d scanned by darkmalt1 Bu kitabın yayın haklan Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama Ltd. Şti.nindir. Birinci Basım: 1991 İkinci Basım: Aralık 1996 Üçüncü Basım: Mart 2001 Kapak: Mehmet Özalp Teknik Hazırlık: Analiz Basım Yayın Baskı: Sistem Ofset ISBN: 975-343-144-9 KAYNAK YAYINLARI: 94 ANALİZ BASIM YAYIN TASARIM UYGULAMA LTD. ŞTÎ. İstiklal Cad. 184/4 80070 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0212) 252 21 56 - 252 21 99 Faks: (0212) 249 28 92 3. Adam Anlatıyor MİT CIA İlişkisi tÇİNDEKİLER ONSOZ 7 I - M İ T ' İ N ÜÇÜNCÜ A D A M I SAVAŞMAN'IN A N I L A R I Jimmy'le Tanışmamız CIA'yla Temas Teşkilat-İsrail-İran Üçgeni Teşkilat'ın Ordudan İstihbarat Elde Etmesini Sağladım CUNTA'yla Karşı Karşıya İşkence Yakalanışım 13 13 19 24 29 34 39 42 I I . SAVAŞMAN OLAYI (Mehmet Eymür'ün Anıları) Fabrikatör 47 64 III. DOĞU PERİNÇEK'İN "EYMÜR'ÜN ANILARF'NA YANITI Altı Karşılaşma Savaşman, C I A - M İ T İşbirliğini Sergiledi CIA'nın "Our Boys"unun Hedefiydik A B D Tutmazsa İngiltere O da Olmadı, Almanya Olmadı, "FÖK Casusu" Hep ABD'yle ve Özal'la Birlikte Eymür'ün Doğrulan Hiram Bey'in Körfez Politikası Eymür Niçin Piyasaya Sürülüyor? 85 86 86 88 89 90 91 92 93 94 94 darkmalt ÖNSÖZ Elinizdeki kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde, eski MİT İstihbarat Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşman'ın anıla­ rını bulacaksınız. İkinci bölüm, eski MİT'çi Mehmet Eymür'ün anılarından aktarılıyor. Üçüncü bölümde ise, Mehmet Eymür'ün yazdıkları konusunda Doğu Perinçek tarafından yapılan açıkla­ ma yer alıyor. Mehmet Eymür MİT Güvenlik Dairesi Başkanı'ydı. Adı son yıllarda "MİT Raporu" diye bilinen skandalla birlikte ünlendi. Ey­ mür, MİT bilgilerini Turgut Özal'ın siyasal hesaplarına uygun bi­ çimde düzenleyip bir rapor haline getirmişti. Özal raporu kullana­ rak siyasal rakiplerini haklayacaktı. Hesap geri tepti. Şubat-Mart 1988 tarihlerinde 2000'e Doğru dergisi raporu ele geçirip yayım­ ladı. Kenan Evren, Turgut Özal başta olmak üzere MİT'in başın­ dakilerin de taraf olduğu uzun süreli hesaplaşmalar sonunda Ra­ porcu Eymür ve Patronu Hiram Abas emekli edilerek MİT'ten atıldılar. Hiram Abas, o zaman MİT'in Müsteşar Yardımcısı'ydı. Mehmet Eymür, üç senelik bir suskunluktan sonra 1991'de anıla­ rını yazdı. Milliyet gazetesine 150 milyona sattı. Anıların geniş bir özeti Mayıs 1991'de Milliyet'te dizi olarak çıktı. Mehmet Eymür anılarında Aydınlıkçıları, Türkiye İşçi Köylü Partisi'ni (TİKP) ve Doğu Perinçek'i kendisine baş düşman seçmişti. Aydınlık gazetesi 1970'li yılların ikinci yarısında devletin iş­ kence örgütü Kontrgerilla'yı açığa çıkardı. İşkenceci Kontrgerilla şefleri, bütün suçları belgelerle kanıtlanmış olarak kamuoyu7 scanned by darkmalt na sunuldular. Hiram Abas ve Mehmet Eymür teşhir edilen iş­ kenceciler arasında, önemli isimlerdi. Eymür, anılarında, Aydınlıkçüarı suçlarken sadece raporunun açığa çıkarılmasından duy­ duğu kini ortaya koymakla kalmıyordu. Yapabilirse Aydınlık ga­ zetesi zamanından kalma hesabı da görecekti. Doğu Perinçek, Mehmet Eymür'ün anılarındaki suçlamalara ge­ niş bir açıklamayla yanıt verdi. Açıklama Milliyet'in 10,11,12 Ha­ ziran 1991 tarihli sayılarında özetlenerek yayımladı. 2000'e Doğru, Eymür'ün anılarını henüz Milliyet'te çıkmaya başlamadan elde et­ mişti. Dergi konuyu 19 Mayıs 1991 tarihli 12. sayısında kapak yap­ tı. "Belgeleriyle CIA-Özal'ın Perinçek operasyonu, Eymür'ün anıla­ rı provokasyon" başlıklı kapak haberinde dergi, Eymür'ün Aydınlıkçılara yönelik suçlamalarının tamamını yayımladı; Eymür'ün amacını, anıların siyasal konjonktür içindeki yerini gerçekler teme­ linde analiz etti. Mehmet Eymür'ün anıları, devrimcileri hedef aldığı bölümleriy­ le bir psikolojik harekâtın parçasıydı. 2000'e Doğru, güvenilir kay­ naklardan aldığı bilgilere dayanarak 24 Aralık 1989'da Doğu Perinçek'in psikolojik operasyon hedefi içine alındığını duyurmuştu. 1991 Mayıs ayında, yani Eymür'ün anıları yayımlanırken daha ga­ rip gelişmeler yaşandı. Bir gizli el siyasal partilere, basın organları­ na Doğu Perinçek ile Abdullah Öcalan'ın Bekaa'da birlikte çekilmiş resimlerini postalıyordu. Fotoğraflar gizli değildi ve benzerleri 2000'e Doğru'da. çıkmıştı. Yollayan merkez esrarengiz bir görüntü oluşturmayı amaçlıyordu. Fotoğraflara bir de sahte mektup eklen­ mişti. Mektup, "PKK ile Dayanışma Politikasına Karşı Bir Grup Sosyalist Partili" imzasını taşıyordu. 2000'e Doğru, tertibin TİB kaynaklı olduğunu saptadı. TİB, yani Toplumla İlişkiler Başkanlı­ ğı, Milli Güvenlik Kurulu'na bağlı çalışan ve Kontrgerilla'nın psi­ kolojik harekât işini yürüten koluydu. Aynı tarihlerdeki diğer psikolojik harekât uygulamaları ise şöyle sıralanıyordu: Cengiz Çandar, devlet kurumlarını 2000'e 8 Doğru'ya. karşı göreve çağırdı. Çandar, kendisine danışarak ha­ zırladığı anlaşılan yazısında devrimciler için aynen Eymür'ün sözleriyle, "bunlar yabancı devlet ajanıdır, üzerlerine yürüyün" dedi. 2000'e Doğru; Çandar'ın M İ T mensubu olduğunu, Pentagon'a da çalıştığını, Özal'ın özel kuryesi olduğunu ortaya çıkar­ mıştı. Çandar, daha sonra Çankaya'ya resmen danışman oldu ve Özal tarafından Yatırım Finansman Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. Aynı günlerde, Kıdemli M İ T ' ç i Necdet Küçüktaşkıner, Tuzla'daki cinayet suçundan sanık polislerin avukatı olarak mahke­ meye üç sayfalık bir dilekçe verdi. Taşkıner, dilekçesinde davay­ la hiçbir bağlantısı yokken Eymür'ün Aydınlıkçıları hedef alan suçlamalarını tekrarladı. Taşkıner, 12 Mart işkencecisi ve 1 Ma­ yıs 1977 Taksim katliamının tertipçilerinden b i r i olarak Aydınlık tarafından tespit edilip açığa çıkarılmıştı. Yeni Düşünce gazetesi, kampanyaya provokatör Murat Ağartıcı'yı kullanarak katıldı. MÇP'li Yeni Düşünce, özel harpçi emekli Subay Ferruh Sezgin tarafından yönetiliyor. Gazete, Murat Ağartıcı ile i k i y ı l önce yaptığı bir söyleşiyi çekmecesinden çıkardı. Manşetten Doğu Perinçek'e saldırdı. Saldırıda Eymür'ün suçlama­ ları tekrarlandı. Yörünge dergisi röportaj tekniğini kullandı. Kadroları içinde eski MHP'lilerin önemli yer tuttuğu, Türk-İslam sentezci Yörünge, Mehmet Eymür'ün suçlamalarını bu kez soru haline getirmişti. Eymür'ün anılarında M İ T ' i n elçilik dinlediği, belgesiyle itiraf ediliyor. Milliyet, anıların bu bölümünü yayımlamadı. Mehmet Eymür, 2000'e Doğru Ankara Temsilcisi Hasan Yalçın'ın Büyü­ kelçi Abu Firaz'la Filistin Elçiliği'nde yaptığı bir görüşmenin dinleme kayıtlarına yer veriyor. Eymür, dinleme kayıtlarını H ı ­ ram Abas'ın evinde bulduğunu söylüyor. M İ T ' i n elçilik dinleme­ si uluslararası bir skandaldir. Eymür'ün buna cesaret etmesi, pro­ vokasyon ihtiyacının büyüklüğünü ortaya koyuyordu. Görüşme9 de Hasan Yalçın, Sayın Abu Firaz'dan Hiram Abaslarla ilgili bil­ gilerin yayımlanması için ambargoyu kaldırmasını istiyordu. Eymür, 2000'e Doğruyu "FKÖ'nün işbirlikçisi" diye suçlamak için bu ses kayıtlarını delil olarak ileri sürüyordu. 2000'e Doğru ve Hasan Yalçın, Filistin halkıyla ve FKÖ ile dayanışma içinde olmaktan şeref duyduklarını, bir CIA'cının devrimciler arası iliş­ kiye leke süremeyeceğini açıkladılar. 2000'e Doğru, daima ezi­ lenlerden yana olduğunu, emperyalistlere ve ajanlarına karşı mücadele ettiğini vurguladı. Sabahattin Savaşman'ın anıları bu kitabın ana unsurudur. Sa­ vaşman MİT'te üçüncü adamdı. Aralık 1977'de CIA'ya bilgi ve­ rirken Hiram Abas ekibi tarafından yakalandı. Ekipte Eymür de vardı. Casuslukla suçlandı, mahkûm oldu. Savaşman, MİT'in istihbarat örgütü olduktan sonra yakaladı­ ğı ilk ve tek CIA ajanıdır. Bir de 1983'te Turan Çağlar aynı suç­ lamayla yakalanmıştır. Çağlar cezaevinde esrarengiz bir şekilde ölmüştür. Sabahattin Savaşman CIA'ya bilgi sattığını anılarında da kabul ediyor. Ayrıca bu işin MİT açısından son derece doğal olduğunu kanıtlıyor. MİT'in, CIA'nın bir şubesi olarak çalıştığı, MİT'in en yüksek görevlilerinin CIA'ya resmen bilgi verdikleri, CIA'ya yaranarak yükseldikleri ortaya çıkıyor. CIA, MOSSAD ve MİT arasındaki çok yönlü ilişkilerin birinci elden bilgisi anı­ ların dokusunu oluşturuyor. Esrarengiz istihbaratçı dünyasının rezaletleri halk için öğrenilebilir hale geliyor. Aydınlık, Sabahat­ tin Savaşman'ın anılarını, "CIA'nın Ortadoğu Zinciri, Teşkilat, Üçüncü Adam'ın Not Defteri" başlığıyla 30 Temmuz 1979'dan başlayarak yayımlamıştı. Mehmet Eymür, Savaşman olayını, patronu Hiram Abas ve kendisi için bir pay çıkarırım umuduyla gündeme getirdi. Şimdi amacının tersi bir sonuç ortaya çıkıyor. Savaşman'ın anıları bü­ tün Abasların, bütün Eymürlerin ipliğini pazara çıkarıyor. İstih­ barat bağımlılığı, yani MİT'in CIA'ya bağlı oluşu. Amerikan em10 peryalizminin Türkiye'deki denetiminin araçlarından biridir. Bu kitabın yayıma hazırlandığı günlerde, 12 Haziran tarihli Hürri­ yet, CIA ile MİT arasında Washington'da yapılan yeni bir işbir­ liği anlaşmasının haberini veriyordu. 19 Temmuz 1991 tarihli Günaydın, "MİT'in birçok ülkeden para aldığını" dönemin MİT Müsteşarı Hamza Gürgüç'ün anılarından aktarıyordu. CIA'nın Türkiye topraklarında resmen de faaliyet göstermesini kararlaş­ tıran anlaşma ve Hamza Gürgüç'ün açıklaması, bir bakıma Savaşman'ın sergilediği gerçeğin yeni bir itirafı oluyor. Artık iliş­ kinin gizlisi saklısı da kalmıyor. Savaşman'ın anıları, halk için bir eğitim malzemesidir. Devlet çarklarının kimler tarafından kimler hesabına döndürüldüğünü ciltler dolusu teoriden daha çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor. Sol açısından ise, devrimci uyanıklığı öğretiyor ve pekiştiriyor. KAYNAK YAYINLARI 11 I MİT'İN ÜÇÜNCÜ A D A M I SAVAŞMANIN ANILARI Jimmy'yle Tanışmamız Bir vakitler komutanlığını yaptığım alayda şimdi cezaevin­ deydim. Kader... Gerçekten suçlu muyum, bilemiyorum. Böyle bir hadise şimdiye kadar vuku bulmuş mudur? Benim seviyemde bulunan bir yönetici, böylesine ağır bir suçtan hüküm giymiş midir? Bu düşünceler içinde, sıkıntılı bir başkent gece­ sinde elime kalemi alıyorum. Ülkenin içinde bulunduğu şartların meydana getirdiği bir ola­ yı yaşadım. Zincirin bir halkası da, hasbelkader ben oldum. İlah­ lar, makam ve menfaat kapışmasının bir kurbanı olarak beni seç­ tiler. Ve on yıl öncesinin parlak kurmay albayı, şimdi anarşistler­ le, asker kaçaklarıyla, gaspçılarla beraber... Ben; Teşkilatın temel direği, İstihbarat Okulu Komutanı, me­ deni insan, ilmi istihbaratçı burda demir parmaklıklar arkasındayım. En önemli vazifeleri deruhte ederken, ismim bile bilinmi­ yordu. Ama memleket için alçaklık sayılacak bir görünüm için­ deyken, gazete sütunlarına geçtim. Belki de "bu da böylesine bir hadise, bir ajan yakalanmış" deyip geçilecek. Yüksek mahkeme­ nin kararı sonucu, belki de ömrüm burada nihayet bulacak. Bu­ günlere nasıl geldiğimi yazmak arzusu bende bu tenakuzun ya13 rattığı düşüncelerle doğdu. Memleketin ve Teşkilat'ın içinde bulun­ duğu durumu açıklamam, haklı ve haksız yere kurban edilen insan­ ların iç dünyasına bir nebze olsun ferahlık sağlayabilir fikrindeyim. 2 Haziran Bugün cumartesi. Yıllar önce bir cumartesi gecesi Jimmy'le tanışmamızla başladı hadiselerin gelişimi. Haddi zatında ona bir CIA ajanı bile demek doğru değildir. Zira kendisi CIA'nın mem­ leketimizdeki heyetine mensuptur ve bu heyet Amerikan servisi­ nin Teşkilat'taki kolu mahiyetindedir. Jimmy, bu heyetin Bay Peel'den sonra gelen mühim bir temsilcisidir. Kendisinin başkentte bir evi, bir arabası ve bir bayan sekreteri mevcuttur. Ailesi de ya­ nındadır. Diplomatik bir hüviyete sahiptir ve bu hüviyeti dolayı­ sıyla her gittiği yerde saygı görür, kolaylıklara sahip olur. CIA'nın Teşkilatla işbirliği yapan, Teşkilat'ın içinde bir tem­ silcilik görevi, bir ölçüde de üst organ misyonu taşıyan 20 küsur kişilik heyeti vardır. Bu heyet en mükemmel istihbaratçılardan kurulmuştur. Bunlar hem istihbarat alışverişini sağlamakta, hem de ülke içindeki ve ülke dışındaki olaylarda müşterek operas­ yonlara katılmaktadırlar. Zaten hiçbir önemli istihbarat CIA'nın katkısı ya da bilgisi olmadan elde edilememiştir. Teşkilat, 1950'lerden itibaren Amerikan servisiyle beraber ça­ lışmaktadır. Yani isim değiştirmeden önce mevcut olan durum, isim değiştikten sonra da aynen süregelmiştir. Teşkilatın kullandı­ ğı bütün teknik malzemeler CIA tarafından temin edilmiştir. Bir­ çok personel Amerikalılar tarafından yurtdışında kurslarda eğitil­ miş, Teşkilat okulu büyük çabalarla CIA tarafından kurulmuş ve * onların tahsis ettiği eğitmenler sayesinde tedrisat yapmıştır. Ya­ kından bildiğim ve içinde yaşadığım sorgu odalarındaki teçhizat, en iptidaisinden en modernine kadar CIA tarafından verilmiştir. Teknik gelişmelere paralel olarak bu teçhizatta meydana gelen ye­ nilikler her sene CIA kanalıyla takip edilmiş ve aynı kanal vasıta14 sıyla ihraç edilmiştir. Her türlü bilgi alışverişi yapılmış, bunların karşılığı olarak senede milyonlarca dolar akmıştır. Personel, sene­ lerden beri C1A ajanları gibi çalışmakta, Amerikan servisi hesabı­ na görevler almakta, yurtiçindeki ve yurtdışındaki operasyonlarda ücret kabul etmektedir. Bunu ben, Teşkilat'ın üçüncü adamı olarak yazıyorum ve her an ispat etmeye hazırım. Jimmy, işte böyle faaliyetler içinde bulunan kalabalık bir temsilciler heyetinin mensubu olarak memlekette bulunmaktay­ dı. Bu durumu Teşkilat tarafından yakınen bilinmekteydi. Teşkilat'ın bütün esas unsurlarının hepsi kendisini tanırlar, severler ve sayarlardı. Dilimizi gayet iyi bilir, ülkemizin politik konularında hepimizin üstünde malumata sahip olarak sık sık konuşmalar yapardı. Özellikle dış görev ve geziler konusunda tesirli olduğu yakından bilindiği, hoş sohbet, centilmen bir kişi­ liğe sahip olduğu için her çevrede kabul görürdü. Birçok Teşki­ lat unsuru kendisiyle temas etmeye can atardı ve zaten temas et­ mişlerdi de. Teşkilat tarafından bu derece bilinen, Teşkilat ara­ sında bu kadar tanınan ve adeta bizim camiamızın bir parçası olan böyle bir zatı, ajan olarak mütalaa etmenin manasını doğru­ su hâlâ kavrayamamaktayım. Ona ajan dediğimiz takdirde, bü­ tün temsilciler heyetinin ve bu heyetle temas halinde bulunan bütün yöneticilerin ajan sıfatını taşıması gerektiği kanaatine ko­ laylıkla varırız. Gerçi memleket ve Teşkilat şartları, ülkemizin içinde bulunduğu ilişkiler ve milli çıkarlarımız göz önünde tu­ tulduğunda hangi uygulamaların ne şekilde göz önüne alınması gerektiği de tartışılması yapılabilecek bir konudur. Jimmy pek çok yöneticiyle olduğu gibi, bana da resmen Teş­ kilat tarafından tanıtılmıştır. Kendisiyle resmi temasa geçmem onlar tarafından sağlanmıştır. Bugün, karşımda suçlayıcı durum­ da bulunanlar böyle bir temastan dolayı ve temasın içinde ele alınabilecek, usulsüz de olsa bazı uygulamalar yüzünden sorum­ lu tutulamaz mı? Dediğim gibi, Jimmy'le ilk bir araya gelişimiz 15 Teşkilat'ın onun memleketimize gelişi münasebetiyle verdiği kokteylde, o mahut köşkte olmuştu. Böyle kokteyller verildiği, sadece CIA mensuplarının değil, İngiliz, Alman, Fransız, İtal­ yan, İsrail ve yakın bir geçmişe kadar İran servislerinin de bu kokteyllerde bizimkilerle resmi temaslarda bulundukları bilinen bir hakikattir. Her sene böylesine kokteyllerin sayısı onlarcayı bulur. Sadece köşk değil, büyük şehirlerin ünlü otelleri de öyle temaslara sahne olmaktadır. Böyle toplantılarda, Teşkilat mensupları, eşleri, bazen diğer yakınlarıyla beraber yabancı servis temsilcileriyle samimi soh­ betlerde bulunurlar. Teşkilat yöneticilerinin şahsi özellikleri, aile­ vi durumları, hayatları, bu şekilde tamamıyla aleni bir durum alır. En yetkili makamlarda oturanlar bütün özellikleriyle tanınırlar, şahsi üstünlük ve zaafları da istihbarat unsuru olarak değerlendi­ rilebilecek seviyeye gelir. Teşkilat mensupları, sadece servisler arası değil, dışişleri, asker, sivil, bürokrasi ve iş aleminin parlak şahıslarıyla da böylesi yerlerde bir araya gelirler. Memleketin po­ litik, iktisadi, sosyal bütün meseleleri buralarda enine boyuna tar­ tışılır. Dış ve iç konjonktürel gelişmeler hep beraber ele alınarak, muhtemel hadiseler üzerine tahminler yürütülür. Bu derece tema­ sın olduğu bir muhitte elde edilecek istihbaratın adeta kesin neti­ ce vereceğinden şüphe yoktur. Üç yıl önce başlayan tanışmamız karşılıklı görüşmelerle iler­ ledi. Kendisi daha önceden de elde ettiği bilgilerle beni yakından tanıyordu. Bence akıllı ve işinin ehli bir istihbarat kadrosuydu. Ordu kökenli olduğumu, kızım, damadım ve oğlumun istikballe ilgili meselelerini, ailemizin durumunu, özelliklerini öğrendi. 10 yıl gibi, Teşkilatımız için nispeten kısa sayılabilecek bir süre için­ de hemen hemen üçüncü mühim mevkiye kadar yükselmiştim. Belli bir sosyal çevremiz, alışkanlıklarımız, bu kadar yıl içinde in­ tibak ettiğimiz insanlar mevcuttu. Bir düğün masrafı, karımın oyun ve geziler için harcaması zaruri olan masraflar, benim itiba- darkmalt 16 rıma sahip bulunan bir idareci için kaçınılması mümkün olmayan şeylerdi. Esasen, Teşkilat içinde kudreti elinde bulunduran, kendi konusunu en i y i bilen, istihbaratçılık alanında uzman, gayet i y i yabancı dile sahip, kabiliyetli ve zeki bir insanın bu kadar itibara sahip bulunması normal karşılanmalıydı ve Jimmy de İstihbarat Okulu hakkında duyduklarından sonra bunu kavrıyordu. En büyük hizmetleri yapmış, okul yaratmış, reorganizasyon ve modernizasyon faaliyetlerini tanzim etmiş, inşa edilen okulun müfredatından mefruşatına kadar her şeyiyle yakından ilgilen­ miş, durum odasında gerekli düzenlemeleri sağlamış kişiydim. Bir yığın haberi istihbarat haline getirmenin, istihbarat mantık metodlarının, politikanın istihbaratta oynadığı rolün, kıymetlen­ dirme yollarının değerlendirmesini yapmıştım. Bu konu hakkın­ da memleketin en yetkili şahsı olarak eserler ortaya koymuş ve bu eserleri askeri okullarda tedris ettirerek ülkenin güvenliğine elimden geldiği kadar katkıda bulunmuştum. Bilhassa dış temas­ larda edindiğim izlenimlerle kendi personelim olduğu kadar, ya­ bancı servis elemanlarının da takdirini kazanmıştım. Jimmy'le temaslarımızı ilerletmek bütün bu bakımlardan hem bana hem de kendisine yararlı oluyor, i k i müttefik ülkenin istihba­ ratçıları olarak birbirimize fayda sağlamaya çalışıyorduk. Kendi­ siyle birlikte, özel ve yüksek amaçlı birçok toplantılara katıldık. Bu toplantılar bilhassa bölgesel işbirliği örgütlerinin bünyesinde ger­ çekleştiriliyor ve karşılıklı istihbarat ve güvenlik yararları sağlama amacına yöneliyordu. Gizli ve belli amaçlı bu toplantılara Teşkilat Başkanlığı adına katılıyor, heyetlerde dışişleri ve diğer temsilcilik mensuplarına da rehber ve idareci rolünü oynuyordum. Bu temaslar sayesinde ilerlemem elbette ki, Teşkilat içindeki ba­ zı kuvvetlerin nazari dikkatini celbetmişti. Makam ve menfaat hevesleriyle benim yerimde gözü olup da, beni bir engel olarak gören­ ler mevcuttu. Bunların önemli bir bölümünü de kısmen ikbal, kıs­ men geçmiş suçların örtbas edilmesi, kısmen de politik amaçlarla 17 hareket eden belli bir grup meydana getiriyordu. Fakat ben, Teşkilat'ın normal yapısı içinde faaliyetlerime devam ediyor, iç ve dış planlamaları sürdürüyor, bir yandan da bilgi ve görgümü artırmaya çalışıyordum. İ k i yıl önce, bölgesel işbirliği kuruluşunun yine özel bir top­ lantısı için dış görev almam durumu ortaya çıktı. Dışişleri tem­ silcisi ve Teşkilat'tan başka bir personelle beraber Washington'a girecektik. Heyet başkanlığı görevini üzerime almam bana önemli sorumluluklar yüklüyordu. CIA'nın başkentteki misyonu adına Amerika'ya gelecek üye de o günlerde belirlendi. Jimmy bizimle beraber olacaktı. Heyetimiz Jimmy'le beraber buluna­ cak, adeta aynı heyetin mensuplarıymışız gibi davranacaktık. Bu dış görev dolayısıyla evimde bir parti düzenledik. Jimmy ve ekibi, Entelligance Servis'ten Hood, İranlı meslektaşlar, Teş­ kilat'tan arkadaşlar geldiler. Teşkilat'ın imkânlarıyla gerçekleşti­ rilen, garson, aşçı, uşak gibi hizmetler Teşkilat tarafından karşı­ lanan böyle bir toplantı çok sonraları benimle CIA ve Entelli­ gance elemanları arasındaki temasın başlangıcı olarak değerlen­ dirildi. Jimmy ve Hood ile Washington'da yapılacak çalışmaları planlamıştık. Fakat bundan Teşkilat'ın elbette ki haberi vardı. Tabii başkan ve daire başkanlığı işin derin teferruatlarıyla uğraş­ mıyorlardı, ama bu da icracı bir başkan yardımcısı olarak şüphe­ siz benim vazifemdi. Jimmy'le konuşurken, ikide bir gözlerini kaydıran karşı-casusluk mensuplarını görmüyor değildim, fakat rahat hareket tarzımız herhangi bir suç işlemediğimizden emin olduğumuzu gösteriyordu. Toplantıdan bir müddet sonra, Londra üzerinden Washington'a hareket ettik. Jimmy de beraber biz dört arkadaş bir mote­ le yerleştik. CIA heyeti temsilcisi bize ev sahipliği etti ve temas­ larımızı sağladı. IX C I A ' y l a Temas Bugün, bütün gün televizyon başında kaldım. B i r yandan da, dün yazdıklarımı düşündüm. Yakınlarımın çarşamba günü idare­ ye teslim ettikleri yeni Philips'in dün sabah koğuşa sokulması herkesi memnun etti. İçinde haberleşme cihazı olup olmadığını kontrol için bu kadar bekletmişler. Aslında böyle bir cihaz bu­ lunsa dahi, onların fark edeceklerini zannetmem. İdarede cunta­ nın bir adamının bulunmasından şüphe ediyorum. Sarışın yüzba­ şı böyle ilişkiler içine girmiş olabilir. Zaten hepsi istenildiği tak­ dirde Teşkilat'a hizmet etmekten kaçınmayacak kişilerden seçil­ miştir. Bana, her şeye rağmen mevkime uygun muamele ediyor­ lar. Bu sayede hayatla temasım burada bulunan çocuklara naza­ ran daha kolay. Dışardaki sağ kuruluşlarla haberleşmem için, be­ nim imkânlarımdan yararlanmak istiyorlar. Bu ortamda birbiri­ mize ihtiyacımız bulunduğunu düşünürsek, herhalde bu istekle­ rini yerine getirmeye mecbur kalacağım. Televizyondan sonra dün yazdıklarımı inceledim. Aslında aleyhte delil mahiyetinde pek bir şey yok. Zaten mahkemede de burada yazdıklarımın bir benzerini ifade etmiştim. Bir genel ara­ ma, yahut sadece bana karşı bir tedbir alınsa dahi notların ele geçmeyeceği kanaatindeyim. 