HAFTALIK HABER GAZETESİ • FİYATI 2.5 TL SAYI 2 • 3 MAYIS-9 MAYIS 2014 • WWW.BASNEWS.COM Erdoğan’a Çankaya, Kürdlere Özerklik “Demokratik özerklik”, cumhurbaşkanlığı seçimleri, başkanlık sistemi, çözüm sürecinin geleceği... Siyasi parti temsilcileri ve akademisyenlerle görüştük. Ahmet Kaya yeniden varedilmeyi hakediyor Gülten Kaya ile söyleşi ➜ 16 ➜2 rg PETROL SATRANCINDA YENİ HAMLE Bir varil petrol, bin ton adalet Faysal Dağlı’nın yazısı ➜ 11 ak ur d .o Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Ceyhan”daki depolarda bekleyen 1,5 milyon varil petrolün dünden itibaren satılması için karar alması bu konuda Irak merkezi hükümeti ile sürmekte olan çekişmeye yeni bir boyut getirdi. Başbakan Neçirvan Barzani tarafından açıklanan kararın Irak’ta 30 Nisan’da yapılan genel seçimlerin hemen öncesine rastlaması dikkat çekti. Kararın bir süre yeni hükümet kurma çalışmalarına sahne olacak Irak’ta ➜ 10 nasıl karşılanacağı merak konusu. w w .a rs iv Türkiye ile entegrasyon PDK önde w Doç. Dr. Kaya: Irak Kürdistan’ı Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirirse bundan kendi bağımsızlığının da; Türkiye Kürdistanı’nın da, Rojava’ nın da çok faydalanabileceğini düşünüyorum. ➜ 13 ➜ 12 HAMİYET ÇELEBİ MİTHAT SANCAR Kürd ve Türk kadınları arasındaki Başkanlık tartışmaları yeniden ısınırken… gerilimin müzakere sınırları ➜8 ➜5 FLORİTA ULUK BENLİ MESUT YEĞEN HDP ve Türkiyelileşme ➜4 SENNUR BAYBUĞA Bir orta sınıfın bir mayıs güzellemesi ➜ 14 NORELDİN WAİSY Irak’ı bekleyen sıcak yaz ➜13 1915 arşivlerini açın Hukukçu Erdal Doğan, Başbakan Erdoğan’ın taziye mesajını ve Ermeni Soykırımı ile yüzleşme için atılması gereken adımları değerlendirdi. ➜6 ‘’Asdvadz Hokin Lusavore’’ ➜ 15 FERHAT KENTEL 1915’te Ermenileşmiş Türkler nerede? ➜9 dosya 2 Çankaya ve özerk rs iv ak ur d .o rg naklandı. Anayasa Hukukçusu Prof Dr. Mithat Sancar’ın sözleriyle “Savaş daha geniş bir cephede yürüyor.” Hiç şüphesiz büyük savaşta peş peşe daha birçok muharebe olacak. Önümüzdeki muharebe belli ki “kim cumhurbaşkanı olacak” sorusu etrafında keskinleşecek. Ardından cumhurbaşkanının yetkileri, başkanlık yarı başkanlık sistemi arayışları etrafında sert bir hesaplaşma Türkiye’yi bekliyor. Başkanlık ya da yarı başkanlık arayışlarına bağlı olarak- gerekirse -seçim tarihini öne almak, seçim sistemini değiştirmek gibi hamleler de gündemde olacak. Siyasetin vitrinine çıkan bu konuları Türkiye’ deki etnik, dinsel, dilsel, kültürel... her türlü azınlığın kimliklerini özgürce ifade edebilecekleri kurumlaş- w .a Amed kantonunun da kendine ait bir bayrağı olmak durumundadır Batıda yaşayan Kürdlerin de tarih, kültür ve dil haklarını Kürdistan’da yaşayan bir Kürd gibi yaşayabiliyor olması kullanabiliyor olması gerekir. Bölünerek halkların bu coğrafyada büyüme şansı yoktur. Halkların bu coğrafyada birleşerek büyüme şansı vardır. AKP KÜRDLERE BORÇLU AKP şu anda son bir buçuk yıl içerisinde ki bunca sarsıntıya rağmen hala ayakta durabiliyorsa bunu Kürdlere borçludur. Eğer Kürdler Ortadoğu’da özelliklede Türkiye’de kaos tercihi içerisinde olmuş olsalardı AKP’nin üst düzey yöneticilerinin büyük çoğunluğu ya yurt dışındaydı ya da içerdeydi, şu ana kadar Kürdler böyle bir tercih içerisinde olmadılar.Gerçekçi hareket ettiler. Kürd’ler bu tarihsel süreçte Türkiye’ye mahkum değiller tersine, Türkiye Kürdlere mahkumdur. Kürd sorununu değerlendirirken sadece iki temel dinamiği hesaba katarak politika üretmiyoruz. Bir üçüncü dinamiğin de etkin gücünü hesaba katarız. Uluslararası faktör üçüncü dinamiktir burada. Yaşadığımız bölge bir bütün olarak şekilleniyor, bu yeni şekilleniş içerisinde Kürdler kimseyi beklemek durumunda değildir. w SİSTEM TÜMDEN DEĞİŞMELİ Mevcut idari yapı mekanizması içerisinde, Türkiye kendi sorunlarını çözme kabiliyetine sahip değil. Bu sistemin değişmesi gerekir. Restorasyona değil tümden değişime ihtiyaç var. Artık temsili demokrasi dönemi, dünya da olduğu gibi Türkiye’de de miadını dolduruyor. Yerelden merkeze doğru bir bakış açısıyla, idari meseleleri değerlendirmeliyiz. Ağustos ayında Türkiye bu sistemi gözden geçirmez, yerine yeni bir şey ikame etmezse ciddi bir krizle karşı karşıya kalırız. ‘’Demokratik Özerklik’’ önerimizin içinde, Türkiye’nin bir bütün olarak idari ve siyasi yapısının değişimini öngörüyoruz. ARTIK ULUS DEVLET OLMAZ Biz Türkiye’nin tek bölge ve tek merkezli bir anlayışla yönetilmesinin, giderek kutuplaşmalara, bölgeler arası dengesizliği büyüten bir aşamaya geldiğini ifade ediyoruz. Yerelin yetkilerini artırdığınız zaman, merkezin de yetkilerini doğal olarak sınırlandıracağınız için bu karmaşayı da ortadan kaldırmış olursunuz. Bizim ifade ettiğimiz özerklik, idari bir boyut içerdiği gibi, siyasi bir boyutta içeriyor. Bu güne kadar yok sayılmış, dışlanmış, kültürler, pozitif politikalarla desteklendiği zaman başkanlık sisteminin de pekala bu ülkede olabileceğini düşünüyoruz ama başkanlık sistemi derken de tüm yetkilerin tek elde toplanmasını kast etmiyoruz. Türkiye’nin bölünmesini değil, bu coğrafyada yaşayan Anadolu halklarının, Mezopotamya halklarının dolayısı ile Kürdistan’da yaşayan halkların gönüllü birlikteliğine dayalı yeni bir demokratik sistem öneriyoruz. Önerdiğimiz formülasyon içerisinde Ankara, Diyarbakır’ın kaderini belirleyemeyecektir. Diyarbakır kendi kaderini belirleyecektir. Kürdistan’da kendi bağımsız devletimizi kurarsak, ulusal bir devlet olacakmışız gibi bir algı var. Bu çağda kurulmuş hiçbir devletin ulus olma şansı yoktur. Ulus devlet olma şansı yoktur. BAYRAĞI OLMAK ZORUNDA Bir halk bayrak özlemi içerisinde ise o bir kimlik doyumsuzluğu sorunudur. Bunu yaşamak durumundadır bayrağı olmak zorundadır. Diyelim ki Diyarbakır özerk bir bölge oldu. İsviçre’deki kantonların kendine ait bayrağı varsa Türkiye’de 30 Mart yerel seçimleri öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmelerle siyaset sahnesine Yeter Polat yerleşen sert kutuplaşmanın, sistem değişikliğine ilişkin stratejik hamlelerle giderek derinleşeceği, farklı ittifak arayışlarının, yoğun tartışmaların, inişli çıkışlı gerilim ortamlarının birbirini izleyeceği hareketli bir sürecin ateşi yükseliyor. 30 Mart’ın, belediyecilik programlarının yarıştırılacağı bir yerel seçim atmosferinden tamamen uzak bir görüntü sergilemesi, tarafların varlık yokluk sorununa dönüştürdüğü sert kutuplu, yüksek gerilimli bir kapışmaya dönüşmesi, gerçekte sistem değişikliği etrafında sürdürülen büyük savaşın bir muharebesi olmasından kay- w Adil Zozani BDP Hakkari Milletvekili Prof. Dr. Mithat Sancar FİİLEN DEMOKRATİK ÖZERKLİK Demokratik özerklik tartışmaları bir şekilde seçim sonrası gündemin en önemli maddeleri arasında yer alacaktır. Demokratik özerkliği iki türlü hayata geçirmek mümkün. Birincisi; anayasa değişikliği ile bir formül bulunur ve ona göre düzenleme yapılır. Yakın bir zamanda Anayasada bir değişiklik yapılarak adı konmuş bir özerklik modeli hayata geçirilecek gibi görünmüyor. İkinci seçeneği de Kürd siyasi hareketi başından itibaren hep kendi masasında tutuyordu. O da fiilen özerklik anlamına gelebilecek özerkliğe yakın uygulamaları bu kazandığı belediyeler arasında ki koordinasyon yoluyla tek tek hayata geçirme fikri. Bu seçim tablosu böyle bir politikaya imkân veriyor. Kavgasız çatışmasız ve hukuku mış katılımcı bir demokrasi dayatan taleplerinden bağımsız olarak ele almak mümkün değil. Görünen o ki Kürdlerin “Demokratik Özerklik” mücadelesi, her biri artık güncel, yakıcı ve geçiştirilemez bir nitelik kazanmış bu taleplerin ilk sırasına yerleşmiş durumda… Son İmralı görüşmesinde KCK Lideri Abdullah Öcalan’ın Yerel Yönetimler Özerklik Yasası ve Demokratik Sivil Toplum Yasası’ndan bahisle “Yetkiyi yerele veren, yerelde demokrasiyi inşa eden düzenlemenin artık elzem olduğunu” vurgulaması konuya yeni bir boyut kazandırıyor. Kürd siyasetçiler Bu konudaki mücadele ‘Özerk ve özgür Kürdistan’da; anadilde eğitim, ayrı polis, bayrak ve parlamento” talebi daha sık olarak ve daha yüksek sesle dillendiriliyor. da bir tarafa bırakmadan, siyasal ve hukuksal imkanları da bir arada kullanarak kendilerine göre, bu yerel yönetim sisteminde bir derinleşme hedefine sahipler bu dönem için. Bence gerçekçi ve doğru bir yaklaşım bu. Sadece şuna bakmak lazım. Ne kadar başarılı olacaklar. Ne kadar hazırlıklılar. Buna bakmak lazım. Eğer bunu başarabilirlerse arkasından yasal düzenlemeyi çok daha kolay getirir. Ve sadece Kürdistan için değil Türkiye’nin tamamı için bir model ortaya çıkar. Özerklik son derece muğlak bir kavram. Uluslararası literatürde de BDP’nin önerdiği projede de pek çok belirsizlikler var. Bu işin doğasından kaynaklanıyor. Federasyon dediğinizde anlaşılan şey daha nettir. Dünyada uygulanan özerklik modellerine bakarsanız bunların birbiriyle benzeşmediğini, birbiriyle benzeşen iki modelin bulunmadığını görürsünüz zaten. Dolayısıyla bir adı konmuş özerklikler var, yeterince güçlü etkilere sahip değiller. Adı konmamış özerklik olarak nitelendirilmemiş uygulamalar var çok daha güçlü bir yerel yönetim sistemi oluşturuyor. Türkiye bu ikisi arasında yürüyecek görünüyor. Yani bir yandan hukukun alanını genişletecek ama bir yandan fiilen de mevcut imkanları uluslararası hukuk referansıyla güçlen- 3 dosya klik muharebeleri ak ur d .o rg parasız, nitelikli sağlık hizmetini belediye üzerinden sağlık destek evlerinde de sağlamayı hedefliyoruz. Öncelikle anadilde kreşler, anaokulları açacağız. İlköğretimde de anadilini kavratan bir çalışma yürüteceğiz. Ortaöğretimde Kürdçe ile beraber Türkçe’yi vereceğiz. Eğitimi özel okullarda vereceğiz, bunlar parasız olacak. Bunun için anaokul, kreş ve ilköğretim kitaplarını hazırladık. BasHaber başta “Demokratik Özerklik” olmak üzere cumhur başkanlığı seçimleri, başkanlık sistemi, çözüm sürecinin geleceği gibi konularda siyasi parti temsilcileri ve siyaset bilimcilerle görüştü. iv rs w .a entegrasyon yolunu tercih ediyorlar. Bunun da ilk aşaması Türkiye Kürdistanı ve Rojava arasında bir tür fiili entegrasyon, yani orada geçişlerin ve sınırların etkisizleşmesi ve karşılıklı siyasal, kültürel, ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi. Esasen Öcalan’ın yaklaşımı da budur görebildiğim kadarıyla. Öcalan’ın geçen yıl Newroz’da çizdiği çerçeveye bakarsak iki hedefi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Birincisi hükümetten ve devletten bağımsız olarak kendilerine koydukları hedefti. Bu sürecin bir iç hedefi vardır Kürd hareketi açısından; BDP, KCK ve PKK açısından. Bu hedef hem demokratik siyaseti hem de Kürdistan’daki haklar açısından kendi siyasi aktör olma konumlarını güçlendirmekti. Bu konuda da yeterince başarılı oldular. Demokratik mücadelede silahın gölgesinde olmadığı bir demokratik siyaset yapma becerilerini geliştirdiler. İkincisi muteber bir siyasi aktör haline gelme isteği vardı. Silah bunu zorlaştırıyordu. Oysa şimdi dönüp bakıyoruz son 1,5 yıla başta Öcalan ve tabi Kürd siyasi hareketinin bütünü Türkiye’de Ortadoğu’da ve dünyada önemli çevrelerde, itibar kazanmıştır. PKK yi özellikle Öcalan’ın sanki bu süreci bütünüyle hükümetle pazarlık yaparak, onun inisiyatifi üze- w direcek bir yol izleneceğini sanıyorum. BDP bunu izleyecek AKP’nin burada ne kadar kolaylaştırıcı davranır ne kadar engelleyici bir tavır koyar şimdi bunu göremeyiz. Yakın bir zamanda anayasal olarak adı konmuş bir çözüm beklemek gerçekçi değil ancak; bu tablo Kürdistan’ın öz yönetim statüsüne doğru bir adımdır. Bu adımın nasıl gelişeceği karmaşık faktörlere bağlıdır. Çünkü hukuksal ve siyasal meseleler var. Mevcut hukuka göre belediyelerin yetki ve etki alanlarını genişletmelerinin imkanları var, fakat bunun bir sınırı da var. Öte yandan Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalarda mevcut imkanlar bulunuyor. Ayrıca Avrupa Birliği sürecinde tam üye adayı bir ülke olarak Avrupa müktesebatında da yerel yönetimlerin mevcut hukukun biraz daha ötesine geçen imkanlar elde etmeleri söz konusu olabilir. Kürdistan sorunu sadece Türkiye ile sınırlı bir sorun değil tabi ki. Kürdistan sorunu Ortadoğu sorunudur ve en az dört parça sorunudur. Dolayısıyla Kürdistan sorununu yakın zamanda bu yollarla çözümünü beklemek gerçekçi değildir. Belli Kürd siyasi hareketleri Kürdistan sorunundan bağımsız birleşik bir devleti anlıyorlar. PKK ve o çevre böyle anlamıyor. Daha çok fiili demokratikleşmesinin projesi. Türkiye’ye 25-26 bölgesel özerk yönetim öngörüyoruz. Kürd özerk yönetiminin sahip olacağı her hak, bu eşit haklara sahip halkalar sistemiyle demokratik cumhuriyette birleşmeli diyoruz. Çelik, Demokratik özerkliğin inşasını yeni adımlarla ilerleteceklerini vurguluyor: Halkın kendi köy, sokak komünleri, mahalle meclisleri, kent meclisleri... Bunları oluşturuyoruz. Halkın kendi bütçesini belirlemesinin yolunu açacağız. Anadilde eğitimi belediye üzerinden sağlamaya çalışıyoruz. Anad i l d e e r i ş i lebilir, w 30 Mart seçimlerinde “Demokratik Özerkliğin