a) Kurucusu Sigmund Freud’dur. b) Bir tür psikoterapi yöntemidir. c) Bütün psikanalistler, Freud gibi “libidonun” hayat enerjisi olduğunu savunur. d) Sanattan edebiyata, müzikten dine pek çok alanda tesirleri olan bir ekoldür. e) Din konusunu birey hayatındaki fonksiyonları açısından ele alır. 2. “Bütün insanların, hayvanların, bitkilerin ve bütün kristallerin en içte taşıdıkları öz, Tanrıdır” sözüyle din hakkındaki görüşünü dile getiren ve dinin insanın psikolojik rahatsızlıklarından kurtulmasında önemli bir katkısının olduğunu savunan psikolog aşağıdakilerden hangisidir? a) Erik Erikson b) Sigmund Freud c) Erich Fromm d) Abraham Maslow e) Carl Gustav Jung 3. Psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud’un görüşleri gerek diğer psikoloji ekollerini benimseyen psikologlar gerekse takipçileri tarafından eleştirilmiştir. Aşağıdakilerden hangisi Freud’un eleştirilen görüşlerinden biri değildir? a) Libidoyu cinsel enerji olarak tanımlaması b) Dini, saplantılı bir nevroz olarak görmesi c) Çocukluk döneminin kişilik gelişiminde önemli bir yere sahip olduğunu savunması d) Oedipus kompleksini yorumlarının temeline oturtması e) Rüyaları bilinç dışını giden tek kral yolu olarak görmesi 4. Freud’un dini hastalıklı bir hâl olarak indirgemeci bir yaklaşımla ele almasına itiraz eden Carl Gustav Jung, dini Freud’a göre daha olumlu bir yaklaşımla ele alır. Aşağıdakilerden hangisi Jung’a göre dinin fonksiyonları arasında değildir? a) Ruhsal rahatsızlıklara karşı bireyi daha güçlü kılar. b) İnsan hayatına anlam ve yön kazandırır. c) Bireyin yabancılaşmasına engel olur. d) Zor zamanlarla başa çıkmasına yardımcı olur. e) Kimlik krizinden kurtulmasını sağlar. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Psikanaliz ve Din 5. Aşağıdaki görüş-psikolog eşleştirmelerden hangisi yanlıştır? a) İnsanın Tanrı’yı bulması onun kaderidir/Carl Gustav Jung b) Tanrı bireyin kendini gerçekleştirme sürecinde elde ettiği niteliklerin toplamıdır/Erich Fromm c) İnsan sekiz evreli epigenetik bir psikososyal gelişim sürecinden geçer/Erik Erikson d) Çocuğun bir ailenin kaçıncı çocuğu olduğu, yani doğum sırası onun kişiliğini etkiler/Sigmund Freud e) Dinler hümaniter ve otoriter olmak üzere ikiye ayrılır/Erich Fromm 6. Erich Fromm’a göre insan varoluşunda sahip olmak ve olmak şeklinde iki temel yönelim bulunmaktadır. Sahip olmak yönelimli birey için aşağıdakilerden hangisi söylenemez? a) Arkadaşlarını olduğu gibi kabullenmek yerine kontrol etmek ve değiştirmek ister. b) Kendini güvende hissetmek için inanır. c) Onun için mal biriktirmek kişiliğini geliştirmekten daha önemlidir. d) Kazandıklarından insanlara vererek mutlu olur. e) Dünyayı doğal düzeni içerisinde kabul etmez. 7. Aşağıda verilen özelliklerden hangisi Alfred Adler’e ait değildir? a) O da Freud gibi çocukluk döneminin önemli olduğunu kabul eder. b) Davranış biyolojik güçlerden çok sosyal güçler tarafından belirlenir. c) Birey kendini gerçekleştirdiği bir bireyleşme süreci yaşar. d) Aşağılık duygusu ve üstünlük arzusu insan davranışına yön veren en önemli motivlerdir. e) Dinî kanaatler, bireyin normal gelişimi sürecinde ortaya çıkan kanaatlerin uzantısıdır. 8. Embriyolojideki bazı kavramları kullanarak psiko-sosyal gelişim teorisini ortaya koymuştur. Epigenetik (aşamalı oluşum) kavramını kullanarak, bu kavramla, kişiliğin birbiri ardına devam eden evreler hâlinde gelişmesini kastetmiştir. Gelişim sürecinde yaşanan kriz, felaket değil bir dönüm noktasıdır. Yukarıdaki görüşler kime aittir? a) Sigmund Freud b) Carl Gustav Jung c) Erik Homburger Erikson d) Erik Fromm e) Alfred Adler 9. Aşağıda psikologlar ve onların yazdıkları eserler eşleştirilerek verilmiştir. Bu eşleştirmelerden hangisi yanlıştır? a) Sigmund Freud/Bir Yanılsamanın Geleceği b) Erich Fromm/Sahip Olmak ya da Olmak c) Erik Erikson/Genç Adam Luther d) Carl Gustav Jung/İnsan Yıkıcılığının Anatomisi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Psikanaliz ve Din e) Alfred Adler/İnsan Tabiatını Anlama 10. Jung’a göre kişiliğin dengeye ve bütünlüğe yönelik gelişimini ifade eder. İnsanoğlunun potansiyel olarak taşıdığı, hayatına anlam katan ve onu olgun bir hayatla bütünleştiren bir süreçtir. Yukarıda tarifi yapılan kavram aşağıdakilerden hangisidir? a) Bireyleşme b) Olma süreci c) Kendini gerçekleştirme d) Epigenetik gelişim e) Benin yaratıcı gücü Cevap Anahtarı 1- C, 2- E, 3- C, 4- E, 5- D, 6- D, 7- C, 8- C, 9- D, 10- A Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Psikanaliz ve Din YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Adler, A. (2003). İnsan Tabiatını Tanıma. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Adler, A. (1996). Psikolojik Aktivite: Üstünlük ve Toplumsal İlgi. İstanbul: Say Yayınları. Adler, G. (2002). Dynamics of The Self, London: Coventure. Ayten, A. (2010). Psikoloji ve Din: Psikologların Din ve Tanrı Görüşleri, İstanbul: İz Yayıncılık. Bahadır, A. (2007). Jung ve Din, İstanbul: İz Yayıncılık. Budak, S. (2000). Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Crapps, R. W. (2010). “Psikanaliz ve Din”, Din Psikolojisi (Ed. A. Ayten), İstanbul: İz Yayıncılık. Erikson, Erik (1984). İnsanın Sekiz Çağı (Çev. B. Üstün-V. Şar), Ankara: Toplum Yayınları. Faber, H. (1976). Psychology of Religion, London: SCM Press. Fordham, F. (2001). Jung Psikolojisinin Anahatları. İstanbul: Say Yayınları. Freud, S. (1949). “Obsessive Acts and Religious Practices”, Freud On Sex and Neurosis, New York: Art and Science Press. Freud, S. (1990). Totem and Taboo, London: Penguin Books. Freud, S. (1991). The Future of an Illusion, London: Penguin Books. Fromm, E. (1964). The Sane Society,New York: Holt, Rinehart&Winston. Fromm, E. (1978). Psychoanalysis and Religion, New Haven: Yale University Press. Fromm, E. (1991). Sahip Olmak ya da Olmak (Çev., A. Arıtan), İstanbul: Arıtan Yayınları. Fromm, E. (1997). Özgürlükten Kaçış (Çev., S. Budak), Ankara: Öteki Yayınları. Fromm, E. (1998). Sevme Sanatı (Çev., S. Budak), Ankara: Öteki Yayınları. Fromm, E. (1999). Erdem ve Mutluluk (Çev., A. Yörükan), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Fromm, E. (1997). Hayatı Sevmek (Çev. A. Köse), İstanbul: Arıtan Yayınları. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Psikanaliz ve Din Fuller, A. (1994). Psychology and Religion: Eight Points of View, Boston: RowmanLittle Field Publication. Geçtan, E. (2000). Psikanaliz ve Sonrası, İstanbul: Remzi Kitabevi. Hâll, C. (1999). Freudyen Psikolojiye Giriş (Çev. E. Devrim), İstanbul: Kaknüs Yayınları. Jacobi, J. (2002). Jung Psikolojisi (Çev. M. Arap), İstanbul: İlhan Yayınları. Jones, E. (2004). Freud Yaşamı ve Eserleri. İstanbul: Kabalcı Yayınları. Jung, C. G. (1933). Modern Man in Search of Soul, London: Routledge&Kegan Paul. Jung, C. G. (1964). Collected Works, c. X, London: Routledge&Kegan Paul. Jung, C. G. (1982). Analitik Psikolojinin Temel İlkeleri (Çev. K. Şipal), İstanbul: Bozak Yayınları. Jung, C. G. (1998). Psychology and Western Religion, London: Ark Paperbacks. Jung, C. G. (1998). Psikoloji ve Din (Çev. R. Karabey), İstanbul: Okyanus Yayınları. Jung, C. G. (2002). Essays on Contemporary Events, London: Routledge. Karacoşkun, M. (2006). Ateist Bir Mistik Erich Fromm. Samsun: Etüt Yayınları. Köse, A. (2000). Freud ve Din, İstanbul: İz Yayınları. Moreno, A. (1974). Jung, Gods, and Modern Man, London: Sheldon Press. Palmer, M. (1997). Freud and Jung on Religion, London: Routledge. Powers, R. L. (1976). “Religion: Adler’s View”. International Encyclopeadia of Psyhiatry, Psychology, Psyhoanalysis, and Neurology. (Ed. B. B. Wolman), ss. 42729, New York: Van Nostrand Reinhold Company. Sambur, B. (2005). Bireyselleşme Yolu: Jung’un Psikoloji Teorisi, Ankara: Elis Yayınları. Schultz, D. P. & Schultz, S. E. (2001). Modern Psikoloji Tarihi (Çev., Y. Aslay), İstanbul: Kaknüs Yayınları. Spinks, S. (1963). Psychology and Religion, London: Methuen&Co. Stevens, A. (1999). Jung (Çev. A. Çayır), İstanbul: Kaknüs Yayınları. Storr, A. (1989). Freud, New York: Oxford University Press. Swan, T. (2006). A Brief Introduction to the Psychology of Religion. Ontario Yörükan, T. (2000). Alfred Adler: Bireysel Psikolojisi: Sosyal Roller ve Kişilik, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 RUH SAĞLIĞI VE DİN HEDEFLER İÇİNDEKİLER • Ruh Sağlığı-Dindarlık İlişkisi • Dinrarlık ve Hayatın Anlamı • Dindarlık ve Mutluluk • Dindarlık ve Alie • Dindarlık ve Sosyal Uyum • Dindarlık, Kaygı ve Stres • Dindarlık ve Depresyon • Dindarlık ve Başa çıkma • Dindarlık ve Beden Sağlığı DİN PSİKOLOJİSİ Prof. Dr. A. Kerim Bahadır • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Ruh sağlığını tanımlayabilecek, • Ruh sağlığı ile dindarlık arasındaki ilişkiyi kavrayabilecek • Dindarlık ile tedavi ve başa çıkma süreci, depresyon, kaygı ve stres, alkol ve uyuşturucu kullanımı arasındaki ilişkileri anlayabilecek, • Dindarlık ile hayatın anlamı, aile, mutluluk, sosyal uyum, beden sağlığı ve uzun yaşama arasındaki ilişkileri daha iyi kavrayabileceksiniz. ÜNİTE 14 Ruh Sağlığı ve Din Giriş Normallik ile anormallik, sağlıklı olma ile hasta olma arasında kesin bir sınır belirlemek kolay olmadığından, ruh sağlığını tanımlamak da oldukça zordur. Zira bazı araştırmacılarca ruh sağlığı toplumsal normlara uyma ile doğru orantılıyken, bazılarına göre bu durum yeterli olmayıp bireyin kendisini iyi hissetmesi ön plana çıkartılmaktadır. Literatürde ruh sağlığı veya psikolojik sağlıkla ilgili birçok tanım bulmak mümkündür. Psiko-sosyal açıdan sağlıklı olan bireyin, hayatın önüne çıkardığı sorunları semptomatik davranışa başvurmadan çözebilmesi; bireyin kendisi ve dış dünya ile ilişkilerini bozacak rahatsızlıklardan uzak olması ve kendini mutlu ve huzurlu hissetmesi gibi tanımlar literatürde en sık rastlanan tanımlar arasındadır. Dünya