Âkif diyoruz ama

advertisement
s/
H
•
t)
$i-
RÜŞTÜ ŞARDAĞ
Âkif diyoruz ama
R
ahmetli Agâh Sırrı
bey, Türk Ansiklo­
pedisi'ne, Mehmet Akif
Ersoy maddesini yazma­
mı isterken telaşlı, biraz
ürkek, “Aman Şardağ,
bunu senden İstiyo­
rum " demişti ve ekle­
mişti:
“ Kendilerini sağda
ve solda kalıplayanlar
İçin Akif'i, çek çekebil­
diğin kadar. Herkes
onu lastik gibi yönlen­
diriyor."
Ansiklopedilerde anla­
tım tarzı ortak bir nitelik
taşır. O satırlarda, kişisel çizgilere yönelik hükümler­
den, duygusallıklardan çekinilir. Ansiklopedik üslû­
bun dışına taşılmaz.
Edebiyat tarihimizde, klasikleşmiş yazarları ansik­
lopedilere yerleştirmek pek o kadar zor değil.
~
âkTf~öyliT mI ya?
Ersoy'umuz, siyaset yatırımlarına âlet ediliyor. Dü­
nün haiifeci ve SebU'ürreşâd” çılanmızın elinde, yüce
şârimiz, bayrak! Nâzım Hikm et'!ek\ şiirin, ideoloji
kumkumacılığından geldiğini savunanlar gözünde,
“ Allah, İstiklâl, bayrak, İslam” diyen Ersoy, geri­
ci.
Tevflk Fikret" mi dedin? Kesinlikle Akif düşmanı
ve İslam düşmanısın. Yaşarken de kapıştırdılar, bu
iki sevgili şâiri.
istiklâl Marşı’nı gönlüne ve milletine tâc eden de
Atatürk; “ Yeni kuşaklar, (fikri hür, Irfânı hür, vlcd in i hür) olarak yetişsin" diyen de ayni Atatürk!
iki büyük ozanı, ölümlerinden bu kadar yıl sonra
bile horoz dövüştürür gibi dövüştürüyoruz; ayıp, ayıp!
^ A L Q U K yjK ^ j D ^
Halbuki ikisi de Osmanlı İmparatorluğu'nun son ko­
kuşmuş istibdâdına karşı çıktılar. Fikret, “Hân-ı Yağma"da yani (Yağma Sofrası nda, Osmanlı saray
döküntülerinin suratına tükürürken, Akif de onlar için,
“Cümlesi hırsız çetesi" demez mi? “Zilli mevhumKuruntudan gölge " dediği halifeye, hâlâ inananla­
rı, “Siz, ey İnsanlık İstidadının dünyâda mahkûm û " diye utandıran da sevgili Ersoyümuz.
BİR İKİ DİZEYE SARILARAK
Hangimizin, günlük konuşmalarımız sırasında ağ­
zımızdan bir iki densiz cümle çıkmaz! Bizi biz yapan
herşeyi; bir üzgü, yazıklanma, ya da öfke ânının ürü­
nü olan bu ufarak sözcüklerle, çizgilemeye, niteleme­
ye kalkmada hiç de haklılık payı yok. Gericilerin, gü­
zelim İslam dini adına herzeler savurdukları bir or­
tamda, Fikret, ‘ ‘ Târih-I Kadim ’ ’indeki isyan duygu­
ları sırasında bazı tatsız dizeler sıralamıştır, doğru:
“Beşerin hayli dalâletleri var.
Putunu kendi yapar, kendi tapar, "g ib i, iyi ama
efendim ya “ezan-ı Muhammedi" okunurken duy­
duğu:
“Allâhü ekber, Allâhü ekber" diye başlayan şii­
ri?
“Bir Kudret-I Külllyye var, ulvi ve münezzeh,
Kudsi ve muallâ ona vicdanla İnandım " diyen di­
zeleri?..
AKİF'TE DE
Elinde Islâmın bayrağı, gönlünde Kur'ân, Allah,
istibdât düşmanlığı, Kurtuluş Savaşımız, Türk milli­
yetçiliği ve Cumhuriyet olan Akif de Arnavutluk'un
düşman tarafından işgal edilmesinde ne demişti:
"Bunu benden duyunuz, ben kİ bugün Amavudum.
Başka blrşey diyemem, İşte perişan yurdum .”
Şimdi şu birkaç difevi cımbızla seçerek Türk mil­
letinin yüzakı olan Akif'im ize sitem ederek küçüle­
lim mi? Millî düşüncesinden sıyırıp koparalım mı?
İşin ilginç yanı her iki ozan da inanç, ülkü ve ka­
rakter çizgisinde yanyana:
“Kıran da olsa kırıl, düş; fakat eğilme sakın."
