styme hastalarında trombolitik tedavi sonrası reperfüze olan stabil

advertisement
T.C.
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
KARDİYOLOJİ ANABİLİM DALI
STYME HASTALARINDA TROMBOLİTİK TEDAVİ
SONRASI REPERFÜZE OLAN STABİL HASTALARDA KAG
ZAMANINA GÖRE ALTI AYLIK PROSPEKTİF TAKİPTE
MORTALİTE VE MORBİDİTE ORANLARININ
SAPTANMASI
Uzmanlık Tezi
Dr. Salih Kılıç
Tez Sorumlusu
Prof. Dr. Cüneyt Türkoğlu
İZMİR 2015
TEŞEKKÜRLER
Tez çalışmamın gerçekleşmesinde destek ve yardımlarından dolayı başta anabilim
dalı başkanımız Sayın Prof. Dr. Cemil Gürgün’e, tezimin planlanması, yürütülmesi ve
sonuçlanması aşamalarında desteğini esirgemeyen sorumlu öğretim üyesi Sayın Prof. Dr.
Cüneyt
Türkoğlu’na,
çalışma
verilerinin
analizi
ve
yorumlanmasında
bilgisinden
yararlandığım değerli öğretim üyesi sayın Prof. Dr. Meral Kayıkçıoğlu’na ve asistanlık
eğitimim ve öğrenimim boyunca eğitiminde emeği olan tüm Kardiyoloji Anabilim Dalı
öğretim üyelerine teşekkür ederim.
Tüm uzmanlık eğitimim sürecinde birlikte çalışma fırsatı bulduğum en zor
zamanlarımda bile desteklerini hiç esirgemeyen kliniğimizin değerli araştırma görevlilerine en
derin sevgi ve teşekkürlerimi sunarım.
Başta ekokardiyografi laboratuvarı çalışanları olmak üzere; kliniğimiz çalışanı tüm
hemşire, teknisyen, sekreter ve personellere teşekkür ederim.
Tüm tıp eğitimim boyunca beni sabırla destekleyen ve yanında olan ailem ve kardeşim
Sami Kılıç’ a sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Her türlü güzelliğe ve övgüye laik olan, tüm çalışmam boyunca sabırla beni
destekleyen ve sevgisini esirgemeyen hayat arkadaşım, biricik eşim Dilara Deniz Kılıç’a
sonsuz sevgi ve teşekkürlerimi sunarım.
Dr. Salih Kılıç
Mayıs 2015-İzmir
i
İÇİNDEKİLER
1.TEŞEKKÜR..................................................... ............................... ...i
2.İÇİNDEKİLER............................................................................... ....ii
3.KISALTMALAR................................................... .............................İV
4. TABLOLAR VE ŞEKİLLER DİZİNİ...................................................V
5. BÖLÜM I
1.1GİRİŞ VE AMAÇ......................................................................................1
1.2 GENEL BİLGİLER...................................................................................2
1.2.1 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü................................2
1.2.2 Epidemiyoloji..................................................................... ........2
1.2.3 Etiyoloji ve Patofizyoloji ................................................... ..........3
1.2.4 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü tanımı.....................6
1.2.5 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü Ayrıcı Tanı….........14
1.2.6 Risk Sınıflandırma……………………………… …………………….15
1.2.7 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü Tedavi……….…….17
1.2.8 Fibrinolitik İlaçlar………………………………….………………...19
1.2.9 Yardımcı tedavide antikoagülan tedavi…………….……………….21
1.2.10 Yardımcı tedavide antiagregan tedavi………………………….....22
1.2.11 STYME’ de akut dönemde kullanılan diğer ilaçlar……….. ……..25
1.2.12 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü sonrasında
gelişen komplikasyonlar……………………………………………..……..27
6. BÖLÜM II
GEREÇ VE YÖNTEM.……………………………………………………..…....….39
2.1 Amaç………..…………………………………………..……..…….…...39
2.2 Hasta Seçimi ve çalışma tipi…………..………………….…………………....39
2.3 Ekokardiyografi………….………………………………….………………..…40
ii
2.4 Laboratuvar İncelemeleri……………………………………………….40
2.5 Hasta takibi………………,,……………………………………..……..40
2.6 İstatistiksel Analiz……………………………………………..…….…41
BÖLÜM III
3.1 BULGULAR……………………………………………………………….........42
3.2 Hastaların kardiyovasküler risk faktörleri ve eşlik eden hastalıkları. .43
3.3 Başvuru süreleri…………………………………………………………..44
3.4 Elektrokardiyografi (EKG)………………………………………..…….44
3.5 Koroner Angiyografiyede ( KAG ) damarların tutulumu…………….45
3.6 Klinik ve laboratuvar özellikler………………………………………...36
3.7 Taburculuk ve takip tedavisi………………..…………………………..48
3.8 Birinci ve altıncı ay takiplerinde laboratuvar değerleri……………...50
3.9 Klinik sonlanım………………….….…………….………………........54
BÖLÜM IV
TARTIŞMA…………………………………………………………………….……..56
ÇALIŞMAMIN KISITLILIKLARI………………………………………………….65
SONUÇ VE ÖNERİLER………………………………………………………….….65
ÖZET…………………………………………………………………………….… ...67
ABSTRACT…………………..……………………………………………………….69
Referanslar……………………………………….………………………………...…70
iii
KISALTMALAR
ACC/AHA: Amerikan Kardiyoloji Koleji/ Amerikan Kalp Cemiyeti
ACE-İ: Anjiyotensin Dönüştürücü Enzim İnhibitörü
AF: Atriyal Fibrilasyon
AKS: Akut Koroner Sendrom
ARB: Anjiyotensin Reseptör Blokeri
ASE: Amerikan Ekokardiyografi Cemiyeti
AY: Aort Yetmezliği
CABG: Koroner Arter Baypas Greftleme
CK: Kreatin Kinaz
CK-MB: Kreatin Kinaz Miyokartiyal Band
DEF-KY: Düşük Ejeksiyon Fraksiyonlu Kalp Yetmezliğ
DKB: Diyastolik Kan Basıncı
EKG: Elektrokardiyografi
EKO: Ekokardiyografi
ESC: Avrupa Kardiyoloji Cemiyeti
HDL-K: Yüksek Dansiteli Lipoprotein
İ.V: İntra Venöz
İABP: İntra Aortik Balon Pompası
İKD: İntrakardiyak Defibrilatör
KAG: Koroner Angiyografi
KAH: Koroner Arter Hastalığı
KEF-KY: Korunmuş Ejeksiyon Fraksiyonlu Kalp Yetmezliği
KVH: Kardiyo Vasküler Hastalık
KY: Kalp Yetmezliği
LDL-K: Düşük Dansiteli Lipoprotein
LVAD:Sol Ventrikül Destek Cihazları
LVDD: Sol Ventrikük Diyastolik Disfonksiyonu
LVEF: Sol Ventrikül Ejeksiyon Fraksiyonu
iv
ME: Miyokart Enfarktüsü
MY: Mitral Yetmezliği
NYHA: New York Kalp Derneği
PKG: Perkutan Koroner Girişim
SKB: Sistolik Kan Basıncı
SoDB: Sol Dal Bloğu
STK: Streptokinaz
STYME: ST- segment Yükselmeli Miyokart Enfarktüsü
STYzME: ST-segment Yükselmeli Olmayan Miyokart Enfarktüsü
TNK: Tenekteplaz
tPA: Doku Plazminojen Aktivatörü
TTE: Trans Torasik Ekokardiyografi
TY: Triküspit Yetmezliği
UAP: Unsatbil Angina Pektoris
UFH: Unfraksiyone Heparin
VF:Ventriküler Fibrilasyon
VLDL: Çok Düşük Dansiteli Lipoprotein
VT: Ventriküler Taşikardi
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo-1 Kanada kardiyovarküler cemiyeti angina sınıflaması
Tablo-2: Miyokart enfarktüsünün evrensel sınıflaması
Tablo-3: Akut koroner sendromlar dışından troponin düzeylerinin olası nedenleri
Tablo-4-Killip sınıflaması
Tablo-5 Semptomların şiddeti ve fiziksel aktiviteye göre New York Kalp Derneği
fonksiyonel sınıflaması
Tablo-6: Amerikan Kardiyoloji Kolleji ve Amerikan Kalp Cemiyeti(ACC/AHA) kalp
yetmezliği evreleme sistemi
Tablo-7: Hastaların kardiyovasküler hastalık ve risk faktörleri
Tablo-8: Hastane başvurusundaki laboratuvar değerleri
v
Tablo-9: Hastaların taburculuk tedavisi
Tablo-10: Hastaların birinci ay kontrolünde aldıkları tedavi
Tablo-11: Hastaların altıncı ay kontrolünde aldıkları tedavi
Tablo-12: Hastaların birinci ay kontrolünde laboratuvar değerleri
Tablo-13: Hastaların altıncı ay kontrolünde laboratuvar değerleri
Tablo-14: Altı aylık takipte klinik sonlanım
ŞEKİLLER DİZİNİ
Şekil-1: Hastaların cinsiyete göre dağılımı
Şekil-2 : Hastaların cinsiyete ve Vücut kitle indekslerinin dağılımı
Şekil-3 : Hastaların hastaneye başvuru süreleri
Şekil-4: EKG’ de ST-segment yüksekliğinin izlendiği derivasyonlar
Şekil-5: Tutulan damar sayısı
Şekil-6: Sorumlu damarların dağılımı
Şekil-7: Hastaların yatış ve takiplerindeki lipit profilindeki değişiklik
Şekil-8: Hastaların yatış ve takiplerinde sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu değişimi
vi
BÖLÜM I
1.1 GİRİŞ VE AMAÇ
Akut Koroner Sendromlar (AKS), koroner kan akımının azalması veya kesilmesi
sonucu miyokart iskemisinin oluşturduğu klinik tabloları ifade eder. Bu başlık altında yer alan
hastalıklar benzer patofizyolojik süreçlere sahip olmalarına rağmen klinik seyirleri, tedavileri
ve yaşam beklentileri farklılıklar gösterebilmektedir.
Koroner arter hastalığı tüm dünyada hala ölümlerin en sık nedeni olmaktadır. Son 3
dekatta akut koroner sendromların patofizyolojik süreçlerinin daha iyi anlaşılması ile tanı ve
tedavi yaklaşımlarında önemli gelişmeler olmuştur. Yeni kuşak fibrinolitik (pıhtı eritici)
ilaçlar ile birlikte hızla gelişen girişimsel yöntemler ve artan deneyimle AKS tedavisinde
ciddi ilerlemeler sağlandı.
STYME’ de önerilen tedavi yöntemleri mekanik ve farmakolojik revaskülarizayondur.
Bu konuda yayınlanan tüm kılavuzlar altın standart tedavi olarak mekanik reperfüzyonu
(PKG) vurgulamakla birlikte kılavuzların belirlediği süre içinde PKG yapılamadığında
farmakolojik
revaskülarizasyonun
vurgulanmaktadır.
Fibrinolitik
(Fibrinolitik)
tedavilerde
yapılması
kullanılan
yeni
gerektiği
kuşak
ilaçlarla
önemle
hem
revaskülarizasyon oranlarında hem de komplikasyonlarda anlamlı başarılar sağlanması ile
daha sık kullanım sağlanmıştır.
Çeşitli revaskülarizasyon stratejileri büyük kapsamlı çalışmalarda denenmiştir. En son
yayınlanan kılavuzlar PKG’in belirlenen sürede yapılamadığı hastalara fibrinoliktik tedavinin
verilmesi gerektiği ve reperfüzyon sağlanan hastaların 3-24 saat içinde koroner angiyografi ile
değerlendirilmesi ve gerekli olduğundan PKG yapılmasını önerilmektedir. Fibrinolitik tedavi
sonrasında reperfüzyon sağlanamayan hastalarda ise kurtarıcı PKG yapılması önerilmektedir.
Tıbbın her alanında olduğu gibi hastalara yapılacak tedaviler ve girişimler hasta bazlı
değerlendirilmelidir. Bunun yanında kılavuzlarda belirlenen önerilere sıkı sıkıya uyulmasına
rağmen günlük pratikte tamamının her zaman yapılması ne yazık ki çeşitli kısıtlılıklardan
dolayı mümkün olamamakta ve kılavuza dayalı tedavi uygulamaları hala istenilen düzeyde
değildir. ST yükselmesiz miyokart enfarktüsü( STYzME) hastalarının %25’inde kanıta dayalı
tedavi uygulanmamaktadır.[1] Altmış beş bin STYzME hastasının değerlendirildiği
1
CRUSADE çalışmasında, kılavuzlarda önerilen tedavilere uyum oranının %74 olduğu
gösterilmiştir.[2]
Kliniğimizde kılavuzların önerileri doğrultusunda hem PKG hem de fibrinolitik tedavi
sık uygulanmaktadır. Gerek fibrinolitik ve gerekse PKG öncesinde tüm hastalara yapılacak
işlem hakkında detaylı bilgi verilmekte ve ancak yazılı onamları olan hastalara girişim
yapılmaktadır. Ancak bazı hastalarda çeşitli nedenlerden dolayı ki bunların arasından en sık
olarak hastaların girişim tedavilerini istememesi nedeniyle girişimler optimal zamanda
yapılamamaktadır. Bunun yanı sıra bazı hastalarda fibrinolitik tedavi ile sağlanan
revaskülarizasyondan sonra nadir de olsa eşlik eden kanama ve bazı teknik nedenler gibi diğer
problemlerden dolayı bu hastalara girişim pratik hayatta ertelenebiliniyor. Bu durum sık
olmasa da kliniğimizde de rastladığımız bir durumdur.
Bu çalışmadaki amaç, STYME ile kliniğimizde trombolitik tedavi almış ve
reperfüzyon sağlanmış ancak 3-24 saat içinde çeşitli nedenlerden dolayı KAG yapılamamış ve
daha sonra yapılmış olan stabil hastaların altı aylık izlemlerindeki mortalite ve morbidite
oranlarının belirlenmesidir.
1.2 GENEL BİLGİLER
1.2.1 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü
1.2.2 Epidemiyoloji
Koroner arter hastalığına (KAH) bağlı ölümler son 3-4 dekatta azalmış olmasına
rağmen halen tüm dünyada ölümlerin başında gelmektedir. Yapılan çalışmalar, tüm dünyada
kardiyovasküler hastalıklardan (KVH) ölüm oranının 1990 ve 2020 yılları arasında %28’dan
%36,3’ e yükseleceğini göstermektedir.[3] Amerika Birleşik Devletleri verilerine göre; yılda
bir milyondan fazla kişi AKS geçirmektedir. [4] Yılda 800.000 kişinin koroner arter
hastalığına bağlı olarak hayatlarını kaybettikleri, bu insanlardan yaklaşık 300.000 tanesinin
hastanelere bile ulaşamadığı belirtilmektedir.[3] STYME nedeniyle hastaneye başvuran
hastaların oranları ülkeler arasında farklılık göstermekte ve bu oran kapsamlı kayıt sistemine
sahip olan İsveç’ te 66/100 000/yıl olarak bildirilmektedir.
KV mortalitenin Türkiye’deki oranları konusundaki tahminler TEKHARF çalışması
sonuçlarına dayanmaktadır. TEKHARF çalışmasının 12 yıllık izlem verileri koroner kalp
hastalığı mortalitesinin; 45-74 yaş grubunda erkeklerde binde 8,2, kadınlarda binde 4,3
2
olduğunu bildirmiştir. Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında ülkemizde KAH nedeniyle
ölümler birçok ülkeden daha yüksektir. Bu rakamların KV değil, koroner mortaliteyi
yansıttığı hatırlanırsa, genel KV mortalitemizin 45-74 yaş grubunda binde 7,5 civarında
olduğu tahmin edilebilir. Yine resmi veriler ve TEKHARF verileri ortak değerlendirildiği
zaman görülmektedir ki, ülkemizde tüm ölümlerin %45’i kalp damar hastalıklarından, %36’sı
kalp hastalıklarından, %32’si ise koroner kalp hastalığından kaynaklanmaktadır.[5] KVH
nedenli ölüm oranları 2001 yılında % 29.1 iken bu oranın 2030 yılında % 32.5 olması
beklenmektedir. Bu oran gelir durumu düşük ve orta olan ülkelerde daha yüksek olmaktadır.
Dahası aynı ülke içinde daha düşük gelirli bölgelerde bu oranlar benzer bir şekilde daha
yüksektir. Dünyanın yaklaşık %85’inin orta ve düşük gelir seviyesinde olduğu göz önüne
alındığında gelecekte KVH nedenli ölümlerin daha da artacağı öngörülebilir.[5]
1.2.3 Etiyoloji ve Patofizyoloji:
ST-segment yükselmeli miyokart enfarktüsü(STYME) tanısı alan olguların önemli bir
çoğunluğunda, ateroskleroz temel etiyolojik nedendir.[6] STYME’nin en sık nedeni ise
koroner damarlar içerisinde, kan akımını engelleyici trombüs meydana gelmesidir. Diğer
nedenler arasında vaskülitler, koroner embolik hadiseler, konjenital koroner arter anomalileri,
koroner arter anevrizmaları, koroner arterlerde spazm, artmış kan viskozitesi, miyokartın
oksijen ihtiyacında artış ve travma sayılabilir.[7] KAH iki farklı süreç içermektedir. Birincisi;
oluşmasından birden fazla risk faktörünün rol aldığı, yıllar içinde gelişen çok az geri
çevrilebilen ve yavaş ilerleyen aterosklerozdur. İkinci süreç ise dinamik ve hızlı olan,
potansiyel olarak geri döndürülebilen koroner kan akımı tam tıkayabilen tromboz ve
vazospazmdır. Bu iki süreç birbiri ile iç içe olup kesin sınırları net olmadığından genelde
kullanılan kavram aterotrombozdur. Ancak yine de klinik olarak hangisinin daha baskın
olduğu tahmin edilebilmektedir. Kronik ve kararlı anginal yakınması olan hastalarda ön
planda olan bileşen ateroskleroz iken, AKS’ de ön planda olan bileşen tromboz olmaktadır.
Ateroskleroz damarın intima tabakasından başlayıp yapılan otopsi çalışmalarında daha
çocukluk çağında başladığı gösterilmiştir. [8] Histolojik olarak aterosklerozun başlangıcında
intimada fokal lezyonlar oluşur ve bu bölgelere düz kas hücreleri göç eder.Takibinde intra ve
ekstraselüler lipit depolanması ile yağlı çizgilenmeler oluşur. Yağlı çizgilerde apolipoprotein
E , VLDL, LDL ve HDL birikmekte ve beraberinde miktarları değişen makrofajlar (özellikle
okside LDL fagosite ederek köpük hücresine dönüşen makrofajlar) ve T lenfositler
bulunmaktadır. Zamanla lezyonun büyümesi ile intima tabakasına daha fazla düz kas hücresi
göç etmekte ve lezyonun farklı bölgelerinde gelişen apopitoz ve bu bölgelere olan makrofaj
3
ile fibroblast göçü sonucu kalsifik alanlar ve fibröz plak oluşmaktadır.[9]
Fibröz plak
oluşumu AKS kliniğinin altında yatan en önemli patolojidir. Özellikle fibröz plak başlığın
kalınlığı ve hacminin tüm plağa oranı klinik durumu belirleyen en önemli parametredir.
Fibröz plağın damar lümenine doğru büyümesi kritik eşiği aşarsa klinik ortaya çıkar. Zamanla
lezyon ilerler, lümenden ve media tabakasından revaskülarize olur ve çoğu zaman kalsifiye
olabilen nekrotik lipitten zengin çekirdek içerir. Damar dokusu ateroskleroza pozitif ve
negatif yeniden şekillenme şeklinde yanıt oluşturur. Pozitif yeniden şekillenmede aterom plak
damar dışına doğru büyür ve lümeni tıkamaz. Negatif yeniden şekillenme ise, tam tersi aterom
plak damar lümenine doğru büyür ve lümeni daraltarak kan akımına karşı direnç oluşturur ve
hatta akımı durdurur. Her iki durum iskemik olay açısından benzer riskleri taşımaktadır.
Çünkü bu aterom plaklarında lümen tıkanmasının yanında, iskemik olaylar için asıl önemli
olan lezyonun duyarlılığıdır(vulnerable) . Ancak pozitif şekillenmede daha sık kompleks ve
stabil olmayan plaklar gözlenirken negatif şekillenmede ise daha çok stabil plaklar söz
konusudur.[10]
Ateroskleroz çoğunlukla orta çaplı elastik arterler olmak üzere, bütün boyutlardaki kan
damarlarını etkileyen sistemik arteriyel bir hastalıktır.[11] Aterosklerozu başlatan veya
ilerlemesine neden olan birçok risk faktörü tanımlanmıştır. Bunlar içinde en sık tanımlanan
geleneksel risk faktörleri olan; tütün kullanımı, diyabet, hipertansiyon ve hiperlipitemi
iskemik semptomların ortaya çıkmasına neden olan durumları açıklamada yetersiz
kalmaktadır. Birçok hasta benzer oranda geleneksel risk faktörlerine sahip olmasına karşın
hastalığın ciddiyeti ve seyri her hastada aynı olmamaktadır. Bu durum geleneksel risk
faktörleri dışında diğer yeni risk faktörlerinin (homosistein, lipoprotein a (Lp a), hemostatik
veya trombojenik risk faktörleri, dolaşımdaki antioksidan düşüklüğü, veya genetik
mutasyonların önemini ön plana çıkarmıştır. Yaş, cinsiyet ve genetik yapı değiştirilemeyen
risk faktörleridir. Değiştirilebilen risk faktörleri ise; diyabet, hipertansiyon, hiperlipitemi,
sigara içiciliği, obezite, alkol kullanımı ve hareketsiz yaşam tarzı olarak sayılabilir. Yağlı ve
aşırı beslenme alışkanlığı, hareketsizlik ve sahip olunan kronik hastalıklarda ateroskleroz
gelişimini kolaylaştırır. Sigara içiciliği veya yoğun pasif içicilik, hipertansiyon ve diyabet
ateroskleroz için önemli risk faktörleridir. Son yıllarda aterosklerozun inflamasyonla olan
ilişkisi üzerinde durulmakta ve bu anlamda ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Yukarıda sayılan
risk faktörleri endotel yapısını bozmakta ve sistemik inflamasyonu başlatmaktadırlar.[12]
Normal endotel antitrombotik bir özelliğe sahiptir. Ancak endotel sigara, hipertansiyon,
diyabet ve kronik hastalıkların etkisiyle ateroskleroza karşı koruyucu ve engelleyici
4
özelliklerini kaybetmektedir. Endotelin değişiminin başlamasıyla; sitokinler, inflamasyon
medyatörleri,
büyüme
faktörleri
ve
adezyon
molekülleri
dolaşıma
salgılanmaya
başlanmaktadırlar. [13] Endotelden salgılanan VCAM-1 hem monositleri hem de T
lenfositleri için kemotaktik bir maddedir. VCAM-1 tarafından bağlanan bu hücreler
subendotelyal bölgeye geçerler. Monosit kemoatraktan protein (MCP-1); monositlerin
subendotelyal alanda birikimlerinden sorumlu maddedir.[13] Lenfosit ve mast hücrelerini de
subendotelyal bölgeye çeken kemoaktif maddelerde mevcuttur. Sistemik dolaşımdaki düşük
dansiteli lipoprotein (LDL) molekülleri de subendotelyal bölgede birikir ve buradaki immün
sistem hücrelerinin etkisiyle okside LDL’ye dönüşürler. Artık sistemik enflamasyon meydana
gelmeye başlar. İnterlökin-1 ve TNF- α gibi inflamasyonun önemli aracı moleküllerinin
sentez ve salınımları artar. Bu artış neticesinde, İnterlökin-6 üzerinden, karaciğerde CRP gibi
akut faz reaktanlarının üretimi sağlanır.[14]
Bu evrede kandaki hs-CRP gibi akut faz
reaktanlarının düzeyleri ölçülerek ateroskleroz hakkında bilgi sahibi olunabilmektedir.[14]
Kişinin hayat tarzını değiştirmeyip,
aterosklerozu kolaylaştırıcı alışkanlıkların ve risk
faktörlerinin etkilerinin devam etmesiyle, plaklardaki yangısal reaksiyonların şiddeti de
zaman içerisinde artış göstermektedir. Okside olmuş ve intima tabakasında birikmiş LDL
endoteli aktive edebilmektedir. Subendotelyal alanda sayıları artan monositler, makrofajlara
onlar da çöpçü hücrelere dönüşmektedirler. Çöpçü hücrelerin bünyesinde bol miktarda
lipoprotein birikir ve köpük hücreleri oluşur. Makrofaj ve T-lenfositleri inflamasyon
faktörlerinin salınımını arttırırlar. Böylece plağın hacmi gittikçe artar. Üzerinde fibröz bir
kapsül oluşur ve bu kapsül kritik bir noktadan sonra stres faktörlerinin etkisiyle yırtılır.
Yırtılmanın en çok normal damar ile fibröz kapsül sınırında olduğu bilinmektedir. Bu bölgede
stresin etkisi en büyüktür. Dolaşım siteminde aterom plağının kapsülü yırtıldıktan sonra,
alttaki subendotelyal matriks ile şekilli kan elemenları temas eder, trombositler aktive olur,
trombin oluşur ve trombüs meydana gelir.
Akut koroner sendromun gelişimini belirleyen en önemli fiyopatolojik süreç plak
yırtılması ile başlamaktadır. Koroner arterlerde sık görülen plak yırtılmaları genellikle sessiz
atlatılır. Klinik durumu, miyokart iskemisinin yeri, ciddiyeti ve süresi belirler. Akut koroner
tıkanmada fizyopatolojik olarak iki temel süreç söz konusudur. Bunlardan biri aterosklerotik
plağı kaplayan endotelin erozyonu sonucunda, trombüs oluşumuna meyilli olan endotel altı
bölgenin dolaşımdaki kanla temasa geçmesi, diğeri ise fibröz başlığın yırtılarak açılması
sonucu, ileri derecede pıhtı oluşturabilme yeteneğine sahip lipit çekirdeğin açığa çıkması
şeklinde sonuçlanan plak yırtılmasıdır. Plak yırtıldıktan sonra oluşan pıhtı genellikle
5
STYME’de fibrinden ve eritrositten zengin ve koroner arterde tam tıkanıklığa neden olurken
(Kırmızı pıhtı), STYzME’de ise trombositten zengindir ve kısmi ya da aralıklı tıkayıcı
özelliktedir. (Beyaz pıhtı).[15]
1.2.4 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü tanımı:
Akut miyokart iskemisine bağlı gelişen klinik tabloların tümü AKS olarak
tanımlanmaktadır. AKS başvuru sırasında EKG’ de ST-segment yükselmesi olan veya
olmayan şeklinde temel iki gruba ayrılmaktadır. Tüm AKS’ lerin dörtte birini ST-segment
yükselmeli miyokart enfarktüsü ( STYME ), geri kalanını ise ST-segment yükselmeli
olmayan miyokart infarktüsü ( STYzME ) oluşturur. Kararsız angina pektoris (UAP) ve
STYzME birbiriyle sıkı ilişkili klinik tablolardır.[14] Kararsız angina pektoris genellikle
koroner arter aterotrombozundan kaynaklanan azalmış miyokart perfüzyonuna sekonder
gelişmektedir. Ancak bu hastalarda bozulmuş aterosklerotik plağın üzerinde oluşan tıkayıcı
olmayan trombüs hiçbir miyokart biyobelirtecinde artışa sebep olmaz. STYzME ile patogenez
olarak çok benzeyen UAP’ ta tanıya götürecek objektif biyobelirteçlerde anlamlı değişiklik
olmadığında bu hastalarda tanı, iyi bir anamnez temeline dayanmakta ve en subjektif AKS
tanısıdır. Karasız anjina pektoris; dinlenme sırasında veya hafif egzersiz ile ortaya çıkan ve
genelde 20 dakika kadar süren angina, yeni başlangıçlı ve genelde son bir ayda ortaya çıkan
angina veya daha önceden tanımlanmış anginanın süresi, şiddetti ve derecesinde değişiklik
olması şeklinde tanımlanmaktadır.[14] Kararsız anjina pektoris, tanımlamasında en önemli
husus olan anginanın derecelendirilmesinde en sık Kanada kardiyovasküler cemiyeti angina
sınıflaması kullanılmaktadır. Bu kullanımı kolay olan sınıflama ile hastaların takiplerinde
angina derecesinde olan değişiklik takip edilebilir.(Tablo-1) STYzME patogenez ve kinik
açısından UAP ile benzerdir ancak iskemi daha şiddetli, daha yaygın ve daha uzun sürelidir.
Tipik vasıfta anginal yakınması olan ve ST- segment yükselmesi olmayan ancak bakılan
miyokart hasar belirteçlerinde anlamlı yükselme olması durumunda STYzME tanısı
koyulmaktadır. UAP ve STYzME hastalarında ST-segment yükselmesi olmamakta ancak bu
ST-segment çökmesi ve T dalga tersleşmesi olabilmektedir. STYzME olan hastalarda 30
günlük mortalite oranı yaklaşık % 5 civarındadır ve bu oran UAP’ tan daha yüksek, STYME’
dan ise daha düşüktür. [16] Ancak altıncı ayda STYME ile STYzME arasında mortalite
açısından anlamlı fark kalmamaktadır. Uzun süreli izlem sonuçları STYME ile
karşılaştırıldığında STYzME hastalarında ölüm oranlarının daha yüksek olduğunu
göstermiştir. Dördüncü yıllarda ölüm oranlarındaki farklılık 2 kata ulaşmıştır.[14] Orta ve
uzun dönemde bu gelişme farklı hasta profillerine bağlı olabilir. Gerçekten STYzME hastaları
6
daha yaşlı, daha fazla komorbiditeye (özellikle diyabet ve böbrek yetmezliği) sahip olma
eğilimindedir. [17] Bunun yanı sıra bu karasız anjina pektoris ve STYzME’nin en yaygın
nedeni önceden var olan aterosklerotik plak üzerinde tıkayıcı olmayan trombüs olmasına
rağmen, akut koroner iskemiye neden olan başka nedenler de bulunmaktadır. Prinzmetal
angina ( fokal spazm) endotel disfonksiyonu ve vasküler düz kasın hiperkontraktilitesi sonucu
olduğu düşünülen ve dinamik ve akut iskemiye neden olabilecek nadir görülen bir durumdur.
Benzer bir şekilde kronik enfeksiyonlara bağlı oluşan inflamasyon sonucu aktive olan
inflamatuvar
mekanizmalar
sonucu
plak
stabilizasyonun
bozulması
iskemiye
yol
açabilmektedir.