Sağlık Örgütü ise ruh sağlığını; bireyin kendisiyle ve çevresiyle uyum içinde olması olarak tanımlamıştır. Ruh sağlığı, olumsuz psikolojik durumlardan uzak olmak kadar, olumlu özelliklere sahip olmak anlamına da gelmektedir. Ruh sağlığı, bireyde ruhsal rahatsızlık bulunmaması olarak tanımlanmaktaysa da, bu tanım yeterli değildir. Zira ruh sağlığı olumsuz psikolojik durumlardan uzak olmak kadar, olumlu psikolojik özelliklere sahip olmak anlamında da düşünülmektedir. Bu manada, olumlu benlik tasarımı, özbenimseme, hayatı anlamlı ve yaşanmaya değer görme, heyecanların kontrolü, duygusal olgunluk, ümitvar olmak, olumlu dünya görüşü geliştirmek, diğer insanlara ve doğaya ilişkin pozitif tutumlar geliştirmek, huzurlu, mutlu ve dengeli olmak gibi durumlar, ruh sağlığı kavramı içinde değerlendirilmektedir. Yukarıda bahsedilenlere ilave olarak kişisel özerkliği sağlamak, sorumluluk sahibi olmak, fiziksel ve sosyal çevreye uyum, davranışlarının sonucunu kestirebilmek, ruhsal hayatta dengesizliğe neden olan durumlarla baş edebilmek, yaşam kalitesi ve hayattan memnuniyet, güven içinde olmak, iyimser bir dünya algısına sahip olmak, inisiyatif alabilmek, fiziksel ve sosyal çevreyle uyum ve barış içinde olmak gibi durumlar da ruh sağlığıyla yakından ilişkili kavramlardır. Ruh sağlığıyla ilişkili olan veya onun temel belirleyicileri olarak kabul edilen faktörler bunlarla sınırlı değildir. Zira bazı araştırmacılara göre; kendilik bilinci, özbenimseme, özgüven, olumlu benlik tasarımı, duygu ve düşünceleri dengeleyebilme ve baskıya (strese) gösterilen direnç kapasitesi ve onu gelişim için fırsata dönüştürme ruh sağlığının temel belirleyiceleri olarak kabul edilmektedir (Karaca, 2011: 240). Bütün bu sayılanların çoğuna sahip olan birisinin, ruh sağlığının yerinde olduğu şeklinde bir anlam çıkarmak da zordur. Zira bireysel açıdan sağlıklı gibi algılanan bazı davranışların toplum tarafında nasıl değerlendirildiği de önemlidir. Bu açıdan ruh sağlığının en azından bazı göstergelerinin kültüre duyarlı olduğu da bir gerçektir. Zira birtakım davranışlar bazı toplumlarda normal kabul edilirken, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Ruh Sağlığı ve Din diğer bazı toplumlarda anormal olarak kabul edilebilmektedir. Bu durumda ruh sağlığının temel belirleyicilerini; nörö-biyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel faktörler olarak kabul etmek daha uygun bir yaklaşımdır. Buna göre ruh sağlığı; bireyin nöro-biyolojik ve ruhsal potansiyelleri çerçevesinde yeterlik düzeyine çıkardığı yetenekleriyle sonradan edindiği inanç, tutum ve değerlerle birlikte, kendisi, fiziksel ve sosyal çevresiyle girdiği ilişkilerden elde ettiği psikolojik doyum olarak tanımlanabilir (Karaca 2011: 241;Yapıcı: 2007: 45-46). Ruh Sağlığı ve Dindarlık İlişkisi Çok boyutlu bir fenomen olan din, insan hayatının hemen tamamını kuşatmaktadır. Yukarıda bahsedildiği gibi insan hayatını etkileyen bütün faktörlerin ruh sağlığıyla uzaktan veya yakından ilişkili olduğu düşünülürse; dinin ruh sağlığına doğrudan ve diğer faktörler üzerindeki etkisi vasıtasıyla dolaylı etkilerinden bahsetmek mümkündür. Din, içerik ve fonksiyonlarıyla birlikte insan hayatının tamamını kuşatmaktadır. Din ile ruh sağlığı arasındaki ilişkiden, aslında dindarlık ile ruh sağlığı arasındaki ilişki anlaşılmalıdır. Yoksa teorik olarak dinlerin hemen hepsinin ruh sağlığına olumlu yönde katkıda bulunabilecek ilkelere sahip olduğunu söylenebilir. Buna göre dinin ruh sağlığını olumlu veya olumsuz yönde etkilemesi, onun nasıl algılandığı ve ne şekilde dindarlığa dönüştürüldüğüyle yakından ilişkilidir. Zira bireyin din algısı, onun Tanrı tasavvurlarından dinî tören, uygulama ve ibadetlere katılım ve din ile bütünleşme düzeyine kadar dinî hayatın hemen bütün katmanlarını etkileyen temel faktörlerin başında bulunmaktadır. Ruh sağlığı-din ilişkisinde tek belirleyici faktör din algısı değildir. Dinin ruh sağlığı üzerindeki etkileri; dinin türü ve tanımı, sağlık ve mutluluk ölçütleri, kişilik yapısı ve bireysel farklılıklar, içinde yaşanılan fiziksel ve sosyal çevre ve bireyin inandığı dinî benimseme ve onunla bütünleşme düzeyine göre değişmektedir. (Karaca, 2011: 241). Birçok araştırmacı dinin ruh sağlığına yönelik olumlu etkileriyle ilgili tecrübi bulgularını ortaya koymuşken, bu konuda Freud, Dittes ve Ellis başta olmak üzere bazı araştırmacılar dinî inanç ve uygulamaların ruh sağlığına olumsuz etkilerinden bahsetmiştir. Fromm ise otoriter dinlerin ruh sağlığına olumsuz, hümaniter dinlerin ise olumlu katkıları olduğunu ileri sürmüştür. Ruh sağlığının tanımlanmasında kullanılan kriterler ile dinin algılanma ve hayata aktarılma biçimlerine göre bu iki faktör arasındaki ilişkiler değişkenlik göstermekle birlikte, konuyla ilgili olarak yapılan çalışmaların yaklaşık %80’inde dinin ruh sağlığını olumlu yönde etkilediğine yönelik sonuçlara ulaşılmıştır. Örneğin konuyla ilgili 43 araştırmayı inceleyen Rew ve Wong, çalışmaların %84’ünde din ile sağlık arasında olumlu bir ilişki bulunduğunu tespit etmiştir (Rew ve Wong, 2006). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Ruh Sağlığı ve Din Aynı yazarların Slaikeu’yla birlikte 20 çalışmayı inceledikleri başka bir araştırmada ise çalışmaların %90’ında din ile ruh sağlığı arasında pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. İnancın patolojik bir kişilik yapısıyla karşılaşması, kaygı düzeyi ve suçulluk duygularını artırmaktadır. Ruh sağlığını olumlu yönde etkileyen dindarlığın sağlıklı bir din anlayışına dayanan, bireyin ruhsal ve zihinsel sıkıntılarıyla hastalıklı bir hâl almayan, onun kendini gerçekleştirmesine yardımcı olan bir dindarlık olduğunun altını çizmek gerekir. Zira inananların dinî inançlarını sığ ve katı bir şekilde ele almaları sonucunda geliştirmiş oldukları tek boyutlu bir hayat formu, zaman zaman onların psikolojilerini zorlayabilmektedir. Ancak bu tip köktenci yaklaşımlar sadece dinlere has bir özellik olmayıp çeşitli hayat felsefeleri ve ideolojilerin de bu şekilde algılanması sonucunda benzer durumlar ortaya çıkabilmektedir. Yani burada bizzat dinlerde değil, dindarlarda gözlemlenen bazı anormal davranışlar, doğrudan dinlere maledilmekte ve müntesiplerinin sergilemiş olduğu olumsuz davranışların sorumlusu olarak dinler gösterilmektedir. Hâlbuki birçok konuda olduğu gibi, çoğu insan, inanmış olduğu dinleri de eksik veya yanlış bir şekilde öğrenmekte, öğrenmiş olduğu dinî inanç ve pratiklerin birçoğunu hayatına yansıtmamaktadır. Dinî içerikli birkaç söz veya davranışından ötürü dindar olarak algılanan bu tür insanlarda gözlemlenen bazı sapma veya normal dışı davranışlar ile dinî inançları arasında kurulan ilişki, dindarlığın ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği şeklinde yorumlanabilmektedir. İnancın patolojik bir kişilik yapısıyla veya patolojik bir dindarlık algısının henüz dengesini bulmamış zayıf bir kişilik yapısıyla karşılaşması, dindarlığın kaygı düzeyi ve suçluluk duygularını daha fazla tahrik etmesine neden olabilmektedir. Ancak yoğun suçluluk duygusu hisseden veya nevrotik kişilik özellikler gösteren dindarların daha fazla kaygılı olmaları, dindarlıktan değil, psiko-patolojik sebeplerden kaynaklanmaktadır. Mistik bireylerde gözlemlenen bazı olağan dışı davranışlar ile psiko-patolojik davranışlar arasında kurulan ilişkiler de dindarlığın ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği yönünde yorumlara neden olmuştur. Mistisizm ve tasavvuftaki cezbe, vecd ve istiğrak hâlleri ortaya çıktıkları ortam ve oluş biçimi açısından bakıldığında her ne kadar bireyin sosyal uyumunu bozan anormal davranışlar olarak gözüküyorsa da, genelde kısa süreli olan bu tür davranışlar sonucunda bireyin psiko-sosyal uyumunda önemli ölçüde iyileşme görülmektedir. Hâlbuki psikopatolojik davranışlar, bireyin psiko-sosyal uyumunu uzun süre belki de hayat boyu olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca mistik tecrübe yaşayan insanlar üzerinde yapılan araştırmalarda, bu tip bir tecrübe yaşayan insanların psikopatoloji ölçeklerinden düşük, psikolojik sağlık ölçeklerinden ise yüksek skorlar gösterdikleri görülmüştür (Karaca, 2011: 238). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Ruh Sağlığı ve Din Din eğitiminde yapılan yanlışlar ve bu yanlışların etkisiyle Tanrı’nın korku figürü olarak algılanması, ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyici özelliklere sahip olabilmektedir. Örneğin bireyin küçük olumsuz davranışlarından ötürü büyük günahlar işlemiş olduğu yönünde geliştirmiş olduğu algı, onun yoğun suçluluk ve günahkârlık duyguları yaşamasına neden olup psikolojik sağlığını bozabilmektedir. Zira suçluluk ve günahkârlık duyguları güçlenip etkin hâle geldikleri zaman, organizmayı günahı silmek ve suçu azaltmak yönünde motive ederek zihinsel patolojik durumlara neden olabilmektedir. Dinlerdeki bağışlanma ve affedicilik olgusu, suçluluk ve günahkarlık duygularının yarattığı bunalımlar için önemli bir çıkış kapısıdır. Dinin ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediğini öne süren Freud’un da ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisuçluluk duygusudur. Nitekim o, obsesifkompulsif (saplantılı düşünce ve davranışlar) davranışlar sergileyen psikopatolojikler ile dindarlar arasında benzerlikler kurarak, dinin de bir nevroz nedeni olduğunu ileri sürmüştür (Köse, 2000: 69). Ancak burada şunları hatırda tutmakta yarar vardır. Günahkârlık duygusu üzerinde en güçlü vurgu Hristiyanlık dininde vardır ve Freud, din hakkında yaptığı değerlendirmelerde büyük oranda bu dinî baz almıştır. Freud’un bilinçli bir şekilde intikam alma amacı da taşıdığı Hristiyanlık dininde insanların doğuştan “günahkâr” olarak doğduğuna inanılmaktadır. Tarihî kökenleri oldukça eskiye dayanan bu dine atfedilen suçluluk inancının, özellikle