4 Haziran Washington'da geçen günlerimizi hâlâ tatlı bir hatıra olarak anıyorum. Jimmy, üçümüze de elinden geldiği kadar yardımcı oluyor, şehrin gece kulüplerini, akşam yemeği yenecek yerleri­ ni, vakit geçirilecek diğer köşelerini tanıtıyordu. Toplantı dışın­ da birkaç günlük bir zaman, heyetlerin ağırlanması için ayrılmış­ t ı . C I A ile bu müddet zarfında özel ilişkilerimiz de oldu. Jimmy'le beraber i l g i l i bölümdeki meslektaşlarla görüştük. 19 Aradan aylar geçtikten sonra bu görüşmeleri casusluk olarak ta­ rif eden yetkililer, herhalde hakikati işlerine geldiği gibi çarpıtma­ nın telaşı içerisindeydiler. Zira, biz Teşkilat olarak Jimmy'nin başın­ da bulunduğu heyete istihbaratı, kendi ülkemizin başkentinde, dü­ zenli raporlar halinde takdim ediyorduk. Hatta bununla kalmıyor, konular üzerinde tartışmalı toplantılar düzenliyor, CIA mensupları­ nın sorularını cevaplıyorduk. Kendileri akıllarına takılan bir husus olduğunda, benim mevkime kadar başvurmaya dahi lüzum görme­ den istedikleri elemanı çağırıyor ve bilgi alıyorlardı. Konu üzerine eğilen bir devlet yetkilisi, yapacağı küçük bir araştırmada CIA'ya istihbarat teminiyle ilgili anlaşmaları görebilir. Kanıma göre, Teşkilat sadece hükümete, ilgili bakanlıklara ve Genelkurmay'a bilgi vermekle vazifelidir. Oysa yapılan ikili anlaşmalar, buna tamamen aykırıdır. CIA'ya Jimmy kanalıyla verilen belgeler incelendiğinde bun­ ların sıradan malzemeler olmadığı da görülecektir. Çoğunun üzerinde TOP SECRET (çok gizli) damgası bulunmaktadır. Sa­ dece rakip istihbarat örgütleriyle ilgili bilgileri değil, bölge du­ rumuyla ilgili bütün bilgileri ve ülke içi ve durumla ilgili bilgi­ leri kapsamaktadır. Normal işleyişte, iki bölümümüzden, koordinasyon örgütü va­ sıtasıyla bilgi toplamayla ilgili olanı, her türlü neticeyi bize bildi­ rir, biz bunları kıymetlendirip istihbarat haline getirdikten sonra, bir kopyasını üst yönetime, bir kopyasını da CIA İrtibat Heyeti'ne göndeririz. Bu durumdaki bir yetkilinin Amerikan başkentinde CIA ile görüşmeler yapmasında mahzur olmadığı ortadadır. Ayrıca resmi işleyişte durum böyleyken, uygulamada daha toplama safhasındaki değerlendirme yapılmamış ham bilgiler doğrudan CIA heyetine ulaştırılır. Teşkilat'ın üçüncü adamı olarak Washington'daki merkezde Steiger, Peel ve Jimmy'le görüşürken daha çok politika ve kuru- 20 luşumuzun içindeki bazı meseleler üzerinde durduk. Daha sonra metodlar kararlaştırıldı. Alternatif görüşmeler, mazeret hikâyesi, randevu ortamları belirlenerek, Anny Mary'nin ve Subay Owen'in evleri tespit edildi. İstihbarat konusunda talep karşı taraftan, Bay Peel'in vereceği karar üzerine gelecekti. Böyle bir talep olunca, kararlaştırılmış bir isim söylenerek "Bay X ' i n evi orası mı?" diye bizim numara aranacaktı. Ben ise kararlaştırılmış numarayı ara­ yarak mobilyacı olduğumu söyleyecek, ısmarlanan malların hazır olduğunu belirtecektim. Bunun üzerine randevu yeri olarak sap­ tanan evlerde, ışıkların örtülüp açılmasına göre belirlenmiş bu­ luşmalar gerçekleştirilecek. Eğer bunlar gerçekleşemezse alter­ natif tarihler gündeme gelecekti. Memlekete döndükten sonra Jimmy'le birçok görüşme yap­ tık. İ l k faaliyetim, memleketimize sığınan bir Sovyet subayı ve bir Habeş'in ifadeleri hakkında elde ettiğimiz malumatla ilgili oldu. Jeostratejik durumumuz dolayısıyla bu gibi iltica olaylarına pek sık rastlanmaktadır. Fakat servisimiz bu hadiseleri kendisiyle ilgili ka­ bul etmemekte ve fazla bilgi edinmek için çalışmamaktadır. Yapılan anlaşmalar ve teamül gereği bütün mülteciler, Ame­ rikan ya da Alman servislerine teslim edilirler. Bunlar ön sorgu­ lamayı memleketimizde yaptıktan sonra, mülteciyi kendi imkân­ larıyla ülkelerine götürürler. Sovyet subayının ilticasından sonra, bu kişinin i l k ifadesi Teşkilat elemanları tarafından sınırda alındı. Başkentte tarafınız­ dan herhangi bir sorgulama yapılmadı. Hemen A l m a n servisi ile temas kurularak subay onlara verilmek istendi. Çünkü, Doğu A l manya'daki rakip kuvvetler hakkında bilgisi bulunduğu anlaşılı­ yordu. Fakat nedense Almanlar böyle bir işi üstlenmek istemedi­ ler. Daha sonra Amerikan servisine teklif yapıldı. Onlar teklifi kabul ettiler ve bu şahsı Amerika'ya götürdüler. Habeş ise, emniyete teslim olmuştu ve ifadesi orada alınmıştı. Sonra, Batı'ya gitti. Sovyet subayının sınırda alınan ifadesi Ha21 beş'in emniyet ifadesi, bunlarla ilgili kıymetlendirmeler ve benim elde ettiğim neticeler üzerinde Jimmy'le birlikte çalıştık. Bunu bir casusluk eylemi olarak mütalaa etmem imkânsızdı, çünkü Teşki­ lat, adamların bizzat kendilerini Amerikalılara ve Almanlara tes­ lim etmişti. Benim, bu kişiler hakkında bazı fikirlerimi meslektaş­ lara iletmem, olsa olsa kişisel bir girişim ve avantaj arama isteği olarak düşünülebilirdi ve bence, bir Teşkilat yöneticisinin öyle davranmaya hakkı vardı. Büyük şehirdeki toplama yetkilisinin, konsolosluktaki Amerikan servisi temsilcisine bilgi vermesini de aynı şekilde olağan karşılıyorum. Bu bilgileri önce bizim bölü­ mün başkanına, ondan da koordinasyon dairesi kanalıyla CIA'ya verdiğimizde bu bir ulusal görev oluyorsa, bu kademeleri atlaya­ rak yaptığımız bir uygulama en fazla usulsüzlük olarak suçlanabi­ lir. Kaldı ki benim gibi Teşkilat tarafından sürekli yabancılarla te­ masla görevlendirilen, istihbarat konulu konferanslarda ülkesini temsil eden bir kişinin bu kademelere harfi harfine riayet etme­ si de fazla bir hassasiyet olmaktadır. İngiliz servisinden Hood'la temaslarımız da bence aynı çerçe­ ve içinde düşünülmelidir. Mr. Hood, İngiliz İstihbarat Servisi'nin Teşkilat'taki temsilcisidir. Yani bir gizli ajan değil, resmi hüviye­ te sahip bir kişidir. Amerikan servisinden farklı olarak İngilizlerin Teşkilat'ta bir temsilciler heyeti bulunmamaktadır. Mr. Hood, bu vazifeyi "işbir­ liği düzenleyicisi", istihbarat alışverişi yürütücüsü ve ortak ope­ rasyon koordinatörü olarak tek başına yürütmektedir. Mr. Hood'u tıpkı Jimmy gibi görevim gereği tanıdım, daha doğrusu Hood ba­ na Teşkilat'ın protokol şubesi tarafından tanıtıldı. Ortak vazifele­ rimiz gereği sık sık buluşup konuştuk. İstihbarat teatisinde bulun­ duk. Okulumuzun reorganizasyon çalışmalarına İngiliz servisinin yardımlarını sağlamak amacıyla planlar hazırladık. Washington gezimden evvel kendisiyle beraber Londra'ya gitmiştik. Orada, 22 İngiliz İstihbarat Okulu'nun faaliyetlerini birlikte inceledik. Bera­ ber toplantılara, kokteyllere katıldık. Birçok temas yaptık. Ülkeye dönünce Mr. Hood ve İngiltere'nin tüm istihbarat personeli onu­ runa, Teşkilat, yemek ve kokteyller düzenledi. Daha sonra bir İngiliz servis personelinin evinde defalarca görüştük. Oxford Üniversitesi'nde düzenlenen istihbaratla ilgili ilmi bir toplantıya katılmadan önce, kendisinden bilgiler aldım. İngiltere'deki temasları ele alarak tartıştık. Dönüşte oradaki izlenimlerim-ve ele alınan planlar üzerinde fikir alışverişi yaptık. Mr. Hood, ülkesinin menfaatleri gereği daha çok petrol bölgele­ riyle ilgileniyordu. Bu yüzden komşu ülkelef, bu ülkelere yönelik istihbaratımız ve karşıcasusluk faaliyetleri konusunda araştırmalar yapmaktaydı. Benim durumum, bu konuda kendisine zaten ulaştı­ rılan raporlar dışında, kıymetlendirmede yardım yapmaktan ibaret­ ti. Çoğu zaman toplama servislerindeki elemanlarımızla direkt te­ mas halinde bulunabildiğim için, onların raporlarında yeterince ifa­ de edemedikleri hususları netleştiriyor, bu sahada Mr. Hood'la bir­ likte çalışıyorduk. Tüm bu çalışmalardan, bilhassa bilgi ve görgümü artırmak bakımından kendim de şahsi avantaj elde etmiş sayılabilirim, ama esas yararlı çıkan Teşkilat olmuştur. Çünkü, kuruluşumuz sadece CIA'dan değil İngiliz servisinden de her yıl yüklü bir pa­ ra almaktadır. Oxford'dan döndükten sonra Jimmy'le olan faaliyetlerimiz de belli bir dönüm noktasına geldi. Amerikan servisi, memleketimi­ zin karşıcasusluk çalışmaları konusunda derli toplu bir belgeye ihtiyaç duyuyordu. O günlerde toplanması beklenen genişletilmiş kurulda böyle bir rapor ele alınacaktı. Şüphesiz buradaki karşıca­ susluk faaliyeti sadece bölgedeki küçük ülkelere karşı yapılan fa­ aliyetlerdi. Zaten, Sovyetler'e karşı yapılan bütün operasyonlara ve Çin Halk Cumhuriyeti ile ilgili faaliyete CIA mensupları her zaman katılıyordu. 23 Harekete geçtik. Teşkilat'ın hazırladığı belgenin bir kopyası­ nı, oturumda ele alınmadan evvel, Amerikan heyetine ulaştırmak istedim. Fakat, şahsi başarıma gölge düşürmek için olacak, bu raporun hazırlanmasında devreden çıkarıldım. Toplama ile i l g i l i bölüme dahil olan karşıcasusluk görevlileri, raporu kendi baş­ kanlarına, oradan da doğrudan üst yönetime intikal ettirerek hü­ kümete ulaştırmayı planlamışlardı. Aslında böyle bir uygulama bizim bölümün değerlendirme yapma imkânını da ortadan kaldırıyordu. Arkadaşlarla işbirliği yaparak, i l g i l i daireden raporun taslağını temin ettik, üzerinde yapılacak düzeltmeleri ise kademelerden geçtikçe öğrenecek ve ek raporlar hazırlayacaktım. Bu alandaki başarımız, Amerikan servisi elemanları tarafından olumlu karışlandı. Memleketimizin imkânları konusunda yaptığım değerlendirme örnek bir istihba­ rat çalışması ve i l m i bir inceleme olarak kabul gördü. Tabii bu­ nu sağlamak için Jimmy kanalıyla oldukça yüklü mali imkânlar ve önemli kolaylıklar bulmak zorunda kaldık. Teşkilat-İsrail-İran Üçgeni Bugün ziyaret günüydü. Damadım geldi. Avukatlar da geldi. Yüksek Mahkeme gelecek ayın sonuna doğru karar verecek. Hatı­ rat yazarken, geçmişte geleneklere uygun olmayan işler yaptığımı, usullere riayet etmediğimi, mesleğimde yükselmek ve itibarıma uy­ gun bir tarzda yaşayabilmek için yabancı desteğine gereğinden faz­ la başvurduğumu düşünüyorum. Fakat yine de, birçoklarının böyle yollara başvurması, hele de onların ne yeteneklerinin ne de bilgile­ rinin kâfi olmadığı halde bunu yapmaları beni bir parça rahatlatıyor. En çok ailemin, çocukların çevrede karşılaştığı muamele, hakkı­ mızda yapılan dedikodular üzüyor beni. Onların çeşitli düşüncele­ rini bir bakıma normal karşılamak gerek. İstihbarat faaliyetinin çe24 şitli yönlerini, bir istihbaratçının hayat tarzını ve karşılamak zorun­ da bulunduğu güçlükleri bilemezler elbette. Neticede bir ceza ye­ sem bile, burada senelerce kalmayacağıma güveniyorum. Toplama bölümü bir miktar kanıt toplamışsa da, zannımca bunlar beni en fazla 1980'in sonlarına kadar cezaevinde tutabilir. Bu derece yük­ sek makamlara gelmiş bir kişinin, böyle ağır ithamlara uğradıktan sonra bir müddet yatıp tahliye olması cemiyette haksızlığa uğradı­ ğımız fikrini kabul ettirebilir. Zaten hakkımdaki delillerin yeterince kuvvetli olmadığı, mahkeme kararı ve duruşmalar esnasında izlenen tutumdan da açığa çıkıyor. Ne kadar bir cezayla kurtulacağım konusunda zih. nimde hiçbir tereddüt yok. Kanunda böyle bir madde olsaydı benim yabancı bir devlet he­ sabına uzmanlık yapmaktan ve yaptırmaktan yargılanmam gerekir­ di. Mesela, Jimmy'ye verirken yakalattığım dokümanlardan biri, yabancı ülkelerle iktisadi münasebetlerimizi ele alıyordu ki, bunu personele bizzat ben hazırlatmıştım. Bu doküman, açık kaynaklara dayanılarak hazırlanmış, basın ve plan Teşkilatı'nın imkânlarından yararlanılmıştı. Bu dokümandaki bilgiler devletin resmi yayın orga­ nı tarafından, çok daha geniş bir şekilde önceden açıklanmıştı. Bir diğer doküman, Amerika Birleşik Devletleri'nin araştır­ maya ihtiyaç duyduğu uluslararası bir konuyla ilgiliydi. Bir dev­ let yetkilisi olarak, bu konuda Amerikan hükümetinin bir plan hazırladığını öğrenmiş, bu planın mümkün olduğu kadar bizim yararımıza olmasını sağlamaya çalışmıştım. Doküman, politik ve sosyal durumu tartışılan bir ülke hakkında çeşitli rakamları ihtiva etmekteydi. İstatistik rakamlarında göçmen işgücü sayıla­ rı, iki topluluk arasındaki lisan problemleri, bazı sosyal prob­ lemler, kültür ayrılıkları bunlarla ilgili hükümet tasarılarının da­ yandığı temeller mevcuttu. Bu rakam ve bilgilerin, Birleşik Devletler hükümeti tarafın­ dan başka yollarla da rahatça elde edilebileceği bence açık bir 25 hakikattir. Bunu dikkate alarak, müttefik devletin hükümetini olumlu yönde enforme etme amacıyla bu dokümanı yine kendi personelime hazırlattım. Bir kısım bilgileri, ilgili dairelerden te­ min ettirdim. Konuyla ilgili değerlendirme çalışmasını da yap­ tım. Netice olarak, bu da bir uzmanlık çalışmasından ibaretti. En önemli kabul edilen belge ise, Sovyet ajanıyla ilgilidir. Aslında bu konudaki operasyon da yine CIA'yla birlikte yapılan müşterek operasyonlardan biridir. Ve tarih bakımından aktüalite­ sini kaybetmiştir. Burada benimle Teşkilat arasında bir zıtlık doğmuş, onlar bununla ilgili bilgilerin silah satışlarının başlama­ sını teşvik eder mahiyette kullanılmasını istemişler, ben buna karşı çıkmışımdır. Teşkilat burada bir dezenforme yapmak iste­ miştir. Yani benim Jimmy'ye verdiğim belge yine Jimmy'ye ve­ rilmek için hazırlanmıştır. Burada, meseleyi hukuki açıdan ele alırsak, mesele bir devlet faaliyetini zamanından daha önce yap­ makla sınırlıdır. Şüphesiz, bu derece karışık olan istihbarat işle­ rini çözmeye hukuk yetmemektedir. Olayın özü, Teşkilat'ın dezenformasyon denemesinin üçüncü yetkili tarafından boşa çıka­ rıldığı iddiasıdır. Demek ki, bilgi vermek durumu mevzubahis bile olamaz, zira onların vermek için hazırladığı ve benim önce­ den verdiğim belgede yazılı olanlar, doğru bilgiler değildir. Bir diğer doküman ise, yine komşu bir ülkenin askeri yöneti­ cisinin başka bir komşu ülkeye .yaptığı ziyaret ve burada elde et­ tiği askeri menfaatlerle ilgilidir. Bu belgeyi de aleyhimde önem­ li bir delil olarak kullanmak istediler. Bunun yabancı servisler tarafından hazırlandığı şeklindeki itirazım üzerine, Teşkilat bu­ nu resmen reddetti ve belgeyi kendilerinin temin ettiğini öne sürdü. Fakat belge incelenince İngiliz kaynaklı olduğu açıkça görüldü. Böylece, koskoca Teşkilat adalet organları önünde ya­ lancı durumuna düşürülmüş oldu. Aslında doküman bize İngiliz Servisi'nden ulaşan bir haberden çıkarılan bazı bilgi fişlerinden ibaretti. İngiliz Servisi, haberi bize ulatırmıştı ve bu konuda bi26 zim bilgimiz olup olmadığını soruyordu. Yani, normal işleyişte eğer bu konuda bizim bilgimiz varsa, mutlaka İngiliz Servisi'ne verilecekti, tabii aynı bilgiler hem doğrudan, hem de İngilizler kanalıyla CIA'ya ulaştırılacaktı. Benim meseleye girişim ise, nihayet mesleki bir endişeden ol­ du. İngilizlerin sorusuna cevap verecek olan bendim. Birikmiş bilgiler benim kontrolüm ve sorumluluğum altında bulunuyordu. Bu soruya cevap vermek mesleki bir itibar sorunuydu ve benim kariyerimle ilgiliydi. Bu bakımdan Jimmy'den yardım istemeyi uygun bulmuştum. Bu son doküman ne tarafımızdan elde edilmiştir, ne de her­ hangi bir yerde istihsal edilmiştir. Yabancı bir ülkenin, başka bir yabancı ülke hakkındaki çalışmalarının sonucudur. Bu gibi bil­ giler bir yana bunlardan çok daha gizlilerini (TOP SECRET de­ receli olanlar da dahil), Teşkilat her zaman CIA'ya, İngiliz, Fran­ sız, Alman, İtalyan, İsrail servislerine ve yıkılışına kadar SAVAK'a vermiştir. Teşkilat, benim suçlandığım gibi bir suçu sü­ rekli ve resmen işlemektedir. Bundan özel avantajlar elde etmem suç ise, suçlama da buna göre yapılmalıdır. Bu gibi bilgilerin be­ ni suçlamak için icat edilen tabirle "yabancı ajanlara" verilmesi, Teşkilat tarafından sadece rapor ve belgeler halinde değil, karşı­ lıklı konuşmalar ve toplantılarda da çok sık olmaktadır. Jimmy'nin işini yapmakla-görevli, bütün bu ülkelerin temsilcile­ ri vardır başkentte ve büyük şehirlerde. Biz aslında bütün haberleri bunlara vermekle vazifeli bulun­ duğumuz için, kendi başkanlığımıza veya diğer servislere verdi­ ğimiz raporların üzerine daha önce herhangi servislere verildiği­ ni de kaydederiz. Herhangi bir devlet yetkilisi, açıklamalarımızı belki de suç farz edecek olan herhangi bir hakim ve savcı bu tür belgeleri Teşkilat'tan isteyip inceleyebilir. Hatta, sadece Teşkilat'a sorma­ sı da yeterlidir. Bu raporların üzerinde CIA'ya verildiği açıkça 27 yazılıdır. SAVAK'a MOSSAD'a ve diğerlerine verildiği de yazı­ lıdır. Ve Teşkilat'ın kodlanmasında C I A "bayrak" koduyla adlan­ dırılmıştır. İlgililerin bir tesadüf eseri bu raporları incelediklerin­ de bahis konusu kodları anlayabilmeleri mümkündür. C I A ' y ı bayrak olarak adlandıranlar diğer servisleri de ülkelerinin veya milletlerinin belirgin bazı özelliklerine bakarak adlandırmışlar­ dır. Bu kodlamalar, bilgilerin bana dahi ulaşmadan toplama ekipleri tarafından doğrudan doğruya aynı kademedeki yabancı servis temsilcisine ulaştırıldığını göstermektedir. Teşkilat'la i l g i l i kanun gizli değildir. Herkes temin edebilir. Bu kanuna bakıldığında görülecektir k i , Teşkilat'a mensup her­ kes, bu uygulamalar ile her gün, her saat suç işlemektedirler, üs­ telik bu suçlar ülkenin temel menfaatlerini ilgilendirdiğinden bir anayasa suçu mahiyetindedir. Bu anayasa suçunun işlenmesine kaynak teşkil eden hadise, i k i l i anlaşmalardır. Haddizatında, bu i k i l i anlaşmaları, bilhassa istihbaratla ilgili özel anlaşmaları iptal etmeden aynı uygulamayı sürdüren hükümetler de bu ağır so­ rumluluğu paylaşıyorlar. Bu mevzu sadece milli egemenlikle de­ ğil, üzerinde o kadar titizlikle durduğumuz demokratik hürriyet­ çi nizamla da ilgilidir, zira iç hadiselerle i l g i l i raporlar da istenil­ diği zaman yabancı servis tarafından edinilmektedir. Yabancı servislerle ilgili vazifemiz sadece istihbarat alışveri­ şinden de ibaret değildir. Ben vazifemin başında ve İran'da Şah­ lık rejimi mevcutken, birkaç ayda bir, SAVAK ve İsrail Servisi MOSSAD'la periyodik buluşmalar yapmaktaydık. Bu periyodik görüşmeler sadece idareci makamlar seviyesin­ de değildir. Çeşitli seviyelerdeki Teşkilat kuruluşları müttefik servisin kendi seviyelerindeki organlarıyla görüşürler. Bu görüş­ mede, yalnız uluslararası konular değil, ulusal konular da ele alı­ nır. Her ülkedeki sol faaliyetler, m i l l i azınlıkların faaliyetleri, tedhişçi Filistin'e karşı önlemler, yıkıcı diğer faaliyetler, anarşi