inşası” vaadini ilk sırada dile getiren ve halen üçü büyükşehir olmak üzere 100 belediyede yönetime gelen BDP’nin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı, Muş milletvekili Demir Çelik’in s o n günlerde değişik medya organlarında y e r alan açıklamal a rı Demokrat i k Özerklik talebinin g e rekçelerini ve hedefin i anlatıyor: Demokratik Özerklik devletçi sisteme karşı toplumu ve ihtiyaçlarını esas alan, etnik, coğrafi sınıra indirgenmeden tüm halkların kendilerini görebileceği, halkların çıkarına bir proje. Sadece Kürd ve Kürdistani olmaktan öte Türkiye’nin rinden kurduğunu düşünmemek lazım. Öyle olmadı süreç, ama sürecin hükümetin atacağı adımlara ve devletle yapılan müzakerelere bağlı boyutu her zaman var. Bu boyut bugüne kadar ağır işledi aksak işledi ama bozulmadı. SİLAHLI MÜCADELEYE DÖNÜŞ UZAK Yeniden silahlı mücadeleye dönüş uzak bir ihtimal. İki nedenle silahlar yeniden gündeme gelebilir. Birincisi; bizahati Kürd siyasi hareketine yönelik tasfiye operasyonu planlanırsa ve bu konuda Kürd siyasi hareketi ciddi şüpheler duyarsa tekrar silaha başvurabilir. İkincisi; Rojava’yı kıskaca alıp boğacak bölgesel ya da uluslararası bir girişim olursa. Öcalan da bunların kırmızı çizgiler olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dengeler çok karmaşık olacak. Diyelim ki Erdoğan aday oldu. İlk turda Kürdlerin oyunu alabilmek elbette seçilmesini kolaylaştıracaktır. O zamanda süreç yeniden masanın en önemli konu haline gelecektir. Karşılıksız destek söz konusu olmaz. Öcalan bunu önceden söyledi, diğer Kürd siyasi hareketlerinin çeşitli çevreleri de söyledi; bir müzakere süreci yürütmek istiyorlar, karşılığında da hedeflediği hakların gerçekleşmesini bekliyorlar. Galip Ensarioğlu AKP Diyarbakır Milletvekili Başkanlık-yarı başkanlık sistemi özerklik veya bunun gibi herhangi başka bir sebepten dolayı savunduğumuz bir şey değil. Türkiye’nin geldiği noktada mevcut parlamenter sistemle etkin bir şekilde yönetilmediği kanaatindeyiz. Hem siyasi ve ekonomik istikrar için güçlü bir hükümet şart, hem de temsilde adalet ve adaletli bir yönetim şart. Her ikisini bu parlamenter sistemle sağlayamıyorsun. Başkanlık-Yarı Başkanlık sistemiyle güçlü bir yönetimi esas alırken, aynı zamanda sıfır barajla herkesin temsil edilebilmesinin koşullarını sağlarsınız, ERDOĞAN ZATEN KRAL Erdoğan sultan olmak istiyor, kral olmak istiyor diyorlar. Zaten Erdoğan sultan şu anda, kral. Hem yürütmenin başı, hem yasamanın başı sayılıyor hem de bu sistemle yargıya istediği bu şekilde müdahale etme şansı var. Ancak Başkanlık sisteminde tamamen yürütme ayrıdır yasama ayrıdır. Her gün 10 bin kişinin ziyaret ettiği bir parlamento mu olur? Biz Türkiye için güçlü bir sistem arıyoruz. Erdoğan bugün var yarın yok. EYALET OLABİLİR Başkanlık sisteminde eyalet sistemleri olabilir. Yerel yönetimler daha güçlü olur. Geldiğimiz günden beri yetkileri yerele devrettik. Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğumuz çekingeleri kaldıracağımızı Başbakan söyledi. Biz yerindenlik, yerellik ve üçlü yerel yönetimlerden bahsediyoruz. Kendi kendini yöneten daha güçlü sistemlerden bahsediyoruz. Türkiye bir eyalet sistemiyle yönetilebilir ama bu sadece bir bölgenin özerkliği şeklinde olmamalı.Türkiyenin genelinde bir eyalet sistemi olabilir mi, olabilir. Demokratik Özerklik BDP’nin siyasi ve ideolojik bir modelidir. Federasyonu savunan siyasi partiler de var. Kürd siyasi partilerinin içinde HAKPAR federasyonu savunuyor, savunabilir savunmalıdır. 50 küsür devlette özerk bölge var. Demokratik özerklik modelini çok iyi incelemiş biri olarak; bu modelin dünyadaki hiç bir pratiğe uymadığını, geri, uygulanabilir olmayan, köhne bir model olduğunu biliyorum. Özerkliğe, federasyona, federal sisteme falan karşı değilim. Üniter yapı içersinde eşit yurttaşlığı sağlayabilirsek olabilir. Ama bütün bunları konuşup, tartışmalıyız. güncel .o rg olarak telaffuz etmek lüzumsuz olabilir ama Kürdistan halen siyasi yaratıcılık gösterilip, siyasi destek arttırılabilir bir yer gibi görünüyor. Gelelim ikinci argümana. Türkiye siyasetinin otoriterliğin seküler ve muhafazakar iki varyantı arasına sıkıştığı ve sıkışmadan çıkmanın gerekli olduğu fikri doğru. Ancak, bu sıkışma işinden çıkışın bu HDP tarafından becerilip becerilemeyeceği önemli bir soru. Mevcut haliyle HDP, gövdesi BDP’li Kürdlerden, kafası ise Kürd hareketinde yaşanan radikal demokratlaşma eğilimine muhabbeti meşkûk solculardan oluşan bir canlıya benziyor. Bu hal bir kısmıyla HDP’leşme işinin tamamlanmamış olmasıyla ilgili olsa gerek ama doğrusu HDP’nin bu gövde ve bu kafayla otoriter muhafazakarlıkla otoriter sekülerlik arasına bir üçüncü pozisyon sığdırması imkansız görünüyor. Şundan: mevcut kafanın mevcut gövdeyi büyütmesi mümkün değil. BDP gövdesi de üçüncü hattı kurmak için yetersiz olduğundan HDP’nin kafasının mevcut gövdeyi büyütebilecek, Ak Parti ve CHP memnuniyetsizlerini HDP’ye çekebilecek bir kafa kılınması gerekiyor. Ama nasıl? Zannımca, kuruluşuna damgasını vuran Türkiye muhafazakarlığıyla yapısal mesafesini gidermeden, yavan bir neoliberalizm aleyhtarlığıyla, işlenmemiş bir komünizan belediyecilik arasında salınmanın ötesine geçen bir iktisadi siyaset geliştirmeden ve yetmişler Türkiye solunun mirasından türetilmiş bir sembolizme nostaljik bağlılıktan vazgeçmeden HDP’nin BDP’den ibaret gövdesinin yenilenmesi, büyümesi mümkün değil. Durum bu minvalde devam ederse, olacak olan, korkarım BDP gövdesinin BDP aklıyla tamamlanmasından, HDP’nin gerisin geriye BDP’leşmesinden, dolayısıyla da enerji kaybından başka bir şey olmayacak. Kürd hareketinin HDP’leşmesinin zorunluluğunu açıklamak için öne sürülen iki argümanın zayıf yanları zannımca iki şeye işaret ediyor. İlk olarak, Kürd meselesini Kürd siyasetinin birincil meselesi olarak tutmayı mümkün kılacak ve Kürd siyasetini Kürdistan’da siyasi yaratıcılık göstermeye teşvik edecek bir örgütsel formda ısrar etmek. Kürdistan için artık bölgesel seçim hüviyetini edinen belediye seçimlerine BDP’yle katılmaya devam etmek, Türkiye partisi olarak HDP’nin yanında Kürdistan partisi olarak BDP’yi sürdürmek, bu formu oluşturabilir. İkinci olarak da HDP’nin radikal bir biçimde yeniden düşünülmesi gerekiyor. HDP’nin ne Türkiye ne Kürdistan muhafazakarlarında, ‘istikrar bozulmasın, bunlardan daha iyi çekip çevireni yok’ deyip mecburen Ak Parti’ye oy verenlerde, ‘kimliğimizi en kuvvetle bunlarla koruruz’ deyip mecburen CHP’ye oy vermeye devam Alevilerde, gençlerde vs. bir akis yaratamamış oluşunu muhakkak ciddiye almak gerekiyor. Buralarda akis yaratacak biçimde yenilenmek için de HDP’yi radikal demokrasiye, herkes için demokrasi fikrine açık her kim varsa onlarla birlikte yeniden inşa etmeye başlamak elzem görünüyor. w w .a rs iv ak ur d Bugün yarın gerçekleşecek görünen BDP’nin HDP’ye katılması işi etrafında dönen tartışmayı hayırlı bulanlardanım. BDP’nin HDP ve HDP’leşmesini Türkiye soluna verilen geTürkiyelileşme reksiz bir kredi, Kürdleri milli gündemlerinden saptıran bir oyun olarak görenleri de, HDP’ye katılma işinden şüphe eden herkesi sağcı, iflah olmaz Kürd milliyetçisi sayanları da ihmal edip, BDP’nin HDP’leşmesini, riskleri ve imkanlarıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor. HDP’leşmeyi savunanların iki büyük argümanı var görünüyor. İlk argüman şu: Kürd hareketinin Kürdistan’da ulaştığı siyasi kapasite Kürd meselesinin halinde mevcut durumdan daha fazla zorlayıcı olamıyor; dolayısıyla da Kürd hareketinin Kürdistan’ın ve Kürdlerin dışına açılması, Kürd meselesini Türkiye’nin genel bir siyasi meselesi kılması, Türkiyelileşmesi gerekiyor. İkinci argüman da şu: Türkiye siyasetine hakim olan otoriter muhafazakar ve otoriter seküler iki büyük siyasetin arasına, bir üçüncü siyaseti, radikal demokrat bir siyaseti yerleştirmek gerekiyor; bunun için de, başlatıcısının Kürd hareketinin olduğu, bir gökkuşağı siyasetine ihtiyaç var. Her iki argüman da güçlü, makul. Dolayısıyla da kolayca harcayıp, ‘HDP işi çürük’ demek o kadar kolay değil. Kürd hareketinin nicel siyasi kapasitesinin Kürd seçmenlerin yarısına, Türkiye seçmenlerinin de yüzde altı yedisine sabitlendiği belli. Eğer, an itibarıyla ‘göreceği işi görmüştür’ denerek askıya alınan silahlı mücadeleye dönülmeyecek, siyasi mücadele de ısrar edilecekse, çözüm sürecinde daha etkili olabilmek için mevcut siyasi limitlerin ötesine geçmek gerekiyor, bu açık. Keza, Türkiye siyasetinin otoriterliğin seküler ve muhafazakar iki varyantı arasına sıkıştığı ve sıkışmadan çıkmanın gerekli olduğu da açık. Lakin, güçlü temellere sahip her iki argümanın güçsüz yanları, zayıf tarafları da var, bunu da görmek gerekiyor. İlk argümanın zayıf tarafları şunlar: İlkin, evet, çözüm sürecinde daha etkili olabilmek için daha güçlü bir tazyik şart; ama malum, mevcut çözüm süreci de bu siyasi kapasiteyle gündeme sokuldu. Dolayısıyla mevcut siyasi kapasitenin zorlama kudreti o kadar da hafife alınacak gibi değil. İkinci olarak, mevcut kapasite yetersiz, ama HDP’leşme işinin bu kapasiteyi attıracağının bir garantisi yok. Üstelik, 30 Mart seçim sonuçları bu konuda ümitvar olmayı da engelliyor. 30 Mart, HDP’leşmenin Türklerde de Kürdlerde de bir heyecan uyandırmadığını gösterdi; Kürdlerin bir kısmında heyecan yitimine yol açıp açmadığı ise ayrı bir mevzu elbette. Üçüncü olarak, Kürd siyasetinin çıpalanmış olduğu mevcut siyasi kapasiteyi bir kader olarak telakki etmemek de mümkün. Aksine, 30 Mart seçim sonuçlarının arz ettiği heterojen dağılım, Kürd siyasetinin Kürdistan’daki potansiyel kapasitesinin mevcuttan daha büyük olduğunu gösteriyor. Geride kalan 30 senede siyasi yaratıcılığını ispatlamış bir harekete dönük MESUT YEĞEN 4 w Kuşatma altında 1 Mayıs Foto: Ali İhsan Terzi 1 Mayıs İşçi Bayramı etkinliklerine polis şiddeti damgasını vurdu. Birçok kentte polis meydanlara giden yolları kapattı, 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen gruplara biber gazı, TOMA’lardan tazyikli su ve plastik mermi kullanarak saldırdı. Kutlamaların merkezi konumundaki Taksim Meydanı’na girişi engellemek için İstanbul’da olağanüstü kuşatma harekatı gerçekleştirildi. Meydan etrafındaki bütün cadde ve sokaklar polis tarafından ablukaya alınırken, Şişli, Beşiktaş ve Okmeydanı’nda toplanarak, Taksim’e yürümek isteyen gruplar polisin sert müdahalesi ile karşılaştı. Taksim Meydanı’nda yapılmak istenen kutlamanın engellenmesi için çeşitli kentlerden 39 bin polis getirildi. Kara, deniz ve hava yollarının büyük bir kısmı trafiğe kapandı. Taksim’de tüm sokaklar polis bariyerleri ile kapanırken, esnafın büyük bir kısmı kepenk açmadı. 5 siyaset “Çözüme Kürd burjuvazisi de katılmalı” ak ur d .o rg sermayesinin de olması lazım onun da palazlanması lazım. Ayrı devlet mi öngörüyorsunuz? Şöyle söyleyeyim, Kürdlerin Türkiye de yaşayan Türkler gibi, Ortadoğu da ki diğerleri gibi gerekirse kendi devletlerini kurmalarını savunuyoruz. Kürdler kendi toprakların da yani coğrafik Kürdistan da kendi kendini yönetecek düzeydedir ve bu gereklidir. Şimdi siz bir federatif sistem dersiniz ama içerik olarak belki otonominin de gerisindedir. Kürdler kendi devletlerini kurabilirler biz sadece bunun açıkça söylüyoruz. Kuzey için şu an şartlar müsait değil. Son seçim sonuçları Kürdler için ne ifade ediyor? Kürdistan için ele aldığım zaman ben bir değişim gördüm oy düşüklüğünden dolayı. Örneğin ben bir BDP’li olsam oturup bunu değerlendiririm. Van’da, Hakkari’de neden oy kaybettiğimi düşünürüm. Bunun yanı sıra Mardin ve Bitlis belediyeleri eklendi. Bu önemli bir gelişme. BDP’li değilim. Ama BDP’nin başarılı olmasını olumlu karşılıyorum. Kürdistan’da AKP ve BDP arasında bir seçim oldu. Fakat BDP çok oy kaybetti. Bunu bilmek lazım bu oylar nereye gitti. Bu bana Kürdistan’da yaşayan seçmenlerin alternatif aradığını gösterdi. Yani farklı Kürd partilerinin olması belki daha hayırlı olacaktır diye düşü- iv rs .a Kürdistan Demokrasi Platformu Türkiye’de partileşiyor. Partinin Genel Başkanlığını üstlenecek olan Sertaç Bucak, Türkiye’de yaşayan Kürdlerin siyasi anlamda yeni seçeneklere ihtiyaç duyduğunu savunuyor. Bucak, kurulacak olan Kürdistan Demokrat Partisi ile Kürdlerin ulusal birliğini kurmayı planladıklarını ifade ediyor. BasHaber - Kürdistan Demokrasi Platformu nasıl bir örgütlenme modelidir? Sertaç Bucak - Kürdistan Demokrasi Platformu’nun, Kürdçesi PDK-Bakur, kongresi yapıldı ve orada legal bir zeminde çalışma kararı alındı. 