psikoloji biliminin doğup geliştiği alanlarda hâkim olması, psikoloji tarihinde dinî inancın patoloji ile birlikte anılmasında etkili olan faktörlerden biri olarak değerlendirilebilir. Hatta Hristiyan din adamlarının Tanrı adına insanları affedebilme yetkisini kendilerine vermeleri ve bu doğrultuda “günah çıkarma” adı altında dinî törenler düzenlemelerinde, bu suçluluk duygusunun ortaya çıkardığı bunalımın etkisini azaltmak amacı güdülmüş olabilir. (Karaca, 2010: 73). Ancak Freud ve takipçilerinin bu konuda görmezlikten geldiği önemli hususlardan birisi, gerek Hristiyanlıkta gerekse diğer dinlerde Tanrı’nın affedici ve sonsuz merhamet sahibi olduğudur. Onun bu özellikleriyle paralel olarak tövbe kapıları sonuna kadar açıktır ve örneğin İslam dininde şirk hariç Allah bütün günahları affedebileceğini bildirmektedir. Bu durum ise, suçluluk ve günahkârlık duygularının yarattığı bunalımlar için önemli bir çıkış kapısıdır. “Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasının dışındaki bütün günahları dilediği kimseler için bağışlar” (Nisa, 4/116). Dinin insanın bağımsızlık eğilimiyle tezat teşkil etmesi, bazı psikolojik sorunlara neden olma potansiyeli taşımaktadır. Ancak Tanrı’nın, temelde insanın varoluş nedeni, sahip olunan nimetlerin ikramcısı olarak algılanması, bağımsızlık Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Ruh Sağlığı ve Din duygusunu tehdit eden bu bağlanmayı, teşekkür borcuna dönüştürüp insan psikolojisini rahatlatabilmektedir. Günümüzde, din ile psikoloji bilimi arasındaki buzlar eskiye oranlar oldukça erimiş durumdadır. Özellikle Amerika’da son zamanlarda psikoloji ile teoloji arasında büyük bir yakınlaşma meydana gelmiş ve din ile davranış bilimleri arasında kurulacak iş birliğinin, insanın psikolojik açıdan iyileştirilmesi için esas olduğu kabul edilmeye başlanmıştır. Hatta din ile psikolojinin uzlaşmasını ifade etmek için “psikoteoloji” adıyla yeni bir kavram geliştirilmiştir. Benzer bir durum psikanalistler için de geçerlidir. Zira çağdaş psikanalistler, bugün Freud’un yaklaşımlarının birçoğunu kabul etmeyerek, dine daha pozitif bir perspektiften bakmaktadır. Danışanlarının hayatlarında dinî inançların hayati bir fonksiyon icra ettiğini fark eden psikolojik danışmanların büyük çoğunluğu ise, bu inançların tedavi sürecine olumlu katkılar sağlayabileceğini kabul etmektedir (Karaca, 2010: 73). Dindarlık ve Hayatın Anlamı Anlam arayışı-din ilişkisiyle ilgilenen farklı alanlardan araştırmacılar, söz konusu ilişkinin önemine özel bir vurgu yaparlar. Antropolog Geertz, dini en önemli ve ilk anlam kaynağı olarak takdim eder. Schleiermacher dini, “sonsuz olana (Mutlak Varlık) yönelik anlamın ve lezzetin bir ifadesi" olarak tanımlar. Ritzema, Pargament, Sullivan, Gorsuch, Smith, Spilka gibi araştırmacılar, bulgularına dayanarak dini geniş ölçülü bir anlam sistemi (Meaning System) olarak tanımlamışlardır. G. W. Allport da dinin zihinsel ve ruhsal yönden en mükemmel anlam kaynağı olduğunu vurgulayarak şöyle demektedir: "Din, her şeyin derinliğinde bulunan anlamı keşfetmede en büyük güçtür. Zira din, bütün dünya görüşleri arasında en tutarlı ve en kapsamlı olanını ortaya koyar”. (Bahadır, 2002, 138) Din, sonsuz olana yönelik anlamı ve lezzetin bir ifadesi, geniş ölçülü bir anlam sistemidir Bireyin yaşamdan memnun olması ve kendini mutlu hissetmesi, ona bir anlam yüklemesiyle yakından ilişkilidir. Dinler ise, kendilerinden başka diğer faktörlerin veremediği anlamları hayata yükleyebilmektedir. Zira dinlerin hayata anlam verme ve amaç koyma konusunda güçlü bir etkiye sahip olduğu, dinî tecrübelerin bireye mutluluk verdiği, dinî inanç ve ibadetlerin onu içsel huzura götürecek bireysel kontrol hissi ve iyimserliği artırdığı yapılan araştırmarla ortaya konmuştur. Örneğin Plante ve arkadaşlarının 242 üniversite öğrencisi üzerine yaptıkları bir araştırmada, güçlü dinî inanca sahip olan öğrencilerin, hayata bir anlam yükleme, iyimserlik, diğer insanlara yardım etme ve yaşamı olumlu bir meydan okuma olarak görme düzeylerinin yüksek, kaygı ve stres düzeylerinin daha düşük olduğu tespit edilmiştir (Plante ve ark.,2000: 406-411). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Ruh Sağlığı ve Din Din, hastalıkları anlamlandırma, onları kabullenebilme ve onlarla baş edebilmede önemli bir kaynaktır. Dinî ve manevi yaşam, hayata anlam aramada aktif olduğu gibi, hastalıkları da anlamlandırma ve onları bir mesaj olarak değerlendirme, onları kabullenebilme, içsel ve dışsal destek algılama ve onlarla baş etme konusunda da etkili olmaktadır. Şöyle ki; inanç sistemi çerçevesinde yapılanan kognitif yapı, bireyin karşılaştığı ve genellikle psiko-sosyal uyumunu bozan hayat olaylarını algılama ve anlamlandırmada devreye girerek, onların ruh sağlığını olumsuz yönde algılanmaları konusunda bir nevi filtre görevi görerek, koruyucu bir işlev görmektedir. Zira insanlar hayatlarını önemli ölçüde algılarına göre yaşamakta, mevcut durumun kabullenilebilir veya baş edilebilir bir olgu olarak algılanması ise, bir taraftan bireyin dayanma gücü ve mukavemetini artırırken, başa çıkma sürecine de önemli katkılarda bulunmaktadır. Dinî inancın hayatı anlamlandırmada fonksiyonel olması, bedensel ve psikolojik sağlık açısından koruyucu etkilere de sahiptir. Örneğin yapılan araştırmalar, alkol ve uyuşturucu kullanımının hayata anlam yükleyememe, dolayısıyla yaşamak için bir amaç ve gaye bulamamayla yakından ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. (Karaca, 2011: 245). Bireyin kendisini Allah’a yakın hissetmesi de ona önemli bir psikolojik destek sunmaktadır. Anlam üzerine yapmış olduğu vurguyla logoterapi adını verdiği bir psikoterapi tekniği geliştiren Frankl’a göre, inanan insan için olayların meydana gelişi, kaynağı veya gerisindeki güce ilişkin açıklamayı anlamlı kılan şeyin, dinî içerikli kavramlarla yakın ilişkisi bulunmaktadır. Zira ona göre ne cins olursa olsun, her ruhsal tedavinin (psikoterapi) üç özelliği vardır: 1. Hastanın kendine olan güvenini ve saygısını kuvvetlendirmek 2. Ona daha iyi durumlara yönelmesi için çalışma gücü vermek 3. Davranışlarını uydurması için kendisine daha iyi bir takım davranış örnekleri göstermek, yeni ve sağlıklı uyum kazandırmak. Dinî inançların da benzer etkileri, bireyin günlük hayatında karşısına çıkacak farklı durumlarda ne yapacağını, çok az şüphe bırakacak şekilde belli kurallara bağlayarak temin ettiği söylenebilir. Zira dinî sembol ve inanç sistemleri önemli birer “anlam kaynağı” pozisyonundadır. Anlam arayışı, aynı zamanda güçlü bir dinî motivasyon durumundadır. Örneğin ABD'de 2000’den fazla insana niçin dindar oldukları sorulduğunda en yaygın olarak “Din hayatımıza anlam veriyor” cevabı alınmıştır. Dindarlık ve Mutluluk Dinî açıklama tarzları, çoğu durumda mutluluk ve huzur kaynağı olabilmektedir. Batı dünyasında yapılan birçok araştırmada, dindarlık ve ebedî hayata inanç ile içsel huzur arasında anlamlı olumlu ilişkiler tespit edilmiştir. Bu iki değişken arasında olumlu ilişki ortaya koymayan araştırmalar ise son derece sınırlıdır. Dinî bir hayat tarzının bireysel mutlulukla ilişkisi konusunda yapılan yorumlar özetlenecek olursa; her şeyden önce dinler gerek sosyal içerikli emir ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din teşvikleriyle, gerekse bazı dinî pratiklerin uygulanması için insanların bir araya gelmelerini sağlayarak önemli bir sosyal destek sunmaktadırlar. Sosyal destek ise bireysel mutluluğu pozitif yönde etkileyen temel faktörlerden birisidir. Zira bu durum bireyi yalnızlıktan kurtardığı gibi, bireysel problemlerin çözümü konusunda da önemli bir katkı sağlama potansiyeli taşımaktadır. Aynı şekilde bireyin kendisini Allah’a yakın hissetmesi de ona önemli bir psikolojik destek sunmaktadır. Bunlara ilaveten inanan bireyin Tanrı’nın kendisine değer verdiğini düşünmesi, değersizlik duygusu için önemli bir direnç oluşturmaktadır. Zira bireyin değerli olduğunu düşünmesi, kendine yönelik özsaygısını yükselttiği gibi, iç huzuru da artırıcı bir etki yaratmaktadır (Karaca, 2011: 251). Kutsalla kurulan ilişki ve dinin sağladığı sosyal destek, yalnızlık duygusunun da en önemli alternatiflerinden biridir. Nitekim bu konuda yapılan araştırmalar, dindarlık ile yalnızlık duygusu arasında ters bir korelasyon bulunduğunu, yani dindar insanların daha az yalnızlık duygusu hissettiklerini ortaya koymuştur. Ancak dinî bir hayat yaşamanın yalnızlık duygusunu hafifletmesi, dinlerin hayali bir alem yaratarak müntesiplerini gerçek âlemden koparmak suretiyle değil, Tanrı’yla kurulan samimiyet veya dinî organizasyonlara katılımla gerçekleşmektedir. Kur’an’da dinin bu tür bir etki ortaya koyabileceğine atıfta bulunan bir çok ayet bulunmaktadır. Örneğin; “Gerçek bir dost olarak Allah yeter” (Nisa, 5/45). ayeti, bütün sosyal bağların çözüldüğü durumlarda bile, dinî inancın insanın ayakta kalmasına katkıda bulunabileceğine atıfta bulunmaktadır. Dindarlık ve Özsaygı Dindarlık ile özsaygı arasındaki ilişki konusunda yapılan araştırmalar, iki değişken arasında olumlu ilişkiler ortaya koymuştur. Ancak ruh sağlığının diğer göstergeleri gibi dindarlığın özsaygıyla ilişkisinde de bireyin inandığı dinî ciddiye alma durumu, Tanrı algısı ve dinî pratikleri icra etme düzeyine göre değişmektedir. Buna göre seven, koruyan ve kollayan bir Tanrı tasavvuruna sahip olmakla özsaygı arasında pozitif ilişkiler mevutken, otoriter, katı ve cezalandırıcı Tanrı tasavvurları ile özsaygı arasında negatif bir ilişkiler bulunmaktadır (Kuşat, 2006: 113-156). Özsaygıyla yakın ilişkili olan benlik saygısı ile dindarlık arasındaki ilişkiler de genellikle poziiftir. Özellikle iç güdümlü dinî yönelim ile benlik saygısı arasındaki ilişki konusunda yapılan çalışmalar, dindarlık arttıkça benlik saygısının da arttığı yönünde sonuçlar ortaya koymuştur. Bu