hakkındaki i k i l i üçlü temaslar kurulur. Bu görüşmeler likle yol gösterici olan, üstün tekniğiyle MOSSAD'dır ve MOSSAD'ın memleketimizde hayli geniş imkânları bulunmaktadır. Şahsi ve politik menfaatlerine engel olduğum için benim ekarte edilmem operasyonuna katılan karşıcasusluk ekibindeki şahıs Beyrut'ta böyle temaslarda çok bulunmuştu. Lübnan'da CIA'yla beraber operasyonlara katılan, onlardan yüklü ücret ve ikramiye­ ler temin eden, Filistin kamplarındaki bir kısım solcu genci he­ def alan faaliyetlerde gösterdiği başarı sonucu mükâfatlandırılan bu kişinin, şimdi kendisini benden daha temiz olarak gösterme­ sini de şayanı hayret buluyorum. Alman İstihbarat Servisi de ayrı bir periyodik görüşme unsu­ rudur. O ülkedeki meslektaşlarla da, her üç ayda bir Münih'te ve bizim başkentte görüşmeler yapılır ve dahili konular bizim dahi­ li konularımız üzerinde durulur. Şüphesiz, çünkü bizim onlara söyleyecek herhangi bir sözümüz yoktur. Bu temaslarda, bütün dünya hakkında elde edilmiş askeri ve­ ya politik, ekonomik veya sosyal ne kadar istihbarat varsa hepsi onlara teslim edilir. Zaten, maddi kaynağımız orasıdır. Sosyal fa­ aliyetler, kokteyller, eğlence yerlerini ziyaret vesaire arasında ise yazılı raporlarda eksik kalan unsurlar, kişisel görüşmeler yoluy­ la tamamlanır. Teşkilat'ın Ordudan İstihbarat Elde Etmesini Sağladım Gazetelerde katliam davasından söz ediliyor. Misilleme, si­ lahlı taarruzlar birbiri ardından devam ediyor. Burası iyice kalabalıklaştı artık. Gençlerle konuşurken istihbarat metodlarının neredeyse ortaokul çocuklarına kadar yayıldığını hayretle görü­ yorum. Böyle bir ortamda meseleyi ilmi olarak ele almanın lü­ zumu ortaya çıkıyor. Uluslararası işlerde, herhangi bir ipucunu değerlendirirken metodu tahlil etmek en başta gelir. Servislerin yıllar yılı uygula29 yarak ekol haline getirdikleri metodlar vardır. Bir işe bakıldığı za­ man, ufak tefek ipuçları bile perde ardından hangi servis bulundu­ ğunu ortaya koyar. O servise has planlar, damgasını basmıştır bu hadiseye. Çocukların anlattıklarını dinleyince de, istihbarat okulun­ da verdiğim dersler aklıma geliyor. Oradakiler, bir mesleği seçtik­ leri için oldukça ciddi davranıyorlardı. Şüphesiz birçoğu cinayet suçlusu" olmasına rağmen, buradaki çocuklar bir macera filmi yaşı­ yor gibiler. Bir kısmı tıpkı başıma bu hadiseyi saran siyasal okul mezunu mason gibi macera, şiddet ve konspirasyon heveslisi. Doğrusu hadise oldukça i y i planlanmıştı. Teşkilat'ın mühim bir yetkilisini bu derece açmaza düşürmek, ancak o adamın ka­ fasından çıkan bir entrikaya dayanabilirdi. Bütün hareketlerimin takip edildiğini, beni belli bir noktaya doğru sürüklemek istedik­ lerini, baştan engellemeleri mümkünken son ana kadar bekledik­ lerini yeni anlıyorum. Bir cumartesi günü Teşkilat merkezine getirilerek gözaltına alındım. Başka zamanlar odamın yanına yaklaşmaya cesaret edemeyenler, hemen makamıma gidip arama yaptılar. Orada ne bulacaklarını biliyorlardı şüphesiz. Ordu dairesindeki kader ar­ kadaşları daha önceden getirilmesini istediğim dokümanların listesini evvelden onların ellerine teslim etmişler. Bunlar kara, hava ve deniz birliklerimizin durumu, müdaha­ le kuvvetlerimizin dağılımıyla i l g i l i bilgiler ve haritalardı. Teşkilat'ta askeri durumla i l g i l i bilgilerin bulundurulması müdahale döneminden itibaren başlamıştır. Aslında sivil bir kuruluş olma­ sı gereken Teşkilat, uzun yıllar askeri idare uygulaması yüzün­ den orduyla yakın bağ içinde gelişmiştir. Darbe döneminden Teşkilatla ordunun istihbarat kuruluşu ara­ sında çok sıkı irtibat kuruldu. Ordu istihbaratıyla ilgili konularda bizlerin yetkisi arttı. Müdahale sırasında ordu istihbaratının çok ye­ tersiz kaldığı görülünce, devreye tamamen Teşkilat girdi. CIA'yla müşterek çalıştığı için Teşkilat'ın teknik imkânları ve tecrübesi ol- 30 dukça fazlaydı. Bu dönemde harekâtla ilgili bütün bilgiler, asker ar­ kadaşlarımızın şahsi temaslarıyla bana geliyor, ben bunların değer­ lendirilmesini yaparak brifingler düzenliyordum. Kendi askeri durumumuzla i l g i l i bilgileri, yasal olarak alma­ mız mümkün değildi. Fakat arkadaşlarımızın bunları temin etme­ lerine kimse mani olmuyordu. O günlerden kalan harita ve kroki­ ler hâlâ odamızda durmaktadır. Bunlar üzerinde zaman zaman yeni durum işaretlenmiştir. Rakip kuvvetlerin değerlendirmesini yapabilmemiz için müdahale birliklerimizi, rakibin yığınağını ölçebilmemiz için bölgedeki ordumuzun durumunu, onların deniz kuvvetlerini bilmemiz için kendi deniz kuvvetlerimizi bilmemiz gerekirdi. Deniz kuvvetlerimizin hareketleri ve denizdeki arama faaliyetlerimiz teknik bölümümüz tarafından günü gününe dinle­ niyor, elde edilen bantlardaki bilgiler harita üzerine işaretleniyor ve bana ulaştırılıyordu. İ k i sene önce müdahale birliklerimizin personel sayısını öğ­ renmekte büyük güçlük çektik. İlgili yerlerdeki asker arkadaşlar, insan sayısıyla i l g i l i bilginin gizlilik açısından çok önemli oldu­ ğunu sandıklarından belirgin bir tedirginliğe düştüler. Bu konu­ daki güçlüğü de, Amerikan heyetinden öğrendiğimiz bir yön­ temle çözdük. Yine şahsi temaslarla birliklerimizin masraf çizel­ gesini elde ettik. Bunun üzerine yaptığımız hesaplamalarla per­ sonel sayısını kesin olarak çıkarttık. Komşu yöneticinin raporuyla i l g i l i dokümanı da, basında çı­ kan haberlerin doğru olup olmadığını tahkik etmek için hazırlat­ mıştım. Bu rapor hakkında Teşkilat'ın ve istihbarat bölümünün herhangi bir bilgisi yoktu. Çeşitli ilişkiler bakımından ihtiyaç hissettiğimiz bu istihbaratı mutlaka elde etmemiz gerekiyordu. Masamın gözünde ve karteks dolabında bulunanlar bunlar­ dan ibaretti. Ayrıca, pasaportum, uçak biletlerim ve bir miktar dolarla sterlin vardı. Bu sonuncuları dış gezilerim sırasında te­ min etmiştim. 31 Karşıcasus ve arkadaşı bütün bu belgeler hakkında zabıt tu­ tup, delil olarak savcılığa vermişler. Mevkileri benden çok dü­ şük olan, biri siyasal diğeri iktisat mezunu bu iki kişi, okudukla­ rını değerlendirecek bilgiye sahip değildi halbuki. Teşkilat yönetimi, bu belgeler hakkında görüşü sorulunca bir kısmının delil mahiyetinde olduğunu ileri sürdü. Oysa görüldü­ ğü üzere, bütün dokümanlar birbiriyle benzerlik ihtiva etmekte­ dir. Birbirlerini tamamlamaktadır. O halde nasıl oluyor da, bir kısmı delil de diğerleri değil? Bunun açıklanması kolaydır. Çün­ kü, ben kendilerine defalarca konuyla ilgili kıymetlendirmeler sunmuşumdur, harita üzerinde durumu arz etmişimdir. Hatta, kendisinden rica ederek eksik olan bilgilerin tamamlanması için yardım istemişimdir. Ve onun gereken bilgilerin sağlanması için orduya yazdığı bir yazı mevcuttur. Bu yazının altında imzası bu­ lunmaktadır. Benim, ordumuzun durumuyla ilgili ayrıntılı bilgi­ ye sahip olduğumu bilmektedir. Yabancı servis mensuplarıyla sürekli temas halinde bulunduğumu da tabii ki bilir. Geçmişteki usulsüz durumda kendisinin de sorumluluğu vardır. Bunun için masamın gözündeki dokümanların delil mahiyetinde olup olma­ dığı sorusunu yuvarlak cevaplarla geçiştirmektedir. Enteresandır, daha yakalanmazdan bir gün önce beni yakala­ yan şahıslarla birlikte yöneticilere ortak brifing vermişizdir. Bu brifingde kullandığımız dokümanlar da ordudan şahsi temaslar­ la elde edilmiştir. Eğer şahsi temas metodu suç olarak görülüyor­ sa, bu suçun sorumlusu hepimiz olmalıyız. En azından, diğerle­ rinin de suçlu olmadıklarını ispat için kesin belirtiler bulunmalı­ dır. Öyle gelenekler, öyle kolaylık metodları uygulanmaktadır ki, bu durumda bütün personelin bilgi satma imkânı ve böyle ih­ timaller mevcuttur. Hakim kararı ve hükümet onayıyla, Teşkilat'ta bir arama yapı­ lacak olsa öyle belgeler bulunacaktır ki, bunlar kuruluşumuzu da, hükümeti de oldukça zor bir duruma sokar. îç güvenlikle ilgili ka32 yıtlar ve kişisel bilgi fişleri bir yana, personel tarafından bilinme­ si uygun olmayan her türlü askeri ve diplomatik bilgi dökük saçık durumda saklanmaktadır. Evrak bölümünde yetkili olarak çalışan personel, buraya yasal durumu uygun olmamasına rağmen nüfuz ticareti yoluyla getirilmiştir. Önceden destekleyici eleman olarak kullanılanların personel statüsüne getirilmeleri yasak olmasına rağmen, böyle kişiler önemli köprübaşlarındadır. Daha bunun gi­ bi pek çok misal sayılabilir. Bu durumdaki bir kuruluşa değil dost, müttefik ve anlaşmalara bağlı olduğumuz C I A , isteyen her istih­ barat örgütü kolaylıkla sızabilir. Avrupa ülkelerinde çok sayıda Doğu Bloku ajanı yakalanırken, aynı türden bir çalışmayı memle­ ketimizde de gösteren rakip servislerden kimsenin yakalanmama­ sı bu hakikatin bir ifadesidir. Netice olarak ben casusluk suçuyla hüküm giymiş bir yöne­ ticiyim. Oysa mesela dışişlerinin elçilerle kurduğu haberleşme­ nin şifreleri senelerdir elimdedir. Benden çok daha düşük mevkidekiler bile bu bilgilere sahiptir. Bütün birliklerimizin haber­ leşme kodları ve diğer gerekli anahtarlar da elimizde mevcuttur. Tatbikatların senaryosunu da istediğimiz zaman elde edebiliriz. Bu kanuni olmayan usuller o kadar gelenekleşmiştir k i , askeri makamlar bizden bu konularda yardım isterler. Askeri istihbarat, stratejik istihbarat ve muharebe istihbaratı olmak üzere i k i dalda mütalaa edilir. Birincisi uzun dönemli as­ keri bilgileri ihtiva eder. Silahlı kuvvetler, muharebe istihbaratı yapmak için Teşkilat'tan yardım almıştır. Yaptığımız hizmetlerin belgeleri ellerinde bulunmaktadır. Bunu müteakip, çabalarım so­ nucu devletin en üst yetkilileriyle Teşkilat arasında bir toplantı yapılmış, burada gerekli istihbaratın aramızda değiş tokuş edil­ mesi karara bağlanmıştır. Benim de katıldığım bu toplantıyla i l ­ g i l i protokol de bir belge olarak her an bulunabilir. Suçlanmayı kabul ederim, fakat suçlama bütün bu hakikatler de belirtilerek yapılmalıdır. Evet, bu protokol sayesinde bilgi kaynaklarım ço- 33 ğalmış, bu yüzden yabancı servislerle ilişkilerim güçlenmiş ve itibarım artmıştır. Fakat üst kademedeki yöneticilerin hata ve ih­ timallerinin bu nahoş durumlara yol açtığı da belirtilmelidir. Uygulamalara getirdiğim başka bir yeniliği daha açıklamak isterim. Teşkilat'ın yapı ve görevleriyle ilgili kanun, düşman ta­ rafın imkânlarını ve yeteneklerini bilmemiz için kendi birlikleri­ mizin durumunu da bilmemiz gerektiğini ortaya koyuyordu. Fa­ kat kanunda, askeri istihbaratla ilgili herhangi bir kayıt bulun­ mamaktaydı. Üst yönetimin izniyle, İstihbarat bölümümüz için bir görev talimatı hazırladım ve buraya askeri istihbaratta bulu­ nabileceğimiz hakkında bir madde de koydum. Bu durumda, ka­ nun ve görev talimatı birleşince kendi ordumuz içinde istihbarat yapma hakkımız kendiliğinden doğuyordu. Bir yerde, ordu istih­ baratının yerini almış oluyorduk, hatta avantajlı durumumuz ne­ deniyle onların bir üst organı rolünü oynamaya başlamıştık. Böyle bir reorganizasyon yabancı servis elemanlarının şüp­ hesiz takdirini kazandı. Çünkü anlaşma gereği, Teşkilat'tan ra­ hatça bilgi alabiliyorlardı. Üstelik, bu bilgileri en geniş şekilde elde etmek için Teşkilatımızla yakın temas halindeydiler. Onlar için ilginç olan, Teşkilat'ın üçüncü kademesinde bulunan benim gibi bir yetkilinin, pek fazla çaba da göstermeden tüm istihbarat sistemini değiştirebilmesiydi. CUNTA'yla Karşı Karşıya Akşam yemeğinden sonra yeniden kalemi elime aldım. Bi­ zimkiler daha yemeğe oturmamışlardır bile. Belki salonda güne­ şin batışını seyrediyorlardır. Karşı kıyıda Amerikan Okulu'nun sivri çatıları görünür. Öteki başkanlığın yardımcısının evi de oradadır. Amerikan karargâhıyla içli dışlıdır ahbabımız. Ama es­ ki dostluk günleri geride kaldı artık. 34 Evde, büyük ceviz masasının etrafında toplanır, saatlerce oyun oynanır, politikadan bahsederdik. Karım, yine o masanın abonesi tabii. Uzak bozkır kasabası günlerinden beri hiç değiş­ medi. Demir cevherinin yanındaki lokali hatırlarım. Hayatın ilk basamaklarını adımlarken, bizimkiyle neler konuşurduk. Bana hep sonradan görme zengin kadınlarını anlatırdı. Kolları dirsek­ lerine kadar altınla dolu olduğu için bizi kendileriyle bir tutarlarmış. Hak ettiğimiz gibi bir hayat yaşayamasak da, yine de daha huzurluyduk o zamanlar. Kurmay oldum, binbaşı oldum, albay oldum, Teşkilat'a girdim. Yükseldim. Kudretli adamdım artık. Her şeyi, herkesi duyan, bilen­ dim. Ama onun gözünde sadece bir şikâyet mercii, maddi imkân kaynağı... "Kızım ne olacak, damat ne olacak?.." Neticeten bura­ dayız. Her şeyi onlar için yaptığıma Allah şahittir. Gözaltına alın­ madan sonra Teşkilat'tan çıkarılan kızımı, durumumu etkileyeceği­ ni bile bile Amerikan Elçiliği'ne yerleştirmekten geri kalmadım. Bu, hayatını ailesine adamış bir insanın dramıdır. CIA ve Entelligence'deki meslektaşlarla temasımı bir entrika vesilesi saydılar. Her zaman kendilerinin de yaptığı artık gele­ nekselleşmiş temasları espiyonaj gibi göstermeye kalktılar. Ma­ kam ve menfaat anarşistlerinin diğer kurbanlarına da benzemiyordum. Teşkilat tarihinde hiç olmamış şekilde kısa zamanda üst kademelere yerleşmiştim. Bu yüzden, en tesirli metodu kullan­ maktan çekinmediler. Ama onlar da, diğerleri gibi değildi, bir­ birleriyle işbirliği halinde bir politik klik teşkil ediyorlardı. Devlet kuruluşlarını, özel teşebbüsü, siyasi hayatı altüst eden bu makam ve menfaat zıtlaşmaları da kuruluşundan beri Teşkilat'ta da görülür. Ama bizdeki, hiçbir yerde görülmeyen karışık ve karanlık metodlarla doludur. Ve menfaatlerin çok büyük, ha­ reket sahasının son derece geniş olması, çeşitli çevrelerle ilişki­ li onlarca ekibin doğmasına neden olmuştur. Bu ekipler ortak ça35 lışır, kurban ararlar. Bu kurbanlar cemiyet içinde olabileceği gi­ bi Teşkilat içinde de olabilir. Yükselme hırsının önüne dikilen herkes bir engeldir. G i z l i l i k metoduyla çalışılır, kurbanlar savunmasız, delilsiz bırakılır. G i z l i yöntemler, hedefi istenildiği gibi, istenildiği yer­ de yakalamaya izin verir. Kurban seçilen insanın elinden bütün araçları alınır. Darbenin nereden geleceğini kimse bilmez. Hele benim gibi, dedektiflik işleriyle uğraşan ekiplerin karşısında olanlar, inisiyatifi tamamen kaybederler. Ekipler, birbirlerine emir-kumanda zinciriyle bağlı kimselerden kurulmuştur. Birbir­ lerinin sözünden çıkmazlar. Teyp montaj, foto montaj, gizlice evlere girme, delil yerleş­ tirme, karanlıkta fotoğraf çekme, açık veya kapalı dinleme yap­ ma imkânları ellerindedir. G i z l i sorgu yerlerinde, en iptidaisin­ den en modernine kadar çeşitli araçlar mevcuttur. Devlet yetki­ lilerinin bile giriş izni yoktur buralara. Teşkilat'ta en büyük zıtlaşma, geleneksel olarak sivillerle asker­ ler arasındadır. Bu büyük çekişme çoğu zaman politika sahasında da oturur. Darbe öncesi sivil kesimin hükümet, asker kesiminin ge­ nellikle ihtilalcilerden yana olduğu görülmekteydi. Amerikan Servisi'nin eğitimiyle yetişmiş şirketler ve iş hayatıyla yakın teması bulunan sivil kesim daha çağdaş özellikler taşımaktaydı. Darbeden sonra i k i büyük şehre karargâh kurmuş ve yöneti­ min en üst katlarından kaynaklanan asker-sivil karması bir ekip doğdu. Cunta adı verilen bu ekip, bu dönemde kader birliği et­ miş, birçok kanun dışı olayın sorumlusu olmuştu. Avantajlar el­ de etmişlerdi. Hem bunları korumak, hem geçmiş defterlerin açılmasını önlemek, hem depolitik mülahazalarla devrin hükü­ metlerini etkilemek için bir arada kaldılar. Personel, büyükşehir ve başkent yönetimi, toplama bunların elinde kalınca patron ve yardımcısını da etkileme imkânını ele geçirdiler. Kâğıt üzerinde Olmasa da fiiliyatta en müessir makamlar bunların güdümünde 36 idi. Sökredite, örtülü ödenek, avantajlar, pozisyonlar mevcut. Bu imkânlarla, on yıl öncesinden beri en az elli eleman diskalifiye ettiler. Bunların biri sekreter, bir kısmı emekli generaldi. Bana karşı düzenlenen operasyonun planlarını yapan kişi Cunta'nın karşıcasusluk bölümündeki koludur. Kendisi ile aram­ da uzunca bir süredir husumet bulunması hadisenin nedenidir. Bu kişi sivil bir okuldan mezundur. Açık tarafları çoktur. Darbe döneminde yaptığı işkenceler saymakla bitmez. Şimdi kendisini bir C1A ajanını yakalamış gibi gösteren kişi nasıl oluyor da, ya­ kın bir tarihte komşu bir ülkede C I A ajanlarıyla ortak operasyo­ na katıldığını gizliyor. Bu komşu ülkede yapılan operasyon sıra­ sında yüklüce bir ücret elde ettiği de bilinmektedir. Daha sonraları ben kudret kazanınca, menfaat yolları kapan­ dı tabii. A k t i f görev imkânları kalmadı. Bir bölgenin başına da gelemedi. Yabancı uyruklu bir kadınla ilişkisini açığa çıkarmam bana olan nefretini daha da artırdı. Bana yaptıklarını basın ateşesine ve daha önce amirine de uygulamıştı. Şimdi önünde bir engel teşkil ettiğim için bana çarptı entrika rüzgârı. Darbe döneminin beşli çetesi içinde yer almıştı bu şahıs. Meşhur köşkte bir araya gelen bu beş kişi, CIA'ya yaptıkları hiz­ metlerini örtbas etmek, kanundışı eylemlerini unutturmak için şimdi de bana karşı birleştiler. Bakanın " C I A içimizde" sözünün etkisi de böyle kırılacaktı. İçlerinden bazıları daha değişik emel­ ler peşinde koşanlara da hizmet ediyorlardı. Suçlu yalnız ben miyim. Birçok Teşkilat mensubu, kendi memleketimizde de yabancı istihbarat elemanlarıyla sık sık yalnız temas etmektedirler. Jimmy çok sayıdaki personelin ahbabı olarak bu tür ilişkiler içindedir. Kendisiyle birçok yönetici baş başa ye­ mek yemiştir. Ekarte edilmemden çok kısa bir zaman önce, Jimmy, yeni gelen üç C I A görevlisi, Teşkilattan bir arkadaş ve eş­ lerimizle beraber bir başkent lokantasında baş başa bir gece geçir­ memiz buna misaldir. Bana düzenlenen operasyonun önemli ada37 mı Kafkas asıllı kişi, Jimmy'nin benden de samimi dostudur. Bu kişinin gerek Jimmy'yle, gerek diğer Amerikalılarla içtiği su ayrı gitmez. Yazın, onların kamplarında bütün ailesini barındırır. Ame­ rikan dostu bir işadamının yakın ahbabıdır. Üstelik,. doğrudan doğruya anarşik olayların içinde bulunması temasının vehametini artırmaktadır. Ve bana karşı düzenlenen operasyon sırasında, biz Jimmy'yle otururken ekip başı görevini bu kişinin oynaması şüp­ helerimi çoğaltmıştır. Belki de Jimmy'nin de dahiliyle başka he­ saplar sahneye konmuştur. Teşkilat'ın İsrail'de, Almanya'da ve İran'da personeli, heyeti vardır. İran'dakiler ne yapmaktadırlar bilemem ama, diğerlerinin aktif göreve devam ettikleri bir gerçektir. Bu ülkelerdeki adam­ larımız, o ülke istihbarat elemanlarıyla daima yalnız'olarak te­ mas eder. Adamımız o ülkenin casusu mu olmuştur, olmamış mı­ dır, bunu bu faaliyet tarzıyla bilmemiz mümkün değildir. Bugün­ kü Teşkilat yöneticilerinden birçoğu yıllarca bu ülkelerde kal­ mışlardır. Almanya gibi rejimi bize yakın ülkelerde bulunmaları bir yana, İsrail ve Şah İran'ı gibi ülkelerde yıllarca kalan ve sıkı işbirliği geliştiren böyle elemanların rejimimiz için birer tehlike olacakları akla getirilmiş midir? Bizce hayır. Çünkü, Teşkilat za­ ten eğitim ve kafa yapısıyla özellikle darbe döneminden sonra oldukça şartlanmıştır ve oralarda kalanlarla burdakilerin arasın­ da esaslı bir fark görülmeyecektir. Sık sık değindiğim gibi, Teşkilat bütün devlet kurumları için­ de kendine has bir çalışma şekli olan, denetlenmesi oldukça güç bir kuruluştur. Hakikaten kanuna göre suç teşkil eden bazı uygu­ lamalar içindedir. Ama iktidarlar yıllarca süren uygulamalarla bazı gelenekler getirmiştir. Kanaatimce, örneğin benim gibi bir yöneticinin uygulamalarını kanunsuz bulmak, mahkemede de belirttiğim gibi Teşkilat'ın öteden beri uyguladığı bilinen sorgu yöntemlerini, telefon dinlemeyi, izinsiz evlere girmeyi, dinleme cihazları yerleştirmeyi de kanunsuz bulmayı gerektirir. 