1965 yılında Güneydeki Barzani hareketi başladıktan sonra onun etkisiyle Kuzeydeki Kürd yurtseverleri meşru bir zeminde Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi’ni kurdu. Parti o zamanın şartlarında yasal çalışma yapamadığından illegal çalıştı. Çalışmaları legal zemine çekmek için bu platformu kurduk. Platformun amacı Türkiye de Kürd siyasi hayatın çoğulculuğuna dikkat çekmek ve bu alanda iddialı çalışma yapmak ve Kürd sorunun çözümünde rol üstlenmek. Kürdistan Demokrat Partisi’nin diğer partilerden farkı nedir? İdeolojik bir parti değiliz, ulusal bir parti, bütün Kürd taraflarını etrafında toplayan bir parti olmak istiyoruz. O açıdan BDP’den farkımız var. BDP daha çok sol kesimin toplandığı, daha ideolojik katı kuralları olan, belirli bir çizgi partisi. Biz öyle değiliz. Kürdistan sorunun çözümünü isteyen Kürd toplumunun bütün kesimlerini katmak istiyoruz. Kürdistan sorunun çözümünde Kürd burjuvasının olması lazım, Kürd Türkiye’de hükümet sistemi tartışmaları dönem dönem alevlenir. Özellikle 1990’lardan itibaren, merkez sağ siyasetçiBaşkanlık lerin öncü olduğu bu tartışmaların temetartışmaları linde, parlamenter sistem yerine başkanlık yeniden ısınırken… modeline geçme talebi yatıyor. 1990’ların başında Turgut Özal, 1990’ların sonlarına doğru ise Süleyman Demirel, başkanlık sistemini tercih ettiklerini de ima ederek hükümet sistemi tartışmasını gündeme taşımışlardı. 2000’li yıllarda ise, Recep Tayyip Erdoğan, bu tartışmaları hareketlendirdi. AKP çevreleri de başkanlık sistemi tercihlerini dile getirdiler. İlk zamanlarda, başkanlık sistemi savunusunu temkinli ve dikkatli bir şekilde yapmış olan AKP, Haziran 2011 seçimlerinden sonra, isteklerini doğrudan ve açık bir dille ifade etmeye başladı. Seçimlerden sonra parlamentoda kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na, başkanlık sistemi önerisini sunarak da, bu tercihini bir bakıma “resmi”leştirdi. AKP, birkaç ay sonra, Nisan 2013’te, TBMM Başkanlığına sunduğu yeni anayasanın bütününe ilişkin taslak metinde de, başkanlık sistemi önerisini tekrarladı. Aslında 1982 Anayasası, parlamenter sistem geleneğine bağlı kalmakla birlikte, bu sistemin klasik modelinden farklı olarak Cumhurbaşkanının yetkilerini artırmış ve bir bütün olarak yürütmeyi güçlendirmiştir. Buna karşılık, cumhurbaşkanının parlamento tarafından seçilmesi kuralını koruyarak, ağırlığı bakanlar kurulunda tutmuş, böylece bu sapmalara rağmen parlamenter sistem çerçevesi içinde bir model kurmuştur. Ancak 2007’de, Anayasa Mahkemesi’nin “367 kararı” olarak bilinen müdahalesiyle doruğa çıkan cumhurbaşkanlığı krizini aşmak için, bir anayasa değişikliği yapılmış ve cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi esası getirilmiştir. Bu değişiklik, sistemin dengelerini sarsmış, klasik parlamenter modelin sınırlarını zorlayan bir tablo yaratmıştır. Bu yılın Ağustos ayında, bu değişiklik ilk kez uygu- w w w MİTHAT SANCAR nüyorum. Bu BDP için de iyidir. Onlar da her şeyi istediği gibi yapamazlar. Bu da seçmen için iyi olur. Biz BDP’nin oylarına talip değiliz. Biz Kürdistan’daki diğer oylara talibiz Bu siyasi tablo çözüm sürecini nasıl etkiler? Halk iyi bir yere gidiyor. Çünkü halk çözüm istiyor. Çünkü çözümle ilgili partilere oy verdi. Türkiye’nin batısında MHP’nin müthiş bir güçlenmesi oldu. Ama buna rağmen CHP ve MHP’nin toplam oyu yüzde 45 oldu. Bu oylar AKP’ye karşı ezici bir çoğunluğu temsil etmiyor. Çözüm sürecini yürütenler bu işin iyi gittiğini söylüyor. Öcalan’ın söylemlerine bakıyorum, bu söyleme BDP ve Kandil’i de dahil etti. Herkes kötü gittiğini söylese de Öcalan sürecin iyi işlediğini söylüyor. Dolayısıyla gerçeği bilemiyorum. Sizin çözüm öneriniz nedir? Birincisi Kürd sorununun şiddetten arınmasını istiyoruz. Farklı düşünen bütün Kürdlerin ortak hareket etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kürdlerin, yaşadıkları yerlerde iktidar olmasını istiyoruz. Biz bu konuda coğrafik federasyonun uygun olduğunu düşünüyoruz. Kopenhag Kriterleri’nin yerine getirilmesi lazım. Yarın ne olacağını bilemeyiz. Ama şiddeti dışlayarak yaklaşılmalı. lanacak, cumhurbaşkanı halk tarafından doğrudan seçilecektir. Başkanlık sisteminin yeniden gündeme getirilmesinin gerekçelerinden biri, sistemin bu seçimlerden sonra bu haliyle çok sorun üreteceği iddiasıdır. Bu iddia temsilsiz değildir, ancak Erdoğan’ın ve AKP’nin asıl saikinin bu olduğuna inanmamak için de çok ciddi sebepler vardır. Erdoğan’ın, “tek adamlık” gibi bir hevesi olduğunu gösteren çok emare belirdi şimdiye kadar. Erdoğan’ın, AKP’yi 30 Mart seçimlerine neredeyse tek başına kampanya yürüterek sokmuş ve başarılı bir sonuç almış olması, sistemi kendi şahsı etrafında yeniden inşa etme isteğini daha da kuvvetlendirmiş olmalıdır. Başkanlık sistemini de, bu yeniden inşa planının merkezine almış görünmektedir. Bu planı destekleyenler de, bu yolla Türkiye’nin hayati meselelerinin, özelikle de Kürd sorununun daha kolay çözüleceğini, ya açıkça ya da ima yoluyla söylemektedirler. Oysa Türkiye’nin en temel sistem sorunu, hukuk devletinin kurumsallaşmamış, dolayısıyla “keyfe veya şahsa göre” yönetim imkanlarının çok fazla olmasıdır. Öte yandan, demokratik siyasetin ve usullerin işlemesini engelleyen pek çok faktör vardır. Başkanlık sisteminin bu sorunları halletmek bir yana, daha da ağırlaştırması ihtimali çok yüksektir. Kürd sorununun çözümü ile başkanlık sistemi arasında bir bağlantı kurulması da, süreçleri şahıslara bağlama anlayışının bir yansımasıdır. Oysa çözüm süreçlerinin başarısı, esas olarak kurumsal düzenlemelerin yapılmasına ve siyasal/hukuksal güvencelerin oluşturulmasına bağlıdır. Sorunun köküne inen bir çözüm yolunu sağlam biçimde açmak için, özerklik temelinde ciddi ve cesur bir yerel yönetim reformuna yönelmek, çok daha garantili bir seçim olacaktır. İktidarı yerele doğru paylaştırmak yerine merkezde daha fazla yoğunlaştırmak, ne toplumsal barışa ne de demokratik gelişime katkı sunar. Öncelikle bunların yapılması halinde, başkanlık sistemi de daha serinkanlı ve olgun bir biçimde tartışılabilir. söyleşi 6 “Devlet 1915 ka w w w .a rg .o ur d ak rs iv Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Ermeni soykırımının yıl dönümü olan 24 Nisan’dan bir gün önce yayınladığı taziye mesajı Türkiye’de ve Dünyada geniş yankı buldu. Mesaj kamuoyunu; soykırımı izleyen 99 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin takındığı inkârcı tutumu sona erdiren radikal bir adım olarak görenler ve sıkışmışlığı aşmak için yeni bir şey söylemeyen günü birlik manevra diye değerlendirenler olarak iki ana kampa böldü. Batı dünyası Erdoğan’ın tutumunu ağırlıklı olarak “cesur, olumlu bir adım” olarak gördü. Anlaşılan o ki Ermeni soykırımının yüzüncü yıl dönümüne doğru yoğun ve çok yönlü tartışmalar eşliğinde pratikte de adımlar atılacak. İlk adım olarak 1915 olayları sırasında Osmanlı topraklarından göç etmek zorunda bırakılmış ve dönemin koşulları nedeniyle T.C. vatandaşlığını hiç kazanamamış, ya da daha sonra kaybetmiş Ermenilerin torunlarına vatandaşlık hakkı tanınması gündemde. Bu süreç nasıl işlemeli? Hukukçu Erdal Doğan ile hem bu konuyu, hem Erdoğan’ın taziye mesajını, hem de Ermeni soykırımı ile yüzleşme için atılması gereken adımları konuştuk. Doğan, Başbakan’ın taziye mesajının bir ilk olması açısından ve empati içermesi bakımından önemli olduğuna dikkat çekerken önemli bir eksikliği de vurguluyor: Türkiye, Osmanlı toprakları üzerine kurulmuş bir ülke. Tüm sosyal ve siyasal yapı da devralınmış olduğu halde, başbakanın mesajı hiçbir sorumluluk ve özür içermiyor. Bundan sonraki süreçte devlet adına daha somut adımlar atılmalı. Ermeni soykırımı bir çok alanda tartışılmaya başlandı. AKP bu tartışmaların Ronya neresinde,Başbakan Şeran Tayyip Erdoğan’ın taziye mesajı için ne düşünüyorsunuz? Tayyip Erdoğan’ın taziye mesajı içerisindeki empati ve acının paylaşılmasıyla ilgili vurgu dikkate değer. Ama geneline bakıldığında, sanki bir trafik kazasında ya da öngörülemeyen bir afet sonucunda kaybolan insanlara bir taziye mesajı gibi.Hiçbir sorumluluk atfetmeyen, hiçbir özür içermeyen bir mesaj... Yine de 1915 yılından bu yana ilk olması açısından önemli. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devletinin devamı. Tüm kurumsal yapıyı, tüm siyasal toplumsal yapıyı devam ettirmiş bir devlet. Aynı şekilde 1915’de ki vatandaşlar 1923’te yeni cumhuriyetin de vatandaşıydı. 1962’de çıkartılan bir yasa ile Osmanlı Ermenileri için çok ciddi şekilde vatandaşlık bağları da koparıldı. Bu taziye mesajının arkasından, Tehcir edilmiş 1915 Ermenilerittnin çocukları ya da torunları olduklarını ispatlayabilenlerin vatandaşlığa kabul edilmesi sağlanacak. beyanı var. Bu önemli. Biz de bu konuda daha önceden çağrı yapmıştık. Ancak bu vatandaşlık sadece dilek ve beyan olarak vaadedilmekle değil, somut olarak gerçekleşirse anlam taşır. Eğer vatandaşlık için yüz yıl öncesinden bir belge ya da tehcir kaydı veya bu yöndeki herhangi bir nüfus kaydı zorunluluğu dayatırsanız bu vatandaşlığı imkansız hale getirir.Neden? Nedeni şu: Türkiye de üçüncü kuşağa ulaşmak için mahkeme kararı gerekiyor. Yani bir kişinin dedesinden sonrasını araştırabilmesi için mahkeme kararı olmalı. Aynı zamanda tehcir dönemine ait tapu kayıtları da kapalı. Bunlar Osmanlı devletine ait kayıtlar ve bir çoğu Türkiye Cumhuriyeti kayıtlarına yansıtılmış değil. Kayıtlar devletin elinde olduğuna göre; üçüncü, dördüncü kuşaktan biri, Amerika’dan Kanada’dan, Latin Amerika’dan veya Beyrut’tan gelerek; “Ben 1915 kurbanının torunuyum, vatandaş olmak istiyorum” dediğinde ona; “Bana kayıt getirin” demek gerçekten ayıp ve hiç bir hukuka uygunluk taşımaz. Ne siyaseten ne hukuken ne ahlaken. Oysa bu konuyla ilgili tüm kayıtlar Türkiye Cumhuriyeti’nde Os- manlıca olarak mevcut, ama yıllardır bilerek Türkçeleştirilmiyor. Ve üstelik bu kayıtlar açılmıyor. Kayıtlar kapalı. Siz o kayıtları hem arşıvinizde bulunduracaksınız, hem kapalı tutacaksınız, hem de “Dedenizin babasının buralı olduğunu bana ispatla” diyeceksiniz. Bu samimi de olmaz, tutarlı da... Bu alanda adım atmak gerekir. Vatandaşlığa kabul konusu şu açıdan önemli. 7 milyon civarında Anadolu Ermenisi bu gün itibariyle yüz ülkenin tamamına dağılmış durumda. Bunların aklı, kalbi ruhu Anadolu’yla, Türkiye’yle atmakta. Üçüncü, dördüncü kuşak da olsa, Anadolu’yu görmeseler de kendisini Muşlu, Vartolu, Erzurumlu, Rizeli, Manisalı, Bursalı diye tanımlıyor “Nerelisin” diye sorulduğunda...Şimdi bu şahısları acılarıyla, beklentileriyle siyasete malzeme yapmak doğru değil. Bu konuda Erdoğan samimi değil mi? Başbakan Erdoğan 20 Kasım 2011’de Dersim soykırımıyla ilgili söylediklerinin gereğini yapmadı. Kırmancki dili UNESKO’ nun kayıp dilleri arasındadır. Ve resmi olarak anadilde eğitime geçilmemiştir. Aynı zamanda alevilerin kutsal kabul ettiği mekanlar baraj ve maden ocaklarıyla tarumar edilmektedir. Dersim’ de 1937-1938’de yaşananlarla ilgili arşivler açılmamıştır. Bu konudaki mağduriyetler giderilmemiştir. Kayıp kızlar bulunamamıştır. Mezar diyemeyeceğimiz çukurlara toplu şekilde gömülenlerin yerleri tespit edilmemiştir ve hafızayı canlı tutacak bir anıt dikilmemiştir. Tarih kitaplarında, resmi tarihte düzeltmeler yapılmamış, utanç giderilmemiştir. Bunlar son üç yıl içerisindeki samimiyet testidir. Başbakanın önceden “Ergenekon savcısıyım derken” şimdi Ergenekon avukatlığına soyunmuş olması da samimiyet testinin başka bir boyutudur. Ergenekon’un en çok hedef gösterdiği kesimler Hıristiyanlar, Ermeniler,Kürdler ve Alevilerdir. Şimdi böyle bir yapılanma ile 17 Aralık operasyonu nedeniyle müttefik arayışına girip tüm o geçmişle yüzleşmeyi, yakın tarihle yüzleşmeyi becerememek samimiyet açısından problemlidir. Bu taziye ile tüm dünyaya bir mesaj verildi. Bu imajımızı düzeltmeye yönelikti. Gerçekten imajı düzelttiler. Gezi’yle olsun, yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili olsun, HSYK’la ilgili düzenlemelerden olsun yaratılan imaj buna benzer adım atılmaması durumunda ciddi bir imaj 7 söyleşi ayıtlarını açsın” göre ilerleme var mı? Şimdi bu konuda dünyada ciddi bir ilerleme sağlandı. Musevi soykırımından sonra Romanların da başına gelen soykırım kabul edildi. İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında tüm dünya devletlerinde insan hakları konusunda bir ilerleme ve hassasiyet oluşmaya başladı. Bu hassasiyetlerin oluşmasında Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin oluşturulması süreci w .a rs iv ak ur d .o rg Emlak-ı Metruka Yasası’ndan kaynaklanan sorunlar var. Terkedilmiş malların kayıtları komisyonlarda mevcut. Kayıtlı tüm mallar mirasçılarına verilmeli. Ayrıca bir vakıf kurulmalı ve Ermeni Kültürü ’nün tekrar inşası için büyük bir çalışma başlatılmalı. Gerekirse bu uluslararası denetime açık olabilir. Bu kuruma fon aktarılmalı, fon kiliselerin onarılmasında kullanılmalı. Ermeni çocuklarına dilini öğre- w Üçüncü dördüncü kuşaktan biri Amerika’dan Kanada’dan veya Latin Amerika’dan veya Beyrut’tan gelecek, diyecek ki ‘Ben 1915 kurbanının torunuyum vatandaş olmak istiyorum’. Ona ‘Kayıt getirin’ demek gerçekten ayıptır ve hiçbir kurala uymaz. w soruna yol açardı. Yargıyı tümden tekeline almış olması hükümetin bütün dünyadan eleştiri oklarını üzerine çekmesine sebep oldu. ABD’de iki yıl önce Temsilciler Meclisi’nde Soykırım Yasa Tasarısı kabul edildi. İkinci adım olarak