YOKSULLARI KÜRTLEŞTĐRMEK 20 Ağustos 2006 Töre cinayetlerinin Kürtlere özgü olup olmadığı tartışılmaya başlandı. Hem hazin hem de ne tehlikeli bir tartışma. Bir kavramı tartışmak, olabilirliğini örtük olarak kabul etmek de demektir. Bu tartışmadan töre cinayetlerinin yalnız Kürtlerde görülen bir gelenek olduğu gibi bir sonuç çıkacağından değil ve fakat Kürtlerin "her olumsuzluğun ardındaki neden" olabilirliklerinin biraz daha zihinlere yer etmesi sonucu çıkacağı kesin gibi. Türkiye'de son birkaç yıla kadar PKK'nin sürdürdüğü ayrılıkçı terör, işlerin yolunda gitmemesinin temel nedeni olarak görülüyordu. Şimdilerde sadece PKK değil, bizatihi Kürtler bu durumun sorumlusu olarak görülmeye başlandı. Kürtler ve PKK, dahası Kuzey Irak'takilerve Bar-zani de aynı grup içinde görülmeye başlandı. Sanki Kuzey Irak bölgesi ile Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayanlar aynı sosyokültürel gruplarmış gibi değerlendirilir oldular. Trajik olan, bu değerlendirmeleri yapanların, tam da tersini iddia edenler olması. Seksenler boyunca, önce Kürt yoktur diye başlayanlar şimdilerde belki de bilinçsizce Kürtlerin, Türklerden farklı olduklarını daha çok dile getirir oldular. Balkanlar'dan Basra Körfezi'ne kadar olan geniş coğrafyada Türk, Kürt, Çerkez, Pomak, Arap vs vs, onlarca etnisite hemen birçok açıdan neredeyse aynı kültürel gelenekleri farklı kentlileşme/kapitalistleşme düzeylerinde olsalar da paylaşır ve sürdürürlerken, "herkes Türktür"le başlayanların "yok onlar farklı" çizgisine gelmeleri ne kadar acı! Töre cinayetlerinin kapitalizmin vahşetiyle, çözülen feodal bağların direnci arasında sıkışıp kalmanın bir sonucu olduğunu cümle alem bilirken, bu cinayetlerin Kürtlere özgü olduğunu dillendirmenin ardında ne yatıyor olabilir? Kürtlerin "bizden" olmadıklarını kanıtlamak ne işe yarayacak? Bir kere bunun ayrılıkçı Kürt gruplarının üzerine atlayacağı bir önerme olduğu kesin. Ne oldu ki, en "şahin milliyetçiler" birden "adam olmaz" ve "zararlı" bir etnisite-nin varlığından söz etmeye başladılar? Her toplum kendisini olabilecek en doğal toplum olarak görmeye ve kendisini normalli-ğin ölçütü olarak değerlendirmeye eğilimlidir. Böyle olduğu içinde verili durumdan toplumun tümünün sorumlu olduğu genel bir kabul görür. Toplum, işler yolunda gitmediğinde bu durumu önce yöneticilerin basiretsizliği ya da hainliği ile açıklamaya eğilim gösterir. Bu yeterli gelmediğinde "içindeki düşmanları" aramaya başlar. "Sallandıracaksın bir ikisini" salyalı ünlemleri tam da bu sürecin eseridir. Üstelik bu durum sadece geri kalmış toplumlara özgü değildir. Gelişmişlik düzeyi gelişmişlik görelidir tabii ki- ne olursa olsun, her toplum işlerin kötü gittiğini düşünmeye başladığında bu süreç işler. Toplumun ortak ruhunda aynı anda işleyen bir diğer ruhsal süreç de, kurtuluş ve mucize fantezileridir. Bor ile başlayan ardından evrende olmayan elementlere (!) kadar yayılan, bir tek Türkiye'de olan hazineleri ele geçirmek için bizi bölmek istedikleri şehir efsaneleri bu fantezilerin tipik örneğidir. Bu yüzyıl boyunca Güney Amerika ile birlikte dünyanın iki kalbinden biri haline gelen Balkan-larBasra coğrafyasında gelecek o denli belirsiz ve korkutucu ki, hem toplumun bütününün hem de tekil bireylerin ruhlarını korku esir almış durumda. Korku, ne kadar büyürse güvenlik duygusu o denli düşsel yaşanmaya başlar. En çaresiz hissettiğimiz zamanlar en çok düşlere kaçtığımız dönemlerdir. Düşler tehlikeli geleceğin güvenli ve kazançlı bir geleceğe dönmesi için yüklenilmesi gereken sorumluluktan kaçmaya ve suçu başkasına atmaya da yarar. Temizlenirsek, kurtuluruz fikri yavaş yavaş toplumun ruhuna, aklı eriten bir kimyasal silah gibi çörek-lenmeye başlar. Geçtiğimiz yüzyılın en kaba faşizmi olan Nazi düşüncesi tam da bu sürece bir örnektir. Ülkemizde faşizm her şey gibi hep yukardan aşağıya topluma dayatılmıştı. Ama böyle giderse faşizm toplumdan/aşağıdan yukarıya doğru yayılacak. Zenginleşmek için kurtulunma-sı gerektiği düşünülen yoksullara Kürt demeye çok az kaldı. Umarım bir avuç zengin dışındaki yoksullar birbirlerini kırmaya başlamazlar.