T. Fikret
“ Yumuşak başlı İsem, kim dedi, uysal koyu­
num.
Kesilir belki, fakat çekmeğe gelmez boyunum."
M. Akif
ÇOK YAZDIÂKİF
Safahat 7 cilt. Son eki de var: Şehnâmeleri aşan
M it boyut.,. Nazım tekniğine, dil güzelliğine, yalınlığı­
na söylenecek tek söz yok. Hepsi bütünü ile şiir mi?
Olamaz elbet. Ne var ki onu istiklâl Marşı başta ol­
mak üzere birkaç şiirin sahibi durumuna düşüre­
cek, “nâzım''lığını övmekle yetinecek kuşbeyinlilerdon
de uzaklaşalım.
“ Türkçeyl aruz vezni İçine kimse bu kadar güç­
le, doğal ve rahat yerleştlremedl."
Doğru bir yargı, ama eksik ve değerbilmezlik ko­
kuyor. Onu, aruzun Zati Sungur u gibi göstermek,
Akif'in saygınlığını zedelemez mi?
BU TÜRKÇE İÇİNDE
Evet, siz bu Türkçe, bu İstanbul Lâti lokumu gibi
yumuşak, ılık, sevecen Türkçenin toplumsal konularla
nasıl kaynaştığına bakın:
“Geçen akşam eve geldim, dediler Seyfl baba"
diye başlayan şiirinde, sosyal adâletsizliği, insanlık
acısını O, çıngır çırgır ses veren, hoplayan, çınlayan
Türkçenin dizelerine nasıl konuk etmiş; ona bakın siz!
Güldürü, yergi, ders verme, acıma, insanlık, acı­
masızlık, sevgi.. Bunlar, kahraman bir kalemin ısısiyle
doluyor dizelere. O sevimli Türkçe 'yi, o kaygan arûz
içine sığan şeyleri, o m a zru fu , “ z a rfta n ayırma­
yalım.
BİR TALİHSİZLİK
Akif ’in büyük bir talihsizliği var. “ İstiklâl Marşı!"
Ne Hûn destanı, ne Almanların Nubelungen efsâ­
neleri, ne Fardovsi’nin Şahnâme'si, ne de Hugo'nun büyük Fransız yenilgisine ağlayan Vaterlo şiiri..
Hiçbiri, onun “ İstiklâl Marşı” ve “ Çanakkale Şe­
hitlerine" seslenen destanı gibi gökyüzüne doğa­
madı. Bu iki şiirlerin malzemeleri demirdir, çeliktir, top,
tûfenk, mermi, savaş dumanları, savunma, saldırıdır,
yaradır, kahramanlık yanında akan kanlardır. Çoğun­
luğu ile maddedir, öyküdür. Ne var ki hepsi Akif’in
ne tür hücrelerden oluştuğunu, insanlığın anlayama­
yacağı, çözüme kavuşturamayacağız kalbinde, hepsi
erimiş, gönül yaralarından damlayan kanlar olmuş­
tur.
DERS VEr Jr GİBT
Bugüne kadar Akif’te göremediğimiz bir şey var.
Ders verirken şâir kalmak! Bu iki şaheserin gücü ya­
nında ötekilerin Eyfel'liği gölgeleniyor. Dünyada ders
veren, tersleyen, doğru yolu gösteren didaktik eser­
lerin görüntüsü içinde, “ ş llr"in sıcaklığını Âkif kadar
koruyanı yok ki!
“Doğrudan doğruya Kurân'dan alıp ilhâmı,
Asrın İdrâkine söyletmeliyiz K ur'ân'ı."
Kafamız kadar ruhumuz da havalanmıyor mu, onun
dizeleriyle! önce anlam değil, kafamıza çarpan, içi­
mize ılık, yumuşak duygular serpiliyor. Sonra biraz
silkiniyoruz..
Biraz daha gayret.. Koca şâir, Kurtuluş Sava­
ş ı'nda, İslâmî, milliyeti, Cumhuriyeti anlatan hutbe­
leri gibi balyozlarını beynimize indiriyor:
“Kur’ân ’dan, gerektiği kadar esinlen. Ama bu­
nu yaparken hödükleşme. Kur'ân yorumuna 20.
yüzyılın kalâsiyle giriş. Bugüne gelene kadar süren uyuşuk beyinli yorumlardan sıyır kendini a gü­
dük!”
" İçi bıçak gibi kesen, dışı kuştüyü gibi okşayan "
şiirler..
Törenler, mörenler ortasında, bulutlarımı s ıy ırm a ­
dığımız Akif..
Taha Toros Arşivi
ı
Download