T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BİLGİ VE BELGE YÖNETİMİ ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ FEMİNİST PERSPEKTİFTEN TÜRKİYE'DE KADIN KÜTÜPHANECİLERİN İMAJI AYGÜL ÇİÇEK 2501120055 TEZ DANIŞMANI PROF.DR. MURAT YILMAZ İSTANBUL 2016 ÖZ FEMİNİST PERSPEKTİFTEN TÜRKİYE'DE KADIN KÜTÜPHANECİLERİN İMAJI AYGÜL ÇİÇEK Bu tezin amacı, kadın kütüphanecilerin popüler kültürde hem kütüphane kullanıcıları tarafından nasıl algılandıklarını hem de kadın kütüphanecilere yüklenmiş olan imajı irdelemektir. Popüler kültürde profesyonel bir meslek olmasına rağmen cinsiyetçi yaklaşımlar nedeniyle modern toplumlarda hak ettiği önemi görmeyip yarı profesyonel bir meslek olarak değerlendirilebilen kütüphanecilik mesleği ile bu mesleği icra eden kadın kütüphanecilerin popüler kültürlerdeki imajı dikkate alındığında Türkiye’deki durum nasıl bir seyir izlemektedir? Bu soruyu dikkate alarak tezin hipotezi şu şekilde belirlenmiştir; Türkiye’de kütüphanelerde çalışan kadın kütüphanecilerin imajlarının kütüphane kullanıcıları tarafından algılanışı pozitiftir. Hipotezimizi test etmek amacıyla tez çalışmamızda İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphane kullanıcıları ve çalışanlarına "kadın kütüphanecilere ilişkin imaj algısına" yönelik soruların yöneltildiği bir anket çalışması yapılmış ve kadın kütüphanecilere yönelik olumsuz algıların sebepleri irdelenmeye çalışılmıştır. Gerçekleştirilen anket çalışmasıyla kadın kütüphanecilere yüklendiği düşünülen olumsuz imajların nedenleri anket verileri çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır. Anket sonuçlarıyla elde edilen bilgiler göstermiştir ki; popüler kültüre yönelik olumsuz söylemlerin aksine kadın kütüphaneciler, kütüphanecilik mesleğini daha fazla tercih ettiği için meslek olarak kütüphaneciliği olumlu bir biçimde etkilemektedirler. Ayrıca tezimizde Türkiye’deki kadın kütüphanecilerin imajının, popüler kültürün tersine olumsuz değil tam tersine olumlu yönde olduğu saptanmıştır. III Anahtar Kelimeler: Feminizm, Feminist Kuramlar, Çalışan Kadınlar, İmaj, Kadın Kütüphaneciler, Kadın Kütüphanecilerin İmajı, Popüler Kültür IV ABSTRACT IMAGE OF FEMALE LIBRARIANS IN THE FEMINIST PERSPECTIVE IN TURKEY AYGÜL ÇİÇEK The aim of this thesis is to examine how female librarians are perceived by library users and image which was laid a burden on female librarians in popular culture. How is the situation in Turkey considering the profession of librarianship, evaluated as a semi-professional occupation and neglected in modern society by reason of sexist approach although it is a profession in popular culture, and image of female librarian who practise this profession in popular culture? By considering this question, the hypothesis of the thesis is determined in this way; Perception of image of female librarians working in libraries in Turkey by library users is positive. In our thesis study, in order to test our hypothesis, it has been conducted a survey study included questions oriented image perception for female librarians, asked Istanbul University Central Library users and employees and has been tried to scrutinize the causes of negative perception towards female librarians. With the survey work, it has been tried to analyse the causes of negative image which is laid a burden on female librarians within the framework of the survey data. Informations obtained by the survey results showed that, in contrast to the negative rhetoric oriented popular culture, because women prefer librarianship more, they influence librarianship in a positive way as a profession. In addition, in our thesis, image of female librarians in Turkey was found to be positively contrast to popular culture. Key Words: Feminism, Feminist Theories, Working Women, Image, Female Librarians, Image of Female Librarians, Popular Culture V ÖNSÖZ Bu tezin temel amacı, popüler kültürde kadın kütüphanecilerin, kütüphane kullanıcıları başta olmak üzere toplum tarafından kendilerine yüklenmiş ve kendilerinden beklenen imaj algısını incelemektir. Kadın kütüphanecilerin imajının tespit edilmesinde tez çalışmamızda kullandığımız bakış açısı, feminist perspektiftir. Ülkemizde çeşitli kütüphanelerde görev yapan kadın kütüphanecilerin ve kütüphanecilik mesleğine dair oluşan imaj algısının tespit edilebilmesinde feminist perspektif dikkate alındığında bazı kavramların anlamlarının iyi anlaşılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda feminizmin tam olarak ne olduğunu anlamak aslında popüler kültürde kadın kütüphanecilerin imaj sorunlarını da anlamak anlamına gelmektedir. Feminizm, ilk kez 1872 yılında küçük bir risalede "kadın hakları hareketi"ni tanımlamak için kullanılmıştır. Feminizm, kaynağını kadınlardan almış bir kavramdır ve en yalın haliyle herhangi bir konuda kadına has özellikleri anlatmak için kullanıldığı gibi; kadının kurtuluş veya özgürlük hareketi anlamına da gelmektedir. Bu araştırmanın konusunun "kadın kütüphanecilerin imaj algısı" olarak belirlenmesindeki temel neden, ülkemizdeki kadın kütüphanecilerin toplum tarafından kendilerine yüklenmiş olumsuz imaj algısının nedenlerine dair daha önce bilimsel çalışmaların yapılmamış olmasıdır. Bu konudaki eksiklikleri daha çok neden ve sonuçlarıyla tespit edebilmek amacıyla kadın kütüphanecilerin toplumda var olan imaj ölçütlerine yönelik hazırlanmış sorulardan yola çıkılarak bir anket uygulamasına gidilmiş ve anket İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphane kullanıcıları ve çalışanlarına uygulanmıştır. Anket sonuçları göstermiştir ki olumsuz bir algının olmadığı, aksine yeni nesil kütüphane kullanıcılarının kadın kütüphanecilere yaklaşımlarının son derece anlamlı düzeyde olumlu olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca modern dünya ve popüler kültür koşulları değerlendirildiğinde VI görülmüştür ki kadın kütüphaneciler kendilerini bu koşullar doğrultusunda daha da geliştirmektedirler. Bu bağlamda bana inanarak tez danışmanlığımı kabul edip benim bu konu hakkında yazmama öncülük eden, tez yazım sürecinin her anını büyük bir sabırla takip eden, yaptığı yorumlarla bana yol gösteren çok değerli Hocam Prof. Dr. Murat Yılmaz'a teşekkürü borç bilirim. Her zaman samimi, özverili ve kıymetli kritikleriyle bana katma değer, bu tezin biçimlemesine ise değerli katkılar sunmuştur. Yüksek lisansa başladığım ilk günden itibaren her zaman yanımda olan değerli arkadaşlarım Mehmet İnan'a ve Ceren Gündoğdu'ya ne kadar teşekkür etsem azdır. Lisans hayatında kesişen arkadaşlığımızın ilk anından itibaren hayatımın en heyecanlı ve telaşlı her anında yanımda olup; en içinden çıkılmaz problemler karşısında beni dinginleştiren sesiyle "sadece beni dinler misin?" diyerek her defasında yanımda olan, yol gösteren Cüneyt Demir'e sonsuz teşekkürler. Son olarak anneme, babama ve tüm kardeşlerime, en çok da beni bir yıla yakın Almanya'da misafir edip orada dil eğitimi almam için ellerinden geleni yapan Aynur Çiçek'e ve Erol Çiçek' e ne kadar teşekkür etsem azdır. Her zaman yanımda olup bana inandıkları için tüm bu güzellikleri aileme borçluyum. Aygül Çiçek VII İÇİNDEKİLER ÖZ........................................................................................................................ III ABSTRACT........................................................................................................ V ÖNSÖZ................................................................................................................VI İÇİNDEKİLER..................................................................................................VIII TABLOLAR LİSTESİ...................................................................................... X ŞEKİLLER LİSTESİ........................................................................................ XI KISALTMALAR............................................................................................... XII GİRİŞ.................................................................................................................. 1 BİRİNCİ BÖLÜM FEMİNİZM VE FEMİNİST TEORİLER 1.1. Feminizm Nedir? ......................................................................................... 5 1.1.1. Feminizmin Ortaya Çıkış Nedenleri................................................ 10 1.1.2. Feminizmin Tarihi ve Gelişimi........................................................12 1.1.2.1. Feminizminin Dünyadaki Tarihi ve Gelişimi...................... 14 1.1.2.2. Feminizminin Türkiye'deki Tarihi ve Gelişimi.................... 20 1.2. Feminist Kuramlar........................................................................................ 27 1.2.1. Liberal Feminist Kuram.................................................................. 30 1.2.2. Radikal Feminist Kuram................................................................. 37 1.2.3. Marksist Feminist Kuram............................................................... 44 1.2.4. Sosyalist Feminist Kuram............................................................... 50 1.2.5. Postmodern Feminist Kuram.......................................................... 53 1.3. Feminist Perspektiften Popüler Kültürde Kadınların İmajı.......................... 57 1.3.1. Kültür ve Popüler Kültürün Tanımı................................................ 57 1.3.2. Popüler Kültürde Kadın..................................................................60 1.3.3. Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadın ve İmajı................................ 63 VIII İKİNCİ BÖLÜM KADIN KÜTÜPHANECİLER VE SORUNLARI 2.1. Meslek Olarak Kütüphanecilik.................................................................... 70 2.2. İş Hayatında Kadın ve Kadın Kütüphaneciler.............................................. 72 2.3. Feminist Perspektiften Kadın Kütüphanecilerin Mesleki Sorunları................................................................................................. 88 2.3.1. İş Hayatında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık......................................... 89 2.3.2. Ücret Konusunda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık.................................. 96 2.3.3. Keyfi Olarak Hizmet İlişkisinin Sonlandırılması............................... 101 2.3.4. Cinsel Taciz........................................................................................103 2.3.5. İmaj ve Profesyonellik Sorunu........................................................... 105 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE'DE KADIN KÜTÜPHANECİLERİN İMAJ ALGISI: ANKET UYGULAMASI 3.1.Çalışmanın Yöntemi...................................................................................... 110 3.1.1. Veri Toplama Aracı............................................................................110 3.1.2. Anket Soruları.................................................................................... 111 3.2. Örneklem Grubu........................................................................................... 113 3.3. Ölçeğin Güvenirlik ve Geçerliği................................................................... 114 3.3.1. Yapı Geçerliği.................................................................................... 114 3.3.2. Güvenirlik Analizi.............................................................................. 118 3.4. Verilerin Analizi........................................................................................... 120 3.5. Bulgular.........................................................................................................121 SONUÇ................................................................................................................128 KAYNAKÇA...................................................................................................... 130 EKLER................................................................................................................135 IX TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1 : Cinsiyet ile Toplumsal Cinsiyet Arasındaki Farklar........................... ...89 Tablo 2 : Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Faktör Analizi Sonuçları.115 Tablo 3: Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Madde Analizi Sonuçları.117 Tablo 4 : Katılımcıların Demografik Özelliklerine Göre Dağılımı......................119 Tablo 5 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarına Ait Betimsel İstatistikler................... .120 Tablo 6 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Cinsiyete Göre Bağımsız İki Örneklem t Testi Sonuçları................................................................................. .121 Tablo 7 : Ölçek ve Örneklem Puanlarının Medeni Duruma Göre Bağımsız Örneklem t Testi Sonuçları.................................................................... 121 Tablo 8 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Yaş Gruplarına Göre Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları........................................ 122 Tablo 9 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Öğrenim Durumuna Göre Bağımsız İki Örneklem t Testi Sonuçları...............................................................122 Tablo 10 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Kullanıcı Gruplarına Göre Bağımsız İki Örneklem t Testi Sonuçları...............................................123 X ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 1: Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Yamaç Birikinti Grafiği........114 XI KISALTMALAR LİSTESİ A.B.D. : Amerika Birleşik Devleti ALA: Amerikan Kütüphane Derneği AFA: Açımlayıcı Faktör Analizi BM: Birleşmiş Milletler CEDAW: Convention on The Elimination of All Forms of Discrimination Against Women- Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi C. : Cilt Çev: Çeviren F: Varyans değeri ILO: Uluslararası Çalışma Örgüt ISO: International Organization for Standardization LISTA: Library and Information Science and Technology Abstracts KMO: Kaiser Meyer Olkin n: Örneklem/Gruptaki Örneklem Sayısı OECD: Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü p: Anlamlılık Düzeyi R.G. : Resmi Gazete S. : Sayı ss. : Sayfa Sayısı XII SS: Standart Sapma t: t Değeri TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi TUİK: Türkiye İstatistik Kurumu X: Ortalama v.b. : Ve Benzeri v.d. : Ve Diğerleri XIII GİRİŞ Kadın çalışanların yoğun olduğu meslekler, özellikle de popüler kültürde yarı profesyonel meslek olarak değerlendirilmektedir. Başta hemşirelik, okul öncesi öğretmenliği, sekreterlik gibi meslekler, popüler kültürde sırf kadınlarca yoğun olarak tercih edilmesinden dolayı yarı profesyonel meslek olarak değerlendirilmektedir. Ne var ki kütüphanecilikte de buna benzer profesyonellik sorunu yaşanmakta ve tam da bu noktada payına düşeni almaktadır. Oysa bir mesleğin profesyonelliğini belirleyen şey o mesleği icra eden kişilerin cinsiyeti ya da niceliksel çoğunluğu olmamalı aksine üretilen emeğin yararlılığı, kalitesi olmalıdır. Ne var ki mühendislik, doktorluk gibi mesleklerin popüler kültürde daha çok erkeklerce tercih edildiğine inanılmasından dolayı profesyonel meslekler olarak değerlendirilmektedir. Ülkemizde kadın kütüphanecilere, kadın kütüphanecilerin imaj ve profesyonellik algılarıyla ilgili daha önce kapsamlı herhangi bir araştırmanın yapılmamış olması kütüphanecilik mesleği değerlendirilebilir. açısından Profesyonellik oldukça problemi talihsiz yaşayan bir durum diğer olarak mesleklerde (hemşirelik, öğretmenlik gibi) daha önce pek çok araştırmanın yapılmış olması en azından bu türdeki mesleklerin kendilerine tehdit olarak gördükleri problemlere yönelip gerekli tedbirleri almalarını sağlamıştır. Bu tezin çıkış noktasının kadın kütüphanecilerin imaj ve profesyonellik algısının ne düzeyde olduğunu saptamanın en temel nedeni de var olan eksikliklerin tamamlanıp, yanlışların düzeltilmesi çabasıdır. Bu bağlamda tezimizin amacı kadın kütüphanecilerin popüler kültürde hem kütüphane kullanıcıları tarafından nasıl algılandıklarını hem de kadın kütüphanecilere yüklenmiş olan imajı irdelemektir. Tezimizin hipotezi ise "Türkiye’de kütüphanelerde çalışan kadın kütüphanecilerin imajlarının kütüphane kullanıcıları tarafından algılanışı pozitiftir" şeklindedir. Araştırmamızda, bu hipotezin doğrulanması amacıyla betimsel analiz yöntemi ve tarihsel yöntemden yararlanılmış bir de tezimizde anket uygulanmıştır. 1 Bilhassa "feminizm, çalışan kadınlar, kütüphanecilik, kadın kütüphaneciler" gibi konular hakkında temel kavramlar ayrıntılı olarak irdelenmiştir. Araştırmamızda teknik olarak yararlandığımız anket ise, kütüphanecilerin imaj algılarını analiz etmek amacıyla önceden hazırlanmış ve gerekli onaylar alınarak -gönüllü olarakfarklı yaş ve cinsiyetteki 146 kütüphane kullanıcısı ve çalışanına uygulanmıştır. Anket sonuçlarının verdiği bulgular tezimizin şekillenmesine büyük katkı sağlamıştır. Tez çalışması kapsamında gerek yurt içi gerekse yurt dışı literatürde bilimsel kaynaklarda araştırma konusunu destekleyici çalışmaların olduğu bilinse de bu kaynakların daha çok feminizm ve çalışan kadınlar üzerine ciddi çalışmalar olduğu görülmüştür. Tezimizde ağırlıklı olarak yararlandığımız çalışmaları şu şekilde sıralayabiliriz: Türkçeye çevirisini Bora Aksu, Meltem Ağduk Gevrek ve Feyziye Sayılan'ın yaptığı Josephine Donovan'ın "Feminist Teori" adlı kitabı; Bell Hooks'un "Feminizm Herkes İçindir" adlı kitabı; Necla Arat'a ait olan "Feminizmin ABC'si" adlı kitabı; Serpil Çakır'ın "Osmanlı Kadın Hareketi" adlı kitabı, Zekiye Demir'in "Modern ve Postmodern Feminizm" adlı kitabı ve Elmas Şahin'in "Batı'da ve Türkiye'de Kadın Hareketleri ve Feminizm" adlı kitabı. Söz konusu bu kitaplardan, tezimizin, feminizm ve feminist teoriler gibi temel konular için yararlanmayı uygun bulduk. Ne varki kadın kütüphanecilerin imaj ve profesyonelliklerine yönelik yapılmış çalışmaların bilgi ve belge yönetimine ilişkin bilimsel kaynaklarda oldukça yetersiz olduğu görülmüştür. Tezimizde ağırlıklı olarak yararlandığımız mesleğimizle ilgili konuyu doğrudan ele alan çalışmaları ise şu şekilde sıralayabiliriz: Tezimiz için en temel kaynaklardan biri, Baum'un "Feminist Thought in American Librarianship" adlı kitabıdır. Bu kitap, önemli liberal konuları içeren kaynakların analizini içermektedir. Baum, ücret ayrımcılığı, cinsellik ayrımcılığı, cinsiyet ayrımı, fırsat eşitliği, pozitif ayrımcılık, kütüphanecilikte kadının statüsü, kadının yasal statüsü gibi pek çok konuda kaynak tespiti yapmıştır. Türkiye'de ise kadın kütüphanecilere yönelik olarak imaj, profesyonellik gibi konularda ise Murat 2 Yılmaz'ın "Kadın Kütüphaneciler: Toplumsal Cinsiyet Sorunları" ve "Popüler Kültürde Kadın Kütüphanecilerin İmajı: Feminist Bir Yaklaşım" adlı makaleleridir. Bu iki makale Türkiye'deki kütüphanelerde çalışan kadın kütüphanecilerin cinsiyet sorunlarına ve imaj algılarını feminist perspektiften incelemiş ve imaj sorununa karşı da çözüm önerileri sunmuş olması açısından oldukça önemlidir. Yılmaz'ın, özellikle kadın kütüphanecilerin çalışma yaşamında karşılaştıkları problemlere ve maruz kaldıkları çeşitli sorunlara değinmesi önem arz etmektedir. Kaynaklara erişimde, alan ile ilgili dizin indekslerinden Library and Information Science and Technology Abstracts (LISTA) dergilerden Türk Kütüphaneciliği ve Bilgi Dünyası’ndan yararlanılmıştır. Bununla birlikte İstanbul Üniversitesi katalog ve veri tabanlarından, International Organization for Standardization (ISO) standartlarından faydalanılmıştır. Yapılan taramalarda anahtar kelime olarak feminizm, feminist kuramlar, kütüphanecilik, çalışan kadınlar, kadın kütüphaneciler, imaj gibi kavramlar kullanılmıştır. Bu çalışma İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün hazırladığı tez yazım kuralları dikkate alınarak hazırlanmıştır. Tez çalışması, üç ana bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünün ardından ele alınan birinci bölümde feminizmin tanım ve tarihçesi, Türkiye'de ve Dünyada geçirdiği evreler, feminist teoriler ve imaj bu bölümde ayrıntılı biçimde ele alınıp incelenmiştir. Birinci bölümde daha çok kavramlar üzerine yoğunlaşılmıştır. İkinci bölümde, kadınların ve kadın kütüphanecilerin geniş hatlarıyla ele alındığı ve çalışmanın ana noktalarının detaylandırıldığı kısımdır. Bu kısımda çalışan kadınlar referans alınarak genelde çalışan tüm kadınların, özelde ise kadın kütüphanecilerin iş yaşamında karşılaştıkları problemlere değinilmiştir. Üçüncü ve son bölümde ise popüler kültürde kadın kütüphanecilerin imaj algısı tespit edilmiştir. İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphane kullanıcılarına yönelik hazırlanan soruları içeren anket uygulamasının sonuçları değerlendirilmiştir. 3 Anketimizin İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nde uygulanma nedeni, söz konusu kütüphanede makul oranda kadın kütüphanecilerin bulunmasından kaynaklanmaktadır. Sonuç kısmında ise kadın kütüphanecilerin imajları genel olarak değerlendirilmiştir. Kadın kütüphanecilerin imaj algısının düşünülenin aksine olumsuz olmadığı ve kadın kütüphanecilerin kütüphanecilik mesleği için önemli oldukları görülmüştür. 4 BİRİNCİ BÖLÜM FEMİNİZM VE FEMİNİST TEORİLER Tezin ilk bölümünde; 1880'lerden günümüze kullanımda olan feminizm (fêminisme/fêministe) terimi ilk önce kavramsal ve tarihsel yapısıyla ele alınacak ve bu kavram detaylıca açıklanacaktır. Ayrıca feminist teoriler ve bu teorilerin kadın sorununa bakış açıları ve getirdikleri çözüm önerileri, feminizmin Osmanlı'da başlayan ve Türkiye'de ise devam eden tarihi gelişimi ve popüler kültürde kadın başlıkları altındaki konular, bilimsel veriler ışığında ele alınmaya çalışılacaktır. Yapı ve içerik bakımından birbirinden oldukça farklı olan beş feminist kuram; liberal feminist kuram, radikal feminist kuram, Marksist feminist kuram, sosyalist feminist kuram ve postmodern feminist kuram ve bunların ortak ya da zıt noktaları detaylıca ele alınacaktır. 1.1. Feminizm Nedir? Feminizm ve feminist kavramların Batıda ve toplumumuzda geçirdiği evrelere ve geçmişten günümüze gelinen noktadaki yapısına baktığımızda görülen odur ki; feminizm için çok şeyler söylenmiş ve yazılmıştır. Feminizm hareketinin başlatılmasından bu yana, tüm dünyada, toplumların talep ve beklentilerine paralel olarak aşağı yukarı iki buçuk yüzyılı aşkın bir sürede çeşitli evreler geçirmiştir ve hemen her dönemde toplumları ve tabii ki kadınları ilgilendiren çok güncel bir konu olarak bu günkü halini almıştır ve hala da toplumların en güncel konularından biri olmuştur. Feminizmi incelediğimizde aslında toplumumuzda ve diğer tüm toplumlarda hemen herkesin bu kelime hakkında bir fikrinin olduğunu ancak genel geçer bir tanımlamanın yapılabilmesinin pek de mümkün olmadığını araştırma sırasında görmüş olacağız. Doğru, yanlış, eksik ya da tam olarak ne ifade ettiğini, kimlere feminist denilip kimlere denilmeyeceğini gene bu araştırmada bilimsel veriler ışığında tezin birinci kısmında detaylı olarak değerlendirilecektir. Bell Hooks' un 5 dediği gibi acaba "feminizm herkes için" midir ya da feminist denildiğinde aklımıza ilk gelmesi gereken şeyin kadınlar mı olması gerektiği gibi soruların cevapları gene tezin bu bölümünde detaylıca açıklanacaktır. Öyle görünüyor ki; kadınlar var oldukça feminizm de bir şekilde var olacaktır ancak bu feminizmin sorunsal bir terim olmaktan kurtarmaya yetmeyebilecektir. Beatrice Hale, "Kadın Ne İster " adlı eserinde aslında konuyu özetlemiştir ve demiştir ki: "Dünya bugünün feminizmini henüz anlamadı ve yarınkinin de çoktan kafasını bulandırıyor." (Şahin, 2013: 126). Yüzyıllar boyunca erkek-kadın kavramlarının güçlü- zayıf kavramlarıyla açıklanıp değerlendirilmesinin nedeni özellikle Batı'da Havva ve Adem'e göndermeler yapılarak bu terimlerin açıklandığı bilinmektedir. Bilindiği üzere Havva'nın yasak meyveyi yeme konusunda Adem'i kandırdığı ve kadının yüzünden insanoğlunun Cennetten kovulduğu inancının yaygınlığından doğal olarak kadın da nasibini almıştır. Öncelikle "kadın" kelimesinin Türkçede ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Kadın kelimesi yani Türkçe "hatun" kelimesinden, hatun da "katun"dan gelmiştir. Katun; yani saf olmayan içine bir şey katılmış olandır. Yine İngilizce'de insanın karşılığı "human"dır. Hatta çok kere man kelimesi doğrudan insanı anlatmak için bile kullanılabilmektedir. Tarih "history"dir. Yani tarih erkeğin hikayesidir. Dil de bu iktidar ilişkisi doğrultusunda gelişip şekillenmiştir (Şahin, 2013: 160). " 'Nimet Cemil Hanım, Kadınlar Dünyası'nda (19 Şubat 1921, sayı.194-8) yazdığı bir yazıda feminizmi hoş karşılayıcı şu sözleri sarf eder: "Bir çok mühim şeyler vardır ki her millette mevcud olduğu halde, birçok milletlerde ismi hatta tercümesi bile yoktur (telgraf, otomobil, vapur vb.) Binaenaleyh, nisailik, nisaiyyum tabirlerine hiç bir ihtiyaç hissetmiyoruz. Feminizm kelimesini aynen kullanmayı tercih ederiz. Varsın lisanımıza bir ecnebi kelime daha girmiş olsun ne zarar var. Yalnız feminizmin varlığı ve gerekliliği kabil-i inkâr değildir.'. " (Şahin, 2013: 12) "Feminizmin dünya çapında yaygın bir anlamı ve içeriği yoktur ve birçok yönden o kadar çok çeşitlidir ki, tanımlamak kolay değildir" (Ramazanoğlu: 1998, 22). Feminizmin tanımını yapmadan önce bir ayrımı yapmak gerekli ve yerinde 6 olacaktır. Fransızca bir kelime olan Masculine erkek, feminine ise kadın anlamına gelmektedir (Şahin, 2013: 159). Dolayısıyla feminizm de "feminite (feminity)" kelimesiyle bağdaştırılabilmektedir. Öztürk, feminitenin kadınsallık anlamına geldiğini söylemiştir. Genellikle herhangi bir konuda kadına has özellikleri anlatmak için kullanılmaktadır. Kadına has olduğu düşünülen bu özelliklerden bazıları şöyledir: Kadın, duygulu bir yapıya sahiptir, yani çaresiz bir kuş için üzüntü duyar; kolaylıkla tiksinti duyabilir; dikkat merkezi olmayı toplumun ilgisini üzerine toplamayı sever (Öztürk, 2011: 18). Feminizm en yalın tanımıyla; kadının kurtuluş veya özgürlük hareketidir (Ramazanoğlu, 1998: 23). Hooks (2012: 12) feminizmi; cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeyi amaçlayan bir hareket olarak tanımlamaktadır. Hooks, çoğu kişinin cinsiyetçiliği anlamadığını veya anlıyorsa bile, bunu bir sorun olarak görmediğini; birçok insanın da feminizmin daima ve yalnızca erkeklerle eşit olmayı amaçlayan kadınlardan ibaret olan bir faaliyet olarak gördüklerini ifade etmiştir. Dahası bu insanların büyük çoğunluğu feminizmi erkek karşıtlığı sandığı için ister istemez bu durum, feminist politikaya dair yanlış yorumların oluşmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum aslında çoğu insanın feminizmi ataerkil kitle medyasından öğrendiğini de göstermektedir. Kadınların ise hakkında en fazla şey duydukları feminizm, kendisini öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliğine atamış kadınların resmettiği bir feminizm olmuştur. Yani eşit işe eşit ücret ve bazen de kadın ile erkeğin gerek ev işlerinde gerekse ebeveynlikte eşit derecede sorumluluk almasını talep eden bir yapılanmadır (Hooks, 2012: 12-13). Feminizmin tanımı Almanya ve diğer Batı Avrupa ülkelerinde 1970'lerdeki yeni kadın hareketleri ile popülerlik kazanmış ve yol almıştır. Bu kavram, bir bakıma kadınlar arasında kendilerini etkin cinsel bir varlık olarak tanımlamanın ve ayrımcılığa karşı durmanın "etiket" fonksiyonunu üstlenmektedir. Britannica Ansiklopedisi'ne göre feminizm; cinsiyetler arasındaki sosyal, ekonomik ve politik eşitliğe inanmak anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre her insan feminist olabilmektedir. Yalnız kadının özgürleşmesi, ekonomik, politik ve sosyal alanın yanı sıra, "özel" alanı da kapsamalıdır. Bu şu demek oluyordu: Özgürlüğe giden 7 yol; partileri, örgütlerin ve erkeklerin vasiliğinden bağımsız olarak otonom olması demektir (Notz, 2011: 12). Necla Arat, feminizmi, cinslerin (kadın ve erkeğin) eşitliği kuramına dayanan kadınlara eşit haklar isteyen temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan bir siyasal akım olarak tanımlamıştır. Bu akım, insanlığın yarısını oluşturan bir demografik grubun ve uygarlık tarihi boyunca hep ikincil konumda yaklaşmak zorunda kalan kadınların bu olumsuz durumdan kurtuluş hareketinin adı olmuştur. Andree Michel' e göre, feminizm sözcüğü, "kadınların toplum içindeki rol ve haklarını genişletmeyi öngören bir öğretiyi" dışa vurma biçimidir. Şüphesiz feminizmin ilgi odağı da, kadınla erkek arasındaki toplumsal farklılık olgusunun anlamı, nedenleri ve sonuçlarıdır. Bu toplumsal farklılık hiç kuşku yok ki geleneksel siyasal ideoloji tarafından yapılmakta, pekiştirilmekte ve yeniden üretilmektedir ve bu siyasal ideolojinin felsefi temellerini anımsamak, uygarlık tarihi boyunca kadına bakış açısını belirleyen düşünceleri kuşbakışı da olsa görmek, feminizmin karşı çıktığı cinsiyetçi-ayrımcılık olgusunun anlamını, neden ve sonuçlarını kavramamızı kolaylaştırmaktadır (Arat, 2010: 29). Çoşkun ve Öztürk ise (2009: 13) feminizm için şu ifadeleri kullanmışlardır: "Feminizm, Marksizm ve Sosyalizm gibi Türkçe' ye Avrupa dillerinden geçmiş bir kavramdır. Feminizm de Aydınlanma sonrası Avrupa'sının ürünü olan bir ideolojidir. Aydınlanma Çağı Avrupa'sından ve o dönem Avrupa toplumunun toplumsal, iktisadi ve siyasi şartlarından dolayı ortaya çıkmış olduğundan tamamıyla Aydınlanma Avrupa'sının damgasını ve izlerini taşıyan bir kavramdır. Benzeri sosyal ve siyasi şartlar söz konusu dönemde dünyanın başka herhangi bir coğrafyasında bulunmadığından bu kavramlar Avrupa' da üretilmiş ve dünyaya da Avrupa'dan yayılmıştır. Bundan dolayı Avrupa dillerinde telif edilmiş sözcüklerde bir anlam sütununa sahip olmuştur. Bu nedenle gene tıpkı diğer ideoloji isimlendirmeleri gibi Türkçe'ye çevrilmeden kendi kullanıldığı dilde anlamı neyse Türkçe' ye de aynen öyle aktarılmıştır. Felix Grendon' a göre feminizm terimi ilk kez Fransız oyun yazarı Alexandre Dumas tarafından, 1872 senesinde "L'Hommefemme" adlı küçük bir risalede kadın hakları hareketini tanımlamak için kullanılmıştır." Yani feminizm, yapısı itibariyle Türkçe' ye çevrilmemiştir. Kelime üretilmiş olan dildeki anlam bütünlüğüyle dilimizde de kullanılmaktadır. Feminizm, dünyanın her yerinde kadın- erkek eşitliğinin sağlanması ve hemen her alanda kadınların 8 yaşamış oldukları ayrımcılığın önüne geçmek için oluşturulmuş bir hareketin yani kadın hareketinin adı olmuştur. Feminizm kavramının kullanıldığı zaman; kadınların kurtuluş, özgürlük, eşitlik çabası ve de kadınların hakları için yürüttükleri mücadele akla gelmektedir (Notz, 2012: 13). Feminizm, aslında durumsal açıdan birçok kavramı da içinde barındırdığı gibi tarihsel ve güncel pek çok pozisyon ve akım için de üst bir kavramdır. Bu kavramın ortaya çıkışına ilişkin birçok farklı anlatımı mevcuttur ve bu sebepten tarihsel olarak da feminizmi tek bir çıkış noktasından türetmek pek mümkün değildir. Bu kavramın, Latince "femina" yani dişi, kadın kelimesinden türediğini savunanlar olduğu gibi, bazıları da feminizmi sadece diğer 19. yüzyıl ideolojik "izm"ler gibi değerlendirmişlerdir (Notz, 2012: 9). Feminist akımların pek çoğu, kadını bir kurban, bir nesne olarak görmez, tam tersine onları eyleme geçen aktif birer birey olarak görürler. Feminizmi, kadın hareketinin teorik ve bilimsel çabası, ayrıca kadın cinsiyeti üzerindeki ayrımcılığına karşı bilimsel ve pratik bir bilgi bariyeri, ayrımcılığın üstesinden gelme hareketi olarak değerlendirmek mümkündür. Bu yüzden feminizmi,toplumsal bir hareketi temsil etmek için kullanabiliriz, yani, kadınların hayat şanslarında bir düzelme olması için politik ve pratik önlemler organize eden, kampanyalar ve eylemler düzenleyen, ayrımcılık ve kötü koşulların ortadan kalkması için çalışan bir toplumsal hareket olarak tanımlayabiliriz (Notz, 2012: 10). Geçmişten günümüze feminizm üzerine çeşitli tanımlamalar yapılmıştır ve bu tanımlamalar o kadar çeşitlidir ki; kimi feminizmin felsefi yönüyle ilgilenmiş kimi ise sosyolojik boyutuyla konuyu ele almıştır. Feminizm, aslında yalnızca kadınları ilgilendiren bir kavram olarak görülse de özü itibariyle çok yönlü ve geniş kitlelerce merak edilmiş, ilgi görmüş güncel bir kavram olmuştur, çünkü kadınlar konusu hassas bir konu olmasından dolayı ve kadınların her zaman ezilmişliği, ayrımcılığa uğrayıp yok sayılmışlığın ilk maruz kaldığı kesimi temsil etmesi nedeniyle güncelliğini sürdürmeye de devam edecektir. Tüm kadınların en büyük beklentisi ve inancı ise bu yok sayılmışlığın bir an önce bitmesidir. 9 Coşkun ve Öztürk (2009: 3), feminizm konusunu felsefi ve sosyolojik anlamda incelemişlerdir ve bu incelemelerini kısaca şöyle ifade etmişlerdir: Felsefi anlamda feminizmi, kadının hemen tüm Avrupa tarihi boyunca ezilmesinden, cadı addedilip yakılmasından, İncil' e dahi el sürmesinin yasaklanmasından, miras, boşanma, mülkiyet gibi pek çok hakkının elinden alınmasından sonra; Aydınlanma Çağı'nın, Fransız Devrimi'nin ve İnsan Hakları Bildirgesi'nin de kadına beklediğini ve istediğini vermemesi üzerine kadınların kendi haklarını kendileri aramak adına doğal haklar bildirgesinden hareketle 19. yüzyılda ortaya attıkları, fakat 21. yüzyıla kadar pek çok farklı kollara ayrılmış bulunan bir felsefi ekol ya da kuram olarak açıklamıştır. Sosyolojik açıdan feminizmi ise var oluş biçimini doğal haklar bildirgesinden alan; aile ve toplum içinde kadından yana bir değişimi, kadınların, erkeğin kamusal alanda sahip olduğu tüm haklara sahip olması gerektiğini, erkek ve kadının ev içinde işbölümü yapması gerektiğini, aile planlamasını ve işyerinde de kadının çalışmasına uygun ortamlar oluşturulmasının gerektiğini savunmaktadır. 1.1.1. Feminizmin Ortaya Çıkış Nedenleri Nasıl bakılırsa bakılsın kadın hareketi, çıkış noktası itibariyle bir özgürlük ve eşitlik talebinin tabii bir sonucunda şekillenmiştir. Bu hareket, toplumun özgürleşmesi ve bireyselleşmesiyle, geleneksel yaşam biçiminden koptuğu, siyasal ve ekonomik dönüşümlerin yaşandığı (18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başları) feminizm kavramıyla kendini ifade ettiği dönemlerde ortaya çıkmıştır (bilhassa Batı'da yani İngiltere, Amerika ve Fransa'da). Kadın hareketi dediğimiz şey kısaca kadınların kendilerine yüklenen rol kalıplarına ve yaşam tarzına bir başkaldırı biçimidir. Bu başkaldırıda toplumun yapısal ve kurumsal değişimler geçirmesiyle, eşitlik ve özgürlük fikirlerinin genel toplum değerleriyle yakından ilgili olmuştur (Çakır, 2013: 55). Dünyanın neresine gidersek gidelim, kadınlarla ilgili sıkıntılarla karşılaşmak mümkündür. En gelişmiş ülkeler de dahi kadınlar konusu özel bir yerde tutulmaktadır. Böyle ülkelerdeki kadınlar, sadece kendi ülkelerindeki kadınların 10 sesi değil az gelişmiş yada gelişmemiş ülkelerde de adeta insan yerine dahi konulmayan, hiç bir toplumsal statüsü olmayan, hatta bir eşya kadar değeri olmayan, hor görülen, sömürülen, ezilen tüm kadınların da sesleri olmak için çaba harcayan diğer kadınlardır. Feminizm, kadın mücadelesi demektir, kadın mücadelesi ise ezilmiş iki insan türünden her zaman daha çok ezilmiş olan kadının mücadelesi anlamına gelmektedir. Emek piyasasında cinsiyet ayrımına uğrayan, iş yerlerinde tacize uğrayan, aynı emeği sarf edip daha az kazanan, kazancı yan gelir olarak görülen ve ağzıyla kuş tutsa da yok sayılan bir sınıfın var olma mücadelesi feminizmin ve kadın mücadelesinin var olmasını gerekli kılmıştır. Bununla birlikte feminizmin ortaya çıkmasına neden olan faktörleri Öztürk (2009: 3-4) şöyle sıralamıştır: 1. 2. 3. "Feminizmin ortaya çıkışında etkin olan ilk faktör Avrupa tarihi boyunca kadına yapılan inanılmaz zulümler ve haksızlıklardır. Bu zulümler Avrupa kadınını "Biz de insanız" diye haykırmaya başlamasına zemin hazırlamıştır. Kadına karşı yapılan bu haksızlıklar arasında; kadının miras, mülkiyet, boşanma gibi pek çok hakkından yoksun bırakılmasının yanı sıra, kadınların cadı ilan edilerek yakılması ve şövalyelerle zengin derebeyler arasında sanki bu çok normal bir durummuş gibi yalnızca fakir kadınlara saldırılabileceğine dair antlaşmalar yapılaması gibi fiiller vardır. Feminizmin ortaya çıkış sebeplerinden biri de, Aydınlanma Çağı felsefesi ve bu felsefede de kadının yerini alamaması, yani Aydınlanma Çağı düşünürlerini gerek eserlerinde gerekse bu dönemde uygulamaya konulan doğal haklar doktrininde kadınlara yer vermemeleri, ama tüm bu Hümanist Aydınlanmacı felsefenin etkisiyle kadınların kendi hayatlarını, kendi hayatlarındaki sorunları sorgulamaları ve sorgulama neticesinde artık kadınlarında hak talebinde bulunmaya başlamaları ve bunun için örgütlenmeleridir. Feminizmin oluşumunda etkin olan 3. faktör ise Sanayi Devrimi'dir. (...) Sanayi Devrimi'nden itibaren ucuz iş gücü konumuna düşen kadınlar da erkeklerle birlikte diğer işçi hareketlerinin içinde yer aldılar. Ancak bu işçi hareketlerinde istediklerini bulamayan kadınlar daha sonra kendileri feminist örgütler kurarak bu örgütlerde bir araya geldiler. Kuşkusuz bu örgütler başlangıçta ya kadın işçi hareketi örgütü olduklarını ya da kadınlara oy verilmesi amacıyla kurulmuş bir örgüt yani bir sufraj örgütü olduklarını söylüyorlardı. Yoksa feminizm bu adla örgütlü bir yapıya bürünmüş değildi." Ayrıca siyasal, ekonomik, toplumsal dönüşümlerle birlikte kadının toplumdaki konumu tartışılmaya başlanmıştır. Kadınlarca başlatılan bu tartışma gidererek bir 11 kadın hareketine dönüşmüştür. Bu dönüşümde etkili olan üç faktörü ise Çakır (2013: 58) şöyle sıralamıştır: 1. 