SOSYAL-İŞ TİCARET, BÜRO, EĞİTİM ve GÜZEL SANATLAR İŞÇİLERİ SENDİKASI 7. DÖNEM Merkez Genel Kurulu ÇALIŞMA RAPORU 11-12 NİSAN 1992 GENEL KURUL TOPLANTI ADRESİ: Ankara serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Toplantı Salonu Konur Sokak No. 32/9 Kızılay/ ANKARA GÜNDEM 11 Nisan 1992 I. gün, 10.00 – 18.00 1. Yoklama, açılış 2. Başkanlık Kurulu seçimi 3. Genel Başkanın Açış Konuşması 4. Konukların Konuşması 5. Komisyonların Seçimi a) Tüzük Tadil Komisyonu b) Hesap Tetkik ve Tahmini Bütçe komisyonu c) Kararlar komisyonu 6. Raporların Görüşülmesi 7. Organların Aklanması (İbra) 8. Komisyon Raporlarının Görüşülmesi ve Karara Bağlanması 12 Nisan 1992 II. Gün, 10.00 – 17.00 1. Zorunlu Organ Seçimleri Genel Yönetim kurulu (Genel Başkan, Genel Sekreter ve Üç Yönetim kurulu Üyesi) Genel Disiplin kurulu, Genel Denetleme Asil ve Yedek Üyelerinin Seçimi 2. kapanış. GENEL YÖNETİM KURULU Özcan KESGEÇ Genel Başkan H.Bedri DOĞANAY Genel Sekreter Ersin ATLI Genel Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet YAVUZ “ “ “ “ Seyfettin BİÇER “ “ “ “ Ekrem EDİŞ “ “ “ “ Mücahit İZKUT “ “ “ “ Mustafa TÜRK “ “ “ “ Mehmet GÜNDOĞDU “ “ “ “ Bülent ÖZGÖRGEM “ “ “ “ Remzi UYUĞ “ “ “ “ Ersin UNANER “ “ “ “ Mehmet ATAY “ “ “ “ Yılmaz ALTINDAĞ “ “ “ “ Saim YÜKSEL “ “ “ “ Ünal TOMBAK “ “ “ “ Mehmet ERTENLİ “ “ “ “ Yüksel SUCU “ “ “ “ İrfan ADA “ “ “ “ Fahri KALAYCI “ “ “ “ Mithat DURSUN “ “ “ “ Süleyman ATASAYAN “ “ “ “ Tamer ATIŞ “ “ “ “ GENEL DENETLEME KURULU Muammer ÖZKAN Nurhan KOYAŞ (Kavuzlu) Gülden SEVGİLİ GENEL DİSİPLİN KURULU Çetin TARIOĞLU Ali ÜNAL Mehmet İPEKÇİ Aynur ERTUNÇ Fahrettin ÖZAYAZ DELEGELER Atilla ÇALIM Sabiha ÇELİK Kemal KAHRAMAN Rafet ÖZGİZEP Fikret YALÇINKAYA Şemsettin KUTSAL Halil BAĞATUR Cahit POLAT Hakan ŞENER Semih ÇELİK Ali YILDIRIM Mehmet YAZICI Mehmet Ali GARZAN Mustafa GÜMÜŞER Ercüment ERDEM Cabbar PEHLİVAN Ercüment KORHAN Hasan Faik EMİRALP Alaattin ÖTER Nail TEM Talat YILDIRTAN Halil ÇALIŞKAN Sadiye KOYAŞ Can ERTAN Ali CANCI Nejat BİLECEN Sami SERTER Mustafa KUŞKAN Mehmet Ali EFE İbrahim KOCAİRİ Ahmet AYTAÇ İsmail AKBULUT Alaybey SUNGUR Oktay EDİS Mahmut GEMİCİOĞLU SUNUŞ Sendikamızın 6. Olağan Genel Kurulu 18 Haziran 1980 tarihinde toplanmıştı. Bu, 12 Eylül öncesi yapılan son genel kurulumuzdu. Bugün 12 yıl aradan sonra toplanan 7. Olağan Genel Kurulumuzda “12 Eylül”e inat yeniden birlikte olmanın heyecan ve mutluluğunu yaşıyoruz. DİSK ve bağlı sendikaların yeniden yapılanmalarının gündeme geldiği ve yaklaşık bir yıl öncesinden başlayıp, her türlü engel ve olanaksızlığa karşın yürütülen çalışmalarımız böylece sonuçlanmış oluyor. Yönetim olarak biz, bu konuyu, yalnızca, Sosyal-İş Sendikası’nın tüzel kişiliğini tekrar kazanması yada bu yapıyı yürürlükteki yasaya uygun hale getirmesi olarak görmedik, bununla yetinmedik. Elbette bunlar yapılacak, sendikamız bu alanda verilen mücadelede yerini alacaktı. Asıl önemli olan, DİSK ve bağlı sendikaların bu arada sendikamızın da ne yapacağı yada ne yapması gerektiği, daha açık bir deyişle neden varolacağı idi. Bu konuda diyeceklerimiz olmalıydı, vardı da… Sunulan rapor böyle bir anlayış ve arayışın sonucunda hazırlandı. İşçi ve sendikal hareketin ve işkolumuzun içinde bulunduğu bugünkü somut durum nedir? Bu somuttan kalkarak önümüzde duran görevler nelerdir? Değişen dünya ve ülke koşullarına koşut olarak gelişip, çeşitlenen sendikal etkinliğin kapsam ve öncelikli hedefleri neler olmalıdır? Bütün bunları bu genel kurulumuzda birlikte tartışacak, katkılarımızla belirleyip zenginleştireceğiz. 26. yılını bitirmek üzere olan SOSYAL-İŞ’in geçmişine bu rapor ve bu genel kurulumuzun onurlu bir sayfa ekleyeceği kuşkusuzdur. Bu onur, sizlerin ve Sosyal-İş’i bugüne getiren herkesindir. Kuruluşundan bu yana SOSYAL-İŞ’e omuz vermiş ve güç katmış, bugün aramızda olmayan tüm arkadaşlarımızı saygıyla anıyoruz. SOSYAL-İŞ SENDİKASI GENEL YÖNETİM KURULU 7. Dönem Merkez Genel Kurulu Çalışma Raporu ÜLKEMİZ İŞÇİ ve SENDİKACILIK HAREKETİNE GENEL BAKIŞ : GELİŞMELER Dünyadaki gelişme ve yeni oluşumlar, bilimsel teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı çok köklü değişimler, tüm alanlarda birebir olmasa da, ülkemizde de önemli değişimleri gündeme getirmiş bulunmaktadır. Bu olgu karşısında, ülkemiz işçi ve sendikal hareketin durumunu ana başlıkları ile incelemek, önümüzdeki görev ve hedeflerimizi belirleyebilmemiz açısından gereklidir. 12 Eylül 1980’le başlayan, işçi ve emekçi sınıflara ağır baskı ve zulüm getiren dönemin niteliklerini yinelemeksizin konuya eğilmeye çalışacağız. Öncelikle belirtmek gerekir ki, günümüzde, Türkiye işçi ve sendikacılık hareketi, olanak ve tehlikelerin birlikte büyüdüğü yeni bir dönemin eşiğinde bulunuyor. 1987 yılından itibaren 12 Eylül rejiminin yarattığı korku ve çekingenliği üstünden atmaya başlayan Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketi bundan sonraki yıllarda giderek yükselen bir mücadele içinde olmuştur. Bugün sendikacılık hareketi, 1989 Bahar Eylemlerinin 1990 grev ve grev dışı eylemlerinin, 3 Ocak Genel direnişinin, 1991 Yaz Eylemlerinin, Zonguldak Maden İşçilerinin yürüyüşünün, toplu işten çıkarmalara karşı verilen mücadelelerin deneyimini yaşıyor. Türkiye işçi hareketi, az gelişmiş ülkelerin çoğunda olduğu gibi, 1980’lerin ikinci yarısında, sermayenin yaygın ve sistemli saldırılarına karşı atağa geçmiştir; bu mücadele içinde, sınıf bilincini geliştirmiş, 12 Eylül sonrasında fiilen sağlanmış sendikal birliği pekiştirmiş, mücadele araç ve biçimlerini zenginleştirmiştir. 1980’lerde sendikacılık hareketinin bütün dünyada karşılaştığı sistemli saldırının nedeni, dünya ekonomisinin içine düştüğü ekonomik bunalımdır. Bunalımdan bir yapı değişikliğiyle çıkılmaya çalışılıyordu. Öngörülen ve oluşturulmak istenen yapı, ucuz iş gücü ve kısıtlı sendikal haklara dayanıyordu. 1930 büyük bunalımından çıkışta kullanılan Keynesçi politikalar, sendikal özgürlüklerin genişletilmesini, sendikaların güçlerini arttırmasını sağlamış, en azından güçlenmelerini kolaylaştırmıştır. 1957-1958 bunalımıyla başlayan, enflasyon ve durgunluğun birlikte yaşanması, 1970’lerden itibaren günümüz bunalımının belirleyici özelliği haline geldi. Enflasyonun dizginlenebilmesi için, temel neden olarak görülen sosyal refah harcamalarının kısılması, devletin küçülmesi ön plana çıktı. Az gelişmiş ülkelere dayatılan bu Fredman’cı model sosyal devlet harcamalarının ve kamu işyerlerinde istihdamın olabildiğince azaltılmasını, çalışma koşullarının kötüleştirilmesini ve ücretlerin düşürülmesini gerektiriyordu. Böyle bir model, olabiliyorsa sendikaların yok edilmesi, bu yapılamıyorsa güçlerinin kırılması anlamına geliyordu. 24 Ocak 1980 kararları, Türkiye’nin ihracata yönelik sanayileşmeye geçme, uluslar arası iş bölümündeki yeni yerini böylece alma kararlarıydı. Kararların uygulanması, 12 Eylül askeri darbesiyle güvenceye alındı. 1961-1980 arasında ciddi bir engelle karşılaşmayan sendikacılık ve işçi hareketi, sistemli ve çok yönlü saldırıyla karşı karşıya kaldı. Sadece el konulan ücret kaybının boyutunu açıklamak bakımından, bu dönemde kar faiz ve rattan oluşan sermaye gelirlerinin toplam milli gelir içindeki payının ikiye katlandığını, emek geliri payının ise yarı yarıya azalmış olduğunu belirtmek yeterlidir. Öte yandan verilen mücadelelerle kazanılmış ne kadar demokratik hak ve kalıcı kazanımlar var ise bunlar yine bu dönemde tümüyle budanmış, toplu iş sözleşmelerinden ayıklanmıştır. 1989 yılından itibaren Türkiye işçi sınıfı 12 Eylül’le birlikte baskı ve enflasyon yoluyla uğratıldığı satın alma gücü kayıplarını önemli ölçüde geri almaya başlamıştır. Türkiye işçi sınıfı, elde ettiği bu başarılarının verdiği moral güç ve bilinçle diğer alanlardaki kayıplarını da elde etmeye yönelmiştir. Bu mücadele içinde ilk kez TÜRK-İŞ ve bağlı sendikaların üyeleri, koşulların da dayatmasıyla politize olmaya başlamış, 1987 ve sonrasında yapılan referandumlarda siyasal iktidara açıkça tavır almış, 1989 Yerel ve 1991 Erken Genel Seçimlerinde bu tavrını sürdürmüştür. Sendikacılık hareketinin gelecekteki yönelimini ve profilini etkileyecek önemli bir gelişme de, işçi sınıfının memur statüsünde çalışan kesimlerinin sendikalaşmaya başlamasıdır. Memurların sendikalaşmasını yasaklan bir yasal düzenlemenin olmadığı, aksine onaylanan uluslar arası sözleşmelerle sendikalaşmalarının bir hak olduğu, 1985 yılından itibaren tartışılmaya başlanmış, ilk memur sendikası Eğitim-iş 1990 yılında kurulmuştur. Bu yöndeki çabalar hızla yaygınlaşmış, bugüne kadar 15 memur sendikası kurulmuştur. Bu kesimdeki sendikalaşma girişimleri sivil toplum örgütlenmesi açısından olumlu olmakla birlikte, toplu iş sözleşmesi yapma ve grev hakkına sahip olma yönünde mutlaka geliştirilmelidir. Ancak, bu sorunu, memur sendikaları için ayrı bir yasal düzenleme yapmak biçiminde alan görüş ve yaklaşımlara karşı dikkatli olmak gerekir. Ayrıca bu, olması gereken de değildir. Çözümü geciktireceği, belki de bu gecikmeye gerekçe oluşturabileceği gibi, işçi sınıfının sendikal birliği anlayışına da uygun düşmez. Bugün varolan yasaların demokratikleştirilmesi ILO sözleşmelerine ve uluslar arası normlara ulaştırılması için verilen mücadele saklı tutulmak kaydıyla, 2821 sayılı sendikalar ve 2822 sayılı grev ve lokavt yasalarındaki İŞÇİ yada ÜYE kapsamını MEMUR’u da içine alacak biçimde değiştirilip genişletmek, izlenmesi gereken pratik, gerçekçi ve doğru tutum olacaktır. Böylece memurlar, çalıştıkları işkollarında varolan güçlü sendikalara hemen üye olabilecekleri gibi, işçi ve memur sendikalarının tekleşmesini de olanaklı kılacak ve memurlar sendikal hareketteki yerlerini almış olacaklardır. Halkın 12 Eylül rejimine ve ANAP iktidarına karşı giderek yaygınlaşan tepkisi, 1991 Erken Seçimleriyle önemli bir sonuca ulaşmıştır. Türkiye halkı, rejimin ve toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesi yönündeki iradesini ve seçimlerle ortaya koymuştur. Seçimler sonrası oluşan koalisyon hükümetinin demokratikleşme yönündeki vaatleri, özellikle demokratik, çağdaş bir anayasa vaadiyle, çalışma yaşamını düzenleyen yasaların ILO ve Avrupa standartlarında yeniden düzenleneceği vaatleri sendikacılık hareketinde iyimserliğe yol açmıştır. Konunun ısrarla izlenmesi ve sonuçlandırılması gerekir. Zira çalışma yaşamıyla ilgili ILO sözleşmeleri ve uluslar arası normlar uyulması gerekli asgari ölçü ve düzenlemelerdir. Bunlar gelecekte sendikacılık hareketinin olanaklarından bazılarıdır. Bu olanakların yanı sıra, sendikacılık hareketinin geleceğini yakından etkileyecek kimi tehlikelerde bulunmaktadır. Türkiye sendikacılık hareketi 1987 yılından bu yana sürdürdüğü mücadeleyle elde edebileceklerinin sınırına ulaşmıştır. Satın alma gücü kayıbı dışındaki kayıplarını geri alabilmeleri, sermayenin sistemli saldırılarını savuşturabilmeleri, ülkenin demokratikleşmesi ile demokrasinin korunması ve geliştirilmesine katkıda bulunabilmeleri için, sendikal hareketin mutlaka politikleşmesi, top yekun siyaset yapması gerekmektedir. Sendikacılık hareketinin siyasetin içinde olması, bugünkü koşullarda sendikal birliğin sürdürülmesinin garantilerinden biri olan, ‘partilerden bağımsızlığa’ gölge düşürmez. Partilerden bağımsız olmak, bir anlamda işçi sınıfının politik tercihlerinin siyasi partiler ile aynı noktada buluşmadığı zamanlarda özel olarak gereklidir. Bu, sendikal birliğin korunması ve geliştirilmesinin de önkoşullarındandır. Partilerden bağımsız olmak, apolitik olmak, politika dışı olmak değildir. Tersine işçi sınıfının orta ve uzun vadeli çıkarlarını korumak için olduğu kadar, kısa vadeli çıkarları dahi politik olmayı zorlamaktır. Geçmişte partiler üstü siyaset izlendiğini söyleyen Türk-İş, gerçekte iktidara yaranmaya, üyelerini politika dışı tutmaya çalışmıştır. DİSK’in 1975-1980 döneminde yaptıkları da bugün tek başına Türk-İş’in partiler üstü politikasının alternatifi değildir. Hayatın, işçi ve sendikacılık hareketini politikleşmeye zorladığı günümüzde sendikalar, ortak sınıf çıkarları doğrultusunda politik gündemi belirlemeye, politik kararların alınışını etkilemeye yönelik olarak, örgütsel yapılarında ve ilişkilerinde, anlayışlarında önemli değişiklikler yapmak zorundadırlar. Sendikacılığın, toplu iş sözleşmeleri yapmanın ötesine ulaşması, sivil toplum örgütü olarak toplumsal sorunların çözümüne ilişkin sınıf çıkarları doğrultusunda politikalar oluşturması, yenilenmesi gerekmektedir. Günübirlik tavır alışların yerini, uzun dönemli perspektifler almalıdır. 12 Eylül ve ANAP iktidarları dönemlerinden arta kalan, anti-demokratik yasaların değiştirilmesi, Avrupa standartlarında bir çalışma mevzuatının oluşturulması, işyeri ve işletmelerin yönetimine, parlamento çalışmalarına katılımın sağlanması, partilerden bağımsız ve bilgiye dayalı, politize bir mücadeleyi gerektirir. Sendikalar, çalışma alanlarını da çeşitlendirmelidirler. Kısıtlı yasa düzenlemeleri sonucu, sendikalar, üyelerine hizmet (eğitim, kültür, spor, sosyal güvenlik vb. alanlarda) sunmada sınırlı kalmaktadırlar. Gündelik yaşamın her alanında üyeleriyle kucaklaşmasını sağlayacak hizmet sunumu üzerinde yaratıcı düşünceler geliştirilmelidir. Böylesi bir çalışma, sermayenin ideolojik egemenliğinin kırılmasına da katkıda bulunacaktır. Avrupa sendikacılık hareketinin bu konudaki zengin deyimlerinden yararlanılmalıdır. Sendikal hareketin politize mücadelesinin başarılı olabilmesinin bazı önkoşulları vardır: Bunların başında sendikal hareketin birliğinin sistemli saldırıların sürdüğü koşullarda daha da geliştirilmesi gelmektedir. Genel olarak sendikal hareket mücadele içinde, teslimiyetten mücadeleye doğru bir değişim geçirmiştir. Söz konusu değişim sürmektedir. Varolan sendikal merkezler arasında kısa dönemde bir birleşme gerçekleştirilemezse bile, ortak sınıf çıkarları doğrultusunda eylem birliği sağlayacak kurumların oluşturulması yönünde çalışmalar yapılmalıdır. Sendikacılık hareketinin karşılaştığı sistemli saldırılar bunu dayatmaktadır. Siyasi partilerden bağımsızlık ve gelişkin bir sendika içi bir demokrasi temelinde sendikal birliğin sağlanması, dünya sendikacılık hareketinin bugünkü temel yönelimidir. Sendikal hareketin birliğine yönelik kimi gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi milliyetçiliktir. Nesnel konumları dolayısıyla emek sermaye çelişkisinde taraf olan ve tüm ücretlilerden oluşan Türkiye işçi sınıfının, hak ve özgürlüklerini kazanma ve geliştirmeye yönelik mücadelesinde birlikteliğini sağlamak için çalışmak ve bu birlikteliği siyasal görüş, mezhep, etnik köken vb. farklılıklar gözeterek parçalama girişimlerine karşı açıkça tutum almak görev olmalıdır. İşsizliğin ulaştığı boyut, çalışma mevzuatının sendikalaşmayı zorlaştıran düzenlemelerinin yanı sıra sendikalaşmayı engelleyen en önemli olgudur. Ayrıca işsizlerin sayısındaki olağanüstü artışın, işçi sınıfının mücadele gücünde zayıflattığı bilinen bir gerçektir. Bugün sendikalı işçilerle, işsiz arasında düşmanlık sokulmaktadır. Bunu önlemek üzere işçi sınıfını işsiz kesimlerinin sorunlarına eğilmek, sendikaların önde gelen görevleri arasında sayılmalıdır. Atipik çalışma (part-time çalışma, taşeron, eve iş verme vb.) biçimleri ile çalışan işçilerin örgütlenmesi konusunda Türkiye sendikacılık hareketi deneyimsizdir. Bu alanda da yeni politikalara ve uygulamalara ihtiyaç vardır. Ülkemizde bu türden çalışma biçimleri giderek yaygınlaşmaktadır. Hizmetler sektörünün artışı, bütün dünya da sendikal hareketin önemli bir sorunu durumundadır. Ülkemiz sendikal hareketinin bundan ayrı kalması düşünülemez. Sendikalarımızın bu gelişmeye uygun politikaları ne yazık ki yoktur. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de hizmetler sektörünün giderek büyümesi ağırlıklı olarak imalat sanayinde örgütlenme alışkanlığına sahip sendikalarımız için önemli bir sorundur. Gerek işsizliğin artışı, gerek geliştirilen ve yaygınlaştırılan atipik çalışma biçimleri sendikasızlaştırma çabalarının güçlenmesinde etkili araç olarak kullanılmaktadır. Bugün gelişmekte olan ülke sendikacılığını derinden etkileyen olgu, yeni uluslar arası iş bölümünü bu ülkelere dayatmak amacıyla uygulamaya konulan IMF ve Dünya Bankası patentli yapısal uyum ve istikrar önlemlerinin önemli bir parçasını oluşturan özelleştirmedir. Bu ülkelerde ve Türkiye’de sendikacılık hareketinin tabanını oluşturan kamu kuruluşlarının özelleştirmesinin ilk sonucu yaygın işten çıkartmalardır. Ülkemizde de siyasal iktidarların amaçları arasında özelleştirme önde gelmektedir. Gerekli önemler alınamaz ve özelleştirmeye karşı gerekli toplumsal muhalefet yaratılamazsa, sendikacılık hareketi ciddi bir kan ve güç kaybına uğrayacaktır. Sendikacıların yukarıda sıraladığımız olanakları iyi değerlendirebilmeleri ve tehlikeleri savuşturabilmeleri, örgütsel yapılarında kimi değişiklikler yapmalarını gerektirmektedir. 1983’de çıkartılan 2821 sayılı yasa, güçlü merkezi sendikal yapılar ortaya çıkartmış, şubeler düzeyinde yerel insiyatifi boğabilecek düzenlemeler getirmiştir. Sendika içi demokrasi anlayışının gelişmediği sendikalarda güçlü merkez yönetimlerine bağlı, kişiliksiz alt örgütler ortaya çıkmıştır. Kanun, yönetim organlarının seçiminde getirdiği demokratik kurallar da durumu değiştirmeye yetmemiştir. İş kolu sendikaları dışındaki sendika örgütlenmelerinin (işyeri sendikaları, il birlikleri) yasaklanması bu eğilimi daha da güçlendirmiştir. Bugün sendika şubelerinin altında, işyerlerinde sendikal örgütlenme yoktur. İşyeri sendika temsilciliği, sendikal mücadelenin bugünkü gereklerini yerine getirmekten uzaktır. 1989 yılından başlayarak işçilerin mücadele içinde geliştirdikleri işyeri örgütlenmeleri sendikal yapının bir parçası haline getirilmelidir. 1989 Bahar Eylemleri, sendika şubeleri arasında yeni örgütlenme biçimleri ortaya çıkarmıştır. İl birlikleri türünden bu örgütlenmeler, sendikal mücadelenin gücünü arttıracağı gibi, sendikacılık hareketinin siyasete ağırlığını koymasının yerel organları olarak da etkili olabilecektir. Kısacası, önümüzdeki günlerde sendikacılık hareketi, bir yandan merkezileşme, diğer yandan işyeri, il, bölge insiyatiflerini geliştirme gibi iki ters, ama uyumlaştırılması gereken etkinin altındadır. İŞ KOLUMUZ ve SENDİKAL ÖRGÜTLENME Bilindiği gibi, 12 Eylül 1980’e kadar Banka Sigorta işkolu, Büro-Eğitim- Ticaret ve Kooperatif işkolu işçileri aynı sendikada örgütlenebiliyordu. Bugün bu iki işkolundan BANKA ve SİGORTA 11 nolu, TİCARET, BÜRO, EĞİTİM ve GÜZEL SANATLAR 17 nolu işkolları olmak üzere iki ayrı işkoluna ayrılmış bulunmaktadır. Sendikamız 17 nolu işkolundadır. 11 nolu BANKA VE SİGORTA işkolunda 1475 sayılı iş yasasına göre işçi sayılan ve sigortalı bulunan, 2821 sayılı sendikalar yasasının ön gördüğü Çalışma Bakanlığı yıllık istatistiklerine göre, 1992 / OCAK ayı itibariyle 80.546 işçi çalışmaktadır. Bunun 11.068’i (%13.72) TÜK-İŞ üyesi BASS, 35.427’si (%43.92), Türk-İş üyesi BASİSEN ve 10.385’i (%12.87) Bağımsız BANKSİS, 9.424’ü (%11.68) de Bağımsız BANK-Sİ-SEN sendikasına üye bulunmaktadır. Toplam olarak işçilerin %82.19’u sendikalı olup, üyesi bulundukları 4 sendikada %10 barajını aşmış bulunmaktadır. Kurulu bulunduğumuz 17 nolu işkolunda ise yukarıdaki ölçütlere göre durum şöyledir: İşkolunda 349.435 sigortalı işçi bulunmaktadır. Bu işçilerden; KOOP-İŞ’in 35.647 (%10.20) TEZ KOOP-İŞ’in 36.787 (%10.52) üyesi bulunmakta olup, her iki sendikada TÜRKİŞ üyesidirler. 364 işçi ise (0.10) BİL-İŞ adına bağımsız bir sendikanın üyesidir. 349.435 işçiden 72.998’i yani %20.82’si sendikalıdır. 276.434 işçi, yani %79.18’i sendikasız durumdadır. İşkolumuzda sendikalılaşmamış 276.434 işçi bulunmakta olup, bunların sigortalı işçilere oranı ise %79.18’dir. Bu vahim bir durumdur. İşkolumuzun sendikal sefaletini göstermektedir. Bu sayıya işkolumuzda çalışıp sigortalı olmayanlarda ilave edilecek olursa, örgütlülük durumunun “fecaati” daha da iyi anlaşılacaktır. Sendikamızın örgütlenmesi ve işkolumuzun sendikal örgütlülüğü açısından, önümüzde bu yapının çok ciddi bir araştırma çözümlenmesinin yapılması sorununun olduğu açıktır. Bu görev yerine getirilmelidir. Diğer yandan ülkemizde “memur” sendikalaşması özellikle de işkolumuza giren eğitim emekçilerinin sendikalaşması da dikkate alınmalı ve aynı işkolunda örgütlülük gerçekleştirilmelidir. Şu anda örgütlü sendikaların %10 barajını kıl payı aştıkları dikkate alınırsa, %10 barajının devamı halinde tüm işkolumuzun toplu-iş sözleşmesiz kalma tehlikesinin de gözden ırak tutulmaması sorumluluk gereğidir. Zor, sorumlu ve onurla sonuçlandırılması gerekli bir süreç önümüzde durmaktadır. (17 Ocak 1992 tarih 21114 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Ocak 1992 istatistiği ) 12 EYLÜL SONRASI ASKERİ MAHKEMELERDE SOSYAL-İŞ Sendikamızın 12 Eylül 1980 sonrası, mücadelesi, polis ve savcılık sorgularında, askeri mahkemelerin sorgu ve savunmalarında sürdü. 1980 öncesi savunduğumuz, sınıfımızın çıkarlarını, demokrasi mücadelesini, ülkemizin kalkınması için öngördüklerimizi bu platformlarda da savunmayı sürdürdük. Bu savunmamızın belgelenmesi ve yarınlara kalması için, Genel Başkanımız Özcan Kesgeç’in DİSK ve SOSYAL-İŞ davalarındaki sorgu ve savunmalarını, polis ve askeri savcılık ifadelerini, olduğu gibi, ifade ve mahkeme sorgu tutanaklarını tutulduğu biçimde ve buna ek olarak Genel sekreterimiz H. Bedri Doğanay’ın sendikamıza temsil olanağı tanınmayan SOSYAL-İŞ davasının ilk aşamasında yapmış olduğu yazılı sorgusunu da aynen yayınlıyoruz. Bunların SOSYAL-İŞ’in tarihindeki yerlerini almaları gerektiğine inanıyoruz. Türkiye sendikal hareketinin bu kesitini incelemek isteyen tarihçi ve araştırmacılara bir belge aktarıyoruz. Ülkemiz demokrasi gelişiminde bu belgenin egemen görüşün neleri suçlamaya kalktığı konusunda bir ibret tablosu oluşturacağı kanısındayız. POLİSTE (Gayrettepe’de) ALINAN İFADE 2.4.1981 SANIK ÖZCAN KESGEÇ: Aslen Isparta ili merkez nüfusuna kayıtlı olup Veli oğlu, 1945 (Bindokuzyüzkırkbeş) doğumlu olup halen Ankara Küçükesat Başak Sok. No.11 de ikamet eder, 1969 tarihinde Sosyal-İş Sendikasının genel sekreterliğine, 1972 senesinde yapılan genel kurul toplantısında sendikanın genel başkanlığına, DİSK’in 1980 Haziran ayında yapılan genel kurulda DİSK yönetim kurulu üyeliğine getirilen Evli 2 çocuklu, İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu bulunan, ayrıca 1975 yılında yeniden kurulan (TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ) kurucu üyelerinden yine aynı partinin 1977 tarihinde yapılan genel kurulunda parti yönetim kurulu üyeliğine getirilen Özcan KESGEÇ’in sanık olarak alınan ifadesinde SORULDU: Ben ilkokulu Konya İli’nin Sarayönü ilçesinde bitirdim. 1959-1960 öğrenim yılında kuleli Askeri Lisesi’ne girdim, Kuleli Askeri Lisesi’nden 1962-1963 öğrenim yılında bu okuldan mezun oldum ve Kara Harp Okuluna girdim. 21 Mayıs 1963 yılında Harp okulunda meydana gelen olaylar nedeniyle ben de okuldan atıldım. 1964-1965 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine kaydımı yaptırarak bu Üniversitede öğrenime başladım. Aynı Fakülteyi 1969 yılının Ağustos ayında bitirdim. Ben fakülteye devam ettiğim dönemlerde çeşitli yerlerde işçi olarak da çalıştım. 