durum, iç güdümlü dinî yönelimlerin yapısal özelliklerinden kaynaklanan nedenlerle bireyin kendini daha yüksek Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Ruh Sağlığı ve Din düzeyde kabul ve onaylamasıyla ilişkili olabileceği şeklinde yorumlanmıştır (Koç, B., 2009: 167). Dindarlık Evlilik ve Aile Kurumu Genellikle dindarlık ile aile ve evliliğe yönelik tutumlar arasında olumlu ilişkiler bulunmaktadır. Çoğu kutsal kitapta (Tevrat, İncil, Kur’an) evlilik kutsanmakta, sadakatsizlik ve evlilik dışı cinsel ilişki yasaklanmakta, boşanma genellikle hoş görülmemekte ve hatta bazı mezheplerde yasaklanmaktadır. Bu dinî ilkelerin sosyal hayattaki görünümleri de aynı doğrultudadır. Zira yapılan araştırmalar, dindarların aile kurmaya daha eğilimli olduklarını, aile ile ilgili geleneksel değerleri daha fazla önemsediklerini, eş ve çocuklarına karşı daha çok sevgi, saygı ve sadakat gösterip, onlarla daha fazla zaman geçirdiklerini, daha az şiddete yöneldiklerini ve evlilik hayatından daha fazla psikolojik doyum hissederek boşanmaya daha az yöneldiklerini ortaya koymaktadır. (Yapıcı, 2007: 69-76). Cinselliği sınırlandırıp biçimlendirme konusunda önemli bir etkiye sahip olan dinler, bu şekilde cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı en önemli kalkan konumundadır. Bu yüzden dindarların AIDS hastalığına yakalanma riski oldukça düşük olmakla birlikte, ruh sağlığında dinî tesellinin önemli bir işlevi bulunmaktadır. Örneğin AIDS’le mücadelede pastoral terapinin, bu bağlamda dinî inanç, dinî lider ve din adamlarının son derece etkili fonksiyonlara sahip olduğu bildirilmektedir. Dindarlık ile aile ve evliliğe yönelik tutumlar arasında olumlu ilişkiler bulunmaktadır. Dinlerin cinsel ilişkiyi nikah şartına bağlaması, evlilik ve aile kurumunun korunması açısından son derece önemli bir işlev görmekle birlikte, boşanma konusunda taraflara belli haklar tanıması da, özellikle boşanan kadınların boşanma sonrası yaşayacağı çeşitli mağduriyetleri asgari düzeye indirmesi, psikolojik sağlık açısından olduğu kadar sosyal destek açısından da kayda değer bir kazanım olarak değerlendirilebilir. Dindarlık ve Sosyal Uyum Sosyal içerikli emir ve tavsiyeler bir yana dinlerde birçok ibadetlerin toplu şekilde icra edilmesi, doğal bir sosyal ortam oluşturmaktadır. Bu durum sosyalleşmeyi teşvik ettiği gibi, olumsuz sosyalleşme ve uyumsuzluk riskine karşı da koruyucu bir fonksiyona sahiptir. Sosyal hayatın önemli dinamiklerinden biri olan ahlakın en önemli kaynaklarından biri olan dinler, onun korunması ve geliştirilmesinde önemli işlevlere sahiptir. Dinlerin, diğer ahlak kaynaklarının (duygu, sezgi, akıl vb.) sahip olmadığı metafizik motivasyonlara sahip olması, onları birey ve toplum üzerinden daha etkili kılmaktadır. Zira ahlaki olarak iyi olan şeyler, dinlerde aynı zamanda Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din Vazifeye bağlılık, doğruluk, adalet, şefkat, hürmet, yardımlaşma gibi ahlâkî değerler, dindarlar tarafından daha fazla önemsenmektedir. sevap olarak değerlendirilip karşılığında uhrevi ödül taahhüt edilirken, kötü olan şeylere de cezalar vadedilmektedir. Bu durumda ahlak, din ile aynileşme ve ahlaki erdemler dinî birer emir ve tavsiye olarak kabul edilmektedir. Örneğin vazifeye bağlılık, doğruluk, adalet, şefkat ve hürmet, yardımlaşma gibi ahlâki değerler, dindarlar tarafından özellikle uhrevi getirileri için de önemsenmekte, çoğu insan sevap kazanmak amacıyla ahlak kurallarına daha hassas bir şekilde riayet etmeye çalışmaktadır. Diğer bir açıdan bakıldığı zaman ahlaki erdemler, dinî şuur gelişiminin dünyasal sonuçları veya meyveleri olarak da değerlendirilebilir. Zira Tanrı’yla girilen ilişki sonucunda davranışlar üzerinde önemli değişimlerle gerçekleşen dinî şuur gelişimi, ancak bireyin kendine ve kendisi dışındaki insan, hayvan ve doğal çevreye yönelik davranışlarında gözlemlenebilir. Bu yüzden dinin ahlak ile eşitlenmesi yanlış olmaz. İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” sözünü de bu şekilde anlamak gerekir. Dindarların, genellikle daha itaatkâr ve toplum düzenine daha fazla uyum gösterme eğilimimde olmaları ise, dinî ilke ve kurallara uygun davranmayı alışkanlık hâline getirmeleriyle yakında ilişkilidir. Zira onlar ahlaki değerleri, inanmış oldukları dinin bir parçası olarak algılamakta ve onlara yaklaşımları büyük oranda dinî motivasyonların etkisiyle gerçekleşmektedir. Yapılan birçok tecrübi çalışmada ahlaki değerlerin korunması, sosyal huzurun sağlanması ve bireyin içinde yaşadığı toplumla düzeyli ilişkiler geliştirilmesi konusunda dindarlığın önemli fonksiyonlar icra ettiği tespit edilmiştir. Dindarlık ile sosyal ilişkileri belirleyen temel değerler arasında genellikle anlamlı ilişkiler bulunmaktadır. Örneğin dindarlık düzeyi yükseldikçe, insanların sosyal ilişkilerinde daha özgeci, nazik ve empatik oldukları görülmektedir. Buna göre başkalarının haklarını önemseme, sorumluluk sahibi olma, fedakârlık, şefkat ve merhamet, yardımlaşma ve dostluk başta olmak üzere sosyal içerikli ahlaki davranışlar ile din arasında olumlu ilişkiler bulunurken, sosyal ilişkileri önemli ölçüde zedeleyen alkol ve uyuşturucu kullanımı arasında olumsuz ilişkiler bulunmaktadır. Dindarlar arasında suç işleme oranları daha düşük olma eğilimindedir. Örneğin İslam ülkelerinde Ramazan aylarında suç oranlarının düşmesi, bu doğrultuda değerlendirilebilir. Zira yasalara göre suç sayılan eylemlerin büyük çoğunluğu, dinlerin önemli bir kısmında dinen de günah olarak kabul edilmektedir. Buna göre dinler, suç konusunda son derece önemli, koruyucu bir fonksiyona sahiptir. Hatta ergenler üzerinde yapılan bir çalışmada, dindarlığın suç eylemleriyle negatif ilişkisi yanında, suç işleyenlerle arkadaşlık yapmayla da negatif ilişkisi tespit edilmiştir. Bu durum dinin sosyal hayata çift yönlü pozitif etkisini ortaya koymaktadır (Jonson ve ark., 2001) Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din Dinin ruh sağlığına etkisi, yukarıda bahsedilen sosyal içerikli değreleri koruması ve geliştirmesiyle yakından ilişkilidir. Şöyleki dinî inanç ve pratiklerle beslenerek daha güçlü hâle gelen değerler, birey üzerinde daha etkin fonksiyonlar icra ederek, başta koruyucu olmak üzere tedavi edici etkiler de gösterebilmektedir. Zira bunalım içine düşen insanlar dinî bir çıkış kapısı olarak görüp değerlere sarılabilmektedir. Bazen sadece bir değer, insanın tutunduğu tek hayat kaynağı olabilmekte, bu tutunma diğer değerlere de hayat vererek bireyi hayata bağlayabilmektedir. Örneğin bazı insanlar için adalet, doğruluk, dürüstlük, yardımseverlik diğer değerlerden çok daha önemlidir. Önceleri, değerlerin izafi olduğu ve psikoterapinin değerlerden bağımsız olması gerektiği savunulmasına rağmen, son zamanlarda bazı değerlerin ruh sağlığı için son derece önemli olduğunun kabulüne yönelik bir eğilim olduğu görülmektedir. Zira birçok değer, ruhsal dengenin bozulmasını önlemek veya dengesi bozulanların durumlarını iyileştirmek için hayatı düzenleyici ve davranışlara rehberlik için bir başvuru kaynağı oluşturmaktadır. Değerlerin ruh sağlığı ve psikoterapiye katkıları konusunda özetle şunlar söylenebilir: Dinî inanç ve pratikler ekseninde şekillenen değerler; kimlik sahibi, dürüst ve samimi olmak, kişisel sorumluluk duygusu kazanmak, belli amaçlara sahip olmak, gelişmeyle ilgili motivasyon ve kişisel duyarlılıkta derinleşmek, stres ve krizlerle başa çıkma konusunda uyum sağlayıcı stratejiler geliştirmek, kendi kendine karar verebilme yeteneği kazanmak, fiziksel sağlıkla ilgili iyi alışkanlıklar geliştirmek gibi ruh sağlığını olumlu yönde etkileyecek birçok davranışın gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Dinler, sosyal bütünleşme açısından da önemli işlevlere sahiptir. Zira onlar, sosyal beceri, aile içi uyum ve toplum yararına davranışları destekleme gibi değerler aracılığıyla olumlu davranışları yüreklendirerek sosyal bütünleşme ve toplumsal barışa önemli katkılar üretmektedir. Dinin etkisini yitirdiği toplumlarda ise, sosyal çözülmeler daha hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Dindarlık, Uyuşturucu Madde ve Alkol Kullanımı Din, beslenme biçimlerini düzenleyerek ve zararlı alışkanlıkları da yasaklayarak sağlıkla doğrudan ilgilenmektedirler. Dinler müntesiplerinin beslenme biçimlerini düzenleyerek sağlıklarını dolaylı olarak etkiledikleri gibi, genellikle zararlı alışkanlıkları da yasaklayarak gerek beden sağlığı gerekse psikolojik sağlıkla doğrudan ilgilenmektedirler. Bundan ötürüdür ki, yapılan birçok araştırmada dindarlık ile alkol ve uyuşturucu kullanımı arasında ters yönlü ilişkiler tespit edilmiştir. Ancak dinin bu faktörler üzerindeki etkisi dolaylı da olabilmektedir. Şöyle ki din, genellikle insanların sosyal çevrelerini de biçimlendirme gücüne sahip olduğu için, daha çok alkol ve uyuşturucuya uzak bir ortamda sosyalleşen bireylerin onlardan uzak durma ihtimalleri de artmaktadır. Aynı zamanda din, aileye vermiş olduğu önemle bireyin güçlü aile bağları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din gelişmesine katkıda bulunarak özellikle ergenlik döneminde güçlü aile desteği alınmasına da zemin hazırlamaktadır. Ayrıca alkol ve uyuşturucu kullanımının hayata anlam yükleyememe, dolayısıyla yaşamak için bir amaç ve gaye bulamamayla da yakından ilişkili bulunmaktadır. Dindarlıkla alkol kullanımı arasındaki ilişkiyi irdeleyen 86 çalışmayı inceleyen Koenig, bunlardan 76 (% 88)’sında dindarlık seviyesi yüksek olanların düşük olanlara oranla daha az alkol kullandıklarının belirlendiğini bildirmiştir. Uyuşturucu madde kullanımı ile dindarlık arasındaki ilişki üzerine yapılan 52 çalışmadan 48’inde daha dindar olan bireylerin daha az uyuşturucu kullandıkları tespit edilmiştir. Sigara kullanımı ile dindarlık arasındaki ilişkiyle ilgili olarak