Sınıf I
Günlük aktiviteler ile angina yok sadece zorlayıcı efor ve uzun süreli eforda
angına
Sınıf II
Günlük aktviteler hafif sınırlı. Hızlı merdiven çıkarken veya hızlı yürürken,
yokuşta, yemek sonrası eforla, soğukta, emosyonel stres ile ortaya çıkan angina
Sınıf III
Günlük fiziksel aktivite belirgin kısıtlanmış.
100-200 mt yürürken, normal
koşullar altında normal hızda bir kat merdiven çıkarken angina
Sınıf IV
Herhangi bir fiziksel aktiviteyi angina olmadan yapamama veya istirahat anginası
Tablo-1 Kanada kardiyovasküler cemiyeti angina sınıflaması
STYME, ateroskleroz zemininde oluşan trombüsün yol açtığı, arterin suladığı
miyokart bölgesinde kan akımının tamamen kesildiği ve EKG’ de ST segment yükselmesi ile
seyreden, akut koroner sendromlar içinde hastane içi mortalitesi en yüksek olan formdur.
STYME doğası gereği hızla fatal olabileceğinden ve tanıda geçen her dakikanın kötü
sonlanım üzerinde ciddi etkisi olmasından dolayı hastaların tanımlanması için sık aralıklarla
seri EKG takibi ve ağrının nedeni olacak diğer olasılıkların çok iyi sorgulanması
gerekmektedir. Tanının doğru koyulması iki sebepten bu hastalarda çok önemlidir. Birinci ne
kadar erken tedaviye başlanırsa o kadar iyi sonuç elde edilir. İkincisi ise, yanlış teşhis
komplikasyon riski yüksek olan gereksiz mekanik ve farmakolojik revaskülarizasyon neden
olabilmektedir.
2012 yılında miyokart enfarktüsü tanımlamasını sağlayan kriterler ‘’Miyokart
enfarktüsü tanımlama evrensel uzlaşına’’ yayınlanmıştır. Bu uzlaşı raporuna göre ;
Miyokart enfarktüsü (ME) teriminin, miyokart iskemisi ile uyumlu bir klinik durumda
miyokart nekrozu kanıtı varsa kullanılmalıdır. [18] Bu koşullar altında takip eden kriterlerden
herhangi birinin varlığında ME tanısı koyulabilir;
7
-Kardiyak biyobelirteçlerden en az bir değerin üst referans sınırının üstünde olması ile
birlikte, biyobelirteç değerlerinde [tercihen kardiyak troponin) yükselme ve/veya düşüşün
saptanması ve aşağıdakilerden en az birinin varlığı:
1-İskemi belirtileri.
2-Yeni veya yeni olduğu düşünülen anlamlı ST-segmenti-T dalgası (ST-T)
değişiklikleri veya yeni sol dal bloğu (SoDB).
3-EKG’de patolojik Q dalgalarının gelişmesi.
4- Yeni canlı miyokart kaybı veya yeni bölgesel duvar hareket bozukluğunun
görüntüleme ile kanıtlanması.
5- Anjiyografi veya otopside intrakoroner trombüs belirlenmesi.
- Kardiyak biyobelirteçler ölçülemeden veya biyobelirteç değerleri yükselemeden
gerçekleşen, miyokart iskemisini düşündüren belirtiler ve yeni olduğu düşünülen EKG
değişiklikleri veya yeni SoDB ile birlikte kardiyak ölüm.
- Perkütan koroner girişimle (PKG) ilişkili ME, bazal troponin seviyesi normal olan
hastalarda troponin değerinin 5 kattan daha fazla yükselmesi veya bazal değerleri yüksek ve
sabit veya düşmekte olan hastalarda troponin değerinde >%20 artış olarak tanımlanır. Ek
olarak;
1-Miyokart iskemisi düşündüren belirtiler
2-Yeni iskemik EKG değişiklikleri
3-İşlem komplikasyonları ile uyumlu anjiyografik bulgular
4-Yeni canlı miyokart kaybı ya da yeni bölgesel duvar hareket bozukluğunun
görüntüleme kanıtları gerekmektedir.
-Stent trombozu ile ilişkili ME, kardiyak biyobelirteçlerde en az bir değerinin normali
üstünde olması ile birlikte artış/veya düşüş gözlenmesi ve miyokart iskemisi varlığında
anjiyografi ve/veya otopside tespiti olarak tanımlanır.
-Koroner arter baypas greftleme (CABG) ile ilişkili ME, bazal tronponin değerleri
normal olan hastalarda kardiyak biyobelirteçlerin 10 kattan daha fazla yükselmesi olarak
tanımlanır. Ek olarak;
1-Yeni patolojik Q dalgaları veya SoDB,
2-Anjiyografik olarak belgelenen yeni greft veya yeni doğal koroner arter tıkanıklığı,
3- Yeni canlı miyokart kaybı veya yeni bölgesel duvar hareket bozukluğunun
görüntüleme kanıtı gereklidir.
Yine aynı uzlaşı metninde her miyokart enfarktüsünün uzun ve kısa dönem
sonlanımları farklı olduğundan, miyokart nekrozuna en çok yok açan etiyolojileri içine alan
8
klinik bir sınıflamaya yer verildi.(Tablo-2) Bu sınıflamada sınırlar keskin olmayıp bazı
durumlarda hastalar aynı anda veya ardışık olarak farklı sınıflarda olabilirler. Örneğin stent
trombozundan dolayı ani kardirak ölüm gerçekleşen hasta tanım sınıflama gereği Tip 4b ve
Tip 3 olarak sınıflanabilmektedir.
Lümen içi trombüs oluşumu ile sonuçlanan aterosklerotik plak rüptürü, ülserasyonu, fissürü, erozyonu
Tip 1: Spontan ME
veya diseksiyonu ile ilişkili spontan miyokart enfarktüsü.
Tip 2: İskemik bir dengesizliğe
Koroner arter spazmı, koroner emboli, anemi, aritmi, hipertansiyon, hipotansiyon gibi oksijen ihtiyacının
bağlı ME
arttığı veya dokuya gelen oksijen miktarının azaldığı durumlarda oluşan iskemi sonucu gelişen miyokart
Tip
3:
enfarktüsü.
Biyobelirteç
değerleri
olmadan ölümle sonuçlanan ME
Tip 4a: Perkütan koroner girişim
(PKG) ilişkili ME
Biyobelirteçler için kan örnekleri alınamadan veya kardiyak biyobelirteçler yükselmeden veya nadir olgularda hiç
toplanmadan önce miyokart iskemisini düşündüren belirtiler ve yeni olduğu düşünülen iskemik EKG değişikleri
veya yeni SoDB ile birlikte gerçekleşen kardiyak ölüm.
PKG ile ilişkili miyokart enfarktüsü, troponinin normalin 5 katında daha fazla arttığı veya bazal değerleri yüksek
ve sabit ya da düşmekte ise troponin değerinde >%20 artış şeklinde tanımlanır. Ek olarak, miyokart iskemisi
belirtisi, EKG değişikliği, KAG’de damar açıklığı kaybı veya no reflow ya da yeni gelişen duvar hareket
bozukluğunun saptanması
Tip 4b: Stent trombozu ile ilişkili
miyokart enfarktüsü
Stent trombozu ile ilişkili miyokart enfarktüsü, miyokart iskemisi ve troponin değerlerinde en az bir ölçümün
normalden fazla olması ve/veya düşme gözlenmesi durumunda anjiyografi veya otopsi ile tespit edilmesi.
Tip 5: Koroner arter baypas
Bazal troponin değerleri normal olan hastalarda kardiyak troponinin 10 kattan daha fazla yükselmesi
greftleme (CABG) ile ilişkili ME
olarak tanımlanır. Ek olarak, Yeni patolojik Q dalgaları veya SoDB, Anjiyografik olarak belgelenen yeni
greft veya yeni doğal koroner arter tıkanıklığı veya yeni canlı miyokart kaybı veya yeni bölgesel duvar
hareket bozukluğunun görüntüleme kanıtı gereklidir.
Tablo-2 Miyokart enfarktüsünün evrensel sınıflaması
ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü Klinik Tanı:
STYME tanı ve tedavi eş zamanlı ve hastayla ilk temasta yani hastane dışında başlanmalı?.
Her zaman ilk müdahale sırasında hekim olmayabildiğinden, hasta ilk tıbbi temasta bulunan
paramediklerin veya diğer sağlık hizmeti vericilerinin STYME açısından yeterli donamına ve bilgiye
sahip olmaları bu hastaların tanı ve dolaysıyla tedavisinde çok önemli yer tutmaktadır. Dünya sağlık
örgütü miyokart enfarktüsü tanısı için, klinik, EKG ve miyokart hasar belirteçlerinin birlikte
değerlendirilmesini gerektiğini belirtmektedir. Klinik olarak tipik göğüs ağrısı veya göğüs ağrısı
eşdeğeri yakınmalar, Q dalga gelişimi dahil tipik EKG değişiklikleri ve miyokart hasarının göstergesi
olan biyobelirteçlerin artması veya azalması varlığını değerlendirilmelidir. Bunlardan herhangi ikisinin
varlığı miyokart infarktüsü tanısını koydurmaktadır.
Göğüs Ağrısı
STYME tanısında en önemli basamak hastanın yakınmalarıdır. STYME’ de ağrı,
genelde 20 dk. veya daha uzun süren, nitrata yanıt vermeyen, ezici, yanıcı, baskıcı ve sıkıntı
hissi ile birlikte hastada ölüm korkusu yaratacak şekildedir. Karakter olarak tipik ağrı şeklinde
9
tanımlanan bu ağrının yanında hastanın ağrısını lokalizasyonu ve beraberinde yayılımı hem
tanıda hem de ayırıcı tanıda çok önemlidir. STYME’ de ağrı, tipik olarak sternumun
arkasında, sol kola ve omuza, çeneye, sırta ve daha az olmakla birlikte epigastrik bölgeye ve
her iki omuza yayılan tarza olmaktadır.
Ayrıcı tanıda önemli olan ve atlanması durumunda sonuçları kötü olan pulmoner
emboli ve enfarkt ile aort diseksiyonundan farklı olarak STYME’ de ağrı aniden başlanmaz
daha yavaş ancak şiddeti artan karakterde olur.
STYME’de ağrının karakteri ve yerleşimi tanının temel taşını oluşturmakla birlikte
özellikle diyabetik, yaşlı ve kadın hastalarda yaklaşık hastaların üçte biri tipik olamayan
yakınmalar ile acil servislere başvurmaktadır. Atipik başvurular arasında en sık karşılaşılan
durumlar; bulantı ve kusma, nefes darlığı, halsizlik, çarpıntı veya senkop gibi ayırıcı tanıda
daha geniş yelpazede olan yakınmalardır. Atipik yakınmalar ile başvuran hastalar tipik ağrı
ile başvuranlara göre daha geç acil servislere başvurdukları gibi tanı aşaması daha uzun
sürebildiğinden tedavileri de diğer hastalara göre gecikmektedir. [19] Atipik yakınmalar ile
başvuran hastaların oranları azımsanmayacak kadar yüksek olduğundan STYME açısından
risk taşıyan ancak tipik anginal yakınması olmayan hastaların daha dikkatli değerlendirilmesi
gerekir ve tanının doğrulanması için ek çaba sarf edilmelidir. Bu hastalarda bir önemli ipucu
hastaların KAH öyküsünün veya KAH açısından yüksek riskli olmasıdır. STYME’ nin
zamanında tanınması başarılı tedavinin anahtardır.
Elektrokardiyografi (EKG)
EKG izlemi, yaşamı tehdit eden aritmileri tespit etmek ve gerektiğinde hemen
defibrilasyonu gerçekleştirmek için, STYME’den şüphelenilen tüm hastalarda mümkün olan
en kısa zamanda başlanmalıdır.[18] STYME sırasında EKG dalgalarındaki dinamik
değişiklikleri saptayabilmek için özellikle ilk başvuruda EKG’ nin tanısal olmadığı hallerde
sıklıkla seri EKG takibi yapılmalıdır. Bunun için 10-15 dakika bir EKG çekilmeli veya 12
derivasyonlu EKG monitorizasyonu yapılmalıdır. STYME tanısında tipik olarak ardışık iki
derivasyonda J noktasında ölçülen ST-segmentinin ≥0.1 mV (V2-V3 derivasyonları dışında)
yükselmesi kullanılmaktadır. ST-segment yükselmesi V2 –V3 derivasyonlarında ise; 40 yaş
altı erkeklerde ≥0.25 mV, 40 yaş üstü erkeklerde ≥0.2 mV veya kadınlarda ≥0.15 mV [sol
ventrikül hipertrofisi veya sol dal bloğu (SoDB) yokken] olarak tanımlanmaktadır. [18, 20]
İnferiyor ME ‘ye sıklıkla sağ ventrikül enfarktüsünü eşlik edebilmektedir. Standart 12
derivasyona ek olarak sağ göğüs derivasyonların (V3R ve V4R) kaydedilmesi önerilmektedir.
Bu derivasyonlar için önerilen eşik değer ≥0,05 mV ST yükselmesidir ancak 30 yaş altı
10
erkeklerde ≥0,1 mV eşiğinin kullanılması önerilmektedir. Postero-bazal ME’ de
şüphelenildiğinde
V1-V3
derivasyonlarında
ST
segment
çökmesi
dikkatlice
değerlendirilmelidir. V1-V3 derivasyonlarında ≥0.05 mV ST segment çökmesi olan ve
özellikle terminal T dalgası pozitif olan hastalarda postero-bazal (posteriyor enfarkt) ME’den
şüphelenilmeli ve V7-V9 derivasyonları değerlendirilmelidir. V7-9 derivasyonlarında ≥0.05
mV bir ST yüksekliği eşik değeri önerilmektedir; ST yükselmesinde ≥0,1 mV’ luk eşik
değerlerde özgüllük artar ve bu eşik değer <40 yaş erkeklerde kullanılmalıdır.[21-23]
STYME tanısının doğrulanması ve olası sorumlu lezyonun tahmini için birbiri ile
ilişkili derivasyonların beraber değerlendirilmesi gerekmektedir. Anteriyor ME için (V1-V6),
inferiyor ME için ( Dıı,Dııı,aVF), lateral / apikal ME için (Dı,aVL), sağ ventrikül serbest
duvarı ME için (V3R,V4R) ve infero-bazal ME için (V7-V9) derivasyonları ilişkili
derivasyon olarak değerlendirilmektedir.
Yukarıdaki kriterlerin varlığında ve tipik kliniği olan hastalarda STYME tanısı
koymakta zorluk yaşanmamaktadır. Ancak kalp pili veya sol dal bloğu(SoDB) olan hastalarda
ST segment değişikliğini yorumlamak her zaman mümkün olmayabilir. Ancak, acil serviste
değerlendirilen ve SoDB olan çoğu hastada akut koroner tıkanıklık bulunmamaktadır ve
birincil PKG gerektirmemektedir. SoDB olan hastalara STYME tanımlamak için farklı
algoritmalar tanımlanmıştır. Bu algoritmalar içinde en çok Sgarbossa’ nın tanımladığı
algoritma kullanılsa da çoğu tanısal kesinliği sınırlı kalmaktadır.[24] Basitleştirilmiş hali ile
SoDB varlığından klinik şüphesi olan hastalarda QRS ile aynı yönlü ST segment
değişikliğinin kullanılması STYME tanısında yardımcı olmaktadır. Benzer bir şekilde sağ dal
bloğunda ST-segment değişikliği olmaktadır ancak V1-V3 derivasyonlarında ST-segment
değişikliği gizlenmiş olabilmesine rağmen STYME tanısı SoDB olanlara göre daha rahat
koyulabilmektedir. Kalp pili olan hastalarda ST-segment değişikliğini yorumlamak
zorlaşmakta olup tanıyı doğrulamak ve tedavinin yapılması için koronerangiyografi (KAG)
gerekebilir.
Miyokart enfarktüsü kliniği olan bazı hastalarda, yakınmaların başladığı çok erken
dönemlerde çekilen EKG’lerde ST-segment yükselmesi olmayabilir (bu durumda, ST
segment yükselmesine öncülük edebilen sivri T dalgaları aranmalıdır). EKG’nin
tekrarlanması veya ST-segmentinin izlenmesi önemlidir. Bir başka zorlukta sirkumfleks
damar, ven greftleri veya sol ana koroner gibi bazı damarlarda total tıkanıklık olmasında
rağmen klasik tanıma uyan ST-segment yükselmesi olmayabilir ve reperfüzyonun
yapılmaması veya gecikmesinden dolayı sonlanımları daha kötü olabilmektedir. Standart 12
derivasyonlu EKG’yi V7-V9 derivasyonları ile genişletmek bir seçenek olsa da, her zaman
11
tespit etmeyebilir. Bu sebepten STYME tanısı için yüksek klinik şüphe durumunda hastalara
KAG yapılması tanı ve gerektiğinde tedavi için gerekmektedir. [25] Sol ana koroner veya çok
damar tıkanıklığında ilişkili derivasyonlarda ST segment elevasyonu izlenmeyebilir. V1 veya
aVR’de ST yükselmesi ile birlikte sekiz veya daha fazla derivasyonunda >0.1 mV STçökmesi olan ve başka bir belirgin bulgusu olmayan bir EKG’ de çok damar ya da sol ana
koroner arter tıkanıklığından şüphe edilmelidir. [26]
Kardiyak enzimler ve biyokimyasal belirteçler
STYME tanısının hızla koyulup acil tedavinin başlaması hayati öneme sahip
olduğundan kandan bakılan biyobelirteçler geç sonuçlandığında tanı aşamasında pek yardımcı
olmamaktadırlar. Ancak yakınmalarının başlamasından belli bir süre geçmiş olan hastalarda
negatif bir değer daha önemli olup gereksiz acil KAG yapılmasını engelleyebilir. Yine
biyobelirteçlerin seviyesindeki artış ile etkilenen miyokart alanı arasında ilişki olduğu
gösterilmiş olup hastaların uzun dönem sonuçları hakkında fikir verebilir. Pratikte en sık
kullanılan ve miyokart dokusuna spesifik nekroz belirteçleri kreatin kinaz(CK) ve
izoenzimleri ile troponinlerdir.
Kreatin Kinaz (CK) : Miyokart hasarını takiben 4-8 saat içerisinde normalin üst
sınırını geçer, ortalama 24 saat içinde en yüksek değere ulaşır ve 2-3 gün içinde normal
değerine döner. Kas hastalıkları, alkol intoksikasyonu, diyabet, iskelet kası travması, ciddi ve
uzun süreli yapılan egzersizler, epileptik nöbetler (tonik veya tonik-klonik), pulmoner emboli
yalancı yüksekliğin saptandığı klinik tablolar arasında yer almaktadır.[27]
Kreatin Kinaz İzoenzimleri : Kreatin kinazın 3 izoenzimi (MM, MB, BB)
bulunmaktadır. MB izoformu ise yoğun olarak miyokart dokusunda bulunurken az miktarda
dil, diyafram, uterus ve prostat dokusunda bulunmaktadır. MB izoformu, miyokart hasarını
takiben yaklaşık 3-4 saat sonra yükselmeye başlar, ortalama 24 saat civarında en yüksek
plazma değerlerine ulaştıktan sonra 48-72 saat içerisinde normal değerlerine iner.[27]
Troponin I/T : Çizgili kas ve miyokart dokusunda kontraktil süreci düzenleyen
karmaşık yapıda troponinin üç alt tipi bulunmaktadır. Bunlar; Ca++ ile bağlanan troponin C,
aktine bağlanan ve aktin-miyozin etkileşimini engelleyen troponin I ve tropomiyozine
bağlanan, troponin kompleksini ince flamantöz yapılarla birbirine bağlayan troponin T’dir.
Miyokart enfarktüsü hastalarında troponinler normalin üst sınırını yaklaşık 3 saat sonra
12
geçerler. Troponin I infarktüs sonrasında 10 gün, troponin T ise yaklaşık 14 gün boyunca
yüksek kalır.
Hastanın başvurusunda alınan kan örneğinde bakılan troponin değerine göre AKS
tanısının dışlanması mümkün değildir. Olguların birçoğunda takipleri sırasında troponin
artışları olduğu bilinmektedir. Miyokart hasarını dışlayabilmek için 6-12 saat troponin takibi
yapmak gerekir. Ancak troponinlerin koroner olay dışında yüksek olabileceği bazı klinik
tablolar mevcuttur.[28] Bu durumlarda olgunun klinik ve EKG özellikleriyle beraber
değerlendirilmesi
ve
gereğinde
ileri
görüntüleme
yöntemlerinin
seçilmesi
gerekli
olabilmektedir. Troponinlerin akut koroner olaylar dışında yüksek olabileceği durumlar
Tablo-3’te gösterilmiştir.[28]
Ağır konjestif kalp yetersizliği
Tako-tsubo kardiyomiyopatisi
Aort diseksiyonu, aort kapak hastalıkları
Akut ya da kronik böbrek yetmezliği
Hipertrofik kardiyomiyopati
İnme veya subaraknoid kanama
Kardiyak kontüzyon, ablasyon, pacing,
İnfiltratif hastalıklar
kardiyoversiyon , endomiyokartiyal biyopsi İlaç intoksikasyonları ve zehirlenmeler
Miyokartit veya endokardit/perikardit
Vücut yüzey alanının >%30’unu etkileyen yanıklar
Hipertansif krizler
Rabdomiyoliz
Taşiaritmiler veya bradiaritmiler
Solunum yetmezliği ve sepsis
Pulmoner emboli
Hipotiroidizm
Tablo-3 Akut koroner sendromlar dışında yüksek troponin düzeylerinin olası nedenleri
Miyokart enfarktüsünün tanısında şüphe mevcut ise, görüntüleme yöntemleri tanıda
yardımcı olabilmektedir. Tartışmasız ME tanısında en önemli görüntüleme yöntemi KAG’ dir
ancak her hastanede olmaması çok önemli bir sorundur. KAG yapılamadığında acil serviste
yapılabilen ekokardiyografi ile duvar hareketlerinde kusur saptanması, eski yeni ayrımı
yapmamasına rağmen, STYME açısından destekler bilgiler sağlamaktadır. Ekokardiyografi
tanının desteklenmesinin yanında miyokart enfarktüsünü taklit edebilecek aort diseksiyonu,
perikardiyal efüzyon ve masif pulmoner emboli gibi tanıları dışlamada önemli bilgiler
sağlamaktadır. Ekokardiyografi ile duvar hareket kusurunun saptanması STYME tanısı
koydurmayabilir ancak ME şüphesi olan bir hastada duvar hareket kusurunun olmaması ME
dışlamaktadır [25]
13
1.2.5 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü Ayrıcı Tanı
STYME ayırıcı tanısında en sık dışlanması gereken durumlar; göğüs ağrısının
bulunduğu fakat iskeminin bulunmadığı miyoperikardit, aort diseksiyonu, pulmoner emboli,
plörit, kostokondrit ve gastrointestinal hastalıklarıdır.
Perikardit: Tipik olarak göğüs ağrısı sırt üstü yattığında ve derin nefes aldığında
artmakta ve otururken ya da öne doğru eğildiğinde azalma şeklindedir. EKG’ de sol ana
koroner darlıklarında olduğu gibi yaygın ST segment elevasyonu olabilmektedir. EKG’ de PR
depresyonu ve sivri T dalgası ile birlikte konkav olan ST segment elevasyonu ( STYME’ de
ST segment konvekstir genelde) ve kliniğin uyumsuz olması perikarditi destekler. EKO’ da
duvar hareket kusurunun olmaması perikardit lehinedir.
Miyokartit: Belirti ve bulguları STYME’ dekine benzemektedir. Perikardit, STYME
ayırıcı tanısında önemli olan EKO miyokartit ayırıcı tanısında pek yardımcı olmamaktadır
keza hem miyokartittte hem de ME yaygın sol ventrikül duvar hareket kusuru görülebilir.
Ancak hastanın anemnezinde viral enfeksiyon ve sinsi bir başlangıcının olması miyokartiti
düşündürür.
Pulmoner Emboli(PE): Ani başlangıçlı plöretik ağrı (nefes alıp vermekle artan),
yüklenme bulgusu olmaksızın olan nefes darlığı ve EKO ile sağ ventrikül yüklenmesinin
gösterilmesi PE tanısını çoğunlukla koydurmaktadır. Şüphenin devam ettiği durumlarda
Toraks anjiyo BT daha detaylı bilgi verir.
Akut Aort diseksiyonu: Keskin, yırtılma tarzında göğüsten sırta doğru yayılan ağrı
aort diseksiyonu için tipiktir. Aort diseksiyonunda diseksiyonun koroner ostiuma kadar
uzanması durumunda ST elevasyonu saptanabilir ve bu hastalarda antiagregan ve
antikoagulan tedavi verilmesi durumda istenmeyen sonlanımla karşılaşılması kaçınılmazdır.
Bu hastalara akciğer grafisilerinde genişlemiş mediasten önemli bir uyarıcı olmalıdır. Tanı
için EKO’nun yetersiz olduğu durumlarda trans özafajiyal EKO veya Toraks anjiyo BT ile
tanı kesinleştirilebilir.
Özafagus hastalıkları: Sık görülen ve ağrının sternum arkasından olması ve iskemik
ağrıya çok benzeyen ağrı yakınmaları olmaları hastalarda ayırıcı tanıda soruna yol
açabilmektedir. İyi alınmış bir öykü ile hastaların çoğunda kardiyak kökenli göğüs ağrısı
dışlanabilmektedir.
1.2.6 Risk Sınıflandırması:
AKS tanısı alan hastalarda ölüm riskini tahmin etmek mümkün ve yararlıdır. Bu riskin
belirlenmesi hasta yakınlarını bilgilendirmesinin yanında tedavi kararında da önemlidir.
14
GUSTO I çalışmasında trombolitik alan hastaların 30 günlük mortalitesini öngörmede; yaş,
sistolik kan basıncı, Killip sınıfı, kalp hızı ve ME yerleşiminin bağımsız risk faktörleri olduğu
gösterildi. Yaşı < 45 olan hastalarda 30 günlük mortalite %1.1 iken yaşında >75 olması
durumun da bu oran %20.5 olmaktadır. Bu beş basit parametrenin değerlendirilmesi ile 30
günlük mortalitede %90’ın üzerinde prognostik bilgi sağlamaktadır.
AKS tanısının konulması sonrasında, olguların yönlendirileceği tedavi stratejisini ve
olguların prognozunu tahmin etmek için Trombolysis In Myocardial Infarction (TIMI)
çalışma grubu tarafınca TIMI 11B çalışmasının verilerinden oluşturulmuş olan TIMI risk
skoru kullanılabilir.[29, 30]
STYzME’ da TIMI risk skoruna göre, sorgulanan her bir
parametre için olgular 0 ya da 1 puan alırlar.Sonrasında elde edilen toplam puana göre
yüksek, orta ve düşük riskli gruplara ayrılırlar. TIMI risk skoru ≥5 puan alanlar yüksek risk
grubunda, 3-4 puan alanlar orta risk grubunda, 0-2 puan alanlar ise düşük risk grubunda yer
alırlar. 14 gün boyunca tüm nedenlere bağlı ölüm, yeni veya tekrarlayan Mİ, acil
revaskülarizasyon ihtiyacı oluşturan tekrarlayan iskemi açısından düşük riskli grubun % 4-8,
orta risk grubunun %13-20, yüksek riskli grubun %26-40 arasında riske sahip olduğu
bildirilmiştir.[31]
STYME olgularından fibrinolitik tedavi için uygun koşullarda olan yaklaşık 15.000
kişilik hasta grubunun verilerine dayanarak STYME tablosu için de TIMI risk skoru
geliştirilmiştir.[32] Olguların 30 günlük ortalama mortalite riski %95 güvenlilik aralığında
tahmin edilebilmektedir. Bu risk sınıflamasında puan artıkça hastanın kötü sonlanım açısından
riski orantılı olarak artmaktadır. Başvurudan sonraki 30 günlük mortalite, risk skoru 0 olan???
göre risk skoru 8 olan hastalarda yaklaşık 30 kat kadar artmaktadır. Bu risk skorlama
sisteminde bulunan değişkenler;
· Yaş ( 65-74 ise 2 puan, ≥75 ise:3 puan),
· Diyabet, hipertansiyon veya angina öyküsü varsa 1 puan,
· Sistolik kan basıncı <100 mmHg ise 3 puan,
· Kalp hızı >100/dak ise 2 puan,
· Killip sınıfı II-IV arasındaysa 2 puan,
· Vücut ağırlığı <67 kg ise 1 puan,
· Ön yüz STEMI veya Sol dal bloğu mevcutsa 1 puan,
· Tedaviye kadar geçen sürenin >4 saat olması 1 puan
Günümüzde en çok kabul gören ve TIMI risk skoruna benzeyen GRACE risk skoru,
tüm AKS gruplarına (UAP / STYzME / STYME) uygulanabilen hastane içi, altı aylık ve hatta
15
daha uzun süreli ölümün bağımsız öngördürücüsü olduğu savunulan risk skorudur.[33]
Uluslararası bir AKS kayıt sistemi olan GRACE, geniş ve seçilmemiş hastalardan oluşan bir
topluluğa ait verileri içermektedir.(41) Skor hesaplamasında, yaş, kalp hızı, sistolik kan
basıncı, Killip sınıfı, ST çökmesi varlığı, kardiyak belirteçler ve kardiyak arrest gibi
durumların varlığı kullanılmaktadır. Bu risk modelinin ayırıcı gücü oldukça yüksek olmasına
karşın, yatak başında kullanılabilmesi için bilgisayar vb. aletlere gereksinim göstermesi bir
kısıtlılık sayılabilir. [34]
1.2.7 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü Tedavi
Hastane öncesi tedavi: STYME’de kaybedilen her dakika kaybedilen miyokart
olduğundan ilk tıbbi temas ve öncesinden başlanarak tüm aşamalardaki zaman kaybını en aza
indirmek için sağlık politikaları geliştirilmesi ve sağlık hizmetleri bu doğrultuda verilmelidir.
STYME hastalarında ölümcül ritm bozukluları erken dönemlerde gerçekleştiğinden hastalar
ile ilk temasta defibrilatörün bağlanması ve kullanıma hazır olması gerekmektedir. Hastaya
uygulanacak revaskülarizasyon yöntemine ilk temasta karar verilmeli ve hasta ona göre en
yakın hastaneye yönlendirilmelidir.
Reperfüzyon tedavisi: STYME enfarktüsü hastalarının tedavisinde asıl sorun tıkalı
damarın bir an önce açılması ve yeterli kan akımının sağlanması olduğundan seçilecek tedavi
yöntemi çok iyi değerlendirilmelidir. Yeterli ekip ve imkanlar, yakınmaların başlamasının
üzerinden geçen zaman, hastaların genel durumları ve ek komorbiditesi gibi birçok faktör aynı
anda değerlendirilmeli ve tedavi bireyselleştirilmelidir. Yapılan çalışmalar ve öneri
niteliğinde olan kılavuzlar günümüz tedavi koşullarında STYME tedavisi için öncelikle
birincil PKG’ i önermektedir.