1967 senesinde Sosyal Sigortalar Kurumu Eminönü Şube müdürlüğüne fiş memuru olarak işe girdim. Benim işe girdiğim zaman işyerinde bağımsız (SOSYAL-İŞ SENDİKASI) vardı, bende işyerinde bulunan diğer arkadaşlar gibi bu sendikaya üye oldum, aynı sene içinde yapılan sendikanın genel kurulunda sendikanın genel sekreterliğine getirildim. Genel sekreterlik görevine getirilince profesyonel sendikacı olarak çalışmaya başladım, profesyonel sendikacı olduktan sonra işyerinden ayrılarak sendikamızın genel merkezi bulunan Ankara’ya yerleştim, yine sendikamızın 1972 yılında yapılan yönetim kurulu toplantısında atama ile sendikanın genel başkanlığına getirildim. SORULDU: Sosyal-İş sendikasının genel başkanı bulunduğum 1974 senesinde Sosyal-İş sendikasının 4. genel kurul toplantısında DİSK’e katılma kararı genel kurulda oy birliği ile kabul edildi. DİSK’e üyeliğimiz konusunu genel kuruldan önce DİSK yöneticileri ile görüştük. DİSK’e üye olacağımızı belirttik, onlar da bize bu hususu genel kurulunuzda görüşün genel kurulunuzda üyelik kararı aldığınız taktirde biz DİSK olarak sizi üye kabul ederiz dediler bizde genel kurulumuzun kararı ile belirttiğim gibi 4. Genel kurulda DİSK’e üye olma kararı aldık. Sosyal-İş Sendikası olarak DİSK’e katılmamızın sebebi ise, o dönemlerde bağımsız olarak bir sendikanın çalışmasının zor olacağı, örgütlenme çalışmalarının da zor olacağını düşünerek bir konfederasyona üye olmamız gereğini duyduk. O günlerde işçi sınıfına hizmet eden iki büyük konfederasyon olan (TÜRK-İŞ) ve (DİSK) bulunuyordu, fakat işçi sınıfının ve çalışanların haklarını en iyi şekilde arayan, ayrıca konfederasyon olarak savunduğu ilkeleri, savunduğu demokratik haklar açısından DİSK’i Türk-İş’den daha uygun gördüğümüzden DİSK’e üye olmaya karar verdik, yapılan 4 genel kurul toplantısında DİSK’e üye olmak için genel kurula benimde aralarında bulunduğum yürütme kurulunun bazı arkadaşlar ile bir önerge vermiştik, vermiş olduğumuz DİSK üyeliği hakkındaki önergemiz genel kurulda görüşülerek oy birliği ile kabul edildi. DİSK’e üyeliğimizde gerçekleşmiş oldu. SORULDU: Ben Sosyal-İş sendikasının yönetim ve genel başkanlığını yaptığım dönemlerde, 274 sayılı sendikalar yasasının gereği de olan mal bildirme beyanında bulundum, SORULDU: Ben, demokratik kitle örgütlerinden hiç birine üye değilim sadece, 1975 yılında yeniden kurulan (TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ)’nin kurucu üyelerindenim, aynı partinin 1977 senesinde yapılan genel kurul toplantısında partinin yönetim kuruluna seçildim, 1977 senesinde yapılan genel seçimlerde (TİP) de İzmir adayı olarak seçimlere katıldım, seçim döneminde, aday da olmam nedeni ile partimizin İzmir ilinde yapmış olduğu açık hava toplantısı mitinglerine katıldım ve partinin tüzüğü, amacı doğrultusunda gerekli çalışmalarda bulundum. Yine (TİP) in 1979 senesi genel seçimlerinde parti adına Samsun, Ordu illerinde, partinin tüzüğü amacı ve ilkeleri doğrultusunda yapılan açık hava toplantılarında konuşmalar yaptım. Türkiye İşçi Partisi, (SOYALİST) bir partidir, partimizin sosyalist felsefesi (MARKSİST) teoriden kaynaklanır, partimizin amaç maddesinin 1. paragrafında da belirtildiği gibi Sosyalist bir idarenin yasal yollardan ülkenin yönetimini ele almasını amaçlar, bunun için partimizin en üst düzeyinden en alt kademesine kadar görev alan kişiler bu doğrultuda gücünün yettiği kadar parti disiplini içinde çalışmalarda bulunur. Partimizin programında da öngörüldüğü gibi yer altı ve yer üstü kaynaklarının, dış ticaretinin, bankacılığın ve ağır sanayinin devletleştirilmesini kısacası ekonomik faaliyetlerin emekçi ve tüm çalışanların yararına düzenlenmesini ön görür. Partimiz, bloksuz bağlantısız bir dış politikanın uygulanması yanındadır. Sovyetlere ait böyle bir nitelememiz olmamıştır. Sovyetler Birliğini sömürüye karşı bir ülke ve güç olarak görürüz. Partimiz 141 ve 142 nci maddelere genelde karşıdır, çünkü; 141 ve 142’nci maddelerin yanında düşünme özgürlüğüne kısıtlama koyan şiddete dayanmaksızın her türlü fikrin örgütlenmesini engelleyen düzenlemelere de karşıdır. Türkiye İşçi Partisinin 2. genel kurul toplantısında aldığımız bir karar ile (TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ)nin de yasal olan diğer partiler gibi kurulup faaliyet göstermesi için yasal imkanların sağlanmasını, ayrıca bu konuda bir karar da alarak bu talebimizi de basın yoluyla kamu oyuna açıklamıştık. SORULDU: Partimizin, çalışmaları doğrultusunda filmler gösterilir, ayrıca bu konular ile ilgili, slaytlarda vardır, filmleri partinin kendi imkanları ile çekeriz, fakat slaytların hangi kanallar ile sağlandığını bilemem, bunu partinin üst düzeyindeki yetkilileri ve eğitim dairesinde çalışanların bilmesi gerekir. Partinin gelirleri üye aidatları ile partiye sempatisi bulunan sempatizanlarının verdiği bağışlar ile sağlanır. SORULDU: Benim yurt dışı gezisi olarak 1978 yılında DİSK’in Sovyetler Birliği Sendikalar Birliği ile yaptığı, karşılıklı heyetler gönderme antlaşması gereği 35 kişilik bir kafile ile Sovyetler Birliğine gittim, bu kafilenin başkanlığını ben yapıyordum, yaptığımız gezi (29) gün kadar sürdü, gezi esnasında bizleri, Moskova, Leningrad, Bakü ve Taşkent yörelerini gezdirdiler. Buralarda genellikle fabrikaları, müzeleri ayrıca bu gezdiğimiz yerlerde Sovyetler Birliğinin sendika okullarını gezdik, akşamları ise sirk ve balelere gidiyorduk, bunun yanında işkolumuza giren sendikaların merkezlerini de gezerek oradaki işçilerin çalışma koşullarını sendikaların çalışmaları hakkında bizlere bilgi verdiler. Gezimizin sonunda Sovyet sendikalar Birliği tarafından heyette bulunanlara hediye olarak çeşitli rozetler saat, sendikaların çeşitli flamaları hediye edildi. Gezi sonunda benim şahsımda bu ülkenin gelişmiş her sorununu gidermiş, işçi ve çalışanların bir sorunlarının olmadığı imajını bıraktı. SORULDU: Ben 31 Ocak 1980 tarihinde yapılan ören toplantısına katıldım. 11-12-13-14 ocak 1980 tarihinde İstanbul’da toplanan DİSK, yürütme yönetim, denetim ve onur kurulu ile başkanlar konseyi ve Bölge temsilcilerin ortak toplantısında Dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları tartışarak, Burjuvazinin daha fazla sömürü yolunda giriştiği geniş çaplı saldırıları yanında boyutlarını da genişleterek bu yolda mücadele kararı alan DİSK 31 Ocak 1980 tarihinde yine konfederasyonumuzun üyesi bulunan, Genel-İş Sendikasının ören Artemiz Tesislerinde yapılan ortak toplantısına bildiğim kadarı ile DİSK’in yönetim, yürütme, onur ve denetim kurulları ile DİSK üyesi sendikaların yürütme kurulları katılmıştır. SORUMDU: Belirtilen tarihte yapılan toplantı, 31 Ocak 1980 günü saat 10.00 sıralarında DİSK (Türkiye Devrimci İşçi sendikaları Konfederasyonu) nun genel başkanı Abdullah BAŞTÜRK’ün açış konuşması ile açıldı, DİSK genel başkanı açış konuşmasında özetle; Bugün ülkemizde tüm çalışan işçi sınıfına başta Emperyalistler, büyük sermaye kesimi, egemen sömürücüler ile onların siyasi temsilcileri, görülmedik yoğunlukta ekonomik, politik ve ideolojik saldırılara geçtiklerini dile getirmiştir. Bunun yanında Türkiye’nin emperyalizme daha da bağlılığını ülke ekonomisinin resmen büyük sermaye kesiminin eline teslim edilmek istendiğini, bununla kalmayarak emekçi örgütlere yönelik baskıların arttığını, toplantıya katılanlara anlattı. Ayrıca ülkenin enkaz haline getirildiği, fakat bu enkazın altında işçi sınıfının ve tüm emekçilerin kararlı mücadelesi sonunda enkaz altında bu ülkeyi enkaz haline getirenlerin kalacağını, ülkemizin hızla Güney Amerika’daki askeri diktatörlüğe benzer bir yapıya itilmek istendiğini, konuşmasına burada önümüzdeki mücadeleli dönemin ilkelerini, saptayacağız, önümüzdeki bu mücadeleyi kesinlikle işçi sınıfının kazanacağına olan inancım ile tüm toplantıya katılanlara çalışmalarında başarılar diliyorum diyerek konuşmasına son verdi. SORULDU: Konfederasyonumuzun genel başkanı Abdullah BAŞTÜRK’ün konuşmasından sonra DİSK yürütme kurulunun hazırlamış olduğu (TÜRKİYE’deki EKONOMİK SİYASAL TOPLUMSAL GELİŞMELERE İLİŞKİN DURUM SAPTAMASI) konulu bir rapor sunuldu, hazırlanan raporda genellikle; Ülkenin OECD ve İMF nin dayatmalarına teslim edildiği, bölgeler arasında eşitsizlik, yine bölgeler arasında ırkçılık, şoven politikaların bu eşitsizliği körüklediği, memurların maaşlarının yerinde saydığını, tarım ürünlerine uygulanan taban fiyatlarının köylüyü perişan ettiği, gelir dağılımının işçi, memur ve küçük köylüler aleyhine giderek bozulduğu, kısacası Türkiye ekonomisi gerçek bir enkaz ve bir facia haline getirildiği, işçilerin grev haklarının kısıtlandığı, sendika seçmeleri işçilerin referandum ile kısıtlandığı, Emperyalistler tarafından Türkiye’nin daha etkin bir saldırı karakolu haline getirilmek istendiği, fakat bununda gerçekleşmesi için Türkiye’deki istikrarın ve huzurun sağlanması gerekli olduğu, onlara göre bununda yolu ülkedeki halk muhalefetini ezmektir. Türkiye halkı için tehdit, felaket kaynakları bulunan Amerikan üsleri, pekiştirilen savunma işbirliği anlaşması belgesi ile emperyalizme teslim olunmuştur. Fakat egemen sömürücü sınıfların saldırıları karşısında DİSK mücadelesini yeni koşulların gerektirdiği kapsamda sürdürme kararı almıştır. Mücadeleyi yine işçi sınıfının sendikal örgütü DİSK kazanacaktır, şeklinde idi. SORULDU: 31 Ocak 1 Şubat 1980 tarihinde yapılan, DİSK, yönetim, yürütme, denetim, onur kurulları ve bölge temsilcileri ile DİSK’e üye sendikaların ortak toplantısında hatırladığım kadarı ile şu kararlar alınmıştı: genel olarak, DİSK’in yönetim kurulu kararlarının ışığında, sömürücü sınıfların işçi ve emekçilere yöneltilen saldırıları DİSK tarafından kitlesel biçimde göğüslenmesine karar alındı. Yöneltilen bu ekonomik ve politik saldırılar, baskılar karşısında Türkiye çapında (GENEL GREV) yapılmasına, Bölgesel olarak görevlere gidilmesine, yine; kitlesel miting ve yürüyüşlerin düzenlenmesine, sendikalar tarafından dayanışma ve sempati grevlerinin gerçekleştirilmesine, ülkede uygulanan anti demokratik uygulamalara karşı dayanışma ve eylem komitelerinin kurulmasına, konfederasyonumuzun ana tüzüğünde de var olan (DAYANIŞM FONU) nun daha güçlendirilmesine bugünkü koşullara cevap verecek duruma getirilmesine karar verilmiştir. SORULDU: Ören toplantısında alınan bu kararlara bende Sosyal-İş Sendikası genel başkanı olarak katılıyordum, ayrıca şahsım olarak da bugün ülkemizin bağlı olduğu (NATO, AET, İMF) den çıkması, askeri antlaşmaların fesh edilmesi görüşündeyim, çünkü bu askeri paktlarca harcanan insanların mutluluğu için harcanmış olsa idi, bugün yer yüzünde aç insan kalmaz tüm insanlar mutlu olurdu. SORULDU: Sosyal-İş Sendikası olarak diğer üye sendikalar gibi bizde DİSK’in üye sendikalarına sunduğu tek tip tüzüğü genel kurulda görüşerek kabul ettik. Fakat; Sosyal-İş Sendikasının bu tek tip demokratik tüzüğü kabul etmeden, önceki tüzüğü incelenirse de görüleceği gibi demokratik tek tip tüzüğün paralelinde idi, DİSK’in üye sendikalarına bu tek tip demokratik tüzüğü önermesinin sebebi, üye sendikaların tüzükleri farklı idi, buda demokratik işleyişi etkiliyordu, tam bir demokratik sistemi getiren bir düzenleme görülüyordu, bunun için bu tek tip demokratik tüzük üye sendikalarca kabul edilerek uygulamaya konuldu. SORULDU: Tek tip tüzüğün amaç maddesinde hatırladığım kadarı ile; işçi sınıfı ve işçi sınıfı bilimine dayanan genel eğitimi yaygınlaştırmayı, bunun yanında emek halkımız ülkenin yönetimini ele almasını sağlayacak sosyal, ekonomik ve siyasal bilinci geliştirecek çalışmalarda bulunur, uluslar arası işçi kuruluşları ile uyumlu çalışmalarda bulunmayı, amaçlayan sosyalist bir düzenin hayata geçirilmesine ilişkin çalışmalarda bulunmayı amaç sayar, DİSK tarafından üye sendikalara önerilen ve kabul edilen tek tip tüzüğün amacı özetle bu doğrultudadır. Tek tip demokratik tüzüğün amaç maddesinde (sosyalist bir düzenin hayata geçirilmesi) ancak; sendikalar dünya ve yurt sorunları ile ilişkin görüşlerini açıklamalı, bu alanda çeşitli araştırmalar yapmalı ve bu araştırmalarını yayınlamalı ve kamu oyunun oluşmasında ve yönlenmesindeki çalışmaları da bir etken olabilir, yine sosyalist bir düzeni hayata geçirmek için, işçi ve emekçiler çıkarlarını korumak için siyasi partilerde örgütlenmeli bu partilerin yönetimine gelerek seçilip meclislere girmesiyle yönetimde söz sahibi olup, kendi partilerini kurabilirler. Tip Türkiye İşçi Partisinde işçi emekçilerin haklarını koruyabilecek onların yararları için çalışacak sosyalist bir partidir. Tek tip tüzüğü genel kurul toplantısında kabul eden DİSK üyesi sendika yöneticilerin bu amaç doğrultusunda çalışmaları, sosyalist bir anlayışı, sosyalist bir düzeni en başta üyelerimize anlatmak, daha sonra bu hususları kamuoyuna da açıklayarak görüşlerimizi belirtmeliyiz, en önemli faktörde kamuoyunun oluşmasını sağlamaktır. Kamuoyunun oluşması ise etkin bir şekilde ancak benim kanaatime göre, Radyo, Televizyon ve basın yolu ile sağlanır. Kamuoyunun oluşmasında sendikalar yardımcı faktörlerdir. SORULDU: Genel başkanı bulunduğum Sosyal-İş Sendikasının, menkul ve gayrimenkul olarak, Osmanlı Bankası Ankara Anıttepe Şubesinde (vadeli 10 milyon) TL’sı, Ankara Yenişehir Ziraat Bankası şubesinde kesin hatırlamamakla beraber (iki buçuk milyon) lira kadar parası vardır. Sendikanın gayrimenkul olarak, genel merkezin bulunduğu Ankara’da bir dairemiz vardır. Bu bina 1973 yılında (290 bin) liraya alınmış, bu dairenin de bugün piyasa değeri (4-5) milyon lira civarındadır. Sendikanın ayrıca 3 adet Ford marka, bir adet reno marka otosu vardır. Arabalarımızdan 2 Fordu genel merkezi Brüksel’de bulunan (İCEF) Uluslar arası Kamu Hizmetleri Sendikası sendikamıza hibe etmiştir. Yine tarihini kesin olarak hatırlamamakla beraber 1978 yılı olabilir. Sosyal-İş Sendikasının son olarak üye sayısı 7500-8000 bin civarında olabilir, biz üye işçilerimizden aidat olarak da, grev yasağı yani greve gitme olanağı olmayan işyerlerinde işçilerden aidat olarak asgari ücretin 30 da biri, grev yasağı olmayan yerlerde çıplak net ücretin yine 30 da biri aidat olarak alınır. SORULDU: Sendikamız Sosyal-İş Sendikası adına (SOSYAL-İŞ) adı altında bir mevkute çıkartmakta idik, bu derginin sahipliğini sendika başkanı olmam nedeni ile ben yapıyordum, çıkarılan bu dergi ile tüzüğümüzün amacı doğrultusunda üyelerimize hizmet etmek, onların bu konuda bilinçlenmelerine yardımcı olacak yazı türleri çıkar. Hatırladığım kadarı ile bir yanlışlığa meydan vermemek için söylüyorum, Ören toplantısında aldığımız kararları üyelerimize yine neşrettiğimiz bu yayın organı vasıtası ile duyurduk. SORULDU: Benim genel başkanı ve daha önceleri genel sekreterlik görevinde bulunduğum sıralarda Sosyal-İş Sendikasına yurt içinden ve yurt dışından hiçbir maddi yardım yapılmamıştır. Sosyal-İş Sendikasında son olarak 44-49 kişi arasında yöneticiler ile birlikte maaşlı personel çalışmaktadır. Bu ücretli personele ne kadar ayda net para ödendiğini kesin söyleyemeyeceğim. DİSK’in almış olduğu karar gereği bizim üyesi bulunduğumuz işyerlerinde çalışan işçilerin bazılarından dayanışma aidatı olarak (1000) er lira para kesildi, biz Sosyal-İş sendikası olarak bu parayı, DİSK’in bize bir yazı ile bildirdiği bir hesaba yatırdık. SORULDU: Bugün DİSK olsun genel başkanı bulunduğum Sosyal-İş Sendikası ve şahsım olsun Türk Ceza Kanunun 141 ve 142 maddelerine karşıyım nedeni ise; birinci neden, insanlar düşüncelerinden dolayı suçlanmamalıdır, bugün paylaştığımız görüşleri yasaklayarak değil de onun yasaklanmasını anlatarak izah ederek anlatmalıyız. Bunun yanında işçi ve emekçi sınıfının partisinin kurulmasını bu iki madde engellediğinden DİSK ve Sosyal-İş ve şahsım olarak bu düşünce özgürlüğünü sınırlayan maddelere karşıyım. SORULDU: Benim siyasi görüşüm, ben sosyalistim, bu fikri ve düşünceyi benimsediğimden bu fikri savunan “TİP” Türkiye İşçi Partisi ve yine bu fikri savunan Sosyal-iş Sendikasının da icra kurullarında görevli bulunan arkadaşlarımda benim gibi birer sosyalisttirler. SORULDU: Ben 12 Eylül harekatını müteakip, Ankara’daki evimden alınarak 30 gün kadar gözetim altında kaldım, daha sonra serbest bırakıldım. Bilahare Isparta’da annemlerin yanında bulunduğum sırada benim yurt dışında bulunduğumu, gelip Sıkıyönetim ve Güvenlik kuvvetlerine teslim olmam çağrısı yapıldığını basın ve televizyondan duydum bunun üzerine kalkarak, 2 Mart günü İstanbul’a gelerek Davutpaşa’ya teslim oldum. Dedi alınan ifadesinin doğruluğunu imzası ile okuyarak tasdik etti ve edildi. 2 Nisan 1981 İfadeyi alan İfadeyi Yazan Sanık Özcan KESGEÇ 29.4.1981 İSTANBUL SIKIYÖNETİM ASKERİ SAVCILIĞINDA ALINAN İFADE HAZIRLIK SORUŞTURMASI İFADE TUTANAĞI 29.4.1981 İfadeyi alan savcı A.Gani ATAMAN İfadeyi Yazan S.M.Rukiye Altındal İfade yeri ve tarihi 66. Tüm.K. lığı Savcılık Sorgu Odası 29.4.1981 SANIK ; ÖZCAN KESGEÇ: Veli oğlu 17.09.1945’de Fatma’dan doğma evli 2 çocuklu Isparta merkez ilçe Turan mahallesi kütük 112/106 cilt 032/02 sayfa 8 de nüfusa kayıtlı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu profesyonel sendikacı Ankara Küçükesat Başak Sok. 44/11 no da oturur. Sosyal-İş Sendikası genel başkanı olmakla soruldu: Ben 1967 yıllarında S.S. Kurumu Eminönü şube müdürlüğünde çalışmakta iken bu işyerinde o tarihte ve o tarihten evvel toplu sözleşme hakkını elde etmiş bulunan Sosyal-İş Sendikasına üye oldum ve 1969 yılında sendikanın Ankara’da akdedilen genel kongresine İstanbul Şubesi delegesi olarak gitmiştim bu kongrede sendikanın genel sekreterliğine seçildim ve aynı zamanda sendikanın yürütme kurul üyesi oldum. 1972 yılında sendikamız genel başkanı Muammer Eronat’ın bakanlıkta memur statüsünde bir göreve atanması ile boşalan genel başkanlığa sendika yönetim kurulunun kararı ile başkanlığa getirildim o tarihten bu yana Sosyal-İş Sendikasının genel başkanlığını yapmaktayım. Sendikamız DİSK’e 1974 yılında yapılan genel kurul toplantısı kararı ile üye oldu ve o tarihten buyana DİSK’in üyesiyiz ancak bu arada 1976 yılında DİSK’in her işkolunda tek sendika prensibi dolayısıyla bizim sendikamızın Bank-Sen, Teknik-iş sendikalarıyla birleşmemiz önerildi. DİSK’in bu önerisi Sosyal-iş’in banka iş kolundaki üyelerin bank-sene büro işkolundaki üyelerin teknikişe bağlanması biçiminde idi. Ve bu durum da Sosyal-İş’in fes edilmesi icap ediliyordu. Biz Sosyal-iş olarak yani sendikanın yetkili genel kurulu DİSK’in bu kararını kabul etmedik, aynı zamanda bu husustaki kararı DİSK’e iade edildi bunun üzerine DİSK yürütme kurulu sendikamızın konfederasyon üyeliğinden düşürdü bu kararı karşısında sendikamız Bakırköy iş mahkemesine müracaatta bulunarak DİSK üyeliğinden düşürülmemiz hususundaki DİSK’in kararları kanuni olmadığı iddia etti neticede mahkeme Sosyal-İş’in DİSK’e üyeliğinden düşürülmesi hususundaki kararın ihtiyati tedbir kararı ile durdurdu mahkemenin bu husustaki kararı DİSK tarafından uzun müddet uygulanmadı ve DİSK’le aramızdaki münasebetler askıda kaldı. Bu durum 1978 yılına kadar ki bu yılın ikici yarısı yani 8-9 aylarına kadar devam etti DİSK’in o tarihteki yürütme kurulu bizim durumumuzu haklı buldu ve tekrar konfederasyonla normal üyelik ilişkilerimiz başladı ve bu suretle DİSK’in üyeliği devam etti. Ben ayrı yeten Türkiye İşçi Partisi’nin Çankaya ilçesi üyesiyim bu partinin yönetim kurulunda da görev aldım bilahare partimiz kapandı halihazırda herhangi bir partinin üyesi değilim bundan başka herhangi derneğe üye değilim ben 1978 yılının onbirinci ayında DİSK’in 35 kişilik bir heyetiyle sendikacı olarak Sovyetler Birliğine seyahatte bulundum ilk ve tek yurt dışına çıkışım bu seyahatimdir bundan başka yurt dışına çıkmış değilim. Ben gerek DİSK’in ve gerekse sendikamızın eğitimlerine daha evvelce tabii tutulmadım ancak sendikamızın iş yerlerinde düzenlediği ve toplu sözleşme uygulamaları eğitimine zaman zaman eğitimci olarak katıldım. Bizim sendikamıza bundan başka A.B.C tipi seminer verilmemiştir. Bizim sendikamız 1974 yılına kadar mali bakımdan güçlü bir sendika olmadığından uzman kadrolarımızda yoktu. Ancak DİSK’e üye olduktan sonra sendika mali durumdan biraz kendine geldi ve uzman kadrolar oluşturmaya başladı bu cümleden olarak şunu söyleyebilirim ki biz sendikanın yöneticilerini ve üyelerini iş kolumuz müsait olduğu için uzman olarak, bunlardan istifade ettik. Eğitim uzmanımız Siyasal Fakültesi veyahut ta Ortadoğu Teknik üniversitesi mezunu ücretli personel Nergis Aksu isimli bir bayandı bundan başka bir üst eğitim uzmanımız yoktu. Sendikamızın minasıran eğitim malzemesi yoktu eğitim konularını sendikanın genel yönetim kurulu tayin ve tespit ederdi ve bunun uygulamasını da genel yürütme kurulu yapardı. DİSK’in 1978 yılında Ören’de tertip ettiği toplantılara katılmak zira o tarihte üyeliğimiz hususu ihtilaflı idi ve biz çağrılmadık. 31 ocak – 1 Şubat 1980 tarihinde Ören’de yapılan ikinci Ören toplantısına ben ve yürütme kurulu arkadaşlarım DİSK’in çağrısı üzerine katıldık bu toplantıda herhangi bir karar alınmadı bu toplantı karar alınacak durumda değildi. Bu toplantıda grevler dayanışma aidatı konusu sendikaların DİSK’le olan ilişkileri görüşüldü, benim hatırlayabildiğim kadar orada konuşulan konular bunlar idi başkasını hatırlamıyorum, DİSK tarafından 1976 yılı sonlarında ve 1977 yılının başlarında ortaya atılan U.D. Cephe oluşturması hususunda basına akseden haberler kadar bilgim vardı zira biz o tarihlerde konfederasyonla ilişki içinde değildik bu itibarla böyle bir çalışmadan haberdar değildik bundan başka demokratik platformun oluşması hususunda DİSK mecmuasındaki ve DİSK’in 7. genel kongre çalışma raporunda serde dilen bilgilerden başka bir bilgimiz yoktur, böyle bir çalışma içerisinde de değildik bundan başka herhangi bir dernek veya siyasi parti ile de ilgim yoktur dedi. Sendikamız, DİSK’in önerdiği Tek-Tip demokratik tüzüğü 1979 yılı Temmuz ayında yaptığı olağanüstü genel kurulunda kabul etti bu hususta daha evvelce yönetim kurulu genel kurulu toplantıya çağırma kararı aldı bunun üzerine genel kurul toplandı ve genel kurulda tüzük maddeleri tek tek okundu ve bu tüzüğün değiştirilmesi ön görülen (DİSK tarafından önerilmiş olan) maddeleri üzerinde görüşme yapıldı oylamaya sunuldu ve oylama neticesinde bu tüzük kabul edildi tüzüğün amaç ve ilkelerini gösteren üçüncü maddesi okundu. İşçi sınıfı biliminin ne olduğu sorulduğunda ben işçi sınıfı bilimini Marksizim olarak görmüyorum, Sosyalist bir düzenin hayata geçirilmesi hususundaki ilkesi de benim anladığım kadarıyla sosyalist bir partinin desteklememek iktidar yapılması manasında anlıyorum yoksa bir sendikanın yada konfederasyonun kendisinin iktidar olması ve düzen değişmesi mümkün değildir, her genel kongreden evvel sendika bir çalışma raporu hazırlar ve bu çalışma raporu yönetim kurulunun tespitinden geçer ve ondan sonra baskıya gidilir, genel kurula getirilir ve yürütme kurulunda bu raporu raportörlüğünü yapar ve eşgüdüm dairesi sendikalar arasındaki sendikanın daireleri arasındaki iş birliğini sağlar. Altıncı dönem merkez genel kurul çalışma raporunun 45. ci sayfasında eşgüdüm dairesi raporu başlığını taşıyan bölümde demokratik tektip tüzüğe geçmiş ilk sendika olmanın onurunu taşıdığını bildiren yazı bizim yazımızdır. Burada kasdedilen husus sendikanın organlarının demokratik usullerle yeni tüzüklerle şube kongrelerini yaparak süresi gelmemiş olanla da bu kongreleri yaparak organların seçimle ve demokratik usullerle teşekkülünü sağlamaktı raporda bahsedilen onur duyma konusu buna aittir saniye aynı çalışma raporunun 77 sahifesindeki eğitimle ilgili yazılarımız bizim siyasi görüşümüzü yani sosyalizmi aksettirmektedir bu bizim görüşümüz olduğu için bunun bu şekilde buraya aksettirilmesi tabidir, netice olarak bu rapordaki yazılar bizlere aittir ve DİSK’in örgütlenmesini ve DİSK okulunun oluşturulması DİSK’in sendika yöneticileri dahil çağdaş gelişmeleri teknolojik gelişmeleri ülkemiz ve dünya sorunlarını öğreteceği bir çalışma okulu oluşturulması ve DİSK’in eğitim çalışmalarını böyle anlaması gerektiğini öneriyoruz. 