Sayfa 2 Haziran 2005 Serxwebûn Topyekün savafla karfl› topyekün direnifl ilimsel teknik devrim, sosyal bilimlerin gelişme düzeyi, siyasal dengelerde yaşanan çözülme, ulus devlet çıkmazı ve bunların toplumsal yaşamı, ekonomik ilişkileri derinden etkileyerek, yeniden bir düzenlenişi gerekli hale getirmesi, 20. yüzyıl sonuna gelindiğinde dünyayı yeni bir çağ tanımıyla karşı karşıya getirmiş oldu. İnsanlık, 21. yüzyılı bu temellere dayanarak karşıladı. Bu anlamda 21. yüzyıl, geride kalan yüzyıla damgasını vuran karakteristik özellikleri aşan ve yerine temel değişim yönlerini ortaya koyan bir tanımlamaya kavuştu. 20. yüzyıl daha çok 19. yüzyılda oluşan karakteristik temellerde kendini var ederken, o süreçteki sosyal bilimlerin, Newton fiziğinin, kapitalist artı değer yasasının damgasını vurduğu bir çağ olarak tarihteki yerini almıştır. 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde de bilimsel teknik devrimler süreci diye adlandırılan bir döneme girişle de bunlar aşılmaya başlamıştır. Artık bu süreçle mekanik fizik yerini Kuantum fiziğine bırakmaya, sosyal bilimler dar sınırlarını aşarak daha genel ve birlikte ele alınmaya, siyasal alanda birbirlerine alternatif gibi görünen reel sosyalist ve kapitalist sistemler birlikte aşılmaya, kapitalist kar yasasına ve ona karşıymış gibi görünen, özünde devlet kapitalizmi anlamına gelen reel sosyalist ekonomik politika aşılma sürecine girdi. Bununla birlikte karşıtlaştırıcı ve savaşı mutlak gören, özünde ise idealist yaklaşımın bir versiyonu olan kaba materyalist bakış açısı da yerini bilimsel diyalektik dünya görüşüne bıraktı. 1968’de, dünya tarihinin gelişimi üzerinde etki uyandıran gençlik hareketleri, Avrupa’da kapitalizmin artık miadının dolduğunun bir göstergesi olurken, reel sosyalist ülkelerdeki arayışlar da o güne kadarki reel sosyalist politikaların kapitalizmin bir mezhebi olmaktan ileri gitmediğinin bir ilanı anlamına geldi. Aslında ’68 gençlik hareketliliği ve sistem karşıtı hareketlerle bir bütün olarak, o sürece kadar damgasını vuran sistemler de çökme sürecine girmiş oldu. 1968’lerle içine girilen dönemde, gelişiminde ivme kaydeden kadın, çevre, gençlik hareketleri de başlayan sürece damgasını vuracak olan yeni sosyal hareketlerin karakter, yön, örgütlenme ve eylem biçimlerinin nasıl olması gerektiği yönünde açılımlar sundu. ’50’lerle birlikte başlayan başta Uzak Doğu olmak üzere Afrika vb kıtalarda gelişen ulusal kurtuluşçuluk, reel sosyalist ülkelerdeki ekonomik kalkınma ve bunlardan etkilenen kimi ülkelerdeki toplumsal kabarışların yaşanması, ’70’lere gelindiğinde tıkanma sürecine girdi. ’90’lara gelindiğinde de yaşanan dünya gerçeği bunu doğruladı. Günümüz koşullarında siyasal alanda yaşanan gelişmeler de kaynağını ’90’larla birlikte netleşen bu gerçeklikten aldı. 1990’da reel sosyalizm çözülmesi kapitalizmin de iflası anlamına geldi. Ama bu gerçek, kapitalizm tarafından doğru algılanamadı. Onun içindir ki kapitalizm, kendini reel sosyalizmin bıraktığı boşluğu dolduracak tek güç olarak gördü. Bu, aynı zamanda başlayan yeni sürecin hangi temellerde gelişeceğinin de habercisi oldu. Reel sosyalizmin çözülmesi kapitalizm tarafından ’tarihin sonu’ olarak algılanırken, bıraktığı boşluk da küresel emperyalizm tarafında Yeni Dünya Düzeni vb adlarla doldurulmaya çalışıldı. Bunun karşısında ise, küresel demokrasi bir alternatif B Serxwebûn internet adresi: www.serxwebun.org E-mail adresi: info@serxwebun.org olarak gelişme zeminine kavuştu. Ama bu alternatifler dışında, kaynağını 20. yüzyıl dengelerinden alan statükocu güçlerin, ortaya çıkan sürecin yarattığı boşluktan yararlanma gibi bir olanağa kavuşmaları da söz konusu oldu. Bu olanaktan yararlanan statükocu güçler, küresel emperyalist ve küresel demokrasi güçlerinin henüz kendilerini kurumlaştıramadıkları bir süreçte güçlü çıkışlar yapma fırsatını elde etmiş