Ancak kılavuzlar bu önerileri sunarken beraberinde birden fazla koşulun da altını
çizmekte ve tedavi kararı verirken göz önünde bulundurulmasını önermektedir. Fakat bu her
zaman mümkün olmamaktadır. Birincil PKG bir ekip işidir. Öncelikle bu konuda alt yapının
olması ve sağlık politikalarının geliştirilmesi gerekmektedir. İçinde deneyimli bir operatör,
teknisyen ve hemşirenin olduğu bir ekibin her zaman hazır olması gerekmektedir. Bunun
yanında olası komplikasyonlar veya başarısızlık durumunda destekleyecek benzer bir kalp
cerrahisi ekibinin de olması veya ulaşılabilir bir konumda olması gerekmektedir.
Tıbbi müdahalenin yanında, bizim ülkemiz gibi, çok büyük bir coğrafyaya ve kalabalık
şehirlere sahip olan bölgeler için hastaların uygun nakil sürelerinde bu merkezlere
ulaştırılması gerekmektedir. Tüm düzeltilebilir ve zaman kaybına neden olan faktörlerin
16
ortadan kaldırılması için çaba gösterilmeli ve randomize çalışmalar ile kayıt sistemleri
verilerinden elde edilen optimal sürede girişimin yapılması için çaba sarf edilmelidir.
Birincil PKG için optimal sürenin ne kadar olması gerektiği konusunda yapılan birçok
farklı çalışmalar bulunmaktadır. En önemli soru, İTT sonrasında hastanın birincil PKG tedavi
alması için ne kadar süre ile fibrinolitik tedavinin alternatif tedavi olarak bekletilmesidir. Bu
konuda yapılan büyük bir kayıtta 192.509 hasta değerlendirilmiş ve PKG ile ilişkili gecikme
suresi 114 dk. olarak hesaplanmıştır. Bu sürede PKG ile fibrinolitik tedavi arasında mortalite
oranları eşitlenmektedir.[35] Bu çalışmadan elde edilen bir diğer nokta bu tanımlanan
sürelerin bireyselleştirilmesi gerekliliğidir. Yaşlı, geç başvurmuş ve yaygın ön yüz tutulumu
olmayan hastalarda ortalama bu sürenin 3 saate kadar uzayabileceği ve tam tersi, genç ve
erken başvuran, yaygın ön yüz ME olan bir hastada bu süre çok daha kısadır ve bir saatin
altındadır. [35]. Ancak bu çalışmalarda ve günlük hayatta karşılaşılan en büyük problem
hastaların yakınmalarının başlama zamanını tam olarak belirlemesindeki zorluktur. Yine de
konu ile ilgili güncel kılavuzların belirlediği süre, kabul edilebilir gecikme 120 dakikadır
ancak bunun 90 dakikanın altına düşürülmesi için çaba sarf edilmelidir. Eğer hasta birincil
PKG kapasitesi olan bir hastaneye başvurmuş ise, hastanın kapıdan girişi ile sorumlu
lezyondan telin geçirilmesine kadar geçen sürenin 60 dakikanın altında olması optimal olandır
ancak 90 dakikalık gecikme bu grup hastalar için kabul edilebilir bir süredir. Belirtilen bu süre
zarfında STYME tanılı hastaya deneyimli bir ekip tarafından birincil PKG yapılamayacak ise
hastaya hemen fibrinolitik tedavinin verilmesi önerilmektedir.[36-39]
Fibrinolitik tedavi, STYME tanısı alan hastalarda belirtilen sürede birincil PKG
yapılamayan ve kontraendikasyonu olmayan hastalarda hayat kurtarıcı bir tedavi yöntemi
olarak kullanılmaktadır.[40] Yakınmaların başlamasından sonrasındaki ilk 2 saatte sağlanan
mortalite ve morbidite avantajı PKG’ye benzer düzeylerdedir. PKG daha geç saatlerde
başvuran hastalarda etkinliğini sürdürmekle birlikte, başvuru süresi uzadıkça fibrinolitik
tedavinin etkinliği azalmaktadır. Daha sonraki saatlerde PKG, fibrinolitik tedaviye göre daha
avantajlıdır.[41] STYME hastalarında fibrinolitik tedavi ile plasebo karşılaştırıldığında,
belirtiler başladıktan sonraki 6 saat içinde tedavi edilen her 1000 hastadan yaklaşık 30 unda
erken ölüm engellenmiş olmaktadır. [42] Fibrinolitik tedavinin yararı yüksek risk altında olan
hastalarda ciddi bir risk artışı olmadan en fazladır. Yararları yaşlı hasta grubunda
gösterilmiştir. Semptomların başlangıcını izleyen 12 saat içinde STEMİ ya da dal bloğu ile
başvuran 75 yaş ve üzerindeki 3300 hastayı kapsayan bir alt grupta, fibrinolitik tedavi ile
mortalitede anlamlı düşüş sağlanmıştır.[43]
17
Fibrinolitik tedavinin en önemli komplikasyonu serebral olaylardır. Erken dönemlerde
daha çok hemoraji, geç dönemlerde ise tromboembolik olaylara daha sık rastlanılmaktadır.
Genel olarak trombolitik tedavi uygulanan hastalarda serebral olay oranları %0,9-1 olarak
bildirilmiştir. Tüm nedenlere bağlı kanama oranları ise %4-13 olarak belirtilmektedir. [44, 45]
Fibrinolitik tedavi özellikle ileri yaştaki hastalarda inmeye neden olabilmektedir. Düşük vücut
ağırlığı, hastaneye yatışta yüksek kan basıncı, serebrovasküler hastalık öyküsü ve kadın
cinsiyette fibrinolitik tedavi açısından istenmeyen durumların ortaya çıkma riskini
arttırmaktadır. Avrupa Kardiyoloji Derneğinin (ESC) 2013 yılı Israrcı ST-segment
Yükselmesi Bulunan Hastalarda Akut Miyokart İnfarktüsü Tedavisi Kılavuzunda fibrinolitik
tedavi için bildirilen kontrendikasyonlar;
Kesin kontraendikasyonlar
 Herhangi bir zamanda geçirilmiş nedeni bilinmeyen kafa içi kanama veya inme.
 Son 6 ay içinde geçirilmiş iskemik inme.
 Merkezi sinir sistemi hasarı veya neoplazileri veya arteriyovenöz oluşum
bozuklukları.
 Yakın zamanda geçirilmiş önemli travma/cerrahi/kafa travması (son 3 hafta içinde).
 Son bir ay içinde gastrointestinal kanama.
 Bilinen kanama bozukluğu (menstruasyon kanamaları dışında).
 Aort diseksiyonu.
 Son 24 saat içinde gerçekleştirilmiş kompresyon uygulanamayan ponksiyonlar (örn.
karaciğer biyopsisi, lomber ponksiyon).
Göreceli kontraendikasyonlar
 Son 6 ay icinde geçici iskemik atak.
 Oral pıhtıönler tedavi.
 Gebelik veya doğum sonrası ilk haftada.
 Dirençli hipertansiyon (sistolik kan basıncı >180 mmHg ve/veya diyastolik kan
basıncı >110 mmHg).
 İlerlemiş karaciğer hastalığı.
 Enfektif endokardit.
 Aktif peptik ülser.
 Uzamış veya travmatik resusitasyon
18
1.2.8 Fibrinolitik İlaçlar:
Streptokinaz (STK): Birinci nesil fibrin spesifitesi olmayan bir ilaçtır.1933 yılında
beta hemolitik streptococcus filtratının trombüsünü çözebildiği gösterilmiştir. Streptokinazplazminojen kompleksi, plazminojeni plazmine dönüştürür ve fibrinolizisi başlatır. İlk kez
STYME da 1950’li yıllarda kullanılmış sonraki on yılda çok merkezli çalışmalar ile
değerlendirilmiştir. Yeni nesil ikinci ve üçüncü kuşak ilaçlara göre finansal açıdan çok daha
avantajlıdır. STK hipotansiyona neden olabilir.[45] Bu durumda sıvı yüklemesi ve diğer
destek tedavilerine ihtiyaç duyulabilir, ilaca ara verilmek zorunda kalınabilir. Bu ilaçla alerjik
reaksiyonlar ortaya çıkabilmekte ve ilaca karşı antikor gelişmektedir. 1.500.000 Ünite STK,
100 ml serum fizyolojik veya %5 dekstroz içinde eritilmeli ve bu miktar infüzyon pompası ile
30-60 dakikada verilmelidir. Antijenik yapısına karşı, antikor gelişebildiği için aynı hastaya
ikici kez uygulanmamalıdır.[45]
Artık günümüzde yeni ve fibrin spesifik ajanlar kullanıma girdiğinden, bu ilacın
kullanım oranları oldukça azalmıştır. Ancak yaşlı (>75), hipertansif, hastaneye AMİ
başlangıcından 4-6 saat sonra başvuran ve daha önce STK uygulanmamış hastalarda tercih
edilebileceği belirtilmektedir.[45]
Alteplaz (tPA): Doku plazminojen aktivatörü, vasküler endotel tarafından salgılanan
doğal tek zincirli serin proteazdır ve rekombinasyon yöntemi ile üretilmektedir. Alteplaz
trombüse bağlanmak için yatkınlık yaratan ve lizise neden olan, fibrin için bağlanma sahası
bulundurmaktadır, ancak klinik dozlarda sistemik plazminojen aktivasyonuna da neden
olmaktadır. Cilt altı veya intravenöz (İV) heparinlerle beraber tPA kullanımı ile STK’ya göre
30 günlük mortalitede, anlamlı azalma olduğu gösterilmiştir. Bu azalış TİMİ 3 akım
oranlarıyla ilişkilidir.[45] Hızlandırılmış protokole göre 15 mg İV bolusu takiben, 0.75 mg/kg
(en çok 50 mg) 30 dakika İV infüzyon ve 0,5 mg/kg (en çok 35 mg) 60 dakika İV infüzyon
şeklinde tPA uygulanabilir.
Reteplaz: Üçüncü kuşak bir alteplaz mutantı ve rekombinant plasminojen
aktivatörüdür. Reteplaz ile tPA’ nın karşılaştırıldığı çalışmalarda mortalite açısından
aralarında anlamlı fark saptanmadı. tPA’ ya göre üstünlüğü infüzyon olarak değil çift bolus
olarak uygulanmasıdır.
19
Tenekteplaz (TNK): Yeni bir üçüncü kuşak fibrinolitik ajandır. Yüksek fibrin
spesifikliği önemli bir özelliğidir. Plazminojen aktivatör inhibitörüne karşı dirençlidir ve
artmış fibrin spesifitesi tipiktir. Plazma klirens hızı alteplaza göre daha düşüktür. Kiloya göre
doz ayarlanması yapılan TNK’nin tek bolus uygulama olanağı vardır. Otuz günlük mortalite
açısından hızlandırılmış t-PA tedavisi ile eşdeğerdir. Serebral olmayan kanama riski anlamlı
ölçüde düşüktür ve kan transfüzyonu gereksinimi TNK ile azalmaktadır. Yakınmaların
başlangıcından 4 saat kadar geçmiş hastalarda sonlanımda faydalı olduğu gösterilmiştir. [46]
1.2.9 Yardımcı tedavide antikoagülan tedavi
Heparin, STYME tedavisinde heparinlerin yeri tartışmasızdır. İV fraksiyone olmayan
heparin (UFH), STYME’de mortaliteyi azalttığı birçok çalışmada gösterilmiştir.[47] Fibrin
spesifik
fibrinolitikler ile birlikte uygulandığında damar açıklığını arttırmaktadırlar. Bu
konuda önerilerde bulunan kılavuzlarda belirtilen doz; en yüksek doz 4000 U olmak üzere 60
U/kg i.v. bolus, ardından 24-48 saat en yüksek dozu 1000 U/s olmak üzere 12 U/kg dozunda
i.v. infüzyon şeklindedir. Hedeflenen aPTT: 50-70 sn veya kontrol değerlerinin 1.5-2 katıdır
ve 3., 6., 12. ve 24. saatlerde aPTT takip edilerek hedef değerin sağlanması önerilmektedir.
UFH tedavisi için dikkatli dozlama ve yakın izlem şarttır; aPTT değerlerinin >70 sn olması
daha fazla kanama olasılığı, reenfarktüs ve ölüm ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu öneriler
yeni kuşak fibrinolitikler için geçerlidir. Streptokinaz ile birlikte kullanımını destekleyen veri
yoktur. Yeni kuşak fibrinolitiklerle birlikte UFH kullanılmasının mortaliteyi azalttığı
gösterilmiştir.[47, 48]
Enoksaparin, Düşük molekül ağırlıklı heparinler arasında en sık kullanılan
enoksaparinin, UFH’ ye göre biyoyararlanımı daha yüksektir ve trombositler tarafından daha
az inhibe edilebilmektedir. UFH ile enoksaparinin karşılaştırıldığı çalışmalarda, serebral
olmayan kanamalarda artış pahasına 30 günlük ölüm ve reanfarktüste anlamlı azalma
sağlamıştır. Net fayda ölüm, ölümcül olmayan ME ve intrakranial kanama olmaması
açısından enoksaparin lehinedir.[49, 50] Yan etki oranları da UFH’a göre daha azdır.
Enoksaparin ile trombositopeni, UFH’ye göre daha nadir ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle
enoksaparin kullanımı UFH’ye göre daha güvenli ve daha etkili bir yöntemdir. Enoksaparin
tedavisi esnasında takip edilecek bir laboratuvar parametresinin olmaması da önemli bir
avantajdır. Kılavuzların fibrinoliz sonrasında antikoagulan kullanım süresi ile ilgili yaptığı
öneri; revaskülarizasyon gerçekleştirilene kadar veya revaskülarizasyon yapılmayacak ise en
az 48 saat veya hastane yatışı süresince 8 güne kadar verilmesi şeklindedir. [51]
20
Fibrinolitik tedavi alan STYME hastasında enoksaparinin önerilen kullanım dozları
ESC STYME tanı ve tedavi kılavuzunda belirtilmiştir. Hastanın yaşı <75 ise: 30 mg i.v. bolus,
15 dakika sonra 12 saatte bir 1 mg/kg s.c. ve en fazla 8 gün olmak üzere hastaneden taburcu
olana kadar.( İlk 2 doz 100 mg’ı geçmemelidir) Hastanın yaşı >75 ise: i.v. bolus dozu
verilmeden; ilk s.c. 0.75 mg/kg dozunda başlanır. Yaşa bağlı olmaksızın, böbrek yetmezliği
olan hastalarda (kreatinin klirensi <30 mL/dk.) s.c. dozlar 24 saatte bir verilir.[51]
Fondaparinuks; Faktör Xa’yı selektif olarak inhibe eder, trombin aktivitesini
etkilemez. Fibrinolitik tedaviyle beraber, özellikle STK alan hastalarda, fondaparinuks
kullanımı, UFH’ye göre kanama oranlarını yükseltmeden, mortalite ve morbidite üzerine daha
olumlu sonuçlara sahiptir.[52, 53] Ancak PKG sırasında tek başına kullanılması durumunda
katater trombozuna yol açma riski UFH’ye göre anlamlı olarak yüksektir, bu nedenle PKG
sırasında tek başına kullanılmamalıdır. Eğer PKG öncesinde kullanılmış ve hasta PKG
planlandı ise ek antikoagulan tedavi yapılmalıdır.[54]
Bivaluridin, 20 amino asitlik bir polipeptittir ve hirudinin sentetik bir versiyonudur.
Bivaluridin ile UFH’ in değerlendirildiği ve streptokinazın trombolitik olarak kullanıldığı bir
çalışmada, bivaluridin ile reinfarktüs oranlarında anlamlı azalmaya karşın serebral olmayan
kanamalarda anlamlı olmasa da orta derecede artış saptanmıştır. [55] PKG yapılan STYME
hastalarında UFH ile GPIIb/IIIa inhibitörü karşın bivaluridinin karşılaştırıldığı büyük bir
randomize çalışmada, 30. günde ölüm ve net istenmeyen olaylar açısından sonuçlar
bivaluridin lehine saptanmış. Bivalirudin fibrine spefisik ajanlarla çalışılmadığından
fibrinolize tamamlayıcı tedavi olarak destekleyen herhangi bir kanıt yoktur. Heparine bağlı
trombositopeni halinde kullanılabileceği belirtilmektedir.
1.2.10 Yardımcı tedavide antiagregan tedavi
Günümüzde AKS’ li hastalardaki tekrarlayan olayların tedavisinde ve önlenmesinde
üç farklı antiagregan grubu onay almıştır: siklooksijenaz 1 (COX-1) inhibitörleri, adenozin
difosfat (ADP) P2Y12 reseptör antagonistleri ve glikoprotein (GP) IIb/IIIa inhbitörleri.
Aspirin (asetilsalisilik asit), COX-1 ve COX-2 olarak da bilinen, prostagladin H
sentaz 1 ve sentaz 2’ nin siklooksijenaz aktivitesini geri dönüşümsüz olarak inaktive
etmektedir. Trombosit aktivasyonu ve vazokonstriktür özelliği olan TXA2 büyük oranda
COX-1 tarafından inhibe edilmektedir. Trombosit inhibitörü ve vazodilatatör özelliği olan
PGI2 ise COX-2 tarafından üretilmektedir. Düşük doz aspirin ile COX-1 yüksek oranda
21
inhibe edilmesine rağmen COX-2 yüksek dozlarda inhibe olmaktadır. Bu nedenle düşük doz
aspirin ile TXA2 oluşumu bloke edilip, trombosit agregasyonu engellenmiş olmaktadır.
Aspirin üst gastrointestinal sistemden hızla emilir ve 60 dakika içinde ölçülebilir trombosit
inhibisyonu yapar.[56, 57] Yarılanma ömrü 20 dakika kadar kısa olmasına rağmen COX
inhibisyonu geri dönüşümsüz olduğundan trombosit yaşamı boyunca etkisini devam ettirir.
Aspirin AKH olan tüm hastalarda, beraberinde aspirin kullanımına engel bir durum yoksa,
sekonder korumada kullanımına dair görüş birliği bulunmaktadır. Kullanım dozu ile ilgili
benzer ortak görüş, AKS hastalarında yükleme dozu olarak 150-300 mg ve idame tedavinin
de düşük doz (75-100mg) verilmesidir. Ülkemizde piyasada olan mevcut dozlar göz önünde
bulundurulduğunda sıklıkla kullanım, 300mg yükleme sonrasında 100 mg/gün idame tedavi
şeklindedir.
Klopidogrel; ikinci nesil tienopiridin türevi olan molekül, trombosit agregasyonu ve
aktivasyonunda önemli rol oynayan P2Y12 reseptörünü seçici ve geri dönüşümsüz inhibe
eder. Ön ilaç olan klopidogrelin trombosit agregasyonu inhibisyonu doz bağımlıdır. Sekiz saat
kadar yarı ömrü olmasına rağmen geri dönüşümsüz reseptörü bloke ettiğinde trombosit
üzerindeki etkisi 7 ile 10 güne kadar sürebilmektedir. Kabul edilen yükleme dozu 300 mg ve
idame dozu 75 mg’ dir. Ancak çeşitli farmakodinamik çalışmalarda daha yüksek doz ile daha
fazla trombosit agregasyonu gösterilmiştir. Özellikle PKG yapılan hastaların değerlendirildiği
çalışmalarda 600 mg yükleme dozunun sonuçlar açısından 300 mg’ dan daha üstün olduğu
gösterilmiştir. Son yayınlanan kılavuzda birincil PKG yapılan STYME hastalarından 600 mg
yükleme sonrasında 75 mg idame ve fibrinolitik alan hastalarda 300 mg yükleme sonrasında
75 mg idame tedavi önerilmektedir. PKG yapılan hastalarda idame tedavi revaskülarizasyon
stratejisinden bağımsız olarak 12 aya kadar devam edilmesi önerilmektedir.[58]
Prasugrel, üçüncü nesil tienopiridin türevi olan yeni molekül AKS hastalarından
klinik kullanım için yakın zamanda onay almıştır. Diğer tienopiridin grubu molekükleri gibi
P2Y12 reseptörünü geri dönüşümsüz inhibe eder. Klopidogrel gibi bir ön ilaçtır ancak
aktivasyonu daha az basamak gerektirdiğinde daha hızlı olmaktadır. Altmış mg yükleme dozu
sonrasında 30. dakikada %50 trombosit inhibisyonu ve 1. ile 2. saatte sırasıyla % 80 ve % 90
trombosit inhibisyonu elde edilmektedir. PKG yapılan STYME ve STYzME hastalarının
değerlendirildiği bir çalışmada klopidogrele göre daha fazla kanama riskine karşın net klinik
yarar prasugrel lehine olduğu gösterilmiştir. Bu çalışma sonrasında kılavuzlarda yerini
almıştır.Trombolitik
tedavi
alan
hastalarda
çalışması
olmadığından
şuan
için
önerilmemektedir. PKG yapılan STYME hastalarda 60mg yükleme dozundan sonra 10
22
mg/gün şeklinde idame tedavisi önerilmektedir. İnme veya geçici iskemik atak geçiren, 75 yaş
üstü veya 60 kg olan hastalarda net yarar sağlanmadığından bu hastalarda kullanımı
önerilmemektedir. [59]
Tikagrelor, siklopentiltriazolopirimidinler olarak adlandırılan yeni bir sınıf P2Y12
inhibitörlerinin bir kısmını oluşturan nontienopiridindir. Tikagrelorun çok hızlı başlangı
(2saat) ile birlikte doğrudan bir etki mekanizması vardır ve P2Y12 reseptörünü inhibe etmek
için metabolize olmaya ihtiyaç duymamaktadır.[60, 61] Tikagrelor hızla emilir ve yarılanma
ömrü 7 ile 12 saat arasında olduğundan günde iki kez alınması gerekmektedir. AKS
hastalarında klopidogrel ile karşılaştırılan tikagrelor, primer sonlanım olan kardiyovasküler
ölüm, ölümcül olmayan ME veya ölümcül olmayan inme birleşik son noktasında anlamlı
azalma sağlanmıştır. Güvenlik noktasında ciddi kanamalar açısından her iki ilaç arasında
anlamlı fark saptanmamıştır ancak tikagrelor, daha fazla ölümcül intrakraniyal kanama
durumunu içeren, KABG ile ilişkisi olmayan daha yüksek ciddi kanama oranı ile ilişkilidir.
Klopidogrele göre dispne, istatistiksel olarak anlamlılığa ulaşacak şekilde tikagrelor grubunda
daha yüksek saptanmıştır ancak bu yakınma çoğunlukla geçici olmaktadır. Bir diğer sık
istenmeyen etkisi, tedavisin ilk haftasından hastalarda 3 saniye kadar süren bradikardilerin
olmasıdır ancak hastalarda pil ihtiyacı olmamıştır.[61] Fibrinolitik tedavi alan hastalarda
kullanımına dair veri olmadığından kullanımı önerilmemektedir.
Kangrelor,stabil bir ATP anoloğudur ve IV olarak verildiğinde yüksek oranda P2Y12
reseptörünün antagonistidir. [62] Yaklaşık 2.6 dakikalık kısa yarılanma ömrü vardır.[63] AKS
veya elektif PKG yapılan hastalarda 24-72 saat infüzyon şeklinde verildiğinde ADP’ nin
indüklediği trombosit agregasyonu neredeyse tama yakın inhibe etmektedir. Yürütülen iki faz
III çalışmada, birincil sonlanım noktasında ulaşma olasılığının anlamsızlığını gösteren bir ara
analizden sonra çalışmalar erkenden sonlandırılmış.[64, 65] Kısa yaralanma ömrü olmasından
dolayı cerrahi planlanan hastalarda aldıkları tienopiridin kesildikten sonra köprüleme
tedavisinde kullanımı değerlendiren faz III çalışma devam etmektedir.
1.2.11 STYME’ de akut dönemde kullanılan diğer ilaçlar
STYME hastalarında ciddi ağrının ve beraberinde olan ölüm korkusu nedeniyle
hastaların ağrısının ve anksiyetesinin giderilmesi tedavide çok önemlidir. Ağrı ile artan
sempatik aktivite ve vazokonstrüksiyon, kalbin iş yükünü arttırmasından dolayı büyük önem
taşır. Bu koşullarda titre edilmiş i.v. opiyatlar, en sık kullanılan morfin, en yaygın kullanılan
23
analjeziklerdir. Tekrarlayan dozlar gerekebilir. En sık kullanılan morfinin görülen yan
etkilerinin başında; bulantı ve kusma, bradikardi, hipotansiyon ve solunum depresyonunu
gelmektedir ancak bu yan etkiler çoğunlukla ciddi sorunlar oluşturmadıklarından STYME
tedavisinde morfin çok sık kullanılmaktadır. Bulantı için eş zamanlı antiemetikler
kullanılabilmektedir. Hipotansiyon ve bradikardi genellikle atropine çok iyi yanıt
vermektedir.
Beta blokerler, AKS’ de mortaliteyi ve morbiditeyi azalttığı bilinen ilaç grupları
arasında gelmektedir. Etki mekanizmasının temeli kalp hızını yavaşlatıcı ve kalp kasılma
gücünü azaltıcı etkileri ile miyokartın oksijen tüketiminin azaltılmasıdır. Beta blokerlerin akut
dönemde i.v. yolla verilmesi sonrasında göğüs ağrısında ve özellikle malign ventriküler aritmi
olasılığında azalma meydana gelir. Ancak son zamanlarda yayınlanan çalışmalarda i.v. beta
bloker tedavisinin rutin kullanımda yeri olmadığı gösterilmiştir. İnfarktüs kuşkusu ile tedavi
edilen hastaların değerlendirildiği büyük bir çalışmada, akut dönemde i.v. metoprolol
uygulanmasının ardından hasta taburcu edilene kadar ya da 4 hafta boyunca oral yoldan
metoprolol tedavisinin sürdürülmesinin olguların sağ kalımı açısından plaseboya üstün
olmadığı gösterilmiştir. Metoprolol grubunda tekrarlayan infarktüs ya da VF gelişen hasta
sayısı daha düşük saptanmakla beraber, buna kardiyojenik şok olgularında anlamlı bir artışın
eşlik ettiği görülmüştür.[66] Benzer bir şekilde büyük bir çalışmanın retrospektif analizinde,
i.v. beta bloker kullanımıyla olgularda, daha kötü mortalite ve konjestif kalp yetersizliği ile
ilişkili klinik sonuçların olduğu gösterilmiştir.[67]
Hipotansiyon ya da kalp yetersizliği klinik bulguları olan hastalara erken evrede i.v.
beta bloker uygulanmasının kontrendike olduğu bildirilmektedir.[41]
AKS’de olumlu etkileri olduğu gösterilmiş olan, metoprolol, atenolol, karvedilol, gibi
beta blokerler ile kalp hızının 60 atım/dk civarında tutulmasının olumlu sonuçları olduğu
gösterilmiştir. Ancak beta blokerlerin kullanılmasının kontraendike olduğu, sistolik kan
basıncının < 100mmHg olması, orta veya ağır derecede sol ventrikül yetersizliği bulguları
olması, şok kliniği, 2.-3. derecede AV blok bulunması, şiddetli kronik obstrüktif akciğer
hastalığı, astım öyküsü ve ciddi periferik damar hastalığı gibi durumlarda kullanılmamalıdır.
Statinler, 3-hidrosi 3-metilglutaril-CoA enzimini inhibe ederek kolesterol sentezini
engellerler. Bu etkilerinin yanında farmakolojik hedef etkilerinin dışında olan yandaş
(pleotropik) etkileri de bulunmaktadır. Bunlar arasında antiinflamatuar, antitrombositer,
antioksidan ve antiproliferatif etkiler sayılabilir. Bu etkileri yapılan klinik çalışmalarda
24
özellikle inflamatuar belirteçlerde (özellikle CRP) olumlu değişikliklere neden olmaları ile
gösterilmektedir. Koroner arter hastalığında sekonder korumada, statin tedavisinin net etkileri
birçok çalışmada gösterilmiştir. Benzer bir şekilde birçok çalışmada AKS hastalarında erken
ve yoğun statin tedavisinin etkinliği gösterilmiştir.[68-70] Statin dozu ile ilgili yapılan
çalışmaların değerlendirmelerinde yoğun statin tedavisi ile iskemik inme, kardiyovasküler
ölüm, miyokart enfarktüsü ve koroner girişimlerde anlamlı azalma sağlandığı gösterilmiştir.
Akut miyokart enfarktüsü ile başvuran tüm hastalara kolesterol değerinden bağımsız olarak
yoğun statin tedavisi verilmesi önerilmektedir. Taburculuk sonrasında da hastaların statin
tedavisine devam etmesinin yanında bu hastalarda yoğun tedavi dozu önerilmektedir.
Statinlerin olası yan etkilerinden etkilenecek hasta grubunda daha ılımlı dozlar tercih
edilebilir. STYME ile tedavi edilen hastalarda kolesterol seviyelerinin taburculuktan 4-6 hafta
sonra değerlendirilmesi önerilmektedir. Güncel kılavuzlar sekonder korumada hedef LDL-K
seviyesini < 70 mg/ dl olarak verilmektedir. Bu hedef doza ulaşılması için hastanın tolere
edebileceği en yüksek doza çıkılması gerektiği kılavuzlarda vurgulanmaktadır.[70, 71]
Renin Anjiotensin Aldosteron Sistemi inhibitörleri, ME sonrasında sol ventrikül
sistolik işlevi bozulmuş olan hastalarda yeniden şekillenmeyi azaltma ve sağkalımı
iyileştirmede yararlıdırlar. Ejeksiyon fraksiyonu (≤%40) olan veya erken dönemde kalp yetersizliği gelişen hastalarda kullanılması gerektiği kesin olarak kanıtlanmıştır. STYME’de erken
dönemde ACE inhibitörlerinin başlanmasının değerlendirildiği çalışmaların sistematik
değerlendirmesinde, bu tedavinin güvenli, iyi tolere edilebilir olduğuna ve 30 günlük
mortalitede küçük fakat anlamlı bir azalma ile ilişkili olduğuna işaret etmektedir; yararlı
etkinlerin çoğu ilk haftada gözlenmektedir.[72] Ancak ACE inhibitörlerinin tüm hastalara mı,
yoksa sadece yüksek riskli olan hastaları mı verilmesi konusunda net farklı görüşler
bulunmaktadır.