26-17 Ocak 1980 tarihinde barış derneği Marmara Etap otelinde bir toplantı düzenlemiş bu toplantıya ismen bende davet edildim. Toplantıda benim gibi davet edilen Türk-İş’e ait sendika adamları bilim adamları, gazeteciler, sendikacılar ve sanatkarlar da vardı ben orada toplantıyı izledim ve ayrıldım orada bir karar alındığını bilmiyorum. 16.7.1980 tarihinde eğitim dairesi başkanı Zeki KILIÇ ile birlikte açıklamalı 4 sayfalık bir genelge yayınladığımı hatırlamıyorum. 1978 senesinin 10 veya 11 ayında Sovyetler Birliğine DİSK’in Sovyetler Birliğindeki konfederasyonla karşılıklı heyetlerin gidip gelmesi cümlesinden olmak üzere gittik ve orada bir iki fabrikayı şimdi hatırladığıma göre üç fabrikayı gezdik tiyatroya sirklere gittik müzeleri ve bazı şehirleri gezdik ve sendikaları ziyaret ettik ve bu gezimin 29-30 gün kadar sürdü biz oradayken açılan Türk Sanayi sergisini de gezdik ondan sonra memlekete döndük. Benim bildiğime göre Sovyetlere giden üçüncü heyet olduğumuzu sanıyorum. Soruldu: Oradaki sendikalarla görüşme yaptık onların toplu sözleşmelerini gördük fakat orada herhangi bir grev yapıldığını işitmedim dedi. Sanığın 2.4.1981 tarihinde Emniyetçe alınan ifadesi okundu ifademin üçüncü sahifesindeki ilk satırındaki Sovyetlere ait böyle bir nitelememiz olmamıştır cümlesi Sovyetlere ait herhangi bir nitelememiz olmamıştır şeklinde olması lazımdır ve ondan sonraki cümlede bana ait değildir yani Sovyetler Birliğinin sömürüye karşı bir ülke ve güç olarak görürüz cümlesi de bana ait değildir ifademin 4. cü sayfasındaki Abdullah Baştürk’ün burada yazılan biçimiyle hatırlayabilmem imkansızdır onları ben söylemedim ve söylenmesine de imkan yoktur. Çünkü hafıza buna müsait değildir, yalnız Abdullah Baştürk bunları söylemiştir veya söylememiştir demiyorum o şekilde diyorum yine aynı sayfada Abdullah Baştürk’ün konuşmasından sonra DİSK yürütme kurulunun hazırlamış olduğu bir raporu sunulduğuna dair beyanda benim değildir esasen ben o olayı hatırlamıyorum 31 Ocak1 Şubat 1980 tarihlerinde yapılan Ören toplantısında görüşülen ve alınan kararlara ilgili beyanımı size aynen söyledim, zabıta ifademde genel grevle ilgili beyanlarımda orada yazıldığı gibi değildir. 7.ci sayfasında TSK.nun 141/142 maddeleri ile ilgili görüşünü bildirdikten sonra bunun yanında işçi ve emekçi sınıfının partisinin kurulmasını diye başlayan cümle de bana ait değildir, Sosyal-İş Gazetesi hakkında gazetenin ağırlıklı olarak toplu sözleşmeler örgütlenmeler yani sendika haberlerini ihtiva ettiğine dair beyanımda zabıta geçmemiştir, oradaki ifademin diğer kısımları doğrudur ve bana aittir. Dedi ilaveten ben DİSK bünyesinde yani konfederasyon organlarında bugüne kadar görev yapmadım beni 12 Eylül günü Ankara’da evimden aldılar bir ay gözaltında tutuldum ve bırakılacağım 11 Ekim günü İstanbul SYNT komutanlığına istenip istenmediğimi sorulacağını bildirerek sorulduğunu ve istenmediğimi belirterek serbest bıraktılar o tarihte yurt dışında olduğumu ilan edildiği tarihe kadar Ankara’da ki ikametgahımda bulunuyordum duyuru üzerine Davutpaşaya gelerek teslim oldum benim başka diyeceğim yoktur dedi ifadesini okudu imzası ile tastik etti. 29.4.1981 SYNT. Yard. Savcısı A.Gani ATAMAN S.Memur R.ALTINDAL Sanık Özcan KESGEÇ DİSK DAVASINDAKİ MAHKEME SORGUSU 10.12.1982 Duruşmanın bırakıldığı muayyen saatte mahkeme heyeti, iddia makamı ve tutanakta bir değişiklik vaki olmaksızın mahsus salonda aleni olarak toplanıldı. Yoklama yapıldı. 69 tutuklu sanığın yerlerinde olduğu görüldü. Bir kısım sanıklar vekilleri Avukatlar Erşen Şansal, Necati Siyahkan, Ercüment Tahiroğlu ve Ahmet Güryüz Ketenci hazır,. Duruşmaya devam edildi. SANIK ÖZCAN KESGEÇ SORGUSUNDA ; 1697 yılında sosyal sigortalar Kurumu Eminönü Şube Müdürlüğünde göreve başladım, o tarihte bu işyerinin bağlı olduğu sosyal-iş Sendikasına üye oldum, 1969 yılında bu sendikanın Ankara’da akdedilen genel kurulunda genel sekreterliğe getirildim, 1972 yılında sendika genel başkanının başka göreve atanması sebebiyle boşalan yerine sendika yönetim kurulunun kararı ile genel başkan sıfatıyla getirildim, o tarihten buyana Sosyal-İş Sendikası genel başkanlık görevim devam etmektedir, 1974 Nisan ayında 23 sayılı yasa gereğince Sosyal Sigortalar Kurulu Müdürler kurulu üyeliğine iki yıl süre ile seçildim. Sosyal İş Sendikası 1974 Mayıs alında yapılan genel kurul kararı ile DİSK’e üye oldu, 1974 Temmuz veya Ağustos aylarında DİSK karar organlarında görev almaksızın Ankara’da DİSK Sosyal İşler irtibat ünitesinde genel başkan vekilliği sıfatını ihraz ettim, bu görevim DİSK 5. genel kuruluna kadar devam etti, 1975 Ağustos ayından 1976 Şubat ayına kadar DİSK’den geçici olarak ihraç edildim, 1976 Mart ayı sonunda sendikamız DİSK üyeliğinden düşürüldü, 1978 Ağustos ayı sonu itibariyle yeniden sendikamız DİSK üyeliğine kabul edildi. 1975 ila 1978 Ağustos ayı sonuna kadar olan dönemde benim ve genel başkanlığını yaptığım Sosyal-iş Sendikasının DİSK’le herhangi bir irtibatı olmamıştır. DİSK 7. genel kurulunda genel yönetim kurulu üyeliğine seçildim, 1975 yılında Kocaeli’nde bağımsız bir sendikanın genel kurulunda divan başkanlığı görevini ifa ettiğim sırada DİSK yürütme kurulu üyesine söz vermediğim için DİSK onur kurulu kararı ile DİSK’den ihracım öngörülmüştü. DİSK yürütme kurulunun Sosyal-iş Sendikası ile diğer bazı sendikaların birleştirilmesi yönündeki kararına sendika genel kurulu katılmadığı için Sosyal-iş Sendikası geçici olarak DİSK üyeliğinden yanlış oldu, geçici olarak değil de kesin DİSK üyeliğinden düşürüldük, iddianame karşısında diyeceklerimi söylemeden evvel gözetim tarihleri yönünden iddianamede yer almayan tarihi belirtmek istiyorum, 12 Eylül 1980 tarihinde serbest bırakıldıktan sonra, yanlış oldu, bu tarihte gözetime alınıp bir ay sonra serbest bırakılmamı müteakip yurt dışına çıkmış kimseler arasında gösterilmem üzerine Komutanlığa gelip teslim olarak 2.3.1981 tarihinde Metris’te gözetime alındım, bu tarih iddianamede yoktur. DİSK organlarında ilk defa 7. kongre de görev aldım, bu tarihten evvelki DİSK’in icraatları yönünden hiçbir hukuki sorumluluğum olamaz. DİSK’e bağlı 500.000’e yakın üyenin konumu ne ise o tarihe kadar benim durumumda odur, iddianamenin şahsım yönünden ne gibi bir suçlama getirdiğini anlayabilmiş değilim, iddianamede DİSK’in kuruluşundan beri illegal bir örgüt olduğu ve benimle bu illegaldeki konumunu bile bile DİSK’e katıldığımdan bahisle suçlandığım kanaatine vardım, evvel emirde DİSK’in kuruluşunda illegal bir durum ortaya koyduğunu kabul etmiyorum, DİSK kuruluşuna tekaddüm eden zamanlarda alehde ve lehde bir takım güçler sepk etmiştir, bazı bilim çevreleri bu kuruluşu sosyal gelişme ve demokratikleşme yönünde atılmış bir adım sayarken sermaye çevreleri iddianamenin getirdiği suçlamalar gibi suçlayıcı görüşler ileri sürmüşlerdir, kurucu genel başkanlığını yapmış olan Kemal Türkler’in o tarihte yaptığı açıklamada bu kuruluşlardan devrimcilik sıfatının Kemalizm doğrultusunda inkılapçılık olduğunu açıklamış ve böylece kuruluş esprisini ortaya koymuştur. İddianamedeki suçlamaların bir nebze doğruluğunu kabul etsek bile, konfederasyona şahıslar üye olamayacaklarından ve fakat sendikalar üye olacaklarından sorumluluğunda hükmü şahsiyet arz eden sendikalara razı olması icap eder, Sosyal-İş Sendikası ve genel başkanı olarak ben DİSK’in kuruluşundan itibaren süregelen tüzüklerini, amaç ve ilkelerini benimseyerek ve kabul ederek DİSK’e üye olmuşuzdur. DİSK’in tüzüklerinde, amaç ve ilkelerinde yasa dışı olan herhangi bir husus yoktur, iddianame yöneticisi ve üyesi bulunduğumuz DİSK’in marifetimizle anayasal rejime karşı mücadele veren bir örgüt mesabesinde olduğunu ileri sürmektedir, ne benim nede üyesi bulunduğumuz konfederasyonun rejime yönelik herhangi bir tahripkar mücadele yönetimi yoktur. İddianamede değerlendirmeye alınan veri olarak kabul edilmiş anayasal düzeni 1961 anayasasının öngördüğü düzen değildir, anayasamız tek ve mecburi bir düzen anlayışı getirmemiştir, bu bizatihi anayasanın ruhunda mündemiç bir keyfiyet olup siyasi partilerin iktidar olmalarında yapacakları uygulamalarla değişken, mer’i anayasal çerçevede bir düzen ortaya koyacakları esası kabul edilmiştir, DİSK’in mevcut Türkiye düzenini kapitalist ekonomi düzeni olarak tanımlayan herhangi bir kararına rastlamadım. Daha doğrusu mevcut anayasal düzenin kapitalizmin eşikliği olduğu yönünde DİSK’in herhangi bir beyanına, değerlendirmesine rastlamam mümkün değildir. DİSK değişken siyasal iktidarların uyguladığı kapitalist düzene karşı çıkmıştır, dolayısıyla DİSK’in anayasal rejime karşı olduğu yolundaki iddiaları iktidarı değiştirmeye çalışmak ve siyasal iktidara gelmek demektir, hiç şüphe yok ki. Bu eylemler ülkenin içinde bulunduğu demokratik koşullarda ceryan eder, bu üç tür mücadeleyi verecek olan kuruluşlar siyasi partilerdir, diğer bir anlatımla siyasi partiler dışında hiçbir kuruluş siyasal iktidara gelme mücadelesi vermezler, DİSK siyasal iktidarlara etki yapmak, değişikliği intaç edecek doğrultuda kamuoyu oluşturmak şeklinde yani siyaseti vasıtada kullanmak durumunda kalmıştır. Amaç için siyaset yapmamıştır. DİSK bu siyasi faaliyetini yasalar çerçevesinde sürdürmüştür, kendisini bir siyasi parti yerine koymak veya direkt iktidar olmak amacını gütmemiştir. DİSK bu konularda görüşlerini bildirmiş ve bilimsel çalışmalar yapmıştır. Sendikalar ekonomik mücadele örgütleri olarak üyesi işçilerin ekonomik, sosyal ve kültürel kitle sendikacılığı anlayışı olarak ikilik vardır, her ikisi de yasaldır, ancak görüşleri ayrıdır. Uzlaşmacı sendikacılık sırf toplu iş sözleşmeleri ve grevlere meşgul olup bu metotla işçilerin hak ve menfaatlerini korunabileceğini iddia eden işçilerin siyasetle uğraşmalarına karşı çıkan sendikacılık anlayışıdır, sınıf ve kitle sendikacılığı ise işçi sınıfının politik mücadelesini zaruri gören ve onun öz partisinin iktidara gelmesini sağlayıcı girişimlerde bulunmasını işçilere empoze eden sendikacılık anlayışıdır, iddianamenin 41. sayfasında aynen işçi sınıfının yasal olarak tanınan ekonomik mücadelesi dışında bir mücadeleye yönelmemelerinin gerekliliği vurgulanmıştır, iddianamede işçi sınıfı DİSK’le özdeş kılınmıştır, yani her iki kavram eşitlenmiştir, halbuki DİSK işçi sınıfının içindeki ekonomik örgütlerden birisidir, DİSK’in siyasetle uğraşması yukarıda izah ettiğim gibi yasal çerçevede olmuştur, iddianamenin iddia ettiği şekilde DİSK ideolojik bir örgüt değildir, bunun fiilen olmasına imkan yoktur, bir örgütün ideolojik yapıya sahip olabilmesi o örgütü meydana getirenlerin aynı ideolojiyi gütmeleri ile kabildir, işçi sınıfının ideolojisi sosyalizmdir, bende işçiyim benimde ideolojim sosyalizdir, bu anlamda iddianamenin ileri sürdüğü ideolojik yapıya DİSK sahip değildir. DİSK genel kurulları hiçbir zaman doğrudan iktidarı amaçlayacak bir karar ve telkinde bulunmamış aksine siyasal iktidar mücadelesinin siyasal partilerin işi olduğunu sarahaten belirtmişlerdir, DİSK’in Türkiye ekonomisini felce uğratacak ekonomik savaşım stratejisini uyguladığına yönelik bu husus grevlerle ilgili suçlamalara katılmıyorum, reddediyorum, bizler ekonominin baltalanmasına hiçbir zaman göz yummadığımız gibi iddianamenin ileri sürdüğü gibi ekonomik dar boğazlarda avuçlarımızı ovuşturmadık, DİSK’e mal edilen yani onun kışkırtıcılığı ile ortaya koyduğu iddia edilen grevler somut olarak iddianamede gösterilmemiştir, böylece iddia bu yönden hayli mücerret kalmaktadır, ben DİSK’in almış olduğu herhangi bir grev kararı bilmiyorum, 20 Mart 1978 faşizm eylemi ülkenin içinde bulunduğu anarşi ortamında teröre karşı meydana getirilmiş bir protesto uygulamasıdır, bu konuda iddianame çelişkilidir, özgür sendikaları değerlendirirken genel grev uygulaması yapabileceklerini vurgulamış DİSK’i ise bu konuda devlet yıkıcılığı ile suçlamıştır, bireysel teröre karşı kamuoyu oluşturmak ve kitlesel eylemler ortaya koymak, ekonomik mücadele örgütü olan sendikaların ve üst kuruluşlarının görevidir, DİSK’in ortaya koyduğu bireysel terörü önleyici kitlesel eylemleri gerek diğer üst kuruluşlar ve gerekse işverenler ve gerekse işverenler tasvip etmiş ve desteklemiştir, DİSK kitlesel eylemleri ortaya koyarken kendisini ikinci bir devlet saymadığı gibi devlete karşı da görmemiştir, devletin yardımcısı olarak yani kendisini devlete yardımcı güç olarak addeden faşist tırmanışa karşı mücadele vermiştir. DİSK’in görüş belirtmekten ve görüşlerini açıklamaktan öteye herhangi bir silahı olmamıştır. Sosyal-İş Sendikası olarak 1. Ören toplantısına çağrılmadığımız için katılmadık, iddianamede katıldığımız şeklinde belirtilmiş kabul etmem. Ant-birlik eylemi ile ilgili şahsıma yöneltilen suçlamayı kabul etmem, aksine biz bir günlük işçilerin halkı olarak yaptıkları protesto gösterisini ortadan kaldırmak ve tarafları yatıştırmak çabasına düştük, iddianamedeki direnişin başlangıcı ve bitişi de hatalı saptanmıştır. Bu itibarla bu konudaki suçlamaları tamamen redderim, iddianame hukukumuzda bulunmayan kolektif bir suçlama getirmektedir, delillerden uzaktır, bu nedenle tümü ile iddianamenin getirdiği suçlamaları kabul etmiyorum dedi. Sanığın 2.4.1981 tarihli polis ifadesi okundu. Bu ifadeye nazaran soruldu: Bu ifade insan haklarına aykırı biçimde alınmıştır, kabul etmiyorum dedi. Sanığın 29.4.1981 tarihli As. Savcılık ifadesi okundu. Bu ifadeye nazaran soruldu. Bu ifade bana aittir, kabul ederim, emniyet ifademi bazı kısımları itibariyle kabul ettiğim anlamına gelen zabıt kısmına itiraz ediyorum, huzurda da beyan ettiğim gibi polis ifadelerini tümüyle reddediyorum, savcılık ifadem doğrudur, aynen tekrar ederim dedi. Sanığın 30.4.1981 tarihli tutuklama mahkemesindeki ifadesi okundu. As. Savcılık ifadesine atıfta bulunduğu anlaşıldı. Sanık doğruladı. Sanığın sorgusuna karşı As. Savcının ve diğer sanıkların bir diyeceği yok. Sanık Özcan Kesgeç vekili Av. Erşen Şansal söz alarak; müvekkilim 2.4.1981 tarihli polis ifadesi sorguyu yapan görevlilerin imzasını taşımamaktadır, sadece müvekkilin imzası vardır, değerlendirmede bu durumun dikkati nazara alınması yönünden tebaruz ettiririz dedi. Vaktin geçmiş olduğu görüldü. Söz alan Sanık Yalçın Talaka: uzun zamandır tutuklu bulunmaktayım, tutukluluk cezaya dönüşmüştür, haksızlığında göz önünde tutularak tutukluluk halimin kaldırılıp tahliyeme karar verilmesini talep ederim dedi. Sanık Özcan Kesgeç herhangi bir talebim yoktur dedi. Sanık Özcan Kesgeç vekili Av. Erşen Şansal söz alarak; Müvekkil Özcan Kesgeç’in tahliyesine ilişkin dilekçemiz vardır dedi, okundu, izah etti, vekil avukatın okuyup ibraz ettiği 10.12.1982 tarihli bir buçuk sayfadan ibaret dilekçe müvekkilinin salıverilmesine mütedair olduğu anlaşılıp dosyaya konuldu. Sanıklar Yalçın Talaka, Akçin Koç ve Özcan Kesgeç’in tahliyelerine ilişkin talipler yönünden söz verilen As. Savcı sebebleri zail olmadığından sanıklar Yalçın Talaka, Özcan Kesgeç ve Akçin Koç’un tahliyelerine ilişkin taleplerin reddi mütalaasındayız dedi. Konu heyetçe tezekkür edildi. G.D. Müsnet suçun vasıf ve mahiyetine ve duruşma safahatına nazaran tutukluluktan beklenen gaye hasıl olmadığı cihetle sanıklar Yalçın Talaka, Akçin Koç ve Özcan Kesgeç’in tahliyelerine ilişkin taleplerin reddi ile tüm sanıkların tutukluluk hallerinin devamına müteakip celse getirilmeleri için ilgili Cezaevi Müdürlüklerine müzekkere yazılmasına, Sorgulara devam edilmek üzürü duruşmanın 15.12.1982 günü saat 10.30’a tehirine oybirliği ile karar verildi. 10.12.1982 BAŞKAN D. HAKİMİ ÜYE T.K. SOSYAL-İŞ DAVASINDAKİ SORGU Askeri savcılıkça sanıklar Seyfettin Biçer ve Ünal Tombak’ın 23.2.1983 tarihinde metris askeri cezaevinden tahliye edildiklerinin bildirilmiş olduğu görülmekle okunup hazır bulunan sanık Ünal Tombak’tan soruldu: Geçen celsede dediğim gibi biz fiilen 25.2.1983 günü saat 11.00’de tahliye edildik dedi ve bu hususu belirtir metris özel ceza ve tutuk evi müdürlüğünce kendisine verilmiş 25.2.1983 tarih ve infaz kısmı 7200-1254-83 sayılı yazıyı ibraz etti. Görülmekle kendine iade edildi. Sanıkların sorgularına devam edileceği üzere saatin 12.00’ye yaklaştığı anlaşıldı. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Talep veçhile – sanıkların sorgularına devam olunmak üzere duruşmanın bugün saat 13.15’e tehirine oybirliğiyle karar verildi. 20.4.1983 BAŞKAN DURUŞMA HAKİMİ ÜYE HAKİM KATİBE 20.4.1983 BAŞKAN : Ziya Dönmez – Dz.Kd.Alb. 1950/400 DURUŞMA HAKİMİ : OSMAN AKYILDIZ – Sivil Hakim 18476 OSMAN BEYKAL Hak.Yzb. 1977/Yd.16 İDDİA MAKAMI : NURİ KARTAL 15692 KATİBE : HANDAN DEĞİŞMEZ 30 oldukları halde duruşmaya mahsus salonda belli gün ve saatte mahsus salonda celse açıldı. Başka bir suçtan dolayı tutuklu olarak bulunmakta olan Özcan Kesgeç yeniden getirildi. Bağlı olmayarak yerine alındı sanıklardan Hasan Bedri Doğanay, Ünal Tombak, Mehmet atay, Çetin Tarıoğlu, Yılmaz Altındağ ile Metin Özboz’da geldiler keza bir takım sanıklar müdafileri Av. Erşen Şensal ve Av. İnci önek de geldiler diğer sanıklar ve sanık maksut müdafii gelmediler açık olarak duruşmaya devam olundu. Heyetteki değişiklik nedeniyle eski zabıtlar okundu. SANIK ÖZCAN KESGEÇ SORGUSUNDA : 1967 yılında Sosyal-İş sendikasına üye oldum ve 16.9.69 Mayıs ayında yapılan kongrede de genel sekreterliğe seçildim ve 1972 yılında sendika genel başkanı Muammer Eronat’ın ayrılması üzerine sendika yönetim kurulunca genel başkanlığa getirildim ve o tarihten sonra yapılan bütün kongrelerde yine bu göreve seçildim ve bu görevim halen dahi devam etmektedir ve 1974 yılında 23 sayılı yasa uyarınca Sosyal Sigortalar Kurumu Müdürler Kurulu üyeliğine seçildim 2.7.1980 tarihinde af edilen DİSK 7.’nci genel kurulunca ilk defa DİSK yönetim kurulu üyeliğine seçildim sendikal geçmişim bu şekildedir ve sendikamız 1974 nisan ayında yapılan kongresinde aldığı kararla DİSK’e üye oldu ve 1976 Mart ayından 24.8.1978 tarihine kadar olan sürede sendikamız DİSK üyeliğinden düşürülmüştür yani DİSK yürütme kurulunun kararı ile düşürülmüştür iddianamede sendikamızın işten ihraç edildiği belirtilmekte ise de bu doğru değildir dediğim gibi sadece DİSK üyeliğinden düşürülmüştür ve bu konuda iddianamenin içerdiği bilgiler yanlış ve eksiktir ve sendikamız 21-22 nolu iş kolunda DİSK’e bağlı tek sendika iken aynı işkolunda kurulu Tek-Bank-İş adlı işyeri sendikası da DİSK’e üye olmuştur ve 1975 yılında DİSK tüzüğü uyarınca bir komisyon oluşturulmuş ve u komisyon yaptığı çalışmasında TekBank-İş sendikasının genel kurulu toplanarak Sosyal-İş Sendikası ile birleşme kararı almasını karar altına almıştır ve fakat adı geçen sendikanın komisyonca belirlenen zannederim 6 aylık süre içerisinde genel kurulu toplayıp bu konuda karar alamadığı için DİSK yürütme kurulu gerek o sendikanın ve gerekse sendikamızın DİSK üyeliğinden düşürülmesine Mart 1976 tarihinde karar vermiştir bunun üzerine sendikamız DİSK yürütme kuruluna bizim sendikanın yapabilecek hiçbir şey olmadığını alınan karar göre Tekbank-iş sendikasının üzerine düşenini yapmadığını beyanla bu karara itiraz etmiş fakat sonuç alamayınca Bakırköy iş Mahkemesine müracaat etmiş ve mahkemece ihtiyati tedbir yoluyla DİSK yürütme kurulunun sendikamız aleyhindeki bu kararı durdurulmuştur. Bunun üzerine DİSK yürütme kurulu tekrar bir komisyon oluşturmuş ve bu komisyonun Tekbank-iş sendikasının DİSK üyeliğinden düşürülmüş olması karşısında Sosyal-iş Sendikası Bank-Sen ve Teknik-iş sendikalarının birleştirilmeleri konusundaki aldığı kararı benimsemiştir ve sendikamıza tebliğ edilen bu karara göre sendikamızın banka ve sigorta iş kollarında çalışan üyeleri Bank-Sen sendikasına devredilecek ve eğitim büro iş kolunda çalışan üyeleri de teknik-iş sendikasına devir edilecek ve göre genel kurulun toplamı kendisini fes ederek Teknik-İş Sendikasına katılma kararı alacaktır fakat genel kurulumuz DİSK’in bu kararının gerek DİSK tüzüğüne ve gerekse iş kollarındaki birleşmeye değil parçalamaya yönelik bulunması sebebiyle ve mevzuata da aykırı olduğundan kabul etmeyerek red etmiştir bunun üzerine yine DİSK Yürütme Kurulu sendikamızın DİSK üyeliğinden düşürülmesine 1977 Temmuz sonlarında karar verilip sendikamıza bildirmiştir. Ve bunun üzerine sendikamız tekrar Bakırköy iş mahkemesine müracaat ile itirazda bulunmuş ve dava devam ederken24.8.1978 tarihinde DİSK yürütme kurulu yeniden sendikamızın DİSK’teki üyeliğine karar verilmesini istemiş ve dolayısıyla iddianamede T.C.K.nun 141.’nci maddesini ihlal ettiğimizi belirtir mahiyette olup ihraç meselesi bu şekildedir. Yoksa iddianamede belirtildiği gibi değildir ve iddianameden suçlamaya dayanak olarak hiçbir hukuki delil ileri sürülmemiştir ve mevzuatımıza aykırı neticeler doğuracak mahiyette iddia ileri sürülmüştür ve iddianamede delil olarak sendikamızın tüzüğü ve bundaki değişiklikler ve amaç maddeleri gösterilmektedir oysa ki sendikaların ana tüzüklerini yapan ve değiştiren organ genel kurullardır ve sendikamızda da böyle olmuştur ve bu tüzük ve değişiklikleri devletin yetkili organlarına gönderilmiş ve sendikalar kanunda belirtildiği şekilde bu güne kadar herhangi bir kanuna aykırı yönünden değiştirilmesi iade edilmemiş ve yönden sendikamız veya yöneticileri hakkında bir dava da açılmamıştır ve zaman zaman çalışma Bakanlığınca tüzüklerin bazı maddeleri ki bunlar temsilcilerin seçimi ve sürelerinin gösterilmemesi gibi maddelerdir özellikle amaç maddeleri yönünden herhangi bir değişiklik sistemi gelmemiş ve her defasında bakanlığın istekleri doğrultusunda genel kurullarımızca istenen değişiklikler yapılmıştır ve iddianamede sendikamız tüzüklerinin bazı maddeler ima yolu ile suçlamayı esas alınması oysaki ima yolu ile böyle bir suçlama mümkün değildir ve tüzüklerin iddianamede belirtilen gayeye hiçbir zaman amaçlamamış ve sadece üyelerimizin çağın icaplarına uygun ekonomik sosyal ve kültürel menfaatlerini genişletilmeyi amaçlamıştır başka bir amacı yoktur ve olamaz ve iddianamenin ceza hukukumuzda yasak olan kıyas yolu ile vaki suçlamalarını red ediyorum esasen kendi iddianame kendi içerisinde dahi çelişkili ve tutarsızdır esasen iddianame sendikaların siyasi iktidara yönelik bir örgüt olarak görülmektedir ki buda yanlış ve oysa ki iddianamede suçlanan ve sendikamızın 4. genel kurulunda kabul edilen tüzük değişikliğine göre şekillenen amaç maddesi sendikaların siyasi parti görevi yapamayacağını açıkça belirtmiştir. Oysa ki iddianamede 4. genel kurula bu şekilde kabul edilen amaç maddesi delil olarak kabul edilmektedir ve tüzüklerimizin hiçbir amaç maddesi sendikamıza sosyalist bir düzen kurma amacı verememiştir özel amacı da yoktur ve bu maddelerde çeşitli sendika konularına ilişkin soyut görüşler belirtilmiştir ve sendikanın sosyalist bir düzeni benimsemesi bu sosyalist düzeni sendikamızın kuracağı anlamına gelmez, ve 1961 anayasası sosyalizme açtığı anayasadır ve sosyalizm yasaklanmamıştır ve tüzük de işte bu çerçevede görüş belirtmekten başka yapılan bir şey yoktur, ve anayasamıza göre gerçek kişilere tanılan haklar aynen tüzel kişilere de tanınmış durumdadır ve sendikalar kanunun 14. maddesi de bunu doğrulamaktadır buna göre sendikalarda gerçek kişiler gibi her konuda ve bu arada siyasi konularda da baskı unsuru olarak işlem yapabilirler, ve benim anladığıma göre siyasi mücadele; siyasi iktidarı alma, değiştirme ve etkileme olarak üç fonksiyonda toplanabilir ve sendikalar bunlardan siyasi iktidarı alma çalışması içersinde bulunamazlar ancak kamuoyu oluşturmak sebebiyle siyasi iktidarı değiştirme ve etkilemeyi gerçekleştirmek ve keza bir siyasi partiyi destekleyerek siyasi bir partiyi değiştirme yönünde faaliyette bulunabilir ve siyasi iktidarı alma sendikalara kanunen yasaklandığı gibi esasen bir kitle örgütü olan sendikaların normal fonksiyonlarına da aykırıdır ve 274. sayılı kanunun 16. maddesi de siyaset yasağı konusunda sendikalara