38 İşkence İstihbarat Okulu'nda verdiğim sorgulama tekniği derslerinin bir gün bana karşı kullanılacağını hiç düşünmemiştim. Bu konu­ da, en son Amerikan kaynaklarını tarayarak derlemeler yapmış­ tım. Sorgu değerlendirmesi için eski destekleyici elemanlardan bir öğretim kadrosu hazırlatmıştım. M o r a l ve psikoloji açısından bilgi unsurunun durumunu gözden geçiren örnek testler düzen­ lemiştim. Teşkilat merkezine götürüldüğümde, bana yapılan uy­ gulamaların nasıl bir seyir izlediğini, adeta daha önce gördüğüm bir f i l m i tekrar sahne sahne seyreder gibi takip ettim. Ama apa­ çık, savunmasız bir şekilde gözaltına alındığım için, dayanacak hiçbir şey kalmamıştı. Teşkilat merkezine emrimde bulunan memurlar tarafından götü­ rüldüm. Normal zamanda yanıma yaklaşmayan insanlar tarafından ağır şekilde dövüldüm. Eşim ve çocuklarım bitişik odaya getiril­ mişlerdi. Sorgu odasına daha önce benim yerleştirdiğim elektrikli işkence aletleri ve ışık verme aparatları bir tehdit aracı olarak bu­ lunduruluyordu. Eşimin yandaki odadan duyulan çığlıkları, ses araçlarıyla daha da yükseltilmişti. Cunta'nın takip elemanlarından darbe uzmanı ve yardımcısı, ellerimi yukarı kaldırtarak vücudumun hassas noktalarına karate vuruşları yaptılar. Yıkıldığım zaman, da­ yak ve tehditle tekrar kaldırıp vurmaya devam ediyorlardı. Vücudumda morartı olmaması için, ısıtılmış bir yün kuşak getirdiler, onu iyice sardıktan sonra vurmaya devam ettiler. Ka­ rım ve çocuklarıma baskı yapacaklarına dair tehditleri ileri sür­ düler. Ve bütün işkence araçlarını bir bir gösterdiler. Zaten çö­ küntü içinde bulunduğum için, her şeyi kabul ettim ye savcı kar­ şısında kabul etmemek elimden gelmedi. Zaten, kanunda müm­ kün olmamasına rağmen, savcı ifademi almak için Teşkilat mer­ kezine gelmişti. Ve bu, gözaltına alınmamdan tam dört gün son­ ra oluyordu. 39 Savcı, ifademi alırken, odadaki konuşmalarımızın bir kısmı­ nı teypten tekrar dinlettiler. Savcının ifade aldığı odada da mik­ rofon tesisatı vardı. Bunu daha önceden biliyordum. Çünkü, sor­ gu odalarındaki ifadeleri çoğu zaman kendim dinlerdim. Savcı, daha sonra kendi makamında da ifademi aldı. Ama ora­ da da, Teşkilat'ın gorillerinden biri vardı. Odamdaki dokümanlar­ la, yani casusluk suçlamasının kendi memleketim aleyhine olan kısmıyla ilgili birkaç şey söylemek istediysem de, bunları mahke­ meye ertelemem istenince sustum. İlk mahkemeye yine Teşkilat'tan, Teşkilat'ın aracıyla getirildim. Hadisenin enteresan olan ta­ rafı, benim daha önce verdiğim derslerde işkencenin maddi ıstıra­ bı üzerine değil, metodlu bir şekilde beyin yıkanması ve psikolo­ jik etkiler üzerinde sıkça durmamdı. Hatta, birçok meslektaş beni robotlaştırma uzmanı olarak tanırlardı. Sonunda, benim gösterdi­ ğim yöntemlerle ben karşılaştım ve uygulamalar Teşkilat merke­ zindeki pazarlık gücümü zayıflattı. Normal bir yetkilinin, kendi aleyhine bu kadar delili bile bile kabul etmesi ve altlarına imza at­ ması inanılacak gibi değildi oysa. Bir ara sigara ve su içmemi engelleyerek beni yalnız bıraktı­ lar. Su daha sonra karşıma konuldu, bir muhafız getirildi ve onun emanetine bir paket sigara bırakıldı. İfademe başlamadan evvel zorla içirdikleri alkollü içki ve çok tuzlu yiyecekler yüzünden dilim damağıma yapışmış ve konuşamaz durumdaydım. Daha sonra, dayağın da etkisiyle bayıldım. Gözlerimi açtığımda Teş­ kilat'ın doktoru karşımda telaş içindeydi. Bana uyguladıkları metodların her türlü belirtisini yok etmek istiyorlardı. Tansiyo­ numu ölçtüler, bazı ilaçlar verdiler. Teşkilat doktoru beni sık sık muayene etti. Aslında, kendisi beni gerektiğinde muayene etmek için hazır tutuluyordu. Yoksa, o gün normal olarak izinli olması gerekirdi. İşkenceler konusunda son derece ileri bir bilgiye sahip olan bu insan, darbe döneminde büyük bir ihtisas kazanmıştı. 40 Daha sonra verdiği raporlarda, bu doktor, vücudumda hiçbir iz olmadığını söyledi. Halbuki, beni ilk muayenesi sırasında ol­ dukça kötü durumumu kendi gözleriyle görmüştü. Cezaevinde de, gelir gelmez bütün tutuklulara yapıldığı gibi muayene edildim. Cezaevi doktoru, kendisine cesaret edip de hiçbir şikâyette bulunmadığım halde yüzümdeki ve vücudumdaki yara ve bereleri tespit ederek rapor hazırladı. Onların darbe iz­ leri olduğunu zaten herkes bakar bakmaz anlardı. Aslında, gözaltına alınmamdan tutuklanmama kadar uzanan safha, bir kısmına benim de muttali olduğum bazı pazarlıkların bir ifadesiydi. Daha Teşkilat merkezine götürüldüğüm gün, ma­ kamım için arama kararı çıkartılmıştı. Yani savcılık benim duru­ mumdan haberdardı. Ama, ifademi almaya ancak dört gün son­ ra gelebildi. Bu dört gün karşılıklı tartışmalar içinde geçti. Elle­ rinde çok sayıda fotoğraf, teyp bandı ve takip raporları bulunu­ yordu. Bunların bir kısmını mahkemeye vereceklerini, sonunda birkaç yıl ile işin anlatılabileceğini, işi büyütürsem ve elimdeki imkânları kullanırsam cezanın da büyüyeceğini belirttiler. Ve çizmeyi aştığım takdirde cezanın akla gelmeyecek ölçülere ula­ şacağını söylediler. İşkenceden de korkuyordum. Üzerinde anlaşmaya vardığımız noktalardan saparsam metodların kademe kademe şiddetlendirilebileceğinden çekiniyordum. Yıllar önce, bir sosyalist ülke hesa­ bına casusluk yaptığı iddiasıyla bir görevlimizin ifadesi alınmış­ tı. Sorgu sırasında uyguladığımız yöntemler sonunda kendisinin de katkısıyla eşsiz bir senaryo hazırlandı. Ama mahkeme safha­ sında, her şeyi inkâr etti ve heyete bir kibrit kutusu uzattı. Kutu­ nun içinde, sorgu odasında topladığı soyulmuş deri parçaları bu­ lunuyordu. Sonunda, bizim delillerle görevli ağır bir cezaya çarp­ tırıldı. Ancak, Yüksek Mahkeme'nin kararı sonunda beraat etti. Fakat biz, yaptığımız uygulamayla kalmış, görevimizi yerine ge­ tirmiş ve bir engeli aşmıştık. 41 Şimdi, düşünüyorum da, işkencenin etkinliği konusunda ver­ diğim konferansalara kendim de inanmışım diyorum. Daha so­ ğukkanlı olsam, yaratılmak istenen ortama kapılmasam, kendi­ me güvenimi yitirmesem ve avantajlarımı kullansam bütün zor­ lamalara rağmen kurtulabilirdim diyorum. Darbe döneminde, yapılan baskılara rağmen moralini yitirmemiş ve tutanaklarını kaybetmemiş birçok gençle karşılaştık. Aslında, kendinden emin, suç işlemediğine ya da yaptığı işin suç olmadığına inanan herkes için bu böyledir. Eskiden, füze üssün­ de görevli bir subaydan şüphelenilmiş, adam sorguya alınmıştı. Bütün baskılara rağmen, karısının, çocuklarının istikbalini düşü­ nen ve bizim suçlamalarımızı samimi olarak "vatana ihanet" ola­ rak görüp de böyle bir şerefsizliği üstlenmek istemeyen subay her şeyi reddetmişti. Daha sonra biz adalet makamlarına başvur­ duk. Adamın tutuklanmasını, böylece moralinin bozulmasını ve tekrar sorguya devam edebilmemizin şartlarının yaratılmasını is­ tedik. Adamın şansı iyi gitti, mahkeme bunu kabul etmedi ve de­ l i l olmadıkça kimseyi tutuklamayacağını söyledi. Biz tekrar, "is­ tenilen delilleri biz bu şahsın üzerine yerleştiririz, bu milli çıkar­ larımızla ilgili bir konudur" dediysek de yine kabul edilmedi. Hatta daha da sertleşti. Tam bu sırada da, üsle ilgili hiçbir şeyin çalınmadığı, ortada hiçbir suçlu bulunmadığı anlaşıldı. Yakalanışım Hatıratımı, yakalandığım anı anlatarak bitirmek istiyorum. Yağmurlu bir kış günüydü. Jimmy'yle buluşmak için, oğlumun iş­ lerini örtü olarak kullanmayı kararlaştırmıştık. Odamdaki masa­ nın gözünden belgeleri alarak eve getirmiştim. Bunlar yabancı bir ülkeyle ilgili olduğu için riski azdı. Durum odasındakiler hakkın­ da ise defterimde notlar bulunuyordu. Evden belirlenmiş saatte 42 çıktık, kontr-takipçinin peşimde olduğunu sanıyordum. Oğlumu bıraktıktan sonra eve dönerken, Jimmy'nin evinin bulunduğu bir alt sokakta arabayı park ettim. Bizim takipçiden ses seda yoktu. Hiçbir şeyden şüphelenmediğim ve ziyaretimi Amerikalıların bayramı vesilesine bağlayabileceğim için eve girdim. Bizimki, ar­ kadaşı, aileleri hep oradaydı. Daha esas mevzuya girme imkânı bile bulmadan kapı çalındı. Meslektaşım, sakin bir şekilde yerin­ den kalktı, kapıyı açınca beynimden vurulmuşa döndüm. Kafkasyalı ve silahlı adamları karşımdaydı. Demek uzun bir süredir izliyorlardı. Bir anda şimşek çaktı kafamda; Jimmy'yle irtibat halinde iniydiler? Kafkas, hemen masanın üzerinde duran çantama yöneldi. Şapkam, küçük çantam, şemsiyem oradaydı. Belgeleri eliyle koymuş gibi buldu. F i l m makineleri çalışmaya başladı, bir me­ murun teybin düğmesine bastığını duydum. Sorular yağmaya başladı, zabıt tutuluyordu. Kafkas, Jimmy'ye soruyordu: "İşiniz, kimliğiniz, nerede çalı­ şırsınız, göreviniz, üstünüzdeki belgeler vs..." Oysa kendisi Jimmy'yi benden i y i tanırdı, beraber birçok operasyonlara gir­ mişti, yemek ve kokteyl arkadaşıydı onun. Heyet Başkanı Peel'in onuruna verilen yemekte onunla beraber bulunmaları her­ kesin dikkatini çekmişti. Nasıl sorabiliyordu bu soruları? Ve bu soruları sorarken, Jimmy'nin üzerinde bulunan notların kime ait olduğunu neden sormuyordu? Jimmy, diplomatik durumunu açıklayarak sorulardan kurtulabilirdi. N i ç i n bunu yapmamıştı? Not defterini niçin bana ait gibi göstermek istemişti? Jimmy'nin arkadaşı olan aracı, diplomatik bir hüviyeti bulun­ masına rağmen niçin bu davaya dahil edilmemiştir? Baskını ya­ pan kişinin CIA'yla bu derece yakın ilişkide bulunan bir kişi ol­ ması benim şüphelerimi artırmıştı. Bu kişi, ilişkileri sayesinde i k i büyük şehirde de yükselmişti. Her sene tatilini Amerikalıla­ rın imkânlarıyla gerçekleştirdiğini bilmeyen yoktu. Özellikle, özel konularda Amerikalılara çok şeyler borçluydu. 43 Bu operasyonda karşıma çıkarılanlar hep o günkü iktidarın, hatta iktidarın bir kanadının adamlarıydı. Hükümet, bakanın çok eskiden düşünmeden verdiği bir demeç yüzünden kamuoyunda zor bir durumda kalmış, ayrıca Amerikalılarla da aramızda tatsız bir hava esmişti. Bakanın bir yakınının da yabancı olması bu tat­ sız havaya etkide bulunuyordu. Teşkilat'ın köprübaşlarını ellerin­ de tutanlar, devlet kuruluşlarını bu gibi ilişkilerden tenzih etmek ve inandırıcılık sağlamak açısından bir kurban seçtiler. Amerika­ lılarla ilişki içinde olan ihtiyatsız ve heyecanlı şahıs, yani ben yu­ vadan atıldım. Böylece hem hükümete yaranıldı, hem Teşkilat korundu, itibarı sağlandı, hem operasyonu gerçekleştiren ekip onurlandı, geçmiş falsoları örtbas edildi, hem de gelecek hükü­ metin düzenlemelerine set çekildi. Yine bir yardımcı unsur heba edilmişti. Basın ve kamuoyu incelenirse görülecektir, işkence id­ dialarından, darbe tezgahlamaya kadar esas sorumluluğu taşıyor gösterilenler, hep muavinlerdir. Büyük şehrin muavini, başkentin muavini, başkanın muavini. İnsanın aklına, hiç sorumluların so­ rumluluğu yok mu sorusu geliyor. Benim CIA'ya temin ettiğim bilgilerin önemli olduğunu haki­ katen kabul ederim. Fakat, hükümetin bölge meseleleriyle ilgili bütün politikalarının Amerika'ya anında verildiği de bir hakikattir ve üst katlarda yapılan çalışmalar resmiyet perdesi içinde sürdü­ rüldüğü için günah olmamaktadır. Bu politik mevzularla ilgili ha­ ritalardan, toplantı tutanaklarına kadar her şeyin şimdi Amerikalı­ ların ve tabii bütün müttefiklerimizin elinde olduğu inkâr edilmez bir gerçektir. Ve bizim devlet büyüklerimiz, Washington'u ziyaret ettiklerinde, karşılarındaki şahısların kendilerinin bile bilmediği birçok olaydan bahsettiklerini duyunca şaşkına dönmektedirler. Bunun bir örneği ve buna karşı sorumlu bir askeri yöneticinin gösterdiği tepki daha yakın zamanda yaşanmıştır. Jimmy'nin ülkemizde istihbarat yapabilmesi için her türlü şart mevcuttur ve fazla yorulmaya da ihtiyaç yoktur. 44 Jimmy, her zaman Teşkilatla beraber çalışan bir eleman gibi­ dir. Teşkilat'ın içindedir. İstediği insanla, istediği yerde görüşebilir, yemeklere, davet­ lere, çağrılır, herkesin girdisini çıktısını yakından bilir. Bütün bilgiler çeşitli kademelerde kendisine verildiği gibi, is­ tediği her türlü malumat sağlanır. Esasen operasyonlar beraber yürütülür. Teknik araç gereçler onlardan alınır, onlar tarafından monte edilir, bakımını onlar yapar. Amerikan Elçiliği'nin personeli i k i l i anlaşmalar gereği her türlü bilgiyi elde eder. Zaten ordunun birkaç küçük birliği hariç hemen hepsi hak­ kındaki etraflı malumat, organizasyon içindeki anlaşma gereği Amerika tarafından alınır. Yakın geçmişte dağılan bölgesel işbirliği kuruluşu da böyle bilgi alışverişlerine müsaitti. Savunma araç ve gereçlerinin tümü belli yerlerden temin edildiği ve eşitsiz anlaşmalarla bağıntılı olduğu için, zaaf ve avantajlarımız onların tamamıyla malumudur. Ekonomik ilişkilerimiz incelendiğinde, yapılan yardım ve krediler karşılığında ayrıntılı bilgi istendiği ve bütün harcamala­ rın kontrol edildiği unutulmamalıdır. Command, ordumuzun içinde bir karargâha sahiptir. J bölü­ mü, üst komutanlıkta, özel ve en önemli servislerle iç içedir. Ha­ va birliklerimiz müttefiklerimizin hava üs ve birlikleriyle iç içe, yan yanadır. Buralarda kulaklarını duvara dayayarak dahi her türlü istihbaratı elde edebilirler. Amerikan tesisleri, Amerikan askerleri, Amerikan dinleme cihazları, uzmanlar, geniş bir istihbarat kaynağı oluşturmaktadır. Her Amerikalı asker birkaç kişiyle temas etse, çok geniş bir is­ tihbarat ağı oluşabilir. 45 Amerikan şirketlerinin gayet geniş imkânları bulunmaktadır ve bu imkânlarla etkili çevreler içinde faaliyet göstermek gayet kolaydır. Askeri haritaların dahi birlikte yapıldığı ve birlikte yararlanı­ lacağı düşünülerek üzerine İngilizce yazılar yazıldığı herkesin malumudur. Kaldı ki, bu haritaların üzerinde "gizli" gizlilik de­ receleri de bulunmaktadır. Mesleğim gereği, bir memleketin en değerli varlığının "bilgi" olduğunu anlamış bulunmaktayım. Benim bu seviyeye gelmem de bunun eseridir. Siyaset biliminin bu kadar geliştiği modern çağda istihbarat, altından da petrolden de değerlidir ve benim gi­ bi ihtiyatsızları çarpmaktadır. 46 II SAVAŞMAN OLAYI (Mehmet Eymür'ün Anıları) 1975'te Ankara'ya, Blg. D. Başkanlığı Takip Şube Müdürü ol­ dum. Daire Başkanım YS Albaydı. Onun emrine tayin olmaktan dolayı sevinçliydim. YS Albay, beni şube personeline en iyi şe­ kilde takdim etti. Çalışkanlığımdan, başarılarımdan bahsederek bana olan yakınlığından ve itimadından bahsetti. İlk defa bu ka­ dar kalabalık bir topluluk karşısında konu olmaktan heyecanlan­ mıştım. Birkaç kelime de ben konuştum. Konuşurken bacakları­ mın titrediğini hissediyordum. 1970'te yaptığım evlilik iyi gitmemiş, boşanmıştım. Bu evli­ liğimden olan 3 yaşındaki oğlum Ankara'da annesinin yanında kaldığı için onu daha sık görebilecektim. Takip Şubesi, kontrolü zor bir şubeydi. Ankara'nın çeşitli böl­ gelerinde sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar so­ kaklarda görev yapan personeli denetlemek, önemli işlerde işin başında olmak gerekiyordu. Personel miktarı ile araç gereç, ve telsizlerin artması çalışmayı tersine etkilemişti. Gözetleme yaptıkları yerin yakınında bir yere takip aracını çekip hep birlikte içinde oturuyor, gazete, mecmua okuyup, sohbet ediyorlardı. Bu görevi menfi yönde etkiliyor, hem kısa zamanda çevrenin dikkatini çekiyor, hem de kendi dikkatleri dağıldığından bazen hedefi görmüyor kaçırıyorlardı. 47 Takipçilerin görev bitiminde yazdığı raporlar da teferruatsız ve baştan savma i d i . Takip edilen şahısla i l g i l i diğer şubeler Ta­ kip Şubesi'nin işine karışıyor, görev yerine gidip müdahalede bulunuyor, bazen tetkik etmeden Ankara'da olmayan bir şahsın takibini istiyorlardı. YS Albay'ın da desteği ile zaman içinde bütün bu olumsuz­ lukları asgari seviyeye indirerek Takip Şubesini Ankara bölgesi­ nin en i y i ünitelerinden biri haline getirdik. Ankara'da Kavaklıdere'de bir çatı katında yalnız oturuyor­ dum. 1976'da Hiram Bey de İstanbul Bölge Daire Başkan Yar­ dımcılığından Ankara'ya Müsteşarlık Karargâhının Kontrespiyonaj Daire Başkanlığı'na tayin edildi. Çocukların tahsili nede­ niyle ailesi İstanbul'da kalmıştı. Benim oturduğum evde birlikte kalmaya başladık. Hiram Bey, uyumlu, düşünceli, medeni bir ev arkadaşı idi. Ev kirasına katılma talebini reddettiğim için habire eve bir şey­ ler alıyor, bana masraf ettirmiyordu. Genellikle geç yattığımdan sabahları zor uyanıyordum. Bana "hadi kalk artık tembel adam" diye seslendiğinde o çoktan sporunu yapmış, çayı demlemiş, kahvaltıyı hazırlamıştı. Zaman buldukça akşamları birlikte gezi­ yor, dışarıda veya evde yemek yiyorduk. Ona mesai haricinde "ağabey" diye hitap ediyordum. Yakından tanıdıkça daha çok sevmiş, bir ağabey gibi benimsemiştim. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan sonra ağustos ayında Hiram Bey'le birlikte kısa süreli görevle Beyrut'a gönderilmiştik. Ora­ da bazı temaslarda bulunup FKÖ'nün EOKA'cıları eğittiğine, lastik botlarla Kıbrıs'ın güneyine silah ve mühimmat sevk ettik­ lerine dair bilgiler aldık. O tarihler için önemli bilgilerdi. Bu seyahatte, Beyrut Elçiliği Konsolosu Bilge Erol'la tanış­ tık. Renkli bir kişiliği olan Dışişleri'nin "Korkunç Yengesi" ile 48 dostluğumuz takip eden yıllarda da devam etti. Onun dostu ol­ mak, her zaman, düşmanı olmaktan daha iyiydi. B i r kez hışmı­ na uğradım ve birbirimize girdik, ama sonra ilişkimiz düzeldi. Herkesin birbirini vurduğu Beyrut'a giderken bize bu kritik görev emrini veren zamanın Müsteşarı rahmetli Em. Amiral Bahattin Özülker, sanki geri dönmeme ihtimalimiz varmış gibi sa­ rılıp bizi öpmüş, sırtımızı sıvazlamıştı. Hiram Bey'i babası, Abbas Kaptan'dan, beni ise Bahriyeli olan dayılarım dolayısıyla ta­ nıyordu. Her ikimizle de şakalaştı. Bana "ne o bıyıklar öyle, ma­ navlara dönmüşsün" diye takıldı. Yanından ayrılır ayrılmaz bı­ yıklarımı kestim. Dönüşte beni görünce "yahu sen bayağı doğru dürüst adammışsın" diye yeniden takıldı. Arnavut Bahattin, sağlık şartları elvermediği halde zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün isteğini emir telakki edip 1974 yılında Müsteşarlığa gelmişti. Aynı yıl Samsun'da Teşkilat'ı denet­ lerken geçirdiği bir kalp krizi neticesinde öldü. Kısa müsteşarlığı zamanında Teşkilat'ta çok sevilmişti. Ömrü vefa etseydi, kendisi­ ni diğer müsteşarlardan ayıran özellikleri ve dünya görüşü ile Teş­ kilat'ı çok ileriye götürebileceğini tahmin ediyorum. Kıbrıs Harekâtı'ndan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri'nin duru­ mu ve hükümetin, askeri ve diplomatik konularda alacağı karar­ ların gizlilik derecesi artmıştı. Amerika Birleşik Devletleri Tür­ kiye'ye karşı ambargo kararı almış, karşılık olarak Amerikan üs­ lerinin faaliyetlerini durdurmayı gündeme getirmiştik. Dostlarımızla ilişkilerdeki soğukluk istihbari alandaki işbirli­ ğine de yansımıştı. Hızla silahlanan Yunanistan'dan saklanması gereken bilgilerin A B D ve İngiliz Haberalma Örgütleri kanalıyla bu ülkeye sızmaması için gerekli tedbirler alınıyordu. B i l g i teati­ si ve işbirliği çok düşük seviyedeydi. Kıbrıs'taki Türk Silahlı Kuvvetleri'nin miktarı, faaliyetleri, yabancı istihbarat kuruluşları­ nın ilgi odağıydı. 