Aterosklerozu olan tüm hastalarda ACE inhibitörlerinin kullanımı
değerlendirilmelidir ancak nispeten hafif düzeyde yarar sağladıklarından normotansif, kalp
yetersizliği olmayan veya sol ventrikül sistolik işlev bozukluğu ya da diyabeti olmayan
hastalarda STYME sonrası uzun dönem kullanılmaları şart değildir. ACE inhibitörlerini tolere
edemeyen hastalara anjiyotensin reseptör blokerleri (ARB) verilmelidir.[73]
Aldosteron reseptör antagonistlerinden spironolakton, sol ventrikül sistolik işlev
bozukluğu olan ve New York Kalp Derneği fonksiyonel sınıfı (NYHA) III-IV olan hastaların
tedavisinde yararlı olduğu gösterilmiştir.[74] Diğer bir aldosteron reseptör antagonisti olan
epleronun değerlendirildiği bir çalışmada, STYME sonrasında sol ventrikül ejeksiyon
fraksiyonu <% 40 olan ve kalp yetmezliği veya diyabet olan hastalarda, eplerenon toplam
25
mortalitede %15 oranında bir göreceli azalma ve ölüm ile kardiyovasküler olaylar nedeniyle
hastaneye
yatıştan
oluşan
birleşik
sonlanım
noktasında
%13
azalma
sağladığı
gösterilmiştir.[75]
Nitratlar, koroner damarlarda vazodilatasyon ile hem koroner kan akımını arttrır hem
de miyokartın oksijen ihtiyacı azalır. Venlerde genişlemeye sebep olması ile miyokartın ön
yükünü azaltırlar ve böylece oksijen ihtiyacı azalır. Genelde, anginası olan hastalarda dilaltı
veya bukkal mukozaya uygulanacak şekilde en fazla üç kez ve beşer dakika ara ile 0,3-0,6mg
nitrat uygulanabilir. Eğer bu tedaviye rağmen anginada gerileme olmazsa parenteral tedaviye
geçilebilir.
STYME’de
nitratların rutin
kullanımının herhangi
bir değeri olduğu
gösterilememiştir ve bu nedenle önerilmemektedir. Ancak SYTME ile başvuran ve yüksek
tansiyonu veya kalp yetmezliği semptomları olan hastalarda, son 48 saat fosfodiesteraz
inhibitörü almamış ise i.v. nitrat tedavisi yapılabilir.
1.2.12 ST-Segment Yükselmeli Miyokart İnfarktüsü sonrasında gelişen komplikasyonlar
STYME sonrasında en sık görülen komplikasyonlar temelde iki başlık altında
değerlendirilebilir; hemodinamik komplikasyonlar ve mekanik komplikasyonlar şeklinde.
Mekanik komplikasyonlar
STYME hastalarında mekanik komplikasyonlar, bireysel risk faktörleri ile birlikte
tedavideki gecikme ve başarı ile doğru ilişkilidir. Başvurusunda genel durumu kötü, yaşlı,
killip sınıf II-IV olan ve önyüz ME olan hastalar mekanik komplikasyon açısından daha
yüksek risk altındadırlar. Hızlı ve etkili reperfüzyon tedavisinin sağlanmasıyla birlikte
insidansları
azalmasına
rağmen,
STYME
sonrası
ilk
günlerde
çeşitli
mekanik
komplikasyonlar akut olarak gelişebilir. Bu komplikasyonların hepsi hayatı tehdit edicidir ve
hızlı tanı ve tedavi gerektirir.[76] Bunun için hastaların özellikle akut dönemde yeni gelişen
üfürümler açısından en az günde iki kez muayene edilmesi gerekmektedir.
Mitral kapak yetersizliği, subakut dönemde, sol ventrikül dilatasyonu, papiller kas
işlev bozukluğu ya da papiller kas ucunun veya korda tendineanın rüptürü sonucu gelişebilir.
Yapılan çalışmalarda, STYME sonrası %15-45 oranlarında görüldüğü bildirilmiştir. STYME
sonrası mitral yetmezliğin ortaya çıkması kötü prognozla ilişkilidir.[77] Mitral yetmezliğin
mekanizmaları STYME yerleşimine göre farklıdır. İnferior yerleşimli STYME’lerde papiller
adele fonksiyon bozukluğu, papiller veya kordal yapıların rüptürüyle ilişkili iken anterior
yerleşimli STYME’ lerde sol ventrikül dilatasyonuna bağlı olarak mitral anulusun dilate
26
olması ile ilişkilidir.[78] Papiller rüptür ilk 24 saat içerisinde görülebilmekle birlikte, en sık
2-7 günler arasında görülebilmektedir. Papiller adele rüptürü küçük boyutlarda olup
asemptomatik olabildiği gibi, kasın tamamen rüptüre olduğu ve ani gelişen akciğer ödemi ve
kardiyojenik şok kliniğine neden olacak şekilde gürültülü de olabilmektedir. Akut Mitral
Yetmezliği üfürümü; kalbin apeksinde en iyi işitilir koltuk altına doğru yayılır ve tüm sistolü
dolduracak mahiyettedir. Tanı yöntemlerinden transtorasik ekokardiyografide (TTE) flail
mitral kapak veya ciddi mitral yetmezliği ile papiller kas rüptürünün görülmesi tanı
koydurucudur. Tanıdan şüphelenildiği ancak TTE ile tanının tam olarak doğrulamadığı
durumlarda transözafagiyal EKO yapılabilir. Papiller kas rüptürü olanlarda acil cerrahi
operasyon yapılmalıdır. Tıbbi tedavi edilenlerde prognoz iyi değildir. Cerrahi öncesi koroner
anjiyografi yapılarak hasta revaskülerizasyon açısından değerlendirilmelidir.
Kardiyak rüptür, İlk kez ME geçiren, yetersiz kolleteral damar ağına sahip yaşlı
kadın hastalarda rüptür riski daha yüksektir. Reperfüzyon tedavisi kardiyak rüptür oranlarını
önemli oranlarda azalmaktadır. Akut veya subakut görülebilmektedir ancak daha çok subakut
dönemde görülmektedir. Akut gelişenlerin mortalitesi daha yüksektir, subakut gelişenlerde
perikardiyal efüzyon ve hipotansiyon görülebilmektedir.[77] STYME sonrasında takip edilen
hastada yeni ortaya çıkmış üfürüm, perikardiyal frotman, juguler dolgunluk ve pulsus
paradoksus saptadığında şüphelenmeli ve hızla ekokardiyografi ile değerlendirilmelidir. [79]
Ekokardiyografi ile perikardiyal tamponad bulguları, sağ atriyal sistolik kollaps, sağ
ventriküler diyastolik kollaps, mitral ve triküspit akımlarda belirgin solunumsal varyasyonlar
izlenebilir. Acil cerrahi hastanın hayatta kalabilmesi için zaman kaybedilmeden yapılmalıdır.
Hastalara perikardiyosentez yapılması önerilmemekle birlikte, acil operasyona alınacak olan
hastalarda kataterin yerinde bırakılması koşulu ile hastaya perikardiyosentez yapılabilir.
Ventriküler septal rüptür, STYME sonrası en sık 2-5. günlerde gelişmektedir. İleri
yaş, anterior infarktüs, kötü killip sınıfı, kadın cinsiyet ve yüksek kalp hızı olanlarda
ventriküler septal rüptür görülme ihtimali artmaktadır. [77] İlk bulgular; sol alt sternal
kenarda yeni ortaya çıkan pansistolik üfürüm, hipotansiyon ve ventriküler yetmezliktir. S3
işitilebilir. Anterior lokalizasyonlu ME’ da septumun apikalinde, inferior lokalizasyonlu ME’
larda septumun posterobazalinde yerleşmektedir. EKG’de ileti kusurları görülebilir. Tanı
koydurucu tetkik ekokardiyografidir.[80, 81] Rüptür sonucu soldan sağa şant, akut, yeni
başlangıçlı sağ kalp yetersizliği belirti ve bulguları ile sonuçlanabilir. İntravenoz diüretikler
ve vazodilatörler hipotansif hastalarda dikkatli kullanılmalıdır. Cerrahi düzeltme acil olarak
gereklidir, ancak cerrahi için en uygun zamanlama konusunda fikir birliği yoktur.[81] Erken
27
cerrahi yüksek bir mortalite oranı ve yüksek ventriküler rüptür tekrarlama riski ile ilişkilidir.
Buna karşılık, gecikmiş cerrahi bir yandan skar dokusunda septal tamirin daha kolay
gerçekleştirilmesine olanak tanırken, diğer yandan cerrahi için beklerken rüptür genişlemesi,
tamponat ve ölüm risklerini taşır. Mortalite tüm hastalarda yüksek devam eder ve anteroapikal
yerleşime göre inferobazal defektlerde daha yüksektir.
Ventriküler anevrizma, Altı haftadan uzun süren ventriküler anevrizmalar
kronikleşmiş olarak nitelendirilmektedir. Akut sol ventrikül anevrizmaları sistolik pompalama
enerjisinin azalmasına neden olarak kardiyak fonksiyonlarda yetersizliğe yol açabilir.
Anterior lokalizasyonlu ME’ larda anevrizma gelişimi mortalite ve morbidite oranlarını
yükseltir. Kronik anevrizmalarda özellikle anterior ME’ lardan sonra gelişir. Kalp yetmezliği,
aritmi, anevrizma içerisinde trombüs gelişebilir ve sistemik embolik hadiselere neden olabilir.
Reperfüzyon sonrası, ST yüksekliklerinin devam etmesi anevrizmadan şüphelenilmesini
gerektirir. Tanısal test ekokardiyografidir. Gerçek anevrizmanın boyun kısmı genişken,
psödoanevrizmanın boynu dardır. Akut anevrizmanın gelişimini engellemek için, reperfüzyon
mümkün olduğunca çabuk yapılmaya çalışılmalı, tam bir antiiskemik tedavi başlanmalıdır.
ACE
inhibitörlerine
infarktüsü
sınırlandırıcı
etkilerinden
dolayı
ilk
24
saatte
başlanmalıdır.[82, 83] Trombüsü olan hastalarda INR düzeyini 2 ile 3 arasında tutacak şekilde
warfarin başlanmalıdır. Hastalara en az 3 ay antikoagülasyon verilmelidir. Ciddi kalp
yetmezliği ve dirençli anevrizması olan hastalarda cerrahi tedavi endikedir.
Psödoanevrizma, genelde sessiz seyreden ve rutin tetkikler sırasında saptanabilen bir
komplikasyondur. Aritmi ve kardiyak yetmezliğe neden olabilir. Geniş transmural enfarktüsü
olan hastalarda, özellikle anterolateral duvar enfarkt, bölgesi genişleyebilir ve sonrasında sol
ventrikül
anevrizması
gelişebilir.
Sol
ventrikülün
sistolü
ve
diyastolü
sırasında
psödoanevrizmanın dar boynundan kan geçişi sırasında üfürüm işitilebilir. Sol ventrikül
duvarının sınırlandırılmış rüptürü sonucunda oluşmaktadır. Dar bir boyunla sol ventriküle
bağlantılıdır. Ekokardiyografi, MRG ve BT ile tanı doğrulanabilir. Tedavisi cerrahi onarımdır.
Sol ventrikül trombüsü, bazı çalışmalarda ön duvar miyokart enfarktüslerinin dörtte
birinde tespit edilebilen sol ventrikül trombüsü olduğu söylenmesine rağmen reperfüzyon
tedavisinde kaydedilen ilerlemeler, STYME’de çoklu antitrombotik ajanların yaygın
kullanımı ve erken ve etkili miyokart reperfüzyonu sayesinde enfarkt boyutunun sınırlandırılmasından dolayı mural trombüs sıklığı azalmaktadır.[84, 85] Sol ventrikül
trombüsü
genelde yaygın enfarkt alanları özellikle apikal bölgenin katıldığı anteriyor enfarktlarda daha
28
sık olmasından dolayı ve sistemik emboli riski nedeniyle kötü prognoz ile ilişkilidir. Nispeten
eski çalışmalar büyük ön duvar hareket bozukluğu olan hastalarda pıhtı önler tedavinin
trombüs oluşumunu azalttığını göstermiştir.[86-88] Ancak, bu konu stent implantasyonu ve
ikili antiagregan tedavi döneminde yeniden değerlendirilmemiştir. Büyük ön duvar hareket
bozukluğu olan hastalarda trombüs gelişmini önlemek için, kanama riski düşük olanlarda,
pıhtı önler tedavi düşünülmelidir. Bir kez mural trombüs tanısı konduğunda 6 aya kadar K
vitamini antagonistleri ile oral pıhtı önler tedavi gerektiği konusunda görüş birliği mevcuttur.
Ancak ikili antiagregan tedaviye eklenen antikoagulan tedavi ile kanama riskinde belirgin risk
artışı olduğundan daha kısa süreli ve dikkatli kullanılması önerilmektedir.
Perikardit, modern, etkili reperfüzyon tedavinin gelişiyle STYME sonrası perikardit
insidansı azalmaktadır.[89] Miyokart infarktüsü sonrası ilk 4 günde ortaya çıkan perikardit
tablosuna erken perikardit adı verilir .[89] Hastalar yatar pozisyondayken göğüs ağrıları artar,
oturur haldeyken rahatlarlar. Derin nefes alma ve yutkunma ile göğüs ağrıları artış gösterir.
Hastaların bazılarında perikardiyal sürtünme sesi işitilebilir. Frotman (sürtünme sesi) en iyi
steteskopun diyafram kısmıyla duyulabilmektedir. EKG’de açıklığı yukarı bakan (konkav) ST
yükselmesi ve izoelektrik hatta göre, PR segment çökmeleri görülebilir. Ekokardiyografi ile
perikardiyal parlaklık artışı ve perikardiyal efüzyon izlenebilir. Tedavide 4-6 satte bir 500-650
mg asetilsalisilik asit hastaya verilmelidir. Kortikosteroidlerin ve non steroid antinflamatuvar
ilaçlar (NSAİ) infarkt sahasını genişletebileceği ve iyileşmeyi engelleyebilecekleri için
tedavide kullanılmamalıdırlar.[90] Perikardiyosentez çok nadir gereklidir; ancak tamponat
bulgularının eşlik ettiği hemodinamik kötüleşme durumunda uygulanmalıdır.
Aritmik Komplikasyonlar
Miyokart enfarktüsü sonrası erken dönemde aritmiler ve ileti bozuklukları çok sık
izlenmektedir. Akut miyokart enfarktüsü sonrası 11±5 günlerde yerleştirilen kardiyak
monitörlerde alınan kayıtlar değerlendirildiğinde, yeni başlangıçlı atriyal fibrilasyon (AF)
insidansı %28, sürekli olmayan ventrikül taşikardisi %13, yüksek dereceli atriyoventriküler
blok %10, sinüs bradikardisi %7, sinüs aresti %5, sürekli ventrikül taşikardisi (VT) %3 ve
ventrikül fibrilasyonu (VF) %3 oranında izlenmiştir.[91]
Akut miyokartiyal enfarktüsü sonrası erken dönemde (<48 saat) gelişen VF veya
sürekli ventrikül taşikardisinin uzun dönem prognostik önemi hala tartışmalıdır. Akut
miyokart enfarktüsü olan hastalarda, erken dönemde VF/VT gelişenlerde 30 günlük mortalite
gelişmeyenlere göre yüksek olduğu saptanmıştır.[92] Bu hastalarda ACE-İ/ARB’ler 30
29
günlük mortaliteyi azalttığı gösterilmiştir. Başka çalışmalar, akut miyokart enfarktüsü sonrası
erken dönemde sürekli VT/VF gelişen hastalarda ilk 24 saat içinde beta-bloker verilmesinin,
kalp yetersizliğini kötüleştirmeden, erken dönem mortaliteyi azalttığını doğrulamıştır.[93]
Atriyal fibrilasyon miyokart enfarktüsü sonrası %6-28 oranında gelişir ve sıklıkla
ciddi sol ventrikül hasarı ve kalp yetersizliğiyle ilişkilidir.[91, 94] Atakların süreleri değişken
olup genelde tekrarlayıcı olma eğilimindedirler. Çoğunluk iyi tolere edilebilen AF için ek bir
antikoagulan ihtiyacı olmamakla birlikte özellikle kalp yetmezliği bulguları olan hastalarda
hızlı ventriküler yanıtın acil tedavi edilmesi önerilmektedir.[95] Hız kontrolü için oral ve i.v
beta bloker kullanılabilmektedir. Ancak ciddi sol ventrikül fonksiyon bozukluğu olan
hastalarda beta blokerlerin istenmeyen negatif inotrop etkilerinden dolayı digoksin ve
gerektiğinde beraberinde i.v amiodaron kullanılabilir. İlaç tedavisine yanıtsız ve hemodinamik
bozukluğu olan hastalarda elektriksel kardiyoversiyon hemen planlanmalıdır. Birçok
çalışmada akut miyokart enfarktüsü sırasında AF gelişen hastalarda tüm nedenlere bağlı
mortalite artış olduğu gösterilmiştir.[94, 96]
STYME olan hastalar hemen hemen her hastada olan ventrikul erken atımları masum
ve basit aritmilerdir. STYME sonrası tıkalı koroner arterlerin sulamadığı alanda, elektriksel
aktivite kesintiye uğramakta ve çeşitli reentry (yeniden giriş) mekanizmalarıyla aritmiler
ortaya çıkmaktadır. Tıkalı damar açıldıktan sonra oluşan reperfüzyon aritmilerinin temelinde;
iskemik hücrelerde ortaya çıkan serbest radikaller ile hücrelerde biriken laktat ve iyonların
elektriksel stabiliteyi değiştirmesi yatmaktadır. Ventrikül taşikardisi (VT), ventriküler hızının
<120 vuru/dk. olduğu reperfüzyonun sonucu olan ve genelde zararsız olan hızlı
idiyoventriküler ritimden ayırt edilmelidir. Süreksiz VT atakları (<30 sn. süren) erken
ventriküler fibrilasyon (VF) için güvenilir öngördürücü göstergeler değildir, iyi tolere
edilebilir ve tedavi gerektirmeyebilirler. Daha uzun ataklar hemodinamik bozukluğa ve kalp
yetersizliğine neden olabilir ve VF’e dönüşebilir. Asemptomatik süreksiz VT’nin
baskılanmasının yaşam süresini uzattığına dair bir kanıt olmadığı için, hemodinamik bozukluk
yapmadığı sürece süreksiz VT’ yi tedavi etmenin gereği yoktur. Sürekli ve/veya hemodinamik
olarak kararsız VT baskılayıcı tedavi gerektirir. Herhangi bir VT ısrarcı şekilde devam eder
veya hemodinamiyi bozar ise STYME’de en güvenli olan yöntem elektriksel kardiyoversiyon
yapılarak sonlandırılmalıdır.[97] Hasta hemodinamik olarak stabilse, VT’yi sonlandırmak için
i.v. amiodaron, sotalol ya da lidokain (eğer VT’nin devam eden miyokart iskemisi ile ilişkili
olduğu düşünülüyorsa) başlanabilir, fakat ritmi döndürme oranları düşük olmakla beraber VT
olan hastalarda her an hemodinami bozulabileceğinden öncelikli tedavi elektriksel
30
kardiyoversiyon olmalıdır. Akut dönem dışında gelişen sürekli VT ya da VF tekrarlamaya
eğilimlidir ve yüksek bir ölüm riski ile ilişkilidir. Ventrikül fibrilasyonu sonrası hayatta kalan
ya da ciddi belirtilere yol açan sürekli VT’si olan hastalarda, intrakardiyak defibrilatörün
(İKD)
antiaritmik
ilaç
tedavisine
göre,
mortalitede
anlamlı
azalma
sağladığı
gösterilmiştir.[98] Bu nedenle, ilk 24-48 saat haricinde, VF nedeniyle resüsite edilen ya da
hemodinamiyi bozan VT ile başvuran, anlamlı derecede sol ventrikül işlev bozukluğu olan
hastalarda mortaliteyi azaltmak için İKD implantasyonu önerilmektedir.[99]
Akut miyokart enfarktüsü sonrası bradikardiler de ortaya çıkabilmektedir.[100] Bunlar
sinüs bradikardisi başta olmak üzere kavşak ritimleri ve atriyoventriküler bloklardır. Sinüs
bradikardisi, inferoposterior ME’ larda daha sık görülmektedir. Genellikle tedavi
gerektirmemektedirler. Ancak ciddi hipotansiyon eşlik ederse, sinüs bradikardisi i.v. atropinle
tedavi edilmelidir. Başlangıç dozu 0.25-0.5 mg olup, toplam doz 1.5-2.0 mg olana kadar
tekrar edilebilir. Bazen olayın ilerleyen bir aşamasında hipotansiyon gelişebilir. Bu sırada
atropine yanıt alınamazsa, geçici kalp pili yerleştirilmesi önerilir.
İkinci derece atriyoventriküler bloklarda hastada kalp yetmezliği gelişmemiş, dal
blokları ortaya çıkmamış ve kalp hızı 50’nin altına düşmemişse müdahaleye gerek yoktur.
İkinci derece atriyoventriküler blokların tam atriyoventriküler bloklara dönüşme olasılığı
olduğundan, bu tip aritmiye sahip hastaların yakın monitörizasyon ile izlenmeleri uygundur,
gereğinde geçici pacemaker desteği sağlanmalıdır. Henüz reperfüzyon tedavisi almamış
hastalarda revaskülarizasyonun acil olarak düşünülmesi gerekmektedir.
İnferior ME’ lar ilişkili AV bloklar genellikle his demetinin üstünde yerleşimlidir ve
nodal yapıları besleyen arterlerdeki kan akımının azalması veya kesilmesiyle ilişkilidir.
İnferior yerleşimli ME’ lara bağlı gelişen atriyoventriküler bloklar genelde geçici olup,
hemodinamiyi bozmadığı için geçici pacemaker’a ihtiyaç duyulmaz. Ancak hemodinamik
bozukluk ortaya çıkarsa pacemaker gereklidir. Ön duvar miyokart enfarktüsüyle ilişkili AV
blok genellikle his demetinin içinde veya altında yerleşim gösterir. Kararsız, geniş QRS’li,
düşük hızlı kaçış ritmi ve yaygın miyokart nekrozuna bağlı olarak yüksek mortalite oranı
(%80’e yakın) ile ilişkilidir.
Akut kalp yetersizliği
STYME sonrasında hastalarında gerek akut dönemde gerekse subakut dönemde
miyokart işlev bozukluğu oluşmaktadır. Tüm tedavi yöntemleri ile sağlanmaya çalışılan,
31
miyokart hasarının en az seviyede tutulmasıdır ancak bu her zaman mümkün olamamaktadır.
Özellikle anteriyor duvarla ilişkili STYME hastalarında yaygın miyokart hasarına sekonder,
akut dönemde pompa yetmezliği ve takip eden dönemde ise kronik kalp yetmezliği ile
sonuçlanabilir. STYME’nin akut ve subakut dönemdeki klinik kalp yetersizliğinin tanısı, fizik
bakı ile birlikte ekokardiyografik değerlendirme ile çoğunlukla koyulabilmektedir. Nefes
darlığı gibi tipik belirtiler, sinus taşikardisi, üçüncü kalp sesi ya da pulmoner raller gibi
duyulması ve sol ventrikül dilatasyonu ile azalmış ejeksiyon fraksiyonu gibi kardiyak işlev
bozukluğunun saptanması kalp yetmezliği tanısını çoğunlukla koydurmaktadır.
Sol ventrikül işlev bozukluğu STYME sonrası mortalitenin tek en güçlü
belirleyicisidir. Akut dönemde sol ventrikül işlev bozukluğundan sorumlu mekanizmalar,
miyokart kaybı ve enfarkt nedeniyle oluşan yeniden biçimlenme, iskemik işlev bozukluğu
(sersemleme), atriyal ve ventriküler aritmiler ve kapak işlev bozukluklarıdır. Sıklıkla hem
sistolik hem de diyastolik işlev bozukluğu varlığına yönelik kanıtlar mevcuttur. STYME
sonrası
gelişen
kalp
yetersizliği
derecesi
Killip
sınıflamasına
göre
kategorize
edilebilir.(Tablo- 4) Hemodinamik açıdan hastalar yakından takip edilmelidirler. Her hastaya
kapsamlı bir fizik muayene hem tanı için hem de takip için mutlaka hızla yapılmalıdır. Kalp
ritminin devamlı EKG ile izlemeli, oksijen satürayonu, kan basıncı ve saatlik idrar çıkışı
yakından takip edilmelidir. Kalp yetersizliğinden şüphenilen hastalar erken TTE/Doppler ile
değerlendirilmelidir. Özellikle hastanın klinik durumunda beklenmedik kötüleşme olması
halinde, özellikle ilerleyici sol ventrikül işlev bozukluğu ya da mekanik komplikasyonların
değerlendirilmesi amacıyla tekrar ekokardiyografik inceleme yapılmalıdır. Akut dönemde
kalp yetmezliği gelişen hastalarda hastane içi mortalite yüksek olduğundan hastalar yakından
takip edilmeli ve her an değişebilecek durumlar için hazırlıklı olunmalıdır. Sistolik kan
basıncının 90 mmHg altında olması olarak tanımlanan hipotansiyon sıklıkla pompa
yetmezliğine bağlı olup, sebep olabilecek hipovolemi, artimiler ve mekanik komplikasyonlar
gibi durumlar açısından hastalar değerlendirilmeli ve hızla düzeltilmelidirler. Özellikle uzun
süren hipotasiyon durumunda idrar çıkışı, akut böbrek yetmezliği açısından saatlik takip
edilmelidir.
Kardiyojenik şok tüm STYME olgularının %6-10’nunda görülür ve hastane içi
%50’ye yaklaşan mortalite oranı ile önde gelen ölüm nedenlerinden biri olmaya devam
etmektedir.[101] Kardiyojenik şokun varlığı ve ciddiyetini belirten, doğrudan kısa dönem
sonuçlarla ilişkili olan geniş bir klinik ve hemodinamik bulgular yelpazesi vardır.[102, 103]
Hastalar tipik olarak hipotansiyon, düşük debi bulguları (istirahat taşikardisi, bilinç
32
bozukluğu, oligüri, soğuk ekstremiteler) ve pulmoner konjesyon ile başvururlar. Kardiyojenik
şok için hemodinamik kriterler, kardiyak indeksin <2.2 L/dk/m2 ve pulmoner tıkalı basıncının
>18 mmHg olmasıdır. Ek olarak saatlik idrar çıkışı 20 ml’den az olması ve sistolik kan
basıncını 90 mmHg’nın üzerinde tutmak için inotrop tedavi ya da İABP gerekmesi de şok
olarak tanımlanmalıdır.
Şok genellikle yaygın sol ventrikül hasarıyla ilişkilidir, ancak sağ ventrikül
enfarktüsünde de görülebilir. Hem kısa, hem de uzun dönem mortalite başlangıçtaki sol
ventrikül
işlevi
ve
mitral
yetersizliği
ciddiyeti
ile
ilişkili
görünmektedir.[104]
Ekokardiyografide sağ ventrikül işlev bozukluğunun varlığı da, özellikle sağ ve sol ventrikül
işlev bozukluğu birlikte olduğunda, kötü prognozun önemli bir göstergesidir.[103]
STYME sonrası gelişen kardiyojenik şokun tedavisi, medikal tedavi veya mekanik
dolaşım desteği ile sağlanan hemodinamik stabilite ile birlikte PKG veya CABG ile yapılan
acil revaskülarizasyonu kapsamaktadır. Medikal tedavi; ilaç tedavisi antitrombotikler, sıvılar,
vazopresörler ve inotroplardan , mekanik dolaşım desteği ise; intraaortik balon pompası
(İABP) ve sol ventrikül destek cihazlarından (LVAD) oluşmaktadır.
Medikal tedavide
kullanılan vazopresör ve inotrop ajanlar, olumlu hemodinamik etkilerinden dolayı
kullanılmaktadırlar ancak hiçbiri belirtilerde tutarlı bir iyileşme sağlamamış ve çoğu
sağkalımda, olasılıkla zararlı hücresel etkileriyle ilişkili olarak, azalmaya neden
olmuştur.[105] Şok hastalarında norepinefrin ve dopaminin karşılaştırıldığı bir randomize
çalışmada, dopaminin kardiyojenik şok alt grubunda daha yüksek bir mortaliteyle ve tüm
kohortta
ise
çoğunluğunu
aritmik
olayların
oluşturduğu
advers
olaylarla
ilişkili
bulunmuştur.[106] Bu sebepten hipotansif olan hastada ilk seçilecek ilaç norepinefrin
olmalıdır.
Devamında beta-2-adrenerjik etkisinden dolayı dobutamin eş zamanlı olarak
kontraktiliteyi artırmak için verilebilir.[58] İntra aortik balon pompası kardiyojenik şok
tedavisinde en çok kullanılan mekanik destek olup, aortta diyastolik şişme ve hızlı sistolik
sönmenin yararlı etkisine dayanır. Randomize çalışmaların eksikliği nedeniyle, sadece
kayıtlar değerlendirilmiş ve İABP ile ilgili çelişkili sonuçlar elde edilmiştir.[107-109] ESC
STYME kılavuzunda öneri sınıfı IIb olarak verilmektedir. LVAD inotroplar, sıvı ve İABP’yi
içeren standart tedaviye yanıt vermeyen hastalarda kullanılmakta olup, faydalarıyla ilgili
kanıtlar sınırlıdır. Yakın zamanlı bir meta-analiz, toplam 100 hastada perkütan LVAD ve
İABP’yi karşılaştıran üç randomize çalışmayı incelemiştir. LVAD güvenli görünmesine ve
daha iyi hemodinami sağlamasına rağmen, 30 günlük mortaliteyi iyileştirememiştir.[110] Bu
sonuçlara bakıldığında, perkütan LVAD kardiyojenik şokta birinci basamak tedavi olarak
33
önerilemez, fakat ekibin deneyimi, hastanın yaşı ve eşlik eden hastalıkları dikkate alınarak
bireysel düzeyde düşünülebilir.
Killip 1
Kalp yetersizliği bulgusu yok
Killip 2
S3 (+), bilateral raller akciğer ½ sinin
altında
Killip 3
S3(+), bilateral raller akciğerde yaygın
(akut pulmoner odem)
Killip 4
Kardiyojenik şok
Tablo-4 Killip sınıflaması
Kronik kalp yetmezliği
Kalp yetersizliği (KY), normal dolum basınçlarına rağmen kalbin dokuların metabolik
ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde oksijen sunamamasına yol açan, kardiyak yapısal veya
işlevsel bozukluk şeklinde tanımlanabilir. Klinik olarak KY, kalpteki yapısal veya işlevsel
bozukluktan kaynaklanan, hastalarda nefes darlığı, ayak bileğinde şişme ve halsizlik gibi tipik
belirtilerle, artmış juguler ven basıncı, akciğerlerde krepitan ral ve kalp tepe atımının yer
değiştirmesi gibi bulgularla ortaya çıkan klinik bir sendromdur.[111] Hastalığın belirtilerinin
çoğu sodyum ve su tutuluma bağlı olduğundan özellikle diüretik alan hastalarda tanı zorlaşır.