getirilen yasağı belirtmiştir. İddianamede suçlandığımız eylemlere gelince 15 ila 16 Haziran 1970 olaylarında sendikamız bir bağımsız sendikaydı ve bu olaylara iştirak etmiş değildir ve o tarihte 274 sayılı yasada yapılmak istenen değişiklik sendikamızca da antidemokratik ve anayasaya aykırı ve 42 sendika yani bağımsız sendika üniversite öğrenim üyeleri ile birlikte Ankara’da bu konuyla ilişkin bir sempozyum düzenlenmiştir ve sempozyumda kabullenen görüşler içlerinde benimde bulunduğum seçilen 5 kişilik bir sendikacılık kurulu tarafından devrin cumhurbaşkanına verilmiştir 274 sayılı yasada değişiklik yapan 1317 sayılı yasa tasarısına karşı sendikamızın davranışı bundan ibaret kalmıştır ve ben Türk-İş’e dahil sendika üyeleri ile birlikte işçi kesiminin bu yasa tasarısına karşı çıkışını anayasasına sahip çıkma anlamı olarak kabul ediyorum ve benim şahsi görüşümde budur ve iddianamede 15 ila 16 Haziran 1970 olayları ile ilgili olarak sendikamız gazetesinde yayınlanan bazı yazılar ileri sürülerek sendikamız suçlanmaktadır oysaki bu gazetemizde yayınlanan sendikamız kurullarının kararlarından başka şahsi yazılar sendikamızı bağlamaz ve bunlar için sendikamız suçlanamaz kaldı ki gazetemizde 15 ila 16 Haziran olayları için yer alan yazılar içeriği itibariyle az önce belirttiğim zamanda olabilir yani bu yazılar şayet sendikamız yöneticilerinden birisinin imzasını taşıyorsa içeriği ancak bu şekilde olabilir ve sendikamız 1975 yılında yapılan demokratik mitinglerine DİSK kararı doğrultusunda katılmıştır ve bunlar yasal mitinglerdir ve bu tür mitinglerle müesses iktisadi ve sosyal temel nizamlarının yıkılması mümkün değildir esasen böyle bir gayesi de söz konusu olamaz. Ve 20 Mart 1978 faşizme ihtar eylemi diye isimlendirilen eylem tarihinde sendikamız esasen DİSK üyeliğinden düşürülmüş durumda idi ve bu konuya ilişkin herhangi bir yazı veya talimat sendikamıza gelmemiştir ve biz sendika olarak DİSK’in faşizme ihtar olarak yarım saat işi bırakma eylemine balı işyerlerinde katılılması bir karar almadık ancak bazı iş yerlerindeki üyelerin kendiliklerinden buna katılmışlardır ve fakat ben şahsen DİSK’in bu konusundaki çağrısını demokrasi adına olumlu karşıladım ve halende kanaatim budur ve bu konu ile ilgili olarak DİSK yöneticileri o zaman yargılanmışlar ve 275 sayılı kanuna muhalefet suçundan mahkum olmuşlardır ve dolayısıyla bu eylemin davası o zaman görülüp yargı organınca tavzih edilerek sonuçlandırılmıştır ve kesinleşmiş hükme konu olmuş olayların tekrar yargılama sonucu yapılmış olması da iddianamenin hukuki dayanaktan yoksun olduğu göstermektedir ve sendikamız Kahramanmaraş olaylarını protesto için DİSK’in çağrısı doğrultusunda 5.1.1979 tarihinde yapılan işyerlerinde 5 dakikalık işi bırakma eylemine katılmış ve konuda yürütme kurulunun karar almış ve bağlı işyerlerinde bunun uygulamasına geçilmesine çaba sarf edilmiştir ve bu eylem feci katliamı protesto etmek ve yetkilileri uyarmak için yapılmıştır ve yerinde bir davranıştır ve bu davranışımızın T.C.K.nun 141. maddesi kapsamına giren bir olay olduğunu kabul edebilmek için Kahramanmaraş olaylarının anayasal devlet nizamının korumaya yönelik bir hareket olarak kabulü gerekir ve iddianamede ileri sürülen Tariş olayları ile sendikamızın hiçbir ilgisi yoktur ve bu işyerlerinde üyesi de yoktur. Ve iddianamede yer alan Antbirlik direnişi olayı yönünden DİSK davasında bu direnişi başlatan kişi olarak suçlanarak T.C.K.nun 146. maddesine muhalefetten yargılanmaktayım oysa bu direniş ne sendikamız nede üyelerimiz tarafından başlatılmış bir direniş değildir ve 1 Şubat 1980 tarihine takaddüm eden bir hafta içerisinde Antalya’daki sendikamıza bağlı işyerlerimizde bazı üye işçilerin öldürülmüş ve Antbirlik genel müdürlüğüne bazı silahlı zorbalar girmiştir ve bu genel müdürlükte çalışanların bir çoğu bayandır ve saldırı olayı üzerine bu işyerinde çalışan işçiler işyerinden ayrılmaksızın işi bırakarak yanlış oldu esasen öğleden sonra tatil idi bu sebeple işçilerin işyerlerinden ayrılmamak suretiyle ve protesto mahiyetiyle bu işyerini tutmuşlardı ve durum şube yöneticilerince genel merkeze iletilince ertesi gün bende genel sekreter arkadaşım Hasan Bedri Doğanay derhal mahaline gittik ve vali ve vilayet jandarma komutanı da hazır olduğu halde bizim gayretimizle işçiler işyerinden ayrılıp evlerine gitmişlerdir ve işveren tarafından gazetelere ilan verilerek 7 Şubat tarihine kadar işçilere işbaşı yaptırılmamıştır ve üyelerimiz ve sendikamız sadece iş başı yapabilmek maksadıyla miting yapmışlardır ve işverenin ne maksatla 7 Şubat tarihine kadar işçilere işbaşı yaptırmadığını bilemiyorum bunun cevabını işveren verebilir bu konuda somut bilgim yoktur ve fakat bir yorum yapabilirim ve bence işverenin bu şekilde davranmasının sebebi bu işçileri işten atıp yerine yeni işçiler almak ve bu olay ile ilgili olarak 176 kişi hakkındaki bunların içinde sendika yöneticilerinden hiç kimse yoktur mahalli yöneticilerinden dahi kimse yoktur sadece bazı üyelerimiz vardır Antalya Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açılmış neticesi ne oldu bilemiyorum ve işçilerimizin yaptıkları az önce bahisi ettiğim bu mitingler DİSK tarafından düzenlenmiş mitinglerdir ve bizde sendika olarak bu mitinglere katıldık ve iddianamede 1 Mayıs kutlamaları da suçlanmaktadır oysaki 1 Mayıs kutlamalarını düzen ile bizimle bir ilgisi yoktur ve bütün dünyada ve batı ülkelerde dahi kutlanmaktadır ve bizim sendikamız DİSK tarafından 1976, 1977 ve 1978 organizasyonlarına alınmadık ancak sendika olarak biz kendiliğimizden bu bahsini ettiğim 1 Mayıs kutlamalarına katıldık ve taşıdığımız pankartlar sendikamızın iş kolu ile ilgili pankartlardır şu anda tam mahiyetlerini hatırlamıyorum ben şahsen hastalığım sebebiyle 1976 ila 1977 1 Mayıs kutlamalarına katılamadım ve 1 Mayıs kutlamaları işçilerin ekonomik ve demokratik haklarını dile getirdikleri kutlamalardır ve bu 1 Mayıs kutlamaları yasaldır ve gerçek güvenlik önlemlerinin alınması ve 1977 1 Mayıs kutlaması gibi vuku bulan olayların faillerinin yakalanıp bağımsız yargı önüne çıkarılması güvenlik kuvvetlerinin grevidir ve bunların faillerinin yakalanmalarını bizde istiyoruz ve 1979 1 Mayıs kutlaması sıkıyönetim komutanlığınca İstanbul’da yasaklanınca DİSK yürütme kurulu üyeleri gözetim altına alındığı için işleri yürütmekle görevlendirilmiş olmamız nedeniyle üç sendika genel başkanı olarak ben ve tekstil genel başkanı Rıdvan Budak ve gıda iş genel başkanı Demirhan Tuncay bu kararı protesto mahiyetinde bir bildiri yayınladık ve bildiriyi demokratik hak ve özgürlükleri gereği gibi sağlamak düşüncesiyle getirilmiş bulunan sıkıyönetimin tamamen kısıtlamış olması yani 1 Mayıs kutlamasının yasaklamış olması sebebiyle bu bildiriyi yayınlamış ve bu bildiriyi yayınladığımızdan ötürü gözetim altına alındık ve açılan dava sonucu İstanbul sıkıyönetim komutanlığı 1 no’lu askeri mahkemesince kimliğimizin tespiti sırasında belirttiğim gibi 16 gün hapis cezasına mahkum edildim ve T.C.K.nun 311. maddesine muhalefetten bu şekilde mahkum edilmiştim ve cezamda infaz edilmişti oysa şimdi aynı olay tekrar dava sonucu yapılmaktadır ve o sıralar 1979 yılı 1 Mayıs kutlamasını İzmir’de kutlayan sendikalar İstanbul sıkıyönetim komutanlığının 22 nolu bildirisi ile kutlanmıştır ve dolayısıyla 1 mayıs kutlamaları sıkıyönetim komutanlığınca suçlanmamış aksine övülmüştür ve yasal 1 Mayıs kutlamalarına katıldık diye T.C.K.nun 141. maddesine muhalefet suçundan nasıl yargılanabiliriz yüce heyetinizin takdirine bırakıyorum ve iddianamede yine 1 Mayıs kutlamaları konusu ile ilgili mevcut slayt ve film gösterme iddiaları da varid değildir esasen sendikamızın bu tür araçları yoktur. Bu sırada başkanın talebi ile sanıktan soruldu : iddianamede 16 adet bahis edilmektedir hiçbirinin ödünç dahi başka sendikalardan alınması mümkün değildir ve alınmamıştır ve biz 1977 ve 1978 1 Mayıs kutlamalarına ilişkin ve film ve slaytın gösterilmesi konusunda şubelerimize dahi herhangi bir yazı göndermedik dedi. Devamla iddianamede 30 Nisan 1980 direnişinden bahis edilmektedir oysaki bu konuda ne DİSK’in nede sendikamızın bir kararı mevcut olmadığı gibi hiçbir sendikamız üyesi bu direnişe katılmış değildir ve DGM direnişi diye bir direniş kararı DİSK tarafından alınmış değildir ben bilmiyorum ve sendikamızın da bu konuda bir kararı yoktur ve böyle bir direnişe sendikamız tarafından iştirak edilmiş değildir ve iddianamede sendikamızın bir takım yurt içi ve yurt dışı kuruluşlar ile ilişkisinden sanki kuşku verecek bir şey varmışçasına bahis edilmekte ve fakat bu ilişkinin mahiyeti açıklanmamaktadır ve bu bakımdan bu iddiaya karşı somut bir cevap vermek durumunda değilim ancak şunu söyleyebilirim ki Töbder ve TMOB ile sendikamızın sadece işveren sendika ilişkileri olmuştur çünkü bu kuruluşlarda çalışan işçiler sendikamız üyesidirler, ve keza Türk-İş ‘e bağlı Petrol-İş, Tezbüro-İş Sendikaları ile TÜTET, TÜMDER, SÜSTER, Sigorta Müfettişleri Derneği ve Türk Tabipler Birliği ile 23 sayılı yasa uyarınca Sosyal Sigortalar Kurumu müdürler kurulu üyeliği seçimi için iş birliği yapmıştır ve sendikalar yasal dernekler ile üyelerini ilgilendiren konularda ve meslek odaları ile dahi ilişkiler kurarlar bunun yasaya aykırı bir tarafı yoktur ve ülkemizde işverenler bu anlamda yasadışı sayılabilecek bir örgütlenmeye de girmişlerdir örneğin Türkiye işveren Sendika Konfederasyonu, Türkiye Sanayi ve İşadamları Derneği, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu bir araya gelerek tüm teşebbüs konseyi adı altında bir kurumu oluşturmuşlar ve bir başkan seçerek yasa dışı bir örgütlenme modeli de göstermişler ve ben bunu suçlamıyorum ve demokratiklerde olması gereken bir durumdur ve aynı şey sendikalar içinde normal görünmesi gerektiği halde iddianamede suçlama konusu yazılmaktadır ve iddianamede yine kanıt olarak özel okul öğretmenlerini üye kaydetmemiz gösterilmektedir ve bu bir zuhul değilse yasaları tanımama veya bilmeme ve özel okul öğretmenleri 275 sayılı yasa kapsamına giren işçidirler ve sendikamız 1979 yılına kadar özel okul öğretmenlerini üye olarak kabul etmiş ve onlar adına toplu sözleşme de yapılmıştır ve halen özel okul öğretmenlerinin bir çoğu Türk-İş’e bağlı olarak faaliyetini sürdüren Tez büroİş sendikasının üyesidirler ve iddianamede bahis edilen ve Töbder tarafından düzenlendiği ifade edilen ve Kürtlerin varlığından bahis edildiği beyan edilen demokratik eğitim kurultayı ile sendikamızın hiçbir ilgisi yoktur ve böyle bir kurultaya ne çağırılıp nede katıldık, ve yine iddianamede sendikamızın ant birlik işyerlerinde örgütlenmesi sebebiyle Kurtuluş örgütü ile işbirliği yaptığını iddia etmektedir oysaki bu iddia varit değildir ve bu işyerlerinde ant sendikası bulunmaktaydı ve yöneticileri genel müdürlük düzeyindeki yöneticilerdir ve 1974 yılında bu sendika genel kurulu sendikamızda birleşme kararı almış ve bu şekilde sendikamız bu işyerlerinde örgütlenme çalışmalarına başlamıştır ve iddianamede benim Barış derneği toplantılarına katıldığım iddia edilerek bu da delil olarak ileri sürülmektedir. Barış derneği yasal bir dernektir ve ben barış derneğinin üyesi değilim ve sadece 1979 yılında İstanbul’da Etap otelinde yapılan bir toplantısına davet üzerine katıldım. Türk-İş’e bağlı sendika yöneticileri ve üniversite öğretim üyeleri dahi çağrılmıştı bunun dışında barış derneğinin hiçbir toplantısına katılmadım ve barış derneği zannederim yine 1979 veya 1980 yılında İstanbul Spor ve Sergi Sarayında bir konferans düzenledi ve sendikalar ve meslek kuruluşlarının ve üyelerin davet edildiği sendikamıza bildirilmiş ve yapılacak konferans masraflarını karşılamak için bir katkıda bulunup bulunmayacağımız sorulmuştu ve bizde katılacağımızı ve masraflara da 5.000,- liralık bir katkıda bulunabileceğimizi bildirmiştik ve bu parayı zannederim gönderdik ve fakat bilahare bu konferans zannederim sıkıyönetim komutanlığının iznini geri alması sebebiyle olacak yapılamadı yoksa barış derneğine sendikamızca herhangi bir yardım yapılmış değildir esasen yasal bir derneğe yardım yapmak suç değildir ve keza iddianamede bazı toplu sözleşmelerin 1 Mayıs’ın işçi bayramı olduğu hükmünün sendikamızca koydurulduğu ifade edilerek bu T.C. K.nun 141 nci maddesinde belirtilen suçun delili olarak gösterilmektedir. Oysaki Türk-İş dahi bazı toplu sözleşmelerinin örneğin 24 Temmuz İşçi Bayramı olduğu konusunda hüküm koydurulmuştu hatta Türk-İş’e bağlı bazı sendikalar tarafından yapılan toplu iş sözleşmelerinde dahi 1 Mayıs İşçi Bayramı olduğu hükmü yer almaktadır, kaldı ki şayet toplu iş sözleşmeleri 1 Mayıs’ın işçi bayramı olduğu şeklinde hüküm koyulması T.C.K.nun 141 nci maddesine muhalefet teşkil ediyor ise aynı sözleşmeyi taraf olarak imzalayan Osmanlı Bankası yöneticilerinin de aynı suçu işledikleri kabulü gerekir ve iddianamede sendikamızda yapılan aramada Tip gençlik teşkilatına ait çok sayıda doküman bulunduğu iddia edilmektedir oysa Tip’in esasen gençlik teşkilatı yoktur ve bildiğim kadarı ile ne benim nede diğer yönetici arkadaşlarımın katıldığı bir arama sendikamız genel merkezinde yapılmamıştır bu dokümandan ne kasıt edildiğini bilemiyorum mahiyeti nedir oda anlaşılmıyor esasen dediğim gibi Tip’in gençlik teşkilatı yoktur ve keza iddianamede sendikamızın ICF’den çıkarak dünya sendikalar federasyonuna bağlı kamu hizmetleri işçileri uluslar arası sendika federasyonuna üye olmamız suçlanmaktadır sendikamız gerçekten bu federasyona üye olmuştur ancak yasalarımıza göre uluslar arası sendikal kuruluşlara üye olmak izne tabi değildir ve sendikalar yasası sendikaları sadece üyesi olduğu uluslar arası sendika kuruluşuna ait tüzüğü 3 ay içinde bakanlığa vermekle hükümlü tutmuştur ve sendikamız 1979 yılında bu üyelik kararını almış ve hem orijinal metnini ve hem de tercümesini yani tüzüğü bu şekilde süresi içinde çalışma bakanlığına vermiştir yasal bir hakkımızın kullanılmasından ötürü suçlanmamız mümkün değildir, aksi takdirde iddia hukuki olmaktan çıkıp politik nedenlere dayanır ve iddianamede benim ve eski genel sekreterimin A.Baki Son’un Sovyetler Birliği ve Fransa’ya görgü eğitimine gittiğimiz iddia edilmektedir. Görgü eğitimine görgü eğitiminden kasıt nedir anlayamadım durum şudur; Sovyetler Birliği sendikalar birliği ile DİSK arasında karşılıklı heyet mubayenesi konusundaki anlaşmaya istinaden 1979 yılında ben Sovyetler Birliğine giden DİSK heyeti içerisinde sendikam temsilcisi olarak bulundum 35 kişi idik. Ankara valiliğinden pasaportumu aldım ve Sovyetler birliği sendikalar birliğinin davetlisi olarak Sovyetler Birliğine gittik ve orada oradaki sendikaları ziyaret ettik ve eğlence yerlerini gezdik ve aynı zamanda bu heyetin başkanı idim ve biz orada iken Moskova’da Türk Sanayi sergisi açıldı ve hatta o zamanın Ticaret Bakanı Teoman Köprülüler Moskova’ya gelmişti ve o sergiyi ziyaret ettik ve Sovyet Sendikalarını da bu sergiyi ziyaretlerine vesile olduk ayrıca tarihi ve kültürel yerlerini gezdik seminer veya konferans gibi çalışmalar olmadı sadece onların heyetleri Türkiye’ye geldiği zaman olduğu gibi sendikal çalışmalar ve işyerleri konusunda ve kendi problemleri konusunda o sendikalar bizi bilgi vermişlerdir ve Fransa gezisi ki buna genel sekreterimiz gitmişti o da bu kapsamda bir gezi olmuştu ve Sovyetler Birliğine bu şekilde ziyarette bulunmak T.C.K.nun 141. maddesine muhalefet teşkil ediyor ise Türk-iş’e bağlı sendika yöneticilerinin ve işveren teşekkülleri temsilcilerinin de aynı şekilde suçlanması gerekir çünkü onlarda Sovyetler Birliği’ne bu mahiyette gezilere gitmişlerdir dedi. Başkanın talebi ile sanıktan soruldu : Heyet mübadelesi tabiri ile hasit etmek şudur bir çok memleketlerde bulunan sendikaların ve federasyon ve konfederasyonların karşılıklı olarak birbirlerine davetli olarak heyetlerin gidip gelmeleri konusunda anlaşmaları ve buna istinaden bu şekilde gezilerin yapılması yoksa devletler arası eğitim ve kültür anlaşması mahiyetinde değildir esasen benim bu konularda yeterli bilgim yoktur dedi. Devamla: DİSK’in 5. genel kurulundan sonraki kongre öncesinde yaptığım bir konuşma iddianamede suçlanmaktadır ve bu konuşmayı nerede ve ne zaman yaptığımı ve tamamen bana aiut olup olmadığını ancak iddianamede gösterildiği şekli ile dahi içeriğinde herhangi bir unsuru bulunmadığı kanaatindeyim ve iddianamenin 18. sahifesindeki son kısmında sendikamız yönetim kurulunun 5. genel kurula bir karar tasarısında bulunduğu belirtilmektedir gerçektende yönetim kurulu olarak bu karar tasarısı genel kurula sunulmuştur ve bunun yanı sıra diğer bazı karar tasarıları dahi sunulmuştur ve bahis edilen karar tasarısı genel kurulumuzca tamamen ve aynen mi bilemiyorum ancak muhteva itibariyle aynen kabul edilmiştir ve bu karar tasarısında iddianamede ileri sürülen hüküm hususları çürütür şekilde sendikaların particilik yapamayacakları hususu yer almıştır ve iddianamede sendikamızın DİSK’in ulusal demokratik cephe çağrısına katılmadığı belirtilmektedir oysa aynı savcı tarafından hazırlanan DİSK iddianamesinde ulusal demokratik cephe DİSK tarafından siyasal iktidarı alma yönünden bir cepheleşme hareketi olarak belirtilmektedir ve gerçekten de sendikamız UDC’ye karşıdır ve UDC tartışmasının DİSK’te yapıldığı sıralarda sendikamız DİSK üyeliğinden düşürülmüş olduğu için bu konuda yeterli bilgiye sahip değildir ve basından öğrendiğim bu tartışma nedeniyle DİSK iki başlı ve bölünür bir hale gelmiş ve elbette böyle bir durumu tasvip etmemiz doğru değildir bu sebeple buna karşı yoksa iddianamede belirtildiği gibi bir düşünce ile bunu kabul etmemiş değiliz iddianamede gayet bunu tip ileri sürse idi kabul ederdik TKP ileri sürmüştür bu sebeple kabul etmiyoruz gibi bir iddia yer almaktadır ve tamamen kanaate dayanmaktadır hukuki değildir şayet UDC yasadışı ise esasen yasal partinin böyle bir girişimi olamaz, ve iddianamede eski genel sekreterinin A.Baki Son’un istifasından ve istifa dilekçesinden bahis ile sendikamızın tip ile organik bir bağ içerisinde olduğu iddia edilmektedir, ben 1971 yılından 1979 yılında yapılan kongreye kadar A. Baki Son ile birlikte çalıştım ve 1979 yılı kongresinde oda genel başkanlığa aday olmuştu ve seçimi kayıp edince bu şekilde ayrılmıştı ve yoksa istifa etmiş değildir ve seçimi kayıp ettikten sonra aynı iş kolunda yeni bir sendika kurulmuştur, ve iddianamede belirtilen bu mektup bilhare yeni sendika kurulduktan sonra yayınladığı bir bildiri veya kongremizdeki seçim öncesi delegelere gönderdiği bir yazı olabilir ve iddianamenin bir sendikada bir muhalif kuruluna dayanılarak suçlamada bulunulması hukuki değildir ve Sosyal-İş Sendikasının Türkiye İşçi Partisi dahil hiçbir kuruluş ile organik bağı yoktur ve bu sadece yasalarımızca yasaklandığı için değil sendikamızın bu alandaki görüşünü bu şekilde olması yüzündendir ve sendikalar kitle örgütleri her düşünceden insan bulunabilir ve bu düşüncelerinden ötürü ne kınanabilir nede övünülebilir ve bu aynı zamanda yasaların emridir ve iddianamede DİSK’in 7. genel kurulunda yaptığım konuşmanın özeti yen almıştır ancak bu metin doğrumudur ve tamamen bana mı aittir bilemiyorum ve DİSK iddianamesini ve aynı genel kurul toplantısında yaptığım konuşmamın özeti yer almış olup bununla tamamen farklıdır ve DİSK 7. genel kurulunda gerçekten bir konuşma yaptım ancak bu konuşmayı yazılı olarak hazırlamamıştım ve DİSK çalışma raporu konusunda bir konuşma yapmıştım ancak iddianamede belirtilen şekli ile bu konuşmama o şekilde olmamıştır ve iddianamede yer alan metin bana ait değildir ve iddianamede sendikaların eğitim yapması sanki suçlanmaktadır oysa sendikalar yasası bunu amirdir ve aslında sendikamız yeterince seminer ve eğitim çalışması yapmamıştır yani seminer anlamında eğitim çalışması yapmamıştır ve sendikamızın eğitim çalışmaları üç grupta toplanabilir işyerlerinde yapılan eğitimler, seminer şeklinde yapılan eğitimler ve şubelerimizce kendi imkanları çerçevesinde yapılan mesleki eğitimlerdir ve sendikamızda bunların ağırlığını işyerlerinde yapılan eğitimler oluşturmuş ve toplu sözleşmelere işyerinin durumuna göre yılda 4 veya ayda bir kere yarım gün eğitim yapma hükmü getirilmiştir ve bu yarım günlük çalışmalarda toplu iş sözleşmesi konularında üye işçilerimize bilgi verilmiştir. Haklarımız ve vecibelerimiz anlatılmıştır ve ihtilafların sendika yöneticilerine nasıl iletileceği anlatılmıştır, seminer çalışmalarında ise genel olarak iş mevzuatı ve ekonomik politika konularında ve bir başka deyişle sosyal siyaset kapsamı çerçevesinde bilgi verilmeye çalışılmıştır ve bu seminerlerde üniversite öğretim üyelerinden ve Türk-İş’e bağlı sendika eğitim uzmanlarından istifade edilmiştir ve sendika kayıtlarında bu seminerlere katılanların adları kimlikleri ve adresleri bellidir, ve bunlar ikişer günlük seminerlerdir ve bu seminerlerde proterya diktatörlüğünü kurmaya yönelik hiçbir eğitim yapılmamıştır ve seminere katılanların tamamı bu konuda tanığımızdırlar ve esasen iddianamenin bu kısmında yer alan bazı hususlar dahil bu müdafaamızı kabul etmektedir ve gerçektende sendikamız siyasi partilerin faaliyet sahasına giren hiçbir hususu mevzu dahi etmemiştir ve tüm nedenlerden dolayı tamamen kıyas ve benzetme yöntemine dayalı iddianamede ileri sürülen suçlamayı ve sendikanın T.C.K.’nun 141. maddesine kapsamına giren illegal bir örgüt haline dönüştüğü iddiasını ve gerek şahsım ve gerekse genel başkanı olduğum Sosyal-İş Sendikası adına red ediyorum ve suçlamayı kabul etmiyorum dedi. Soruldu: ben 1. Ören toplantısına katılmış değilim, sadece 31 Ocak 2 Şubat 1980 tarihleri arasında yapılan 2. Ören toplantısına sendikam adına sendika olarak ve yürütme kurulu olarak katıldım benden başka genel sekreter Hasan Bedri Doğanay, Ersin Atlı, Seyfettin Biçer ve Mehmet Yavuz isimli yürütme kurulu üyesi arkadaşlarımda vardı ve ben bir konuşma yaptım fakat sendika adına konuşma yapılmıyordu esasen istişai bir toplantı idi ve grevler, grev iddiaları, dayanışma iddiaları işverenlerin lokavt uygulamaları karşısında dayanışma aidatının arttırılması ve toplanması ki her üyeden geçmiş aidatlar ile birlikte 1.000 liranın alınması şeklinde bir konu idi esasen bu DİSK’in tüzüğünün bir gereğidir ancak üç seneden beri bu madde işletilemiyordu yani DİSK işletemiyordu ancak bu toplantıda demokratik eylem merkez komitesinin kurulması, genel grev gibi konularda istişari bir mahiyette dahi bir karar alınmadı ve bu konuların görüşüldüğünde hatırlamıyorum ve DİSK tarafından sendikalara bazılarında seçimle ve seçilmeye yönelik hükümler yönünden antidemokratik hükümler bulunması sebebiyle bunları düzenlemek ve uyum sağlamak maksadıyla bir tüzük taslağı hazırlanmış ve bağlı sendikalara kabulü önerilmiştir ve DİSK tarafından bağlı sendikalara gönderilen bu konudaki yazıda zannederim 30 Nisan 1980 tarihine kadar tüzükte bu şeklinde değişiklik yapılmadığı takdirde sendikanın DİSK ten ihraç edileceği şeklinde bir husus yer almakta idi. Daha doğrusu ihraç hususu yer alıyor mu idi farkında değilim ve bağlı sendikalardan genel kurullarını toplayıp bu tüzüğü kendi işkollarının ve özelliklerine göre gerekli bazı değişiklikleri yaptıktan sonra kabul ettiler bizim sendikamızda 7.7.1979 tarihli olağan üstü genel kurul toplantısında bu tüzüğü kabul etti ve bu tüzük genel kuruldan önce yürütme kurulunda incelendi fakat genel kurulda kabulünün desteklenmesi veya buna benzer mahiyette bir karar alınmadı ancak genel kurulda tüzük tadil komisyonu kurulmuş ve bu komisyon inceleme yapmıştır ve genel kurulda tüzüğün maddeleri okundu ve maddeler konusunda zaman zaman delegelerden konuşma yapanlar oldu ve neticede oylandı ve tümü zannederim oy birliği ile