Besim Atalay:Mizanpaj 1

advertisement
Besim Atalay
DOÇ. DR. PAŞA YAVUZARSLAN
Türkiye ve dünya Türkolojisinde Kâşgarlı Mahmud’un
Divanü Lugati’t-Türk’ünü Türkiye Türkçesine çevirisiyle
Türk dili çalışmalarında adını ölümsüzleştiren Besim Atalay (d. 1882 - ö. 1965) Osmanlı Dönemi medreselerinde
yetişmiş, Uşak’taki on bir yıllık medrese eğitiminden
sonra İstanbul’a gelmiş, öğretmen okulunu bitirdikten
sonra Konya, Trabzon, Ankara ve Maraş’ta öğretmenlik
ve idari görevlerde bulunmuştur. Maraş Millî Eğitim Müdürlüğü sırasında Maraş, Tarihi ve Coğrafyası adıyla bir
kitap yazmış ve Kurtuluş savaşından sonra 1923 yılında Millî Eğitim Bakanlığı
tarafından takdirle karşılanmış ve yayımlanmıştır. Besim Atalay, İçel’deki Millî
Eğitim Müdürlüğü sırasında dönemin Millî Eğitim Bakanı Ali Kemal tarafından
görevinden alınmış, altı ay sonra görevine yeniden atanan Besim Atalay, Atatürk Sivas’tayken buradaki gençlerle Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurmuştur.
Daha sonra memleketi Uşak’a giderek, Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen faaliyetlere katılmıştır. 1920’de kurulan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinde Kütahya milletvekili olarak görev almış ve bu görevi 26 yıl sürmüştür.1
Besim Atalay bu görev sırasında Atatürk’ün izinden bir gün bile ayrılmamıştır. 17 yıl Türk Dil Kurumunda çalışan Besim Atalay, 1949 yılında Türk
Dil Kurumunda gerçekleştirilen bir idari değişiklikle, sayman üyelikten ayrılarak bilim kuruluna seçilmiştir. Bir süre sonra kendi isteğiyle bu görevinden
de ayrılmıştır.2
Besim Atalay’ın Ekim 1951’den sonra Türk Dili olarak çıkan Türk Dil Kurumunun aylık dergisindeki ilk yazısı, “Birkaç Türkçe Kelime”3 başlıklı makalesidir. B. Atalay’ın Türk Dili dergisinde yayımlanan yazılarının hemen hepsi
“Okuyucu Mektupları” başlığı altında, o dönemde Türk Dil Kurumu Yazmanı
1
Sevgi Özel (1983), Besim Atalay, Ankara: TDK yay., s. 12.
age., s. 12.
3
Besim Atalay (1956), “Birkaç Türkçe Kelime”, Türk Dili, 1956/ 58, Ankara: TDK, s. 662.
2
375
700 TÜRK
DİLİ
Agâh Sırrı Levend’e ve yine Kurumun Derleme Kolbaşısı Ömer Asım Aksoy’a
tenkit ve onların cevaplarına karşı cevaplardan oluşmaktadır. Bu yazıların
Türklük bilimindeki sorunların çözümlenmesine pek katkısı olmamakla beraber, dönemin dil politikasını ve dile bakışı yansıtması açısından dikkate değerdir. B. Atalay, “Birkaç Türkçe Kelime” başlıklı yazısında, Türkçenin söz
varlığında yer alan sağlık (<salık) kelimesi ile Türk Dil Kurumunun o dönemde
Türk dilini özleştirme çabalarının bir örneği olan yoksun ‘mahrum’ kelimeleri
üzerinde durmuştur.