bunun senatodan geçmesi gerekiyor. Geçen ay içerisinde oradan da geçti. Son adım olarak kongre aşamasına geldi. Tam kongreye gelirken böyle bir atak yaparak taziye mesajı yayınlamak, Osmanlı Ermenileri ile alakalı açıklama yapmak, bu meseleyle ilgili ABD’den de olumlu bir mesaj iletilmesi. Bu, Soykırım Tasarısı’nın gündemden çekilip askıya alınması potansiyeli taşıyor. Özellikle Obama hükümeti tarafından Türkiye’ye “adım atın biz bununla uğraşmayalım “deniliyor. Hükümetin bu konuda ki adımı da buna yönelik. ABD’ deki tasarının önüne geçmek için bir adımdı. Ancak siz ülkede adımlar atmasanız diğer ülkelerde tasarının geçip geçmemesi önemli değil, siz atmasanız 1948 soykırım yasasının gerektirdiğini yaparlar. Yasanın 5. ve 8. maddesi gereği parlementodan yasa geçirirler. Türkiye adım atmadığı sürece bu hükümetler adım atmakla yükümlüler. Diyelim ki Türkiye Cumhuriyeti devleti bu konuda samimi ve bundan sonra somut adımlar atmaya niyetlendi, ne yapmalı? Vatandaşlık hakkıyla geri dönüşlerin sağlanması için Türkiye’de ki bütün ırkçı söylemlerin, Ermeni düşmanlığı yaratan resmi tarihteki ve resmi literatürdeki söylemlerin temizlenmesi gerekiyor. Türkiye’de halen 60 bin Ermeni vatandaş yaşıyor. Bırakalım onlara karşı sürdürmeyi, bu insanlar olmasaydı bile ırkçılık yapamaz. Uluslararası hukuk Türkiye’yi bu söylemleri ortadan kaldırmaya mecbur tutuyor. Bununla ilişkili olarak anayasanın 90/5 maddesi yükümlülük getirmiş. Diasporadakiler vatandaşlığa geçirilecekse ilk önce dil ve söylemde arındırma gerekiyor. Geçmişle yüzleşme konusunda bu güne kadar halk yalanlarla beslendi. Bu konuyla ilgili olarak TRT-1’de hala yayınlar var. Ermenilerle ilgili mesaj yayınlandığında bile “Ermeniler Türklere ne yapmıştı” içerikli ırkçı bir dizi gösteriliyordu. Eğer samimi ise bu gibi ırkçı dizileri kaldıracak, kitapları temizleyecek ve halkıyla, aydınıyla daha doğru bir tarih sunacak. Özelikle medyaya bu konuda yeni bir düzenleme getirecek. Başka bir konu tazminat hususudur. tecek kurumlar kurulabilir. Okulların yeniden inşası konusunda çalışma yapılabilir. Türkiye’ye yerleşeceklere gerekirse ücretsiz arsa tahsis edilmeli. Soykırımla yüzleşebilmek için ciddi çaba gerekir. İlk adım olarak insanların acılarını kanatmadan bununla ilgili dil ve söylem değiştirilmeli. Bunun ardından diğer adımlar gelecektir. Bir çok yerde çıkan toplu mezarlar var. Dersim’deki gibi gömülerde kemiklerin bulunduğu yerlerde anıt mezarlar yapılabilir. Usulüne, ritüellere uygun yeniden defin törenleri düzenlenerek o insanların ruhu da rahatlatılabilir. İnsanların gelip yakınları için dua edebilecekleri yerler de olmalı. Bugün dünyada soykırım kabulünün durumu nedir? Geçmişe önemli rol oynadı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yapılması da ayrıca önemlidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin amacı 2. Dünya Savaşı’ nda yaşanan felaketlerin bir daha yaşanmamasıdır. Sözleşmenin ve mahkemenin kurulmasının nedeni ortak insani ve demokratik değerler oluşturmaktı. Aynı zamanda bu amaçla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olarak çok tanıdık ve bildiğimiz mahkeme kuruldu. Avrupa Kıtası’nda böyle bir sözleşmenin ve mahkemenin kurulması geçen yüzyıl ortasında yaşanmış bu soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçtan dolayıdır. Kürdler Ermeni soykırımında kullanıldıklarını söylüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kullanılmak, yapılan büyük soykırıma ve büyük insanlık suçuna mazeret bulmaktır. Bu mazeret ile suçu hafifletmeye çalışmak anlamına gelmektedir. Suçu hafifletmeye çalışmak hem samimiyete gölge düşürür hem de yüzleşmenin önüne geçer. Yüzleşme doğrudan olur. Herhangi bir takıntı, virgül ve amanın arkasına saklanmakla olmaz. Mazeret üretmek veya başka resmi tarihler örmekle olmaz. Mesela Türkiye de 4.000 yıl veya daha fazla geçmişi, tarihi olan halklar vardı. Ermeniler, Keldaniler ve Rumlar vardı, ama şimdi bu halkların büyük bir kısmı bu coğrafyadan silindi. Bir halk özellikle 1890’lardan başlayan bir politikayla 1923’e kadar devam eden bir süreç içerisinde imha edildi. Bu politikanın en büyük aşamalarını biliyorsunuz. İlki 1896’da 2. Abdülhamit ile başlayan soykırım süreci, sonraki aşamaysa 1915, yani 24 Nisan’la başlayan soykırım süreci. Bu ikinci aşamada daha kitlesel olarak insanların yollarda toplu olarak katledilmesi, yerlerinden yurdundan alınıp başka yerlere götürülmesi ve o götürüldüğü yerlerde aç susuz bırakılarak ya da doğrudan öldürülmeye devam edilmesi suretiyle binlerce yıllık kadim bir halk, halklar bu topraklardan unutulmayacak insanlık suçlarıyla kazındı. Demokratik Özerklik için ne düşünüyorsunuz, beraber yaşama ve geçmişle yüzleşme olanağı sağlar mı? Yalnızca Kürdlerin değil, Türklerin de bunu yapması lazım. Çünkü İstanbul’da da Kürd var, Ermeni var, Süryani var. Bu nedenle yalnızca bir bölgede değil, tüm Türkiye’de demokratik bir geçişle, yani hakların var olduğu gerçeği üzerinde bir geçişle mümkündür. Doğrudan demokrasi ilkeleri de çalışırsa tabi. Tek ırk veya tek din ideolojisinden ayrılarak, tüm ırkların ve dinlerin bir arada yaşadığı bir konfederal yapıya geçmek de bence çok önemli olur. Öcalan`ın bu konuyla ilgili vurgusunu çok önemli buluyorum. Demokratik konfederasyon meselesi bu topraklara özgü, sanırım en gerçekçi, yönetim tarzı olur. Ortak payda da buluşabilmek ve bu konuyla ilgili herkesin kendini temsili açısından; ama aynı zamanda çoğunluğun azınlığı ezmeyeceği, azınlığın çoğunluğa tahakküm kurmayacağı bir yapı, doğrudan demokrasinin olabileceği bir sistem oluşabilirse mümkündür. kültür 8 Tahran Üniversitesi’nden Kürd Ansiklopedisi tarihi, siyasi ve kültürel çalışmalarını biraraya toplamayı amaçladıklarını kaydetti. Şimdiye kadar yaklaşık 2 bin kitaba ulaştıklarını belirten Şems, kullanacakları kaynaklar arasında Kürdlerden bahseden binlerce makalenin de bulunduğunu söyledi. Şems, “Amacımız üniversitelerle Kürdoloji çalışmaları yapan üniversitelerle ilişki kurmak. İran’da araştırma yapmak isteyen akademisyenlere de kapımız açık. Kendilerine her türlü desteği sunarız. Bizim Kürdoloji bölümü arşivimizden yararlanabilirler” diye konuştu. Kürdçe yayında rekor artış BasHaber Türkiye’de, Kürdçe yayın sayısının 2008’de 101 iken, 2013 yılında 4 kat artışla 413’e çıktığı bildirildi. Geçen yıl 196 Kürdçe eserin verildiği ’yetişkin kurgu edebiyat’, bu dilde artış oranı en yüksek konu başlığı oldu. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) bilgilerine göre, Türkiye’de yayın sayısı 2008’de 32 bin 339 iken, bu rakam geçen yıl %46 artışla 47 bin 352’ye yükseldi. 2013’te yayınların, 43 bin 86’sını Türkçe 2 bin 615’ini İngilizce, 473’ünü Arapça dilindekiler oluşturdu. Diğer yayın dilleri Kürdçe, Fransızca, Almanca, Rusça, İspanyolca ve İtalyanca olarak sıralandı. Türkiye’de son 6 yılda yayın sayısı en çok artan diller arasın Fransızca ve Kürdçe oldu. 2008 yılında 48 olan Fransızca eser sayısı 5,7 kat artışla geçen yıl 274’e yükseldi. AA’nın haberine göre aynı dönemde Kürdçe basılı yayın sayısı da rekor düzeyde arttı. 6 yıl önce 101 olan Kürdçe yayın sayısı 4 katına çıkarak 2013 yılında 413 olarak gerçekleşti. Kürdçe eserlerin konularına göre dağılımına bakıldığında ilk sırayı ’yetişkin kurgu edebiyat’ aldı. Kürdçe edebi eser sayısı 2008 yılında 58 iken geçen yıl sonu itibarıyla 196’ya yükseldi. Kürdçe yayınlarda 2013’te ikinci sırayı 105 eserle ’yetişkin kültür’ kategorisi alırken, bunu 44 yayınla ’çocuk ve ilk gençlik’, 26 yayınla ’eğitim’, 23 yayınla ’akademik’ ve 19 yayınla ’inanç’ kategorileri izledi. kardeşliğe getirilen bir diğer eleştiri de egemen kültürün pekiştirilmesinde bir araç olarak kullanıldığıydı. Doğrusu “öteki” kadınların bu bakış açısı Dünya Kadın Hareketine yeni bir ivme de kazandırmıştı. Irkçı, cinsiyetçi, sınıfsal açıdan baskıcı sisteme ve maruz kaldıkları muamelelere karşı ısrarlı bir direnç göstermiş, özgürleşme yolunda önemli kazanımlar da elde etmişti. Onların bu ısrarlı direnişleri sayesindedir ki farklı kadın deneyimleri belli iç görüler ve algılar oluşturdu. Artık kadınlar salt toplumsal cinsiyetleri nedeniyle üstelik ortak bir biçimde ezilmediklerini, diğer aidiyetlerinin de birbirini kesen ezilme biçimleri oluşturduğu yönlü farkındalıklar yaratılmıştı. Türkiye’de de durum benzer bir seyir izledi. Kürd kadınları tıpkı siyahi kadınlar gibi 90’lı yıllardan itibaren Türk “kız kardeşlerinin” hiç de maruz kalmadıkları ezilme biçimlerini yüksek sesle dile getirmeye, kurumsal örgütlülükler oluşturmaya başlamıştı. Türkiye’de “Bu itiraz ediş süreci 3. Dalga feminizmin başlangıcına da tekabül eder” dersek hiç de mübalağa etmiş olmayacağız. Kürd kadınları ısrarla çok boyutlu bir ezilme deneyimi yaşadıklarını, ezilmenin ve baskı görmenin kendileri açısından temel kaynağının toplumsal cinsiyetele birlikte ve en az onun kadar yakıcı olmak üzere ulusal, sınıfsal kimlik olduğu belirlemesini “kız kardeşlik” söyleminin egemen/Türk kültürünün farklılıkları görünmez kıldırdığını, baskıladığını da beyan ediyorlardı. Bu; Kürd ve Türk kadınları arasında günümüze dek gelecek bir gerilimin nedeniydi de. Nitekim baskılanmış Kürd ulusal kimliği, kökü derinlere kazınmış olan Türk ulusçuluğu/milliyetçiliği takıntılarını bilince çıkartmakta zorlanan Türk kadınlarıyla, Kürd kadınlarının gerilimli karşılaşma alanı olup, bu gün bile toplumsal cinsiyetçiliğin en kritik noktasıdır. Ulusal kimliğin açık sembollerinin ayrıca kültürel ve biyolojik taşıyıcılığı ile Kürd ulusal kimliğinin sınır koruyuculuğunun kadında somutlaşması bu kritik ayrışmanın derinleştiği alandır. Bu karşılaşma alanlarının en az hasarla atlatılması için Türk Kadın Ha- reketi şu soruların cevabının peşine düşmelidir: Toplumsal cinsiyet sorunsalında Kürd kadını ile Türk kadınının karşılaştığı farklılıkları tanımlayan kodlar nelerdir? Bu kodlar Kürd kadınının kaderini biçimlendirirken, Türk kadını milliyetçi takıntılarını bir tarafa bırakarak bu kodların Türkiye’deki toplumsal cinsiyetçilik ile milliyetçiliğin çakıştığı alan olduğu öngörüsünü oluşturabilecek midir? Ve bir adım ötesi bu kesişme alanının kendi toplumsal cinsiyet sorunlarının da bir parçası olduğunu kabul edebilecek bir bakış açısını içselleştirebilecek midir? Türk kadınları Türkiye’nin en baş sıradaki ötekileri olan Kürd kadınını güçlendirmek için yapısal stratejiler geliştirme ve bu stratejileri mücadele zeminine yayacak bir hareket yaratabilecek midir? Yanıtlanması zor ve elzem sorular. Bu sorulara verilecek olan cevaplar Türk ve Kürd kadınları arasındaki gerilimin müzakere sınırlarını da çizecektir. gerilimin müzakere sınırları gerilimin müzakere sınırları Feminizmin temel önermelerinden biri kadınların etnik, ulusal, sınıfsal aidiyetlerine bakmaksızın “kadın” olma paydası nedeniyle, ortak baskıları deneyimledikleridir. Evrensel “kız kardeşlik” anlayışı da bu yaklaşımın bir sonucudur. Tüm kadınlar cinsiyetleri nedeniyle “aynı” ezilme biçimine maruz kalıyorsa, doğal olarak tümü kız kardeştir. Uzunca yıllar dünya kadın hareketi bu inancı paylaşıyordu: Ta ki siyahi kadınlar bu evrensel kız kardeşlik olgusuna itiraz edene dek. Onları lezbiyenler, Üçüncü Dünyalı ve işçi sınıfından kadınlar izledi. İtiraz eden bu kesimlere göre var olan kız kardeşlik; Batılı, Beyaz ve orta sınıf kadın karakterini taşıyor, kendi deneyimlerini, kendi ezilme biçimlerini yok sayıyor ve ya en iyi niyetle görünmez kılıyordu. Evrensel kız w w Kürd ve Türk kadınları arasındaki w HAMİYET ÇELEBİ .a iv ak ur d .o rg rs BasHaber - Tahran Üniversitesi Kürd Araştırmaları Merkezi Direktörü Dr. İsmail Şems, 2010 yılında üniversite bünyesinde kurulan Kürdoloji bölümünün, Kürdlerle ilgili altı ciltlik bir ansiklopedi hazırladığını kaydetti. Şems’e göre dört yıllık çalışma sonunda ansiklopedi basıma hazır hale geldi. Geçtiğimiz günlerde Bilgi Üniversitesi Kürdoloji Çalışma Birimi, Bilgi Üniversitesi Kültür ve Düşünce Topluluğu ve Toplum ve Kuram dergisinin düzenlediği “90’lı Yıllarda Kürdler ve Kürdistan Konferansı”na katılan Şems, ansiklopedide Kürdlerin 9 dünya Ukrayna ve rejim değişikliği FERHAT KENTEL 1915’te Ermenileşmiş Türkler nerede? Micheal Parenti ur d .o rg Başbakanın geçtiğimiz günlerde yaptığı 24 Nisan açıklaması tahmin edileceği gibi etkili bir ses çıkardı. Muhtemelen epey insan kafa kafaya vermiş ve çok yönlü hesap güden iyi bir metin hazırlanmış. Erdoğan’ın etrafında örülmüş olan, onu kutsal bir ikona haline getiren organik kitleden bir “uzman” bu hesabın bir yönünü “Başbakan, Diaspora’ya çok iyi bir gol attı” sözleriyle çok net aydınlatmış. İlginç bir yaklaşım... Dedeleri, nineleri 99 yıl önce yurtlarını, evlerini, tarlalarını, işyerlerini, okullarını, beşiklerini terketmek zorunda kalan ve bu yüzden 99 yıldır “vatansız” yaşayıp, 1915’i vatan kılan insanları “gol atılacak kale” olarak gören zihniyet nasıl bir zihniyettir, pek anlamak mümkün değil. Ya da anlaşılabilir