2. 3. "Toplumun siyasal, ekonomik, sosyal ve düşünsel alanlarda köklü değişimler geçirerek belirli bir gelişme ve karmaşıklık düzeyine ulaşması, giderek özgürleşmeye başlaması. Düşünsel planda oluşturulan eşitlik ve özgürlük ideolojisinin kadına ilişkin yönünün toplumsal geçerlilikte uygulanamaması; bu durumun yarattığı ikiliğin kadınlar tarafından fark edilmesi. Kısmen bu koşulların sonucu olarak kadınların, hiç değilse bir bölümünün, kadın sorununun çözümsüz olmadığı konusunda bilinçlenmesi, bireysel düzeyde başlayan talepleri, giderek örgütlü birliklere dönüştürerek bir hareket başlatmaları." Bu süreçler kadın hareketinin toplumsal bir hareket olmasını gerekli kılmıştır ve kadının hem içinde bulunduğu toplumsal yapıyı hem de kendini erkeğe kıyasla içerisinde bulunduğu konumu sorgulamasına neden olmuştur. Toplumun herkese vaat ettiği eşitlik ve özgürlükten bilhassa kadının yaşam alanlarında gerçekleştirmek için, onu sınırlayan değerlerden, geleneklerden, yaşam biçiminden kurtulmanın mücadelesi olmuştur (Çakır, 2013: 58). Şüphesiz, kadın hareketi her ülkenin kendi koşullarına göre şekillenip, önlerine çıkan tüm engellere karşı hemen her kesimden kadın, yaşadıkları ülke koşullarına paralel olarak ezilmişliklerine birlikte başkaldıracaklardır. Dünyanın her yerinde kadın erkek eşitliğinin sağlanması, kadın mücadelesinin bu bağlamdaki olumsuz durumlarının ve mevcut olan eşitsizliğinin sonlandırması gerekmektedir. Çünkü feminizmle ilgili yanlış bilinen birçok durum ancak doğru taleplerle açıklık kazanabilecektir, feminizm bir erkek düşmanlığı değil kadının bir birey olarak haklarını kazanma talebidir. 1.1.2. Feminizm Tarihi ve Gelişimi Toplumlarca kadının yalnızlaştırılması ve ikinci planda tutulması kadınların kendi yollarını yeniden yapılandırmalarına ve mevcut sistemde kendilerine ait olanı almak için çaba vermelerine neden olmuştur. 12 Feminist tarih yazıcıları, kadın tarihinde kadınların Tanrıça rolünde olduklarını ve bu rollerinden ötürü tüm hayatlarını feminen tercih ettiğini söyledikleri anaerkil dönemle başlatırlar ve bu dönemde insanların doğayla iç içe, barış dolu bir yaşam sürdürdüklerini fakat daha sonra tanrılar panteonunda Ana-Tanrıça'nın baştan indirilmesiyle onun yerine erkek bir Baş-Tanrının getirildiğini söylenmektedir. Bu nedenden dolayı sonraki dönemlerin feminist tarih yazıcılarınca ataerkil dönem olarak adlandırmasının temelinde yukarıdaki olay gösterilmektedir (Öztürk, 2011: 132-133). Feminizmin tarihsel gelişim ve evrelerine kısa bir giriş yaptıktan sonra kadınların geçmişten günümüze toplumlar tarafından nasıl görünüp algılandıklarına değinmekte yarar olacaktır. Öztürk'ün (2011: 130) bu konu hakkındaki düşüncesi şöyledir: "Geride bıraktığımız zaman dilimi içinde milyonlarca kadın yaşamış olmasına karşın, bunların çok azı tarihte yer alabilmiştir. Tarih yazıcıları, geçmişin büyük bir parçasını oluşturan kadınlarla birlikte birçok grubu, sınıfı, halkı sistematik olarak tarihten dışlamışlar,saklamışlar. Tarih kitaplarında hep savaşlardan, ateşkeslerden, anlaşmalardan ve yine savaşlardan bahsedilir. Ve tüm bu savaş, ateşkes, anlaşma ve tekrar savaş döngüsü içinde hep büyük adamlardan birileri anılır. Tarihte kadınlar dövüşmez, ancak yardımcı kuvvet olarak erkeğin yanında bulunur, mermi taşıyan kadınlar, hemşireler vs... Kaleleri fetheden hep erkeklerdi, fetihte elde edilen ganimet hep kadınlardır. Kahramanlar hep erkektir... Parlamentolarda konuşan hep erkeklerdir. Kısacası senaryo yazarı, tarih yazıcıları, yeniden inşa ettikleri geçmişin başrolünü hep erkeklere vermişlerdir. Çünkü geleneksel tarihin öznesi erkektir." (Öztürk, 2011: 130) Kurtuluş mücadelesini yaşamış olan ülkemizde de bilhassa ders kitaplarında mücadelenin detayları anlatılırken kadınlarında bu mücadelede yer aldıklarını sıkça duymuşuzdur. Cephede savaşan erkeğe karşı mermi taşıyan kadınlar, silah tutan erkek eline karşın silahı fabrikada üreten kadın... Oysa mücadelenin kazanılmasında kadınların rolü çok büyük olmuştur. Kadınlar yeri gelmiş cephede askerlerle birlikte düşmana ateş açmıştır. Kurtuluş Savaşı'nda verilmiş olan büyük mücadelede kadınlar, erkeklerle omuz omuza cephedeki yerlerini almışlardır. Kadınlar, düşmana karşı silahı ile savaşmış, cepheye mermi taşımış, yaralı askerleri tedavi etmiş, silah ve giyecek imal etmiş, vatanın kurtuluşunda ve bu günlere gelmesinde büyük emek ve çaba sarf etmişlerdir. 13 Öztürk (2011: 130-131), kadınların geleneksel tarih anlayışında yer edinememeleri konusundaki düşüncelerini şöyle ifade etmiştir: "Geçmişin tüm dönemlerinde erkek nüfusun yanında bir o kadar da kadın nüfus yaşamasına karşın geleneksel tarih anlayışı bu yarıyı görünmez kılmıştır. Peki, kadınlar tarihte nasıl görünmez kılınmışlardır? Geleneksel tarih anlayışında olayların geliştiği zemin, bunların ortaya çıkmasını hazırlayan gerçek nedenler ve kişilerle ilgilenilmez. Sadece sonuç ile ilgilenilir. Sonuç ise, genelde kadının yaşamını sürdürdüğü ve öznesi olduğu evin dışında somutlaşır ve burada da özne erkektir. Doğal olarak böyle bir kurgu, tarihi yazanlar, yani erkekler tarafından yaratılıyor. Tarih yapmak ve yazmak, farklı şeylerdir. Ancak okuyuculara ulaşanlar tarihi yazanın tercihleridir. (...) Feminist tarih ile ilgili araştırmalar çoğaldıkça, kadınların tarihi oluşturan olaylarda yer alamamalarının ya da aktif konumlarda bulunamamalarının nedeninin aslında onların aktif olmamaları ya da olayların içinde yer alamamaları değil, resmi kayıtlarda bulunamamaları olduğu ortaya çıkmıştır. Geleneksel tarih anlayışının belge fetişizmi, kadın tarihi sahnesinden indirilmiştir. Kadınlar çok uzun bir süre istatistiklerde yer alamamışlardır. Nüfus sayımlarında sayılmamışlardır. Devletin kayıtlarında görünmemişlerdir. Dolayısıyla geleneksel tarih anlayışının nesnellik kaygısı, hakikate ulaşmak için kullanılan birincil kaynakların çoğunda yer almamıştır. Örneğin Osmanlı' da kadınlar, nüfus sayımlarında sayılmak için 1882 yılını beklemek zorunda kalmışlardır. Türkiye' de kadınlar seçme ve seçilme hakkını beklemek için 1934 yılına kadar beklemişlerdir." Denilebilir ki; dünya nüfusunun hemen her döneminde toplam nüfusun yarısı olan (hatta bazen yarıdan fazlası bile olan) kadınlar, pek çok hakka çok sonradan kavuşabilmiştir. Sadece cinsiyetlerinden dolayı tabii haklarının verilmemesi gerçekten üzücü bir durumdur. Oysa insan doğası gereği üremenin kadınlarca gerçekleştirilmesinin karşılığı yok sayılmak olmamalıdır. Zamanla bazı şeylerin farkına varan kadınların ilk yaptığı şey geleneksel tarih yaklaşımına çeşitli eleştiriler getirmek ve bazı şeyleri sorgulamak olmuştur. Bilinen şudur ki bu sorgulamanın, 1960'ların sonu ile 1970'lerin başına tekabül etmesidir. 1.1.2.1. Feminizmin Dünyadaki Tarihi ve Gelişimi Feminizm teriminin ne zaman kullanılmaya başladığıyla ilgili farklı kaynaklar farklı bilgiler sunmaktadır. Feminizm kavramının Fransız Devrimi zamanında ortaya çıktığı bilinmektedir. Ancak hiçbir zaman, feminizm denilince ne anlaşılması gerektiğini söyleyen, kimin feminist olup kimin olmadığını belirten "Feminist Merkez Komitesi" olmamıştır. Bazı yazarlar feminizm kavramının isim 14 babasının Charles Fourier (1772-1834) olduğunu söylerler. Feminizmin, Fransız Devrimi sırasında1793 yılında Olypes de Gouges'un (1748-1793) yargılanmasında da kullanılan bir kavram olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda kadınlar ve cinsiyet araştırmacıları feminizm kavramını 1880'li yıllarda çalışmalarında kullanmışlardır. Kadınların seçme hakkını savunan bir aktivist olarak Hubertine Auclert (18481914) ve fikir arkadaşları feminizmi ilk defa 1881-1891 yılları arasında çıkardıkları Şehirli (La Citoyenne) adlı yayında kullandıkları da ifade edilmektedir (Notz, 2011: 10-11). Felix Grendon ise, feminizm teriminin ilk kez Fransız oyun yazarı Alexandre Dumas tarafından, 1872 senesinde "L'Homme-femme" adlı küçük bir risalede kadın hakları hareketini tanımlamak için kullandığını söylemiştir. G. Marshall'ın, feminizm kavramının tanımı ve bu kavramın oluşumu hakkındaki ifadeleri önemlidir, çünkü o; feminizmin, on sekizinci yüzyılda İngiltere'de doğduğunu ve cinsler arası eşitliği kadın haklarının genişletilmesiyle sağlamaya çalışan toplumsal bir hareket olduğunu ve feminizm teriminin ilk olarak 1890'larda, özellikle, kadınlara oy hakkı verilmesi ve kadınların eğitim ve çalışma olanağına sahip olmaları için kampanya yürüten kadınlar ve erkekler tarafından kullanıldığını ifade etmiştir. Kadınların ABD'de 1920'de, Britanya'da 1928'de oy hakkını kazanmasından sonra, feminizm içindeki, kamusal alanda erkeklerle eşit haklara sahip olma hedefi ile ailenin özel alandaki konumlarını iyileştirmeyi amaçlayan kadınların, erkeklerden farklılıklarının tanınması istemleri arasında görülen kalıcı gerilimi de iyice su yüzüne çıkarmıştır (Öztürk, 2009: 19-20). "Feminizm, önceleri yalnızca Thomas Hobbes, John Locke gibi Aydınlanmacı düşünürlerin insan haklarından sadece erkeklerin yararlanabilecekleri yönündeki söylemlerine, hemen tüm Avrupa tarihi boyunca kadınların sosyal hayattan dışlanmalarına ve çeşitli işkencelere maruz kalmalarına tepki olarak ortaya çıkmışken, sonraları kadının toplum dışına itilmesi yalnızca Avrupa'ya has bir durum olmadığı için tüm dünya da taraftar bulmuş ve Avrupa'dan, önce Amerika'ya sonra da tüm dünyaya yayılmış ve yükselişi önlenmeyen bir teori, bir paradigma haline gelmiştir. 20.yy.da ortaya çıkan hemen tüm fikir akımları feminizme etkide bulunmuş ve feminizm de bu fikir akımlarını etkilemiştir. Böylece marksizmin etkisiyle marksist feminizm, liberalizmin etkisiyle liberalist feminizm, postmodernizminetkisiyle de postfeminizm açığa çıkmıştır. Feminizmin pek çok sosyal değişimin de başlatıcısı olduğu bilinmektedir. Bilhassa çevreci hareketin ilham kaynağı ve başlangıç noktası feminizmdir." (Öztürk, 2009: 10) 15 Tarihin çok önceki dönemlerinde genelde insan olarak değerlendirilmeyen kadınlar ilk defa 17. yüzyıl İngiltere'sinde seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Feminizm üzerine yazılmış en önemli ilk eser olarak Marry Wollstonecraft'ın 18.yüzyılda yazdığı ve kadınların eğitim, hukuk ve siyaset alanlarında erkeklerle aynı haklara sahip olduğunu iddia ettiği Kadın Haklarının Savunusu (Vindication of theRights of Women) adlı kitabıdır. Kadınların kitlesel, organize ve kurumsal anlamda devrim niteliğinde siyasi dönüşümleri ise 19. yüzyılda belirmiş ve bu yüzyılda artık haklarını da savunmaya başlamışlardır. Bu dönemde bilhassa Avrupalı kadınların toplumsal ve siyasi hareketlere katılarak seslerini duyurmaya çalışması, dikkat çekici olmuştur. Kadınların kendilerini ifade edebilmek için eşit hak taleplerinde bulunmaları da bilhassa sanayi devrimi ve devletlerin siyasi düzenlerinin temsili demokrasiye geçmesiyle, Avrupalı kadınların durumu ve konumun derinden sarsılmasına paralel olarak ailenin deekonomik ve siyasi önemi azalmıştır. Bu durum da doğal olarak feministlerin seslerini daha da yükseltmelerini gerektiren bir ortamın oluşmasına vesile olmuştur. Böylece, kadınların ekonomik ve siyasi bir sorun haline gelmesiyle feminizm bu sorunu çözmeye yönelik cevaplar arayan bir hareket ve akademik disiplin olmuştur (Ataman, 2009: 2-3). Sömürüleşme sürecinin yoğunlaşmasıyla birlikte feminizm hareketi de uluslararası bir boyut kazanmak için mücadeleye girmiştir. Dünyanın hemen her bölgesinden kadınların, uluslararası bir platformda işbirliği, dayanışma ve ortak mücadelelerine birlik içinde devam etmelerini sağlamak için 1880'lerde Uluslararası Kadınlar Konseyi (International Concil of Women) kurulmuştur. Washington'da 1888 senesinde kuruluş toplantısında, Amerikalı ve Avrupalı kadınlar bu uluslararası örgütün amaç ve ilkelerini belirlemişlerdir. 1899 yılında yapılan ikinci toplantıya ise farklı ülkelerden 5 bin delegenin katılmasıyla oluşturulan büyük bir konseyle aynı yıl Barış ve Uluslararası İlişkiler (Peaceand International Relations) adlı bir komite kurmuşlardır. Komitenin temel hedefi ise; uluslararası politikada etkili bir rol oynayıcı haline gelerek kadın mücadelesinidaha rahat gerçekleştirebilmektir (Ataman, 2009: 3). 16 Birinci Dünya Savaşıyla, bilhassa Amerikalı kadınların girişimi ve daha sonra pek çok ülkeden kadının da katılımıyla 1915 yılında Kadınların Barış Partisi'nin kurulmasıyla; Avrupa'dan gelen ve bu örgüte mensup Alman, İngiliz ve İtalyan kadınların katılımıyla Lahey' de bir Uluslararası Kadın Konferansı düzenlemiş ve bu konferansta erkeklerin yürüttüğü savaş lanetlenmiştir. Bu durum kadınların birbirlerini "kız kardeş" gibi görmelerine, birbirleriyle yardımlaşmalarına, sevgi ve barışgibi vaatlerle bir arada bulunmalarına fırsat vermiştir. Katılımcılar, savaşların bitmesine yönelik olarak çağrıda da bulunmuşlardır. Kadınlar aynı yıllarda Milletler Cemiyeti'nin kuruluş çalışmalarında da yer almışlardır. Feminist kadınların çabaları sonucu Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'ne "eşit işe eşit ücret" ilkesini ekledikleri gibi Fransız feministlerden Avril de Saint-Croix, dünyanın bütün kadın hükümet dışı uluslararası örgütleri adına Milletler Cemiyeti'nde temsilcilik yapmıştır (Ataman, 2009: 4). Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise pek çok Batı ülkesinde kadınlar seçme ve seçilme hakkı elde etmişlerdir. Gene bu kadınlar, 20. yüzyıl boyunca kültürel ve felsefi görüşler oluşturarak uluslararası politikanın önemli bir baskı grubu ve aktörü olmuşlardır. Özellikle anneliğin mistik boyutu ve kadınlığın safiyeti gibi, kadınların üstün özelliklerine vurgu yapmış ve bu da cinsel rasyonalizm akımının oluşmasında etkili olmuştur. Modern feminizm, kadın erkek ilişkilerinde yalnızca erkeğin yaptıklarının kadınlar tarafından değil, aynı zamanda kadınların yaptıklarının da erkekler tarafından yapılabilmesi anlamına gelen "karşılıklılık ilkesi"nin geçerli olmasını talep etmektedir. Bu dönüşümden sonra ise akademik feminizm güçlenmeye başlamış ve bir hayli yol da almıştır (Ataman, 2009: 4). İlerleyen zamanla birlikte özellikle 1960'lı yıllarla birlikte, dünyadaki siyasi gelişmelere paralel olarak feminizmdeki kavramsal ve teorik genişlemelerin yaşaması, feminist hareketlerin daha öncekilerden farklı bir boyut kazanmasına neden olmuştur. Yani bütün kadınlar arasında dayanışma ve destek ilişkisi üzerine kurulan kız kardeşlik bilinci birleştirici bir ideoloji olarak görülmüştür (Ataman, 2009: 4). 17 "Feministler, ideoloji ve bilim alanında mevcut siyasi ve ekonomik disiplinlerini ve ideolojilerin temel varsayımlarını sorgulamaya başlamıştır ve pek çok alanda önemli katkılarda bulunmuşlardır. Tarih, iktisat, sanat, sosyoloji, antropoloji, siyaset, uluslararası politika, edebiyat ve dilbilim dallarında feminist araştırmalar hızla yaygınlaşmıştır... Kendi yayınevlerini kuran Batılı akademisyen feministler, Signs, Feminist Studies ve Women' s Studies gibi etkin dergiler yayınlanmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak de 20. yüzyılın ikinci yarısında ABD'nin hemen her üniversitesinde "Kadın Çalışmaları" bölümü açılmıştır. ABD' de okullarda okutulan ders kitapları bile feministlerin talepleri doğrultusunda yeniden yazılmıştır" (Ataman, 2009: 5) 17. ve 18. yüzyıllar, kadının hem eş hem de anne olarak evine ait olduğu varsayımıyla neredeyse evrensel bir ifade olmuştur. 18. yüzyılın ortasından itibaren bilhassa 19. yüzyılın başında yaşanan tarihsel dönüşümler, başta sanayi devrimi, kadını özel alanda tecrit ederek, işyeri ile ev mekanını birbirinden ayırmıştır. Fabrikanın makineleşmesi ve küçük ev sanayinin çöküşü ile birlikte işin kamusal dünyasıyla evin özel dünyası daha önce hiç olmadığı kadar birbirinden ayrılmıştır. Ayrıca bu gelişmelerle birlikte, akılcılığı kamusal alanla, akıl-dışılığı ve ahlakı özel alanla ve kadınla özdeşleştiren aydınlanma düşüncesi de desteklenmiştir. Blackstone'nun 1765-1769 yıllarında yayımlanan Commentaries on the Laws of England (İngiltere Kanunları Üzerine Yorumlar) adlı eseri, kadının hiçbir yasal ve kamusal varoluşunun bulunmadığı görüşünü kural haline getirmiştir (Donovan, 2013: 25-26). 18. ve 19. yüzyıllara geldiğimizde ise kadın hareketinin birçok alanı etkilediğini ve kadının hem özel hem de kamusal alandaki konumunu sorgulamıştır. 18. yüzyılda Mary Woll- Stonecraft kadın olmanın ilk günden itibaren öğrenilen ve yapay olarak yaratılmış olmasına rağmen doğal sayılan ve değişmez kabul edilen bir olgu olduğunu, 19 yüzyılda Sarah Girimke "erkeklerin görevleri ve kadınların görevleri, erkeklerin alanı kadınların alanı hakkındaki fikirler sadece keyfi fikirlerdir" tarzındaki ifadesi aslında toplumsal cinsiyet ilişkilerine, tüm alanların bu ilişkiler çerçevesinde yapılandığını göstermektedir.Kadınların oy hakkı ve yönetime katılma hakkı, tüm mesleklere girme hakkı, eğitim hakkı için mücadele edilen ilk dönem feminist hareket, devlet yönetimi, iş yaşamı, eğitim gibi pek çok alanın toplumsal cinsiyet kavramı ile şekillendiğini göstermektedir. Buna karşılık ikinci dalga feminist hareket olarak bilinen 1960'ların sonlarından itibaren feminist 18 söylemlerin yeni boyutlar kazanması bilhassa bu dönemdeki feminist hareketler ışığında; Simone de Beauvoir’in de ifade ettiği "kadın doğulmaz, kadın olunur" görüşüne paralel olarak kadınların erkeklerden farklı oldukları, farklı bir kültüre ve farklı tarzlara sahip oldukları düşüncesi üzerinde durmuşlardır. Yanı sıra ikinci dalga feministler artık cinsler arasında toplumsallaşma yoluyla yaratılan eşitsizlikleri kadının ezilmesinin ana nedeni olarak görmemekle kalmayıp tam tersine kadınların erkeklerden farklı yanlarının kadın özgürlüğünün olmazsa olmazı olarak değerlendirmişlerdir (Aktaş, 2013: 60-61). 20. yüzyılın başları İngiliz kadınları için önemli gelişmelerin yaşandığı yıllar olmuştur. 20. yüzyılda "birinci dalga" feministleri daha çok kamusal ve kişisel eşitlik taleplerinde bulunmuşlardır. İngiliz kadınları, bu yüzyılda uygulamada her zaman olmasa da kuramsal, yasal ve kamusal açıdan eşitlik elde etmişlerdir. 30 yaşın üzerindeki kadınlar için 1918'den itibaren oy hakkı verilmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nın etkilerinin karmaşıklığı, bu savaştan sonra bazı İngiliz kadınlara evleri dışında çalışma olanağı tanımıştır. O zamanlar evleri dışında istihdam eden kadın sayısında bir milyondan fazla artış olmuştur. Bazıları cephane fabrikalarında ve mühendislik işlerinde bazıları da hastanelerde çalıştırılmışlardır. 1918'de parlamento üyeleri, kadınların da parlamentoda yer alabilecekleri fikrini paylaşmışlardır ve böylece 1919-1920' de iki kadın Muhafazakar Lady Astor ve Liberal Margaret Wintringham kocalarının yerlerine İngiliz parlamentosuna girmişlerdir. Gene 1920'li yıllarda kadınlara yönelik çeşitli dergiler ortaya çıkarılmıştır. 1936'daNew York'ta bir grup kadın Kürtaj Yasası Reform Derneği'ni kurmuşlardır. Ancak bu konu öyle tartışmalı bir konu olmuştur ki bu konu, 1970'lere gelindiğinde yani feminizmin canlanışından çok sonraları bile sorunsal bir konu olmayı sürdürmüştür. 1947'de Birleşmiş Milletler tarafından bir "Kadınların Konumu İnceleme Komisyonu" oluşturulmuştur ve iki yıl sonra da "İnsan Hakları Beyannamesi" yayımlanmıştır. 1970'lerde, "ikinci dalga" feminizm kadınlar için cinsiyet ve aileye yönelik haklara daha büyük öncelik vermişlerdir. "Kişisel olan politiktir" sloganı 1970'lerin popüler bir sloganı olmuştur. 1975 ve 1985'te BM kadın sorunları hakkında Mexico City, Kopenhang ve Nairobi'de uluslararası üç konferans düzenlenmiştir (Walters, 2009: 121-136). 1960'lar 19 1970'lerde "kız kardeşlik güçlüdür" en popüler feminist sloganlardan biri olmuştur. Ancak bu ifade kullanıldığı dönemden beri sorgulanmış ve bazen de reddedilmiştir (Walters, 2009: 161). 1975'te BM Mexico City'de Uluslararası Kadınlar Yılı Konferansı düzenlemiş, bu konferansa dünyanın her tarafından feministleri bir araya getirmiştir (Walters, 2009: 167). 1990'lar "üçüncü dalga" feminist hareket, ırk ve çok kültürel bağlılıklar sonucu kendine uzlaştırıcı bir rol benimsemiştir. Bunların dışında her geçen yıl kadın çalışmaları üzerine kitaplar, dergiler ve makaleler yayınlanmıştır ve yayınlanmaktadır. 1.1.2.2. Feminizmin Türkiye'deki Tarihi ve Gelişimi Eski Türklerde kadın ve erkeğin aynı değer ve koşullarda olmasında, Şamanizm inanışının etkin olduğunu düşünen Ziya Gökalp; eski Türklerin Şamanizm'in etkisiyle hem demokrat hem de feminist olduklarını iddia etmektedir. Türklerin feminist olmalarının başka bir nedeni olarak da eski Türklerce Şamancılığın kadındaki kutsal güce dayanmasını göstermektedir. Aynı zaman da Gökalp, eski Türklerde kadınların da erkekler gibi savaşçı oldukları, yönetim işlerinde hakan ile birlikte yer almalarının yanında hükümdar, vali, elçi, gibi üst düzeyde görevler alabildiğini ve kadının aile içinde eşit haklara sahip olduğunu söylemektedir (Şahin, 2013: 161-162). Genel olarak eski Türklerde kadın önemli bir yere sahip olmuştur. Kadın öyle etkin roller ve görevler üstlenmiştir ki bırakın eşit olmayı, devlet yönetiminde etkin olmayı dahi başarmıştır. Örneğin, ülkenin hükümdarı savaşa ya da çeşitli gezilere çıktığında "hatun" hakandan sonra en yetkili kişi olarak misafir ağırlamak, ülkeyi yönetmek gibi üst yönetim ile ilgili işleri yürütmüştür. Hem anne olmaları hem de kadın olmaları onları daha değerli ve önemli kılmıştır. Osmanlı Devletinde kadını incelediğimizde, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti için siyasal, ekonomik, eğitim, hukuk ve düşünsel alanlarda ortaya çıkmış olan değişimlerin yapısal bir dönüşüm geçirmesiyle, ne yazık ki bu dönüşümden de en fazla etkilenen kadınlar olmuştur. Geleneksel temeller üzerine kurulu olan Osmanlı Devleti'nin modernleşmesinde öncülük edecek yapısal değişimler, bilhassa 2. Meşrutiyet döneminde gündeme getirilmiştir. Bu dönemde Osmanlı 20 siyasal yapısı, farklılaşma, merkezileşme, laikleşme, özgürleşme süreçlerine de girmiştir. Yaşanan modernleşme yalnızca siyasal yapıda olmamış; toplumun yeniden yapılanmasında da belirleyici olmuştur. Bu süreçte eğitim, hukuk, ekonomi, kısaca toplumsal yaşam her yönüyle değişimler yaşamıştır. Tüm bu değişimler, o zamana dek yalnızca ev içinde anne ve eş rolleriyle sınırlanmış olan kadına yansımış ve kadın, toplumsal yaşamda farklı statü kazanmayı amaç edinerek çeşitli taleplerde bulunmaya başlamıştır. Şüphesiz bu konudaki en etkin rol de basın olmuştur. Kadınlar, o dönemki gazetelerde, bilhassa kadın dergilerinde sorunlarını ve beklentilerini yazmışlardır; böylece kadınları bilinçlendirmeyi ve istekleri doğrultusunda kadınları değişime hazırlamayı planlamışlardır. Bu yolda amaçlarına ulaşabilmek için de konferanslar düzenleyip çeşitli dernekler kurmuşlardır ve bu derneklerde etkin olmuşlardır (Çakır, 2013: 59). "Batı dünyasında, kadınların seçme seçilme hakkı mücadelesi bütün hızıyla devem ederken, feminist bir dernek olan Osmanlı Müdafa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti, kadınların siyasal haklarını elde edeceğine ve ülke yönetiminde söz sahibi olacağına inanıyordu." (Davaz, 2014: 137). Bu dernek kadınların yaşam koşullarının yeteneklerini ortaya çıkaramadığını düşünmüşler ve kadınların öncelikli hedefinin eğitim olması gerektiğine inanmışlardır (Davaz, 2014: 137). Ülkemizde feminizmle ilgili yoğun tartışmalar ise, Birleşmiş Milletlerce 19751985 yılları arasında Kadın On Yılı'nın ilan edildiği tarihe denk gelmektedir. Türkiye'deki feminizm hareketi daha çok orta sınıftan ve kentli, iyi eğitim görmüş kadınların öncülüğünde başlamış ve 1980 sonrasında ise kadın hareketleri değişimler yaşamıştır. Elbette kadınların eğitimi ve bilinçlenmeleri, kadın-erkek eşitliği ve en önemlisi de tek eşliliğin üstünlüğü gibi konularda çalışmaları olan; Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Fatma Ali'ye Hanım, Ziya Gökalp, Halide Edip gibi ekoller kadın mücadelesi için yaptıkları çalışmalar yadsınamaz (Arat, 2010: 85). Aşağıda Türkiye Cumhuriyeti'nce kadınlar için yapılmış- verilmiş bazı haklar ve kadın çalışmaları verilmiştir. Bunlar kısaca şöyledir: Toplumdaki cinsiyetçi ayrımcılığa ve eşitsizliğe en köktenci karşı çıkış, Mustafa Kemal'in önderliğinde Cumhuriyet Dönemi'nde yeni bir Yurttaşlar 21 Yasası'nın kabul edildiği ve kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği 1920'li ve1930'lu yıllarda gerçekleşmiştir (Arat, 2010: 85). Aralık 1975'te 27 kadın derneğinin ortak çalışması olan Ankara Kadın Kongresi'nde bilhassa yeni oluşumların ışığında Türkiye' de kadın lehine yasal değişiklikler ve yeni yasal düzenleme önerileri dile getirilmiştir. Mayıs 1978'de Uluslararası Nüfus Kongresi ile Türk Sosyal Bilimler Derneği, İstanbul'da "Türk Toplumunda Kadın" semineri yapmıştır. Bu seminerde Üçüncü Dünya ülkelerindeki kadın sorunları tartışılmıştır. Daha sonra Türk Sosyal Bilimler Derneği, Ocak 1980'de "Türkiye' de Kadın Sorunlarına Yaklaşım ve Öneriler" semineri yapmıştır. Aralık 1981'de Kadın Dernekleri Federasyonu, Ankara' da "Dünyada ve Türkiye'de Kadının Durumu" konulu bir seminer, Mayıs 1981'de bir edebiyat dergisi olan YAZKO İstanbul' da "Edebiyatımız ve Kadın Sorunu" başlığı altında bir panel düzenlemiştir. YAZKO'nun ilk paneline yoğun ilgi gösterilince Haziran 1981'de de hemen "Kadın Sorununun Öteki Yüzü" adlı bir başka panel daha yapılmıştır. 1980'de Kopenhag'ta "İkinci Dünya Kadın Konferansı" düzenlenmiştir (Birinci Dünya Konferansı ise 1975'te Mexico City'de yapılmış ve bu konferansta kadınlar için "Dünya Eylem Planı" kabul edilmiştir). Bu konferansta "Eylem Programı ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi" kabul edilip imzalanmış ve bu sözleşmeyi Türkiye ise beş yıl sonra Ekim 1985'te kabul edip yasalaştırmıştır. Kısaca kadın sorunlarına duyulan yoğun ilgi kendisini 1975-1985 yılları arasındaki dönemde "Kadın On Yılı" olarak ilan edilmesinde yakın ağlantıları olmuştur. 1980 sonrası, Ayrımcılık Sözleşmesi, Türkiye' de ilk kitlesel kadın hareketinin çıkış noktası olmuştur. Mart 1986'da değişik konum ve siyasal görüşteki binlerce kadının bir araya geldiği dönem olmuştur. Bu kadınların bir araya gelmesi, Ayrımcılık Sözleşme'nin "Tüm insanların vazgeçilmez hakları" olarak tanımladığı haklardan tam ve eşit bir biçimde yararlanmalarını sağlayacak önlemlerin 22 alınmasıdır. Bu bağlamda söz verilen konuların yerine getirilmesi için bir imza kampanyası başlatmışlar ve kadınlar dilekçesini Türkiye Büyük Millet Meclisi' ne yollamışlardır. Ayrıca 1987 yılında bir ağır ceza yargıcının bir dava sırasında sarf ettiği:"Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksi etmeyeceksin" tarzındaki çağdışı ifadesi, basında ve kamuoyunda büyük tartışmalara yol açmasına neden olduğu gibi çeşitli çevrelerden kadınların "Dayağa Karşı Yürüyüş" kampanyaları düzenlemelerine de neden olmuştur. Bu kampanyanın hemen ardından 1987'de Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği, Sosyalist Feminist Kaktüs, İnsanca Yaşam İçin Kadın Derneği gibi dernekler kurulmuştur (Arat, 2010: 87-88). 1989'da ise sosyalist kadınlarla feminist kadınların öncülüğünde, kadınların tartışıp birbirlerini alabildiğince sorguladıkları ve 800'e yakın kadının da izlediği Kadın Kurultayı yapılmıştır. Bu sebepten 1989 yılı, yürüyüş, kampanya, kurultay, seminer ve panellerin yoğun bir şekilde düzenlendiği ve kadın sorunlarının hep odakta olduğu bir yıl olmuştur. Ayrıca 1989 yılı İstanbul Üniversitesibünyesinde ilk kez "Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi"nin kurulduğu yıl olmuştur. Bu merkezde Kadın Araştırmaları yüksek lisans dersleri ve Kadın Araştırmaları konferansları da düzenlenmiştir. 1990 yılına geldiğimizde iseİstanbul'da Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı bir ilk olarak açılmıştır (Arat, 2010: 88-89). Kadınların yanı sıra Türkiye'de devlet eliyle yapılmak istenmiş ve yapılabilen çalışmalar da olmuştur. Bu bağlamda, 1992'de Anayasa Mahkemesi, Medeni Kanun'da yer alan "Kadının çalışması kocanın iznine bağlayan" maddeyi eşitlik ilkesine aykırı bulup iptal etmiştir. 1997'de sekiz yıllık "Zorunlu Temel Eğitim Yasası" çıkarılmıştır. Bu yasanın temel amacı ise kırsal kesimlerdeki kız çocuklarının daha uzun süre okula devam etmelerini sağlamaktır. 23 Ayrıca 1997'de Medeni Kanun' da yapılan değişiklikle "Evli kadına kocasının soyadı ile birlikte, kendi soyadını da taşıma" hakkı tanınmıştır (Medeni Kanunun 153. maddesinde yapılan değişiklikle). 1998'de kabul edilen 4320 sayılı "Ailenin Korunmasına Dair Kanun" ile aile içi şiddete uğrayanların korunması hedeflenmiştir. Bununla birlikte bu kanunla şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılması da kanunla güvence altına alınmıştır. Buradaki amaç kadına yönelik şiddete karşı çok önemli bir güvence sistemi oluşturmaktır. Bu kanunu önemli kılan şey; aile içi şiddet kavramının ilk kez hukuksal bir metinde yer almasıdır. Yanı sıra Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması adına bazı yasal değişiklikler de yapılmıştır. Örneğin; 2001 yılında Anayasa'nın 41. maddesindeki "Aile, Türk toplumunun temelidir "fırkasına"...ve eşler arasında eşitliğe dayanır" eklenerek "Ailede eşitlik ilkesi" Anayasa'ya eklenmiştir. Ancak bu, yaşamın her alanındaki kadınerkek eşitliği için yeterli olmamıştır ve bu nedenle de 1 Ocak 2002'de yeni Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girmiştir. Kadın ve erkek için evlenme yaşı; 17 yaşın bitirilmesi koşuluna bağlanmıştır. Yoksulluk nafakasında eşit sorumluluk getirilmiştir. 1 Ocak 2003'te Aile Mahkemeleri kurulmuştur. Bu mahkemelerde aile hukukunu ilgilendiren dava ve işlerin yanı sıra "Ailenin Korunmasına Dair Kanun"un uygulanmasından doğan davaları üstlenme yetkisi verilmiştir. Bunların yanında aile içinde eşlere eşit haklar ve sorumluluklar tanınmıştır. Boşanma veya eşlerden birinin ölümü ile evlilik sona erdiğinde, evlilik süresince edinilen malların eşit paylaştırılması (2002'den itibaren yapılan evlilikler için geçerli) kabul edilmiştir. Bu yeni kurallar gereği eşler oturacakları konutu birlikte seçip evlilik birliğini beraberce yöneteceklerdir. 2004'te Anayasanın 10. maddesine "Kadın-erkek eşit haklara sahiptir. Devlet kadın-erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesinde yükümüdür" kuralı eklenmiştir. 24 1 Nisan 2005'te yürürlüğe giren Türk Ceza Kanununda "Töre saikiyle" kasten öldürmeye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verilmesi öngörülmüştür. Temmuz 2006'da ise Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Başbakanlık Genelgesi yayımlanmıştır. 23 Nisan 2009' da TBMM'de Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu'nun kurulması onaylanmıştır. Mayıs 2007'de Ailenin Korunmasına Dair Kanunun uygulanmasındaki aksaklıkların giderilmesi için bazı değişiklikler öngörülmüş ve hazırlanan değişiklik tasarısı yasallaşarak yürürlüğe girmiştir. Mart 2008' de Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un uygulanması hakkında yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikle 4320 sayılı kanundaki önlemler, ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Böylece aile içi şiddet, ihbar ve şikayet gibi kavramlarda netlik kazanmıştır. 23 Nisan 2009'da TBMM tarafından "Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu"nun kurulmasını onaylamıştır (Arat, 2010: 91-93). 12 Eylül 2010' da yapılan referandumda anayasada yapılan değişikliğe evet çıkması ile çocuklar ve kadınlarla ilgili şu değişiklikler yapılmıştır: 2010' da aynı referandum doğrultusunda kadınların, çocukların, yaşlı, dul ve yetimlerin gazi ve malüller olmak üzere korunma ihtiyacı olanlara, toplumun dezavantajlı kesimlerine pozitif ayrımcılık ilkesi benimsenmiştir. Böylece hiçbir güvencesi olmayan kesimlerin gerek sosyal gerekse de bireysel hak ve özgürlükleri anayasal teminat altına alınmıştır. "Bu maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel süratle korunması gerekenler için alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz" maddesi ilave edilmiştir. 18 Ekim 2012 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü işbirliğiyle hazırlanan "Panik Butonu" projesi hayata geçmiştir. Elektronik Destek Sistemi Pilot Uygulaması, 18 Ekim 2012 tarihinde iki ilde pilot olarak başlatılmıştır. Söz konusu uygulama ile şiddet mağduru kadına, alınan koruyucu ve önleyici tedbir kararlarının 25 izlenmesi amacıyla mahkeme kararı ile "panik butonu" verilmektedir (http://kadininstatusu.aile.gov.tr). 31 Ekim 2013 Başörtülü dört milletvekili; Gülay Samancı, Sevde Bayazıt Kaçar, Nurcan Dalbudak ve Gönül Bekin Şahkulubey TBMM’ye başörtüsüyle girmiştir (http://sites.ibb.gov.tr/ibbkkm.org/kadina- dair/turkiyede-kadin-haklari-kronolojisi/). Kısaca feminist hareketin Türkiye' deki oluşumuna ve yapılanmasına değinecek olursak; en verimli yılları 90'lı yıllarda geçirmiştir. "90'lı yıllarda gerçekte feminizm farklılaşıp ayrışmaya başladığı yıllar olması" (Arat, 2010: 90) açısından önemlidir. Örneğin Tük Medeni Kanunu'nda, Türk Ceza Kanunu'nda kadınlara yönelik yapılması gereken değişiklikler bu dönemde planlandığı gibi ailenin korunması yasası da bu dönemde çıkmıştır. Kadın Eserleri Kütüphanesi, Üniversitelerde Kadın Sorunları Araştırma Merkezleri, Kadın Çalışmaları Bilim Dalları ve Kadın Sığınma Evleri, çeşitli feminist yayın ve dergiler, 80'lerin sonu ile 90'lı yıllarda kadın dayanışmasının olumlu sonuç veren ürünleri olmuştur. Bununla birlikte kadınların güçlü lobiler oluşturması ve kadın dayanışmasının yaygınlaşmasıyla zaman zaman ülke gündemini dahi belirleyebilmişlerdir (Arat, 2010: 12). Özetlersek, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadın sorunu; kadınların cinsiyetlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalmaları gibi sorunlar nedenliyle ne yazık ki güncelliğini sürdürmektedir. Kadınlarımızın büyük bir çoğunluğunun feminizm kavramını duymaması; duyanların pek çoğunun ise kavramın tam olarak ne ifade ettiğini anlamaması bu konunun ciddiyetini arttırmaktadır. Çünkü konu kadınları ilgilendirmekte ancak kadınların kendilerini ilgilendiren bu kavrama yabancı olmaları ve kavramın tam olarak ne ifade ettiğini bilmemeleri meseleyi daha da ciddileştirmektedir. Ne var ki son yıllarda feminizm ve kadınlar için yapılan araştırmalar, yazılan makaleler ve kitaplar sayesinde daha bilinçli yani haklarını bilen kadınlar yetişmekte; bu bilinçlenme de beraberinde daha başarılı ve güçlü kadınların türemesini sağlamaktadır. Oluşan bu bilinçlenme öyle görünüyor ki bazı kesimlerce farklı algılanabilmektedir, çünkü son dönemlerde kadına karşı 26 artan şiddet olayları ve kadın cinayetlerinin de üzücü bir şekilde artış göstermesi düşündürücüdür. Bu artışın temelinde yatan nedenlerin tespiti için gerekli incelenmelerin yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte kadının özgürlüğüne kavuşması, aile ilişkileri, çalışma hayatları, ekonomik özgürlükleri gibi temel konularda baskılardan kurtulmaları öyle görünüyor ki uzun bir çalışmayı gerektirmektedir. 1.2. Feminist Kuramlar Feminizme giden yol hiç bir zaman tek başına olmamıştır. Farklı kültürlerden gelen kişilerin, yaşamlarına doğrudan temas edecek bir feminist teoriye her zaman ihtiyaçları vardır (Hooks, 2012: 140). Feminizm akımının gelişmesine paralel olarak ortaya çıkan bu ihtiyaçların, farklı düşüncelerin, farklı fikirlerin doğmasının kaçınılmaz olması; ortaya tek bir feminizm değil çeşitli feminist teorilerin çıkmasını sağlamıştır. Doğal olarak feministler arasında farklı seslerin çıkması, görüşlerin ve beklentilerin farklı olması feminizmlerin de farklılaşmasına ve çeşitlenmesine neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da feminist teoriler azımsanmayacak ölçüde artmaya başlamıştır (Şahin, 2013:261). Feminist hareketin, akademik ivme kazanmasıyla çeşitli ülkelerde özellikle sınıfsal anlamda genç bireylerce feminist düşünceyi öğrenme, feminist teoriyi okuma ve bunları akademik araştırmalarda kullanma fırsatına sahip olmuşlardır. Feminist hareket bu anlamda kadınların akademik çalışmalarına saygı duyulması, eserlerin geçmişteki ve günümüzdeki değerlerinin temsil edilmesini, müfredatta ve pedagojide toplumsal cinsiyetin getirdiği önyargıların yok edilmesini talep etmesiyle adeta bir devrim yaratmıştır. Kadın araştırmalarının kurumsal bir kimlik kazanmasıyla, feminizmin varlığının ve mesajının daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Kadın araştırma dersine katılan öğrenciler gerçekten öğrenmek için ve feminizm hakkında daha da çok şey bilmek ve bu konuda bilgilenmek istemişlerdir (Hooks, 2012: 34-35). 