B. Atalay, Agâh Sırrı Levend’in Türk Dili’nin 44. sayısında “Öz Türkçeden
Ne Anlıyoruz?” başlıklı yazısında “Miktar” yerine sağlık verilen “tutar” kelimesine diyecek yok.”4 cümlesinde yer alan sağlık (<salık) kelimesinin sağlık biçiminde kullanımını eleştirir:
“Türk Dili dergisinin 44. sayısında, Türk Dil Kurumu Yazmanı Sayın (Agah
Sırrı Levent)in bir yazısı var. Bu yazıda haber anlamına alınmış bir (sağlık) kelimesi
var. Hernekadar İstanbul kadınlarının ağzında haber anlamına böyle bir kelime kullanılırsa da, bu kelime, sağlık (<salık)5 kelimesinin bozuntusudur.
Sağlık kelimesi, Doğu ve Güney Anadolunun birçok yerlerinde, Maraş ve yö-
376
relerinde de kullanılmaktadır. Sağlık kelimesinin anlamı herkese bilinen bir şeydir.
Hiç olmazsa yazı dilinde bu gibi bozuntu kelimelerin kullanılmaması gerektir.”6
A. Sırrı Levend, Türk Dili dergisinin aynı sayfasında “Cevabı” başlığı altında şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
I- “Sağlık” kelimesi, yukarıdaki yazıda da “sağlık” şeklinde geçmekte olduğuna
göre, ne denilmek istenildiği anlaşılmıyor. “Haber” anlamına gelen bu kelimenin aslı
“salık”tır. Yalnız İstanbul’da değil, birçok bölgelerde de bu kelimenin ilk hecesi uzatılarak söylenildiği, Türkçe kelimelere de uzatma işareti konulamayacağı için “sağlık”
şeklinde yazılmıştır.”7
A. Sırrı Levend’in salık kelimesinin sağlık biçimini dönüşmesine dair ileri
sürdüğü kuralın dil bilimi açısından hiçbir geçerliliği yoktur. Önce salık kelimesinin etimolojisi üzerinde durmak istiyorum. salık kelimesi sal- fiilinden, fiilden isim türetme /-(ı)g/ ekiyle oluşmuş bir yapı olup, eski metinlerde daha
4
Agâh Sırrı Levend (1955), “Öz Türkçe”den Ne Anlıyoruz?”, Türk Dili, 1955/44, Ankara: TDK
yay., s. 465.
5
B. Atalay, burada dizgi hatası yapıldığını ve bunun salık olması gerektiğini Türk Dili, Aralık
1956/63, s. 189’da belirtir.
6
Besim Atalay (1956), agm., s. 662.
7
Agâh Sırrı Levend (1956), “Cevabı”, Türk Dili, 1956/58, Ankara: TDK yay., s. 662.
TÜRK
DİLİ
700
çok salığ8 biçiminde geçmektedir. İlk dönem metinlerinde özellikle Altın Ordu
sahasında “vergi” terimi olarak kullanılan bu kelime, Osmanlı sahasında salık
biçiminde 1. Haber, bilgi, 2. Bir çeşit silah olarak XIV. yüzyıl metinlerinden
başlayarak kullanılmaktadır.9 Buradan salık /salu ver- ‘göstermek, işaret etmek,
belirtmek’ birleşiği de oluşmuş ve bu iki kelime, XX. yüzyılın başlarına kadar
Osmanlı Türkçesinin sözvarlığında yaşamını sürdürmüştür.
İkinci kelime yoksun olup bu kelime tarihî Türk lehçelerinde yer almaz. Bu
sözvarlığı yoksul kelimesinden yola çıkılarak, özleştirme çalışmaları sırasında
yok isminden /+sun/10 ekiyle türetilmiş yeni bir biçimdir. Bu kelime ilkin tartışmalara sebep olmuşsa da bugün Türkiye Türkçesinin söz varlığında ‘Belli bir
şeyden kendisinde olmayan, belli bir şeyin yokluğunu çeken, mahrum’ anlamlarıyla
yer almaktadır. Hatta yoksun kelimesinden yoksun bırakmak (etmek veya kılmak): yoksun duruma getirmek, bir şeyin yokluğunu çektirmek: “Sözlerimi dinlediler ve öyle cimrileştiler ki kendilerini bile bir lokma yemekten yoksun bıraktılar.”- N.