ama anlaşılan şey pek de hayırlı bir şey çıkmaz. Erdoğan’ın hesabının içinde kuşkusuz 1915’te Ermenilerin canlarını kaybetmiş olmalarından ötürü, bir miktar acı hissetmiş olması da muhtemelen mevcuttur. Niyetler ne olursa olsun, yapılan bu açıklama, buz gibi, soğuk bir dile sahip Türk devlet geleneğinde küçük çapta bir kırılmaya tekabül ediyor ve “hesapçıların” niyetleri ne olursa olsun, Türkiye’nin vicdanlı insanlarının atacakları adımların da önünü açıyor. “Yetmez ama evet” denilerek, bu toprakların en eski halkı olan Ermenilerden yüzbinlerce masumun yaşadığı büyük felaket (Metz yegern, soykırım, katliam) için özür başta olmak üzere, onların ruhlarını ve kimliklerini iyileştirici adımlar atılması için çabalar sürebilir. Ancak atılacak bu iyileştirici adımlar sadece Ermenileri iyileştirmeyecek. Ermeniler bu topraklarda kesildiklerinden, sürüldüklerinden beri bir türlü iyileşemeyen Anadolu insanlarının üzerindeki “laneti” de belki söküp atmaya yarayacak bu adımlar. w w .a rs iv ak şekilde iaşe sağlanması ve kitlenin seferberlik halinde kalması amacıyla bayraklar, semboller ve birçok dilde hazırlanan pankartlardan oluşan propaganda araçlarıyla donatılması için çok büyük tutarlarda finansman aldılar. Düzenlenen gösteriler sürecinde, “gösterilere” katılanlar bozgunculuk, şiddet ve terör eylemlerini gerçekleştirirken, Batılı medya kuruluşları ise, Kiev sokaklarında yaşanan olayları Beyaz Saray’ın işine gelecek şekilde rapor ettiler. Bu tarz sosyal kargaşa yaratma tekniklerinin daha önce, Venezüella’dan Taylan’a kadar, birçok ülkede uygulandığına tanıklık ettik. Batılı/Küresel güçlerce finansmanı sağlanan bu tür saldırıların hedefi, dünya ekonomisinin en büyük zenginleri olan % 1’lik seçkin sınıfa dünyayı daha güvenli kılmak içindir. Demokrasi için savaştığını düşünen Ukraynalılar, Batılı plütokrasi çıkarlarına hizmet ettiklerini anlayacaklardır. Ukrayna vatandaşları, eskiden beri süregelen sosyal tasarımları yerine getiren yeni hükümetin elinde kaldılar. Çabaları, daha fazla çökmüş, daha fazla yozlaşmış bir ekonomiyle sonuçlanacak: IMF’ye büyük bir borç yükü, vatandaşın alacağı sosyal hizmetlerde büyük bozulma ve de Yulia Timoşenko gibi işbirlikçilerin yönetimde olduğu çürümüş, içi boş bir “demokrasi” . Rusya yönetimi Kırım, Rus dili ve kültürü adına müdahale etti. Ve şimdilerde Moskova’yı, Ukrayna’dan uzaklaştırma, bu coğrafyadan çekilmeye zorlama yollarını arayan, dünya üzerinde hüküm süren plütokratların saldırısına maruz kaldı. Viladimir Putin her fırsatta kınandı ve iblisleştirildi. Amerikan Birleşik Devletleri (ABD) medyası (aktörlerinden) birisi, acaba Putin’in açıklamalarını gerçekten okumuş mu? Putin’in açıklamaları gayet açık olup, Obama’nın söylediği yalanları ifşa eder niteliktedir (ABD’nin Irak’ı nasıl kurtardığını ve demokrasi getirdiğine dair Brüksel’de yaptığı konuşma). ABD’nin hedefi, Rusya’yı çevreleme ve ürkek bir devlet haline dönüştürmektir. Ancak, bunu gerçekleştirmek, söylemek kadar kolay değildir. Obama’nın elinde çok az kartı kaldı ve oynayacak kozu bile yok. Çeviren: Nizamettin Karabenk w Washington ile Moskova arasındaki bilek gücü yarışı Kiev’deki rejim değişikliği gelişmeleri ve dünya siyaseti üzerine yansıma sonuçları insanlarda görme kaybının meydana gelmesine neden oldu. ABD ve Rusya yanlısı taraftarların birbirlerini azarlamasının ötesinde, yaşanan olaylardan sonra elde kalan durum; ABD’nin yönettiği bir siyasal orkestra marifetiyle Ukrayna hükümetinin iktidara gelmesidir. Halkının bir kısmı mevcut yönetimden memnun olsa da, aynı halk, başında bulunan yönetimin kurbanı olup, uykusundan elbette uyanacak. Seçmenlerin % 83’ünden fazlası Kırım’ın Rusya’ya yeniden ilhak edilmesi için referanduma katıldı. Kırımlıların büyük çoğunluğu (% 93’ten fazlası) Ukrayna’dan ayrılma ve yeniden Rusya’ya katılma yönünde oy verdi. Unutmamamız gereken bir durum; Ukrayna, ülkede “rejim değişikliği” olması için destek veren ve Ukrayna halkında yıkım yaratan (küresel) güçlerin avı olmasıdır. Kırım da böylesi bir işe karışmış olmaz ve Rusya da Kırım’a destek vermiş olmazdı. Günümüz dünya koşullarında bir ülkede “rejim değişikliği” yapma yöntemi, o ülkede iktidarda olan hükümetin ülke yönetimi faaliyetlerini icra etmesini imkânsız hale getirmeyi amaçlayan bir siyasal faaliyet formudur. Organize edilen bu tarz yönetim kaoslarını ve değişik ülkelerde yaratılıp, sonu gelmez sosyal kargaşaları daha önce gördük ve yine tanık oluyoruz. Sosyal kargaşa yaratılmak üzere iyi organize edilen gruplar, dışarıdan müdahale eden Batılı çıkar odaklarınca finanse edilip, gerekli donanım sağlanıyor. Aşırı milliyetçi gruplar ve paralı askerler, arkalarında Batılı güçlerin desteği olduğunu bilincini taşıyarak, protesto gösterisinde bulunan halk kalabalığına karışıyor, yönetimi devralma ve operasyon faaliyetlerinin planlamasını yapıyorlar. Kiev’de organize edilen gerici gruplar Yahudilere, siyahilere, Çinlilere, Moskova’dan gelenlere ve elbette komünistlere karşı iftira saldırılarında bulundular. Ukrayna’da faaliyet gösteren Svobado ve Pravy Sector gibi kripto faşist gruplar, binlerce Ukraynalının Kiev sokaklarında haftalarca süren gösterilere katılmalarını sağlamak üzere, konforlu bir İmtiyaz sahibi: Botan Tahsin Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı - Yayın Koordinatörü: Yavuz Şimşek İdare Müdürü: Yeter Polat Haber Merkezi: Ronya Esra Şaran, Özlem Dağdeviren, Leyla Denli, Aziz Tekin, Yunus Demir Grafik: BasNews Grafik Servisi Hukuk Danışmanı: Hamiyet Çelebi Ama Ermenilere taziyede bulunmanın olumlu etkisini silen, onların ne kadar yaralı olduğunu bir türlü anlamak istemeyen dilin en önemli boyutu belki de bu meselenin “her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı” koşullarına bağlanılıyor olmasında yatıyor. Çünkü çok basit bir şekilde, Çanakkale’de devletlerin savaşması, ya da Sarıkamış’ta Enver efendinin binlerce askeri göz göre göre öldürmesi ile bir devlet eliyle kendi vatandaşlarını çoluk çocuk, kadın erkek ölüme yollaması ve topraklarını Ermenilerden temizlemesi arasında dağlar kadar fark var. Çünkü bir tarafta koskoca bir TC “devleti” var. Öbür tarafta Ermeni “insanlar” var. 99 yıl sonra bugün koskoca devletin arşivleri ver; insanların ise hafızaları var. Birisinde –herkese gösterilmeyen, ancak makbul tarihçilere sınırlı biçimde gösterilen- kağıtlar, mühürlenmiş resmi belgeler, klasörler var. Diğerinde et, kan, can, kalp, rüya, geceler yıllar boyu süren kabuslar, nineden toruna aktarılan hafızalar, yara izleri var. Birisi vatan ve milletten, “güç” ve “milli çıkarlardan”, “gollerden” bahsediyor; diğeri kalbinden, damardan konuşuyor; “dinle beni, duy beni” diyebiliyor ancak. Birisi üzerine oturduğu malları, mülkleri, tarlaları, evleri, altınları kapısı on kat kilitli Tapu Kadastro arşivleri ile saklamaya çalışıyor; diğeri kovulduğu evinin, kilisesinin harabesini yıllar sonra ziyaret edebildiğinde tek bir taşı hatıra olarak cebine koymaya çalışıyor. Ve en nihayetinde sormak lazım: toprak altındakilerin sayısız çokluğuna ek olarak, 1915’ten kalma çok sayıda Müslümanlaşmış Ermeni varken, “karşılıklılık içinde” olması gereken Hıristiyanlaşmış-Ermenileşmiş Türkleri nerede aramak lazım acaba? Adres: Meşelik Sokak, No: 22, D: 3, Beyoğlu, İstanbul Tlf: 0 212 243 27 79 Faks: 0 212 243 27 60 E-mail: bashaber@basnews.com basnuce@basnews.com Web: basnews.com Baskı: Mürekkep Matbaası, Tevfikbey Mh. Tahsin Tekeoğlu Caddesi, No: 2, Sefaköy-İstanbul BasHaber / BasNûçe gazetesinde yayınlanan haber, yazı, fotoğraf ve her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketine aittir. inceleme 10 Kürdistan petrolü depo kurulması yolunda zorlu bir maratona hazırlanan Irak’ta nasıl ve ne güçte bir karşılık bulacağı merak konusu. Bir diğer merak konusu da Türkiye’nin tutumunun ne olacağı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız daha önce yaptığı açıklamada Ceyhan’daki depolama kapasitesinin 2.5 milyon varil olduğuna dikkat çekerek, “Eğer Ceyhan’daki petrol miktarı depolama kapasitesini aşarsa buradaki petrolü satabiliriz” demişti. Yıldız, bu petrolün yurtiçi ve yurtdışından alıcısı olabileceğini açıklamıştı. Maliki yönetimi Kürdistan Bölgesi’nin yıllık bütçesinde kesinti yapmış, Erbil ise bu girişime tepki göstermişti. GÖZLER KÜRDİSTAN’DA KBY’nin petrol satış kararıyla dünya enerji piyasasındaki aktörlerin gözü yeniden bölgeye çevrildi. Bölgede 50’ye yakın uluslararası petrol ve gaz firması zengin yatakların olduğu sahalarda üretim yapıyor. Kürdistan Bölgesi’nin petrol gelirindeki payı 10 milyar dolar civarında. Bölge yöne- rg Kürdistan Bölgesi Yönetimi (KBY)’nin Ceyhan’da depolarda bekleyen petrolün bu günden itibaren Cesim satışı için karar alması İlhan petrol satrancına yeni bir heyecan getirdi. Bu kararın Irak’ta geçen çarşamba günü yapılan genel seçimlerin hemen öncesine denk gelmesi heyecanı daha da arttırıyor.Ceyhan’daki depolarda halen 1.5 milyon varil petrol bulunuyor. Daha önce Kürdistan Bölgesi Yönetimi’nin Türkiye üzerinden petrol ihraç etme w w w .a rs iv ak ur d .o Tüm dünyanın gözünü diktiği Kürdistan petrolünün çıkarılıp dünya pazarına sunulmasında Türkiye önemli avantajlara sahip. Bölge hemen hemen pek çok ihtiyacını Türkiye’ den sağlıyor. girişimi Bağdat engeline takılmıştı. Merkezi hükümet petrolün Bağdat üzerinden satılması gerektiğini gerekçe göstererek ihracata izin vermiyor. KBY Başbakanı Neçirvan Barzani geçen pazar günü yaptığı açıklamada “Bağdat izin versin ya da vermesin 2 Mayıs’ta Ceyhan’da depolarda bekleyen petrolü satacağız. Türkiye almak isterse onlara satarız. Eğer istemezse başka ülkelere satarız. Bu bizim son kararımız” sözleriyle radikal bir çıkış yaptı. KBY’nin bu kararının 30 Nisan’da yapılan genel seçimlerin ardından yeni hükümetin Kürdistan Bölgesi’nde çıkarılan petrolün nasıl satılacağı, satış bedelinin nerede toplanacağı ve gelirin ne şekilde bölüşüleceği gibi konularda Irak Merkezi Hükümeti ile KBY arasında uzun süredir devam eden bir anlaşmazlık bulunuyor. Kürdistan petrollerinin çıkarılmasında, nakledilmesinde ve dünya piyasalarına sunulmasında en etkin konumda bulunan Türkiye’nin de devrede olduğu bu konu taraflar arasında sürdürülen yoğun görüşmelere rağmen bir türlü çözümlenemiyor. du. Anlaşma sağlanmaması nedeniyle timi, bu gelirin önümüzdeki altı yıl içinde 10 kat artacağına dikkat çekiyor. Petrolün dağıtımı ve gelirlerinin paylaşımı Erbil ve Bağdat arasındaki gerilimin temelini oluşturuyor. KERKÜK TEZİ ÇÖKTÜ Saddam Hüseyin, 1970’de tanınan otonomiyi tarif ederken, otonominin toprağa değil, Kürdlere verildiğini söylemişti. Bunun anlamı “Kürdistan’a değil, Kürdlere otonomi” idi. Bugün hala Kerkük, Xaneqin, Mendeli, Mu- sul, Şengal ve Kürdistan’dan koparılmış diğer bölgeler Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin siyasi sınırları içinde değil. Ancak 2000’li yılların ortalarından itibaren Güney Kürdistan’ın Kerkük dışındaki alanlarında dünyanın 7. büyük petrol rezervlerine sahip olduğu, hatta devam eden enerji arama çalışmalarının olumlu sonuç vermesi durumunda Kürdistan’ın dünyanın 4. büyük petrol üreticisi ülke konumuna geleceği anlaşılınca Kürdlerin eli ekonomik ve siyasal alanda güçlendi. Kürdlere bağımsızlığa giden yolun taşlarını döşeyebilmeleri için çok önemli bir avantaj getirdi. Böylece on yıl öncesine kadar Kürd siyasal hareketleri de dâhil birçok kesimin inandığı, “Kerkük petrolleri olmadan Kürdistan olamayacağı gibi Kürdler de bölgede önemli bir aktör ve güç konumuna gelemez” tezi çökmüş oldu. Ancak tartışmalı bölgelerin Kürdistan’ın coğrafi ve tarihi bütünlüğü açısından stratejik ve manevi değeri Kürdler açısından ortadan kalkmadı. KÜRDİSTAN’DA ÜRETİLEN PETROL KERKÜK’Ü GEÇTİ Irak’ın toplam petrol ve doğal gaz gelirlerinden Kürdistan Bölgesi’nin payı, anayasaya göre, yüzde 17. Yani her 100 dolarlık satışın 17 doları Kürdistan Bölgesi’ne ait. Bugün itibariyle, Kürdistan’daki petrol gelirindeki payı 10 milyar dolar civarında. Erbil yönetimi, bu gelirin önümüzdeki 6 yıl içinde 10 kat artacağını ifade ediyor. Yapılan araştırmalara göre, Irak’taki petrol rezervlerinin beşte biri Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin denetiminde. Irak’ta 150 milyar varil petrol rezervi olduğu tahmin ediliyor. Kürdistan Hükümeti’nin denetiminde olan bölgelerde ise tahminler 45 milyar varillik bir rezerv olduğu yönünde. Kerkük’deki petrol rezervi ise yaklaşık 10 milyar varil. Tartışmalı olan Kerkük’deki kuyulardan şu an günde 650 bin varil petrol elde ediliyor. Kerkük petrolü, Irak petrolünün yüzde 11’ini oluşturuyor. Kürdistan Hükümeti’nin denetimindeki bölgelerde ise günlük 300-400 bin varil petrol üretilmektedir. Bölgesel Hükümet ve yabancı enerji kaynakları yaptıkları açıklamalarda bu rakamın 2015 yılında günlük 1 milyon varil, 2019 yılında ise 2 milyon varile çıkacağını hesaplamakta. Bu da Kerkük petrolünün 3 katı fazlası bir üretim demektir. 