oldular. ’90’ların ikinci yarısına kadar dünyanın birçok bölgesinde öne çıkmak isteyen bölgesel devletlerin varlığı da bu gerçeği ortaya koydu. Gelinen aşamada, ’90’larla birlikte içine girilen süreç, kendi içinde belirginlik kazanmaya başlarken, henüz kaos aralığı diye adlandırılan bir dönemden çıkılmış değildir. ABD’nin başını çektiği uluslararası güçler kendilerini yeniden örgütleyerek ilişki düzenini dünyaya hakim kılmaya çalışırken, daha çok dezavantajları öne çıkan, ama potansiyel olarak içinde asıl değişim gücünü barındıran küresel demokrasi güçleri de komünal demokratik değerler temelinde kendini tüm dünya insanlığına alternatif bir güç olarak sunma ve örgütlenme sürecine girmiştir. 20.yüzyılın dengelerine göre oluşan statükolarda yer almış olan güçler de, aşılmış olma gerçeklikleriyle 21. yüzyıl gerçekliğini uzlaştırma yolunu tercih etmeyi kendi çıkarlarına görmüşlerdir. Bu yaklaşım ekseninde AB ülkeleri başta olmak üzere ulusal devletler, dünyayı sistemin çıkarları doğrultusunda düzenlemek isteyen ABD ile uzlaşma yolunu tercih eden bir yaklaşım içerisine girmişlerdir. Yaşanan kaos aralığında dünyanın durumu eride bıraktığımız döneme damgasını vuran, kaos aralığı ve bundan çıkış arayışları olmuştur. ABD, yeni çağın koşullarına göre ve soğuk savaş süreci boyunca edindiği tecrübelerden faydalanarak, yeni bir formülasyonla dünyaya yön vermeye çalışmaktadır. Eskisi gibi, kendi dışında olanı reddeden, sıcak veya soğuk savaş konumuna girmekten çok, içine alarak eritme, değiştirme ve yönetmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenledir ki kendisini ‘küresel güç’ olarak tanımlamaktadır. Bu ‘yeni’ sistem, demokrasi, insan hakları vb gibi olguları kendisine hizmet eder konuma getirmektedir. Bunu yaparken de, bugün her ne kadar kapitalizmin mezhepleri olarak ele alsak da, sistemin kendini yeniden örgütlemesinde rolü olan sosyal demokrasinin reel sosyalizmin, ulusal kurtuluşçuluğun kazandırdıklarını da kendine mal etmektedir. Birçok politikasını pratikleştirirken, Irak’ta olduğu gibi halkların varlığını, demokratik özlemlerini, gericiliğe ve diktatörlüklere karşı tepkilerini gözetmeleri ve bu temelde açılımı esas almaları da bu gerçeklik içerisinde yerini almaktadır. Bugün ortaya konan bu yönelim, salt ABD ile de sınırlı kalmayarak, tüm uluslararası güçleri de içine alan bir boyut kazanmaktadır. Latin Amerika, Uzak Doğu, Kafkasya, Afrika, Avrupa, Ortadoğu gibi dünyanın birçok bölge ve kıtasında bunun uygulanması boyutuyla örnekleri bulunmaktadır. ABD, son yıllarda bu doğrultuda çabalarını daha çok Ortadoğu ve Ortadoğu’yu çevreleyen bölgelerde yoğunlaştırmaktadır. Kafkasya, Orta Asya özellikle bu yaklaşımın en somut örneği olmaktadır. Gür- G “1968’de, dünya tarihinin gelişimi üzerinde etki uyandıran gençlik hareketleri, Avrupa’da kapitalizmin artık miladının dolduğunun bir göstergesi olurken, reel sosyalist ülkelerdeki arayışlar da o güne kadarki reel sosyalist politikaların kapitalizmin bir mezhebi olmaktan ileri gitmediğinin bir ilanı anlamına geldi. Aslında 1968 Gençlik Hareketliliği ve sistem karşıtı hareketlerle bir bütün olarak, o sürece kadar damgasını vuran sistemler de çökme sürecine girmiş oldu.” cistan’da yaşanan iktidar değişiminin ardından, Kırgızistan’da da benzeri bir gelişmenin yaşanması ve diğer eski SSCB ülkelerine taşırılarak sürdürülmesi bunu göstermektedir. AB ülkeleri de ABD’nin bu politikası karşısında önceleri bir karşı tutum içine girmişlerse de, giderek bu tutumlarını yumuşatmışlar ve daha çok bir uzlaşma eğilimi içine girmişlerdir. AB ülkelerinin ABD’nin Suriye ve İran politikası karşısındaki yaklaşımları, böyle bir değerlendirmenin yapılmasını haklı kılacak veriler sunmaktadır. 