Hikmet. yoksun kalmak: sahip olunan bir şeyi kaybetmek, kullanamamak:
“Ben de kendimi, köklerinden yoksun kalmış herkesin düştüğü o sefahat âleminin gergin tekdüzeliğine bırakmıştım.”- R. Mağden. yoksun olmak: belli bir şeye, sahip
olamamak: “Kadın konularında sağduyudan hayli yoksun oluşu kalıtımsaldı.”- R. Erduran. akıldan yoksun: “Aklını gereği gibi kullanamayan”11 gibi deyim ve birleşik sözler türemiştir. Demek ki Besim Atalay’ın o gün Türkçenin tarihî
sözlüklerinde yer almadığı ve masa başında türetildiği için karşı çıktığı bu kelime, Arapça kaynaklı mahrûm kelimesinin kullanımını tamamıyla ortadan kaldırmamış olsa da Türkçenin sözvarlığında mahrum kelimesiyle ve ondan
türemiş birleşiklerle eş anlamlı olarak varlığını sürdürmektedir.
Besim Atalay’ın Türk Dili dergisinde “Okuyucu Mektupları” veya “Tenkitler ve Cevaplar” başlığı altında en çok işlediği konulardan birisi de, Arapçadan dilimize geçen nispet /î/sidir. Besim Atalay özleştirme çalışmalarına
tamamen karşı olmamakla beraber, Türkçenin sözvarlığında yer alan yerleşmiş
8
salıg/salık kelimesinin vergi terimi olarak kullanımı konusunda bkz. A. Melek Özyetgin (2004), Eski
Türk Vergi Terimleri, Ankara: KÖKSAV, s. 93-101.
9
Sir Gerard Clauson (1972), An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century, Oxford, s. 826a.
10
+sUn ekinin varlığını sadece B. Atalay’ın 1941’de TDK’de yayımlanan Türk Dilinde Ekler ve Kökler Üzerine Bir Deneme adlı eserindeki susun ‘İçilecek şey’; Baysun ‘Belh ile Semerkant arasında bir
şehir adı’; arsun ‘Kazanın dibini karıştırmak için kullanılan bir aygıt’ (s. 245) örneklerinde görebiliyoruz. B. Atalay’ın bu eserinde yanlış bölümleme sonucu ortaya çıkan pek çok uydurma
ekten daha sonra yeni kelimeler türetilmiştir.
11
GTS, TDK http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.
377
700 TÜRK
DİLİ
Arapça ve Farsça kelimelerin dilden fütursuzca tasfiye edilmesini kabullenemez. Masa başında Arapça kelime ve kurallara karşı türetilen yeni biçimleri eşleştirir ve bu türden uydurma biçimlerin dilin yapısını bozduğunu ileri sürer.
O tarihlerde Türk Dil Kurumunda Derleme Kolbaşısı Ömer Asım Aksoy’un
Türk Dili dergisinin 49. sayısında yayımlanan “Ya-yı Nisbîyi Türkçeye Çevirme
Yolları” adlı yazısında Besim Atalay kendince tespit ettiği yanlışları ortaya
koyan “Nisbet (Ya)sı Meselesi” başlıklı yazısında, Arapça ve Farsça yoluyla
Türkçeye geçen nispet /î/li bağıntı sıfatlarından bazılarının Türkçe yapılarla
karşılanamayacağını belirtir. Bu konu Ömer Asım Aksoy ile Besim Atalay arasında uzun tartışmalara sebep olur, Türk Dili dergisinde bu konuyla ilgili olarak Ömer Asım Aksoy’a birkaç cevap yazısı bulunmaktadır. Besim Atalay’ın
nispet ya’sı konusundaki görüşlerine de değinmek yerinde olacaktır:
“I- (Gudrufî nesic, sadefî renk, haşebî madde, hamızî tat) bileşiklerine, (kıkırdaksı doku, sadefsi renk, odunsu madde, ekşimtirek tat) gibi anlamlar verilmiş, yanlıştır.”