Bu sebepten kalp yetmezliği tanısında en önemli nokta, hastalığın temelinde yatan kardiyak
problemin gösterilmesidir. Bu sıklıkla sistolik fonksiyonların bozukluğuna yol açan miyokart
hastalığıdır. Yetmiş beş yaş altı kalp yetersizliği gelişen hastaların yaklaşık yarısında koroner
arter hastalığı mevcut olup, bu hastaların birçoğunda KY gelişimi miyokart enfarktüsü
sonrasında ortaya çıkmaktadır. [112] Kalp yetmezliği çalışmalarında KY olan hastaların
yaklaşık
%60 kadarında miyokart enfarktüsü öyküsü saptanmaktadır ancak bu genel
popülasyondan daha yüksektir. [113] Glasgow’ da yapılan bir popülasyon çalışmasında sol
ventrikül sistolik disfonksiyonu ( LVEF ≤ %30 olarak tanımlanmış) oranı 25 yaş üstü
kişilerde 30/1000 (erkeklerde 40/1000 kadınlarda 20/1000) olarak saptanmış. Bunların %
50’si semptomatik olup, semptomatik olanlardan % 95’nin iskemik kalp hastalığı ve %50
‘sinin miyokart enfarktüsü öyküsü saptanmıştır. [114] Başka bir popülasyon çalışmasında
daha az hastada iskemik kalp hastalığı saptanmış ancak sol ventrikül sistolik disfonksiyonun
34
tek önemli belirteci miyokart enfarktüsü öyküsü olarak saptanmıştır.[115, 116] Bir başka
çalışmada 75 yaş altı KY olan hastaların yaklaşık yarısında etiyoloji koroner arter hastalığı
olup bu hastaların yarısında KY ilk miyokart enfarktüsü ile ilişkili saptanmıştır.[117, 118]
Bütün bu çalışmalar, koroner arter hastalığının kalp yetmezliği gelişimi için önemli olduğunu
ve tedavisinin kalp yetmezliğini gelişimi engellemede anahtar rol oynadığını göstermektedir.
Akut miyokart enfarktüsü geçiren hastalarda takip eden 5 yıllık süreçte kalp yetmezliği
gelişme riski kadınlarda %7 ve erkeklerde %12’dir. Kadın ve erkeklerde yaşa göre
değerlendirildiğinde 40-69 yaş arasında bu oran %22 iken 70 yaş üstünde bu oran %25 gibi
yüksek bir orana ulaşmaktadır.[119, 120]
Kalp yetmezliği tanısından kullanılan LVEF, hem prognostik anlamda hem de
çalışmalara alınan hastaların seçilmesinde önemli olduğundan KY tanımlamak için sık
kullanılmaktadır. Sistolik KY veya düşük EF’ li hastalarla (DEF-KY) yapılan klinik
çalışmalara genellikle LVEF ≤ %35 olan hastalar alınmış ve günümüzde etkinliği kanıtlanmış
tedaviler sadece bu grup hastalarda etkindir. Diğer taraftan, yakın zamanda, LVEF >%40-45
olan ve başka kardiyak bozukluğu olmayan KY hastaları ile de çalışmalar yapılmıştır. Bu
hastaların bazılarında LVEF tamamen normal değerlerde (genellikle LVEF>%50) olmamakla
beraber, sistolik işlevlerde de büyük bir azalma görülmemektedir. Bu nedenle, bu hastaları
tanımlamak için korunmuş ejeksiyon fraksiyonlu KY terimi (KEF-KY) geliştirilmiştir. LVEF
değeri %35-50 arasındaki hastalar bir ‘gri alanı’ temsil etmektedir ve büyük olasılıkla birincil
olarak hafif sistolik işlev bozukluğuna sahiptirler. KEF-KY tanısı büyük oranda bir dışlama
tanısı olduğundan, DEF-KY tanısına göre daha zordur.[121] Sıklıkla bu hastaların kalpleri
geniş değildir ve çoğunda SV duvar kalınlıkları ile sol atriyum boyutları artmıştır. Çoğunda,
bu hastalardaki KY’nin nedeni olarak kabul edilen diyastolik işlev bozukluğunun (bu nedenle
‘diyastolik KY’ terimi doğmuştur) kanıtları mevcuttur.[121]
Kalp yetmezliği tanımı için üzerinde durulan parametreler, yukarı tanımlanan kalp
yetmezliği ile ilişkili belirti ve bulguların olması ile sol ventrikül sistolik fonksiyonlarının
azalmasıdır. Bu üç parametrenin birlikte olması durumunda tanımlanan klinik düşük
ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetmezliğidir. Bunun yanında korunmuş ejeksiyon fraksiyonlu
kalp yetmezliği ise, KY bulgu ve belirtileri ile birlikte, normal veya sadece hafif azalmış
LVEF ile dilate olmayan sol ventrikül ve yapısal kalp hastalığı (sol ventrikül hipertrofisi/ sol
atriyum dilatasyonu) ve/veya sol ventrikül diyastolik
disfonkiyonun varlığının olması
durumudur.[122]
Kalp yetmezliğinde tedavi modelleri ve bunlardan hangi hastalar için faydalı
olabileceğini belirleyebilmek için NYHA sınıflaması kullanılır. (Tablo-5) Bu sınıflamaya
35
göre aynı hastada tedaviye tanıt olarak sınıfında değişiklik olabilir. NYHA sınıf IV olarak
yatırılan ve uygun diüretik tedavi alan hasta NYHA I olarak taburcu edilebilir. Bunun yanında
Amerikan Kardiyoloji Kolleji ve Amerikan Kalp Cemiyeti (ACC/AHA) kalp yetmezliği
kılavuzunda, kalp yetmezliğinin ortaya çıkışı ve ilerlemesini vurgulayan yeni bir evreleme
sistemi kullanmıştır. Bu evreleme sisteminde hastaların evrelerinde ilerleme olabilir ancak bir
üst evreden alt evreye geri dönüş mümkün değildir. (Tablo-6)[120]
Sınıf I
Kalp hastalığı olan ama fiziksel aktivite kısıtlaması olmayan
hastalardır. Sıradan fiziksel aktivite yorgunluğa, çarpıntıya, dispneye
veya anginal ağrıya neden olmaz.
Sınıf II Kalp hastalığı olan ve fiziksel aktiviteleri hafif kısıtlı hastalardır. Bu
hastalar istirahat halinde semptomları yoktur. Sıradan fiziksel
aktivitelerde yorgunluk, çarpıntı, dispne veya anginal ağrı oluşturur
Sınıf III Kardiak hastalığı olan ve bu hastalığın fiziksel aktivitede belirgin
kısıtlılığa neden olduğu hastalardırlar. İstirahat halinde rahattırlar.
Sıradan fiziksel aktivitelerden daha az düzeydeki aktivite yorgunluğa,
çarpıntıya, dispneye veya anginal ağrıya neden olur.
Sınıf IV Rahatsızlık duymadan fiziksel aktiviteye imkan vermeyen kardiyak
hastalığı olan hastalardır. Semptomlar istirahat halinde bile görülebilir.
Fiziksel aktivite rahatsızlığı artırır
Tablo-5 Semptomların şiddeti ve fiziksel aktiviteye göre New York Kalp Derneği
fonksiyonel sınıflaması.
Kalp yetersizliği gelişmesi riski olan hastalardır. Bu hastalarda kalp
yetersizliğinin işaret ve semptomları yoktur. Örneğin , HT, KAH, DM
Evre B Yapısal kalp hastalığı gelişen hastalardır. Bu hastalarda kalp yetersizliği gelişme
ihtimali yüksektir. Kalp yetersizliğinin işaret ve semptomları yoktur. Örneğin;
sol
ventriküler hipertrofisi, büyük dilate ventriküller, kapak hastalığı, geçirilmiş
miyokart infarktüsü.
Evre C Altta yatan kalp hastalığı nedeniyle hâlihazırda ya da önceden kalp yetersizliği
semptomları olması.
Evre D Üst düzey tedaviye rağmen kalp yetersizliğinin belirgin semptomları olan
hastalardır. Bu hastalar özel ileri tedaviler gerektirirler. Devamlı inotrop, sol
ventrikül destek cihazları, kalp nakli gibi.
Tablo-6 Amerikan Kardiyoloji Kolleji ve Amerikan Kalp Cemiyeti (ACC/AHA) kalp
Evre A
yetmezliği evreleme sistemi.
36
BÖLÜM II
GEREÇ VE YÖNTEM
2.1 Amaç
STYME tedavisinde tedavi seçeneğinden bağımsız olarak hızlı tanı ve tedavi hayat
kurtarıcıdır. STYME hastalarında hem trombolitik tedavi hem de birincil perkutan girişim
tedavisi yapılabilmektedir. Trombolitik tedavi sonrasında 3 ile 24 saat sonrasında KAG
yapılması önerilmektedir. Bu çalışmadaki amaç, STYME tanısıyla trombolitik tedavi alan ve
reperfüze kabul edilen stabil, 24 saatten sonra KAG ve gereğinde PKG yapılan hastaların,
KAG yapılma zamanlarına göre (24-72 saat ve 72 saatten sonra) altı aylık takipte mortalite ve
morbidite oranlarının saptanması.
2.2 Hasta Seçimi ve çalışma tipi
Çalışmamıza etik kurul onayı alındıktan sonra, Mart 2013-Ekim- 2014 tarihleri
arasında kliniğimiz yoğun bakımına STYME tanısıyla ilk 12 saatte yatırılan, trombolitik
tedavisi sonrasında reperfüze olan stabil ve koroner anjiyografisi ertelenen, çalışmamıza kabul
edilme kriterlerini karşılayan 78 hasta dahil edilmiştir. Hastalar KAG sürelerine göre
trombolitk tedaviden sonra 24-72 saat içinde KAG ve gereğinde PKG yapılanlar ve 72 saatten
sonra KAG ve gereğinde PKG yapılanlar diye gruplandırıldılar. Çalışma, randomize olmayan,
prospektif, gözlemsel çalışma olarak planlandı. Takiplerde ulaşılan iki hasta çalışmadan
çıkarıldı kalan tüm hastaların altı aylık takipleri değerlendirilebildi.
Araştırmaya Dahil Olma Kriterleri (İnklüzyon Kriterleri):
1. Akut Miyokart İnfarktüsü tanısıyla kliniğimize yatırılan olgular.
2. Trombolitik tedavi sonrasında reperfüze olan stabil ve KAG ertelenen olgular.
3. 18-85 yaş arası olgular.
4. Bilgilendirilmiş onam formu imzalayan olgular.
Dışlama Kriterleri:
1. Akut
Miyokart
İnfarktüsü
sonrasında
yapılamayan olgular. (ilk 12 saat)
2. <18 yaş ve>85 yaşında olan olgular.
3. Bilinen kalp yetmezliği olan olgular.
37
erken
dönemde kliniğimize
yatışları
4. Bilgilendirilmiş onam formu imzalamayanlar.
5. Altıncı ayda kontrollerine ulaşılamayan olgular.
6. KAG sonrasında Bypass cerrahisi planlanan olgular.
7. Trombolitik tedavi sonrasında unstabil olan olgular.
8. Trombolitik tedavi sonrasında 0-24 KAG yapılan olgular.
2.3 Ekokardiyografi:
Hastaların yatış dönemindeki ekokardiyografi tetkiklerine kliniğimizin sisteminden ulaşıldı.
Takiplerde ise kliniğimiz ekokardiyografi laboratuvarında bulunan Vivid-7,GE Healthcare
ekokardiyografi cihazı ile yapıldı. Çalışma için 2,8 Mhz’lik transdüser kullanıldı. Tüm
hastaların kayıtları digital ortamda kayıt edildi. Tüm kayıtlar Amerikan Ekokardiyografi
Cemiyetinin (ASE) öneri ve kriterlerine göre yapıldı. LVEF hesaplanması modifiye simpson
yöntemi ile yapıldı.
2.4 Laboratuvar İncelemeleri:
Her hastanın yatışındaki ilk laboratuvar değerlerinden, üre, kreatinin, sodyum,
potasyum, hemoglobin, hematokrit değerleri kayıt edildi. Yatışındaki sistolik ve diyastolik
kan basıncı, EKG ritmi ve kalp hızı kayıt edildi. Yine hastanın EKG’ sinden miyokart
enfarktüsü lokalizasyonu yapıldı. Yatışlarının ertesi günü aç karna alınan kan örneklerinden
lipit panelleri sonuçları kayıt edildi. Hastaların birinci ve altıncı ay kontrollerindeki sistem
sonuçlarından laboratuvar verileri kayıt edildi. Kliniğimizde takip edilmeyen hastaların ise
sonuçlarına hastalar ve yakınları aracılığıyla ulaşıldı.
2.5 Hasta takibi
Çalışmamıza alınan hastalar takipleri boyunca belli aralıklarla ( 30. 90. 180. Gün)
aranarak hastaların genel durumu ve yeni gelişen durumlar hakkında bilgi elde edildi.
Hastalara ulaşılamadığında onam sırasında kayıt edilen yakınların telefonların ulaşıldı.
Hastaların birinci ay ve altıncı ay kliniğimizdeki rutin kontrolleri sırasında hastalara rutin
yapılan Ekokardiyografileri aynı hekim tarafından yapıldı. Hastaların laboratuvar değerleri
rutin yapılan birinci ay ve altıncı kontrollerinden, hastanemizin veri sisteminden ulaşıldı.
Başka merkezde takip edilen hastalara ise hastaların kendileri veya akrabaları aracılığıyla
ulaşılıp laboratuvar sonuçları kayıt edildi.
38
Hastalar;
tedavi
gerektiren
kalp
yetmezliği
ve
aritmi
ile
ölüm,
AKS,
revaskülarizasyon, kanama, inme, hastaneye yatış ve tedavi uyumları açısından takiplerinde
değerlendirildiler. Kalp yetmezliği tanısı yukarıda anlatıldığı gibi kılavuzların önerileri
doğrultusunda koyuldu. Kalp yetmezliği bulgu ve belirtileri olan hastalar ekokardiyografi
sonuçlarına göre düşük ejeksiyon fraksiyonlu veya korunmuş ejeksiyon fraksiyonlu kalp
yetmezliği olarak tanımlandı. Bunun yanında hastalarda olası yüksek oranda kalp yetmezliği
ve aritmi tanısından kaçınmak için hastaların yakınmalarından dolayı tedavi almaları
durumunda sonlanım açısından değerlendirildiler.
2.6 İstatistiksel Analiz:
İstatistiksel analiz için SPSS 20 programı kullanıldı. Kalitatif veriler ortalama ±
standart sapma, kantitatif değerler ise % olarak ifade edildi. Nominal veriler için ki-kare
analizi yapıldı. Bağımsız değişkenler için Shapiro-Wilk testiyle numerik değişkenlerin normal
dağılım gösterip göstermediği değerlendirildi. Normal dağılım gösterenler ve varyans eşitliği
sağlanan verilere t-student testi uygulandı. Dağılımı normal olmayanlar için non parametrik
testler, Mann Whitney U testi uygulandı. Bağımlı değişkenler için ise Paired student T test
veya Wilcoxon işaret testi kullanıldı. P değerinin <0.05 olması istatistiksel olarak anlamlı
kabul edildi.
39
BÖLÜM III
3.1 BULGULAR
Çalışmaya, EÜTF Kardiyoloji Anabilim Dalı'nda Mart-2013 ile Ekim- 2014 tarihleri
arasında STYME tanısı ile yatırılan ve trombolitik tedavi sonrasında reperfüze olan, stabil, 24
saatten sonra KAG yapılan ardışık 78 hasta alınmıştır. Takipte ulaşılamayan iki hasta
çalışmadan çıkarılmıştır. Hastalar KAG yapılma sürelerine göre iki gruba ayrıldı. Trombolitik
tedavi aldıktan 24 ile 72 saatte KAG yapılan hastalar Grup A (n=29) , 72 saatten sonra KAG
yapılanlar ise Grup B(n=47) olarak sınıflandırıldılar. Grup A’nın ortalama KAG yapılma
zamanı 13± 11,5 gün (4-48 gün) iken Grup B’ nin ise ortalama 2,17 ±0,3 gün (2-3 gün) olarak
saptandı. Tüm hastalara, poliklinik takiplerinde, kayıt sisteminden veya telefon ile
görüşülerek olası sonlanımlar açısından bilgi elde edilmiştir. Çalışmaya alınan hastaların altı
aylık sonlanımları açısından değerlendirildi. Tüm çalışma popülasyonunda altı aylık takipte,
tedavi gerektiren kalp yetmezliği, ve tüm nedenli hastaneye yatış, tedavi gerektiren aritmi,
akut koroner sendrom, revaskülarizasyon kanama, inme ve tedaviye uyum ile ölüm, tedavi
gerektiren kalp yetmezliği ve tedavi gerektiren aritmiden oluşan birleşik sonlanım
değerlendirildi. Çalışmaya alınan hastalardan biri dördüncü ayda akut miyokart enfarktüsü
nedeniyle kaybedildi kalan 75 hastanın altı aylık takipleri yapıldı. Çalışma popülasyonun
ortalama yaşı 56 ±11.4 olup hastaların 55’i (% 72,4) erkektir. (Şekil -1) Çalışmaya alınan
hastaların ortalama vücut kitle indeksleri (VKİ)(kg/m²) 26,6 ± 3,8 olup erkekler kadınlara
göre daha kiloludur ancak aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildir.( Erkek: 27 ± 3,4
Kadın 25,7 ± 4,6 P=0,1) (Şekil-2)
Kadın
%27,6
Erkek
%72,4
Şekil 1. Hastaların cinsiyet dağılımları
40
30
26
25
20
16
Normal
15
13
Kilolu
11
Obez
10
6
5
2
0
Erkek
Kadın
Şekil-2 Hastaların cinsiyete göre vücut kitle indekslerinin dağılımı
3.2 Hastaların kardiyovasküler risk faktörleri ve eşlik eden hastalıkları
Çalışmaya alınan hastaların kardiyovasküler hastalık ve risk faktörleri tabloda
özetlenmiştir. (Tablo-7) Kardiyovasküler risk faktörleri arasında birinci sırada sigara olup
(%87), hipertansiyon ikinci sırada (%35) yer almaktadır. Diyabetes mellitus (%17),
hiperlipitemi (%18) ve aile öyküsü (%17) diğer önemli risk faktörü olarak görülmektedir.
Grup A ve Grup B risk faktörleri açısından karşılaştırıldığından DM ve aile öyküsü Grup A
hastalarında daha sıktır.(P=,02) Sigara kullanımı, hiperlipitemi ve koroner arter hasatlığı ise
Grup B’ de daha sıktır.(P=0,4)
Özellik
Tüm hastalar Grup A(29)
Grup B(47)
( 76)n (%)
n (%)
n (%)
7,3 ±5,8
6,8 ± 2,4
0,66
Yatış süresi (Gün 7 ± 4
p
± SD)
Yaş(Yıl ± SD)
56 ±11.4
54,8±11
57,4±11,5
0,35
Cinsiyet (Kadın)
21 (28)
6 (21)
15 (32)
0,42
Hipertansiyon
27 (35)
12 (41)
15 (32)
0,46
Diyabete mellitus
13 (17)
9 (31)
4 (9)
0,02
Hiperlipitemi
14 (18)
4 (14)
10 (21)
0,41
Aile öyküsü
17 (22)
11 (38)
6 (13)
0,02
Sigara
66 (87)
24 (83)
42 (90)
0,49
Alkol
6 (8)
4 (14)
2 (4)
0,1
41
arter 9 (12)
Koroner
2 (7)
7 (15)
0,46
1 (3)
4 (8)
AD
1 (3)
0
0
1 (2)
hastalığı
Stent öyküsü
Periferik
5 (6)
arter 1 (1,3)
hastalık
1 (1,3)
KOAH
Tablo-7 Hastaların kardiyovasküler hastalık ve risk faktörleri. AD : Anlamlı değil
3.3 Başvuru süreleri:
Hastaların yakınmalarının başlamasından hastaneye başvurusuna kadar geçen sürenin
uzaması ile trombolitik tedavinin etkinliğinin azaldığı bilinmektedir. Çalışmaya alınan
hastaların 47’si ( %62) 1 saatten daha kısa sürede hastaneye başvururken 6’sı (%8) 3 saatten
sonra başvurmuştur. Geç başvuran hastaların yaş, cinsiyet ve diyabet varlığına açısından
diğer hastalardan farkı bulunmamaktadır.(Şekil-3)
50
40
47
30
23
20
10
6
0
< 1 saat
1-3 saat
>3 saat
Şekil-3 Hastaların hastaneye başvuru süresi
3.4 Elektrokardiyografi (EKG):
Çalışmaya dahil edilen hastaların tümünde başvuru sırasında kayıt edilen ritm, sinüs
ritmidir. Hastaların yüzeyel EKG’ de ST-segment yüksekliğinin izlendiği birbiri ile ilişkili
derivasyonların dağılımı sıklık sırasına göre; anterior, İnferior, sağ derivasyonlar ile birlikte
posteriyor ve lateral derivasyonlardır.(Şekil-4)
42
Lateral
7%
Posteriyor
14%
Anteriyor
32%
Sağ
17%
İnferiyor
30%
Şekil-4 EKG’de ST-segment yüksekliğinin izlendiği derivasyonlar.
3.5 Koroner Angiyografiyede ( KAG ) damarların tutulumu
Çalışmaya alınan tüm hastaların KAG yapıldı. Birden fazla damar tutulumu olan
hastalarda sorumlu damar yüzeyel EKG’ deki ST-segment yüksekliğine göre belirlendi. Otuz
dokuz(% 49) hastada tek damar, 25(%33) hastada iki damar ve 14 (%18) hastada üç damar
tutulumu saptanmıştır. (Şekil-5) STYME’ den sorumlu olan damarların dağılımı ise; sol
anteriyor inen damar (LAD) 38 (%50), sağ koroner arter(RCA) 29 (%38), sirkumfleks
arter(Cx) 6(%8) ve diğer damarlar 3 (%4) şeklindedir.(Şekil-6)
45
40
35
30
25
20
15
10
5
0
%49
%33
Tek damar
%18
Üç damar
İki damar
Şekil-5 Tutulan damar sayısı
43
40
35
%50
30
%38
25
20
15
%8
10
%4
5
0
LAD
RCA
CX
Diğer
Şekil-6 Sorumlu damarların dağılımı
3.6 Klinik ve laboratuvar özellikler
Çalışmaya STYME ile acil servise başvuran ve trombolitik tedavi sonrasında
reperfüzyon sağlanan, stabil hastalar alınmıştır. Hastaların acil servise başvuru ile trombolitik
tedavi alması arasında geçen kapı-iğne zaman kliniğimizde önerilenlere uygun olarak yarım
saatin altındır. Tüm hastalar trombolitik tedaviden 60-90 dakika sonra reperfüzyon kriterleri
açısından
değerlendirilmektedir.
Başvuru
EKG’sine
göre
en
yüksek
ST-segment
elevasyonunda >%50 gerileme olması, ağrının tamamen azalması ve reperfüzyon aritmisi
olması durumunda hasta reperfüze olmuş olarak kabul edilmektedir.[58] ST- segment
elevasyonunda >%70 gerilemenin olmasının %50 gerileme ile karşılaştırıldığında damar
açıklığı açısından daha iyi bir gösterge olduğu bazı çalışmalarda gösterilmiş olsa da çok az
hastada bu kriter sağlanmaktadır.[123] Benzer bir şekilde çalışmalarda bu üç kriterin birden
sağlayan hastalar çalışmalarda %10’ dan daha fazla olmadığı gösterilmektedir. Geçerli olan
ve kliniğimizde reperfüzyon göstergesi olarak bu üç kriterden ikisinin varlığının olması yeterli
olarak değerlendirilmektedir. Hastaların tamamı acil servise göğüs ağrısı yakınması ile
başvurmuştur. Hastaların % 62’sinde ağrının başlaması ile acil servise başvurmasın arasında
geçe süre bir saatin altın olup sadece % 8’i üç saat sonra acil servise başvurmuştur.
Trombolitik tedaviden sonra hastaların tamamında ST-segment yüksekliğinde >%50 gerileme
ile birlikte tüm hastalarda ağrı tamamen kaybolmuştur. Reperfüzyon aritmisi, akselere
idiyoventriküler ritm, 42 (%55) hastada izlenmiştir. Acil servise başvurusundan
reperfüzyonun sağlanması kadar geçen dönemde 5 (%6,6) hastada hemodinamiyi bozan
ventriküler taşikardi ve ventriküler fibrilasyon izlendi.
44
Hastaların ilk başvurusuna ait laboratuvar değerleri tablo-8’ de özetlenmiştir. Tüm
çalışma hastalarının ortalama hemoglobin değeri 14 ±1,6 olup sadece bir hastada yatışında Hb
değeri 10mg/dl altında saptanmıştır. Hastane yatışı sırasında iki hastada eritrosit transfüzyonu
yapılmıştır. Her iki hastada girişim yerinde hematom olmasında dolayı replasman yapılmıştır.
Her iki grup arasında AST, ALT böbrek fonksiyonları ve lipit profili
açısından fark
saptanmamıştır. Hastaların yatışında yapılan Ekokardiyografide hastaların % 45’ de mitral
yetmezliği saptanmıştır. Mitral yetmezliğinin bunun büyük bir kısmının birinci derece kapak
yetmezliği oluşturmaktadır. Triküspit kapak yetmezliği hastaların %28,9’unda, Aort kapak
yetmezliği ise hastaların %11,8’ de saptanmıştır. Mitral kapak yetmezliğine benzer olarak aort
ve triküspitte sıklıkla kapak yetmezlik derecesi birinci derecedir. Otuz dört hastada (%45) sol
ventrikül diyastolik disfonksiyonu saptanmıştır. Gruplar arasında sol ventrikül disfonksiyonu
açısından
fark
saptanmamıştır.(P=0,75)
Çalışma
hastalarının
yatışından
yapılan
ekokardiyografisinde ortalama sol ventrikül sistolik ejeksiyon fraksiyonu (LVEF) % 48,6
±9,6 saptanmıştır ancak Grup A’da sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu Grup B’ den daha fazla
olup aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır. P=0,003) Her iki grup arasında
arteriyal sistolik (SKB) ve diyastolik (DKB) kan basıncı ve yatışındaki kalp hızı açısından
fark saptanmamıştır.
Özellik
Tüm hastalar Grup A
Grup B
(n=76)
(n=29)
(n=47)
Hemoglobin(g/dl)
14 ±1,6
14 ±1,4
14 ± 1,7
Hemotokrit(%)
41,3
41,4±3,8
41,3 ± 4,7 0,87
Kreatinin(mg/dl)
0,89 ± 0.23
0,91 ± 0,27 0,88 ± 0,2 0,67
AST(U/L)
27,3 ± 20,9
51 ± 92
59 ± 78
0,95
ALT(U/L)
50,3 ± 83
28 ± 20,3
27 ± 21
0,83
Total kolesterol(mg/dl) 191 ± 40
192 ± 42
191 ± 37
0,93
LDL(mg/dl)
121 ± 36
119 ± 34
122 ± 37
0,66
HDL(mg/dl)
38 ± 10
38 ±11
39 ± 9
0,68
Trigliserit(mg/dl)
179 ± 95
194 ± 123
169 ± 74
0,27
LVEF(%)
48,6 ±9,6
53,4±8,7
46 ± 9,2
0,003
MY-1(n)
33, % 43
9, %41
26, %65
0,08
MY≥2 (n)
2, %2,6
TY-1(n)
19 %25
4,%18
3, %7,5
0,38
45
P*
0,51
TY ≥2 (n)
3, %3,9
AY-1 (n)
7,%9,2
AY ≥2 (n)
2, %2,6
LVDD (n)
3, %14
6, %16
0,57
34,%45
12, %54
21, %54
0,75
SKB(mmHg)
137 ± 27
134 ±17
140 ± 32
0,34
DKB(mmHg)
80 ± 16
79±11
82 ± 19
0,52
Kalp hızı (atım/dk)
76 ± 14
73 ±14
78 ± 14
0,17
Tablo-8 Hastane başvurusundaki laboratuvar değerleri P* Grup A ile Grup B’nin
karşılaştırılması
3.7 Taburculuk ve takip tedavisi
Tüm çalışma hastalarının taburculuk tedavileri Tablo-9’ da özetlenmiştir. Hastaların
tamamına taburculuğunda ikili anti agregan tedavi düzenlenmiştir. Koroner arter hastalığında
sekonder korumada önemi birden fazla çalışmada kanıtlanmış statinler benzer bir şekilde bir
hasta hariç tüm hastalara taburculuğunda reçete edilmiştir. Anjiyotensin konverter enzim
inhibitörleri (ACEİ) ve anjiyotensin reseptör blokerleri (ARB) hastaların %89,5’ ine
taburculukta verilmiş olup bu hastalardan sadece bir tanesine ARB verilmiştir. Hastaların %
89,5 taburculuğunda proton pompa inhibitörü (PPI) ve %28’ ne nitrat tedavisi verilmiştir.
Toplamda iki hastaya kalsiyum kanal blokeri (KKB) reçete edilmiştir. Bu her iki hastaya da
anti-hipertansif tedavi olarak başlamıştır.
Birinci ay kontrollerinde hastaların aldıkları tedavilerin özeti Tablo-10’ da
özetlenmiştir. Birinci ay takibinde bir hastada gelişen çarpıntı ve EKG’ de sık ventrikül erken
vuru nedeniyle yapılan Holter EKG’ de süreksiz VT atakları olmasından dolayı hastaya
hastaya amiodaron tedavisi başlanmış. Birinci ay kontrolünde ikili anti-agregan kullanım
oranı %96,1 (73) olarak saptanmıştır. Bir hasta aldığı ikili anti-agregan tedaviyi, aspirin ve
klopidogrel, kesmiştir. Benzer bir şekilde iki hasta ilacının bitmesinden sonra klopidogrel
tedavisine devam etmemiştir. Statin tedavisine devam oranı %98,7 beta bloker devam oranı
%94,7 olarak saptanmıştır.