27 Feminizm tanım ve türleri için yapılan tanımlar ve açıklamalar aslına bakılırsa çok çeşitli ve renklidir. Ramazanoğlu (1998: 26-27), feminizmin birçok türünün belirli ortak özelliklerinin olduğunu söylemiş ve bu ortak özellikleri şöyle sıralamıştır: 1. Feminizmin tüm türleri, kadınları erkeklere bağımlı kılan mevcut cinsler arası 2. 3. 4. 5. 6. 7. ilişkileri tatmin edici olmadığı ve değiştirilmesi gerektiğini kabul etmektedir; Feminizm, çeşitli toplumlarda doğal, normal ve arzu edilir sayılan birçok durumu sorgulamaktadır; Feminizm, temel tanımlama sorunları yaratan düşüncelerden oluşmuştur. İnsanlığın tüm tarihi ve geleceği sorgulanmaktadır; Feminizm yalnızca düşüncelerden ibaret değildir. Herkesin insan olarak tüm olanaklarını geliştirebilme fırsatına daha çok sahip olabilmesi için dünyanın değiştirilmesini, erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkilerin dönüştürülmesini amaçlamaktadır; bu nedenle feminizm, mantıklar gereği, aynı zamanda politik pratiği olan bir düşünceler dizisidir; Feminizm çok çeşitli politik kriterleri kapsar, ancak bunların tümü de, kadınları kendi yaşamları üzerinde denetim sahibi kılarak cinsler arası ilişkileri değiştirmeyi amaçlar; bu pratikler bilinç yükseltme gruplarından ve bulaşığı kimin yıkacağı tartışmasından, erkeklerden ayrı yaşama savaşımına; yurttaşlık hakları, ekonomik ve politik güç uğruna örgütlü mücadeleye kadar uzanır. Dolayısıyla feminizm, tanım gereği kışkırtıcıdır. Feministlerin değişim yönündeki çağrıları her zaman direnişle karşılanır; ancak, bu direnişin gücü ve niteliği değişebilir; Feminizm, kadın-erkek ilişkilerinin niteliği hakkında tarafsız ve nesnel bir bilgi konumundan yola çıkmaz. Kadın haklarının en ılımlı taraftarları bile, erkeklerin, kadınların haksız biçimde yoksun bırakıldıkları haklardan yararlandıklarını kabul etmek durumundadırlar. Bu taraflılık, feminist bilginin geçersiz olduğu anlamına gelmez yalnızca bilgi derken neyi kastettiğimizi ve niçin bazı bilgi biçimlerinin diğerlerinden daha fazla gelir. Feminizm, bildiğimizi sandığımız şeyleri nasıl bildiğimiz konusunda ciddi sorular ortaya atarak aklın, bilginin ve toplumsal teorinin radikal bir biçimde sorgulanmasını içerir." Feminizmin değişik gruplarının politik stratejileri birbirinden çok farklıdır. Bu durumda feminizmin ortak amaçlarının tanımlanmasını otomatik olarak zorlaştırmaktadır. Örneğin; kamu yaşamında daha çok kadının önemli mevkilere gelmesini sağlamak için açılan kampanyalar ile kamusal alanları kadınlar için daha güvenli kılmak için yapılan yürüyüşleri; daha liberal kürtaj yasaları için, kısırlaştırmaya ve yeni doğan bebeklerin öldürülmesine karşı yapılan gösterileri ve düşük ücretli kadın işçileri sendikalara çekmek için yürütülen hareketler arasında toplumsal teori ve politik strateji açısından önemli farklılıkları mevcuttur. Bu durumda hem feminizm için genel geçer bir tanım yapabilmeyi hem de tek bir 28 feminist teorinin olabilmesine imkan vermemektedir. Bu imkansızlığın ve zorluğun nedeni ise her şeyi tatmin edici, doğru sözcükleri bulmak değil, feminizmin kendisidir (Ramazanoğlu, 1998: 27). Kadın hakları ve feminizm hareketlerinin yaygınlaşması bir yerde farklı seslerin ve yorumların ortaya çıkmasını gerekli kılmıştır. Bu durum da farklı feminist teorilerinin oluşmasının en temel nedeni olmuştur. Çoğu feminist ve feminist kuramcıları feminizmi; liberal, Marksist, sosyalist, radikal, postmodern olmak üzere beş grupta toplarlar. Bunun dışında bu beş türün alt dalları olarak görülen ve kabul edilen feminist teoriler de mevcuttur. Eşitlikçi, bireyselci, İslamcı, siyah/ renkli derili, post- feminist, kültürel, varoluşçu, Batılı gibi. Jane Freedman ise feministleri üç gruba ayırmıştır, bunlar; liberal feminizm, Marksist ya da sosyalist feminizm ve radikal feminizmdir. Bu durum basit bir tipolojiyle ifade edilecek olursa liberal feministler liberal devlet çatısı altındaki kadınlar için eşit haklar talep ederken, Marksist ve sosyalist feministler cinsiyet eşitsizliği ve kapitalist üretim sistemindeki kadınların ezilmişliğiyle ve bu sistem içinde işçi istikrarındaki bölünmeleri konu edinip ilgilenirler. Radikal feministler ise diğer toplumsal yapılardan bağımsız olan ataerkil sistemin sonucu olarak türeyen ve erkeklerin kadın üzerindeki hakimiyetiyle ilgilenirler (Şahin, 2013: 258-259). Yani feministler kendi ideolojilerini feminist teoriler için bir temel olarak görmektedirler. Örneğin sosyalist gelenekten gelen bir feministin dahil olmak, mücadele etmek için savunacağı teori "sosyalist feminizm" olacaktır. Yani feministler için öz önemlidir, tabi ki bu özün özünde de kadın menfaatleri vardır. Sonuç olarak, her feministi belirli bir akıma dahil etmek yanlıştır. Feministler birbirlerinden bir şeyler öğrenerek çağın ve toplumların yapı ve ihtiyaçlarına göre gruplara ayrılmışlardır. Kadınlar eksiklik olarak gördükleri yerlerde yeni akımlar yaratmışlardır ve bu yaratma işi öyle görünüyor ki devam edecektir, çünkü hemen tüm toplumlarda ortak sorunların başında kadınlar gelmektedir. Dünya'nın hemen her kıtasında geniş bir teoriler yelpazesi mevcuttur ve bir yerdeki eksiklik bir başka yerde geçerli olmayabilir. Örneğin 1970'lerde bilhassa yapısız örgütlenmesi ve önderlikten yoksun oluşuyla bir Amerika ürünü olan radikal feminizm etkinken, 29 Marksist feminizm ise Amerika'dan ziyade Avrupa'da değişik biçimleriyle popüler olmuştur. 1.2.1. Liberal Feminist Kuram Liberalizm kısaca "özgürlük taraftarlığı" anlamına gelir. Feminist akımlarla ilgili kaynakların büyük bir kısmının liberal feminizmle başlıyor olması elbette tesadüf değildir çünkü hem tarihi boyutuyla diğer akımlardan önce gelmesi hem de feminizmle ilgili diğer tüm kuramların öncelikle liberal feminist tezlerle bir hesaplaşma ihtiyacı duyması liberal feminizme öncelik vermiştir. Bu sebeple liberal feminizm diğer yazarlarca ana akım feminizmi olarak tanımlandırılmaktadır (Demir, 2014: 45) ve zaten klasik feminizmde vurgulanmak istenen şey de tam olarak klasik liberal feminizmdir. Liberal düşünceyi benimsemiş feministler bilhassa 19. yüzyılda, kadınların eşitliğini engelleyen unsurlar üzerine durmuşlardır. Kadınların kendilerini geliştirmesini engelleyen şeylerin temelinde daha çok kadınları cahilliğe iten toplumsal şartlandırmanın ve ayrımcılığın olmasına bağlamışlardır. 20. yüzyılın, öncü liberal feministlerden Bette Friedan ve diğer liberal feministlerin üzerinde durduğu şey; kadın ile erkek arasında herhangi bir farkın olmadığını ve kadınları ikinci sınıf insan olmadıklarını hatta tarih boyunca seçkin erkeklerin sahip olduğu tüm ayrıcalıklara ve diğer tüm güçlere sahip olmaları gerektiğini de özellikle vurgulamışlardır. Kadınların, siyasi birimlerin, kurumların karar verme pozisyonlarında bulunmadığını iddia ederek, onlara fırsatlar verilmesini ve kadınların da yüksek karar mekanizmalarında yer almaları ve temsil edilmeleri gerektiğini belirtmişlerdir (Ataman: 2009, 15). Liberal feministlerin en temel talepleri; kadınlara eşit haklar tanınması ve mevcut ayrımcılığın sonlandırılmasıdır. Bu bağlamda eşitlik, liberal feministler için önemli bir kavramdır. Liberalizm'in üzerin durduğu en önemli nokta hak ve özgürlüklerdir.Bunun nedeni, liberalizmin Avrupa'daki uzun süreli özgürleşme sürecinin ürünü olan 30 felsefi bir kuram olmasıdır. Bu kuramca devlete bir takım görevler düşmektedir; yani devlet, bireylerin daha fazla özgürleşmesi için faaliyete geçmeli ve bireyin özgür teşebbüs ruhunun destekleyicisi olmalıdır. Avrupa çeşitli özgürleşme süreçlerinden geçmiştir, bu süreçler devam ederken kadınlar da doğal olarak özgürleşme talebinde bulunmuşlardır. Ancak onların istediği ve talep ettiği özgürleşme tam olarak kendini bulamamış aksine hayal kırıklıkları da yaşamışlardır. Kadınlar, bu kendi meselemizdir deyip kendi meselelerine kendileri el atmışlardır. Kadın konusuna ilk ilgi gösterip ve aynı zamanda bu konuda da ilk tepki gösterenlerden biri Olympe de Gouges' dur. Gouges, ilk iş Kraliçe Antoinette'e bir mektup göndermiştir. Mektubunda kadınlar için belli haklar talep etmiş bununla yetinmekle kalmayıp aynı zamanda kadınların kendi haklarını kendilerinin talep etmemesi ve sahip çıkmaması, kendi haklarının peşinden koşmamaları durumunda asla istedikleri özgür hayata kavuşamayacaklarını anlatmıştır ve duygularını şöyle ifade etmiştir: "Bu devrim ancak bütün kadınlar kötü kaderlerinin farkında olurlarsa ve toplumdaki haklarını alamadıklarının bilincine varırlarsa tamamlanacaktır" (Öztürk, 2011: 50). Özgürlük taraftarlığı olarak nitelenen liberalizm, 4 temel öğeden oluşmaktadır. Bunlar: Bireycilik Özgürlük Sınırlı Devlet Piyasa Ekonomisi'dir. Liberal feminizmin ilk özelliği, rasyonel bireyi esas alıyor olmasıdır. Bu yaklaşım insanın, birbirine indirgenemeyecek iki varlık olan "beden ve zihinden" meydana geldiğini savunmaktadır. Bu yaklaşımlardan beden, biyolojik varlığı yani insanın diğer canlılarla da paylaştığı yönünü, zihin ise onu diğer canlılardan ayırmakla kalmayıp onları üstün kılan, ona değer kazandıran yönünü oluşturmasıdır. Alison M. Jagger, insanı, beden ve zihin olarak birbirine indirgenemez öze ayırıp, zihni bedenden üstün görmeyi; insanı insan yapan, onu diğer varlıklardan üstün kılan 31 şeyin aslında bedensel olarak diğer canlılardan olan farklılığı değil, sahip olduğu zihinsel kapasite olduğu görüşüne "normatif düalizm" demiştir. Genel olarak bu ayrımın kadın ve erkek eşitliği ile ilgili tartışmalarda belirleyici noktası vardır, çünkü insanı insan yapan şeyin, onun zihinsel kapasitesi olduğu varsayımı kabul edildiğinde kadın ve erkeğin aynı zihinsel kapasiteye sahip olmadığı tartışması gündeme gelmektedir. Bu varsayıma göre erkek kadından daha üstün bir zihinsel kapasiteye sahipse o zaman kadın-erkek eşitliğinden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bu sebepten zihinsel kapasite açısından erkek-kadın eşitliğinin olup olmadığı sorusu aslında feminist tartışmaların da başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir (Demir, 2014: 45-46). Özgürlük, liberalizmi liberalizm yapan en temel şarttır, çünkü liberalizm, birey özgürlüğüne ya da özerkliğine büyük önem verir. Liberalizmin özgürlük anlayışı genellikle "negatif özgürlük" olarak adlandırılır. Burada kastedilen özgürlük, bireyin dışarıdan gelen bir zorlama altında kalmaksızın davranabilmesidir. Bunun nedeni ise bireyin özerk ve bağımsız olmasıdır. Liberal yaklaşıma bireyleri, bir duvarı meydana getiren birbirinden bağımsız tuğlalar gibi düşünür ve toplumun temel birimleri olarak da kabul eder çünkü toplum dediğimiz şey; bireylerin bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Buradaki birey deneysel olmasa da mantıksal olarak istekleri, ihtiyaçları ve duygularıyla toplumsal bağlamından yalıtılmış soyut bir birim olmasıdır (Demir, 2014: 46). Liberal düşüncenin bir diğer özelliği ise devletin konumuyla ilgilidir. Devlet kendine görev olarak; topluma dışarıdan gelecek ya da gelebilecek tehdit ve tehlikelere karşı güvenliği sağlamak, içeride ise düzeni korumaktır. Toplum içersindeki devleti kısa bir örnekle ve kelimeyle anlatacak olursak; devlet "gece bekçisi" olmalıdır ya da kime nereye gideceğini ya da gitmesi gerektiğini göstermekle yükümlü olmayan ancak arabaların birbirine çarpmasını önlemek amacıyla tedbirler alan ve kuralları uygulayan trafik polisi gibi olmalıdır; kurallarını koyduktan sonra kenara çekilip kurallara uyulup uyulmadığını denetlemelidir. Bunun için devlet öncelikle dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı toplumunu koruyacak bir savunma sistemine, toplum içerisinde ise adaleti 32 sağlayacak bir idare ve hukuk sistemine sahip olmak durumundadır. Devlet, bireylerin kendi aralarındaki mücadelelerinde bir taraf değil hakem konumunda olmalıdır. Kısacası bireyler arasında her alanda fırsat eşitliği sağlamalıdır (Demir, 2014: 46). Liberalizmin son özelliği ise piyasa ekonomisidir. Serbest piyasa, karmaşık endüstriyel toplumlarda iktisadi faaliyetleri koordine edecek tek baskısız araçtır. Bu yaklaşıma göre kendi çıkarlarını en iyi bilen rasyonel bireylerin yarışı, toplum için de en iyi olanı ortaya çıkaracaktır. Topluma yapılacak en iyi hizmet; bireylerin kendi çıkarlarını koruması olacaktır (Demir, 2014: 47). Liberal feministler, kadınların sırf cinsiyetlerinden dolayı haksızlığa uğradıklarını savunurlar. En temel talepleri ise eşitlik, eşit insan hakları, eğitim ve sağlıkta fırsat eşitliği ve politik süreçlere eşit katılımı savunmaktadırlar. Liberal feministlerin mücadele amaçları; kadınların, sağlık, iş, eğitim, yasal haklar ve en önemlisi de kadınlar için daha iyi ve güzel yaşam koşullarını sağlayabilmektir (Ramazanoğlu, 1998: 29). Genel anlamda liberal feministlerin bir diğer önemli özelliği ise eğitimde fırsat eşitliğini yakalamaktır. M. Wollstonecraft ve J. S. Mill gibi feminizmin ilk düşünürleri olarak kabul edilen bu yazarlar, insanları diğer canlılardan ayıran temel özelliğin zihinsel kapasiteleri olduğu ve sahip oldukları potansiyel, zihinsel kapasite açısından insanlar arasında herhangi bir farkın olmadığını söylemişlerdir. Bu görüşün doğal bir sonucu olarak, öncelikle zihinsel kapasite açısından kadınlarla erkekler arasında hiçbir farkın olmadığı, dolayısıyla birbirlerinden farklı kadın ve erkek doğasından ziyade insan doğasından bahsetmenin daha doğru olacağını savunmakla işe başlamışlardır. Tarihsel olarak kadının zihinsel kapasitesini erkekten daha az kullanmasının, birçoklarının ileri sürdüğü gibi, kadının doğal olarak erkekten daha düşük bir zihinsel kapasiteye sahip olmasından değil, tamamen eğitimdeki fırsat eşitsizliğinden kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Bu nedenle, liberal feministlere göre kadın ve erkeğin aralarındaki mevcut dengesizliği gidermek için yapılması gereken, kız veya erkek, çocukların 33 ayrım gözetmeksizin aynı eğitim imkanlarından eşit olarak yararlanmalarını sağlayacak düzenlemeler yapmaktır. Doğal nitelikleri itibariyle erkekler ile aralarında fazla bir fark olmadığı düşünülen kadınların, aynı eğitimden geçmeleri durumunda erkeklerle aynı işleri yapabilecekleri savunmaktadırlar (Demir, 2014: 49-50). Bu nedenle liberal feministler, kadınla erkek cinsiyet ayrımı yapmadan eğitimde fırsat eşitliği verilmesinin en iyi çözüm olarak görmektedirler (Öztürk, 2011: 61). Liberal feminizmin diğer bir özelliği ise ekonomik eşitliğe dair talepleridir. Kadının tam ve gerçek bir özgürlüğe kavuşmasının ekonomik açıdan erkekten bağımsızlaşmasına ve onunla eşit haklara sahip olmasına bağlı olduğu görüşünü benimsemektedirler. Bunun da ancak bedenen ve zihnen güçlü, kendi ihtiraslarının, eşinin ve çocuklarının kölesi olmayan; duygusal ve erkeğe bağımlı kadın yerine, mantıklı davranan ve bağımsız yaşayabilen kadının ortaya çıkmasıyla sağlanabileceğini düşünmektedirler. Kadın özgürlüğünün teminatı, ekonomik özgürlükleridir ve ekonomik özgürlüğünü eline alabilmiş bir kadın, kocasının ayakları üzerine değil kendi ayakları üzerinde durabilen kadınlardır (Demir, 2014: 51). Liberal feministler siyasal ve hukuksal eşitlik taraftarıdırlar. Bunlara göre kadınların kurtuluşu sadece eğitim imkanları elde edip kamusal alanda çalışma hayatına atılmakla değil; bunun yanında sağlıktan siyasete bütün diğer temel hakların da elde edilmesiyle mümkün olacağıdır. Liberal feministlerin temel amacı, kadınlarla erkeklere eşit siyasal, sosyal ve hukuksal hakların verilmesidir. Bu sebepten ötürü adalet ve eşitlik kavramları liberal feministler için çok önemlidir.Talepleri; bütün kamusal kurumlarda kadınlara eşitlik getirilmesidir. Eşit medeni haklar, eğitim, sağlık, işe girişte ve ücrette eşitlik hedeflerine yani refahın eşit olarak bölüştürülmesine yönelik mücadeleleri vardır. Toplumda kadınların kötü durumlarını düzeltmek ve çağdaş toplumlarda onları etkin hayata dahil etmek için toplumsal reform yapılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bunu da ancak 3 problemin çözülmesiyle gerçekleşebileceğine inanmaktadırlar (Demir, 2014: 51-52). Bunlar: 34 1. Yasal ayrımcılık: Yasal olarak kadınlar aleyhine oluşturulan ayrımcılığı ortadan kaldırmak. 2. Kurumsal ayrımcılık: İşe alımlarda liyakati esas almayıp cinsiyeti kriter olarak almanın kaldırılması. 3. Sosyal ayrımcılık: Kişiler arasındaki ayrımcı davranışları tamamen ortadan kaldırmak, bilhassa çocukları cinsiyetlerine göre kız ya da erkek olarak yetiştirilmesinin kaldırılıp, onları bir insan bir birey olarak yetiştirmektir (Demir, 2014: 51-52). Liberal feminizmin diğer bir özelliği ise özel alanın yeniden düzenlemesini talep etmesidir. Liberal feministler arasında tartışılan konuların başında, kadının ev dışında tam gün çalışması halinde ev işlerinin ne olacağı sorusu gelmektedir. Nasıl gerçekleştirileceği çok açık olmamakla beraber bu soruna getirilen çözüm, erkeğin eve çekilmesidir, diğer bir ifadeyle; erkeğin kamusal alana çıkarak kadının üzerine yıktığı ev işlerinin paylaşmasıyla mevcut sorun çözülecektir. Bu çözüme kavuşma da ancak uzun vadeli bir eğitim ve kültürel değişimle gerçekleşecektir. Kadın ve erkek kimliklerinin bilhassa toplumsal ve kültürel olarak birbirine yaklaştırılmasıyla toplumda kadınlarla erkekler aynı eğitim ve iş imkanlarına sahip olacaklardır. Böylece kadınların üzerindeki erkeğin egemenliği büyük oranda ortadan kalkacaktır (Demir, 2014: 52-53). Liberal feminizmi diğer feminist teorilerden ayıran iki temel noktadan bahsedilir. Erkeklerle aynı medeni, ekonomik ve siyasal haklar verilmiş olmasına rağmen, kadınların maruz bırakıldıkları ayrımcılığı ortadan kaldırmak için, piyasanın kısıtlanmasının gerekli veya arzu edilir bir şey olup olmadığı ve yaygın bir şekilde sürmekte olan geleneksel cinsiyet rollerinin varlığının ve bunun onaylanmasının, kadınların ev dışı hayata katılmalarındaki fırsat eşitliğinin reddedilmeye devam edilmesine katkıda bulunup bulunmadığıdır. Aslında liberal feministler, herkes için talep ettiklerini kadınlar içinde istemektedirler. Liberalizmin hakim olduğu her yerde kadınlar dahi kimsenin olumlu veya olumsuz ayrımcılığa maruz bırakılmaması gerektiğini savunmaktadırlar, hatta ABD'nin muhafazakar feministlerinden Clare Bootth Luce de bu görüşe benzer bir paylaşımda 35 bulunmuştur ve demiştir ki, sadece erkeklere verilen fırsatların aynılarının kadınlara da verilmesi gerektiğini ve kadınlar, doğalarında yapacakları ne varsa onu yapacaklarını ve erkeklerin onları engelleyemeyeceğini söylemiştir. Kadınlar doğasında olmayan şeyleri kendilerine verilse dahi yapamayacaklarını ancak erkeklerin onlara yapmaları gereken şeyleri yapmaları konusunda zorlamalarını ifade etmiştir (Ataman, 2009: 15). Liberal feministlerin de diğer feminist teorileri benimseyen gruplar gibi bir takım talep ve beklentileri olmuştur. Liberal feministler, kadınların, devlet bürokrasisi ve uluslararası örgütlerde eşit bir şekilde temsil edilmeleri durumunda savaşların sona erdirilebileceği gibi özgün bir görüşleri vardır. Ayrıca siyasi ve askeri yapıların oluşumunu sorgulamadan kadınların bu yapılanmada temsil edilmeleri gerektiğini savunmaktadırlar. Liberal feministlere göre, rasyonel bireyler için boy ve kilo gibi fiziksel görünümün önemli olmamasıyla birlikte cinsiyet farkının da bir önemi yoktur. Dolayısıyla, liberal ilkelerin cinsiyet farkı gözetilmeden uygulanması kadın eşitsizliğini ortadan kaldırmak için yeterli olacağını ifade etmişlerdir (Ataman, 2009: 16). Liberal feminizmi kısaca özetleyecek olursak; özü itibariyle erkekleri karşılarına almak değildir, hak ettikleri ya da hakları olan eşitlik ve özgürlük yolunda amaçlarına ulaşmaktır. Liberal feministler, cinsiyetlerinden kaynaklı haksızlığa uğradıklarını düşünmekte ve her fırsatta kadın erkek eşitsizliğinden yakınmaktadırlar. Zira liberal feminizmde eğer anahtar bir kelime kullanmak gerekirse bu kelime şüphesiz "eşitlik" olacaktır. Onlar kadının erkekten ya da erkeğin kadından üstün olmaması gerektiğini her iki cinsinde öz itibariyle eşit olmaları gerektiğini savunmaktadırlar. Cinsiyet ayrımcılığına şiddetle karşı çıkmaktadırlar, çünkü liberal feministlerin temel politika ve ilkeleri daha çok eşit ücret, eşit insan hakları, eşit eğitim, sağlıkta fırsat eşitliği, politik süreçlerde eşit katılım gibi talepler üzerinedir. Bu bağlamda da eşitlik kavramına vurgu yapmaktadırlar. Liberal feministler toplumların yapıları üzerinde durmayıp daha çok, kadınlara ileri haklar ve olanaklar sağlayabilmek için örgütlenmenin önemine vurgu yapmaktadırlar ve aslına bakılırsa bu durum hem feministlerce hem de feminist olmayanlarca en iyi anlaşılan teori olmasına da imkan vermiştir. Bu da 36 liberal feminizmin dünyada en yaygın olan feminist kuram olmasını sağlamıştır. Liberal feministlerin daha çok yaptıkları şeyler ise, grup toplantıları düzenleyip, sempozyum- konferans vermek olmuştur. 1.2.2. Radikal Feminist Kuram Radikal kelimesi, sosyal bilimlerde katı ve kesin farklılığı ima etmektedir. Radikalizm ise, sosyal, siyasal ve düşünsel alanlarda uzlaşma ve reforma karşı, köklü ve temel değişiklikler öngören yaklaşımları ifade etmektedir. Bu bağlamda radikal feminizm de feminist yaklaşımlar içerisinde uç yaklaşımları ifade etmektedir. 1960'lı yıllarda kadın-erkek ilişkilerini ve kadınların toplumsal konumlarını tümüyle farklı bir perspektiften değerlendiren radikal feminizm, bir yerde dönemin feminist yaklaşımlarına bir tepki olarak ortaya çıktığı söylenebilir (Demir, 2014: 63). Ramazanoğlu (1998: 32), radikal feminizmi, 1960'lı ve 1970'li yıllarda daha çok Amerikalı ve Avrupalı orta sınıf genç kadınları etkileyen sorunlardan kaynaklanan ve her yerdeki kadınların mücadelesine uygulanabilecek bir teori ve bir dizi politik pratik olarak ifade etmiştir. Radikal feminizm, kadınların ve erkeklerin sahip olduğu, denetlendiği ve fiziksel olarak egemenlik kurduğu bir dünyada evrensel olarak ezilen bir kız kardeşlik kavramı çevresinde şekillenmiştir. Radikal feminist teori, bir grup eski sosyalist eylemci kadın tarafından, New York ve Boston' da geliştirilmiştir. Bu hareketi savunan kadınlar, 1960'larda medeni haklar ve savaş karşıtı kampanyalar için politik etkinliklere katılıp örgütlenmişlerdir. En dikkat çekeni ise, 19. yüzyılın feministlerinin kendi üzerlerindeki baskının farkına erkek yoldaşlarından gördükleri davranışları yüzünden varmışlardır ve böylece feminist bilince de ulaşmışlardır. 20. yüzyılın radikal feministlerini ise kendi bilinçlerine ulaştıran şey; yeni soldaki erkek radikallerin aşağılayıcı davranışlarına gösterdikleri tepkidir (Donovan, 2013: 265). Radikal feminizmin kurulmasında etkili olan temel etken yeni soldaki erkeklerin 37 kadınlara özellikle kendi yoldaşları olan solcu kadınlara davranışlarıdır. Bu davranışlar da nihayetinde radikal feminizmin doğmasına neden olmuştur. Radikal feminizm, 1960-1970 yıllarında başlayan kadın özgürlük hareketi ile, liberal ve Marksist feminist geleneklerinden etkilenmiştir. Buna karşın liberal ve Marksist gelenekten oldukça farklı talepleri olmuştur. Patriarkal yapının, biyolojik ailenin, toplumdaki cinsiyet temelli iş bölümünün ve cinsiyet rollerinin devrimci yoldan yıkılması gerektiğini savunmuşlardır. Bunu savunanlar, hem liberallerin hem de sol ideolojilerinin çabalarının yetersiz olduğunu söylemiş ve farklı platformlarda mücadelenin sürdürülüp devam ettirilmesini gerekli görmüşlerdir. Radikal feministlere, mücadelenin oy hakkının elde edilmesiyle kazanılmayacağını; mücadelenin bir kazanıma dönüşebilmesinin ancak cinsiyet rollerinin değişmesiyle mümkün olacağını savunmuşlardır. Bu noktadaki mücadele çizgisinin burjuva ile proletarya arasında değil, kadın ile erkek arasında olduğunu ifade etmişlerdir (Ataman, 2009: 19). Liberal feminizm yaklaşık üç yüz, Marksist feminizm ise yaklaşık yüz yıllık uzun bir tarihe sahiptir ancak radikal feminizm söz konusu diğer feminist kuramlara göre oldukça yenidir. Radikal feminizmin bir akım olarak 1960 sonlarına doğru kadın özgürlüğü taraflarınca geliştirilmiştir. 1970'lerin radikal feminizmi, hiyerarşi ve liderliğin olmadığı (veya az olduğu) kurumsallaşmamış örgütler olarak bilinen ve daha çok İskandinav ülkelerinde görülen bir teoriyken, Marksist ve sosyalist feminizm daha çok Avrupa' da, liberal feminizm ise Amerika' da yaygın bir biçimde görülmektedir. Ancak 1970'lerden sonra kadın komünleri kurulması suretiyle radikal feminizmin merkezi de Amerika olmuştur. Radikal feminizmin 1960'larda ortaya çıkması elbette bir tesadüf değildir. En önce belirtmek gerekir ki 1960'lı yıllar Batı dünyasında genel olarak radikal ve tepkisel hareketlerin gelişip budaklandığı bir dönemdir. Bu yıllar, bir döneme damgasını vuran 68 öğrenci olaylarının, çevreci protesto hareketlerinin, Vietnam savaşının sonucu oluşan savaş karşıtı tepkilerin yaşandığı ve kişilerin artık gerçekten bir şeyleri sorgulamaya başladıkları yıllar olması bakımından önemlidir. Bilime karşı kuşkunun ortaya çıktığı anti-bilim hareketleri de yine bu dönemde görülmüştür. Şüphesiz bu radikal tepkiler kadın konusunda da kendini göstermeyi başarmıştır. Radikal feminizm, 38 kadınların kurtuluşuna yönelik çözüm önerilerinin çözümsüz kalmasına, kadınların özgürleşme sorununa liberal ve Marksist siyasal teorilerin tatmin edici bir çözüm bulamamalarına bir tepki olarak doğmuştur. Radikal feminizmin ilk temel eseri olarak kabul edilen Shulamith Firestone'un 1971 yılında yayınlanan "Cinsiyet Diyalektiği" (Dialecticor Sex) adlı kitabıdır. Friestone, bu çalışmasında kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılıklar üzerinde durmuş ve sınıfsal çatışma dahil insanlar arasındaki en temel çatışma biçiminin cinsiyet çatışması olduğunu iddia etmiştir. Ona göre feminist devrim gerçekleştiğinde kadınlar hem üretimin (production) hem de üreyim (reproduction) mekanizmasının kontrolünü ellerine geçirerek kurtuluşa ulaşacaklardır (Demir, 2014: 63-64). Radikal feminist kuramı en iyi ifade eden bir diğer eserse Karte Millett'in 1970 yılında yazdığı "Cinselliğin Diyalektiği: Feminist Devrimin Meselesi" (The Dialectic of Sex: The Case for Feminist Revolutin) dir. Daha sonraki iki önemli, eser ise Ti-Grace Atkinon'un "Amazon Odyssey'i" (1974) ve Mary Daly'nin 1978' de yazdığı "Jin-Ekoloji Radikal Feminizmin Meta-Etiği" (Gny-Ecology:The Metaethics of Radical Feminism) dir (Donovan, 2013: 272). Karte Millett, 1968 "Devrim için Manifesto"yu sunmuştur ve demiştir ki: "Eğer bir grup diğerini yönetiyorsa, ikisinin arasındaki ilişki politiktir. Böylesi bir düzenleme uzun bir dönem boyunca sürdürülürse, bir ideoloji geliştirir (feodalizm, ırkçılık v.s.). Tüm tarihsel uygarlıklar ataerkildir; ideolojileri erkek egemenliğidir." (Donovan, 2013: 273) Bundan dolayı, radikal feminist kuramın büyük bölümü, yeni erkek solun kuramlarına, örgütlenme yapılarına ve kişisel üsluplarına karşı direniş içinde şekillenmiştir. Kendilerinin erkek radikal örgütler içinde sürekli olarak ikinci sınıf muamelesine maruz kalmış olmaları ve maço radikal üslup nedeniyle, kadınlar, kendi içsel demokrasiyi kendinde barındırmasını ve özgün bir kadın üslubun ortaya çıkmasına imkan verilmesini istemişlerdir. Radikal feministler, kuramsal açıdan, kendi kişisel "öznelik" sorunlarının yeni solun uğraştığı büyük sorunlarla eşit meşruiyete sahip olduğu fikrini yerleştirmeyi azmetmişlerdir. Sonunda radikal feministler, bütün bu sorunların birbiriyle ilintili olduklarına, erkek egemenliğinin ve kadınlara hükmetmenin toplumdaki baskının kökü ve modeli olduğuna 39 inanmışlardır. Ve gerçekten devrimci olan bir değişimin temelinin sadece feminizmde olduğuna inanmışlardır (Donovan, 2013: 266). "Radikal feminizmin aynı zamanda ve aynı süreç içinde gelişen diğer tezleri, kişisel olanın politik olduğu, ataerkillik ya da erkek egemenliğini-kapitalizmin değil" kadınların baskı altına alınmasının kökeninde yer aldığı, kadınların kendilerini bastırılmış bir sınıf ya da kast olarak görmeleri ve enerjilerini, diğer kadınlarla birlikte kendilerine baskı uygulayanlara -erkeklere- karşı mücadele eden bir harekete yöneltmeleri gerektiğini, erkeklerin ve kadınların temelde farklı oldukları, farklı üsluplara ve kültürlere sahip oldukları ve kadınların tarzının gelecekteki herhangi bir toplumun temelini oluşturması gerektiği düşüncesini içerir." (Donovan, 2013: 266) Roxanne Dunbar tarafından1968 de yazılan "Femele Liberation as a Basis for Social Revolution (Toplumsal Devrimin Temeli Olarak Dişil Devrim) adlı makalesi aslında radikal feminizmle ilgili fikirleri sunması açısından önemlidir. Dunbar kadınları, demokratik bir toplumu savunan öğrenciler türünden karma gruplar içinde çalışmamaya, bunun yerine bağımsız bir kadın hareketi oluşturmaya yönlendirmiştir. Dumbar'ın kısaca; radikal feminizmin; kadınların şikayetlerinin "küçük ve siyasal olmayıp yaygın ve kökü derinlerde olan bir toplumsal rahatsızlığa işaret ettiğini" söylemiştir. Gerçekte ise tüm insanların "tepesinde Batılı beyaz erkek yönetici sınıfın, en altta ise sömürgeleştirilmiş dünyanın beyaz olmayan kadınının yer aldığı bir kast sistemi altında" yaşamasıdır. Ne var ki Batı emperyalizminin kökünde cinsiyet ayrımcılığının yatması beraberinde sömürgeciliği yetiştiren Batılı ulus devletlerin, kadınlar ve toprak üzerinde erkek egemenliğinin bir uzantısı şeklinde gelişmiş olmasıdır. Sonuç olarak Dunbar, kadınların erkeklerden farklı olduklarını, kadınların; başkalarının bakımını üstlenmek, esneklik,rekabetçi olmamak ve işbirliğine açık olmak gibi bazı anneliğe özgü tutumlara koşullandıklarını ve böylesi tutumların ise özü itibariyle insancıl olup ve yeni bir toplumun temelini oluşturmaları gerektiğini ifade etmiştir (Donovan, 2013: 267-268). 40 New York radikal feminist grupları 1967-1968'de oluşturulan, radikal feminist kuramın ana gövdesini geliştirmişlerdir. Radikal feminist yayınların en büyüğü olarak kabul edilen ve Haziran 1968 de çıkmış olan, "Notes from the First Year " (Birinci Yılın Notları) dır. Onu 1970'te Notes from the Second Year (İkinci Yılın Notları) ve 1971' de ise Notes from the Third Year (Üçüncü Yılın Notları) takip etmiştir. Bunları önemli kılan şey ise radikal feminist kuramın en önemli ilk ifadelerini içermesidir. Ekim 1968'de bir grup feministle birlikte Ti-Grace Atkinson, 1969 yılında bir dizi tavır yazısı yayınlamıştır ve böylece radikal feminist kuramın önemli yönleri bu eserlerden formüle edilmiştir. Ortaya çıkan başlıca tez, politik olarak baskıcı olan erkek-dişil roller sisteminin, bütün baskıların ilk ve özgün modeli olduğu biçimindir. Radikal feministler evliliği tamamen reddetmişlerdir, çünkü evliliğin kadınlara eziyet etmenin temel bir formülleştirilmesi olduğunu düşünmüşlerdir. Evliliği reddeden radikal feministler, genelde ömür boyu evlenmemeyi ön görmekle birlikte; bu ret edişin hem kuramda hem de pratikte temel bir görev olduğunu ifade etmişlerdir (Donovan, 2013: 269). Radikal feministler, evliliğin kadını baskı altında tutan temel ilişki şeklini ifade ettiğini gerekçesiyle bu kuruma şiddetle karşıdırlar. Hatta radikal feminist diye tanımlanacak bir kadının teoride ve pratikte evlilik kurumunu reddettiği kabul edilir, çünkü kadının evlilikle hem anneliğe hem de cinsel köleliğe zorlandığına inanmaktadırlar. Bu nedenle" patriarkal" kurumlardan olan evlilikten kurtulmanın, kadının kurtuluşu için temel şartı olduğunu ifade etmektedirler (Demir, 2014: 67). Radikal feministler, savunmasızlığı, bağımlılığı, sahipliği, acıya duyarlığı geliştiren ve kadının insan potansiyelinin tam olarak gelişmesini engellediğini düşündükleri aşkı sert bir biçimde eleştirmişlerdir. Bu eleştiri, Shulamith Firestone tarafından The Dialectik of Sex (Cinselliğin Diyalektiği) adlı eserinde yapılmıştır. Radikal feministler, evlilik ve aile kurumunun ortadan kaldırılması gerektiğini de savunmuşlardır. Radikal feministler kendilerince hiyerarşi ifadesi taşımayan ve kimin hangi vazifeyi ya da hizmeti alacağına kura çekilerek karar verilen bir sistem geliştirmişlerdir, çünkü feministler hiyerarşik olmayan, temelde demokratik bir örgüt olmayı hedeflemişlerdir (Donovan, 2013: 270). Radikal feministlere kendi kültürlerinin özgürleşebilmesi için kadınların örgütlenmeleri gerektiğini ve 41 kadınların dişil ilkenin bayrağını açmaları gerektiğini söylemişlerdir. Bununla birlikte dişil kültürü; "Duygunun, duyarlılığın, aşkın, kişisel ilişkilerin vs. dişil kültüründen gurur duyuyoruz. Gerçek bir insan toplumunu oluşması, ancak uzun zamandır baskı altında olan ve aşağılanan dişil prensibin öne sürülmesiyle mümkündür. Tüm ırkların, sınıfların ve tüm dünyadaki ülkelerin tüm kadınlarıyla özdeşleşiyoruz" şeklinde ifade etmişlerdir (Donovan, 2013: 272). Kadının kurtuluşu; ne liberal feministlerin iddia ettikleri gibi kanunları düzeltmek ne de Marksist feministlerin iddia ettikleri gibi kanunları toptan kaldırmak yeterlidir. Radikal feministlere göre kadının kurtuluşu için hem kapitalizm hem de "patriarkal"in tamamen ortadan kaldırılması gerekmektedir. Patriarkal, feministlerce "babanın yasası", "kadınların erkekler tarafından " ya da "erkeklerin kadınlara, yaşlı erkeklerin genç erkeklere baskın olması" şeklinde tanımlanmaktadır. Patriarkal sisteme özdeş olarak kabul edilen terimlerden bazıları: güç, iktidar, baskınlık, hiyerarşi, rekabettir. Radikal feministlere göre bu sistemin reformlarla düzeltilemeyecek kadar köklü ve uzun bir geçmişe sahip olduğudur ve kadınların bu durumdan ancak ve ancak onu tamamen ortadan kaldırmaları durumunda kurtulabileceğidir, çünkü o, sadece hukuksal ve siyasal yapılara değil; aile, bilim, sanat ve akademi camiası gibi toplumsal ve kültürel yapıların içine de gömülü biçimdedir. Radikal feministlerin bir diğer iddiaları ise; "patriarkal" in kaynağı ve kadının baskı altında oluşunun kökeninin, cinsel sınıf sitemine dayanmasıdır ve radikal feministler bu sistemin kaldırılmasına vurgu yapmaktadırlar. Ancak bu vurgu cinsel sınıf sisteminin nasıl kaldırılacağı sorusunu da beraberinde getirmektedir. Yapılabilecek şeylerin başında kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılığı minimize edecek üremeyle ilgili teknolojilerinin geliştirilmesi gelmektedir. Böylece geliştirilen yeni teknolojilerle annelik, eski anlam ve işlevini kaybedecektir. Yeni yöntemlere uygun yasal düzenlemeler yapıldığında ise çocuk dünyaya getiren anne ona bakmak zorunda kalmayacaktır. Radikal feministler kısacası teknolojik yardımların kadının kurtuluşu olacağını düşünmüşledir (Demir, 2014: 65-66). Radikal feministler, kadınların kendi bedenlerinin kontrolünü ele geçirmeleri gerektiğini savunmaktadırlar. Pek çok devlette kadınların az ya da çok doğurması 42 devlet politikasıdır ve bu politikayı yapanlar da erkeklerdir. Bu durumun bir benzeri ise kendini kürtaj meselesinde göstermektedir. Radikal feministler, kişisel kimliklerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini, dilin ve kültürün erkeksi şeklinden arındırılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bunun yanında edebiyatta, kitle iletişim araçlarında, reklamlarda vs. kadının sunuluş biçiminin değiştirilmesini talep etmektedirler. Bu şekilde insan doğası da yeniden biçimlenmiş ve geleneklere meydan okumuş olacaktır (Demir, 2014: 68). Radikal feministler her toplumda iki kültürün var olduğunu düşünmektedirler. bunları: 1) Görünen ulusal erkek kültürü; 2) Görünmeyen evrensel kadın kültürü olarak kabul etmektedirler. Her toplumda muhakkak kadın kültürü vardır. Radikal feministlere göre, liberal feministler ile Marksist feministler erkek kültürünü ve değerlerini içselleştirmişlerdir bundan dolayı kadınların da erkek standartlarına göre yaşamalarını istemektedirler. Oysa radikal feministlere göre kadının kurtuluşu, kadının erkekten farklılaşmasından geçmektedir bu da kadının erkeğe meydan okumasıyla ve kadının erkeğe benzemediğini kabul etmesiyle mümkün olacaktır. Radikal feminizmin uzun dönemdeki amacı ise, kadın kültürlü yeni bir toplum inşa etmek ve kadının yüce olduğunu kabul etmek ve yüceltilmesini sağlamaktır (Demir, 2014: 69). Güzel bir dünyanın yalnızca patriarki ve kapitalizmin yok olmasıyla sağlanmayacağını savunan radikal feministler, özde erkek egemenliğinin bir uzantısı olan savaşların, ırkçılığın ve çevre kirliliği gibi unsurların da yok edilmesi gerektiğini düşünmektedirler. Radikal feministler aslında sistematik bir teori ortaya koyamamaktadırlar, fakat cinsellikten anneliğe, aileden evliliğe, edebiyattan müziğe, sağlıktan iş ve teknolojiye kadar uzanan çok geniş bir alanda yerleşik anlayışlara başkaldırarak alternatifler sunmaya çalışmaktadırlar (Demir, 2014: 7071). Radikal feminizmi kısaca özetleyecek olursak; radikal feminizm çok çeşitli bir yapıya sahiptir bu durumda özellikle son yıllarda tanımlanması konusunda onu en güç feminist ekol yapmıştır. Liberal feministler radikal feministlere göre daha yumuşak bir yapıya sahip olmuşlardır örneğin, liberal feministler kadınlar için 43 belirli haklar elde etmek için mücadele edip kampanyalar düzenlerken radikal feministler erkek egemen toplum yapısına adeta meydan okumuşlardır. Radikal feminizmi bu kadar güç kılan şey de tam olarak az önce verilen örnekteki yapısı olmuştur. Radikal feministler, gerçek ve mutlak bir özgürlüğe ancak erkek merkezli toplumsal yapıyı yıkarak kavuşabileceklerine inanmaktadırlar. Radikal feminizmin doğmasının temel nedeni aslında liberal ve sosyalist feministleri başarısız bulmuş olmalarıdır. Radikal feministler köktenci bir yöntem benimseyerek, kadının kurtuluşunu, tüm kadınların tüm erkeklere karşı ayaklanmasında görmektedirler. Radikal feministler kısaca bedenlerinin kontrolünün erkeklerin elinden alınıp asıl sahibi olan kadınlara verilmesi gerektiğini düşünmektedirler. Bu teori, ataerkil düzenin yıkılıp kadının hür olması gerektiğini düşünmektedirler. Annelik anlayışına, evlilik kurumuna, şiddetle karşı çıkmaları; belki de bu teoriyi daha da katı yapmaktadır. Kadın kurtuluşunun ancak kadınlarca gerçekleştirilmesiyle sağlanacağını savundukları gibi erkeklerle aynı paydada olmak fikrine de tamamen karşıdırlar. Onlar, kadından kadına faydanın olduğuna vurgu yapmaktadırlar. 