kabul edildi ancak bazı maddeler en az 3/2 oy çokluğu ile kabul edilmiş olabilir ve bu tüzüğün amaç maddesi iddianamelerde farklı bir şekilde yorumlanmıştır ve kıyas bir benzetmeye dayanmaktadır ve bu madde ile sosyalist bir düzen sendikamız tarafından ve maksist ve lelinist bir eylem sonucu kurulması amaçlanmış değildir ve literatürde işçi sınıfı bilimi tabiri diye bir tabir mevcut değildir bu DİSK’in kullandığı bir ifadedir ve amaç maddesinde yer alan işçi sınıfı bilimi işçilere yurt ve dünya olaylarına bakış açısından ve menfaatlerine koruyabilmeleri açısından gerekli bilgileri verilip öğretilmesi kasıt edilmektedir ve buna dayalı genel eğitim yaygınlaştırılmak tabirinden de sendikamız üyelerine bu bilgileri götürülmesi ve öğretilmesi kasıt edilmektedir ve bağımsız olmasına rağmen tüzüğünde aynı şekilde işçi sınıfı bilimi tabiri yer alan bir sendika yöneticileri hakkında mahkemenizde T.C.K.nun 141/1. maddesine muhalefet suçundan dolayı açılan dava beraat ile neticelenmiştir ve bunun fotokopisini de ileride ibraz edeceğiz ve ülkenin yönetimini emekçi halkımızın ele almasını sağlamaya yönelik ekonomik ve sosyal ve siyasal bilinci geliştirecek çalışmalarda bulunmak tabiri de asla işçilerin maksizm ve lelinizme uygun bir şekilde ihtilal yolu ile iktidarı ele geçirilmesi anlamında kullanılmış değildir sadece işçilerin ağırlıklarını kamu oyununda hissettirilmelerini ve ağırlıklarını koyabilmeleri amaçlanmıştır ve aynı amaç maddesinde yer alan sosyalist düzen tabiride anayasa çerçevesinde bir siyasi partinin iktidara geldiği zaman kuracağı bir düzendir yoksa işçilerin ihtilali yolu ile sosyalist bir düzenin kurulması diye bir şey söz konusu değildir ve bu konudaki iddia bu tüzüğe oy vermenin aklımın köşesinden dahi geçmeyen bir benzetmedir ve ben Sosyal-İş Sendikası ile ilgili olarak tutuklanmadığım gibi gözetim altına alınmadım ancak 12.9.1980 tarihinde Ankara’da güvenlik kuvvetlerince evimden alındım ve bilahare bir ay kadar gözetim altında kaldıktan sonra ve bilahare genel kurmay başkanlığının yurt dışında olduğum konusundaki ve teslim olmamı belirten bildirisini öğrenince kendiliğimden İstanbul’da Davutpaşaya gidip teslim oldum ve 2 Mart 1981 tarihinde Metriste gözetim altına alındım 30.4.1981 tarihinde DİSK davası nedeniyle tutuklandım ve o tarihten beri sadece DİSK davası nedeniyle metris askeri ceza evinde tutuklu olarak bulunmaktayım dedi. Tekrar soruldu : Ben iddianamenin 20 nci sahifesinde yer alan ve DİSK’in 7. genel kurulunda yaptığım iddia olunan konuşmada yer aldığı ifade edilen “bu anlamda da DİSK’in bilimsel sosyalistlerle ilişkilerini güçlendirmesini önlemek, bunu istemek, DİSK’in birliğini bölmenin ta kendisidir” sözlerini ben sarf ettim mi hatırlamıyorum yazının bütününü görebilsem hatırlayabilirdim şayet yasa dışı bazı örgütler ile Türkiye’deki yasal partilerin ayırma anlamında bir konuşma yaptım ise bu sözleri kullanmış olabilirim dedi. Sanığın DİSK dosyası içersinde mevcut aslından fotokopisini çektirilmek suretiyle celp edilen güvenlik kuvvetlerince alınmış 2.4.1981 tarihli hazırlık ifadesi ile askeri savcı tarafından alınmış 29.4.1981 tarihli ifadeleri okunup soruldu: güvenlik kuvvetlerince alındığı ifade edilen 2 Nisan 1981 tarihli ifade bana ait değildir kabul etmem zira gözlerim bağlı olarak ifadem alındığı gibi okunmadan ve okutturulmadan imzalattırılmıştır yazılanların çoğu benim söylediklerim değildir ve bu ifadenin önce askeri savcılıkta gördüm ve bana okundu ve askeri savcılıktaki ifadem sırasında bu ifademin hangi kısımlarının yanlış olduğunu belirtmiştim ancak belirtmediğim kısımlarda vardır fakat savcılıkta onlar önemli değildir denilip ifademin diğer kısımları bana aittir şeklinde zapta geçirildi bu kısma ait savcılık ifadem doğrudur dedi. Sanığın celp edilmen nüfus ve sabıka kayıtları okundu. Okunan kayıtlar bana aittir ve doğrudur ve ancak sabıka kaydıma ait ilamın tarihinin 23.1.1979 tarihli olması gerekir dedi. Sanık müdafilerinden sanığın sorgusuna karşı diyecekleri soruldu: Av. Erşen Şansal, müvekkilimin sorgulaması sırasında vaki bazı beyanları zapta eksik geçmiştir önemli olanlar şunlardır müvekkilim 15 ila 16 Haziran olayları konusunda “15-16 Haziran 1970 olaylarını bir zabıta olayı olarak görüyorum” demiş ve bundan sonra bu konudaki diyeceklerini ifade etmiştir ayrıca müvekkilim 20 Mart 1978 faşizme ihtar eylemi konusunda sendikasının bir kararı olmadığını ancak sendikaya bağlı bazı işyerlerinde bazı işçilerin kendiliklerinden bu direnişe katıldıklarını söylerken bunu DİSK genel başkanının çağrısı üzerine bu direnişe katıldıklarını beyan ettiği halde zapta “DİSK’in çağrısı üzerine” şeklinde geçti v e keza Antbirlik olayları sırasında vali ve vilayet jandarma komutanı da olduğu halde ve DİSK bölge temsilcisi de hazır olduğu halde vaki görüşmeler sonucu olumlu bir sonuca varıldığının beyan etmişti bu hususu da zapta eksik geçmiş dedi. Sanıktan soruldu: Bu hususlar doğrudur hatırlıyorum dedi. İddianamede maksizm de ne anlaşıldığı ve hangi ülkenin örnek olarak kabul edildiği belirtilmemiştir ve kendilerinin ne anladığı ifade edilmiş değildir bu sebeple bu bakımdan bunların sorgu çerçevesi içersinde nazara alınmamasını talep ediyoruz ve müvekkilimin hazırlık ifadeleri de okunmuştur ancak güvenlik kuvvetlerince alınmış ifadesinin kimin tarafından alındığı belli değildir ayrıca bu ifadeler DİSK davası içersindeki asıllarından getirilmiştir yani bu dava sebebiyle alınmış bir hazırlık ifadesi yoktur ve bu davada hazırlık soruşturması da yoktur bu bakımdan bu ifadeler bir ifade olarak değil ancak bir delil olarak değerlendirilebilir ve ancak deliller safhasında bu konuda beyanda bulunacağız dedi. Diğer sanık müdafii İnci Örnek söz alarak : Meslektaşımın beyanlarına aynen katılıyorum ayrıca Antbirlik olayları sebebiyle Antalya birinci Asliye ceza mahkemesinde 1980/449 esas sayılı ve Antalya ikinci Asliye ceza mahkemesinde 1980/413 esas sayılı davalar görüşülmüştür galiba neticelenmiş ve tespit edilebilirse karar numaralarında karar örneklerinin celbini bildireceğiz dedi. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ : Talep veçhile 1) Saatin 17.00 ye gelmiş olması sebebiyle diğer sanıkların sorgularının bir dahaki celse yapılmasına, 2) Sanık Mustafa Türk’ün adresinin tahkiki konusunda yazılan müzekkerenin tekidine 3) Sanık Ali Önay’ın celbi konusunda yazılan müzekkerenin de tekidine, ve önümüzdeki celse hazır bulundurulmasının istenilmesine, 4) Sanık Remzi Uyuğ’un nüfusa yeniden kaydının yaptırılmasının ve buna göre nüfus kayıt örneğinin gönderilmesinin temini konusunda askeri savcılığa yazılan müzekkerenin tekidine, 5) Diyarbakır sıkıyönetim komutanlığı 2. nolu askeri mahkemesince 1983/45 esas nolu tevhitli davanın sanığı Celal İpek’in ifadesi tek hakim tarafından alınmış olduğundan heyet olarak talimat gereğinin ifadesi için talimat evrakının adı geçen mahkemeye iadesine ve sanığın celp edilen nüfus kayıt örneğinin çıkartılacak sureti de eklenerek sanığa okunup kendisine ait olup olmadığının ve baba adının Hacı Osman ve doğum tarihinin de 1335 olup olmadığının da sorulmasının istenmesine, 6) Sanık Celal İpek’in celp edilen nüfus kayıt örneğine göre sabıka kaydının Ankara adli sicil müdürlüğünden tekrar celbine, 7) Sanıklar Tamer Atış ve Salih Elver’in yetkisizlik iddialarının reddine karar verildiği belirtilerek bu sanıkların duruşmadan vareste tutulmayı talep ettikleri takdirde sorgularının yapılması için bu sanıklar hakkında talimat evrakının Ankara sıkıyönetim komutanlığı 2. nolu askeri mahkemesine iadesine, 8) Sanıklar Seyfettin Biçer ve Ünal Tombak’ın fiilen 25.2.1983 tarihinde tahliye edildiklerini beyan ettiklerinden ve sanık Ünal’ın bunu tevsik eden metris özel cezaevi tutukevi müdürlüğünün 23.2.1983 tarihli yazının dahi ibraz ettiğinden ve bahis edilerek cezaevi kayıtlarıda incelettirilmek suretiyle sanıkların fiilen hangi tarihte tahliye edildiklerinin bildirilmesi için askeri savcılığa tekrar müzekkere yazılmasına, 9) 23.2.1983 tarihli oturum ara kararı 8. maddesinde belirtilen hususun sanıkların sorgularının tamamlanmasından düşünülmesine, 10) Bir kısım sanıklar müdafilerinin eksik kalan vekaletnamelerinin ibraz etmelerine ve avukat Erşen Şansal’ın ibraz ettiği sanık Seyfettin Biçer’e ait vekaletname fotokopisindeki tashih harcının eksikliğinin ikmal etmesine, 11) Sanık Özcan Kesgeç’in mahkumiyet ilamından kesinleşme şerhinin bir suretinin İstanbul sıkı yönetim komutanlığı 1 nolu askeri mahkemesinden istenilmesine ve hapis cezasının şartla ve bi hakkın tahliye tarihlerinin de bildirilmesinin istenilmesine, Duruşmanın da 13.5.1983 günü saat 13.00’e bırakılmasına oy birliğiyle karar verildi. 20.4.1983 BAŞKAN DUŞMA HAKİMİ ÜYE HAKİM KATİBE ANKARA 2 NOLU SIKIYÖNETİM MAHKEMESİ SAYIN BAŞKANLIĞINA DOSYA NO : 1983/20 Tal. KONUSU : Sorgumdur. 14.2.1983 İfademin başında, Sosyal-İş Sendikasının kuruluşu ve 1980 yılına kadar ki gelişimi konusunda açıklama yapmayı gerekli bulmaktayım. Zira, iddia makamının bu davada ve iddianamede gerçek sanık olarak karşısına aldığı ve mahkum etmek istediği Sosyal-İş Sendikasının kendisidir, Tüzel kişiliğidir. Her ne kadar Sosyal-İş, sanıklar listesinde görünmüyor yada gösterilmiyorsa da iddia makamının görüş ve talebi iddianamedeki ifadesiyle “Başlangıçta kendisine üye işçilerin yaşama şartlarını geliştirmek için kurulan bir teşekkülün giderek Devletin Anayasal nizamını yıkmaya müteveccih değişiklik içerisine girdiği” ve sonuçta “274 Sayılı Sendikalar Kanununun 30/4 maddesi gereğince kapatılması”ndan ibarettir. Bir başka anlatımla iddianamenin dayandığı mantık, 1966 yılındaki kuruluşuyla başlangıçta üyesi işçilerin yaşama şartlarını geliştirme faaliyetleri içinde olan Sendikamızın 1974 yılında DİSK üyesi olduğu bu tarihten itibaren ve böylece diğer DİSK sendikalarında olduğu gibi yasal sınırlar dışına taştığı, İllegal hüviyet iktisap ederek işçi Sendikası olma niteliğinden uzaklaştığı yolundadır. DİSK’e atfedilen eylemlere katılmıştır şu halde suç işlemiştir, kapatılması gerekir. İddianameye hakim olan genel olarak DİSK ve DİSK’e bağlı sendikaların özel olarak da Sendikamız Sosyal-İş’in kapatılmasını, mahkum edilmesini hedefleyen bu davada gerçek kişi olarak bizleri bulmak mümkün değildir. İddianame, başlangıçta yer alan ve Sosyal-İş’in tarihinde gelmiş geçmiş bir kısım (İşyeri temsilcileri dahil) üye ve yöneticileri de kapsamına alacağı belirtilen listenin dışında bizleri unutmuş görünmekte, ancak buna rağmen kişi olarak T.C. Kanunu Maddeleri gereğince cezalandırılmamızı talep edilmektedir. Sosyal-İş Sendikası 1966 yılında Sosyal Sigortalar Kurumu çalışanları tarafından kurulmuştur. Bu sendikanın 1972 yılında yaptığı Olağanüstü Genel Kuruluna kadar kurulu bulunduğu işkolu açıkça Tüzüğünde yer almamış ve Sosyal-İş 1974 yılına kadar sadece Sosyal Sigortalar Kurumunda (Sağlık Tesisleri Dahil) çalışanları üye kaydetmiş bir kurum kuruluşu olarak kalmıştır. 1972 yılında yaptığı olağanüstü Genel Kurulunda işkolunu, bu konudaki Yönetmeliğin 21-22 nolu sırasında kayıtlı Eğitim-Büro-Ticaret-Banka ve Sigorta İşkolu olarak belirleyen Sosyalİş’in, kısa adı aynı kalmakla birlikte uzun adı bu işkoluna uygun biçimde değişikliğe uğramış ve Sendika 1974 Mayıs’ında yapılan 4. Olağan Genel Kuruluyla DİSK’e (devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) üye olmuştur. Öte yandan, 1966 yılında kurulmasına karşın Sosyal-İş’in üyeleri Sosyal Sigortalar Kurumu çalışanları adına yaptığı ilk toplu iş sözleşmesi 27 aralık 1973 tarihinde imzalanmıştır. 1968 tarihinde toplu iş sözleşmesi niteliğinde olmayan bir protokole atfen 2. dönem olarak sendikanın bu ilk sözleşmesinin yürürlük tarihi 1 Ocak 1974’tür. Bu durum, sendikanın Mayıs 1974 tarihinde Ankara’da toplanan Genel Kurul’a sunduğu 4. dönem çalışma raporunun 187. sahifesinde “… 2. Dönem toplu iş sözleşmesi 27.12.1973 tarihinde anlaşmaya varılmış ve 36 ay süren görüşme ve tartışmalar neticesi imzalanmıştır…” biçiminde yer almıştır. Özetlenirse, 1966 yılında kurulan ve 1974 yılına gelinceye kadar Sosyal Sigortalar Kurumunda çalışanlardan gayri üyesi olmayan Sosyal-İş Sendikası, ilk toplu iş sözleşmesine 1974 yılı başında kavuşabilmiştir. Bir başka deyişle üye işçiler ekonomik ve yaşam koşullarını iyileştirebilmek için 6 yıla yakın bir süre sendikaya aidat ödeyerek beklemek durumunda olmuştur ve Sosyal-İş, toplu iş sözleşmesi bulunmayan işçi sendikası olma durumundan bu ilk sözleşmesiyle kurtulmuştur. Görülüyor ki, iddianamenin aksine Sosyal-iş Sendikası, başlangıçta bir yardım ve dayanışma kuruluşu olma hüviyetinden giderek üyesi işçilerin Ekonomik –Demokratik hak ve çıkarları doğrultusunda faaliyette bulunan, işkolundaki işçileri bünyesinde toplamayı ve Tüzük değimiyle bu işkolunda en büyük gövdeyi oluşturmayı görev olarak üslenen gerçek bir İşçi Sendikası olma niteliğine 1975 yıllarında kavuşmuştur. Bir başka anlatımla Sosyal-İş Sendikası, 274 Sayılı Sendikalar Yasasının İşçi Sendikalarına tanıdığı hakları kullanmaya, yine bu yasanın özellikle 14. maddesinde sayılan faaliyetlerde bulunmaya bu tarihlerde başlanmış ve 1975’lerden faaliyetin askıya alındığı 1980 yılına kadar Sosyal Sigortalar, Eğitim, Büro, Ticaret, Banka ve Sigorta işkolunda onbinlerce işçiyi bünyesinde toplamış, binlerce işyerinde toplu iş sözleşmesi yapabilmek yönünden yetkili olmuş, bu işyerlerini kapsayan yüzlerce toplu iş sözleşmesi imzalamış, bir kısım işyerlerinde aldığı grev kararlarını yine bu işyerlerinin bir kısmında uygulamaya koymuştur. Buraya kadar belirtmeye çalıştığım Sendikamız Sosyal-İş’in 1966 yılındaki kuruluşundan 1975 yılına kadar hiçbir şey yapmadığı anlamına alınmamalıdır. Bu süre içerisinde Sosyal-iş özellikle çalışma hayatımızda “İşçi-Memur” ayırımı diye bilinen sorunla uğraşmak zorunda kalmış, Yasalara ve Yargı organları kararlarına rağmen, idari tasarruf ve uygulamalarla işçi olmaktan gelen, Yasal hakları tanınmak istenmeyen ve toplu iş sözleşmesi yapma hakkından yoksun bırakılmaya çalışılan üyelerinin bu hakkını teslim etme, alma yönünde yoğun ve sürekli bir uğraşın içinde olmuştur. Bu sorunla ilgili hukuksal çalışma ve çabalar kuruluşundan itibaren Sosyal-İş’in gündeminden hiç eksik olmamış ve sendikamız 1975’lerden sonra dahi binlerce üyesinin toplu iş sözleşmesi kapsamı dışına itilmek istendiği idari ve keyfi kararlarla “Memur yapıldığı” durumlarla sıkça karşılaşılmıştır. Bu itibarla; Sosyal-İş’in gelişimini inceler ve izlerken benim altını çizmeye çalıştığım husus sendikamızın sadece adıyla değil, yaptıklarıyla da gerçek bir İşçi Sendikası niteliği kazanma ve 274 Sayılı Yasanın öngördüğü etkinliklerde bulunan, bu anlamda işlevi olan bir mesleki kuruluş hüviyetine gelme dönemini ve zamanını belirtmek içindir. Bir İşçi Sendikasının var oluş nedeninin yada asli faaliyetinin başında üyesi işçilerin yaşam koşullarını iyileştirmek ve geliştirmek yönünden toplu iş sözleşmesi akdetmek gelir ise ki öyledir. Sosyal-İş için bunun 1974 yılında ancak gerçekleşmiş olduğunu, bu tarihten sonra ve özellikle 1975 yılından başlayarak bu anlamda faaliyetlerinin var olduğunu ve geliştiğini vurgulamak istedim. Zira bu tarih ve dönem, iddia makamının, iddiasında Sosyal-İş’in “başlangıçta kendisine üye işçilerin yaşama şartlarını geliştirmek” biçiminde ifade olunan kuruluş amacını yitirmeye ve giderek “Devletin Anayasal Nizamını yıkmaya müteveccih değişiklik içerisine girmeye” başladığını belirttiği tarihle çakışmaktadır. İddia makamı her ne kadar bu değişikliğe sendikanın Genel Kurullarınca yapılan Tüzük değişiklikleriyle kanıtlamaya çalışıyor, teorik bir takım tahlillere girerek kıyaslamalar ve yakıştırmalarla sendikamızı suçluyor görünüyor ise de, daha sonraki bölümlerde sendikamızın, suç saydığı fiil ve çalışmalarını örneklerken Yasal Sendikal faaliyetleri gösterebilmekte, en azından bu faaliyetlerin suç teşkil edip etmediği hususunda titiz bir incelemeye dahi gerek görmemektedir. Bütün bu hususlara ve iddianamede yer alan maddi hata ve suçlamalara elbetteki bu davanın sonraki aşamalarında ayrıntılı biçimde girilecektir. Ancak, burada ben, bize yöneltilen, daha doğru bir değişle sendikamızın kişiliğine yöneltilen suçlamalara ilişkin sorgu ifadem çerçevesinde kalmaya çalışarak birkaç noktaya değinmek istiyorum. Görevim ve konumum elvermemesine rağmen bu açıklamayı yapmayı bu davada sendikamızın temsiline olarak verilmediği için zorunlu saymaktayım. Şayet Sn. Mahkemeniz uygun görürse bu yokluğun giderilmesi yönünden ayrıca Sn. Kurulunuza arzım olacaktır. Başta da değindiğim gibi Sosyal-iş Sendikası 1974-1975 yılından (DİSK’e üye olduğu 4. Olağan Genel Kurulundan) başlayarak kurulu bulunduğu 21-22 nolu işkolundaki işyerlerinde artan bir hızla örgütlenme çalışmalarında bulunmuş başta Sosyal sigortalar Kurumu’nun bütün illere yayılmış yüzü aşkın büro işyerlerinde olmak üzere; a) Göl Öğretmen Okulu, özel Gaziantep Koleji, Adana Özel Ata Lisesi, İstanbul Özel Kültür Lisesi, Ankara ve İzmir Ziraat Fakültesi, Ankara Siyasal, İstanbul Kimya Fakültesi, orta Doğu Teknik üniversitesi ve Ege Üniversitesi gibi Eğitim işyerlerinde, b) TÖB-DER, Mimar ve Mühendis Odaları, Zonguldak Amele Birliği, Ormancılar Derneği, Sendikalar, Ankara-İstanbul-İzmir Baroları ve Barolar Birliği, Çiftçi Mallarını Koruma Dernekleri, P.T.T. Biriktirme Sandığı, Baro Yardımlaşma Sandıkları, İlk Okul Öğretmenleri Yardımlaşma Sandığı, Ziraat Bankası Personeli Yardımlaşma Sandık ve Vakfı, Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı gibi mesleki kuruluş, Dernek, Sandık, Birlik ve Vakıflar ile Noter iş yerlerinde, c) TÜBİTAK, SİSAĞ, GEMAŞ, DOLSAR, SADA, BASIN İLAN KURUMU, TÜBA Ajansı, Karadeniz Bakır İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Kültür Merkezleri ve Türk Standartlar Enstitüsü gibi Büro, Kurum ve Kuruluş işyerlerinde, d) TARKO, ERKO, Kooperatifler Genel Müdürlükleri, ANTBİRLİK, ADAKO BİRLİK, İÇKO BİRLİK, GÜL BİRLİK, KÖY KOOP, ORMEK, AYMEK, ÖYKOOP, KÖY KALKINMA KOOPERATİFLERİ ve TİFTİK BİRLİK gibi Kooperatif ve Kooperatif Birlikleri işyerlerinde, e) HAŞET, ANKARA PAZARLARI, 19 MAYIS MAĞAZALARI, YENİ KARAMÜRSEL MAĞAZALARI, ERDOĞANLAR, UFİ MAĞAZALARI Unvanlı Ticaret İşyerlerinde, f) Osmanlı Bankası, Ziraat Bankası, İktisat Bankası, Koç Tuğ ve Şark Sigorta Unvanlı Banka ve Sigorta işyerlerinde ve bunların yundun değişik yörelerine yayılmış birim ve şubelerinde çalışan üyeleri adına yetkili sendika olarak toplu iş sözleşmesi yapmış, bir kısmında 2. ve 3. dönem sözleşmeler gerçekleştirmiştir. Bütün bu süre içinde Sendikamız Sosyal-İş, sınıf ve kitle sendikacılığı ilkeleri ışığında, sendikanın bu niteliğine (değişik politik görüşteki ancak ekonomik çıkarların birlikteliği ve ortaklığı temelinde ekonomik ve mesleki örgüt olma niteliği) sımsıkı bağlı kalarak, bu niteliğini geliştirip titizlikle koruyarak sendikal etkinliklerde bulunmuş, Grevler uygulamış, toplantı konferans ve paneller düzenlemiş, üyelerin genel kültür ve mesleki gelişmelerine yönelik yayın faaliyetlerinde bulunmuş, kurulu bulunduğu işkolu ve konumu gereği çalışma ve iş yaşamından doğan çeşitli konularda araştırma ve incelemeler yapmış, görüş ve öneriler getirmiş, bunları kamuoyuna açıklamış, İşçi-İşveren ilişkilerinde ve iş hayatından doğan hukuki ilişkilerde daima işçi temsilcisi olma durumunu ön planda tutmuş, üyelerinin emeklilik, sigorta ve sözleşmelerden gelen haklarının savunulması doğrultusunda etkin görevler üstlenmiştir. O kadar ki, bu Sendikanın Genel Başkanı Sosyal sigortalar Kurumunun Müdürler Kurulunda çalışanları temsilen seçimle gelen işçi ve personel temsilcisi olarak görev yapmıştır. Öte yandan Sendikamız Sosyal-İş “İşçilerin ekonomik, Sosyal ve Kültürel yararlarını korumak ve geliştirmek” yönündeki varoluş nedeninin ve toplu pazarlık sisteminin bunu gerçekleştirme yönünden önemli bir araç olduğunun bilinciyle davranmış, yaptığı toplu iş sözleşmeleriyle üyesi işçilerin sadece ücret ve parasal haklarının iyileştirmesini değil, Demokratik Hak ve Menfaatlerinin de geliştirilmesini gözeten bir tutum izlemiştir. Bu cümleden olarak yaptığı toplu iş sözleşmeleriyle ücret artırımları yanı sıra, iş sürelerinin azaltılması, ücretli yıllık izin ve tatil sürelerinin arttırılması, iş güvencesinin sağlanmasına yönelik düzenlemelere gidilmesi gibi, üye işçilerin yaşam koşullarını iyileştirici, Demokratik ve kalıcı kazanımlara da yer vermeye çalışmıştır. Bütün bunları sınıf ve kitle sendikacılığının temeli olan işçinin ve karar sahibi olma ilkesini tüm sendikal yaşamda uygulayarak sağlamıştır. Olağan yada olağanüstü olmak üzere şube kuruluşlarından başlayarak her yıl bir Genel merkez Genel kurulunun gerçekleştirilmiş olması bu açıdan önem taşır. Yine Sosyal-İş belirttiğim dönemde yüzlerce ifade edebilecek üye sayısı ve faaliyetini sürdürmek, kapısına kilit vurmamak için bağlı olduğu Konfederasyon DİSK’ten borç isteyen bir sendika durumundan onbinlerce üyeli ve milyonlarca varlığı olan bir düzeye ulaşmıştır. Özetle, Sosyal-iş 274 Sayılı Sendikalar Yasasının başlangıç maddesindeki tanımına uygun olarak yine bu yasanın sonraki maddelerinde düzenlenip işçi sendikalarınca yapılması öngörülen faaliyetlerde bulunmuş, yasal gerekleri yerine getirmiş ve 275 Sayılı Yasa çerçevesinde davranmıştır. Bu yasal faaliyetlerde bulunmayı ve gereklere uymayı işçi sendikası olmanın görev ve sorumluluğu saymıştır. Bu açıdan, Sn. İddia Makamının Sosyaliş’in söz konusu bu faaliyetlerini ve gelişmesini suçlar görünmesini ve göstermesini anlamakta güçlük çekiyorum. Hele, tüm kamuoyunun önünde idari ve yargı organlarının gözetim ve denetiminde sürdürülen bu faaliyetlerle sendikanın legaliteden illegaliteye doğru yöneldiğini söylemek mümkün değildir. Bu bakımdan iddianamede Sosyal-iş’e ve varsa şahsıma yöneltilen tüm iddia ve suçlamaları reddediyorum. Şayet, yasaların gereklerini yerine getirmek örneğin, 274 sayılı yasanın 14. maddesinde “meslek teşekküllerin faaliyetleri” başlığı altında toplanan 1) a, b, c, d, e, f, g, h, i, j, k, l, 2,3,4.fıkralarında sayılan faaliyetlerde bulunmak, 10. maddesinde yer alan “Milletler arası teşekküllere katılmak” 17. maddesinde yer alan “İşçi-İşveren münasebetleri” hükümlerine uymak suç olmuyorsa, yada sonradan suç sayılmıyorsa Sosyal-İş’in suçlanması mümkün değildir. Ancak, bu konuda bu iddianame karşısında kuşku duymamak güçtür. O kadar ki, Makamı “Özel Okullarda Görevli Öğretmenlerin sendikalı işçi olarak üye kayıt edildiğinin” suç belgesi olarak bulunduğunu belirtecek kadar ileri gidiyor. Bu suçlamaya söylenecek söz yok, ama eklenecek var. Şöyle ki, sosyal-iş özel okullarda görevli öğretmenleri sadece sendikaya üye kaydetmekle yetinmemiş bu okullarda çalışan diğer üyelerle birlikte öğretmen üyeleri adına ve onları temsilen toplu iş sözleşmesi dahi yapıp imzalamıştır. Bunun gibi, iddia makamı bir kısım işyerlerinde toplu sözleşmelerle ulaşılan Demokratik kazanımları yasalara aykırı olarak görmekte, Sosyal-iş’in gerek DİSK’le gerekse Demokratik Kitle Örgütleriyle olan ilişkilerine atıflar yaparak yanlış anlamalara neden olabilecek belirsiz sonuçlara yönelmektedir. Şunu tekrar belirtmek gerekir ki, Demokratik Kitle Örgütü niteliğindeki bir çok Oda, Dernek, Baro ve diğer mesleki kuruluşlarla, bu işyerlerinde çalışan üyelerini temsilen Sosyal-İş’in toplu iş sözleşmeleri vardır. Bu ilişkiler dışında Sosyal-İş işçileri ve üyelerini ilgilendiren somut olay ve sorunlarda diğer sendikalar ve demokratik kitle örgütleriyle işbirliği yapmaktan, ortak hareket etmekten ve dayanışma içinde olmaktan çekinmemiştir. Hatta, bunu görevlerinden saymıştır. Buna en son ve çarpıcı örnek 1980 yılında Sosyal Sigortalar Kurumunun Yönetim Kurulu