Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi Turkish Journal of Thoracic and Cardiovascular Surgery Göğüs Cerrahisi literatüründen seçmeler Zeki Günlüoğlu, Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ann Thorac Surg 2008;86:1727 Eur J Cardiothorac Surg 2008;33:781 Akciğer rezeksiyonu geçirecek hastalarda, 2. kuşak sefalosporin profilaksisi ile yara enfeksiyonu ampiyem sıklığının azaldığı bilinmektedir. Ancak, %30 civarında mortalitesi bulunan ameliyat sonrası pnömoni ile yine de sık karşılaşılmakta (%25), en sık etken olarak da pnömokok ve H. influenza görülmektedir. Bu nedenle, akciğer rezeksiyonu yapılacak hastalarda antibiyotik profilaksisinin değiştirilmesinin gerekip gerekmediği araştırılmış. Bir süre boyunca profilakside tüm hastalara 2. kuşak sefalosporin, sonraki dönemde de amoksisilin-klavulanat kullanılmış. Sonuçta, yara enfeksiyonu veya ampiyem sıklığında artma olmaksızın, ameliyat sonrası pnömoni sıklığında %45 azalma tespit edilmiş. Pnömoni sıklığındaki azalma, yoğun bakımda kalış süresi, mortalite ve re-entübasyon sıklıklarında ve genel antibiyotik kullanımında da azalmayla sonuçlanmış. Çalışmanın bir başka ilginç bulgusu, ameliyat edilen hastalarda ameliyat sırasında alınan bronşiyal aspiratlarda saptanan bakteriyel kolonizasyon sıklığının yüksek oluşu. Bu hastalarda, kısa süreli uygun antibiyotiğin ameliyat sonrası pnömoni sıklığını azaltmada etkin olduğu saptanmış. Bu çalışmada, tanısız pulmoner lezyon ya da infiltrasyonlarda, klinik ve görüntüleme yöntemlerine göre düşünülen tanının doğruluğu ve cerrahi biyopsi gereğideğeri araştırılmış. Diffüz akciğer hastalığı, primer ve sekonder malignite, infeksiyon ve diğer hastalıklar gruplarında, cerrahi öncesi tanılar ile cerrahi tanılar ayrı ayrı karşılaştırılmış. Hastaların %42’sinde, cerrahi öncesi tanıdan farklı bir tanıya ulaşılmış. Cerrahi öncesi tanının doğruluğu, diffüz akciğer hastalığı olanlarda biraz daha yüksek bulunmuş; en düşük düzeyde doğruluk ise malignite grubunda bulunmuş. Bu sonuçlardan hareketle, görüntüleme yöntemlerinin sınırlılıklara sahip olduğu, atipik klinik-görüntüleme yöntemi bulgusu bulunan hastalarda, klinik-görüntüleme yöntemi tanılarının klinisyen ve radyologa bağımlı olduğu, %40 yanlış tanı olasılığı bulunduğu vurgulanmış. Çalışmanın sınırlılıkları, sadece cerrahiye verilmiş olan hastalar dahil olduğundan, takip edilen hastalardaki cerrahi dışı tanı doğruluğunun bilinmemesi ve diffüz akciğer hastalığı tanısı için patolojik tanının altın standart kabul edilmesi gibi görünmektedir. Ann Thorac Surg 2008;86:2008 Eur J Cardiothorac Surg 2008;34:1228 Erken evre akciğer kanserinde VATS ile torakotomi yoluyla yapılan rezeksiyon yaklaşımlarını doğrudan karşılaştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Bu gözden geçirme çalışmasında, 1992 ile 2007 yılları arasında, akciğer kanserinde VATS ve torakotomik yaklaşımla rezeksiyon üzerine yayımlanmış randomize kontrollü çalışma, gözlem çalışması ve