Sayın derleme kolbaşısı, biraz dikkat etseydi bu yanlışlıklar meydana gelmezdi.
Bakınız, izah edeyim! (si) ve (imsi) edatlarıyla yapılan kelimelerde nisbet anlamı yok-
378
tur. Azlık anlamı vardır.”12
B. Atalay bu yazısında, Arapça ve Farsçadan Türkçeye geçen nispet /î/li
kelimelerin Ömer Asım Aksoy tarafından nasıl Türkçeleştirileceği konusunda
belirlediği kuralları eleştirisinde, birçok noktada haklıdır. Türkçe /+sI/ ve
/+ImsI/ eki, isimlere gelerek “benzerlik, yakınlık” anlamları katar.13 Oysa
Arapça ve Farsça kelimelere eklenen /î/ genellikle isim köklerini ‘mensup olma,
müteallik olma, -den mamul, ilgili olma’ anlamlarında sıfat kategorisine dönüştüren bir birimdir. Türkçede isimlere eklenerek, onları ‘ait olma, ilgili olma, -den yapılmış’ anlamlarında sıfatlaştıran bir kategori bulunmadığından Osmanlı
Türkçesinde Arapça ve Farsça isimlerle beraber onlardan /î/ birimiyle türemiş
nispet (bağıntı) sıfatları da dilin söz varlığında birlikte yaşıyordu ve bunların sayısı da azımsanmayacak miktarda idi. Bu sebeple Türk Dil Kurumunca Türkçenin söz varlığında yer alan bu yabancı sözlerden ve yapılardan kurtulmak
için çareler aranıyordu, hatta bir görüşe göre kumsal ve uysal kelimelerinden,
bir görüşe göre ulusal (ulu-sal yanlış ek ayrımı) kelimesinden yola çıkarak -sal /12
13
B. Atalay (1956), “Nisbet (YA)sı Meselesi”, Türk Dili 1956/58, Ankara: TDK, s. 663.
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz (2003), Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Ankara: TDK, s. 59,
63; Prof. Dr. Hamza Zülfikar (1991), Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları, Ankara: TDK, s.129,
140.
TÜRK
DİLİ
700
sel eki türetilmişti. -sal /-sel ve -al / -el eki ve bu eklerle türetilen kelimelere, Türklük bilimi sahasında pek çok eleştiri yazılmış; bu eklerin kaynakları ve nasıl türetildiği konusunda onlarca makale yazılmıştır14. Ancak bugün dilimizde
Arapça ve Farsçadan Türkçeye geçen pek çok nispet /î/si taşıyan sıfat, bu ekler
sayesinde Türkçeleştirilmiş ve dilimizin söz varlığında kullanım alanı bulmuştur. Bütün bunlara rağmen Türkçede isimleri bağıntı sıfatlarına dönüştüren
bir kategori oluşmamış, türetilen ekler de belli kelimelerde sınırlı kalmıştır.
Ömer Asım Aksoy ve o zamanki Türk Dil Kurumu uzmanlarınca /+sI/ ve
/+ImsI/ ekleriyle türetilen pek çok kelime, Besim Atalay ve onun gibi düşünenlerin itirazlarına rağmen Arapça asıllı kelimelerin yerini almıştır:
odunumsu, odunsu ‘Odunu andıran, oduna benzeyen, odun gibi, odunumsu’; ültimatomsu ‘Ültimatomu andıran, ültimatoma benzeyen, ültimatom
gibi: “Bugün, sanırım akşama doğru partiden ültimatomsu bir tebliğ alacaksın.”- Y.