incelenen 25 çalışmanın 24’ünde ise dindarlıkla sigara içme arasında ters bir ilişki belirlenmiştir (Koenig, 2001/2002: 102). Koenig, yaşları 55 ve üstü damar ve kronik akciğer sorunu olan 196 hasta üzerinde gerçekleştirdiği bir araştırmada ise; dinî tutum ve aktivitelerin hastalıkların şiddeti, bedensel fonksiyonları kullanma yetersizliği, hastalarda kökeni öncelere dayanan psikiyatrik bozuklukların görülmesi, depresyona bağlı tıbbi tedavi uygulanması, alkol ve madde bağımlığından kaynaklanan problemler ile ters yönlü ilişkilere sahip olduğunu tespit etmiştir (Koenig, 2002: 267-273). Dini inanç ve pratikler, bir yandan kederin acısını azaltırken, diğer yandan da ruhsal dengeyi koruyucu bir etkiye de sahiptir. Dindarlık, Kaygı ve Stres Kaygı ve stres, birçok bedensel hastalıkla ilişkili olmakla birlikte, daha çok hayat kalitesiyle ilgilidir. Zira bireyin baş edemeyeceği düzeyde aşırı kaygı ve stres yaşamaya başlaması, onun düşünme ve harekete geçme kabiliyetini sınırlayarak doğrudan hayat kalitesini etkilemektedir. Kaygı kavramı ise durumluk-kısa süreli ve sürekli olmak üzere iki kategoride ele alınmaktadır. Gelecekte gerçekleşecek belli bir olaya (evlilik, sınav, ameliyat) bağlı olarak yaşanan gerginliğin yarattığı kaygıya kısa süreli; bireyin açık ve nesnel bir tehlikeyle karşı karşıya olmadığı durumlarda bile tedirginlik ve huzursuzluk hissetmesine ise sürekli kaygı denmektedir. Sanayi devrimiyle başlayan süreçte hayat formunun değişmesi ve eskisine oranla hayatın daha karmaşık bir hâl alması, geleceği her zamankinden daha belirsiz bir şekle soktuğundan kaygı düzeyini yükseltici bir etkiye sahip olmuş ve kaygı kavramı, 20. yüzyıla damgasını vuran bir kavram olmuştur. Zira birçok düşünür ve yazar özellikle bu yüzyılın ikinci yarısına “kaygı çağı” (age of anxiety) adını vermiştir. Stres ve kaygı ile dindarlık arasındaki ilişki ile ilgili olarak yapılan çalışmalara bakıldığında, bazı araştırmalara göre dindarlığın kaygı ve stresi azaltırken, bazılarında ise yükselttiği görülmektedir. Ancak mevcut bulgulardan çıkarılabilecek genel sonuç, dindarlığın kaygıyı azaltmada faydalı olduğu yönündedir. Zira dinî Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Ruh Sağlığı ve Din organizasyonlar sağlamış olduğu sosyal desteğe ilave olarak bireysel dinî duygu ve tecrübeler, sıkıntı ve ıstırap duygularına bir tür yatışma sağlamaktadır. Ayrıca dinî inanç ve pratikler, bir yandan kederin acısını azaltırken, diğer taraftan aşırı neşeyi tasfiye ederek ruhsal dengeyi koruyucu bir etkiye de sahiptir. Örneğin yapılan bir araştırmada, operasyon geçiren yaşlı hastaların ameliyat sonrası icra etmiş oldukları dinî pratikler ile depresyon ve genel stres düzeyleri arasında negatif bir korelasyonun bulunduğu tespit edilmiştir. Benzer bir şekilde bir gün sonra kalp ameliyatı geçirecek olan 100 hasta üzerinde gerçekleştirilen başka bir çalışmada ise, deneklerin ameliyat stresi ile baş edebilme konusunda duaya başvurdukları (%96), dua edenlerin %70’inin yaptıkları dualardan kesinlikle fayda göreceklerine inandıkları tespit edilmiştir (Saudia, 1991). Dindarlık ile kaygı arasındaki ilişkiyi konu edinen 76 çalışmayı inceleyen Koenig, çalışmaların 35’inde dindarlık düzeyi yükseldikçe, kaygı düzeyinin azaldığını, incelenen araştırmaların 7’sinde karışık ve eğrisel, 10 araştırmada ise iki değişken arasında pozitif bir korelasyon tespit edildiğini bildirmiştir. Koenig ayrıca araştırma kapsamında değerlendirilen toplam yedi klinik çalışmanın altısında dinin kaygıdan kurtulmada oldukça önemli bir işleve sahip olduğunun tespit edildiğini belirtmiştir. (Koenig, 2001/2002: 100). Ruh sağlığıyla ilgili diğer birçok değişkende olduğu gibi, kaygı ile dindarlık arasındaki ilişkide dindarlık biçimi ön plana çıkmaktadır. Şöyleki tecrübi çalışmalarda elde edilen bulgular, genellikle iç güdümlü dindarlık ile kaygı arasında negatif bir ilişkinin bulunduğunu ortaya koymaktadır. İç güdümlü dindarlar, olumlu başa çıkma stratejilerini daha çok kullandıkları için stres oluşturan olayları daha pozitif bir şekilde algılamaktadırlar. Dış güdümlü dindarlar ise, stres oluşturan olayları daha fazla kaygı verici ve tehlikeli olarak algılama eğilimindedirler. Dindarlığın kaygıyı azaltıcı bir işlev görmesi de, inancın bireye manevi bir destek sağlaması ve güven telkin etmesiyle yakından ilişkilidir. Zira bireyin, problem çözme aşamasında Tanrı’yla iş birliğine girmesi, yani pozitif dinî başa çıkma stratejileri kullanması, ona önemli bir güven hissi sağlamaktadır. Karar vermekte zorluk çekilen konular, önemli stres kaynaklarından birididir. Bu konuda yaşanan gerginliği hafifleten temel faktörlerden biri olan din, genellikle üç işleve sahiptir. Birinci olarak din, inanan insanın günlük hayatında karşısına çakabilecek şeyleri, nasıl davranılacağına çok az şüphe bırakacak şekilde belli kurallara bağlamaktadır. İkinci olarak, dinî organizasyonlar, sosyal reddedilme ve izolasyon korkusunu yatıştırmaktadır. Üçüncü olarak ise dinî inanca sahip olan insanlar, kendilerini kutsalın rehberliğinde ve korumasında hissederek rahatlamaktadırlar. Nitekim dindarların verdikleri kararlara, Tanrı’nın kendilerine Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Ruh Sağlığı ve Din yol göstermesi neticesinde ulaştıklarını ifade etmeleri, durumlardan biridir (Karaca, 2010:83). sıkça rastlanan Dindar bireylerin, çeşitli bela, musibet ve hastalıklardan da daha az korkma eğilimi gösterdikleri, olumsuz hayat olaylarını daha kolay anlamlandırabildikleri ve dolayısıyla daha güçlü başa çıkma stratejileri kullanabildikleri görülmektedir. Zira onların ilahî iradenin iş başında olduğuna yönelik inançları, başlarına gelen her olayın bir anlamının olduğu, onda hayat boyu süren öğrenim sürecinde kendisi için bir ders olabileceği algısını da yaratarak önemli bir yatışma sağlarken, diğer taraftan dinin öngörmüş olduğu sabır da bu sürece önemli katkılar vermektedir. Ölüm ile baş etme, dinin en işlevsel olduğu alanlardan birisidir. Çözümü zor veya imkânsız olan hayat olaylarından biri olan ölüm ile baş etme, dinin en işlevsel olduğu alanlardan biridir. Zira dindarlık ile ölüm kaygısı arasında genellikle ters yönlü bir ilişki bulunmakta, yani dindarlık arttıkça ölüm korkusu ve kaygısında azalma meydana gelmektedir. Bu durum büyük oranda dinlerin ölüme atfetmiş oldukları anlam ve hayatın sürekliliğini korumasından kaynaklanmaktadır. Zira insanlarda yaratılış gereği bulunan ölümsüzlük arzusu ancak bu şekilde tatmin edilebilmektedir. Diğer taraftan dindar bireyler dünya hayatında icra etmiş oldukları bazı olumsuz davranışların hesabını vermeyi düşünüp diğer insanlardan daha fazla kaygı potansiyeli taşısa da, aynı dinî inançlar onları hayatın tasarımı konusunda yönlendirmekte ve onlar, ölüme daha pozitif bir anlam yükleyerek, hayatlarını inandıkları değerler istikametinde geçirmeye çalışarak, eksikliklerinden dolayı bağışlanacaklarını ve ahiret hayatında kendilerine vaat edilen mükâfatlara ulaşacaklarını ümit ederek önemli bir yatışma sağlamaktadır. Dindarlığın genellikle korku ve kaygıyı hafifletici ektiye sahip olmasına rağmen, dinî, basit bir şekilde kaygıya karşı geliştirilen bir savunma aracı olarak görmek, dinî hayatın çok amaçlı tabiatını küçümsemek anlamına gelmektedir. Zira din, başa çıkma (coping) sürecinden etkilense de, o bu süreci büyük oranda etkilediği gibi, zor ve ıstırap veren realitelerle karşılaşan insanların kaygılarını yatıştırarak daha çok koruyucu bir fonksiyon üstlenmektedir. Dindarlık ve Depresyon Depresyon, uzun süreli yoğun bir keder, pişmanlık, suçluluk duygularıyla karakterize edilen, çoğu kere yaşama arzusunun kaybolup bireyi intihara sürükleyen yaşam kalitesinin düştüğü, uyku, iştah ve cinsel arzularda bozuklukları beraberinde getiren bir hastalıktır. Ancak bahsedilen duyguların gelip geçici olması, depresyon riski taşısa da depresyondan farklı bir durumdur (Yapıcı: 2007:116). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din Farklı din ve kültürlere, din ve Tanrı algılarına, dinî hayatın değişik görüntülerine ve sosyo-demografik değişkenlere göre değişiklik arz etse de, genellikle dindarlık ile depresyon arasında ters yönlü ilişkiler bulunmaktadır. Buna göre daha dindar bireylerin depresyona yakalanma riski düşük olmakla birlikte, aynı zamanda onların hastalıkla mücadele etmede de daha başarılı oldukları tespit edilmiştir. Zira samimi dindarlar, baş edilmesi güç hayat olaylarıyla karşılaştıkları zaman daha çok dinsel yükleme yapmaktadır. Bu gibi durumlarda dindarlar dinî aktivitelere daha fazla sarılarak, dinden uzak bir hayat yaşayanlar ise dinî önemsemeye başlayarak içinde bulundukları krizden kurtulmaya çalışmaktadır. Nitekim insanlar korku ve çatışma yaşadıkları zaman ilahi desteğe daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Bu durumda Tanrı’yla kurulan temas, (dua, ibadet, tefekkür, zikir vb.) bireye problemlerini çözme konusunda güç vermektedir. Kudretli bir yaratıcıya sığınma ise ona güvenlik ve emniyet duygusu sağlamaktadır. Dinî inancın bireye sağladığı önemli katkılardan biriümit düzeyini yüksek tutmasıdır. Ümidin depresyonla negatif, iyimserlik ve kişisel özsaygı ile olumlu ilişkileri bulunmaktadır. Dinî inanç ve uygulamalarla ümit ve iyimserlik arasındaki ilişkiyi konu edinen araştırmaları inceleyen Koenig, 15 çalışmadan 12’sinde iki değişken arasında anlamlı pozitif bir ilişki tespit edildiğini, sadece iki çalışmada anlamlı bir ilişki tespit edilemediğini, diğer taraftan dindar bireylerin dindar olmayanlardan daha az ümitvar ya da iyimser olduğunu ortaya koyan hiçbir çalışmanın bulunmadığın belirtmiştir (Koenig, 2001/2002: 99). Dini inancın bireye sağladığı önemli katkılardan birisi ümit düzeyini yüksek tutmasıdır. Koenig ve Larson (2001) dindarlık-depresyon arasındaki ilişkiyle ilgili olarak yapılan 101 çalışmanın, iki değişken arasında ters yönlü bir ilişki tespit ettiğini bildirmiştir. Koenig Larson ile birlikte gerçekleştirdiği ve konuyu farklı perspektiflerden ele alan 850 çalışmayı inceledikleri başka bir çalışmada ise depresyon ve kaygı ile dindarlık ilişkisini ele alan çalışmaların üçte ikisinde, dindarlık düzeyi yüksek olan bireylerin, daha az depresyon geçirdikleri ve daha düşük düzeyde kaygı hissettikleri tespit edilmiştir. (Aktaran: Köylü, 2010). Benzer bir çalışma gerçekleştiren Jonson ve arkadaşları incelemiş oldukları 103 çalışmanın 70’inde dindarlığın depresyona karşı koruyucu bir işleve sahip olduğunu tespit etmişlerdir. İbadet sıklığı ile depresyon arasındaki ilişki üzerine Kanada’da yapılan ve 37 bin kişinin katıldığı bir araştırmada ise, ibadete devam sıklaştıkça daha düşük seviyede depresyon, cinnet, psikiyatrik düzensizlikler ve sosyal fobiye rastlandığı görülmüştür (Baetz ve ark., 2006: 654-657). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din Dindarlık ve İntihar Literatüre geçen birçok çalışma, dinî inançlarına daha bağlı bireylerin diğerlerine oranla intihara daha az yöneldiklerini ve daha az intihar eylemi gerçekleştirdiklerini ortaya koymaktadır. Dinî inanç ve uygulamaların bu konudaki başarısı, genellikle intiharı tetikleyen duygusal bunalım ve depresyon durumları gibi farklı stres kaynaklarıyla baş etmede fonksiyonel olmalarından kaynaklanmaktadır. Zira inancı sayesinde birey, bir taraftan Kutsalla kurmuş olduğu samimiyet ve ona yanaşma çabasıyla kendisine yardım edileceğine yönelik bir beklenti içine girip intihara karşı bir direnç kazanırken, diğer taraftan dinî ibadetler vasıtasıyla aynı dinden olan bireylerle geliştirdiği arkadaşlık ilişkileri sayesinde ruhsal sorunlarını hafifletebilmektedir. Örneğin Katolik ve Müslüman ülkelerde intihar oranlarının göreceli olarak düşük olması, bu ülkelerdeki aile bağlarının sağlam, dinî inançların kuvvetli olmasından kaynaklanabileceği şeklinde yorumlanmaktadır. Ayrıca dinlerin müntesiplerini alkol ve uyuşturucu kullanımından uzak tutmaya çalışmalarının da bu konuda önemli etkisi bulunmaktadır. Dini inançlarına bağlı bireylerin diğerlerine oranla intihara daha az yönelmektedirler Dinî bağlılığı bulunan ve bulunmayan depresyon hastaları üzerinde yapılan bir çalışmada, dinî bağlılığı bulunmayanlarda intihar eğiliminin daha fazla olduğu tespit edilmiştir (Dervic, 2004). Bulguların klinik özellikler açısından değerlendirilmesinde; dinî bağlılığı olmayanların, genellikle düzensiz bir hayat yaşayan, saldırganlık eğilimi yüksek, madde kullanımı sebebiyle zihinsel fonksiyonlarında bozukluk görülen bireyler olarak öne çıktıklarına dikkat çekilmiştir. Buna göre, dinlerin intihar eylemine karşı takındığı olumsuz tutum, inancın bireye sağladığı içsel huzur ve anlam dinî grubun mensuplarına verdiği sosyal destek, intihar eğilimini zayıflatan temel faktörler olarak ön plana çıkmaktadır (Yapıcı, 2007: 152). Dinî inanç ve bağlanma ile intihar arasındaki ilişki konusunda çalışan Stack, dinin; ahiret inancıyla bireye mutluluk vadederek işsizlik, fakirlik, boşanma vb sebeplerden dolayı yaşanan sıkıntıları ödünleyebildiğini, yaşanan acı ve ıstıraplara başka anlamlar yükleyerek onları daha katlanılabilir hâle getirdiğini belirtmiştir. (Stack, 2001). Gerçekten de Tanrı’nın her an iş başında ve her şeye hâkim, olanların onun müsaadesiyle gerçekleştiğini düşünmek, bireyin sabır ve tahammül düzeyini yükseltmektedir. Dinlerin genellikle fakirlikten övgüyle bahsetmesi ise, özellikle ekonomik sebeplerden dolayı stres, depresyon ve intihar eğilimini azaltmaktadır. Dindarlık ile intihar arasındaki ilişkiyle ilgili 68 tecrübi çalışmayı inceleyen Koenig ve Larson (2001), araştırmaların %84’ünde iki olgu arasında ters bir ilişkinin bulunduğunu, daha dindar olan bireyler arasında daha az intihar olayının yaşandığı ve intihara yönelik tutumların daha olumsuz olduğunun tespit edildiğini Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din bildirmiştir. Ülkemizde yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlardan bahsetmek mümkündür (Batıgün, 2005). Dindarlık ve Başa Çıkma Problem çözme veya başa çıkma süreci, hayatın doğal bir parçası olup aslından hayatın tamamının bir baş etme ve başa çıkma süreci olduğu söylenebilir. Ancak başa çıkma kavramı, daha çok kolaylıkla ve bireyin tek başına üstesinden gelemediği problemlerin çözümü için kullanılmaktadır. Bireyin karşılaştığı problemlerin çokluğu kadar kullandığı başa çıkma stratejileri de o kadar fazladır. Din ise başa çıkma sürecine gerek doğrudan gerekse dolaylı olarak dâhil olarak bireye önemli katkılar sağlamaktadır. Şöyleki dinler, genellikle seküler başa çıkma stratejilerini onaylayarak veya destekleyerek sağladıkları katkının yanında, özellikle çözümü zor problemler konusunda diğer alternatifler işe yaramadığı zaman tek alternatif olarak süreci doğrudan etkilemeye başlamaktadır. Nitekim diğer açıklamalar ikna edici olmadığı zaman, dinî açıklamalar daha makul karşılanmakta, hayat kontrolden çıktığı izlenimini verdiği zaman, Kutsalın kontrolünün devam ettiği düşünülmekte, eski alternatifler geçerliliğini kaybettiği zaman din, insana yeni alternatifler bulma konusunda yol göstererek, seküler başa çıkmanın doldurması mümkün olmayan bir alanı doldurmaktadır. Zira her şeye gücü yeten bir otoritenin varlığına inanmak ve ona içten bağlılık göstermek, bireye, kendi gücünü Tanrı’nın gücüyle birleştirilip problemlere onun gücüyle meydan okuma şansı tanımaktadır (Karaca, 2011: 243). Din, başa çıkma sürecine gerek doğrudan gerekse dolaylı olarak dahil olarak bireye önemli katkılar sağlamaktadır. Dinlerin başa çıkma sürecinde bireye ön önemli katkılarından biri, başına gelen şeyleri açıklama ve bir sebebe atfederek anlamlandırmasına yardımcı olmaktır. Zira genellikle negatif hayat olayları, bireyin anlam kaybına uğramasına neden olmakta ve içine düşülen anlamsızlık duygusu, önemli psikolojik sorunlara neden olabilmektedir. Buna göre dinî başa çıkma da, dinî inanç, davranış ve değerlerin hayatın olumsuzluklarının getirdiği olumsuz duygusal sonuçların engellenmesi veya hafifletilmesi, anlamın korunması veya dönüştürülmesi ve problem çözümünün kolaylaştırılması yolunda kullanılması olarak tanımlanmaktadır. Yapılan araştırmalar, fiziksel ve ruhsal rahatsızlık yaşayan insanların problemleriyle başa çıkma konusunda tıbbi ve psikolojik başa çıkma yanında dinî başa çıkma yöntemlerini de kullanmaya yönelik yüksek bir ilgiye sahip olduklarını ortaya koymuştur. Bu çalışmalara göre dinî ve manevi başa çıkma, bireyin hem iç huzurunu artırıcı hem de ona problemlerle mücadele etme konusunda ilave bir enerji vermektedir (Ayten, 2011: 43 vd). Din başa çıkma sürecine; bireyi olgunlaştıma ve kendini geliştirmesine katkıda bulunma, mevcut anlamı koruyarak veya dönüştürerek anlamsızlıktan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din kurtarma, korntrol hisse verme ve manevi teselli sağlama, sabır ve iyimserliği destekleme, diğer insanlarla ilişkileri teşvik etme, hayatı dönüştürme ve Tanrı’ya yakınlık ve samimiyet kurmayı temin ederek katkıda bulunmaktadır. Önemli yaşamsal problemlerle karşı karşıya olan farklı gruplar üzerinde yapılan çalışmalarda; dinî başa çıkma yöntemlerinin mutluluk için önemli anlamlar içerdiği, dinî olmayan başa çıkma yöntemlerinin üzerinde ve ötesinde sonuçların öngörülerine eşsiz kaktılar sağladığı görülmüş ve bu durum dinî başa çıkmanın mutluluk için önemli potansiyel bir faktör olduğu şeklinde yorumlanmıştır (Pargament ve ark., 2001). Dini başa çıkma, hem iç huzuru artırıcı hem de problemlerle mücadele etme konusunda ilave bir enerji vermektedir. Dinî başa çıkma stratejileri olumlu ve olumsuz olmak üzere iki kategoriye ayrılmaktadır. Buna göre manevi destek arama, sevgi duygularının hâkim olduğu bir din algısı ve merhametli Tanrı tasavvuruna sahip olmak gibi olumlu dinî başa çıkma stratejilerinin sağlığın düzelmesiyle pozitif ilişkili iken, cezalandırıcı bir Tanrı tasavvuru, dinî hoşnutsuzluk ve Tanrı’nın kendisini terk ettiği şeklindeki algıların etkili olduğu olumsuz dinî başa çıkma stratejileri ise sağlığın daha fazla bozulmasına neden olabilmektedir. Zira yapılan araştırmalarda, yardım eden, şefkatli ve merhametli bir Tanrı anlayışına ve Tanrı ile iş birliğine dayanan olumlu dinî başa çıkma ile içsel huzur, yaşamdan memnuniyet ve ruh sağlığı arasında pozitif ilişkiler tespit edilmiştir (Yapıcı, 2007: 84). Olumsuz dinî başa çıkma yöntemleri ile yaşam kalitesi ve memnuniyet hissinde düşüklük, majör depresyon ve kaygı bozukluğu arasında olumlu ilişkiler görülmüştür. Ayrıca olumlu dinî başa çıkma, öfke ve kızgınlığın giderilmesinde önemli bir işleve sahipken, depresyon gibi ruhsal rahatsızlıklara karşı da önemli koruyucu işlevler icra etmektedir. Olumlu dinî başa çıkmanın, üç farklı biçimde gerçekleştiğinden bahsetmek mümkündür. Kendini yönetme modeline göre birey, Allah’ın kendisine kendi sorunlarıyla başa çıkma yeteneğini verdiğine inanmaktadır. “Takdire uyma” modelinde birey, işi tamamen Allah’ın takdirine bırakarak pasif bir şekilde sonuçları beklemektedir. “İş birliği” modelinde ise, bireyin kendisi sorunları çözmede sorumludur ancak sorunların çözümünde Allah’ı bir dost ve yardımcı olarak algılamaktadır. (Karaca, 2010: 76). Başa çıkma sürecinde dinden yararlanma, Tanrı’yla kurulan içsel ilişki çerçevesinde olabildiği gibi, dinin sağlamış olduğu sosyal destek de bu konuda işlevsel olabilmektedir. Şöyle ki birey dua ve ibadetler vasıtasıyla Tanrı ile içsel bir ilişki kurarak onunla arkadaşı gibi konuşup içini dökebilmekte, başkalarını ona şikayet edebilmekte, problemlerle daha kolay başa çıkabilmek için ondan rehberlik talep etmekte veya doğrudan ondan yardım isteyebilmektedir. Sosyal manevi destek ise, bireyin dinî inançları vasıtasıyla