olgu çalışmaları şeklindeki toplam 39 uygun makale incelenmiş. Çalışmalarda, evre 1 ile ilgili olan veriler aranmış. Toplamda 3256 torakotomi ve 3114 VATS ile akciğer rezeksiyonu yapılan hasta grupları oluşmuş. Hasta karakteristikleri ve tümör değişkenleri açısından aralarında fark bulunmayan bu iki gruptan VATS yapılanlarda morbiditede %31’e karşı %16 ile azalma, tüp torakostomi ve yatış sürelerinde de istatistiksel olarak anlamlı azalma olduğu saptanmış. Ayrıca, dördüncü yılda, VATS yapılanlarda sağkalım %17 daha iyi bulunmuş. Bu farkın nedeni muhtemelen torakotominin daha immünsupressif olmasıdır. Çalışmanın en önemli kısıtlılıkları, incelemeye sadece bir randomize çalışmanın dahil edilebilmesi, ayrıca hastalıksız sağkalımın bildirilmemiş olması gibi görünmektedir. Başka primerlerden kaynaklanan akciğer metastazları için metastazektomi sıklıkla uygulansa da, meme kanseri için pulmoner metastazektominin rolü açık değildir. Bu hastalarda küratif rezeksiyon için kanıt düzeyi düşüktür. Bu çalışmada, metastazektomi ile iyi sağkalım elde edilmesi muhtemel hasta grubu ortaya çıkarılmaya çalışılmış. İspatlanmış pulmoner parenkim metastazı bulunan 47 meme kanseri olgusunda cerrahinin sonuçları analiz edilmiş. Hastaların 27’sinde komplet rezeksiyon yapılabilmiş. Genel beş yıllık sağkalım süresi %36 olup, bu süre, östrojen reseptörü pozitif olanlarda %76, negatif olanlarda %12 bulunmuş (p=0.002). Östrojen reseptör pozitifliği sağkalımı etkileyen tek prognostik faktör olarak bulunmuş. Bu çalışmada, önceki çalışmalara göre saptanan daha iyi sağkalım kısmen, tüm hastalarda hormon reseptörlerinin araştırılmış ve buna göre adjuvan tedavi verilmiş olması ile açıklanabilir. Komplet rezeksiyon yapılan seçilmiş hastalarda, modern kemoterapi ile elde edilen sağkalım oranı sağlanabilir. Bu nedenle, kemoterapiye yanıtsız hastalarda cerrahi düşünülebilir. Takip süresinin kısalığı, çalışmanın kısıtlılığı olarak görünmektedir. Türk Göğüs Kalp Damar Cer Derg 2009;17(1):73-74 73 Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi Turkish Journal of Thoracic and Cardiovascular Surgery J Thorac Cardiovasc Surg 2008;136:1349 Sleeve rezeksiyon aslında solunum rezervleri sınırlı hastalarda pnömonektomiye alternatif olarak ortaya çıkmışsa da akciğer kanserli hastalarda sleeve rezeksiyon yapılanlarla pnömonektomi yapılan arasında sağkalım farkı bulunmadığından solunum rezervleri iyi olan hastalarda da sleeve rezeksiyon yapılmaya başlanmıştır. Ancak endikasyonlar tartışmalıdır. Akciğer kanser cerrahisinde bronkoplastik işlem yapılma sıklığı %3-19 olarak bildirilmektedir. Bu farkın nedeni, teknik zorluk ve hala bazı cerrahlarca lokal rekürrensten korkulması. Bu çalışmada, akciğer kanseri nedeniyle sleeve rezeksiyon yapılan hastalarda cerrahinin sonuçları, rezeksiyonun genişliğine göre analiz edilmiş. Yirmi yıllık süreçte yapılan sleeve rezeksiyonun diğer rezeksiyonlara oranı %8.7. Hastaların büyük kısmı T1-2 ve N0-1. Uzun dönem