K. Karaosmanoğlu.; maymunsu ‘Maymun gibi, maymuna benzer, maymun
gibi, maymunumsu’; hamursu (hamurumsu) ‘Hamuru andıran, hamura benzeyen, hamur gibi, hamurumsu’: “Hamursu bir ekmek.”; çocuksu ‘Çocuk gibi, çocukça olan, çocuğa benzeyen: “Annesinin tesiri altında kalır, biraz çocuksu
gözleriyle yangından korkar, her türlü korkusunu gizlemek dilermiş.”- A. Ş. Hisar. kemiksi ‘Kemiği andıran, kemiğe benzeyen, kemik gibi, kemiğimsi’ vb. buğdaysı
‘Buğdayı andıran, buğdaya benzeyen, buğday gibi, buğdayımsı: “Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.”- A. M. Dranas.15 vb. Bu örnekler gibi Güncel
Türkçe Sözlük’te gerek /+sI/, /+ImsI/ gerek, /+Al/ ve /+sAl/ ekiyle türetilmiş yüzlerce kelime bulunmaktadır. Bu ekler, Besim Atalay’ın karşı çıktığı gibi
birebir Arapça nispet ekinin yerini tutmasa da, Osmanlı Türkçesinin söz varlığından dilimize miras kalan pek çok Arapça ve Farsça nispet sıfatının Türkçeleşmesini sağlamıştır.
B. Atalay’ın tenkitlerinde ilgimizi çeken bir başka husus ise, örneğin kelimesinin kökenine dair verdiği bilgidir:
“Siz halkı dinleseydiniz ne inkâr kelimesine “yadsımak” derdiniz, ne de Ermenice
bir kelimeyi alarak “meselâ” yerine “örneğin” diye gülünç bir kelime uydururdunuz.”16
Türk Dil Kurumunun başlattığı Türkçeleştirme başka bir deyişle özleş14
Z. Korkmaz, age., s. 62; Enfel Doğan, “Türkiye Türkçesinde Nispet Ekini Karşılama Yolları”,
İÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. XXX, İstanbul 2003, s. 189-207.
http://turkoloji.cu.edu.tr/ YENI%20TURK%20DILI/Enfel_01.
15
GTS, TDK http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.
16
B. Atalay (1965), “Olaylar Gerçekler Mahkeme Yoluyla Aldığımız Tekziptir: Sayın Agâh Sırrı’ya
Bir Cevap Daha”, Türk Dili, 1965/161, Ankara: TDK, s. 405.
379
700 TÜRK
DİLİ
tirme çalışmalarına karşı çıkmak için ileri sürülen savlardan biri de şüphesiz
örneğin17 kelimesidir. Arapça “meselâ” kelimesinin karşılığı olarak örnek kelimesinden Türkçe isimden zarf yapan /(I)n/ ekiyle türetilmiş olan örneğin kelimesinin kökenin Ermenice olduğu savından yola çıkan muhafazakâr dilciler,
Türk Dil Kurumunun Türkçeleştirme çalışmalarını bu kelimeden yola çıkarak, dilimizi Ermenice kelimelerle dolduruyorlar diye eleştiri bombardımanına tutmuşlardır. Ancak örnek ve türevi olan örneğin kelimesinin köken olarak
Ermeniceye dayanmadığını, 1877 yılında (Ármin Vámbéry, A Török-Tatàr Nyelvek etymologiai Szótára, Budapest, 1877, s. 87) ortaya koymuş ve örnek kelimesini görmek eylemine bağlayarak, Çağataycadaki körnek’i ve Osmanlıca örnek’i
aynı kökün türevi saymıştır. Hatta bu kaynaktan da önce, ünlü Senglâh sözlüğünde (Gibb yayımı, 1759) Mirza Mehdî Han’ın “Türkler buna görnek de derler” kaydına rastlanmaktadır.18 örnek kelimesinin ilkin Ermeniceden geldiği
380
savını ortaya atan, Dictionnaire éymologique de la langue turque (London, 1912)
adlı Türkçe etimolojik sözlüğün yazarı olan Bedros Keresteciyan’dır. B. Keresteciyan’ın bu etimolojik açıklamasına dayanarak, Türk Dil Kurumunun
Türkçeleştirme çalışmalarını baltalamak isteyenlerin ağzında örnek ve örneğin
kelimeleri pelesenk olmuştur. Oysa 1950 yılında ünlü Türkolog T. Halasi Kun,
“Orta-Kıpçakça q-, k- >0 meselesi”19 adlı yazısında tarihî Türk lehçelerinde kelime başı artdamak /q-/ ve öndamak /k-/ seslerinin düştüğü tezini ispatlamış
ve daha sonra bu teoriden yola çıkan Hasan Eren 1966 yılında XI. Türk Dil Kurultayı’nda “Türk Dilinin Étymologique Sözlüğünden Örnekler”20 adlı bildirisinde Türkçe örnek (<körnek) sözünün gör- (<kör-) fiilinden geldiğini
ispatlamıştır. Ancak Hasan Eren Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü21 adlı eserinde
örnek kelimesine yer vermemiştir.