Altıncı ay kontolünde hastaların aldıkları tedaviler Tablo-11’ de özetlenmiştir. Altıncı
ay kontrolünde hastaların %93,3’ü (70) ikili antiagregan tedavisi almaktadır. Sadece bir hasta
her iki anti- agregan tedavisini bırakmış. Kalan dört hastanın üçü aspirin biri ise klopidogrel
tedavisinin bırakmış. Statin tedavisi alma oranı taburculuk ve birinci ay tedavi oranına yakın
46
saptanmıştır.(%96) Beta bloker, ACEİ/ARB ve PPI kullanım oranları yüksek olup taburculuk
tedavisindeki oranlara yakın saptanmıştır.
ilaç
Tüm
Grup A(n=29)
Grup B(n=47)
hastalar(n=76)
Aspirin n,(%)
76 (100)
29 (100)
47 (100)
P2Y12 inhibitörü
76 (100)
29 (100)
47 (100)
Statin
75 (98,7)
29 (100)
46 (98)
ACEİ/ARB
68 (89,5)
26 (90)
42 (90)
KKB
2 (2,6)
2 (7)
0
Beta bloker
71 (93,4)
26 (90)
45 (96)
PPI
68 (89,5)
28 (96)
40 (85)
Nitrat
21 (28)
6 (20)
15 (32)
Grup A(n=29)
Grup B(n=47)
Tablo-9 Hastaların taburculuk tedavisi
ilaç
Tüm
hastalar(n=76)
Aspirin n,(%)
75 (98,7)
29 (%100)
46 (98 )
P2Y12 inhibitörü
73 (96,1)
29 (%100)
44 (93)
Statin
75 (98,7)
29 (100)
46 (98)
ACEİ/ARB
68 (89,5)
25 (86)
42 (89)
KKB
1 (1,3)
1 (3)
0
Beta bloker
72 (94,7)
27 (93)
45 (96)
PPI
68 (89,5)
25 (86)
43 (91)
Tablo-10 Hastaların birinci ay kontrolünde aldıkları tedavi
47
ilaç
Tüm
Grup A(n=29)
Grup B (n=46)
hastalar(n=75)
Aspirin n,(%)
71 (94,7)
28 (96)
43 (93)
P2Y12 inhibitörü n,(%)
73 (97,3)
28 (96)
45 (98)
Statin n,(%)
72 (96)
28 (96)
44 (96)
ACEİ/ARB n,(%)
63 (84)
23 (79,3)
40 (87)
KKB n,(%)
2 (2,7)
2 (7)
0
Beta bloker n,(%)
67 (89,3)
25 (86)
42 (91)
PPI n,(%)
67 (89)
27 (93)
40 (87)
Tablo-11 Hastaların altıncı ay kontrolünde aldıkları tedavi
3.8 Birinci ve altıncı ay takiplerinde laboratuvar değerleri
Hastaların birinci aydaki laboratuvar değerleri Tablo -12’ da özetlenmiştir. İki hasta
başka merkezde takip edildiklerinden hastaların laboratuvar değerlerine ulaşılamamıştır.
Ayrıca yedi hastanın ekokardiyografik kayıt görüntüleri olmadığından veya analize uygun
olmadıklarından ekokardiyografik verileri değerlendirilemedi. Tüm çalışma hastalarının
birinci ay kontrolündeki laboratuvar değerleri karşılaştırıldığında, tüm lipit parametrelerinde
birinci ayda anlamlı olarak azalma sağlanmıştır. Birinci ayın kontrolünde 23/73 (%31,5) ve
altıncı kontrolünde 26 (%34,7) hastada LDL-K seviyesi Avrupa kardiyoloji cemiyeti STYME
kılavuzunda önerilen değer olan < 70mg/dl hedefine ulaşılmıştır. Birinci ayda iki hastada <
70mg/dl değerine ulaşılamadı ancak bazal LDL-K değerinin %50’si kadar LDL-K düzeyinde
azalma sağlanmıştır. [58] Hastaların yatışında yapılan ekokardiyografi parametreleri birinci
ay sonuçları ile karşılaştırıldığında mitral, triküspit ve aort kapak yetmezlikleri oranları
açısından anlamlı fark olmaz iken LVEF birinci ay kontrolünde anlamlı olarak daha yüksek
saptandı. (48,6 ±9,6 karşın 56 ± 10, P <<0,001) Hastaların yatışındaki kalp hızları ile kan
basıncı değerleri birinci ay kontrolündeki sonuçlar ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha
düşük saptandı. (P<0,001) Diğer laboratuvar değerleri açısından değerlendirildiğinde üre ve
AST değerleri birinci ay kontrolünde anlamlı olarak daha düşük saptanmıştır.
Hastaların altıncı ay laboratuvar değerleri Tablo-13’ de özetlenmiştir. Birinci ay
sonuçlarına benzer olarak total kolesterol, LDL-K ve HDL-K yatış değerleri ile
karşılaştırıldığında anlamlı düşük saptanmasına karşın trigliserid düzeyindeki birinci aydaki
anlamlı farklılık altıncı ayda kaybolmuştur. (Şekil-7) Altıncı ay kan basıncı değerleri
48
yatışındaki değerlerle karşılaştırıldığından anlamlı azalma olduğu saptanmıştır. Altıncı ve
birinci ay LVEF değerleri arasında anlamlı fark saptanmasa da yatışındaki LVEF değerlerle
ayrı ayrı karşılaştırıldığında anlamlı yükselme olduğu saptanmıştır.(Şekil-8) (P<<0,001)
Birinci ve altıncı ay sonuçları karşılaştırıldığında trigliserid değerinde altıncı ayda
anlamlı yükseklik dışında önemli farklılık saptanmamıştır.
Özellik
Tüm hastalar Grup A
Grup B
(n=76)
(n=29)
(n=47)
Hemoglobin(mg/dl)
13,7 ± 1,5
13,8 ±1,6
13,6 ± 1,4
NS
Hematokrit(%)
40,7 ± 3,9
40,9 ± 4,3
40,6 ± 3,7
NS
Kreatinin(mg/dl)
0,9 ± 0,2
0,94 ± 0,28 0,87 ± 0,15 AD
AST(U/L)
24 ± 21
23 ± 22
24 ± 20
0,019
ALT(U/L)
24 ± 14
23 ± 10
25 ± 16
AD
155 ± 46
163 ± 38
<0,001
Total kolesterol(mg/dl) 159 ± 42
P*
LDL(mg/dl)
91 ± 36
93 ± 36
90 ± 36
<0,001
HDL(mg/dl)
42 ± 14
39 ± 12
44 ± 15
0,005
Trigliserit(mg/dl)
153 ± 76
148 ± 91
156 ± 66
0,001
LVEF(%)
56 ± 10
59 ± 7
55 ± 10
<0,001
MY-1 (n )
31, % 45
8, %30
29, %67
AD
MY≥2 (n)
6 , % 8,7
TY-1 (n)
16 %23
6, %23
12, %28
AD
TY ≥2 (n)
2, %2,9
AY-1 (n)
5,%7,2
2, %8
4, %9
AD
AY ≥2 (n)
1, %1,4
LVDD (n)
31,% 45
9, %35
22, %51
AD
SKB(mmHg)
119 ± 16
118 ± 10
119 ± 18
<0.001
DKB(mmHg)
71 ± 12
70 ± 8
72 ± 14
<0.001
Kalp hızı (Atım/dk)
67 ± 9
67 ± 7
67 ± 10
<0,001
Tablo-12 Hastaların birinci ay kontrolünde laboratuvar değerleri
*Birinci ay takipte 7 hastanın Ekokardiyografisi yapılamamıştır. Değerlendirmeler 69 hasta üzerinden yapıldı.(Grup A 26, Grup B 43). P*:
Tüm çalışma hastalarının birinci ay laboratuvar değerlerinin yatışındaki değerler ile karşılaştırılması. **AD: istatistiksel olarak anlamlı
değil(P>0,05)
49
Özellik
Tüm hastalar Grup A
Grup B
(n=75)
(n=29)
(n=46)
Hemoglobin(mg/dl)
13,9 ± 1,3
13,9 ± 1,3
Hematokrit(%)
41,7 ± 3,7
41,7 ± 3,2
Kreatinin(mg/dl)
P*
P**
13,9 ± 1,4
AD
AD
41,8 ± 4
AD
AD
0,87 ± 0,2
0,92 ± 0,2 0,84 ± 0,18 AD
AD
AST(U/L)
20 ± 8
21 ± 10
20 ± 6
0,003
0,02
ALT(U/L)
24 ± 15
23 ± 20
22 ± 112
AD
AD
158 ± 42
166 ± 41
<0.001 AD
Total kolesterol(mg/dl) 163 ± 41
LDL(mg/dl)
89 ± 37
88 ± 32
90 ± 40
<0.001 AD
HDL(mg/dl)
44 ± 17
40 ± 11
45 ± 20
0,006
AD
Trigliserit(mg/dl)
170 ± 92
160 ± 77
177 ± 100
AD
0,03
LVEF(%)
55 ± 9
58 ± 8
54 ± 10
<0.001 AD
MY-1 (n )
27, % 39,7
7, % 27
27, % 64
AD
AD
MY≥2 (n)
7, % 10,3
TY-1 (n)
14 % 18,4
7, %24
10, %21
AD
AD
TY ≥2 (n)
3, % 3,9
AY-1 (n)
5,% 7,4
3, % 12
3, % 7
AD
AD
AY ≥2 (n)
1, % 1,5
LVDD (n)
27,% 40
6, % 27
20, % 47
AD
AD
SKB(mmHg)
121 ± 13
120 ± 11
122 ± 14
<0.001 AD
DKB(mmHg)
70 ± 10
71 ± 9
70 ± 11
<0.001 AD
Tablo-13 Hastaların altıncı ay kontrolünde laboratuvar değerleri
Altıncı ay takipte 7 hastanın Ekokardiyografisi yapılamadığından ve bir hasta kaybedildiğinden, değerlendirmeler 68 hasta üzerinden
yapıldı.(Grup A 26,Grup B 42) P*: Tüm çalışma hastalarının altıncı ay laboratuvar değerlerinin yatışındaki değerler ile karşılaştırılması.
**Birinci ve altıncı ay değerlerinin karşılaştırılması. AD: istatistiksel olarak anlamlı değil( P>0,05)
50
250
200
191
179
170
163
159
153
150
Total kolesterol
121
LDL-K
HDL-K
91
100
50
89
44
42
38
Trigliserit
0
Yatış
Birinci ay kontrol
Altıncı ay kontrol
Şekil-7 Hastaların yatış ve takiplerindeki lipit profilindeki değişiklik
80
70
60
50
40
50
37
72
LDL≤70mg/dl
30
20
10
0
LDL>70mg/dl
23
26
Birinci Ay
Altıncı Ay
4
Yatış
Şekil-8 Tedavi ile hedef LDL-K seviyesine ulaşan hasta sayısı
51
LVEF
55
54
Grup A
59
58
Grup B
56
56
Ortalama
Birinci Ay kontrol
Altıncı Ay kontrol
*46
*53
48
Yatış
Şekil-9 Hastaların yatış ve takiplerindeki sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu değişimi
*Yatışta Grup A ve Grup B arasında anlamlı olan fark birinci ve altıncı ayda anlamını kaybetmektedir
3.9 Klinik sonlanım
Hastaların altı aylık takiplerine ilişkin klinik sonlanımları Tablo-14’ de özetlenmiştir.
Hastane içi olay üç hastada gelişti. İki hastada girişim yeri kanama oldu ve birine iki ünite
eritrosit süspasyonu verildi. Bir hastada revaskülarizasyon sonrasında düzelmeyen 2:1 geçişli
atriyoventriküler blok gelişmesi nedeniyle kalıcı kalp pili implante edildi. Dördüncü ayda
akut koroner sendrom nedeniyle bir hasta kaybedildi.
Semptomatik kalp yetmezliği açısından tüm hastalar poliklinik kontrollerinde
değerlendirildi. Nefes darlığı, halsizlik, çabuk yorulma ve, ortopne gibi şikayetler ile birlikte,
pretibial ödem veya akciğer muayenesinden krepitasyon gibi bulgular saptanan, diüretik
ihtiyacı olan ve New York kalp cemiyeti foksiyonel sınıflamasına göre sınıfı ikinin üzerinde
olan hastalar semptomatik kalp yetmezliği olarak değerlendirildi. Altı aylık takipte 11 (14.5)
hastada semptomatik kalp yetmezliği gelişti ve diüretik tedavisi başlandı. Grup B’de 8 (%17)
ve Grup A’da 3 (%10.3) hastada kalp yetmezliği saptandı. Kalp yetmezliği gelişen ve tedavi
edilen hastalara bakıldığından altıncı ayda 10 hastanın ekokardiyografisi değerlendirilebildi.
Bu hastalardan 6’sında ( %60) DEF-KY, kalan 4 hastada (%40) ise KEF-KY saptandı.
52
Gerek kalp yetmezliği gerekse tüm nedenli yatışlarda gruplar arasında anlamlı fark
izlenmedi. Aritmi izlemde iki hastada izlendi. Hastaların her ikisinin de LVEF korunmuş olup
bir hasta izlem boyunca iki kez girişim yapıldı. İlk yapılan girişim AKS sonrasında olup ilk
girişim yapılan damardan farklı bir damara yapıldı. Bir ay sonra atipik anginal yakınmalar ile
yapılan kontrol koroner angiyografide stent içi stenoza yeniden girişim yapıldı. Toplamda on
hastaya revaskülarizasyon yapıldı. Altı hastaya girişim AKS sonrasında yapılıp dört hastaya
pozitif stres testleri sonrasında girişim yapıldı. Hastaneye yatışlar değerlendirildiğinde 7 hasta
AKS nedeniyle hastane yatırıldı, biri kaybedildi, altı hastaya girişim yapıldı. Üç hasta
semptomatik KKY nedeniyle yatırıldı. Grup B’ de olan bir hasta altı aylık takipte üç kez KKY
nedeniyle hastaneye yatırıldı. Diğer nedenli yatışlar ağırlıklı olarak atipik karakterde olan
göğüs ağrıları sonrasında olmuştur. Tüm nedenli ölüm, tedavi gerektiren aritmi ve
semptomatik kalp yetmezliğinden oluşan birincil sonlanım açısından her iki grup açısından
fark izlenmedi.
Klinik özellik
Tüm hastalar Grup A
Grup B (n=47) p
(n=76)
(n=29)
Ölüm
1 (1,3)
0
1 (2,1)
AD
Akut koroner sendrom
7 (9,2)
2 (6,9)
7 (10,6)
0,8
İnme
0
0
0
Semptomatik KY
11 (14,5)
3 (10,3)
8 (17)
0,42
KY nedenli yatış
3 (3,9)
1 (3,4)
2 (4,3)
0,86
Revaskülarizasyon
10 (13,2)
5 (10,6)
5 (17,2)
0,408
Tüm yatışlar
15 (19,7)
6 (20,6)
9 (19,2)
0,73
Hastane içi olay
3 (3,9)
2 (6,9)
1 (2,1)
0,71
Kanama
0
0
0
Aritmi
2 (2,6)
1 (3,4)
1 (2,1)
0,72
Göğüs ağrısı ile başvuru
15 (19,7)
5 (17,2)
10 (21,3)
0,66
Birincil birleşik sonlanım* 14 (18.4)
4 ( 13,8)
10 (21,3)
0,41
Tablo-14 Altı aylık takipte klinik sonlanım
*Ölüm, tedavi gerektiren aritmi, semptomatik KKY birleşik sonlanım.
53
BÖLÜM IV
TARTIŞMA
Koroner arter hastalığına bağlı ölümlerde son üç dekattaki tüm gelişmeler ile birlikte
azalma olmasına rağmen hala tüm dünyada toplam ölüm nedenlerinin yarısına yakınını
oluşturmaktadır.[124, 125] STYME tüm akut koroner sendrom hastaları arasında mortalite ve
morbiditenin önemli bir nedenidir. STYME hastalarında hastane içi ölüm oranları Avrupa
ülkelerini ulusal kayıt verilerinden elde edilen sonuçlara göre %6 ile %14 arasında
değişmektedir.[51, 126] Reperfüzyon tedavilerinde, özellikle perkütan koroner girişimlerde
artma ile birlikte modern antitrombotik tedavilerin ve ikincil korunma tedavilerinin
kullanımının artmasına bağlı, STYME’yi izleyen akut ve uzun dönemde mortalitede
azalmanın olduğunu gösteren birçok çalışma bulunmaktadır.[51] Yine de, hastaların yaklaşık
%12’sinin 6 aylık süre içerisinde ölmesi nedeni ile mortalite önemini korumaktadır. Ayrıca
yüksek riskli hastalarda bu oran daha yüksek saptanmaktadır.[127]
Yakınmaların başlaması ile reperfüzyonun sağlanmasına kadar geçen süre altın
değerinde olup kaybedilen her dakika, kaybedilen miyokart miktarıyla doğrudan ilişkilidir
(zaman=kas). Koroner akımda yaklaşık altı saatlik duraksama olması ile o arterin beslediği
miyokart sahasında nekroz meydana gelmekte ve kardiyak fonksiyon kusurları gelişmektedir.
Kaybedilen miyokart miktarının artması ile hastanın akut dönemde ve sonrasındaki hayatında
istenmeyen olayların ortaya çıkma riski paralel olarak artmaktadır. Bu istenmeyen olayların
başında ölüm, ciddi aritmiler, kalp yetmezliği ve kalp yetmezliği nedenli yenileyen hastaneye
başvurular ile genel yaşam kalitesinde bozulma gelmektedir.[58] Bütün çaba tedaviye kadar
olan zaman kayıplarının her aşamasını en aza indirgemek olmalıdır.
Miyokart kaybını en aza indirebilmek için acilen PKG veya fibrinolitik tedavi ile
revaskülarizasyonun sağlanması gerekmektedir. PKG olanağı bulunan merkezlerde 90 dakika,
tercihen 60 dakika, kapı balon zamanı sağlanabiliyorsa, hastalara PKG yapılması
önerilmektedir.[58] Eğer kapı-balon zamanı bu süreyi aşacaksa fibrinolitik uygulaması
endikedir. Kapı iğne zamanının 30 dakikanın altında olması önerilmektedir. Belirtilen
sürelerde yapılan PKG gerek akut gerekse sonraki dönemde istenmeyen olayları azaltmada
daha etkin ancak önerilen sürelerde yapılamıyorsa trombolitik tedavi istenmeyen olayları
azaltmada iyi bir seçenektir.
54
Çalışmamıza alınan hastaların cinsiyete göre dağılımına bakıldığında 55’inin (% 72,4)
erkek olduğu görülmektedir. Bu oran GRACE, Euro Heart Survey ACS ve ENACT
çalışmalarındaki oranlarda benzerlik göstermektedir.[15, 128, 129] Bu sonuç, koroner arter
hastalığı için erkek cinsiyetin risk faktörü olduğunu gerçeğini desteklemektedir. Çalışma
hastaların yaş ortalaması 56 ± 11.4 ve % 34’ u (26) 50 yaşının altında olduğu saptandı.
Tokgözoğlu ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği ve sonuçlarını EUROASPIRE III ile
karşılaştırıldıkları bir çalışmada 50 yaş altında olan hasta oranı %20 saptanmıştır.[130] Gerek
çalışmamızda
gerekse
Tokgözoğlu
ve
arkadaşlarının
yaptığı
çalışma
sonuçları
değerlendirildiğinde; Avrupa ile en önemli farklardan biri olarak Türk hastaların daha genç
olduğunun saptanmasıdır.
Kardiyovasküler risk (KV) faktörleri açısından değerlendirildiğinde, hastaların büyük
bir çoğunluğunun 66 ( %87 ) sigara içicisi olduğu saptanmaktadır. Altı aylık takip sonunda
sigara içen hasta sayısı 20 ( %27) ve bırakma oranı % 70 olarak saptanmıştır. TURDEP
çalışmasına göre ülkemizde genel sigara kullanma oranı 1998 (%29.8) yılı ile
karşılaştırıldığından azalma olmasında rağmen bu oran 2010 yılında hala yüksek olup %17.3
olarak saptanmıştır. Aynı çalışma verilerine göre erkeklerde sigara kullanım oranı %30’un
üzerindedir.[131] Tokgözoğlu ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada indeks olaydan sonra
sigarayı bırakma oranını %76.9 olarak saptamışlardır. Bu oran EUROASPIRE III
çalışmasında %70.8 olarak saptanmıştır. Hem çalışmamızdaki hem de ülkemizdeki veriler
değerlendirildiğinde akut koroner sendrom sonrasında sigara kullanımının hala ciddi risk
olmaya devam ettiği görülmektedir. [130]
Bir diğer önemli KV risk faktörü olan hipertansiyon çalışma hastalarının 27’sinde
(%35) saptanmıştır. Ülkemizde hipertansiyon konusunda farkındalık, tedavi ve kontrol
oranları ile ilgili yapılan çalışmaların başında TEKHARF çalışması gelmektedir. TEKHARF
çalışması
(1991)
ülkemizde
hipertansiyon
sıklığı
%33.7
bulunmuştur.[132]
Türk
Hipertansiyon Prevalans Çalışması (2003) yılı için ülkemizde hipertansiyon sıklığı %31.8,
farkındalık %40, tedavi alma %31, kontrol oranı %8 ve antihipertansif tedavi almakta
olanlarda kontrol oranı %20 bulunmuştur.[133] EUROASPIRE III Türkiye sonuçlarına göre,
koroner arter hastalığı olanlarda kan basıncı kontrol oranı %44.8 olarak saptanmıştır.[134]
Hipertansiyonun hem koroner arter hastalığı hem de diğer KV hastalıkların patogenezinde
önemli rol oynadığı bilinmektedir. Hipertansiyon tedavisi ile koroner arter hastalığı, sol
ventrikül hipertrofisi, kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği ve inmede azalma meydana geldiği
çok sayıda çalışma ile gösterilmiştir. Yüksek KV riske sahip yaklaşık 9300 hastanın
55
değerlendirildiği HOPE çalışmasında, 10 mg ramipril tedavisi ile KV ölüm, ölümcül olmayan
ME veya inme birleşik sonlanım noktalarında %22 azalma saptanmıştır. [135] Düşük KV
riske sahip yaklaşık 12200 hastanın değerlendirildiği EUROPA çalışmasında, KV ölüm,
kardiyak arrest ve ölümcül olmayan ME birleşik sonlanımında 8 mg perindopril tedavisinin
%20 azalma sağladığı gösterilmiştir. [136]
Çalışmaya alınan hastalarından yatışında
SKB/DKB ortalaması 137 ± 27/80 ± 16 olarak saptandı ve her iki grup arasında fark
saptanmadı. Hipertansiyonu tanısı olan 27 hastanın 6 aylık takibinde 20’ sinde ( %74.1),
Avrupa kardiyoloji cemiyeti hipertansiyon kılavuzu önerisi olan hedef < 140/90 mmHg
değerleri sağlanmıştır.[137] Hastalarda hedef tansiyon değerlerini sağlama oranları yapılan
çalışmalara göre daha yüksek olmasında rağmen hala % 26 hastada hedeflenen değerlere
ulaşılamamış olması daha yoğun tedavi ve eğitim gerektiğini düşündürmektedir.
Hiperlipidemi koroner arter hastalığı risk faktörleri arasından önemli bir yer
almaktadır. Lipit düşürücü ilaçların, özellikle statinlerin kullanıma girmesi ile hiperlipitemi
tedavi edilebilir hale gelmiştir. Statin grubu ilaçlar ile yapılan büyük çalışmalarda, KAH olan
kişilerde hiperkolesteroleminin tedavisi ile ikincil korumada ve KAH olmayan ancak KV
açısından riskli olan hastalarda birincil korumada riskin önemli oranda azaldığı gösterilmiştir.
TEKHARF çalışmasının 1990 yılı ilk taramasında, ülkemizde 35-64 yaş grubunda ortalama
total kolesterol düzeyi kadınlarda 192 mg/dl ve erkeklerde 185 mg/dl, olarak saptanmıştır.
Total kolesterol düzeyinin >200 mg/dl olması hiperkolesterolemi olarak alındığında, erişkin
yaş grubunda hiperkolesterolemi sıklığı yaklaşık ¼ olarak saptanmıştır. Türk Kalp Çalışması’
nda hiperkolesterolemi oranları erkeklerde %32, kadınlarda %22 olup TEKHARF verilerine
benzerdir.[138] TEKHARF çalışması 2001/2002 yılı taramasında ortalama kolesterol düzeyi
erkeklerde 186 mg/dl, kadınlarda 195 mg/ dl bulunmuş ve 1990 yılı taramasıyla
karşılaştırıldığında ciddi bir fark saptanmamıştır. Bu değerler, kuzey Avrupa ülkeleri ve
Amerika Birleşik Devletleri’ne göre düşük, Akdeniz ülkelerine göre ise de alt sınırlardadır.
Yaklaşık 11.400 akut koroner sendrom hastasının değerlendirildiği GRACE çalışmasına
alınan hastalarda, hiperlipitemi görülme oranı %43.6 olarak saptanmıştır.[1] Benzer bir
şekilde yapılan EHS-ACS çalışmasına alınan 10.500 hastanın %46.8’inde hiperlipitemi
saptanmıştır.[128] Çalışmamızda hastaların yatışında total kolesterol değeri, 191 ± 40 mg/dl
olarak saptandı ve gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. Yatışında hiperlipitemi tanısı
olan hasta sayısı 14 (%18) idi. Ancak hastaların yatışındaki laboratuvar sonuçları
değerlendirildiğinde 26 (%34,2) hastanın total kolesterol değerinin 200 mg/dl üzerinde olduğu
saptandı. Total kolesterol cinsiyete göre değerlendirildiğinde, kadınların 14’ünde (%66,7),
erkeklerin ise 12’sinde (%21,8) yüksek olduğu saptandı. Hiperlipitemisi olan 14 hastadan ise
56
6’sının (%42,9) yatışında total kolesterol düzeyi 200 mg/dl üzerinde saptandı. Hastalardan
20’sinin (%26,3) yatışında total kolesterol değeri 200 mg/dl üzerinde olduğu halde
hiperlipitemi tanısı yoktu. Bu sonuçlar hiperlipitemi farkındalığının çok düşük ve tanılı
hastalarda ise kontrol düzeylerinin daha az olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Kanda, kolesterol ve trigliseritler gibi lipitler çeşitli proteinlere (apoproteinler)
bağlanarak lipoproteinleri oluştururlar. Kolesterolün bağlandığı bu moleküllerin KV
hastalıklar üzerine farklı etkileri bulunmaktadır. Düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL-K)
aterojenik iken, HDL’ler ateroskleroza neden olmaz, tam tersine antiaterojenik etkileri vardır.
Kolesterolun çoğu kanda LDL’lerle taşınır ve hem toplam hem de LDL kolesterol ile KVH
riski arasında güçlü ve dereceli bir pozitif ilişki bulunmaktadır.[139] Kan LDL kolesterolünü
düşürmenin KVH riski azalttığı yönünde yapılan hem epidemiyolojik hem de klinik sonlanım
çalışmalarında, LDL-K düzeyinde azalma ile KVH riskinin azaldığı gösterilmiştir. Statinlerin
birincil korumada etkinliğini araştıran önemli çalışmalardan olan HPS çalışmasında, KVH
açısından yüksek riskli 20536 erişkin değerlendirilmiştir. Hastalar 40 mg/gün simvastatin
veya plasebo şeklinde randomize edilmiştir. İzlem süreci sonunda, simvastatin grubunda yer
alan hastalarda tüm nedenlere bağlı mortalitede %13 (p=0.0003), majör vasküler olay riskinde
%24, koroner olay nedenli ölüm oranında %18, inme oranında %25, revaskülarizasyon
gereksiniminde %24'lük azalma saptanmıştır. [140] Plaseboya kıyasla 40 mg pravastatinin
değerlendirildiği WOSCOPS çalışmasında, ölümcül olmayan ME veya koroner kalp hastalığı
nedenli ölüm riskinde %31, toplam ölümlerde %20 oranında azalma gösterilmiştir.[141]
İkincil korumada LDL-K seviyesinde azalma temel hedef olmalıdır.[51] ESC
kardiyovasküler hastalıklardan korunma ve STYME kılavuzlarında ikincil korumada LDL-K
≤ 70 mg/dl düzeyinin tedavi hedefi olması gerektiğini bu hedefe ulaşılamayan hastalarda ise
başlangıç LDL-K seviyesinde ≥ %50 düşürülmesini önermektedir. [51]
TEKHARF çalışması 2001/2002 taramasında LDL-K erkekte 114.6 mg /dl, kadında
122.4 mg /dl bulunmuştur. [132] Türk Kalp Çalışması’nda LDL-K erkekte 136 mg / dl,
kadında 111 mg / dl bulundu ve >130 mg / dl sınır değerine göre erkeklerde %37, kadınlarda
%28 oranında LDL-kolesterol yüksekliği saptanmıştır. [138] Çalışmaya alınan hastaların yatış
LDL-K ortalaması 121 ± 36 mg/dl olup gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. Cinsiyete
göre LDL-K ortalamaları ise, erkeklerde 115 ± 32, kadınlarda 135 ±40 mg/dl şeklindedir.
(P=0.03) Bu veriler ülkemizde yapılan tarama çalışmaları verileri ile çelişmektedir. Bu
farklılığın olası sebebi seçilen hastaların özel ve küçük bir grup olması ile rastgele dağılımdan
kaynaklanmış olabileceğidir.