11 inceleme odan çıkıyor iv rs .a Merkezi Irak hükümeti ile BKY, Türkiye üzerinden ihraç edilecek petrolle ilgili taşıma ‘yarışına’ girmiş durumda. Bağdat hükümeti, kısa bir süre önce başlayan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yeni boru hattından petrol akışını engellemek için Kerkük-Yumurtalık hattına ihraç ettiği petrol miktarını w w SATIŞ 1.5 AY ALIR şirket aldı. Satış sürecinde en az beş şirket ihalelere katılıyor. Bunun parasal değeri de 1 milyar doların üzerinde.” w yarışıyor. Kürdistan Bölgesi petrolüne dünyanın ilgisi giderek artarken halen Türkiye, ABD, İngiltere, Kanada, Norveç, BAE, Çin, Hindistan, Güney Kore, Fransa, Macaristan, Moldova, Avusturya, Kıbrıs, Avusturalya gibi ülkelerden enerji, petrol, doğal gaz, inşaat ve altyapı firmaları başı çekiyor. Ekonomik entegrasyonda en büyük rol Türkiye’ye düşüyor. Tüm dünyanın göz diktiği Kürdistan petrolünde Türkiye başta enerji ve taahhüt alanlarında olmak üzere önemli avantajlara sahip. Bölge hemen hemen pek çok ihtiyacını Türkiye’ den sağlıyor. TÜRKİYE ÜZERİNDEN TAŞIMA Kürdistan’da bulunan petrol ve doğal gazın çıkarılıp dünya pazarlarına arz edilmesi konusunda son aşamaya gelinmiş durumda. Türkiye üzerinden pazarlanacak petrolün ölçülmesi, pazarlanması ve tahsilâtının nasıl yapılacağı gibi detaylar tartışılıyor. Kürdistan’ın Taqtaq ve Tawke bölgesinden çıkarılarak Zaxo üzerinden Türkiye sınırına gelen ve Silopi yakınlarında KerkükYumurtalık boru hattına bağlanmış boru hattından, petrol pompalanmaya başlandı. Şu anda Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kontrolü altında bulunan bölgede Irak petrollerinin yüzde 20’sinin (dünya enerji kaynaklarının yüzde 2’si) hangi güzergâh takip edilerek Akdeniz’e ve dolayısıyla Batı’ya taşınacağı konusu önem kazanmış bulunuyor. Kürdistan Bölgesi petrolü yarından itibaren dünya pazarına sunulmaya başlanacak. Türkiye’deki tanklarda biriken 1.5 milyon varil petrolün dünya piyasasına sunulması ile birlikte Kürdistan Bölgesi, Bağdat’ın dahli olmadan ürettiği petrolü resmi olarak satma hakkını meşrulaştıra- .o rg cak. Erbil yönetiminin Kürdistan’daki sahalarda uluslararası konsorsiyumların ürettiği petrolü dünya pazarına sunma hakkını kazanması, Kürdistan’ın ayrılma sürecini de hızlandıracak ve bölgede yeni güç dengelerinin kurulmasına neden olacak bir gelişme olarak oldukça önemli. Maliki Hükümeti’nin Tahran’ın da katkısı ile son 3 yılda Kürdistan’ı kuşatan ve bütçesini kısarak veya vermeyerek Bağdat’a muhtaç eden uygulamaları Kürd siyasi liderleri ciddi bir şekilde ayrılma seçeneğini gündeme almaya zorladı. Öte yandan son 6 ayda Suriye’den taşan radikal İslamcı grupların, Irak Sunilerinin yaşadığı Anbar Eyaleti’ndeki etkinlikleri, yol ve petrol bölgeleri üzerindeki baskıları, kimi şehirlere el koymaları da Kürdistan ile Irak’ın Şii bölgesi arasındaki fiziki ilişkileri kopartmış halde. Şu anda Erbil ile Bağdat arasında kara ulaşımı ciddi bir zaafiyete uğramış durumda. Irak Ordusu, Kürd peşmergelerin yardımı olmadan bölgeye hakim olma potansiyeline sahip değil. Irak’ta 30 Nisan’da yapılan seçimler sonucunda Kürdistan’ın ayrılmasını fiilen kışkırtan Maliki’ye alternatif bir hükümet kurulamazsa, Kürdistan’ın ayrılması sürecinin görünür gelecekte gündeme alınacağını şekilde hızlanacağını söylemek hayali olmayacaktır. Öte yandan son zamanlarda Irak ve Arap aleminin Şii ve Suni siyaset sınıfı ve entellektüelleri arasında Kürdistan’ın Irak’tan ayrılması konusunda daha geniş bir hoşgörü geliştiği de gözlemleniyor. Barzani’nin “uygar ayrılma” şeklinde formüle ettiği “Çekoslovakya modeli” bu kesimler tarafından da destekleniyor. Kürd direnişçi lider Mele Mustafa’nın Kürdistan’ın yakılıp yıkılmasına dünyanın sessiz kalmasını “bir varil petrol, bin ton adaletten daha ağır çekiyor” diye protesto etmesi üzerinden 50 yıl geçti. Bu geçen zamanda ülkelerinin petrolü Kürdlerin yaşamını, ülkelerinin zeminini zehirleyen bir sıvı oldu. Ancak trajedilerle geçen 50 yıldan sonra bu ağır kokulu kara sıvının artık acılarına merhem olacak bir ilaca dönüştürmeyi de başardılar. Kürdistan’ın ayrılma sürecini tetikleyen gelişmeler elbette sadece Irak’ın iç dengelerinde meydana gelen depremlerle ilgili değil. Belki de Kürd siyasetinin artık tümüyle yüzünü Batı’ya dönme iradesinin gelişmesi neticesinde özellikle Türkiye Devleti ile geliştirdiği “ortak gelecek ve karşılıklı çıkarlara dayalı iyi komşuluk” anlayışının gelişmesi oldu. Son zamanlarda Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Batı dünyası ile girdiği histerik ilişkiler ve ekonomik operasyonlara uğrama, Suriye siyasetindeki dramatik yenilgisi ardından Güney Kürdistan’ın bağımsızlığının hamisi olarak Kürd petrol ve gazının koridorunu ele geçirerek Batı’ya karşı yeni bir stratejik üstünlük elde etme ve Türkiye’nin ekonomisini stabilleştirme çabaları da bu sürecin Türkiye ayağını teşkil ediyor. Elbette Erdoğan açısından meselenin tek boyutu Güney’in zenginliklerine ortak olmak değil. Kuzey’deki Kürdlerle yumuşaması, Erdoğan’ın artık giderek sarsılan iktidarını koruma yolundaki bir diğer önemli çıkarımı oldu. Bu durum, çözüm sürecinde gelişen “Kürd ve Türklerin İslam çatısı altında yeniden buluşması” fikrinin temeli de oldu. AKP iktidarının, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nın tezlerinin temelini teşkil eden “Neo-Osmanlı” siyasetinin uğradığı çöküntünün esas nedeninin Kürdlerle savaşarak Türkiye’nin kabuğunu kırma olasılığının olmadığı gerçeğinin anlaşılması oldu. “Kürd barışından” alınacak gücün T.C’nin ikbali ve yeniden çoğaltılması için kullanılması halinde AKP’nin de iktidarını koruyacak temel motife sahip olacağı ve bu ülkenin uzun yıllar bu parti çizgisi tarafından yönetilmesi imkanını vereceği artık AKP’li stratejler tarafından savunulan temel tez oldu. Kürdistan petrollerinin vanasını el altında tutan, içerde “Kürdlerle uzlaşan” Erdoğan’ın edineceği bu enerjiyi nasıl kullanacağını da hep birlikte göreceğiz. ak Suriye’de en önemli petrol rezervlerinin bulunduğu Rojava’daki petrol işletme tesislerinin Kürdlerin kontrolüne geçmesi alandaki gelişmelerin önümüzdeki dönemde farklı bir seyir izleyeceğini gösteriyor. Hem Güney Kürdistan’ın hem de Rojava petrollerinin taşınması için yapılacak anlaşmalar bölgenin geleceğini yakından etkileyecek. Kürdler, üzerinde yaşadıkları toprağın altındaki petrolün ve doğalgazın, düne kadar esaret bugün ise özgürlüklerine yol açan bir zenginlik olduğunun artık çok iyi farkındalar. Kürdistan Bölgesi’nde güvenlik ve istikrar sağlanmış durumda. Kürdistan’da 30’dan fazla uluslararası petrol ve gaz firması onlarca zengin yatakların olduğu sahalarda başta arama, çıkarma, üretim, dağıtım ve pazarlama alanında artırdı. Kürdistan’dan günlük 20-30 bin varil arasında petrol Ceyhan’a geliyor. Kürdistan petrolünün yakın bir dönemde günlük 150 bin varile kadar çıkması bekleniyor.Kürdistan’dan Kerkük-Yumurtalık üzerinden gelen petrol, Ceyhan’da BOTAŞ’ın tankında depolanıyor. Ceyhan’daki tankın dolması ve petrolün uluslararası pazarlara ihracatının 1,5 ay alabileceği belirtiliyor. Kürdistan Bölgesi petrolünü Turkish Energy Company (TEC) satacak. Sektörel kaynakların açıklaması şöyle: “Ceyhan’da depolanan petrol Türk firması olan BOTAŞ’ın alt şirketi TEC tarafından ihaleye çıkarılarak uluslararası pazarlara satılacak. Merkezi Irak ile iş yapmayan firmalar bu petrolü alır. Zaten 14 aydan bu yana kamyonlarla gelen yaklaşık 10 milyon varillik petrol 20 gemiye yüklendi. Bu petrolü pek çok Bir varil petrol, bin ton adalet ur d EKONOMİK VE SİYASAL GÜÇ FAYSAL DAĞLI inceleme 12 Türkiye ile daha entegre bir yapı oluşur .o ur d ak iv .a rs “Irak Kürdistan’ı Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirirse bundan kendi bağımsızlığının da; Türkiye Kürdistanı’nın da, Rojava’ nın da çok faydalanabileceğini düşünüyorum.” w w biliyor . Irak Kürdistan’ı bunu Türkiye üzerinden Batı ile yapmaya çalışıyor. Bunların sonuçlarının önemli olabileceğini düşünüyorum. Demokratik bir yapının varlığı ile daha otoriter bir yapının varlığı çok ayrı şeyler. Sadece petrole bağlı bir ekonominin gelişmesinin kısır kalacağını düşünüyorum. Peki bunu geliştiren ne olacak? Geliştiren demokrasi ile bunu örtüştürmesi ve ekonominin çeşitlendirilmesi. Sadece petrolün varlığı otomatik olarak refah, huzur, güç getirmiyor. Demokratik olmanız da önemli bu anlamda. Petrol zengini ülkelerde maalesef böyle bir sorun var. Yani geleceği parlak görüyorsunuz? Bir takım gerilimlere yol açsa bile, özellikle Irak Kürdistan’ı için çok büyük avantaj gibi düşünüyorum. Bir de bu zaman içerisinde eğer Irak merkezi daha esneme göstermez ise zaman içerisinde defacto bir bağımsız Kürdistan devletine dönüşebilir. Çünkü giderek kendi kararlarını veren, Irak Kürdistan’ın da tamamı ile bağımsız hareket eden bir yapı oluştu. Zaman içerisinde bunu elde edebileceğini düşünüyorum. w Petrole bağlı olarak Türkiye - Kürdistan ilişkilerine nasıl bakıyorsunuz? Türkiye ile Irak Kürdistan’ı Yıldız Çelik arasında giderek derinleşen ilişkiler daha büyük yeni pencereleri açtı. Türkiye’nin başlattığı Kürd sorunu çözüm sürecinin, bir şekilde Irak Kürdistanı ile entegrasyonu da kolaylaştırdığını düşünüyorum. Barzani’nin tutumu, Kürdlerin Türkiye’de Kürd barışçıl rejimine olan desteği, Tayyip Erdoğan’ın, Barzani’nin Türkiye’deki çözüm konusunda bir aktör olarak görünmek istemesi, siyasi bir ittifak getiriyor. Bu da bazı şeyleri kolaylaştırıyor. Bu bakımdan yine Irak Merkezi Hükümeti ve Irak Kürdistan’ı arasındaki gerilim; öteden beri gelen bu otonomik alan ile ilgili bir kısım programlar, Türkiye ile ilişkilerini daha da kolaylaştırarak Irak Kürdistan’ı için buna zemin sağladı. Bu zemin aslında ciddi bir ekonomik entegrasyonu getirdi. Bu petrol ile daha da derinleştiriliyor. Ben bunun şöyle bir tarafı olduğunu da düşünüyorum. Irak Kürdistanı defacto bir bağımsız devlet gibi işliyor. Birçok kararı kendisi veriyor. Bağdat yönetimi ile aslında birçok şeyde örtüşmediklerini görüyoruz. Bu da Türkiye’ye yakınlaşmasını kolaylaştırıyor ve bir anlamda da Türkiye’nin işine geliyor. Çünkü karşılıklı olarak petrol gerilimi, bölgesel istikrarlar, edindikleri bir Ortadoğu avantajı var. Bu yönü ile baktığımızda, bu ilişkinin daha da derinleşeceğini düşünüyorum. Petrolün Ortadoğu’nun dengeleri için nasıl bir önemi var? Türkiye’nin ve Irak Kürdistan’ının ciddi bir ekonomik gelir elde edeceklerini düşünüyorum. Petrol ile siyaset arasındaki ilişkiye baktığımızda aslında petrol zengini ülkelerin hemen hemen tamamında otoriter rejimler var. Irak Kürdistan’ı kısmen bunu aşmış, daha demokratik bir sistem oluşturmuş, bu da ayrı bir örnek aslında. Mesela Ortadoğu’daki petrol üreten ülkelere baktığımızda bir çoğunun da çok da demokratik olmayan bir yapıları olduğunu görüyoruz. Petrol ile demokratikleşme arasındaki ilişkiler biraz Batı ile entegre olmayla ilgili. Batı ile entegre olursa daha demokratik bir sistem inşa ede- rg Uluslararası Kültürel Araştırmalar Merkezi (UKAM) Başkanı Doç. Dr. İlhan Kaya, Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin mevcut durumunu ve geleceğini arkadaşımız Yıldız Çelik’e değerlendirdi. İŞİD in merkez Irak ile Kürdistan arasında olması bağımsızlığı hızlandırır mı? İŞİD’in etkinliği konusunda pek bilgim yok. Ama bölgenin kendi dinamikleri ile ve Irak Kürdistanı ile Türkiye’nin kendi dinamiklerinin bunları aşabileceğini düşünüyorum. İŞİD’in bağımsızlık konusunu tetiklemesinden çok, Merkez Irak Hükümeti’nin, Kürdistan Bölgesi üzerinde etkinliğini artırma çabasının bağımsızlığı tetikleyecek bir sürece dönüşeceğini düşünüyorum. Merkez’den baskı arttıkça Kürdistan’ın bağımsızlığı daha da hızlanaca. Çünkü tepki arttıkça bağımsızlık daha hızlanıyor. Peki Bağdat neden baskı yapıyor sizce? Ortadoğu devletlerinin mantığı ile hareket ediyor. Gücü Bağdat’a toplamak istiyor. Her süreçte söz sahibi olmak istiyor. Bu da bölgesel otonomik yapıların varlık sebebini tehdit ediyor. Irak Kürdistan sınırının varlığı, oradaki federatif yapısı Ortadoğu’nun çok alışık olduğu bir yapı değil, bunu da Bağdat çok hazmetmiyor. Bu da ekonomik ve siyasi ilişkiler üzerinden sorun üretiyor. Kürdistan daha batıya entegre olmak isti- yor. Bağdat daha İran endeksli çalışıyor. Aynı zamanda Kürdistan Bölgesi’nin o özerk yapısı Ortadoğu’nun yönetim yapılarına çok uygun değil. Çünkü, ülkelere baktığımızda Türkiye’de dahil olmak üzere özerk yapılar yok, Sadece Irak Kürdistanı’nda var. Petrolün Ortadoğu dengeleri için nasıl bir önemi var? Ortadoğu’da petrol aslında yıllarca otoriter rejimlerin devamını sağlayan bir birliktelik halidir. Çünkü insanların üretimine bağlı ekonomik bir yapı üretmiyor. Bu bir problem. Bundan dolayı aslında Irak Kürdistan’ının ekonomisini çeşitlendirirse onu daha güçlü ve demokratik kılacağını düşünüyorum. Aksi takdirde sadece petrole bağlı bir ekonomik yapı oluştuğunda, yönetimin elini kolaylaştıran ama toplum üzerinde baskı aracına dönüşen bir yapı oluşuyor. Suudi Arabistan’da, Körfez Ülkeleri’nde, İran’da da buna benzer durum var.