49 25 Aralık 1977 tarihli gazetelerin manşetlerinde " M İ T İstih­ barat Başkan Yardımcısı Casusluk İddiası ile Tutuklandı". "Sa­ bahattin Savaşman Amerika ve İngiltere Hesabına Casusluk Yapmakla Suçlanıyor" ibareleri yer alıyordu. Bu haberden birkaç ay kadar öncesine gidelim. Ankara Bölge Daire Başkanı YS Albay beni çağırdı. Verilen çok önemli, hassas bir görevdi. Teşkilat içinden birinin takip ve kontrole alınması isteniyordu. Hem de İstihbarat Başkan Yar­ dımcısı, kuruluşa göre müsteşarın altında başkanlıklar vardı. B i ­ rimler; Başkanlık, Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü gibi sıra­ lanıyordu. O tarihte İstihbarat Başkanlığı, Teşkilat'ın fonksiyo­ nel ana ünitelerinden biriydi ve Savaşman da bu başkanlıkta yar­ dımcılık görevini deruhte eden emekli bir Kurmay Albaydı. K o ­ nu vatana ihanet şüphesi ile i l g i l i olduğu için emri alıp hemen harekete geçtim. Daha önce YS Albay'ın ilettiği bu tip bir emre, usulüne uygun bir şekilde itiraz etmiş, Müsteşarlıktan gelen bu emrin tekrar gözden geçirilmesi konusunda kendisini ikna etmiştim. Konu o tarihte İstihbarat Başkanı olan Em. General N Y ' n i n ve Diyarbakır bölgesinin başında iken Ankara'ya tayin edilen FK ile ilgiliydi. Onların da takibi istenmişti. NY Paşa, İstanbul Daire Başkanlığı yapmış, ben de emrinde çalışmıştım. Babamın yardımcılığını yaptığından, halef-selef ol­ muştu. Atatürk çizgisinde, sevdiğim, saydığım, güvendiğim bir amirimdi. FK hizmetleri ile Teşkilat'ta efsaneleşmiş, Suriye'de yakala­ nıp eziyet görmüş, personeli ile arkadaş ilişkisi içinde olan biriy­ d i . FK'nın Süleyman Demirel'e yakın olduğu herkesçe bilinirdi. O da bu yakınlığı saklamaz, açık hareket ederdi. YS Albay'a: Teşkilat içinde kendisinin de bildiği gibi üst ka­ demede çekişmelerin olduğunu, bizi de alet edip kullanmaya ça­ lıştıklarını, bu insanların inandığımız, sevip saydığımız amirleri50 miz olduğunu, bir hıyanetleri mevzubahisse her türlü imkânı kullanıp kendilerini kontrol altında tutabileceğimizi, ancak bunu tamamen o tarihlerde Personel Daire Başkanı olan N u r i Bey ile M A H Başkanlığı'na vekâlet eden Mehmet A l i Bey'in Teşkilat'ın kontrolünü ellerine geçirmek ve rakiplerini tavsiye etmek arzu­ sundan kaynaklandığını ifade ettim. Müsteşarın da bu emir için yanlış yönlendirildiği kanaatinde olduğumu; Teşkilat içinde her­ kesin birbirini takip ettirmesi halinde başka işlerle uğraşmaya vakit bulamayacağımızı söyledim. YS Albay'da özel bir yerim vardı. Bana güvenir, oğlu gibi sever, bazen dik kafalı hareketlerimi ve taşkınlıklarımı hoşgörü ile karşı­ lardı. Babacan yönleri olan bir insandı. İstanbul'da en zor günlerde birlikte çalışmış, kader birliği etmiştik. Bıkmadan, usanmadan yeni bir memur heyecanı ile çalışırdı. Rütbesini hiçbir zaman bir üstün­ lük mevzuu yapmadı. Küçüklerinin önerilerine kulak veriyordu. Ön sezileri kuvvetli idi ve genellikle onu yanıltmazdı. Müsteşarla bir daha görüşüp, kararın yeniden gözden geçiril­ mesini önereceğini bildirdi. Neticede NY Paşa ve FK'nın takip isteğinden vazgeçildi. Zaten FK da bir müddet sonra emekliliği­ ni isteyip Taşkilat'tan ayrıldı. Ayrılmadan önce ve sonra Teşkilat'taki rakipleri, hakkında, özellikle kadın kız ilişkileriyle i l g i l i birçok çirkin iddiayı yaydılar. O tarihlerde M A H Başkan Yardımcılığı boşalmıştı. FK, YS A l ­ bay, eski İstanbul Daire Başkanı TD en kıdemli Daire Başkanları idi. Nuri Bey, Hiram Bey'den devraldığı Ortadoğu'daki görevinden dönmüş ve Ankara'da Personel Daire Başkanlığı'na getirilmişti. N u r i Bey, tesir kabiliyetini ustaca kullanarak Müsteşar Hamza Paşa'yı etkisine almış, Teşkilat'ta reorganizasyon yapmak ba­ hanesi ile Teşkilat'ın şemasını değiştirerek, kademe kademe ye­ r i n i sağlamlaştırmaya başlamıştı. Personel Daire Başkanlığı, İdari İşler Başkanlığı'na bağlıydı ve başında da Celal Bayar'ın eski yaveri Kemal Eker vardı. Nu51 ri Bey Kemal Eker ile geçinemiyordu. Kemal Eker'in gelini So­ nia, Belçika asıllıydı. B i r süre sonra, zannedersem Cumhuriyet gazetesinde, Kemal Eker'in gelininin, makam otomobiline biner­ ken resmi çıktı. Tabiatıyla bu iş için benim başında bulunduğum Takip Şubesi kullanılmıştı. Bu olay, Kemal Eker'in Teşkilat'ta sonu oldu. Emekliye sevk edilen Kemal Eker, kendinden önce M İ T Okulu'nda görevliyken emekli edilen beş kişi gibi Danıştay'da iptal davası açtı. 28 E k i m 1976 tarihli Cumhuriyet gazetesi "Atama ve emeklilik işlemleri­ nin devam ettiğini ve örgütte bazı istifalar olduğunu, bu işlemle­ rin M İ T içinde yeni kadrolaşma çalışmalarına yönelik olduğu­ nun sanıldığını" belirtiyordu. Temmuz 1990'da gazetelerde Kemal Eker'in, 7 yaşındaki oğ­ lu Doruk'u görmek üzere Belçika'dan gelen eski gelini Sonia Dhont'u tabancayla üç yerinden ağır şekilde yaraladığını oku­ dum ve üzüldüm. Belçikalı gelin Kemal Eker'in kader çizgisin­ de şanssız bir rol üstlenmişti. Kemal Eker'in emeklilik olayı benim de gözümü açtı ve ba­ şında bulunduğum ünitenin bir daha bu tip olaylarda kullanılma­ masına gayret ettim. Neticede Nuri Bey'in Personel Dairesi, idari işlerden koparak müsteşara bağlı müstakil bir ünite haline geldi. M A H Başkan Yardımcılığının boşalması üzerine o tarihte emsalleri arasında en kıdemsiz olan Konya Bölge Daire Başka­ nı Mehmet A l i Bey vekâleten bu göreve atandı. Kendisinin FK'nın maiyetinde çalıştığı söyleniyordu. Bir i k i kez Konya'dan Ankara'ya geldiğinde YS Albay'ın oda­ sında görmüştüm. YS Albay'a "Ağabey bence Türkiye'de en bü­ yük tehlike sağcılar. B i r solcu kaçsa tutun desen yüzlerce kişi tu­ tar, bir din adamı kaçsa kimse yakalamaz" mealinde laflar edi- 52 yordu. Bölge Daire Başkanlığı yapan bir kimsenin bu basit ben­ zetmelerle sağ-sol olaylarına teşhisler koymasını garipsediğimi hatırlıyorum. Savaşman'ın takip ve kontrole alınması istenildiği tarihte Hiram Bey, Kontrespiyonaj yani Casusluğa Karşı Koruma Daire Başkanı'ydı. Amiri durumunda olan Savaşman'ın Batılılarla ilgi­ li çalışmalara özel ilgi göstermesi, bu konulardaki evrakları bir müddet elinde alıkoyması dikkatini çekmiş, şüphelerinin doğru­ luğunu tespit için birkaç denemede bulunmuştu. Denemeler ne­ ticesinde kanaatleri pekleşmiş, sonuçta bu tereddütlerini İstihba­ rat Başkanı NY Paşa'ya açmıştı. NY Paşa da, araştırması sonu­ cunda Savaşman'ın davranışlarında bir acayipliğin olduğunu an­ lamış ve konu Müsteşar Hamza Gürgüç'e intikal ettirilmişti. Teşkilat'ın içinden birinin takibi zordu. Konu önemli olduğun­ dan hedefin 24 saat kontrolde tutulması, Savaşman'ın karargâhtan çıkışından itibaren takibe alınması, evinin devamlı gözetlenerek giriş çıkışının ve gelip gidenlerinin izlenmesi gerekiyordu. Bütün bunlar hem karargâhtaki diğer personele, hem Savaşman ve çev­ resine hiç sezdirilmeden yerine getirilmeliydi. Ayrıca Takip Şubesi'nde daha önce Savaşman ile çalışmış ve ona yakın bir iki per­ sonel de vardı. Onların da ağızlarını sıkı tutmaları gerekiyordu." Şube personelini toplayarak görev hakkında bilgi verdim. 24 saat faaliyet esasına göre ekipleri hazırladık. Karargâhta da ça­ lışmamızı yaptık, çalışma sahalarımızın keysinglerini (kroki) çı­ kararak bekleme ve gözetleme noktalarımızı saptadık. Ankara bölgenin diğer şubelerini de faaliyetten haberi olmayacak, takip ve gözetleme faaliyetinin yanı sıra her türlü teknik, tetkik-tahkik işlemlerini biz yürütecektik. Tam bir gizlilik esastı. Bir faaliyete rastlarsak dökümante etmemiz, yani faaliyeti fotoğraf ve filme almamız gerekiyordu. NY Paşa ve Hiram Bey ile de koordine ederek bütün hazırlıkları aynı gün içinde tamamladık. Bölge Da53 ire Başkanlığından güvenilir 3-4 hanım arkadaşla ekibimizi tak­ viye ederek göreve başladık. Göreve başlamadan önce Savaşman'a yakın olan personelle ayrı ayrı konuşarak ağızlarını sıkı tutmalarını tembihledim. Takipçiler; meşakkatli işlere alışık, Teşkilat'ın en fazla yükü­ nü çeken, genellikle lise mezunu personeldi. Netice alamadıkla­ r ı , günlerce aylarca beklemeli monoton görevlerden sıkılır, ne kadar ağır olursa olsun önemli ve hareketli işlerde bütün güçleri ile çalışırlardı. Ben Şube Müdürlüğü'ne getirilinceye kadar bu şubede hiç kadın personel çalışmamıştı. Israrlı önerilerim üzeri­ ne başarılı olarak şubeye ve Teşkilat'a büyük katkıda bulundular. Çoğunlukla hedefler arkasından yürüyen, bir arabada bekleyen erkeklerden şüpheleniyor, ancak kadınlar olduğunda tedirginlik duymuyorlardı. NY Paşa, Savaşman'ın karargâhtan çıkışını telsizle bize bildiri­ yor ve biz Savaşman'ın makam arabasını karargâhtan itibaren kont­ role alıyorduk. İlk günler genellikle alışverişten sonra evine soktuk ve sabaha kadar gözetleme devam ettiği halde olağanüstü hiçbir ha­ rekete rastlamadık. Çankaya'da oturduğu apartmana gelip giden herkesi de ayrı ayrı kontrol ediyorduk. Zamanla apartman sakinle­ rini tanıdık. Ekipler vardiya halinde çalışıyor, ben bütün vardiyalar­ la birlikte çalışıp ekipleri sevk ve idare ediyordum. Aynı günlerde bir gün Karargâha İdari İşler Başkanı TT A l bay'ın yanına uğramıştım. Zannedersem öğlen tatili i d i . Odada bir i k i kişi daha vardı. TT Albay sık sık görüştüğüm, özel haya­ tımda da dostluk kurduğum ve sevdiğim bir kişiydi. Görevi sıra­ sında ciddi durduğu, pek kimselerle samimi ilişki kurmadığı ve fazla eğilip bükülmediği için Teşkilat'ta pek sevilmeyen, çekim­ len bir kimseydi. Halbuki özel ilişkilerinde nüktedan, yaşamayı eğlenmeyi seven, sözüne güvenilir mert bir insandı. Kendisini sever, sayar, o da bana bir arkadaş gibi davranırdı. 54 Odasında otururken Savaşman da geldi. Kendisini bir kez Teşkilat'tan birinin düğününde görmüş, aynı masada oturmuş­ tum. Onun da beni fazla tanımadığını sanıyordum. Takip Şubesi Teşkilat'ta hem her faaliyet ünitesine hizmet ver­ diği için bu ünitelerce bir nevi ayak işlerini yapıyormuş gibi hakir görülen, hem de faaliyet açısından Teşkilat'ın en kritik görevleri­ nin geçtiği kapalı bir kutuydu. Altlarında telsizli arabaları ile şeh­ rin her yerinde dolaşan, polis kuvvetlerinin bile girmeye cesaret edemediği kurtarılmış bölgelerde faaliyet yürüten bu insanlar di­ ğer personelin merakını çeker, onlardan bir parça da ürkerlerdi. TT Albay'ın odasına gelen Savaşman'ın devamlı beni süzdü­ ğünü hissediyor, bundan rahatsızlık duymama rağmen rahat davranıyordum. Tabiatıyla gizli faaliyet yürüten birinin kendisini iz­ leme mevkiinde olan diğerine tedirginlikle bakması doğaldı. TT Albay konuşma sırasında Savaşman'a takılıyor, onun çay ısmar­ lamamasından bahisle şaka yollu hasisliğine değiniyordu. Bir müddet sonra gitmem gerektiğini söyleyerek ve hepsiyle vedalaşarak ayrıldım. Savaşman takip ve gözetleme faaliyetinin başlamasından 4-5 gün sonra bir akşamüstü karargahtan elinde büyükçe bir evrak çantası olduğu halde çıktı. Hava erken kararıyordu. Makam ara­ bası doğrudan doğruya Savaşman'ın Çankaya'daki evine geldi. Savaşman apartmana girip otomatiğe bastığında makam arabası da civardan uzaklaşıyordu. Merdiven otomatiği söndüğünde he­ defin eve girdiğini düşündük. Fakat kısa bir süre sonra Savaş­ man elinde çantası olduğu halde karanlıktan dışarıya süzüldü. Bütün ekipler hareketlenmiş, sinirler gerilmiş, telsiz konuşmala­ rı sürekli hale gelmişti. Takipçiler telsizin muhtemel dinlenmesine karşı kodlu konu­ şur, adeta yeni bir lisan gibi rakamları yan yana getirerek cüm­ leler kurarlardı. Bu onlara şubeye yeni başladıklarında i l k öğre­ tilen işlerden biriydi. Takipçiler hedef hakkında birbirlerine bil55 gi verir, devamlı olarak hem takip edilenin, hem de kendilerinin tam yerlerini bildirirlerdi. İyi yapılan bir takibi en tecrübeli istih­ baratçının dahi sezmesi zordu. Ancak böyle çok hassas takip fa­ aliyetleri için bazen en az 6-7 araç ve 15-20 personel kullanılma­ sı gerekir, bunlar araçlarla ve yaya olarak takip edilenin arkasın­ da, önünde ve yanlarında hareket halinde olur, devamlı değişe­ rek hedefi bir top gibi paslaşarak götürürlerdi. Herhangi bir ne­ denle hedefin dikkatini çeken ya en geri planda kalır, ya da fa­ aliyetten çekilirdi. Takip personelinin, fiziği, giyim kuşamı ve davranışları ile dikkat çekmeyen, her gün rastlanan sıradan in­ sanlardan olması esastı. "118-52-17, 126-14-161..." Telsizden hedefin yanında çanta­ sı olduğu halde evinin yanındaki merdivenlerden Güvenlik Cad­ desi istikametinde ilerlediği, çok tedirgin olduğu, sık sık arkası­ nı kontrol ettiği bildiriliyordu. Hedefin mehteranlar gibi ikide bir durup arkasını kontrol ederek yürüyüşü video ve fotoğraf ile dokümante edilmeye başlandı. Savaşman genç yaşta, şoförlük öğ­ renen ve arabayı acemice kullanan birine benziyordu. Tecrübeli bir istihbaratçı hiçbir zaman bu şekilde anormal hareketler yap­ maz, birtakım ustaca testlerle kontrolde tutulup tutulmadığını araştırır, en ufak şüphede faaliyetini ertelerdi. Savaşman arkasını araya araya Güvenlik Caddesi'nin ortaların­ da, bahçe içindeki iki katlı villa tipi eve gelip girdi. Hemen civarda tertibatımızı aldık. Ben video ve fotoğraf ekibine katıldım. Eve baş­ ka giren çıkan olmadı. Bir, bir buçuk saat kadar sonra Savaşman ev­ den çıktı. Dönerken gelişine göre daha rahat bir hali vardı. Ertesi gün Güvenlik Caddesi'ndeki evde oturan tek kollu, 5560 yaşlarındaki adamı kontrole almış, hizmetçi dahil evde oturan­ ların kimliklerini ve resimlerini öğlene kadar tespit etmiştik. Ev sahibi İngiliz uyruklu A. Denton Thompson'du. Birleşmiş Millet- 56 ler'de görevliydi. Asker orijinli olup bir kolunu savaşta kaybet­ mişti. Savaşman'ın İngilizlerle gizli bir faaliyet içinde olduğuna kanaat getirmiştik. Öğleden sonra gerekli ekipmanları alıp Müsteşar'ın odasına git­ tik. Fotoğrafları ve videoyu Hamza Paşa'ya göstererek konu hak­ kında arzda bulunduk. Savaşman'ın hareketleri o kadar barizdi ki Hamza Paşa "şimdiye kadar tereddütlerim vardı. Ancak filmi sey­ rettikten sonra ben de kanaat getirdim. Faaliyete devam edin" dedi. Hamza Paşa belli başlı başkanlarla görüşüp konuyu onlara da açmış, ne yapılması gerektiği konusunda fikirlerini almıştı. Hiram Bey'in suç üstü yapılması teklifine karşı Mehmet A l i Bey ve Nuri Bey bir başkanlar toplantısında konuyu ortaya atıp Savaşman'ı itirafa zorlamayı telkin etmişlerdi. Kesin bir karar alına­ mamıştı. (Esasında bu tip faaliyetlerde Personel Daire Başkanı'nın operasyonel konularda bilgisi olması ve fikir yürütmesi mutat bir davranış değildi.) Gizli buluşmalar genellikle muayyen aralıklarla olur. Biz ya­ kın tarihte bir buluşma beklemiyorduk. "Thompson'un evine gi­ dişinden birkaç gün sonra Savaşman yine çantası ile karargâhtan çıktı. Sonradan yakalandığında o gün çıkarken Mehmet A l i Bey'e rastladığını, onun kendisine "Sabahattin çantan yeni mi?" diye sorduğunu, bunun kendisine yapılmış bir ikaz olduğunu o anda anlayamadığını hayıflanarak belirtti. Savaşman o akşam yürüyerek ve yine etrafını kollayarak Çankaya'dan inip Nenehatun Caddesi'nin altbaşlarındaki bir apartmanın birinci katındaki daireye girdi. Bu sefer uzaktan kontrole aldık, herhangi bir fotoğraf ve video çalışması yapma­ dık. Ertesi gün daire sahiplerini tespit edip kontrole aldık, her­ hangi bir fotoğraf ve video çalışması yapmadık. Resimlerini te­ min ettik. ABD uyruklu Astsubay Inarac Onsager, Tuslog'da gö­ revliydi ve eşi Lyle ile bu adreste oturuyordu. 57 ikinci bir adres ve arka arkaya yapılan buluşmalar bizi şaşırt­ mıştı. Evlerin sahipleri daha önce Türkiye'de istihbari faaliyetle­ ri tespit edilmemiş, hiç bilinmeyen kişilerdi. Acaba bu bir ABDİngiliz müşterek operasyonu muydu? Çok önemli bir konu oldu­ ğu için mi üst üste gizli buluşma gerçekleşmişti? Her buluşma­ da ayrı ayrı evler mi kullanılıyordu? Bu soruların cevabını bir an önce öğrenmeyi arzuluyorduk. Neticede karargâh Savaşman'a suçüstü yapılmasına karar verdi! Savaşman evlerden herhangi birine, yine aynı şekilde git­ tiği zaman kapıda bekleyerek ve çıkışında suçüstü yapacaktık. Evlerin içine girmemiz uygun görülmemişti. Ben, böyle bir suçüstü yapılmasının Savaşman'a suç yüklemeyeceğini, bunun tek taraflı bir suçüstü olacağını ve ileride Savaşman'ın her şeyi inkâr ederek kendisini hukuki yönden kurtaraca­ ğını düşünüyordum. Bunu YS Albay'a da söyledim. "Ne yapalım Mehmet, ben de aynı şeyleri söyledim, ama neticede bu emirde ıs­ rar ettiler" dedi. Hiram Bey de böyle bir suçüstü yapılmasına kö­ pürmüş, "böyle yapılacaksa hiç yapılmasın daha iyi" diyordu. Neticede hazırlıklara başladık. YS Albay Ankara Bölge'nin teknik ekibini de şubenin emrine verdi. Ses tespiti yapacak, vi­ deo ve fotoğraf çekecek, kapıdan çıkar çıkmaz Savaşman'ı enter­ ne edecek personel toplu halde ve ayrı ayrı, her iki adrese göre talimatlandırıldı. Savaşman alındıktan sonra bindirileceği kapalı minibüs bile hazır durumdaydı. Savaşman yakalandıktan sonra takipçiler hem her iki adresi hem de bilinen ABD ve İngiliz is­ tihbaratçılarını kontrole alarak neler yapacaklarını ve tepkileri tespit edeceklerdi. Ekipler günlerce hazır bir durumda Savaşman'ın evlerden birine gitmesini beklediler. Beklenen gün nihayet geldi. O günlerde karargâhta Savaş­ man'a, bazı Batılılarla ilgili ikinci derecede hakiki evraklarla bir­ likte kasıtlı olarak hazırlanmış sözde çok önemli bir faaliyetle i l ­ gili evrak da arz edilmiş. Savaşman evrakları alıkoymuştu. 58 Her zamanki gibi çantası ile çıkan Savaşman'ın hangi eve gi­ deceğini merak ediyorduk. Bütün personel doğal olarak çok he­ yecanlıydı. Savaşman'ın bir başka adrese de gidebileceğini dü­ şünüyor ve hata yapmamaya çalışıyorduk. Savaşman, Çankaya'dan aşağıya Nenehatun Caddesi'nin al­ tındaki eve doğru yürüyor, tereddütlü adımlarla kaderine doğru gidiyordu. Adres belli olmuştu. YS Albay heyecanla operasyon ekiplerine katılmıştı. Savaş­ man Onsager'in evine girdikten bir müddet sonra YS Albay, ben, teknik ekip, birkaç takip personeli apartmanın içine girdik. YS A l bay'la Onsager'in kapısına kadar gelip kulağımızı dayayıp içeriyi dinlemeye çalıştık. Diğerleri merdivenlerde bekliyordu. İçeriden gelen konuşmalar anlaşılmıyordu. Bir ara üst üste çekilen ve bir fotoğraf makinesinin deklanşör sesine benzeyen bir ses duyduk. Arada evin içinde gelip gidenlerin ayak sesleri duyuluyordu. Her şey bir anda oldu. Kader müsteşarlığın emirlerini dinleme­ miş ve Savaşman'ın kurtulmasına imkân vermemişti. Birden kapı açıldı ve Lyle Onsager ile karşı karşıya geldik. Kocası Inarae de arkasındaydı. Ev sahipleri evi terk ediyordu ve Savaşman yanla­ rında yoktu. Aniden bir hata yapıp yanlış daire tespit edebileceği­ mizi düşündüm. YS Albay ayağını araya koyarak kapıyı yüzümü­ ze kapatmak isteyen ev sahiplerine mani oldu, kapıyı iterek önde biz, arkada ses ve film ekibi ve de diğerleri içeriye girdik. Koridorun sağında oturma salonu vardı. Salonda Savaşman ve gözlüklü bir şahıs ayakta duruyorlardı. Bizi gören Savaşman birden paniğe kapılıp sağa sola koşuşmaya başladı. Takipçiler hemen onu yakaladılar. Gözlüklü şahıs kanepenin önünde duran birtakım evrakı te­ laşla ceketinin iç cebine attı. YS Albay'ın müdahale edip bunla­ rı almak istemesi üzerine şiddetle mukavemet ederek boğuşma­ ya başladılar. Sert bir şekilde müdahale etmem üzerine şahıs "Diplomat, diplomat" diye bağırmaya ve İngilizce olarak doku5') nulmazlığı olduğunu söylemeye başladı. Kendisine casusluk fa­ aliyeti ile diplomatlığın bağdaşmadığını, cebindekileri çıkarma­ dığı takdirde zor kullanacağımızı söyledim. Bilahare C I A mensubu William Philips olduğunu anladığı­ mız şahıs sakinleşerek cep defterini, Savaşman'a imzalattığı pa­ ra makbuzlarını, hüviyetini çıkardı, ceplerini boşalttı. Kanepenin önündeki sehpada gizlilik dereceli evraklar duru­ yordu. Evin bir köşesinde çam ağacı ve altında hediye paketleri vardı. Karı koca ev sahipleri ise diğer bir köşede tedirgin bir şe­ kilde duruyor, meraklı gözlerle onları izliyorlardı. Takipçiler, Savaşman'ı yemek masasının yanına bir sandalye­ ye oturtmuşlar ve kollarını arkaya kıvırmışlardı. Savaşman'ın canının acıdığını söylemesi üzerine kollarını bırakmalarını söy­ ledim. Takipçiler faaliyet sırasında işe kendilerini kaptırır, hede­ fe hep hırslanırlar. Ancak çoğunlukla bu hırslarını gideremezler. Şimdi ellerine fırsat geçmiş, casus yakalanmıştı. Kollarını kıvı­ rarak hırslarını almak istiyorlardı. Kapıdan girişimizden itibaren ses ve görüntü tespitleri devamlı yapılıyordu. Evde kısa bir arama yaptık, zabıt tuttuk. Kapıyı dinler­ ken duyduğum fotoğraf makinesine benzer bir sesin kaynağını bu­ lamadık. Halbuki dışarıdayken duyduğum sesten evde gizli belge­ lerin resimlerinin çekildiğine bayağı kanaat getirmiştim. Neticede delilleri ve Savaşman'ı alarak daireyi terk ettik. William Philips başını ellerinin arasına almış kara kara düşünü­ yordu. Savaşman'ı kapalı bir minibüste bindirip Ankara Bölge Daire Başkanlığı'na getirdik. YS Albay'ın makam odasının yanında is­ tihbarat için ayrılmış banyolu küçük bir bölüm vardı. Savaşman oraya yerleştirildi ve başına nöbetçi konuldu. YS Albay telefonla gerekli yerlere bilgi verdi. Savaşman yaka­ lanmış ancak faaliyet bitmemişti. Takipçiler göreve devam ediyor, teknisyenler olay anında çekilen fotoğrafları tabediyorlardı. 