Bugün Güncel Türkçe Sözlük’te varlığını sürdüren örneğin ‘söz gelişi’ kelimesi meselâ edatının yerini alarak, onu hemen hemen kullanım dışı bırakmış17
Örneğin kelimesinin Nurullah Ataç tarafından ilkin kelimesine benzetilerek türetildiğini Doğan
Aksan’ın Tartışılan Sözcükler, Ankara: TDK, 1976 adlı kitabından öğreniyoruz. “Nurullah Ataç
bu sözcüğü türetirken “Ben “örneğin” diyorum; “ilkin” ilk olarak demek olduğu gibi “örneğin”
de örnek olarak demektir diye yazar.”, s. 44.
18
D. Aksan (1976), age., s. 44-45. örnek kelimesinin tarihî kaynaklardaki varlığı konusunda bkz.
Hikmet İlaydın (1973), “Örneğin Fâciası”, Türk Dili 1973/267, Ankara: TDK, s. 245-256.
19
T. Halasi Kun (1950), “Orta-Kıpçakça q, k- >0 meselesi”, Türk Dili ve Tarihi Hakkında Araştırmalar-I, Ankara: TTK, s. 46-61.
20
Hasan Eren (1968), “Türk Dilinin Étymologique Sözlüğünden Örnekler”, XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1966, Ankara: TDK, s. 9-12.
21
Hasan Eren (1999), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, 2. baskı, Ankara.
TÜRK
DİLİ
700
tır. Buradan da anlaşılmaktadır ki bilim adamları ve dil bilimciler ne kadar
karşı çıksa da veya bir sözün tutulması için ne kadar uğraşsalar da dil kendi
mecrasında akışını devam ettirir. Köken ve dilbilgisi açısından yanlış sayılan
pek çok yeni kelime halkın beğenisini kazanarak dilde yaşama alanı bulmuştur. Tabii ki, dönemin Millî Eğitim Bakanlığının yaygınlık kazanması için yeni
kelimeleri, ilk ve ortaöğretim müfredatına koymasının da büyük katkısı vardır.
Bütün bunlara rağmen Besim Atalay Türklük Bilimine başta Divanü Lugati’t-Türk (1939-1941) çevirisiyle, Ettuhfet-üz-Zekiye Fil-Lûgat-it- Türkiye (1945),
Müyessiret-ül-Ulûm (1946), Eş-Şüzûr-üz-Zehebiyye vel- Kıtaü’l-Ahmediyye filLûgat-it Türkiye (1949), Seng-lâh Lûgat-i Nevaî (Mebani-ül-Lûga) (1950), Abuşka
Lûgati veya Çağatay Sözlüğü (1970) gibi Türk dilinin tarihî kaynaklarını günümüz Türkçesine aktarmasıyla adını altın harflerle yazdırmıştır.
381
Download