20. yüzyıl siyasal dengelerine göre oluşmuş olan ve yaşanan kaos aralığından yararlanmak isteyen bölgesel statükocu devletler de bu pozisyonlarını giderek kaybetmeye başlamışlardır. Bu konumda olan devletlerin ABD’nin politikalarıyla uzlaşma eğilimleri içine girmeleri bunu göstermektedir. Daha önce Libya’nın içine girdiği tutumun bir benzerini şimdi İran, Suriye gibi devletlerin göstermeye başlamaları bu doğrultuda gerçekleşmektedir. Kaos aralığı içinde, siyasal anlamda uluslararası güçlerin yapmaya çalıştığı çıkış, dünya insanlığının aleyhine olan ekonomik gelir dağılımındaki eşitsizliği değiştirmemekte ve doğa üzerinde daha da tahrip edici, doğal zenginlik kaynaklarının giderek tükenmesine yol açacak sonuçlar yaratmaya devam etmiştir. Bunlar karşısında ise küresel demokrasi güçlerinin arayış ve mücadeleleri giderek daha fazla örgütlenme ve etkisini duyurma sürecine girmiştir. Dünyanın değişik yerlerinde küresel emperyalizm karşıtı hareketler, örgütlenme ve mücadelelerine programatik bir düzey kazandırarak uygu- lanabilir hale getirmişlerdir. Tüm bunlardan hareketle, günümüzde küresel emperyalizm ile küresel demokrasi güçleri arasındaki mücadelenin asıl dünya gündemi olarak belirginlik kazanma sürecine girildiğini belirtmek olanaklı hale gelmiştir. Ortadoğu’da siyasal durum rtadoğu, tarihte olduğu gibi günümüzde de dünyanın yaşadığı sorun ve gelişmelerin en yalın bir şekilde açığa çıktığı bölge olma konumunu korumaya devam etmektedir. ABD, politikasını bölgede BOP adı altında gerçekleştirmek isterken, 19. ve 20. yüzyılın etkili devletleri de ABD ile uzlaşma arayışlarına bölge üzerinden ulaşmak istemektedirler. Bölgenin statükocu güçleri de ABD ve diğer uluslararası güçler arasındaki çelişkilerden yararlanarak kendilerini güç olarak tutma eğilimlerini terk etmekle karşı karşıya kalmışlardır. Bu anlamda ABD, Ortadoğu’da uluslararası güçler içinde en etkili olma pozisyonuna ulaşmıştır. Afganistan müdahalesinin ardından Irak’ta gerçekleşen müdahale, İran ve Suriye’nin ABD karşısında atmış oldukları geri adım ve Ortadoğu’nun komşusu olan bölgelerde ABD yanlısı iktidarların oluşması, ABD’nin bu konumunu güçlendiren faktörler olmaktadır. ABD, bu pozisyonunu korumak ve geliştirmek için önünde gördüğü engelleri aşmaya yönelik politikalarını devreye koymaktadır. Ortadoğu’nun öncelikli ve çözüm bekleyen temel sorunları olan İsrail-Filistin ve Kürt sorununa bu anlamda O yeni yaklaşımlar geliştirmektedir. Filistinlilerle İsrail’i uzlaştırma, Kürtlere yönelik Güney Kürdistan eksenli yaklaşımlar da bu politika içinde yerini almaktadır. ABD, böyle bir yaklaşımla fiilen direnen ve eski konumlarında ısrar eden Ortadoğu’nun gerici, statükocu güçlerinin aşılmasının ve halkların demokratikleşme mücadelesinin de objektif anlamda önünün açılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Ama bunu yaparken de halkları kendi iradesine tabi kılmak istemekte ve buna engel olarak gördüklerini değişik tarz ve yöntemlerle aşmaya çalışmaktadır. Irak’ta şubat ayında gerçekleşen seçimlerle birlikte siyasal iktidar yeniden biçimlendirilirken, ABD’de Ortadoğu’ya yönelik politikasında yeni bir aşamaya girmiştir. Bu noktadan itibaren, ABD’nin bugüne kadar gücünü odaklaştırdığı Irak’la sınırlı kalmayarak, bölgenin diğer devletlerine yönelme sürecine girmiş olduğundan bahsetmek olanaklı hale gelmektedir. Başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin yaklaşımları ile bölge devletlerinin hem içlerinde yaşadıkları sorunlarda hem de birbirleri arasında kurmaya çalıştıkları ilişkilerde bu çok net bir şekilde görülmektedir. Özellikle de Kürdistan’ın parçalarının bulunduğu devletlerin ülke içinde ve uluslararası ilişkilerde yaşadığı sorunlar ele alındığında bu gerçeği görmek mümkündür. ABD ve uluslararası güçler bir biçimiyle Kürt sorununa el atmışlardır. Ortadoğu’da politikalarını pratikleştirmede Kürtlerin önemli bir rol sahibi olduklarını görmüşlerdir. Kürtler, içinde yer aldıkları ülkelerin siyasal yapılanmaları üzerinde objektif anlamda bir Serxwebûn’dan