57
Yatışında kılavuzların önerdiği ≤70 mg / dl sınırına göre hastalar değerlendirildiğinde,
tüm hastalardan sadece 4’ünde (%5,3) ve hiperlipitemi tanısı olan 14 hastadan sadece birinde
LDL-K 70 mg / dl’ in altında saptandı. HDL-K ortalaması 38 ± 10 olup gruplar arasında fark
yoktur. Cinsiyete göre değerlendirildiğinde, erkeklerde HDL-K ortalaması 37,8 ± 9,6 ve
kadınlarda 40,3 ± 11,6 şeklindedir ve aradaki fark anlamlı değildir. (P=0.2) Çalışmamız
ortalama ve cinsiyete göre ortalama HDL değerleri ülkemizde yapılan tarama çalışmalarına
benzerlik göstermektedir. Ülkemizden hastaların katıldığı çok uluslu tarama çalışmalarında,
ülkemizde ortalama LDL-K değerleri Kuzey Avrupa ülkelerinden daha düşük Akdeniz
ülkelerine göre ise yakın ancak alt sınırdadır.[130] Fakat HDL –K değerleri ülkemizde tam
tersi bir durumda olup Avrupa ülkelerinden daha düşüktür. Bunun altında yatan nedenler
arasında daha az egzersiz,daha sık sigara kullanımı ile birlikte genetik olabileceği
vurgulanmaktadır.[142]
Hastaların birinci ay ve altıncı ay kontrollerindeki lipit profilindeki değişim şekil -7’
de özetlenmiştir. Hastaların birinci ve altıncı ay kontrollerinde LDL-K ≤ 70 mg/dl olanların
sayıları sırasıyla, 23/73 (%31,5) ve 26 (%34,7) şeklindedir.(Şekil-8) Altıncı ayda hastaların
sadece %34,7’sinin kılavuzlardaki hedeflere ulaşmış olması kılavuzların belirlediği değerlere
gerçekte pek ulaşılamadığını göstermesi açısından önemlidir. Yapılan çalışmalarda sonuçlar
benzer olup hastaların yaklaşık üçte birinde hedef LDL-K seviyelerine ulaşılmaktadır. [134,
142] Yapılan çalışmalarda hastaların taburculuk sonrasında ilaç kullanım oranları arasında
farklılıklar görülmektedir. EUROASPIRE III çalışmasına ülkemizden katılan hastalar
değerlendirildiğinde hastaların taburculuk tedavilerinde statinlerin oranı benzer olup % 82.3’
tür. Ancak altıncı ay kontrollerinde Avrupa ülkelerinde tedaviye devam oranı %78.1 iken
ülkemizde bu oran %65’e düşmektedir. Bu durumu açıklayacak en önemli faktörlerde biri
hastaların taburculuklarında uyumu artıracak düzeyde eğitimin verilememesidir.[130, 134]
Diyabet KV risk faktörlerinin başında gelen, hatta koroner arter hastalığı risk eşdeğeri
sayılan, akut ve kronik dönemde getirdiği komplikasyonlar nedeniyle tedavisi güç ve
maliyetli olan bir hastalıktır. KV mortalite diyabet ile 4-6 kat civarında, koroner kalp hastalığı
mortalitesi ise 2-4 kat dolayında artış gösterdiği bilinmektedir. Diyabetik bireylerin yaklaşık
%80 kadarı KV hastalıklar nedeniyle kaybedilmektedir. Ülkemizde DM sıklığı tüm dünyada
olduğu gibi artmaktadır. İlki 1997-1998 yıllarında yapılan TURDEP I çalışması sonuçlarına
göre ülkemizde DM sıklığı %7.2, bozulmuş glukoz toleransı %6.7 bulunmuştur. On iki yıl
sonra tekrarlanan TURDEP II çalışmasında erişkin nüfusta DM sıklığı %13.7’ ye ulaşmış ve
12 yıllık sürede DM sıklığı % 90 artış göstermiştir. TURDEP I çalışması ile
karşılaştırıldığında TURDEP II çalışmasında, DM daha erken yaşlarda ortaya ( 5 yıl) çıktığı
58
gösterilmiştir. TURDEP I çalışmasında obezite sıklığı %22 iken, TURDEP II çalışmasında
obezitede %44 artış olduğu görülmektedir. METSAR çalışmasında ise obezite sıklığı %30.3
(erkeklerde %20.6, kadınlarda %39.9) bildirilmiştir. Erişkin yaş grubumuzun yaklaşık üçte
biri obezdir. DM için en önemli risk faktörlerinden olan obezite tüm dünyada artış
göstermekte ancak ülkemizde bu artış daha hızlı ve belirgin olmaktadır. EURIKA çalışmasına
Türkiye’den katılan hastalarda DM %31.4 ile %26.6 olan Avrupa ortalamasından biraz daha
fazladır. Diyabetik hastalarda HbA1c kontrol altına alınma oranı (%29.5) Avrupa
ortalamasına
göre
(%40.4)
daha
düşük,
ancak
birçok
Avrupa
ülkesine
benzer
bulunmuştur.[142] EUROASPIRE III Türkiye sonuçlarına göre, koroner arter hastalığı
olanlarda diyabet sıklığı %33.6, HbA1c hedefine varma oranı ise %23.8’dir. [130] Bu iki
çalışma, kardiyovasküler risk faktörleri olan veya koroner arter hastalığı olan her üç hastadan
birinde diyabet olduğunu göstermektedir. Bizim çalışmamızda (DM) hastaların 13’ünde
(%17) saptanmış ve yukarıdaki çalışmalardaki oranların altında saptanmıştır. Bu durum
hastalarımızın küçük ve seçilmiş bir popülasyonda olmasından kaynaklanmış olması olasıdır.
Yine Grup A’ da anlamlı olarak daha fazla DM hastanın olması bu kısıtlılıkla açıklanabilir.
Koroner arter hastalığı açısından geleneksek risk faktörleri arasında olan aile öyküsü
tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde önemli bir risk faktörüdür.[143, 144] Prospetktif
epidemiyolojik çalışmalarda, aile erken yaşta koroner arter hastalığının olmasının koroner
arter hastalığı ve ME ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Ebeveyn veya kardeşlerde KVH olması,
KVH gelişme riskinin yaklaşık iki kat arttırmaktadır.[145, 146]
bizim çalışmamızda
hastaların 17’sinde (%22) koroner arter arter hastalığı öyküsü mevcut olup gruplara göre
dağılımına bakıldığından Grup A’ da anlamlı olarak daha sık izlenmektedir. (P=0.02)
Hastaların taburculuk tedavisinin ve bilgilendirilmesinin tedaviye uyum açısından
önemi bilinmektedir. Hastalarımızın biri hariç tamamına taburculuğunda statin ve tamamına
ikili antiagregan tedavi düzenlenmiştir. Beta bloker, ACE-İ/ARB ve PPI ise sırasıyla %93.4 ,
%89,5 ve %89,5’ne reçetelenmiştir. Hastaların birinci ve altıncı ay takiplerinde ilaç kullanım
oranlarının yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Altıncı ayda hastaların %94,7’si aspirin ve
%97,3’ü P2Y12 reseptör inhibitörü ve %93,3’ü ikili antiagregan tedavi almaktadır. Sadece bir
hasta her iki antiagregan ilacını kesmiş. Statin kullanım oranı % 96 olup yapılan diğer
çalışmalardaki oranlara göre oldukça yüksek saptandı. Hastaların taburculuk tedavileri ile
altıncı aydaki tedavileri değerlendirildiğinde hastaların büyük bir oranının taburculuk
tedavilerini devam ettirdikleri görülmektedir. Yapılan çalışmalarda daha yüksek oranda tedavi
uyumunun olmasındaki en önemli faktörler, hastaların taburculuk öncesinde bilgilendirilmesi
ve düzenli takip edilmiş olmaları olabilir. [130]
59
Çalışma hastaların yatışlarında yapılan ekokardiyografilerinde elde edilen LVEF
ortalaması; 48,6 ±9,6 olup Grup A’da daha yüksek saptanmıştır.( 53,4±8,7’ e karşın 46 ± 9,2
P=0,003). Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu < %35 olan 6 hastanın 5’i Grup B’ de biri Grup
A’da yer almaktadır. Hastaların birinci ve altıncı ay LVEF değerlerindeki değişim şekil-8’de
özetlenmiştir. Her iki grubun LVEF ortalamalarında anlamlı düzelme sağlanmış olup yatıştaki
istatistiksel fark kaybolmuştur. Yatıştaki LVEF farkının birinci ayda kaybolması ve takipte
korunması yatıştaki farkın hastaların gruplara tesadüfen dağılmalarından kaynaklamış
olabileceğini göstermektedir. Yine LVEF,yatışta takipteki değerlerine göre daha düşük olması
STYEM hastalarındaki akut dönemdeki miyokartın sersemlemesi olarak tanımlanan stunning
ile açıklanabilir.
STYME hastaları, STYzME hastaları ile karşılaştırıldığından hastane içi olaylar
açısından daha risklidirler. Hastane içi olaylarının başında akut kalp yetmezliği gelmektedir.
EHS-ACS çalışmasında STYME hastalarında hafif kalp yetmezliği %20.2, pulmoner ödem
%7.5 kardiyojenik şok %7.5 oranında gözlemlenmiştir. Aynı çalışmada diğer hastane içi
olaylar arasında ikinci en sık görülen aritmilerdir. Aritmiler arasından en sık atriyal flutter ile
fibrilasyon gelmekte ve bunu sırasıyla süreksiz VT ile VF izlemektedir. Hastane içi kanama
%1.1 oranında saptanmıştır. Bizim çalışmamızda stabil olan hastalar alındıklarında hastane içi
olaylar hakkında net bir sonuca varılamamakla birlikte, çalışmaya alınan stabil hastalardan
ikisinde girişim yerinde kanama, hematom saptandı. Bu hastalardan birine eritrosit replasman
tedavisi yapıldı. Aritmi açısından değerlendirildiğinde yatışında sinüs ritmi olan bir hastada
takipte 2:1 atriyoventriküler blok olmasından dolayı kalıcı kalp pili implante edildi.
Çalışmaya semptomatik kalp yetmezliği olan hastalar alınmadıklarından hastalarda kalp
yetmezliği izlenmemiştir.
STYME hastalarında, Avrupa kardiyoloji cemiyeti ülkelerinde, hastane içi mortalite
%6 ile %14 arasında değişmektedir. EHS-ACS çalışmasında, hastane içi mortalite tüm AKS
hastalarında %4.9, STYME hastalarında ise %7 olarak saptanmıştır. Taburculuk sonrası 30
günlük izlemde STYME hastalarında mortalite oranları %2,5 ile %10 arasında değişmektedir.
Hem hastane içi hem de 30 günlük ölümler, kayıt çalışmaları ile karşılaştırıldığında klinik
çalışmalarda daha az saptanmaktadır. STYME hastalarının alındığı çalışmalarda, hastane içi
ve 30 günlük ölüm oranları hastaların aldıkları tedavilere göre değişmektedir. Sadece medikal
tedavi alan hastalara bu oran yaklaşık %13 iken trombolitik tedavi alanlarda bu oran %6-7
civarındadır.[147, 148] Göğüs ağrısının başlamasından sonraki iki saat içinde PKG yapılan
hastalarda ise bu oran daha düşük olup %3-5 arasındadır.[35, 149, 150] Çalışmalar arasında
kısa dönem sonlanımlar arasında bu kadar farklılıkların görülmesi, çalışmalardaki hastaların
60
aldıkları tedavi oranlarının farklılıkları, hasta seçimi ve optimal tedavi alma oranlarındaki
farklılıklar rol almış olabilirler. STYME kılavuzunda STYME hastalarının 6 aylık
takiplerinde %12’sinin öldüğü belirtilmektedir. Bizim çalışmamızda hastane içi ve takip eden
bir aylık dönemde ölüm görülmemesini en önemli nedeni trombolitik tedavi ile reperfüze
olmuş ve stabil olan hastaların takibe alınmış olmasından ve hasta sayısının azlığından
kaynaklı olabilir.
Akut olaydan sonraki 30 günlük dönemde hastaneye yatış oranları çalışmalarda %27
ile %25 arasında değişmektedir.[151] Tek bir toplum çalışmasında AKS (%31 STYME)
sonrasında 30 günlük takipte hastaneye başvuru oranı %19 olarak saptanmıştır. Bu
başvuruların %42,6’sı indeks olayla ilişkili olduğu saptanmış. Hastaneye yatırılan hastaların
%16 girişim yapılmış ve çoğunlukla bu hastalara ilk olayda girişim yapılmayan hastalarda
olarak saptanmıştır.
Çalışmamız hastaları yeniden yatış açısından değerlendirildiğinde, 30 günlük takipte
4 hasta (%5,3) hastaneye başvurdu. Bu hastaların tamamı akut koroner sendrom ile başvurdu.
Hastalardan ikisi STYME ile başvurdu ve biri trombolitik tedavi sonrasında reperfüze
olduktan sonra PKG yapıldı. Diğer hasta ise birincil PKG işlemine alındı. Her iki hastada da
sorumlu lezyon indeks olaydan sorumlu olan arter olarak saptandı ve stent implante edildi.
Diğer iki hasta ise unstabil angina pektoris ile acil servise başvurdu. Yapılan KAG’ de bir
hastada stent içi anlamlı darlığa stent implante edildi. Diğer hastada ise indeks olaydan
sorumlu olmayan damara girişim yapıldı. Bu sonuçlar değerlendirildiğinde çalışma
hastalarında subakut stent trombozu oranı %3.9 olarak saptandı. Bu oran yeni jenerasyon ilaç
kaplı stentlerin kullanıldığı çalışmalara göre yüksek saptanmıştır. [152, 153]
Altı aylık takipte ise, 15 (%19,7) hasta hastaneye yatırıldı. Kardiyak nedenli
hastaneye yatırılan hastalarda 7’si (%9.2) akut koroner sendrom tanısıyla,kalan 3 hasta ise
semptomatik kalp yetmezliği nedeniyle hastaneye yatırıldı. Takibin dördüncü ayında AKS ile
başvuran bir hasta kaybedildi. Diğer hastaların tamamına girişim yapıldı. Toplam
revaskülarize edilen 10 hastanın 4’ü stres testi pozitif olan hastalardı. Diğer nedenli yatışlar
ağırlıklı olarak atipik karakterde olan göğüs ağrıları ve elektif girişim planlanan hastalardır.
Semptomatik kalp yetmezliği nedeniyle diüretik tedavisi başlanan hasta sayısı altı
aylık takipte 11’dir. (%14,5). Gruplara göre dağılımına baktığımızda; grup A’da 3 ( %10,3)
grup B’de ise 8 ( %17) hastada kalp yetmezliği izlenmektedir. İki grup arasındaki fark
istatistiksel anlamlığa ulaşmamakla birlikte grup B’de daha fazla oranda kalp yetmezliği
geliştiği ve grup B’de kalp yetmezliği gelişme riskinin (RR) 1.64 kat daha fazla olduğu
saptanmıştır. (%95 güven aralığı, 0.47-5.7) Kalp yetmezliği gelişen ve tedavi edilen hastalara
61
bakıldığından altıncı ayda 10 hastanın ekokardiyografisi değerlendirilebildi. Bu hastalardan
6’sında ( %60) DEF-KY, kalan 4 hastada (%40) ise KEF-KY saptandı. Semptomatik kalp
yetmezliği gelişen hastalar, kalp yetmezliği gelişmeyen hastalar ile karşılaştırıldıkların, risk
faktörleri, başvuru süreleri, tutulan damar sayısı ve lokalizasyonu ve diğer olası risk faktörleri
açısından fark saptanmadı. Ancak hastaların yatışındaki LVEF değerleri karşılaştırıldıklarında
kalp yetmezliği gelişen ve gelişmeyen gruplar arasında anlamlı fark saptanmaz iken ( LVEF
43.3 ± 9.4, 49.4 ±9.5 P= 0.09) birinci ay LVEF değerleri arasındaki fark beklenildiği gibi
anlamlı olarak kalp yetmezliği olmayan hastalarda daha yüksek saptanmıştır.( LVEF 42.8 ±
6.6, 58.6 ± 8.8 P<0.001) LVEF değerinin her iki hasta grubunda yatışında düşük olması akut
dönemde
miyokartial sersemlemeye bağlı olarak değerlendirilebilir ve kalp yetmezliği
olmayan hastalarda miyokartiyal toparlama beklenildiği gibi daha fazla gerçekleşmiştir.
Altıncı
ay
yapılan
ekokardiyografide
LVEF
birinci
ay
sonuçları
ile
paralellik
göstermektedir.(Şekil-8)
Altı aylık takipte iki hastada aritmi nedeniyle antiaritmik tedavi başlandı. Her iki
hastada hayatı tehdit eden ritm bozukluğu izlenmedi ancak yapılan holter EKG’lerinde sık
VEV ile birlikte kısa süreli ikili-üçlü salvolar şeklinde erken vuru izlenmesi ve çarpıntı
yakınmaları olmalarından dolayı aldıkları beta bloker tedavisine ek olarak oral amiodaron
tedavisi başlandı. Her iki hastanın LVEF normal aralıkta olup kalp yetmezliği semptomları
izlenmedi ancak bir hastaya toplamda iki kez koroner girişim yapıldı. İlki indeks damardan
farklı damara, ikincisi ise indeks damar stent içi stenoza yapıldı.
Tüm hastalardan sadece üçü semptomatik KKY nedeniyle yatırıldı. Diğer nedenli
yatışlar ağırlıklı olarak atipik karakterde olan göğüs ağrıları sonrasında olmuştur. Kalp
yetmezliği yatışları açısından guruplar arasında dağılım benzer olup Grup B’ de olan bir
hastada birden fazla sayıda yatış izlendi.
Çalışmamızda değerlendirilen birincil birleşik sonlanım noktası, tüm nedenli ölüm,
tedavi gerektiren aritmi ve semptomatik kalp yetmezliği olarak belirlendi. Altı aylık takip
sonunda birincil sonlanım noktası 14 (%18.4) hastada gözlemlenmiş olup, ağırlıklı olarak kalp
yetmezliği izlenmiştir. Grup A’da 4 (%13.8) grup B’de 10 (%21.3) hastada birincil birleşik
sonlanım izlenmiş ve gruplar arasında anlamlı farka ulaşılamamakla birlikte, grup B’de
birincil sonlanım ortaya çıkma riski (RR) 1.41 kat artmıştır. (%95 güven aralığı, 0.58-3.4) Bu
sonuçlar ışığında uzun dönem takiplerde Grup B lehine gerek kalp yetmezliği gerekse birincil
birleşik sonlanım açısından fark olabileceği düşünülmektedir.
62
ÇALIŞMAMIN KISITLILIKLARI
Çalışmamızın temel kısıtlılığı hasta sayısının az olmasıdır. Grup B’ de olay sayısı daha
fazla olmasına rağmen istatistiksel farka ulaşılamamış olmasının temel nedeni hasta
sayısındaki azlıktır. İkinci önemli kısıtlılık, özellikle laboratuvar değerleri arasında fark
olabileceğinden tüm hastaların aynı merkezde takip edilmemiş olmasıdır. Üçüncü kısıtlılık ise
akut miyokart enfarktüsü geçiren hastaların uzun dönem mortalite ve morbiditesinin
değerlendirilmesi için daha uzun süreli takip gerekmektedir. Bir diğer kısıtlılık çalışmaya
sadece reperfüze olan ve stabil hastaların alınmış olmasıdır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Akut miyokart enfarktüsü sonrasında istenmeyen olaylardan en sık hastaların yeniden
akut koroner hadise yaşamaları veya yeniden girişime ihtiyaç duymaları gelmektedir. Bizim
çalışmamızda sonuçlar bu yönde çıkmıştır. İkinci bir önemli sorun ise gerek yüksek mortalite
gerekse morbidite nedeniyle gittikçe önemi artan ve sağlık sistemlerine ciddi yük getiren kalp
yetmezliğidir. Akut koroner sendrom konusundaki gelişmelere paralel olarak artan oranda
AKS’ den kurtulan hasta ile birlikte KY ile yaşayan hastalarda artış olduğu bilinmektedir.
Kalp yetmezliği hastalarının etiyolojilerinde en sık koroner arter hastalığının olması şaşırtıcı
olmamaktadır. Benzer bir şekilde akut miyokart enfarktüsü geçiren hastalarda 5 yıllık
takiplerinde yüksek KY gelişme riskinin nedeniyle, AKS tedavisinde tüm mücadele miyokart
hasarına uğramasının önlemesi olmalıdır. Bizim çalışmamıza gerek birincil sonlanım gerekse
kalp yetmezliği açısından gruplar arasında anlamlı fark çıkmadı ancak geç girişim yapılan
grupta rölatif riskin daha fazla olması, erken girişimin için çaba gösterilmesi gerektiği
şeklinde yorumlanabilir. Ancak bu sonuçlar yorumlanırken dikkat edilmesi gereken husus,
çalışmaya alınan hastaların reperfüze ve stabil olan hastalar oldukları gerçeğidir.
Bizim
çalışmamıza alınan hastalarda, gerek ülkemizde gerekse diğer ülkelerde yapılan çalışmalardan
farklı olarak daha yüksek oranda taburculuk tedavilerinin devam ettirilmiş olması bu konuda
yeterli bilgilendirildikleri ve düzenli takip edilmeleri ile açıklanabilir. Çalışmamızda bir diğer
önemli sonuç, özellikle son zamanlarda ülkemizde statin kullanımı ile ilgili yoğun bir yanlış
bilgilendirme olmasına rağmen hastaların %97 ‘sinin altıncı ayda statin tedavilerini devam
ettiriyor olmaları yeterli eğitimin ve düzenli takibin önemini göstermesi açısından önemlidir.
63
STYME
HASTALARINDA
TROMBOLİTİK
TEDAVİ
SONRASI
REPERFÜZE OLAN STABİL HASTALARDA KAG ZAMANINA GÖRE
ALTI AYLIK PROSPEKTİF TAKİPTE MORTALİTE VE MORBİDİTE
ORANLARININ SAPTANMASI
ÖZET
Giriş: Günlük pratikte yol göstermeleri açısından önemi tartışılmaz olan kılavuz, büyük
klinik çalışmaların verileri doğrultusunda yazılmaktadır. STYME konusunda yazılan
kılavuzların önerdiği, trombolitik tedavi sonrası hastaların erken dönemde (3-24 saat) KAG
ve gerektiğinde koroner girişimlerinin yapılmasıdır. Ancak günlük pratikte her zaman bu
mümkün olamamakta ve çeşitli nedenlerden dolayı koroner görüntüleme ertelenmektedir.
Yöntem: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi (EÜTF) Hastanesi Kardiyoloji Kliniği'ne Mart 2013Ekim- 2014 tarihleri arasında, yakınmalarının başlamasından 12 saat geçmeden başvuran
STYME tanısıyla trombolitik tedavi alan ve reperfüze olan stabil ve KAG ertelenen hastalar
çalışmaya alındı. Hastalar KAG ve gereğinde PKG yapılma zamanına göre, 24-72 saat ve 72
saatten sonra, iki gruba ayrıldı. Çalışma açık uçlu, prospektif, randomize olmayan gözlemsel
olarak planlandı.
Bulgular: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi (EÜTF) Hastanesi Kardiyoloji Kliniği'ne Mart
2013-Ekim- 2014 tarihleri arasında yatırılan ardışık 76 hasta alındı.
Çalışma hastaların
dağılımı, %38 (29) 24-72 saatte (Grup A), %62’si (47) 72 saatten sonra (Grup B) KAG
yapılanlar şeklindedir. Gruplar arasında; sigara, hipertansiyon, hiperlipitemi, koroner arter
arter hastalığı gibi risk faktörleri arasında fark saptanmaz iken, diyabetes mellitus ve aile
öyküsü Grup A’da anlamlı olarak daha yüksek saptandı(P=0.02).Bu farklılık grupların
rastgele dağılımında kaynaklanmaktadır. Altı aylık takipte bir hasta (%1.3) AKS nedeniyle
kaybedildi. Altıncı ayda hastaların %93,3’ü ikili antiagregan ve %96’sı statin tedavisine
devam etmektedir. Gruplar arasında takipte; kanama, inme, revaskülarizasyon, hastaneye
yatış, aritmi, hastane içi olay ve göğüs ağrısı ile acil servise başvurma sıklığı açısından fark
izlenmedi. Altı ayın sonunda hastaların %19,7’si (15) hastaneye yatırıldı. Yatışların % 66,6’sı
(10) kardiyak nedenli olup ağırlıklı olarak (%70) AKS nedenli olduğu saptandı ve gruplar
arasında fark izlenmedi. Tedavi gerektiren semptomatik kalp yetmezliği hasta sayısı altı aylık
64
takipte 11 (%14,5) olup gruplar arasında fark izlenmedi.(GrupA 3 (%10,3), GrupB 8(%17)
P=0.42) Ancak grup B’de kalp yetmezliği gelişme riskinin (RR) 1.64 kat daha fazla olduğu
saptanmıştır. (%95 güven aralığı, 0.47-5.7) Ölüm, tedavi gerektiren aritmi ve semptomatik
kalp yetmezliğinden oluşan birleşik sonlanım altı ayda 14 (%18.4) hastada gözlemlenmiş
olup, gruplar arasından anlamlı fark oluşmamıştır.(Grup A 4 (%13.8) grup B 10 (%21.3)
P=0.41) Ancak grup B’de birincil sonlanım ortaya çıkma riski (RR) 1.41 kat artmış olduğu
saptandı. (%95 güven aralığı, 0.58-3.4)
Sonuç: Tek merkezli prospektif gözlemsel çalışmamızda, trombolitik tedavi sonrasında
reperfüze olan stabil STYME hastalarında KAG ertelenmesi durumunda, erken veya geç
KAG ve gerektiğinde PKG yapmak klinik sonlanımlar açısından fark yaratmamaktadır.
65
Six month prospective fallowing of stable STEMI patients reperfused with thrombolytic
thearpy, mortality and morbidity rates regarding CAG time
ABSRACT
Introduction: Guidelines, which are used in daily practice are written in accordance with the
data of large clinical tirals. In the STEMI guideline, It is suggested to perform CAG and
coronary intervention after thrombolytic therapy at early stage (3-24 hours). However, in
daily practice this is not always possible and coronary imaging is delayed due to various
reasons.
Method: This study took place between March 2013-October-2014
at Ege University
Faculty of Medicine Hospital Cardiology Department and patients who attended with in the
firts 12 hours after the onset of symptoms with STEMI diagnosis were included if reperfusion
was achieved
with thrombolytic therapy and CAG was postponed. Patients were divided
into two groups according to the time of CAG and PCI, as 24-72 hours or over 72 hours. This
study was designed as prospective, non-randomized observational study.
Results: Seventy six consecutive patients admitted with STEMI diagnosis to Ege University
Faculty of Medicine Cardiology Department,
between March 2013-October 2014 were
included . Grup A, included 38% (29) of patients who CAG was performed within 24-72
hours and Group B 62% (47) of patients who CAG was performed after 72 hours. There were
no difference between groups regarding smoking history, hypertension, hyperlipitemia and
coronary artery disease. Family history and Diabetes mellitus were significantly higher in
Group A (p= 0.02). This differences is due to the random distribution of the groups. One
patient (1.3%) was lost due to acute coronary syndrom at six-month follow-up. 93.3% of
patients were on dual antiplatelet therapy and 96% on statin therapy at sixth month. There
was no difference in cardiovascular events between groups in the follow up; bleeding, stroke,
revascularization, hospitalization, arrhythmia, in-hospital events and admittion to emergency
department with chest pain. At the end of six months, 19.7% of patients (15) were
hospitalized. 66.6% of hospitalizations (10) were mainly due to cardiac reasons caused by
ACS
(70%) and were not different between groups.
The number of patients with
symptomatic heart failure requiring treatment at six month follow-up was 11 (14.5%) and
was not different between groups. (Group A 3 (10.3%), Group B 8 (17%), p = 0.42) However,
the relative risk (RR) of heart failure in Group B was found to be 1.64 fold more ( 95%
66
confidence interval, 0.47-5.7). Combined endpoint of death, arrhythmias requiring treatment
and symptomatic heart failure was observed in 14 patients (18.4%), there was no statistically
significant difference between groups (Group A 4 (13.8%), Group B 10 (21.3%), p= 0.41).
However, the relative risk of the primary endpoint was 1.41 fold more in Group B (95%
confidence interval, 0.58-3.4).
Conclusion: In our single-center prospective observational study, early or late CAG and PCI
did not make a difference in terms of clinical outcomes in STEMI patients reperfused after
thrombolytic therapy when CAG is postponed.
67
Referanslar
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
Fox, K.A., et al., The global registry of acute coronary events, 1999 to 2009–GRACE. Heart,
2010: p. hrt. 2009.190827.
Peterson, E.D., et al., Association between hospital process performance and outcomes among
patients with acute coronary syndromes. Jama, 2006. 295(16): p. 1912-1920.
Goldberg, R.J., et al., Recent changes in attack and survival rates of acute myocardial
infarction (1975 through 1981): the Worcester Heart Attack Study. Jama, 1986. 255(20): p.
2774-2779.
Roger, V.L., et al., Heart disease and stroke statistics—2011 update a report from the
American Heart Association. Circulation, 2011. 123(4): p. e18-e209.
Onat, A., et al., TEKHARF çalışması takibinde gözlemlenen toplam ve koroner mortalitenin
analizi. Türk Kardiyol Dern Arş, 2004. 32: p. 611-7.
Hurst, J.W., et al., Hurst's the Heart. 2004: McGraw Hill Professional.
De Bono, D. and A. Bhattacharrya, Segmental analysis of coronary arterial stenoses in
patients presenting with angina or first myocardial infarction. International journal of
cardiology, 1991. 32(3): p. 313-322.
Faxon, D.P., et al., Atherosclerotic vascular disease conference writing group III:
Pathophysiology. Circulation, 2004. 109(21): p. 2617-2625.
Kockx, M.M., et al., Apoptosis and related proteins in different stages of human
atherosclerotic plaques. Circulation, 1998. 97(23): p. 2307-2315.
Schaar, J.A., et al., Terminology for high-risk and vulnerable coronary artery plaques.
European heart journal, 2004. 25(12): p. 1077-1082.
Kainth, A., et al., Systematic review of interventions to reduce delay in patients with suspected
heart attack. Heart, 2004. 90(10): p. 1161-1161.
Sima, A.V., C.S. Stancu, and M. Simionescu, Vascular endothelium in atherosclerosis. Cell
and tissue research, 2009. 335(1): p. 191-203.
Libby, P., Inflammatory mechanisms: the molecular basis of inflammation and disease.
Nutrition reviews, 2007. 65(suppl 3): p. S140-S146.
Abbas, M.A., et al., Microbial risk factors of cardiovascular and cerebrovascular diseases:
potential therapeutical options. The open neurology journal, 2008. 2: p. 20.
Fox, K., et al., The ENACT study: a pan-European survey of acute coronary syndromes.
European heart journal, 2000. 21(17): p. 1440-1449.
Betriu, A., et al., Unstable angina: outcome according to clinical presentation. Journal of the
American College of Cardiology, 1992. 19(7): p. 1659-1663.
Polonski, L., et al., A comparison of ST elevation versus non-ST elevation myocardial
infarction outcomes in a large registry database: are non-ST myocardial infarctions
associated with worse long-term prognoses? International journal of cardiology, 2011. 152(1):
p. 70-77.
Thygesen, K., J.S. Alpert, and H.D. White, Universal definition of myocardial infarction.
Journal of the American College of Cardiology, 2007. 50(22): p. 2173-2195.
Brieger, D., et al., Acute coronary syndromes without chest pain, an underdiagnosed and
undertreated high-risk group: insights from the Global Registry of Acute Coronary Events.
2004. 2009.
Luepker, R.V., et al., Effect of a community intervention on patient delay and emergency
medical service use in acute coronary heart disease: The Rapid Early Action for Coronary
Treatment (REACT) Trial. Jama, 2000. 284(1): p. 60-67.
Horáček, B.M. and G.S. Wagner, Electrocardiographic ST-segment changes during acute
myocardial ischemia. Cardiac electrophysiology review, 2002. 6(3): p. 196-203.