içine girmiş olduğu sosyal organizasyonun bir parçası olarak onlardan aldığı her türlü destektir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din Dindar birey için dua, psikolojik bir boşalma ve rahatlama aracıdır. Farklı din ve kültürden binlerce deneğin katıldığı çok boyutlu dua araştırmalarında, dinî inanç ve uygulamalar ile dinî organizasyonlara katılmanın başa çıkma süreci, kişisel kontrol ve etki hissi, mutluluk duygusu ve yaşam memnuniyeti üzerinde pozitif etkisinin olduğu, duanın, kaygı düzeyini düşürdüğü, öfkeyi azaltarak rahatlamaya yardımcı olduğu, empati ve ahlaki duyarlılığı artırdığı tespit edilmiştir. Dindar birey için dua, bir boşalma aracıdır. Çeşitli hayat sıkıntılarıyla boğuşan insan, zaman zaman çareyi her şeye gücü yettiğine inandığı Varlığa arz etmekte bulmaktadır. Ondan yardım istemekte, hâlini ona arz ederek iyileşme talep etmekte, üstesinden gelemediği konuları ona havale etmektedir. Bir zulme uğramışsa ondan adalet istemekte, dayanılması zor bir durumdaysa, ondan metanet ve sabır dilemektedir. Çekmiş olduğu sıkıntıların günahlarına kefaret sayılacağı veya cennette derecesinin yükseltilmesine vesile olacağını düşünerek rahatlamaktadır. Duada sanki Tanrı insanı işitiyor ve doğrudan doğruya cevap veriyor gibidir. Bunun içindir ki duayla birlikte beklenmedik olaylar olmakta ve ruh dengesi yeniden kurulmaktadır. Yalnız bırakılma ve acze düşme hissi ile çabaların boşluğu duygusu etkisini kaybetmeye başlamakta, dua eden insan, ruhunun derinliklerinde bambaşka tuhaf bir kuvvet hissederek kendinde keder ve ızdıraplara karşı dayanma kuvveti bulmaktadır. Çünkü dua, mantıki motifler olmadığı durumlarda dahi ümit kapılarını açık tutmakta ve olumsuz şartların insan üzerindeki etkisini en aza indirebilmektedir. Duanın bu tür etkileri, onu en çok başvurulan dinî pratik yapmaktadır. Örneğin Gallup’un yaptığı bir araştırmaya göre Amerikan nüfusunun yaklaşık %90’ının dua ettiği ve %76’sının ise duayı günlük yaşantılarında çok önemli olduğunu ifade ettikleri görülmüştür. Ülkemizde yapılan çalışmalarda da duanın önemli bir dinî başa çıkma tekniği olduğuna dair bulgular elde edilmiştir. Örneğin Türkiye genelinde farklı yaş gruplarının dâhil edildiği bir araştırmada, araştırmaya katılan bireylerin yaklaşık %80’inin bireysel ve ailevi sorunlarıyla başa çıkmada duaya başvurduğu tespit edilmiştir (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2009:30) Dua, İslam dininde üzerinde en çok dikkat çekilen dini pratikler arasındadır. Esasen dua, İslam dininde üzerinde en çok dikkat çekilen dinî pratiklerden biridir. Zira Kur’an-ı Kerim’de, dua ettiği zaman dua edenin duasına icabet edileceği (Bakara, 2/286) müteaddit defalar ifade edilerek, insanın yalnız olmadığı, Allah’ın her türlü şartlar altında onun durumunu bildiği ve ona yakın olduğu vurgulanmıştır. İslam Peygamberi Hz. Muhammed de “Namazda şifa vardır.” hadisiyle, bir tür dua olan namaz ibadetinin fonksiyonelliğine işaret etmiştir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din Dinin başa çıkma sürecine olan katkılarıyla ilgili olarak şunu da hatırlatmakta fayda vardır ki; din bireyin dünyaya ilişkin yönelim sisteminin ne kadar önmli bir parçası ise başa çıkma sürecine o kadar dâhil olmaktadır. Buna göre yönelim sisteminde dinin önemli olmadığı veya görece az önemli olduğu bireylerin başa çıkma sürecinde dinden istifade etmesi pek olası gözükmemektedir. Dindarlık ve (Psikolojik) Tedavi Süreci Günümüzde dinin psikoterapik tedavi süreçlerinde kullanılmasına yönelik artan bir ilgi bulunmaktadır. Zira bu süreçte hastaların dinî inançları, yapıcı ve faydalı amaçlarla kullanılabilmektedir. Batı dünyasında yaygın bir şekilde kullanılan pastoral danışma ve tedavi uzun bir dönemden beri Kitab-ı Mukaddeste bulunan kavramlar ve ruhsal terapi gibi dinî içerikli kavramlarla desteklenmektedir. Özellikle kasırga, sel, yangın ve deprem gibi insan psikolojisini altüst eden tabii afetlerden dolayı sarsılan insanlara yapılacak psikolojik hizmetlerde dinî hassasiyetlerin dikkate alınması, daha olumlu sonuçlar ortaya çıkarmaktadır (Köse ve Kücükcan, 2006). Kendi bireysel inançları ne olursa olsun, psikolojik danışman ve psikiyatristlerin yardım etmeye çalıştıkları insanların dinî inanç ve duyarlılıkları ile ilgili materyali, tedavi sürecinde kullanmaları, daha olumlu sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Örneğin 2000 ABD’li psikiyatristin katıldığı bir ankette, psikiyatrinin din ile olan ilişkisinde uzun süredir hâkim olan karşıtlık anlayışında belirgin bir yumuşama gözlemlendiği, araştırmaya katılan psikiyatristlerin tamamına yakınının, din ve maneveyiatın sağlık üzerindeki pozitif etkilerini onayladıkları, psikoterapi eğitimi alanların dua, günah, merhamet, affedicilik, kefaret, cihat, meditasyon gibi kavramlara vakıf olmalarına yönelik önerilerde bulundukları tespit edilmiştir (Tarhan, 2011:51-52). Dindarlığın insanların beden sağlığı açısından koruyucu bir fonksiyona sahiptir. Dindarlar, sağlıklarına daha fazla özen gösterdikleri gibi, hastalandıkları zaman, olumlu dinî başa çıkma yöntemlerini daha başarılı bir şekilde kullanarak daha yüksek oranda ve daha kısa sürede iyileşmektedir. Ayrıca dinî inançlar, organik hastalıkların tedavisinde, özelikle hastaların moral ve umut düzeylerini yüksek seviyede tutarak tedavi sürecine olumlu yansımalarda bulunmaktadır. Buna ilave olarak dindar bir hayat yaşamak, beden sağlığı açısından koruyucu bir fonksiyona sahiptir. Zira insan sağlığına zararlı olan birçok alışkanlık ve davranış, genellikle çoğu dinlerde yasaklanmış olup dindarlar sağlıklarını korumak için değil de dinî bir emri yerine getirmek için belli şeylerden uzak durmaya çalışmakta ve bu durum, ruh sağlıklarına olduğu gibi, bedensel sağlıklarına da olumlu bir şekilde yansımaktadır. Örneğin trafik kazalarından kaynaklanan ölüm ihtimalini artıran alkol, birçok dinde yasaklanmışken, kalp hastalıklarını azaltan eksersiz, dengeli bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Biçimlendirilmiş: Yazı tipi: (Varsayılan) Calibri, Karmaşık Komut Dosyası Yazı Tipi: Calibri Ruh Sağlığı ve Din kilo kontrolünü kolaylaştıran diyet (perhiz) vb. gibi sağlığa iyi gelen birçok davranış dinler tarafından teşvik edilmiştir. Nitekim yapılan araştırmalar, dindar insanların, daha az sigara ve içki tükettiklerini, gayrimeşru ilişkilerden daha çok sakındıkları için dindar olmayanlara oranla kısmen ya da tamamen daha sağlıklı olduklarını ortaya koymaktadır. Din ve maneviyatın travma sonrası işlevleriyle ilgili olarak; bu tür yaşantılar bir yandan bireyde din ve maneviyatın derinleşme ve kökleşmesini tetiklerken, diğer taraftan din travmanın olumsuz sonuçlarıyla baş edebilmek isteyen insana bir umut ve kurtuluş vesilesi olarak algılandığı bildirilmektedir. Buna ilave olarak olumlu dinî başa çıkma, samimi ve içten bir dindarlık, varoluşsal sorunları kavrayabilme, dinî pratiklere katılım ile travma sonrası yaşantılar arasında anlamlı ilişkiler bulunmaktadır. Terapistler dinî unsurlardan, özellikle bilişsel tedavide hastayı suçluluk ve ceza düşüncelerinden uzaklaştırıp, sırası geldiğinde lütuf ve affedicilik gibi güzel düşüncelere yöneltebilmek için duygusal destek sağlamakta faydalanmaktadırlar. Dindarlık, Beden Sağlığı ve Uzun Yaşama Dindarlık ile beden sağlığı ve uzun yaşam arasında olumlu bir ilişki vardır. Dindarlık ile beden sağlığı arasındaki ilişki, dindarlık ile ruh sağlığı arasındaki olumlu ilişkiye oranla nispeten zayıftır. Bu durum, dindarlığın olumlu etkisinin öncelikle ruh sağlığı üzerinde gerçekleştiği, fizyolojik sağlık üzerindeki etkilerin ise psikolojik sağlık vasıtasıyla gerçekleştiği şeklinde yorumlanabilir. Yapılan birçok araştırma, dindarların daha uzun süre yaşadıklarını ortaya koymuştur. Bu durumu dinlerin sağlık üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerinin bir sonucu olarak değerlendirmek mümkündür. Zira daha önce ifade edildiği gibi dinler, sağlığı koruyucu ve geliştirici birçok prensibe sahip oldukları gibi, dindarlık hastalıkların iyileşme hızı ve oranının da artırabilmektedirler. Örneğin dindarlar cerrahi müdahâlelerden sonra daha kısa sürede iyileşmektedir. Bu durum büyük ihtimalle onların Tanrı’nın kendilerine şifa vereceğine ve iyileşeceklerine olan inancılarının ortaya çıkardığı plasebo etkisiyle yakından ilişkilidir. Bunun sonucu dindarlar, sağlıklarına daha fazla özen gösterdikleri gibi, hastalandıkları zaman da olumlu dinî başa çıkma yöntemlerini daha başarılı bir şekilde kullanabilmektedirler. Doktorlarla yürütülen bir araştırmada, onların yarısının dinin sağlık üzerinde olumlu etkiye sahip olduğunu, ancak bunun doğrudan değil de, sağlıklı olmaya götüren faktörleri hazırlamasıyla dolaylı olarak gerçekleştiğini ifade ettikleri tespit edilmiştir. 126,000 denek üzerinde yapılan başka bir araştırmada ise, dindarlıkla ölüme neden olan tüm riskler arasında negatif bir ilişki tespit edilirken, daha dindar bireylerin % 29’unun daha az dindar olanlara oranla daha uzun yaşadıkları belirlenmiştir (Aktaran, Köylü, 2010). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Ruh Sağlığı ve Din Dindarlık ile uzun yaşama arasındaki ilişkiyi irdeleyen 50’den fazla çalışmayı inceleyen Koenig ve arkadaşları, çalışmaların 39’unda dindarlık düzeyi yüksek olan bireylerin düşük olanlara oranla daha uzun yaşadıklarının tespit edildiğini bildirmiştir (Koenig, 2004). Özet Yapılan diğer bir araştırmaya katılan 269 doktorun % 99’u, manevi inancı olan hastaların manevi inancı olmayan hastalara kıyasla hastalıklarla daha iyi baş edebildiklerini ifade ettikleri tespit edilmiş, diğer bir araştırmada ise, hastaların yarıya yakınının (% 45), dinî inançlarının sağlık durumlarını olumlu yönde etkilediğini belirtmiştir (Paloutzian, 1997:256). •Dindarlık ile ruh sağlığı arasındaki ilişkiler çok boyutlu olup birçok faktörden etkilenmektedir. •Bunlar, dinî algılama ve yaşama biçimi, öz saygı düzeyi, stres kaynaklarına ve bu kaynaklarla başa çıkma stratejileri, kişilik özellikleri, sosyo-ekonomik düzey başta olmak üzere diğer demografik özellikler gibi faktörlerdir. •Ruh sağlığı ile din ilişkisi konusunda yapılan çalışmaların büyük çoğunluğuna göre; daha dindar olan bireylerin, daha az depresyona girdikleri, olumlu başa çıkma stratejilerini daha başarılı bir şekilde kulladıkları, fiziksel ve ruhsal hastalıklardan daha hızlı iyileştikleri, daha düşük düzeyde kaygı hissettikleri ve daha az intihar eğilimi gösterdikleri, sigara, alkol ve uyuşturucu maddeleri daha az kullandıkları, hayatta daha fazla anlam ve amaç buldukları, geleceğe umutla ve iyimser baktıkları, daha mutlu ve uzun yaşadıkları, eşleriyle daha iyi geçindikleri, yabancılara karşı daha yardım sever, hayır kurumlarına karşı daha cömert, kibarlık ve dürüstlükleriyle ön plana çıktıkları tespit edilmiştir. •Dindarlık ile beden sağlığı arasındaki ilişki konusunda ise; dindarların genellikle daha uzun süre yaşadıkları, daha az hasta oldukları, hastalandıkları zaman daha çabuk iyileştiklerini ortaya koyan araşıtrmalar bulunmaktadrır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Etkileşimli Alıştırmalar Alıştırmalar Ruh Sağlığı ve Din • Öğrendiklerinizi etkileşimli alıştırmalarla pekiştirebiirsiniz DEĞERLENDİRME SORULARI 1. Aşağıdakilerden hangisi doğrudur? Değerlendirme sorularını etkileşimli olarak cevaplandırabilirsiniz a) Mistik deneyimler ile psiko-patolojik yaşantılar arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. b) Dindarlığın ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği yönündeki görüşler, günümüzde artık eskisi kadar itibar görmemektedir. c) Dinî inançlar; insanların kontrol ve özsaygı duygularını besleyicidir. d) Dinin ruh sağlığına etkisi daha çok koruyuca açıdandır. e) Hepsi 2. Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? a) Din, özsaygıyı besleyici bir etkiye sahiptir. b)Dindarlık ile depresyon arasındaki ilişki genellikle ters yönlüdür. c) Dindarlar arasında boşanma oranları daha düşüktür. d) Dinler aileyi koruma altına almıştır. e) Hiçbiri 3. Aşağıdakilerden hangisi, mistik deneyimler esnasında ortaya çıkan bazı olağan dışı davranışlarla ilgili olarak bazı psikologlar tarafından yapılan değerlendirmelerden biridir a) Din ile ruh sağlığı arasında önemli bir ilişki yoktur. b) Din ruh sağlığını olumlu yönde etkilemektedir. c) Din ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Ruh Sağlığı ve Din d) Mistisizmin köklü bir temeli yoktur. e) Mistisizm ile tasavvuf arasında önemli bir fark yoktur. S.4. 4. I. Dindar insanlar daha uzun yaşamaktadır II Dindar insanlar daha az alkol ve uyuşturucu tüketmektedir III Dindar insanlar hastalıklardan daha çabuk iyileşmektedir Yukarıdakilerden hangisi doğrudur? a) Yalnız I b) Yalnız II c) I, II ve III d) Yalnız III e) I ve III 5. Dindarlık ile ruh ve beden sağlığı arasındaki ilişkiyle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? a) Dinlerin kendilerine özgü ilkeleri, dolaylı olarak sağlığa olumlu bir şekilde yansımaktadır. b) Dindarlık ile sağlık arasında önemli bir ilişki yoktur. c) Sağlıklı olmak dinî yaşamak için şarttır. d) Dindar insanlar daha sağlıklı bir hayat yaşamaktadır. e) Dindar insanlar daha uzun yaşamaktadır. 6. I. Dindar insanlar aile ilişkilerine daha fazla önem vermektedir. II, Dindar insanlar hayatın anlamını daha kolay yakalayabilmektedir III. Dindar insanlar arasında aids gibi hastalıklar daha az Yukarıdakilerden hangisi doğrudur a) Yalnız I b) Yalnız II c) Yalnız III d) II ve III e) I, II ve III 7. Aşağıdakilerden hangisi, dinî inanç ve pratiklerin ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği yönünde kanaatlerin ortaya çıkmasında etkili olmamıştır? a) Dinî kuralların sığ ve katı ve bir şekilde ele alınması b) Aralarındaki bazı benzerliklerden dolayı bazı normal dışı davranışlar ile dinî davranışların normal dışı kabul edilmesi c) Dinin kalp temizliği olarak algılanması Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Ruh Sağlığı ve Din d) Mistik tecrübeler esnasında zaman zaman ortaya çıkan anormal davranışlar e) Din eğitiminde ödülden çok cezaya yer verilmesi 8. Aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a) Dinin ruh ve beden sağlığı üzerindeki etkisi öncelikli olarak koruyucudur. b) Pozitif dinî başa çıkma süreci birey için önemli bir katkıdır. c) Olumsuz dinî başa çıkma bireyi dinden uzaklaştırabilir. d) Din, hayata başka hiçbir faktörün yükleyemediği bir anlam yüklemektedir. e) hepsi 9. Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? a) Dindarlar arasında depresyon vakaları daha azdır b)Dinî yönelim kadar hayat felsefesi ve yaşama biçimi de ruh sağlığını etkilemektedir c) Ruh sağlığının en önemli belirleyicisi dindir d) Dinin ruh sağlığına etkisi dolaylı olduğu gibi doğrudan da olabilmektedir. e) Özellikle batı toplumlarında dinin ruh sağlığına olan katkısı sağlamış olduğu sosyal destekle yakından ilişkilidir. 10 Dinin beden sağlığı üzerindeki olumlu etkileri nasıl gerçekleşmektedir? a) Genellikle beden sağlığını bozacak şeyler dinlerde yasaklanmıştır. b) Dinî yaşamak sağlıklı olmaya gerektirir. c) Daha çok ibadet yapmak için uzun yaşamak gerekir. d) Dinlerin sağlığı koruyucu tavsiyeleriyle birlikte dinî bir hayat tarzı genellikle beden sağlığına olumlu bir şekilde yansımaktadır. e) Dindar insanlar daha fazla egzersiz yapmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Ruh Sağlığı ve Din Cevaplar: 1:e, 2:e, 3:c, 4:c, 5:a, 6:e, 7:c, 8:e, 9:c, 10:d. YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Alper, Y. (2003).Bütün Yönleriyle Depresyon, , İstanbul: Gendaş Yayınları. Ayten, A. (2010). Tanrı’ya Sığınmak, İstanbul, İz Yayınları. Baetz, M. R. ve ark. (2006). How spiritual values and worship attendance relate to psychiatric disorders in theCanadianpopulation. Canadianjournal of psychiatry, 51 (10), 654-661. Baltaş, A. ve Baltaş, Z. (1990).Stres ve Başa Çıkma Yolları, İstanbul:Remzi Kitabevi. Batıgün, A.D. (2005). İntihar Olasılığı: Yaşamı sürdürme nedenleri, umutsuzluk ve yalnızlak açısından bir inceleme, Türk Psikiyatri Dergisi, 16, 1, 29-39. Dervic, K., ve ark. (2004).Religious affiliation and suicideattempt, The American Journal of Psychiatry, 161, 12, 2303-2308. Hood, RW, Spilka, B.,Hunsbenrger, B., Gorsuch, R. (1996) ThePsychology of Religion, New York-London. Hökelekli, H. (1993). Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara. Jonson, B.R. ve ark.(2001).Does adolescent religious commitment matter? A reexamination of the effects of religiosity on deliqueency, Journal of Research in CrimeandDeliquency, 38, (1), 22-43 Karaca, F. (2000). Ölüm Psikolojisi, İstanbul: Beyan Yayınları. Karaca, F. (2010) Dindarlığın Etkileri, Din Psikolojisi içinde, Ed. Hayati Hökelekli, AnadoloÜni. Yayınları, Eskişehir, 70-92. Karaca, F.(2011) Din Psikolojisi, Trabzon. Koç, B. (2009). Benlik ve Din, İstanbul. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Ruh Sağlığı ve Din Koenig, H. G. (2001/2002). Religionandmedicine II: religion, mentalhealth, andrelatedbehaviors. International journal of psychiatri in medicine. 31 (1), 97-109 Koenig, H. G. (2002). Religion, congestive heart failure, and chronic pulmonary disease. Journal of religionandhealth. 41 (3), 263-278. Koenig, H. G. (2004). Religion, spirituality, and medicine: research findings and ımplications for clinical practice. Southernmedicaljournal. 97 (12), 11941200. Koenig, H. G. ve Larson, D. B. (2001), Religion and Mental Health, Evidence for an assocation, International Review of Psychiatry, 13, 2, 67-78. Koenig, H. G.,McCullough,M., Larson D. B. (2001) Religion and health: a century of research reviewed, New York,. Köse, A. (2000). Freud ve Din, İstanbul: İz Yayınları. Köse, A. ve Talip Küçükcan, (2006). Deprem ve Din, İstanbul: Emre Yayınları, Köylü, M. (2010). “Ruh ve Beden Sağlığı İle Din İlişkisi Üzerine Yapılan Araştırmaların Bir Değerlendirmesi”, Ondokuz Mayıs Ünivbersitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 28, 5-36. Kuşat, A.(2006). Ergenlerde Allah Tasavvuru, Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi içinde, Ed: Ü. Günay ve C. Çelik, 113/156, Adana: Karahan Yayınları Mannoni, P. (1991), Korku, Çev. Işın Gürbüz, İstanbul: İletişim Yayınları. Paloutzian, R.F. (1996). Invitation to the Psychology of Religion, London. Pargament, K. I. ve ark. (2001). Religious struggel as a predictor of mortality among medically ill elderly patients: a two-year longitudinal study. Archieves of internalmedicine. 161, 1881-1885 Peker, H.( 1993) Din Psikolojisi, Samsun. Plante, T. G., S. Yancey, A. Sherman& M. Guertin. (2000). The association between strength of religious faith and psychological functioning. Pastoral psychology. 48 (5), 405-412. Rew, L, Wong, Y.J. (2006). A sytematic review of assocatiions among religiosity /sprituality and adolescent heealth attidutes and behaviours, Journal of Adolescent Health, 38, 2, 191-211. Saudia, T.L. ve ark., (1991) Health locus of control and helpfulnes of prayer, Heart and Lung: The Journal of Critical Care, 20, 1, 60-66. Spilka,B.-McIntosh D.M. (Ed.) (1997). ThePsychology of Religion, Colorado. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 Ruh Sağlığı ve Din Stack, S. (2001), Dindarlık, depresyon ve intihar, Çev. T. Küçükcan, Arademik Araştırmalar Dergisi, 7-8, 75-84. Tarhan, N. (2011). İnanç Psikolojisi, İstanbul: Timaş Yayınları. Yapıcı, A. (2007). Ruh Sağlığı ve Din, Adana: Karahan Yayınları. Yapıcı, A. ve Kayıklık, H. (2005), Ruh Sağlığı Bağlamında Dindarlığın Özsaygı ve Kaygıyla İlişkisi: Çukurova Üni. Örneği, Değerler Eğitimi Dergisi, 3, 9, 177/206. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28