sağkalımı sadece N evresi etkilemiş. Uzamış hava kaçağı görülme oranı %20, anastomotik komplikasyon oranı sadece %3, mortalite ise %1.4 ve lokal rekürrens oranı %12.9 bulunmuş. Beş yılda toplam 76 hasta ölmüş olup bunların 49’unda kanser rekürrensi saptanmış. Görüldüğü gibi mortalite oranı, standart lobektomi yapılanlardaki orandan farksız. Lokal rekürrens oranı kabul edilebilir düzeyde, anastomotik komplikasyonlar da genellikle agresif yaklaşım gerekmeden tedavi edilebiliyor. Bu nedenle, sleeve rezeksiyon akciğer kanseri hastaların tedavilerinde tercih edilebilir. Bu çalışmanın bir limitasyonu, rezeksiyon genişliğine (sleeve lobektomi, sleeve segmentektomi, sleeve lobektomi+segmentektomi) göre oluşturulan gruplarda, sonuç çıkarmak için yeterli hasta sayısının bulunmaması. J Thorac Cardiovasc Surg 2008;136:1357 İdiyopatik pulmoner fibrozis (İPF) ve akciğer kanseri birlikte bulunabilir ve bu hastalarda akciğer rezeksiyonu katastrofik olabilir. Ameliyat sonrası dönemde İPF atağı, 74 %80-100 ölümcüldür. Bu çalışmada, İPF komorbiditesinin, akciğer kanseri nedeniyle yapılan akciğer rezeksiyonunun cerrahi sonuçları üzerindeki etkisi araştırılmış. Toplam 56 hastalık bu çalışmada, rezeksiyon büyüklüğüne, solunum rezervlerine göre karar verilmiş. İdiyopatik pulmoner fibrozis atağı gelişenlere pulse steroid tedavisi verilmiş. Atak gelişen hasta oranı %7.1 olup, bu hastaların hepsi, kaybedilmiş. Atak gelişen hastalarla gelişmeyenler arasında, ameliyat öncesi dönemde ayırt ettirici bir parametre farkı saptanmamış ancak, wedge rezeksiyon yapılan hiçbir hastada atak gelişmemiş. Aynı dönemde, İPF’li olmayan akciğer kanseri hastalarının cerrahi sonrası mortalitesi 1.9 iken, İPF’li hastalarda bu oran %7.1 olup bu fark anlamlı bulunmuş (Risk katsayısı = 4.036). Ayrıca, İPF’lilerde, ameliyat sonrası dönemde, beklenenden daha büyük oranda solunum fonksiyonu bozulması tespit edilmiş. Beş yıllık sağkalım ise, evre 1 olan hastalarda, İPF’li olmayan hastalara göre daha kötü iken, diğer evrelerde farksız bulunmuş. Ayrıca İPF’lilerde kanser rekürrens oranı da daha yüksek bulunmuş. Literatürde de rekürrens ve ikinci primer gelişme ihtimalinin, İPF’li hastalarda yüksek olduğu bildirilmiş. Bu nedenle yakın takip önemli. Ancak, rekürrens ve ikinci primer gelişimi, ayrıca İPF gidişi nedeniyle uzun dönem sonuçlar kötü bildirilmiş. Ancak bu kötü gidiş, cerrahiye bağlı değil. Akciğer kanseri ve İPF birlikteliği bulunan tedavi edilmeyen hastaların sağkalımlarının iyi olup olmadığı da bilinmemektedir. Bu hastalarda, cerrahdan sonra akut atak mortalitesinin yüksek olduğu ancak bu ihtimali önceden belirlemenin mümkün olmadığı, uzun dönem sağkalım sonuçlarının, İPF’siz akciğer kanseri hastalarına göre biraz kötü olsa da erken evrede cerrahinin etkin olduğu sonucuna ulaşılmış. Çalışmanın önemli bir limitasyonu, akut atakta sadece steroid kullanılıp, immünosupressif ajanların kullanılmamış olması. Turkish J Thorac Cardiovasc Surg 2009;17(1):73-74