68
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
Lopez-Sendon, J., et al., Electrocardiographic findings in acute right ventricular infarction:
sensitivity and specificity of electrocardiographic alterations in right precordial leads V4R,
V3R, V1, V2 and V3. Journal of the American College of Cardiology, 1985. 6(6): p. 12731279.
de Luna, A.B., et al., A New Terminology for Left Ventricular Walls and Location of
Myocardial Infarcts That Present Q Wave Based on the Standard of Cardiac Magnetic
Resonance Imaging A Statement for Healthcare Professionals From a Committee Appointed
by the International Society for Holter and Noninvasive Electrocardiography. Circulation,
2006. 114(16): p. 1755-1760.
Sgarbossa, E.B., et al., Electrocardiographic diagnosis of evolving acute myocardial
infarction in the presence of left bundle-branch block. New England Journal of Medicine,
1996. 334(8): p. 481-487.
Hamm, C.W., et al., ESC Guidelines for the management of acute coronary syndromes in
patients presenting without persistent ST-segment elevation The Task Force for the
management of acute coronary syndromes (ACS) in patients presenting without persistent STsegment elevation of the European Society of Cardiology (ESC). European heart journal, 2011.
32(23): p. 2999-3054.
Yan, A.T., et al., Relationship of ST elevation in lead aVR with angiographic findings and
outcome in non–ST elevation acute coronary syndromes. American heart journal, 2007.
154(1): p. 71-78.
Hasdai, D., et al., Cardiac biomarkers and acute coronary syndromes—the Euro Heart Survey
of Acute coronary syndromes experience. European heart journal, 2003. 24(13): p. 1189-1194.
Bassand, J.-P., et al., Guidelines for the diagnosis and treatment of non-ST-segment elevation
acute coronary syndromes The Task Force for the Diagnosis and Treatment of Non-STSegment Elevation Acute Coronary Syndromes of the European Society of Cardiology.
European heart journal, 2007.
Sabatine, M.S. and E.M. Antman, The thrombolysis in myocardial infarction risk score in
unstable angina/non–ST-segment elevation myocardial infarction. Journal of the American
College of Cardiology, 2003. 41(4s1): p. S89-S95.
Eagle, K.A., et al., A validated prediction model for all forms of acute coronary syndrome:
estimating the risk of 6-month postdischarge death in an international registry. Jama, 2004.
291(22): p. 2727-2733.
Morrow, D.A., et al., TIMI risk score for ST-elevation myocardial infarction: a convenient,
bedside, clinical score for risk assessment at presentation an intravenous nPA for treatment of
infarcting myocardium early II trial substudy. Circulation, 2000. 102(17): p. 2031-2037.
Golabchi, A., et al., Can timi risk score predict angiographic involvement in patients with stelevation myocardial infarction? ARYA atherosclerosis, 2010. 6(2): p. 69.
Wong, C.-K. and H.D. White, Value of community-derived risk models for stratifying patients
with non-ST elevation acute coronary syndromes. European heart journal, 2005. 26(9): p. 851852.
Granger, C.B., et al., Predictors of hospital mortality in the global registry of acute coronary
events. Archives of internal medicine, 2003. 163(19): p. 2345-2353.
Pinto, D.S., et al., Hospital Delays in Reperfusion for ST-Elevation Myocardial Infarction
Implications When Selecting a Reperfusion Strategy. Circulation, 2006. 114(19): p. 20192025.
Bonnefoy, E., et al., Comparison of primary angioplasty and pre-hospital fibrinolysis in acute
myocardial infarction (CAPTIM) trial: a 5-year follow-up. European heart journal, 2009.
30(13): p. 1598-1606.
Widimský, P., et al., Long distance transport for primary angioplasty vs immediate
thrombolysis in acute myocardial infarction Final results of the randomized national
multicentre trial—PRAGUE-2. European heart journal, 2003. 24(1): p. 94-104.
Morrison, L.J., et al., Mortality and prehospital thrombolysis for acute myocardial infarction:
a meta-analysis. Jama, 2000. 283(20): p. 2686-2692.
69
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
Verheugt, F.W., et al., Prehospital fibrinolysis with dual antiplatelet therapy in ST-elevation
acute myocardial infarction: a substudy of the randomized double blind CLARITY-TIMI 28
trial. Journal of thrombosis and thrombolysis, 2007. 23(3): p. 173-179.
Van de Werf, F., et al., Incidence and predictors of bleeding events after fibrinolytic therapy
with fibrin-specific agents. A comparison of TNK-tPA and rt-PA. European heart journal,
2001. 22(24): p. 2253-2261.
Van de Werf, F., et al., Management of acute myocardial infarction in patients presenting
with persistent ST-segment elevation The Task Force on the management of ST-segment
elevation acute myocardial infarction of the European Society of Cardiology. European heart
journal, 2008. 29(23): p. 2909-2945.
Trialists, F.T., Indications for fibrinolytic therapy in suspected acute myocardial infarction:
collaborative overview of early mortality and major morbidity results from all randomised
trials of more than 1000 patients. The lancet, 1994. 343(8893): p. 311-322.
White, H.D., Thrombolytic therapy in the elderly. The Lancet, 2000. 356(9247): p. 2028-2030.
Gore, J.M., et al., Stroke after thrombolysis mortality and functional outcomes in the GUSTOI trial. Circulation, 1995. 92(10): p. 2811-2818.
Berkowitz, S.D., et al., Incidence and predictors of bleeding after contemporary thrombolytic
therapy for myocardial infarction. Circulation, 1997. 95(11): p. 2508-2516.
Van de Werf, F., Single-bolus tenecteplase compared with front-loaded alteplase in acute
myocardial infarction: the ASSENT-2 double-blind randomised trial. The Lancet, 1999.
354(9180): p. 716-722.
Keeley, E.C., J.A. Boura, and C.L. Grines, Comparison of primary and facilitated
percutaneous coronary interventions for ST-elevation myocardial infarction: quantitative
review of randomised trials. The Lancet, 2006. 367(9510): p. 579-588.
Hudson, M.P., et al., Early Reinfarction After Fibrinolysis Experience From the Global
Utilization of Streptokinase and Tissue Plasminogen Activator (Alteplase) for Occluded
Coronary Arteries (GUSTO I) and Global Use of Strategies To Open Occluded Coronary
Arteries (GUSTO III) Trials. Circulation, 2001. 104(11): p. 1229-1235.
Giraldez, R.R., et al., Enoxaparin is superior to unfractionated heparin in patients with ST
elevation myocardial infarction undergoing fibrinolysis regardless of the choice of lytic: an
ExTRACT-TIMI 25 analysis. European heart journal, 2007. 28(13): p. 1566-1573.
White, H.D., et al., Enoxaparin vs. unfractionated heparin with fibrinolysis for ST-elevation
myocardial infarction in elderly and younger patients: results from ExTRACT-TIMI 25.
European heart journal, 2007. 28(9): p. 1066-1071.
Perk, J., et al., European Guidelines on cardiovascular disease prevention in clinical practice
(version 2012) The Fifth Joint Task Force of the European Society of Cardiology and Other
Societies on Cardiovascular Disease Prevention in Clinical Practice (constituted by
representatives of nine societies and by invited experts) Developed with the special
contribution of the European Association for Cardiovascular Prevention & Rehabilitation
(EACPR). European heart journal, 2012: p. ehs092.
Yusuf, S., et al., Effects of fondaparinux on mortality and reinfarction in patients with acute
ST-segment elevation myocardial infarction: the OASIS-6 randomized trial. JAMA: the
journal of the American Medical Association, 2006. 295(13): p. 1519-1530.
Peters, R.J., et al., The role of fondaparinux as an adjunct to thrombolytic therapy in acute
myocardial infarction: a subgroup analysis of the OASIS-6 trial. European heart journal,
2008. 29(3): p. 324-331.
van Rees Vellinga, T.E., et al., Efficacy and safety of fondaparinux in patients with STsegment elevation myocardial infarction across the age spectrum. Results from the
Organization for the Assessment of Strategies for Ischemic Syndromes 6 (OASIS-6) trial.
American heart journal, 2010. 160(6): p. 1049-1055.
Hirulog and E.R.o.O.-T. Investigators, Thrombin-specific anticoagulation with bivalirudin
versus heparin in patients receiving fibrinolytic therapy for acute myocardial infarction: the
HERO-2 randomised trial. The Lancet, 2001. 358(9296): p. 1855-1863.
Wood, A.J. and C. Patrono, Aspirin as an antiplatelet drug. New England Journal of
Medicine, 1994. 330(18): p. 1287-1294.
70
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
75.
76.
77.
Patrono, C., et al., Low-dose aspirin for the prevention of atherothrombosis. New England
Journal of Medicine, 2005. 353(22): p. 2373-2383.
Steg, P.G., et al., ESC Guidelines for the management of acute myocardial infarction in
patients presenting with ST-segment elevation. European heart journal, 2012. 33(20): p. 25692619.
Wiviott, S.D., et al., Prasugrel versus clopidogrel in patients with acute coronary syndromes.
New England Journal of Medicine, 2007. 357(20): p. 2001-2015.
Capodanno, D., K. Dharmashankar, and D.J. Angiolillo, Mechanism of action and clinical
development of ticagrelor, a novel platelet ADP P2Y12 receptor antagonist. 2010.
Wallentin, L., et al., Ticagrelor versus clopidogrel in patients with acute coronary syndromes.
New England Journal of Medicine, 2009. 361(11): p. 1045-1057.
Ferreiro, J.L., M. Ueno, and D.J. Angiolillo, Cangrelor: a review on its mechanism of action
and clinical development. 2009.
Storey, R.F., et al., The central role of the P2T receptor in amplification of human platelet
activation, aggregation, secretion and procoagulant activity. British journal of haematology,
2000. 110(4): p. 925-934.
Harrington, R.A., et al., Platelet inhibition with cangrelor in patients undergoing PCI. New
England Journal of Medicine, 2009. 361(24): p. 2318-2329.
Bhatt, D.L., et al., Intravenous platelet blockade with cangrelor during PCI. New England
Journal of Medicine, 2009. 361(24): p. 2330-2341.
Chen, Z., et al., Early intravenous then oral metoprolol in 45,852 patients with acute
myocardial infarction: randomised placebo-controlled trial. Lancet, 2005. 366(9497): p.
1622-1632.
Nuttall, S.L., V. Toescu, and M.J. Kendall, β Blockade after myocardial infarction: β Blockers
have key role in reducing morbidity and mortality after infarction. BMJ: British Medical
Journal, 2000. 320(7234): p. 581.
Unit, E.S., Efficacy and safety of cholesterol-lowering treatment: prospective meta-analysis of
data from 90 056 participants in 14 randomised trials of statins. Lancet, 2005. 366(9493): p.
1267-1278.
Notaro, L.A., et al., Secondary prevention in concurrent coronary artery, cerebrovascular,
and chronic kidney disease: focus on pharmacological therapy. Cardiovascular therapeutics,
2009. 27(3): p. 199-215.
Cannon, C.P., et al., Intensive versus moderate lipit lowering with statins after acute coronary
syndromes. New England journal of medicine, 2004. 350(15): p. 1495-1504.
Reiner, Ž., et al., ESC/EAS Guidelines for the management of dyslipitaemias The Task Force
for the management of dyslipitaemias of the European Society of Cardiology (ESC) and the
European Atherosclerosis Society (EAS). European heart journal, 2011. 32(14): p. 1769-1818.
Group, F.I.S.o.I.S.-C., A randomised factorial trial assessing early oral captopril, oral
monitrate and intravenous magnesium sulphate in 58.050 patients with suspected acute
myocardial infarction. The Lancet, 1995. 345.
Dickstein, K., et al., Effects of losartan and captopril on mortality and morbidity in high-risk
patients after acute myocardial infarction: the OPTIMAAL randomised trial. The Lancet,
2002. 360(9335): p. 752-760.
Pitt, B., et al., for the Randomized Aldactone Evaluation Study Investigators: The effect of
spironolactone on morbidity and mortality in patients with severe heart failure. N Engl J Med,
1999. 341(10): p. 709-717.
Pitt, B., et al., Eplerenone, a selective aldosterone blocker, in patients with left ventricular
dysfunction after myocardial infarction. New England Journal of Medicine, 2003. 348(14): p.
1309-1321.
De Luca, G., et al., Prognostic Assessment of Patients With Acute Myocardial Infarction
Treated With Primary Angioplasty Implications for Early Discharge. Circulation, 2004.
109(22): p. 2737-2743.
Crenshaw, B.S., et al., Risk factors, angiographic patterns, and outcomes in patients with
ventricular septal defect complicating acute myocardial infarction. Circulation, 2000. 101(1):
p. 27-32.
71
78.
79.
80.
81.
82.
83.
84.
85.
86.
87.
88.
89.
90.
91.
92.
93.
94.
95.
WEI, J.Y., G.M. HUTCHINS, and B.H. BULKLEY, Papillary muscle rupture in fatal acute
myocardial infarction: a potentially treatable form of cardiogenic shock. Annals of internal
medicine, 1979. 90(2): p. 149-153.
Bartunek, J., M. Vanderheyden, and B. De Bruyne, Dynamic left ventricular outflow tract
obstruction after anterior myocardial infarction A potential mechanism of myocardial
rupture. European heart journal, 1995. 16(10): p. 1439-1442.
Topaz, O. and A.L. Taylor, Interventricular septal rupture complicating acute myocardial
infarction: from pathophysiologic features to the role of invasive and noninvasive diagnostic
modalities in current management. The American journal of medicine, 1992. 93(6): p. 683688.
Lemery, R., et al., Prognosis in rupture of the ventricular septum after acute myocardial
infarction and role of early surgical intervention. The American journal of cardiology, 1992.
70(2): p. 147-151.
Devita, C., et al., GISSI-3-EFFECTS OF LISINOPRIL AND TRANSDERMAL GLYCERYL
TRINITRATE SINGLY AND TOGETHER ON 6-WEEK MORTALITY AND VENTRICULARFUNCTION AFTER ACUTE MYOCARDIAL-INFARCTION. Lancet, 1994. 343(8906): p.
1115-1122.
Egger, M. and G.D. Smith, Misleading meta-analysis. Bmj, 1995. 310(6982): p. 752-754.
Osherov, A.B., et al., Incidence of early left ventricular thrombus after acute anterior wall
myocardial infarction in the primary coronary intervention era. American heart journal, 2009.
157(6): p. 1074-1080.
Solheim, S., et al., Frequency of left ventricular thrombus in patients with anterior wall acute
myocardial infarction treated with percutaneous coronary intervention and dual antiplatelet
therapy. The American journal of cardiology, 2010. 106(9): p. 1197-1200.
Reeder, G., et al. Mural thrombus in left ventricular aneurysm: incidence, role of
angiography, and relation between anticoagulation and embolization. in Mayo Clinic
Proceedings. 1981.
Keeley, E.C. and L. David Hillis, Left ventricular mural thrombus after acute myocardial
infarction. Clinical cardiology, 1996. 19(2): p. 83-86.
Turpie, A.G., et al., Comparison of high-dose with low-dose subcutaneous heparin to prevent
left ventricular mural thrombosis in patients with acute transmural anterior myocardial
infarction. New England Journal of Medicine, 1989. 320(6): p. 352-357.
Imazio, M., et al., Frequency and prognostic significance of pericarditis following acute
myocardial infarction treated by primary percutaneous coronary intervention. The American
journal of cardiology, 2009. 103(11): p. 1525-1529.
Berman, J., C.I. Haffajee, and J.S. Alpert, Therapy of symptomatic pericarditis after
myocardial infarction: retrospective and prospective studies of aspirin, indomethacin,
prednisone, and spontaneous resolution. American heart journal, 1981. 101(6): p. 750-753.
Thomsen, P.E.B., et al., Long-term recording of cardiac arrhythmias with an implantable
cardiac monitor in patients with reduced ejection fraction after acute myocardial infarction
the cardiac arrhythmias and risk stratification after acute myocardial infarction (CARISMA)
study. Circulation, 2010. 122(13): p. 1258-1264.
Askari, A.T., et al., The association between early ventricular arrhythmias, renin-angiotensinaldosterone system antagonism, and mortality in patients with ST-segment-elevation
myocardial infarction: Insights from Global Use of Strategies to Open coronary arteries
(GUSTO) V. American heart journal, 2009. 158(2): p. 238-243.
Piccini, J.P., et al., Relation of mortality to failure to prescribe beta blockers acutely in
patients with sustained ventricular tachycardia and ventricular fibrillation following acute
myocardial infarction (from the VALsartan In Acute myocardial iNfarcTion trial [VALIANT]
Registry). The American journal of cardiology, 2008. 102(11): p. 1427-1432.
Schmitt, J., et al., Atrial fibrillation in acute myocardial infarction: a systematic review of the
incidence, clinical features and prognostic implications. European heart journal, 2009. 30(9):
p. 1038-1045.
Calkins, H., et al., 2012 HRS/EHRA/ECAS Expert Consensus Statement on Catheter and
Surgical Ablation of Atrial Fibrillation: Recommendations for Patient Selection, Procedural
72
96.
97.
98.
99.
100.
101.
102.
103.
104.
105.
106.
107.
108.
109.
Techniques, Patient Management and Follow-up, Definitions, Endpoints, and Research Trial
Design A report of the Heart Rhythm Society (HRS) Task Force on Catheter and Surgical
Ablation of Atrial Fibrillation. Developed in partnership with the European Heart Rhythm
Association (EHRA), a registered branch of the European Society of Cardiology (ESC) and
the European Cardiac Arrhythmia Society (ECAS); and in collaboration with the American
College of Cardiology (ACC), American Heart Association (AHA), the Asia Pacific Heart
Rhythm Society (APHRS), and the Society of Thoracic Surgeons (STS). Endorsed by the
governing bodies of the American College of Cardiology Foundation, the American Heart
Association, the European Cardiac Arrhythmia Society, the European Heart Rhythm
Association, the Society of Thoracic Surgeons, the Asia Pacific Heart Rhythm Society, and the
Heart Rhythm Society. Europace, 2012: p. eus027.
Jabre, P., et al., Mortality associated with atrial fibrillation in patients with myocardial
infarction A systematic review and meta-analysis. Circulation, 2011. 123(15): p. 1587-1593.
Perlman, J.M., et al., Part 11: Neonatal Resuscitation 2010 International Consensus on
Cardiopulmonary Resuscitation and Emergency Cardiovascular Care Science With Treatment
Recommendations. Circulation, 2010. 122(16 suppl 2): p. S516-S538.
Lee, D.S., et al., Effectiveness of implantable defibrillators for preventing arrhythmic events
and death: a meta-analysis. Journal of the American College of Cardiology, 2003. 41(9): p.
1573-1582.
Vardas, P.E., et al., Guidelines for cardiac pacing and cardiac resynchronization therapy the
task force for cardiac pacing and cardiac resynchronization therapy of the european society
of cardiology. Developed in Collaboration with the European Heart Rhythm Association.
Europace, 2007. 9(10): p. 959-998.
Goldstein, J.A., et al., Patterns of coronary compromise leading to bradyarrhythmias and
hypotension in inferior myocardial infarction. Coronary artery disease, 2005. 16(5): p. 265274.
Goldberg, R.J., et al., Thirty-Year Trends (1975 to 2005) in the Magnitude of, Management of,
and Hospital Death Rates Associated With Cardiogenic Shock in Patients With Acute
Myocardial Infarction A Population-Based Perspective. Circulation, 2009. 119(9): p. 12111219.
Menon, V., et al., The clinical profile of patients with suspected cardiogenic shock due to
predominant left ventricular failure: a report from the SHOCK Trial Registry. Journal of the
American College of Cardiology, 2000. 36(3s1): p. 1071-1076.
Engström, A.E., et al., Right ventricular dysfunction is an independent predictor for mortality
in ST‐elevation myocardial infarction patients presenting with cardiogenic shock on
admission. European journal of heart failure, 2010. 12(3): p. 276-282.
Picard, M.H., et al., Echocardiographic predictors of survival and response to early
revascularization in cardiogenic shock. Circulation, 2003. 107(2): p. 279-284.
Thackray, S., et al., The effectiveness and relative effectiveness of intravenous inotropic drugs
acting through the adrenergic pathway in patients with heart failure—a meta‐regression
analysis. European Journal of Heart Failure, 2002. 4(4): p. 515-529.
De Backer, D., et al., Comparison of dopamine and norepinephrine in the treatment of shock.
New England Journal of Medicine, 2010. 362(9): p. 779-789.
Ohman, E.M., et al., Thrombolysis and counterpulsation to improve survival in myocardial
infarction complicated by hypotension and suspected cardiogenic shock or heart failure:
results of the TACTICS Trial. Journal of thrombosis and thrombolysis, 2005. 19(1): p. 33-39.
Prondzinsky, R., et al., Intra-aortic balloon counterpulsation in patients with acute
myocardial infarction complicated by cardiogenic shock: The prospective, randomized IABP
SHOCK Trial for attenuation of multiorgan dysfunction syndrome*. Critical care medicine,
2010. 38(1): p. 152-160.
Bahekar, A., et al., Cardiovascular Outcomes Using Intra-Aortic Balloon Pump in High-Risk
Acute Myocardial Infarction With or Without Cardiogenic Shock A Meta-Analysis. Journal of
cardiovascular pharmacology and therapeutics, 2012. 17(1): p. 44-56.
73
110.
111.
112.
113.
114.
115.
116.
117.
118.
119.
120.
121.
122.
123.
124.
125.
126.
127.
128.
129.
Cheng, J.M., et al., Percutaneous left ventricular assist devices vs. intra-aortic balloon pump
counterpulsation for treatment of cardiogenic shock: a meta-analysis of controlled trials.
European heart journal, 2009: p. ehp292.
McMurray, J.J., et al., ESC Guidelines for the diagnosis and treatment of acute and chronic
heart failure 2012. European journal of heart failure, 2012. 14(8): p. 803-869.
Cowie, M.R., L. Lacey, and M. Tabberer, Heart failure after myocardial infarction: a
neglected problem. Br J Cardiol, 2005. 12(3): p. 205-208.
Krum, H. and R.E. Gilbert, Demographics and concomitant disorders in heart failure. The
Lancet, 2003. 362(9378): p. 147-158.
McDonagh, T.A., et al., Symptomatic and asymptomatic left-ventricular systolic dysfunction in
an urban population. The Lancet, 1997. 350(9081): p. 829-833.
Davies, M., et al., Prevalence of left-ventricular systolic dysfunction and heart failure in the
Echocardiographic Heart of England Screening study: a population based study. The Lancet,
2001. 358(9280): p. 439-444.
Davis, R., et al., Prevalence of left ventricular systolic dysfunction and heart failure in high
risk patients: community based epidemiological study. Bmj, 2002. 325(7373): p. 1156.
Petersen, S., M. Rayner, and J. Wolstenholme, Coronary heart disease statistics: heart failure
supplement 2002 edition. University of Oxford, 2002.
Fox, K., et al., Coronary artery disease as the cause of incident heart failure in the
population. European heart journal, 2001. 22(3): p. 228-236.
Go, A., et al., On behalf of the American Heart Association statistics committee and stroke
statistics subcommittee. Heart disease and stroke statistics—2013 update: a report from the
American Heart Association. Circulation, 2013. 127(1): p. e1-e240.
Yancy, C.W., et al., 2013 ACCF/AHA guideline for the management of heart failure: a report
of the American College of Cardiology Foundation/American Heart Association Task Force
on Practice Guidelines. Journal of the American College of Cardiology, 2013. 62(16): p.
e147-e239.
Edelmann, F., et al., Effect of spironolactone on diastolic function and exercise capacity in
patients with heart failure with preserved ejection fraction: the Aldo-DHF randomized
controlled trial. Jama, 2013. 309(8): p. 781-791.
McMurray, J.J., et al., ESC Guidelines for the diagnosis and treatment of acute and chronic
heart failure 2012. Revista Portuguesa de Cardiologia (English Edition), 2013. 32(7): p. 641642.
de Lemos, J.A. and E. Braunwald, ST segment resolution as a tool for assessing the efficacy of
reperfusion therapy. Journal of the American College of Cardiology, 2001. 38(5): p. 12831294.
Hunink, M.G., et al., The recent decline in mortality from coronary heart disease, 1980-1990:
the effect of secular trends in risk factors and treatment. Jama, 1997. 277(7): p. 535-542.
Tunstall-Pedoe, H., et al., Contribution of trends in survival and coronar y-event rates to
changes in coronary heart disease mortality: 10-year results from 37 WHO MONICA Project
populations. The Lancet, 1999. 353(9164): p. 1547-1557.
Mandelzweig, L., et al., The second Euro Heart Survey on acute coronary syndromes:
characteristics, treatment, and outcome of patients with ACS in Europe and the
Mediterranean Basin in 2004. European Heart Journal, 2006. 27(19): p. 2285-2293.
Fox, K.A., et al., Underestimated and under-recognized: the late consequences of acute
coronary syndrome (GRACE UK–Belgian Study). European heart journal, 2010. 31(22): p.
2755-2764.
Hasdai, D., et al., A prospective survey of the characteristics, treatments and outcomes of
patients with acute coronary syndromes in Europe and the Mediterranean basin. The Euro
Heart Survey of Acute Coronary Syndromes (Euro Heart Survey ACS). European heart
journal, 2002. 23(15): p. 1190-1201.
Fox, K.A., et al., Prediction of risk of death and myocardial infarction in the six months after
presentation with acute coronary syndrome: prospective multinational observational study
(GRACE). Bmj, 2006. 333(7578): p. 1091.
74
130.
131.
132.
133.
134.
135.
136.
137.
138.
139.
140.
141.
142.
143.
144.
145.
146.
147.
148.
149.
Tokgözoğlu, L., et al., EUROASPIRE III: Türkiye ile Avrupa’nın karşılaştırılması. Türk
Kardiyol Dern Arş, 2010. 38(3): p. 164-172.
Abacı, A., Kardiyovasküler risk faktörlerinin ülkemizdeki durumu. Türk Kardiyol Dern ArşArch Turk Soc Cardiol, 2011. 39: p. 1-5.
Onat, A., et al., Türkiye’de erişkinlerde kalp hastalığı ve risk faktörleri sıklığı taraması: 5.
Hipertansiyon ve sigara içimi. Türk Kardiyol Dern Arş, 1991. 19: p. 169-77.
Altun, B., et al., Prevalence, awareness, treatment and control of hypertension in Turkey (the
PatenT study) in 2003. Journal of hypertension, 2005. 23(10): p. 1817-1823.
Kotseva, K., et al., EUROASPIRE III: a survey on the lifestyle, risk factors and use of
cardioprotective drug therapies in coronary patients from 22 European countries. European
Journal of Cardiovascular Prevention & Rehabilitation, 2009. 16(2): p. 121-137.
Yusuf, S., et al., Effects of an angiotensin-converting-enzyme inhibitor, ramipril, on
cardiovascular events in high-risk patients. The Heart Outcomes Prevention Evaluation Study
Investigators. The New England journal of medicine, 2000. 342(3): p. 145-153.
Investigators, E.T.o.R.o.C.E.w.P.i.S.C.A.D., Efficacy of perindopril in reduction of
cardiovascular events among patients with stable coronary artery disease: randomised,
double-blind, placebo-controlled, multicentre trial (the EUROPA study). The Lancet, 2003.
362(9386): p. 782-788.
Cifkova, R., et al., Practice guidelines for primary care physicians: 2003 ESH/ESC
hypertension guidelines. J Hypertens, 2003. 21(10): p. 1779-86.
Kozan, O., et al., Prevalence of the metabolic syndrome among Turkish adults. European
journal of clinical nutrition, 2007. 61(4): p. 548-553.
Neaton, J.D., et al., Serum cholesterol level and mortality findings for men screened in the
Multiple Risk Factor Intervention Trial. Archives of internal medicine, 1992. 152(7): p. 14901500.
Colhoun, H.M., et al., Primary prevention of cardiovascular disease with atorvastatin in type
2 diabetes in the Collaborative Atorvastatin Diabetes Study (CARDS): multicentre
randomised placebo-controlled trial. The Lancet, 2004. 364(9435): p. 685-696.
Group, W.o.S.C.P.S., Influence of pravastatin and plasma lipits on clinical events in the West
of Scotland Coronary Prevention Study (WOSCOPS). Circulation, 1998. 97(15): p. 14401445.
Banegas, J.R., et al., Achievement of treatment goals for primary prevention of cardiovascular
disease in clinical practice across Europe: the EURIKA study. European heart journal, 2011.
32(17): p. 2143-2152.
Ridker, P.M., et al., Development and validation of improved algorithms for the assessment of
global cardiovascular risk in women: the Reynolds Risk Score. Jama, 2007. 297(6): p. 611619.
Assmann, G., P. Cullen, and H. Schulte, Simple scoring scheme for calculating the risk of
acute coronary events based on the 10-year follow-up of the prospective cardiovascular
Münster (PROCAM) study. Circulation, 2002. 105(3): p. 310-315.
Lloyd-Jones, D.M., et al., Parental cardiovascular disease as a risk factor for cardiovascular
disease in middle-aged adults: a prospective study of parents and offspring. Jama, 2004.
291(18): p. 2204-2211.
Murabito, J.M., et al., Sibling cardiovascular disease as a risk factor for cardiovascular
disease in middle-aged adults. Jama, 2005. 294(24): p. 3117-3123.
Simoons, M., et al., An international randomized trial comparing four thrombolytic strategies
for acute myocardial infarction. New England Journal of Medicine, 1993. 329(10): p. 673682.
Van De Werf, F., et al., Assessment of the Safety and Efficacy of a New Thrombolytic
(ASSENT-2) Investigators. Single-bolus tenecteplase compared with front-loaded alteplase in
acute myocardial infarction: the ASSENT-2 double-blind randomised trial. Lancet, 1999.
354(9180): p. 716-722.
Tobbia, P., et al., Adverse event rates following primary PCI for STEMI at US and non-US
hospitals: three-year analysis from the HORIZONS-AMI trial. EuroIntervention: journal of
75
150.
151.
152.
153.
EuroPCR in collaboration with the Working Group on Interventional Cardiology of the
European Society of Cardiology, 2013. 8(10): p. 1134-1142.
Stone, G.W., et al., Comparison of angioplasty with stenting, with or without abciximab, in
acute myocardial infarction. New England Journal of Medicine, 2002. 346(13): p. 957-966.
Boersma, E., et al., Predictors of outcome in patients with acute coronary syndromes without
persistent ST-segment elevation results from an international trial of 9461 patients.
Circulation, 2000. 101(22): p. 2557-2567.
Park, D.-W., et al., Frequency of and risk factors for stent thrombosis after drug-eluting stent
implantation during long-term follow-up. The American journal of cardiology, 2006. 98(3): p.
352-356.
Steg, P.G., et al., Bivalirudin started during emergency transport for primary PCI. New
England Journal of Medicine, 2013. 369(23): p. 2207-2217.
76
Download