1.2.3. Marksist Feminist Kuram Marksizm, özü itibariyle Karl Marx ve Friedrich Engel'in ideolojileri çerçevesinde geliştirilen modern dönemin önemli bakış açılarından biridir. Marx'ın çalışmalarının odak noktası, yaşadığı dönem itibariyle kapitalizme köklü bir eleştiri yapıp reddetmesidir. Zaten geniş kitlelerce benimsenmiş olması ve 1990'lı yıllara kadar iki kutuplu dünyanın bir kutbunu oluşturan bir ideoloji haline gelmesindeki en temel faktör kapitalizme yönelttiği yoğun eleştirilerdir. Marksist düşüncenin temeli tarihsel materyalizm ve diyalektik materyalizm üzerinedir. Tarihsel materyalizm dediğimiz şey aslında maddeci varlık anlayışının tarihe uyarlanmasıdır. Bu uyarlama varlığın esasını oluşturan ve var olmak için kendinden başka herhangi bir var ediciye ihtiyaç duymayan maddenin, diğer tüm var oluş biçimlerini belirlemesidir. Bu düşünceye göre, madde her şeyden önce gelmektedir, kendiliğinden vardır ve belirleyicidir. Böylece insanlık tarihi de 44 maddi güçlerin gelişiminin öncülüğünde meydana gelen diyalektik sürecinden başka bir şey olamıyordur. Bir düşünce olarak Marksizm, iki temel öğeden oluşmaktadır. Bunlar; diyalektik materyalizm ve sınıf çözümlemesidir. Marksizm, insanları tek tek bireyler olarak değil sınıflar olarak ele almaktadır. Toplumsal sınıf, içinde yaşadıkları maddi koşullar gereği aynı istek ve ihtiyaçları paylaşan insanların oluşturduğu birlik ve bütünlüktür (Demir, 2014: 54-55) Çağdaş sosyalist feminist teorinin ve Marx ve Engels'in "kadın sorunu" üzerine sınırlı spekülasyonlarını anlayabilmek için, Marksist teorinin özellikle üç yönü üzerine tartışılmaktadır. Bunlar: 1. Maddeci determinizm teorisi yani sınıf bilincinin oluşması, 2. Yabancılaşmış emek ve ekonomik değerlerin belirlenmesi ile ilgili emek ve kapitalizm hakkındaki teoriler, 3. Marx ve Engels'in yapıtı olan "Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni" (1884) ninde Engels tarafından üretilen ve hala sürdürülen feminist teorik yönelimdir. Marx'ın temel görüşlerinden biri, genellikle tarihsel materyalizm olarak bilinen ve kültür ile toplumun köklerinin ekonomik koşullarda yattığını savunan determinizm düşüncesidir. Bu düşünce de Engels'in "Komünist Manifesto"sunun önsözünde açıkça şöyle ifade edilmiştir: "Her tarihsel dönemde var olan üretim ve değişim biçimi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal örgütlenme, o dönemin politik ve düşünsel tarihi üzerinde yapılandığı ve açıklanabildiği temeli oluşturur". Marx, bir toplumdaki egemen ideolojinin belirleyicisi olarak yöneten sınıf ve onun ekonomik çıkarlarını göstermektedir (Donovan, 2013 :134-135). Marx'ın teorisinin diğer bir önemli yanı ise onun modern endüstriyel kapitalizm çözümlemesidir. İşçiler bu teoriye göre kendilerini emekleriyle tamamlanmamış ve bütünlüklü bir süreçte yer aldıkları duygusundan alıkonulmuş hissederler. Kendilerini işyerinde yuvasız, dinlenme saatlerinde ise yuvada hissederler. Çünkü emekleri onlara ait değildir, emeklerinin kapitalizme ait olduğunu düşünmektedirler. Bu özgün yabancılaşmanın sonunda kadın ya da erkek bir nesneye dönüşmektedir (Donovan, 2013: 137-139). Bu dönüşümü; ev kadını, kocası dışarıda çalıştığı halde kendisinin de akşama kadar evde didinip durması, sürekli bir kısır döngünün içinde aynı işleri tekrarlayıp bununla birlikte karın tokluğuna ücretsiz çalışmasıyla farklı bir biçimde yaşar. Kısaca ev kadını da işinin 45 bir karşılığı ve ödülü olmadığı için zamanla işine yabancılaşıp bu sisteme dahil olur (Öztürk, 2011: 89). En yalın haliyle, Marksizm ve feminizm bileşenlerinden oluşan Marksist feminist kuram, kadınların toplumdaki konumlarını sorgulayan, ev işlerinin sosyalleştirilmesi ve ev işlerinin ücretlendirilmesi gerektiğini savunan bir kuramdır (Şahin, 2013: 291). 19. yüzyıl ortalarından sonra feminizm üzerine tartışmaların yaşanmaya başladığı dönemdir. Bu dönemlerde savunulan teori eğer kadın erkek eşitliğinin sağlanması için yeterli değilse bu noktada feministler farklı arayışlar içerisine girmişlerdir. Örneğin; liberal feminizmin kadın ve erkeğe fırsat eşitliğinin uygulanıp uygulanamayacağı tartışması Marksist feminizmin çıkmasına neden olmuştur. Marksist feministler, kadın sorununun çözümüne dair liberal feminizmin getirdiği çözümlerin sonuçsuz ve geçersiz olacağını savunmaktadırlar. Bunu da sınıflı toplumlarda fırsat eşitliğinin olmamasına dayandırmaktadırlar, çünkü kadının baskı altında olmasının nedeninin kapitalizm olduğunu düşünmektedirler. Diğer tüm ezilen kadınların bu sistemden kurtulup sosyalist sisteme geçmeleriyle bilhassa erkeklere olan ekonomik bağımlılıklarından kurtulup bağımsız ve bununla birlikte onlara eşit olacaklarını savunmaktadırlar. Bu nedenle Marksist feministlerin sıklıkla vurguladıkları ve sözünü ettikleri kavramlar; kapitalizm, sınıflı toplum ve ekonomidir. Marksistler kadının ezilme nedeni olarak sınıf farklılığını göstermektedirler. Onlara göre kadının ezilmesinde cinsiyet farklılığının pek de etkisi yoktur (Demir, 2014: 56-57). Marksist feministler, kadının kamusal üretimden dışlanmasına bağlı olarak ezilmesi üzerinde de durmaktadırlar. Sınıfsız bir toplumun en iyi toplum olduğu düşüncesi Marksistler için temel felsefedir bunundan dolayı cinsiyeti ayrı bir kategori olarak ele almamaktadırlar. Çünkü Marksizm'in üzerinde durduğu şey sınıflar ve bu sınıflar arasındaki çatışmalardır. Özgürlük kavramını da liberalizmden tamamen farklı bir boyutta değerlendirmişlerdir ve özgürlüğün bilinçli üretim faaliyetleri terimleriyle ve hem zihinsel hem de fiziksel anlamda tanımlanması gerektiğini söylemişlerdir. Marksizm için, liberal anlayışın sağladığı medeni haklar yetersizdir (Ataman, 2009: 16-17). 46 Marksist feministlerin üzerinde tartıştıkları bir diğer konu ise, kadınların yalnız başlarına bir sınıf oluşturup oluşturmadıklarıdır. Sınıf tanımının öğeleri itibariyle bakıldığında kadınların toplumsal üretimdeki konumları, mülkiyet ilişkilerindeki yerleri ve sahip oldukları bilinç bakımından tek bir sınıf oluşturmaları mümkün görünmemektedir. Çünkü kadınlar hem işçi hem de burjuva sınıfının erkekleriyle arkadaş, kardeş, eş veya anne ilişkisi içinde süreçlerine devam etmektedirler. Bu bağlamda kadınların bu iki sosyal sınıfın dışında bir sınıf oluşturmaları mümkün görülmemektedir. Öte yandan kadınların ev, eş ve çocuk bakımı ile ilgili sahip oldukları bilgi ve birikimler, bu işlerin ücretlendirilmesi tarzındaki mücadelelere motive edilmesi için yeterli benzerlikler taşımaktadır. Marksist feministler, ev işlerinin ücretlendirilmesi gerektiğini savunmakta böylece bunun için mücadele veren kadınların, işçi sınıfı bilincine benzer bir bilinç kazanacaklarına inanmaktadırlar (Demir, 2014: 57). Sömürü sistemi içerisinde kadınların erkeklerden daha fazla ezilmelerinin önemli nedenlerinden biri kapitalizmin bir sonucu olan yabancılaşmadır. Buradaki yabancılaşma kavramsal olarak; kişinin hayatını anlamsız bulması ve yaptığı işleri bütünlük içerisinde kavrayamamaktan dolayı hissettiği bölünmüşlük duygusudur. Bu mantalite çerçevesinde ifade edilmek istenen şey; kapitalizmin doğal bir sonucu olarak artan uzmanlaşma ve işbölümü kişileri önce kendi emeklerine, diğer insanlara ve en sonunda da içinde yer aldıkları sisteme yabancılaştırmaktadır (Demir, 2014: 57). Zaten Marx, yabancılaşmanın temel nedenini endüstriyel kapitalizmini göstermiştir. Marksist yabancılaşma teorisine göre emeğini satarak hayatını sürdüren insanlar (kadın-erkek) yaptıkları işten hiçbir tatmin alamazlar. Bununla birlikte neyi, nasıl ve ne kadar yapacaklarına da hep başkaları karar verdiği için kişiler kendi emeklerine yabancılaşmaktadırlar. Bu anlamda iş konusunda diğer insanlarla rekabet etmek zorunda olan insanlar bir zaman sonra da birbirlerine yabancılaşır duruma gelmektedirler. Marksist feministler bu yabancılaşma olgusunun kadınların daha da yoğun olarak yaşandığını savunmaktadırlar. Bunun nedeni olarak kadınların ev dışında, iş ve arkadaş çevreleri gibi değişik ortamlarda toplumla bütünleşip, kendilerini ifade edecek ve toplumla bütünleştirecek 47 imkanlarda yoksun kalmalarıdır. Bu da kadının yabancılaşma olgusunu daha da fazla yaşamasına neden olmaktadır. Bunun dışında kadını eve mahkum eden; ev işleri, annelik ve çocuk bakımı gibi işleri ve rolleri de vardır. Engels'in bu duruma çözüm olarak sunduğu şey; çocuk bakımının ve eğitiminin toplumsal bir iş olduğu ve bu işin çözümünün topluma transfer edilerek çözüme kavuşacağıdır. Ancak bu sorunun kişisel çabalarla aşılması mümkün görünmemektedir. Çünkü bu durum üretim tarzının bir sonucudur ve bu da ancak üretim tarzının değişmesiyle mümkün olacaktır. Bu nedenle Marksist feministler, liberal feministlerin iddia ettiği gibi kadın sorununun yasal reformlarla çözülebileceğine inanmamaktadırlar. Onlara göre reformlar sadece kadınların kötü durumlarını hafifletir, ama tamamen değiştirmeye yetmez (Demir, 2014: 57-58). Geleneksel Marksist düşüncede Marx'tan ziyade Engels de kadınların durumunu anlatan yazılar yazmıştır. Engels, baskı ve zulmün sömürü anlamına geldiğini ve kadın üzerindeki baskının genel sömürü sisteminden daha da karışık olduğunu düşünmüştür. Aile kurumunun kadının evdeki köleliğini gizlediğini kabul etmesine rağmen, temelde kadın ve erkeğin köleliğinin kapitalist sistemden kaynaklandığını iddia etmektedir. Bu yüzden ezilen sınıfın baskıdan kurtulması, kadının da ayrımcılıktan ve sömürüden kurtulması anlamına geldiğini söylemiştir. Kadınların kurtuluşu için farklı bir yöntem de öngörmemiştir (Ataman, 2009: 17). "...Baskılar, duygu ve bağlılıkların inkarı, kadınların ve kadınsı şeylerin reddi, erkek dünyasının benimsenmesi, idealize edilen [ama] namevcut baba ile özdeşleşme tümü kadınların anneliğinin bir ürünü- cinsiyet- toplumsal cinsiyet sistemindeki erkek egemenliğini, erkekliği ve aynı zamanda kapitalist çalışma dünyasında yer alan erkekleri yaratır" (Donovan, 2013: 166). Bilindiği üzere sanayi kapitalizmine kadar üretim, aile merkezliydi. Buradaki aileyi çekirdek aile olarak algılamamak gerekir zira bu aile yakın akrabaları da içine alan geniş bir ailedir ve bu aile içerisinde iş bölümüne göre kadının yerine getirdiği yemek yapımı, çocuk bakımı, çocuk eğitimi, temizlik gibi işlerin erkeğin yaptığı işler kadar merkezi önemi vardı. Ancak sanayileşmeye paralel olarak meta 48 üretimin ev merkezli olmaktan çıkarılıp kamusal alana aktarılmasıyla beraber, kadının yaptığı işler para getirmediği için üretken olmayan işler sınıfına atılmıştır. Bu noktada Marksist feministler sürece dahil olup, bunu bir sorun olarak görmüş ve kadının yaptığı işlerin ikincileştirilmişlikten kurtarabilmek için çözüm önerileri üretmişlerdir. İlk çözüm olarak da kadına ait iş olarak kabul edilen ve kadının toplumsal üretimde ikincileştirmesine sebep olan ev işlerinin toplumsallaştırılması gerektiğini önermişlerdir. Çünkü kadınların ağırlıklı olarak yaptığı işlerin piyasa değerinin olması sebebiyle kadın ikincileştirmektedir. Böyle bir sistemde de kadın üretici değil, tüketici durumundadır. Bu sorunu çözmek için de kadının yalnızca dışarıda para getiren işlerde çalışması yeterli olmayacaktır. Çünkü bu durumda kadınlar, hem işlerini yapmak hem de dışarıda çalışmakla yani iki işi sürdürerek daha fazla yorulacaklardır. Bu sebeple bu sorunun kökten çözülebilmesi için ev işlerinin tamamen toplumsallaştırılması gerekmektedir. İkinci çözüm ise daha çok Ortodoks olmayan Marksist feministlerce savunulmaktadır. Bu feministlere göre, kadınların ev dışında çalışması yerine ev işlerinin ücretlendirilmesini en uygun yöntem olarak görülmektedir. Bu noktada da ev işlerinin ücretlendirilmesi yükümlülüğü tek tek bireylere değil devlete düşmektedir. Ev işlerinin ücretlendirilmesi de ya devlet evli erkeklere özgü bir vergi geliştirerek bir fon oluşturur ve bu fondan kadınlara ücret öder ya da devlet kadın-erkek veya evlibekar ayrımı yapmadan tüm çalışanlardan topladığı vergilerden oluşturacağı fondan ev kadınlarına ücret ödeyerek bu ücretlendirme işlemini gerçekleştirebilir (Demir, 2014: 59-61). Marksist feminizm üç ana teması vardır. Bunlardan ilki; kapitalizmin işçileri sömürdüğü gibi, erkek şovenizminin de kadını sömürdüğü iddiasıdır. İkincisi; kadın emeğinin erkek tarafından sömürülmesiyle kadının kendi emeğine yabancılaştırıldığı teoridir ki, Marksist feministler bunun çözümünün ancak aile kurumunun ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağını savunmaktadırlar. Bu çözümü savunan Marksistler arasında Lise Vogel, Margeret Benston, Angela Davis ve Eli Zaretsky gibi kuramcılar vardır. Üçüncü olarak da erkek dışarıda çalışırken kadının da evde çalışıyor olması kadına da erkeğinki gibi ücretin verilmesi gerektiğini kısaca ev işlerinin ücretlendirilmesi gerektiğini savunan 49 teoridir. Ancak zamanla kadınlar en büyük zararı Marksist hareketin kendinden görecekler ve bunun çözümü olarak da içinde bulundukları hareketten ayrılıp Radikal feminizme yöneleceklerdir (Öztürk, 2011: 89-90). Kısaca Marksist feminizm, Karl Marx'ın fikirlerinin feminizme uyarlanmış halidir. Marksist feminizm de en az radikal feminizm kadar içsel çelişkilere sahiptir. Sosyalizmle benzer özelliklere sahip olan Marksizm, bir yandan kendi sınıfsal ve ekonomik çıkarlarına bakmaksızın sırf kadın oldukları için tüm kadınların çıkarlarını savunurken, bir yandan da sömürülen işçi sınıfının çıkarları için mücadele etmişler ve sırf bu yönüyle de çelişkiye düşmüştür. Çünkü feminizm dediğimiz şey ezilen, emeği yok sayılan kadınları içine almaktadır. Ve bu ezilme ve yok sayılma da ne yazık ki erkeklerce kadınlara uygulandığı için burada asıl mağdur olan kadınlar için çözüm önerileri üretilmişse de bir yandan da sınıf bilinci denilerek ezilen hangi sınıftan olursa olsun hakları savunulmaya çalışılmıştır. Marksist feministler en temel mücadelelerini ise evde ücretsiz çalıştırılan, dışarıda ise sömürülen kadın işçilerin haklarını korumak için vermişlerdir. Marksist feminizm,kadını tüketici konumdan üretici konuma sokmak, ev işlerini ücretlendirmek, kadınları ezilmişliğin altından çıkarmak ve kadın ile erkek arasındaki eşit işe eşit ücret politikalarını yaşanılır kılmak gibi temel politikalar üzerine kurulmuştur. En yalın haliyle Marksist feminizm, Marx ve Engels'in öğretileri üzerine temellenmiş ve kapitalist sistemde sömürülmüş-ezilmiş kadın işçilerin hakları için mücadele etmiş feministlerin oluşturduğu bir feminist türdür. 1.2.4. Sosyalist Feminist Kuram Sosyalizm kavramı çok geniş bir alanı kapsadığından dolayı siyasal düşünce tarihinde pek çok düşünce akımı bu kavram çerçevesinde ele alınır. Bu sebeple sosyalizm kelimesi bazen başka bir kelimeyi niteleyen bir sıfatken (örneğin sosyalist feminizm) bazen de başka bir sıfatla nitelenen bir kavram (örneğin ütopik sosyalizm veya bilimsel sosyalizm) olabilmektedir. En geniş biçimiyle sosyalizm, özel menfaatlerin yerine genel menfaatlerin önceliğini ve özel mülkiyetin yerine kamu mülkiyetinin yerleştirilmesi olarak tanımlanır. 19. yüzyıl da Avrupa'da 50 sosyalizmin gelişmesine sebep olarak dönemin ekonomik ve sosyal problemleri gösterilir. Sanayileşmeye paralel olarak da toplumların ekonomik ve sosyal yapılarında büyük değişimler olmuştur ve bu süreçle birlikte yeni sorunlar ortaya çıkmıştır. Kırsal bölgelerden akın akın gelen insanlar, kentlerde çok zor şartlar altında çalışmak zorunda kalmışlardır. Emeklerinin karşılığı olarak da çok az bir gelir elde edebilmişlerdir. Üretim hızla artmış ancak gelir dağılımı aynı hızla artmamıştır. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlikler çeşitli sorunların türemesine de neden olmuştur. Doğal olarak dönemin düşünürlerince bu duruma dikkat çekilmiş ve çözüm için de çeşitli önerilerde bulunmuşlardır. Ancak düşünürlerin toplumsal sorunların çözümü için önerdikleri modellerin gerçekleştirilme şansının çok zayıf olması bu çözüm ve önerilerin ütopik sosyalizm olarak nitelendirilmesine neden olmuştur. Daha sonraları Marksistlerden etkilenen sosyalist düşünürler, toplumcu görüşleriyle sosyal bilimlerde ve siyaset bilimlerinde liberal yaklaşımların karşısında sürekli eleştirilen ve alternatifler sunan bir süreçle yol almışlardır. Sosyalist feminizm de bir yerde sosyalist bakış açısı içinde kalan düşünürlerce oluşturulmuştur (Demir, 2014: 72). Sosyalist feminizm, radikal ve Marksist feministler gibi tüm dünyadaki siyasi, toplumsal ve ekonomik hareketliklere paralel olarak feminizmin 1960'ların sonlarında 1970'lerde doğan komünist kollarından biridir. Amacını radikal feminizm ve Marksist feminizm anlayışlarını birleştirmek olarak ifade edebiliriz (Şahin, 2013: 310-311). Sosyalist feministler, temelde Marksist ve radikal feministlerin sorunlarından sakınıp, bu iki teori arasında bir sentez yapmaya çalışmışlardır. Sosyalist feministler, Marksist feministlerin yaptığı gibi Marx ve Engels'in temelini oluşturdukları temel kavramların dışında farklı kavramsal sisteme ihtiyaç duymamışlardır. Sosyalist feministler, kadın-erkek ilişkilerinin açıklanabileceği ve kadınların ezilmişliklerinin ancak sınıfsız topluma ulaşınca ortadan kalkacağı iddiasını yetersiz bulmuşlardır. Bununla birlikte kadın sorununun Marksist feministlerin yaptığı gibi sistematik olarak ekonomik ve sınıf kategorileri altında toplanamayacağını savunmuşlardır. Marksist feminizm, kadınları toplumsal üretim sürecine dahil edip onlara sınıf bilinci oluşturmaya çalışmışlardır (Demir, 2014: 73). 51 Sosyalist feministler, Marksistler gibi kapitalizme karşı hep bir mücadele içindedirler ancak kapitalizme karşı çıkış metotlarında farklılıklar mevcuttur. Sosyalist feminizm, ilk başlarda Marksist feminizmin kapitalizmle mücadelesine benzer bir tarzda ekonomik eşitsizlikler üzerine yoğunlaşmış olsa da zamanla ataerkil baskı ve erkek egemenliğine karşı tavır almıştır. Bu tavrın nedenini ise kadınların şiddete maruz kalmaları ve bunun sebebi olarak da erkek dünyasının ezici hakimiyetini göstermişlerdir. Fakat sosyalist feministlerin aldığı tavır; radikallerin "kökten söküp atma" girişimlerinden farklıdır. Sosyalist feministlerin amacı kadının ekonomik ezilmişliklerini ataerkillikten kurtarıp kadını erkeğin seviyesine çıkartıp mevcut eşitliği sağlamaktır. Sosyalist feministler, erkek ve kadın arasındaki farkları fark etmiş olsalar bile sadece kadınların haklarını düzeltmeye çalışmamışlar aksine güttükleri politika gereği aynı zamanda bütün işçilerin durumlarının iyileştirilmesi içinde uğraşmış ve mücadele etmişlerdir. Sosyalist feministler, böylelikle iş yaşamında eşitlik talebinde bulunurken sadece kadınları yanlarına almamışlardır. Karşıt cinsi de yani erkekleri de kadın davasında kendi saflarına katmaya çalışmışlardır. Bilhassa ekonomik anlamada oluşan eşitsizlikleri çözebilmek adına benzer işlerde çalışan erkeklerle örgütlü mücadele oluşturup maddi durumlarının iyileştirilmesi amaç edinmişlerdir (Şahin, 2013: 311-312). Sosyalist feministler, ezilmişliklerinin altında yatan şeyin, işçi sınıfının kapitalist sistemde sömürülmesi ve erkek egemenliğinin yıkıcı üstünlüğünü görmüşlerdir. Bu iki zararlı faktörün ortadan kaldırılmasıyla hem kadınlar hem de erkekler baskıcı tutumundan kurtulmuş olacaklardır. Sosyalist feministler, sınıf ve cinsiyet meseleleriyle ilgilenip eleştirmişlerdir ve bu eleştirilerinin temel noktası ise yeniden üretimdir. Kamu-özel ikiciliği ile doğa-kültür ikiciliğine karşı çıkmışlardır. Sosyalist feminizm, insanlığın temel gereksinimleri olan "aş ve iş" üzerine odaklanmış ve toplumun dikkatini de bu yöne çekmişlerdir. Bu durum da feminist düşüncenin başlangıçtan bu yana sosyalizmin köşe taşı olmasını sağlamıştır. Modern endüstrileşmenin her evresinde kadınlar ve sık sık çocuklar ücretli iş gücünün bir parçası olmuşlar ve bu nedenle de sosyalist incelemelerde de sömürülen-ezilen işçi sınıfının birer parçası olmuşlardır. (Şahin, 2013: 312-313). 52 Kısacası; sosyalist feminizm, Marksist kategorilerin temelinde ve radikal feminizmin eleştirileri ışığında şekillenmiştir. Karl Marx ve Friedrich Engels'in teorilerinin sosyalist feminizme aktarılmasıyla sosyalist feminizm oluşmuştur. Marksist feministler kadınların en temel mücadelesi olarak sınıf mücadelesini görürken; radikal feministler ise bu mücadeleyi kadının özgürlük mücadelesi olarak görmektedir. Sosyalist feminizm ise daha çok kadınların baskı altında olmalarını, cinsiyetçilik, ırkçılık ve sınıf ayrımcılığı gibi daha çok eylemlerde ve sokak gösterilerinde kendini göstermiş bir feminist kuramdır. Sosyalist feministlerin kadınlar için istediği en temel şeylerin başında; kadınların kendi ayakları üzerinde durabilmeleridir, yani kadınlar ekonomik açıdan özgürlüklerine kavuşmalı ve erkeğe bağımlı olmaktan kurtulmalıdırlar. Ancak bu şekilde kendi yaşamlarına kendileri müdahale edebilecek ve kendi yaşamlarını düzenleyebileceklerdir. Ayrıca kadının ezilmişliğinin bir başka sebebi olarak özel mülkiyeti gören sosyalist feministler, kadınların kurtuluşunu, özgürlüklerine kavuşmalarının özel mülkiyetin kaldırılmasına da bağlamaktadırlar. Mücadelelerinde erkekleri de saflarına çekmeleri bu teoriyi diğer feminist teorilerden farklı kılmaktadır. Zaten sosyalist kelimesi kavramsal olarak eşitliğe vurgu yaptığı için bu tarzdan bir mücadelenin başarılı olması ancak kadın ve erkeğin kenetlenmesiyle mümkün olacaktır. 1.2.5. Postmodern Feminist Kuram Postmodern feminizme geçmeden önce postmodern, modern ve modernlik kelimelerini kısaca açıklamak yerinde olacaktır. İngilizce de post bir ön ektir ve "sonra" anlamına gelmektedir. Modern ise bir önceki döneme göre içinde bulunulan döneme özgü olan anlamına gelmektedir. Modern terimi, Türkçede "çağdaş" sözcüğü ile karşılanmaktadır. Çağın sürekli değişmesine paralel olarak modern olanın da zamanla değiştiği görülmektedir. Etimolojik olarak Latince modo (şimdi, hemen)'dan türetilen modernus kelimesine dayanan modern kavramı, ilk kez 5.yüzyılın sonlarında Avrupa'nın Atlantik kıyılarında yaşayan insanlar tarafından kullanılmıştır (Demir, 2014: 18). "Öncekinden farklılığı ifade etmek 53 üzere kullanılan modern terimi, yakından bakıldığında sürekli gelişmeyi ima eden evrimsel bir tarih modeli varsayımına bağlı olarak anlam kazanmaktadır" (Demir, 2014: 19). Bu da bugünü düne göre tercih edilebilir kılan şeyin aslında bu günün düne olan üstünlüğüdür. Modern, radikal bir değişimden sonra ortaya çıkanı niteleyen, insanı olduğu kadar çevresini de nitelemek için kullanılmaktadır. Yani modern olmak; düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamaktır. Bu tanımlamaya göre modern insan, kendisini sürekli yenileyebilen ve yeni şartlara uyum sağlayabilendir. Modernlik ise; eskiye oranla dilde, anlamada, sanatta daha rafine edilmiş, daha ileri ve daha gerçekçi olan demektir. Modern kelimesi daha çok bir sıfat olarak, modernlik ise daha çok belirli bir zaman diliminde modern kabul edilen somut değer,ilişki ve kurumları adlandıran bir isimdir.Modernlik 16. yüzyılda ortaya çıkmış kültürel ve toplumsal değişikliklerdir. Kısacası modernliğin Batı'da ortaya çıkmasından bu güne, toplumsal, ekonomik ve siyasal öğelere gönderme yapan bir özet kavram olarak bilinmektedir (Demir, 2014: 19-21). Postmodernizm terimi çok sık kullanılmamasına karşın ne anlama geldiğine dair tartışmalar yaşanabilmektedir. Modernizm sonrası mı, ötesi mi yoksa karşıtı mı? Bazıları postmodernizmi, modernizmin değişik bir versiyonu olarak görmekte ve postmodernizmi tüm inkarcılığına karşın modernizmin bir devamı olarak düşünmektedirler (Demir, 2014: 31).Postmodenizmin içerisinde sanattan kültüre, kültürden politikaya kadar pek çok hareketin görülebileceği bir dalga olarak düşünebilir. Aslında postmodenizm için yapılmış tanımlamalar oldukça renklidirler. Örneğin; bir sosyal bilimler sözlüğünde postmodenizm şöyle tanımlanmıştır: Aynı paradigmal çerçeveyi ya da uygarlık düzenini paylaşmakla birlikte, modernliğe ve onun düşünce tarzı olan modernizme yapılan içsel eleştiri ve alternatif geliştirmeye yönelik çabaların tümüdür (Demir, 2014: 34-35). "Feminizm özellikle İkinci Dünya savaşından hemen sonra ortaya çıkan entelektüel çevre içerisinde oluşan fikir akımlarından kaynaklanan çeşitlerini ifade için daha çok postfeminizm sözcüğü kullanılmaktadır. Çünkü İkinci Dünya savaşından Modernizm'in daha etkin eleştirileri yapılmaya başlamıştır. İşte bu eleştirilerin yapıldığı dönemde pek çok yeni felsefi kuram, ortaya çıkmıştır. Aydınlanma 54 döneminde modern akımların etkisiyle ortaya konan feminist kuram, bu seferde modernizme yönelen bu eleştirilerden etkilenerek yeni bir biçim almaya başlamıştır. Modernizme yönelen bu eleştiriler, zamanla post-modernizmi, post-modernizm de post feminizmi doğuracaktır" (Öztürk, 2011: 99). Demir (2014: 54-55), postmodern düşünce ekolleri olduğunu söylemiş ve bu ekollerin postmodern feminizme olan katkılarını şöyle ifade etmiştir: "Postmodern düşüncede farklı ekoller vardır. Birincisi en radikal gelenek olan ve başını J. Derrida, M. Foucault ve Lyotard'ın çektiği Fransız geleneğidir. Bunların iddialarına göre herkes (kadın ve erkek) kendi gerçeğini yaratır, farklı gerçekler arasında hüküm vermenin imkanı da yoktur. Çünkü bunları yargılayacak bağımsız bir kriter yoktur. Fransız postmodernistler aşırı rölativistler olarak tanımlanır. İkinci gelenek, bilim felsefesinden gelmektedir ve en iyi tanımlanan düşünürleri ise Thomas Kuhn, Imre Lakatos ve Paul Feyerabend'tir. Bunları bilgi üretme işinin oldukça karmaşık bir iş olduğunu ve bilimin başarılı bir bilim olabilmesi için kendi özel standartlarını oluşturan araştırma geleneği bağlamında yapılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Üçüncü gelenek, hermenötik/yorumsamacı gelenektir. Yorumsamacılık, metinlerin ve gizli olanın yorumuyla ilişkili bir metodolojik yaklaşımdır. Bu geleneği oluşturan düşünürlerin başında Heidegger, Gadamer, Habermasi Ricoeur ve Taylor gelmektedir." Modern dönemin yücelttiği tüm değer ve kurumlara karşı ilk başkaldırıyı postmodernizm 1970'li yıllardan itibaren Batı entelektüellerinin ilgi odağı olmayı bilmiştir. Kısa bir zamanda postmodernizm kendisini; sanatta, edebiyatta, düşüncede, felsefede, mimaride, bilimde, müzikte v.b. kendini göstermiş veinsan hayatıyla iç içe olmuştur.1980 sonrasında postmodernizmin yanı sıra feminizm de önemsenmeye ve benimsenmeye başlamıştır. Bu önemsemenin nedeni ise feminizmin tıpkı postmodernizm gibi Batı kültür düşünce ve pratiğinin sorgulamasının yapılmasını öngörebilmesidir. Nitekim feminizm ve postmodernizm son zamanların en önemli siyasal ve kültürel akımları arasında yer almayı başarmıştır (Demir, 2014: 82). Aslına bakılırsa feminizm ve postfeminizmi sentezleyen postmodern feminizm, 17. yüzyıldan günümüze süre gelen modern bilim anlayışının, erkeğin bilim ve aklı, kadının ise duygu ve mantıksızlığı çağrıştırdığı iddiasını referans alan "erkek" merkezli bilim anlayışı olduğunu iddia etmektedir. Bu iddiaya göre, kadın modern 55 bilginin oluşturulmasında devre dışı bırakıldığı için yeni bir bilimsel anlayışa ihtiyacı vardır. Postmodern feminizm anlayışı olarak bilinen, erkeklerin kadınlara karşı önceliklere sahip olduğunu kabul etmekte ancak bu kategorileşmenin önemli olmadığını ifade etmektedir. Postmodern almayışa göre, kadın ile erkek arasında sadece toplumsal olarak yapılandırılmış farklılıklar vardır. Öğrenilmiş davranışlar ve toplumsal normlar, erkek ve kadını birbirinden ayrıştırmıştır. Diğer feminist anlayışlarda olduğu gibi postmodern yaklaşımları vurgulayan feministlerde de, erkekselliğin kadınsallığa tercih edildiğini öngören ikili yapıyı eleştirmektedir. Bununla birlikte diğer feminist yaklaşımların savunduğu erkek, kadın, erkeklik ve kadınlık gibi cinsiyet kategorilerinin zamansız ve homojen oldukları fikrini kabul etmemektedirler (Ataman, 2009: 20). Postmodern feministler, tüm kadınların yararı için bir eşitlik kuramı oluşturmuşlardır, yani kadın kategorisini yadsıyıp farklı kadınlık durumlarının bulunduğunu öne süren çoğulcu bir yaklaşımı benimsemişlerdir (Arat, 2010: 11). Postmodern feministler, Batı ülkelerinin beyaz erkeklerinin, kadınlar ve diğer renkteki marjinalleri ile teorik bir diyaloga geçmeleri gerektiğini düşünmektedirler. Bilhassa Batının dışında yer alan feminist yazarlar, genelde Batılı, özelde ABD'li feministlerin geri kalmış olan dünyanın gerçekliliklerini göz önüne almadan kuramlar geliştirdiklerini ve kavramsallaştırmalar yaptığını ileri sürerek eleştirilerde bulunmuşlar ve bu tekdüze feminist anlayışa bir tepki olarak çoğulcu bir bakış açısını yansıtan postmodern yaklaşımları benimsemişlerdir. "Hegemonik feminizm" olarak da bilinen Batıcı anlayışa karşı çoğulcu alternatifler geliştirilmiştir ve bunlardan biri olan postmodern feminizm, çok sayıda gerçekliğin örneğin; rasyonalite ve güç, sevgi ve karşılıklı bağımlılık gibi aynı anda var olabileceğini kabul etmektedir. Postmodern feministlere göre farklı kültürleri temsil eden kadınlar, farklı feminist versiyonları da geliştirebilirler (Ataman, 2009: 21). Postmodern feministlerde "öteki olmak" kavramı önemlidir. Postmodern feministler, radikal feministler gibi kadının ve erkeğin farklı oldukları yolunda mücadeleler vermiş; kadın ve erkeğin eşit olmasından ziyade farklılıklarını gözler önüne sermişlerse de onlar için öteki olmak ayrıcalıktır. Onlar, öteki olmaktan 56 kurtulmak yerine öteki olmayı avantaj haline getirmeyi denemişlerdir. En yalın ifadeyle, postmodern feminizm, dişil veya eril bir doğanın varlığı fikrine karşı gelmişlerdir ve gerek tarihsel gerekse de kültürel açıdan özgül bilgi bağlamında erkekler ile kadınlar arasındaki bölünmeleri incelerler (Şahin, 2013: 348). Sonuç olarak postmodern feminizm, kadın sorunları üzerine önemli roller üstlenmiştir. Postmodern feminizm, kadın sorunu konusunda düşünen ve böyle bir sorunda kendisini taraf hisseden herkese yeni roller ve ufuklar açmıştır. 1.3. Feminist Perspektiften Popüler Kültürde Kadınların İmajı Popüler kültürde kadın imajını anlayabilmek için bazı kavramların anlamlarını açıklamak gerekmektedir. İmajı bir mesleğin bir toplumdaki mesleki geçerliliği ve statüsüzünün o mesleği oluşturan toplumla şekillenen bir kavram olarak görebiliriz. Ne var ki bir mesleği popüler kılan şey o mesleği icra edenlerin cinsiyetsel niceliklerinin durumu olmamalıdır. Örneğin profesyonellik problemi yaşayan hemşirelik mesleğini ele aldığımız zaman: hemşirelerin görevinin sadece kan almak, tansiyon ölçmek, iğne yapmak gibi basit seviyede işler olduğunu düşünen ve günümüzün yüksek eğitimi ile yetişmiş hemşirelerini ise eski kurs hemşireleri ile karşılaştıran bir toplumda daha çok kadınlarca tercih edilen mesleklerin popüler kültürde imaj problemi yaşaması da kaçınılmaz olmaktadır (Çelik v.d., 2013: 148).Meslekleri kadın mesleği, erkek mesleği şeklinde sınıflamanın popüler kültürde imaj problemine neden olması da kaçınılmaz olacaktır. Bu konu başlığını daha iyi açıklayabilmek için bundan sonraki alt başlıklarda konu detaylandırarak açıklanacaktır. 1.3.1. Kültür ve Popüler Kültürün Tanımı Gündelik yaşamımızda hemen herkesin kullandığı bir kelime grubu olan popüler kültürün ne olduğu konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerin bir kısmı popüler kültür kavramına karşıyken bir kısmı da popüler kültürün tarafında 57 yer almaktadır. Popüler kültürü tanımlamadan önce "kültür"ün tanımlarına bakmak yararlı olacaktır. Latince kökenli olan kültür kelimesinin anlamsal içeriği toprağa bir şeyler ekip biçmektir. Aynı zamanda insan zekâsının oluşumu, gelişimi, geliştirilmesi ve yüceltilmesi anlamıyla kullanması bu kelimenin değişik ve bugünkü anlamına yakın bir biçimde kullanılmasına yol açmıştır. Kültürün bir diğer anlamı ise toplum tarafından tarihin gidişi içinde yaratılan ve toplumun kendi gelişmesi içinde ulaşılan aşamayı gösteren tüm maddi ve manevi değer olarak da tanımlanabilmektedir (Sakallı, 2014: 308). Kültür kavramsal açıdan pek çok bilimsel araştırma disiplini ya da uygulama alanında kullanılmaktadır. Bu çok alanlılık şüphesiz ki kültüre farklı yaklaşım ve farklı kültür tanımlarının yapılmasına yol açmaktadır. Bundan dolayı biyoloji, sosyoloji, tarih, antropoloji, güzel sanatlar, felsefe v.b. konularda ele alınan kültür kavramını tek bir tanımda açıklamak zordur. Bu bağlamda Özdemirci (2014: 116117), farklı ekollerden gelen farklı kültür tanımlarından birkaç tanesini şöyle tanımlamıştır: Kültür, toplumların birikimli uygarlığıdır. Kültür, insanların bir toplumun üyesi olarak edindikleri her türlü alışkanlık ve yeteneği içeren karmaşık bir bütündür. Kültür, bir topluluğa ait paylaşılan ve bir nesilden diğer bir nesle aktarılan tutum, davranış, değerlendirme, inanç ve yaşam biçimlerini yorumlamayı sağlayan bir olgudur. Erol Sakallı (2014: 309) da kültürün karşılığı olarak çeşitli tanımlamalar yapmıştır. Bunlardan bazıları şöyle sıralamıştır: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içindeki tüm maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, Bir topluma özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü, Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi, 58 Bir milletin yaşayış tarzı, maddî ve manevî her şeyini içine alan değerler topluluğu, Subjektif bir nitelik taşıyan inançlar, ahlâka ait görevler, güzellikle ilgili şekiller ve bütün mefkûreler, bir kültür (hars) topluluğunun inançları. Şüphesiz kültür kavramını oluşturan temel öğeler vardır. Bunlar; insan, toplum, ortak düşünce ve dildir. Yukarıda ki tanımlamalara baktığımızda zaten kültürün adeta bu öğelerin etrafında şekillendiğini görmüş olacağız. Bu öğelerden kültürün bel kemiği olarak düşünülen ise dildir, nasıl ki bir insanı insan yapan en temel şey dilse ulusu ulus, kültürü kültür yapan şey de hiç şüphe yoktur ki dildir. "Bizim bu çalışmada kullanacağımız anlamıyla kültür, genel olarak dünyanın nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiği hakkında bir grup insan tarafından benimsenip paylaşılan ve onların algılarını, fikirlerini, duygularını ve davranışlarını şekillendiren temel varsayımlar olarak tanımlanabilir." (Özdemirci, 2014: 118). Popüler kelimesini günümüzde kullanıldığı biçimiyle düşündüğümüzde iki anlamı karşılamaktadır. Bunlar, yaygın olarak beğenilen ve tüketilen diğeri ise bir halka ait olan anlamlarıdır. Aslında popüler kültür dediğimiz şey; gündelik hayatın kültürüdür. Bu açıdan bakıldığı zaman popüler kültür belli dönemlere damgasını vuran, o dönemleri şekillendiren ve insanlara da o döneme özgü imajlar yüklemesi şeklinde düşünülebilir.Ayrıca popüler kültür dendiği vakit pek çoğumuzun aklına gelen "en çok tercih edilenin" gelmesi de doğrudur. Çünkü bir şey ne kadar çok tüketilirse o kadar popülerdir iddiası hemen herkesçe kabul edilmiştir. Özdemirci (2014: 121), popüler kültürün günümüze değin sayısız tanımlamanın yapıldığını söylemiş ve bu tanımlardan birkaç tanesini şöyle açıklamıştır: Popüler kültür, yaşam öğeleridir, yani konuşulan ve basılan sözler, sesler, resimler, nesneler ve eserlerdir. Çoğunluğa seslenen ve bu çoğunluk tarafından tanınan kültürel eserlerdir/kalıntılardır. Halkın davranış, değer ve eğlence biçimidir. Orta sınıfa ait kültürdür. 59 Popüler kültür;belli bir dönemde özgünlüğü olan, hızlı üretilen ve hızlı tüketilen kültürel özelliklerden ibarettir. Kimi çevrelerce geniş halk kitlelerinin benimsediği kültür olarak da bilinmektedir.Bu iki tanımlamanın genel olarak ortak noktası belli bir kesime değil sınıf farkı gözetmeksizin herkese hitap etmesi, sıradan olması ve özel bir eğitim ya da görgü gerektirmemesidir. Zaten genel itibarıyla eleştirilen noktalarından biri de budur. Popüler kültür, kitlelere dayatılan, bu kitlelere anlık zevkler veren ve onları tüketime yönelten bir kavramdır (Sakallı, 2014: 309). Kısaca ve en geniş anlamıyla popüler kültür, gündelik hayatın kültürüdür. 