60 Olay yerinden diğer evraklarla birlikte "William Philips'in ajanda t i p i cep defterini de almıştık. Defterde Savaşmanla karar­ laştırılmış randevuları gözüküyordu. Küçük bir şekilde bu tarih­ lerin yanına SS diye yazmıştı. Küçük küçük şifreli yazıldığı an­ laşılan başka ibareler de vardı. Gözüme belli tarihlerin yanında aynı şekilde küçücük yazıl­ mış M. A l i yazısı takıldı. YS Albay'a gösterdim. "Yoksa o da mı?" dedi. Bilahare "belki resmi randevularla ilgilidir" dedi. Bir müddet sonra Mehmet A l i Bey, arkasından da N u r i Bey geldi. Mehmet A l i Bey askerlik arkadaşı Savaşman'a üzülmüştü. Gözyaşlarını tutamadı. Süleyman Bey kısaca suçüstü faaliyeti hakkında bilgi verdi, bu arada C I A mensubunun defterine ve randevulara da değindi. Mehmet A l i Bey'e "defterde sizin de adınız var" dedim. Durakladı, "hani nerede bakayım" dedi. Def­ teri kendisine gösterdik. Hafifçe gülümsedi ve bir yorum yapma­ dı. William Philips'in cep defterindeki M. A l i isminin oraya ne­ den yazıldığı, defterdeki tarihlerin resmi görüş tarihleri olup ol­ madığı araştırılmadı ve hiçbir zaman öğrenilmedi. N u r i Bey de Savaşman'a üzüntüsünü gözyaşları ile ifade etti. Konu hakkında konuşuluyordu ki nöbetçi memuru gelip Hiram Bey'in geldiğini söyledi. Mehmet A l i Bey bana dönüp "şu herifi buraya almayın" dedi. Ben tepki gösterdim, "siz kendiniz söyle­ y i n " diye cevap verdim. O sırada Hiram Bey'in sesi koridordan duyuldu. YS Albay hemen çıkarak Hiram Bey'i karşıladı ve yan­ daki toplantı odasına aldı. Müsteşarlığın emri üzerine Savaşman'ın sorgusuna Hiram Bey, YS Albay ve ben katıldım. Savaşman büyük bir moral çö­ küntüsü içindeydi. Durmadan sigara içiyor, zaman zaman ağlı­ yordu. Pişmanlık duyuyordu. Bu utançla yaşamayacağını ve ce­ zaevinde kahrından öleceğini söylüyordu. Yaşarsa yapacağı en i y i şeyin kitap yazmak olacağını belirtti. 61 Hiram Bey'in kanaati Savaşman'ın iran'da Askeri Ateşelik yaptığı zaman angaje edildiği i d i . Ancak Savaşman Amerikalı­ larla hizmetinin bir y ı l gibi yakın bir tarihte başladığını belirti­ yordu. İlk önceleri İngilizlerle olan ilişkisini de gizledi. Güven­ l i k Caddesi'ndeki evi bildiğimizi anladığı zaman, o evde SIS'den (İngiliz Gizli Servisi) Robin Seeley ile buluştuğunu, her i k i ser­ vise de birbirinden habersiz hizmet ettiğini bildirdi. Suçüstü sırasında elde edilen para makbuzlarından Savaşman'a o ayki maaşının yanı sıra üstün hizmetleri dolayısıyla bir maaş kadar ikramiye verildiğini anlamıştık. Esasen bu para do­ lar olarak Amerika'da bir çöpçünün alabileceği kadar düşüktü. Savaşman ise buna karşılık Kıbrıs'taki askeri gücümüz, M İ T ' i n kontrol altında tuttuğu Batılı istihbaratçılar ve faaliyetleri gibi yüzlerce önemli konuda bilgi aktarmıştı. Devletin hayati, çok gizli m i l l i bilgileri ucuza satılmıştı. Sorgusu kısa sürmüştü. Kendisine i y i muamele etmiştik. Ak­ şam yemeklerinde beraber oluyor, zaman zaman gece dışarıya yürüyüşe çıkarıyorduk. Birçok teferruat karanlıkta kaldığı halde fazla üzerine gitmedik. Sorgusu bittikten sonra Askeri mahkeme­ ye giderken gözyaşları içinde sarılarak veda etti, bizleri yorduğu için özür diledi. Savaşman'ın avukatlığını sol çevrelerce i y i tanınan meşhur bir hukuk profesörü üstlendi. Ancak ismi ortaya çıkmadı ve per­ de arkasında kaldı. Mahkemede Savaşman bir komploya uğradı­ ğını söyleyecek, seneler sonra cezaevinden Genelkurmay Başkanı'na yazdığı mektupta tarafımdan işkenceye tabi tutulduğunu belirtecekti. Genelkurmay Askeri Mahkemesi maddi delilleri ye­ terli görmüş ve Savaşman'ı ağır hapis cezasına mahkûm etmişti. Olaydan sonra Hamza Gürgüç Paşa, A B D ve İngiliz Servis Başkanlarına ağır bir mektup yolladı. Her i k i servisten de gelen 62 cevapta özür dileniyor, bu tip faaliyetlerin bir daha yapılmayaca­ ğı belirtiliyordu. Savaşman'ı sevk ve idare edenler suçlarını ka­ bulleniyorlardı. Amerikalılar Savaşmanın yakınlarına Sefarette görev vererek ona olan vefa borçlarını ödemeye devam ettiler. Geçen yıl Hiram Bey ailece gittiği bir restoranda Savaşman'la karşılaşmıştı. Şık g i y i m l i olan Savaşman ve ailesi kalaba­ lık bir masada yemek yiyorlardı. Selamlaşmadılar ve birbirlerini görmemezlikten geldiler. Savaşman yemeğin bitişinde ayağa kalktığında Hiram Bey onun felç geçirmiş olduğunu anlamıştı. Savaşman restorandan çıkarken Hiram Bey'in arkasına geldiğin­ de i k i elin omuzlarına koyup "Hiram ne haber?" demiş. Hiram Bey de kısaca " i y i y i m " karşılığını vermişti. Hiram Bey her şeye rağmen Savaşman'ın felç geçirmesine üzülmüştü. Savaşman olayından sonra amirleri Hiram Bey için, "Ope­ rasyonun planlanmasından çökertilişine kadar geçen süre zar­ fında gösterdiği hassasiyet; dikkat, titizlik, gizliliğe riayet ile kı­ sa zamanda hasıla alınmasına medar olan üstün gayret ve disip-r linli çalışmaları, her türlü takdirin fevkindedir. Bu nedenle, ör­ nek çalışmaları; Üstün Başarı Hizmet Belgesi ile Şilt Beratı Ta­ limatının 4. maddesinin a, h, c, d ve g bendlerine uyan Kontrespiyonaj Daire Başkan Vekili Hiram Abas'ın, "Üstün Başarı Bel­ gesi" ile, Personel Talimatının 106 ve 107. maddelerine göre de "Takdirname ve Ödülle" taltifi ve hu durumun Teşkilat içerisin­ de tamim edilmesi uygun mütalaa edilmektedir" diyorlardı. Neticede 19 Aralık 1977 tarihinde Müsteşar tarafından Hiram Bey 1500 TL ben 500 TL ödül ve taltif edildik. Hiram Bey'in sayı­ sını bilmiyorum, ancak bu, benim meslek hayatımın başlangıcından itibaren aldığım teşekkür, takdirname ve ödüllerin lO.'suydu. 63 Fabrikatör 1 Aralık 1977'de Savaşman'a suçüstü yapılmasından hemen sonra Savaşman'a suçüstü yapanlara karşı taarruz hazırlıkları başladı. Hiram Bey'in özel evraklarından yararlanarak bu konu­ yu inceleyelim. Hiram Bey'e göre "Covert Action Operation"2 için kullanılan fabrikatör, başında Doğu Perinçek'in bulunduğu TİKP'nin 3 ya­ yın organı Aydınlık gazetesiydi. 1968 yılında TİP'in 4 gençlik örgütü olan Fikir Kulüpleri Fe­ derasyonu Başkanlığı'na gelen Doğu Perinçek, 1966 yılında Milli Demokratik Devrim konusunda Mihri Belli ile arasında görüş ayrılığı çıkması üzerine Beyaz Aydınlık isimli grubun l i ­ derliğini üstlenmişti. 1971 yılında Perinçek, Ömer Özerturgut ile birlikte PDA 5 ha­ reketinin illegal partisi olan TİİKP'ni 6 kurdu. TİİKP kendisini Mustafa Suphi ve Şefik Hüsnü dönemindeki TKP'nin 7 mirasçısı sayıyor, Zeki Baştımar ve İsmail Bilen dönemindeki TKP'yi hain olarak nitelendiriyordu. SSCB baş düşman olarak ilan edilmişti. 1978 yılında Perinçek, TİKP'yi kurdu ve Genel Başkanlığı'nı deruhte etti. Parti taktikleri arasında; fırsat kollamak, uzun süre­ li bir çalışma ve mücadele yürütmek, düşmanı daraltmak, birle1 Fabrikatör-Amerikan İstihbaratı Servisi tarafından kullanılan bir terim olup "si­ yasi ve şahsi maksatlar için, genellikle hakiki ajan kaynaklarına sahip olmaksı­ zın uydurma veya şişirme haber üreten şahıs veya grup" anlamındadır. Paper Mili (Kâğıt Fabrikası) tabiri de aynı maksatla kullanılmaktadır. 2 Covert Action Operation-Örtülü (Gizli) Faaliyet Operasyonları: Hakiki organiza­ törü gizlemek ve gerektiğinde onun ilişkisini ve sorumluluğunu reddetmek im­ kânı yaratmak amacıyla planlanan ve uygulanan operasyonlardır. 3 TİKP- Türkiye İşçi Köylü Partisi 4 TİP- Türkiye İşçi Partisi. 5 PDA- Proleter Devrimci Aydınlık 6 TİİKP- Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi 7 TKP- Türkiye Komünist Partisi 64 şebilinecek bütün güçlerle birleşmek gibi yöntemler vardı. He­ def legal olanakları sonuna kadar kullanarak güçlenmekti. Silah­ lı eylemler ilerideki aşamada düşünülmeliydi. 12 Eylül'den sonra Perinçek; partisine, yasalara dikkat edil­ mesini, yönetim aleyhine herhangi bir tavır alınmamasını, aleyh­ te söz söylenmemesine özen gösterilmesini tembih etmişti. Yö­ netim diğerleri gibi T İ K P ' y i de kapattı. Perinçek, 1 Şubat 1988'de SP'yi kurdu. Parti, M i l l i Demokra­ tik Devrim stratejisini benimsemekte ve sosyalist bir devlet biçi­ mini amaçlamaktaydı. Parti aynı zamanda bir zamanlar en bü­ yük düşmanı PKK'nın ve Abdullah Öcalan'ın da propagandasını yapıyordu. İşte, Hiram Bey'in Fabrikatör'ün başı olarak nitelendirdiği Perinçek, çizgileri sık sık değişen bu adamdı. Fabrikatör, yani Aydınlık, yayımına 1978 Mart ayının ortala­ rında başladı. "Ne Amerika, Ne Sovyetler B i r l i ğ i " sloganları ve sokak afişleri ile birden bire ortaya çıkan TİKP, proleter devrim­ ci çizgide, A B D ve Sovyet aleyhtarı tutumda, Maoist düşüncede bir görüntü sergiliyordu. Ara sıra Amerika'ya ve Batı devletleri­ ne de çatıyor gözükmekle birlikte esas hedefi Emperyalist Sov­ yetler ve sahte T K P i d i . Hiram Bey Fabrikatör'ün arkasındaki gücün, Savaşman'ın bilgi sattığı ülkeden biri yani A B D veya İngiltere olduğu kanaatindeydi. Amerika zaten senelerdir içimizdeydi. Bazen hissettirerek, bazen hissettirmeden Türkiye'nin kader çizgilerini ellerinde tu­ tuyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihe mal olmuş Başbakanı İsmet İnönü, 1963 yılında Bakanlar Kurulu'nda Kıbrıs bunalımı ile i l g i l i olarak yaptığı bir konuşmada bu iç içelikten rahatsızlı­ ğını açık bir şekilde dile getirmişti. Ordular yönetmiş, savaşlar kazanmış, cumhuriyetin kurulmasında rol almış olan İsmet Paşa bu konuda çaresiz kaldığını belirtiyor: "Daha bağımsız ve şahsi65 yetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlerime havale edeceğim. Onlar etraflı çalışma yapacak­ lar, teklifler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin et­ rafında uzman denilen yabancılar dolu, iğfal etmeye çalışıyorlar, muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Netice­ si bana gelmeden Washington'un haberi oluyor. Sonucu memu­ rumdan önce sefirimden öğreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz devleti? Bana şimdiye kadar bunlar tarafımdan hazırlanmış, der­ dimize dava bir rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilin­ den şeyler. Ne yaparsak yine biz kendi elemanlarımız ile yapıyo­ ruz. Peki bu binlerce adam, 'avara kasnak' gibi dolaşmıyor. Elbet­ te kendileri için önemli marifetleri var. istiklâl Harbi'nden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar meselesi fiili bir durum idi. Tazminat işini iki dev­ let biz aramızda hallederdik. Bütün mücadele, idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizler vermeye hazırdılar. Dayattık; biz onların niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar, bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler. Peygamber edası ile size dünyaları vaad ederler, imzayı at­ tınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir. Üstleri gel­ miştir. Ondan sonra sökebilirsen sök, gitmezler. Ancak bu mesele­ nin üzerine vakit geçirmeden eğilmek lâzım. Yoksa bağımsız dış politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuş­ turulan iki iç badire bunun yanında çok kolay kalır. Teşebbüs et­ tiğimiz zaman başımıza neler geleceğini kestiremem" diyordu. Bütün dünyada adı çıkmış olan Amerika'nın ve CIA'nın rolü­ nü aşağı yukarı herkes biliyor, birçok gizli faaliyetin arkasında onlar aranılıyordu ama, yurdumuzda sessiz sedasız faaliyet gös­ teren diğer Batılı ülkelerden, birçok kimsenin fazla bilgisi oldu­ ğunu zannetmiyorum. 66 Fabrikatör Aydınlık'ın i l k günlerinde "Haber ve Makalelerden Sorumlu Müdürü" S. Aydoğan Büyüközden eski bir örgüt üye­ siydi. İstanbul'da Robert Kolej'de görevli bir îngilize ait lojman­ da telsizlerle ve başında perukla yakalanmıştı. İngilize ait bu ev, örgüt mensuplarının saklandığı bir barınak haline gelmişti. Olayda İngilizin rolü pek irdelenmemişti. Kontrespiyonajla di­ ğer ünitelerin arasındaki çalışma ve düşünce farkı bir kez daha or­ taya çıkmıştı. Bir İngilizin evinde faaliyet gösteren Büyüközden'in şimdi Fabrikatör'de önemli bir mevkide olması ilginçti. Hiram Bey, Perinçek grubunun aktif bir mensubu olan ve bir basın kuruluşunun temsilcisi olarak İngiltere'ye yerleşen N u r i Çolakoğlu'ndan da şüphe duyuyordu. Resmi bir toplantıda İngi­ lizlerden Çolakoğlu ile ilişki derecelerini sordurdu. İngilizler to­ pu Almanlara attılar. "Bazı İngiliz diplomatlarının Çolakoğlu ile birkaç teması olmuştu ama Çolakoğlu'nun Almanlarla ilişkili ol­ duğunu zannediyorlardı." Ortaya bir de Almanlar çıkmıştı. Birçok illegal Türk örgütü­ nü bünyesinde barındıran, P K K faaliyetine destek veren Alman­ ya'nın böyle bir faaliyetin arkasında olması pek de garipsenecek bir şey değildi. Hatta bu durum Perinçek'in son günlerdeki P K K yanlısı çizgisine de bayağı uyuyordu. Belki de Fabrikatör, yur­ dumuzun iplerini ellerinde tutmak isteyen Batılı devletlerce müştereken yürütülen, Türkiye'ye yönelik bir "Liaison Operation"ın 8 mahsûlü çok babalı bir çocuktu. Hiram Bey'in şüphelendiği Çolakoğlu, hakkında verilen menfi rapora rağmen bir müddet sonra TRT'de önemli bir mevkiye tayin edildi. Hiram Bey'e göre Perinçek ve Fabrikatör'ün Türkiye'deki misyonu şöyleydi: 8 Liaison Operation-Liyezon operasyonları: Bir yabancı servisin mensupları ile ilişkilere dayalı olarak en basit anlamdaki işbirliğinden başlayıp, ortak operas­ yonlara kadar yönetebilen her türlü faaliyet. Deception-Yanıltma (Bir millet, grup veya şahsı, yanlış yola sevk etmek amacıy­ la düzenlenmiş faaliyet. 67 1) Türkiye'de hızla gelişen ve Batı dünyası için tehlikeli hale gelen Sovyet yanlısı aşırı solu, yani bir doktrinle bölmek, birbi­ rine düşürmek, parçalamak, etkisiz hale getirmek. 2) Devlet içinde, Ordu'da, MİT'te, Polis'te. Özel Harp'te ta­ rafsız çizgide olan, düşünce ve faaliyetleri ile organizatör için tehlikeli hale gelen unsurları çeşitli yöntemlerle tasfiye etmek. Bu k i l i t müesseselerde etkinliği artırmak. 3) Türkiye'de politik ve ekonomik istikrarsızlığı pompalayan faaliyetleri devam ettirerek, ülkenin güçlenip organizatörün emelleri dışında tamamen bağımsız ve m i l l i bir politika izleme­ sini engellemek. Fabrikatör, 1980 yılına kadar misyonu başarılı bir şekilde ye­ rine getirdi. 1980'den sonra devamı olan 2000'e Doğru ve Yüzyıl dergileri göreve devam ettiler. Fabrikatör, 7 Ağustos 1978 günü "Kontrgerilla Şeflerini Açıklıyoruz" diye yayıma başladı. İ l k hedef İstanbul Bölge Da­ ire Başkanlığı eski yardımcısıydı. Aynı gün, Fabrikatör'de Perinçek'in beyanatı da yer aldı. Perinçek "Kıbrıs'taki Bayraktarlık Türkiye'deki tertip ve kışkırtma­ ların ocağıdır" diyor. "Bayraktarlığın Özel Harp Dairesinin Kıbrıs'taki Özel Şubesi olduğunu" söylüyordu. Demek k i Kıb­ rıs'taki Türk faaliyeti birilerini rahatsız etmiş, Özel Harp Dairesi'nin m i l l i menfaatler doğrultusunda kullanılması bu birilerini kızdırmıştı. Aynı açıklamada Perinçek'e göre "Hiram Abas, 12 Mart'tan bu yana gerçekleştirilen bütün provakosyonlardan doğrudan doğruya sorumluydu." 8 Ağustos 1978 tarihli Aydınlık gazetesinin birinci sayfasında manşetten verilen haber şöyleydi: "CIA'nın okullarında 4 yıl eğitilen Kontrgerilla şefi İstanbul'daki bütün provokasyon ve tertiplerin ardındaki beyin: M. Hiram Abas 68 *Hiram Abas, istanbul'daki bütün provokasyon, tertip ve operasyonları planlayan Kontrgerilla şefiydi. CIA ve MİT adına Faik Türüne danışmanlık yapıyor, istanbul Kontrge­ rilla Karargâhı ile CIA ve MİT'in irtibatını sağlıyordu. * Ge­ mi batırma olayları, Elrom olayı, Fırtına Tatbikatları gibi tertip ve saldırılar Hiram Abas'ın başı altından çıktı. * Hı­ ram Abas, işkence ve operasyon hastası. Görevli olmadığı halde 12 Mart'taki bütün baskınlara, operasyonlara en önde katıldı. Provokasyonları yönetti. Yeni işkence yöntemleri ge­ liştirdi ve bu yöntemlerin uygulanmasına bizzat katıldı." Fabrikatör baş köşeye Hiram Bey'in 18x12 cm. ebadında bir fotoğrafını koymuştu. Fotoğrafın altında şunlar yazıyordu: "Künyesi Adı Doğum Yılı ve Yeri Ana Adı Baba Adı Bitirdiği Okullar 12 Mart'ta Görevi İstanbul'daki Adresi : Mustafa Hiram Abas : 1932-Istanbul : Fatma : Hilmi : 1952'de Saint Josept Fransız Lisesi, 1957'de Siyasal Bilgiler Fakültesi : CIA ve MİT adına Faik Türün'e danışmanlık, Kontrgerilla'nın giriştiği bütün provokasyon, tertip ve saldırı harekât larını planlamak. İstan bul Kontrgerilla Karar gâhı ile CIA ve MİT'in ir tibatını sağlamak. : Cemil Topuzlu Caddesi 3212 Çiftehavuzlar Tel: 554 170" 69 Bu adresi, Hiram Bey'in şehit edildiği tarihe kadar oturduğu evin adresi idi. Fabrikatör, Batılılafa casusluk yapan bir kişinin yakalanmasında önemli rol üstlenen Hiram Abas'ı, CIA'nın ada­ mı gibi göstererek, karşı güçlerin hedefi haline getirmişti. 12 yıl önce fotoğrafı, adresi, otomobilinin markası verilerek hedef gösterilen, CIA'nın değişik yerlerdeki okullarında 4 yıl eği­ tim gördüğü, provokasyon, sabotaj ve işkence yöntemleri öğrendi­ ği, Mason olduğu, Marmara yolcu gemisi ile Eminönü araba va­ purunun batırılması, israil Başkonsolosu Efraim Elrom'un öldü­ rülmesi gibi provokasyon eylemler düzenlediği, insan öldürmeye düşkün olduğu, yeni işkence yöntemleri geliştirdiği ve sorgulanan­ lara "cop soktuğu" iddia edilen Hiram Abas'ın bu kadar yaşaması bile mucizeydi. Fabrikatör'ün esas gayesini bilmeyen ve oyun içinde ne gibi oyunlar olduğunu tahmin edemeyen normal bir yurttaş bile eline fırsat geçse Hiram Bey'i boğup öldürmek, böyle bir insan kasa­ bını ortadan kaldırmak isterdi. Hiram Bey, bu yayınlardan 10 y ı l kadar sonra, Müsteşar Yar­ dımcısı olduğu zaman, i l k kez resmi temaslar için bir haftalığı­ na Amerika'ya gitmişti. ABD'de 4 yıl sabotaj, provokasyon ve iş­ kence eğitimi gördüğü tamamen yalan ve maksatlıydı. Peki Hiram Bey'in fotoğrafı ve biyografisi ile onun "Batum'a, Atina'ya ve 30.9.1968 ile 1.12.1970 arası Beyrut'a gönderildiği" gibi normal bir basın kuruluşunun ulaşması mümkün olmayan doğru ve gizli bilgiler Fabrikatör'ün eline nasıl geçmişti? Demek ki organizatör personelin biyografisine ve çeşitli operasyonel bilgilere uluşabilecek kadar Teşkilat'a sızabilmişti. Fabrikatör ertesi gün, yani 9 Ağustos 1978 günü yine Hiram Bey'i manşet etmişti. Hiram Bey'in evinin ve otomobilinin re­ simleri bulunan bu yayında şöyle deniliyordu. 70 • "Hükümet neden susuyor? Halen devlet görevlisi olarak işbaşında. M. Hiram Abas, Ankara MİT Merkezindeki M AH Başkanlı-' ğı'nda görevli. Casusluk iddiası ile yakalanan MİT İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşman'ı Hiram Abas ihbar etti. Hiram Abas, Sabahattin Savaşman olayında önemli rol oy­ nadı. Bilindiği gibi bu yılın başlarında, MİT istihbarat Da­ ire Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşman, Kıbrıs konu­ sundaki bazı gizli karar ve haritaları CIA ve ingiliz Entelijans ajanlarına verirken yakalandı ve tutuklandı. Yakalan­ ma olayı, MİT'in Gaziosmanpaşa semtindeki "Misafir evi9 Guesthouse"nde meydana geldi. Savaşman burada, belge­ leri C I A ajanı William Philips'e verirken üç M İ T ajanı tara­ fından yakalandı. Aslında Savaşman, M İ T ajanlarının sürekli yaptığı işlerden birini yapıyordu. M İ T ajanları gerektiği zamanlar, gelişme­ lerden C I A ' y ı haberdar eder, CIA'nın yardım ve tavsiyele­ r i n i alırlar. Ama bu seferki olayın bilinmeyen ilginç bir yönü de vardı. Savaşman'ı ihbar eden, CIA'nın okullarından yetişen ve 12 Mart sırasında bütün gelişmelerden C I A ' y ı haberdar eden H i r a m Abas'tı. Hiram Abas, Savaşman'ı yalnızca ihbar et­ mekle kalmadı. Misafir evine bizzat giderek onu yakaladı. CIA'nın adamı Hiram Abas, neden Savaşman'ı CIA ajanı diye ihbar ederek birden bire "vatansever" pozuna girmiş­ ti? İşin aslı şuydu: 12 Mart'tan sonra Hiram Abasın ve MİT içindeki bir kesimin itibarı sarsılmış ve bunlar tasfiye edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardı. Bir olay yara9 Halbuki suçüstü daha önce de bahsedildiği gibi Amerikalılara ait bir evde mey­ dana gelmişti. Olayın MİT'e ait bir evde meydana geldiği belirtilerek konu kasıtlı olarak saptırılıyor. MİT'ten bir grup MİT'e ait bir evde diğer MİT mensubuna tevtip yapmış havası veriliyor. 71 tarak tekrar itibar kazanmaları gerekiyordu. Bunun için Savaşman "feda" edildi. Bu görevi de provokasyon ve bas­ kın ustası Hiram Abas yerine getirdi. Hıram Abas, Savaşman'ı yakalayarak MİT içindeki bugünkü itibarlı ve etkili yerine ulaştı ve yerini iyice sağlamlaştırdı." Fabrikatör, Savaşman'ı müdafaa eden yazıları ile hata yap­ mış, esas amacını belli etmişti. Fabrikatör bununla da kalmadı. 30 Temmuz 1979 tarihinde "Teşkilat, CIA'nın Ortadoğu Zinciri, Üçüncü Adamın Not Defte­ r i " başlığı ile cezaevindeki Savaşman'ın kendi ağzından onun ca­ susluk hikâyesini yayımladı. Savaşman nedense bu ilginç hikâ­ yesini o kadar büyük gazete varken belli okuyucusu olan sıradan bir gazeteye vermişti... 