Şu ana kadar baktığımızda petrol Ortadoğu’da demokrasiyi güçlendiren ekonomik zenginlikten çok demokrasinin iyileşmesini zorlaştıran bir yapı olarak ortaya çıkıyor. Petrolün akışı için Rojova Bölgesi’nde güvenlik nasıl sizce? Hendek konusu anladığım kadarı ile PKK’nin ve PYD’nin çok tasvip ettiği bir politika değil. Onlar orada söz sahibi olmak istiyorlar. Rojava Bölgesi için Barzani’nin politikasından memnuniyetsizliklerini belli ediyorlar. Oradan da barışın sağlanması mümkün. Türkiye burada rol oynayabiliyor, özellikle Öcalan üzerinden rol oynayıp etkinliğini gösterebilir. Merkez Irak Hükümeti ile gerilimi arttırmadan bu süreci atlatıp, sorun çözüldükten sonra bunun Rojava Bölgesi’nde çok büyük bir soruna dönüşmeden daha rahat hareket edebileceğini düşünüyorum. Irak Kürdistan’ı bağımsızlık ilan ederse Rojova Bölgesi ne olur? Barzanilerin Irak Kürdistan’ını yönetim biçimi ile PKK nın modeli arasında farklılıklar var. Barzani daha geleneksel bir siyasi aşiret yapısından geliyor. Aile tarihsel bir figür konumunda Irak Kürdistan’ında. PKK’nın ki daha batı tandanslı, devrimci bir yapı ile ortaya çıkmış. Orada bir kısım uyumsuzlukların olacağı belli. Bu kısa vadede Rojova’yı nasıl etkiler. Irak Kürdistan’ı Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirirse bağımsızlığın da; Türkiye Kürdistan’ının da, Rojava’nın da çok faydalanabileceğini de düşünüyorum. Türkiye ile daha entegre bir yapı çıkabilir. Kürdler hem Türk hem de merkez Irak hükümetine düşman yaşayamazlar. 13 güncel 282.660 Goran 247.960 Yekgirtû 97.992 Komel 62.011 Diğer Partiler 290 .o ur d ak 30 Nisan günü Irak genelinde parlamento seçimleri yapıldı. Kürdistan bölgesinde parlamento seçimleri ile birlikte valilik ve Irak’ı sorunlarla il meclisi seçimleri gerçekleştirildi. Bu sedolu sıcak bir yaz çimlerin bir çok açıdan önemi ve ayırıştırıcı bekliyor özelliği bulunuyor. Bir çok çevre bu seçimlerle birlikte önümüzdeki 4 yıllık süre içersinde Kürdistan bölgesi ile Irak ilişkilerinin netleşeceğini öngörüyor. Geride kalan 4 yıl içersinde Kürd siyasetçilerin Bağdat’taki deneyimine baktığımızda, sayısı yüzü bulan parlamenter, bakan ve yöneticilerin içersinde aktif olanların sayısının bir elin parmaklarını geçmediğini görebiliyoruz. Cumhurbaşkanlığı, başbakan yardımcılığı, meclis başkanı yardımcılığı, dış işleri bakanlığı ve daha bir çok önemli mevkide yer almalarına rağmen, Bağdat’ta Kürd varlığının çok güçlü savunulduğunu söyleyemeyiz. Diğer seçimlere oranla bu seçimlerde Kürd partileri adına söylenebilecek en önemli nokta şu ki, Kürd partileri genel olarak Bağdat parlamentosu için üst düzey yöneticilerini aday olarak göstermedi. Örneğin adaylar arasında hiç bir partinin merkez komite üyesi yer almadı. Öyle ki Bağdat ve Hewlêr arasındaki ilişkilerin çok sıkıntılı olduğu bir dönemden geçiliyor, her iki taraf arasında krize yol açan ve çözüm bekleyen bir dizi sorunun önümüzdeki 4 yıllık süreçte NORELDİN WAİSY IRAK’TA KATILIM ORANI YÜZDE 60’TA KALDI Irak’ta Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu ise parlamento seçimlerine katılım oranının yüzde 60 olduğunu bildirdi. Seçim Komisyonu Başkanı Mikdad eşŞerifi, yaptığı açıklamada, parlamento seçimlerinde, kayıtlı 20 milyon 232 bin 499 kayıtlı seçmenden 12 milyon 191 bin kişinin oy kullandığını söyledi. Mikdad eş-Şerifi, ‘Aslında bu oldukça yüksek bir oran. Komiserlik, oy sayım ve sıralama işlemleri ile sonuçların ilan edilmesinin şeffaflık içinde yapılması iv rs .a YNK w 543.239 w PDK Katılım oranı Irak’ta %60, Kürdistan’da %73. Kürdistan Yüksek Seçim Kurulu, Irak Parlamentosu ve Kürdistan Bölgesi İl Genel Meclisi Seçimleri’nde katılım oranının oldukça yüksek olduğunu açıkladı. Kurulun verilerine göre en çok katılım Duhok’a bağlı yerleşimlerde olurken, en az katılım oranı %64 ile Hewlêr’de oldu. Kurulun yazılı açıklamasında ayrıca oy verme işleminin akşam saatlerine kadar huzur için de yapıldığını ve herhangi bir sorunla karşılaşmadıklarını belirtti. w BasHaber / Hewlêr – Kürdistan Bölgesi ve Irak’ta 30 Nisan günü yapılan genel seçimlerde, Kürdistan Bölgesi’nde Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) açık ara ile diğer partilere fark attı. Ana Muhalefet partisi Goran’ın oy oranını koruyamayarak, ikinciliği YNK’ye kaptırdı. Kürdistan’da 30 Nisan günü yapılan seçime katılım oranı yüzde 73 olurken, Irak’da bu oran yüzde 60’larda kaldı. 328 sandalyeli parlamento için 9 bin aday yarıştı. Ülkede yaşanan saldırılara rağmen, bu oranının yüksek olduğu belirtiliyor. Kesin sonuçlar bir kaç hafta içinde ancak netleşecek. Başbakan Nuri El Maliki’nin Kanun Devleti Koalisyonu’ nun seçimlerden birinci parti olarak çıkması bekleniyor. Maliki 2006’dan bu yana başbakan olarak Irak’ı yönetiyor. 2010 yılında ittifak halinde seçimlere giren PDK, YNK, Goran ve İslami partiler bu seçimlere ayrı listelerle katıldılar. Hewler, Süleymaniye ve Duhok vilayetlerinde PDK birinci parti olarak çıkarken, Kerkük’te YNK oyların büyük bölümünü aldı. 30 Nisan Perşembe günü saat 14:00 itibariyle açılan sandıklardaki yaklaşık 1 milyon 250 bin oyun resmi olmayan ilk sonuçlarına göre dağılımı belli oldu. Irak parlamentosu ve Kürdistan il genel meclisi seçimlerindeki toplam oyların partilere dağılımı şöyle: rg Kürdistan seçimleri: PDK %44, YNK %23, Goran %20 konusunda çok istekli’ dedi. Şerifi ayrıca, 2010’da yapılan seçimlere katılım oranının yüzde 62,4 olduğunu sözlerine ekledi. Partilerin oy yüzdeleri PDK %44.02 YNK %22.9 Goran %20.09 Yekgirtû %7.94 Komel %5.2 Diğer Partiler %0.02 çözüme kavuşması bekleniyor. Kürd partilerinin kendi üst düzey yöneticilerini aday göstermemesinin sebebi Bağdat yönetimine karşı duydukları ümitsizlikten ve artık merkezi hükümeti önemsememelerinden kaynaklanıyor. Bazı çevreler önümüzdeki 4 yıllık süreçte Irak ve Kürditan bölgesi arasındaki ilişkilerin netleşeceğini, yaşanan sorunların çözüleceğini ancak bununda ayrılık temelinde olacağını ve bu seçimlerin Kürdistan bölgesinde gerçekleşecek son Irak merkezi parlamentosu seçimleri olacağını öngörüyor. Bu defa ki seçimlerin Irak’ın siyasi haritasını da değişmesi bekleniyor. Mevcut durumda hiç bir tarafın mecliste bulunan 328 sandalyeden 165’ini alarak salt çoğunluğu sağlayacak gücü yok. Başbakan Nuri Maliki’nin partisinin 80 sandalye elde etmesi bekleniyor. Bu durumda tek başına hükümet kuramayacak ve bir tarafla ittifak arayışında olacak. Başbakan Maliki geride bıraktığımız süreçte Sunni ve Şii Arapların ve hatta Kürdlerin büyük tepkisini topladı. Dolayısıyla Irak’ta yeni hükümeti inşa çalışması eskisinden çok daha fazla sancılı ve zor olacak. Bu aşamanın en az 6 aylık bir süreci kapsayacağı öngörülüyor. Hewlêr ve Bağdat arasındaki sorunlar bir yana, bölgenin genel çatışmalı ve kaotik durumu gözönüne alındığında, kendi içinde çatışma yaşayan ve çatışmaların merkezinde bulunan Irak’ı çok sıcak ve sorunlarla dolu bir yaz bekliyor. sanat 14 sabah erkenden kalktım.zaten ne zaman uyuyup uyanmadığı belli olmayan biriyim. yarın 1 mayıs.parti adına çağrı yapmışız,bir Bir orta sınıfın bir mayıs bir mayıs alanında kutlanır demişiz. mayıs güzellemesi yasaklandığı için de bunu onur meselesi haline özellikle getirmişiz,bu durumda orada olmam şart. 1 mayısda taksimde olabilmek için 30 nisanda taksime yürüme mesafesinde yerlerde kalmak gerektiğini tecrübe edeli ben ortalama beş yıl oldu.her yılın 30 nisanını aynı yerde geçiriyorum.bu yıl gitmeme kararım vardı ama inatlaşma başa sarınca eski günlerim aklıma geldi.hem de herkese gelin deyip gitmemek bana yakışmaz.yarı sakat ayağım ve eskisi gibi genç olmayan bedenimle yiyeceğim gazların ve suların hesabını yapa yapa razı oldum şimdiden kaderime.(kader dedim dikkat) e demek ki bu akşam eve gitmeyeceğime göre, makinada birikmiş ve küçük bir çorabı bile kaldırmayacak renkli çamaşırlardan kurtulmak lazım.kız okula gitmeden iki saat evvel makinayı açtım.çamaşırları ayıkla,40 derecede yıkanacakları seç,hop makinayı çalıştır.çamaşır bitene kadar da o günkü yapacağın işleri organize ederken maillerine de bak aynı zamanda yeni bir zaman çalıcın olacak mı bugün (vazife diyorlar buna) Çamaşırı asıyor ve hızla aşağıya iniyorum,şehre inecek ilk tekneye yetişmem gerek,büroda birsürü işim var,müvekkillerim gelecek,arayan olacak, izmir’den gelecek misafir var..yazılacak dilekçeler var,bir de yetiştirmemin zorunlu olduğu söylenen bir gazete yazısı.peki..bir müvekkilim en az on tane mail attı ben tekneyi beklerken,yazabildiğim tümüne cevap yazdım cep telimden..olmuyor,lafı ve tuşlar arasında ciddi senkronizasyon sorunu var.gazete almıştım hala okuyamadım,sırası gelmedi.teknede bakarım,önce devam eden mailler.. Yazdığımız bir mayıs bildirisine eleştiri geldi yayına sokmadan,kadın emeği ile ilgili vurgular yetersiz,bakıyorum doğru.hiç birşey yazılmamış nerdeyse,bunu kontrol eden de benim.kadının emeğini düşünemeyecek kadar görünmez bir emekleme işindeyim.yazdık,kadın emeği,ev emeğinin görünmeyen yanı,eşit işe eşit üret.paragrafı yazdım ama yazarken de kendime gülüyorum bir yandan,ben ev emekçisi miyim,hizmetçi miyim,evin patronu muyum..bilmiyorum..evde yapılan tüm işleri otomatiğe bağlamış gibi üzerinde tek satır düşünmeden ve karşılığı üzerine hiç hesap yapmadan yaptığımı yıllardır yaptığımı görüyorum.bedel olarak en fazla bana ödene şey ,bazen ‘eline sağlık’tır.o kadar,buna itiraz etsem ne olur diye düşünüyorum bağımsız bir kadınım ben,sözümona kendi olan,işi olan,siyaset yapan ,hali üzerine kafa yormuş,yazı yazmış,okumuşundan hem de.bana denecek şey en fazla şudur’ yapma o zaman’ e peki kim yapsın,dışarıdan yemek söylemek ,temizlenmemiş bir evde yaşamak,kirli çamaşırlarla aynı ortamda nefes almak bana göre değil.peki kim yapacak,küçük kızım mı hayır..ben yapacağım..geçenlerde evde kaldım duruşmam yoktu biraz oradan bir iki yazı yazmak ve çalışmak istedim.kızı okula gönderdikten sonra masanın başına oturur oturmaz banyoyu da ovsam ne güzel olur fikri gelip kafama beni dürtmeye başladı.kalkıp ev temizledim.evet emeğimi kimse görmüyor orada,benim dışımda…eve kadın alabilirim,ama hergün almayacağıma göre bu da benim ‘ev içi işçiliğimi’ ortadan kaldırmaya yetmez,yetmesini de istediğim zaten yok ya neyse mız mızlanmanın alemi yok.. büroya geldim,birkaç dilekçe yazasım var ama konuklarım da var..yarın bir mayısa katılacağım.yanımda çalışan arkadaşım,diğer bir deyimle büromun emekçisi fato yarın tatil yapacak,hiç bir mayısa geleyim gibi bir derdi yok. benim nasıl yorulacağım konuşuluyor.fato izinli,yarın resmi tatil ve ben bir mayısa gideceğim.bir mayıs bildirimiz tamam,ev içi emeği de yazdım eşit işe eşit ücret de istedik. türkiye sol hareketi üzerine düşünüyorum,hep yakındığım ,şikayetçi olduğum binlerce mesele üzerine düşünüyorum,yol alamayışımız üzerine düşünüyorum.şu küçücük günümün yaptığım ve düşündüğüm işlerle bağı üzerine düşünüyorum.daha çak da düşünmeye devam edeceğimi biliyorum.iki gün önce kazancı yokuşunda yapılan basın açıklatmasına katıldım dışarıdan dışardan.sendikaların temsilcileri,birkaç sol parti temsilcisi ve daha çok polis. hepimiz,herkes ve özellikle sendikalar—hayranım—bir mayısa taksime çağrısı yaptık.kimin kime çağrı yaptığını bilmiyorum henüz,yıllardır bunu yapıyoruz.yarınki bir mayısa gidecek olan bana sol siyasetin dilinde orta sınıf dendiğini denmesi gerektiğini de biliyorum.küçük burjuva,yarı aydın..bir dolu laf diyebilirim kendime.şimdi şiddetsiz bir şekilde kendime şu soruyu sormakla meşgulüm yahu gerçekten yarın kimin 1 mayısı bu ülkede. Üç sürgün kadının tesadüfi buluşması SENNUR BAYBUĞA Trio Mara Kürdistan’nın farklı bölgelerinden üç kadının kurduğu bir grup. Grubun solisti Sakîna Teyna, BasHaber’in sorularını yanıtladı. w w w .a rs iv ak ur d .o rg BasHaber- TRIO MARA Grubu’ ndan ve ilk albümünüz Derî/Behind the Doors’tan bahsedebilirmisiniz? Sakîna Teyna - Solisti olduğum TRÎO MARA grubumuzda üç kadın sanatçı yeralıyor. Nûrê Dilovanî keman çalıyor, Nazê Îşxan ise piyanistimiz. Grubun üç yıllık bir geçmişi var. Tesadüfen birbirimizi bulduk. Mara ismini bilerek seçtik. ‘Mara’ sözcüğü Kırmançki (Dimilkî) lehçesinde ‘Bizden’ anlamına geliyor. ‘Ma’ ismi Kürdçe ve Ermenice ‘anne’ demek. Aynı zamanda ‘Mara’ sözcüğü Arapça da ‘kadın’ demek oluyor. Ortadoğu dillerinde dişil bir anlam taşıdığından ve anlam itibariyle birbirine yakın olduğundan, bu ismi seçtik. Grubumuzun ilk albümü ‘Derî’ geçen yıl çıktı. Bu çalışmamızda klasik Kürdçe şarkıları yeni bir format ve şekilde seslendirerek müzikseverlere sunmak istedik. Albümümüzün en önemli özelliği, tüm şarkıları canlı kaydetmemiz. 