1.3.2. Popüler Kültürde Kadın Popüler kültür, kadın ve erkek ilişkilerinin, toplumun en yalın şekliyle gündelik yaşamın tüm alanlarının sürekli olarak tanımlandığı ve yeniden üretildiği bir alandır. Ancak toplumsal ve kültürel iktidarın kurulduğu, ataerkil sistemin sürekli yeniden kurulduğu bu alan uzunca bir süre önemsiz görülmüştür. Çok sık olmasa da yapılan değerlendirmelerde, popüler kültür, kitle kültürü ile bir tutularak küçümsendiği saptanmıştır. İnsanı ideolojik açıdan yakalayan ve onu yöneten popüler kültür ürünlerinin kadın bakış açısından nasıl görüldüğü bilhassa çoğu erkek olan kültür eleştirmenleri tarafından pek merak edilmemiştir. Oysaki, popüler kültürün en az erkekler kadar önemli tüketicileri de kadınlardır (İrvan, 1995: 7). Charlotte Perkins Gilman'ın 1911 yılında yazdığı The Man-Made World or Our Androcentric Culture (Erkek Yapımı Dünya ya da Erkek Merkezci Kültürümüz) isimli kitabında Gilman, popüler kültür tartışmalarının genel bakış açısının dışında kalan feminist bir kültür çözümlemesini yansıtmıştır. Gilman, erkeklerin kadınları yaratıcılık alanlarından, eğlence ve boş zaman etkinlik biçimlerinden dışlayarak insan etkinliklerini kendi tekelleri altına aldıklarını, yönettiklerini ve erkekleştirdiklerini savunmuştur. Bu kurmaca, kadın yaşamının doğru görüntüsünü hiç bir zaman vermemektedir aksine insan yaşamının çok azını ve erkek yaşamının orantısız bir biçimde çoğunu vermektedir. Örneğin oyunların ve sporların genel 60 itibariyle erkeksi olmaları bu tarzdan şeylerin kadına yabancı gelmesine neden olmaktadır. Gilman'ın eleştirdiği şey; kitle, sınıf ya da çoğulcu toplumu değil, ataerkil toplumu, erkekler tarafından dayatılan biri erkekler için diğeri kadınlar için var olan iki kültürel etkinlikler dizgesinden oluşan erkek merkezci toplumun var oluşudur (İrvan ve Binark, 1995: 18). Beatrice Forbes- Robertson Hale'nin 1914 yılında yazdığı "What Women Want: An Interpretation of the Feminist Movement" (Kadınlar Ne İstiyor: Feminist Hareketin Bir Yorumu) kitabında erkeklerin kültür üzerindeki denetimlerine benzer bir eleştiriyi İrvan kitabında, aşağıdaki şekliyle almıştır: "Kadınlarla akılcı ve yaratıcı yetilerden yoksunlar diye sık sık dalga geçilmiştir. Ancak günümüze kadar, bu yetilerini geliştirme fırsatını bulan kadın sayısı erkeklere oranla çok küçük olduğu için karşılaştırma yapmak yanıltıcı olur. Kadınların bu yetilerini ancak şimdilerde açığa çıkıyor. Bir sınıf olarak kadınlar, her zaman sessizdi; şimdilerde bir kısmı dillendi. (...) Kendini ifade etmede özgür olan kadın sayısı erkeklerinki kadar olduğunda, dünyada bir tek büyük mücadele sürmeye devam edecektir, kadın erkek farkı gözetmeksizin tüm mülksüzlerin kendi mirasları için mücadelesi." (İrvan ve Binark, 1995: 19) Birsen Banu Okutan ise "Türkiye'de Popüler Kültür Din ve Kadın" adlı eserinde "Neden Popüler Kültür ve Kadın?" başlığı altında başörtülü kadınlar açısından popüler kültüre bakışını ve neden popüler kültürde kadın konusunda inceleme yapma gereği duyduğunu kısaca şu sözlerle ifade etmiştir: "Cumhuriyet'in kadın temsili üzerinden yapılan toplumsal cinsiyet araştırmaları rölatif gelişmiş bir hacme sahip olmakla birlikte, kadının medyaya, özelde popüler kültüre, eklemlenme süreci etraflıca inceleme konusu olmamıştır. Öte taraftan başörtüsü ile temsili rol oynayan kadının ne toplumsal hayatta konumlanışı, ne sosyal, siyasal, ekonomik düzlemlerde verdiği mücadeleler ne de popüler kültür araçlarıyla etkileşimi hak ettiği ilgiyi görmüştür. Kadın-popüler kültür ilişkisinin yeterli ilgiyi görmediği alanda başörtülülerin ihmal düzeyinin daha yüksek olması bu konuda çalışmayı ihtiyaç haline getirmiştir." (Okutan, 2013: 14) 61 Ersoy, (2009: 218) günümüzde meydana gelen küreselleşmenin etkileri ile birlikte kadınların hayatlarında ve sosyal ilişkilerinde önemli değişimlerin yaşandığına değinmiştir ve bu değişimlerle ilgili olarak da şu sözlerle devam etmiştir: "Küreselleşmenin kışkırtıcılığı ile şekillenen popüler kültür özellikle kadınların toplumsal rollerine büyük darbeler vurmakta; kâr amaçlı tüm stratejilerde onu metalaşmış bir figüre dönüştürmektedir. Burada cinsiyet rollerinden ve değerlerinden ziyade kadının cinsel tarafı ve boyutu öne çıkarılmaktadır. Kadın, tüketimizm ve popüler kültür içerisinde, cinsel arzular ve istekler temelinde köle gibi kullanılmak istenmektedir. Popüler kültürün bu hoyratlığı, aile hayatı üzerinde baskı uygulamakta, aile içi ilişkilerde, cinsiyet rollerinde ve otoritede önemli değişmelere sebep olmaktadır. Bir zamanlar bez bebeklerle oynayarak annelik rolünü ve duygularını daha küçücük yaşlarda öğrenen kız çocuklarına, bu gün popülerleştirilen Barbie bebeklerin pırıltılı dünyasında yeni değerler kazandırılmaya çalışılmaktadır." Aslında feministlerin yıllardır yaptığı ve yapmakta olduğu şey yalnızca kadın hakları için mücadele etmek olmamış bununla birlikte pek çok şeyi de sorgulamışlardır. "Üretici ve tüketici olarak kadınların, popüler kültürle ilişkililerinin yitik tarihini yeniden inşa etmeye çabalayan" (İrvan ve Binark, 1995: 27) tutumları kadın çalışmalarının bir diğer uzantısı olarak incelenmektedir. Feministler, kadınların yaratıcılık için sahip oldukları fırsatları ve bu fırsatların tarihsel süreçle birlikte nasıl değiştiğini, kadınların yaratıcılığının nasıl değerlendirildiğini, kadınların nasıl ve neden sessizleştirildiklerini, erkekler tarafından kendilerine uygun görülen söylemleri ve etkinlikleri kendi yaşamlarında nasıl anlamlandırdıklarını sorgularlar. Popüler kültüre ilişkin çağdaş feminist yaklaşımları anlamak için aslında feminist hareketin canlılık kazandığı son yirmi yıl içinde yapılmış çalışmalara bakmak yeterli olacaktır. Bu süreçte çağdaş feministler, popüler kültüre ilişkin olarak farklı yaklaşımları benimsemiş olsalar da, iki temel varsayımdan bahsederler. Bunlardan ilki; kadınların popüler kültür ile erkeklerden farklı, özel bir ilişkilerinin olduğu varsayımıdır. Feministler kadınların, belli popüler kültür ürünlerinin tüketicileri olarak merkezi roller üstlenmelerinin yanı sıra, hem erkeklere hem de kadınlara özgü popüler kültürün merkezi bir öznesi, bazı durum ve dönemlerde popüler kültürün önemli yaratıcıları ve üreticileri oldukları; ikinci varsayım ise kadınların kendi kimlikleri üzerindeki 62 kontrolü ele geçirerek toplumsal söylemlerle birlikte toplumsal ilişkileri değiştirmektir. Böylece kadınlar, popüler kültürde hem kadınlar hem de ataerkil kültürün işlevsel yönünün anlaşılmasını önemli bir hale getirmektir (İrvan ve Binark, 1995: 19-20). Konuyu kısaca özetlemek gerekirse, kadınlık kültürü, erkek popüler kültürü ile ilgili çalışmalarda kullanılan kategorilerin içine konulmamalıdır. Popüler kültürdeki feministler daha çok şu sorular üzerinde durmalıdırlar; erkek egemen kültürde, kadınlar kendilerini açıklamayı nasıl başardılar?, kadınların yaratıcılığı neden küçümsenmiş, değersizleştirilmiş ve de ihmal edilmiştir?, kadınların ve erkeklerin yaratıcılığı nasıl farklılaşır? gibi. Popüler kültür içeriğindeki kadın betimlemelerini değiştirmenin mevcut sorunları çözeceği fikrinin yerine belki de erkeklerin kültüründen farklı olan kadın kültürüne teşvik edilmesi ve yeniden ele alınması gereken bir şey olarak olumlu bir değer yüklemek anlamlı olacaktır. Bu şekilde, erkelerin kadınlara ilişkin imgeleri yerine, kadınların kendileriyle ilgili imgeleri ve kendi deneyimlerine ilgi göstermesi de yerinde olacaktır (İrvan ve Binark, 1995: 26). 1.3.3.Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadın ve İmajı Konu başlığını açıklamadan önce "imaj" kavramını irdelemek yerinde olacaktır. İmaj kavramı son zamanlarda tıpkı "popüler" kelimesi gibi sıklıkla duyulabilmektedir. Örneğin; kurum imajı, personel imajı gibi. Bu bağlamada imaj kavramı, bir çok yazar ve kuramcı tarafından birbirinden farklı bakış açılarıyla yorumlanıp değerlendirilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: İmaj, bir kişinin bir obje hakkındaki tecrübelerinin tümü; bir objenin görsel veya düşünsel olarak görüntülenmesi, fotoğraf, sinema ve televizyon aracılığıyla tekrar oluşturulup, sözlü veya yazılı bir dille yapılan çalışmalar olarak ifade edilebilmektedir. Ancak bizim çalışmamızda tercih edeceğimiz tanımıyla imaj: Bir olgunun kişiye çağrıştırdığı duygu ve düşünceler bütünüdür (Özdemirci, 2014: 77). 63 İmaj, biçimi, içeriği ve anlamı bir arada barındırabilen bir kavramdır. İnsanoğlunun kendini işaretlerle, sembollerle ifade etmeye başladığı günden bu güne değin bir imaj yaratma çabası da bu bağlamda hep var olmuştur. İmaj olgusunun çeşitli olması, bu alanda çalışanların pek çok disipline birden başvurmalarını gerektirmektedir. Örneğin; resim, heykel, optik yanılsamalar, haritalar, diyagramlar, düşler, halusinasyonlar, filmler, tiyatro ve hatta düşünceler, bunların hepsi birer imajdır (Özdemirci, 2014: 78). Toplumlardaki bireyler, sosyalleşme sürecinde toplumun değer ve yargılarını kültürel yollardan öğrenip bu olguyu içselleştirmektedirler. "Bu şekilde ortaya çıkan toplumsal cinsiyet kavramı, biyolojik cinsiyetle açıklanamayan sosyal sınıf, ataerkil, siyaset ve toplumdaki üretim biçimiyle bağlantılı bir anlama sahiptir ve kadınlar ile erkekler arasındaki farklılıkların toplumsal düzlemde kurulmuş yönlerini ortaya çıkarır." (Parlaktuna, 2010: 1226). Tam da bu tür sosyal-kültürel dayatmalar, kadının yaşamındaki yerinin evi, en birincil rolünün ise kocası ve çocuklarının bakımı yönlendirilmesine olduğunu neden göstermesi olmaktadır. genç Toplumsal neslin de cinsiyet bu şekilde ayrımcılığı diyebileceğimiz bu kavram ne yazık ki kadını konumu itibariyle ikinci plana attığı gibi kadının sosyal olarak dışlanmasına, sömürülmesine ve ezilmesi gibi daha başka pek çok olumsuz duruma düşmesine neden olmaktadır. Günümüzde toplumsal cinsiyet olarak işlediğimiz şey aslında "toplumsal cinsiyet eşitliği" adıyla ülkelerin kalkınma ve demokratikleşme hedefleri arasında yer verilen bir kavramdır (Parlaktuna, 2010: 1226). Toplumlara ait gelenek ve görenekler incelendiğinde görülen şeybu gelenek ve göreneklerin hem cinsiyet farklılığını hem de kadınların toplum bazındaki konumlarını etkilemesidir. Yaygın olarak kabul edilen ev işleri incelendiğinde ise görülen şey ev işlerinin kadının temel görevi ve sorumluluğunda olduğu fikridir. Bu da gösteriyor ki cinsiyet farklılığının gelenek ve göreneklere paralel olarak şekillendiğidir. Konuyu bir örnekle açıklamak gerekirse; hem anne hem de kütüphaneci olan bir kadının kütüphanede çalıştıktan sonra evine gelip ev işleriyle birlikte çocuklarının bakımını üstlenmesi, kocasının da tam tersi ev işlerinde eşine 64 yardımda bulunmaması kadının rolünün toplum ve kültürle şekillendiğini açıkça göstermektedir (Yılmaz, 2012: 551). Ersoy (2009: 214-215), cinsiyet kültürünü ve bir toplumda kadına ve erkeğe yönelik tanımlamaları, bunlara ilişkin imajları, davranış kalıplarını, cinsiyetlerine dair kimlikleri, cinslerin bir birlerine karşı olan ilişki biçimlerini, tutumlarını, evlenme adetlerini, aile tiplerini, güzellik anlayışlarını, giyim kuşamlarını da içine alan çok geniş bir alanı ifade ettiğini söylemiş ve bu söylemini cinsiyet kültürüyle ilgili şu sözlerle devam etmiştir: " 'Her toplumda mevcut kültürel yapı içerisinde "Kadın ve erkek nasıl davranır? Nasıl giyinir? Kadınlara ve erkelere özgü alışkanlıklar ve uğraşılar nelerdir?" gibi soruların farklı cevapları bulunur. Kültürel yapının vermiş olduğu bu cevap farklılıkları aynı zamanda cinsiyetlerin toplum içerisindeki konumlanışına ve şekillenmesine de etki ederek bir farklılık doğurur. Kültürün cinsiyetlere yönelik bölümü, bir toplumda "cinsiyet kültürü"nü oluşturur. Cinsiyet kültürü bir manada kültürün cinsiyetlerle alakalı hususlarda kendini ifade etme biçimidir. Genel olarak paylaşılan ortak kültürün, cinsiyetlere yönelik uygun gördüğü tavırlar, tutumlar ve değerler, bu çerçevede gelişen cinsiyet ve toplumsal cinsiyet gibi nitelemeler, cinsiyet kültürünün içerisinde yer alır.' " Feminist düşünürler, masalların, filmlerin, ders kitaplarının hatta dinlerin dahi toplumun gözünde kadınlara karşı ayrımcılık fikrine gizli yada açık bir şekilde destek verdiklerini savunmaktadırlar. Daha çocuk yaşlarda okunan; Külkedisi, Pamuk Prenses ve Rapunzel gibi masallardaki kız çocuklarına verilen en önemli sosyal statü, onların evlenip mutlu bir yaşam sürmeleri üzerinedir. Oysa kendi hayatlarının kontrolünü eline alabilmiş, yalnız yaşayarak bir erkeğe bağımlı ya da bağlı olmayan cadı karakteri ise her zaman kız çocuklarını korkutmuştur. Filmlere baktığımızda ise kadınların yine olumsuz ya da edilgen karakterler olarak lanse edildiklerini görüyor olmamızdır. Örneğin, korku filmlerindeki kadınları incelediğimizde buradaki kadın karakterlerin kötülük saçan bir yaratık veya bu tür bir yaratığın dünyaya gelmesini sağlayan kişiler olarak tanınmasıdır. Türk Sinemasının adeta bel kemiğini oluşturan Yeşilçam filmlerinde ise kadın, çoğunlukla her hangi bir işte çalışmayan, kendini evine adamış bir anne ve sağdık bir eş olarak nitelendirilmektedir. Reklamlar incelendiğinde ise kadınlar adeta 65 bedenleriyle değerlendirilip, kadının bedeni ile zihni arasındaki bağlantıyı koparan zihniyet desteklenerek şu mesaj verilmeye çalışılmaktadır: "Bacaklar güzelse, kişiliğin önemi yok!" (Yılmaz, 2012: 552). Yılmaz'ın imaj konusu hakkındaki incelemeleri gerçekten de Türk toplumunun kadına yüklediği rolleri yansıtmaktadır. Kadınlar hep anne rolündedir ve bu role uygun olarak; evine bağlı, çalışmayan, ellerinde lastik eldivenlerle bulaşık yıkayan, toz alan görüntüleriyle oluşturulmuş ev kadını imajıyla lanse edilmektedir. Reklam yazarları, "en iyi tüketici" kategorisinde kadınları birinci sırada görmektedirler. Bunun başlıca nedeni olarak da güzellik ürünlerinin satış kampanyalarında kadın bedeninin çok iyi sergilenmesidir. Bu durumda ne yazık ki kadının kendi bedeni önce kendisine sonra da erkeğe beğendirmekle yükümlü tutulması olarak görülmesidir. Türkiye'de daha çok ilköğretim ders kitaplarında cinsiyet üzerine kurulan ifadeleri araştırmak amacıyla yapılan çalışmaların amacı toplumsal cinsiyetin okullarda çocuklara nasıl yansıtıldığıdır. Bu çalışmalarda dikkat çeken şey özellikle ilköğretimdeki Hayat Bilgisi ve Vatandaşlık Bilgisi gibi kitaplarda kadına yüklenen imajdır, çünkü bu kitaplarda anneye verilen ve yüklenen rol; eve bakmak, babanın rolünün ise evinin geçimini sağlamaktır. Diğer bir nokta ise annenin çalışması durumunda aile bütçesine katkıda bulunabileceği gibi ifadeler kullanılarak aslında toplumsal roller ve Türk kültürünün çalışan kadının kazancına bakış açısını açık bir şekilde ortaya koymaktadır (Çakınberk, 2011: 88). Kadının yalnızca aile bütçesine katkı sağlayacağı ifadesi bile kadın için olumsuz bir imajın var olduğuna en güçlü kanıttır. Bilhassa Türk toplumunda erkeğin çalışması daha önemli olarak görülmektedir. Kadının en temel görevi evinde oturup çocuklarına bakmaktır. Zaten bu mantalite kapsamında kadınların olumsuz imaj sorunu yaşadığı ortada bir durumdur. Elbette aile kavramın merkezinde anne önemlidir ancak güçlü olan anne kendi ayakları üzerinde de durabilen annedir. Kısaca özetlemek gerekirse feminizm, geçmişten günümüze hemen her toplumda başta kadınlar olmak üzere toplumun tamamını ilgilendiren önemli bir konu olmuştur. Ancak feminizm kavramsal açıdan tam olarak anlaşılamamaktadır. 66 Çünkü kadınlar başta olmak üzere "feminizm nedir?", "kimlere feminist denir?" tarzındaki sorulara verilen cevaplar incelendiğinde bu kavramın gerçekten tam olarak anlaşılmadığı görülecektir. Nitekim Türk toplumunda Batı'ya kıyasla feminizmin adlandırılıp anlaşılması daha geç olmuştur. Yanı sıra feminizm bünyesinde pek çok kuramı barındırmaktadır. Bunlardan ilki liberal feminizmdir ve liberal feminizmin vurgu yaptığı şey "kadın-erkek" eşitliğinin tam anlamıyla sağlanmasıdır. Erkeklerle aralarındaki uç ayrımcılığın yani gerek ekonomik alandaki, gerek siyasal alandaki, gerekse toplumsal alanlardaki engellerin ortadan kaldırılmasını talep etmektedirler. Radikal feminizmde ise tamamen farklı talep ve amaçlarla mücadelelerini sürdürmektedirler. Zaten "radikal" kelimesini sırf yalın anlamı olan köklü, köktenci anlamlarıyla bile düşünüldüğünde radikal feminizmin nasıl bir yapıda olduğu az çok kestirilebilir. Onların talepleri ise cinsiyetsiz bir toplum yaratmaktır. Aslında radikal feministlerin pek çok şeye karşı çıkmaları tüm teoriler içinde en sert mizaçlı olan teori olmasına neden olmuştur. Çünkü radikal feminizm, evlilik kurumuna, annelik anlayışına kaşıdır. Marksist teori ise adından da anlaşılacağı üzere, Karl Marx ve Friedrich Engels'in görüşlerinden etkilenip şekillenmiştir. Genel itibariyle Marksist ideolojiyi benimseyen kitlelerin temel amacı işçi-emekçi sınıfının haklarını gözetmektir, Marksist feministlerin de temel amacı kadın işçi ve emekçilerin hakları, çıkarları üzerinedir. Yani Marksizm işçi sınıfı çıkarlarını sağlamaya yönelik düşünceler Marksist feministler tarafından kadın işçilere uyarlanmıştır. Sosyalist feminizm bir bakıma Marksist feminizmle benzerlikler (iki teorinin de kapitalizme düşman olması) gösterse de bazı noktalarda farklılıklar mevcuttur. Sosyalist feminizmin kadından beklediği; kadınların ekonomik açıdan özgürlüklerini sağlayarak kendi ayakları üzerinde durabilmeleridir. Böylece erkeğe olan bağımlılıkları yok olacak ve kendi yaşamlarını düzenleme şansı elde edeceklerdir. Postfeminizm ise belki de inceleme fırsatı bulduğumuz teoriler içerisinde en farklı olanıdır, çünkü post feminizm bilhassa kadınlar açısından ataerkil yapılanmaya sahip toplumlarda var olan yanlışların düzeltilmesi için oluşmuştur. Kadınlar, bir yandan hakları için mücadele ederken bir yandan da toplum tarafından kendilerine yüklenen imaj ve kadınsallık rolleriyle de ilgilenmek ve 67 mücadele etmek durumunda bırakılmışlardır. Çünkü pek çok toplumda kadın, zaten cinsiyeti gereği olumsuz ve kötü imajla değerlendirilmiştir. Kadının en temel rolü olarak ev kadınlığı görülmüş daha ilk ve ortaokullarda kadın olmanın evde oturup çocuk bakmak olduğu öğretilmiştir. Bu tarzdaki temel okullarda okutulan dersler için yazılmış kitaplarda baba işe giden para kazanan kişiyken anne evinde oturan çilekeş kadın rolündedir. Popüler kültürde kadının imajının aslında bu olmadığı ve olmaması gerektiği ile ilgili çalışmalar ve incelemeler yapıldığı gibi kadının mevcuttaki olumsuz imajın da yok edilmesi için daha çok feministlerin öncülük edip kadın mücadelesini desteklemesi gerekmektedir. Feminizm sırf kadın meselesi olarak görmemek gerekir. Eşit hak ve olanaklara sahip bireyler yaratmak için kadın olmaya gerek yoktur. Unutulmamalıdır ki özgür birey özgür toplumu oluşturur. Bu da ancak kadın erkek eşitliğinin tüm alanlarda sağlanmasıyla gerçekleşebilecek bir durumdur. 68 İKİNCİ BÖLÜM KADIN KÜTÜPHANECİLER VE SORUNLARI Kadın kütüphanecilerin mesleki sorunlarına değinmeden önce bu bölüm için bazı kavramları açıklamak gerekmektedir. Kadın kavramı ilk bölümde bilimsel veriler ışığında detaylıca açıklanmıştı. Yanı sıra "mesleğin" tanımı, kökeni ve tarihine kısaca değindikten sonra profesyonel bir meslek olarak "kütüphanecilik ve kütüphaneciliğin nitelikleri" açıklanacaktır. Emek piyasasında yer edinmeye çalışan kadınlar; erkeklere kıyasla çok daha fazla sorunla karşı karşıya kalmış ve kalmaktadırlar. Sorunlar daha ilk hamlede kendini göstermektedir, çünkü kadının emek piyasasında ayakta durması erkeğe göre çok daha zordur. Kadının görünmeyen emeği ve elde ettiği gelirin yan gelir olarak değerlendirilmesi gibi kadının, sırf cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa uğraması, cinsel tacize maruz kalması, keyfi olarak işine son verilmesi, ücret konusunda ayrımcılığa uğraması gibi nedenlerle zor durumda bırakılmakta ve bu zorluklarla mücadele etmek durumunda kalmaktadır. İş olanaklarının yetersiz ya da kısıtlı olduğu ülkelerde işe alımlarda en son kadın düşünülmekte ancak işten çıkarımlarda ise ilk akla gelenin kadın olması gerçekten tezat bir durumu gözler önüne sermektedir. İş yaşamının zorlu ve stresli olması bir de ev işleriyle birleşince kadının nasıl bir mücadele göstermesi gerektiğini bir düşünelim; üstelik onca emeğinin karşılık bulamaması, "kadının yeri evidir" tarzındaki mantalitelerle kadınların hayatları gerçekten daha da zorlaşmaktadır. Oysa kadın özgürleştiği kadar güçlü ve güzeldir. Onu tıpkı çaresiz bir kuş gibi kafese mahkum etmek, onun kendi ayakları üstünde durmasını engellemek kadını körelttiği gibi, değersizleştirmektedir de. Kadınların mesleklerini icra etmelerine her zaman destek verilmelidir, bu destek hem devlet eliyle hem de özel sektörce desteklenmelidir. Destek bulamayan kadın zamanla eve mahkum hale gelir ve bir zaman sonra da körelir. 69 Hangi meslek grubunda olursa olsun kadının cinsiyetinden dolayı maruz kaldığı sıkıntılar aslında tüm kadınları ilgilendirdiği için tezin bu kısmında kadın kütüphanecilerin yanı sıra genel anlamda kadınların sıkıntılarına değinilecektir. Emek piyasasının kadınlara sunduğu ya da sunamadıkları da gene bu kısım için irdelenecektir. 2.1. Meslek Olarak Kütüphanecilik Kütüphanecilik mesleğini ve bu mesleğin tarihsel evrelerini açıklamadan evvel meslek kavramına genel bir çerçeveden bakmak yerinde olacaktır. Tüm toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de çeşitli meslek grupları vardır ve insanlar mesleklerini yerine getirebilmek adına toplumun verdiği çeşitli sorumluluklar ve haklar doğrultusunda mesleklerini icra ederler. İnsanlar, doğar, yaşar ve ölürler ve bu üçlü döngü içerisinde belki bilerek, belki farkında olmadan ya da istemeyerek bir meslek seçerler. En üst katmandan tutunda en alt katmana kadar her meslek grubu kendi içerisinde değerli bir yere sahiptir. İnsanlarda bu bağlamda mesleklerini icra ederken aslında çalışma işlevini de yerine getirmiş olurlar. Meslek (profession), köken itibariyle aslında manastır hayatı yaşamak için yemin eden rahiplerin, mesleklerini icra ettikleri süre boyunca, uygun şekillerde hizmet yapmaya söz vermeleri temellidir. Meslek fikri yeni bir kavram değildir ancak mesleklerin türlerinin insanlık tarihiyle birlikte değişimler yaşadığı bilinmektedir.Batı'da meslekler, orta çağlarda sanatkarlar locası ile hanlarda başlamıştır. Buradaki localar, çıraklık standartları, mesleki yeterlilik ve üyelerin performansları gibi konulardan sorumlu olmuşlardır. Batı'daki lonca teşkilat yapısının eski çağlara kadar uzanan bir geçmişi olduğu ve bu teşkilatın şehirlerin kurulmasıyla birlikte doğduğu düşünülmektedir. Lonca teşkilatı Roma İmparatorluğu'na kadar tarihte benzeri görülmemiş bir gelişme yaşamıştır ancak imparatorluğun ortadan kaldırılmasıyla hem sanayi hem de ticarete zarar verilmesiyle locaların kendileri için yeterli kazanç sağlayamamaları sebebiyle yaşadıkları şehirleri (Galya, Roma vs.) terk etmek zorunda kalmışlardır. Fakat 11. 70 ve 12. yüzyıllarda yeniden türemeyi başarmışlar ve Avrupa'da ticari hayatı yeniden canlandırmışlardır. 13. yüzyıldan itibaren ise lonca teşkilatı gelişmeye başlamıştır. Bu durum 18. yüzyıla gelindiğinde bilhassa teşkilatın, mesleklerin itibarını ve teşkilat mensuplarının haysiyetini korumak yerine işverenin imtiyazını korumaya çalışması loncaları ani bir çöküşle karşı karşıya gelmiştir (Yılmaz, 2007: 43-44). Daha çok Batı'daki lonca teşkilatına benzeyen bir yapı da Anadolu'da "Ahilik teşkilat" adıyla oluşturulmuştur. Ahilik teşkilatının Azerbaycanlı iktisatçı Ahi Evran tarafından oluşturulduğu bilinmektedir. Kısaca Ahi teşkilatının amaçlarını sıralayacak olursak: Türkler, Rum ve Ermeni tüccar ve sanatkar karşısında rekabet edebilmek için ahilik teşkilatını kurmuşlardır. Bu şekilde Türk halkının ekonomik yönden bağımsızlığı için önemli bir adım atılmıştır. Çeşitli bölgelerden Anadolu'ya gelen çok sayıdaki işsiz esnaf ve sanatkarlar iş bulma olanağı elde etmiştir. Esnaf ve sanatkarların ürettiklerin malların kalitesini korumak ve standartlara uygun biçimde mal üretip satmak için böyle bir teşkilatın olması gerekmiştir. Bu teşkilatla, sanatkarlara mesleki ahlak yapısı edindirilmiştir (Yılmaz, 2007: 45). Kütüphaneciliği profesyonel bir meslek olarak ele aldığımızda ise özellikle bu mesleğin "Kütüphane ve Enformasyon Bilimi"ne dayalı olduğu görülür. Bu bağlamda kütüphaneciliği Yılmaz (2007: 46-47) şöyle nitelendirmiştir: kütüphanecilik; "geniş kültürel bilgi; (örneğin hukuk gibi) geniş alanlarla desteklenen bilgi; felsefe ve bilim sosyolojisine dair bilgi; ekonomi ve yönetim bilgisi; veritabanları, internet kaynakları gibi belli enformasyon kaynaklarına dair bilgi; 71 bilgi teknolojilerine dair bilgi; dil ve iletişim becerileri;" gibi bilgi hizmetleri ve bilgiyi içinde barındıran profesyonel bir alandır. Kütüphaneciliğin profesyonel bir meslek olarak görülüp mesleki eğitimin üniversite düzeyinde verilmesi fikri ise ilk kez 1829 yılında Martin Schrettinger tarafından düşünülmüştür. Ancak bu fikrin fiiliyata geçmesi 1887' de olmuştur. Melvin Dewey tarafından ABD'deki Columbia Üniversitesi bünyesinde bir tür Kütüphanecilik Bölümü'nde (School of Library Economy) kurulabilmiştir. Kütüphanecilik mesleği için üniversitelerde verilecek eğitimin 19.yüzyılın sonlarını bulmasını Yılmaz (2007: 47) şu gerekçelerle açıklamıştır: 19. yüzyıldan önceki dönemlerde mevcut kütüphanelerin sayı ve koleksiyonlarının az olması, 19. yüzyıldan önceki dönemlerde kütüphaneciliği meslek olarak icra edecek araştırmacı ve rahiplerin bu konuda zorlanmaması, 19. yüzyılın sonlarıyla birlikte artık üniversite kütüphanelerinde bilhassa resmi yani teknik anlamda konu uzmanlığı gerektiren koleksiyonların oluşmaya başlaması, 19. yüzyılın sonlarında devasa koleksiyonlara sahip kütüphaneleri yönetebilecek kütüphane yöneticilerine ihtiyaç duyulması. 1889 yılında ise profesyonellik açısından kütüphanecilik mesleğinde olumsuz bir gelişme yaşanmıştır. Kütüphanecilik Dewey Bölümü, tarafından Albany'deki kurulan New York Columbia Eyalet Üniversitesi Kütüphanesi'ne taşınmıştır. 1893 yılında ise New York ve Illinois'deki kütüphanecilik eğitim programlarının üniversitelerden ayrılması gündeme gelmiştir. Ancak tüm bu olumsuz gelişmeler karşısında Lalewood-on-Chautauqua'daki Kütüphaneciler Konferansı'nda Kütüphanecilik Bölümleri'nin (Schools) üniversitelere bağlanması gerektiğini vurgulamıştır ancak bunun gerçekleşmesi 1921 ve 1923 yılarındaki Charles Williamson'ın raporlarıyla olmuştur. Ayrıca Williamson'ın raporlarının 72 sağladığı bir diğer önemli gelişme ise, 1925 yılında ALA'nın Kütüphanecilik Eğitimi Kurulu tarafından asgari akreditasyon yani kütüphanecilik mesleğine ilişkin eğitime yönelik kalite standartlarının oluşması olmuştur. Yanı sıra Chicaco Üniversitesi'nde doktora düzeyinde lisansüstü kütüphanecilik eğitimi verilmeye başlanmıştır (Yılmaz, 2007: 47-48). "Türkiye'de üniversite düzeyinde eğitim görmüş kütüphanecilerin yetişmesi için bir kütüphanecilik dalının kurulmasında ülkemize gelen yabancı uzmanlar önemli bir rol oynamışlardır. Bunlardan Emily Dean Amerika çizgisinde oluşturulacak bir eğitim kurumunun Türkler tarafından en iyi şekilde geliştirileceğine olan inançla Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde Kütüphanecilikle ilgili derslerin başlamasında büyük çaba göstermiştir."(Karakaş, 1999: 376) Elbette kütüphaneciliğin bir meslek olarak ülkemizde modern bir kimlik kazanması hemen olmamıştır. Mesleğe ilişkin yaşanan ilk gelişme daha çok durum tespitine yönelik hazırlanmış raporlardan ibarettir. Bu raporlardan ilki 1924 yılında ülkemize gelen ünlü eğitimci John Dewey tarafından sunulandır. Dewey'e ait bu ilk raporun içeriğinde gençlerin kütüphaneci olarak yurt dışına gönderilmesi ve bununla birlikte öğretmen okullarının ders programına "kütüphanecilik tatbikatını gösterecek" derslerin de eklenmesini şeklinde hazırlanmıştır. 1925 yılında Hamit Zübeyr Koşay tarafından hazırlanan ikinci raporda ise kütüphane ve kütüphanecilik konularında yapılması gereken işlere değinilmiştir. Ayrıca Koşay, kütüphanecilik tekniklerini bilen elemanların yetiştirilmesi için Darülfünun'da (bu günkü İstanbul Üniversitesi'nde) bir kütüphanecilik bölümünün açılması gerektiğini önermiştir. Daha sonra ise Dewey'in raporundaki öneri dikkate alınarak kütüphanecilik alanında yetiştirilmek üzere yurt dışına öğrenciler gönderilmiştir. Bu öğrencilerden ilki, Fehmi Ethem Karatay'dır. Adnan Ötüken ise 1930'lu yılların sonunda üç kişilik bir grupla yurt dışında eğitimler almıştır. Yurt dışında kütüphanecilik eğitimi alan Fethi Ethem Karatay ve Adnan Ötüken yurda döndükten kısa bir süre sonra edindikleri mesleki bilgi ve birikimlerini aktarmak amacıyla bilhassa kütüphane çalışanları ya da ileride bu mesleği icra etmek isteyenler için kısa süreli meslek kursları düzenlemişlerdir. Karatay, Eylül 1925Mayıs 1926 yılları arasında; Ötüken ise Mart 1942- Mayıs 1952 yılları arasında 73 kütüphanecilik kurslarını vermişlerdir. Ayrıca Ankara Ziraat Enstitüsü'nün kütüphanesini kurması için görevlendirilen Dr. Josef Stummvoll'ün 1936 yılında açtığı kursu da ekleyebiliriz (Çakır, 2005: 9). Burada dikkat çeken şey ise yurt dışına gönderilen kişilerin erkek olmasıdır. Ülkemizdeki kütüphanecilik faaliyetlerinin ilk evrelerinde kadınlar dikkat çekmemektedir. Ancak sonraki süreçlerde etkin bir biçimde kütüphanecilik faaliyetlerini gerek akademisyen kimlikleriyle gerekse de üst düzey yönetim kademelerinde olmalarıyla göstermişlerdir. "19 Eylül 1951 tarihli New York Times gazetesinde "Turkish Library School" başlıklı bir haber bulunmaktadır. Haberde şöyle denilmektedir: Orta Doğu'da ilk kütüphanecilik okulu Ford Vakfı'nın yardımı ile Ankara Üniversitesi'nde kurulmaktadır. Kütüphanecilik Bölümü Türklere her türdeki kütüphanelerin düzenlenmesi, İstanbul'da ve Türkiye'nin her yerinde bulunan el yazmalarının hizmete sunulması konularında eğitim verecektir. Bu eğitimin Türkiye'deki mevcut kütüphane sayısının artmasını ve ülkenin en uzak köşelerinde bile halk ve okul kütüphanelerinin açılmasını sağlayacağı düşünülmektedir. A.L.A.'in Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Douglas W. Bryant'ın verdiği bilgiye göre Ford Vakfı yaklaşık 115.000 dolarlık bir fonla projeye ilk harcı koymuştur." (Karakaş, 1999: 382) Emily Dean 27 Eylül 1954'te gazeteci Mr. Brown'a bir yazı göndermiştir. Şu alıntı Dean'ın Türkiye'deki kütüphanecilikten beklediklerini ve kütüphaneciliğin çok cazip bir meslek olduğunu kendi ağzından en güzel şekilde göstermektedir: "Kütüphanecilik kadın ya da erkek araştırmacı niteliğindeki kişiler için çok cazip bir meslektir. Ankara Üniversitesi'nde kütüphanecilik okulunun açılışı Türk Kütüphanelerinde bir kilometre taşı olacaktır. Bu okul Türkiye'de kurulan ilk kütüphanecilik okulu olmasının yanında bütün Doğu Akdeniz bölgesindeki ilk eğitim kurumudur. Roma ve Yeni Delhi arasında bu tür başka okul olmadığından komşu ülkelerden de öğrencilerin geleceği düşünülmektedir. Ford Vakfı'nın desteği ile okulda Amerikan yöntemleri izlenecek ve kütüphaneciliğin bütün dallarında tam bir eğitim verilecektir. 35.000'in üzerinde üyesi bulunan A.L.A. dersleri, hocayı ve araç gereci seçecek ve ayrıca Amerika'ya gidecek Türk öğrencileri saptayacaktır." (Karakaş, 1999: 393) 74 "Türkiye'de kütüphanelerin ve kütüphaneciliğin gelişmesinde önemli bir rol oynayan yabancıların sayısı göreceli olarak pek fazla olmamakla birlikte, bir bölümü bu alanda bu gün gelinen çizgiyi belirleyecek ölçüde katkıda bulunmuştur." Kütüphanecilik; (Karakaş, 1954-1955 1999: 377). Ankara 1941'de Üniversitesi kurs Dil şeklinde ve verilen Tarih-Coğrafya Fakültesinde Ford Vakfı yardımlarıyla Kütüphanecilik Kürsüsünün resmen kurulmasıyla üniversite düzeyinde eğitime başlamıştır (Karakaş, 1999: 377). Bu aşamalı süreci 1964 yılında İstanbul Üniversitesi; 1972 yılında Hacettepe Üniversitesi; 1988 yılında Marmara Üniversitesi; aynı yıl gene arşivcilik adıyla İstanbul Üniversitesi; 1995 yılında Atatürk Üniversitesi; 2002 yılında Başkent Üniversitesi izlemiştir. 29 Ocak 2002 tarihli YÖK kararı ile kütüphanecilik ve arşivcilik eğitimi, "Bilgi ve Belge Yönetimi" adıyla aynı çatı altında birleştirilmiştir (Yılmaz, 2007: 49). Günümüzde ise Kastamonu Üniversitesi, Çankırı Karatekin Üniversitesi ve Yakın Doğu Üniversitesi de Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü'ne öğrenci alımına başlamıştır. Bunun yanında pek çok üniversitede de bölümler kurulmuş ancak öğrenci alımlarının gelecek yıllarda yapılacağı düşünülmektedir. Türkiye'de daha önce Kütüphanecilik Kürsüsünün Ankara Üniversitesi'nde kurulduğuna değinmiştik. Ancak şu soruların da sorulması yerinde olacaktır: Neden Ankara Üniversitesi? Ankara Üniversitesi'nin İstanbul Üniversitesi'ne tercih edilmesinin nedenleri neydi? Karakaş, (1999, 383) bu nedenleri şöyle sıralamıştır: Ankara'nın başkent olması ve Türklerin Ankara'yı kültürel açıdan İstanbul'a eşdeğer hale getirmeye çalışmaları, Ankara'da yeni sayılabilecek çok sayıda kütüphanenin olması ve bu kütüphanelerin çoğunun küçük olması ve hızla büyümesi. Eski İstanbul kütüphanelerine göre bunların tekrar düzenlenmesi daha kolaydır. Yeni kurulacak kütüphanelerde doğru bir başlangıç yapabilmek için Ankara'nın iyi bir fırsat olması. Milli Kütüphane'nin olanakları Adnan Ötüken'in desteği ile böyle bir okul daha kolay açılabilir. 75 Hükümet yetkilileri bütün kütüphanelerin iyi düzenlenmesini istedikleri için okulun Ankara'da kurulma fikrinden hoşlanacaklardır. Ankara Üniversitesi yeni bir üniversitedir ve burada yeni bir bölüm açmak daha kolay olacaktır. Kütüphaneciliğin nitelik ve Türkiye'deki kimlik kazanışına değindikten sonra Cumhuriyet öncesi dönemlere bakmakta yarar vardır. Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde çeşitli kütüphanelerin kurulduğu ve dolayısıyla bu kütüphanelerde çeşitli hizmetlerin verildiği söylenebileceği gibi Anadolu Selçukluları döneminden önce Uygur Türklerinden kalan değerli yazma eserlerin olduğu da bilinmektedir. Ancak buradaki kütüphane ve kütüphanecilik hizmetleri konusunda henüz yeterli düzeyde somut bilgiye ulaşılmamıştır (Yılmaz, 2007: 49). Kütüphaneciliğin Osmanlı İmparatorluğu'nda nasıl bir konuma sahip olduğu; yapılan araştırmalar göstermiştir ki burada kütüphanelerin devlet bütçesiyle değil, özel vakıflar aracılığıyla hizmet vermiş olmalarıdır. Bu hizmetlere ilişkin bilgiler de vakfiyelerde yer almıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda kütüphane yönetiminin devlete geçmesi 1826 yılında "Evkaf Nezareti"nin kurulmasıyla gerçekleşmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki vakıf kütüphanelerinde kütüphanecilik mesleğini icra edenlere; hâfız-ı kütüp (kütüphaneci), kataloglama ve(ya) ödünç verme hizmetini sunanlara; kâtib-i kütüp, kütüphaneci yardımcılarına ise hâfız-ı kütüp yamağı denmiştir (Yılmaz, 2007: 49-50). Türkiye'de kütüphaneciliğin en önemli tarihi olarak ise 1 Eylül 1869 tarihi verebilir, çünkü söz konusu tarihte, "Maarifi Umumiye Nizamnamesi" çıkarılmış ve buna göre kütüphane hizmeti devlet görevi sayılmıştır. Bu vesileyle kütüphaneler de tıpkı okullar gibi devletin eğitim politikası içindeki yerini almıştır. Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte ise Türkiye'de kütüphanecilik bir meslek olarak üniversite düzeyinde eğitim vererek olması gerektiği gibi popüler bir konuma kavuşmuştur (Yılmaz, 2007:49-50). Öyle görünüyor ki popülerliği daha da artacak ve bilgi toplumlarındaki saygınlığı hak ettiği yere gelecektir. Türkiye'de üniversite düzeyinde ilk başlarda bir elin parmaklarını geçmeyen bir bölümken şimdilerde sadece devlet üniversitelerinde 76 değil aynı zamanda vakıf üniversitelerinde de derslerin verildiği, her yıl üniversite sınav sonuçlarına göre binlerce öğrenci tarafından tercih edilen popüler bir meslek konuma kavuşmuş ve kavuşmaya devam edecektir. Bu başlık altında yazdıklarımızı toparlamak adına Adnan Ötüken'in 1946 yılında "Kütüphaneciliğimiz İçin" adlı kitabında ülkemizde kütüphaneciliği tanımlayan şu sözleri Karakaş (1999: 394) şöyle yansıtmıştır: "Türkiye'de mevcut kütüphaneleri idare edenler umumiyetle şuradan buradan yetişmiş, tesadüfen kütüphanelerde vazife almış, çoğu yaşlı, eski medreselerde şöyle böyle okumuş, modern kütüphanecilik hakkında hiçbir fikri olmayan insanlardır. Hatta bir kısım kütüphane memurları, başka hiçbir meslekte ve işte muvaffak olamadıkları için kütüphanelere verilmişlerdir. Gençlerin ve bahusus üniversite ve yüksek okullar mezunlarının bu kütüphanelerde vazife almaları mümkün değildir. Çünkü böyle bir meslek tanınmamakta, kütüphaneci: silik, şahsiyetsiz, basit bir memur telakki edilmektedir." "Ancak bu günün bilgi profesyoneli, bilgi ve belge yöneticisi, bilgi uzmanı olarak da bilinen kütüphanecileri, bilhassa zengin geçmişin mirası olan kaynakları en iyi şekilde değerlendirdikleri gibi gelişen teknolojiyle de hem mevcut kaynakların sayısallaştırılmasını hem de bu sayısal kaynaklara dayalı bilgiyi organize edebilmek" (Karakaş, 1999: 394) gibi zengin misyon ve vizyonları vardır. Kütüphane biliminde ve bilgi teknolojisindeki tüm gelişmeleri izleyerek kullanıcıya istediğinden fazlasını vermeye çalışan kütüphanecilerin topumuzca hak ettiği/edeceği saygınlığı ve değeri bulmaları gerektiğini düşünmekteyim. Bu gün gelişmiş ülkelere baktığımızda onların gelişmişliklerini yalnızca kütüphane,kitap ve okuyucu sayılarına bakarak anlamak hiçte zor değildir. Dünyanın en güçlü ülkelerinin hangileri olduğunu da onların ekonomik güçleriyle anlamak belki ekonomiden anlamayan biri için zor olabilir ancak bir ülkenin zenginliği onun kültüre ve kültürel zenginliklere verdiği değer ve önemle de anlaşılabilir. 