7 gün süren casusluk hikâyesi buram bu­ ram kokuyordu. C I A ve İngiliz G i z l i Servisi'nin Ajanı Savaşman masum, tertibe, işkenceye maruz kalmış ve zavallı gibi gösteri­ liyordu. Esas hedef Hiram Bey ve bizlerdik. Yavuz hırsız ev sa­ hibini bastırıyor. Savaşman'ın İstihbarat Başkanı NY'den sonra Fabrikatör'ün 24 Ağustos 1978 tarihli yayınında manşet bendim. Benden son­ ra 26 Ağustos'ta YS Albay'la ekip tamamlanmıştı. Var olmayan bir "Kontrgerilla Örgütü" içinde gösterdikleri diğer kişileri top­ luca teşhir ederken bizlere özel bir yer ayırmışlardı: "Erenköy İşkence Merkezi'ndeki Binbaşı" "Mehmet Eymür" Yayında benim fotoğrafım diye, oturduğum evin önünde Re­ nault bir arabaya binen dazlak başlı bir şahsın resmini basmışlar­ dı. Resmin altında "Mehmet Eymür (Cengiz Abaoğlu)" başlığı altında hakkımda bilgiler vermişlerdi. Fabrikatör Hiram Bey'le i l g i l i yayımda hata yapmış, açıklar vermiş, kaynaklarını zor duruma sokmuştu. Bu sefer basit yan­ lışlıklar yaparak kaynakları kurtarmaya çalışıyordu. 72 O tarihte, Bebek'te oturduğum evin adresine ulaşan, zemin katta oturduğuma kadar bilgi edinen Fabrikatör nedense yan apartmanın en üst katında oturan bir komşumun fotoğrafını çek­ mek yanlışlığını yapmıştı. Ayrıca benim takma ad olarak kullan­ dığımı söylediği "Cengiz Abaoğlu" ismi de Teşkilat'ta çalışan bir arkadaşıma aitti. Fabrikatör benimle i l g i l i yayında şunları ilave etmişti. "Erenköy'deki işkence merkezinde 'Binbaşı' olarak çağrılırdı. Buradaki bütün işkenceleri M. Eymür yönetti ve uyguladı. Ba­ bası eski MİT'çilerden Mazhar Eymür. Babasının himmetiyle M İ T içinde hızla yükseldi. Halen M İ T ' t e önemli bir mevkide bu­ lunuyor. Eymür 35 yaşlarında, uzun boylu, kumral, soluk beniz­ li ve dazlak. Beşiktaş'ta Resim ve Heykel Müzesi'nin yanındaki M İ T Merkezi'nde çalışıyor. Küçük Bebek'te oturuyor. Muhabir­ lerimiz, Eymür'ün yukarıdaki fotoğrafını evinden çıkarak turun­ cu renkli Renault arabasına binerken çektiler. istanbul Kontrgerilla Karargâhı'ndaki 'Beşli Çete' İstanbul Kontrgerillası'nda İşkence, Provokasyon ve istihba­ ratı Yöneten 'Beşli Çete'den Mehmet Eymür, 'Cengiz Abaoğlu' Takma ismini de Kullanıyor. Eymür, Eyüp Özalkuş'un Yardımcısı olarak Erenköy İşkence Merkezi'ndeki Bütün işkenceleri Yönetti ve Uyguladı. Eymür İşkence Merkezi'nde 'Binbaşı' Diye Çağrılırdı. Eymür MİT içindeki MC Yanlısı Cunta'dan" Fabrikatörün bizlerle i l g i l i Deception'ını 1 0 çözmek bizim için zor değildi. Ancak bizim çözmemiz bir şey değiştirmedi. Fabri­ katör görevini en i y i şekilde yerine getirmiş ve zamanın başba­ kanı bile etkilenerek "Kontrgerilla, işkence" edebiyatına katıl­ mıştı. M İ T , polis pasifize edildi. M İ T sorgulardan çekildi. Özel Harp Dairesi sıkı bir denetim altına alındı. Neticede 1979'da ar10 Deception; Yanıltma (Bir millet, grup veya şahsı, yanlış yola sevk etmek amacıyla düzenlenmiş faaliyet). 73 tan iç çatışma ve istikrarsızlık 12 Eylül 1980 ihtilalini getirdi. Türkiye yine ayağa kaldırılmamış, ölmemiş, ama sürünen bir ül­ ke statüsünü muhafaza etmesi sağlanmıştı. Savaşman olayından sonra CIA Başkanı, Müsteşar Hamza Gürgüç'e yazdığı mektupta bu tip olayların tekerrür etmeyeceği­ ne dair teminat vermişti. Ancak bu söz tutulmadı. Fabrikatör ya­ ni Aydınlık gazetesine el altından bilgi veren ve yazılar hazırla­ yan Em. Hava Kurmay Albay Turan Çağlar, 16 Mart 1983 tari­ hinde İstanbul'da CIA mensubu ile gizli bir buluşma sırasında suçüstü yakalandı. İstanbul Bölge başarılı bir çalışma yapmış, olay iyi bir şekilde demlendirilmiş ve ayrıca tenha bir yerde gerçekleşen gizli buluş­ ma görüntülenmişti. Amerikalı John, 34 CA 200 plakalı aracı kul­ lanıyordu. İhtilal faaliyeti ile ilgili "Balon Operasyonu"nda da ismi ge­ çen orduda, Teşkilat'ta üst düzeyde ilişkileri bulunan Fethi ve Sabire oğlu 1921 İstanbul doğumlu Turan Çağlar, sorgusunda bugüne kadar kamuoyuna yansımayan ilginç şeyler anlatmıştı. Turan Çağlar, casusluk faaliyetini on yılı aşkın bir süredir de­ vam ettiriyordu. İngiliz Haberalma Servisi SIS'den John, Ameri­ kan Merkezi Haberalma Servisi'nden Nick, Billy, John ve ismi­ ni hatırlayamadığı, "sarhoş" adını taktığı kişiler ile ilişki kur­ muştu. "Devletin emniyeti ve dahili veya beynelmilel siyasi menfaatleri icabından olarak gizli kalması gereken bilgileri" bu kişilere yazılı olarak veriyordu. Suç sabitti. Ayrıca evinde yapıL lan aramada da yeni birçok delil elde edilmişti. Görüleceği üze­ re Amerikalılarla birlikte bu olayda da İngilizler mevcuttu. Turan Çağlar tevkif edildi, mahkemesi kamu güvenliği sebe­ biyle kapalı olarak yapıldı ve yayın yasağı konuldu. Belki bir gün bu yasak kalkar ve Çağlar'ın anlattığı ilginç olaylar kamu­ oyuna yansır. 74 Çağlar, tutuklu bulunduğu cezaevinden istanbul Bölge Daire Başkanlığı'na bir mektup yazdı ve sorgusu sırasında kendisine gösterilen yumuşak ve nazik muameleye teşekkür etti. Bir müddet sonra gazeteler Turan Çağlar'ın cezaevinde kalp krizinden öldüğünü yazdılar. Em. Hava Kur. Alb. Turan Çağlar gazetelerde çıkan birkaç ufak haberle kaldı ve unutulup hafıza­ lardan silindi. İlginç olan basın kuruluşlarının hiçbirinin ulaşamadığı bilgi­ lere her nasılsa ulaşabilen Fabrikatör'ün, bu sefer bu konuda sus­ kun kalmasıydı. Hem Çağlar eski bir kaynakları ve yazarları ol­ duğu halde... Fabrikatör tarafından bu kadar hırpalanan Hiram Bey, Ameri­ kalılara ve İngilizlere veya Batılı diğer ülkelere düşman mıydı? Hayır. Bu büyük ülkelere ve onların dünya çapında operasyonlar yürüten kuvvetli istihbarat teşkilatlarına sempati ile baktığını ve onların Türkiye ile yakın işbirliğine inandığını rahatlıkla söyleye­ bilirim. Suçu, yapması gerekeni yapmak, kendi devletinin menfa­ atlerin ön planda tutup, bu büyük ülkelerin Türkiye'deki haksız menfaatlerini engellemekti. Bu yüzden hiç affedilmedi. Fabrikatör, ölümüne kadar ve hatta ölümünden sonra bile onun­ la uğraşmaya devam etti. Onu ölümünden sonra "Mafyanın Ada­ mı", "Silah Kaçakçısı", "Uyuşturucu Kaçakçısı" olarak göstermeye gayret etti. Tanımayan, bilmeyen kişilere "layığını bulmuş" dedirte­ cek cinsten yayınlar yaptı. Adeta azmettirenin kendileri olduğunu belirtir ve devletin adaletine meydan okurcasına "biz zaten gidici olduğunu çok önceden bildirmiştik" diye başlık attı. Burada, Fabrikatör'ün bütün faaliyetlerine yer verip Hiram Bey gibi vatanına bağlı, başarılı bir istihbaratçının yükselme ih­ timali olduğu tüm devrelerde neler yaptığını anlatmak mümkün değil. Bunun için birçok belge ortaya koyarak ayrı bir kitap yaz75 mak gerekir. Üzücü olan ciddi haber vermesi ile tanınan birçok gazetenin Fabrikatör'ün yayınlarını kendilerine kaynak olarak kullanmasıdır. Ölümünden sonra Hiram Bey'in "Amerika'da 4 yıl istihbarat eğitimi gördüğü" gibi. Hiram Bey'in, Fabrikatör'ün çalışmalarını dikkatle izlediği belki de Teşkilat'ta bile başkalarının bilmediği bazı karşı operas­ yonlarla Fabrikatör'e sızdığı muhakkaktı. Aksi takdirde, emin ol­ ması sunduğum ve sunacağım kanaatleri açıklamazdı. Onun ev­ rakları arasında bu konuda birçok ilginç belge çıktı. Şimdi bun­ lardan, şu anda yayımlanması kabil olan birini aşağıda açıklaya­ cak, arkasından Hiram Bey'i konuşturup bu konudaki görüşünü aldıktan sonra, konuya şimdilik son vereceğim. Belge, Haziran 1987'de dört kişinin bulunduğu bir görüşme ile ilgiliydi. Görüşmenin ağırlığı iki "temsilci" arasında geçiyor­ du. Fabrikatör'ün Ankara Temsilcisi Hasan Yalçın ve Filistin Kurtuluş Örgütü Türkiye Temsilcisi Abu Firaz, Kaynak, görüş­ me ile ilgili bazı yorumlarda da bulunmuştu. Büyükelçi statüsündeki Abu Firaz, Türkiye'ye, Filistinlilerin Ankara'daki Mısır Sefaretine yaptığı baskında arabuluculuk yap­ mak için gelen heyetteydi. Hani şu İçişleri Bakanı'nın teröristler­ le öpüştüğü meşhur olay. Kanaatimce Türkiye'nin böyle bir arabuluculuk için Filistin­ lileri çağırması yanlış ve hükümranlık haklarına aykırı bir dav­ ranıştı. Filistinliler, arabuluculuğu pazarlık konusu yaparak kar­ şılığında uzun zamandan beri arzuladıkları "Ankara'da Temsilci­ lik" açılmasını gündeme getirdiler. Teklifleri kabul edildi. Olayda bilinmeyen bir yön vardı. Arabuluculuk için gelenler­ den Abu Firaz, bizzat bu eylemin bir parçasıydı. Daha önce bir grupla aynı eylemi gerçekleştirmek için Türkiye'ye gelmiş, alı­ nan güvenlik tedbirleri nedeniyle eylemi yapamamışlardı. Silah 76 ve patlayıcılar Gebze tarafında bir çiftlikte muhafaza ediliyordu. Firaz bombalı mektuplar ve sabotaj konusunda deneyimli bir F i ­ listin gerillasıydı. Türk teröristlerinden birçok talebesi vardı. Abu Firaz, Türkiye'de Suriye ve Abu Nidal Örgütü'ne müte­ veccih bir çalışmada bu örgüt mensuplarının yanında yer almış ve MİT'e, emniyete, özellikle Hiram Bey'e ateş püskürmüştü. Bu tutumu bizleri şaşırtmıştı. Zira o tarihte F K Ö , Suriye ve Abu N i dal'e düşmandı. Hiram Bey FKÖ'ye sempati ile bakıyordu. Hat­ ta FKÖ'de Beyrut'tan tanıdığı üst düzeyde dostları bile vardı. Olay garipti. İşte daha sonra temsilci olan ve Hasan Yalçın'la görüşen kişi bu Abu Firaz'dı. Acaba aralarında ne gibi müşterek bir konu var bir bakalım: (Hasan Yalçın, Abu Firaz'a rapor olayı ile ilgili gelişmeleri anlattı) Hiram Abas gidecek. Şimdi ambargoları kaldırabiliriz. Hiram Abas gideceği için bu haberler haber olmaktan çıktı. Bunları bir an evvel yapmamız faydalı olacak. Rapor konusunu inceleyen komisyonun teftiş neticesine göre Mehmet Eymür MİT'ten atıldı. Atilla Aytek'in başka yere tayini çıktı. Hiram Abas resmen emekliye ayrıldı. Emekli edilmeye zorladı. Çeşitli gazeteler Teftiş Kurı4.uJ3aşkanı Kutlu Savaş'ın Mehmet Eymür ve Atilla Aytek'in hakkında hapsi gerektirecek derecede suç bulunduğuna dair haberler verdiler. Hiram Abas'in durumu ise daha kötü. Çünkü artık hükümetin himayesi altında değil. MOSSAD ile ilişkileri iyice çıktı, afişe edildi. 1-2 ay zarfındaküm iliş­ kiler iyice ortaya çıkacak ve sonra muhtemelen unutulacak. Do­ layısıyla size konan ambargonun ortadan kalkacağını tahmin edersiniz herhalde." (Abu Firaz) "Size daha önce söylemiştim. Hiram Abas bu işi yırtma süreci içinde. Biz ona nasıl darbe indireceğimizi biliyo11 ruz. (Abu Firaz'ın kullandığı 'biz' lafından kimleri kastettiği an­ laşılmadı) Hitam Abas'ın kendi ulusu çıkarlarına çalışmadığını biliyoruz. Bu da bize bu adama karşı bir şeyler yapılması için fırsat doğurdu. Perinçek bana daha önce bu adamın kalıcı olduğunu söylemiş­ ti. Fakat ben inatla gidecek demiştim. Eğer bir iki hafta önce Hiram Abas aleyhine böyle şeyler yayınlasaydık tersine sonuç alınır ve Hiram Abas lehine kamuoyu oluşurdu ve en az 1-2 yıl daha ka­ lırdı. Bugün de bu kanaatimi muhafaza ediyorum. Emekliliğini imzalamadan önce yapılacak bir yayın ona yardımcı olur. Emek­ liliğini geciktirir. Daha önce ben size onun gideceğine dair elimde bilgiler var demiştim. Fakat içeriğini söylememiştim. Bu hikâye eski ve çok önemli, Kenan Evren de bu konuyla doğrudan bağlantılı. Bu ko­ nuda bir hata yapılması Sayın Cumhurbaşkanı açısından çok yanlış olur. Çünkü onun samimi olduğuna inanıyoruz. , Gerek İsrailliler, gerekse ABD'liler bu adamın kalması için uğraşıyorlar. Şimdi biz bir hata yaparsak bu adam gitmez. Cum­ hurbaşkanı bize vaatte bulundu. (Herhalde Hiram Abas ekibinin tasfiye edileceğine dair bir vaat.) Şimdi biz onun vaadini hiçe sayarak bir de basın yoluyla baskı yapmak istemiyoruz." (Hasan Yalçın aleyhteki yayınların hemen yapılması konu­ sunda ısrar ediyor.) "Hiram Abas'ın gideceğini sizinle birlikte yapılan bir istişareden sonra, bundan 1-2 ay önce yazmıştık. Na­ sıl olsa emekliliğini istedi artık. Süreç geri dönmez. Bu nedenle biz sizden aldığımız bu haberleri başka bir tarzda belirtiriz. Bu haberlerin şimdi kullanılması çok iyi olacak." (Abu Firaz düşünceli ve mütereddit. Sözlerini seçerek konuşu­ yordu. Ağzından çıkanların kendisini zor duruma düşürmesinden endişeli.) "Şimdi Cumhurbaşkanı durumu bütün ayrıntılarıyla bili7S yor. Bizim elimizdeki şeyleri biliyor. Eğer 2000'e Doğru'dan birta­ kım şeyler yazılırsa, Cumhurbaşkanı da Başbakan da benden çıktı­ ğını bilirler ve benim hakkımda Yaser Arafat'a şikâyette bulunabi­ lirler. Bu nedenle lütfen benim adımı kullanmayın. Keza İsrailliler de artık Hiram Abas'ı bıraktılar (daha önce kalması için uğraşıyorlar demişti) ve yerine bir başka şahsın gel­ mesine çalışıyorlar. Bu adam Rüştü Naiboğlu olabilir. Biz bunu engellemeye çalışacağız. Onlar da ortalığı sessizce takip ediyor­ lar. O bakımdan Hiram Abas hakkında bunları yayımlamanın za­ manı değildir." (Hasan Yalçın, Abu Firaz'a tasvip etmediği hususları yazma­ yacaklarına dair garanti verdi.) "Bizim istediğimiz, bu haberler ilk kez 2000'e Doğruda çıksın. Bu haberi kullanacağımız zaman haberleşelim ve ilk biz verelim. Bu bizim hakkımız değil mi? Biz yazdıklarımızı size göstereceğiz, işinize gelmezse yazmayız." (Hasan Yalçın Sabah gazetesinin Hiram Abas ile yaptığı rö­ portaja değindi.) "Hiram CIA'nın kurbanı olduğunu ifade edi- • yormuş Güngör Mengi'ye anlatırken. Hiram Abas'ın CIA tara­ fından harcandığı söyleniyor. Gerekçe olarak Türkiye aleyhine düzenlenen fesatça tertipleri ve espiyonaj faaliyetleri gösterili­ yor. Bu gazete DYP'nin burjuvazi karakterini yansıtıyor. (Abu Firaz) "Korkarım ki Demirel'in kendisine Hiram Abas tarafından oyun oynanacak. Neden bu insanlar Hiram Abas'ı korumaya çalışıyorlar?" (Hasan Yalçın) "Geçen hafta Hiram Abas'ın emekli olacağı­ nı söylemiştik, bu gerçekleşti. Ayrıca Türk burjuvazisi üst kade­ mesi ikiye bölünmüş durumda. Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı. Bölünme şu şekilde. Hükümet, Hiram Abas, Mehmet Eymür, Atil­ la Aytekler bir tarafta. Yani tasfiye edilenler hükümetin kanadı altında. Öbür tarafta Cumhurbaşkanı ve onun servisi var. Savaş 7l) bunların arasında cereyan ediyor. Tekrar dönebileceklerini tah­ min etmiyorum. Bu anı kaçırırsak iş soğumuş olacaktır. Çok gü­ zel idare etmek lazım. Cumhurbaşkanı ile görüşme imkânı olsay­ dı kesinlikle darbe vurulmasını isteyecektik." (Abu Firaz) "Sahip olduğum malzemenin unsurlarını dikkat­ li şekilde kullanabilirsiniz. Fakat lütfen beni karıştırmayın. Bu işin ucu bana dokunmasın. Birinci olarak Hiram Abas'ın, Ara­ fat'a gönderdiği 'Abu Firaz'ı buradan alın, size Türkiye olarak her türlü kolaylığı sağlayacağız" mesajını kullanın. FKO'yü Arafat ile beni ismen zikretmeyin. Yoksa anlaşılır. Bir Arap dip­ lomat ve bağlı olduğu makamlar deyin. Bunu ilgili olan kişiler anlar. Ayrıca Hiram Abas'ın Alia Levin ile buluşması ve 4 Filis­ tinli genç aleyhine komplo tezgâhlanmasını yazabilirsiniz. Bunu tamamen özel kaynaklardan aldığınızı söyleyin. Esas hedef FKÖ Temsilciliği'nin kapatılmasını sağlamak ve Türkiye-FKO ilişki­ lerini koparmaktı. Bu tamamen Bay Komplo'nun (Hiram Abas'tan 'Bay Komplo' olarak bahsediyor) işi idi. Hiram Abas'ın yerine Rüştü Naiboğlu denilen şahıs gelecek herhalde." (Hasan Yalçın) "Bu şahsın getirilmesinin muhtemel olduğu söyleniyor. Hiram Abas'ın MOSSAD ile ilişkisi olduğuna dair başka ilave edecek bir sözünüz var mı?" (Abu Firaz) "14 Şubat 1987 tarihli Güneş'te Abu Firaz gitti, bir daha Türkiye'ye dönmeyecek diye bir haber çıkmıştı. Tüm bunları Hiram Abas yazdırmıştı. Bunları kim yazdırdı diye sora­ bilirsiniz. Bundan bir gün önce Mehmet Barlas ile Hiram Abas birlikte yemek yemişlerdi. Mehmet Barlas, Hiram Abas'ın çok yakın arkadaşı." Herhalde bu ilginç görüşme, Fabrikatör'ün maksatlı yayımla­ rının yabancılarla birlikte nasıl hazırladığı hakkında i y i bir fikir vermiştir. Fabrikatörün Ankara Temsilcisi Hiram Bey için 80 "MOSSAD ile ilişkileri iyice çıktı, afişe edildi. B i r - i k i ay zarfın­ da tüm ilişkiler iyice ortaya çıkacak" diye F K Ö temsilcisini provoke ederken, F K Ö temsilcisi de A l i a Levin diye hayali bir isim ortaya atarak Hiram Bey'in bu şahısla komplolar düzenlediğini iddia ediyordu. Keza Hiram Bey'in gazeteci Mehmet Barlas'la ne yakın arkadaşlığı ne de birlikte yemek yemişliği vardı. Yalçın-Firaz görüşmesinden sonra sözü Hiram Bey'e bıraka­ lım." "1978'de Aydınlık gazetesi yayınları mevcuttur. Bu Aydınlık gazetesinde benim evimin de fotoğrafını çıkardılar. Benim tale­ belik fotoğrafımı çıkardılar. Ben işkenceci olarak gözüktüm. Bu ruhi bozuklukla köpeklerimi kurşuna dizen bir adam olarak gö­ züktüm, vs. Bu hemen Sabahattin Savaşman'ın yakalanmasından sonradır. Sabahattin Savaşman olayında yakaladım ve güzel bir operasyondu ve ondan sonra bu yayın hemen başladı. SORU: Solcu Perinçek'in Amerika hesabına casusluk yapan bir adamı yakalayan kişiye hasmane bir tutum alması çelişki değil mi? Evet... Yalnız Perinçek'in çok iyi etüt edilmesi lazımdır. Başbakanla yaptığım Suriye seyahatinden sonra bu sefer MIT içerisinden bir sivilleşme hikâyesi ortaya atıldı ve aday ola­ rak gösterildim. ...Yine bir odak noktası haline geldiğim anda da, tekrar 2000'e Doğruda yayınlar başladı. Suriye seyahatin­ den sonra aleyhimde yapılan yayınlarda, bütün Aydınlık hikâye­ lerini tekrarladılar, başka bir şey yok... Ve sonuçta da bu sivil­ leşme hikâyesi herhalde kendilerini fevkalade rahatsız etti, tek­ rar üzerimize geldiler. Bunlar 1978'de MİT hakkındaki yayınlarla MİT'i pasif duru­ ma sokabildiler. 11 10 Haziran 1998 tarihli Sabah gazetesi. 81 ' SORU: Başardılar mı? Evet... Sadece kısa süre için basardılar. Bunu kabul edebilir­ siniz, başardılar... Şimdi 1978-88'deki benim aktivitemin yönelt­ mek istediğim yerler, kurduğum daire, çalışmalar, Güneydoğu'da biraz terörün azalması... Ve PKK faaliyetine bakarsanız, PKK faaliyeti Güneydoğu'da bir eylemdir. Ama esas büyük faaliyet Avrupa'da... Ermeniler gibi beynelmilel sahada muvaffak ola­ caklar. Para bütünüyle Avrupa'dan gelmektedir. Bu çapta bir fa­ aliyetin tek başına bir Güneydoğu olarak düşünülmesi hatalıdır. Ve ben bunun için çok geniş çapta bir çalışma gerektiği kanısın­ dayım. PKK sadece bir terör faaliyeti değildir. PKK Türkiye'yi bölme faaliyetidir. PKK Avrupa'daki Kürtleri, Kürt asıllı Türkle­ ri bölme faaliyetidir. Bunun bir bütün halinde görülmesi lazım. Ve ona göre mücadele lazım. Görev kime düşüyor? Başta bize... Politik faaliyeti Dışişleri Bakanlığı yapar ama, bize düşüyor ya­ ni eski bize. Ben bunu koruyorum. Yani neticede herhalde yine sıkıntılar başlamıştır malum yerlerde ve bunun neticesinde Do­ ğu Perinçek yine üzerime geldi. Doğu Perinçek iyi bir kafa, kabul etmek lazım. Ve bunun ya­ nında bazı başka şeyler de yapıyor. Mesala benim hakkımda yaz­ dıracağı, yazacağı bazı yazılar olursa, öğrendiklerime göre, dış ülkelerden yayımlattırıyor. Ordan iktibas ediyor, suça da girmi­ yor. Şimdiye kadar ben Doğu Perinçek'in yazdıkları üstüne hiç gitmedim. Benim hakkımda yaptığı en büyük suçlama, ağrıma giden bir suçlama benim CIA ajanı olduğum, CIA tarafından ye­ tiştirildiğim, bunun yanında MOSSAD'la çok yakın ilişkiler içe­ risinde olduğum vs. Bu bir iddiaydı* üzerinde durmadım. Çünkü ben mesleğimle devletime karşı sorumluyum. Kendimi müdafaa etmek için daha fazla afişe edemem. Aldırmadım da." 82 Bu kitabın yazıldığı, 1990'ın son, 1991'in i l k aylarında, Fab­ rikatörün yeni tertip ve kışkırtmalar içine girdiğini, bazı düzme­ ce telefon ihbarlarına dayanarak yayınlar yaptığını, Aydınlık dö­ neminde yayımlamış oldukları birtakım sansasyonel yalan ha­ berleri aynı resim ve aşağı yukarı benzer laflar kullanarak yine­ lediklerini, birtakım insanların ağzından çıkmış gibi yorumlar vererek tüm dünyanın ve Türkiye'nin kritik günler yaşadığı şu günlerde, ülke zararına çabaya ve bitmeyen hastalıklı kampan­ yaya devam ettiklerini i l g i ile izliyorum. Kanaatimce Fabrikatör basit bir yıkıcı yayın olarak düşünül­ memeli, ilgililerce konu bir espiyonaj faaliyeti olarak ele alınıp, arkasındaki güçler her kimse, deşifre edilmeli, faaliyet tamamen bir casusluk faaliyeti olarak dikkate alınmalıdır. Ayrıca adli ma­ kamların da, Fabrikatör'ün sorumluları hakkında, Hiram Bey ve birçoğunun cinayeti ile i l g i l i olarak, yayın yolu ile cinayete az­ mettirmekten soruşturma açması gerekir düşüncesindeyim. 