için personel temsilcisi üye seçiminde görülmüştür. Sosyal Sigortalar Kurumu Müdürler Kurulu üye seçimi için, Kurumla bağı ve üye ilişkisi olan 10 Kitle örgütü bir aday üzerinde anlaşmaya varmışlar, ve bu ortak adayın seçilmesi için kampanya yürütüp başarılı olmuşlardır. DİSK üyesi Sosyal-iş’ten başka Sosyal Sigortalar Kurumu ve teşkilatında şu yada bu ölçüde üyesi bulunan Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası, Tüm Has-İş sendikası, Türk-İş Üyesi Tez-Büro-İş ve Petrol-İş Sendikalarıyla, teknik elemanların örgütü TÜTED ile Memur Örgütü TÜM-DER ile Sağlık Personeli Örgütü TÜSDER ile Sigorta Müfettişlerinin örgütü SİM-DER ile ve nihayet Hekimlerin Örgütü Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi ile birlikte Türk-iş üyesi Sağlık-İş Sendikasının adayına karşı bu seçim kazanılmıştır. İddianame Sosyal-İş’in DİSK üyeliğine ve DİSK üyeliğinden düşürüldüğüne ilişkin değerlendirmeler yapılmakta, olayları birbirine karıştırmakta ve Sosyal-iş’in DİSK’e muhalif bir politika izlediğini ileri sürmektedir. Öncelikle Sosyal-İş’in DİSK üyeliğinden düştüğü, yada, düşürüldüğü konusunda Sendikanın yayınlamış olduğu yargı organları kararlarını da içeren ve tüm belgeleri kapsayan “İlerici Sendikal Birlik DİSK ilkeleriyle DİSK’te sağlanacaktır” adlı broşürü incelemenize sunmaktayım. Ancak, bu belge Sosyal-İş’in üyelik haklarının kullandırılmadığı dönemin 1. aşamasına ait olduğu ve iddianamede Sosyal-İş’in iki kez “DİSK üyeliğinden ihraç edildiğinin anlaşıldığı” kaydedilmiş olduğu için konuya kısaca değinmek istiyorum. Çok kısa olarak birleşme, üyelikten otomatikman düşme, yada düşürülme olayı şöyledir ; 1974 yılında bu işkolunda ilk sendika olarak Sosyal-İş’in DİSK’e üye oluşundan sonra iller Bankası işyerlerinde örgütle bulunan Tek-Bank-iş Sendikası yaptığı genel kurulla bu işkolundaki 2. DİSK sendikası durumuna geldi. DİSK tüzüğü gereğince aynı işkolundaki sendikaların birleşmesi, yada birleştirilmesi gerekiyordu. Kaldı ki, her iki sendika arasında birleşme konusunda bir uyumsuzluk yoktu. Nitekim, DİSK bu iki sendikanın hazırladığı öneriyi benimseyerek bu doğrultuda bir bütünleşmeye gidilmesine ve genel kurulların toplanmasına karar verdi. Sosyal-İş her iki sendikanın birlikte oluşturduğu bu karara uyacağını DİSK’e bildirdi. Ancak, asıl birleşme ve Sosyal-İş’e katılmayı gerçekleştirecek olan Tek Bank-İş Sendikasının genel kurulunu toplama zamanı konusunda bazı sorunları vardı ve onların başında 1976 ilk baharında gündeme gelecek olan ililer bankası işyerinin işkolu tespiti konusu geliyordu. Bu arada, Sosyal-iş’inde yardım ve katkısıyla DİSK’e aynı işkolunda üçüncü bir sendika üye oldu. Tek iş bu durum karşısında sendikamız Sosyal-iş şayet ısrar edilirse ve DİSK, önce iki sendikanın birleştirilmesi yönündeki tutumunda kesin ise bu karar uyacağı yolundaki görünüşünü koruyarak birleşmenin 3 sendika arasında gerçekleştirilmesi çalışmalarına da katıldı. İşte bu görüşme ve yazışmalar devam ederken 1976 yılı Mart sonunda Sosyal-iş ve Tek Bank-İş sendikaların DİSK tüzüğünün 14. maddesi uyarınca DİSK üyeliğinden otomatikman düşmüş olduğu her iki sendikaya konfederasyonca bildirilmiştir. Birleşme yada, birleştirme yönündeki karar uyulmaması nedeniyle varılan bu değerlendirmeye karşı, en azından Sosyal-İş için böyle bir uymanın söz konusu edilemeyeceği, bunun hukuk ve tüzük açısından mümkün olamayacağı Hukuksal gerçeğe rağmen DİSK üyeliğimiz DİSK yönetimi tarafından tanınmamıştır. Bu yanlışlığın giderilmesi umudu ile bekleyen Sosyal-iş nihayet 1976 yılı sonunda toplanacak DİSK’in olağanüstü Genel Kuruluna çağrılmayınca DİSK’in otomatikman üyeliğinden düşürüldüğüne ilişkin yazının Tüzük hükümlerine aykırı düştüğü gerekçesiyle iptali ve üyeliği devamı ile bu aykırı uygulamanın durdurulması yönünden mahkemeye başvurmuş ve ilkin bu durdurma kararı mahkemece verilmiştir. Bakırköy 2. Asliye Hukuk Hakimliğinin E. 1976/291 19.10.1976 tarihli bu kararına rağmen DİSK’in 24.10.1976 tarihindeki Olağanüstü Genel Kuruluna Sosyal-İş’in delegeleri alınmamış ve 1977 yılı başında üyelik durumuyla ilgili mahkeme sonuçlanıncaya kadar Sosyal-İş üyeliğinin askıya alınmış olduğu DİSK tarafından sendikaya bildirilmiştir. Söz konusu edilen mahkeme esas hakkındaki kararını 9.3.1977 tarihinde vererek, DİSK, Sosyal-iş Sendikasının otomatikman üyelikten düştüğü yolundaki yazısının geçersizliğini, bu suretle “vaki muarazanın önlenmesini” ve Sosyal-İş’in üyeliğinin devam etmesini hüküm altına almıştır. Bundan sonraki aşamada ise Sosyal-iş DİSK üyeliğinin düşürülmesi ile ilgili işlemler çok daha kısa sürmüş ve yukarıda sözü edilen Mahkeme kararından sonra 1977 yılı Haziran’ına kadar bekleyen DİSK bu tarihlerde DİSK’e yeni üye olmuş bu işkolundaki Bank-Sen Sendikasını da içine alan üç sendikanın birleştirilmesi adı altında bir karar vermiş ve bu karara göre davranılmasını Sosyal-iş’ten istemiştir. Burada şunu ekleyelim ki başta da değindiğim gibi İller Bankasının İşkolu Enerji İşkolu olarak saptanmış bulunduğundan TekBan-İş Sendikası fiilen ortadan kalkmıştı ve birleşecek olan sendikalar Sosyal-İş, Teknik-İş ve DİSK’in bu işkolundaki yeni üye sendikası Bank-Sen’di. Çok kısa sürede Sosyal-İş’in Genel Merkez Genel Kurulu toplayarak uyması istenen DİSK’in birleştirilme kararı ise, şöyleydi; Bu Genel Kurulla Sosyal-İş banka işyerlerindeki (22 nolu işkolu) üyelerin Bank-Sen’e devir edecek, geri kalan diğer Eğitim-Büro-Ticaret-Kooperatif (21 nolu işkolu) işyerlerindeki üyeleri ve tüm varlığıyla Teknik-iş Sendikasına iltihak kararı alacaktı. Sosyal-İş Genel Kurulunu toplayarak DİSK’in bu birleştirme yönündeki kararını üyesi işçiye götüreceğini DİSK’e bildirdi. Nitekim, 7 Ağustos 1977 tarihinde toplanan Sosyalİş sendikasının Olağanüstü Genel Kurulu konuyu görüşerek bu kararın birleşme yada birleştirme olamayacağını, Sınıf ve Kitle Sendikacılığı ilkelerine en başta da DİSK Tüzüğü hükümlerine aykırı düştüğünü belirterek DİSK’e iade etti. Sosyal-iş sendikası Olağanüstü Genel Kurulunun oy birliğiyle aldığı ve konfederasyona gönderilen bu karardan sonra sendikanın DİSK üyeliğinden düştüğü 2. kez Sosyal-İş’e bildirildi. Daha sonra, 1979 yılına doğru Sosyal-İş’in üyelik durumunu tekrar gözden geçiren ve değerlendiren DİSK, Sendikamız DİSK üyeliğinin, düştü denilen tarihten itibaren devam ettiğini teslim etmiş, ne var ki Sosyal-İş böylece üç yılı aşkın bir süre Konfederasyon üyeliği haklarını kullanmaktan yoksun kalmıştır. Bu itibarla, ve bu gerçekler karşısında; 1) İddianamede yazıldığı üzere Sosyal-İş’in “başlangıçtan beri DİSK’e muhalif bir sendika olduğu veya muhalif bir politika izlediği” kesinlikle söylenemez. Şayet DİSK’e, DİSK ilkelerine ve en başta DİSK Tüzüğüne karşı aykırı bir tutum izlenmiş olduğu söz konusu ediliyor ise, böyle bir suçlama her halde Sosyal-İş’e yöneltilemez. 2) Başta da değindiğim gibi sendikamız Sosyal-İş, İşçi sınıfının Ekonomik-Demokratik mücadele örgütleri olan sendikaların gerek yapı işlev ve işleyişi ve gerekse hedefleri yönünden çok net tutarlı bir politika izleyip savunmuştur. Özetlenecek olursa. Sınıfsal çıkarların, bir başka deyişle ekonomik hak ve menfaatlerin birlikteliği temelinde kitlesel bir yapıya sahip olan işçi sendikalarında üyelerin ve yöneticilerin politik düşünce özgürlükleri esastır. Bu esas üstünde sendika içi demokrasi ve işçinin söz ve karar sahibi olması ilkesi hayata geçirilerek işverenlere karşı üyelerin hak ve menfaatleri korunup geliştirilmek hedeflenir. Böylesine bir mücadele yürütülür. Öte yandan işçiler, toplumun diğer sınıf ve katmanları gibi politik mücadelelerini partilerinde verirler. İşte sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışının bir başka deyişle DİSK ilkelerinin esası ve temeli de budur. Kaldı ki, Sosyal-iş’in bu doğru ve tutarlı sendikal anlayışını, iddianamede ne için yer aldığını ve nasıl değerlendirildiğini çıkaramadığım alttaki şu karar tasarısı çok güzel ifade etmektedir. İddianamenin 18. sayfasının son paragrafında (diğer yandan Sosyal-İş Sendikasın 5. genel kuruluna, sosyal-İş genel yönetim kurulu tarafından verilen karar tasarısında özetle) denilerek aynen (işçi sınıfı sendikaları örgüt yapısı bakımından kitleseldir. Amaçları bakımından da işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını burjuvaziye karşı savunmak, sömürü oranını azaltmak için kararlı mücadele vermekle yükümlüdür. İşçi sınıfı partisi ise, örgütsel yapısı bakımından kitlesel değildir. Örgüt yapıları işçi sınıfı ve müttefiki emekçi kitlelerin tüm demokrat küçük burjuva katmanlarının en bilinçli ve en öncü kişilerinden oluşur. Parti ve toplumun tüm çelişkilerini çözme mücadelesi vermekten başka başta işçi sınıfı müttefiki emekçi kitlelerle tüm halkın kurtuluşu demek olan iktidara geliş mücadelesi verir. Başka bir deyişle işçi sınıfı partisi işçi sınıfının dar sınıfsal çıkarlarını değil tüm topluma yönelik bir mücadeleyi amaçlar. Sosyal-İş sendikası 5. olağan genel kurulu özel olarak sendikaları, genel olarak tüm demokratik kitle örgütlerini örgütsel yapıları ve amaçları bakımından parti gibi görüp teorik düzeyde ne söylenirse söylensin bu anlamda bir çalışma içerisinde olan kişi, grup ve grupçulukları sapma olarak niteler.) 3) Sosyal-İş’in bu doğru sendikal mücadele ve anlayışı konusunda ve bu açıklık karşısında iddia makamı bu kez, kendi iddiası ile dahi çelişen, sendika üyelerinin politik görüş ve düşüncelerinin farklılığını tanımayan ve bu farklılığı ülkemizin, geçmiş siyasal yaşamında yer almış değişik siyasi partilere üye olmakla gösterenlerin bu en doğal Anayasal haklarını kullanmalarını kınayan bir sonuca yöneliyor, genellemeye gidiyor. Öte yandan, sendika içi demokrasinin kuralları çerçevesinde, sendikanın genel başkanlığına adaylığını koyup seçilemeyen ve aynı işkolunda bir sendika kurma girişiminde bulunan, sendikanın 1979 Temmuz’una kadar genel sekreterliğini yapmış bir yöneticisinin beyanlarını, bir parti ile organik bağ içinde bulunmuş olmanın en büyük işareti olarak gösterebiliyor. Şu kadar belirteyim ki, söz konusu edilen dönemde Sosyal-İş’in en sade üyesinden genel başkanına kadar tüm bireylerinin bu konudaki kanunlara göre kurulmuş herhangi bir siyasi partiye üye olmaya yada olmama hakları, daha genel anlamıyla siyasal düşünce ve kanaat özgürlüğü var idi. Ve bu özgürlüğe Sosyal-İş titizlikle saygılı olmaktan öte bu durumu demokratik kitle örgütü olmanın gerek ve şartı sayardı. Ancak, aynı saygıyı bu iddianamede bulamadığını üzülerek belirtmek isterim. O kadar ki, iddia makamı, bir sendikal örgüt olarak DİSK’in parti kuracağı yolunda basında çıkan söylentilere karşı Sosyal-İş sendikası genel başkanı ve sendikanın, bunun yanlışlığını ortaya koyan tutumunu dahi suçlar görmekte yada buradan kalkarak gerçek dışı yorumlara varmaktadır. 4) sendikamız DİSK’in bir üyesi olarak ilerici sendikal birliğin DİSK’te sağlanabileceği görüşü ile DİSK’in Anayasal ve yasal faaliyetleri ve bunların kaynağındaki ilkeler ile konfederal çalışmalara katılma yolunda çaba harcamış, bu bilinç ve sorumlulukla davranmıştır. Sosyal-İş Sendikasının tüzüğünde yapılan değişiklikler de iddianamede suçlamaya konu edilmektedir. Yukarıdan beri açıkladığım gibi Sosyal-İş Sendikasının kurulmasından itibaren sürekli gösterdiği gelişme, bu değişen durum ve koşullar karşısında sendikanın bir çok kuruluş ve düzenleme alanlarında olduğu gibi, tüzüğünde de zaman zaman değişiklikler ve yeni düzenlemeler yapılmasını gerekli kılmıştır. Bu nedenle sendikamız genel kurullarında bu tür değişiklikler yapılmıştır. İddianamede tüzüğe yönelik yapılan suçlamalar, iddianamenin tümünde görülen zorlamalarla aynı doğrultuda, sendikanın legal bir yapıdan illegalliğe geçişinin kanıtı olarak ortaya konulmaktadır. Sosyal-iş sendikasının tüzük değişiklikleri, genel kurul kararlarıyla ve yasal yükümlülüklere uyularak yapılmış, gene yasa gereği olarak yetkili mercilere sunulmuştur. Yetkili mercilerin denetimlerinde de suçlamaya konu edilen noktalarda bir aykırılık görülmemiştir. Örneğin; tüzükte yapılan değişikliklerde zaman zaman idari merciler düzeltme isteğinde bulunmuşsa da, tüzüğün amaç maddesinde asla böyle bir şey olmamış ve idari mercilere önerilen düzeltme istekleri de yerine getirilmiştir. SONUÇ: Açıkladığım durum ve nedenler karşısında iddianamede şahsım ve Sosyal-İş Sendikası tüzel kişiliğine yönelik geçerliliği ve dayanağı olmayan tüm suçlamaları reddediyorum. Beraatıma ve Sosyal-İş’in kapatılmasına ilişkin talebin reddi yoluna karar verilmesini arz ederim. 14.2.1983 Sanık Hasan Bedri Doğanay DİSK VE SOSYAL-İŞ DAVALARINDAKİ YAZILI SAVUNMA İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 nolu Askeri Mahkeme Baykanlığına Özü: DİSK ve SOSYAL-İŞ davasına ilişkin savunmamdır. Sayın Başkan, Sayın Yargıçlar, 12 Eylül 1980 günü Ankara’da evimden alınarak, pek çok milletvekili, tabii senatör, politikacı, dernek ve sendika yöneticisi ile birlikte, Ordu Dil ve İstihbarat Okulu’nda göz altına alındım. Bir ay süre ile tutulduğum burada, ifademe başvurma gibi bir işlem dahi yapılmadan 11.10.1980 günü serbest bırakıldım. Serbest bırakıldıktan bir süre sonra, Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanlığı’nın TRT lie, “yurtdışında olduğum ve yurda dönerek teslim olmam” yolundaki duyurusunu hayret ve bir o kadar da üzüntü ile işittim. Ankara’da idim. Sıkıyönetimce 1 ay gözaltında tutulmuş ve alındığım evimin adresine rapten yeni bırakılmıştım. Bu kez 2 Mart 1981 günü Davutpaşa’ya teslim oldum ve Metris 26. Alay’da gözaltına alındım. 30.4.1982 tarihinde de tutuklandım. Hakkımda askeri savcılığın 25.6.1981 tarih ve Esas 1980/3971, Karar 1981/1291 sayılı DİSK1 iddianamesi ile; 2.7.1980 tarihinde seçildiğim DİSK Yönetim Kurulu Üyesi sıfatımdan dolayı TCK 146/1 maddesi ile cezalandırılmamı isteyen dava açıldı. Genel Başkanı bulunduğum SOSYAL-İŞ ile ilgili olarak da, 10.12.1982 gün ve 1980/3971 Esas, 1982/2151 sayılı iddianame ile yine mahkemenizde dava açıldı. 1969/72 tarihleri arasında genel sekreteri, 1972’den bu yana da genel başkanlığını yürüttüğüm sendikamız ile ilgili açılan bu davada ben sanık değildim. İddianamede “aynı fiillerden dolayı ikinci bir soruşturma ve kovuşturmanın imkansız bulunacağı” belirtilerek, DİSK davasında sanık olduğumdan bu davaya dahil edilemeyeceğim belirtiliyordu. DİSK’teki sorgum tamamlandıktan ve dava belli bir aşamaya geldikten sonra askeri savcılık ilginçtir “aynı fiil” saptamasından vazgeçerek 8.2.1983 tarih ve 1980/3971 Esas 1983/112 karar sayılı iddianame ile Sosyal-İş davasında da TCK 141/1 maddesi ile cezalandırılmam istemi ile dava açtı. Yeni kanıtlar mı ortaya çıkmıştı? Sosyal- İş iddianamesinde DİSK-I iddianamesi ile ileriye sürülmemiş bir düşünce veya eylem mi bulunmuştu? Hayır. Hiçbirisi. Amaç sadece suçlamak ve DİSK’te yeni göreve seçildiğimin ortaya çıkması üzerine önlem almaktı. Esas hakkındaki mütalaada, tekrar başa dönülerek “DİSK ve SOSYAL-İŞ’in illegal faaliyetlerini tanzim, sevk ve idarecisi olduğu ve tüm eylemlerinin TEK BİR SUÇ teşkil ettiğinden” denilerek hakkımda TCK 141/1-6 maddesinin uygulanması istenmektedir. Buraya kadar olan aşamalar dahil hukukun temel ilkelerinin yok sayılması açısından düşündürücüdür. Sayın Mahkeme Heyeti, Bu dava bir “hukuk” olayı da değildir, hukuki bir davada değildir. Bu dava kim ne derse desin politik bir davadır. Bu davanın açıldığından bu yana ülkemizdeki tüm politik mihrakların olumlu yada olumsuz tavır ve beyanları başkaca hiçbir kanıta gerek duyulmaksızın bunu ortaya koyar niteliktedir. Bu dava bir suçu ve suçlularını ortaya çıkarmak ve suçlularına ceza verilmesini sağlamak amacıyla huzurunuza getirilmemiştir. Bir dava olduğuna göre, elbetteki görüntüde böyle bir sistem vardır. Ancak bu dava ile asıl amaçlanan ; zorlamalarda olsa geçmişi, 1961 Anayasasını, onun getirdiği temel hak ve özgürlükleri, temel hak ve özgürlükler ön koşuluna bağlı olan sendikal hak ve özgürlükleri suçlayarak, bugünü hazırlamak ve yarına ipotek koymayı sağlamaktır. Bu nitelikleri ile tercihi belli yani sermaye sınıfının dünya görüşüne dayalı, siyasi amaçlı, iddianame ve EHM’nın çok sevdiği bir ifade ile “ideolojik” bir davadır. Burada şunu belirtmeliyim ki; iddianame ve EHM’yı hazırlayan sayın savcıların düşüncelerini, bize yapıldığı gibi suçlama konusu yapmıyorum. Katılmadığım ve ömrüm oldukça da katılmamakla övüneceğim bu düşüncelerin, Anayasal ve yasal hatta daha da önemlisi hukuki düzenlemelerin kendisiymiş gibi gösterilmesini ne yasal nede hukuki bulmadığımı belirtmek istiyorum. Ayrıca unutulmamalıdır ki, yasayla konan kimi kısıtlamalar belki yasal ama herhalde hukukun üstünlüğüne uygun değildir. Kaldı ki yasa ile konan her zaman yasal da değildir. Bu belirttiğim noktalar, iddianame ve EHM’ da hiçbir açıklamaya gerek olmayacak kadar açık belirtilmiştir. Ben, özellikle sendikal hak ve özgürlükler konusunda, tekrar olmaması için; bu alanda savunmasında karşılaştırmalı ve belgeli olarak geniş açıklamalarda bulunan DİSK genel başkanı sayın Abdullah Baştürk’ün beyanlarına katıldığımı, tekrar ve teyit ettiğimi belirtmek istiyorum. Bunun için iddianame ve EHM’ da kişisel olarak bana yöneltilmiş görünen, aslında DİSK ve genel başkanı bulunduğum Sosyal-İş’de soyutlanan kolektif bu suçlamalardan hareketle yanıt vererek; davanın niteliğini ortaya koymaya çalışacağım; öncelikle belirtmeliyim ki; iddianame ile EHM’ da cezalandırılmamız istenen TCK maddesinin değişikliği dışında hiçbir farklılık bulunmamaktadır. Gerek sorgu gerek yazılı belgelerin değerlendirilmesi ve diğer aşamalarda ortaya çıkan açık doğrular dahil, EHM’ da sanki bunlar yokmuşçasına, iddianamedeki yanlışları ile aynen tekrarlanmıştır. Sosyal-İş Sendikası 1974 yılı Nisan ayında yaptığı genel kurulu ile DİSK’e katılma kararı almıştır. Bu karar genel kurulu oluşturan delegelerin oy birliği ile alınmıştır. Kurulduğu 1966 yılından 1974 yılına kadar hiçbir konfederasyona üye olmama anlamında etkinliğini bağımsız olarak sürdüren Sosyal-iş Sendikası; işçi sınıfının ekonomik demokratik mücadelesini en tutarlı ve en doğru olarak yürüten DİSK’e üye olmayı üyelerine hizmet edebilmenin sorumluluğu olarak görmüştür. EHM’ da DİSK adına yürüttüğü ve hiçbir örnek verilmeksizin suçlanan çalışmalara gelince; bu görevim kapsamında; 1-Kıbrıs barış harekatı nedeniyle DİSK’in ilk elden topladığı parayı muhtevi çeki zamanın başbakanı Bülent Ecevit’e DİSK adına verdim. 2-16-19 Aralık 1974 tarihinde Ankara’da toplanan Ulaştırma Bakanlığı Danışma Yüksek Kuruluna DİSK adına katıldım. Bu çalışmaya ilişkin, Bakanlık koordinasyon idaresince birici Ekim 1974 tarihinde yayın no 117-041, değeri Eylül 1975 tarihinde yayın no 179-066, olmak üzere yayınlanan iki kitap mevcuttur. 3- TBMM Sosyal-İşler komisyonunun çağrısı üzerine, komisyonda 4792 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu kuruluş yasası değişiklik tasarısı ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası değişiklik tasarısı hakkında DİSK’in görüşlerini bildirdim. 4- bakanlığa atanan sayın Prof.Dr. Sadi Irmak’ın DİSK adına, DİSK genel başkan vekili olarak Sosyal-iş genel merkezinde yaptıkları ziyarete ki bu ziyaret Irmak hükümetinin güven oylamasından önce yapılmıştı – kendilerine DİSK’in parlamentoda siyasal partilere dayanmayan oluşumları demokratik parlamenter sistemin özü ile bağdaştırmadığına ilişkin görüşlerini ilettim. İlk ve tek yurtdışı gezim olan 1978 yılı Kasım ayında 34 kişilik bir heyetle yaptığımız Sovyetler Birliği gezisi sırasında heyetin başkanlığını yaptım Sosyal-iş davasında ki sorgum sırasında bu gezi ile ilgili ayrıntılı ve belgeli açıklamalarda bulunduğumdan burada tekrar olmaması için bu açıklama ile yetiniyorum. Sosyal-İş Genel Başkanı olarak da kanıtlar klasörlerinde yer alan 4-5-6 Sosyal-İş genel kurullarına sunulan faaliyet raporlarında açıklanan etkinliklerimle de sendikamı temsil ettim. İşte bu çalışmalarımla EHM’ da “DİSK’i ve sendikalarını temsilen amaç doğrultusunda yurtiçi ve yurtdışı kuruluşlarda temsil ettiği” ifadesi ile suçlanmaktadır. Bu çalışmalar “amaç” doğrultusunda, yani TCK’nun 141. maddesini ihlal doğrultusunda çalışmalar sayılarak; iddianame asıl amacını ortaya koymaktadır. 1975 yılı Ağustos ayında DİSK üyeliğinden 6 ay süre ile geçici olarak ihraç edildim. Divan başkanlığını yaptığım bir sendika genel kurulunda, DİSK Yürütme Kurulu üyelerinden birisine konuşma olanağı vermediğim gerekçesi ile. 1976 yılı Mart ayında Sosyal-İş, DİSK yürütme kurulunun aynı işkolundaki sendikaların birleştirilmesine ilişkin kararına uymadığı gerekçesi ile üyelikten düşürüldü bu işlem Bakırköy Asli Hukuk Mahkemesince tedbiren durduruldu. Buna ilişkin geniş açıklama Sosyal-İş’in 500 nolu deliler klasörünün 65. dizisinde yer alan yayınında mevcuttur. Yeniden üyeliğe kabulümüz ise 1978 yılı Ağustos ayı sonunda olmuştur. Özetle Ağustos 1975-24 Ağustos 1978 tarihleri arasında DİSK ile üyelik ilişkimiz kesilmiştir. Bizim böyle kabul etmemize rağmen fiili durum böyle olmuştur. DİSK Yürütme Kurulunca 24 Ağustos 1978 tarihinde üyeliğimiz, üyelikten düşürüldüğümüz tarihten geçerli olarak iade edilmiştir. Hakkımız hukuken geriye giderek verilmiş, ancak geçen zamanın iadesi elbetteki mümkün olamamıştır. Ama EHM geçen zamanın da geriye döndürmüştür. Sendikamız üye sayılmadığı için çağrılmadığımız 22-28 Aralık 1977 tarihinde yapılan 6. genel kurula askeri savcılık beni delege yapmıştır. 1-4 Ağustos 1978’de Ören’de yapılan sendika yürütme kurulu toplantısına Sosyal-İş yürütme kurulu üyelerinin de katıldığını belirtmiştir. Bu genel kurul ve toplantılara katıldığımız deliller klasöründeki belgelerle sabit olmasına rağmen Bu hususları bu toplantılara katılmanın suç olacağı gibi hukuk dışı bir iddianın varlığından dolayı delil, niteliği belli suçlamaların dahi ne denli ciddi olduğunu belirtmek için örnek olsun diye açıklıyorum. Yine bir hususu daha belirtmek istiyorum. İddianame ve EHM’ye göre 1 Mayıs bayramı ve kavramı kelimenin tam anlamı ile bir “umacı” dır. İşçi sınıfının ulusal ve uluslararası birlik ve dayanışma ve mücadele günü olarak, tarihi ABD başlayan bugüne ilişkin açıklamaları tekrar olmasın diye gerekli bulmuyorum. Buna ilişkin iddianın bir başka yönüne değineceğim iddiaya göre DİSK’in 1 Mayıs kutlamaları, mitingleri, DİSK ve bağlı sendikalarının bilinçli ihtilal provalarıdır. Ortak eylemleridir. Sosyal-İş; 1976-1977-1978 mitinglerine DİSK tarafından, üyesi sendika gibi çağrılmamıştır. Çünkü o tarihlerde üye sayılmamaktadır. Sosyal-İş bu mitinglere doğrudan kendisi katılmıştır. DİSK üyesi olmayan onca kitle örgütü ve sendika da katılmıştır. Bir sendika için 1 Mayıs’ı kutlamak en doğal hak ve görevdir çünkü Sosyal-İş’in 1 Mayıs’a ilişkin görüşleri Sosyal-İş yayını olan”1 Mayıs” broşüründe bellidir. Bu da deliller klasöründe mevcuttur. 1 Mayıs kutlamalarının en temel sendikal hak olduğu İLO’nun temel kurallarındandır. Ve iddianamenin beğendiği ICTU (Uluslar arası hür işçi sendikaları konfederasyonu) nun da ısrarla savunduğu bir görevdir. Öte yandan Sosyal-İş iddianamesinde “1 Mayıs İşçi Bayramı” ibaresinin toplu iş sözleşmelerinde yer alması da TCK 141. in ihlali olarak suçlanmaktadır. Bilineceği gibi toplu-iş sözleşmeleri özel hukuk kapsamına giren, iki tarafı olan bir akittir. Ve tarafların özgür iradeleri ile imzalanır. Bu husus diğer akit taraf işveren için hiçbir suçun kanıtı sayılmadığına göre, bizim içinde sayılmaması adaletin ve yasalar önünde eşitliğin gereği olmalıdır. Burada 1 Mayıs 1977’yi kana bulayan canilerin bulunup adalet önüne çıkarılması için bütün yetkili, ve görevli organları, görevlerinin gereğini yapmaya bir kez daha çağırıyorum. DİSK 7. genel kurulunda hiçbir karar alınmamıştır. Alınmamış bir karar için görüş belirtmenin olanaksızlığı ortadadır. 