11 şarkının yer aldığı albüm dünyaca ünlü Rudolf Oetker Salonu’nda üç günde kaydedildi. Trio Mara Grubu’nda yer alan kadınların her biri Kürdistan’ın ayrı bölgesinden geliyor. Müzikal bir amaç etrafında toplandık. Üç ayrı lehçede şarkılar okudunuz. Çok dillilik işinizi zorlaştırmıyor mu? Elimizden geldiği kadarıyla Kürd dilinin zenginliğini yansıtmayı esas aldık. Gerçekten dilimiz çok zengin bir dil. Ne yazık ki yıllarca süren baskı, asimilasyon ve inkar, dilimizin tehlikeye girmesine neden oldu. Müzik dilin korunması açısından oldukça etkili bir yol. İnsanın kulağına, beynine, yüreğine ve ruhuna hitap ediyor. Bu yüzden bir kadın sanatçı olarak Kürdçe’nin tüm lehçelerinde şarkı söylemek istiyorum. Sembolik bir çalışma olarak repertua- rımda Anadolu’nun diğer dillerinden şarkılar da bulunuyor, ancak sanat çalışmamın ana dili Kürdçe’dir. Günlük yaşamımızda da asmilasyon politikalarına karşı durmalı ve direnmeliyiz. Bu da dilimize sahip çıkmakla mümkündür. Şüphesiz çok dilliliğin zorlukları var. Mesela herkes dilimizden anlamıyor. Ancak müziğin kendisi herkesin anlayabileceği bir dildir. Bizler müziğin bu diliyle sorunları çözebiliriz. Grub üyeleri Kürdistan’ın dışında yaşıyor. Sürgünde olmak müziğinizi nasıl etkiliyor? Sürgünde olmak, ülkeden uzak kalmak ve göçetmiş olmak, bir bakıma hayat hikayemizin trajedisidir, ancak bu durum bazen avantaj da oluyor. Göç yüzünden dağılmak ve ülkeden uzak olmak, kendi köklerinden kopmak elbette tehlikeli. Sürgünde kalanlar yürüdükleri yollarda izlerini bırakabilirler ama aynı zamanda farklı renk ve sesler de edinebilirler. Önemli olan insanın kendi kökleri üzerinden yetişmesidir. Bireysel çalışmalarınız ne durumda? Son iki yılda uluslararası müzik fuarı WOMEX’e katıldım. Uluslarası müzik alanında da kendimi geliştirmeyi amaçlıyorum. Kürd müziği bir çok özelliği ile dünya müziği içersinde dikkat çekiyor. Daha önce olduğu gibi, farklı konserlerle TRIO MARA projesi ile sanatseverlerle buluşacağız. Almanya ve Avusturya’da dikkat çeken bir dizi turne ve konser organize ettik. Solo albümüm “ROYÊ MI”, İngiliz ARC musik firması tarafından bu yıl ki Newroz’ dan itibaren 64 ülkede dağıtıldı. Solo çalışmalarımı başarılı bir genç grubu olan ROYÊ MA ile de sürdürüyorum. TRIO MARA 15 magazin ‘Ne yaparsak yapalım hep “bir eksik” olacak’ ur d .o rg Bayülgen’de okudukları şiirlerle yer aldılar. “… Bir Eksiğiz” adlı albümde Ahmet Kaya’nın da sesiyle katıldığı iki eser yer alıyor. Rock, Pop, Rap dahil olmak üzere, müzikal anlamda birbirinden tamamen farklı disiplinlerden gelen sanatçıların yorumladığı Ahmet Kaya bestelerindeki zenginlik göze çarpıyor. “Bir eksiğiz..” albümünün serüvenini Bashaber’e anlatan Gülten Kaya, Ahmet Kaya’nın anısını yaşatmayı “ Ahmet Kaya düşünceleri, üretimi, cesareti ve hayat içerisindeki duruşuyla da saygıyı ve kalıcılaştırılmayı/kurumlaştırılmayı fazlasıyla hak eden biri. Bu nedenle ne yaparsak yapalım hep “bir eksik” olacaktır” sözleri ile yorumladı. Gülten Kaya söyleşisi 16. sayfada w .a rs iv ak BasHaber - Ahmet Kaya şarkılarının 26 ayrı sanatçı tarafından yeni düzenlemelerle yorumlandığı “…bir eksiğiz” albümü 3 Mart’ta dinleyici ile buluştu. Prodüktörlüğünü Gülten Kaya’nın yanı sıra sanatçı Yavuz Bingöl’ün de üstlendiği bu özel çalışmanın proje danışmanı ise Ahmet Kaya’nın kızı Melis Kaya. Ahmet Kaya bestelerindeki zenginliği ve müzikal skalayı keşfetmeyi ve onun şarkılarını yepyeni kuşaklarla buluşturmayı amaçlayan “…Bir Eksiğiz” adlı iki CD’den oluşan albümün kapak tasarımı Sera Dink tarafından gerçekleştirildi. Ağırlıkla rock grupları ve sanatçılarının yer aldığı albüm çalışması 23 farklı stüdyoda kaydedildi. Sanatçının şiirle ilişkisine de değinilen albümde şair Küçük İskender ve Okan w w Dünyaya bırakılmışlıkla, ölüm arasındaki mesafeyi tamamlamak üzere varoluşumuza kendimizce anlamlar yükler, zamanı geldi‘’Asdvadz Hokin ğinde dünyadan çeker gideriz. ‘Taziye’ böyle Lusavore’’ durumlarda ancak karşılığını bulur. Bir de zamansız zoraki gidişler, koparılışlar vardır ki; bu gidişlerin koca bir halk üzerindeki yokluğuna ortalama bir ömrün bile yetmediği ‘kayıp yaşanmışlıklar’ın günümüze uzanan iz düşümleri böyle rahmet okumaları olanaksız kılıyor. Bu nedenle 23 Nisan’dan beri yaşanan gelişmeleri daha bir dikkatle izlemeye çalışıyorum. ‘99 yılık inkar’ ı/n devamı ile birlikte halkları acılarda ortaklaştıran, her kelimesi özenle seçilmiş temkinli bir devlet ağzı olarak açıklandı; ‘taziye’ Bunca inkarın, reddin hatta karşı saldırıların özümsetildiği büyük bir kesimin, taziyenin soykırım iddialarını güçlendirip, kabul kapısının aralanması ile devam edilmesi bir bakıma olumlu olacak açıklamayı sessiz kalarak sorgulamadığı için hem şaşkınım hem de umutluyum. Umutluyum çünkü; ‘kabule açılan kapı’ olma ihtimali üzerinden, günümüzde ki en yakıcı sorun olan ‘barış süreci‘ne bahane gösterilen Türk halkını hazırlaması ile normalleşme durumunun beklenenden daha kolay olabileceğini işaret ediyor. Ancak, küçük bir azınlığında alelacele cevap verdiği açıklamalardan bazıları bana Yaya’mın (Yaya=Büyükanne ) masallarından bir anekdotu hatırlatırken büyük hayal kırıklığı oldu. 100 yıldır hiç değişmediğimizi işaret eden bu masal, 1999 yılında Samatya mahallesinden muhtar adayı olup hakkımda yapılan ASALA- PKK’li anti propagandaları sırasında, gerçek Ermeni olup olmadığımı sorgulayan Komünist Ali lakaplı 90 kusur yaşındaki Ali amcayı hatırlamama sebep oldu. Bize geçmişte yaşananları hiç bir zaman anlatmadıkları, anlatamadıkları için FLORİTA ULUK BENLİ masalların arasına sıkıştırılmış cümlelerden asıl gerçekleri çıkarmamız zor olurdu. Aynı masalla verilen mesajların farkını ancak Ali amcadan dinledikten sonra anladım. ‘Dönemin padişahına saray nöbetçilerinden haber gidiyor. Haşmetlü sarayın kapsında saatlerdir öylece duran bir Ermeni var, ne buyurursunuz? Hemen nöbetçi sayısını ikiye çıkarın. Saatler sonra Ermeni sayısının ikiye çıktığı haberine cevaben, hemen nöbetçi sayısı dört katına çıkarıla emri gelir. Nöbetçi sayısı dört katına çıkarılır. Bir kaç saat sonra vezir telaşla Ermeni sayısının üçe çıktığının haberini verdiğinde padişah; tüm nöbetçileri geri çekin, der. Vezir; aman Haşmetlüm Ermeni sayısı 1 dedim, nöbetçi sayısını 2’ye katladınız, 2 dedim 4 e katladınız şimdi 3 oldular siz nöbetçi sayısını 8 katına çıkarmak yerine tüm nöbetçileri çekin diyorsunuz? Padişah vezire, artık tedbir almamıza gerek yok. Bir kişi belirsizliktir ki, her şey olabileceğini gösterir. 2 kişi tehlike işaretidir plan yapabilirler. Ama 3 kişi olunca siz seyredin şimdi birazdan onlar birbirlerini yiyecekler.’ Sözünü ettiğim anekdot, sistem tarafından bizlere öğretilmiş masallarla birbirimize bağlılığımız ve cesaretimizin eksikliğine şartlanmaya bir örnektir. Bir de yaşanmışlıkların sırlarıyla dünyanın çeşitli yerlerine dağılanlarımızın üzerine rahmet okunmadan önce, bizlere fısıldadıkları gerçekliklerimiz var! Biraz da bu eksikliklerimiz yüzünden 1915’i tabu olmaktan çıkaramayan biz Ermeni’leriz. Şimdi bu vebalden kurtulmak için sorumluluk sırası bizde; bunca bedel ödemiş atalarımızın ruhu huzur bulsun diye, bağımızı güçlendirerek aralanmış bu kapıyı sonuna kadar açma cesaretini, kararlılığını göstermek için, dünyanın her bir yanına dağılmış Ermeni toplumunun örgütlenip sırlarımızı birbirimize anlatarak günah çıkarma zamanı. Sonra; muhatapların karşısında geçmişi tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererek eteğimizdeki tüm taşları döktükten sonra kendi atalarımızla helalleşip ‘Asdvadz hokin lusavore‘ diyebilir geleceğimize sahip çıkabiliriz. Taziye en sonraki iş... magazin 16 Ahmet yeniden varedilmeyi hakediyor keyif alırdı. Biz onun anlayışına sadık kalarak, şarkıları tamamen özgür bırakarak herkesin kendi hissettiği şarkıyı seçmesini istedik. Bu tamamen bir duygu işi, bir hissediş. Bir yorumcuya hissedemeyeceği bir eseri önermek doğru olmazdı. Öte yandan, her yorumcunun bir oktavı ve bir ses aralığı vardır. Sesinin sadece pes tonunu kullanan bir sanatçıya, tizleri olan bir eseri önermek olmaz. Anlayacağınız herkes kendisini özgür hissederek seçti şarkısını ama bize fikir soranlara yine aynı kriterlerle önermelerimiz de oldu tabi. Albümünde çok farklı alanlarda müzik yapan sanatçılar yer alıyor. Bu yelpaze nasıl oluştu? Bu isimler nasıl bir araya geldi? Biz 2003 yılında bir saygı albümü daha hem de Ahmet Kaya’nın özgür müzik anlayışına bir selam vermekti. Albümde çoğunlukla rock müzik yapan isimler göze çarpıyor. Ahmet Kaya’yı, Ahmet Kaya şarkılarını rock müzikle buluşturan nedir? Sanırım Ahmet Kaya’nın Rock müziğin ruhunu taşıması. Yansıyan yüzüyle bu hiç böyle değilmiş gibi görünür belki ama gerçek Ahmet’i çok iyi tanıyan birisi olarak söylüyorum, belki müzikal denemelerine devam edebilseydi bu daha iyi görülebilecekti. Rock elektro gitar ya da davul ritmleri değil, aynı zamanda bir başkaldırı müziğidir. Ahmet iyi bir rock dinleyicisiydi zaten. Kızımız Melis büyüyüp evdeki CD’lerimizi, neler dinlediğimizi gördüğünde çok şaşırmıştı. Jazz, Fado, Rock, Kürd müziği, klasik batı müziği CD leri bir aradaydı. Tabi bir müzik insanını çok zenginleştiren ve kendi tarzını oluşturmasını kolaylaştıran bir zenginleşme ve birikimdir bu. Led Zeppelin’den Iron Maıden’a, Kürdçe kasidelerden Miles Davis’e, Aram Tigran’a uzanan bir yelpazenin dinleyicisiydi. Kulağında kalan babasından dinlediği Kürdçe türküye de bir Fadoya da gözleri yaşarabilirdi onun. Ahmet Kaya şarkılarına getirilen yeni yorumlar Kaya’nın hayran kitlesi tarafından nasıl karşılandı? “Bir eksiğiz....” nasıl tepkiler aldı? Ahmet Kaya’nın dinleyici kitlesi de neredeyse 3. kuşak olacak artık. Bu kitle heterojendir de aynı zamanda. Her dü- rg yapmıştık (Dinle Sevgili Ülkem). Orada Ahmet Kaya müziğine daha yakın isimlerle çalıştık, o da çok başarılı bir çalışmaydı. Bu albümde ise daha farklı disiplinlere yönelmek ve Ahmet Kaya bestelerindeki farklı renkleri, görmek istedik. Çünkü Ahmet’in geleneksel müzikten moderne uzanan cesur denemeleri vardı ve bir müzik insanı olarak bu denemeleri keyifle yapıyordu. Rock yorumlarından uzun hava denemelerine kadar. Ayrıca, bu şarkıların kendi dönemlerindeki düzenleme anlayışları başkaydı. Şimdi ise her sanatçı seçtiği şarkıya kendine göre düzenleme yaptı/ yaptırdı. Bizim amacımız hem sanatçıları tamamen özgür bırakarak, şarkıların içindeki müzikal renklere doğru keşif yolculuğu yapmalarını sağlamak, gıçta duygusal bakanlar olsa da, amacı ve işlevselliği anladıkça destekliyorlar. Zaman içinde bu yepyeni yorumları da demlendirip seviyor ve sahipleniyorlar. Biz cesurca ve geniş zamanlara ait bir proje yaptık ve geri dönüşler de gayet iyi. Zamanla daha da doğru algılanacak ve benimsenecek. İşlenmeyen eser kendisini nereye kadar taşıyabilir ki? Günümüz dengbejlerinden Bach’ı yorumlayanlara, Pir Sultan Abdal’a kadar, eserlerin bize kadar taşınmasını onları sürekli yeniden yorumlayanlara borçlu değil miyiz? Ahmet Kaya’nın anısını, mücadelesini, müziğini geleceğe taşımak için tasarladığınız başka projeler var mı? w w w .a rs iv ak ur d .o Bir Eksiğiz albümü fikri nasıl ortaya çıktı? Biz 2010 yılında İstanbul’da Ahmet Kaya için ilk defa bir anma gecesi düzenledik. O gecede Ahmet Kaya’nın boş kalan sahnede müziğin farklı disiplinlerinden sanatçılar onun şarkılarını yorumladılar. Bu heyecan vericiydi, çünkü şarkılar bambaşka tadlar kazandı. Fikir de oradan doğdu zaten. Ahmet Kaya müziğinin yakınında da uzağında da bambaşka işler üreten sanatçılarla yola çıkalım istedik. Bu albümde yer alan şarkılar nasıl belirlendi? Ahmet Kaya’nın her konuda çok özgürlükçü olduğu bilinir. Kendi şarkılarını albüm kayıtları dışında kendisi de bambaşka yorumlar ve bundan büyük şünce ve inanıştan insan dinler onun şarkılarını. Öte yandan bu değişken yapının kalıcı bir özelliği de var; Ahmet Kaya yorumuna sadakat! Bu şarkıları ondan başkasından dinlemeye pek gönüllü değiller. Sadece bu saygı albümünde değil, tek tek başka yorumcuların albümlerine şarkı verdiğimizde de başlangıçta pek benimseyemiyorlar ve onun şarkılarını sadece kendisinden dinlemek konusunda tutucu olabiliyorlar. Bu çok saygı duyduğum sadakata rağmen, “eser” dediğimiz değerin de sürekli işlenmesi ve yeni kuşaklara taşınması gerçeği de bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor. Şimdilerde 17-20 yaşlarını sürenleri bu şarkılarla tanıştırmak bu ve benzeri yeni projeleri yapmakla mümkün tabi. Başlan- Bu sorunuz benim bireysel gücümü epeyce aşacak büyüklükte bir soru. Nihayetinde ben bir kişiyim ve yokluğundan bu yana geçen 14 yıl boyunca hiç boş durmadım. Çünkü Ahmet Kaya yeniden ve yeniden var edilmeyi çok hak eden bir sanat insanıydı. Düşünceleri, üretimi, cesareti, hayat içersindeki duruşuyla da saygıyı ve kalıcılaştırılmayı/ kurumlaştırılmayı fazlasıyla hak eden biri. Bu nedenle ne yaparsak yapalım hep “bir eksik” olacaktır zaten. O’nu hayatın kendisi de taşıyor geleceğe ama tam da bu noktada, sadece bana/bize değil başkalarına da düşen sorumluklar olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Adının yaşatılacağı bir çok projenin çoktan yapılmış olması gerekiyordu.