83 III DOĞU PERİNÇEK'ÎN "EYMÜR'ÜN ANILARI"NA YANITI Gazetenizde yayımlanan "Mehmet Eymür'ün anıları" dizisinin 25 ve 26 Mayıs 1991 tarihli, "Fabrikatör" ve "Fabrikatör açık ve­ riyor" başlıklı bölümleri beni, başında bulunduğum yayın organ­ larını ve Sosyalist hareketi hedef alıyor, psikolojik harekât mer­ kezlerinde üretilen yalanları içeriyor. Dizide ismim "Güney Sa­ dık" diye değiştirilmiş. Gerek seçilen bu ad, gerekse öz geçmişim, siyasal kimliğim ve konumumla ilgili her türlü ayrıntının verilişi, isimleri saklı tutmak gibi düşünceyle hareket edilmediğini yeteri kadar ortaya koyuyor. Böyle bir yola başvurularak MİT'çi Ey­ mür'ün itiraflarına esrarengiz bir hava verilmiş, suçlama bu yön­ temle ağırlaştırılmıştır. Adımızın mertçe yazılmasını yeğlerdik. CIA'nın ve MİT içindeki adamlarının iftiralarından korkmayız. Korkmadığımızı, Eymür'ün bizim hakkımızda yazdıklarını daha Milliyette çıkmadan2000'e Doğrunun 19 Mayıs 1991 tarihli 12. sayısında aynen yayımlayarak kanıtladık. Şimdi Milliyet okuyu­ cularının gerçekleri öğrenmesine yardımcı olmak üzere bu açıkla­ mayı yayımlamanızı rica ediyorum. 85 A l t ı Karşılaşma Biz Aydınlıkçılar Hiram Abas-Mehmet Eymür'lerle i l k kez, onların verdiği adla Kontrgerilla işkencehanelerinde tanıştık. Onlar CIA'dan öğrendiklerini uygulayanlar, biz de operasyonun hedefleri olarak. İkinci karşılaşmamız, Lübnan Nahrel Bared'deki F K Ö kam­ pında. Dokuz arkadaşımız, Savaşman'ın anılarında belirtildiği gibi, Hiram Abas'ın M O S S A D ile işbirliği sonucu bir İsrail as­ keri baskınıyla şehit edildiler. B i r i de esir edildi. 1978, 1979, 1980 yıllarında Aydınlık gazetesinde Kontrgerilla kampanyalarıyla faaliyetlerini sergiledik. Hiram Abas, bizi bir süre "pasifize ettiler" diye değerlendirdi ve bu üçüncü karşılaşmaydı. Dördüncü karşılaşma, 12 Eylül döneminde. Özellikle Kontrgerilla'yı açığa çıkardığımız için hapislere atıldık, bir kısım ar­ kadaşımız işkence gördüler. Beşinci karşılaşma, M İ T raporunu açığa çıkarmamız. Abas ve Eymür'lerin meslek hayatlarına hiç olmazsa resmi planda son verdik. Abas, " M İ T ' i ikinci kez birkaç y ı l için felce uğrattılar" diye değerlendirdi. Altıncı karşılaşma, Körfez kriziyle başladı ve devam ediyor. Onlar gene A B D ' n i n Ortadoğu harekâtının istihbarat elemanları ve biz gene ABD'ye direnen yurtsever güçlerin parçasıyız. A B D ' n i n istikbali hiç de parlak görünmüyor. Savaşman, C I A - M İ T İ ş b i r l i ğ i n i Sergiledi Önce Savaşman olayı, Sabahattin Savaşman M İ T ' i n önde ge­ len şeflerindendi. CIA'ya bilgi verirken yakalandı, mahkûm ol86 du. Eymiir, anılarında bizim, Aydınlık gazetesinde Savaşman'ı savunduğumuzu söylüyor. Patronu Hiram Abas ile birlikte Sa­ vaşman'ı yakalamışlar, biz de takdir edecek yerde kendilerine saldırmışız! Aydınlık'ın Kontrgerilla yayını Eymür'ün göstermek istediği gibi Hiram Abas'ın sergilenmesinden ibaret değildir, ya­ yın Hiram Abas'la da başlamadı. Aydınlık, 1978, 1979, 1980 yıl­ larında aralıklarla süren kampanya boyunca C I A işbirlikçisi bir provokasyon ve işkence örgütünü bütün önemli şefleriyle, çalış­ ma tarzıyla ve suçlarıyla halkın önüne getirdi. Abas ve Eymür bu yayından suçları oranında yer buldular. Aydınlık, 9 Ağustos 1978 günlü yayınında Savaşman olayının püf noktasına dokundu. 30 Temmuz 1979 tarihinden başlayarak ye­ di günlük bir dizi halinde de Savaşman'ın anılarını yayımladı. Sa­ vaşman, C I A ajanı olduğunu inkâr etmek şöyle dursun, anılarında bütün açıklığıyla itiraf ediyor. Soru şuydu: CIA tarafından örgütle­ nen, elemanları CIA okullarında eğitilen, CIA'ya resmen ve en yük­ sek görevlileri eliyle istihbarat taşıyan, bu iş karşılığında elemanla­ rı CIA'dan maaş alan M İ T , nasıl ve niçin bir Amerikan casusu ya­ kalamıştı. CIA ile M İ T arasındaki ilişkinin niteliği ve boyutları he­ le bugün iddia konusu değil, kitaplar yazılarak kanıtlanmış gerçek­ lerdir. Eymür de, anılarında bu olguyu itiraf etmektedir. Aydınlık bir gerçeği ortaya çıkardı: CIA, en sadık, en çok gelecek vaat eden adamları Hiram Abas'ların yolunu açabilmek için Savaşman'ı feda etmiştir. Savaşman olayı, daha önemli bir CIA ajanının yükseltil­ mesi için ötekinin harcandığı bir C I A operasyonuydu. Operasyonla Abas ve adamları itibar kazanacak, birtakım yerlerin gözüne gire­ ceklerdik Aydınlık, bu gerçeği saptadı ve yazdı. Savaşman'ın Aydınlık'ta çıkan anılarını önümüzdeki dönem­ de kitap olarak da yayımlayacağız. Herkes C I A ile M İ T ilişkile­ r i n i somut bilgilerle bir kez daha okuyacak, öğrenecek. Bu anıS7 lar, Eymür'ün iddia ettiği gibi Savaşman'ı masum göstermiyor. Tam tersine MİT'in nasıl bir CIA şubesi gibi çalıştığını, önde ge­ len şeflerin CIA'nın gözüne girmek için nerelere kadar eğildik­ lerini, Abas'ların İsrail Gizli Servisi MOSSAD başta olmak üze­ re emperyalist ve faşist istihbarat örgütleriyle hangi ilişkileri ge­ liştirdiklerini sergiliyor. Savaşman, "hepimizin, her zaman yap­ tığımız işi yaptığım sırada beni neden cezalandırıyorlar" diye şaşmaktadır. Unutulmasın, Savaşman MİT'in üçüncü adamıydı. Bu bile CIA'nın MİT'i hangi düzeylerde ele geçirmiş olduğunu kanıtlamaya yeter. CIA'nın "Our Boys"unun Hedefiydik Mehmet Eymür, Milliyet'te çıkan anılarında, Turan Çağlar'dan da söz ediyor. Turan Çağlar, Kontrgerilla yayını sırasın­ da Aydınlık'^ bilgi veren yüzlerce kaynaktan biriydi. Belirtildiği­ ne göre Amerikalılara ve İngilizlere casusluk yaparken yakalan­ dı, mahkûm oldu. Turan Çağlar, daha sonra arkasında büyük kuşkular bırakan bir şekilde cezaevinde öldü. Eymür, bizim bu olay karşısında suskun kaldığımızı söylüyor. Suskun kalmadık, susturulmuştuk. Olayın tarihi 1983. Aydınlık generaller tarafın­ dan kapatılmış, Aydınlıkçılar ya hapiste, ya aranıyorlar. Aslında bu bile Eymür'ün iftirasını çürütmeye yeter. 12 Eylül'de CIA'nın "our boys" yani "bizim oğlanlar" dediği generaller darbe yaptı­ lar. İlk icraatları Aydınlık'\ kapatmak oldu. 12 Eylül, on sene bo­ yunca bizden Kontrgerilla yayınımızın hesabını sordu. Ben ve arkadaşlarım 12 Eylül döneminde yıllarca hapis yattık, işkence gördük. CIA ajanı yakalamış kahraman MİT'çiler ise "our boys"un emrinde devrimci avını sürdürdüler. 88 Bize sorgularda, başsavcı ve polis şefleri, Kontrgerılla ya karşı mücadelemiz nedeniyle 12 Eylül rejiminin hedefi olduğu­ muzu açıkça söylediler. Biz özellikle 1980'e doğru Sovyet sosyal emperyalizmine karşı Batı istediği için değil, Marksist ve anti-emperyalist oldu­ ğumuz için kararlı bir tavır aldık. Sovyetler Birliği gerçeği bu­ gün herkesçe görülüyor. Yandaşlarının Marksizmi bırakması da görülüyor. Sovyetler Birliği'ndeki devlet tahakkümü ve yayılma­ cılığına karşı mücadeleci tavır Marksizmi yaşattı. Nitekim bu­ gün ABD ile koyun koyuna olan Sovyet yöneticileri ve yandaş­ larıdır. Onlar, Hiram Abas'lar ve Eymür'lerle buluştular. ABD Tatmazsa İngiltere Mehmet Eymür ve arkasındakiler bize Amerikancılık bulaştıramayacaklarını biliyorlar. Bu nedenle olmalı, bir de İngilizcilik suçlaması yedeklemişler. Eymür'ün komik bir masalı var. Sonradan Aydınlık'ın Sorumlu Müdürü olan Aydoğan Büyüközden'in 12 Mart 1971 darbesinde, "Robert Koleji'nde görevli bir İngilize ait lojmanda telsizlerle ve başında perukla yakalandığı­ nı" söylüyor. Yalan. Bir kez, Aydoğan Büyüközden o lojmanda yakalanmadı. İkincisi, o lojman İngilize ait değildi. Robert Koleji'nindi. Öğretmen ve öğrencilere ayrılmıştı, üç katlıydı. Bizim davamızda yargılanan bir öğrenci, lojmanın bir katında kalıyor­ du. İngiliz öğretmene ise, Kolej, lojmanın başka bir katını ver­ mişti. Bütün bunlar, MİT, savcı tarafından araştırılıp iddianame­ ye geçmiş olaylardır. Aynı suçlamayı, geçtiğimiz günlerde Tuz­ la cinayetinin sanıkları olan polislerin avukatı olarak mahkeme­ ye verdiği bir dilekçede Necdet Küçüktaşkıner yaptı. Taşkıner de Aydınlık'ın açığa çıkarıp teşhir ettiği bir işkencecidir. 1 Mayıs 89 katliamı tertibindeki rolü Aydınlık'ta açıklanmıştır. Eymür'le ay­ nı zamanda, aynı iddia ile ortaya çıkması psikolojik harekâtı ele veriyor. Eski işkenceciler tertibin aleti olarak sahneye sürülüyor­ lar. Ama ellerinde malzeme yok. O da Olmadı, Almanya Mehmet Eymür, Hiram Abas'a dayandırarak Nuri Çolakoğlu'nun Almanlarla ilişkili olduğunu öne sürüyor. Çolakoğlu 1980 öncesinde Aydınlık'ın bir mensubu olduğuna göre Aydınlıkçılar A l ­ manlar hesabına çalışıyor olabilirlermiş. Eymür'ün mantığı bu. Suçlamaları işte bu kadar pervasız ve bu kadar ucuz. Milliyet, biz­ lere yönelik Almanya suçlamasını veriyor, fakat Eymür'ün bu suç­ lamanın kanıtı olarak Çolakoğlu hakkında yazdıklarını garip bir şe­ kilde yayımlamaktan kaçınmış. Ancak, Eymür'ün iftiralarını sergi­ lemek ve yerine oturtmak için bunu biz gündeme getiriyoruz. Çolakoğlu, 1980 öncesinde Aydınlık'ta. çalıştı ve T İ K P üye­ siydi. 12 Mart'ta tutuklandı, işkence gördü, hapis yattı. 12 Eylül'de bizimle ilişkisini kopardı. 1980 sonrasında ilişkileri konu­ sunda bilgimiz yoktur. Uzun bir süre Milliyet'te çalıştı. Daha sonra Özal tarafından TRT'nin Genel Müdür Yardımcısı yapıldı. O günlerde Bakan Adnan Kahveci, Çolakoğlu'nun M İ T ' t e k i dos­ yasının "temizlendiğini" açıklamıştı. Biz, Çolakoğlu hakkında şimdi de kesin bir hüküm belirtmiyoruz. Ancak CIA'nın ve öte­ ki emperyalist istihbarat örgütlerinin devrimciler arasına ajan soktuklarını biliyoruz. Bunlardan bazılarını da teşhis edip içi­ mizden almışızdır. Eymür de patronu Hiram Abas'ın Aydınlık'a sızmak için nasıl çabalar harcadığını anılarında yazıyor. Yaban­ cı istihbarat örgütlerinin casuslarını yakalamak devletin görevi. Bu Hiram Abas'lar, Mehmet Eymür'ler de güya böyle görevler­ di) de bulunmuşlardır. Çolakoğlu ile i l g i l i kuşkulan var idiyse ay­ dınlatmamış olmak onların suçudur. Arkadaşımız Hasan Yalçın bunu kendisine söylediğinde Eymür cevap verememiştir. Eymür, Çolakoğlu Aydınlık'ta. muhabir olarak (yönetici değil) çalıştığı için bizimle Almanya arasında bağlantı kuruyor. Peki Çolakoğlu hem de 1980'li yıllarda Milliyet'te üst düzeyde görev yaptı. O zaman aynı mantık Milliyet için geçerli olmaz mı? Mil­ liyet pekâlâ Nuri Çolakoğlu'na da bir kod ismi vererek i l g i l i bö­ lümleri yayımlayabilirdi. Görüldüğü gibi ipsiz sapsız bir muha­ keme hiç kimseyi masum bırakmaz. Almanya ile bağlantı suçlamasının bir kanıtı da P K K oluyor. Bırakalım bizimle P K K arasında bir organik bağ bulunmayışını, bu örgütün Avrupa yöneticileri yıllardır Almanya zindanlarında hücrelerde yatırılıyor. Olmadı, " F K Ö Casusu" Bir istihbarat örgütüne sempati duymayı şerefsizlik sayan bir ideolojiye ve pratiğe sahibim. B i z i suçlamaya kalkanlar ise CIA'ya hayranlıklarını kendi kalemleriyle açıklıyorlar. Mehmet Eymür Milliyet'te şunu yazıyor: "Hiram Bey, Amerikalılara, İ n ­ gilizlere, Fransızlara, Almanlara veya Batılı diğer ülkelere düş­ man mıydı? Hayır. Bu büyük ülkelere ve onların dünya çapında operasyonlar yürüten kuvvetli istihbarat teşkilatlarına sempati ile baktığını ve onların Türkiye ile yakın işbirliğine inandığını rahatlıkla söyleyebilirim." Bunu rahatlıkla söyleyebilenler, ömürlerini Amerikan emperyalizmine, CIA'ya onun M İ T içinde­ ki adamlarına karşı mücadele ile geçirmiş olanları nasıl oluyor da suçlayabiliyorlar? Ben ve arkadaşlarım, 1970, 1980 ve 1990'larda son üç kuşakla işkencehaneleri ve hapishaneleri paylaşan az sayıda insanlar arasındayız. 25 yıllık çizgisi ve mücadelesi belli bir hayattır bu. 91 Hiram Abas ve ekibi CIA'nın adamlarıydılar, ilişkilerini bir "sempati" ve "işbirliği" ilişkisi gibi göstermeleri yanlıştır. Aydın­ lık ve 2000'e Doğru birçok haberleriyle bu gerçeği kanıtladı. Fi­ listin Devleti'nin Ankara Büyükelçisi Abu Firaz, Hiram Abas'ın CIA ve MOSSAD ile ilişkilerini kanıtlarıyla 2000'e Doğru'ya, bizzat bana anlatmıştı. Bu nedenledir ki Abas ve adamları bizi "FKÖ'nün casusu" gibi de göstermeye çalıştılar. Aynı şeyi Meh­ met Eymür de söylüyor anılarında. Biz o zaman da söyledik, şimdi de söylüyoruz; casusluktan nefret ederiz. Ezilen halkların yanındayız, onların mücadelesini desteklemekten şeref duyarız. Herkes safını açıkça ilan ediyor. Yalnız roller farklı. Hiram Abas, Mehmet Eymür ve arkadaşları 12 Mart'ta Ziverbey işkencehanesini çalıştırdılar. Amerikancı 12 Mart darbesi hesabına devrimcileri öldürdüler. Mehmet Eymür anılarında Ulaş Bardakçı'lara, Mahir Çayan'lara, Ziya Yılmaz'lara karşı Amerika adına yürüttükleri kanlı operasyonları kahramanlık öy­ küsü gibi ballandınd ballandıra anlatıyor. 12 Eylül'den sonra Hi­ ram Abas ve Mehmet Eymür'ün ülkücü cinayet mahkûmlarını örgütleyerek Ortadoğu ve Avrupa'da karanlık işlere giriştikleri de bilmiyor. Beyrut'ta MOSSAD'la birlikte yaptıkları operas­ yonları da 2000'e Doğru'da. yazdık. Hep ABD'yle ve Özal'la Birlikte Hiram Abas ve ekibi, her dönemde Amerika'nın ve Türki­ ye'deki en Amerikancı takımın adamı oldular. Son olarak Özal'ın hizmetindeydiler. Özal'ın Amerika karşısındaki konumunu be­ lirtmeye gerek var mı? Abas ve Eymür, Zeynep-Asım olayında Özal'ların özel "sorunlarını" bile MİT'in olanaklarıyla çözmeye soyunmuşlardı. Rakiplerini haklayabilmesi için Özal'a ünlü MÎT raporunu hazırladılar. Bu rapor da 2000'e Doğru tarafından açı- 92 ğa çıkarıldı. Abas'lar ödül olarak M İ T ' i n başına getirilmeyi umu­ yorlardı. Kaybettiler. Özal bütün çabalarına rağmen Abas ve Eymür'ün tasfiye edilmesini önleyemedi. Abas, MİT'ten ayrıldıktan sonra da Amerika ve Özal hesabına çalışmayı sürdürdü. Eymür'ün anılarında, "Yüce Makam" dedikleri Özal'a raporlar ver­ meye devam ettikleri, rapor örnekleriyle anlatılıyor. Abas, Özal tarafından çok önemli bir göreve getirilmeyi ummaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Eymür buna tanıklık ediyor. Aydınlık ve 2000'e Doğru, bu ekibi her zaman suçüstü yakaladı ve gerçek kimlikleriyle halkın önüne çıkardı. Bunu Abas, "odak noktası haline geldiğim anda" diye ifade ediyor, Eymür ise "Hiram Bey'in yükselme ihtimali olduğu tüm devrelerde" diyor. Nefret­ lerinin kişisel sebebi budur. Eymür'ün Doğruları Eymür'ün yazdıklarında doğrular da var. Şöyle diyor: "Fabrika­ tör görevini en iyi şekilde yerine getirmiş ve zamanın Başbakanı bi­ le etkilenerek 'kontrgerilla işkence' edebiyatına katılmıştı. M İ T , po­ lis pasifize edildi. M İ T sorgulardan çekildi. Özel Harp Dairesi sıkı bir denetim altına alındı." Hiram Abas ise şunları söylüyor: "Bun­ lar 1978'de M İ T hakkındaki yayınlarla M İ T ' i pasifize duruma soka­ bildiler." Gerçeğin önünde şapka çıkarırız! Aydınlık kimi pasifize etmiş? İşkencecileri. K i m i n denetim altına alınmasını sağlamış? Türk Gladiosu'nun. Tüm NATO ülkelerinde Gladioların CIA'ya bağlı olarak kurulup faaliyet gösterdiğini kanıtladı. Ama Türk Gladiosu hâlâ işinin başında. Saflar bir kez daha beliriyor. Aydınlık ve Aydınlıkçılar Gladio'nun, Kontrgerilla'nın karşısında: Abas'lar, Eymür'ler ise ömür boyu Kontrgerilla! Eymür'ün bizi kimin adına suç­ ladığını biliyoruz. Eymür anılarında sadece Aydınlıkçıları dinmez bir kinle karşısına alıyor. 93 Hıram Bey'in Körfez Politikası Eymür'ün şu satırları bütün tartışmayı noktalayacak nitelikte: "Körfez Savaşı'ndan sonraki gelişmeleri izlerken onu sık sık an­ dım. Hiram Bey Türkiye'nin Ortadoğu'da aktif politika izlemesi­ ni istiyordu. Onun ölümünden kısa bir süre sonra Türkiye, onun düşündüğünden de aktif bir politika içine girdi. Hiram Bey, Tür­ kiye'ye karşı düşmanca tutum izleyen komşu devletlere yönelik olarak onlara karşı olan güçlerin desteklenmesini istiyordu. Son günlerde Talabani ve diğerleri ile vaki temaslar bu arzusunun da yerine geldiğini gösteren emareler." Amerika'nın Türkiye'ye ver­ mek istediği ve Özal sayesinde verdiği rol burada net olarak özet­ lenmiş bulunuyor. CIA, Hiram Abas vasıtasıyla Özal'a danışman­ lık yapmış, yol göstermiş. Sovyetler Birliği'nin diz çökmesinden sonra Amerika gözünü Ortadoğu'ya dikti. Türkiye'yi Güney'e yönlendirmek için bütün adamlarını seferber etti. ABD yanlıları, birkaç yıldır, Türkiye'de bu iş için kolları sıvamış bulunuyorlar. Körfez Savaşı ise Türki­ ye'nin İsrailleştirilmesi planının fırsatını yarattı. Türkiye, kendi kaymakamını İngiliz askerinin tokatlamasına sessiz kalacak du­ ruma düşürülmüştür. Amerika ile birlikte ve Amerika hesabına bölge ülkelerini tehdit ediyor, komşu ülkelerin işgalinde köprü rolü oynuyor. İşte Hiram'ların Türkiye'yi getirmek istedikleri nokta burasıdır. CIA ile işlevlerin buluştuğu yer de burasıdır. Eymür Niçin Piyasaya Sürülüyor? Mehmet Eymür'ün anı yazacağı yoktu. Korktuğunu, adını unut­ turmak istediğini hem çevresine, hem de 2000'e Doğru'ya. söyle­ mişti. Şimdi belli bir odak Mehmet Eymür'ü cesaretlendirip piyasa­ ya sürüyor. "Sivilleştirme" adı altında MİT'in daha da CIA'ya bağ- 94 lanması planı yürürlükte. Asker kökenli MİT mensuplarına saldırı­ ları göz önüne alındığında Eymür'ün anıları CIA'nın "sivilleştirme" operasyonunun bir parçasıdır. Eymür, bu planın sonunda tekrar MİT'te önemli bir yere getirileceğini ummaktadır. Bize karşı girişilen saldırıya gelince açıkça saptıyoruz: Böl­ geye yönelik Amerikan stratejisinin önündeki engel, öncelikle sosyalistlerdir. Bu hedefe karşı girişilen psikolojik savaşa bugünlerde hız ve­ riliyor. Olguları alt alta yazdığımızda bize savaş açan odağın kimli­ ği ve amacı bir kez daha ortaya çıkıyor. Cengiz Çandar'ın MİT mensubu ve Pentagon'un adamı olduğu­ nu ortaya çıkardık. Çandar, bize Eymür'le aynı temaları kullanarak saldırıya geçti. "Yabancı istihbarat örgütlerinin maşası" olabileceği­ mizi söyledi. Güvenlik güçlerini bize saldırmaya davet etti. Eski M İ T işkencecisi Avukat Necdet Küçüktaşkıner, Tuzla cinayetinden sanık polislerin avukatlığını yaptığı mahkeye du­ rup dururken bir dilekçe verip Aydınlık'ı ve bizleri suçladı. Suç­ lamalar Eymür'ünkilerle aynı. Cümleleri bile aynı. Talep de ay­ nı: Devletin balyozu Aydınlıkçıları ezsin. Geçtiğimiz aylarda ise benzer suçlamaları bana MÇP'nin Yeni Düşünce gazetesi, provokatör Murat Ağartıcı'yı kullanarak yönelt­ ti. Eymür'ün Milliyet'teki anılarını kullanarak yeniden suçladı. Şu günlerde, aynı merkezin başka bir faaliyetini tespit ettik. Benim Abdullah Öcalan'la Bekaa'da çekilmiş fotoğraflarım bası­ na ve partilere gönderiliyor. Bir de sunuş yazısı var. Yazının al­ tındaki imza, "PKK İle Dayanışma Politikasına Karşı Bir Grup Sosyalist Partili." Ben Öcalan'la çekilmiş resimlerimi 2000'e Doğru'da. zaten yayımladım. Provokasyon merkezi, devrimciler arasında düşmanlık yaratacağı ve bizi tecrit edebileceği umu­ duyla hareket ediyor. 95 Bütün bu olguların böylesine üst üste gelişini rastlantıyla açıklamak olanaksızdır. Aynı merkezden yürütülen psikoloik ha­ rekâtı teşhis etmek zor değil. Hiram Abas ve Mehmet Eymür'ün cinayet mahkûmu ülkücü­ lerle iç içelikleri sabit. Yeni Düşünce gazetesindeki Ferruh Sezgin gibi elemanların eski Özel Harpçiler oldukları biliniyor. Son olarak M i l l i Güven­ lik Kurulu'na Bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı'nın (TİB) bazı ülkücü subay ve emekli subaylarla nasıl kullanıldığı Fatih Güllapoğlu'nun Tanksız Topsuz Harekât kitabıyla da kamuoyuna açıklandı. TİB daha önce de, beni ve devrimcileri hedef alan, "2000'e Doğru'nun Yayınları ve Gerçekler", "Muhbirlik, Devri­ me İhanet ve Doğu Perinçek" gibi başlıklarla kitapçıklar ve çe­ şitli provokasyon bildirileri çıkardı. TİB, bu yayınlarında, "Tür­ kiye Fikir Ajansı", "Doğrudan Eylem" gibi illegal yayınevi isim­ leri kullanıyor. Eski MHP'lileri kullanan bir odağın saldırısıyla karşı karşıya olduğumuz görülüyor. Mehmet Eymür, bizimle ilgili yazdıklarını tıpkı Çandar, tıp­ kı Taşkıner gibi devlet terörünü kışkırtarak bitiriyor. Güvenlik güçlerini, adli makamları göreve çağırıyor. CIA'nın, CIA'cıların meydan okumalarından yılmayız. Onla­ rın nefreti ve düşmanlığı bizim için en büyük ödüldür. Biz poli­ sin ve MİT'in sorgularından da, adli makamların yargılanmala­ rından da geçtik. Sıkıyönetim'i de, Olağanüstü Hal'i de biliyo­ ruz. İşkencehanede de kaldık, cezaevinde de. Halka hizmetten bizi kimse döndüremedi. Şunu söyleyebilirim: Bugüne kadar ol­ duğu gibi bu kez de komplo, tertipçilerin ayağına dolanacaktır. 9