31 Ocak-1 Şubat 1980 tarihlerinde yapılan Ören toplantısına ilişkin ise sorgu beyanımı tekrar ediyorum. DİSK 5. genel kurulunda tüm karara nasıl oy kullandığımı bugün bilebilmem olanağı yok. Ancak iddianamede özellikle suçlanan 5-6-33 nolu kararlara olumlu oy verdiğimi ifade edebilirim. Zira bu konularda bugüne değin kişi olarak aynı görüşleri taşıyor ve savunuyorum. Sosyal-İş’de aynı konularda defalarca aynı doğrultuda görüş belirlemiş olup, o konuda da aynen suçlanmaktadır. İddianame ve EHM ; genel grev, dayanışma grevi, uyarı grevi, süreli grev gibi grev türlerinin “esasen yasalarca saklanmış” olduğunu belirtmektedir. Bu doğrudur ve bilinmeyen bir şey değildir. 275 sayılı toplu iş sözleşmesi ve grev yasasına göre, birisi toplu iş sözleşmesi bağıtlanması aşamasında çıkan uyuşmazlıklara bağlı olarak uygulanacak grev ile, yani menfaat grevi ile, diğeri bağıtlanmış toplu iş sözleşmelerinin uygulanmamasından doğan uyuşmazlıklar da uygulanacak grevi yani hak grevini yasal grev olarak tanımlamıştır. Bunların dışında yapılan grevleri kanunsuz grev saymış ve 275 sayılı yasa içinde mütalaa ederek yaptırımlara bağlamıştır. Yasalarımıza göre kanunsuz bir grevin TCK’nun 141. maddesi içerisinde düşünülmesi olanağı yoktur. Uygulamada böyledir. Nitekim bu davada suçlanan, DİSK’in 20 Mart “Faşizme ihtar” eyleminden dolayı mahkemelerce kimi yöneticileri için 275 sayılı yasa hükümlerine göre hüküm tesis edilmiştir. Bu açık yasal durum karşısında iddianame ve EHM’yı suçlamaktadır. Yani açıktır. Hak istemek kısıtlanmaktadır, suçlanmaktadır. Genel Grev, dayanışma grevi gibi grevlerin yani Grev hakkının toplu iş sözleşmesi olayından bağımsız kullanılması istemek lokavtın yasaklanmasını istemek suç sayılmaktadır. Bir yasağın kaldırılmasını istemek, bir yasal düzenlemenin değiştirilmesini istemek, bir başka ifade ile sermaye sınıfının hareket alanının daraltacak bir istemde bulunmak, statükoyu benimsememek, işte suçlama budur. Ne yazık ki iddiadaki bu istemler bugünün yasal düzenlemesini oluşturmuştur. Bugün genel grev, dayanışma grevi anayasa ile yasaklar içine alınmış, LOKAVT bir anayasa kurul olmuştur. Bu istemlerin temel sendikal hakların vazgeçilmez öğelerinden oluşu karşısında; suçlamaların kendi mantığından dahi ister istemez bir tutarlık bulunmaktadır. Örneğin iddiaya göre grev istemek, Marksis-Leninist’liktir. İhtilalciliktir. Ülke ekonomisini hercümerç etmektir. Bir başka ifade ile; ülke ekonomisini hercümerç etmek istemeyenler, ihtilalci olmayanlar genel grev yapmak bir yana istemezler bile. Toplu iş sözleşmesi yapma dışında bir işle uğraşmazlar. Somut durumların gerektirdiği davranışlarda bulunmazlar. Oysa iddianamenin 20. sayfasında özgür sendikaların yani iddianın beğendiği ve yasal saydığı sendikaların “… genel grev ancak ve pek nadiren hürriyetçi parlamenter sistemi iç ve dış düşmanlara karşı savunmak veya HÜRCÜMERC olmuş ekonomilerde rejimin içinde kalarak işçinin ekonomik menfaatlerini kollamak maksadı ile kullandırmaktadır…” anlayışı içersinde GENEL GREV yaptığı ifade edilmektedir. Buna göre 1) Rejimi iç ve dış düşmanlara karşı savunmak, 2) Ekonomiyi hercümerç etmek için değil ki ifadeden de anlaşılacağı üzere bu olanaksızdır aksine ekonomi hercümerç olunca genel greve gitmek görevleri ile yükümlü kılmaktadır sendikaları. DİSK’in 5. Genel Kurulunda alınan 5 ve 6 nolu kararların suçlanmasını, bu çelişkiler karşısında bugünü hazırlamanın zeminini oluşturmaya katkıdan başka nasıl izah edebiliriz. Bugün bu özlemler yasal düzenlemelerin kendisi olmuş ve ülkemizde GREV bir hak olmaktan adeta çıkarılmıştır. Nitekim DİSK ve bağlı sendikalarına ilişkin bu iddianamelerle davaların açıldığı günden günümüze değin, tüm dünya sendikal kuruluşlarının ve özellikle de iddiaca da beğenilen ve yasal sendikal anlayışın temsilcisi olarak nitelenen ICTU’nun bizlerle olan maddi ve manevi dayanışması, sanıyorum iddianame hazırlayıcılarını oldukça şaşırtmış ve üzmüş olmalıdır. “… bunun yanında toplumun içinde bulunduğu şartlara, ülkenin yapısına, işçi hareketinin ihtiyaçlarına göre şekillendirilebilecek veya başvurulabilecek araç olarak siyasal partileri baskı grubu olarak etkilemek, bunlarla işbirliğine yada güç birliğine girmek ve diğer araçlar arasında sayılabilir…” Sayın Mahkeme Heyeti, Bu görüşler iddianamenin 20. sayfasında ICTU’nun (Uluslar arası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu) görüşleri ve sendikal anlayışının bir ürünü olarak belirtilmektedir. Bu anlayış gerçekten doğrudur. Dünya görüşleri ne olursa olsun tüm sendikalar için geçerli olan evrensel bir anlayıştır. ILO kararları ile de uluslar arası hukuksal bir içerik kazanmıştır. DİSK’in 5. Genel Kurulunda alınan 33 nolu kararın yukarıda belirtilen bu ilkelerin dışında hiçbir yönü yoktur. Sosyal-İş yönetim organları da zaman zaman, ülkemiz somutuna göre demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile, faşizme karşı demokrasi için temel hak ve özgürlüklerin gelişip korunması için en temel ve en genel alanlardaki ülkemiz çıkarları için iş ve güç birliğinin önemine ve bunun gerekliliğine ilişkin kararlar almışlardır. Kaldı ki 274 sayılı yasada bu alanlarda ve özellikle siyasal partiler ile ilişkilerde, daha özlü bir anlatım ile siyaset yasağı konusunda var olan yasal düzenlemelerde son derece açıktır. Kendi içindeki çelişkiler bir yana iddianamenin suçlaması yasal değildir. Yine bir özlemin çerçevesini çizmedir. Bu özlem ki sermaye çevrelerince yıllardır yazılmış söylenmiştir. Bugün sendikaların, siyasi partilerle işbirliği yada güç birliğine girebilmeleri, bir siyasi partiyi o partiye oy vermeye çağırarak desteklemeleri, derneklerle meslek kuruluşları ile iş ve güçbirliğine girmeleri yasaklanmıştır. İşte iddia bugünkü yasal çerçeveyi 1961 Anayasası ve 274-275 sayılı yasal çerçevenin kendisi imiş gibi sayarak suçlamalara yönelmektedir. Şunu bir kez daha vurgulamak gerekmektedir. İddianame ve EHM’ nın dayanır göründüğü Anayasal ve yasal çerçeve 12 Eylül 1980 öncesinin, yani 1961 Anayasası ile çalışma hayatına ilişkin yasaların ortaya koyduğu yasal çerçeve kesinlikle değildir. Bu alanda şimdiye kadar belirtmeye çalıştığım bu örneklerin dışında temel olarak gördüğüm bazı noktalar ile, bu noktalar karşısındaki bazı suçlamalara somut olarak değinmek gerekmektedir. İddianame ve EHM’ ya göre 1961 Anayasası tek ve zorunlu bir düzen öngörmektedir. Bu da kapitalizmdir. İddianın belirlediği bu kapitalizm de “çağdaş” dahi değildir. 18., 19, yüzyıl kapitalist anlayışı ifade edilmektedir. “Meri Anayasal düzen kapitalist düzendir” “Devlet liberal kapitalist karma ekonomi düzenini benimsemiştir.” “Anayasal Devlet düzeni kapitalist ekonomiye dayalıdır.” “Sermaye ve mülkiyet esasına dayalı kapitalist sistemdir.” “Kapitalist karma ekonomi sistemi benimsenmiştir.” Bu ifadeler iddianamenin 99, 206, 298, 314, 815. sayfalarında yer almaktadır. Bu tanımlamaların 1961 Anayasanın ortaya koyduğu düzen olmadığı, yasa gerekçeleri, TBMM müzakere zabıtları ve yüksek yargı kararları ile ortadadır. 1961 anayasası elbette kapitalizmi yasaklanan bir sistem öngörmez. Ancak sosyalizmde yasaklanmamıştır. Böyle olunca iddianın bir siyasal tercihi yansıttığı, sermaye sınıfının ideolojisini esas aldığı ortaya çıkmaktadır. Ve bu anlayışla sosyal bir sınıf olarak işçi sınıfının politik mücadele hakkı yoktur. Sendikalara en genel anlamda siyaseti yasak sayan anlayış hızını alamamış işçi sınıfına siyaseti yasak görmüştür. İddianamenin 41. sayfasında aynen “ …işçi sınıfının yasal olarak tanınan ekonomik mücadelesi dışında bir mücadeleye yönelmeleri icap etmektedir...” denilmektedir. DİSK davasında sorgumda bu hususu belirtmiş ve bir sosyal sınıf olarak işçi sınıfına siyasal mücadeleyi yasaklayan rejimlerin faşist rejimler olabileceğini, 1961 anayasasının öngördüğü rejimde işçi sınıfının da diğer sosyal sınıflar gibi hem ekonomik hem de politik mücadele hakkına yasak olarak sahip bulunduğunu belirtmiştim. EHM’ nin 9. sayfasında yer alan “ işçi sınıfının yasal olarak tanınan ekonomik mücadelesi dışında …” ifadesinin ısrarla tekrarı, bunu bir zühul olmadığını ortaya koymaktadır. DİSK ve Sosyal-İş’in tüzüğü, görüşleri, karaları, istemleri; 1961 anayasası, çalışma hayatına ilişkin yasalar ve evrensel sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılması ilkeleri açısından değil, yukarıda belirtmeye çalıştığım anti-demokratik, çağ dışı ideolojik yaklaşımla suçlanmaya çalışılmaktadır. Bu bakımdan, sendikal hak ve özgürlükler konusu ile ulusal yasal düzenlemelerimiz açısından sendika-siyaset ilişkilerine kısaca değinmek zorunluluğu vardır. Sendika özgürlüğü klasik insan hak ve özgürlüklerinden daha değişik ve geniş kapsamlı bir içeriğe sahiptir. Tarihi gelişim içinde sendikalar başlangıcında varlık nedenleri olan üyelerinin dar anlamda mesleki çıkarlarını korumak amacını aşmıştır. Buda sendikaların giderek artan ölçüde önem kazanmalarına neden olmuştur. Başlangıçta özel hukuk tüzel kişiliği kapsamına giren sendikalar, kamu oyu üzerindeki etkinlikleri, hükümetlerin politikasını yönlendirebilen nitelikleriyle, adeta yarı kamu kurumu niteliği kazanmışlardır. Devlet bir çok konuda sahip olduğu kudret ve yetkiyi kullanırken sendikalarında görüşlerini almak zorunluluğunu duymaktadır. Yani bugün çağdaş demokrasilerde sendikaların konumu budur. Bugün tek başına sendika özgürlüğünden söz etmek olanağı yoktur. Bir başka deyişle sendika özgürlüğü bir takım klasik hak ve özgürlükleri var olması ön koşuluna bağlıdır. Toplantı hürriyeti, düşünce ve ifade özgürlüğü ve onun ayrılmaz öğesi olan örgütlenme özgürlüğü, sosyal güvenlik gibi hak ve özgürlükler sendika özgürlüğünün ön koşuludur. Nitekim 1970 yılında yapılan Uluslar arası Çalışma Konferansında sendikal haklar ve kamu özgürlükleri ilişkisinde bu hususlar karar altına alınmıştır. Bu yapılanma sendika özgürlüğünün; bireysel özgürlük yanını ortaya koyduğu gibi kolektif bir hak olarak özgürlüğün ele alınmasını, uygulama itibariyle toplumsal kavramlı sosyal hak ve özgürlük oluşunu ortaya koymaktadır. İşte 1961 anayasası bu çağdaş anlayışı taşıyan bir düzenlemenin ana kurallarını benimsemiştir. Özgür, güçlü, çoğulcu ve katılımcı bir sendikal anlayışı esas almıştır. Anayasa kurallarına uygun olarak da 274 sayılı sendikalar yasası ile sendikal özgürlüğün kolektif, toplumsal bir kamu hak ve özgürlüğü olarak vurgulandığı görülmektedir. Bu genel açıklamaların ışığında ulusal yasal düzenlemelerimiz açısından özellikle sendikaların konusuna girmeyen etkinlikleri, suçlamaların karşıtlığı somutunda belirtmeye çalışmaya uğraşacağım. İddianame ve EHM sendikaları “demek” gibi değerlendirmeye çalışmaktır. “ derneğe” bakış açısı dahi ne çağdaştır nede yasaldır. Konunun bu yanına fazla girmeden sendikaların dernek olmadığını belirtmek istiyorum. 274 sayılı yasanın deyimi ile sendikalar, işçilerin ve işverenlerin “müşterek iktisadı sosyal ve kültürel yararlarını korumak ve geliştirmek için kurulan mesleki” teşekküllerdir. Yani özel amaçlı kuruluşlardır. Örneğin salt sportif ve kültürel amaçlı sendika kurulamaz. Ancak sendikalar bu alanlarda da etkinlik gösterebilirler. Sendikalar amaçları doğrultusunda etkinlik gösterirlerken yasanın 14. maddesinde belirtildiği üzere: 1- Tüzel kişi olarak genel hükümlere göre sahip oldukları yetkileri kullanacaklardır. Açıktır ki sendikalar anayasa ile gerçek kişilere tanınan tüm hak ve özgürlüklere sahip olacaklardır. Bu husus yüksek yargı kararları ile saptanmıştır. Yani sendikalar, toplantı özgürlüğü düşünce ve ifade özgürlüğü ile onun ayrılmaz öğesi örgütlenme özgürlüğü, yayın özgürlüğü gibi hak ve özgürlüklere tüzel kişi olarak sahiptirler. 2- Bu genel yetkinin dışında yine yasanın 14. maddesinin değişik fıkralarında belirtildiği üzere özel yetki ve görevleri vardır sendikaların. Örneğin ( i ) bendinde “üyelerin genel kültürlerini genişletecek kurs ve konferanslar” tertiplemek; ı bendinde “üyelerin refah ve mesleki menfaatlerini her hangi bir şekilde ilgilendirebilecek her konu hakkında inceleme ve araştırmalar yapmak ve gaye ve fikirlerinin gerçekleştirilmesi için her türlü kanuni yollardan faaliyet sarf etmek” gibi noktalar son derece önem kazanmaktadır. İddianame ve EHM’ da bu hususlar yok sayılmakta, yasanın 1. maddesindeki tanım dar anlamda tutularak, sendikalar dernek imiş gibi işlevsiz görülmektedir. Hemen belirtelim ki 2821 sayılı yeni sendikalar yasasında yukarıda belirtilen ve 274 sayılı yasanın 14. maddesini i ve 1 bentlerinde yer verilmediği görülmektedir. Yani yeni düzenlemede sendikaların üyelerinin genel kültürlerini genişletme, refah ve mesleki menfaatlerini her hangi bir şekilde ilgilendirebilecek her konu hakkında inceleme ve araştırmalar yapma, gaye ve fikirlerini gerçekleştirme gibi bir GÖREVLERİ artık yoktur. İddianamede bugün yok olan durum, yasal çerçeve varsayılarak ve bu yaklaşım ideolojik olarak savunularak sendikaların yayınları, eğitim çalışmaları, araştırmaları ve bunların sonuçlarını kamu oyuna yansıtarak, üyelerinin genel kültürlerini geliştirmeleri ekonomik, demokratik hak ve çıkarlarını korumak için bilinçlendirilmeleri kamu oyu oluşturmaya ve destek sağlamaya uğraşmaları, siyasal karar mekanizmalarını etkilemeye çalışmaları, ülkenin, ulusun ve emekçi halkın çıkarlarına ilişkin; bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm konularındaki açık ve bilinen genel görüşleri suçlanmakta, susturulması istenmektedir. Şimdi bu açık yapı karşısında Sosyal-İş’e ilişkin olarak çalışma raporlarımız ve eğitim çalışmalarımıza ilişkin iddialara bakmak gerekmektedir. Sendika genel kurullarına; yönetim kurullarınca geçirilen çalışma dönemine ilişkin olarak faaliyet raporu sunulması yasal bir zorunluluktur. Bu zorunluluk denetleme ve onur kurulları için de söz konusudur. Demek ki bu raporlar genel kurullara her şeyden önce yasanın bir gereği olduğu için sunulmuştur. 274 sayılı yasanın 29. maddesi gereğince Çalışma Bakanlığına da gönderilen bu raporlar denetimden geçmiş ve haklarında hiçbir suçlama olmamıştır. Bu davada dahi Sosyal-İş’in çalışma raporlarına ilişkin açıkça bir suçlama yoktur. Ancak kimi ifadeler ile kuşku yaratılmaya çalışılmıştır. İncelendiğinde görüleceği gibi, yönetim kurullarınca sunulan çalışma raporları iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda dünya ve yurt sorunlarına ilişkin ve çeşitli sosyo ekonomik olayları ilişkin tespit, yorum ve öneriler yer almaktadır. Bunların çoğu, başta TMBB komisyonları olmak üzere çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında dile getirilmişlerdir. Basımyayın organlarında yer almışlardır. TRT’den yansıtılmışlardır. Yukarıda da ayrıntılı olarak değindiğim gibi, demokrasilerde sendikalar, siyasal partilerden sonra ilgi alanları en geniş olan örgütlerdir. Bu nitelikleri ile diğer derneklerden ve meslek kuruluşlarından ayırt edilirler. Demokratik baskı grubu olarak görev yaparlar. Ayrıca şunu ifade etmekte özellikle yarar vardır. Raporlarımızda görüş belirttiğimiz hiçbir alan konu yoktur ki; işveren sendikaları, odaları, dernekleri ve de hukuki statüsünü belirtmekte güçlük çektiği büyük teşebbüs konseyi o konu ve alanlarda görüş belirtmemiş olsun. Bugünde, hem de, tek olarak bu işlevlerini sürdürmektedirler. Bu görüşlerimizi doğru bulup beğenenler olduğu gibi, eleştirenlerde olmuştur. Bugünde olabilir. Ama suçlanamazlar. Bunların suçlanması, anayasanın suçlanması, yasaların ve ILO kararlarının hiçe sayılması demektir. Kısacası demokrasi yatsımak demektir. 4,5,6 Sosyal-İş genel kurullarına sunulan çalışma raporlarındaki temel bakış açısına da belirlemesi bakımından genel yönetim kurulunun raporda da yer alan sunuş yazısını aynen tekrarlıyorum: “Geride bıraktığım kararlık günleri aydınlığa dönüştüğü günlerdeyiz. Yepyeni umutlarla, güzel yurdumuzda, halkımızın insanca yaşayacağı bir düzeni özlemine doğru kucak açmanın ve bunun gerçekleşmesini demokratik mücadelesine doğru koşuyoruz bu açıdan baktığımız zaman, işçi sınıfının demokratik devrimci mücadelesi için her şeyden önce savunulması gerekenin özgürlükler olduğu ortadadır. Özgürlüklerin yok edildiği, fikirlerin ve düşüncelerin söylenemediği, özellikle ekonomik gücü elinde bulunduran egemen çevrelerin çıkarına aykırı, emeği savunan görüşlerin serbestçe söylenip tartışma olanağının bulunmadığı ortamlarda demokratik mücadelenin olmayacağını biliyoruz. Bu bilinçlerdir ki söz ve fikir hürriyetine sınır koymayı kabul etmiyoruz. Ve yine aynı inançla, kim olunsa olsun fikirlerin başkasına, başkalarına zor kullanılarak kabul ettirilmeye çalışılmasını da uygun bulmuyor, bu anlayışta onlarla mücadele etmeyi, işçi sınıfı yararı ve demokratik ilkelere gerçekten bağlılığın bir gereği sayıyoruz. Çalışma raporumuzdaki her görümüzün temel noktası işte bu prensiplerdir. Raporda demokratik özgürlüklere bağlı olmanın anlayışı ile dünyadaki ve ülkemizdeki genel ekonomik, siyasal , sosyal ve kültürel görüşlerimiz ile önerilerimizi belirledik.” Raporlarımızın ikinci kısmında sendikamızın “bil fiil” yaptığı çalışmalar yer almaktadır. Bunlar bilinen çalışmalarımızın toplu ve yazılı olarak üyelerimizin, kamu oyunun yargı ve idari makamların önüne bir kez daha serilmesidir. En temel belgelerimizdir. Tüzel kişilik olarak sendikamızın, kişiler olarak bizim bu raporlarda belirtilenlerin dışında hiçbir çalışmamız olmamıştır. Bu çalışmalarınız suçlanan tüzük maddelerimizin özellikle amaç maddelerinin somutlanışıdır. Bu çalışmalar Ağustos 1972 ile Haziran 1980 devresini kapsamaktadır. Gerek iddianame ve gerekse EHM’ da bu çalışmalarımızın hiç birisine somut bir suçlama yöneltilmemiştir. 274 ve 275 kapsamında dahi suçlama yöneltilemeyen bu çalışmaların sahibi yöneticilerin TCK’nun 141.b maddesini ihlal ve suçlana bilmelerinde tüzel kişiliğin kapatılmasının istenebilmesinde hukuksal bir tutarlılık bulunabilir mi? Elbette bunun yanıtı hayırdır. İddianame ve EHM’ da yalnızca soyut olarak, zımnen, kıyas ve telkin yolu ile eğitim çalışmalarımız suçlanmaya çalışılmakta ve sendikamıza ait olmayan, sendikamızda bulunmayan, Sosyal-İş kanıtlar dosyasına nasıl ve nerden temin edilerek sokulduğu meçhulümüz olan kimi belgelerle tutanak “Marksist-lelinist” eğitim yaptığımız iddia edilmektedir. Bu iddiada bulunurken dahi Sosyal-İş’in eğitim çalışmalarında ısrarla “sendikaların ekonomik örgüt olduğu, siyasi parti işlevi görülemeyeceği gerçeğini vurguladı” belirtmek zorunda kalınmaktadır. Sendikamızın, sendikal eğitim anlayışı raporlarında açıkça yazılıdır. Bunları tekrar etmeden, bu çalışmaların somutlanışını raporlardan aynen dökmek gerekli açıklığı ve doğruluğu getirecektir. 1- 4. dönem çalışma raporunun 210. sayfasında ifadesini bulan Ağustos 1972 – Mayıs 1974 tarihleri arasındaki eğitim çalışmalarımız. - 7 şube yöneticisinin katıldığı 3 gün süreli, Ankara’da DİSK’in düzenlediği “işçi konutları ve konut kooperatifçiliği” semineri - 1 0şube başkan ve sekreterinin katıldığı ICF’in İstanbul’da düzenlediği “Çok uluslu Şirketler” konulu seminer. 2- 5. Dönem Çalışma Raporunun 67. sayfasında ifadesini bulan Haziran 1974-Mayıs 1977 tarihleri arasındaki eğitim çalışmalarımız. - Çeşitli zamanlar ve çeşitli yerlerde yapılan toplam 212 işyeri temsilcisinin katıldığı a) işçilerin örgütlenmesinin gerekliliği b) örgüt yapısı, c) Görev, yetki ve sorumluluk açısından örgütün işleyişi konulu seminer, - 1975 Antbirlik’teki üye işçilere yönelik ve 96 işçinin katıldığı: a) sendika nedir, b) toplu sözleşme yapmada etkinlik, c) Sendikal güçlülük, d) Sendika organları, e) iş güvenliği, f) Ücret nedir, konulu seminer., - Ankara’da 57, İstanbul’da 45 üyenin katıldığı a) Ülkemizde toplu sözleşme düzeni, b) Kitle örgütleri ve yapısı konulu seminer, - SSK 3. dönem toplu iş sözleşmesi çalışmaları ile ilgili olarak işyerlerinde yapılan 1 saatlik toplu iş sözleşmesi semineri, - Grevde olan işyerlerinde, grev süresince yapılan benzer konulu seminerler. 3- 6. Dönem Çalışma Raporunun 78. sayfasında yer alan Haziran 1977-Haziran 1980 tarihleri arasındaki çalışmalarımız. - İşyerlerinde yarım işgünü yapılan a) İş yasasının uygulanması ile ilgili bilgiler, b) 274 ve 275 sayılı yasalar, c) Toplu sözleşme yetki prosedürü konulu seminer. - SBF ve ODTÜ’den bazı öğretim üyeleri ile DPT uzmanlarının verdiği a) İşçi sınıfı eğitimi ve sendikalar, b) Türkiye’de toplu iş sözleşmesi düzeni ve eleştirisi, c) sınıf uzlaşmacı sendikacılık sınıf ve kitle sendikacılığı, d) İş Kanunu, işsizlik, vergiler, konut sorunu konulu seminer. -Şubelerimizce düzenlenen benzer konulu seminerler ile İstanbul ve Ankara şubelerimizce düzenlenen mesleki kurslar, - DİSK’in düzenlediği ve 50 civarında üyemizin katıldığı sendikacılık eğitim semineri, Bu seminerler 2 veya 3 günlük olup, her defasında katılanlar farklı olmuş, sendikamızdan ayrılanlar, emekli olanlar bulunmuş yeni üyeler katılmıştır. 