2.2. İş Hayatında Kadın ve Kadın Kütüphaneciler 77 Kadın kütüphanecilerin geçirdiği tarihsel evrelere değinmek bir yerde de "kadının çalışma yaşamına" girişini iyi anlamak ve anlatmaktan geçmektedir. Çünkü çalışma dediğimiz şey aslında toplumu oluşturan her bir bireyin hak ve sorumluluğunun diğer bir ifade biçimidir. Türkiye Cumhuriyeti anayasal süreçlere baktığımızda da 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları hiç bir ayrım yapmaksızın bu hak ve sorumluluğu herkese vermiştir (Yörü, 2009: 351). Bu sebeple bu kısımda Dünya'da ve Türkiye'de kadının çalışma yaşamına giriş süreçleri ve kadın kütüphaneciler detaylıca anlatılacaktır. Kadınlar, toplumsal ve siyasal yaşamda sahip oldukları hakları en iyi biçimde kullanarak aslında ülkelerinin kalkınmasına, gelişmesine ve çağdaşlaşmasına büyük katkılar sağlayabilecek potansiyele fazlasıyla sahiptirler. Kadınların sorunlarının ülke genel ekonomisi ve sosyal sorunlardan bağımsız olmaması gerekir, aksine kadınların yaşadıkları sorunların giderilmesinde kaydedilecek ilerlemeler ülkelerin gelişiminde önemli bir yere ve role sahiptir. Kadınların sorunlarının ihmal edildiği, görülmediği hatta kadınların yok sayıldığı bir toplumun varlığını sağlıklı bir biçimde sürdürmesi mümkün değildir. Bu bağlamada kadınların mesleki bilgi ve becerilerinin geliştirilmesine her zaman imkan tanınmalı ve kadına fırsat verilmelidir. Zaten iş olanaklarının kısıtlı olduğu toplumlarda işe alımlarda genellikle tercih edilen erkektir. Bu durum da kadının çalışma yaşamından soyutlanmasına ve kadının eve mahkum edilmesine sebep olmaktadır. Oysa kadınlara yeteri kadar imkan verilirse kadınların üstesinden gelemeyeceği iş yoktur ve bunun için kadın istihdamının ilk etapta desteklenmesi sonrasında ise arttırılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde kadınlar, Anayasanın kendilerine verdiği bu sosyal ve ekonomik haklarını tam anlamıyla yerine getirebilirler. Kadınlar, tarihin hemen her döneminde, dönemin koşullarına göre değişen biçim ve farklı statülerdeki çeşitli ekonomik faaliyetlere katılmış olmalarına karşın, bu sürece dahil olmaları ilk kez sanayi devrimi ile birlikte başlamıştır. Bu süreç "ücretli" olarak ve "işçi" statüsü altındaki niteliklerle çalışma yaşamı içinde şekillenmiştir. 78 Günümüzde ise kadının insan hakları gereğince çalışma işlevini tam olarak gerçekleştirmesini sağlayacak uygun ortamın yaratılması amacıyla hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yeni politikalar üretilmektedir. Bu uygulama ve izleme mekanizmalarının kurulması ve güçlendirilmesi yönündeki çabaların ve çalışmaların tam olarak yeterli olmaması nedeniyle bilhassa eksik kalınan noktaların iyi tespit edilmesi gerekmektedir. Yani kadınların çalışma yaşamında en çok boğuşmak zorunda kaldıkları noktaların iyi gözlemlenmesi gerekmektedir. Kadınların çalışması için uygun zeminin kurulması ve bu aşamada da uygun şartların oluşturulması için bir takım politikalara da ihtiyaç vardır. Çünkü kadın için oluşturulan ulusal ve uluslararası düzenlemelere uymayan kurumlar ne yazık ki fazlalıkta. Ancak kurumsal kimliğini kazanmış firmalar ve kamuda durum biraz daha iyi ve düzenli olduğu için bu kuralları (daha çok) kendi kadın çalışanlarına uygulamayan firmalara da aşılanması gerekir. Böylece kadınların aktif bir biçimde bu çalışma döngüsüne tutunmaları ve başarıları olmaları sağlanacaktır. Kadınlar, tarihsel süreç içerisinde çeşitli ekonomik faaliyetlere işgücü olarak katılmışlar ve üretimin önemli bir parçası olmuşlardır. Üretim biçiminin esnekliği, geleneksel işgücü piyasasının bu esneklikle etkileşimde bulunan, genel anlamda emeği aile bütçesine katkı anlayışıyla marjinalleştirilen kadın işgücünü ön plana çıkarmıştır. Kadınlar, erkeğe kıyasla daha ucuz olan, daha kolay kontrol edilebilen, ucuz çalışma saatlerine, sıkıcı ve monoton işlere, daha çok güvencesiz olabilen kötü iş koşullarına daha kolay rıza göstermiş, yarı zamanlı ve esnek saatleri olan işleri ise daha kolay kabul etmeleriyle bir bakıma işgücü istihdamını da arttırmışlardır. Ne var ki kadına atfedilen bu özellikler aslında kadınların işgücü piyasasında yedek işgücü olarak görülüp algılanmasının da temel nedenidir. Bu nedenlerden dolayı esnek çalışma biçimleri denilen şeyin "kadına uygun iş" olarak tanımlanmasına ve bu tanımlamanın/durumun yaygınlaştırılmak istenmesinden ibarettir (Belet, 2013: 205). Kadın işgücüne olan ihtiyaç, tarihin hemen her dönemimde önemini korumuştur ve bu günümüzün zorlu iş yaşamında bu ihtiyaç her geçen gün biraz daha artmaktadır. Tarım toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinde hem tarlalarda hem de fabrikalarda kadın işgücüne her zaman gereksinim duyulmuştur. Günümüzde ise 79 kadınlar daha çok ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre bazen bilgi toplumlarının ihtiyaç duydukları nitelikli işlerde faaliyet gösterirken bazen de tıpkı geçmişte olduğu gibi halen daha tarım ve sanayi toplumlarının özelliklerini taşıyan az gelişmiş ya da hiç gelişmemiş ülkelerde tarımsal üretimde ve fabrikalarda niteliksiz işlerde faaliyet göstermektedirler (Yılmaz v.d., 2008: 91). Bir yandan toplumsal hayatta bir yandan da aile içinde var olma ve ayakta kalabilme mücadelesi veren kadınlar, iş hayatına girerek aslında bağımsızlık ve kabul edilme isteklerini de bir anlamda elde etmektedirler. Kadınlar yeteneklerini kullanabilecekleri daha çok ilgi ve becerileri doğrultusundaki işlere odaklanarak ilk önce gelir elde etme sonra da yükselme, saygınlık kazanma ve özgürleşmeyi amaçlamaktadırlar. Bir şekilde işe başlayan kadınlar iş ortamında geliştirecekleri arkadaşlık ve sosyal ilişkilerle kendilerini daha mutlu hissedeceklerdir. Bu mutluluk kadınların, iş ortamında elde edecekleri başarıları tetikleyecek ve bu başarılarla kazanacakları öz güvense onların hayatlarının diğer alanlarına da yansıyacaktır. Kadın en başta kendisi, iş arkadaşları ve yöneticileriyle birlikte çalışma, üretme, başkalarına yardım etme, en önemlisi de faydalı olma gibi duygular edinerek, bu edinme ışığında kendilerine öz güven ve yaşam tatmini kazandırmaktadır. Elde ettiği gelir ile başkalarına bağımlı olmadan, özgürce kendi kararlarını verebilmesi kadınların saygınlığını arttıracak, kısaca toplumda "ben de varım" demelerine büyük katkı sağlayacaktır (Çakınberk, 2011: 1). Bu düşüncelerle çalışmak isteyen kadının önüne ilk aşamada bazı engeller çıkabilmektedir. Bu engeller bazen aileleri bazen de toplum tarafından konulmaktadır. Toplumda baskın olan ataerkil kültürel değerler ve onların biçimlendirdiği toplumsal cinsiyet rolleri ve cinsiyet kalıp yargıları kadınların iş gücü piyasasına katılma biçimlerini etkilediği gibi hangi işleri yapabilecekleri yani basit bir ifadeyle; hangi meslekleri seçebilecekleri konularında belirleyici olabilmektedir. Ancak mevcut baskılar ve zorlamalar karşısında yılmayan, çalışma arzusunu iş için gerekli olan eğitim ve bilgi ile birleştiren kadın çalışma hayatına atılabilecektir. Kadının emek piyasasında yer alması özelde aile, genel de ise ülke refahı için kıymetli bir öğedir. Ne var ki hayatın her alanında var olan iki cinsin eşitsizliği iş hayatında da ne yazık ki mevcuttur. Kadın ve erkek için eşit muamele 80 etme noktasında tıpkı gelişmiş pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de yasal düzenlemeler yapılmıştır ancak bu düzenlemelere rağmen hala daha eşitsizlikler sürmektedir, bu durumda beraberinde pek çok sorunu getirmektedir. Bu olumsuzluklara rağmen artan oranda kadın işgücü çalışma hayatına katılmaktadır. Fakat toplum meslekleri erkek işi ve kadın işi olarak sınıflandırdığından bu durum kadının istediği her iş alanında çalışmasını da zorlaştırmaktadır. Toplumun kadınsal normlar olarak nitelendirdiği ve kadına yüklediği rol olan anneliğin bir devamı olarak gördüğü öğretmenlik, hemşirelik, sosyal hizmet uzmanı, sekreterlik, terzi, aşçı vs. gibi kadın işi meslekleri tercih etmelerini isteyebilmektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse; kadın, meslek ayrımcılığına maruz kalabilmektedir (Çakınberk, 2011: 1-2). İnsanlığın başlangıcından günümüzü var olan çalışma olgusu kapsamında kadınlar köle, çırak, yamak gibi roller üstlenirken; günümüzdekine yakın anlamda kadınların çalışma hayatına girmeleri 18. yüzyılın sonlarına tekabül etmektedir. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan üretimin örgütlenmesine duyulan ihtiyaç ve daha çok düşük ücretle çalıştırılabilecek işgücü gereksiniminin oluşmasıyla kadınların çalışma hayatına girmesinde en önemli etken olmuştur. Değişen tarımsal üretim koşullarında kadınların, ekme-biçme dışındaki işlerde de istihdam edilmesiyle birlikte bilhassa üretilen ürünlerin satılması gibi işlerin de yürütülmesi için hizmet sektöründe de bulunmuşlardır. Bu dönemlerde özellikle büyük ölçekli tekstil fabrikalarında nitelikli işgücünü gerektirmeyen ve üretimin hızla yaygınlaşmasına paralel olarak kadının evden, ücretsiz aile işçiliğinden ve tarımsal alanların dışına çıkmasında payı olmuştur. Ne yazık ki bu dönemdeki niteliksiz kadın işgücü, uzun çalışma saatleri ve düşük ücretlerle erkek işgücünün yerini doldurmak olarak görülmekle yetinmiştir (Yılmaz v.d., 2008: 91). Dünya tarihi açısından kadının çalışma yaşamına girmesi ise sanayi devrimi ile olmuş ve bu dönemden önce kadınlar toplumda geleneksel roller olarak adlandırabileceğimiz; annelik, ev kadını, eş rolleri ile yer almışlardır. Ancak sanayi devrimiyle birlikte bu rollerine ücret karşılığı çalışmayla iş rollerini de eklemişlerdir. Sanayi devriminden İkinci Dünya Savaşı sonuna kadarki dönemde kadının çalışmasına ilişkin gözlemlenen eğilimler daha çok kadın emeğinin 81 "yedek" olarak nitelendirilmiş olmasıdır. Hatta bu dönemlerde erkek işgücünün yetersiz kaldığı durumlarda kadınlar işgücüne katılmaya çağrılmışlar ancak bu gereksinme ortadan kalktığında ise kadınlar evlerine gönderilmişlerdir (Yörü, 2009: 352). 1940'lı yıllarda birçok OECD ülkesinde kadının işgücüne katılımında büyük bir artışın yaşanması işgücü pazarında büyük bir gelişme olarak kabul edilmektedir. Toplum bilimciler,bu gelişmenin nedeni olarak toplumdaki iş normlarında yaşanan değişimin bir etken olduğu düşüncesindedirler (Yılmaz v.d., 2008: 92). 1950'li yıllarından günümüze değin çalışma hayatında aktif yer alan kadın işgücü sayısal olarak artmıştır. Bilhassa 1950'de gelişmekte olan ülkelerde yaş aralığı 1564 olan kadın nüfusun %50'si, endüstrileşmiş ülkeler de ise %47'si ekonomik açıdan aktif durumda olmuşlardır. Gelişmekte olan ülkelerde aktif olarak görünen kadınların %87'si tarım sektöründe istihdam ederken, endüstrileşmiş ülkeler de bu oran %47 olmuştur (Yörü, 2009: 352). 1980'li yıllarda ise ülkelerin büyük bir çoğunluğunda toplam istihdam içinde kadınların payında artış yaşanmıştır. Ancak bu artışın her alanda kadın işgücünün genişlemesi anlamına gelmemiş tam tersine geleneksel anlamda erkeklerin hâkim olduğu bazı işlerin ortadan kalktığı ya da geleneksel açıdan kadınların istihdam edildiği işlerde artışın olduğu görüşü hakim olmuştur. Bu bağlamda dünya genelinde kadın işgücünde artışların olmasına karşın gelişmiş ülkelerde dahi bu artış cinsiyete dayalı işbölümünü ortadan kaldırmaya yetmemiştir (Yılmaz v.d., 2008: 92). 1980'den günümüze çeyrek asırdan fazla bir zaman geçmiş olsa da ne yazık ki cinsiyete dayalı ayrımcılık hala kadınlar için temel problemlerin başında gelmektedir. Yani geçmişin sorunu günümüzün de sorunları içerisindedir. 1985 yılında ise çalışma yaşamındaki aktif kadın nüfus oranı %49'a çıkmıştır ve bu oran endüstrileşmiş ülkeler de %58 olmuştur. Aktif çalışma yaşamında yer alan kadınların %87'si ise tarım dışı sektörlerde yer almışlardır. Avrupa Birliği'ne üye ülkelerde kadınların %73 gibi büyük bir çoğunluğu hizmet sektöründe istihdam etmiş ve bu oran aynı kesimde çalışan erkek oranına da yakın olmuştur. Hizmet sektöründe çalışmakta olan kadınların daha çok "kadınlara uygun" olduğu 82 düşünülen bazı sektör ve işte yoğunlaşması da dikkat çekicidir. Kadına uygun olarak görülen bu meslekler; sekreterlik, öğretmenlik, hemşirelik, ebelik ve güzellik uzmanlığı gibi işlerdir. Yanı sıra çalışan kadınların %20'si erkeklerin de %42'si sanayi sektöründe istihdam etmişlerdir (Yörü, 2009: 352). Bu gün bu tabloya baktığımızda ise istihdamdaki artış hızının azalmasına karşın kadın istihdamında artış yaşanmıştır. Gelişmiş ülkeler ve Avrupa Birliği'nde 2006 yılında kadınların işgücüne katılımının oransal karşılığı %52,7; toplam istihdam içindeki kadınların oran ise %44,7 olmuştur. Ne yazık ki Avrupa Birliği'ne üye devletlere kıyasla dünya genelindeki durum farklıdır. Dünyanın farklı bölgelerinde kadınların işgücüne katılım oranları ve toplam istihdam içindeki kadın oranı benzer bir tablo sergileyememektedir (Yılmaz v.d., 2008: 92). Çünkü dünyada üreten ülkeler tüketen ülkelere göre daha çok istihdam sağlarken yaşamlarını yalnızca tüketime odaklamış ülkelerin böyle bir kaygıları söz konusu değildir. Durum böyle olunca bu tarzdaki ülkeler için sadece kadının iş gücü piyasasına girememesi bir sorun değil genel anlamda tüm nüfusun ve toplumun en temel sorunu olan işsizlik oluşmaktadır. TUİK'in 5 Mart 2015'de "İstatistiklerle Kadın, 2014" adıyla yayınladığı haber bülteninde Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin istihdam oranının, 2013 yılındaki kadın istihdam oranının en yüksek olduğu ülkenin %72,5 ile İsveç; en düşük olduğu ülkenin ise %39,9 ile Yunanistan'ın olduğunu açıklamıştır. Avrupa Birliği üye ülkelerinin (28 ülke) ortalama kadın istihdam oranın ise %58,8 olduğu belirtilmiştir (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619 ). Türkiye'de kadının iş yaşamında geçirdiği evreleri incelediğimizde ise göreceğimiz tablo hiç şüphe yoktur ki dünyadaki gelişmelere paralellik göstermesidir. Kadınların ülkemizde iş yaşamına girişi 19. yüzyıl başlarına tekabül etmektedir. Bu dönemdeki kadın emeği daha çok dokumacılık alanında olmuştur. Tanzimat dönemine kadar Osmanlı İmparatorluğu'nda bilhassa kentlerde yaşayan kadınlar yok sayılarak hiçbir alanda işgücü olarak kullanılmamış olmaları dikkat çekicidir (Yörü, 2009: 353). Osmanlı toplumundaki kadınların, ekonomik açıdan rahat oldukları kabul edilebilmektedir. Bu durumu Osmanlı aile yapısını 83 incelediğimiz zaman görmüş olacağız ki, Osmanlıda ailenin ekonomik sorumluluğu kadından ziyade erkeğin üstlendiği bir görev olmasıdır. Kadınların ailenin geçimi konusunda bir zorunluluk hali mevcut değilse bu konudan muaf tutulmuşlardır. Dikkat çekici diğer bir konu ise Osmanlı'da kadınlar tahrir kayıtlarına ancak eşlerini kaybettikleri zaman yansımış olmalarıdır. Bu durumda göstermektedir ki; Osmanlı aile yapısı içinde kadının kocasına bağımlı olması gerekliliğini düşünülmüş ve kadın ancak erkeğin olmadığı zamanlarda hukuki sorumlulukları yerine getirebilmiştir (Çakınberk, 2011: 5). Osmanlı toplumunda kadınlar, kırsal kesimlerde ve şehir yaşamında önemli bir yere sahip olup ekonomik hayatın içinde her zaman yer almayı başarmışlardır. Osmanlı'nın erken dönemlerinden itibaren kadınlar, arz talep çerçevesinde ekonomik girişimlerde de bulunmuşlardır. Eşlerinden ya da babalarından miras yolu ile çiftçiliğe sahip olabilen kadınlar, bu çiftliklerin işletilmesini sağlamışlardır. Bu durumda onların tarımla uğraşmalarını ve doğal olarak da üretime katkıda bulunmalarını sağlamıştır. Osmanlıda üretimin eril bir görev olduğu kabul görmüşse de yalnızca bir tüketici olarak kabul edilen kadınlara ev işleri ve çocuk yetiştirmek gibi görevler yüklenmeye çalışılmıştır. Yanı sıra Anadolu kadınları ne Ahilik (1240) ne de Gedik (1727) adları altında oluşturulmuş esnaf ve sanatkâr kuruluşlarına üye olamamışlardır. Ancak kadınların iş sahibi olmaları için Kayseri, Konya, Kırşehir gibi şehirlerde kurulan "Bacıyanı-ı Rum" (Anadolu bacıları) adlı örgüt altında toplanıp el sanatlarını yapıp kentlerde de iş yaşamında eşlerine destek olmayı sağlamışlardır. Osmanlı kadını üretime doğrudan katılmış ve ticari mekânlarda boy göstermiştir. Kendi çaplarında üretim yapan kadınlar, ürettikleri ürünleri "Avrat pazarı" olarak isim yapmış alışveriş yerlerinde satmışlardır. Kadınlar, bu pazarlarda hem alıcı hem de satıcı konumunda olmuşlardır (Çakınberk, 2011: 5-6). TUİK'in 5 Mart 2015'de "İstatistiklerle Kadın, 2014" adıyla yayınladığı haber bülteninde; Türkiye nüfusunun (77 695 904 kişi) %50,2'sini erkek nüfusun (38 984 302 kişi) ve %49,8'ini kadın nüfusun (38 711 602 kişi) oluşturduğu açıklanmıştır. Hane Halkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 2013 yılında, Türkiye'de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus içerisinde istihdam oranı %45,9 olup, bu oran erkeklerde 84 %65,2, kadınlarda ise %27,1 olduğu saptanmıştır (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619). TUİK verileri incelendiğinde Türkiye'de kadın istihdamı erkek istihdamının %38,1 gerisindedir. Oysa Avrupa Birliği ülkelerindeki kadın istihdamı Türkiye'deki istihdamdan %31,7 daha fazladır. Bu durum da gösteriyor ki ülkemizde kadınların çok az kısmı emek piyasasına dahil olabilmektedir. 2.3. Feminist Perspektiften Kadın Kütüphanecilerin Mesleki Sorunları Bilginin kaydedilmesine ihtiyaç duyulmaya başlandığı günden beri insanoğlu yazılmış ve basılmış sözlerin her zaman koruyucusu olmuştur. Ancak modern bir meslek olan kütüphanecilik henüz yenidir ve kütüphanelerin hayret verecek şekilde çoğalmasına ayak uydurabilmek için süratle gelişmektedir (Ötüken, 1957: 93). "Bir kütüphaneci ne yapar?" sorusuna Ötüken (1957: 94-95) kısaca şu cevabı vermiştir: "Bir kütüphanecinin vazifesi insan oğlunun kaydedilmiş bilgilerini araştırmak, çalışmak, kendi kendini yetiştirmek, iş veya eğlence bakımlarından kitap seçmek, aksesyonu, idaresi ve bu sahalara sevkidir. Bunun ne demek olduğunu ve ehliyetli bir erkek veya bir genç kıza ne geniş bir seçme hakkının tanındığını düşünün. (...) Kütüphanecinin en mühim ve zevkli işlerinden biri de kitaplar aracılığı ile elde edilecek hazinelere giden yolu ve onu nasıl bulacaklarını bilmeyenlere göstermektir. (...) Hem kadınlar, hem erkekler mesleğimizin zirvesine yükselebilirler. En büyük sistemlerimizden biri olan Şikago Umumi Kütüphanesi'nin başında bir kadın vardır" Aslına bakılırsa kütüphaneciliğin bir meslek olarak varoluşundan bu güne kadarki süreçte her zaman kıymetli ve kutsal kabul edilen bir meslek olarak görülmüştür. Bilginin hemen her dönemde önemli bir yere sahip olması ve insanların kayıtlı bu bilgilere ulaşmasında kütüphanecilerin çok mühim ve değerli katkıları olmuş ve olacaktır. Bilgiye erişim noktasında kütüphaneciyi bir yol gösterici, bir rehber 85 olarak düşünmek çok yerinde olacaktır. Ne var ki kütüphanecilik (daha doğrusu Bilgi ve Belge Yönetimi bölümlerinde) bölümünde okuyan pek çok kişinin ilk başlarda gönlünde başka başka meslekleri geçirdiği doğrudur. Bu durum 1984'te de böyleydi 2014'lerde de böyle devam etmiştir. Öyle ki 1989 yılında Atilla Çakıroğlu (1989: 103), Hocası Osman Ersoy'un okulun ilk günlerinde derste öğrencilerine kütüphanecilik mesleğinin önemini anlatan şu konuşmayı yapmasını zorunlu kılmıştır. Osman Ersoy konuşmasını şu sözlerle yapmıştır: "- Kiminizin gönlünde belki bir başka fakülte ya da bir başka meslek yatabilir çocuklar. Ancak sizler artık öyle bir bölüme kaydınızı yaptırdınız ki,bu bölüm ve meslekte gönlünüzde yatan her tür mesleği bulmanız hiç de güç olmayacak. Çünkü kat kat apartmanlar örneği, sayfa ve formlardan oluşan kitaplara verilen uğraş bir tür mühendislik, onların tedavisiyle ilgili olarak yapacağınız patolojik çalışmalar da doktorluk, demektir." Kadın ve erkeğin bilinen biyolojik nedenlerden dolayı farklı olmaları insanlık tarihi boyunca erkeğin kadına karşı üstün olduğu mantalitesini insanlara düşündürtmüştür. Hatta bu konuda ünlü düşünürlerin sözleri de gerçekten düşündürücüdür. Aristo'nun "hayvan dünyasında erkek tür, dişi türden daha büyük, güçlü ve çevik olup ileri bir durumu gösterir" tarzındaki sözleri ve Platon'un "kadınlar erkeklerden daha zayıftır. Sadece erkeklerden güçsüz oldukları için onlara, erkeklere verdiğimiz görevlerden daha hafif görevler vermeliyiz" tarzındaki sözleri erkeğin kadına karşı üstün olduğu düşüncesini destekler niteliktedir. Ancak bu biyolojik duruma tersten bakarsak eğer; her iki cinsin farklı alanlarda akıllarını daha iyi kullanıp daha fazla başarı elde edebilmektedirler. Durumu bir örnekle açıklamak gerekirse; kadın beyninin işitme ve dil merkezinde erkeklere oranla %11 daha fazla nöron bulunmaktadır, bu durumda kadınların erkeklere göre daha fazla "konuşarak" ilişki kurduğu anlamına gelmektedir. "Nöron oranı" üzerinden yoğunlaşırsak bilhassa kütüphanelerde danışma hizmetlerinin kadın kütüphaneciler tarafından daha iyi bir biçimde verilebileceği sonucuna varılabilir. Kadın kütüphanecilerin mesleklerini hem konuşarak kullanıcıların sorunlarını anlamaya hem de kullanıcıların yüzlerini okuyarak kullanıcılara verdikleri cevapların yeterliliği üzerine icra etmelerinden dolayı bu 86 farklılık kütüphanecilik mesleği için önemlidir. Diğer bir taraftan ise kadınların teknolojik konularda erkekler kadar başarılı olamadıkları yönündeki düşünceler de yok değildir. Hatta bu iddiaları destekleyen çeşitli yazılara kütüphane ve bilgi bilim literatüründe rastlamak da mümkündür. "How Long Do Women Have to Wait?" adlı eserinde (2003) Bayan Haavisto, kadınların erkeklere göre teknik yeniliklere karşı daha yavaş adapte olduklarını ifade etmiştir. Hatta konunun daha da üzerine giden Haavisto, Finlandiya'da erkek kütüphanecilerin kadın kütüphanecilerden daha fazla olması durumunda elektronik bilişim ağlarının şimdikinden daha ileri bir teknolojiye sahip olacağını ifade etmiştir (Yılmaz, 2012: 550-551). Aslında kütüphaneci dendiği vakit zihinde hemen bir kadının canlanması şaşılacak bir durum değildir. Çünkü bu konuda yapılmış bazı çalışmalarda kütüphaneciliği bir meslek olarak kadınların daha fazla tercih ettiği bilinmektedir. "Kütüphanecilik mesleği, kadın çalışanların erkek çalışanlardan sayısal olarak daha fazla olduğu profesyonel bir meslektir." (Yılmaz, 2012: 548). Atılım Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Müdürlüğünce Mart 2014'te yayımlanan e-bültendeki (2014: 4) bir söyleşide de kadın kütüphanecilerin nicel açıdan daha fazla olduğunu Prof. Dr. Serap Kurbanoğlu ise şu sözlerle ifade etmiştir: "(...)Mesleğim açısından olaya baktığım zaman bazı mesleklerde farklı cinsiyetlerin ağırlıklı olarak öne çıktığını görüyoruz, örneğin ben öğrenciyken Maden Mühendisliğine kız öğrenci alınmazdı. Şimdi gerçi alınıyor ve yine de kız öğrencilerin sayısı düşüktür. Bizim bölüme erkek öğrenci almamak gibi bir şey hiçbir zaman olmadı, ama erkek öğrenciler hep daha az tercih ederler, bazı meslekler daha herhalde kadınlara uygun görülen meslekler; hem öğrenci sayısı açısından hem akademisyen sayısı açısından bizim alanda kadınlar hep daha ağırlıklı." Kütüphanecilik mesleği aslında profesyonel bir meslektir. Öyle ki ülkemizde ilk başlarda kurslar şeklinde verilen kütüphanecilik eğitimi zamanla üniversitelerde kürsüleri kurulan, günümüz de ise yüksek lisans ve doktora programlarıyla öğrenci kabul eden bir bilim dalıdır ve kadınlar için hemen her zaman cazip görülen bir 87 meslek de olmuştur. Hatta 2007 senesinde Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü'nde lisans eğitimime başladığım zaman sınıfımızda kadın arkadaşlarımızın sayısal olarak biraz daha fazla olması benimde dikkatimi çekmişti. Bir gün ders arasında amfide zaman geçirirken şu konuşmaya şahit olmuştum. Elinde sınıf listesi olan bir arkadaşımız diğer arkadaşlardan bir kaçı ile şu konuşmayı yapmıştı: "Fark ettiniz mi, bizim bölümde bayan sayısı erkeklerden fazla.". O sohbet gerçekleşene kadar algısal olarak kadın- erkek sayısı hiç dikkatimi çekmemişti. Ancak kütüphanecilik mesleğinin profesyonel bir meslek olması ne yazık ki hem kütüphanecilik mesleğini ve bu mesleği icra eden kadın kütüphanecileri popüler kültürde olumsuz etkilemiş diğer tarafta ise mesleğin imajını zedelemiştir. Yanı sıra meslek olarak kütüphanecilik, bir hekimlik bir avukatlık ve mühendislik gibi profesyonel bir meslek olarak da algılanmamaktadır. Başka bir ifadeyle, kadın çalışanların niceliksel bakımdan fazla olması kütüphanecilik, hemşirelik, ana sınıfı öğretmenliği gibi meslekleri yarı profesyonel meslekler olarak algılanmasına yol açmaktadır. Bu durumda hem kütüphanecilik mesleğine ve hem de kadın kütüphanecilere dair olumsuz bir algının oluşmasına ve popüler kültürde de olumsuz bir algının oluşmasına sebebiyet vermektedir (Yılmaz, 2012: 548). Bilhassa kütüphanecilik ve hemşirelik gibi daha çok kadınlarca tercih edilen mesleklerin yarı profesyonel bir kadın mesleği ya da feminist bir meslek olarak algılandığı doğrudur. Yanı sıra kütüphaneciliğin bir meslek olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde ve ülkemiz kadınlara çekici gelmesi ve kadınlar için uygun bir meslek olarak tanımlanmasının yanında, çalışan kadın kütüphanecilerin diğer bazı meslek gruplarındaki gibi sırf cinsiyetlerinden dolayı çeşitli sorunlarla yüzleştiklerine dair mesleki literatürde yer alan yazılarla karşılaşmak bir çelişki olarak yorumlanabilir. Ancak kütüphane ve bilgi bilimi literatürü incelendiğinde; meslek imajı, eşit istihdam fırsatı, ücret ayrımcılığı, çalışma ortamları, çocuk bakımı ve kariyer ilişkisi, kütüphanecilik mesleğinde kadın statüsü gibi konularda çeşitli araştırmalara rastlamak da olağandır (Yılmaz, 2012: 549-550). 88 2.3.1. İş Hayatında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık İş hayatında cinsiyete dayalı ayrımcılık kendisini henüz iş sahasında göstermezken "ev içinde" kendini hissettirmiştir. Ev içindeki "cinsiyete dayalı iş bölümü"; dışarı dediğimiz iş hayatında ise "cinsiyete dayalı ayrımcılığın" oluşmasında aslında ilk katmanı oluşturmaktadır. Kadın hem evinde ayrımcılığa uğramış hem de ayrıcalıklı katmanı de erkeğe kaptırmıştır. Yani denilebilir ki; ayrımcılık evde başlamış; iş hayatında ise kendini ciddi anlamda hissettirmiştir. Bu konuda Savran ve Demiryontan'ın, (2012: 147) değerlendirmeleri şöyledir: "Kadınlar, ücretli kesimde çalışsalar bile, evdeki sorumluluk onların sırtına yüklenir; ücretli kesimde çalıştıklarında çoğu en düşük ücretli ve durağan işlere dağılmış durumdadır. Ev içi görevlerine bir de ücretli işlerin doyurucu olmayışı eklendiğinde bu, kadınların ev dışında çalışmaları önünde önemli bir engel haline gelir ve kadınları bu konuda cesaretsizleştirebilir. Böylece emek piyasasının kendisi, kadınların ev içi alanındaki konumları ile ev dışındaki var oluşları arasında dolaysız bir bağlantı kurarak onların yeniden üretimdeki rollerini tamamlar ve pekiştirir. Bu yüzden de, kadınların toplumlardaki durumlarının yalnızca ev içi alanındaki konumları tarafından belirlendiğini düşünmek yanlıştır; kadınların emek piyasasındaki güçsüz konumlarının ev içindeki tabiiyetlerini pekiştirici bir etkisi vardır." Kavramsal olarak "ayrımcılık" en yalın ifade biçimiyle "ayırt etmek" anlamında kullanılmaktadır. Türk Dil Kurumu (1980) ise ayrımcılığı: "Belli insan öbeklerinin ayrımlaşmasını bilinçli bir biçimde gerçekleştirmeyi amaçlayan bir yöneltinin benimsenmesi" olarak tanımlamaktadır. Çalışma hayatında ayrımcılıkla ilgili olarak yapılmış ilk tanımlardan biri ise; Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO,1958) tarafından hazırlanan ve Haziran 1958'de "Ayrımcılık (İş ve Meslek) Sözleşmesi"nde geçmektedir. Bu sözleşmenin birinci maddesine göre ayırım deyimi; "ırk, renk, cinsiyet, din, siyasal inanç, ulusal veya sosyal menşe bakımından yapılan iş veya meslek edinmede veya edinilen iş veya meslekte tabi olunacak muamelede eşitliği yok edici veya bozucu etkisi olan her türlü ayrılık gözetme, ayrı tutma veya üstün tutma ve ilgili üye, memleketin, varsa temsilci, işçi ve işveren teşekkülleri ve diğer ilgili makamlarla istişare etmek suretiyle tespit edeceği, meslek veya iş edinmede veya edilen iş veya meslekte tabi olunacak 89 muamelede eşitliği yok edici veya bozucu etkisi olan bütün diğer ayrılık gözetme, ayrı tutma veya üstün tutmayı" ifade etmektedir. Ayrımcılık, bir sosyal gruba ya da grup üyelerine, grubun bir parçası olmaları nedeniyle uygulanan olumsuz tavır, davranış ve eylem olarak da tanımlanabilir. Bu konu ve kavram için sosyologların, ilk zamanlar ayrımcılığı ırk ve etnik köken çerçevesinde ele almışlarken, günümüzde ise kadınlara, yaşlılara, engellilere ve farklı cinsel eğilime sahip kimselere yönelik ayrımcılık yelpazelerini hem genişletip hem de değiştirmişlerdir. Ne yazık ki ayrımcılık dediğimiz şey; toplumun bazı bireylerini bazı farklılıklarından dolayı hor gören, dışlayan ve aşağılayan ya da üstün gören bir süreç olgusudur. Bu süreç, insanların cinsiyet, dil, din, renk, ırk ya da etnik köken gibi nedenlerle farklı muameleye tabi tutulması şeklinde kendini şekillendirmektedir ve bu farklı muameleye tabi tutma işlevi ise, işe almadan tutun da, ücret ödemede, okula kabul etmede hatta çeşitli kamu olanaklarından yararlandırmada kişilere karşı sözü edilen farklılıklar temelinde şekil almaktadır (Çakınberk, 2011: 73). Cinsiyet, en yalın ifadesiyle; bireyin kadın ya da erkek olarak gösterdiği genetik, fizyolojik ve biyolojik özelliklerdir (Ecevit, 2010: 4). "İnsanları kategorilere ayırmanın en yaygın ve bilinen yolu dünyayı "bizden olanlar" ve "bizden olmayanlar" şeklinde algılamaktır ve cinsiyet de insan zihninin ilk olarak ve en kolay algıladığı, sosyal yaşamın kategorize edilmesine ilişkin temel sosyal kategorilerden biridir." (Çakınberk, 2011: 74) Toplumsal cinsiyet ise; "kadın ve erkek için toplumca uygun görülen rol ve görevler, sorumluluklar ve toplumun bu iki cinsten beklentileridir." (Ecevit, 2010: 4) "Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeğin her türlü rollerini, sorumluluklarını, sınırlamalarını, fırsatlarını ve ihtiyaçlarını analiz etmeye yarayan sosyo- ekonomik bir değişken olarak ortaya çıkmaktadır." (Çakınberk, 2011: 75) 90 Tablo.1: Cinsiyet ile Toplumsal Cinsiyet Arasındaki Farklar Cinsiyet Doğaldır. Biyolojiktir; cinsel organlardaki ve buna bağlı olarak üretme işlevindeki farlılıklara işaret eder. Değişmez; her yerde aynıdır. Toplumsal Cinsiyet İnsan icadıdır. Sosyo- kültüreldir; eril-dişil niteliklere, davranış modellerine, rollere ve sorumluluklara işaret eder. Değişkendir; zamana ve kültüre göre değişir. Kaynak: (Çakınberk, 2011: 75) Aslında Tablo.1 deki bilgiler incelendiği zaman bile cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin farklı şeyler olduğunu anlamak hiç de zor değildir. İnsan icadı dediğimiz şey zaten bu iki farklı kavramın yerine oturması için yeterlidir. Çakınberk, (2011: 77) kadınların neden üst kademelerde yer bulamadıklarının ve iş hayatına pek çok ön yargıyı kırmak zorunda olmaları gerektiğinin nedenleri olarak öne sürülen bazı ön yargıları şöyle sıralamıştır: Kadınların çocuk büyütmek için kariyer sürecini yavaşlatmaları hatta durdurmaları, Kadınların genellikle aile ve iş yaşamındaki dengeleri sağlayabilmek için uğraşmak zorunda kalmaları. Kadınların bazı meslek dalları (işletme, mühendislik- teknik ve hesap işleri gibi) için becerikli olmamaları ve bu nedenden dolayı da bu meslekler için üst yönetimde erkeklerin daha uygun görülmeleri. Kadınların geleneksel olarak insan kaynakları kadrolarında bulunmayı tercih etmeleri. Kadınların tepe yönetim için gerekli iş becerisine sahip olamamaları. En erken insan toplulukları (avcılık, toplayıcı toplumlar) incelendiği zaman aslında cinsiyet ayrımı diye bir şeyin söz konusu olmadığı görülecektir. Kadının bazı dönemlerde bazı iş faaliyetlerine katılamaması erkeğin kadından daha güçlü ya da daha saldırgan olduğu anlamına gelmemiştir. Aşağıdaki metinde "cinsiyete dayalı 91 iş bölümünün gelişmesini" özetleyen Savran ve Demirtontan'ın (2012: 34) şu alıntısı bu tutumu kendi ağızlarından en güzel şekilde yansıtmaktadır: "En erken insan toplulukları, kuşkusuz, yaşamlarını sürdürebilmeleri esnek yaşam ve iş düzenlemelerinin yanı sıra, genelleştirilmiş paylaşım ve iş birliğine dayanan, küçük ve gevşek bir biçimde örgütlenmiş gruplardı. (...) Gevşek bir cinsiyete dayalı bir iş bölümü muhtemelen, fırlatma silahları ya da büyük hayvan avcılığı ile toplayıcılık arasında uzmanlaşmaya izin veren bir başka teknolojiyi benimseyen topluluklarda gelişti. Avın peşinde uzun mesafeler boyunca giden avcı sayısı azaldığında ve bir hayvanın izi görülür görülmez ('kuşatma' yoluyla avlamanın gerektirdiği zaman tüketen kolektif hazırlık süreci olmaksızın) anında avlanma imkanı doğduğunda, genellikle, avcıların erkekler olması daha uygundu. Bunun nedeni, boy, güçlülük ya da saldırganlık kapasitesindeki farklılıklar değil, hamileleri bu gibi maceraların riskine atmanın ya da dört yaşına kadar emzirmeleri gereken çocuğu olan annelerden, önceden bir düzenlemeye gidilmeksizin, hızlı bir av takibi adına çocuğunu bırakmasını istemenin tavsiye edilir olmamasındandır. Cinsiyete dayalı iş bölümündeki ve erkek ve kadın görevlerine atfedilen değerdeki büyük çeşitliliğe karşın, ilkel toplumlarda açık bir kültürler-aşırı örüntü vardır. Burada kadınlar eve daha yakın olan, geçimlik üretim, imalat ya da işlemden geçirme türü görevlerle uğraşırken, erkeler beklenmedik, sürekliliği olan ve önceden planlanmamış etkinlik süreleri gerektiren ve bu nedenle hamilelik ya da emzirme dönemlerinde yapılması zor olan, uzun mesafeli ve riskli işleri üzerlerine alırdı." Düşünce tarihine göz attığımızda ise durum en erken insan topluluklarından farklıdır, bilhassa Atina sitesinin ünlü filozofu olan Platon'un kadınlar üzerine düşünceleri birbiriyle oldukça çelişkili ve düşündürücüdür. Platon, hocası Sokrates'in bilge kadın Diotima'yı bütün erkeklerden daha bilge ve yüce saymasından etkilenerek, "Mayalarında altın bulunan kadınların ve erkeklerin filozof-kral olmak üzere eşit eğitim görmeleri gerektiğini" söylemesine karşın "Ne var ki kadın, hiçbir işte erkek kadar olamaz" görüşünü de eklemeden edememiştir. Platon'un aynı konu için iki ayrı düşünceyi savunması göstermektedir ki Platon, kadınları erkeklerden daha aşağıda görmüştür. Kadının yaradılış itibariyle devlet bekçiliği için elverişli olduğunu söyleyen Platon, "Yalnız bu yaradılış kadında zayıf erkekte kuvvetlidir" deyip sonrasında ise "Cinslerin zayıflığı göz önünde tutularak, kadınlara erkeklerden daha kolay işler verilecektir" ifadesini kullanmıştır. Platon'un kadınlar için kullandığı çelişkili ifadelere karşın onu günümüz terminolojisiyle ilk feministlerden biri olarak gören yorumcular da vardır. Çünkü Platon, Atinalı kadınların "mayalarında altın bulunanlarını" ev dışında yani kamusal yaşamda yer almaları için olanak vermiştir (Arat,2010: 30). 