1979 yılında kabul edilen anatüzüğümüzde yer alan genel eğitimi, işçi sınıfı bilimi doğrultusunda yaygınlaştırma çalışmalarımız işte bu çalışmalarımızdır. Sosyal-İş’e ait iddianameye ek 510 nolu deliller klasörünün ; 5-6-7-8-10-11-12-13-15-16-17 ve 36.dizilerinde yer alan ve bizim eğitimde kullandığımız iddia edilen notların ve belgelerin hiç birisi sendikamıza ait değildir. Bunların hiç birisi ne genel merkezde nede şubelerimizde bulunmamıştır. Bunların nasıl bize mal edilmeye çalışıldığı ise daha önce de belirttiğim gibi meçhulümüzdür. Bunların bize aidiyetine ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Aksine bize ait olmadığına bizzat çalışma raporlarımız kanıttır. Burada sözü edilen bu belgelerin içeriğini dahi bilemediğimiz, varlıklarına bu dava bu dava nedeniyle vakıf olduğumuzu belirtmeliyim. Yine Sosyal-İş’e ait iddianameye ek 513 nolu klasörde sendikamızın “Marksist-Leninist” eğitime ilişkin “eğitim malzemelerinin” varlığından söz edilmektedir. Afiş, kart, davetiye, rozet, yazı gibi iddiaca korkunç malzemeler olarak nitelenen malzemeleri, üzerinde söz söylemeyi dahi abes bulduğum için bir yana bırakıyorum. Ancak dizinin 9-10-11. sıralarında 16 mm’lik 3 adet siyah beyaz “Rus yapımı” film izleme raporundan söz edilmektedir. Sendikaların üyelerine eğitim çalışmaları kapsamında dahi film izlettirmeleri suç değildir. Hele filmin yapımının milliyeti özel olarak bir suç oluşturmaz. Hal böyle iken, sendikamızın film gösterme gibi bir eyleminin olmadığıdır. Sendikamızda ne Sovyet yapımı nede herhangi başka ulus yapımı bir film gösterilmediği gibi, bu anlamda bir film de yoktur. Adı geçen filmler de sendikamıza ait değildir. İçerikleri hakkında da bir bilgi sahibi değilim. Son olarak sendikaların eğitim çalışmaları konusunda ayrıca bir önemli noktayı da altını çizerek belirtmek gerekiyor. Bilindiği gibi 274 sayılı yasanın maddeleri işçi ve işveren sendikalarını kapsadığı halde 14. maddenin 3. fıkrası bir istisna getirmekte ve yalnızca işçi sendikalarının gelirlerinin en az %5’ini üyelerinin bilgi ve kültür seviyelerini yükseltmek için kullanmaları zorunluluğunu getirmektedir. Dünya ve yurt olaylarında; yasal düzenlemelerde bilgi sahibi olmuş, kültür düzeyini yükseltmiş üyeler hak ve menfaatlerini koruyabilirler ve geliştirebilirler. Sınıf bilinci, çıkarlarının, yaşanılan dünyanın ve ülkemizin yararlarının bilincine varmanın adıdır. Biz çağdaş demokratik bir sendikal örgüt olarak, genelde işçi sınıfımızın ve emekçi halkımızın yani ulusumuzun hak ve menfaatlerini, özelde üyelerimizin hak ve menfaatlerini korumayı , geliştirmeyi, yasal yollarla gerekli değişiklikleri gerçekleştirmelerini amaçlayan bir sendikal eğitim yapmaya çalıştık. İddianame sendikaların en dar anlamda “mesleki eğitim” dışındaki eğitimine karşıdır. Bugünkü yasal durum böyledir. Sendikalar gelirlerinin belli bir oranını mutlaka eğitim çalışmasına ayırmak zorunda değillerdir. Eğitim çalışması sendikalar için zorunluluk olmaktan çıkmıştır. Çıkarılmıştır. Sendika tüzüklerimize yönelik suçlamalar ise özünde savunduğumuz görüşlere yönelik suçlamalardır. Kapitalizmi tek ve zorunlu seçenek sayan, devletçiliğe, devletleştirme ve kamulaştırmaya karşı olan, sanayileşmeyi öngören görüşlere karşı keme batı ülkelerinin tarımla kalkındığını iddia edecek kadar karşı bulunan, sermayenin en geniş anlamda serbestisini savunurken, siyasal liberalizme karşı çıkan kooperatifçiliği kolektivizme giden yolun kilometre taşları sayan, ani-tekel, anti-emperyalist mücadeleyi anayasal düzene karşı gören çoğulculuğu ve katılımcılığı reddeden, kitlelerin depolitizasyonunu savunan anlayış, sendikamız tüzüklerinde bu görüşlere karşıt görüşlerin ileri sürülmesini, sosyalizmin öngörülmesini suçlamasının doğaldır ki hukuksal bir niteliği yoktur. Olamaz da. Nitekim iddianame ve EHM tüzüklerimiz nedeni ile bizi, ihtilalci yoldan sosyalizmi kurmayı amaçlamakla veya TCK’nun 141. maddesi ile suçlamaya yönelirken, hukuksal bir dayanak bulabilmek umuduyla, bizleri ve sendikalarımızı anarko sendikacılıkla suçlamaya çalışmaktadır. Gerçekten de bizlerin TCK’nun 141. maddesini ihlalle suçlanabilmesi, tüzüklerimizde belirtilen görüşlerin, genel olarak sendikaların görüş belirtmekten öteye, doğrudan doğruya siyasi iktidarı ele almaya yönelik eylemlerinin ifadesi olarak değerlendirilmesi ile olanaklı olacaktır. Nitekim iddianamede dünya sendikal hareketleri çok yanlış değerlendirirken, anarko sendikalizmden suçlamalar için medet umulmaktadır. İddianamenin 20., 21. sayfalarında “Bu sendikalizm anlayışının davamız yönünden önem arz edeni, devletle doğrudan mücadeleye kalkacak kadar kuvvetli bir dokrin oluşturmuş bulunan ihtilalci sendikalizmdir. Bu tip sendikalar komünizmi benimsemiş olmakla birlikte, komünist veya sosyalist partilere lüzum kalmaksızın sendikal hareketlerle komünizme ulaşabileceği fikrini savunurlar” denilerek istem ortaya konulmaktadır. Gerek DİSK ve gerekse Sosyal-İş hiçbir zaman siyasi partilerin görevlerinin sendikalar eliyle yürütüleceğini savunmamıştır. Tam aksine ısrarla aksini savunmuş, bu örgütlerin görev ve fonksiyonlarının ayrı olduğunu vurgulamıştır. Sendika olarak sosyalizmi öngörmüş, dünya ve yurt olaylarını, ulusal çıkarları, işçi ve emekçi halkın mutluluğunu sosyalizmde gördüğünü belirtmiş ve en genel çizgileri ile bu açıdan değerlendirmelerde bulunmuştur. Böylesi bir siyasal iktidarın oluşmasının siyasal partilerin görevi olduğunu vurgulamış ve işçi sınıfının, politika yapmasının gerekliliğini belirtmiş ve halkımıza oy verme çağrılarında bulunmuştur. Sendikaların genel olarak siyaset yapmalarını da bu çerçevenin dışında görmemiştir. Bizim için sendikaların siyasi faaliyetleri hiçbir zaman siyasi iktidarı ele geçirmek kapsamında olmamıştır. Yasalarımızın da sendikalar yasakladığı siyasi faaliyet budur. Bu konu yasal yasak olmaktan da öte, doğru sendikal anlayışın gereği olduğu için önemlidir. Bu husus çok açık olmasına rağmen iddianame DİSK’i ve sendikaları “Marksist-Leninist” illegal bir siyasi parti olmakla suçlayabilmiştir. Tarih, konfederal bir sendikal yapının “Marksist-Leninist” bir parti olduğunu, olabildiğini bugüne değin yazmamıştır. En ince ve temel ayrıntılarda ideolojik birliği gerektiren böyle bir yapılanma birbirini mahkeme salonunda tanıyan insanlarla gerçekleştirebilir mi? Her hangi bir parti bile böylesine bir yapıdan oluşabilir mi? Örneğin ben; 1977 ve 1979 seçimlerinde TİP’nden aday olarak seçimlere katılırken, DİSK, kamuoyuna CHP’ye oy verilmesi çağrısında bulunuyordu. Yine ben, 1975 yılından, yasa ile siyasi partilerin kapatıldığı 12 Eylül sonrasına değin, sosyalist bir parti olan TİP’nin kurucularından ve yöneticilerinden birisi idim. Mahkemenizin 26.1.1984 tarih 1982/14 karar sayılı hükmü ile TCK’nun 141/1. maddesinin ihlalden 8 yıla hüküm giydim ve bu cezam kesinleşti. Bu kararı da doğru bulmuyorum. Elbette tarih gereken hükmünü verecektir. Bu konuda ayrıntıya girmenin yeri bu dava değildir. Bu davada aynı “cürmi-kasıt” ile yeniden suçlanmanın imkansızlığının yanı sıra, kurucusu ve yöneticisi olduğum bir parti varken, sendikayı parti gibi görme, parti yerine görme, partileştirme, bu amaçla illegal faaliyette bulunma suçlamasını, kişiliğime yönelik sayıyor ve şiddetle reddediyorum. Ayrıca gerek iddianame ve gerekse EHM’ da Sosyal-iş’in bu anlamda TİP ile ilişkisi de gerçek dışıdır. Sosyal-İş’in TİP ile de diğer her hangi parti ile iddia anlamında ilişkisi yoktur. TİP ile ilişkisi olan benim. Organik ilişki içindeyim. Varsa diğer yönetici ve üye arkadaşlarımın partili olarak ilişkisi vardır. Tüm siyasi partilerle olabileceği gibi. İstanbul şubemizde şahıslara ait olan kimi TİP yayınlarını bunun dışında düşünmek mümkün değildir. Oysa 508 nolu deliller klasöründe yer alan; yayım yeri Ankara’da bulunan, bayiler vasıtasıyla tüm ülkede satılan “Yürüyüş” dergilerinden, sosyal-İş yürüyüş gazetesi diye söz edilebilmektedir. Bir tanesini açıp okumak, sahibine bakmak, bu derginin Sosyal-iş ile hiçbir ilgisinin olmadığını anlamaya yetecektir. Yine 507 nolu deliller klasöründe yer alan TİP’ne ait yayınlar ile TİP’(ne ait olmayıp, TİP’ne ait olduğu ileri sürülen yayınların pek çoğu da piyasada satılan ve partilerde olan yayınlardır. Bunların varlığı, sosyal-İş’in TİP ile organik bir ilişkisinin kanıtı olamayacağı gibi, bunu ileri sürmenin hukukla ilgisi yoktur. Sendika yöneticilerinin siyasi parti yönetimlerinde görev almaları 1961 Anayasası ve 274 sayılı sendikalar yasasının tanıdığı bir haktır. Bugün sendika yöneticilerinin, siyasi parti yönetimlerinde görev almaları anayasa ve sendikalar yasası ile yasak kapsamına alınmıştır. EHM’da sendikamızın kimi genel kurul kararları ile eylemleri suçlanırken yaklaşım yine hukuksal değil ideolojiktir. Ana hatları ile bunun nedenlerini izaha çalıştım. Ama bazıları üzerinde, anlatmaya çalıştıklarıma ve çelişkilere daha da açıklık getirmesi bakımından değineceğim. Genel kurul kararlarımızdan: “Sendikaları, genel olarak tüm demokratik kitle örgütlerini, örgütsel yapıları ve amaçları bakımından PARTİ gibi görüp, teorik düzeyde ne söylenirse söylensin bu anlamda bir çalışma içersinde olan kişi, grup ve grupçukları sapma olarak niteler.” “Politik hareketlerden kaynaklanan kişileri değerlendirirken, onların tutum, anlayış ve önerileri ile sendikal alandaki her soruna çözüm önerileri getirmelerini esas alır.” “ODTÜ’de şehit edilen üyemiz Feramuz Akgüne ailesinin oluru alınarak köyünde mezar yaptırılması” gibi kararlarımız nasıl suçlanmakta ve TCK’nun ihlali olarak tavsif edilmektedir. Aynı iddia değil midir bizi bu kararların aksine çalışma yapmakla suçlayan. Çelişkiler yumağından s-bir demettir bu. Demokrasi istememiz, hak ve özgürlüklerin genişletilmesini istememiz, iş yasalarının demokratikleştirilmesini istememiz, barışı savunmamız, askeri paktlara, bağımlılık getiren anlaşmalar karşı çıkmamız suçlanmaktadır. Bugün ortada kalmayan CENTO’ya karşı oluşumuz dahi suçlanmaktadır. TCK’nun 141 ve 142. maddelerinin kaldırılmasını istememiz ise, illegaliteye dönüşmemizin, sınıf tahakkümü kurmak için eylemli kalkışma içinde oluşumuzun kanıtı olarak gösterilmektedir. Anayasaları bile, Anayasada gösterilen usul ve yollarla değişebilirliğinin esas olduğu düşünülürse, yasaların değişmesini istemenin nasıl suç oluşturacağını anlamak olanağı bulunabilir mi? Yargı organları, savcılıklar, bilim adamları, sanatçılar, yazarlar, dernekler, meslek kuruluşları dahil geniş bir kesim, 141 ve 142. maddelerin Anayasa ve demokratik ilkelere aykırı olduğunu ileri sürmüş ve kaldırılmasını istemiştir. CHP-MSP koalisyon hükümetinin koalisyon protokolünde TCK’nun 141, 142, 163. maddelerinin değiştirilmesi yer almış ve bu konuda parlamentoda girişimler yapılmıştır. Faşist İtalyan ceza yasasından alınan bu maddelerin, bugün İtalya’da dahi uygulama olanağı kalmamıştır. Bu maddeler, muğlak, hukuk açısından malul maddelerdir. Solcuların, sosyalistlerin düşüncelerinden dolayı, yargılandıkları hapsedildikleri, kovuşturuldukları maddeler hüviyetine bürünmektedir. Bugün huzurda biz bu hüviyetteyiz. Emekçi kesimlerin örgütlenmesine engel işlevi görmektedir. Bu maddelere karşı çıkmak komünist olup olmamakla ilgili değildir. Onun ölçütü de değildir. Yalnızca demokrat olmanın ölçütüdür. Örgütlenme ve düşünce özgürlüğünden yana olmanın ölçütüdür. Sendikamız genel kurullarını oluşturan delegeler bu gerçeklerden her hangi birisi nedeniyle bu istemde bulunmuşlardır. Yani aynı istemi farklı gerekçelerle istemişledir. Örneğin ben tüm düşüncelerin de örgütlenmesinin demokrasinin gereği olduğuna inandığım için bu istemde bulundum. Bulunuyorum. Kuyumcunun önünde iç geçiren kişiyi, bu nedenle hırsızlık yapacağı için suçlamak ile 141 ve 142. maddelerin kaldırılmasını istemeyi suçlamak arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de hukuki değildir. Sayın Yargıçlar, Sendikamız ayrıca, TMMOB, TÜTED, TÜM-DER, TÜS-DER, Barış Derneği, TÖB-DER gibi kuruluşlarla ilişki içinde bulunduğu için suçlanmaktadır. Burada suçlanan salt ilişkidir. İlişkinin niteliği dahi araştırılmamaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, 12 Eylül öncesi yasalarımızda, sendikaların birbirleri ile, derneklerle ve meslek kuruluşları ile ilişkisini, iş ve güç birliğini yasaklayan bir düzenleme mevcut değildir. Bu anlamda bir yasaklama 1982 anayasası ve sendikalar yasası ile geliştirilmiş bulunmaktadır. TMMOB, kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Hakkında 12 Eylül sonrası dava dahi açılmamış olup, faaliyetini sürdürmektedir. İşyerinde çalışanlar sendikamız üyesidir. Yönetim ile bunun gerektirdiği ilişkilerimiz olmuştur. Sosyal-İş’e ait 506 nolu klasörün 33. dizininde yer alan TMMOB’ce 1.3.1976 günlü yazı ile 13.3.1976 günü miting yapılacağını bildiren yazı. 36. dizide yer alan sendikamızın, çalışanlarının büyük çoğunluğunu mühendis ve mimarların oluşturduğu GEMAŞ işyerinde uyguladığı GREV nedeniyle dayanışma gecesi düzenlemek istediklerine ilişkin TMMOB yazısı. İşte neyin suçlaması ise kanıtları bunlardır. TMMOB ile ilişkilerimizin. EHM’ de TÜTED, TÜMDER ve TÜSDER ile olan ilişkilerimize ilişkin kanıt olarak da ileri sürülen bu derneklerin genel kurullarına tarafımızdan gönderilen mesajlar ile onların bize gönderdiği aynı mahiyetteki yazılardır. TÜTED ve TÜMDER ile ilgili olarak açılan davalarda Ankara Sıkıyönetim mahkemelerince verilmiş beraat kararları da ortadadır. Bu yazışmalar “Sınıf tahakkümü kurmak”, müesser ekonomik nizamı değiştirmek”, “bir sosyal sınıfı ortadan kaldırmak” olarak değerlendiriliyor ise söylenecek söz bulabilmenin olanağı yoktur. TÖB-DER ile ilişkilerimiz suçlaması ile oldukça ilginçtir. Yine 506 nolu klasörün 1 ila 31. dizilerinde yer alan belgelerin 29. dizideki sendikamızın toplu iş sözleşmelerini konu alan bildirisi ile, 30. dizide gazeteleri, İstanbul’da kurulu Özel Kültür Lisesinde, sendikamızın bağıtlayacağı toplu iş sözleşmesinin imza törenine çağıran İstanbul şubemizin çağrı yazısı dışındaki, belgelerin hiçbirisinin sendikamızla ilgisi yoktur, bize ait olmadığı gibi bize de gönderilmemiştir. Bu belgelerin tümü TEB-DER tarafından Ankara’da düzenlenen Demokratik Eğitim Kurultayı’nda (DEK) sunulduğu ileri sürülen imzasız, eskir teksir kağıtlarıdır. DEK bildirileri bildiğim kadarı ile TÖB-DER tarafından kitap olarak bastırılmıştır. Bununla ilgili açılan soruşturmada Ankara Cumhuriyet Savcılığı kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu kurultayda sunulan bildiriler için böylesine eksik ve sunanlarına ait olduğu kuşkulu olan bu belgeler yerine kitaba başvurulabilirdi. Ayrıca belirtmek gerekir ki, bir toplantıda bildiri sunanlar, bildirideki görüşlerin sahibidirler. DEK’na ne kişisel olarak ben, nede Sosyal-İş Sendikası çağrılı değildik. Dolayısı ile katılmadık da. Kişi olarak ben çağrılsa idim, giderdim. Bildiri sunmam istense idi, severek görüşlerimi açıklardım. Sendikamız çağrılsa idi, karar verecek yetkili organımızda oyum katılınması yolunda olurdu. İki nedenle böyle davranırdım. Birincisi bir kişi, bir yurttaş olarak eğitim konusunda düşüncelerimi söylemeyi, diğer görüşleri bu arada bilmediklerimi öğrenmeyi görev sayardım. Diğer neden ise sendikamızın etkinlikte bulunduğu 21-22 nolu işkolunun eğitim hizmetlerini de kapsaması idi. Özel Öğretim Kurumlarında çalışanlar, öğretmenler dahil işçi statüsünde idiler ve sendikamızın bu alanda da üyeleri vardı. Toplu iş sözleşmeleri yapıyorduk. Yani öğretmen üyelerimiz mevcuttu. Fakat ne yazık ki Sosyal-İş iddianamesinde “özel okul öğretmenlerini” üye yapmakla suçlanıyorduk. Sanki özel okul öğretmenlerinin sendikaya üye olması yasaktı. 2821 sayılı sendikalar yasası bu yasağı getirdi. Ama bizim suçlandığımız dönemde 2821 sayılı yasa değil 274 sayılı yasa yürürlükte idi. İşte illegaliteye dönüşmemizin birisi de böyle gösteriliyordu. İddianame ve EHM’da demokratik kitle örgütleri önce suçlu kabul edilmiş, yargısı verilmiş ve bunlarla ilişkiler otomatik olarak suç kabul edilmiştir. Bu yaklaşımın en tipik örneğini Barış Derneği için görmek olanaklıdır. Sosyal-İş iddianamesine ek 506 nolu deliller dosyasının 48-56 dizilerinde yer alan belgeler, Barış Derneğinin kendi yayınları olup bizimle bir ilgisi bulunmamaktadır. 57 ve 60 dizilerinde yer alan belgeler ise Sosyal-İş Sendikası ile Barış Derneği arasındaki iki yazışmadır. Barış Derneği 1980 yılında İstanbul Spor ve Sergi Sarayında “Sendikalar Barış Konferansı” konulu bir toplantı düzenlemiştir. Sendikamızda bu toplantıya çağrılmıştır. Barış yaşamsal ve evrensel bir konudur. Tüm dünyada sendikalar barışın gerçek savunucusudurlar. Barış için mücadele etmek sendikaların en temel görevlerindendir. Bunun için bu toplantıya katılmaya karar verilmiş ve toplantı masraflarına katılım olarak da 15 bin lira gönderilmiştir. 57 dizide yer alan yazı bu paraya ilişkin yazı olup, iddianamede Barış Derneğine parasal yardım yaptığımız suçlamasına neden olmuştur. Bu toplantı ile ilgili olarak İstanbul sıkıyönetim komutanlığı daha önce verdiği izni iptal ettiği içinde toplantı yapılamamıştır. Yine barış Derneğinin 1979 yılında İstanbul’da Etap Oteli salonlarında yaptığı, gazeteci, bilim adamı, öğretim üyeleri, sendikacılar gibi pek çok çağrılının bulunduğu toplantıya çağrılı olarak ben de katıldım. Barış konusunun tüm boyutları ile tartışıldığı bu toplantı bir konferans niteliğinde idi. Ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı Barış Derneği ile ilgili olarak hakkında yaptığı kovuşturma sonucunda; 8.7.1985 tarih 1984/573 Esas, 1985/82 karar nolu kararı ile kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdi. Bu arada her nedense iddianame ve EHM söz edilmeyen, sendika ve demokratik kuruluşlarla olan bazı ilişkilerimizi, güç ve eylem birliği çalışmalarımızdan söz etmek istiyorum. Zira bu çalışmalarımız, sendikalar ve kitle örgütleri ile ilişkilerimizin ve buna ilişkin anlayışımızın somutlanışıdır. Türk-İş’e bağlı ve aynı işkolunda kurulu bulunduğumuz Tez-Büro-İş ile Sosyal-İş ve BankSen olarak 1979 yılı sonlarında oluşturduğumuz güç birliği 6. Genel Kurula sunduğumuz çalışma raporumuzun 52,53 ve 54. sayfalarında buna ilişkin açıklamalar ve 3 sendikanın ortak deklarasyonu yer almaktadır. Diğer bir ilişkiler çalışmamız ise SSK Müdürler Kurulu (Yönetim Kurulu) seçimlerine ilişkindir. 4792 sayılı SSK Kuruluş Yasasına göre oluşan SSK Müdürler Kuruluna 23 sayılı yasa uyarınca kurum çalışanlarının da bir temsilcisi seçimle belirlenir. Çalışanların tümünün oy kullandığı bu seçimlerde memurlar ve kurumda etkinlik gösteren sendikalar aday gösterirler. İlk kez 1974 yılında Danıştay kararı ile aday gösterdiğimiz bu seçime, Sosyal-İş adayı olarak ben, Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş Sendikası adayı olarak da Mustafa Başoğlu katılmış ve çeşitli kuruluşlar ayrı ayrı desteklemişlerdi. Seçimi kazanarak Yönetim Kuruluna seçildim. 1979 yılı Aralık ayında yine aynı konuda Türk-İş’e bağlı Tez-Büro-İş, Petrol-İş Sendikaları ile, Sosyal-İş, Devrimce Sağlık-iş, Tüm Has-iş, Tüm-Der, Tüted, TTB Merkez konseyi, TÜSDER, SSK Müfettişleri Derneği, güçbirliği yaparak, ortak adayımız SSK müfettişleri derneği genel başkanı Sadık Uluşahin’i müdürler kurulu üyeliğine seçtirdik. Buna ilişkin çalışmalarımızda 6. dönem genel kurula sunulan çalışma raporunun 50. sayfasında ayrıntılı olarak yer almaktadır. Bugün bu çalışmalar yapılamaz, yasaklanmıştır. Ama dün en doğru ve demokratik tavırdı. Sayın Mahkeme Heyeti, Suçlama konusu yapılan eylemlerimizden birisi de, iddianame ve EHM’nın deyimi ile “15-16 Haziran yıldönümü kutlama gecelerine” katılmak, daha doğrusu düzenlemektir. Buna kanıt olarak da 504nolu deliller dosyasındaki yazışmalar gösterilmektedir. Sosyal-iş Sendikasınca 15-16 Haziran’ın yıldönümlerinde kutlama geceleri diye bir gece hiçbir zaman düzenlenmemiştir. Bu dosyada sözü edilen yazılar okunduğu zaman anlaşılacağı üzere DİSK’in bölge temsilciler toplantısına ilişkin sendikamıza yazdığı yazılardır. DİK, Bölge Temsilciler Kurulu, DİSK anatüzüğünün öngördüğü danışma organlarından birisidir. DİSK yetkili organlarının çağrısı ile toplanır. Bölgedeki sendikaların temsilcileri katılır. İşte bu yazılar bu toplantılara çağrı yazılarıdır. 15-16 Haziran 1970 tarihinde sendikamız DİSK üyesi değildi. Bu tarih ülkemizde işçi sınıfımızın, onun ekonomik örgütlerinden olan sendikalarımızın, aydınlarımızın, kısaca tüm demokrasiden yana güçlerin, Anayasa’ya demokratik hak ve özgürlüklere bilinçle sahip çıktıkları bir tarihtir. Ülkemizde özgür ve çağdaş sendikal hareketi yok etme girişimi olan 274 sayılı yasayı değiştiren 1317 sayılı yasaya karşı demokratik bir protesto hareketidir. Nitekim daha sonra bu yasa Anayasa mahkemesince iptal edilmiştir. Biz Sosyal-iş olarak 15-16 Haziran’ı böyle değerlendirdik. Böyle andık. 15-16 Haziran’ı bir zabıta olayı olarak görmedik. Olayın zabıta ile ilgili yanı bizi hiç ilgilendirmedi. Bu husus yayınlarımızda açıkça görülmektedir. Sayın Yargıçlar, Çağımızda demokrasinin gerçek savunucusu işçi sınıfı ve emekçi halktır. Demokrasi işçi sınıfı için yaşamsal bir konudur. Onun için demokrasi mücadelesi daima sendikaların, özellikle de ilerici sendikal hareketin temsilcileri olan demokratik sınıf ve kitle sendikal hareketinin gündeminde birinci maddeyi oluşturur. Faşizme, anarşizme, terörizme karşı mücadele, bu belirtmeye çalıştığım gerçekliğin ve gerekliliğin doğal zorunluluğudur. DİSK ve Sosyal-İş bu zorunluluğun hiçbir zaman unutmamış ve daima mücadele vermiştir. Mücadelesi ise demokratik bir sendikal hareket olarak, onun gerekli kıldığı yöntemlerle olmuştur. Miting düzenlemiş, kamuoyuna bildiriler yayınlamış, yetkili makamlara başvurmuş, protesto gösterilerinde bulunmuştur. Üyeleri, yöneticileri kurşunlanırken dahi bu yöntemin dışında bir yöntem düşünmemiştir. Demek istiyorum ki; sendikaların ve biz sendikacıların düşüncelerimizden, demokratik haklarımızdan başka silahımız yoktur. Ülkemizi bir iç savaşa ve kargaşa dönemine sürükleyerek demokrasiyi yok etmek isteyen faşist tırmanışın göstergelerinden birisi olan Kahramanmaraş katliamı karşısında susmamızı bizlerden hiç kimse bekleyemezdi. İnsanlarımızın canice katledildiği bu olay karşısında tepkimizi, 5 dakikalık bir saygı duruşu ve protesto hareketi ile gösterdik. Öyle olaylar ve olgular vardır ki, bunlar karşısında susmak, ortaklık anlamına gelebilir. DİSK’in aldığı 5 dakikalık protesto kararını Sosyal-İş Yürütme Kurulu olarak, doğru ve yerinde bulup, biz de kararımızla buna iştirak ettik. 5 Ocak 1979 günü tüm üyelerimizi buna iştirake çağıran yazıları şubelerimize gönderdik. Eğer biz bu eylemimizle, sendikalarımızı illegaliteye dönüştürmüş, TCK 141. maddesini ihlal ederek, sınıf tahakkümü kurmaya çalışmış isek, o zaman şu sorunun yanıtı verilmelidir. Bu katliamı yapanlar, insanlarımı canice, alçakça öldürenler neyi savunmuş olmaktadırlar. Cumhuriyeti mi, demokrasiyi mi? Bu sorunun yanıtını beklemek hakkımızdır. Sendika genel başkanı olarak, sendika toplantılarında “ideolojik ve politik” konuşma yaptığım gibi soyut bir suçlama yer almaktadır. Öncelikle ideolojik ve politik kelimeleri, iddiaca zaten kelime olarak suçlu görülmektedir. İdeolojik ve politik olmayan hiçbir konuşma yapılamaz bir toplantıda. Örneğin Kanarya Sevenler Derneğinin genel kurulunda yapılan bir konuşma bile ideolojik ve politiktir. Sendikalar ne bir dernektir, hele hele kanarya sevenler derneği hiç değildir. Konuşmalarımda nasıl bir suç vardır. Ceza yasamızın hangi maddesini ihlal edici bulunmaktadır. Halkı isyana mı teşvik etmişim? İnsanları birbirini öldürmeye mi yöneltmişim, ne yapmışım da suç işlemişim? Yanıt açıktır. Hiçbirisi. Görüşlerim suçlanmaktadır. Sendikamızın yönetim kurulu toplantılarında, genel kurul toplantılarında açış konuşmaları yaptım. Dava dosyasında bulunan ve duruşma safahatı anında bana ait olduğunu kabul ettiğim, tüm konuşmalarımın başta hukuki sorumluluğu olmak üzere tüm sorumluluğu bana aittir. Bu konuşmalarım doğrudan doğruya benim hazırladığım, yani sendikanın her hangi bir organının kararı olmayan, kişisel görüşlerimi ve önerilerimi yansıtan konuşmalardır. Sendikanın başkanı olarak, dünya ve yurt sorunlarına değinmek, işkolumuzu ilgilendiren sendikamızın sorunları ile ilgili ekonomik demokratik alanlarda görüşlerimi bildirmek benim sendikacı olarak görevimdi. Bu görevimi yerine getirmeye çalışıyorum. Burada bu vesile ile, Sosyal-İş dava dosyasında bulanan ve sendikamıza ait olan tüm yazılı belgelerin bize yöneltilen TCK 141. maddesini ihlal suçunu işlemediğimizin kanıtları olduğunu belirtiyor ve lehimize kanıtlar olarak değerlendirilmesini diliyorum. Sayın Mahkeme Heyeti, Bu dava olağandışı koşulların; hukuksal kaygı ve gereklerin değil, bir askeri müdahalenin ortaya getirdiği bir davadır. İhtilalci olduğumuz iddiası ile ortaya çıkılıp, sendikal mücadelemizden dolayı değil, anarşi ve teröre katıldığımızdan yargılandığımızın yedi düvele ilan edildiği bir davadır. Bunların hiçbirisinin varit olmadığı olamayacağı ortaya çıkmıştır. Enflasyonun nedeninin işçi ücretleri olduğu, işçilerin “mutlu azınlık” haline geldiği 1961 Anayasasının lüks olduğu, grevlerin ülke ekonomisini çökerttiği gibi görüş ve iddiaların ürünü olmuştur bu dava. Bu dava aynı zamanda bu görüşlerin geçersizliğinin ortaya çıkmasının, geniş kitlelerce 6 yıldır yaşanarak öğrenilmesine de neden olmuştur. Bu yönü ile maliyeti işçi ve emekçi halkımız açısından çok ağır da olsa olumluluk taşımaktadır. Demokrasinin, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılmasının, daha çok demokrasi ve daha çok hakkın, gelişmenin, onurlu bir kalkınmanın kısacası aydınlık yarınların engelleyicisi değil, hazırlayıcısı olduğu ve olacağı da anlaşılmıştır. Sözün kısacası olumsuzluk, olumluluğu da beraberinde içerisinde taşır. Sayın Yargıçlar, Bizler bu dava nedeni ile, güç koşullarda kaldık. Eziyet çektik. Düşündüklerimizi, gerçekleri, anlatmaya çalıştık. Bize düşen görevi yerine getirmeye çalıştık. En küçük bir suçluluk duygusu taşımıyorum. Şimdi görev ve sorumluluk sizlerindir. Diliyorum ki, kararlarınız politik nitelikli bu davayı hukuksal yörüngesine oturtursunuz. Tarihte olağandışı koşulların ürünü davaları, hukuksal abide haline getirerek sonuçlandıran ince örnekler vardır. Bu davanın da öyle olması içten dileğimdir. Hakkımda beraat kararı verilmesini, genel başkanı bulunduğum Sosyal-İş Sendikası için istenen kapatılma isteminin reddedilmesini talep ediyorum. Saygılarımla.