92 Aristoteles ise "Politika" adlı yapıtında Hocası Platon'a katılmadığını açıkça dille ifade etmiştir. Aristoteles'e göre dünya, "yöneten ve yönetilen" öğelerden oluştuğundan kadınlar otomatikman ikinci kategoride yer almaktadırlar. Aristoteles, kadınların zeka ve ahlak açısından erkeklerden aşağı düzeyde olduğunu düşünmüştür ve onun için "Erkekle dişi söz konusu olduğunda, ilki doğadan üstün, ikincisi aşağı ve uyruktur. Bu yüzden, düşsel bir eşitlik ilkesi uğruna doğaya karşı çıkmak bireyin de toplumun da çıkarlarına terstir." (Arat, 2010: 30-31) demiştir. Hengel: "Kadınların çocuk doğurmak, onlara bakmak, evi çekip çevirmekten başka bir şey için yazgılanmadıkları apaçıktır. Kadınlar, hiç bir zaman seçeneklerle karşılaşmadıkları gibi, karar da veremezler." (Arat, 2010: 34) diye ifade eder. Adam Smith: "Kadınlar, cesaretleri ve kendini yönetme yetenekleri bulunmadığından, kamusal yaşamın gerektirdiği erdemlere sahip değildirler." (Arat, 2010: 34). Nietzsche: "Kadınlar, yalnızca aşk ve nefretle ilgilenirler "şeklinde ifade edilen tüm bu söylemler aslında kadınların, düşünce ve tutumlarında tekelci olduklarını ve çeşitli evrensel yanıtlar gerektiren kamusal yaşam için uyumsuz olduklarını ve bu yaşam için uygun olmadıkları ifade edilmeye çalışılmıştır (Arat, 2010: 35). Görüldüğü gibi kadınlara yönelik cinsiyete dayalı ayrımcılık erkeklerce pek çok dönemde kabul görmüştür. Kadınlar hangi dönemde olursa olsun eleştirilmekten kurtulamamışlardır. Cinsiyete dayalı ayrımcılık kendini pek çok alanda hissettirmiştir ancak bu hissettiriş en çok işgücü piyasasına yansımıştır. Ekonomik verimsizliğin ve işgücü piyasasının oluşturduğu katılığın temel kaynağı olarak cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılık gösterilmektedir. Yapılan çalışmalar ve istatistik veriler incelediği zaman ne yazık ki cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılık konusunda kadınlar daha fazla dezavantajlı durumdadırlar. Bu olumsuz durum, kadının işgücü piyasasındaki konumunu ve eğitim, gelir ve hatta sağlık gibi sosyal değişkenlerini olumsuz olarak etkilemektedir. Ayrıca bu olumsuz etkilerin gelecek 93 nesillere aktarılarak cinsiyet eşitsizliğinin ortaya çıkmasına da zemin oluşturmaktadır (Parlaktuna, 2010: 1218). Cinsiyete dayalı ayrımcılık bağlamında annelik, kadınlık gibi toplumsal cinsiyet rollerinin bir uzantısı olarak toplumlarda ister istemez kadına uygun olarak görülen ve uygun görülmeyen işler türemektedir. Bu durum beraberinde kadınların çoğunlukla oluşturduğu/tercih ettiği ya da tamamen bazı meslek sınıflarından dışlanmalarına neden olmaktadır. Örneğin; toplumda hemşire, sekreter, anaokulu öğretmeni denildiği zaman hemen akla bir kadın gelirken; patron, pilot, çiftçi denildiği zaman da bir erkek beynimizde şekillenmektedir. Bu durum da kadınların ve erkelerin toplumsal cinsiyet rollerine uygun mesleklere yönelmelerine ve böylece mesleklerin de kadınsı ve erkeksi olarak ayrışmasına neden olmaktadır. Gene bir örnekle toplumun erkek hemşirelere bakış açısını görmek amacıyla yapılmış bir araştırmada hekimlerin % 8.3'ünün hemşireliğin bayanlara özgü bir meslek olduğunu düşünmelerinden ve eğer seçme şansları olsa yalnızca %0.4'ünün erkek hemşirelerle çalışabileceğini ifade etmeleri mesleklerin cinsiyetle düşünüldüğü görülecektir (Çakınberk, 2011: 89). Şimşek-Rathke, işyerindeki cinsiyetçiliğin aslında toplumdaki cinsiyetçiliğin sadece bir boyutunu oluşturduğunu ifade etmiştir. Yanı sıra hemşirelik mesleğini icra edenlerin %90'lı oranlarda halen kadınlardan oluşması, haliyle onları cinsiyetçilikten en çok mağdur olan meslek gruplarından biri yaptığını da ayrıca ifade etmiştir (2011, 43). Kütüphanecilik ve bilgi bilim literatürü incelendiğinde ise, Baum (1992,32) iş ayrımcılığının aslında kütüphanecilik alanında da var olduğunu ifade etmiştir. Yılmaz (2013: 164) ise kütüphanelerde cinsiyete dayalı ayrımcılık konusunda şu ifadeleri kullanmıştır: "İş hayatında cinsiyete dayalı ayrımcılık, işverenin aradığı elemanda mesleki nitelikler gözetmek yerine cinsiyet farkını gözetmesi şeklinde görülür. Nitekim bu sorun, genelde çalışan kadın kütüphanecinin çalıştığı kütüphanede birim şefliğine yükselmesi veya kütüphane yöneticiliği gibi durumlarda geçerli olabilir. Ancak kütüphane personeliyle etkili iletişim kurabilen, çatışmaları çözen, kütüphane için vizyon oluşturan, kütüphaneyi misyonuna uygun yönetebilen, saygılı, dürüst, enerjik, iyimser, hatalardan ders alabilen, halkla ilişkiler konusunda bilgili, iyi bir dinleyici olabilen, iş birliği yeteneğine sahip, teknoloji eğilimlerini de yakından takip 94 edebilen ve insan ilişkilerinde düzeyli kadın kütüphanecilerin, yöneticilik ve şeflik pozisyonlarına yükselmelerinde sıkıntı yaşamayacakları kesindir. (...) Türkiye'deki 25 özel üniversite kütüphanesinde çalışan yöneticilerin %56'sının kadın olması, ülkemizde bu durumun bir sorun olarak görülmediği anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Ayrıca ülkemizdeki İş Kanunu'nun 5. maddesinin 1. fırkasında "iş ilişkilerinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz" şeklinde açık bir ifadeye yer verilerek, cinsiyet ayrımcılığına karşı yasal koruma da sağlanmıştır. Kadın kütüphanecilerin, iş hayatlarında cinsiyete dayalı ayrımcılığa uğradıklarına ilişkin çeşitli haberlere günümüzde halen rastlandığını da ifade etmek gerekir. Nitekim Harvard Üniversitesi'nde görevli kütüphane çalışanı Bayan Desiree Goodwin'in cinsiyet ayrımcılığına ilişkin yaşadıkları, bu duruma örnek gösterilebilir. İddiaya göre Bayan Goodwin, iki yüksek lisans diplomasına sahip olmasına rağmen giyim tarzından dolayı işinde yükselmesi engellenmiştir." Türkiye'nin en büyük yapı marketlerinden biri 2013 senesinde "arşiv uzman yardımcısı" pozisyonunu için bir ilan yayınlamıştı. Aranan kriterlerde bay- bayan personel için nitelikler sıralanmıştı. Bu ilan için ben de başvuru yapmıştım ve başvuruyu yaptığım gün şirketin insan kaynakları olumlu geri dönüş yapmış ve beni bir sonraki gün için mülakata çağırmıştı. Mülakata gittiğim gün bana: "siz arşiv uzman yardımcılığı" pozisyonuna başvurmuştunuz ancak biz sizi farklı bir pozisyon için değerlendirmek isteriz, demişlerdi. Ben daha neden başka bir pozisyon diyemeden görüşmeyi yapan yetkili gerekçeleri saymaya başlamıştı: "Bir bayan için arşivde çalışmak zordur, koca koca klasörler bir bayan için fazla ağırdır, arşiv tozludur, arşiv..." Oysa bu gün kütüphanecilik, arşivcilik daha doğrusu Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü'ne öğrenci kabulü hem kadın hem de erkek öğrenciler için yapılmaktadır ve eğer bu durum öğrenci kabulü sırasında bir engel teşkil etmiyorsa bu olayda cinsiyete dayalı ayrımcılığın yapıldığını göstermektedir. İşyerinde cinsiyete dayalı ayrımcılık ve kadın işçilerin korunmasına yönelik kuralları içeren başlıca belgeler: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, ikiz sözleşmeler olarak bilinen Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ve Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'dir. Bu belgeler Birleşmiş Milletler Örgütü çerçevesinde kabul edilmiş ve esasen çalışmayla ilgili olmayıp insan haklarıyla ilgili belgelerde bu konularda düzenlemelere yer verilmiştir (Kökkılınç, 2013: 7). 95 2.3.2. Ücret Konusunda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık En dar anlamıyla ücret; belirli bir hizmet için insan emeğine ödenen bedeldir. Ücretinin kavramsal açıdan tanımlanması zordur, çünkü ücret; zaman, yönetim, sosyal politika, ekonomi, hukuk gibi alanlara göre değişmektedir. "Yönetim açısından çalışanın temel ihtiyaçlarının tatmini için bir araç ve onu verimli kılan önemli bir motivasyon unsuru, sosyal politika açısından çalışanın geçim aracı, ekonomik açısından emeğin karşılığı, hukuki açıdan ise çalışma karşılığında kazanılan menfaatlerdir." (Çakınberk, 2011: 98). Satın almak istediğimiz en basit bir şeyin dahi bir ücreti vardır. Emek piyasasında ise çalışmanın karşılığı ücrettir. Kadının emek piyasasında yer alması iki unsur için önem arz etmektedir. Bunlardan ilki aile diğeri ise ülke refahıdır. Kadının en başta bir birey olarak eşitlikçi bir muamele görmesi ve bu bağlamda da çalışma koşullarının iyileştirilmesi için çalışmalar yapılmalı, önlemler alınmalıdır. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve kadın-erkek ayrımcılığının önüne geçebilmek adına yasal düzenlemeler pek çok ülkede yapılsa da eşitsizlikler günümüzde hâlâ devam etmektedir. Beceri ve tecrübe açısından erkeklerinkine benzer niteliklere sahip olmalarına rağmen kadınlar, erkeklere göre hem gelir elde etmede hem de mülk sahibi olmada erkeklerin ne yazık ki gerisinde yer almaktadırlar. Birleşmiş Milletlerin yaptığı araştırmalar incelendiğinde dünya genelinde yapılan işlerin %66'sının kadınlar tarafından görüldüğü buna karşın kadınların toplam gelirin yalnızca %10'una sahip olduğu görülmüştür. Bu durumun başka bir ifadesi erkeklerin kadınların yaptığı işten çok daha az iş yaparak kadınların sahip olduğu gelirin 9 katını kazanıyor olmalarıdır. Kadınlar, dünyadaki toplam iş gücünün yarıdan fazlası (2/3) gördükleri gibi günlük çalışma süreleri de saat olarak erkeklerinkinden %25 daha uzundur. Kadınlar bütün dünyadaki toplam gıda üretiminin %50'sini üretmelerine karşın kadınların elde ettiği gelir dünya gelirinin yalnızca %10'u kadar olması gerçekten düşündürücüdür ve bu durum cinsiyete dayalı bir ayrımın var olduğunu da açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Kadınlar ne yazık ki dünyanın tüm varlığının ancak %1'ne sahiptirler ve dünyadaki yoksulların %70'ini kadınlar oluşturmaktadırlar. ILO'nun yapmış olduğu 96 araştırmalara göre kadınlar; erkeklerle aynı işi yaptıkları halde %25 daha az ücret almakta ve emekleri neredeyse yarı yarıya sömürülmektedir (Çakınberk, 2011: 99). "Kadınların biyolojik özellikleri, toplum içinde kadının ve erkeğin rollerinin farklı olması, kadın işi- erkek işi ayrımı, kadınların eğitim düzeyinin düşüklüğü, kadın emeğinin ekonomik olarak daha değersiz sayılması, kadınların çalışma yaşamlarına kısa veya fasılalı olması ve kadınlar arasında sınıf dayanışması fikrinin az olması gibi faktörler kadınlara erkeklere göre az ücret ödenmesine neden olmaktadır." (Kökkılınç, 2013: 86). Yaşanan ayrımcılığın, ne yazık ki verimlilikle ilişkisi olmayan ön yargılardan kaynaklı, aynı bilgi ve beceri düzeyindeki bireylere farklı davranılması sonucunda ortaya çıkan bir durumun sonucu olması kadınlar açısından kabul edilecek tarzda değildir. Çalışanın cinsiyetinin kadın ya da erkek olması ücretin tespitinde ve farklılaşmasında bir rol oynamamalıdır. Çünkü emeğin verimliğiyle hiç bir ortak noktası olmayan nitelikler sonucunda aynı verimliliğe sahip kişiler arasında farklı muamele görmemeleri gerekir. Yani denilebilir ki; eşitlere eşitsizlik yapılmamalıdır (Çakınberk, 2011: 101). Hemen her iş kolunda kadınların maruz kaldığı cinsiyete dayalı ayrımcılık ve bu ayrımcılığa bağlı olarak ücret eşitsizliği kendini kütüphanecilik alanında da hissettirmiştir. Baum'un (1992: 30-31) Kütüphane Araştırma Birliği'nce 1967'de yıllık maaş araştırmasının başlatıldığını ve 1972'de Arşivsel Uğraş Araştırması'nda; kadın arşivcilerin erkek meslektaşlarından yaklaşık %38 daha az maaş aldıklarını ifade etmiştir. 1979'da yapılmış araştırma da ise, yaşa, eğitime ya da yıl deneyimine bakılmaksızın kadının erkekten daha az kazandığını ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde 1982'de yapılmış araştırmada da sonuç aynısı çıkmıştır. 2010 yılında ise Özgür'ün "Kütüphaneci Kadın Petrolcü Erkeğe Karşı" adlı gazete yazısı dikkate alındığında Özgür, Türkiye'deki durum için yaptığı şu tespit gerçekten düşündürücüdür: 97 "Türkiye ’de çalışma yaşamında kadınlarla erkekler arasında uzun yıllardır çözülemeyen 'eşit işe farklı ücret' uygulaması, krizle birlikte biraz daha yaygınlaştı. 89 iş kolunun 59'unda kadın çalışan, erkeklere kıyasla daha düşük ücret alıyor. Bu sayı geçen yıl 56'ydı. Ücret uçurumunun en derin olduğu sektörlerin başında petrol ile kamu yönetimi ve savunma sanayii geliyor. Erkek çalışanlar bu sektörlerde kadın mesai arkadaşlarından yüzde 40 daha fazla ücret alıyor. Kadınların erkeklere dikkat çekici fark attığı tek sektör ise kütüphanecilik. Bu iş kolunda ücret farkı yüzde 26’yı buluyor." Özgür'ün 2010 yılındaki tespitine göre kadın kütüphaneciler erkek kütüphanecilerden günlük 13.7 lira fazla ücret almaktadırlar. Türkiye'de Özgür'ün durum tespiti kapsamında kütüphanecilik mesleği değerlendirildiğinde bu olumlu bir durum gibi gözükse de, kadın kütüphanecilerin bu 13.7 liralık farkı belki de fazla mesai harcayarak kazanmış olma ihtimali üzerinde hiç durulmamıştır. Ne varki kadınların 89 iş kulundan 59'unda erkeklere kıyasla daha az ücret almaları ne yazık ki olumsuz bir durumdur. Mevcut eşitliğin sağlanması için bu olumsuz düşüncelerin törpülenmesi gerekmektedir. Aynı işi yapan iki bireyin maaşlarını belirleyen şeyin cinsiyet olmaması gerekir. Türkiye'de her ne kadar kütüphanecilik mesleği bir nebze de olsa ücret konusunda eşitliği sağlama yolunda umut verici olsa da; az gelişmiş ülkelerde çalışan kadın kütüphanecilerin, aynı işi yapan erkek kütüphanecilere göre sırf cinsiyetlerinden dolayı daha düşük ücret aldığı bilinmektedir. Şimşek-Rathke, kadınların ağırlıklı olarak çalıştığı mesleklerde yer alan erkeklerin meslekte daha hızlı terfi edildiklerini ve daha iyi ücret aldıklarını (2011, 46) ifade etmiştir. Yılmaz (2013: 166) ise kütüphane ve bilgi bilimi literatüründe konuyla ilgili akademik yazılara rastlandığını ve Kenya'da erkek kütüphanecilerle aynı işi yapan kadın kütüphanecilerin maaşlarının düşük olması ücret konusunda cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılığına dair somut bir örnek olduğunu da ifade etmiştir. Şimşek-Rathke, merkezi ve yerel hükümet çalışmaları içerisinde kadınların gittikçe daha çok temsil edilmesine karşın, onlara daima daha düşük statülü ve daha güvencesiz pozisyonarın ayrıldığını ifade etmiştir. Erkek ve kadın arasındaki biçimsel eşitlik başka şeyler eşit olsa bile kadınların daima daha az tercih edilen ve emek piyasasında kadınlara verilen statü belirsizliklerinin en berrak işareti olarak 98 kadınlara daima erkeklerden daha düşük ücret verildiğini ve başka şeyler eşit dahi olsa aynı niteliklere sahip olarak kadınların daha düşük pozisyonlardaki görevlere yerleştirildiğini ifade etmiştir (2011, 46). Ücret konusunda cinsiyete dayalı ayrımcılığın önlenmesine dair ülkemiz tarafından imzalanan ulusal ve uluslararası sözleşmeler mevcuttur. "Ayrımcılık iş yerlerinde sıklıkla görülen ve kökleri sosyal ve kültürel değerlere dayanan sistematik bir olgudur." (Kökkılınç, 2013: 29). Kadınlara yönelik ayrımcılık tüm dünyada kadınların tamamını ilgilendiren önemli bir konu olmuştur, bu sebepten kadınlara yönelik evrensel sözleşmeler, ihtiyaçlar doğrultusunda hem ayrımcılığın önüne bir set oluşturmak hem de kadınları korumak için bazı normlar oluşturmuştur. İş hayatında kadına yönelik ayrımcılık ortadan kaldırılana değin de devam edeceğe benzemektedir. Ülkemizde de kadınlar konusu hassas bir konu olduğu için uluslararası platformlarda düzenlenmiş bazı sözleşmelere katılma gereği duyulmuştur. Bunlardan ücret eşitliğini sağlamaya yönelik olanlar şöyledir; 1) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme'nin 11. maddesinin 1. fıkra d bendine göre: Taraf Devletler, istihdam alanında kadınlara karşı ayrımı önlemek ve kadın-erkek eşitliği esasına dayanarak eşit haklar sağlamak için özellikle aşağıda belirtilen uygun önlemi alacaklardır: 1.d- Kadınlar, "sosyal yardımlar dahil eşit ücret hakkı, eşdeğerdeki işte eşit muamele ve işin cinsinin değerlendirilmesinde eşit muamele görme hakkı"na sahiptirler (Kadınlara Karşı Her Türkü Ayrımcılığın..., 2000). 2) Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi: Sözleşmenin 7. maddesinin a fıkrasında "Adil ve Uygun İşte Çalışma Şartları" başlığı altındaki düzenlemeye göre; "Adil ücretler ve eşit işlere, hiç bir ayrım yapılmaksızın eşit ödeme, özellikle kadınlara, kendilerine sunulan çalışma koşullarının erkeklerin koşullarından daha aşağı olmayacağı ve aynı iş için aynı ücreti alacakları konusunda güvence verilmesi"ni güvence altına almayı öngörmüştür. Türkiye'de 2003 yılında 99 2003/5923 nolu Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilmiştir (www.ombudsman.gov.tr/.../3507--Ekonomik,-Sosyal-ve-Kulturel-Hakla). 3) Eşit Değerde İş için Erkek ve Kadın İşçiler Arasında Ücret Eşitliği Hakkında 100 Sayılı Sözleşme: Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Konferansının 6 Haziran 1951 tarihinde Cenevre'de gerçekleştirilen 34. oturumda kabul edilmiş bir sözleşmedir. Türkiye'de onaylanması ise 13.12.1966 tarihinde 810 sayılı Kanunla uygun görülmüştür. Sözleşmenin 2. maddesince: "Her üye, ücret hadlerinin tespitiyle ilgili olarak yürürlükte bulunan usullere uygun yollardan, eşit değerde iş için erkek ve kadın işçiler arasında ücret eşitliği prensibini teşvik ve bu prensibin bütün işçilere uygulanmasını, sözü edilen usullerle telifi kabil olduğu nispette temin edecektir." (www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowDoc/WLP.../diyih/.../ilosozlesmetr/100). 1966 yılında ülkemiz açısından kadın erkek eşitliği ilkesi hukukumuzda yer bulmuştur. Bu ilkesinin amacı kadın ve erkek işçiler arasındaki ücret eşitliğini sağlamak; aynı iş yerinde aynı nitelikteki işlerde eşit verimle çalışma koşullarının oluşturulup, çalışmanın sağlanmasıdır. Her ne kadar kanunlarda eşitlikçi yapıya vurgu yapılsa da, kadın-erkek ücret eşitsizliği bir takım nedenlere (mesleki farklılık, kadınların daha çok kadınsı iş olarak belirtilen işlerde çalışması, iş tecrübesi, vasıf farklılığı, çalışma süresi, değer yargıları gibi) bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. İş hayatında eşit davranma ilkesi olarak değerlendirilen ve erkeklere tanınan; ilerleme, terfi, karar verme gibi her türlü imkanın kadına da verilmesi gerekmektedir. Bu ilkenin amacı, kadını ve erkeği eşit yapmak değildir; aksine kadın ve erkeğin fiziki yaratılışı ve psikolojik nitelikleri arasındaki objektif farklılıklar çerçevesinde yapılan işin özellikleri dikkate alınarak ödenecek ücretin tutarının dengelenerek, kadın ve erkeğe eşit üret ödenmesidir (Çakınberk, 2011: 105-106). 100 2.3.3. Keyfi Olarak Hizmet İlişkisinin Sonlandırılması Genelde kadınların özelde ise kadın kütüphanecilerin emek piyasasında karşılaşacakları sorunlardan bir diğeri ise keyfi olarak hizmet ilişkisinin sonlandırılmasıdır. Mevcuttaki yasal düzenlemelere uyarak iş yapan büyük işletmeler, eşit değerdeki işe eşit ücret, annelik izni, gece çalışma yasağı gibi kadınlara yönelik koruyucu önlemleri uygulamadan kaçınmak için kadınlar yerine erkek işçileri tercih edebilmektedirler. Hele ki iş olanaklarının kadın ve erkek için sınırlı olduğu toplumlarda ise, erkeğin ailenin geçimini sağlamakla yükümlü olduğu kişi olarak görülmesiyle kadın istihdamı zaten çok zorlaşmaktadır. Kadının kazancı aile geçiminde ikinci ya da yan gelir anlayışıyla değerlendirildiğinden; işe girişlerde en son kadın düşünülürken, işten çıkarmalarda da tam tersi ilk kadın düşünülmektedir (Çakınberk, 2011: 109). Kadınlar iş hayatına girerken sırf kadın olmaları bile iş veren tarafından önyargıyla karşılanabilecek bir durumken; bunun yanında kadın olmanın getirdiği doğal bazı durumlar olan hamilelik, annelik gibi nedenler gösterilerek ayrımcılığa uğrayabilmektedirler. Toplumsal yönlendirmeler bağlamında evlenen kadına yüklenen rol daha çok ailesinin bakımını üstlenmesi yönündedir. Evlenen kadın eğer bir de çalışıyorsa çift mesai yapmak durumunda kalmaktadır. Günlük en az sekiz saat işte emek verip eve geldiğinde ise yemek, temizlik, ütü, çamaşır gibi işleri de kadın yapmaktadır. Çalışma hayatının stresi ve yorgunluğuna bir de ev işlerinin stresi ve yorgunlu eklendiğinde kendini baskı altında hissedip bunalan kadın işten ayrılmayı kendisi de tercih edebilmektedir. Sonradan yeniden iş hayatına geri dönmek istediğinde ise yeteri kadar tecrübe sahibi olmadığı için erkek çalışanların gerisinde kalmaktadır. Zaten normal şartlarda erkeklerden daha az maaş aldıkları için bu duruma tahammül gösterip vasat işlerde çalışmak zorunda kalmaktadırlar (Çakınberk, 2011: 112). Kadınlar topumun kendilerini yüklediği rolleri yaparken iş tercihlerinde de genelde kendilerine çok fazla seçenek oluşturamamaktadırlar. Çünkü kadının her durumda sorumlu olduğu bir ailesi vardır ve örneğin iş gereği şehir dışına gitmesi gerektiği zamanlarda kocası 101 tarafından bu gitmek fikri genelde olumsuz karşılanmaktadır. Yani kadının çoğu zaman hareketleri kısıtlanabilmektedir. Kadınlar iş hayatında iş ilişkisine son verme bakımından ayrımcılığa uğrayabilmektedirler. "Elbette, taraflar arasındaki iş sözleşmesi tarafların anlaşması ile veya sözleşmenin türüne göre, belirli süreli sözleşme ile sürenin dolması ile belirsiz iş sözleşmesi ile fesih ihbarı veya haklı fesih ile sona erebilir." (Çakınberk, 2011: 109) Bu bağlamda işverenin fesih yetkisi, eşit davranma ilkesine uygun olmalıdır. İş hayatında keyfi olarak hizmet ilişkisi sonlandırılan kadınlar arasında kütüphanelerde çalışan kadın kütüphaneciler de vardır. Zaten iş hayatında kadınların yaşadığı sıkıntılar ister istemez ortak bir paydada kesişebilmektedir. Kadınların yalızca yedek iş gücü olarak görülmesi aslında iş hayatında kadınların işten çıkarılmalarda ilk akla gelmesinin en kuvvetli nedenidir. Çünkü kadından beklenen iyi bir çalışan olması değil; iyi bir anne ve eş olmasıdır. Bu mantalitenin sonucunda da "işten ayrılsa da önemli değil" gibi aşırı zihniyete sahip üst düzey yöneticilerde olduğu gibi kütüphane yöneticilerinde de bu zihniyete sahip olanlar yok değildir (Yılmaz, 2013: 166). İş hayatında cinsiyete dayalı olarak işten çıkarmalarda ülkemiz kütüphaneleri çeşitli diğer ülke kütüphanelerine göre daha şanslıdır. Ancak ülkemizde örnekleri olmasa da diğer ülke kütüphanelerinde hizmet ilişkisinin sonlandırılması konusunda yaşanmış somut örneklere rastlamak mümkündür. Kaliforniya'daki Valley Hıristiyan Okulunda çalışan kadın kütüphanecinin, evlilik dışı çocuk sahibi olması nedeniyle işine son verilmesi, keyfi olarak hizmet ilişkisinin sonlandırılmasına somut bir örnektir. Bu durumun nedeni olarak cinsiyet rolü gereği, evli bir anne olarak çocuk sahibi olmak yerine, çalıştığı kurum tarafından evlilik yapmadan çocuk doğurmasıyla kötü kadın imajı uygun görülerek aslında kütüphanecilik mesleğinde de "kötü kütüphaneci" olarak görülmüş ve sadece bu durum bahane gösterilerek işine son verilmiştir (Yılmaz, 2013: 166). Bu durumdaki örneklere diğer mesleklerde de rastlamak mümkündür. Oysa evlilik dışı çocuğu olan bir erkek/baba asla kötü imajına layık görülmezken kadın hem kötü 102 olmuş hem de işine son verilmiştir. Ne yazık ki ekonomik krizlerde, kurumların küçülmeye gitmesi gibi durumlarda işlerine son verilen hep kadınlar olmuştur. Çünkü "kadın çalışmasa da olur" gibi düşünceler iş hayatındaki diğer olumsuz durumların yaşanmasında olduğu gibi işten çıkarmalarda da olumsuz etkilenen ve mağdur edilen genelde kadın olmuştur. 2.3.4. Cinsel Taciz Cinsel taciz, erkeğin kadına karşı istenmeyen, karşılıksız ve talepsiz ileri gitmeleri için kullanılan bir terimdir. Çağdaş feminizm cinsel taciz kavramını açıklamaktadır. Bunun nedeni ise; deneyim olarak cinsel tacizi daha kolay kavramsallaştırmayı sağlamak ayrıca karşı koymayı ve direnmeye yardımcı olmaktır. Cinsel taciz artık bütün kadınların göğüs gererek farkına vardığı bir konudur (Baum, 1992). En açık ifadeyle cinsel taciz; "her türlü rahatsız edici bakış, konuşma şekli, telefonla rahatsız etme, çirkin davetler, istenmediği halde yakınlık gösterilmesi, dokunulması, yolda takip etme ve daha ileri giden davranışlar olarak" tanımlanabilir (Oktay, 2001: 76). İş yerinde karşı cins tarafından gerçekleştirilen her türlü istenmeyen rahatsız edici, devamlılık arz eden cinsel tutum ve çirkin davranışlar olarak da tanımlanabilmektedir (Çakınberk, 2011: 115). İş yerinde cinsel taciz ile ilgili genel geçer bir tanımlama yapmak pek mümkün değildir. Çünkü cinsel taciz kavramı çok geniş bir içeriğe karşılık geldiği gibi cinsel taciz olarak görülen bir davranış bir başkası için başka bir şey ifade edebilmektedir bu sebepten dolayı standart bir tanımlama da yapılamamaktadır. Kadın çalışanların artmasıyla birlikte iş yerindeki cinsel taciz olaylarında da artışlar yaşanmıştır. Cinsel tacizin bilhassa iş yerinde bir sorun olarak görülmesi sanayi devrimiyle oluşmasına karşın, konunun ele alınması ne yazık ki 1970'li yıllara tekabül etmektedir. İstenmeyen cinsel tavır ve davranışlar o yıllara değin herhangi bir isimle anılmadığı gibi, o dönemde kamuoyunun da henüz ilgisini çekmemiş ve sadece şahsi ilişkilerle sınırlı önemsiz bir konu olarak kabul 103 edilmiştir. 1978 senesinde ise ilk defa cinsel taciz kavramsallaştırılmış ve Lin Farley, "Cinsel Şantaj: İş Yerinde Kadına Yönelik Cinsel Taciz (Sexual Shakedown: The Sexual Harassment of Women on the Job)" ve 1979'da da ABD'nin radikal feministlerinden Catharine Mac Kinnon'ın "Çalışan Kadınlara Yönelik Cinsel Taciz (Sexual Harassment of WorkingWomen)" isimli kitaplarında bu kavramlar kullanılmıştır (Çakınberk, 2011: 113-114). Cinsel taciz kavram olarak olumsuz şeylerin çağrışımını yapmaktadır ve bu söz dizisi kullanıldığı vakit genelde akla gelen hep kadın olması bir şeylerin de yanlış gittiğini göstermektedir. Cinsel tacizin boyutu ne olursa olsun kadını ciddi anlamda rahatsız eden durumlara neden olmaktadır. Cinsel tacizin iş yerinde gerçekleşmesi ise daha çok gereksiz ve istenmedik fiziksel temasta bulunmak, dokunmak istemek, sözlü cinsel yaklaşımlar, aşağılayıcı konuşmalar gibi rahatsız edici hal ve hareketler şeklinde kadınlara uygulanabilmektedir. Bir de unutulmaması gereken bir şey var, o da cinsel tacizi gerçekleştiren erkeğin hiç bir şey olmamış gibi davranması ve mağdur olan kadının ise bu çirkin hareketten olumsuz etkilenip utanmasıdır. İş yerinde cinsel tacize uğramış kadın personelin bu tarzdaki olaylardan olumsuz etkilenip kendini yeteri kadar işe verememesi onun iş hayatında başarılı olmasına engel bir durumdur. Yani işine severek gitmeyen kadın, işini iyi yapamadığı gibi performans düşüklüğü de yaşayabilmektedir. Bununla birlikte cinsel tacize uğrayan kadın (mağdur) çok büyük psikolojik sıkıntılara ve travmalara da maruz kalmaktadır. Bu psikolojik travmalar ister istemez kadında öfke, yorgunluk, depresyon, güven eksikliği, stres şeklinde kendini göstermektedir. Kadının iş yerinde şevkini kıran olumsuz olaylar, kadının yıpranmasına ve iş hayatında başarısız olmasına da neden olmaktadır. Bu durumda başarısızlığın cinsiyet açısından karşılığı kadına uygun görülmektedir. Cinsel taciz olayları diğer meslek grubundaki kadınları ilgilendirdiği kadar kütüphaneci kadınları da ilgilendiren ciddi bir konudur. Çünkü cinsel taciz, kadın kütüphanecinin çalıştığı kurumda eşit muamele ilkesinin dolaylı ya da dolaysız ihlal edilmesi sonucunda kadının bir şekilde mağdur edilmesiyle gerçekleşmektedir. Kadın kütüphanecilerin de maruz kaldığı bu olumsuz durumu Yılmaz (2013: 167), şu örnekle özetlemiştir: "Teksas, Friendswood'daki Galloway 104 Okulunda kütüphaneci olarak çalışan Bayan Lori Solt'un cinsel tacize uğraması ve bu durumdan dolayı ilgili makama şikâyette bulunmasıyla birlikte işine son verilmesi", konunun ciddiyetini daha da arttırmaktadır." Kadın kütüphanecilerin iş yerinde yaşayabileceği olası cinsel taciz türlerini Yılmaz (2013: 167-168), şu şekilde sıralamıştır: Sözle yapılan tacizler: Kadın kütüphanecinin, kütüphane çalışanı tarafından rahatsız edici cinsel içeriğe sahip sözlü şakalar yapıp fıkralar anlatmasına maruz kalması. Yazıyla yapılan şakalar: Kadın kütüphanecinin, kütüphane çalışanı tarafından rahatsız edici cinsel içeriğe sahip mektuplar ya da notlar gibi belgeler vermesi veya rahatsız edici e-posta göndermesi. Bedenen gerçekleşen tacizler: Kütüphane çalışanının, kadın kütüphanecinin istemi dışında ve kütüphane çalışanının tek taraflı iradesiyle gerçekleşebilen hal ve hareketleri. Örneğin, kaş- göz hareketleri, ağız- dudak şekilleri, sarılma gibi onur kırıcı bedensel temaslar gibi. Müstehcen materyallerle yapılan tacizler: Kütüphane çalışanının, çalışma odasına cinsel içerikli ve nahoş fotoğraflar, posterler, takvimler veya resimler asması. Cinsel ilişki teklifiyle gerçekleşen tacizler: Üst düzey kütüphane çalışanının emrinde çalışan kadın kütüphaneciye ödül-ceza gücünü kullanarak bazı cinsel taleplerde bulunması. 2.3.5. İmaj ve Profesyonellik Sorunu "İmge'nin eşanlamlısı olan imaj, bir kimsenin, bir toplumun kendine ilişkin olarak başkalarında yaratmak istediği ya da bıraktığı izlenim olarak tanımlanmaktadır." (Emiroğlu, 2000: 10). Yani daha önceki algılamada zihinde oluşan bazen bir sözcükle, görülen bir şeyle ya da bir kimseyle çağrıştırılan zihinsel betimlemedir (Emiroğlu, 2010: 10). 105 Kütüphanecilik bilimi, bilginin korunması, geliştirilmesi ve bilginin sunulması gibi önemli sorumluluklar yüklenen profesyonel bir meslektir. Toplum kütüphanecilik mesleğinin gerek çağdaş rol ve sorumluluklarını, gerek eğitimini ve gerekse ekonomik ve sosyal yönlerini halen daha yeteri kadar tanımamaktadır. Kütüphanecilerin görevi sadece kitaplara mühür basıp, onları raflara kaldırmak değildir. Toplumumuz günümüzün yüksek eğitimi ile yetişmiş kütüphanecilerini bile eski kurs kütüphanecileri gibi algılayabilmektedir. Bu nedenlerden dolayı popüler kültürde kütüphanecilik mesleği halen daha olması gereken yere ulaşamamıştır. Ancak günümüzün çağdaş ve bilgi teknolojilerine hakim kütüphanecilerinin bu olumsuz durumu değiştirmeye çalıştıkları da bir gerçektir. İnsanlarla ilişkiler yönünden kütüphanecilik, diğer bazı mesleklerden farklı olarak geniş bir insan kesimiyle ilişki ve etkileşim içinde yerine getirilen bir meslektir. Bu gün kütüphaneciler, sadece okul, üniversite öğrencilerine yönelik hizmetler değil, okul dışındaki halk kütüphanelerini kullanan herkese hizmet sunduğu gibi toplumla iç içe olan önemli bir meslektir. Herhangi bir mesleğin geçerli olan statüsü o mesleği oluşturan bireylerin imajı ile yakından bağlantılıdır ve bu durum meslek üyeleri için büyük önem taşımaktadır. İmaj dediğimiz şey; bir kimsenin, bir toplumun kendisiyle ilgili olarak başkalarında yaratmak istediği ya da bıraktığı izlenimlerdir. Meslek imajı ise bir grubun toplum tarafından değerlendirilmesi ve bunun sonucunda oluşan değerlerin yaygın bir biçimde kabul görmesidir. Bireyler herhangi bir meslek üyesinde gördükleri veya yaşadıkları bir deneyimden yola çıkarak o meslek ve mesleği icra edenler hakkında bir sonuca varabilmektedirler (Çelik v.d., 2013: 148). Aynı biçimde toplumun kütüphanecilik mesleğine bakışı, bu meslek hakkındaki görüş ve düşüncesi, kütüphanecilik mesleğini, meslek üyelerini ve meslek adaylarını olumlu ya da olumsuz etkileyebilmektedir. Bu bağlamda toplumun gözünde kütüphanecilik imajının belirlenmesi ve değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Kütüphanecilik mesleğinin doğrudan öğrencilere ve toplumun tamamına hitap eden bir meslektir. Hemen her meslek grubunda olduğu gibi meslek açısından en önemli etken olarak mesleki imajı düşünmesi kendini kütüphanecilik mesleğinde 106 de göstermektedir. Toplumun büyük bir kesimine bilgi hizmeti sunan kütüphanecilik mesleği toplumun gözünde her zaman olumlu bir imaja sahip olmak zorundadır. İyi bir imaja sahip olan mesleklerdeki kişilerin işlerini yapmakta daha başarılı ve istekli olduğu bilinmektedir. Ancak bazı durumlarda bazı meslekler olumsuz imaj problemi yaşayabilmektedir. Feminist perspektiften baktığımızda bu olumsuz imajın ortaya çıkmasının temel nedeni; bu meslekleri tercih edenlerin kadın ağırlıklı olmasıdır. Kadınların, hemşirelik, kütüphanecilik, okul öncesi öğretmenliği gibi mesleklerde niceliksel açıdan yoğun olması bu tarzdaki profesyonel meslekleri olumsuz etkilemektedir. Bunun nedeni ise kadın işi olarak görülen ve değerlendirilen mesleklerde görülen olumsuz imaj algısının toplum tarafından yaratılması bu tarzdaki profesyonel olan ve profesyonellik gerektiren pek çok mesleği olumsuz etkiliyor olması hem düşündürücü hem de şaşırtıcı bir durumdur. Kütüphanecilik mesleği icra eden kütüphaneciler arasında kadın kütüphanecilerin erkeklere oranla niceliksel açıdan fazla olduğu doğrudur. Ancak kadın kütüphanecilerin kütüphanelerde yoğun olarak çalışması "kütüphanecilik mesleğinin" yarı profesyonel bir meslek olarak değerlendirilmesi hiç bir biçimde rasyonel değildir. Çünkü kütüphanecilik mesleği hem kuramsal hem de bilimsel tabana sahiptir. Bu bilimsellik ve kuramsallık beraberinde bir uzmanlık gerektirmektedir. Kütüphanecilik sırf topluma yararı dokunacak hizmetler sunması açısından bile profesyonel bir meslektir (Yılmaz, 2012: 555). Bilgi hizmeti sunan kütüphanecilerin neler yaptığını ve bilgi çözümüne yönelik olmak üzere üç temel aktiviteyi Yılmaz (2012: 556) şöyle sıralamıştır: İçerikle (Derme) ilgili mesleki aktiviteler: Bilgi içeren kaynakların (içeriğin) seçimi ve sağlanmasıdahil derme yönetimi, Bilgi içeren kaynakların sayısallaştırılması dahil içeriğin yaratımı Sınıflama, kataloglama ve dizinleme dahil içeriğin düzenlenmesi, işlenmesi ve bilgiye erişimi, 107 Basılı ve elektronik kaynaklar olmak üzere tüm bilgi kaynaklarının arşivlenip korunması, Hizmetle ilgili tanımlanabilecek mesleki aktiviteler: Ödünç verme işleminden referans hizmetlerine uzanan kullanıcı hizmetleri, Kaynak ve proje yönetimi ile kütüphane hizmetlerinin yönetimi ve pazarlanması, Sosyal ve kurumsal değişimle birlikte hukuki düzenlemelere uygun politikaların yaratılması ve uygulanması, Sayısal kütüphane hizmetleri ile yeni bilgi sistemlerinin ve hizmetlerinin tasarımı ve gelişimi, Kullanıcıların bilgi ihtiyaçlarının çözümüne yönelik temel mesleki aktiviteler: Kullanıcı eğitimi, Kullanıcı merkezli sistem ve hizmetin tasarlanması, Kütüphane ve bilgi hizmetlerinin kullanılabilirliği ve değerlendirilmesi; bilgi arama davranışı dahil kullanıcı araştırmaları. Profesyonel bir meslek olan kütüphanecilik mesleğini icra eden kütüphaneciler yavaş yavaş bilgi profesyonelleri olarak isimlendirilmektedirler. Kütüphanecilik mesleğinin teorik yönü merkez olarak kitaplar yerine bilgiye odaklanmış ve bu odaklanma da açık bir şekilde kütüphanecilerin mesleki rollerinin genişlediği anlamına gelmektedir. Yanı sıra kullanıcılarla doğrudan bir iletişim içerisinde olan kütüphaneciler, sadece danışma hizmetlerine odaklanmamaktadırlar. Kütüphaneciler için kullanıcıların bilgiyi arama metotları, bilginin sağlanması, bilginin işlenip düzenlenmesine bağlı olarak hareket etmektedirler (Yılmaz, 2012: 556). Özetlemek gerekirse kütüphaneciliğin kavram olarak yeryüzünde ortaya çıkışı 19. yüzyıldır. Ne var ki kütüphaneciliğin ülkemizde var oluş evreleri aşamalı bir biçimde olmuştur. Bu evrenin ilk aşaması kurslar şeklindeyken, kütüphaneciliğin üniversitelerde kürsüsünün kurulması çok daha sonraki dönemlere tekabül 108 etmektedir. Kütüphanelerde çalışan personelin cinsiyetleri üzerine yapılmış araştırmalarda görülen şey "kadınların daha yoğun" olduğudur. Bu durumda ister istemez kadın kütüphaneciler için daha fazla araştırma ve akademik çalışmaların yapılmasına yol açmasıdır. Çalışan kadınların mesleklerine dair yaşadıkları bazı olumsuz olaylar diğer meslek gruplarında olduğu gibi kütüphanecilik mesleğinde de yaşanabilmektedir. Kadınların emek piyasasında işleri gerçekten zordur, çünkü feminist perspektiften baktığımızda emek piyasası hem kadını dışlayan hem de kendi sistemi içerisinde erkeği egemen güç haline getiren bir sürecin sonucudur. İş hayatında kadınların yaşadığı sorunlar kütüphaneci kadınların yaşadığı sorunlardan farklı değildir. Cinsiyete dayalı ayrımcılık, ücret konusunda yapılan haksızlık ve ayrımcılık, keyfi olarak hizmet ilişkisinin sonlandırılması, cinsel taciz ve bunlar gibi daha bir çok olumsuz durum. Toplumların kadına yüklediği evinin kadını olmak, çocuk bakmak, yemek yapmak gibi görevler normlaştırılmaya çalışılsa da kadınlar zamanla bu duruma dur demesini bilmişlerdir. Çünkü en ideal kadın kendi ayakları üzerinde durabilen güçlü ve özgür olan kadındır. Bu bağlamda kadın erkek eşitliğinin tam anlamıyla sağlanabilmesi için anayasal düzenlemeler yapılmıştır. Ulusal ve uluslararası kuruluşlar, sivil toplum örgütleri de kadın haklarını güvence altına almak için anlaşmalar yapmakta ve bu anlaşmaları desteklemektedirler. Kütüphanecilik mesleği bilindiği üzere profesyonel bir meslektir. Ancak kadın çalışanların yoğun olması sebebiyle popüler kültürde kütüphanecilik de tıpkı hemşirelik, okul öncesi öğretmenliği gibi yarı profesyonel bir meslek olarak algılanmaktadır. Elbette bu mantalite yanlıştır. Bir mesleği profesyonel yapan etmen o mesleği icra eden çalışanın cinsiyeti değil, personelin bilgi birikimi ve o mesleğin bir toplum için ne kadar gerekli ve değerli olduğudur. Temel görevi bilgi sunmak olan kütüphaneciler elbette toplumların gelişmesi için adeta bir köprü vazifesi görmektedirler. Bu nedenle kütüphanesiz bir toplum, kütüphanecisiz bir kütüphane düşünülemez. 109 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE'DE KADIN KÜTÜPHANECİLERİN İMAJ ALGISI: ANKET UYGULAMASI 3.1. Çalışmanın Yöntemi Araştırmada veriler anket yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünce anket uygulamasının İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde gerçekleştirilebilmesi için uygulama öncesi onay yazısı alınmıştır (Ek- 1). Önceden hedeflenmiş 150 kütüphane kullanıcısı ve çalışanına 05 Haziran 2015 tarihinde İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphane’sinde bir anket uygulanmıştır. 3.1.1. Veri Toplama Aracı Veri toplama aracının ilk bölümünde katılımcıların cinsiyet, medeni durum, yaş ve öğrenim durumu bilgilerinden oluşan kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Veri toplama aracının ikinci bölümünde kadın kütüphanecilerin imaj algısına ilişkin ifadelerin yer aldığı "Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği" kullanılmıştır. Araştırmacı tarafından geliştirilen ölçek, kadın kütüphanecilerin ulaşılabilirlik/iletişimi, cinsiyet rolü, imajı ve hizmetlerine ilişkin kütüphane kullanıcısı ve kütüphane personeli algısını ölçmeyi amaçlar. Ölçek 55 madde ve beşli derecelendirme ile cevaplanan (1= Kesinlikle katılmıyorum, 2= Katılmıyorum, 3= Kararsızım, 4= Katılıyorum, 5= Kesinlikle katılıyorum) bir ölçme aracıdır. Ölçekteki tüm ifadeler olumlu görüş belirtmektedir. Her alt boyut için maddelerin toplam puanları ilgili alt boyuttaki madde sayısına bölünerek alt boyut puan ortalaması elde edilmektedir. Benzer şekilde genel olarak kadın kütüphanecilere ilişkin algıyı belirlemek için de ölçekteki tüm maddelerin puanları toplanıp ölçekte yer alan madde sayısına bölünerek ölçeğin puan ortalaması elde 110 edilmektedir. Alt boyut veya ölçek genelinde yüksek puan kadın kütüphanecilere ilişkin algının olumlu olduğu anlaşılmaktadır. Ölçek oluşturulurken 1-7 maddeleri "Ulaşılabilirlik ve İletişim", 7-16 maddeleri "Cinsiyet Rolü", 17-43 maddeleri "İmaj" ve 44-55 maddeleri "Hizmet" başlığı altında değerlendirilmiştir. Söz konusu maddeler, aşağıda 3.1.2. Anket Soruları isimli alt başlıkta sunulmuştur. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 ULAŞILABİLİRLİK VE İLETİŞİM Kadın kütüphanecilerin erkek kütüphanecilere oranla kütüphane kullanıcıları ile iletişimleri daha kuvvetlidir. İhtiyaç duyduğumda kadın kütüphanecilere rahatlıkla soru sorabilirim. Kadın kütüphanecilere ihtiyaç duyduğum an rahatlıkla ulaşabilir ve görüşebilirim. Kadın kütüphanecilere ilettiğim sorular, dikkatle dinlenir ve sorunun çözümüne gayret gösterilir. Kütüphanedeki kadın kütüphanecilere görüş ve önerilerimi rahatlıkla dile getirebiliyorum. Kadın kütüphaneciler hizmet sunumunda açık ve anlaşılır bir dil kullanır. Kadın kütüphanecilerin erkek kütüphanecilere oranla kütüphane kullanıcıları ile iletişimleri daha kuvvetlidir. CİNSİYET ROLÜ Kütüphane yöneticisinin cinsiyeti önemlidir. Kütüphanelerde hizmet veren personelin cinsiyeti önemlidir Kütüphaneciliği bir meslek olarak kadınların tercih etmesini öneririm. Kütüphanede aldığım hizmetin kadın kütüphaneciler tarafından verilmesi, söz konusu hizmetin kalitesini arttırır. Kütüphanecilik, kadınların yoğun olarak çalıştığı bir meslektir 111 Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Kadın kütüphanecilerin popüler kültürdeki imajlarını (ulaşılabilirlik ve iletişim, cinsiyet rolleri, imaj ve hizmet) analiz etmek amacıyla; aşağıda verilen ifadelere katılım derecenize göre ilgili kutucuğu (X) işareti koymak suretiyle belirtiniz. Kesinlikle Katılmıyorum 3.1.2. Anket Soruları 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 Kütüphanecilik mesleği, kadın çalışanların sayıca daha yoğun olmasından dolayı profesyonel bir meslektir Kütüphanecilik mesleği hemşirelik gibi kadın mesleğidir. Genellikle aklımda canlandırdığım "kütüphaneci" kadındır. Kadın kütüphaneciler erkek kütüphanecilere oranla işlerinde daha uzmandırlar. İMAJ Kütüphanelerde daha çok orta yaşlı ve yaşlı kadın personel çalışır. Kadın kütüphanecilerin hemen hepsi çok ciddidir. Kadın kütüphaneciler, kütüphane kullanıcılarını sürekli sessiz olmaları için "şşşşt" diye uyarırlar. Popüler kültürde kütüphanecilik mesleğini icra eden kadın kütüphanecilerin, sevimsiz ve yaşlı kız kuruları olarak algılanması normal bir durum değildir. Kadın kütüphaneciler genelde çok konuşmazlar. Kadın kütüphaneciler, kütüphane kullanıcılarının gürültü çıkarması durumunda hemen uyarıda bulunurlar. Kadın kütüphaneciler, kıyafet seçiminde genellikle uzun etek ve yün hırka gibi klasik giyim tarzını tercih ederler. Kadın kütüphanecilerin kıyafeti ve görüntüsü düzgündür. Kadın kütüphaneci, bakımlıdır. Kadın kütüphaneci, sempatiktir. Kadın kütüphaneciler, mesleklerinin imajını yükseltmek için "kütüphaneci" unvanını hak eden davranışlarda bulunur. Kadın kütüphaneciler; kendi içine kapanık, konuşmayı sevmeyen ve toplumdan kopuk asosyal yapılıdırlar. Kadın kütüphaneci, karşısındaki kullanıcıları anlayabilen ve onun ne düşündüğünü kestirebilen bir profesyoneldir. Kadınlar özel hayatlarında düzenli olduklarından dolayı kadın kütüphanecilerin sayıca fazla olduğu kütüphanelerde kitap rafları daha düzgündür. Kadın kütüphaneci, ne yaptığını iyi bilen, alelacele karar vermeyen ve sabırlı birisidir. Kadın kütüphaneciler, güler yüzlü ve naziktir. Kadın kütüphaneciler duyarlıdır. Kadın kütüphaneciler saygılıdır. 112 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 Kadın kütüphaneciler anlaşılırdır. Kadın kütüphaneciler açık fikirlidir. Kadın kütüphaneciler iyi bir dinleyicidir. Kadın kütüphaneciler hızlı düşünüp karar verebilirler. Kadın kütüphanecilerin sezgileri güçlüdür Kadın kütüphaneciler zamanı etkili kullanabilirler. Kadın kütüphaneciler kendilerini mesleğine adarlar. Kadın kütüphaneciler mesleklerinde yenilikçidirler. Kadın kütüphaneciler güven aşılarlar. HİZMET Kadın kütüphaneciler bilgi açısından daha donanımlıdırlar. Kadın kütüphaneciler bilgiye ulaşmada teknolojiyi daha etkin kullanılabilirler. Kadın kütüphanecilerin kütüphanecilik mesleğinin gelişmesine katkısı erkek kütüphanecilerden fazladır. Kadın kütüphaneciler ilettiğim sorunların çözümüne gayret gösterir. Danışma hizmetlerindeki kadın kütüphanecilerce güler yüzle karşılanırız. Kadın kütüphanecilerin verdiği hizmetlerden yararlanan kişilerin aldığı hizmetten memnun olup olmadığı izlenmelidir. Kadın kütüphaneciler etik değerlere uygun yaklaşırlar. Kadın kütüphanecilerden hizmet alırken kendimi değerli hissederim. Kadın kütüphaneciler, verdiği hizmetlerle ilgili olası sorunlara karşı alternatif çözümler üretir. Kadın kütüphaneciler hizmet sunumunda sürekli kendini geliştirir. Kadın kütüphanecilerin sunduğu hizmetlere güvenirim. Kadın kütüphaneciler, her türlü işlemlerimizi hızla yerine getirir. 3.2. Örneklem Grubu Çalışma kapsamındaki kütüphane kullanıcılarına daha önceden uygulanmadığından ölçek soruları güvenirlik ve geçerlik testlerine tabi tutulmuştur. Ölçek geliştirme kapsamında, İstanbul ili Fatih ilçesindeki İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde gönüllü olarak katılmayı kabul eden 146 113 (125 kütüphane kullanıcısına ve 21 kütüphane personeline) katılımcıya uygulanarak sonuçları değerlendirilmiştir. 3.3. Ölçeğin Güvenirlik ve Geçerliği 3.3.1. Yapı Geçerliği Ölçek yapı geçerliği öncesi araştırmacının danışmanı ve alanında uzman iki akademisyene kapsam geçerliği için gönderilmiştir. Yapılan değerlendirmede maddelerin içerik olarak kadın kütüphanecilerin imaj algısını ölçmeye yönelik olduğu ve ait oldukları başlıkların uygun olduğu belirtilmiştir. Araştırmada kadın kütüphanecilerin imaj algılarını belirlemek üzere kullanılan ölçek daha önce her hangi bir araştırmada kullanılmayıp geçerlilik ve güvenirlik açısından da sınanmamış olmasından; araştırma için veriler analize tabi tutulmadan önce, ölçeğe ilişkin geçerlilik ve güvenirlik değerlerinin bu araştırma için sınanması gerekli görülmüştür. Yani ölçek sorularını ilk defa oluşturduğunuz için öncelikle güvenirlik ve geçerlik çalışmalarının yapılması gerekmekteydi. Güvenirlik geçerlik çalışması kapsamında açımlayıcı faktör analizi kullanılmıştır. Geçerlik çalışması kapsamında uygulanan yapı geçerliği, testin ölçülmek istenen davranış bağlamında soyut bir kavramı (faktörü) doğru bir şekilde ölçebilme derecesini gösterir. Yapı geçerliğini incelemek amacıyla faktör analizinden yararlanılabilir (Büyüköztürk, 2011: 168). Açımlayıcı faktör analizi, birbiriyle ilişkili p tane değişkeni bir araya getirerek az sayıda ilişkisiz ve kavramsal olarak anlamlı yeni değişkenler (faktörler, boyutlar) bulmayı, keşfetmeyi amaçlayan çok değişkenli bir istatistiktir. Açımlayıcı faktör analizinde, değişkenler arasındaki ilişkilerden hareketle faktör bulmaya yönelik bir işlem gerçekleştirilir. Faktör analizinde aynı yapıyı ölçmeyen maddelerin ayıklanmasında aşağıdaki ölçütler dikkate alınır (Büyüköztürk, 2011: 124-125): 1- Faktör yük değerlerinin yüksek olması, 0,45 ya da daha yüksek olması iyi bir ölçü olmakla birlikte bu oran 0,30’a kadar indirilebilir. 114 2- Maddelerin tek bir faktörde yüksek yük değerine, diğer faktörlerde düşük yük değerine sahip olması gereklidir. Bunun için her maddenin en yüksek faktör yüküne sahip olduğu faktör dışındaki faktörlerle faktör yük farkının en az 0,10 olması gerekir. 3- "Ortak faktör varyansı" toplamı veya "varyans oranları" ortalamasından oluşur. Analize dahil edilen değişkenlerle ilgili toplam varyansın 2/3’ü kadar miktarının elde edildiği faktör sayısı önemli faktör sayısı olarak değerlendirilir. Sosyal bilimlerde açıklanan toplam varyansın %40 ile %60 arasında olması yeterli olarak kabul edilir. Faktör sayısı az olduğunda bu oran %30’lara kadar düşebilir (Çokluk, Şekercioğlu ve Büyüköztürk, 2010). Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeğinin geliştirilmesi amacıyla hazırlanan sorulardan oluşan anket 146 katılımcıya sunulmuş, uygulamadan elde edilen veriler ile yapı geçerliğini ölçmek amacıyla açımlayıcı faktör analizi (AFA) yapılmıştır.Bir ölçeğin faktör analizine uygun olup olmadığını belirleyebilmek amacıyla kullanılan yöntem Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) Testidir. KMO, örneklem büyüklüğünün seçilen analize uygun ve yeterliliğini ölçmede kullanılan istatistiksel bir test tekniğidir ve bu test örnek büyüklüğüyle ilgilenir. KMO değerinin en az 0,60 olması istenmektedir. KMO katsayısı 1'e yaklaştıkça verilerin analize uygun olduğu, 1 olmasında ise mükemmel bir uyum olduğu anlamını taşır (Çalışkan ve Yazıcı, 2013: 403). Kısaca KMO değeri ne kadar yüksek olursa araştırmada elde edilen veri setinin faktör analiz sonucunun da geçerliliğini de o derece etkilemektedir (Denizli, 2014: 89). Bu bağlamda çalışma içerisinde yapılan faktör analizi sonucunda Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği için KMO değeri,0,80 Bartlett's küresellik testi anlamlılık düzeyi p<0,01 olarak ölçülmüştür. Bu değer 0,60’tan yüksek olduğundan veri grubuna faktör analizi yapılabileceğini gösterir (Büyüköztürk, 2011: 126). Kısaca yapılan istatistikler bu temel varsayımları iyi düzeyde karşıladığından faktör analizinin yapılabileceği uygun bulunmuştur. 146 kişilik örneklem ile yapılan uygulamadan elde edilen veriler ile ölçeğe faktör analizi yapılmasının uygun olduğu gözlenmiştir. 115 Şekil 1:Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Yamaç Birikinti Grafiği Ölçeğin 4 faktör olması istendiğinden dönüşümde 4 faktör koşulu uygulanmıştır. Temel Bileşenler Analizi tekniği kullanılarak yapılan faktör analizinde Varimax döndürmeleri sonucunda analize temel olarak alınan 55 madde ile analize başlanmış ve açımlayıcı faktör analizi ölçütlerine uygun olmayan maddeler elendikten sonra ölçekte 29 maddenin kaldığı tespit edilmiştir.Yamaç birikinti grafiğine göre 4. faktörden itibaren eğimin azaldığı ve 4 faktörün uygun olduğu gözlenmiştir. Ayrıca bileşenlerin toplam varyansa katkıları, tüm maddelerin ait oldukları faktörlerde bulunmaları, maddelerin ait oldukları faktörlerdeki faktör yükleri ve ölçeğin geliştirilmesi sürecinde belirlenen teorik yapıda beklenen faktör sayısı ile uyumlu olması açısından faktör sayısının 4 olarak belirlenmesi anlamlı görülmektedir (Şekil 1). Faktör analizinde sadece özdeğere (eigenvalue) bakılarak karar vermek yerine aynı zamanda özdeğere göre faktör sayısını daha başarılı bir şekilde azaltan yamaç birikinti grafiği kullanılır ve bu grafiğin temel fonksiyonu, baskın faktörleri ortaya koyarak faktör azaltmaya yardımcı olmasıdır. Çizgi grafiğe göre yüksek ivmeli, hızlı düşüşlerin yaşandığı eğim önemli sayıda faktör sayısını ifade etmektedir. Yani Şekil 1 incelendiğinde eğimin dördüncü faktörden 116 sonra plato yaparak sabitlenmeye başladığı görülmektedir. Bu nedenden dolayı özdeğerin (eigenvalue), bileşen sayısına (componet number) dördüncü faktörde sabitlemesi neticesinde faktör sayısı dört olarak belirlenmiştir (Çalışkan ve Yazıcı: 2013: 405) Aşağıda yer alan Tablo 1'de ise 29 maddenin oluşturduğu4 faktörün (bileşenin) toplam varyansa yaptıkları katkı sırasıyla %21,5, %11,6, %11,2 ve %9,9 ve açıkladıkları toplam varyans %54,2 olarak tespit edilmiştir. Ölçekte yer alan maddelerin faktör yükleri 0,42 ile 0,84 arasında değişmektedir. Tablo 1’de tüm maddeler ile yapılan faktör analizi son varimax döndürmesi yer almaktadır. Ölçekten çıkarılan maddeler sonrası kalan maddeler yeniden numaralandırılmıştır (Tablo 1). Tek faktörlü desenlerde açıklanan toplam varyansın minimum %30 olması yeterliyken, çok faktörlü desenlerde olması gereken oran %41'in üzeridir (Çalışkan ve Yazıcı, 2013: 406). Bu bağlamda 4 faktörün açıkladığı varyans yüzdesi %54,2 ile toplam varyans yüzdesinin bu çalışma için gayet iyi ve yeterli olduğu söylenebilir. Tablo 2. Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Faktör Analizi Sonuçları N=146 Eski No Madde2 Madde3 Madde4 Madde5 Madde6 Madde7 Madde10 Madde11 Madde13 Madde16 Madde24 Madde26 Madde29 Madde31 Madde32 Yeni No Madde 1 Madde 2 Madde 3 Madde 4 Madde 5 Madde 6 Madde 7 Madde 8 Madde 9 Madde 10 Madde 11 Madde 12 Madde 13 Madde 14 Madde 15 1. Faktör 2.Faktör (Ulaşılabilirlik (Cinsiyet 3. Faktör ve İletişim) Rolü) (İmaj) Faktör Yükleri 0,79 0,73 0,80 0,80 0,62 0,54 0,76 0,78 0,65 0,70 0,42 0,65 0,51 0,64 0,71 4. Faktör (Hizmet) 117 Madde33 Madde 16 Madde34 Madde 17 Madde35 Madde 18 Madde36 Madde 19 Madde37 Madde 20 Madde38 Madde 21 Madde39 Madde 22 Madde42 Madde 23 Madde44 Madde 24 Madde45 Madde 25 Madde47 Madde 26 Madde51 Madde 27 Madde52 Madde 28 Madde54 Madde 29 KMO Açıkladığı Varyans Toplam Varyans 0,70 0,84 0,73 0,69 0,72 0,50 0,54 0,63 0,69 0,77 0,59 0,51 0,62 0,53 %21,5 0,80 %11,6 %54,2 %11,2 %9,9 Yapılan faktör analizi sonucunda, ölçekte yer alan ifadelerin her biri ayrı bir faktör olarak kabul edildiğinde, faktörlerin yük değerlerine göre 4 boyut altında toplandıkları görülmüş; bu durum da ölçeğin, Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısını; ulaşılabilirlik ve iletişim, cinsiyet rolü, imaj ve hizmet boyutlarında ölçtüğünü ispatlamaktadır. 3.3.2. Güvenirlik Analizi Güvenirlik, bireylerin test maddelerine verdikleri cevaplar arasındaki tutarlılık olarak tanımlanabilir. Güvenirlik, testin ölçmek istediği özelliği ne derece doğru ölçtüğü ile ilgilidir. Test maddelerinin ölçtüğü özelliklerin, örneklediği davranışların, benzeşik olması bu tür güvenirliği yükseltecektir (Büyüköztürk, 2011:169-171). Bu çalışmada ölçek güvenirliği için Cronbach Alfa, madde toplam puan korelasyonu, alt/üst %27’lik grupların t testi kullanılmıştır. Hesaplanan Cronbach Alpha güvenirlik katsayısının 0,70 ve daha yüksek olması test puanlarının güvenirliği için genel olarak yeterli görülmektedir (Büyüköztürk, 2011:170-171). Likert tipi derecelendirme ölçeklerinin kullanıldığı bir testte madde-toplam korelasyonu, Pearsonkorelasyon katsayısı ile hesaplanır. Genel 118 olarak madde-toplam puan korelasyonu 0,30 ve daha yüksek olan maddelerin bireyleri iyi derecede ayırt ettiği, 0,20-0,30 arasında kalanların teste alınabileceği söylenebilir. Madde analizi kapsamında başvurulan bir başka yol, testin toplam puanlarına göre oluşturulan alt%27 ve üst%27’lik grupların madde ortalama puanları arasındaki farkların ilişkisiz t-testi kullanılarak sınanmasıdır. Gruplar arasında istendik yönde gözlenen farkların anlamlı çıkması, testin iç tutarlığının bir göstergesi olarak değerlendirilir. Cronbach Alpha, madde toplam korelasyonu ve alt/üst %27’lik grupların t testi maddelerin bireyleri ölçülen davranış bakımından ne derece ayırt ettiğini gösterir (Büyüköztürk, 2011: 171-172). Tablo 3. Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Madde Analizi Sonuçları Madde No Madde 1 Madde 2 Madde 3 Madde 4 Madde 5 Madde 6 Madde 7 Madde 8 Madde 9 Madde 10 Madde 11 Madde 12 Madde 13 Madde 14 Madde 15 Madde 16 Madde 17 Madde 18 Madde 19 Madde 20 Madde 21 Madde 22 Madde 23 Madde 24 Madde 25 Madde 26 Madde 27 At Boyut Ulaşılabilirlik ve İletişim Cinsiyet Rolü İmaj Hizmet Madde Toplam Korelasyonu (r) (N=146) 0,44 0,38 0,44 0,40 0,45 0,38 0,38 0,39 0,36 0,50 0,41 0,59 0,59 0,52 0,57 0,65 0,60 0,58 0,61 0,54 0,57 0,46 0,49 0,52 0,45 0,54 0,50 Cronbach Alpha (α) Alt%27Üst%27 t (n1=n2=40) -5,85** -5,04** -5,39** -5,19** -5,46** -4,55** -3,49** -5,12** -3,98** -6,06** -5,30** -8,10** -7,89** -6,06** -6,71** -9,03** -8,71** -8,92** -7,91** -6,89** -7,77** -5,58** -6,28** -5,81** -3,91** -6,21** -5,94** 0,84 0,77 0,91 0,90 0,81 119 Madde 28 Madde 29 0,66 0,59 *p<0,05 -9,88** -8,08** **p<0,01 Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeğinin tümüne ait Cronbach Alpha katsayısı 0,91 olarak bulunmuştur. Alt boyutların Cronbach Alpha katsayıları sırasıyla 0,84- 0,77- 0,90 ve 0,81 olarak hesaplanmıştır. Ölçekte tüm maddeler için madde-toplam korelasyonlarının 0,38 ile 0,66 arasında yer aldığı ve ölçekteki tüm maddelerin t değerlerinin anlamlı (p<0,01) olduğu görülmektedir (Tablo 2). Bu sonuçlar, ölçeklerde yer alan maddelerin geçerliklerinin yüksek olduğu, kadın kütüphanecilerin imaj algısı bakımından kütüphane kullanıcılarını ayırt ettikleri ve ölçeklerde yer alan maddelerin ölçek içinde aynı davranışı ölçmeye yönelik maddeler oldukları şeklinde yorumlanabilir (Büyüköztürk, 2011:169-172). Yapılan güvenirlik ve geçerlik çalışmaları sonucunda kalan 29 maddeden oluşan ölçeğin örnekleme uygun olduğu, güvenilir ve geçerli bir ölçme aracı olduğu tespit edilmiştir. Güvenirlik ve geçerlik testleri sonucunda ölçeğin, 4 faktör ve 29 maddeden oluştuğu bulgusu elde edilmiştir. Maddelerin ait oldukları faktörler ve faktör adları kapsam geçerliğine uygun olarak tanımlanmıştır. Buna göre 5 maddeden (madde 2, 3, 4, 5, 6) oluşan 1. faktör "Ulaşılabilirlik ve İletişim", 5 maddeden (madde 7, 10, 11, 13, 16) oluşan 2. faktör "Cinsiyet Rolü", 13 maddeden (madde 24, 26, 29, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 42) oluşan 3. faktör "İmaj" ve 6 maddeden (madde 44, 45, 47, 51, 52, 54) oluşan 4. faktör "Hizmet" alt boyutu olarak tanımlanmıştır. 3.4. Verilerin Analizi Veriler, SPSS (Statistical Packages for the Social Sciences) 15.0 programı kullanılarak analiz edilmiştir. 120 Ölçek ve alt boyut puanlarının normallik sınamasında Çarpıklık (Skewness) katsayısı kullanılmıştır. Sürekli bir değişkenden elde edilen puanların normal dağılım özelliğinde kullanılan çarpıklık katsayısının (Skewness) ±1 sınırları içinde kalması puanların normal dağılımdan önemli bir sapma göstermediği şeklinde yorumlanabilir (Büyüköztürk, 2011: 40). Yapılan normallik sınamasında Ulaşılabilirlik ve İletişim alt boyut puanının normal dağılım göstermediği tespit edildiğinden yansıtma (reflect) ve karekök dönüşümü yapılarak (Çokluk, Şekercioğlu ve Büyüköztürk, 2010: 17) analizlerde bu puanlar kullanılmıştır. Ölçek ve diğer alt boyut puanlarının normal dağılım gösterdiği tespit edildiğinden (Tablo 4) puanların cinsiyet, medeni durum ve öğrenim durumu değişkenlerine göre karşılaştırılmasında bağımsız iki örneklem t testi; yaş değişkenine göre karşılaştırılmasında Tek Yönlü Varyans Analizi kullanılmıştır. Analizlerde güven aralığı %95 (anlamlılık düzeyi 0,05 p<0,05) olarak belirlenmiştir. 3.5. Bulgular Tablo 4. Katılımcıların Demografik Özelliklerine Göre Dağılımı Demografik Değişken Cinsiyet Medeni durum Yaş Öğrenim durumu Gruplar n % Kadın Erkek Evli Bekar 20 yaş ve altı 21-25 yaş 26-30 yaş 30 yaş üzeri Lise Üniversite 68 78 14 132 34 81 14 17 84 62 46,6 53,4 9,6 90,4 23,3 55,5 9,6 11,6 57,5 42,5 Araştırmaya katılan 146 katılımcının %46,6'sı kadın, %53,4'ü erkektir. Katılımcıların %9,6'sı evli, %90,4'ü bekardır. Katılımcıların %23,3'ü 20 yaş ve 121 altı, %55,5’i 21-25 yaş, %9,6’sı 26-30 yaş aralığında, %11,6’sı 30 yaş üzerindedir. Katılımcıların %57,5’i lise, %42,5’i üniversite düzeyinde öğrenim görmüştür. Tablo 5. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarına Ait Betimsel İstatistikler Ölçek ve At Boyut Ulaşılabilirlik ve İletişim Cinsiyet Rolü İmaj Hizmet ÖLÇEK GENEL Madde Sayısı 5 5 13 6 X 3,56 2,79 3,33 3,09 3,22 SS 0,73 0,76 0,59 0,64 0,49 Min. 1,00 1,00 1,54 1,17 1,69 Max. 5,00 5,00 5,00 4,67 4,66 Çarpıklık (Skewness) -1,201/-0,617* 0,020 0,023 -0,091 0,002 * Yansıtma (Reflect) ve Karekök dönüşümü sonrası Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği puan ortalaması 3,22±0,49 olarak bulunmuştur. Alınabilecek en düşük (1) ve en yüksek (5) puanlar dikkate alındığında ölçek geneline ait puan ortalamasının "kararsızım" düzeyinde olduğu tespit edilmiştir (5-1=4/5=0,80 olduğundan puan aralığı 1-1,80=Kesinlikle katılmıyorum; 1,81-2,60=Katılmıyorum; 2,61-3,40=Kararsızım, 3,41- 4,20=Katılıyorum, 4,21-5,00=Kesinlikle katılıyorum). Ulaşılabilirlik alt boyutu puanlarının ortalaması 3,56±0,73 "katılıyorum" düzeyinde tespit edilmiştir. Cinsiyet Rolü alt boyutu puanlarının ortalaması 2,79±0,76 "kararsızım" düzeyinde; İmaj alt boyutu puanlarının ortalaması 3,33±0,59 "kararsızım" düzeyinde; Hizmet alt boyutu puanlarının ortalaması 3,09±0,64 "kararsızım" düzeyinde bulunmuştur. Kadın kütüphanecilerin ulaşılabilirlik ve iletişim becerisine ilişkin algı nispeten yüksek düzeyde olumlu olmakla birlikte diğer algıların ve genel imaj algısının orta düzeyde olumlu olduğu söylenebilir. Tablo 6. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Cinsiyete Göre Bağımsız İki Örneklem t Testi Sonuçları Alt Boyutlar Cinsiyet N SS 𝐗 Ulaşılabilirlik Kadın 68 3,68 0,58 ve İletişim Erkek 78 3,46 0,84 t 1,449 P 0,150 122 Cinsiyet Rolü İmaj Hizmet ÖLÇEK GENEL Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek 68 78 68 77 68 78 68 78 2,86 2,72 3,32 3,33 3,15 3,03 3,27 3,18 0,69 0,83 0,66 0,53 0,67 0,62 0,51 0,49 1,099 0,273 -0,011 0,991 1,060 0,291 1,058 0,292 Ulaşılabilirlik ve İletişim (t=1,449; p>0,05), Cinsiyet Rolü (t=1,099; p>0,05), İmaj (t=-0,011; p>0,05), Hizmet (t=1,060; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek geneline ait puanların (t=1,058; p>0,05) cinsiyet değişkenine göre anlamlı düzeyde farklılık göstermediği tespit edilmiştir. Tablo 7. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Medeni Duruma Göre Bağımsız İki Örneklem t Testi Sonuçları Alt Boyutlar Medeni Durum Ulaşılabilirlik Evli ve İletişim Bekar Evli Cinsiyet Rolü Bekar Evli İmaj Bekar Evli Hizmet Bekar Evli ÖLÇEK Bekar GENEL N 14 132 14 132 13 132 14 132 14 132 𝐗 3,19 3,60 2,46 2,82 3,37 3,32 2,70 3,13 3,02 3,24 SS 1,06 0,68 0,93 0,75 0,61 0,59 0,57 0,64 0,51 0,49 t -1,707 P 0,090 -1,706 0,090 0,303 0,762 -2,395 0,018 -1,578 0,117 Ulaşılabilirlik ve İletişim (t=-1,707; p>0,05), Cinsiyet Rolü (t=-1,706; p>0,05), İmaj (t=0,303; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek geneline ait puanların (t=1,578; p>0,05) medeni durum değişkenine göre anlamlı düzeyde farklılık göstermediği tespit edilmiştir. Hizmet alt boyut puanlarının medeni durum değişkenine göre anlamlı düzeyde farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (t=-2,395; p<0,05). Kadın kütüphanecilerin 123 hizmetine ilişkin bekar kullanıcıların algı puanları (3,13±0,64), evli kullanıcıların algı puanlarından (2,70±0,57) anlamlı düzeyde daha yüksektir. Tablo 8. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Yaş Gruplarına Göre Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları Yaş 20 yaş ve altı Ulaşılabilirlik 21-25 yaş ve İletişim 26-30 yaş 30 yaş üzeri 20 yaş ve altı 21-25 yaş Cinsiyet Rolü 26-30 yaş 30 yaş üzeri 20 yaş ve altı 21-25 yaş İmaj 26-30 yaş 30 yaş üzeri 20 yaş ve altı 21-25 yaş Hizmet 26-30 yaş 30 yaş üzeri 20 yaş ve altı 21-25 yaş ÖLÇEK 26-30 yaş GENEL 30 yaş üzeri Alt Boyutlar N 34 81 14 17 34 81 14 17 34 81 14 16 34 81 14 17 34 81 14 17 𝐗 3,63 3,63 3,39 3,27 2,65 2,93 2,61 2,54 3,22 3,37 3,31 3,36 3,06 3,15 3,13 2,78 3,16 3,29 3,17 3,07 SS 0,59 0,65 1,10 0,95 0,78 0,73 0,71 0,90 0,68 0,55 0,71 0,53 0,74 0,61 0,64 0,53 0,56 0,46 0,53 0,48 F 0,987 P 0,401 2,170 0,094 0,499 0,684 1,622 0,187 1,343 0,263 Ulaşılabilirlik ve İletişim (F=0,987; p>0,05), Cinsiyet Rolü (F=2,170; p>0,05), İmaj (F=0,499; p>0,05), Hizmet (F=1,622; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek geneline ait puanların (F=1,343; p>0,05) yaş değişkenine göre anlamlı düzeyde farklılık göstermediği tespit edilmiştir. Tablo 9. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Öğrenim Durumuna Göre Bağımsız İki Örneklem t Testi Sonuçları Öğrenim Durumu N 𝐗 Ulaşılabilirlik Lise 84 3,61 ve İletişim Üniversite 62 3,50 Cinsiyet Rolü Lise 84 2,75 Alt Boyutlar SS 0,62 0,86 0,71 T 0,619 p 0,537 -0,788 0,432 124 İmaj Hizmet ÖLÇEK GENEL Üniversite Lise Üniversite Lise Üniversite Lise Üniversite 62 84 61 84 62 84 62 2,85 3,26 3,42 3,03 3,17 3,18 3,28 0,84 0,58 0,59 0,64 0,64 0,47 0,53 -1,654 0,100 -1,340 0,183 -1,183 0,239 Ulaşılabilirlik ve İletişim (t=1,449; p>0,05), Cinsiyet Rolü (t=1,099; p>0,05), İmaj (t=-0,011; p>0,05), Hizmet (t=1,060; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek geneline ait puanların (t=1,058; p>0,05) cinsiyet değişkenine göre anlamlı düzeyde farklılık göstermediği tespit edilmiştir. Tablo 10. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Kullanıcı Gruplarına Göre Bağımsız İki Örneklem t Testi Sonuçları Alt Boyutlar Gruplar Ulaşılabilirlik Dış kullanıcı ve İletişim Personel Dış kullanıcı Cinsiyet Rolü Personel Dış kullanıcı İmaj Personel Dış kullanıcı Hizmet Personel Dış kullanıcı ÖLÇEK Personel GENEL N 125 21 125 21 125 20 125 21 125 21 𝐗 3,59 3,44 2,84 2,48 3,29 3,54 3,12 2,88 3,23 3,19 SS 0,66 1,07 0,74 0,86 0,56 0,72 0,61 0,77 0,47 0,64 T 0,232 p 0,817 2,032 0,044 -1,782 0,077 1,596 0,113 0,352 0,725 Ulaşılabilirlik ve İletişim (t=0,232; p>0,05), İmaj (t=-1,782; p>0,05), Hizmet (t=1,596; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek geneline ait puanların (t=0,352; p>0,05) kullanıcı gruplarına göre anlamlı düzeyde farklılık göstermediği tespit edilmiştir. Cinsiyet Rolü alt boyut puanlarının kullanıcı gruplarına göre anlamlı düzeyde farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (t=2,032; p<0,05). Kadın kütüphanecilerin cinsiyet rolüne ilişkin kütüphane dışından gelen kullanıcıların algı puanları 125 (2,84±0,74), kütüphane personelinin algı puanlarından (2,48±0,86) anlamlı düzeyde daha yüksektir. Sonuç olarak aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır: Kadın kütüphanecilerin ulaşılabilirlik ve iletişim becerisine ilişkin oluşan algı; cinsiyet rolü, imaj ve hizmet alt boyut puan ortalamalarına nispeten yüksek düzeyde olumlu olmakla birlikte diğer algıların ve genel imaj algısının orta düzeyde olumlu olduğu söylenebilir. Yani kütüphane kullanıcıları, istedikleri zaman kadın kütüphanecilere rahatlıkla ulaşıp iletişim kurabilmektedirler. Bu sonuç kadın kütüphanecilerin ulaşılabilirlik ve iletişim imajının pozitif olduğunu ispatlamaktadır. Cinsiyet rolü alt boyut puanlarının kullanıcı gruplarına (kütüphane personeli ve kütüphane kullanıcıları) göre anlamlı düzeyde farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Yani; Kadın kütüphanecilerin cinsiyet rolüne ilişkin kütüphane dışından gelen kullanıcıların algı puanları, kütüphane personelinin algı puanlarından anlamlı düzeyde daha yüksek çıkmıştır. Kütüphane kullanıcıları; kütüphane çalışanlarının aksine kütüphaneciliğin kadınlarca tercih edilmesini doğru bulmuşlardır. Bu sonuç, kütüphane kullanıcılarının kadınları kütüphanecilik mesleği için daha uygun ve doğru buldukları sonucunu vermiştir. Kadın kütüphanecilerin cinsiyet rolüne ilişkin kütüphane dışından gelen kullanıcılar: Kütüphane yöneticisinin cinsiyetinin, kütüphanelerde hizmet veren personelin cinsiyetinin, kütüphaneciliğin bir meslek olarak kadınlarca tercih edilmesinin uygun olduğunu, kütüphanede aldıkları hizmetin kadın kütüphaneciler tarafından verilmesi durumunda aldıkları hizmetin kalitesinin artacağını, kütüphaneciliğin kadınların yoğun olarak çalıştığı bir meslek olarak gördüklerini, kütüphanecilik mesleğinde kadın çalışanların sayıca daha yoğun olmasından dolayı profesyonel bir meslek olduğunu, kütüphanecilik mesleğinin hemşirelik gibi kadın mesleği 126 olduğunu, genellikle zihinlerinde canlandırdıkları "kütüphanecinin" kadın oluğunu ve kadın kütüphanecilerin erkek kütüphanecilere oranla işlerinde daha uzman olduklarını, kütüphaneciliğin kadınlarca tercih edilmesinin bu mesleği profesyonelleştirdiğini düşünmektedirler. Bu kapsamda kütüphanelerde çalışan kadın kütüphanecilerin, kütüphane kullanıcıları tarafından algılanışları anlamlı derecede pozitiftir. Ne varki kütüphanelerde çalışan personelin kadın kütüphanecilere karşı algıları da bir o kadar negatiftir. Kısaca; kadın kütüphanecilerin cinsiyet rolüne ilişkin kütüphane dışından gelen kullanıcıların algı puanları, kütüphane personelinin algı puanlarından anlamlı düzeyde daha yüksektir. Yani kütüphane çalışanı olmayan kullanıcılar, kütüphane çalışanlarına göre kadın çalışanların cinsiyet rolüne daha hassastırlar. 127 SONUÇ Türkiye’de kadın kütüphanecilerin imajını feminist perspektiften irdelemeyi amaçlayan bu çalışmada hipotezimiz, Türkiye’de kütüphanelerde çalışan kadın kütüphanecilerin imajlarının kütüphane kullanıcıları tarafından algılanışı pozitif olduğu şeklinde belirlenmiştir. Tezimizin hipotezini test etmek amacıyla betimsel analiz yöntemi ve tarihsel yöntemden yararlanılmış ayrıca tezimizde bir anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Kadın kütüphanecilerin imaj algılarını analiz etmek amacıyla uyguladığımız anket iki kısımdan oluşmuştur. Anketin birinci bölümünde genel ve demografik özellikler, ikinci bölümü ise kendi içerisinde beş konu başlığı altında şu şekilde toplanmıştır: ulaşılabilirlik ve iletişim, cinsiyet rolleri, imaj ve hizmet. Anketimiz 78’i erkek, 68'i ise kadın olmak üzere toplam 146 kişiye uygulanmıştır. Anket sonucunda tezimizin hipotezinin doğru olduğu saptanmıştır. Kütüphane kullanıcıları referans alınarak yapılmış olan bu anket uygulaması göstermiştir ki Türkiye’deki kadın kütüphanecilerin imaj algısının, popüler kültürde ifade edildiği gibi sevimsiz, yaşlı, huysuz olmadıkları aksine donanımlı, profesyonel ve iletişim becerilerinin kuvvetli olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak popüler kültürde kadın kütüphanecilerin olumsuz imaj problemi yaşamaları algısının aksine bu tez çalışmasında Türkiye’de mesleğe ve kadın kütüphanecilere yönelik olumsuz herhangi bir algının olmadığı tespit edilmiştir. Mesleki ayrım genel olarak "iş piyasasında farklı mesleklerde çalışmak için kadının ve erkeğin vurgulanmış eğilimlerinden" bahseder. Kütüphanecilik mesleğinin mesleki ayrımı incelendiğinde, bu mesleği kadınların yoğun olarak tercih ettiği ve bu alanda çalıştığı gerçeği dikkate alındığında tezimizde popüler kültürde ifade edildiği gibi sırf kadın olmalarından dolayı profesyonel bir meslek olan kütüphaneciliğin, yarı profesyonel bir meslek olduğu iddiasının gerçeklerle örtüşmediği belirlenmiştir. 128 Popüler kültürde kadınlara karşı yaratılan önyargı yok olduğu zaman profesyonellik problemi yaşadığı düşünülen kadınların yoğun olarak istihdam edildiği kütüphanecilik ve diğer mesleklerde zamanla imaj probleminin üstesinden gelineceği de açıktır. Araştırmamızda kadın kütüphanecilerin imajının tespit edilmesi için uygulamış olduğumuz anket çalışmasının üniversite kütüphaneleriyle birlikte halk kütüphanelerini de kapsayacak şekilde geliştirilmesi ileriki çalışmalar için yararlı olacağı açıktır. 129 KAYNAKÇA Acar- Savran, Gülnur, Nesrin Tuna-Demirtontan: Kadının Görünmeyen Emeği, İstanbul, Yordam Yayınları, 2012. Aktaş, Gül: "Feminist Söylemler Bağlamında Kadın Kimliği: Erkek Egemen Bir Toplumda Kadın Olmak", Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, 2013, Cilt:30, Sayı:1, ss.53-72. Arat, Necla: Feminizmin Abc'si, İstanbul, Say Yayınları, 2010. Ataman, Muhittin: "Feminizm: Geleneksel Uluslararası İlişkiler Teorilerine Alternatif Yaklaşımlar Demeti", Alternatif Politika, C.1, No:1, Nisan 2009, ss.1– 41. Atılım Üniversitesi E- Bülten: "Prof. Dr.Serap Kurbanoğlu ile Söyleşi", S:33, 2014, (Çevirimiçi) http://ebulten.library.atilim.edu.tr/sayi/2014-03, 19 Nisan 2015. Baum, Christina D.: Feminist Thought in American Librarianship, North Carolina, McFarland& Company, 1992. Belet, Nuran H. : "Kriz Olgusunun Kadına Yönelik Algıya ve Kadın İşgücüne Etkisi", Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 2013, 15(1), ss.199-225. Büyüköztürk, Şener: Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, Ankara, Pegem Akademi, 2011. Coşkun, Ali, Emine Öztürk: "Türk Kadınının Feminizm'e Bakışı", Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, 2009, ss.11-143. Çakınberk, Arzu K. : İş'te Kadın Olmak, Ankara, Nobel Kitap, 2011. Çakır, İrfan: "Cumhuriyet'ten Günümüze Bilgi Profesyonellerinin Eğitiminde Başlıca Yönelişler", Türk Kütüphaneciliği, 2005, 19(1), ss.7-24. Çakır, Serpil: "Kapitalizm ve Patriyarkaya Karşı: Sosyalist Feminizm", Toplum ve Demokrasi, 2008, 2(4), ss.185-196. 130 Çakır, Serpil: Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul, Metris Yayınları, 2013. Çakıroğlu, Atilla: "Hem Mühendis Hem Doktor (Mesleki Bir Anı)", Türk Kütüphaneciliği, 1989, ss. 109. Çalışkan, Hüseyin, Kubilay Yazıcı: "Ölçme ve Değerlendirmeye Yönelik Tutum Ölçeğinin Geliştirilmesi ve Sosyal Bilgiler Öğretmenlerinin Tutum Düzeylerinin Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi", International Journal of Human Sciences, 2013, 10(1), ss.398-415. Çelik, Aslı S. , Türkan Pasinlioğlu, Tuğçe Kocabeyoğlu, Sema Çetin: "Hemşirelik Mesleğinin Toplumdaki İmajının Belirlenmesi", F.N. Hemşirelik Dergisi, 2013, C:21, S:3, ss.147-153. Çokluk, Ömay, Şener Şekercioğlu, Güçlü Büyüköztürk: Sosyal Bilimler İçin Çok Değişkenli İstatistik, Ankara, Pegem Akademi, 2010. Davaz, Aslı: Eşitsiz Kız Kardeşlik: Uluslararası ve Ortadoğu Kadın Hareketleri, 1935 Kongresi ve Türk Kadın Birliği, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014. Demir, Zekiye: Modern ve Postmodern Feminizm, İstanbul, Sentez Yayıncılık, 2014. Denizli, Adviye Aslı: "Örgütsel Adaletin, Kapsam İçi ve Kapsam Dışı Personel Tarafından Algılanması: Bir Uygulama", Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2014. Donovan, Josephine: Feminist Teori, Çev. Aksu Bora, Fevziye Sayılan, Meltem Ağduk Gevrek, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013. Ecevit, Yıldız: İşgücü Piyasasında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği El Kitabı, Ankara, Pelin Ofset Tipo Matbaacılık, 2010. Emiroğlu, Nuran: "Sağlık Personelinin ve Toplumun Hemşirelik İmajı", Hemşirelik Araştırma Dergisi, 2000, ss.9-18. 131 Ersoy, Ersan: "Cinsiyet Kültürü İçerisinde Kadın ve Erkek Kimliği (Malatya Örneği)", Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2009, C.19, S.2, ss.209230. Fiske, John: Popüler Kültürü Anlamak, Çev. Süleyman İrvan, İstanbul, Parşömen, 2012. Hooks, Bell: Feminizm Herkes İçindir: Tutkulu Politika, Çev. Esra Aşan, Ali Kerem Saysel, İstanbul, Bgst Yayınları, 2012. ILO Ankara, 1958, (Çevirimiçi) http://www.ilo.org/ankara/lang--tr/index.htm, 17 Nisan 2015. "ILO 101 Nolu Eşit Ücret Sözleşmesi ", Kanun No:810, R.G., S. 12484, tar. 13 Aralık 1966, (Çevirimiçi) www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowDoc/WLP.../diyih/.../ilosozlesmetr/100, 19 Nisan 2015. "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi", S. 25196, Karar Sayısı: 2003/5923, 11.08.2003, (Çevirimiçi) www.ombudsman.gov.tr/.../3507--Ekonomik,-Sosyal-veKulturel-Hakla, 19 Nisan 2015. İrvan, Süleyman, Mutlu Binark: Kadın ve Popüler Kültür, Ankara, Ark Yayınları, 1995. Kadın Kordinasyon Merkezi, (Çevirimiçi) http://sites.ibb.gov.tr/ibbkkm.org/kadina-dair/turkiyede-kadin-haklari-kronolojisi/, 19 Nisan 2015. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşmeye Ek Protokol, 2000, (Çevirimiçi) http://www.turkkadinlarbirligi.org/cedaw/sozlesme/S%C3%B6zle%C5%9Fme, 20 Nisan 2015. Karakaş, Sekine: "Türkiye’de İlk Kütüphanecilik Bölümünün Kuruluşu ve Emily Dean", Türk Kütüphaneciliği, 1999, 13(4), ss.376-396. 132 Kökkılınç, Ayşe Gül: İş Hukukunun Uluslararası Kaynakları Işığında Kadın İşçilerin Korunması, İstanbul, Legal Yayıncılık, 2013. Notz, Gisela: Feminizm, Çev. Sinem Derya Çetinkaya, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2011. Oktay, Aygül: "İşyerinde Cinsel Taciz ve İstismar", Kadın Araştırmaları Dergisi, 2001, S:7, ss.75-89. Okutan, Birsen Banu: Türkiye'de Popüler Kültür Din ve Kadın Marjinalizasyondan Entegrasyona, İstanbul, Düşün Yayıncılık, 2013. Ötüken, Deniz: "Çocuğunuz Kütüphaneci Olmalı Mıdır?", Türk Kütüphaneciliği, 1957, 6(3), ss.93-97. Özdemirci, Ata.: Şirket ve Popüler Kültür & Tüketim Psikolojisi ve İmaj Yönetimi: Türkiye (1950-1980), İstanbul, Beta Yayıncılık, 2014. Özgür, Bahadır: "Kütüphaneci Kadın, Petrolcü Erkeğe Karşı", Radikal, 18 Ekim 2010, (Çevirimiçi) http://www.radikal.com.tr/ekonomi/kutuphaneci-kadin- petrolcu-erkege-karsi-1026030/, 24 Nisan 2015. Öztürk, Emine: Feminist Teori ve Tarihsel Süreçte Türk Kadını, İstanbul, Rağbet Yayınları, 2011. Parlaktuna, İnci: "Türkiye’de Cinsiyete Dayalı Mesleki Ayrımcılığın Analizi", Ege Akademik Bakış, 2010, 10(4), ss.1217-1230. Ramazanoğlu, Caroline: Feminizm ve Ezilmenin Çelişkileri, İstanbul, Pencere Yayınları, 1998. Sakallı, Erol: "Türkçe Popüler Kültür", Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 2014, S.3(2), ss.307-317. Şahin, Elmas: Batı'da ve Türkiye'de Kadın Hareketleri ve Feminizm, Ankara, Ürün Yayınları, 2013. 133 Şimşek- Rathke, Leyla: Dünden Kalanlar: Türkiye'de Hemşirelik ve GATA TSK Sağlık Meslek Lisesi Örneği, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011. Türk Dil Kurumu: "Büyük Türkçe Sözlük", 1980, (Çevirimiçi) http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.565 b3ad24b0e77.47826928, 24 Nisan 2015. Türkiye İstatistik Kurumu: "Haber Bülteni", S.18619, 5 Mart 2015, (Çevirimiçi) http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619, 29 Kasım 2015. Walter, Margaret: Feminizm, Çev. Hakan Gür, Ankara, Dost Kitapevi, 2009. Yılmaz, Abdullah, Yavuz Bozkurt, Ferit İzci: " Kamu Örgütlerinde Çalışan Kadın İşgörenlerin Çalışma Yaşamlarında Karşılaştıkları Sorunlar Üzerine Bir 5 Araştırma", Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2008, C:9, S: 2, ss. 89-114. Yılmaz, Murat: "Kadın Kütüphaneciler: Toplumsal Cinsiyet Sorunları", Bilgi Dünyası,2013, 14(1), ss. 163-171. Yılmaz, Murat:"Popüler Kültürde Kadın Kütüphanecilerin İmajı: Feminist Bir Yaklaşım", Türk Kütüphaneciliği, 2012, 26(3), ss.548-563. Yılmaz, Murat: Etik ve Kütüphanecilik, İstanbul, Beşir Kitabevi, 2007. Yörü, Halime: "Türkiye’deki Üniversite Kütüphanelerinde Kadın İşgücü", Türk Kütüphaneciliği, 2009, 23(2), ss. 351-365. 134 EKLER 135 136